TÜRK DİLİ 2 SÖZLÜ ANLATIM TÜRLERİ 2 SÖZLÜ ANLATIM TÜRLERİ-2
Bilgi vermek amacıyla bir konu üzerinde
yapılan konuşmaya görüşme denir. Görüşme temeline dayalı anlatım türleri şunlardır: 1. Sempozyum 2.Konferans 3. Kongre 4.Söylev(Nutuk) 1. SEMPOZYUM Bir konu veya değişik kişiler üzerinde yapılan ve dizi konuşmalardan oluşan toplantıya sempozyum denir. Sempozyumda amaç: konuya, yetkili kişilerin kendi inceleme ve araştırmalarına dayalı görüşleriyle katkıda bulunmaktır. Günümüzde çok yapılan bir toplu tartışma türüdür. Üniversitelerde, devlet kurumlarında ya da özel kurumlarda değişik konularda sempozyumlar yapılmaktadır. 1. SEMPOZYUM Bir sempozyum oturumunda en az üç, en çok da altı konuşma yapılır. Ancak konuşma sayısının fazla olduğu sempozyumlar da vardır.Her konuşma 5-20 dakika sürer. Konuşmaların sonunda bir forum yapılacaksa, yani dinleyiciler de sempozyuma konuşmacı olarak katılacaksa, konuşmaların toplamı bir saati geçmemelidir.
Sempozyumda her ne kadar konuşmacılar ele alınan
konuyu kendi ilgi alanlarına göre işleseler de yapılan konuşmalar birbirini tamamlayıcı, konuyu bütünlüğe götüren bir biçimde sıralanmalıdır. Sempozyum, diğer konuşma türlerinde olduğu gibi konuya hakim, birikimli 2. KONFERANS Bir konuya açıklık kazandırmak veya bir konuda bilgi vermek amacı ile bilim, sanat ve fikir adamlarının yaptıkları hazırlıklı konuşmalara konferans denir. Konferanslar, genellikle konferans salonu adı verilen geniş salonlarda bir dinleyici topluluğuna hitaben yapılır. Günümüzde radyo ve televizyonlarda da bu tür konuşmalar yapılmaktadır. 2. KONFERANS Konferans didaktik (öğretici) bir konuşmadır. Çünkü konferans, o konunun bir yetkilisi tarafından, uzun bir inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra verilir. Konferansçı, dinleyenlere bildiklerini öğretme amacını güder. Bu yüzden dinleyenlerin duygularından çok, düşüncelerine hitap eder. Konferansın amacına ulaşabilmesi, dinleyenlere bir şeyler verebilmesi için dinleyenlerin az çok aydın ve birikimli kişiler olması gerekmektedir. 2. KONFERANS Konferans her konuda verilebilir. Konu, dinleyicilerin ilgisini toplayabilecek nitelikte olmalıdır. Konuda bütünlük bulunmalıdır. Mümkün olduğu kadar, tek konu üzerinde durulmalı, bir çok konu bir arada işlenmemelidir. Konferansçının eğitimi, mesleği ve çalışma alanı, konusu ile ilgili olmalıdır. 2. KONFERANS Konferansçı konusunu seçtikten sonra, önce bu konudaki kendi bilgilerini gözden geçirmelidir. Bunları notlar halinde belirlemelidir. Daha sonra bu konu ile ilgili kitap, gazete, dergi gibi yazılı kaynakları araştırmalı ve istatistiki bilgilerden yararlanmalıdır. Malzemesini topladıktan sonra bunlar arasından kullanılacakları seçmeli ve sıraya koymalıdır. 2. KONFERANS Konferans kaleme alınırken, açık, duru ve akıcı bir dil kullanılmalıdır. Argo sözlere, bayağı ve müstehcen ifadelere yer verilmemelidir. Anlatım, kesinlik ve inandırıcılık taşımalıdır. Çünkü konferansçı da makale yazarı gibi muhataplarını kendi tezine ve düşüncesine inandırmak zorundadır. Konferansın etkili olması için kısa cümleler kurulmalı ve konferans metni fazla uzun olmamalıdır. Uzun olduğu takdirde, dinleyicilerin ilgisinin dağılacağı unutulmamalıdır. 2. KONFERANS Konferans konuşma türleri içinde en güç olanıdır. Çünkü bir kişinin ortalama bir, bir buçuk saat süreyle kendini dinletmesi ve ilgiyi uyanık tutabilmesi kolay değildir.Konferansın giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan planı şu sıraya göre gelişir: a) Konuya çarpıcı bir “giriş” yapılır. b) Konu tanıtılır. c) Konferansın amacı belirtilir. d) Konu ayrıntıları ile ele alınır. Bu bölümde konu hakkındaki çeşitli görüşler ele alınır ve karşılaştırılır. Dinleyenlerin kafasında doğabilecek sorulara cevap verilir. e) Konu bir sonuca bağlanır. 2.KONFERANS Konferansçı, konuşmasını mümkün olduğu kadar notlarına bakmadan sürdürmelidir. Bunun için konuşmanın ana hatları, satırbaşı halinde bir kağıda not edilmelidir. Diğer sözlü kompozisyon türlerinde olduğu gibi ses, tonlama ve vurgulara dikkat edilmelidir. Anlatıma canlılık kazandırmak için, soru ve hitap cümlelerinden yararlanmalıdır. Konuşurken dinleyenlere bakma da etkili olmayı sağlayan öğelerdendir. 22 Aralık 1966 İstanbul Eğitim Enstitüsü Mehmet Şeyda “ Sayın dinleyicilerim,
Değerli şair ve sevgili dostum Behçet Necatigil, beni Eğitim
Enstitüsü'nde konuşmaya çağırdığı zaman, ilk aklıma gelen
şey, yazdığım hikaye ve romanlardan söz açmak, sanat anlayışımı belirtmek olmuştu. 22 Aralık 1966 İstanbul Eğitim Enstitüsü Mehmet Şeyda
Ama sonra caydım bundan. Düşündüm ki, koskoca Türk
edebiyatının durmadan gelişen yüce zinciri içinde benim yerim olsa olsa bir halkalıktır. Belki o bile değildir.
Dolayısıyla sizlere, şiiri, hikayesi ve romanıyla edebiyatı
sevmenin, bu sevgiden cayılmazlığın nedenlerini açıklamaya çalışırsam, daha yerinde bir iş yapmış olurum diye düşündüm. Gene düşündüm ki, bir romancıyı, bir hikayeciyi, bir şairi tanımak, sevmek, yalnız onu dinlemek yetmez kimseye. Asıl olan, edebiyatı bütünü ile sevmektir. Böylece konumu seçtim ve konuşmamın adını ”Edebiyatı Sevmek” koydum. Bilirsiniz, her insanın kendine özgü birtakım merakları, tutkuları vardır. Kimi çiçek sever, kimi köpek sever, kimi futbolu, kimi sinemayı, kimi denizi sever. Gene, her insanın içinde yaşadığı toplum kendisini şu ya da bu şekilde incitmiş, yaralamışsa, o yaraları sarmaya çabaladığı özel sığınakları vardır. Dertlerini çözümleyememiş, daha açıkçası, yaşama sürecinde düş kırıklıklarına uğrayarak mutlu olamamış kimseler, işte artık bir korunma içgüdüsüyle bu sığınaklarda barınır. Kimi gider alkole sığınır, kimisi nikotine. Kimi insan kumar masasından hiç kalkmak istemez, kumara varını yoğunu yatırır.
Voltaire, ”Bir tutkun öbürünü yutmuş, sen de kendini
düzelttiğini sanıyorsun” diye istediğince alay etsin; aramızda, birkaç sığınağa birden başvuranlar da yok değildir hiçbir zaman. Kimimizin sığınağı ise edebiyattır ne diyeyim. Güzel bir şiirin mısraları, bir romanın sayfaları bizi alır başka dünyalara çeker götürür. Güzel yazılmış bir şiirin bizi bambaşka bir dünyanın içine attığını, her romanın sayfalarında kendimizi unutuşumuzu hangimiz yadsıyabiliriz? Ancak edebiyatın öbür olumsuz sığınaklardan ayrılan yanı, onun aynı zamanda hem kendi kendimizi, hem de başkalarını tanımamızda, durumlarla davranışları kavrayabilmemizde geçerli bir araç niteliğini göstermesi; bize yeni özler katabilmesi; önceleri gördüğü ile yetinen gözlerimizin önüne çok renkli, çok çeşitli, çok daha geniş ve uzak ufuklar açmasıdır. “Sanat ve Tabiat” adlı yazısında Suut Kemal Yetkin'in belirttiği gibi, romantik eserler ruhları büyüledikten sonradır ki dağlar, ormanlar, göller, fırtınalar güzelleşmeye başladı. Sözgelişi dağ güzelleşmek için Rousseau'yu bekledi. Bergson ne güzel söylüyor: “Dağ her zaman kendisini seyre gelenlerde duyumlara benzeyen ve gerçekten dağa bağlı olan bazı duygular uyandırabilmiştir. Ama Rousseau dağ hakkındaki yeni ve orijinal bir heyecan yarattı. Onun tarafından ortaya konan bu heyecan, sonradan herkesin duyduğu heyecan oldu.” Dağ güzelleşmek için nasıl Rousseau'yu beklediyse, balta girmemiş ormanlar, denizler Chateaubriand'ı, göller Lamartine'i, rüzgarlar Shelley'i bekledi.
İnsan hiç kuşkusuz Stendhal'i, Balzac'ı, Dostoyevski'yi,
Tolstoy'u, Gorki'yi, Kafka'yı Gide'i okudukça değişmekte, insan gerçeğine bakış açısı açılmakta, bu açı ile birçok şeyi daha iyi kavrayabilmektedir. Edebiyat bize bizi tanıtmakla kalmaz; kendi dar çevremizi kırarak bizleri aralıksız olarak dışarıya taşır.
Yaşamı, insanları dahi daha yakından tanımamızı ve onlara
bağlanmamızı sağlar. Bir sanatseverle, şiir , roman okuyucusuyla, bunlara hiç ilgi duymamış bir insanı yan yana getirin, onları karşılıklı konuşturun aralarındaki ayırımı hemen göreceksiniz. Bu ayırım gerçekten büyüktür. Şiirle coşmamış, düşlere dalmamış, okuduğu bir romanda başkalarının serüvenine ortak çıkmamış, o insanların dertleriyle sevinçlerini paylaşıp kendinde yaşatmamış olan kimse, çoğunlukla dar kafalı, sert yargılı, eksik anlayışlıdır. Kendisi için başkalarından beklediği hoşgörüyü başkalarına göstermez pek. Okuduklarıyla içini zenginleştirmemiş gönlünü açmamıştır ki...Sınırlı, kapalı, kendisine yeterli bir kutu gibi tutmuştur benliğini. Duygularla düşüncelerin sayısız dalgalanışlarına bir kerecik kaptırmamıştır varlığını, işin daha kötüsü kaptırana da tepeden bakıp bilgiç bilgiç gülmüştür. Edebiyat bir bilim alanı değildir. Daha çok sezgilerin, ideallerin yer aldığı kendine özgü bir evrendir. Bir evrendir diyorum, çünkü henüz bilimin ortaya koyamadığı, konuşamadığı alanlarda bile, sırası gelir, söz sahibi olur. Jules Verne'in birazı gerçekleşebilmiş düşsel romanını anıp geçelim. Bu yüzden bilim adamı olduklarını savunanlarca biraz horlanıyor o. Nice analar babalar biliriz: çocuklarının ellerinde ders kitaplarının dışında bir şiir kitabı, bir roman gördüler mi üzülmüşler, ya hırsla çekip almışlar ya da “Benim oğlan romana dadandı, adam olmayacak!”,”Bizim kız şiir okuyor!” diye eşlerine dostlarına dert yanmışlardır. Oysa bir zamanlar delikanlılık, genç kızlık çağlarında onlar da şiir, roman okuyucusuydular. Belki de gizli bir şair ya da romancıydılar. Hiç değilse "hatıra defteri” tutarlardı. Kopya çektikleri aşk şiirleriyle, romanları baş yastıklarının altında, şurada burada saklarlardı. Yazık ki unutulup gittiler. Edebiyatın boş bir uğraşı, olumlu zamanları çalan bir hırsız olduğuna değin bu sakat anlayış;evlerin içine sıkışıp kalsaydı ne iyi olacaktı.Gelin de görün ki sokağın, hatta ilkokulların da anlayışı budur. Genellikle Türkçe ve edebiyat derslerinin de durumu budur. Eğitim yöntemimiz, hani öğrencileri edebiyattan soğutmak amacıyla düzenlenir desem yeridir.Kendi payıma çok genç yaşta şiirler, hikayeler yazmışken edebiyat derslerinde kururdu kanım, iliğim.Bir yığın ölü kural. İnsanı, eti, siniri, duyguları ve düşünceleriyle arar tarar bulamazdım o örneklerin içinde; bol bol laf ebeliği, sözcük oyunları. İçtenlikle kabul edelim ki bugün okullarımızda edebiyat dersleri öğrencilerin birazını kendine çekiyorsa, edebiyatın ne olduğunu gerçekten anlamış birkaç değerli öğretmen sayesinde çekebiliyordur; onların uğraşmaları didinmeleri sayesinde. Şunu demek isterim: Edebiyatı okutulan ders programlarının dışında özel çabalarımızla seveceğiz. Şimdilik başka çıkar yol yoktur;ders kitaplarında adı bile anılmayan Türk şairlerini, hikayecilerini ve romancılarını yapıtlarıyla birlikte yakından izlemeye, tanımaya yöneleceğiz. O zaman göreceğiz ki, Cumhuriyet'ten sonra, özellikle 1930'lardan bu yana Türk edebiyatı eskisine göre çok değişmiş, çok gelişip renklenmiş, çok çeşitlenmiştir.” Alıntılayarak aktardığımız bu parçada, konferans metinlerinde bulunması gerekli ağırbaşlılık, öğreticilik, açık ve aydınlık bir anlatım gibi sonraki bölümde özellikler de edebiyatı bulunmaktadır. sevmeninbundan Konferansçı yolları ve bu sevginin insan dünyasını renklendirip geliştirmedeki yeri üzerinde durmaktadır. Alıntıladığımız bölümden de konferansa nasıl girildiğini , konusunu nasıl ortaya koyduğunu, amacının ne olduğunu görebiliyoruz. 3.KONGRE (KURULTAY) Kongre, konuyla ilgili birçok kişinin katıldığı, belli zaman aralıklarında gerçekleştirilen bir toplantı çeşididir.
Kongre, bir kurum ya da kuruluş tarafından
düzenlenir. Toplantıda üye ya da delegelerin dışında, dinleyiciler de bulunur.
Uluslararası kongrelerde yurt dışından da çağrılar
yapılır. Kongreler çeşitli ülkelerde yöneticilerin, elçilerin, delegelerin katılmasıyla gerçekleştirilebileceği gibi (Ticaret Kongresi, İktisat Kongresi), bir konu üzerindeki görüşlerin, araştırma ve inceleme sonuçlarının sunulması ve tartışılması için de düzenlenebilir. (Türkoloji Kongresi, Türk Dili Kurultayı). Ayrıca parti, sendika, şirket gibi herhangi bir kuruluşun belli zamanlarda temel işleri görüşmek üzere yaptığı toplantılara da kongre denir.
Ancak burada üzerinde durulan kongre bilimsel nitelik
taşıyan toplantıdır. Kongrelerde üzerinde tartışılan konularla ilgili olarak düşünce, görüş ve bilgi alışverişinde bulunulur. Kongrelerde bir yeniliği, bir orijinalliği, bir araştırmanın sonucunu bildirmek için yapılan konuşmalara bildiri (tebliğ) adı verilir.Bildirilerde konuşmacı, öne sürdüğü görüşü ya da fikri kanıtlama gayretinde olur. Sunulan bildiri sonunda sorulu cevaplı bir tartışma da yapılabilir.Çünkü kongrelerde dinleyiciler, genellikle konunun 4. SÖYLEV (NUTUK) Bir fikri, bir duyguyu: bir davayı karşısındakilere dil ustalığı ile açıklama sanatına ”söylev” denir. Söylevin insanlar üzerinde etkisi büyüktür. Sönmüş heyecanları diriltir; yenilmiş orduları zafere ulaştırır; kaybedilmiş davaları kazandırır; halk topluluklarına ülküler aşılar, görüşleri aydınlatır. Söylev; heyecanlandırarak bir fikri aşılamaktır.
Söylevin eski karşılığı ”nutuk” dur.
Nutuk söyleyene “hatip” denir. Hatip Osmanlıca bir
sözcük. Bugünkü dilde bu sözcüğü tam karşılayan bir terim olmadığı için hatip sözü bugün de kullanılıyor. Dilde ustalaşmadan, dili iyi ve etkili kullanmayı bilmeden etkili söz söylenemez. Ancak, etkili söz söylemek için sadece dili iyi bilmek, güzel konuşmak yetmez. Dili iyi bilen, güzel konuşan öyle insanlar tanırız ki bunlar hatip değildirler.Bir meslekte söz sahibi ve başarılı olmak nasıl o meslekle ilgili pek çok hususu bilmeyi ve çalışmayı gerektiriyorsa, hatiplik için de aynı şartlar geçerlidir. İyi bir hatip doğru düşünmeyi bilmeli ve çok okumalıdır. Bryan ”İyi konuşabilme yeteneği, Tanrı vergisi olmaktan çok, çalışmakla elde edilen bir ergidir.” diyor. Doğru düşünmenin temelinde sağlam bir mantık yatar. Hatip fikirlerini mantık kuralları içinde ölçmeli, onların çelişkili, dar açılı olmamasına dikkat etmelidir.
birbiriyle uyumluluğuna, geniş acılı oluşuna yani değişik alanlara uygulandığında geçerliliğine bağlıdır. Fikirleri bu doğrultuda geliştiren, olgunlaştıran tek Çok okuyan bir hatip, değişik konularda çeşitli kafaların neler düşündüğünü yakından inceleyeceği gibi bu kişilerin görüşlerini karşılaştırarak çelişki ve tutarsızlıkları da belirler. Bu durum hatibi yanlış yapmaktan büyük ölçüde kurtarır. İyi bir hatip yaşadığı toplumu tanımalıdır. Toplumu iyi tanımak onun kültür değerlerini bilmekle olur. Toplumla iyi ilişki kurmak buna bağlıdır. Bir toplum için kültürün köşe taşları olan din, dil, örf, gelenek, görenek, dünya görüşü, tarih, sanat gibi değerler hatipçe iyi bilinmezse, toplum hatibi benimsemez; kendinden saymaz; ona inanmaz. Hatip; sözlerine önce kendi inanmalı,fikirleri önce kendini heyecanlandırmalıdır. Ancak samimiyetle inandığımız fikirlere heyecana getiren başkalarını duyguları inandırabilir, başkalarına önce bizi duyurabilir, onları heyecana sürükleyebiliriz.Her insan, toplum karşısında heyecana kapılır. Heyecansız hatibin konuşması etkili olmaz.Çiçeron,"Kolay ve zarafetli söz söyleyenler de dahil olmak üzere bütün hatipler konuşmaya başlarken heyecan duyarlar.” diyor.Burada sözünü ettiğimiz zararlı olan aşırı heyecandır. Söylevlerin konuları, çoğunlukla; toplumsal fikirler, toplumsal ve ulusal davalardır. Törenlerde, ulusal günlerde, yıldönümlerinde, mitinglerde toplanan geniş halk kitlelerine heyecan vermek, genel fikirleri anlatmak gayesiyle hitap etmekveya Meclis kürsüsünden siyasal ve ulusal davaları savunmak da söylevin niteliklerindendir. Montaigne "Söylev sanatı, insanı söyleyeceğinden uzaklaştırıp kendi yoluna çeker. Gösteriş için herkesten başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl pısırıklık, korkaklıksa,konuşmada bilinmedik kelimeler, duyulmadık tümceler aramak da bir medreseli çocuk çabasıdır. Ah, keşke Paris'in zerzevat çarşısında kullanılan kelimeleri konuşabilsem.”der. John Vincent ise:”Güzel bir söz veya söylev, düşünüş, anlatış, kuvvet bakımından düzgün, ilgi uyandırıcı olduğu zaman daha etkili olur. Gündelik konuşmalarında özenli davranan; doğal ve içtenlikle konuşmaya alışan bir kimse, kürsüye çıktığı zaman en doğal biçimde meramını anlatma başarısını gösterir; halka nutuk dinlediklerini unutturur.” diyor .
Rowland Collins ise " Söyleve son veren sözlerin çok
önemli bir görevi vardır; son sözler, bütün söylevi bağlayan bağları tamamlar. Söylevinize son veren sözleri önceden hazırlayıp söyleyin artık söyleyeceğim bir şey kalmadı diyerek sözünüzü biçimsiz bir şekilde bitirmeyin, görevinizi tam yapın ve bunu dinleyenlere hissettirin» Söylev Hazırlama İyi bir söylev hazırlamanın genel yolu : okumak , gözlemde bulunmak, düşünmek, incelemek, sohbet etmek ve yazmaktır. Bir söylev hazırlamak için; konu seçmek, materyal toplamak, destek olarak kullanılacak fikirleri bulmak, plan hazırlamak, yüksek sesle prova etmek şarttır. Söylevde konu seçmenin önemi büyüktür. Vaktinden önce seçilen, üzerinde çalışılmaya başlanılan bir konu, geç seçilen çok iyi bir konudan daha iyi sayılır. Konuyu seçtikten sonra şöyle hareket edilmelidir: a) Fikir ve bilgi, kullanılacak hale gelmeden önce iyice pişirilmeli; b) Materyal üzerinde bilinçle düşünülmeli, c)Hatip gerekli olandan fazla bilgi toplamalıdır. Söylevin gayesi daima bir tek cümle içinde gösterilmeye çalışılmalıdır. Dinleyicilerin derhal ilgisini çekecek cümlelerle söze başlanmalı, girişler kısa kesilmeli, hemen konuya girilmelidir. Söylev Planı Söze başlamak güç olduğu kadar önemelidir de. Söze başlarken dinleyicilerin dimağı rahattır, dinleyicilerin etkilenmesi kolaydır. Bu bakımdan, söylevin başlangıcı iyi düşünülmüş, etkileyici olmalıdır. Victor Murdock “ Söze iyi başlayın, iyi bitirin , arasını neyle doldurursanız doldurun.” der . Tam bir söylev planı yedi bölüme ayrılır : • İyi , canlı bir giriş; • İleri sürülen, çözülmek istenilen sorunun açıklanması; • Konunun iyice düzenlenmesi; Sözde ileri sürülen olayın ilgi çekici hikayesi; • Kanıtlama, doğrulama, tanıtma; • Öze aykırı fikirlerin çürütülmesi; • Sonuç. Söylevin giriş bölümü kısa olmalı; konunun ruhuna birkaç kelimeyle geçilmelidir. Söze, bir soru sormakla, bir şey göstermekle, bir meşhur sözle, tasvirle başlanabilir. Bazı hatipler söze mizahla başlamayı uygun bulurlar; fakat bu ustalık isteyen bir başlangıçtır. Herkes istenilen etkiyi yaratamaz. Söylevde en önemli , en can alıcı nokta, son söz sayılır. En son söylenen sözler , dinleyicilerin kulaklarında çınlayan , en çok hatırlanacak olan kelimelerdir. İyi bir söylev zayıf bir bitişle kuvvetini kaybeder. Söylevin sonuna yaklaştığınızı anlayan dinleyicilerde canlanmış bir ilgi başgösterir. İşte o zaman söylev , kuvvetli ve heyecanlı sözlerle son bulmalıdır. Bir şiirle , bir hikaye , bir fıkra ile veya söylevi özetleyerek bitirmek iyidir.İyi bir söylevin ilk niteliği ; açıklık ve bütünlüktür. Önemli fikirler dinleyicilere belli etmeden tekrarlanmalı , bunlar kuvvetli örneklerle , kişisel ve toplumsal olaylarla desteklenmelidir. Söylevin arasına dinleyicinin dikkatini uyanık tutacak sözler ustalıkla yerleştirilmelidir. Söylevi bitirmek çok önemlidir. Söze son vermeden önce , konu özetlenmeli , en son söylenen sözün , en çok hatırlanacak bir söz olmasına dikkat edilmelidir. Dünyanın en başarılı hatiplerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk 'ün bizzat hazırladığı ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya 'nın Çanakkale’de yabancı muhariplere hitaben okuduğu nutka kulak verelim. ”Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar ! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana , koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen Analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız , bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar , bu toprakta canlarını verdikten sonra , artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Mehmetçik Abidesi'nin başında söylenen bu sözleri kaydeden birkaç gazeteci bu sözleri gazetelerine bildirirler ve nutuk dünyaya yayılır. Kısa bir süre sonra Şükrü Kaya 'ya telgraflar yağar . Avustralya, Yeni Zelanda 'dan günlerce sonra mektuplar gelir. Gözleri yaşlı analardan, kardeşlerden , siyasi şahsiyetlerden askerlerden , Şükrü Kaya bu konuşmasından dolayı tebrik, takdir edilir. KAYNAKÇA ÖNER, Sakin, Örneklerle Kompozisyon Düzenli Yazma ve Konuşma Sanatı,Yuva Yayınları, ÖZKAN, Mustafa, ESİN Osman, TÖREN Hatice, Yüksek Öğretimde Türk Dili Yazılı ve Sözlü Anlatım, Filiz Kitabevi, İstanbul,2001 Türkçe Dersleri Koordinatörlüğü, Türk Dili Ders Notları, Bütek A.Ş.,İstanbul 2008 Dersimiz bitmiştir. Dinlediğiniz için teşekkürler…