You are on page 1of 54

T.C.

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

TÜRK DİLİ 2
SÖZLÜ ANLATIM
TÜRLERİ 2
SÖZLÜ ANLATIM TÜRLERİ-2

Bilgi vermek amacıyla bir konu üzerinde


yapılan konuşmaya görüşme denir. Görüşme
temeline dayalı anlatım türleri şunlardır:
1. Sempozyum
2.Konferans
3. Kongre
4.Söylev(Nutuk)
1. SEMPOZYUM
Bir konu veya değişik kişiler üzerinde yapılan ve
dizi konuşmalardan oluşan toplantıya sempozyum
denir.
Sempozyumda amaç: konuya, yetkili kişilerin kendi
inceleme ve araştırmalarına dayalı görüşleriyle katkıda
bulunmaktır. Günümüzde çok yapılan bir toplu tartışma
türüdür. Üniversitelerde, devlet kurumlarında ya da
özel kurumlarda değişik konularda sempozyumlar
yapılmaktadır.
1. SEMPOZYUM
Bir sempozyum oturumunda en az üç, en çok da altı
konuşma
yapılır. Ancak konuşma sayısının fazla olduğu
sempozyumlar da vardır.Her konuşma 5-20 dakika
sürer. Konuşmaların sonunda bir forum yapılacaksa, yani
dinleyiciler de sempozyuma konuşmacı olarak katılacaksa,
konuşmaların toplamı bir saati geçmemelidir.

Sempozyumda her ne kadar konuşmacılar ele alınan


konuyu kendi ilgi alanlarına göre işleseler de yapılan
konuşmalar birbirini tamamlayıcı, konuyu bütünlüğe
götüren bir biçimde sıralanmalıdır. Sempozyum, diğer
konuşma türlerinde olduğu gibi konuya hakim, birikimli
2. KONFERANS
Bir konuya açıklık kazandırmak veya bir
konuda bilgi vermek amacı ile bilim, sanat
ve fikir adamlarının yaptıkları hazırlıklı konuşmalara
konferans denir.
Konferanslar, genellikle konferans salonu adı verilen
geniş salonlarda bir dinleyici topluluğuna hitaben
yapılır. Günümüzde radyo ve televizyonlarda da bu
tür konuşmalar yapılmaktadır.
2. KONFERANS
Konferans didaktik (öğretici) bir konuşmadır.
Çünkü konferans, o konunun bir yetkilisi tarafından,
uzun bir inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra verilir.
Konferansçı, dinleyenlere bildiklerini öğretme amacını
güder. Bu yüzden dinleyenlerin duygularından çok,
düşüncelerine hitap eder.
Konferansın amacına ulaşabilmesi, dinleyenlere bir
şeyler verebilmesi için dinleyenlerin az çok aydın ve
birikimli kişiler olması gerekmektedir.
2. KONFERANS
Konferans her konuda verilebilir. Konu,
dinleyicilerin ilgisini toplayabilecek nitelikte
olmalıdır. Konuda bütünlük bulunmalıdır.
Mümkün olduğu kadar, tek konu üzerinde
durulmalı, bir çok konu bir arada işlenmemelidir.
Konferansçının eğitimi, mesleği ve çalışma alanı,
konusu ile ilgili olmalıdır.
2. KONFERANS
Konferansçı konusunu seçtikten sonra, önce bu
konudaki kendi bilgilerini gözden geçirmelidir.
Bunları notlar halinde belirlemelidir. Daha sonra bu
konu ile ilgili kitap, gazete, dergi gibi yazılı
kaynakları araştırmalı ve istatistiki bilgilerden
yararlanmalıdır. Malzemesini topladıktan sonra bunlar
arasından kullanılacakları seçmeli ve sıraya
koymalıdır.
2. KONFERANS
Konferans kaleme alınırken, açık, duru ve akıcı bir
dil kullanılmalıdır. Argo sözlere, bayağı ve
müstehcen ifadelere yer verilmemelidir. Anlatım,
kesinlik ve inandırıcılık taşımalıdır. Çünkü
konferansçı da makale yazarı gibi muhataplarını
kendi tezine ve düşüncesine inandırmak
zorundadır. Konferansın etkili olması için kısa
cümleler kurulmalı ve konferans metni fazla uzun
olmamalıdır. Uzun olduğu takdirde, dinleyicilerin
ilgisinin dağılacağı unutulmamalıdır.
2. KONFERANS
Konferans konuşma türleri içinde en güç olanıdır. Çünkü bir
kişinin ortalama bir, bir buçuk saat süreyle kendini dinletmesi ve
ilgiyi uyanık tutabilmesi kolay değildir.Konferansın giriş, gelişme
ve sonuç bölümlerinden oluşan planı şu sıraya göre gelişir:
a) Konuya çarpıcı bir “giriş” yapılır.
b) Konu tanıtılır.
c) Konferansın amacı belirtilir.
d) Konu ayrıntıları ile ele alınır. Bu bölümde konu hakkındaki çeşitli
görüşler ele alınır ve karşılaştırılır. Dinleyenlerin kafasında
doğabilecek sorulara cevap verilir.
e) Konu bir sonuca bağlanır.
2.KONFERANS
Konferansçı, konuşmasını mümkün olduğu kadar
notlarına bakmadan sürdürmelidir. Bunun için
konuşmanın ana hatları, satırbaşı halinde bir kağıda not
edilmelidir. Diğer sözlü kompozisyon türlerinde olduğu
gibi ses, tonlama ve vurgulara dikkat edilmelidir.
Anlatıma canlılık kazandırmak için, soru ve hitap
cümlelerinden yararlanmalıdır. Konuşurken dinleyenlere
bakma da etkili olmayı sağlayan öğelerdendir.
22 Aralık 1966 İstanbul Eğitim Enstitüsü
Mehmet Şeyda
“ Sayın dinleyicilerim,

Değerli şair ve sevgili dostum Behçet Necatigil, beni Eğitim

Enstitüsü'nde konuşmaya çağırdığı zaman, ilk aklıma gelen


şey, yazdığım hikaye ve romanlardan söz açmak, sanat
anlayışımı belirtmek olmuştu.
22 Aralık 1966 İstanbul Eğitim Enstitüsü
Mehmet Şeyda

Ama sonra caydım bundan. Düşündüm ki, koskoca Türk


edebiyatının durmadan gelişen yüce zinciri içinde benim
yerim olsa olsa bir halkalıktır. Belki o bile değildir.

Dolayısıyla sizlere, şiiri, hikayesi ve romanıyla edebiyatı


sevmenin, bu sevgiden cayılmazlığın nedenlerini
açıklamaya çalışırsam, daha yerinde bir iş yapmış
olurum diye düşündüm. Gene düşündüm ki, bir
romancıyı, bir hikayeciyi, bir şairi tanımak, sevmek,
yalnız onu dinlemek yetmez kimseye.
Asıl olan, edebiyatı bütünü ile sevmektir.
Böylece konumu seçtim ve konuşmamın adını
”Edebiyatı Sevmek” koydum.
Bilirsiniz, her insanın kendine özgü birtakım
merakları, tutkuları vardır. Kimi çiçek sever, kimi
köpek sever, kimi futbolu, kimi sinemayı, kimi denizi
sever.
Gene, her insanın içinde yaşadığı toplum kendisini
şu ya da bu şekilde incitmiş, yaralamışsa, o
yaraları sarmaya çabaladığı özel sığınakları vardır.
Dertlerini çözümleyememiş, daha açıkçası, yaşama
sürecinde düş kırıklıklarına uğrayarak mutlu
olamamış kimseler, işte artık bir korunma içgüdüsüyle
bu sığınaklarda barınır. Kimi gider alkole sığınır,
kimisi nikotine. Kimi insan kumar masasından hiç
kalkmak istemez, kumara varını yoğunu yatırır.

Voltaire, ”Bir tutkun öbürünü yutmuş, sen de kendini


düzelttiğini sanıyorsun” diye istediğince alay etsin;
aramızda, birkaç sığınağa birden başvuranlar da yok
değildir hiçbir zaman.
Kimimizin sığınağı ise edebiyattır ne diyeyim. Güzel
bir şiirin mısraları, bir romanın sayfaları bizi alır başka
dünyalara çeker götürür. Güzel yazılmış bir şiirin bizi
bambaşka bir dünyanın içine attığını, her romanın
sayfalarında kendimizi unutuşumuzu hangimiz
yadsıyabiliriz?
Ancak edebiyatın öbür olumsuz sığınaklardan ayrılan yanı,
onun aynı zamanda hem kendi kendimizi, hem de
başkalarını tanımamızda, durumlarla davranışları
kavrayabilmemizde geçerli bir araç niteliğini göstermesi;
bize yeni özler katabilmesi; önceleri gördüğü ile yetinen
gözlerimizin önüne çok renkli, çok çeşitli, çok daha geniş
ve uzak ufuklar açmasıdır.
“Sanat ve Tabiat” adlı yazısında Suut Kemal
Yetkin'in belirttiği gibi, romantik eserler ruhları
büyüledikten sonradır ki dağlar, ormanlar, göller,
fırtınalar güzelleşmeye başladı. Sözgelişi dağ
güzelleşmek için Rousseau'yu bekledi.
Bergson ne güzel söylüyor: “Dağ her zaman kendisini seyre
gelenlerde duyumlara benzeyen ve gerçekten dağa bağlı olan
bazı duygular uyandırabilmiştir.
Ama Rousseau dağ hakkındaki yeni ve orijinal bir heyecan
yarattı. Onun tarafından ortaya konan bu heyecan, sonradan
herkesin duyduğu heyecan oldu.”
Dağ güzelleşmek için nasıl Rousseau'yu beklediyse,
balta girmemiş ormanlar, denizler Chateaubriand'ı,
göller Lamartine'i, rüzgarlar Shelley'i bekledi.

İnsan hiç kuşkusuz Stendhal'i, Balzac'ı, Dostoyevski'yi,


Tolstoy'u, Gorki'yi, Kafka'yı Gide'i okudukça
değişmekte, insan gerçeğine bakış açısı açılmakta, bu
açı ile birçok şeyi daha iyi kavrayabilmektedir.
Edebiyat bize bizi tanıtmakla kalmaz; kendi dar çevremizi
kırarak bizleri aralıksız olarak dışarıya taşır.

Yaşamı, insanları dahi daha yakından tanımamızı ve onlara


bağlanmamızı sağlar.
Bir sanatseverle, şiir , roman okuyucusuyla, bunlara
hiç ilgi duymamış bir insanı yan yana getirin, onları
karşılıklı konuşturun aralarındaki ayırımı hemen
göreceksiniz. Bu ayırım gerçekten büyüktür. Şiirle
coşmamış, düşlere dalmamış, okuduğu bir romanda
başkalarının serüvenine ortak çıkmamış, o insanların
dertleriyle sevinçlerini paylaşıp kendinde yaşatmamış
olan kimse, çoğunlukla dar kafalı, sert yargılı, eksik
anlayışlıdır.
Kendisi için başkalarından beklediği hoşgörüyü
başkalarına göstermez pek. Okuduklarıyla içini
zenginleştirmemiş gönlünü açmamıştır ki...Sınırlı,
kapalı, kendisine yeterli bir kutu gibi tutmuştur
benliğini. Duygularla düşüncelerin sayısız
dalgalanışlarına bir kerecik kaptırmamıştır varlığını, işin
daha kötüsü kaptırana da tepeden bakıp bilgiç bilgiç
gülmüştür.
Edebiyat bir bilim alanı değildir. Daha çok sezgilerin,
ideallerin yer aldığı kendine özgü bir evrendir. Bir evrendir
diyorum, çünkü henüz bilimin ortaya koyamadığı, konuşamadığı
alanlarda bile, sırası gelir, söz sahibi olur. Jules Verne'in birazı
gerçekleşebilmiş düşsel romanını anıp geçelim. Bu yüzden bilim
adamı olduklarını savunanlarca biraz horlanıyor o.
Nice analar babalar biliriz: çocuklarının ellerinde ders kitaplarının
dışında bir şiir kitabı, bir roman gördüler mi üzülmüşler, ya hırsla
çekip almışlar ya da “Benim oğlan romana dadandı, adam
olmayacak!”,”Bizim kız şiir okuyor!” diye eşlerine dostlarına dert
yanmışlardır.
Oysa bir zamanlar delikanlılık, genç kızlık çağlarında
onlar da şiir, roman okuyucusuydular. Belki de gizli
bir şair ya da romancıydılar. Hiç değilse "hatıra
defteri” tutarlardı. Kopya çektikleri aşk şiirleriyle,
romanları baş yastıklarının altında, şurada burada
saklarlardı.
Yazık ki unutulup gittiler.
Edebiyatın boş bir uğraşı, olumlu zamanları çalan bir
hırsız olduğuna değin bu sakat anlayış;evlerin içine sıkışıp
kalsaydı ne iyi olacaktı.Gelin de görün ki sokağın, hatta
ilkokulların da anlayışı budur. Genellikle Türkçe ve
edebiyat derslerinin de durumu budur. Eğitim yöntemimiz,
hani öğrencileri edebiyattan soğutmak amacıyla düzenlenir
desem yeridir.Kendi payıma çok genç yaşta şiirler,
hikayeler yazmışken edebiyat derslerinde kururdu kanım,
iliğim.Bir yığın ölü kural. İnsanı, eti, siniri, duyguları ve
düşünceleriyle arar tarar bulamazdım o örneklerin içinde;
bol bol laf ebeliği, sözcük oyunları.
İçtenlikle kabul edelim ki bugün okullarımızda
edebiyat dersleri öğrencilerin birazını kendine
çekiyorsa, edebiyatın ne olduğunu gerçekten anlamış
birkaç değerli öğretmen sayesinde çekebiliyordur;
onların uğraşmaları didinmeleri sayesinde.
Şunu demek isterim: Edebiyatı okutulan ders
programlarının dışında özel çabalarımızla
seveceğiz. Şimdilik başka çıkar yol yoktur;ders
kitaplarında adı bile anılmayan Türk şairlerini,
hikayecilerini ve romancılarını yapıtlarıyla birlikte
yakından izlemeye, tanımaya yöneleceğiz. O
zaman göreceğiz ki, Cumhuriyet'ten sonra,
özellikle 1930'lardan bu yana Türk edebiyatı
eskisine göre çok değişmiş, çok gelişip
renklenmiş, çok çeşitlenmiştir.”
Alıntılayarak aktardığımız bu parçada, konferans
metinlerinde bulunması gerekli ağırbaşlılık,
öğreticilik, açık ve aydınlık bir anlatım gibi
sonraki bölümde
özellikler de edebiyatı
bulunmaktadır. sevmeninbundan
Konferansçı yolları ve
bu sevginin insan dünyasını renklendirip
geliştirmedeki yeri üzerinde durmaktadır.
Alıntıladığımız bölümden de konferansa nasıl
girildiğini , konusunu nasıl ortaya koyduğunu,
amacının ne olduğunu görebiliyoruz.
3.KONGRE
(KURULTAY)
Kongre, konuyla ilgili birçok kişinin katıldığı,
belli zaman aralıklarında gerçekleştirilen bir
toplantı çeşididir.

Kongre, bir kurum ya da kuruluş tarafından


düzenlenir. Toplantıda üye ya da delegelerin
dışında, dinleyiciler de bulunur.

Uluslararası kongrelerde yurt dışından da çağrılar


yapılır.
Kongreler çeşitli ülkelerde yöneticilerin, elçilerin,
delegelerin katılmasıyla gerçekleştirilebileceği gibi
(Ticaret Kongresi, İktisat Kongresi), bir konu
üzerindeki görüşlerin, araştırma ve inceleme
sonuçlarının sunulması ve tartışılması için de
düzenlenebilir.
(Türkoloji Kongresi, Türk Dili Kurultayı).
Ayrıca parti, sendika, şirket gibi herhangi bir kuruluşun
belli zamanlarda temel işleri görüşmek üzere yaptığı
toplantılara da kongre denir.

Ancak burada üzerinde durulan kongre bilimsel nitelik


taşıyan toplantıdır.
Kongrelerde üzerinde tartışılan konularla ilgili
olarak düşünce, görüş ve bilgi alışverişinde
bulunulur. Kongrelerde bir yeniliği, bir orijinalliği,
bir araştırmanın sonucunu bildirmek için yapılan
konuşmalara bildiri (tebliğ) adı verilir.Bildirilerde
konuşmacı, öne sürdüğü görüşü ya da fikri
kanıtlama gayretinde olur. Sunulan bildiri sonunda
sorulu cevaplı bir tartışma da yapılabilir.Çünkü
kongrelerde dinleyiciler, genellikle konunun
4. SÖYLEV (NUTUK)
Bir fikri, bir duyguyu: bir davayı karşısındakilere dil
ustalığı ile açıklama sanatına ”söylev” denir. Söylevin
insanlar üzerinde etkisi büyüktür. Sönmüş heyecanları
diriltir; yenilmiş orduları zafere ulaştırır; kaybedilmiş
davaları kazandırır; halk topluluklarına ülküler aşılar,
görüşleri aydınlatır.
Söylev; heyecanlandırarak bir fikri aşılamaktır.

Söylevin eski karşılığı ”nutuk” dur.

Nutuk söyleyene “hatip” denir. Hatip Osmanlıca bir


sözcük. Bugünkü dilde bu sözcüğü tam karşılayan bir
terim olmadığı için hatip sözü bugün de kullanılıyor.
Dilde ustalaşmadan, dili iyi ve etkili kullanmayı
bilmeden etkili söz söylenemez. Ancak, etkili söz
söylemek için sadece dili iyi bilmek, güzel
konuşmak yetmez. Dili iyi bilen, güzel konuşan
öyle insanlar tanırız ki bunlar hatip değildirler.Bir
meslekte söz sahibi ve başarılı olmak nasıl o
meslekle ilgili pek çok hususu bilmeyi ve
çalışmayı gerektiriyorsa, hatiplik için de aynı
şartlar geçerlidir.
İyi bir hatip doğru düşünmeyi bilmeli ve çok
okumalıdır.
Bryan ”İyi konuşabilme yeteneği, Tanrı vergisi
olmaktan çok, çalışmakla elde edilen bir ergidir.”
diyor. Doğru düşünmenin temelinde sağlam bir
mantık yatar. Hatip fikirlerini mantık kuralları içinde
ölçmeli, onların çelişkili, dar açılı olmamasına dikkat
etmelidir.

Fikirlerin doğruluğu, mantık kurallarına uygunluğuna,


birbiriyle uyumluluğuna, geniş acılı oluşuna yani
değişik alanlara uygulandığında geçerliliğine bağlıdır.
Fikirleri bu doğrultuda geliştiren, olgunlaştıran tek
Çok okuyan bir hatip, değişik konularda
çeşitli kafaların neler düşündüğünü yakından
inceleyeceği gibi bu kişilerin görüşlerini
karşılaştırarak çelişki ve tutarsızlıkları da
belirler. Bu durum hatibi yanlış yapmaktan
büyük ölçüde kurtarır.
İyi bir hatip yaşadığı toplumu tanımalıdır. Toplumu
iyi tanımak onun kültür değerlerini bilmekle olur.
Toplumla iyi ilişki kurmak buna bağlıdır. Bir toplum
için kültürün köşe taşları olan din, dil, örf, gelenek,
görenek, dünya görüşü, tarih, sanat gibi değerler
hatipçe iyi bilinmezse, toplum hatibi benimsemez;
kendinden saymaz; ona inanmaz.
Hatip; sözlerine önce kendi inanmalı,fikirleri önce
kendini heyecanlandırmalıdır. Ancak samimiyetle
inandığımız fikirlere
heyecana getiren başkalarını
duyguları inandırabilir,
başkalarına önce bizi
duyurabilir, onları
heyecana sürükleyebiliriz.Her insan, toplum karşısında
heyecana kapılır. Heyecansız hatibin konuşması etkili
olmaz.Çiçeron,"Kolay ve zarafetli söz söyleyenler de dahil
olmak üzere bütün hatipler konuşmaya başlarken heyecan
duyarlar.” diyor.Burada sözünü ettiğimiz zararlı olan
aşırı heyecandır.
Söylevlerin konuları, çoğunlukla; toplumsal fikirler,
toplumsal ve ulusal davalardır. Törenlerde, ulusal
günlerde, yıldönümlerinde, mitinglerde toplanan
geniş halk kitlelerine heyecan vermek, genel fikirleri
anlatmak gayesiyle hitap etmekveya Meclis
kürsüsünden siyasal ve ulusal davaları savunmak da
söylevin niteliklerindendir.
Montaigne "Söylev sanatı, insanı söyleyeceğinden
uzaklaştırıp kendi yoluna çeker. Gösteriş için
herkesten
başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl
pısırıklık, korkaklıksa,konuşmada bilinmedik kelimeler,
duyulmadık tümceler aramak da bir medreseli çocuk
çabasıdır. Ah, keşke Paris'in zerzevat çarşısında
kullanılan kelimeleri konuşabilsem.”der. John Vincent
ise:”Güzel bir söz veya söylev, düşünüş, anlatış, kuvvet
bakımından düzgün, ilgi uyandırıcı olduğu zaman daha
etkili olur.
Gündelik konuşmalarında özenli davranan; doğal ve
içtenlikle konuşmaya alışan bir kimse, kürsüye çıktığı
zaman en doğal biçimde meramını anlatma başarısını
gösterir; halka nutuk dinlediklerini unutturur.” diyor .

Rowland Collins ise " Söyleve son veren sözlerin çok


önemli bir görevi vardır; son sözler, bütün söylevi
bağlayan bağları tamamlar. Söylevinize son veren
sözleri
önceden hazırlayıp söyleyin artık söyleyeceğim bir şey
kalmadı diyerek sözünüzü biçimsiz bir şekilde bitirmeyin,
görevinizi tam yapın ve bunu dinleyenlere hissettirin»
Söylev Hazırlama
İyi bir söylev hazırlamanın genel yolu : okumak ,
gözlemde bulunmak, düşünmek, incelemek, sohbet
etmek ve yazmaktır. Bir söylev hazırlamak için; konu
seçmek, materyal toplamak, destek olarak kullanılacak
fikirleri bulmak, plan hazırlamak, yüksek sesle prova
etmek şarttır.
Söylevde konu seçmenin önemi büyüktür. Vaktinden
önce seçilen, üzerinde çalışılmaya başlanılan bir konu,
geç seçilen çok iyi bir konudan daha iyi sayılır. Konuyu
seçtikten sonra şöyle hareket edilmelidir:
a) Fikir ve bilgi, kullanılacak hale gelmeden önce iyice
pişirilmeli;
b) Materyal üzerinde bilinçle düşünülmeli,
c)Hatip gerekli olandan fazla bilgi toplamalıdır.
Söylevin gayesi daima bir tek cümle içinde gösterilmeye
çalışılmalıdır. Dinleyicilerin derhal ilgisini çekecek
cümlelerle söze başlanmalı, girişler kısa kesilmeli, hemen
konuya girilmelidir.
Söylev Planı
Söze başlamak güç olduğu kadar önemelidir de.
Söze başlarken dinleyicilerin dimağı rahattır,
dinleyicilerin etkilenmesi kolaydır. Bu
bakımdan, söylevin başlangıcı iyi düşünülmüş,
etkileyici olmalıdır.
Victor Murdock “ Söze iyi başlayın, iyi bitirin ,
arasını neyle doldurursanız doldurun.” der .
Tam bir söylev planı yedi bölüme ayrılır :
• İyi , canlı bir giriş;
• İleri sürülen, çözülmek istenilen sorunun
açıklanması;
• Konunun iyice düzenlenmesi;
Sözde ileri sürülen olayın ilgi çekici hikayesi;
• Kanıtlama, doğrulama, tanıtma;
• Öze aykırı fikirlerin çürütülmesi;
• Sonuç.
Söylevin giriş bölümü kısa olmalı; konunun ruhuna
birkaç kelimeyle geçilmelidir. Söze, bir soru
sormakla, bir şey göstermekle, bir meşhur sözle,
tasvirle başlanabilir. Bazı hatipler söze mizahla
başlamayı uygun bulurlar; fakat bu ustalık isteyen
bir başlangıçtır. Herkes istenilen etkiyi yaratamaz.
Söylevde en önemli , en can alıcı nokta, son söz
sayılır. En son söylenen sözler , dinleyicilerin
kulaklarında çınlayan , en çok hatırlanacak olan
kelimelerdir. İyi bir söylev zayıf bir bitişle
kuvvetini kaybeder. Söylevin sonuna
yaklaştığınızı anlayan dinleyicilerde canlanmış bir
ilgi başgösterir. İşte o zaman söylev , kuvvetli ve
heyecanlı sözlerle son bulmalıdır. Bir şiirle , bir
hikaye , bir fıkra ile veya söylevi özetleyerek
bitirmek iyidir.İyi bir söylevin ilk niteliği ; açıklık
ve bütünlüktür.
Önemli fikirler dinleyicilere belli etmeden
tekrarlanmalı , bunlar kuvvetli örneklerle , kişisel
ve toplumsal olaylarla desteklenmelidir. Söylevin
arasına dinleyicinin dikkatini uyanık tutacak sözler
ustalıkla yerleştirilmelidir.
Söylevi bitirmek çok önemlidir. Söze son
vermeden önce , konu özetlenmeli , en son
söylenen sözün , en çok hatırlanacak bir söz
olmasına dikkat edilmelidir.
Dünyanın en başarılı hatiplerinden biri olan Mustafa
Kemal Atatürk 'ün bizzat hazırladığı ve İçişleri
Bakanı
Şükrü Kaya 'nın Çanakkale’de yabancı muhariplere
hitaben okuduğu nutka kulak verelim.
”Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar !
Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde
uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana , koyun
koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen
Analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız , bizim
bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat
rahat uyuyacaklardır. Onlar , bu toprakta canlarını
verdikten sonra , artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Mehmetçik Abidesi'nin başında söylenen bu
sözleri kaydeden birkaç gazeteci bu sözleri
gazetelerine bildirirler ve nutuk dünyaya yayılır.
Kısa bir süre sonra Şükrü Kaya 'ya telgraflar yağar
. Avustralya, Yeni Zelanda 'dan günlerce sonra
mektuplar gelir. Gözleri yaşlı analardan,
kardeşlerden , siyasi şahsiyetlerden askerlerden ,
Şükrü Kaya bu konuşmasından dolayı tebrik, takdir
edilir.
KAYNAKÇA
ÖNER, Sakin, Örneklerle Kompozisyon Düzenli
Yazma ve Konuşma Sanatı,Yuva Yayınları,
ÖZKAN, Mustafa, ESİN Osman, TÖREN
Hatice, Yüksek Öğretimde Türk Dili Yazılı ve
Sözlü Anlatım, Filiz Kitabevi, İstanbul,2001
Türkçe Dersleri Koordinatörlüğü, Türk Dili Ders
Notları, Bütek A.Ş.,İstanbul 2008
Dersimiz bitmiştir.
Dinlediğiniz için teşekkürler…

You might also like