You are on page 1of 58

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Öğrencinin Adı:Merve Hilalnur bingöl

Mühendislik Mimarlık Fakültesi No: 1811403043


Mimarlık Bölümü

19430 ÜNİVERSİTE KAMPÜS TASARIMI Dersi Vize Sınavı Soruları:

Puanı: Soru:

( 10 ) 1- Ana hatları ile “üniversite” kavramını tanımlayınız .

Üniversite (isim, Fransızca, université)


Üniversite, “bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek
düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü,
yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu” olarak
tanımlanmaktadır (www.tdk.gov.tr/tdksozluk/sozbul.html, Mayıs 2006).
Genellikle “fen, edebiyat, hukuk, tıp, mühendislik gibi bilim dallarında eğitim
ve araştırma yapan fakültelerden oluşan yüksek öğretim kurumu” anlamında
kullanılmaktadır (http://tdkterim.gov.tr/terim.html, Ocak 2006).

İlk örneklerini M.Ö. 5. yüzyılda görebileceğimiz üniversiteler, batı ülkelerinde Ortaçağda 12.
yüzyılda ortaya çıkmışlardır. İlk kurulan üniversiteler başlangıçta kiliseye bağlı, daha çok
öğrenme ve bilme esasına dayalı, içe kapalı bir hayat ve eğitim anlayışına sahip eğitim
kurumlarıdır. Bu anlayış plan şemalarına da yansımış, binalar iç avlulu kapalı mekânlar olarak
tasarlanmışlardır (Kortan 1981). İslam medeniyetlerine bakıldığında ise, yüksek öğretim
kurumlarının temelinin Selçuklular döneminin medreselerine kadar dayandığı görülmektedir.
Selçukluların 1040 yılında bir dizi medrese kurmaları, İslam dünyasında bir reform
oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Edirne’de 1400’lerde kurulmuş olan
Beyazıt II. Külliyesi kendi içinde yeterli bir kompleks oluşturmuştur. Başlıca öğeleri; cami,
hastane, tıp okulu, yemekhane, mutfak vb. (Şekil 1) olan söz konusu kompleks çağdaş bir
üniversite kampüsünün başlangıç şeması olarak görülmektedir (Kortan 1981).
Gerek ülkemizde medrese, gerekse Avrupa’da kilise temelleri üzerine oturtulmuş olan
üniversiteler, 20. yüzyıla girerken hızla artan kent nüfusu ve kentleşme sonucunda kent
içinde adeta sıkışıp kalmışlar, farklı fiziksel oluşumlar aramışlardır. Toplumun değişen ve
gelişen ekonomik, sosyal, kültürel ve rekreasyonel gereksinimleri üniversitelerin kentlerin
dışında, geniş alanlar üzerinde küçük bir kent modelinde planlanmalarını zorunlu kılmıştır
(Önder ve ark. 1998). Böylece günümüzün kampüs kavramı doğmuş ve üniversiteler kentin
uzağında geniş alanlarda belirli sistemlere dayalı olarak kurulmaya başlanmıştır. Bir toplumun
geleceğini şekillendirecek nitelikli insan gücünün yetiştirildiği eğitim kurumları arasında
üniversiteler, fiziksel olarak içinde eğitim ve araştırma eylemlerinin yer aldığı binalar
topluluğu anlamına gelmektedir. Üniversitelerin, temel işlevleri olan eğitim ve araştırma
dışında, günümüz eğitim sisteminin gerektirdiği; çalışma, beslenme, alışveriş, eğlence, spor,
rekreasyon, sağlık, vb… işlevlere cevap verecek fiziki oluşumları da bünyesinde bulundurması
gerekmektedir (Aydın 2003). Sözü edilen bu değişik işlevleri barındıran kampüs
yerleşkelerinin farklı birimlerden oluşması, bu işlev ve birimlerin ilişkilendirilme gereksinimi
ve bir bütün olarak çalışabilmesinin sağlanması, planlamayı ve bu planlamanın belirli ilkeler
doğrultusunda yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu gereklilik sonucunda farklı tasarım
ilkelerinin oluşturduğu üniversite yerleşim sistemleri doğmuş ve kampüs yerleşimleri için
sistematik bir düzen yaratılmıştır. Bu çalışmanın çıkış noktası, günümüzde kampüs olarak
planlanan üniversitelerde öğretim elemanları, idari personel ve öğrencilerin bir araya gelip
sosyal etkileşimde bulunacakları mekânların planlanmasıdır. Küçük bir “kent” olarak da
adlandırılabilen kampüsler bir kentin ihtiyaç duyduğu mekânsal düzenlemelere de ihtiyaç
duymaktadır. Öncelikli eğitim amaçlı tasarlanan kampüslerde sosyal ilişkilerin gelişeceği ortak
kullanım mekânlarının düzenlenmesi gerekmektedir. Belirli planlama kriterlerine göre
şekillenen kampüslerde ortak kullanım mekânlarının da belirli nitelikler taşıması gerektiği
açıktır. Bu çalışma sözü edilen nitelikleri ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Bu
çalışmanın amacı mevcut kampüs yerleşim sistemlerinde ortak kullanım mekânlarını ele
alarak, tespit edilen tasarım kriterlerine göre yaşanılan çevrenin iyileştirilmesi amacıyla
seçilen örneklem alanı olan Selçuk Üniversitesi Alâeddin Keykubat kampüsünün ortak
kullanım mekânlarının değerlendirilmek ve kampüsün fiziksel gelişimine katkıda
bulunabilecek sonuçlar ortaya koymaktır.
( 10 ) 2- Üniversiteler için kampüs planlaması ve tasarımının gereği ve
önemini açıklayınız.
Kampus (isim, İngilizce, campus)
Kampus, “şehir dışında kurulmuş bir üniversitenin alanı ve yapıları, yerleşke”
anlamına gelmektedir (http://www.tdk.org.tr/TDKSOZLUK/sozbul.html, Mayıs
2006).
Kampus, günümüzde kullanılan anlamıyla, “Büyük bir yerleşim merkezinin
yakınında kurulan, üniversitenin işlemesine ve öğrencilerin kalmasına ayrılan
üniversite tesislerinin bütünüdür” denilmektedir (Büyük Larousse, c.10).
Kampus sözcük olarak, “açık alan” ya da “düzlük” anlamına gelmektedir.
Kampuslar, bir üniversiteyi oluşturan binaların içinde bulunduğu alanı ve
üniversiteyi, koleji ya da yüksek öğrenim veren enstitüleri meydana getiren tüm
binaları içerir (Encyclopedia of Urban Planning, 1130-1132).

2. ÜNİVERSİTE KAMPUS ALANLARI

Yükseköğretimin İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planındaki (1968-1972) tanımı,


“en üst seviyeli insan gücünün ve bilimsel araştırma alanlarının istediği elemanları
yetiştiren eğitim kademesi” şeklindedir. Yükseköğretim kademesi içinde;

 Üniversiteler
 Yüksekokullar
 İleri Teknoloji Enstitüleri
bulunmaktadır (Birkan, 1972).
Üniversite kelimesinin kökeni Latince’de “bağımsız tüzel kişiliğe sahip ve
müşterek çıkarları olan kişiler topluluğu” anlamına gelen “universitas” sözcüğüdür.
Bu sözcükle eş anlamda, “Studium” (incelemeler) ve “Studium Generale” (genel
incelemeler) sözcüklerinin de kullanıldığı görülmektedir (Turcan, 1996).

Tarihsel gelişimi incelendiğinde, üniversitelerin, “öğretmenler ile öğrencilerin


birliği” anlamına gelen, “Universitas magistrorum et scholarium” ve “bilimlerin
birliği” anlamına gelen “Universitas Literarum” olarak adlandırıldıkları görülür
(Kortan, 1981).
Koroğlu (1988)’na göre, üniversiteler sadece öğrencilere bilgi aktarıp, onları
meslek sahibi yaparak, sosyal adalet ve fırsat eşitliği sağlayan bir sistem değil, aynı
zamanda bilim, kültür ve ideoloji üretip, topluma aktararak, kitlelerin
biçimlendirilmesine önayak olan bir sistemdir. Üniversiteler bu bakımdan
kuruldukları yerlerde toplumu geliştirici güç görevini üstlenirler.
Coğrafi ve kültürel farklılıklardan dolayı, üniversitelerin tarih içindeki
gelişimini iki ana başlık altında incelemek gerekmektedir.

Kampüs planlaması ve tasarımının gereği ve önemi


Yükseköğretim kurumları toplumların bilinçlenmesi açısından uluslararası
platformdaki en önemli müesseselerdir. Ülkemizde yükseköğretime verilen değer
özellikle 1992 yılında yasalarda yapılan yeni düzenlemelerle artmıştır. Bu yapılanma
döneminde tasarlanan üniversite kampuslarında kullanıcılar tarafından birtakım
sorunlarla karşılaşılmıştır. Burada en önemli sorun, özellikle son yıllarda tasarlanan
üniversite kampuslarında belirgin bir bütünlük görülmemesidir. Aynı üniversiteye ait
akademik mekanların farklı bölgelerdeki kampuslara dağılmış olması, üniversite
öğrencilerini belirli bir kampusa dolayısıyla, sosyal kimliğe sahip olma duygusundan
yoksun bırakmaktadır.
Bir üniversite kampusunda bulunması gereken ana fonksiyon gruplarının, bir
başka deyişle, çalışma, barınma, dinlenme-rekreasyon ve ulaşım ilişkilerini
geliştirme imkanlarının tek bir kampus içinde çözülememiş olması, öğrencilerin
ihtiyacı olan 24 saat yaşayan bir üniversite kampusu ortamını sağlayamamaktadır.
Bir ana kampus alanı içinde tasarlanmış olan üniversitelerin çoğunda gerek
seçilen kampus tipolojisinden gerekse uygulanan kampusun büyüklüğünden
kaynaklanan problemlerden dolayı bu kampuslar istenildiği gibi etkin
kullanılamamaktadır. Genellikle bu kampusların gelişim şemaları yayaların ideal
yürüme standartlarının çok üstünde planlanmıştır. Dolayısıyla, kampus binalarının
organizasyonunda fakülteler arası ve ana fonksiyon grupları arasındaki mesafelerin
ortalama yürüme standartlarına göre uzak olması, akademik birimler arasında
diyalog kopukluğu oluşturmaktadır. Kampus alanları kullanıcılar tarafından kolay
algılanabilir veya tanımlanabilir olamamaktadır. Böylelikle bir akademik çevrede
paylaşılması gereken bilgi iletişimi ve sosyal bütünleşme istenilen düzeyde
gerçekleştirilememektedir.
Kampus planlamalarında en önemli konulardan biri, kampus yerleşim
sisteminin seçimidir. Bu çalışmada; kampus yerleşim sistemleri araştırılarak, kentsel
tasarım ile arasındaki ilişki ortaya konulmakta ve sistem seçiminin önemi
vurgulanmaktadır. Kampus planlamalarında sistem seçiminin nasıl yapılması
gerektiği, tasarım ve fiziksel planlama sürecine hangi yönlerden katıldığı ve nasıl
etkilediği araştırılmıştır.
Birinci Bölümde, üniversite ve kampus kavramları üzerinde durulmuş, İkinci
Bölümde, kısa tarihçeleri, içerikleri ve planlama süreçleri hakkında bilgi verilmiş;
yerleşim sistemleri örnekler verilerek bir sınıflamaya gidilmiş, böylece her sistem
temel özellikleri ve sağladıkları imkanlar yönünden ortaya konulmuştur. Belirlenen
amaca yönelik olarak, üniversite kampusları yerleşim sistemleri önce ayrı ayrı ele
alınmış, daha sonra aralarındaki karşılıklı ilişki ve etkileşime dikkat çekilmeye
çalışılmıştır. Üçüncü Bölümde ise, ilk iki bölümde yapılan incelemeler
doğrultusunda, Süleyman Demirel Üniversitesi kampusu üzerinde örneklemeye
gidilmiş, kampus yerleşim sistemi seçiminin, yapılan her türlü ön çalışma ve analiz
sonuçlarına bağlı olarak, saptanan hedefler ve eldeki imkanlar da göz önünde
bulundurularak yapılması gereği ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak, seçilecek olan yerleşim sistemi, fiziksel planlama aşamasında
kampus işlevlerinin organizasyonunda, kentle ve yakın çevresi ile kuracağı ilişkinin
niteliğinde, belirlenen hedeflere bağlı olarak büyüme ve gelişme ihtiyacının ne
şekilde karşılanacağında, mimarinin seçiminde, yapı yoğunluğunun belirlenmesinde,
yerleşimin arazi ile uyumunda kentsel tasarım ilkeleri bağlamında ve bazı diğer
konularda rol oynayacaktır.

Temel tasarım ilkeleri,


  Tekrar
  Birlik/bütünlük
  Uyum/uygunluk
  Zıtlık
  Denge
  Koram
  Simetri/asimetri
  Hiyerarşi
  Egemenlik
Kevin Lynch in karma kentsel imge ve kentsel görünüm ilkelerini kentin
dışında, kendisi bir kent olmaya yüz tutan “üniversite kent” ine uyarladığımızda;

  Landmark (Özgün belirleyiciler)


  Nodes (Düğüm noktaları)
  Districts (Bölgeler)
  Edges (Kenarlar)

 Kentsel tasarıma duyarlı bir kampus anlayışı,


  Permeability (geçirgenlik)
  Çeşitlenme (variety)
  Okunaklılık (legibility)
  Robustness (sağlamlık)
  Visual appropriateness (görsel uygunluk)
  Richness (zenginlik)
  Personalisation (kişiye özgülük)

( 10 ) 3- Üniversite kampüs planlaması çalışmaları ile ilgili olarak CIAM


(Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi ) tarafından ortaya konu-
lan değerlendirmeler ne şekilde gelişme sağlayarak gerçekleşebil-
miştir ? Ana hatları ile açıklayınız.

İlk Atina Kartası, C.I.A.M. (Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi) çalışmalarının sonucunda
ortaya çıkmıştır.1928 yılında modernist akımın mimarları tarafından oluşturulan CIAM
ilkesiyle, mimarlık ve şehircilik alanındaki geleneksel düşünce, yerini modern düşünceye
bırakmıştır. 1932 yılında yapılan ve CIAM kongreleri içinde en önemlilerinden birisi olan bu
kongrede, modern şehirciliğin ilkeleri “Atina Kartası” adı altında toplanmıştır. Bu Karta’da
belirlenen iki ana başlık:
• Kent ve Kent Bölgesi
, • Kentlerin Bugünkü Durumu-Eleştiriler ve Çareler’ dir.
İkinci ana başlık; Barınma, Dinlenme (boş zamanlar), Çalışma ve Ulaşım alt başlıklarından
oluşmaktadır. Ayrıca bu bölümde tarihi miras ve doktrinler yer almaktadır. Birinci bölümde;
kentin bölgeyi oluşturan politik, sosyal ve ekonomik bütünün bir parçası olduğu belirlenerek,
kentsel gelişmelere yön veren nedenlerin sürekli değişimlere bağlı olduğu ortaya konmuştur.
İkinci bölümde ise kent dört temel işlevle belirlenmiş ve bu işlevler kentsel alanda,
“bölgeleme” ilkesiyle, yerini bulmuştur.
Bunlar kısaca;
1- Barınma: konut bölgelerinin belirlenmesinde hijyen normları, fiziksel çevre koşulları ön
plana çıkarılmış,
2- Dinlenme: alanların yetersizliği ortaya konmuş, oluşturulacak yeni yeşi alanların;çocuk
bahçeleri,gençlik merkezleri veya ortak kullanılacak mekanları kapsamasına karar verilmiş,
3- Çalışma: konut ve çalışma yerleri arasındaki mesafelerin en aza indirgenmesi, sanayi
sektörünün konut sektöründen bağımsız olması ve bu sektörlerin birbirinden yeşil bir
bölgeyle ayrılması düşünülmüş,
4- Ulaşım: konut, gezinti, transit ve ana yollar olarak ayrılması, yayaların otomobil yolundan
farklı bir yolu kullanması, büyük ulaşım akslarının yeşil bölgelerle yalıtılması kararı alınmıştır.
Ayrıca Karta’nın bu bölümünde tarihi miras konusu ele alınarak, mimari değerlerin
korunması gerekliliği vurgulanmıştır
Bu kartada kent “işlevsel bir birim” olarak tanımlanmış, “bölgeleme” ilkesinin de, kentte
belirlenen temel işlevlerin (barınma, dinlenme, çalışma, ulaşım) uyumuna katkıda bulunacağı
düşünülmüştür. Daha çok materyalist bir yaklaşımla ele alınan kent ve insan ilişkilerinde,
işlevsel yapı ön plana çıkarılmış dolayısıyla insan boyutu gözardı edilmiştir.
1933’den günümüze kadar politik çerçeve ve toplumsal yapıdaki değişimler, planlamayı da
etkilemiştir. Bu değişim ortamında, Avrupa Birliği kentsel çevre ve yaşam kalitesini
vurgulayarak birçok girişimde bulunmuştur. Bunun yanısıra, “Avrupa Mekansal Gelişme
Perspektifi Taslağı,” “Sürdürülebilir Kent ve Kasabalar için Avrupa Kampanyası”’nın
düzenlenmesi bu çalışmalara katkıda bulunmuştur.
Avrupa Kent Plancıları Konseyi de (CEU), ilki 1933 yılında hazırlanan Atina Kartası’ndan yola
çıkarak, bu Karta’daki yetersizlikleri tespit etmişler ve 21.Yüzyıla daha uygun bir Karta
hazırlamak için 1998 yılında Portekiz’de biraraya gelmişlerdir. Hazırlanan yeni Atina Kartası
bir başlangıç olarak kabul edilmiş, bu kartanın her 5 veya 10 yılda bir yeniden ele alınarak,
gerekli değişimlerin yapılması öngörülmüştür.
1998 ATİNA KARTASININ AMAÇ VE İÇERİĞİ
1998 Atina Kartası’ndaki temel kavram şu şekilde tanımlanmıştır: Kentlerin, mevcut ve
gelecek nesillerin sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılayacak şekilde düzenlenmesi ve
kentsel gelişmelerin, farklı sosyal güçlerle birlikte sivil yaşamdaki aktörlerin katılımı
sonucunda gerçekleşmesidir. Bu Karta’nın amacı:
• Sürdürülebilir düzenleme programının, kentlerin çevreleriyle ele alınarak tanımlanması,
• Kent planlamanın rolünün bu programdan yola çıkılarak tanımlanması,
• Kentsel politikalara her düzeyde karar verici olarak katılan aktör ve meslek adamlarına
rehberlik edecek ilkelerin tanımlanmasıdır. 3 bölümde ele alınan bu Karta’da, konu başlıkları
ana hatlarıyla şöyledir:
Kentlerin Çevreleriyle Birlikte Sürdürülebilir Düzenleme Programı,
Avrupa Birliği’nin hazırladığı ve 1996 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen HABITAT II’nin
sonucunda ortaya çıkan bir dizi rapor sürdürülebilir kent düzenleme programının oluşumuna
katkıda bulunmuştur. Bunlar; (Tétard,2002)
• Kentsel Çevre üzerine,Yeşil Kitap (1990);
• Avrupa 2000; -Avrupa 2000+:Avrupa Bölgesel Kalkınma İşbirliği (1991);
• Sürdürülebilir bir kent için Avrupa konsepti (1996);
• Avrupa Mekansal Gelişme Perspektifi (1997);
• Avrupa Birliğinin sürdürülebilir kent planlama programına doğru (Kent Ajandası 1997);
Hazırlanan son raporda Avrupa Birliği politikaları ve yetkileri çerçevesinde Avrupa’da kent
planlamanın özel bir stratejiye gereksinimi olduğu kabul edilmiştir. AB tarafından hazırlanan
kentsel programın analizinde belirlenen sorunlar ışığında, Avrupa Şehirciler Konseyi bu
sorunları giderebilmek için rapora yeni bölümler eklemişlerdir. Bunlar:
Nüfus ve konut
Avrupa’nın son 50 yılda demografik yapısındaki değişimler, yaşlı nüfus, yaşam sürecinin
uzaması, geç yaşlarda yapılan evlilikler, giderek artan boşanmalar, etnik gruplar, uluslararası
göçler gibi konularla birlikte ele alınmış, sosyal konut, yaşlı insanlara yönelik donatılar,
evsizlik sorunları belirlenmiştir.
Sosyal sorunlar
Demografik değişimlere bağlı olarak Avrupa kentlerinin sosyal yapısında farklılaşmalar
olduğu, aynı zamanda yaşam biçimleri ve gereksinimlerin farklılığından konutların etkilendiği;
planlamanın süreklilik, sosyal uyum, çoğulculuk gibi güncel eğilimlere katkıda bulunması aynı
zamanda ekonomik, kültürel ve sosyal ihtiyaçları karşılayacak yeni faaliyet ve kentsel
düzenleme için köklü çözümler üretmesi gerektiği belirlenmiştir.
Eğitim ve kültür
Azalan çalışma süreleriyle birlikte, Avrupa’da yaşayan insanların boş zamanlarında bir artış
olduğu tespit edilmiştir.Buna bağlı olarak, kentsel turizm ve eğlence alanlarındaki gelişmede,
“ortak miras “ın rolü ortaya konmuş, ortak miras Avrupa’nın kültür ve kimliğini tanımlayan
temel öğe olarak belirlenmiş, mirası korumak ve geleceğe taşımak için yapılacak eylemler ve
mekansal gelişmelerde, dikkatli bir stratejinin seçilmesine karar verilmiştir.Kent, eğitim
sisteminin temel etkeni, aynı zamanda yurttaşlığın temelleri olan tarih, kimlik ve övüncün
temsilcisi olarak belirlenmiştir.
Bilgi toplumu
İletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişme hedefi, kentsel sistem içinde kolaylıkla
algılanabilmektedir.Bir yandan, bilişim teknolojisinin, kültürel, ekonomik, sosyal eylem
ilişkilerindeki artışa ve kullanım çeşitliliğine olanak sağlaması kentler için olumlu görülürken,
diğer bir yandan bu teknolojinin getirdiği sosyal yalıtım, kentlilerin bu teknolojiden eşit olarak
yararlanamaması gibi sorunlar, bu gelişimin olumsuz yönleri olarak değerlendirilmektedir. Bu
bağlamda, tüm kentlilerin iletişim teknolojilerinden eşit bir şekilde yararlanabilmesi için yerel
yönetimlere sorumluluk verilmesi kararlaştırılmıştır.
Çevre
Son on yıl içinde planlamanın temel amacı durumunda olan sürdürülebilir gelişme çevre
korumanın yanısıra kentsel miras, boş alanlar, yeşil alanlar, kültürel peyzaj gibi konuları da
gündeme getirmiştir. Gerek kentsel gerek kırsal alanda biyoçeşitliliğin korunması çok önemli
bir hedef olarak belirlenmiştir.
Ekonomi
Ekonomik gelişmeyle birlikte kamu ve özel sektör ortaklıklarının artışı vurgulanmış, bu
konuda plancıların kamusal ve özel ortaklıklarda en verimli kullanımların ortaya çıkartılması
için aktif rol alması, ekonomik yapının hızlandırılması gibi konular ele alınmıştır.
Hareket-Ulaşım
Gelecek 25 yılda özel araç kullanımının yaklaşık %200 oranında artacağı, bunun da orta ve
batı Avrupa ülkelerinde hava kirliliği, trafik sıkışıklığı, yaşam kalitesinde düşüş gibi sorunlara
neden olacağı belirlenmiştir. Avrupa Kent Plancıları Konseyi, erişim ve hareketliliği temel
hedef alınırken, daha kaliteli bir çevre yaratma yoluna gidilmesi gerekliliğini ortaya
koymuştur. Stratejik düzeyde, Avrupa’yı boydan boya geçen ulaşım şebekelerinin
oluşturulmasıyla, kentlere erişimin kolaylaşacağı ve ekonomik faaliyetlerin artışına destek
sağlanacağı belirlenmiştir. Buna karşılık yerel ölçekte; arazi kullanım politikalarını kentsel ritm
ve ulaşım planlarıyla bütünleştirecek bir yaklaşımın oluşturulması, kamusal ulaşım, yaya ve
bisiklet ulaşımı desteklenerek erişimde kentlilere farklı ve çeşitli seçenekler sunulması
gerekliliği vurgulanmıştır.. Seçenek ve çeşitlilik Modern şehirciliğin iki temel öğesi, ekonomik
faaliyetleri değerlendirmek ve kentsel kalitenin iyileştirilmesi olarak belirlenmiştir. Çok işlevli
alanların yaratılması, çeşitlilik sunularak sosyal ve ekonomik canlılığın üretilmesi
hedeflenmiştir. Emniyet ve sağlık
Yerel ölçekte birçok Avrupa kentlerinde yaşam koşulları ve sosyal yapılanmaya bağlı olarak
suç işleme oranlarında artış tespit edilmiş, ayrıca Dünya Sağlık Örgütü 1993’de Glasgow’da
düzenlenen kongrede Avrupa’da kamu sağlığında da problemler olduğunu ortaya koymuştur.
Kent planlamanın ve yönetimin bu anlamda ve ayrıca doğal afetlere karşı önlemler alması
kararlaştırılmıştır. Sürdürülebilir Kentlerin Düzenlenmesi İçin Hazırlanan Programın
Uygulama Aşamasında Planlamanın Rolü
Bu bölümde planlama ilkeleri 2 büyük ana kategoride ele alınmıştır. Bunlar:
Temel ilkeler
Bu bölümde; katılımcılık, kentlerin çevre kriterleri ve sürdürülebilir gelişme ilkelerine dayalı
bir şekilde planlanması, planlamanın sosyal, çevresel ve ekonomik sorunları ele alarak,
değişik parametreleri etkileyecek şekilde ve bu parametrelere uygun şekilde öngörülmesi,
planlamanın farklı kesimler arasında arabulucu rolü üstlenmesi, hakkaniyet gibi konular ele
alınmıştır. Kent planlamanın bir süreç olduğu, kent planlarının revizyona ve sürekliliğe açık
olması gerekliliği, bilgi, danışma ve katılımın planlamanın temel araçları olduğu
vurgulanmıştır. Planlamanın; hakkaniyet, çevre ve toplumun sorunlarına duyarlılık
konularında, bir arabulucu olarak görevini sürdürmesinin, plancıların da bölgeleme
politikalarında ortaya çıkan “uyum” veya “uyumsuzluk” niteliğini, yeniden gözden geçirerek,
değerlendirmesinin gerekliliği ortaya konmuştur.
21.Yüzyıl için gerekli yeni ilkeler
Bu bölümde; kentsel kaynakların eşitlikçi bir ilkeyle ve yerel gereksinimler gözönünde
bulundurularak dağıtılması, toplum ve kentlerin giderek büyüyen baskılar, işsizlik, değişim
karşısında planlamanın rolünün daha da güçlendirilmesi konuları ele alınmıştır. Kentlerdeki
canlılık ve zenginliğin; teknik bilgideki paylaşım, profesyoneller, politikacılar ve toplumla
oluşturulacak eylemlerde organizasyon gücü, yaratıcılık, katılım gibi konulara bağlı olarak
gelişeceği ortaya konulmuştur. 21.Yüzyıl kentlerinin kendi sorunlarına genel düzenleme
planından çok halka açık bir uzlaşma sürecinde, gereksinimler ve fırsatların değerlendirildiği
bir yapılanmayla çözüm bulabilecekleri belirlenmiştir. Kentsel saçaklanmalar için hassas bir
yönetimin gerçekleştirilmesi, kent çevrelerinde oluşan doğal koridorların korunması
gerekliliği vurgulanmıştır. Kent plancılarının planlamadaki önemli ve vazgeçilmez rolleri ve
uzun vadedeki hedefleri CEU tarafından şu şekilde tanımlamıştır:
• Mevcut ve gelecekteki gereksinimlerin belirlenmesi, eyleme yönelik amaç, hedef, imkanlar
ve engellerin ortaya konulması,
• Eylemlerin gerçekleşebilmesi için arabulucu rolün üstlenilmesi,
• Değişimlerden kaynaklanan sonuç ve etkilerin, ortaya çıktıkları andan itibaren
değerlendirilmesi,
• Plan ve politikalar oluşturarak, gerekli eylemler için harekete geçilmesi, araştırmalara dayalı
verilerden hareketle önerilerde bulunulmasıdır.

Yarının Kentinde, Kentsel ve Beşeri Gereksinimlerin Karşılanması


Herkes için bir kent vizyonundan yola çıkarak, gereksinimlerin karşılanması için planlamada
alınacak önlemler şu şekilde belirlenmiştir;
• Gerçek bir katılım için planlama organizasyonundaki çerçevenin kademeli olarak yeniden
düzenlenmesi,
• Kentin en üst düzeyde sosyal yaşamın varolduğu yer olması, komşuluk ilişkilerinin
geliştirilmesinde kamu katılımını arttırmak için konut ve mahalle gibi öğelerin kilit rolü
üstlenmesi,
• Kentlerin özelliklerinin korunması, kentsel çevre kimliği, geleneksel öğeler, önemli yapılar,
tarihi çevre ve boş alanların kentsel kuramlara entegre edilmesi,
• Planlamanın iletişim teknolojisinde en uygun işletme imkanlarını arttırarak, toplum için
maksimum yararı sağlaması,
• Planlama politikalarının, mekansal organizasyonun sürdürülebilir gelişme ilkelerine göre
hazırlanması, bunların eylem planlarına entegre edilmiş olması ve katılım süreciyle
ilişkilendirilmesi,
• Pazar ekonomisinin güçlerini tanımlayarak; kent gelişiminin özel sektör ortaklığına doğru
yönlendirilmesi, işletme bedellerinden kent ekonomisine katkı sağlanması,
• Özel araçlar için park etme ve park ücretleriyle ilgili politikalar belirleyerek, özel araç
kullanımının en aza indirgenmesi, toplu taşımacılığın iyileştirmesi, yolların yaya ve bisiklet için
daha verimli hale getirilmesi,
• Esneklik, daha çok çeşitlilik ve farklılık, “Bölgeleme”nin katı politikaları yerine esnek
planlama, kaynakların israfının engellenmesi, kentsel dokuya canlılık ve çeşitlilik katmak için
özellikle kent merkezlerindeki arazi kullanımında farklı çözümlerin getirilmesi,
• Doğal afetlere karşı mekansal düzenlemelerde alınacak önlemlerin ve diğer koruma
önlemlerinin, planlama ve yönetimin her kademesinde bütünleştirilmesi, planlamanın Dünya
Sağlık Örgütünün normları doğrultusunda “Sağlıklı Kentler” programının gerçekleştirilmesine
katkıda bulunmasıdır.
2003 ATİNA KARTASININ AMAÇ VE İÇERİĞİ
2003 yılında yapılan revizyonda, Atina Kartası’na yeni bir vizyon eklenmiştir Bu vizyon
“Uyumlu Kent” şeklinde belirlenmiştir.Uyum, görsel öğelerin uyumu ve farklı kentsel işlevler
arasındaki uyum, altyapı şebekeleri, yeni bilişim ve iletişim teknolojileri gibi alanlarda ele
alınmıştır. Bu sorunlar gözönüne alınarak yapılan reviyonda, “Kentler Şebekesi” kavramından
yola çıkılmış ve amaçlar iki bölümde belirlenmiştir: Birinci bölümde; uzun geçmişlere dayanan
tarihlerinin sonucunda ortaya çıkan kültürel zenginlik ve çeşitlilik korunarak,
• Kentlerin, yararlı işlevleri olan ve çok kapsamlı şebekelerle bağlantılı hale getirilmesi,
• Kentlerin yaratıcılıklarını ve rekabet etme özelliklerini koruyarak, tamamlayıcılık ve işbirliği
konularını araştırması,
• Kenti kullananların her türlü imkandan yararlanabilmesi için katkı sağlanması, İkinci
bölümde;
• Kentlerin karşı karşıya kaldığı sorunlar ve mücadele yöntemlerinin ele alınması,
• Bu vizyonon uygulamaya geçmesi için kent plancılarının görevlerinin belirlenmesidir.
Bu kartanın ilk bölümünde ele alınan konu başlıkları kısaca şöyledir;
Uyumlu kentler
Zamanda uyum
Kentlerde fiziksel uyumsuzlukla birlikte, gelişmelerin de eşzamanlı olmaması farklı bir
uyumsuzluk sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu saptamadan yola çıkılarak, sürekli değişim
içinde olan bir dünyada kentsel kimliklerin korunması ve yükseltilmesinde de, “zamanda
uyum”un gerekliliği, gelecekte çok merkezli kentsel şebekelerden oluşan “şebeke kenti”
kavramıyla, kentlerin eşzamanlı gelişmeler göstereceği vurgulanmıştır.
Sosyal uyum
Denge
Ekonomi, eğitim, sağlık, donatı dengelerinin kurulması,
Çeşitli kültür zenginliği
Kentlerin kimlik, kültür ve karakterlerinin korunması, esnek ve hassas dengelerin
oluşturulması için kentler arası yeni bağlantıların kurulması,
Nesiller arası ilişkiler
Avrupa’da giderek artan yaşlı nüfusun, çeşitli yaş grupları arasındaki dinamik dengeyi
değiştirmesinden kaynaklanan sorunların, kamusal alanlara çözülmesi, bu alanların
belirlenmesi ve kullanımıyla farklı yaş gruplarının biraraya getirilmesi,
Sosyal kimlik
”Uyumlu kent”te, farklı kültürler arası alışveriş ve entegrasyonun kente zenginlik ve çeşitlilik
getirmesi,
Şebeke ve hareketlilik
“Uyumlu kent”te; mekan organizasyonunun, kentsel politikalar ve ulaşım politikalarıyla
birlikte ele alınması,.
Donatı ve hizmet Donatı ve hizmet programlamalarının yeni kullanım modellerine
uyarlanacak şekilde esnek olması, şeklinde belirlenmiştir.
Ekonomik uyum
Küreselleşme, bölgeleme “Uyumlu kent”ler arası ekonomik ilişki sistemlerinin artmasıyla,
toplumun istihdam ve refaha erişimindeki kolaylıkların sağlanması,
Rekabet avantajları
Kültürel ve doğal birikimlerin, uyumu arayan bir kent için önemli araçlar olması,
Kentsel şebekelerin gelişimi
Çok merkezli kentsel şebekelerin varlığıyla Avrupa’da ekonomik faaliyetlerin güçleneceği ve
bunun için 4 farklı şebekeye gereksinim olduğu belirlenmiş, bu şebekelerin, Avrupa’daki
ekonomik faaliyetlerin dağıtım ve gelişimini güçlendireceği düşüncesi kabul edilmiştir. Bunlar;
Sinerji şebekeleri: Benzer özellikler gösteren kentler arasında rekabeti sağlamak veya ortak
hedefleri geliştirmek için işlevsel ortaklıklar ve örgütlenme olanakları sağlayan şebekeler,
Esnek şebekeler: Esnek bir sistem içinde hizmet ve olanakların değişimini sağlayan şebekeler,
Tamamlayıcı şebekeler: Farklı özellikleri olan ve kentlerin birbirine katkısını sağlayan,
taşıdıkları ortak özellikler nedeniyle kentleri büyük kamusal projelere teşvik eden şebekeler,
Kesinlik kazanmış şebekeler: Kültürel ve/veya ekonomik anlamda ortak menfaatleri paylaşan,
kentler arası rekabeti güçlendiren şebekelerdir.
Ekonomik çeşitlilik
Kentlerin ekonomik performansını etkileyen faktörler için her kentte farklı düzenlemeler
yapılması, kentlerin ekonomik başarısını etkileyen verilerin (doğal ve kültürel miras, beşeri
kaynakların varlığı, kültürel yaşam ve hoş bir çevre, stratejik yer seçimi), her kentte farklı
şekilde ele alınarak, kentsel çeşitliliğe katkıda bulunması ve herbir kentin yaşam kalitesi ve
ekonomik gelişme arasındaki dengesinin belirlenmesi konuları ele alınmıştır (Atina Kartası
2003). Ayrıca bu bölümde, kentlerin, giderek ekonomik yönelimlerde stratejik seçimler
yapmak durumunda olduğu, yerel ve bölgesel ekonomilerin diğer bölge ekonomileriyle daha
fazla bütünleşmesi gibi konulara değinilmiştir.
Çevreye uyum
Temiz ve Sağlıklı kentler
Sürdürülebilir gelişme ilkelerinin uygulanması ve “çevre” için alınacak tedbirlerle yaşanabilir,
sağlıklı kentler oluşturulması, sağlık açısından Avrupa’nın geleceğini tehdit eden beslenme ve
zararlı maddelerle ilgili sorunların büyük ölçüde ortadan kaldırılması, sağlık ve sosyal
hizmetlerin desteklenip, önlem almaya daha fazla önem verilmesi,
Doğa, peyzaj ve kentsel boş alanlar
Çevre kalitesinin, sosyal uyum, kültürel canlılık ve kent ekonomisi için kilit noktayı
oluşturması nedeniyle daha dikkatle ele alınması yolunda çalışmalar yapılması, iyi korunmuş
doğal ve kültürel mirasla birlikte yaşama olanaklarının korunması ve çoğaltılması, kent
planlamanın doğal ve kültürel mirasın korunmasında ve yeni olanakların yaratılmasında en
etkin araç olarak belirlenmesi,
Enerji
Enerji dağıtım sistemlerinin ve altyapılarının teknolojik kullanımla daha ekonomik hale
getirilmesi, oluşturulacak projelerle hava kirliliği, iklim bozulmaları ve gazların oluşturduğu
sera etkilerinin azaltılması, kararlaştırılmıştır.
Mekansal ilişkiler
Mekan kullanımında uyum
“Uyumlu kent”lerde; kent merkezlerindeki temel işlevler, çok merkezlilik ve diğer düğüm
noktalarının korunması, kent içinde ve çevresindeki farklı şebeke alanlarının eklemlenmesine
özen gösterilmesi,
Kentsel uyum ve yaşam kalitesinde kültürün ve “yer”in önemi
Kentlerin yeniden oluşturulmasında kentsel sanat ve kentsel kompozisyonun temel öğeler
olarak kabul edilmesi, toplu ve bireysel güvenlik duygusunu iyileştirmek için normların
konulması, ayrıca bozulmuş kent formlarının yenilenmesi, kentin her yerinde estetik
kavramının en iyi şekilde kullanımının sağlanması, kültürel ve doğal mirası oluşturan öğelerin
sistematik bir şekilde korunması, Bu olumlu gelişmelerin, yerel, tarihsel ve sosyoekonomik
koşullara göre her ülkede ve her kentte farklı şekillerde yönetilmesi ve uygulamaya konması,
her “yer”in kendine özgü özelliklerinden ve çeşitliliğinden yola çıkarak sembolik değeri olan
kentsel çevreler yaratılmaya çalışılmasına karar verilmiştir (Atina Kartası 2003).
Avrupa kenti için yeni bir düşünce
21.yüzyılda Avrupa’nın yapacağı temel katkılardan biri, eski ve yeni kentler arasında geçmiş
ve gelecek uyumunu sağlayacak şekilde, yeni gelişme modellerini ortaya koyması şeklinde
belirlenmiştir.
Kartanın 2. bölümü ise sosyal, politik, ekonomik, çevresel ve kentsel değişimler, eğilimler,
engeller tesbit edilmiş ve plancıların görevleri farklı özelliklerine göre farklı şekillerde
belirlenmiştir. Bu özellikler:
Hümanist ve bilimsel yönüyle plancı: Avrupa’da kent planlama eğitiminin ve mesleğinin
gelişimi için katkıda bulunan, deneyimlerin sonucunu paylaşan, mevcut özellikleri ve
eğilimleri analiz eden, felsefe, teori ve araştırmada bilgisini sürekli yenileyen plancı,
Kestirimci ve kuramsal yönüyle plancı:Özellikle sorunlu alanlarda seçenek ve olanakları
çoğaltan, kentlerin veya bölgelerin gelişimi için fırsatları ortaya koyarak mekansal stratejiler
oluşturan plancı,
Arabulucu ve stratejik danışman olarak plancı: Dayanışma, hakkaniyet ilkelerine saygı
gösteren, yerel yetkili, karar verici, ekonomik aktör ve yurttaşlar arasında kamusal katılım ve
sözleşmeyi kolaylaştıran, öneriler, amaç ve hedefler ortaya koyarak yasal müdahale araçlarını
oluşturan, yetkililere danışmanlık yapan plancı,
Yönetici ve kentsel düzenleme özellikleriyle plancı: Farklı özellikteki alanlar ve farklı sektörler
arasında ortaklaşa hareketi sağlayan, özel ve kamu sektörleri arasındaki ortaklıkları teşvik
eden, mekansal gelişme sürecinde stratejik yönetim biçimlerini benimseyen plancı, olarak
belirlenmiştir.
SONUÇ
Modern şehirciliğin ilkelerini oluşturan 1933 Atina Kartası’nda, insan yaşamı sosyal açılımlar
ele alınmadan 4 ana işlevle belirlenmiş, bunun sonucunda da yalıtılmış büyük kent parçaları
ve kentsel formda bozulmalar başgöstermiştir. Modern şehircilik hareketiyle; cadde, sokak,
cephe, kamusal, özel yarı özel alanların birbiriyle olan ilişkisindeki dengeler altüst olmuştur.
Özellikle konut alanlarındaki uygulamalar, kümeler halinde “hücreleşmelere” yol açarken,
insan ölçe-ğinde ara mekanların yoksunluğuna neden olmuştur (Tétard, 2002). Kentsel
oluşumun merkezinde olan insan faktörünün dikkate alınmaması, kentin işlevsel ve sosyal
yapısı arasında kopuşmalara yol açmıştır. Sonuç olarak, mimari biçimlerle sınırlı kalan ve
yaratıcılıktan uzak olan modern şehircilik anlayışı; “yalıtım, kopukluk, katılık ve
tekdüzeliğin”simgesini oluştururken, belirlediği ilke ve hedeflerini, ekonomik, sosyal ve idari
sistemle bütünleştirememiştir. 1998’de hazırlanan ve 2003 yılında revizyonu yapılan yeni
Atina Kartası’nın genel çerçevesi “sürdürülebilirlik, katılım ve uyum üzerine kurulmuş, 1933
yılında hazırlanan Atina Kartası’da olduğu gibi “emredici, zorlayıcı, katı” bir vizyon yerine,
“esnek, katılımcı”, kenti kullananlar ve gereksinimlere cevap verecek ilkelere göre
belirlenmiştir. İnsanı ön plana çıkaran, planlama sürecinin her evresinde kullanıcıyı, uyumu,
sürdürülebilirliği dikkate alan yeni Atina Kartası’nda aynı zamanda 1933 kartasında ele
alınmayan ekonomi ve çevre konusunda da detaylı bir çalışma gerçekleştirildiği
görülmektedir. Bu kartalarda, planlamanın revizyona ve sürekliliğe açık olması gerekliliği
ortaya konularak, planlamaya katılım ve karar sürecinin aydınlanabilmesinde de hedef ve
performansın temel araçlar olduğu vurgulanmıştır. Plan ve politikaların kontrolü ve değişimi,
kaynak ve gereksinimlerin gelişimine bağlı olarak yapılmalı, kentsel değişimlerin sonuç ve
etkileri ivedilikle değerlendirilmelidir. Son kartayla planlama,farklı aktörler ve çıkarlar
arasında arabuluculuk rolünü üstlenmiş; hakkaniyet,çevre ve toplumun sorunlarına duyarlılık,
planlamanın aracı olmaya devam etmesi gereken alanlar olarak belirlenmiştir.Kentler ve
toplum için plancının “büyük usta” yerine, topluma danışmanlık yaparak hizmet veren bir kişi
yerine konması önerilmektedir. 1998 ve 2003 Karta’larında, 1933’de ortaya konan sınırlayıcı
bölgeleme politikaları yerine, kentsel işlevlerin içiçe olması, çok merkezlilik gibi konular ele
alınmış, mekanların bu ilkelerden yola çıkarak düzenlenmesi hedeflenmiştir. Modern
dönemdeki yoğun kentleşme çabaları sonucunda, kentlerin kültürel -estetik bütünlüğü
bozulmuş ve genellikle kentsel dokunun devamlılığı ortadan kalkmıştır. Bunların tekrar
yaşatılması için Avrupa Kent Plancıları Konseyi; bütününde kentsel değerler oluşturan,
kentsel çevre kimliğini ve geleneksel öğeleri, tarihi çevreyi, boş alanları, yeşil alanları, önemli
yapıları koruyan bir şehircilik anlayışı üzerinde yoğunlaşmıştır. Yeni teknolojilerden en verimli
şekilde yararlanılmasının hedeflenmesi, özellikle iletişim teknolojilerinin olanaklarıyla
“kentler şebekesi” kavramının oluşturulması, şebeke sözcüğüne “süreklilik,sınırsızlık”
niteliklerini katarak, CIAM’daki katı bölgeleme politikalarının geçerliliğini süratle yitirmekte
olduğunu göstermiştir. CIAM’dan CEU’ya değişen amaç, hedef ve ilkeler genel çerçevesiyle
bu şekildedir. İki karta arasında geçen 70 yıllık bu sürede, kentlerde yaşanan her türlü
parametrenin köklü değişime uğradığı, kentsel değerlerin,sorunların ve çözümlerin süratle
farklılaştığı, herşeyin son derece devingen olduğu, planlama politikaları ve plancıların rolünün
yeniden ve yeniden tanımlandığı bu durumda, planlama çalışmalarında “revizyonun
sürekliliği” kaçınılmaz olmaktadır. Bu gelişim ve değişimlerden yola çıkarak 2008 Atina
Kartası’nın da, yepyeni bir vizyonla, kent planlamaya katkıda bulunmaya hazırlandığı
varsayılabilir.

( 10 ) 4- Üniversite kampüs tasarımında yer alması gerekli ana işlevler neler-


dir ? Ana hatları ile açıklayınız.

KAMPÜSTEKİ ANA İŞLEVLER


Üniversite binalarının, kentin belli bir bölgesinde olsa bile dağınık bir biçimde yer almaları, bir
üniversite kampüsü olarak nitelendirilmelerine engeldi. Üniversitelerin kent dışına taşınarak,
büyük uygun alanlara yerleşmelerinden sonra bir yerleşmeden veya bir kampüsten söz
edilmeğe başlanmıştır. Çünkü kampüs terimi bir üniversite yerleşmesinin, kendine yeterli
olabilmesi, tüm gerekli işlevleri içermesi durumunda geçerlidir.
İnsan topluluklarının yerleşmeleri genel düzeyde kentsel ve kırsal yerleşmeler, kısaca üç
kriterde bağlı olarak ikiye ayrılmaktadır.
*NÜFÜS KRİTERİ: bu kritere göre, 2000 kişiden fazla nüfusa sahip yerleşmeler kentsel
yerleşmelerdir.
*YOĞUNLUK KRİTERİ: genel olarak yoğun yerleşmeler kent, dağınık yerleşmelerde kır olarak
tanınmaktadır. 50 kişi/ha yoğunluktan sonra kent yerleşmeleri başlamaktadır.
*İŞLEVSEL KRİTERLER: bir kentin başlıca 4 işlevi vardır. Barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım.
Nitekim kendine yeten bir üniversite kampüsü , yukarıdaki kriterler süzgecinden
geçirildiğinde, organizosyonel yapısı gereği nüfusunun 2000 kişiyi aştığı, çeşitli nedenlerle
yoğunluğunun genellikle yüksek olduğu, ve kentsel yerleşmelerdeki dört işlevi içerdiği
görülür. Açıktır ki bu kriterlere uyum açısından kampüsler birer kentsel yerleşme olarak ele
alınabilirler. Ancak bu kriterlere açıklanan kavramlar, özellikle işlevler, bir kentteki oranla bazı
farklılıklar gösterirler. Kent yerleşmelerindeki işlev grupları kampüslerde aşağıdaki
görünümleri verirler.
-ÇALIŞMA İŞLEVİ
Bu işlev üniversitelerin temel işlevleri olan eğitim, öğretim, araştırma, faaliyetlerini içerir. Bu
faaliyetlere hizmet edecek:
*kişisel çalışma hücreleri
*seminer odaları
*değişebilir çok amaçlı derslikler
*audio-visuel derslikler
*özel amaçlı derslikler ve laboratuvarlar.
*çok amaçlı derslik ve laboratuvarlar
*özel eğitim labotavuvarı
*stüdyo ve atölyeler
Gibi eğitim bölümleri ve
*kütüphane
*bilgi işlem merkezi
*araştırma birimleri
Gibi yardımcı bölümler ile bu kapsamdadır.
-BARINMA İŞLEVİ
Üniversitelerin kent dışı konumları, öğrenci ve öğretim üyelerinin çalışma sürelerinin belli
sınırlarının olmayışı gibi etkenler, kampüste bir barınma sorunu doğurmuştur. Kampüs
bünyesinde yer alan öğrenci yurtları, öğretim üye ve personel lojmanları bu soruna çözüm
getirmektedir.
-DİNLENME VE REKREASYON İŞLEVİ
Kampüs halkının, çalışma zamanları dışında , değişik ihtiyaçlarına cevap verebilecek tesisler
bu kapsamada yer alır.
*öğrenci merkezleri: öğrencilerin beslenme eğlenme dinlenme, sosyal faaliyetlerinde
bulunabilme gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere düzenlenirler
*spor tesisleri
*kültürel faaliyet mekânları: tiyatro, sinema gibi, konferans gibi, öğrenciye ve kent halkına
yönelik faaliyetler için düzenlenir
-DİNLENME VE REKREASYON İŞLEVİ
Kampüsteki tüm birimlerin birbiri ile yakın ilişkileri , iletişim araçlarının verdiği hizmet dışında
kişilerin yaya olarak yada araçları ile kampüs içinde hareketlerini, dolayısıyla bir iç
sirkülasyonu doğurur. Ayrıca kampüs ile kent ilişkisini sağlayacak bir araç trafiği sorunu
vardır. Kampüs içi ve dışı olarak ayrılan bu trafik ,ayrıca yaya tefiği ve araç trafiği olarakta
ayrıldığına göre sistematik bir ulaşım ağının çözümünü getirir.

( 10 ) 5- Kampüs planlamasında temel tasarım kavramları dahilinde yer alan


tasarım ve mekan birimlerini ana hatları ile tanımlayınız .

Üniversite Kampüs Planlamasında Temel Kavramlar

1960’lı yıllarda kampüs planlamalarının artışlarından edinilen tecrübeler ve bilgiler planlayıcı


ve tasarımcılara yol gösterecek bazı kavramların oluşmasına yol açmıştır. Kampüslerin değişik
işlevleri barındıran kompleksler oluşu ve bu işlevler arası ilişkilerin aksaksız yürütülebilmesi
ancak kampus yerleşmelerinin sistematik bir düzen içinde ele alınmasıyla olmaktadır. Böyle
sistematik bir düzen planlama ve tasarım açısından da kolaylıklar getirmektedir. Konuyu
sistematik bir biçimde yorumlamak bu sistemi yönlendirecek olan kavramların ortaya
konması gerekir.

1.Organizasyonel Yapı
Akademik bölge, ortak tesisler, yurt ve lojmanlar olarak üçe ayrılır.

Akademik Bölge: Kampüsteki tüm eğitim araştırma faaliyetlerinin yapıldığı ve bu faaliyetler


için gerekli binaların bulunduğu bölgedir. Kendi içinde daha alt bölümlere ayrılır
 Derslik, amfi, stüdyo vb. gibi öğrenci ve öğretim elemanlarının birlikte bulundukları ve
öğrencilere bilgi, beceri iletiminin yapıldığı mekanlar,
 Laboratuar, kitaplık, arşiv, bilgisayar merkezleri vb. gibi bilgi üretilen, öğrenci ve
öğreticiler tarafından kullanılan mekanlar
 Bilim dalı, kürsü gibi öğretim elemanlarının günlük çalışma, toplantı amaçlarına hizmet
veren daha kişisel mekanlar
 Yönetim bölümleri (öğrenci bölümleri,dekanlık, muhasebe vb.)
Ortak Tesisler: Kampüsteki disiplinlerin ortak kullanacakları mekanlardır. Bunların bir
kısmı eğitim amaçlı olabileceği gibi bir kısmı da rekreatif amaçlıdır.
 Konferans salonu: merkezi kitaplık, bilgi- işlem merkezi
 Menza, kafeterya, spor ve oyun salonları

Yurt ve lojmanlar: özellikle kent dışı kampüslerde öğretim elemanları ve öğrencilerin


barınmaları için düzenlenmiş bir bölgedir.

2.Kampüs Dokusu

Üniversiteler büyük yerleşmeler haline dönüşüp değişik ve çok sayıda yapılardan oluşmuş
sistemler görünümü aldıkça, özellikle tekrarlanan benzer ünite ve binaların üretilmesi ve
planlanması gerekmiştir. Bunların belirli bölgelerde yoğunlaşmasıyla, ister istemez kampüs
yerleşmelerinde, belirli bölgelerde beli dokular oluşmuştur. Genel olarak:

Yoğunluk açısından: Yüksek yoğunluk, düşük yoğunluk


Yön açısından: İki veya dört yönlü olmak üzere yapılar tasnif edebiliriz.

Belli bir dokusal yapıya sahip olmayan kampüslerden de söz edilebilir. (Erzurum, Trabzon
üniversiteleri gibi) Ancak kampüste dokusal bir karakter araştırılması; yapım, gelişme ve
mimari bütünlük açılarından olumlu bir davranış olacaktır.

3. Gelişim ve Esneklik

Gelişim ve esneklik özelliklerinin, kampüsün en önde gelen niteliği olduğuna değinmek


gerekir. Gelişebilme ve değişik işlevlere gerektiğinde uyabilme özelliği olmayan bir
kampüsün, gelecek açısından, yaşayabilirliği şüphelidir.
4.Büyüklük ve Yoğunluk

Kampüste yer alacak disiplinlerin ve buna bağlı olarak kampüs nüfusunun planlama açısından
önemi açıktır. Ancak bu kararlar plancı tarafından değil, yönetim ve merkezi otoriteler
tarafından alınmaktadır. Yalnız bu nüfusun kampüste yaşama yoğunluğu, önerilecek
yerleşme sistemi ile yakın ilişkili olup, plancının bu kararda katkıları kaçınılmazdır.

5.Arsa ve Çevre İlişkileri

Seçimi yapılmış bir arsa üzerinde kurulacak bir kampüs için uygun görülecek yerleşme
sisteminin, bu arsa ile uyumu yaşamsal önem taşır. Arsa büyüklüğü, topoğrafyası, kentle ilişki
durumu sistemle bağdaşmalıdır.

6.Ulaşım
Kampüs içi yaya ve araç trafiği, kentle bağlantılar açısından planlanacak ulaşım sistemi,
kampüs faaliyetlerinin aksamadan yürütülmesinde önde gelen bir faktördür.

( 20 ) 6- Kampüs yerleşim biçimlenmelerine ilişkin yaklaşımları ana hatları


ile açıklayınız. (Şekil çizebilirsiniz )

Üniversitelerin kendilerine özgü eğitimsel amaçları, kampus


tasarımcılarının farklı yaklaşımları, iklimsel özelliklerdeki farklılıklar, ülkelerin
kültürel gelişimlerine göre oluşmuş farklı mimari karakteristikler, yapı
teknolojisinde kaydedilen gelişmeler, kullanıcıların beklentileri, kampus
alanlarının fiziksel özellikleri arasındaki farklılıklar gibi kampusların gelişimini ve
biçimlenişini etkileyen yine yüzlerce değişik faktör mevcuttur. Bu kadar sayısız
faktörün etkisiyle oluşmuş varyasyona rağmen, kampus yerleşimleri, gelişme ve
biçimlenme yönünden belli sınıflar altında toplanmaya çalışılmıştır. Bu
sınıflamaları özetle aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

Ünlü Japon mimar Fumihiko Maki (1964)’ye göre, “Toplu Biçim


(Collective Form), kentlerimizin bir kısmını teşkil eden bina gruplarını temsil
eder. Bununla beraber, toplu biçim, birbirleri ile ilişkisiz, ayrı binaların bir
koleksiyonu değildir, fakat beraber olmaları için sebepler olan binalardır.”
(Çınar, 1998). Maki, toplu biçimin yapısal özelliklerine göre, üç ana yaklaşım
içerdiğinden söz etmektedir; kompozisyonel biçim, megastrüktürel biçim ve
grup biçimi. Bunlardan birincisini, yani kompozisyonel biçimi tarihsel, diğer
ikisini de çağdaş kentsel gelişme ve değişmelere yanıt verecek kavramlar olarak
nitelendirmektedir.

Kompozisyonel Biçim (Kompozisyonel Yaklaşım)


Şekil 1 de görüldüğü gibi, toplu biçimi meydana getiren öğeler ayrı ayrı
tasarlanmış olup, iki boyutlu
bir düzlem üzerinde işlevsel,
görsel, uzaysal ve bazen
simgesel ilişkilere göre
kompoze edilirler. Bu
durağan bir yaklaşımdır ve
sonuçta bitmiş bir biçimi
tanımlar.
Şekil 1. Kompozisyonel Biçim (Kortan, 1981)

Ünlü Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer, bu türden yaklaşımın birçok


örneklerini vermiştir. Bu örneklerin en yenilerinden birisi Cezayir’deki
Constantine Üniversitesi’dir. Constantine Üniversitesi, kentin gelişme
bölgesinde planlanmış, 10.000 öğrencilik bir üniversite kampusu niteliğindedir.
Ancak, kent dışında oluşan, genellikle anlaşıldığı şekilde doğa içine yayılan bir
kampus biçiminde olmayıp kendine özgü bir kompleks durumundadır (Kortan,
1981). Bir plaza etrafında kompoze edilmiş yapılardan oluşan bu üniversitede,
tüm sınıflar tek bir blokta toplanmış olup, söz konusu bloğun boyu 300 m. dir.
Bu blok dev bir yapı olmasına karşın, tek tür işlevi olan ünitelerden oluştuğu
için, bir megastrüktür değildir.

Megastrüktürel Biçim (Strüktürel Yaklaşım)


Şekil 2 de görüldüğü gibi, 1960’ların başlarından itibaren “megastrüktür”
deyiminin mimarlar ve kent tasarımcıları tarafından kullanıldığına tanık
olunmaktadır. “Megastrüktür”, kelime olarak, “büyük yapılar” şeklinde
düşünülebilir, ancak kavram olarak farklı bir yapı türünü tanımlamaktadır.
Öncelikle, yapı ne kadar büyük olursa olsun, eğer tek bir işleve yanıt veren
cinsten bir yapıysa, bunu “megastrüktür” olarak kabul etmek olanaksızdır.
Şekil 2. Megastrüktürel Biçim (Kortan, 1981)

Fumihiko Maki’ye göre, “Megastrüktür, bir kentin veya bir kent


parçasının tüm işlevlerinin yer aldığı büyük bir çerçevedir. Günümüz teknolojisi
ile yapılması mümkün olmuştur. Bir anlamda, doğanın insan yapısı olgusudur.
O, üzerine İtalyan kasabalarının inşa edildiği bir tepe gibidir.”

Grup Biçimi (Ardarda Yaklaşım)


Şekil 3 de görüldüğü gibi, toplu biçimin üçüncü ve sonuncu şekli olan bu
yaklaşım, birtakım benzer veya özdeş öğesel biçimlerin, belli bir düzende,
çoğalarak kentsel strüktürü meydana getirmesi olayıdır. Bu olay, doğal olarak
çevresel gereksinimin bir sonucudur. Grup biçimde, megastrüktürde olduğu gibi
bir iskelet yoktur. Megastrüktürde öğeyi, büyümeyi iskelet yönlendirirken, grup
biçimde bir prototip vardır ve bu prototip çoğalarak bütünü oluşturur (Kortan,
1981).

Şekil 3. Grup Biçim (Kortan, 1981)


Türeyen’e göre, İngiltere ve İngiltere dışında uygulanan kampus yerleşim
yaklaşımlarını üç grupta toplamak mümkündür. Bu gruplama ile ilgili çalışmalar,
Cambridge Üniversitesi Mimarlık Okuluna bağlı, “Center for Land Use and Built
Form” daki bir araştırma ekibince geliştirilmiş ve şu şekilde tanımlanmıştır.

Nuclear (Çekirdeksel) Yaklaşım

Şekil 4. Nuclear (Çekirdeksel) Yaklaşım (Polytechnics, 1972)

Şekil 4 te gözlenebileceği gibi, Türeyen’e göre, bu yaklaşımda, müstakil ya


da birbiriyle zayıf şekilde birleşik kampus birimleri, merkezi bir konumda
yerleştirilmiş ortak kullanım tesislerinin çevresinde ve onunla birlikte yer
aldırılmışlardır. Bu tür yerleşimlerde bina yoğunluğu genellikle düşüktür. Bu
yaklaşımın birçok sayıda geniş kampus alanına sahip ya da üzerinde dağınık
şekilde yerleşik mevcut binaları olan üniversiteler için uygun olduğu ileri
sürülmektedir. İhtiyaç duyuldukça birimlerin aralarındaki boş arsalara yeni
binalar eklenebilmektedir. Bu yaklaşıma örnek olarak Şekil 25 de İngiltere’deki
York Üniversitesi gösterilmektedir.
Şekil 5. York Üniversitesi, İngiltere (Polytechnics, 1972)

Linear (Çizgisel) Yaklaşım

Şekil 6. Linear (Çizgisel) Yaklaşım (Polytechnics,


1972)
Şekil 6 da gözlenebileceği gibi, Türeyen’e göre, bu yaklaşım,
uzunlamasına merkezi bir omurga ile çeşitli noktalarda bu omurgadan dikey
olarak fırlayan tali dallardan oluşmaktadır. Büyüme hem merkezi omurganın
birbirine zıt uçları doğrultusunda, hem de tali olarak uzayan dallar
doğrultusunda gerçekleşmektedir. Kütüphane, konferans salonları ve sosyal
tesisler gibi başlıca ortak kullanım birimleri, ana omurganın merkezinden
itibaren ana omurgaya paralel bir şekilde yer aldırılmaktadır. Merkezi omurga
her zaman düzgün bir çizgi şeklinde olmayıp, bazen fiziki koşulların gereklerine
uygun olarak, eğri çizgiler şeklinde de gelişebilmektedir. Bu yaklaşıma örnek
olarak, Şekil 27 de İngiltere’deki Bath Üniversitesi gösterilmektedir.

Şekil 7. Bath Üniversitesi (Polytechnics, 1972)


Grideron (Izgara şeklinde) Yaklaşım

Şekil 8. Grideron (Izgara) Yaklaşım (Polytechnics, 1972)

Şekil 8 deki şemada gözlenebileceği gibi, Türeyen’e göre, bu yaklaşım


nuclear (çekirdeksel) yaklaşımın daha formel hale getirilmiş bir versiyonu olarak
da kabul edilebilir. Ancak, burada ana ve servis yaklaşımları daha belirgin ve
sistematize edilmiş şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kampus alanı birtakım “grid”
(ızgara şekline modül) lere bölünmüştür.

Birimler bu modüllere göre yer aldırılmakta ve gerektiğinde bunlara göre


genişlemektedir. Bu modüller, düzgün geometrik çizgilerden oluştuğu gibi,
düzgün olmayan arazinin sınır çizgilerine uygun olarak, çarpık şekillerde de
olabilir. Birimlerin yer aldırıldığı modüllerin bitişiğinde boş (yapılaşmamış)
modüller bırakılmak suretiyle, ihtiyaç duyuldukça bu modüller üzerine ek
binalar yapılabilecektir. Bu yaklaşıma örnek olarak Şekil 29 de İngiltere’deki
Loughborough Üniversitesi gösterilmektedir.
Şekil 9. Loughborough Üniversitesi, İngiltere (Polytechnics, 1972)

( 30 ) 7- Kampüs yerleşim sistemleri nelerdir ? Ana hatları ve şekilleri ile


tanımlayınız.

Üniversite Kampüsleri Yerleşme Sistemleri

Kampüs planlamalarında, kampüsün ana ilişkilerinin birbiriyle ilişkilerini


düzenleyecek, kampüsün büyüme biçimini ve yönlerini belirleyecek sistemler
gelişmiştir. Bu sistemlerin olumlu, olumsuz yönleri olduğu gibi, her kampüs
planlamasının özel koşulları bu sistemlerden herhangi birinin kullanılmasını
uygun kılabilir.
Kampüs yerleşme sistemleri; genel tanım, arsaya uyum, yoğunluk, büyüme ve
gelişme imkanları, kapasite, organizasyonel yapıyla ilişki, ulaşım, ekonomi
açılarından incelenmektedir.

İncelenecek sistemler;

 Yaygın yerleşme sistemi


 Merkezi yerleşme sistemi
 Moleküler yerleşme sistemi
 Şebeke yerleşme sistemii
 Haç tipi yerleşme sistemi
 Lineer yerleşme sistemi olarak belirtilebilir.
Yaygın Yerleşme Sistemi

Genel tanım: Bu yerleşme sisteminde, bina grupları, arazi üzerinde rastlantısal


bir dağılım gösterirler. Ortak tesisler bir merkez oluşturacak biçimde
yerleşmişlerdir. Bu merkez, çevresindeki boş olanlarla, eğitim binalarından
ayrılır. Kampüs büyüklüğüne göre bazen ikinci merkezler oluşabilir.

Arsayla uyum: Yaygın yerleşme, arazi topoğrafyasından fazla etkilenmez. Düşük


yoğunluk nedeniyle arsa alanının büyük olması gerekmektedir. Kent sınırı veya
dışındaki arsalar seçilmelidir.

Yoğunluk: Düşük

Büyüme, gelişme imkânları: Binalar arasında kalan boş alanlar mikro ve makro
gelişmelere imkan verir. Arsanın değişik yönlerinde aynı anda yapım
sürdürülebilir. Mekânsal bütünlüğe uzun bir süreç sonunda varılır.

Kapasite: Yaygın yerleşim nedeniyle, yaya ulaşım öngörüldüğünde max. 5000


öğrenci düşünülmelidir. Taşıt ulaşımı düşünüldüğünde bu kapasite artabilir.

Organizasyonel yapıyla ilişki: Ortak tesislerin merkezi organizasyonu yanında,


diğer fonksiyonların yaygınlığı nedeniyle birimler arası iletişim güçleşmektedir.

Ulaşım: İç ulaşım ağının iyi çözülmesi gerekir. Etkin bir peyzaj ve ulaşım
planlanası gereklidir.

Ekonomi: Yaygın yerleşim özellikle altyapı maliyetini artıracaktır.


Merkezi Yerleşme Sistemi

Genel Tanım: Menza, kitaplık, oditoryum gibi ortak tesislerden oluşan bir
merkez çevresinde öğretim ve araştırma alanları radyal bir yerleşim gösterirler.
Merkez ile diğer bölümler arası mesafeler kısadır.

Arsayla Uyum: Yoğunluğun yüksek oluşu ve kompakt bir yerleşim, kent içi
planlamaya imkân verir, ancak genellikle içe dönük bir sistem olduğundan çevre
ile bağlantıları zayıftır.

Yoğunluk: Yüksek.

Büyüme Gelişme İmkânları: Yoğunluğun yüksek oluşu ve merkez çevresinin


kuşatılmış olması, merkezin gelişme ve büyümesini kısıtlar. Bırakılacak boş
alanlarla bu önlenebilir. Çevre yapılar dışa doğru büyürler.

Kapasite: Büyüme imkânlarının sınırlılığı nedeniyle max. 5000 öğrenci


düşünülmelidir.

Organizasyonel Yapıyla ilişki: Merkezi bir organizasyon için uygundur.


Ulaşım: Yüksek yoğunluk ve merkezi organizasyon nedeniyle yaya iç ulaşımına
uygundur.

Ekonomi: Merkezin ilk aşamalarda inşa edilmesi ilk yatırım maliyetini


yükseltecektir. Bu aşamada merkez kısmen kapasitesinin altında
kullanılmaktadır. Bazı bölümler tasarlanan amaçtan farklı amaçlarla
kullanılabilir.

Moleküler Yerleşme Sistemi

Genel Tanım: Planlama sistemleri farklı olabilen, değişik strüktürel ve


organizasyonel çekirdeklerden oluşur. Her çekirdeğin kendi ortak tesisleri
vardır.

Arsayla uyum: Çekirdeklerin kentsel bölgelerle ilişkilerini genel bir merkez


sağlar.
Yoğunluk: Çekirdeklerin yüksek olan yoğunluklarına karşın, dağınık yerleşme
nedeniyle genel yoğunluk düşüktür.

Büyüme - Gelişme İmkânları: Mikro büyümeler binalar arasında kalan alanlarda


gerçekleştirilir. Makro büyüme ise yeni çekirdeklerin oluşması ile olur.
Üniversite gelişmesinin her aşamasında tam kapasite ile ve bitmiş durumda
çalışır.

Kapasite: Büyük üniversiteler için önerilen bu sistemlerde min. öğrenci sayısı


10.000'dir.

Organizasyonel Yapıyla İlişki: Bağımsız yüksekokullardan oluşan Anglo Sakson


kolej sistemi ile benzeşir (Merkezi olmayan organizasyon biçimi). Ortak tesisler
değişik merkezler oluşturur, ancak bunlara hizmet verecek ana merkezler
planlanabilir (Kitaplık, yemek hazırlama vb).

Ulaşım: Düşük yoğunluk nedeniyle çekirdekler içinde yaya ulaşım, çekirdekler


arasında ise etkin bir araç trafiği planlanmalıdır.

Ekonomi: Yaygın yerleşme biçimi altyapı maliyetini artırır.


Şebeke Yerleşim Sistemi

Genel Tanım: Kampüsü oluşturan tüm fonksiyonlar, bir ızgara sistemi biçiminde
kesişirler.

Arsayla Uyum: Sistemin tümüyle birbirine bağlı avlulardan oluşması, arazinin


oldukça düz, engebesiz olmasını gerektirir.

Yoğunluk: Yüksektir. İç kısımlarda düşük yoğunluk planlaması halinde gelişme


imkânları artar.

Büyüme-Gelişme İmkânı: Mikro-büyümelerin ölçeği ızgaranın boş kalan


karelerine (avlulara) bağlıdır. Makro-büyümeler ise ızgara sınırları çevresinde
olabilir.
Kapasite: Arsa imkânlarına bağlı olarak üst sınırı yok.

Organizasyonel Yapıyla İlişki: Merkezi olmayan bir organizasyonel yapıyı


yansıtır. Bu nedenle çeşitli gelişme aşamalarında ortak tesisler bütünlüğünü
korur. Makro-büyümelerin sürekliliği bu bütünlüğe bağlıdır.

Ulaşım: İç ulaşım, yoğunluk nedeniyle kolaydır.

Ekonomi: İnşaat safhaları ve yatırım iyi planlanmadığı takdirde, kampüs


bütünlüğü sağlanamaz. Birimler arası bağlantı kopar, şebeke sistemi aksar.

Haç Tipi Yerleşme Sistemi


Genel Tanım: Öğretin alanları ve ortak tesisler birbirlerini dik açılarla kesen
bantlar oluştururlar.

Arsayla Uyum: Birbirini kesen bantların yönüne göre, bunlardan biri aracılığı ile
kentle bağlantısını sağlayabilir.

Yoğunluk: Yüksek.

Kapasite: Yaya ulaşımı öngörüldüğünde max. 10-12.000 öğrencilik bir kapasite


düşünülmelidir.

Büyüme-Gelişme İmkânı: Öğretim, araştırma alanlarının mikro-büyümeleri ana


bantların arasında kalan bölümlerde gerçekleşir. Ortak tesisler bunlardan
bağımsız olarak ana bantlar üzerinde büyüyebilir, ancak bütünlüğünü uzun bir
süre sonunda elen eder.

Organizasyonel Yapıyla İlişki: Ortak tesisler merkezi bir durumdadır.

Ulaşım: Sisten formu, büyüme imkânları kısıtlamadan, kentle bağlantıya imkân


verir. Yaya ulaşımı bakımından uygundur.

Ekonomi: Ortak tesislerin ilk aşamada inşa edilmesi ön yatırımların


yükselmesine ve bunların kapasite altında veya dışında kullanılmalarına neden
olacaktır.
Lineer Yerleşme Sistemi

Genel Tanım: Ortak tesisler ve diğer fonksiyonlar lineer uzanan bir bant
oluştururlar.

Arsayla Uyum: Sistem ana bant aracılığıyla kentle bütünleşebilir.

Yoğunluk: Yüksek.

Kapasite: Yaya ulaşımı öngörüldüğünde max.10-12.000 kişi. Tek yönlü


büyümelerde max. 3-4.000 kişi.
Organizasyonel Yapıyla İlişki: Ortak tesisler, merkezler oluşturabilecek şekilde
düzenlenebilir. Ancak, merkezi olmayan binalara hizmet verecek şekilde de
düzenlenebilirler.

Ulaşım: Form büyüme olanaklarını kısıtlamadan kentsel alanlara ulaşıma imkân


verir. Orta bant yaya ulaşımı açısından elverişlidir.

Ekonomi: İlk yatırımın yüksek olmaması bakımından ortak tesislerin merkezler


oluşturacak biçimde toplanması gerekir.

Soru 8 - Kampüs arazisinin fiziksel özellikleri değerlendirilerek yerleşim


planları arasındaki ilişkileri açıklayınız . ( Şekil çizebilirsiniz
Kampüsü oluşturan bölgeler ve birimler arasında işlevsel ilişkilere göre başarılı
bir gruplamanın yapılması ve etkin bir dolaşım sistemi ile bunların birbirine
bağlanması, arazinin fiziksel özelliklerinden soyut olarak, başarılı bir yerleşim
planı şeması elde edilmesini sağlayabilir. Ancak bu şemanın arazi üzerine aynen
yerleştirilmesi çoğunlukla hayal kırıklığı ile sonuçlanmaktadır. Bir başka deyişle,
tüm bu çalışmalar arazinin fiziksel özellikleri dikkate alınmadan yapılmışsa, elde
edilen şema otomatik olarak başarılı bir yerleşim planına dönüşmeyebilir ve
üzerinde çok zaman alıcı, önemli revizyonların yapılmasını gerektirebilir. Bu
nedenle plan şeması hazırlanırken arazi özelliklerini daima göz önünde
bulundurmak ve bunların şemanın geliştirilmesinde çok önemli etkileyici
faktörler olduğunu unutmamak gerekir.

Bir kampüs arazisinin, yerleşim planının başarısı açısından, göz önünde


bulundurulması gereken fiziksel özellikler aşağıdaki gibi sıralanabilir
Kullanıma uygun alanların mevcut gereksinimleri ve gelecekteki ihtiyaçları
karşılayabilecek büyüklükte olması

Arazinin topografik yapısının büyük hafriyatlar gerektirmemesi ve yapım


maliyet ve işçiliğin aşırı oranlarda artmasına neden olmaması

Jeolojik yapısının (zemin sağlamlığının) bina yapımına elverişli olması, aşırı


derinliklere inilmek zorunluluğunda kalınıp temel hafriyat maliyet ve işçiliğini
artırmaması

Çevre kirliliğinden (hava, su, gürültü, atıklar v.b.)arınmış bölgelerde


konuşlanmış bulunması

Altyapı sisteminin tesisi için (ulaşım, su, elektrik v.b.) maliyet ve işçiliği
arttıracak bölgelerde konuşlanmamış olması

Kullanıma uygun alanların doğal yapı özellikleriyle (tepeler, akarsular, göller,


kayalar ve ormanlar) kampüs birimlerini işlevsel ilişkilerini bozacak şekilde
bölünmemesi ve parçalanmasına neden olunmaması

Boyutları ve biçimsel özellikleri itibariyle normal dışı biçimlenmelerin (aşırı


lineer, aşırı kompakt ve yüksek katlı, aşırı amorf v.b.) oluşumuna neden
olmaması
Soru 9- Üniversite kampüslerinde alan kullanımlarına yönelik İhtiyaç
Programları nasıl belirlenmektedir? Açıklayınız ( Şekil çizebilirsiniz)
Kampusun büyüklüğü her şeyden önce üzerinde yer alacak akademik birimlerin
(Fakülte, yüksekokul ve enstitülerin), bunların her birinin içereceği bölümlerin
ve bu bölümlerin barındıracağı öğrenci, öğretim elemanı ve personel sayılarına
(kapasitelerine) bağlıdır. Eğitim amaçlarına ve öğretim sis-temlerine göre ihtiyaç
duyulacak mekanların sayıları, türleri ve alanları kam-pusun büyüklüğünü
belirleyen diğer etmenlerdir. Yeterli kampus alanının el-de edilebilirliği, bu
kampus üzerindeki kullanıma uygun alanların (engebeler, korunması gerekli
bitki örtüsü ve jeolojik özellikler nedeniyle) yeterliliği gibi faktörler de kampus
büyüklüğünü sınırlamaktadır. Hiç şüphesiz kampus çevresindeki arazi
bedellerinin spekülatif amaçlarla artması da kampusların büyüme ve
genişlemelerine önemli oranda etkilemektedir. Bu nedenlerle, kampuslar
kurulmadan önce, üniversite mekansal ihtiyaçlarının mevcut durum ve
gelecekte öngörülen büyüme ve genişlemelere göre en ince ayrıntılarına kadar
belirlenmesini takiben, yeterli arazinin satın alınması izlenebilecek en sağlıklı
yoldur. Bütün bunlarla birlikte, bir kampus üniversitesinin öğrenci sayısının
minimum 5 000, maksimum 15 000 civarlarında olmasının eğitim kalitesi,
ekonomiklik ve yönetim etkinliği açılarından ideal olduğu kabul edilmektedir.
Bu sınırın altında, eğitim kalitesi ve yönetim etkinliğinin artmasına karşın,
maliyet yükselmekte, üstünde ise, maliyetin düşmesine karşın, eğitim kalitesi ve
yönetim etkinliği azalmaktadır. Ideal öğretim üyesi sayısının ise, her 10 ila 20
arasında değişen öğrenci sayısına bir öğretim elemanı düşecek şekilde
hesaplanması gerektiği öne sürülmektedir. Şüphesiz, bu rakamlar kaba
rakamlardır, ağırlıklı öğretim sistemlerine, eğitim amaçlarına ve gerekli
donanıma (derslik, laboratuvar, eğitim araçları v.b.) göre değişebilir.

Bu genel önerilerin yanı sıra, ülkelere göre farklılıklar gösteren bazı alansal
değerlendirmelerin karşılaştırmalı sonuçlarını veren çalışmalara da rastlan-
maktadır. Bu çalışmalarda yükseköğretim kurumları (üniversite) yerleşkelerinin
sağladıkları fiziki olanaklar, kişi (kullanıcı) başına düşen m2 alan miktarı
cinsinden, değerlendirilmektedir. Kullanıcılar, öğretim elemanları, öğrenciler ve
personelden oluşmaktadır. Öğretim elemanları ve personel için de-
değerlendirilmeye tabi tutulan alanlar ve mekanlar kendilerine ait özel çalışma
alanları, yani bürolarıdır. Öğrenciler için bu alanlar ve mekânlar, toplam kampus
alanı, kullanılan kampus alanı, park alanları, rekreasyon alanları, kapalı alanlar,
laboratuvarlar, derslikler, kütüphane ve diğer faaliyet alanlarıdır. Ayrıca,
kullanılan alanların (kapalı alanlar, araba park alanları, rekreasyon alanları v.b.)
ve bunların toplam alan içindeki payları (oranları) yerleşkelerin
değerlendirilmesinde önemli birer ölçüt olarak kabul edilmiştir.
Yükseköğretim kurumlarında kullanıcı başına tahsis edilen alanların miktarı, hiç
şüphesiz, bu kurumların niteliklerini etkileyen önemli bir faktördür. Buna karşın,
kullanılmayan alanların miktarı ne olursa olsun, niteliksel bir önem taşımaz.
Hatta, yerine göre ekonomik olmayan, çevre kalitesi açısın-dan zararlı hale bile
dönüşebilirler. Bu nedenle tahsis edilen alanların her m2'sinin etkin bir şekilde
düzenlenerek amaçlarına uygun şekilde kullanıma arz edilmeleri, hizmet
ettikleri kurumların niteliğini artıracaktır. Bazı kaynaklarda (Yükseköğretim
Gelişme Planı, 1992-2002; Türk Yüksek Öğretiminde On Yıl, 1981-1991;
Comparative Studies in Costs and Resource Require-ments for Universities
OECD, 1971), Yükseköğretim kurumlarına tahsis edilen çeşitli alanlar
karşılaştırmalı olarak aşağıdaki gibi verilmiştir. Öğrenci başına toplam kampus
alanı İngiltere'de 256 m2, Kuzey Amerika'da 4196 m2, Avrupa'da 80 m2'dir.
Türkiye için bu alan değeri tespit edilmemiştir.

Öğrenci başına kullanılan kampus alanı İngiltere'de 83 m2, Kuzey Amerika'da 51


m2, Avrupa'da 23 m2'dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir. Kişi
başına araba parkı alanı İngiltere'de 3.29 m2, Kuzey Amerika'da 9.22 m2,
Avrupa'da 2.75 m2'dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir.

Öğrenci başına rekreasyon alanı İngiltere'de 25.40 m2, Kuzey Amerika'da 19.80
m2, Avrupa'da 3.30 m2, Türkiye'de 1.39 m2'dir.
• Akademik personel başına kapalı alan İngiltere'de 420m2, Kuzey Amerika'da
121 m2, Avrupa'da 159 m2'dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir. •
Öğrenci başına kapalı alan İngiltere'de 42.90 m2, Kuzey Amerika'da 20.60 m2,
Avrupa'da 17.10 m2, Türkiye'de 8.80 m2'dir.
• Kapalı alanın toplam kampus alanı içindeki payı İngiltere'de % 49, Kuzey
Amerika'da % 39, Avrupa'da % 67'dir. Türkiye için bu oran tesbit edilmemiş-tir.
* Rekreasyon alanının toplam kampus alanı içindeki payı İngiltere'de % 44,
Kuzey Amerika'da % 32, Avrupa'da % 18'dir. Türkiye için bu oran tesbit edil-
memiştir.
• Araba parkı alanının toplam kampus alanı içindeki payı İngiltere'de % 7,
Kuzey Amerika'da % 29, Avrupa'da % 15'tir. Türkiye için bu oran tesbit edil-
memiştir.
• Öğrenci başına laboratuvar alanı İngiltere'de 3.90 m2, Kuzey Amerika'da 6.70
m', Avrupa'da 4.20 m2'dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiş-tir.
• Öğrenci başına sınıf alanı İngiltere'de 1.40 m2, Kuzey Amerika'da 2 m2, Av-
rupa'da 2.90 m"dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir.
• Öğrenci başına kütüphane alanı İngiltere'de 1.50 m2, Kuzey Amerika'da 1.70
m2, Avrupa'da 0.80 m2’dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir.
• Öğrenci başına faaliyet alanları İngiltere'de 6.80 m2, Kuzey Amerika'da 10.40
m2, Avrupa'da 7.90 m2, Türkiye'de 3.90 m2'dir. ' Akademik personel başına
büro alanı İngiltere'de 18.40 m2, Kuzey Amerika'da 18.10 m2, Avrupa'da 22.10
m2'dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir.

İdari personel başına büro alanı İngiltere'de 16.70 m2, Kuzey Amerika'da 10.10
m2, Avrupa'da 34.60 m2’dir. Türkiye için bu alan değeri tesbit edilmemiştir.

Soru 10- Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarının Gelişiminde Yasal


Gelişmelerin rolünü ana hatları ile açıklayınız.
Yükseköğretim Reformlarının Rolü Üniversiteler toplumların kalkınmasında,
gelişmesinde ve saygınlık kazanmasında öncü kurumlar olarak etkin rol
oynamışlar ve oynamaktadırlar. Bugün üniversiteler bilimsel araştırma yapma,
bilgi üretme ve yayma, nitelikli insan gücü yetiştirme gibi çok önemli görevleri
yerine getirmektedirler. Toplumların kalkınmasında bu denli önemli rol oynayan
bu kurumların gelişmesinde hiç şüphesiz çeşitli zaman ve zeminlerde
gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin etkileri de büyük olmuştur. Cumhuriyet
döneminin ardışık olarak değişik tarihlerinde yer alan yükseköğretim reformları
ve bunların üniversitelerin gelişimine etkilerini aşağıdaki gibi sıralamak
mümkündür.
2.1.1. 1933 Yükseköğretim Reformu (2252 Sayılı Kanun)
Yukarıda değinildiği gibi, İstanbul Darülfünunu 1933 yılına kadar ülkemizdeki
tek yükseköğretim kurumudur. Avrupa'da sanayi devriminden sonra
üniversiteler süratle toplum ihtiyaçlarına göre yönlendirilmiş olmalarına
karşın,Darülfünun bu değişime ayak uyduramamıştır. Bu durum karşısında, 31
Mart 1933'te ve 2252 Sayılı Kanunla İstanbul Darülfünunu kaldırılarak yeri ne
İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Türkiye'deki ilk yükseköğretim reformu
olması açısından bu reformun önemi büyük ve getirdikleri yenidir. 1933
reformunun amacı, bilim üreten ve yayan, ayni zamanda çağdaş eğitim yapan
bir yüksek öğretim kurumunun ülkeye kazandırılmasıdır. İstanbul Üniversitesi
talimatnamesinde de belirtildiği gibi, bu reformun amaçlarını "bilgi alanlarında
araştırmalar yapmak, ulusal bilgiyi ve kültürü genişletmek ve yaymak, devlete
ülkenin gereksinim duyduğu nitelikte insan yetiştirmek", olarak özetlemek
mümkündür (Resmi Gazete, 1933, s. 2420). Bu özet tanıma göre, yeni
üniversitenin, dünyadaki diğer çağdaş üniversitelerin işlevleri esas alınarak,
kurulduğu söylenebilir. Bu bağlamda dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın "İstanbul
Üniversitesi'nin, İstanbul Darülfünunu ile hiçbir ilgisi yoktur" şeklindeki beyanatı
gerçekleştirilmek istenen önemli değişikliğin bir ifadesidir (Hirsch, 1950, s. 315).
Ancak üniversite yeni bir kurumdur. Geleneği kendisi ile başlayacaktır. Yeni
üniversitenin amaç, ilke ve işlevleri yönünden eski statükocu Darülfünundan
farklılığı vurgulanmaktadır.1933 yükseköğretim reformu ile birlikte önemli
sayıda yabancı öğretim üyesi İstanbul Üniversitesi'nde görev almıştır. Bir başka
deyişle, bu reform batı eğitim sisteminde yetişmiş akademisyenlerin bir Türk
üniversitesinde de çalışabilecekleri ortamı hazırlamış, batı ile Türk eğitim
yaklaşımları arasında önemli bir köprünün kurulmasına olanak sağlamıştır. Yine
bu reform sayesinde, Nazi baskısından kaçarak ülkemize sığınan Alman ve orta
Avrupalı akademisyenler İstanbul Üniversitesi'ne atanmışlar ve Türk
yükseköğretimine önemli katkılarda bulunmuşlardır. 1933 yükseköğretim
reformu ile, üniversite rektörü Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış, asistanlar da
öğretim üyesi yardımcıları olarak tanımlanmışlardır. Hiyerarşik bir bilimsel
denetim mekanizması çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığının üniversitenin başı
olduğu kabul edilmiş, mali bakımdan üniversite genel bütçe esaslarına göre
yönetilmeye başlanmıştır.
2.1.2. 1946 Yükseköğretim Reformu (4936 Sayılı Kanun)
1933 reformu Türkiye Cumhuriyeti'nin her alanda çağdaşlaşması ve
gerçekleştirdiği inkilapları yönlerinden çok önemli atılımlardan biridir.
Ancak,ayni zamanda, bu reformla üniversitelerin, hükümetin (M.E.B.)'nin
denetimine tabi tutulmasıyla, bir şekilde özerklikleri kaldırılmıştır. Bu ve benzeri
başka nedenlerle, demokrasiye geçişin yaşandığı 1945-1946 yıllarında,
üniversite üzerindeki tartışmalar yeniden yoğunlaşmıştır. Üniversitenin
demokratik bir toplumun gerektirdiği ilkelerle işletilmediği, bu ilkelere uygun
olarak gelişimini sağlayacak düzenlemelerin getirilmesi gerektiğı gündeme
gelmiştir. 25 Mayıs 1946 tarihli yükseköğretim reformu bu nedenle
gerçekleştirilmiştir.
Bu tarihli bir Milli Eğitim Komisyonunun raporunda reformun amacı, üniversite
hocalarının yetişme, seçilme ve yükselme koşullarını belli esaslara bağlamak, bu
suretle, üniversite öğretim mesleğinin belli bir yasal temele dayandırılarak,
daha hızlı ve sağlıklı gelişmesini sağlamak" şeklinde ifade edilmiştir (Milli Eğitim
Komisyonu Raporu, 1946). Yine bu raporda belirtilen temel amacın akademik
görev ve sorumlulukların tüm öğretim elemanları arasında paylaştınlması, bu
suretle bu görev ve sorumlulukların rektörlük ve bakanlığın üzerinden
kaldırılarak daha geniş bir tabana yayılmasını sağlamak olarak belirlendiğini
görmekteyiz. Ayni zamanda, bu reformla, o gün için yeterli görünen, ancak
ilerde yurdun başka kent ve bölgelerinde kurulması kaçınılmaz görünen
üniversitelerle artması muhtemel öğretim elemani ihtiyacının karşılanması da
hedeflerden biri haline gelmiştir. 1946 reformunun getirdiği yeniliklerden belki
de en önemlisi, Türk Üniversitelerinde düzenli bir üniversite eğitim mesleğinin
(akademisyenliğin) oluşturulması olmuştur. 4936 sayılı üniversiteler kanunu ile
akademik yükseltmelerde esas, akademik yeterliliğin kanıtlanmasından ziyade,
deneyim kazanmak için her aşamada belli bir sürenin geçmesi veya adayın bu
süre boyunca bekletilmesi olarak karşımıza çıkar. Bir asistan belli bir süre (yıl
olarak) bekletilmeden doktora sınavına giremez, benzer şekilde, doktorasını
tamamladıktan sonra belli bir süre geçmeden doçentliğe aday olamaz. Bir
kaynağa göre, 1946 yılı Türkiye'de tek üniversiteden çok ve özerk üniversiteye
geçişin başlangıç yılı olmuştur (Başaran, 1993, s. 96). Çok partili hayata geçiş,
demokrasinin belli bir gelişim sürecine girişi, eğitimde de yeniden yapılanmayı
zorunlu kılmıştır. Bu olgu, üniversitenin de toplumsal ve çağdaş gelişmelere
uygun olarak yeni hedef, yapı ve işleyişe kavuşmasının temel gerekçesini
oluşturmuştur. Denetimin Milli Eğitim Bakanlığı'na verilmesi ile yönetimde
ortaya çıkan sıkışıklıklar, 4936 Sayılı Kanunun bu sıkışıklıklara neden olan 14.
maddesinde yapılan bazı değişikliklerle rahatlatılmıştır. Diğer yandan, bu
durum, üniversitelerde bir denetim boşluğu yarat mış, bilimsel ve yönetsel
açılardan üniversitelerin denetim dışı kalmasına neden olmuştur. Bir başka
deyişle, 4936 Sayılı Kanuna göre üniversiteler, getirilen özerkliğin gereği olarak,
kendi seçtikleri yöneticilerin denetimine birakılmış olmalarına rağmen, söz
konusu yönetim boşluğu nedeniyle yakınmalardan kurtulamamışlardır.
2.1.3. 1973 Yükseköğretim Reformu (1750 Sayılı Kanun)
1946 yılında ülkemizde üç üniversite vardı. Bunlardan birincisi 31 Mayıs 1933
tarih ve 2252 sayılı kanunla kurulan istanbul Üniversitesi; ikincisi, önce
Bayındırlık Bakanlığına, sonra da Milli Eğitim Bakanlığına bağlanan, 10 Şubat
1944 tarih ve 4619 sayılı kanunla kurulan Istanbul Teknik Universitesi ve
üçüncüsü de 1946 tarih ve 4936 sayılı kanunla kurulan Ankara Üniversitesi'dir.
Güvenç'e göre, bu sıralarda çok partili demokrasi ile birlikte, Türkiye'de
üniversiteler konusunda, Amerikan taşra üniversitelerine karşı bir özenti
görülmektedir (Güvenç, 1991). Bunun bir sonucu olarak, 1957 tarih ve 6990
sayılı kanunia Erzurum'da özel statüde bir üniversite kurulmuştur.Bu üniversite,
tarım ve hayvancılık alanlarının, küçük üretici, işçi ve işverenlerin sorunlarını
çözmek amacıyla gündeme gelmiştir. Yine Amerikan üniversite sisteminden
esinlenilerek, Ortadoğu ülkelerine dönük amaçlarla, Birleşmiş Milletler ve
Amerikan yardımları ile, 1956'da Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve 1955 tarih ve
6595 sayılı kanunla Trabzon Teknik Üniversitesi kurulmuştur.1946-1973
döneminde kaydedilen gelişmelerden biri de bazı yüksekokulların, özellikle
yüksek ticaret okullarının genişletilerek "akademi" adı altında yükseköğretim
sisteminde yer almasıdır. Bu bağlamda, 15 Haziran 1959 tarih ve 7334 sayılı
kanunla bu tarihe kadar yüksekokul olarak faaliyet gösteren Yüksek iktisat ve
Ticaret Okulları bilimsel özerkliğe ve tüzel kişiliğe sahip İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi adıyla eğitim yaşamına katılmışlardır.Benzer şekilde, 1969 tarih ve
1184 sayılı kanunla, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademilerinin de
yükseköğretim sistemine katıldıklarını görmekteyiz. Özel bir statü ile kurulan bir
diğer üniversite de Hacettepe'dir. 4 Temmuz 1967 tarih ve 892 sayılı kanunla
kurulan bu üniversite bazı ayncalıklara da sahiptir. Bu ayrıcalıklar, rektörün
senato tarafından beş yıl süre ile seçilmesi, tam gün çalışma sisteminin
uygulanması ve diğer üniversitelere göre bu üniversiteye bazı maddi olanakların
sağlanması, olarak özetlenebilir. Bu ve benzeri ayrıcalıklar nedeniyle Hacettepe
Üniversitesi çok kısa bir sürede önemli bir gelişme göstermiştir.27 Mayıs 1960
tarihinden sonra üniversitelerde bazı yeni düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz.
Bunlardan biri 115 sayılı kanunla Milli Eğitim Bakanlığı'nın üniversitelerin başı
olduğu hükmūnün ortadan kaldırılmış olmasıdır.Diğer yandan, 1961 Anayasası
üniversitelere yönetsel ve biçimsel özerklik getirmiştir. Bu anayasa ile birlikte,
"iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın süreli planlara bağlı olarak
gerçekleştirileceği, planlı kalkınma dönemi başlar. Bu gelişmelerin yanısıra,
Robert Kollej'in Amerikan vakfı tarafından ülkemize devredilmesi üzerine, 1971
tarih ve 1478 sayılı kanunla Boğaziçi Üniversitesi kurulmuş ve öğretime
başlamıştır.Bütün bu gelişmelere paralel olarak yer alan 1968 öğrenci olayları
ve ardından 1971 muhtırası ile yeni bir üniversite kanununa ihtiyaç
duyulmuştur. 1765 sayılı kanunla istenen reform sağlanmıştır. 1973 refor-mu ile
üniversite personel kanunu kabul edilmiştir. Buna göre, üniversite öğretim
üyeleri, kadrolu veya sözleşmeli doçent ve profesörlerden oluşmaktadır. Bu
kanunla, yükseköğretime yön vermek amacıyla, bir yükseköğretim kurulu (YÖK)
kurulmuştur. Bu kurumun en önemli amacı üniversiteler arasındaki
koordinasyonu sağlamaktır. Ayrıca, YÖK bünyesinde üniversitelerin denetimini
sağlamak üzere Üniversite Denetleme Kurulu oluşturulmuştur.
21.4. 1981 Yükseköğretim Reformu
(2547 Sayılı Kanun)
1971-1978 yılları arasında onbir yeni üniversite açılarak, ülkedek
i üniversite sayısı sekizden ondokuza yükselmiştir. Daha detaylı bir
anlatımla, İstanbul ve Ankara dışında kalan illerde, 1955-1957 yılları
arasında 3, 1973 yılinda 3, 1974-1975 yıllarında 6 yeni üniversite açılmıştır.
Buna karşın, kuru-lus yıllarından 2547 sayılı yükseköğretim kanununun
vilına kadar geçen sürede bu üniversitelerdeki öğretim üyesi sayısı, gerek-
sinimi karşılayacak düzeye ulaşmamış, aksine hedeflenenin çok gerisinde
kalmıştır. Örneğin, bir kaynakta, "1975 yılında kurulan İnönü Üniversite-
si'nde, 1980 yılına kadar yalnızca bir öğretim üyesi vardı, o da rektörün ken-
disiydi" denilmektedir (Ataünal, 1998). Diğer bir bakış açısıyla, 1981'de is-
tanbul, Ankara ve İzmir'deki 7 üniversitede toplam 3481 öğretim üyesi bulu-
nurken, bu iller dışında kurulan 9 üniversitede (Cumhuriyet, Erciyes, Firat,
inönü, 19 Mayıs, Selçuk, Akdeniz, Trakya ve 100. Yıl Üniversiteleri) bu sa-
yı yalnızca 85 idi (YÖK, 1988, s. 8).
1973-1981 yılları arasında dikkate değer bir başka konu da bu yıllardaki öğ-
renci başarısının çok düşük olmasıdır. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine
göre bu dönemde üniversiteye giren her 1000 öğrenciden yalnızca 175'inin
mezun olduğu görülmektedir (YÖK, 1988, s. 40). Buna benzer bir görüş bir
başka kaynakta da ileri sürülmektedir (Kaptan, 1986, s. 41). Bu ve benzeri
eksiklikler nedeniyle, bu dönemde üniversitelerde verimlilik azalmış, çağdaş
beklentilerin çok gerisinde kalmıştır. Ayrıca, 1981 öncesinde yükseköğretim-
de bir dağınıklık ve kargaşa hakim olmuş, bu durum bir yandan yükseköğ-
retim kurumlarının işlevlerini engellerken, diğer yandan da, bu kurumlardan
mezunları arasında statū ve özlük hakları bakımından farklı uygulamalarla
karşılaşılmıştır:
Türk yükseköğretimini düzenleyen 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 Sayılı Ka-
nundan önce çıkarılan, amaç, ilke, işlev, yapı ve işleyiş bakımından önemli
farklılıklar gösteren, diğer kanunlar şunlardır:
• 1750 sayılı üniversiteler kanununa bağlı üniversiteler
• 1184 sayılı kanuna bağlı Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademileri
• 7334 sayılı kanuna bağlı İktisadi ve Ticari limler Akademileri
• 1418 sayılı kanuna bağlı olup, kuruluşlarını tamamlamamış ve yönetim
açısından M.E.B. ile ilişkili Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademileri
• 7307 sayılı kanuna bağlı Orta Doğu Teknik Üniversitesi
• Ve Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer bakanlıklara bağlı yüksekokullar.
Bu kanun kargaşası, yalnızca değişik adlarda yükseköğretim kurumlarının
doğmasına değil, ayni zamanda kalite bakımından değişik düzeylerde eği-
tim veren kurumların oluşmasına neden olmuştur. İşte bu gelişmeler ve ko-
şullar içerisinde, 1981 tarih ve 2547 sayılı kanunla getirilen yükseköğretim
reformunun amacı: kavram ve otorite kargaşasına ve zaafına son vermek;
plansız ve programsız gelişmeyi, büyük üniversitelerdeki yığılmayı önle-
mek; yapısal bozuklukları düzeltmek, mevcut kaynakları daha iyi değerlen-
direbilmek, fırsat eşitliği sağlamak, çeşitli eğitim ve öğretim sorunlarını çö-
zümleyebilmek, yükseköğretim imkanlarını yurdun her köşesine daha den-
geli dağılımını sağlamak; kısaca Türk milletine ve Türk gençliğine daha et-
kili bir eğitim ve öğretim sistemi sunabilmek, yükseköğretimin huzur ve gü-
venlik içinde yürütülebilmesi için gerekli ortamın oluşturulmasını sağlamak
olarak belirlenmiştir (Ataünal, 1998, s. 63). Bu reform ile, yükseköğretimin
amaç, ilke ve işlevleri ile Türk milli eğitim sistemininkilerin tam bir uyum içi-
ne girdiği ifade edilmektedir.
Buna rağmen, 1981 reformunu düzenleyen 2547 sayılı kanunda belirtilen
"eğitim-öğretimin çağdaşlaştırılması ve ülke gereksinimlerine uyarlanması"
hedefi uygulamada tam olarak gerçekleştirilememiştir. Kanunun 47. madde-
sinin gereği olan sosyal faaliyetlere esas oluşturmak üzere yükseköğretim
kurulunca yapılması gereken planlama ve programlama çalışmalarına baş-
lanmış ise de, üniversitelerin bu alanda çaba göstermemeleri ve daha çok
kendi inisiyatifleri ile hareket etmeleri nedeniyle, bu çalışmalar hedeflendiği
şekilde sonuçlandırılamamıştır (DPT, 1990, s. 345).
Ayrıca, insan gücũ planlaması alanlarında bazı çalışmalar yapılmış olması-
na karşın, kritik alanlarda insan gücü arz-talebine ilişkin yapılan hesaplarla
üniversite gelişim planlarının örtüşmesi doğrultusunda sağlıklı uygulamalar
yapılamamıştır (DİE, Türkiye ist. Yıllığı, 1989, çiz.99, DPT, 1989, s. 299).
2547 sayılı kanunun 5. maddesinin (h) fikrası "yükseköğretim kurumlarının
geliştirilmesi, verimlerinin artırılması, genişletilmesi ve bütün yurda yaygın-
laştırılması'na paralel olarak yeni üniversitelerin açılmasını gerekli kılmıştır.
Bu görev ise ayni kanunun 7. maddesinin (a) fikrasınca Yükseköğretim Ku-
ruluna verilmiştir. Bu anlamda 1981 dönemi, yükseköğretim kurumlarının
genişletilmesi ve yurt sathina yaygınlaştırılması yönünde en hızlı gelişme-
nin yaşandığı bir dönem olmuştur. 1981-1982 yılında 19 olan üniversite sa-
yısı, 1988-1989'da 29'a, 1992-1993 yılında 55'e yükselmiştir. 1998 yılında
bu sayı 18'i vakıf üniversitesi olmak üzere 71'e ulaşmıştır. 1981 reformu ile
üniversite sayısındaki artışa paralel olarak, ülke sathında dengeli dağılımla-
ri açısından da önemli mesafeler kat edilmiş, bu tarihten sonra üniversitele-
rin büyük metropollerde toplanma eğilimine son verilmiştir. Bir kaynağa gö-
re, 1998 yılı itibarıyla mevcut 80 ilimizin 40'ında üniversite açılmıştır (Ata-
ünal, 1998, s.70).2547 sayılı kanunun getirdiği bazı yenilikler olumsuzluk
olarak nitelendiril-mektedir. Örneğin bu kanunla "asistanlık" kurumu kaldırılmış
yerine "araş-tırma görevliliği" getirilmiştir. Bu değişiklikle üniversitelerde
öğretim üyesikaynağı kurutulmuştur. Araştırma görevliliği, başlangıçta
akademik kadrokaynağı olarak düşünülmüşse de, uygulamada öyle
işlememiştir
Olumsuz-luklardan bir diğeri ise, gelişmiş üniversitelerdeki öğretim üyelerinin
geliş-
mekte olan üniversitelere yönlendirilmelerini teşvik amacıyla, doçentlerin
profesör olabilmeleri için başka bir üniversiteye atanması zorunluluğudur.
Bu hüküm, uygulamada karşılaşılan zorluklar üzerine, 1987 tarih ve 30
sayılı kararname ile kaldırılmış, doçentlerin tekrar kendi üniversitelerinde pro-
fesör olabilmelerine imkan sağlanmıştır.
1982 anayasasının 131. maddesinde, "yükseköğretimi planlamak, düzenle-
mek, yönetmek, denetlemek, eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetle-
rini yönlendirmek, bu kurumları kanunda belirtilen ilkeler doğrultusunda kur-
mak, geliştirmek ve öğretim elemanı yetiştirmek üzere plan yapılmasını
sağlamak amacıyla YÖK'ün kurulması öngörülmektedir." Ancak, anılan ku-
rulun, kuruluşundan itibaren üniversitelerin denetimine ilişkin raporlarında,
üniversite faaliyet raporlarının yinelenmesi dışında pek fazla bir şey yapma-
dığı görülmektedir denilmektedir (Ataünal, 1998, s. 89).2.2. Kalkınma
Planlarının
Esas olarak, toplumun bilimsel verilere dayandırılarak gelişmesini ve kalkın-
masını hedefleyen kalkınma planlarında, nitelikli insan gücünün yetiştirilme-
si her zaman vurgulanan amaçlardan biridir. Bu bağlamda, yükseköğretim
kurumlarının rolü yadsınamaz. Dolayısıyla, yükseköğretim kurumlarının ni-
telik ve nicelik yönlerinden geliştirilmesinin sağlanması, kalkınma planları-
nın da görevleri arasındadır. Yükseköğretim kurumlarının gelişimindeki kal-
kınma planlarının rolünü sırasıyla aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür.
2.2.1. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretim(1963-1967)
Eğitim, istenilen yaşama düzenine ulaşmak çabası olan kalkınmanın en et-
kili araçlarından biridir. Eğitim, ayni zamanda, kalkınmada gerekli nitelik ve
nicelikte elemanın yetiştirilmesinde en önemli araçtır. Ayrıca, eğitim, kişilere
yeteneklerine göre yetişme olanaklarını sağlayacak sosyal adalet ve fırsat
eşitliği ortamını yaratan bir donanım olarak, toplumun yaraticı gücünü ve
verimini artırır. Bütün bu unsurları göz önünde bulunduran kalkınma planla-
rinda, toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve Türk toplumunun ihtiyaç
ve şartlarına uygun insan yetiştirilmesi vurgulanmaktadır. Birinci beş yıllık
kalkınma planında eğitimle ilgili ilkeler aşağıdaki şekilde sıralanmıştır (DPT
yayınları, 1963, s. 448-464).· Eğitim sistemimiz, toplumdaki çeşitli görevlerin
yurttaşlar arasında kabilyetlerine göre dağıtılmasını sağlayacak şekilde
düzenlenecektir.
Bu amaç-, durumları ne olursa olsun, kabiliyetli olanlar bütün eğiim
imkanlarından
yararlanacaktır. Gelir durumu elverişli olmayan başarılı öğrencilerin yüksel-
mesine imkan verecek şekilde geniş bir burs sistemi kurulacaktır.
• Eğitimde yatay ve dikey geçişler, yeterliğin doğru tesbitine dayalı bir me-
kanizma içinde işletilecektir.
• Eğitim sistemimiz Türk toplumunun ihtiyaçlarına ve şartlarına uygun insan-
ların yetiştirimesine doğru yönelecektir. Eğitim pl.nlarında teknik öğretime
verilen önem bunun başlıca belirtisidir.
• İlköğretim dışındaki öğretim kurumlarında kişilerin kendileri için yapılan
harcamaları belli oranda ve imkanları nispetinde ödemeleri sağlanacaktır.
Burs sistemi ile yükselme yollarının açık tutulması ve bunun eğitimin temel
ilkesine uygun olarak uygulanması sağlanacaktır.
Eğitim hedeflerine ulaşmak çok önemli bir hamleyi gerektirmektedir. Bu
konudaki yatırımlara halkın katılma isteği değerlendirilecektir.
22.2. İkinci Beş Yıllik Kalkınma Planında Yükseköğretim(1968-1972)
inci Bes Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretimle ilgili şu görüşler yer al-
maktadır. Yükseköğretim, en üst seviyeli insan gücünün ve bilimsel araştır-
ma planlarının istediği elemanı yetiştiren eğitim kademesidir. Bu kademeyi,
iniversiteler ve yüksekokullar oluşturmaktadır. Bugüne kadar açılan üniver-
site ve yüksekokulların öğretim üyesi sorunu ve öğretim üyesi yetiştirmede
oörülen başarısızlık, önümüzdeki devrede yeni üniversitelerin açılmasını
orlaştırmaktadır. İkinci kalkınma planı için gereken kapasite artışı, bugün-
ki üniversitelerin genişletilmesi ve yüksekokullarda oluşturulacak ek kapa-
site ile sağlanacaktır. Öğretim üyesi ihtiyacı uzun süreli programlarla gide-
rildikten sonra üniversite açma imkanları olabilecektir. Her üniversite açma
konusu ayrı bir proje olarak ele alınacak ve uzun süreli hazırlık yapılacaktır
(DPT yayınları, 1967, s. 161-201).2.2.3. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planınd
Yükseköğretim(1973-1977)Bu dönemde esas olarak üniversitelerin yerin
getirmesi gereken görevler,her temel sektörde teknoloji üretecek ya da alına
teknolojinin ülke koşulla-nna adaptasyonunu gerçekleştirecek bilim adamı ve
araştırıcıların, yükse-köğretimde görevlendirilecek öğretim üyelerinin, üretim
ve
hizmet birimlerin-de üst düzey yönetim ve denetimini sağlayacak elemanların
yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir. Akademi ve yüksekokullarda teknolojinin
ülke düzeyine
yaygınlaştırılmasını sağlayacak mesleki ve teknik eleman yetiştirmek üzere
program ve öğretim süresi farklılaştırılmasına özelikle dikkat edilmesi isten-
mektedir. Yüksek seviyeli insan gücü yetiştirilmesi uzun bir süreyi gerektir-
diğinden, üçüncü plan döneminde, bu süre sonunda ekonomik kaikınmanın
gerektirdiği ve insan gücü açıklarının kapatılması doğrultusunda değerlen-
dirmeler ve yeni hedefler belirlenecektir (DPT yayınları, 1973, s. 86).
Yükseköğretim için sektör ana planı yapımında DPT ile işbirliğinde bulun-
mak üzere üniversiteler ve MEB devamlı bir teknik büroyu aralarında oluş-
turacaklardır. Üniversite olarak örgütlenmeyen yüksekokullar ve akademiler
için ayni amaçla bu kurumlardan seçilecek uzmanlardan kurulu devamlı bir
birim DPT ile işbirliği için görevlendirilecektir (Ataünal, 1998, s. 105). Bu bi-
rimlerin işlevleri şöyle belirlenmiştir.
• Yeni üniversite kurulması yolu ile kapasite artırılması
• Verimin yükseltilmesi için eğitim, program, metot ve araçlarının geliştirilmesi
• Yükseköğretimde çeşitli formasyon ihtiyaçlarını karşılayacak eğitim prog-
ramı ve sürelerinin belirlenmesi
• Mevcut öğretim üyelerinden azami yararın sağlanması, yeterli öğretim
üyesi yetiştirmek için lisans üstü eğitimde programiamanın yapılması
· Eğitimle iş ve çalışma alanları arasında sıkı ilişki kurulması
• Üniversite inşaatlarında eğitim programları ile öğrenci kapasitesini ve bun-
ların zaman içinde gelişim ve değişimini dikkate alan yapı ve maliyet stan-
dartlarının, fiziki yatırımların planlama ve uygulama aşamalarında araştırma
ve uygulama çalışmalarının yapılması ve ayrıca, kesinleşen programları iz-
leyerek uygulamanın devamlı olarak değerlendirilmesi sağlanacaktır.
2.2.4. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretim(1979-1983)
Dördüncü beş yılık kalkınma planında yükseköğretim ve kurumları ile ilgili
konular şöyle dile getirilmiştir. Yükseköğretimde ekonomik ve toplumsal ge-
reksinimlere uygun elemanlar yerine ayni türde elemanlar yetiştirilmektedir.
YAY-KUR okullarında istihdam alanında yeri belirlenemeyen önlisans uygu-
lamasına geçilmiş ve yükseköğretim içeriği ve niteliği belirsiz bir duruma
gelmiştir. Yükseköğretimin, çağdaş özerklik anlayışı çerçevesinde, planlı
yaklaşım ve plan disiplinine uygun olarak geliştirilmesi ve yönlendirilmesi
sağlanacaktır. Yükseköğretim kurumları, işlevleri açısından, ikilemleri gide-
recek ve kaynak israfını önleyecek biçimde, üniversite düzeyinde bölüm sis-
temine dayalı olarak, kurumsal niteliklerine göre yeniden düzenlenecektir
(DPT yayınları, 1978).Bu düzenlemeler doğrultusunda, Yükseköğretimde yeni
kurumlar, yeterliöğretim koşullarına kavuşturulmadan ve öğretim elemanı
sağlanmadanaçılmayacaktır. Yükseköğretim kurumları ve kademeleri arasında
amaç ve
işlevlerine uygun program ve standartların geliştirilmesini ve eşgüdūmü
sağlamak üzere, Üniversitelerarası Kurul bünyesinde yeterli yetkilerle dona-
tilmış bir örgüt oluşturulacaktır. Öte yandan, öğretim üyelerinden daha çok
yararlanılmasını sağlamak üzere, doktoralı asistanlardan öğretim üyesi ola-
rak yararlanılması, tam gün çalışma koşullarına uyulması ve yeni yükseköğ-
retim kurumlarının gereksinimine dönük bir rotasyon sisteminin düzenlen-
mesi için gerekli önlemler alınacaktır. Tüm yükseköğretim kurumlarının birinci
sınıflarında Türkçe, yabancı dil ve kurumların özelliklerine göre temel
bilimlerden gerekli konuların yer alacağı program uygulamaları gerçekleşti-
rilecektir.2.2.5. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretim(1985-1989)
Beşinci beş yıllık kalkınma planında üniversitelerle ilgili konular aşağıdaki
şekilde ifade edilmektedir. Bu dönemde üniversitelerimizin, gerçeklerin de-
vamlı araştırıcıSı, toplum değerlerinin koruyucusu, mili birliğin teminati,
gençliğin yönlendiricisi ve liderliğin sağlayıcısı olma niteliklerini korumaları-
na yönelik tedbirlerin alınmasına devam edilecektir. Üniversitelerin, bilimsel
araştırmalarla ve iş hayatı ile yakın ilişkiler içerisinde, bilgi üretme ve toplum
liderlerini yetiştirme gibi fonksiyonlarına eşit şekilde ağırlık verilecektir. Yük-
seköğrenime geçişte fırsat eşitliğinin sağlanmasına itina gösterilmesi, başa-
nlı elemanların, üniversiteye çekilebilmesi için, öğretim üyeliğinin cazip ha-
le getirilmesi, plan döneminde yükseköğretim politikasının temelini teşkil
edecektir (DPT yayınları, 1985).
Uygulamalı derslerin, işyerleri ve üretim içinde yapılması sağlanacak, ayrı-
ca döner sermaye işletmesi yoluyla, öğrencilerin üretimle ilişki içinde yetiş-
meleri teşvik edilecektir. Akademik eleman sayısı plan dönemi sonunda 45
bine çıkarılmış olacaktır. Belirli alanlarda yabancı dilde öğretim yapılması
teşvik edilecek, akademik personelin yabancı dili daha iyi öğrenebilmesi için
her üniversite için ayrı gelişme planı yapılacaktır. Yükseköğretimde, altyapı
yetersizliği ve yönetim sorunlarına ilaveten, öğretim üyeliğinin cazibesi artı-
rılamamıştır. Üniversitelerin çevre ve sanayi ile ilişkilerini geliştirecek düzen-
lemeler yapılacaktır.
2.2.6. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretim(1990-1994)
Altıncı beş yıllık kalkınma planında genel olarak bir yükseköğretim master
planından, öğretim üyesi yetiştirme projesinden, yükseköğretimin finans-
man yapısından, üniversite sanayi işbirliğinden ve ara kademe vasıflı insan
gücü yetiştirmeden bahisle, bu konularla ilgili olarak atılması gereken adım-
lar aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır (DPT, 1990).
• Yükseköğretim kurumlarını açma konusu, hazırlanacak bir yükseköğretim
master planı çerçevesinde değerlendirilecektir.
• Öğretim üyesi yetiştirilmesi özel bir proje olarak ele alınacak, ve gelişmiş
üniversiteler çeşitli alanlarda ihtisas merkezleri haline getirilerek, diğer ün-
versitelere de bu konuda hizmet verilecektir. Yükseköğretim Kurulunun ve
üniversitelerin teşkilat yapıları, planlama ve koordinasyon faaliyetlerinin et-
kin olarak yürütülmesine müsait hale getirilecektir.
• Yükseköğretim finansman yapısı geliştirilerek döner sermayenin bir kay-
nak olarak kullanımı etkinleştirilecektir.
• Üniversite sanayi işbirliğini sağlayacak hukuki, ekonomik ve yapısal dü-
zenlemeler geliştirilecektir. Üniversiteler bünyesinde müteşebbislik becerisi-
ni artırmak üzere uygulamalı eğitim programları düzenlenecektir.
• Üniversite araştırma kurumları ve küçük sanayi işbirliği geliştirilerek des-
teklenecek, teknoloji yoğun küçük işletmelerin teknoparklar çerçevesinde
teşviki sağlanacaktır. Doktora ve master tez konularının öncelikle sanayinin
ihtiyaçlarına yönelik olarak hazırlanması özendirilecektir.
• Ara kademe vasıflı insan gücü yetiştiren meslek yüksekokulları ile meslek
liseleri bütünlük içinde ilişkilendirilecek, bilgisayar, elektronik, turizm, hemşi-
relik, sağlık teknisyenliği alanlanına öncelik verilecektir.
2.2.7. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Yükseköğretim(1996-2000)
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, YÖK'nun merkeziyetçi yapısının üni-
versitelerdeki karar mekanizmasını yavaşlattığı konu edilmekte, üniversite-
lerin çeşitli alanlarda beklenen gelişmeyi sağlayamadıkları vurgulanmakta,
ve vakıflar dışında da özel üniversite ve yüksekokulların açılabilmesi için ya-
sal düzenlemeden söz edilmektedir. Bu konudaki görüş ve düşünceler aşa-
ğıdaki şekilde ifade edilmektedir (Ataünal, 1998, s. 128).
Yükseköğretim Kurulunun merkeziyetçi yapısının üniversitelerde karar alma
sürecinin yavaş ilerlemesine yol açtığı görüşü belirtilmiştir. Eğitimin temel il-
kelerinden birisi olarak belirtildiği halde yaşama geçirilemeyen "yönlendirme
sisteminin" yeterli olmaması, sürüp gelen çeşitli sorunların ve üniversite
önünde yığılmaların temel nedeni olarak görülmektedir. Plana göre, öğretim
programlarının bilimselikten uzaklığı, öğretim üyesi sayısındaki yetersizlik
ve dağılımdaki dengesizlikler, fırsat ve olanak eşitliği yanında eğitimin kali-
tesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Yükseköğretimin temel sorunların-
dan olan çağdaş eğitim yöntem ve teknolojilerini kullanma bilgi ve becerisin-
den yoksunluk, eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkileyen başlıca unsurlar
arasındadır (Ataünal, 1998, s. 128). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında,

vakıflar dışında da özel üniversite veya yüksekokul kurulmasına imkan ve-


imesi amacıyla 2547 Sayılı Kanunda gerekli değişikliğe gidilecektir. Ancak,
vakıf dışında özel üniversite kurulması konusunda anayasanın 130. madde-
sinin de değiştirilmesi gerekmektedir (DPT yayınları, 1996).
2.3. Hükümet Programlarının Rolü
Hükümet programlarının yükseköğretime ilişkin politikaları incelendiğinde,
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu konu üzerinde ayrıntılı bir biçimde durulmadı-
äi görülmektedir. Bununla birlikte, 14 Ağustos 1923 - 27 Ekim 1923 progra-
minda, Darülfünun ve diğer yükseköğretim kurumlarının dengeli bir şekilde
gelişmesine özen gösterileceği vurgulanmıştır. 1 Kasım 1937 tarihli hükü-
met programına kadar TBMM'ne sunulan programlarda yükseköğretim ko-
nusuna değinilmemiştir. Ancak, bu dönemdeki en büyük reform, Darülfünu-
nun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi'nin kurulması olmuştur.
1937 - 1946 yılları arasında kurulan altı hükümet programının, yalnızca
üçünde yükseköğretime değinilmiştir. 25 Ocak 1939'da kurulan 11. hükümet
programında, "yüksek tahsil müesseselerini tam hazırlayıcı mektepler hali-
ne getirme emelindeyiz. Ankara, İstanbul üniversitelerinin gelişimleri ya-
kından izlenecektir" ifadeleriyle, çağdaş gelişmiş üniversite beklentisi vurgu-
lanmaktadır. 9 Temmuz 1942 - 3 Mart 1943'te görev yapan 13. hükümet
programında, üniversitelerimizin dünyadaki diğer üniversiteler düzeyine çık-
tiğından bahsedilmektedir. Bunda, Nazi Almanyası'ndan kaçıp, ülkemize
gelen bilim adamlarının katkısı büyük olmuştur. 7 Ağustos 1946 - 10 Eylül
1947'de görev alan 15. hükümet programında lise bitirenlerden olgunluk si-
navını vermiş olanların, fakülte ve yüksekokula girişlerinde sınavların kaldı-
rilacağı belirtilmiştir.
1950'den sonraki programlar çok partili yılların hükümet programlarıdır. 22
Mayıs 1950 - 9 Mart 1951 yılları arasında görev yapan, 19. ve dönemin ilk
hükümet programında "milli, ahlaki, sarsılmaz esaslara dayanmayan bir
toplumun kötü sonlara sūrükleneceği doğaldır" denilmekte ve eğitimin geç-
mişte sürekli değişiklik ve sarsıntılara uğraması eleştirilmektedir. 9 Mart
1951 - 17 Mayıs 1954 yılları arasında yer alan 20. hükümet programında,
doğuda bir üniversitenin temelinin atılacağı belirtilmektedir.
Bunu izleyen dönemler, 27 Mayıs 1960 ihtilaline dayanan ihtilafiı ve sancılı
yıllardır. 1960 ihtilali ile kurulan hūkümet programında, "Milli eğitim davası,
baş davalarımızdandır. Demokrasinin kökleşmesi, soysuzlaşmamasının te-
minatı, özlenen iktisadi refahın tahakkuku, yeni yetişen nesillerin millieğitimden
en geniş şekilde yararlanmasına bağlıdır" denilmektedir. 20 Kasım
1961 - 25 Haziran 1962 yılları arasında kurulan 26. ve 27. hükümetlerin
programlarında, ihtilalin getirdiği kurumlardan DPT'nin gereksinim duyduğu
insan gücünün geliştirilmesine dönük yükseköğretim kurumlarının açılması
ve eğitim düzeyinin yükseltilmeye çalışılmasının başlıca önlemler olduğu
görülmektedir. 27 Ekim 1965- 3 Kasım 1969'da görev alan 30. hükümet
programında, öğretim üyeliğinin desteklenmesi ve çekici hale getirilmesi,
yeni üniversite ve yükseköğretim kurumlarının açılması, üniversiteler ve di-
ğer kamu kuruluşları arasında işbirliği yapılması, politik öncelikler arasında
yer almıştır.
1960'lı yılların sonları, Türkiye'yi sarsan öğrenci olaylarına sahne oimuş, ve
üniversitelerin yeniden yapılanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bunun sonu-
cunda kurulan 31. hükümet programında, idari bakımdan geniş bir özerkli-
ğe sahip olan üniversitelerde, olaylara karşı önlem alma gerekliliği vurgulan-
maktadır. Hükümet-üniversite ilişkilerini yasal olarak düzenleyen bir meka-
nizmanın bulunmaması nedeniyle, bu kurumlar arasındaki eşgüdümü sağ-
lamak üzere, bir "Üniversitelerarası Yüksek Kurul"un gerekliliği vurgulan-
mıştır.12 Mart askeri uyarısı sonrasI, 26 Mart 1971 - 11 Aralık 1971 tarihleri ara-
sında görev alan 33. hükümet programında, Anayasa Mahkemesince kapa-
tılmış olan yüksekokullar sorununun çözüleceği ve güvenli bir yüksek öğre-
tim ortamının sağlanacağı ifade edilmektedir. 34. hükümet programında (11
Aralık 1971- 22 Mayıs 1972), Anayasanın 120. ve 129. maddeleri ışığında
üniversiteler kanununun yeniden hazırlanacağı, bundan altı ay sonra görev
alan 35. hükümet programında ise, TBMM'ne intikal eden söz konusu tasa-
rının yasalaştırılacağından söz edilmektedir.15 Haziran 1973 - 26 Ocak 197
tarihleri arasında görev alan 36. hükümetprogramında, eğitim politikasının
üçüncü beş yıllık kalkınma planı hedefle-rine uygun şekilde yürütüleceği
ibaresine yer verilmiştir. Böylece, hükümetprogramı ile kalkınma planı arasında,
teorik düzeyde de olsa, ilk kez bir pa-ralellik gündeme gelmiştir. 26 Ocak
1974'te
göreve gelen 37. hükümet prog-ramında, "üniversite ve yüksekokullara giriş
sınavsız
olacaktır" denilmekte,ve yükseköğretimin paralı olacağı ifade edilmektedir. 17
Kasım
1974 - 31Mart 1975 tarihleri arasında yer alan kısa süreli 38. hükümet
programı yeni
üniversitelerin kurulması ve 1973'te kısıtlanan üniversite özgürlüğünün gü-
venceye kavuşturulması, yani tüm üniversitelerin daha özerk hale getirilme-
si konuları üzerinde durmaktadır13 Aralık 1977 - 15 Kasım 1978 tarihleri
arasında
göreve gelen 41. hükü-met programında. yükseköğretim kurumlarında din
eğitimine
ağırlık verildi-ği dikkat çekmekte, "İslam Enstitüleri akademi haline getirilecek,
sayıları ço-
ğaltılacak. bir Manevi limler Üniversitesi'nin kurulmasına önem verilecek-
tir." denilmektedir. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra kurulan 44.
hükümet programında (20 Eylül 1980 - 13 Aralık 1983), "çağdaş blim düze-
yine ulaşabilmek için Üniversiteler Kanunu üzerinde çalışmalar yapılacaktır"
denilmektedir. Bu dönemde Türk yükseköğretim sisteminde bir reform nite-
liği taşıyan 2547 sayılı kanun yürürlüğe girmiştir.
13 Aralık 1983 - 21 Aralık 1987 tarihleri arasında göreve gelen 45. hükümet
programında, üniversite mezunlarının işsizlik sorunu, ar-ge çalışmalarının
önceliği ve yükseköğrenimini tamamlayan gençlerin en az bir yabancı dili iyi
derecede bilmesi, politik öncelikler olarak yer almıştır. 48. hükümet progra-
minda (30 Haziran 1991 - 25 Kasım 1991), özel yüksekokuların kurulması,
üniversitelere öğretim elemanı yetiştirilmesi ve yükseköğretim kanununun
yeniden değerlendirilmesine öncelik verilmiştir.
Yükseköğretim Kurulu'nun eşgüdümü sağlayacak bir yapıya kavuşturulma-
Sı, üniversitelere bilimsel özerklik kazandırılması gibi konulara 49. hükümet
programında (25 Kasım 1991 - 5 Temmuz 1992) yer verilmiştir. Ancak, söz
konusu bilimsel ve yönetsel özerklik konuları, bunu izleyen yıllarda göreve
gelen 50. ve 52. hükümet programlarında daha vurgulu olarak gündeme ge-
tirilmiştir. Ayrıca, yükseköğretimin rekabetçi bir yapıya kavuşturulabilmesi
için, kanunda yeni düzenlemelere gidileceği de bu hükümet programlarında
belirtilmiştir. Yükseköğretim Kurulunun yalnızca eşgüdümünün sağlanma-
sından sorumlu bir yapıya kavuşturulması, özel yükseköğretim kurumları
açılması için gereken yasal düzeniemelerin yapılması 54. hükümet progra-
minda (9 Temmuz 1996 - 9 Temmuz 1997) yer almıştır. Bunu izleyen 55. hü-
kümet programında ise, üniversitelerdeki öğretim kalitesinin uluslararası
standartlara ulaştırılması, üniversitelerin bilgi kaynaklarına elektronik ortam-
da erişebilmesi, öğretimle araştırmanın bütünleştirilmesi, YÖK'ün eşgüdüm
kurumu haline getirilmesi ve üniversitelerin kendi kaynaklarını kullanabilme-
si için gerekenin yapılması gibi konulara yer verilmiştir. Ataünal'a göre, da-
ha sonraki hükümet programlarında da benzer konulara değinilmiş, ancak,
hemen hiçbir dönemde üniversite-hükümet ilişkileri sağlıklı ve sürekli bir ko-
numa getirilememiştir (Ataünal, 1998, s. 158).

You might also like