Professional Documents
Culture Documents
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
Ülker YILMAZÖZ
Danışman
Prof.Dr. Abdullah TOPÇUĞLU
Konya–2010
II
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Ülker YILMAZÖZ
III
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Önsöz
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Özet
Kentsel dönüşüm son zamanlarda, özellikle Türkiye açısından, sıklıkla
gündemde olan kentsel olgulardan biridir. Kısaca anlamı ise yıpranmış ya da çarpık
kentsel alanların yenilenme, dönüşme sürecidir. Türkiye’de ise çoğunlukla
gecekondu alanlarının dönüşümü için uygulanmaktadır. Esasında kentsel dönüşüm
kentin yenilenmesi açısından gereklidir ve doğru uygulandıkları takdirde de gerek
kent için gerek kentin sakinleri için yaşanabilir fırsatlar sunmaktadır. Fakat kentsel
dönüşüm mutlak anlamda sosyo-ekonomik ve fiziksel şartlar ekseninde
değerlendirildiği sürece genelde toplumun fertlerinin yakınlaşması, ilişki kurması
sürecini uzatmakta, özel anlamda ise sosyal kontrol ve dayanışma mekanizmalarını
büyük ölçüde zayıflatmaktadır.
Komşuluk ve komşuluk ilişkileri ile iç içe geçmiş aile ilişkileri, toplumsal
hayatın var oluş sebebi olan temel değerler arasındadır. Bu ilişkiler ağı, formel
kurumlarla oluşturulması kısa vadede çok mümkün gözükmeyen sosyal dayanışma
ve kontrol ağlarını kendiliğinden oluşturmaktadır. Bu anlamda bu bağların kentsel
dönüşüm projelerinin eksik değerlendirilip uygulanmasıyla zayıflamış olması, ileride
başta kent içi güvenlik gibi sosyal kontrolü sağlayan çeşitli toplumsal dinamiklerin
hasar görmesine yol açabilir.
Araştırmanın konusunu oluşturan ‘Kentsel Dönüşüm Sonrası Komşuluk
İlişkileri’ de böyle bir hassasiyet çerçevesinde ele alınıp, belli bir örneklem üzerinde
uygulanmıştır. Elde edilen bulgular ise bu hassasiyeti destekler niteliktedir.
VI
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Summary
Recently, urban transformation is the frequently discussion topic specially for
Turkey. Shortly it describes the process of renewal of old or irregular part of the
cities. In Turkey, urban transformation is generally made for transformation of slum
areas. Actually, urban transformation is essential for renewal of cities. When it is
made proberly, it provides good oppurtunities to the inhabitants and cities. In
general; when urban transformation is assessed in accordance with socio economic
and physical conditions, it extends time for the people to achieve close relationships.
In special meaning, it mainly weakens social self-control and solidarity mechanisms.
Neighborhood and the relations between neighbors, which is integrated with
family relations, are amongs the main values of social life. This relation net brings
out new nets of social solidarity and social self-control by itself, which is hard to
accomplish by official precations. Weakening neighborhood and the relations
between neighbors by misimplemented urban transformation may cause to some
other social problems like urban security.
Thesis subject “Neighborhood Relations After Urban Transformation” is
handed by considering the issues mentioned above and applied to a specific sample.
And the results of the thesis supports these considerations.
VII
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası ............................................................................................... II
Tez Kabul Formu ................................................................................................... III
Önsöz.....................................................................................................................IV
Özet ........................................................................................................................ V
Summary................................................................................................................VI
Tablolar Listesi ................................................................................................... VIII
GİRİŞ....................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM- KENT, KONUT, KENTSEL DÖNÜŞÜM ................................ 7
1.1. Kent Olgusu................................................................................................... 7
1.1.1. Kavram Olarak Kent ve Kentleşme ......................................................... 7
1.1.2. Sanayileşme Sonrası Yeni Kent ve Kentleşme....................................... 11
1.1.3. Kentlileşme ve Türk Toplumunda Kentlileşme Süreci........................... 19
1.1.4. Kentlileşme Süreci İçinde Gecekondu Olgusu....................................... 26
1.2. Konut Olgusu .............................................................................................. 43
1.2.1. Ev Yahut Konut Kavramı...................................................................... 43
1.2.2. Konutun Mekân Bağlamında Sosyo-Kültürel Anlamı............................ 49
1.2.3. Türk Toplum Yapısı Tarihsel Süreci İçinde Konut Olgusu .................... 54
1.3. Kentsel Dönüşüm Olgusu ............................................................................ 59
1.3.1. Kentsel Dönüşüm Kavramı ................................................................... 59
1.3.2. Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Uygulamaları (Yasa ve Projeler)............. 66
İKİNCİ BÖLÜM- KOMŞULUK OLGUSU ........................................................... 73
2.1. Komşuluk Kavramı Bağlamında Komşuluk İlişkileri ................................... 73
2.2. Aile Kavramının Türk Toplumunda Tarihsel Süreci..................................... 79
2.3. Mahalle ve Sokak Kavramı.......................................................................... 90
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM- ALAN ARAŞTIRMASI........................................................ 97
3.1. Araştırmanın Metodolojisi ........................................................................... 97
3.1.1. Araştırmanın Amaçları.......................................................................... 97
3.1.2. Araştırmanın Yöntemi........................................................................... 97
3.1.3. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırlılıkları .................................................. 99
3.2. Araştırmanın Bulguları ve Yorum................................................................ 99
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME ......................................................................... 151
Kaynakça ............................................................................................................. 159
Ekler .................................................................................................................... 163
Özgeçmiş ............................................................................................................. 189
VIII
Tablolar Listesi
Tablo Adı Sayfa No
Tablo–1: Cinsiyet 100
Tablo–2: Yaş Aralığı 100
Tablo–3: Medeni Durum 101
Tablo–4: Eğitim Durumu 101
Tablo–5: Eğitim Durumu-Mahalle Karşılaştırması 101
Tablo–6: Meslek Yapısı 102
Tablo–7: Mahallede Oturma Süresi 103
Tablo–8: Gecekonduda Oturma Durumu-Mahalle Karşılaştırması 104
Tablo–9: Apartmanda Oturma Süresi 105
Tablo–10: Mahalleden Memnuniyet Durumu 105
Tablo–11: Mahalleden Memnuniyet Durumu-Mahalle Karşılaştırması 106
Tablo–12: Başka Mahallede Oturmayı İsteme Durumu 106
Tablo–13: Başka Mahalleyi Tercih Nedenleri 107
Tablo–14: Başka Mahalleyi Tercih Nedenleri-Cinsiyet Karşılaştırması 108
Tablo–15: Apartmandan Memnuniyet Durumu 109
Tablo–16: Apartmandan Memnuniyet Durumu-Cinsiyet Karşılaştırması 109
Tablo–17: Apartmanın Memnun Eden Özellikleri 110
Tablo–18: Eski Mahallenin İyi Tarafı 110
Tablo–19: Eski Mahallenin İyi Tarafı-Mahalle Karşılaştırması 111
Tablo–20: Katıldığınız Etkinlikler 112
Tablo–21: Katıldığınız Etkinlikler-Mahalle Karşılaştırması 112
Tablo–22: Mahalleyi Önemli Kılmada Komşuluk 113
Tablo–23: Mahalleyi Önemli Kılmada Sokakların Temizliği 113
Tablo–24: Mahalleyi Önemli Kılmada Lüks Evler 114
Tablo–25: Mahalleyi Önemli Kılmada Pazar, Mağaza vb. 114
Tablo–26: Mahalleyi Önemli Kılmada Arkadaşlık 114
Tablo–27: Mahalleyi Önemli Kılmada Güvenlik 115
Tablo–28: En Sık Görüştüğü Kişiler 115
Tablo–29: En Sık Görüştüğü-Eğitim Durumu Karşılaştırması 116
Tablo–30: Yaşadıklarını En Çok Kimle Paylaştığı 117
Tablo–31: Komşularla Görüşme 118
Tablo–32: Komşularla İlişki Kurma Nedenleri 118
Tablo–33: Komşularla İlişki Nedenleri-Mahalle Karşılaştırması 119
Tablo–34: Komşularla Görüşme Sıklığı 119
Tablo–35: Komşularla Görüşme Sıklığı-Cinsiyet Karşılaştırması 120
Tablo–36: Sık Görüşülen Komşularla Tanışma Şekli 120
Tablo–37: Gecekondudayken Görüşme Sıklığı 121
Tablo–38: Komşularla Ziyaret Şekli 122
Tablo–39: Sık Görüşülen Komşu Sayısı 122
Tablo–40: Gecekondudayken Sık Görüşülen Komşu Sayısı 124
Tablo–41: En Sık Görüşülen Komşunun Oturduğu Yer 125
Tablo–42: En Sık Görüşülen Komşunun Yaşı 126
Tablo–43: Gecekondudayken En Sık Görüşülen Komşunun Yaşı 126
Tablo–44: Komşularla Görüşme Şekli 127
IX
GİRİŞ
Kent insan ilişkilerinin bir düzene, kültüre, normlara vs göre belirlenip
yaşanıldığı süreçle birlikte ortaya çıkmıştır denebilir. Kent olgusu pek çok yönden
değerlendirilebilen toplumsal bir oluşumdur. Bu oluşum, tarihi süreçle birlikte
gelişmiş, değişmiş ve pek çok oluşuma sebep niteliği taşımıştır.
Bu tarihi süreç içinde kent günümüze değin iki temel sınıflandırma içine alınıp
değerlendirmeye tabi olmuştur. Bu tarihi sınıflandırma sanayileşme öncesi ve sonrası
kent ve diğer türevleri (kentleşme, kentlileşme vs) şeklindedir. Kent sanayileşme
sonrası daha önce hiç yaşamadığı şekilde bir değişim ve oluşum içine girmiş,
aydınlanma olarak bilinen dönemle düşüncede, akılda, bilim alanında yaşanılan
kırılmayla ortaya çıkan yeni düşünüş, akıl ve bilimin ilgili disiplinleri açısından ilgi
odağı olmuş ve üzerine pek çok şey söylenmiştir. Aynı zamanda kent, düşüncenin ve
toplumsal olayların kırılma yaşadığı dönemin bir disiplini olarak temelde insan
doğasını, davranışlarını anlama merakının bir uzamı, özelde ise toplum olgusunun
yapılaşma nedeni, biçimi, değişimi vb çabanın ürünü olan sosyolojinin de ilgi alanı
içinde var olmuştur.
Kent hangi yaklaşım ve bakış açısının ilgi alanı içinde olursa olsun, kendi
üstünde girift, geniş bir kavramı karşılarken ayrı ayrı düşünüşlerin içinde de çok
geniş, eklemli bir örüntüyü yansıtmaktadır.
Sosyoloji disiplini içinde kenti ve içindeki diğer oluşumları değerlendirmek
geniş bir toplumsal ilişki, oluşum ve değişim modellerini görebilme, kavrayabilme
ve değerlendirebilme süreçlerini kapsamaktadır. Bundan ötürü kentin sosyoloji
disiplini içinde tek başına olmayıp ayrı ayrı uzantıları olmuş ve hepsi için yine ayrı
ayrı değerlendirme söz konusu olmuştur.
Bu önkabulden hareketle sosyolojik kent olgusuna biraz daha yakından
bakabiliriz. Kentin ilk oluşumları hakkında birebir bir tespit mümkün
gözükmemektedir. Fakat konuyla ilgili araştırma, bulgu ve yazılı kaynaklardan
çıkarılan tahmini yorumlar çerçevesinde kentin ilk oluşumu hakkında bazı temel
şartlar belirlenmiştir. Bunlar; mekâna yerleşik bir düzen, yerleşik düzen içinde ortak
bir karar, anlaşma, sözleşme ve bu doğrultuda ortaya çıkan kararlar, normlar ve
yürütülmesi kararlaştırılan siyasal, ekonomik, toplumsal vs düzen ve sistemlerin
2
oldukça geniş kapsamlı bir entelektüel harekettir. Modernleşme pek çok farklı yolla
başlatılabilen bir süreçtir, yine de en muhtemel olanı, teknoloji ve değerlerdeki
değişimlerle başlatılmasıdır. Bu süreç, kurumların çoğalması, geleneksel toplumların
basit yapılarının yerini modern toplumların karmaşık yapılarının almasına işaret
emektedir. Kentleşme ve kentlileşme olguları ise modernizmin gelişimiyle paralellik
arz ettiğinden aralarında karşılıklı etkileşim söz konusu olmaktadır. Fakat kısaca
modernleşme olgusu hakkında belirtilmesi gereken, kentin özellikle sanayileşme
sonrası dönüşümüne etkide bulunan zihni altyapıyı belirlemiş olmasıdır.
Kentleşme ve kentlileşme süreçleri Batının aksine, gelişmekte olan ya da
üçüncü dünya toplumlarında modernleşme gayretleri çerçevesinde uygulanmaya
çalışılmış fakat nihayetinde toplumların kendi yapısıyla birlikte şekillenmiş ve kendi
toplum yapılarına özgün kentleşme ve kentlileşme görüntüleri ortaya çıkmıştır.
Bu duruma Türkiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye toplumu 87 yıllık
bir cumhuriyet rejimi içinde varlığını sürdürmektedir. Fakat Türk toplum yapısına 87
yıl öncesinde 600 yıllık bir Osmanlı toplum yapısı dinamikleri hâkim olmuştur.
Osmanlı toplum yapısı ise günümüz cumhuriyet toplum yapısı niteliklerinden
oldukça farklılıklar arz etmektedir. Özetle Türkiye’de uygulanan cumhuriyet(laik)
rejimi ile Osmanlı monarşi rejimi arasında keskin farklar vardır. Türk toplum yapısı
içindeyse günümüzde dahi bu iki farklı siyasi toplumsal yapının etkileri
bulunmaktadır.
Türk toplum yapısının 150 yıllık genelde modernleşme özel anlamda
batılılaşma gayretlerinin bir uzantısı olan rejim değişikliği kent alanında da kendini
göstermiştir. Batı tarzı kentleşme olgusu cumhuriyet dönemiyle birlikte
idealleştirilmiş ve bu yönde uygulamalar başlamıştır. Daha çok biçime yönelik olarak
gerçekleştirilen kentleşme düzenli, planlı uygulamalardan yoksun olması itibariyle
kente akın eden göçmenlerin ihtiyaçlarına karşılık vermede zorlanmıştır. Özellikle
Türkiye’de büyük kentlerin aldığı göçlerin, istihdam, konut vb alanda ihtiyaçları
karşılayamaması sonucunda, gecekondu olgusu ortaya çıkmıştır. Gecekondu ilk
bakışta özellikle Batı gelişmişliğiyle kıyaslanan gelişmekte olan toplumların ortak bir
sorunu olarak düşünülmüştür. Fakat her toplumun bu kesimini oluşturan göçmenler
kendi toplum yapılarıyla paralel bir oluşum sergilemiştir. Yani bu durum her toplum
4
Kentsel dönüşüm gerek olgu olarak gerekse kavram olarak geniş bir muhteva
içermektedir. Her şeyden önce bir değişimi gerekli kılacağından, dikkate değer bir
karar süreci ve planlamayı gerektirir. İşte bu noktada kentsel dönüşüm olgusuna
sosyolojik bir bakışla bakmak, olgunun birçok açıdan değerlendirilmesi gerekliliğini
işaret etmektedir. Olgu, zaman içinde fiziksel, mekânsal yönlerden bozulmuş, kent
içinde sosyo- kültürel, ekonomik vs açıdan bütünleşmemiş veya dışlanmışlıklı karşı
karşıya olan kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik programlarla
yenilenerek/dönüştürülerek kente kazandırılması anlamını taşır. Bu anlamıyla ayrı bir
öneme sahip görünmektedir. Fakat sonuç olarak kentsel dönüşüm projeleri de
toplumun yapısıyla üretilmeye, uygulanmaya çalışılmaktadır. Böylelikle de her
toplum yapısı içinde siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel belirleyicilerle
şekillenmektedir. Bu durum ise bizi kentsel dönüşüm uygulamalarının her zaman
olması gerektiği gibi gerçekleşemediğine götürmektedir.
Toplum içinde var olan kurum ve kuruluşlar o toplum yapısının ürünleridir.
Dolayısıyla toplumun yapı taşlarını oluşturan her kod, toplumu oluşturan her
oluşumda kendini göstermektedir. Kentsel dönüşüm olgusu Türkiye şartlarında
değerlendirildiğinde, kent uygulamaları nasıl gerçekleşmişse kentsel dönüşümün de
benzer aşamalardan geçtiği görülmektedir. Yani kentsel dönüşüm uygulamalarının
ağırlıklı olarak fiziksel, mekânsal çerçevede düzenlenmeye çalışılması (ki o
düzenlemenin de çevresel vb yönden ne kadar nitelikli oldukları da tartışmalıdır)
sosyo- kültürel yönden eksik değerlendirilmesine neden olmaktadır.
Kentsel dönüşüm uygulamaları içinde sosyo- kültürel açıdan
değerlendirilmeyen toplumsal ilişkilerden biri ise komşuluk olgusu/ ilişkileridir. Bu
olgu toplum yapısının kültürel kodlarını barındıran bir ilişki ağıdır. Bundan dolayı
toplum içinde varlığı ve devamı ayrı bir yer ve öneme sahip görünmektedir.
Komşuluk ilişkileri temel anlamda toplum içinde kişi veya kişilerin birbirleriyle
irtibatının kaçınılmazlığından ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu önyargı tabii ki her
şeyden önce toplumun varlığına işaret etmektedir. Çünkü toplumu var eden
birbirlerine yakın çevredeki bireylerin aynı ortak birleştirici dinamikler altında
toplanmasıdır. Toplum içinde bu oluşumu toplumun sosyo-kültürel, ekonomik,
siyasal vb diğer kurum ve kuruluşlar izlemektedir.
6
bazıları surların dışında yaşamaktadırlar, fakat bir saldırı anında kentin içlerine
girebilmektedirler(Giddens, 2000: 500).
İlk kentlerin ortaya çıktığı dönemlerde farklılıklara(etnik, dini) göre ayrışmalar
kent içinde ayrı mahallelere yerleştirilmek şeklindedir. Kentin birbiriyle iletişim
alanı kamusal alanlardır, ayrıca halkın bilgilendirilmesi resmi görevlilerin yüksek
sesle duyurmasıyla yapılmaktadır. Yalnız genelde iletişim düzensiz ve sınırlıdır.
O dönemlere göre büyük caddeler birkaç kentte vardır. Yolları ise dar ve
uzundur. Çok az sayıda kent birbirine bağlı yollara sahiptir. Bunlar da askeri amaçla
kullanılmaktadır. Seyahat, tüccar ve askerlerin düzenli yaptıkları özel bir durumdur.
Kentler bilimin, sanatın, kozmopolit farklılıkların barındığı yerleşimlerdi(Giddens,
2000: 500).
Kentler ortaya çıktıktan sonraki gelişmelerde, ilk çağ siteleri yeni bir siyasal
düzenin kurulduğu dönemdir. Site, patriarkal toplulukların akrabalık ilişkileri yerine,
siyasal nitelikte bir toplumsal kontrol, statüye dayanan hukukun yerine de
sözleşmeye dayanan bir hukuk düzeni getirmiştir (Aktaran: Güçlü, 2002: 2).
Aynı dönemlerde İslam kentlerine bakıldığında; cami, kültürel, eğitimsel,
dinsel fonksiyonlarından dolayı kenti biçimlendiren önemli bir faktör olarak
görülmektedir. İslam kenti içinde, mahalleler, dış mahalleler, komşu köyler kesin
sınırlarla birbirinden ayrılmamıştır. Batı kent yapılanmasından farklı olarak İslam
kenti içinde kamu yararı doğrultusunda kullanılan ortak bir alandan söz edilemez.
Fakat kişilere, hükümdara veya vakıflara ait özel mülklerin yanında, komşuların ya
da bütün cemaatin ortak kamu mülkiyeti altında bulunan alanlar mevcuttur (Erkan,
2002: 77).
İslam kentinin mekânsal yapı özellikleri içinde; kale, saray ve üst kademe
yöneticilerinin oluşturduğu, yönetim işlevinin sürdürüldüğü yapıların oluşturduğu
yönetici merkez, Cuma camisi, hanlar, bedestenler ve açık Pazar yerlerinin
oluşturduğu kent merkezi, mahalleler(yoğun konut alanları), dış mahalleler
mevcuttur (Erkan, 2002: 78).
Kent tarihi içinde antik sitelerin çözülmesiyle ortaya çıkan Orta çağ kentleri ise
ticaretin gelişmesiyle belirlenmektedir. 11. yy.da ticaretin canlanmasıyla temeli
atılan Orta çağ kentleri, giderek alanını genişleterek bölgesel ticaret ve pazar
ilişkilerinin merkezi olarak bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde ticaretin gelişimi
10
olarak şekillendirilmesi ile de bu birimler insanın tam bir tezahür alanı olmaktadır”
(Cansever, 1994: 116–117).
Tarihsel olarak ise kent, birçok değişimin, gelişmenin mekânı, merkezi
olmuştur. Bu değişim ve gelişim içinde kimi zaman çarpıcı, kırılgan, bir değişim ve
bu değişimle beraber zamanda yatay ve dikey olarak zincirleme bir dalgalanma
yaşanmıştır.
Böyle bir kırılgan değişim için kent olgusu etrafından bakacak olduğumuz
çerçeve, bizi, toplum yapısının zihni, dini, ampirik pratiklerinin büyük bir dönüşüme
neden olduğu sanayileşme olgusuna götürmektedir.
Sanayileşme olgusu tabiri caizse kırılma noktası niteliğindedir. Kırılma noktası
niteliği olması daha önceki toplumsal kurumların sanayileşmeyle birlikte kökten,
farklı ve geniş çaplı bir dönüşüm yaşanmış olmasıdır. Genel anlamda sanayileşme
olgusu, Avrupa’da 16. yy.ın sonlarına doğru ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel ve
teknik anlamda gelişmelerin sonucu ve sürecidir. Bu durumda sanayileşme arka
planında toplumsal, kültürel, zihinsel vs değer ve zihniyet değişimiyle beraber
teknik, mekanik, ekonomik vs değişimler de mevcuttur.
Yalın anlamıyla sanayi devrimi, 18. yy Batı Avrupa’sında (ilk olarak
Britanya’da olmak üzere 19. yy.ın sonlarıyla beraber Almanya, ABD gibi diğer
toplumlarda ortaya çıkmıştır) küçük zanaat, tezgâh ve atölye üretimlerinin yerine
yeni teknik buluş ve makinelerin geçmesidir. Bu makineler yeni enerji kaynağı buhar
gücüyle, insan, rüzgâr, su, hayvan enerjisinin yerini almıştır(Aktaran: Erkan, 2002:
46). Toplumsal değişim açısından bakarsak, sanayileşme süreci hem sosyo-kültürel
açıdan değişimin sonucu, hem de sonraki sosyo- kültürel olayların etkileyicisi
olmuştur.
Kent toplumsal yerleşmelerin çekim merkezi niteliğiyle, en girift ve yoğun
ilişki alanı olarak, sanayileşme sürecinde önemli değişimler yaşamıştır. Bu
değişimlerle birlikte kent kavramı içerik olarak yeni tanımlar edinmiştir.
Kent kavramına sanayileşme sonrası eklenen yeni tanımlar şöyledir:
Kent, tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, tüm üretimin denetlendiği,
dağıtımın koordine edildiği, belirli teknolojinin kullanıldığı, nüfusun belli bir
büyüklük ve yoğunluğa ulaştığı heterojenlik ve bütünleşmenin var olduğu bir
yerleşme yeridir (Erkan, 2002: 19).
13
göçlere dönüşmesi sonucunda kentsel nüfus oranında bir artış olmuşsa da,
doğurganlık oranındaki düşüş, 1990’larda kentsel nüfus artış hızını azaltmıştır.
Kentsel nüfus 1980’de % 45,5’den % 51,1’e yükselmiş ve 1990’da % 56,3 olmuştur.
1980–1990 arasında, yerleşim birimlerine göre göç incelendiğinde, şehirden şehre
göçlerin arttığı gözlenmiştir (Güçlü, 2002: 30).
Türkiye’deki kentleşme süreci dikkatle incelendiğinde, çekici nedenlerden çok
itici nedenlerin kentleşme sürecinde etkin olduğu görülür. “Bunun nedeni kente
doğrudan çekicilik özelliği kazandıracak iş ve geçim olanaklarının kaynağı olan
tarım dışı etkinliklerin, özellikle sanayinin yeterince gelişmemiş olmasıdır. Türkiye
kentleşmesinin ileri aşamalarında, çalışan nüfusun sektörler arasındaki dağılımı
incelendiğinde, sanayinin payının bir artış göstermesine karşın, hizmetler sektörünün
gerisinde kaldığı görülür” (Altuntaş, 1997: 72).
Türkiye’de kentleşme sürecinin kendiliğinden ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya
çıkan, özümsenerek ilerleyen bir süreç olarak yaşanmadığı bilinen bir husustur. Geç
uluslaşmış olan Türkiye’nin kentlerle ilgili sıkıntısını kavramak olanaklıdır: son kırk
yılda dev ölçülerde büyümüş olan Türkiye kentlerinin bu hali, kapitalist
transformasyonun gecikmişliği ile bir açıdan değerlendirilebilir (Korat, 1997; 100).
Dolayısıyla böyle bir kentleşme sürecinin zaman boyutu, göz önünde tutulması
gerekir. Bu transformasyon, örneğin 10 milyon köylünün toprağını bırakması 10
senede oluyorsa başka, 30 senede oluyorsa başka, 100 yılda oluyorsa başka tür
süreçlerle gerçekleşir. Türkiye bugün sapan ve öküzle tarıma dayalı bir toplum
yapısından kabaca altı bin yıl sonra gerçekten bir başka toplum yapısına, sanayi
toplumu haline, özellikle son 50–60 yıl içerisinde azalıp çoğalan fakat hiç
kesilmeyen bir hızla geçmeye çalışmış ve çalışmaktadır (Kıray, 1982: 57).
Sonuç olarak Türkiye kentleşme süreci Batıdaki dinamiklerden farklı olarak
yaşanmış, dolayısıyla önceleri ithal sanayiye dayalı iken sonraları sanayi alanında
gelişim göstermiş, fakat hizmet alanında eksik kalmıştır. Kuşkusuz böyle bir süreç
Türk toplum yapısı içinde değerlendirilebilecek bir husustur. Böyle bir sürecin
yaşanması yanında, bu sürecin toplumsal birçok tezahürü de olmuştur. Şüphesiz
Türkiye’de kentleşmenin en önemli görünümlerinden biri, mekânsal- toplumsal bir
oluşum olan gecekondulaşma olgusudur. 1960’lardan itibaren bu konuda hayli fazla
19
Fakat tüm bireyler için kentte yaşıyor olmak tam manasıyla kentli olunduğunu
göstermemektedir. Kentlilik bir anlamda yaşanılan yerin(kentin) benimsenmesi,
kabullenilmesi süreciyle başlar ve yer kimliği edinme süreciyle devam eder.
Dolayısıyla yer kimliği edinmek sosyalleşme sürecinin en uzun yaşandığı yer veya
doğulan yer ile kazanılmaktadır.
Bireylerin kentlileşme süreci kentlerin yapısıyla gerçekleşmektedir. Kentler
hangi dönem ve çağda olursa olsun nüfus ve ekonomik büyüklüğü, cazibe merkezi
olması sebebiyle “etkileyen” konumundadır. Böylelikle içine aldığı kişileri az veya
çok ama mutlak surette etkilemektedir. Bu etkileme sürecinde kültür devreye
girmektedir. Buradan hareketle kültür; insan ve insan dünyasıyla ilgili her türlü
ürünü, üretiyi içerir, bunun yanı sıra kültür, insan ilişkilerini ve birbirleriyle olan
etkileşimlerini de kapsar. Bu anlamda kültür bir toplumun maddi ve manevi
değerlerinin toplamını ifade eder (Kaya, 2007: 35). Kentsel yaşam ise giderek
kültürlenmiş bir olgudur. Bu kültürün içinde, özgürlük, heterojenlik, uzmanlaşma,
işbölümü, sivil toplum örgütleri gibi pek çok değişken vardır. Kentin içindeki her
fert, kentli veya kente yeni gelen, adaptasyon süreci yaşayan, kentteki kültürel
yapıyla kültürlenmektedir. Sanayileşme süreci sonrası ve günümüz kentlerinin de
belli kültürel nitelikleri vardır.
Çağcıl dünyada ağırlıklı olarak kentli yaşam tarzı, en bilindik ve genel
ifadeyle, oldukça uzmanlaşmış bir işbölümünü, toplumsal ilişkilerde araççılığın
gelişmesini, akrabalık ilişkilerinin zayıflamasını, gönüllü birliklerin çoğalmasını,
normatif çoğulculuğu, sekülerleşmeyi, toplumsal çatışmaların artışını ve kitle iletişim
araçlarının gün geçtikçe daha önemli bir rol oynamasını vs kapsamaktadır (Marshall,
2000; 400).
Özellikle özgürlüğü besleyen günümüz kentsel yaşamının, paralel bir şekilde
bireyselleşmeye yol açtığı birçok ortak yargıyla ifade edilmektedir. Simmel’e (2000;
99,100) göre ise bu durumun bir dizi nedeni vardır. Öncelikle insan metropol
hayatının boyutları içinde kendi kişiliğini ortaya koymak gibi güç bir işle karşı
karşıyadır. Bunun yanında metropole özgü konuşma, davranış biçimi, geçici heves ve
aşırı özenti vb gibi aşırılıkları benimsemek sorumluluğu taşır. Bunun nedeni, bireyin
kendini ifade etmek, kanıtlamak için “farklı olma”, çarpıcı bir davranışla ortada olma
ve böylelikle alakayı celbetme çabasındandır.
21
Kentte kurulan ilişkiler gerçekten yüz yüze olabilir, ama bu ilişkiler yine de,
kişisel, yapay, geçici ve parçacıldır. Tersine kentlilerin ilişkilerinde gösterdikleri
soğukluk ve kayıtsız görünüş böylece, diğerlerinin istek ve beklentilerine karşı
koymada bir araç olarak görülebilir.
Kentte genellikle fiziksel ilişkiler yakın, toplumsal ilişkilerse uzak bir biçimde
gerçekleşir. Kentsel dünyanın, insanları yalnızca görsel olarak tanımaya elverişli bir
yapısı vardır. Kentte görevlilerin rollerini gösteren üniformalar tanınır ancak kentli
fert, bu üniformaların arkasında gizlenen kişisel farklılıklara bihaberdir.
Oysa kentsel yaşama karşılık, kırsal alanlarda ekonomik yaşam biçimi, tarım
ve hayvancılığa dayalıdır. Sosyo-kültürel ilişkileri ise aile, komşuluk, akrabalık vb.
üzerine bina edilmiştir. Günlük sosyal ilişkiler, karşılıklı iş birliği çerçevesinde
sürdürülmekte iken kişiler kendi inançlarının dışındaki inançlara karşı pek
müsamahakâr yapıda olmazlar. Bir başka şekilde ortak sahip oldukları her türlü
değere karşı daha sorumluluk hissi içindedirler. Ortak mekân ve konutlar, istedikleri
gibi kullanacakları yerler değil, korumak, saygı duymak zorunda oldukları yerlerdir.
Kırsal niteliklere karşılık olarak kente özgü nitelikler daha farklı yapıdadır.
Kentte ekonomik davranışlar sanayi, hizmet vb. sektör içinde gerçekleşir. Sosyal
davranışlar içinde ise aile demokratik değer ve tutumların gelişmesi açısından önem
kazanır. Eğitim, toplumda bir statü elde etmenin kişisel başarıyla ilişkili olduğundan,
önem kazanmıştır. Farklılaşmalar ise doğal karşılanır. Kentli, siyasal anlamda
hakların ve sorumlulukların bilincindedir. Oy vermeyi yurttaş olmanın gereği sayar.
Sivil topluma özgü organizasyonları destekler. Psikolojik davranışlar açısından
yüreğinden çok aklıyla karar verir. Zamanı bilinçli kullanır. Kendini kentli, modern
olarak değerlendirir. Diğer grupların inanç ve pratiklerine saygı duyar. Batıl inançları
sorgular. Oturduğu konutun, yaşadığı kentin çirkinliklerinden rahatsız olur ve
güzelleştirmek için çaba harcar. Dilini özenle kullanır. Argo ve yabancı unsurlardan
uzak durur. Beden sağlığını önemser, beden bakımını düzenli yapar. Sanat ve
sanatçıya saygı duyar, sanatsal etkinliklerle ilgilenir (Kaya, 2007: 119).
Kent, farklı toplumsal, kültürel dünyaların mozaiği olarak ortaya çıktığına
göre, kentli olma ve kentlilik bilinci düzeyi de farklı biçimlerde oluşacaktır.
Dolayısıyla, hem köy, kasaba, kent gibi yerleşim birimlerinin hem de kentlerin içinde
yer alan farklılaşmış yerleşim birimlerinin “yerel” ilişkileri birbirinden
23
farklılaşmaktadır. Her bir birimin kentle mekânsal, siyasal, sosyal, kültürel ilişkileri
farklıdır.
Günümüz kent kültürü, kentlilik tanımlarından, yukarıda da bahsedildiği üzere,
siyasal, dinsel, sanatsal, hoşgörü ve özgürlükleri barındıran demokratik, bilimsel
bilgi ve nesnellikten oluşan yapılardır. Bu durum ise önemli ölçüde sanayi
toplumunun özellikleriyle yoğrulmuş Batı kentlerinden bahsetmek anlamına
gelmektedir. Çünkü kentlerin bugünkü yapısına gelmesinde en önemli unsur Sanayi
Devrimi’dir. Sanayi Devrimi ise Batı’nın kendi toplum yapısı içinden çıkmış bir
oluşumu ifade eder. Buna karşılık, ithal sanayi ile kalkınmaya çalışan ülkelerde ise
sanayi, kültürün bir öğesi olmadığından, ne tam olarak sanayi toplumuna
geçilebilmiş ne de yeni bir şehir kültürü üretilebilmiştir. Türkiye de bu şartlara örnek
bir ülke konumundadır. Diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de
kentleşme sanayileşme sonucu değil, tamamen ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal
şartlarından kaynaklı gerçekleşmiştir. Bu durumda Türkiye’de kentler, Sanayi
Devrimi’nin getirdiği kültürel özellikleri taşımazlar (Kaya, 2007: 36).
Bundan dolayı Türkiye’de özellikle bir dönemde kentler, daha çok kırdan kente
göç eden nüfusun oluşturduğu yerler olduğu için, gelinen kentli olmak, o kente ait
olma duygusu, çok fazla söz konusu olamamıştır (Güçlü, 2002: 83).
Türkiye’deki kentlileşme sürecinden bahsederken öncelikle belirtilmesi
gereken, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Anadolu köylülerinin kitleler halinde büyük
şehirlere göç etmesinden dolayı, hem Türk toplumunun geleneksel toplumsal
örgütlenmesi önemli ölçüde değişime uğratmış, hem de farklı, yeni toplumsal
kurumlar ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, köklü toplumsal biçimlerin ifadesi için de
yeni bir zemin oluşturmuştur (Duben, 2006: 23). Fakat Türkiye’de değişimin yanında
dikkate değer diğer bir nokta da, hala varlığını koruyan toplumsal ve kültürel
kurumlarındaki birtakım sürekliliklerdir. Bu konu üzerinde ilerleyen yerlerde
durulacaktır.
Özellikle 1950’li yıllarla birlikte başlayan içgöç, 90’lara kadar yoğunluğu
değişerek devam etmiştir. Bundan dolayı kentlerde bulunan nüfusun önemli bölümü
halen geldikleri köylerin kültürünü muhafaza etmektedir. Bu durum esasında hem
gerekli hem de olağan olup kendiliğinden gelişen bir durumdur. Fakat böyle bir
ihtiyaç, göçmenlerin kentlere adaptasyonu sürecinde tampon mekanizma görevi
24
olay, sorun ve gerilimler, politik ve kültürel boyutlar, kendi içinde ve çeşitli kent
öğeleri ile farklı ilişki ağları vardır (Şenyapılı, 1998: 315).
Gecekondu olgusunun sorun ve problemler yuvası olarak yaftalanmasına,
devlet eliyle yeterli ve gerekli çözümlerin sunulamaması da eklenince, gecekondu
alanları kent için tehdit niteliği taşımışlardır. Oysa akrabalık ve hemşehrilik bağıyla
kümelenmiş gecekondu alanları-ki bu yönüyle de bütünleşemediği ve kente kendi
kültürel yapılarını taşıdıkları iddiasıyla eleştirilmişlerdir- kendi içinde kendi
geliştirdiği çözümlerle, kentle bütünleşemeyen büyük bir nüfus kitlesinin
barınmasından doğacak ve sistemin güvencesini sarsacak sorunların çıkmasına engel
olmuştur.
Gecekondu oluşumunda ülkelerin siyasal alanda aldıkları önlemler ve bunların
yasalara yansıması da önemli bir unsurdur. Gecekonduluların seçmen özelliği
taşımaları yanında konutlarını yasallaştırma çabaları, elektrik, su, yol gibi hizmetlere
gereksinimi ile siyasilerin seçilebilme kaygısı sonucu oluşan karşılıklı çıkarlar
gecekondu politikasını etkilemiştir. Dolayısıyla bir yanda yeni gecekonduların
yapımını önlemeye yönelik yasalar çıkarılırken diğer yanda açık ya da gizli bir
şekilde gecekondu yapımının teşvik edilmesi gecekondu alanlarında çözümsüzlüğe
neden olmuştur (Altuntaş, 1997; 73).
Siyasilerin gecekondu konusundaki diğer bir olumsuz yaklaşımı,
gecekondulara ulusal ya da yerel seçimlerdeki tercihlere göre belediye hizmeti
sunmalarıdır. Böyle bir yaklaşımın toplumda siyasi kamplaşmalara ya da
yabancılaşmaya yol açacağı toplumsal huzursuzluğa neden olacağı açıktır (Altuntaş,
1997: 73).
Gecekondu olgusu karşısında çeşitli ülkeler farklı politikalar izlemiştir. Bu
politikaların başında, önleme, yıkma, yeniden yerleştirme ve iyileştirme gelir.
Türkiye’nin de dâhil olduğu birçok ülke, gecekondulaşmanın önlenememesi üzerine
başlangıçta yıkma politikası izlerken zamanla gecekondulaşmanın kökenindeki
sosyal, ekonomik ve siyasal yapının incelenmesi gereğini kabul etmiştir (Keleş,
1993: 376). Bunun üzerine iyileştirme politikaları uygulanmaya başlamıştır. Ucuz
arsa, kredi, teknik yardım sağlanması, imar planlarının uygulanması gibi
uygulamalarla iyileştirme yönünde çabalar sarf edilmiştir. Ancak iyileştirme
politikasının bütçeye getirdiği yük, sürekliliğini engellemiştir. Yeniden yerleştirme
29
1.1.4.1. Kavramı
Gecekondunun sözlük anlamı ‘izinsiz olarak hemen bir gecede çatılıveren
yapı’ dır.
Hukuki açıdan 775 nolu gecekondu kanuna göre gecekondu tanımı; ‘imar ve
yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalmaksızın, kendisine
30
ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde sahibinin rızası olmaksızın yapılan izinsiz
yapıdır’(Md. 2).
Keleş’in Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde gecekondu:
‘Bayındırlık ve yapı kurallarına aykırı olarak, gerçek ya da tüzel, kamusal ve
özel kişilerin toprakları üzerinde, toprak iyesinin istenç ve bilgisi dışında onamsız
olarak yapılan, barınma gereksinmeleri devletçe ve kent yönetimlerince
karşılanmayan yoksul ya da dar gelirli ailelerin yaşadığı barınak türü’ olarak
tanımlanır.
Resmi kimi kaynaklarda gecekondu, ‘kendisine ait olmayan yerde, imar
yasalarına, sağlık ve fen kurallarına aykırı olarak, alelacele yapılmış bir barınak’
şeklinde tanımlanır(Altuntaş, 1997: 63).
Ancak arsa sahibi olmamak tek başına yeterli bir ölçüt değildir. Kişinin kendi
arsasına yaptığı gecekondular da vardır. Gecekondular özel şahıs ya da devlet arazisi
üzerinde yapılmış olabilirler. Ancak gecekonduların üçte ikisi devlet arazilerini işgal
etmesinden dolayı tanımların çoğunda izinsiz, kendisine ait olmayan arsa ibaresi
kullanılmaktadır(Altuntaş, 1997: 63).
Özetle gecekondu, işgal ettikleri, ya da hissedar oldukları arazilerde fiili
hâkimiyet kuran, gecekondu sahiplerinin, ya da kiracılarının (kiralamak da bir
zilyetlik sürecidir) oluşturduğu kentsel araziler üstünde kendine özgü dokuları,
mimarlığı ve yaşam biçimleri olan bir kentsel alanlar bütünüdür(Kayasü vd, 2009:
86).
Burada bizi daha çok ilgilendiren gecekondu olgusunun toplumbilimsel açıdan
tanımlanmasıdır: “Gecekondu, bir takım kişilerin, genellikle kendilerinin olmayan
topraklar üzerinde, kısa zamanda izinsiz, imar mevzuatına aykırı ve sağlık
şartlarından yoksun olarak yapılmış veya yaptırılmış yapıdır”(Yasa’dan Aktaran:
Erkan, 2002: 126).
Başka bir tanıma göre, “kentin planlanmış, alt yapısı tamamlanmamış
kesimlerinde yerleşmeye geliri hiçbir biçimde yeterli olmayanlarca, kent
çevresindeki ya da kente yakın ve henüz kentleşmemiş topraklar üzerinde barınma
gereksinimlerini gidermek amacıyla kendi olanaklarıyla kurdukları konutlar” olarak
tanımlanmaktadır(Erkan, 2002: 126).
31
1.1.4.3. Kültürü
Önceleri yasal olmama özelliği ön plana çıkarılan gecekondular, zaman içinde
belli bir yaşam biçimini sergileyen, “kendi başına bir kültür olan” konut çevreleri
olarak görülmeye başlanmıştır. Gecekondu bölgeleri, kentte köy yaşamının yeniden
üretildiği alanlar olarak tanımlanmıştır. Özellikle ilk ortaya çıktığı zamanlarda
gecekondular, kentlerin “modern” görüntüsünü bozan, kentin hizmet olanaklarını
zorlayan, “kentli” tipine uymayan insanların barınağı olarak görülerek tepki
toplamıştır(Erman, 1998: 317).
Esasında Türkiye’de gecekondu olgusu bir yönüyle Türk toplumunun kültürel
yapısının mekâna yansıması olarak düşünülebilir. Sanayi devriminden sonra özellikle
İngiliz ve Amerikan şehirlerine yığılan topraktan kopmuş Avrupa köylülerinin
sorunları kurumlaşmış yardım örgütleri, özel kurumlar ve sigortalarla çözülmeye
çalışılmıştır (Kıray, 1982: 60). Fakat Türk toplum yapısı içinde kentleşme
dinamiklerini barındıracak ve çözecek böyle kurumlaşmış, kamusal örgütlenmeler
oluşmamıştır. Kente göçen aileler de başlarını örtecek bir çatıdan sonra en büyük
güvenceyi aile, akraba ve hemşehri üyeleri arasındaki ilişkiyle sağlamıştır.
Kente göçmekle göçen aile hemen değişmediğinden, örgütlü becerili istihdam
olanağı kısıtlı kaldıkça, örgütlü güvence kurumları beliremedikçe, ya da yeteri kadar
gelişip göçenler için erişilebilir (accessible) hale gelmedikçe aile, akraba ve hemşehri
en çok destek sağlayan uyum mekanizması halini almıştır (Kıray, 1982: 64).
Bilindiği üzere gecekondu mahalleleri belirli bir yöreden gelen göçmenlerin
aynı mahallelerde bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Burada göçmenlerin ortak bir
mahallede oturmayı tercih etmiş olmaları belirleyici olmuştur. Bu eğilimi oluşturan
ise büyük ölçüde bu semtleri kuran ilk göçmenlerdir. Bu semtlere ilk yerleşenler,
“akraba ve hemşehrilerine yakın olmak, yakınların desteği sayesinde güçlerini
artırabilmek, birlik ve beraberliği bozmayacak ve uyumsuzluk çıkartmayacak kişileri
toplayabilmek için memleketlerinden yakınlarının gelmesine ön ayak olmuşlardır. Bu
sayede de zaman içerisinde bu topluluk büyümüş, çoğalmıştır” (Tekşen, 2003: 45).
Dolayısıyla gecekonduda güvence kaynağının temelini, göç edenlerin
hemşehrilik ve akrabalık ilişkileri oluşturmaktadır. Bu tampon kurum ve ilişkiler ise
kente uyum sağlama aracı olarak önemli işlevler görmüştür. Gecekondunun ortaya
çıktığı dönem olan 1945–50 yıllarında mahalleleşme eğiliminin de ortaya çıkmasında
37
Günümüzde ise özellikle sitelerin ortaya çıkışında ekonomik faktör belirgin bir
şekilde ortadadır. Ekonomik gelişme, zenginleşme site türü yerleşme modellerinin
ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına yol açmaktadır(Alver, 2007; 105).
Özetle konut kentlerin temel taşlarıdır. Bu bağlamda kentin öznesi olan
insanın, toplumların ekonomik, kültürel, tarihi, sosyal kimliklerinin ve gelişme
süreçlerinin bir aynasıdır. Bundan dolayı konut anlayışının; zaman içinde apartman
dairelerinden bahçeli evlere, apart dairelerden site yerleşimlerine, lüks villalardan
akıllı evlere kadar değişmiş ve gelişmiş olması bu süreç içinde anlaşılabilir.
Günümüzde konutlar; sağlam, kaliteli, fonksiyonel, pratik ve her türlü altyapı
imkânlarına sahip olmalarıyla değer taşımakta ve bu nitelikler mutlu, huzurlu ve
güvenli bir yaşamı işaret etmektedir(Bayraktar, 2006;14).
Fakat insanlar arası ilişkilerin gelişebileceği bir sosyal çevrenin oluşturulması
ayrıca önem arz eden bir konudur. Sosyo- kültürel açıdan, geçmişte komşuluk
ilişkilerini güçlendiren avlu, bahçe ve sokak gibi mekânların tasarımlara aktarılması,
yöresel, iklimsel ve kültürel farkların tasarımlarda ön plana çıkarılması, fiziksel
çevre standartlarının arttırılması ve sosyal donatı alanlarındaki eksikliklerin
giderilmesi gibi birçok konu geleneksel yaşam biçiminde var olan değerleri
hatırlatmaktadır. İnsan ilişki ağlarının, sürdürülebilirlik kazanması içinse konut
türlerinin sosyo-ekonomik, politik çerçeveleri yanında sosyo-kültürel
değerlendirmeleri ayrıca önem kazanmaktadır.
türü ve boyutu hakkında ipuçları verirken, aynı şekilde mekân ve konutun da bu tür
sosyal ilişkiye ne kadar müsait olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla komşuluk ilişkileri gibi sosyal ilişkilerin filizlendiği bir fiziksel
çevrenin de mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Yatay düzenlemelerin, mahalle
donatılarının varlığının komşular arası ilişkileri artırdığı, buna karşın çok yüksek
yapıların bu ilişkileri neredeyse hiçe indirdiği görülmektedir(Gür, 2000: 105). Sonuç
olarak, mekân ve konutun sosyal ilişkilerle karşılıklı etkileşimi, mekân ve konutun
yapılaştırılması sürecinde dikkatle ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla
yine bu süreçte toplumun kendi sosyo-kültürel dinamikleriyle alakalı olarak, mekân
ve konut yapılaşmasında söz sahibi olmaları imkânı sağlanmalıdır.
göstermektedir. Bununla birlikte geleneksel aile sofrada fazla vakit geçirmez, hatta
yemek esnasında konuşmaz. Sohbet yemekten sonra büyükler arasında çay kahve ile
yapılmaktadır(Ortaylı, 2007; 115).
Türk toplum yapısında mekân ve konut bağlamında yaygın tavırlardan biri de,
meydan, avlu veya sokak dizgesi oluşturma kaygısı taşımaksızın yerden bitiveren
konut bölgeleridir. Batının cetvelle çizilmiş düzenli ve planlı konut ve kent yapısına
karşılık Türk tipi konut ve mekân algısı daha özgürlükçü bir eylem alanına işaret
etmektedir. Ancak bu durum yakın tarihlerde aşılmaya çalışılmaktadır(Gür, 2000;
35).
Tüm dünyada büyük değişimlerin yaşandığı 18.-20. yy.larda Türk toplum
yapısı da, önceki dönemlere hiç benzemeyen farklı gelişmelere sahne olmuştur.
Modernleşme sürecinin temel özellikleri olan “sürekli değişim” ve “geleneklerden
kopuş”, Türk toplum yapısı içinde de kendini göstermiştir.
Böylelikle Türk konutu da değişim olgusundan payını almıştır: Türkiye’de
modernleşme çabaları en ideal “örnek ” olarak güdümlü bir biçimde Batı’ya
yönelmiş, Batılı yaşam biçimi bütün simge ve göstergeleriyle topluma aktarılmıştır.
Başkentteki üst düzey bürokratların çoğunun İstanbul’dan gelmiş, Batı eğitimi almış
kişilerden olması konut iç mekân örgütlenmesindeki değişimlerin en erken başkentte
yaşanmasına neden olmuştur(Gür, 2000; 88, 89).
Batıda 15. yy.da temelleri atılan, 19. yy.da hızlı kentleşmenin etkisiyle çözüm
yolu olarak ortaya çıkan toplu konut olgusu da bu dönemin gelişmelerinden biridir.
Türk toplum yapısı içinde ilk örneği İstanbul’daki İngiliz azınlık için yapılmış olan
Akaretler (1887) ve sonra Laleli’de Mimar Kemalettin’in Tayyare Apartmanlarıdır
(1922). Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’da yine Mimar Kemalettin tarafından
yapılan Vakıf Evleri (1927), Vakıf Apartmanı (1928–30), Batının etkisiyle “koridor”
kavramına yönelen Işıklar, Hisarpark ve Anafartalar Caddelerinde kira evleridir.
Işıklar caddesinde A.H. Koyunoğlu tarafından tasarlanan bir kira evi (1931) yaşama
geçirilmiştir. Levantenler tarafından ise İstanbul’da Pera ve Galata Apartmanları inşa
edilmiş ve apartman fikri daha sonra Müslüman Türk kesim tarafından da uygulama
bulmuştur. Fakat bu dönemlerdeki ilk toplu konut örnekleri esnafa, küçük tüccara ve
bürokratlara yönelik üretilen konut komplekslerini kapsamaktadır.
57
sürdürmektedir(Kayasü vd, Erkan, 2009; 220). Dolayısıyla söz konusu kent olunca,
kente her türlü müdahaleler çok sayıda ve heterojen aktörler, formlar ve işlevlerle
gerçekleşmektedir.
Günümüzde de kentlerin yeniden yapılandırılması, yenilenip dönüştürülmesi
sürecinde, bu aktörlerin, özellikle de söz sahibi iktidar eksenli aktörlerin
uygulamaları kendini göstermektedir. Kuşkusuz, kentsel alanlar, fiziksel, sosyal,
çevresel ve ekonomik faktörlerin etkisinde sürekli değişir ve dönüşürler. Bu değişim
ve dönüşüm, her zaman gelişme yönünde olmaz. Kimi zaman çökme ve bozulma
biçiminde gerçekleşir. Çoğunlukla kentlerin hızla büyümesiyle birlikte yeni kentsel
alanlar çeperlere doğru gelişirken, kentlerin tarihi ve geleneksel dokularında ve bu
dokulara komşu alanlarda çökmeler ve bozulmalar meydana gelir. İşte bu sürecin
yeniden yapılandırılmasına ‘kentsel dönüşüm’ denmektedir.
Kentsel dönüşüm; kentsel gelişmenin, toplumsal, ekonomik ve mekânsal olarak
yeniden ele alındığı ve kentteki sorunlu alanların sağlıklı ve yaşanabilir hale
getirilmesi için yıkıp yeniden yapma, canlandırma, sağlıklaştırma veya yeniden
yapılandırma için proje üretilmesi ve uygulama yapılmasıdır. Özetle kentsel
dönüşüm bir kentin dokusunu bozan sorunların giderilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Kentsel dönüşüm projeleri, doğru yürütüldükleri takdirde sağlıklı koşullarda
yaşamanın ve planlı şehirleşmenin sağladığı sayısız fırsatın yanı sıra gerek sosyal
dışlanmışlığı önlemede gerekse daha önceleri elverişsiz koşullarda bulunan kişilerin
kendi algılamalarını şekillendirirken daha saygın bir kimlik fırsatı sunmak
konusunda imkân sağlamaktadır(www.usak.org, 2008).
Kentsel dönüşüm; her ülkede, her şehirde, her bölgede farklı uygulamalar
gerektirdiğinden, anlam olarak bir takım değişkenlik göstermektedir. Ancak yukarıda
da yapılmış tanımıyla birlikte, genel ifadeyle “Zamanla niteliğini kaybeden, fiziksel
ve çevresel yönlerden bozulmuş ve köhneleşmiş, sosyal ve ekonomik açıdan
dışlanmışlıkla karşı karşıya olan kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik
programlarla yenilenerek/dönüştürülerek kente kazandırılması” olarak tanımlanabilir.
Kentsel dönüşüm projeleri, “yaşanabilir planlı kentlerin oluşturulması” hedefiyle
birlikte;
1) Kaçak yapılaşmış alanların yasal ve kabul edilir standartlarda konutlara
dönüştürülmesi,
61
Avrupa’da yoğun olarak altmış, Türkiye’de son otuz yıl boyunca kentlerdeki
dönüşüm ve yenilenme süreçleri ile bu süreçlere yönelik olarak geliştirilen politikalar
ve uygulamalar kentler üzerine yapılan araştırmaların odağını oluşturmuştur. Ayrıca
tüm bu gelişmeler beraberinde kentsel dönüşüm/yenileme ve kentsel yeniden
canlandırma/yeni(leş)tirme uygulamalarının farklılıklarının tartışılmasını gerekli
kılmaktadır. Buradan hareketle kentsel dönüşüm ve yeniden canlandırma kavram ve
uygulamalarına kısaca değinip aralarındaki fark belirtilecektir.
‘Kentsel dönüşüm’(urban transformation) kavramı, günümüzde kentin
gelişmesini ve bu gelişmeyi yönlendirmeye yönelik girişimleri tanımlayan en önemli
konulardan biri olarak öne çıkmaktadır. Merkezi ve yerel odaklı birçok kurum, farklı
ölçeklerdeki projeleri hazırlama ve uygulama aşamasındadır. Gecekondu alanlarının
dönüştürülmesiyle başlayıp, uluslararası kredi kuruluşlarının finansmanına ortak
olduğu büyük ölçekli yatırım projeleri kentsel dönüşüm kavramının içinde yer
almaktadır(Kayasü vd, 2009; 153). Bu kavram uygulamada ‘kentsel yenileme’
yaklaşımları içinde yer alan bir planlama ve müdahale biçimi olarak tanımlanabilir.
Kent yenilemenin altında farklı müdahale türleri vardır, fakat bunlar çoğu
zaman beraber uygulanmaktadır. Yeniden geliştirme, iyileştirme, koruma ve
canlandırma sıkça kullanılan ve farklı müdahale biçimlerini anlatan terimlerdir
(www.arkitera.com, 2008).
Kent yenilemenin altında müdahale türlerinden ilki ‘yeniden
geliştirme’(redevelopment) işlemidir. Bu müdahale türünde ekonomik bir hedef
yoktur; bir başka deyişle hedef, alanın ekonomik ve işlevsel açıdan yenilenmesi veya
canlandırılması değildir. Genellikle mevcut işlevler korunur; fiziksel yenilemelerle
bu işlevlerin daha etkin şekilde yürütülmesi sağlanır. Örneğin, eski konut alanlarında
veya ülkemizde olduğu gibi bazı gecekondu alanlarında yeniden geliştirme işlemi
yapılarak, mevcut yapılaşmaların büyük oranda yok olduğu varsayılarak, yeni bir
yapılaşma önerilir. Yeniden geliştirme müdahaleleri kent merkezlerinde de sıkça
uygulanır. Merkez işlevleri korunmakla beraber, çoğu örnekte konut, rekreasyon gibi
yeni işlevler yüklenerek kent merkezlerinde işlevsel çeşitlilik sağlanmaya
çalışılmaktadır. Bu gibi durumlarda, yeniden geliştirme müdahalesi içinde ekonomik
canlılık hedefi ön planda olmasa da, işlevsel çeşitliliğin gözetildiği örneklerde
64
yeniden geliştirme işlemi, canlandırma işleminin bir parçası olarak, yani iki
müdahale türü beraber uygulanabilir(Kayasü vd, 2009; 153).
‘İyileştirme’ işlemi, alandaki yapıların ve çevrenin fiziksel koşullarının
iyileştirilmesi biçiminde ele alınmaktadır. Çöküntü durumundaki yapılar ve çevre
iyileştirilirken, kimi yapıların işlevlerinin değişimi ile ekonomik canlılığın da
hedeflendiği örnekler vardır. Bu yönüyle, iyileştirme müdahaleleri de canlandırma ile
beraber ele alınıp uygulanabilmektedir. Bu yöntemin sosyal yapıya etkisi ise iki
farklı yönde gelişmektedir. Kentsel dönüşüm sürecine giren bölgenin halkı buradan
uzaklaştırılıp, yerine üst ve orta sınıf alıcıların yerleşmesi soylulaştırma olarak
tanımlanırken; bölge halkının burada ikamet etmeye devam etmesi haline ise zorunlu
iyileştirme denilmektedir(www.arkitera.com, 2008).
‘Koruma’ başlığı altındaki müdahale türü, tarihi, kültürel, mimari ve toplumsal
değeri olan alanların onlarla birlikte korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu
işlemin kapsamında, yapıları sadece olduğu gibi korumak değil, iyileştirmek, hatta
bu tür yapıların boşalmış ve işlevsiz olmaları durumunda bunlara uygun, müze, sergi
salonu gibi işlevler tanımlayarak canlandırmak da yer almaktadır(Kayasü vd, 2009:
154).
Kent yenilemenin altındaki bu müdahale türleri, yukarıda da bahsedildiği gibi,
çoğu zaman beraber uygulanmaktadır. Fakat bahsedilen müdahale türleri arasında,
ortak müdahale türü olarak, ‘canlandırma’ işlemi kullanılmaktadır. Bunun anlamı
‘kentsel yeniden canlandırma’ uygulamalarının anlamında yatmaktadır.
‘Kentsel yeniden canlandırma’ mekânsal boyutların yanı sıra ekonomik ve
sosyal boyutları da kapsayan bir kentsel dönüşüm/yenileme uygulamasıdır.
Kavramın tanımı gereği, sosyal ve ekonomik kapasiteyi geliştirecek, sürdürebilirliği
sağlayacak yeni iş alanları oluşturacak etkin sosyo-ekonomik programlar, kentsel
yeniden canlandırma süreçlerinin temel unsurlarıdır.
Roberts’a göre kentsel yeniden canlandırma, beş temel amaca hizmet etmek
üzere tanımlanmıştır.
1) Kentin fiziksel koşulları ile toplumsal problemleri arasında doğrudan bir
ilişki kurulması ihtiyacını karşılamak;
2) Kent dokusunu oluşturan birçok öğenin fiziksel olarak sürekli değişim
ihtiyacına cevap vermek;
65
yönlendirmekte üst ölçekli planlar yerine yerel ölçekli, bütünsel olmaktan uzak,
parçalı kentsel projeler etkin olmuştur.
1992 ile başlayan dönüşüm projeleri 2000 ile hızlanmıştır. Hemen hemen tüm
projelerde örgütlenme kamu-özel sektör ortaklığı ya da TOKİ elinde
şekillenmektedir. Amaç genellikle gecekondulaşmanın engellenmesi, konut üretimi
ve /veya kaynak teminidir. Bu açılardan değerlendirildiğinde kentin farklı
mekânlarında, farklı büyüklük ve nüfus yapısındaki alanlarda tek bir model üzerinde
dönüşümün sağlanmaya çalışıldığı açıktır. Ayrıca projelerde kamu-özel sektör
ortaklığının kullanılması yanı sıra aktif bir halk katılımının da destekleneceği
belirtilir ve bu amaçla kooperatifleşme özendirilir. Belirtilen hedefler arasında
mevcut kullanıcıların alanda kalması önemli olarak görülmekte ancak uygulama
sonrası yapılan araştırmalar bu hedefe ulaşılamadığını göstermektedir(Kayasü vd,
2009; 185).
2003 yılı itibariyle 1. ve 2. uygulama bölgesinde üst gelir grupları için 1047
adet lüks konut, gecekondu sahipleri içinse 882 adet inşa edilen sosyal konutlarda
oturan eski gecekondu sahipleriyle yapılan görüşmelerde projenin getirdiği yeni
çevresel ve sosyo-kültürel problemler dile getirilmiştir. Özellikle çocuk oyun
alanlarının eksikliği, vadide yer alan yüksek konutlar, lüks konutlarda oturanlarla
sosyal konutlarda oturanlar arasındaki kültürel farklılık, vadi çeperinde yer alan
konutlardan vadi tabanında yer alan Kültür Parka ulaşım konusunda özürlü, yaşlı ve
hamilelere yönelik düzenlemenin düşünülmemiş olması eski gecekondu sakinlerince
belirtilen sorunlardır. Parkın bakımının düzenli yapılmaması ve betonun fazla
kullanılması sonucu yeşil alanın yok edilmesi gibi konular da yine belirtilen
sorunlardandır(Kayasü vd, 2009; 210).
Ankara’da toplam uygulanan ve uygulanmakta olan 31 adet kentsel dönüşüm
projesi bulunmaktadır. Süreç Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Dikmen ve
Portakal Çiçeği Vadisi Kentsel Dönüşüm Projeleri ile başlamakta ve uygulanan
model- prestijli bir alanda rant paylaşımı esasına dayanarak girişimcilerin yapabilir
kılınması, diğer bir deyişle, kamu-özel sektör ortaklığı- diğer belediyeler tarafından
da benimsenmektedir. Özel sektörün girmediği alanlarda ise TOKİ birincil aktördür.
Özetle, kentsel dönüşümde amaç daha çok mevcut gecekondu nüfusunun
problemlerine çözüm üretmekken, neticesinde orta ve üst-gelir grubuna yönelik
70
Sonuç olarak, kentsel dönüşüm, eski binaların yıkılıp yerlerine yeni ve modern
binaların yapılmasından çok daha geniş bir değişim sürecine işaret etmektedir.
Kentsel dönüşüme gidilen yol üzerinde geniş nüfus hareketleri, son derece önemli
sosyal dönüşümler ve kent hayatının her alanında büyük sonuçlar yaşanmaktadır.
Bütün bu nedenlerden ötürü kentsel dönüşümün daha sağlıklı işleyebilmesi için inşa
sürecinin yanı sıra, siyasi, ekonomik, kültürel ve özellikle de sosyal sonuçların göz
önünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla kentsel dönüşüm projelerinin
konut inşa etme, çevre dizaynı ve insanları yeni konutlarına yerleştirmekle sınırlı
kalmaması gerekmektedir. Bu noktada ülkemizdeki kentsel dönüşüm projelerinin en
sakıncalı yanlarından bir tanesi; bu sürecin yıllar içerisinde oluşmuş komşuluk
ilişkilerinin, yani sosyal dayanışmanın ve sosyal kontrol mekanizmalarının, hesaba
katılmamasıdır.
Türk toplumu her ne kadar kentleşme sürecinde değişimler yaşasa da
komşuluk, özellikle de hemşehrilik bağları ile şekillenen bir kentleşme hüküm
sürmekte ve bu durum insanların birbirine yabancılaşmadan yaşamalarını
sağlamaktadır diyebiliriz. Elbette ki kent paydasında buluşmak yerine hemşehriliği,
akrabalığı temel alan ilişkiler üzerinden sosyal hayatı sürdürmenin eksik yanları
mevcuttur ve dolayısıyla kent insanının yaşadıkları şehirlerle özdeşleşmeleri
gerekmektedir (www.usak.org.tr, 2008). Fakat kentsel uyumun sağlanması sürecinde
dikkat edilmesi gereken bir takım hassasiyetler de mevcuttur
Türkiye’de kentsel uyumun bir kolu olarak da uygulandığı kentsel dönüşüm
projelerinin var olan değerlerin yok edildiği değil, desteklendiği süreçler olmasına
özen gösterilmelidir. Komşuluk ve komşuluk ilişkileri ile iç içe geçmiş aile ilişkileri,
toplumsal hayatta sahip olunan temel değerler arasındadır. Bu ilişkiler ağı, formel
kurumlarla oluşturulması kısa vadede çok mümkün gözükmeyen sosyal dayanışma
ve kontrol ağlarını kendiliğinden oluşturmaktadır. Bu bağların plansızlığın içinde
yok olup gitmesinin ileride ciddi güvenlik problemlerine yol açacağını kestirmek zor
değildir. Zira ülkemizde bu enformel kurumların yerine geçebilecek formel
dayanışma ve kontrol mekanizmalarının etkinliği konusunda sıkıntılar
mevcuttur(www.usak.org.tr, 2008).
Bu nedenle, kentsel dönüşüm projeleri her şeyden önce şeffaflığı ve hesap
verilebilirliği ilke edinmesi gereken, ancak bu sayede meşruiyeti olabilecek ve
72
Komşuluğu sosyal bünye analizi içinde ele alıp değerlendiren Nirun’a göre,
komşulukta birkaç faktör birleştirici rol oynamaktadır. Bu roller şöyle sıralanabilir:
“Yer, yüz yüze ilişkiler, mahremiyet, samimi konuşmak, dedikodu, fısıltı, eğlence,
boş vakitleri harcama, ortak alâkalar, kültürel bağlar, milliyet, lisan, öğrenim ve
hayat derecesi, mali seviye, ekonomik tüketim gücü, karşılıklı yardımlaşma”.
Örneklendirmek gerekirse, aynı mahalle sakinlerinin pazar yerlerinde, mahalle
bakkallarında ya da manavlarında, çocuk parklarında, otobüs duraklarında sık sık
karşılaşmaları, komşuluğun vuku bulduğu mahalle sakinlerini bir araya getiren
faaliyetlerdendir. Çocukların sokaklarda, parklarda kaynaşmalarının, ebeveynleri de
kaynaştırıcı nitelik taşıması, ev hanımlarının günlük hayatlarında komşuluk ilişkileri
yanında, aynı pazar ya da alış veriş yerlerinde karşılaşmaları da komşuluk ilişkilerine
etkide bulunan etkinlikler arasındadır(Nirun, 1991: 169).
Komşuluk, hayatın her zamanında canlılığını sürdürdüğü gibi, kendini daha da
belirgin gösterdiği anlar, dönemler vardır. Bayramlar, ölümler, düğünler, doğumlar,
kutlamalar, yolculuklar, başarılar, başarısızlıklar, yemekler, dinî ve millî önemli
günler, askere, hacca, okumaya, işe, yurtdışına uğurlamalar ve karşılamalar sırasında
komşuluk, kendine özgü kurallarını davranış haline dönüştürmeyi zaruri kılar. Aksi
halde komşuluğun informal cezaları kaçınılmaz hale gelir
(www.siyasalbirikim.com.tr, 2008).
Komşuluk her toplumda vuku bulmasının yanında her toplumun toplumsal
yapılarının farklılıkları gereği kavram ve ilişkiler anlamında farklılıklar
göstermektedir. Fakat temelde komşuluk aynı mekânı paylaşan fertlerin birbirlerine
karşı durumunun birbirleriyle karşılıklı ilişkilerinin bütünüdür.
Türk toplum yapısı özelinde komşuluğun ve ilişkilerinin manası ve canlılığı
dildeki çeşitli özlü deyim ve atasözlerine yansımıştır. “Ev alma komşu al” sözü
dilimizde en yaygın bilinen ve sosyo-kültürel manada pek çok şey ifade eden özlü
sözlerdendir. Günümüz değerleri açısından evin yahut (sanayileşme sonrası aldığı
isimle) konutun rahat, konforlu ve cazip niteliklere sahip olması vurgusunun aksine,
mekân ve insan etkileşimi içinde sosyo-kültürel, dini vs değerlerin verdiği huzuru
ifade etmektedir.
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü ise, sosyolojinin insanın insana
ihtiyaçlığının ön kabulüne benzer bir anlam ihtiva etmektedir. Dolayısıyla insan
76
toplumsal bir varlık olarak canlı sosyal ilişkilere ihtiyaç duymakta, bu nedenle de en
yakındaki sosyal akraba olarak komşuyla ilişkilerinin ayrı bir önemi
vurgulanmaktadır.
Türk toplum yapısının özellikle geleneksel dönemlerinde baskın olan komşuluk
değerleri vardır. Bu değerler Türk toplum yapısı içinde ilişkilerinin tabiatını
göstermesi yanında samimiyetine, sağlamlığına da işaret etmektedir. Borç alıp
verme, hasta ziyareti, doğum-ölüm-düğün gibi hallerde gereken maddi-manevi
dayanışma ve yardımlaşma, sevince, hüzne ortak olma, kokusu yayılan yemekten
ikramda bulunma, komşu evinin ışık ve havadan faydalanmasını engellemeyecek
ölçüde ev inşası vs dayanışma ve yardımlaşma etkileşimleri en bilindik komşuluk
ilişkileri örneklerindendir(Meriç, 2006: 18).
Nitekim yaşadığımız zaman dilimi ailenin yaşadığı kaderi komşuluğun da
benzer nitelikte paylaştığını göstermektedir. Bu kader genel tabirle, sanayileşme ve
modernleşme süreciyle birlikte değişen toplumsal değer ve yargılardır. Bu süreçle
birlikte komşuluk algısında da değişimler yaşanmıştır. Çünkü değişen iş hayatı ve
ekonomik imkânlar, öğrenim durumu, kentleşme, medya ve eğlence alışkanlıkları vs
geleneksel komşuluk anlayışında, algılamasında, beklenti ve ilişkilerinde,
komşuluğun ifasında ve temel ritüellerinde ciddi değişimler ortaya
çıkarmaktadır(www.siyasalbirikim.com.tr, 2008). Bu sebepten dolayı da komşuluk
ihtiyacı da sadece aynı mekânı paylaşan insanlar arasında yaşanan ilişkiler ağı
olmaktan çıkıp, iş, okul vb özel kurum, kuruluş ve bürokratik çevreler içinde
yaygınlık kazanmıştır.
Bu bağlamda günümüz kentsel yaşam biçiminin belirgin nitelikleri olan,
çoğunlukla, toplumbilimsel olarak, birincil ilişkilerin yerini ikincil ilişkilerin alması,
akrabalık bağlarının zayıflaması, ailenin toplumsal açıdan öneminin zayıflaması,
komşuluğun kaybolmaya başlaması ve toplumsal dayanışmasının geleneksel
temelinin zayıflaması günümüz toplumsal ilişkilerin bir ifadesi olarak
belirtilmektedir(Wirth, 2002: 101).
Kentleşme sürecinin gerekliliği olarak, farklı köken ve altyapıdan gelen üyeleri
barındıran yığın içinde akrabalık bağlarından, komşuluk ilişkilerinden ve ortak halk
geleneğinden gelen bir kuşakla beraber yaşamaktan kaynaklanan duyguların göreceli
olarak zayıflayacağı da benzer hâkim görüşlerin devamı niteliğindedir. Bu duruma
77
Her şeyden önce Türk ailesinin tarihiyle ilgili olarak aile tarihçilerinin
geçmişlerini araştırmalarını mümkün kılan sistematik doğum, evlilik ve ölüm
kayıtları bulunmamaktadır. Fakat günümüze kadar gelen yazılı kaynaklardan,
arkeolojik bulgulardan, sözlü kaynaklardan, geleneklerden vs bazı çıkarımlar
yapılmaktadır. Buna göre öncelikle Türk aile yapısına bakarken eski Türklerde ve
Osmanlı’da aile yapısı şeklinde iki dönemden bahsedilmeye çalışılacaktır. Burada
aile yapısına bakmamızın nedeni, komşuluk olgusunun aile yapısına göre şekillendiği
gerçeğindendir. Türk toplum yapısı içinde komşuluk olgusunu anlamamız açısından
aile yapısı kaynaklık sağlayacaktır. Çünkü bir toplumda aile yapısı temel, çekirdek
kurum niteliğindedir ve buna göre diğer kurumların temelinde aile yapısını
anlamlandırmak ayrı bir önem teşkil etmektedir.
Eski Türklerde aile yapısı içinde, babadan sonra aileyi anne temsil etmektedir.
Bunun için ananın yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olmaktadır. Babanın
mirası anneye kalmaktadır. Çocukların varisi odur. Türk tarihinde kadınların
hükümdarların naibi olabilmeleri veya devlet içinde büyük söz sahibi olmaları da
bundan ileri gelmektedir(Türkdoğan, 2008: 410).
Bekâret anlayışı Türklerde İslamiyet’ten önce de vardır. Türkler bakire kız için,
“kapaklığ”, yani kapalı kız demekteydiler. Eski Türklerde evin sahibi kadındır:
Bundan dolayı, ev kadını için söylenen en yaygın söz de evcildir. Göktürklerde ise eş
denmektedir. Osmanlıların “evdeş” ve Çağatay Türklerinin “evlik” sözleri de bu
döneme uzanıp anlam kazanmaktadır. Bunun gibi, seki Uygurlarda da evlenmeğe
“kavuşmak” denmektedir. Bunun yanında Anadolu’da evlenmek, bir duman
kurmaktır Günümüzde nişan yüzüğü, beşik kertme, saçı, eşik, düğün bayrağı,
sağdıçlık, yenge ve benzeri kültür kalıpları tümüyle eski Türk geleneğini
yansıtırlar(Türkdoğan, 2008: 410).
Kalın ve başlık ise Türk ailesinin temel sigortasıdır. Ancak, kalın, başlık
değildir. Kalın, babanın oğullara, evlenme “pay”ıdır; başlık ise, evlenme sırasında
kız ailesine verilen bir hediye şeklidir. Baba malından, kızlara bir pay düşüyorsa bu
da kızın çeyizidir. Kalın, bir süt hakkı ve bir hibedir. Göktürk yazıtlarında, “kız”
sözünün başka bir karşılığı da “pahalı” demektir. “Süt hakkı”, “kemik hakkı”, “ana
be”, “bacı yolu” gibi anlamlara gelen kalın, kızlarının oğlan evinde basılıp, köle
81
haline gelmemeleri için verilirdi. Birçok Türk, kalın miktarının az tutulmasına dikkat
ederlerdi(Türkdoğan, 2008: 409, 410).
Eski Türklerde aileye bişuk/böşük yani beşik denmesi akraba, çocuk beşiği gibi
anlamlarla karşılanmaktadır. Kısacası, eski Türklerde aile, içinde çocuğun sallandığı
beşik kavramıyla karşılanmaktadır ki, bunun anlamı, hem ailenin çocuk da dâhil
(ana-babadan) ibaret bulunması hem de ailenin ilk çekirdeğini teşkil
etmesidir(Türkdoğan, 2008: 415).
Evliliğin anlamı, neslin devamlılığı ilkesini benimsemektedir. Bu da ancak aile
yaşantısıyla sağlanabilir ve Türkler arasında nikâhsız evlilik söz konusu değildir.
Aile yaşantısı içinde ise kadının ayrı bir önemi ve yeri vardır. Dede Korkut
destanında, kadınların sosyal statüleri yüksektir. Birden fazla evliliğe bir işaret olsun
yoktur. Her bir kahramanın bir kadını vardır. Aynı şekilde kadınlar da zina diye bir
şey bilmezler.
Bu örnekler, Eski Türklerde evlilik ve aile kavramlarının önemi hakkında
gerek mitolojik gerekse seyahatnameler, anıtlar ve arkeolojik nitelikteki belgesel
kaynaklara dayanarak yapılmış yorumlardır. Burada üzerinde durulması gereken iki
önemli husus vardır. Bunlardan ilki, “aile” ikincisi de “evlenme” biçimleridir.
Evlenme ve aile, gerçekten farklı kurumlardır ve kesinlikle birbirlerinden ayrı olarak
düşünülmelidir. Bu nedenle evlenme, iki zıt cinsiyet arasında toplumsal olarak
düşünülen bir birliktir. Böylece, evlenme gerek kadın gerek erkek, gerekse erkek
veya kadın tarafından aile yapısına bir seri yeni akrabaların kazanılmasını sağlar.
Aile, ancak zıt cinsiyetler arasındaki evlenme denilen sosyal birliğin sağlanması
sonucu gerçek kimliğini kazanır. Görülüyor ki, ailenin önemi, her şeyden önce,
birçok sosyal bilimcinin de belirttiği gibi, “insanın cinslere göre ayrı ayrı oluşu”
ilkesinden kaynaklanmaktadır(Türkdoğan, 2008: 421).
İslamiyet’le birlikte, Türk toplum yapısında önemli dinamik değişmeler
olmuştur. Bunların en önemlisi yeni bir dini sistemin –Şamanist geleneklerle de
örgütlenmiş olan- eski dini anlayışı yerinden söküp atmış olmasıdır. Böylelikle
sosyal kurumlar, özellikle aile kimliği geniş çapta İslami normların etki alanına
girmiştir. Eski Türklerde rastladığımız evlilik seremonileri, aile yapısıyla alakalı
gelenek ve görenekler İslamiyet’le uyum sağlamış ve niteliklerini korumuştur. Bu
oluşumda Eski Türk kültür kodlarının etkinliği önemli rol oynamıştır. Divan-ı
82
Lugati’t-Türk’te ”il veya vilayet bırakılır, töre bırakılmaz” sözü önemli bir kural
olarak benimsenir(Türkdoğan, 2008: 422–424).
Türk tarihinde Karahanlılar çağı, Türk kültürünün İslamiyet’e geçiş çağıdır.
Özellikle, İslamiyet’e geçiş döneminde Dede Korkut, önemli bir kaynaktır. Dede
Korkut dilinde ozan der ki: “Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur, birisi
dolduran toptur, birisi evin dayağıdır(desteği), biri ne kadar dersen bayağıdır…”
Bunlardan tercihe şayan olanı ‘evin desteği’dir. Zira bu kadın, evin desteğidir, kırdan
yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmazsa onu yedirir, içirir, ağırlar. Ayşe,
Fatma soyundandır. Ailelerde bu tür kadınların çocukları yetişsin, ocak bu kadınlarla
dolsun denir. “Solduran sop”, harabati veya israfçı kadını; “dolduran top”,
dedikoducu kadın tipini; “bayağı kadın” ise, erkeği mahcup eden, bir şey vermeyen
ve “Nuh Peygamberin eşeği” tipindeki kadındır. Görülüyor ki, ailede kadın geri
plana atılmış değildir, aksine yuvayı yapan veya yıkan bir sosyal ve ekonomik
göreve sahiptir. Dirse Han’ın kadına olan değer yönelimi şöyle belirtilmiştir. “Beri
gel başımın bahtı evimin tahtı…” Bunun gibi, toplantılarda kadın da serbestçe
görüşlerini belirtmekte ve yönlendirici rol oynamaktadır(Türkdoğan, 2008: 422–
424).
Osmanlı toplum yapısı Türk toplum yapısı açısından baskın bir dönemi
kapsamaktadır. Osmanlı aileleri tıpkı bir diğer Akdeniz toplumu olan Bizans’taki
gibi çekirdek aile nitelikleri taşımıştır. Çok çocuklu aile sayısı kentte pek az, kırsal
bölgede ise daha yaygındır; fakat Akdeniz bölgesinde ailelerin tarih boyunca aşırı
çocuk sayısına ulaşmadığı görülmektedir. Özellikle Müslümanların az çocuklu
olması doğum oranının azlığından değil, ölüm oranının çokluğundan kaynaklandığı
anlaşılmaktadır(Ortaylı, 2007: 82, 83).
Fakat günlük yaşam ve üretimde Osmanlı ailesi, çekirdek ailenin yaşam
kalıplarından çok “büyük aile”nin yaşam ve üretim kalıplarına uymaya meyillidir.
Geleneksel şehir ve köylerde çekirdek aile, hayatın sürdürülmesi için uygun bir aile
tipi değildir. Ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarının hazırlanması, kırsal alandaki
işbölümü, ailenin güvenliğinin sağlanması bakımından üç kuşağın bir arada
barınması gerekir. Bu, kültür mirasının aktarımı için de gereklidir. Hanenin reisi olan
yaşlı erkek ölene dek hanenin dağılmaması gerekliliği hâkimdir.
83
Stirling’in işaret ettiği gibi (Stirling’den Aktaran: Duben, 2006: 125), babanın
bunaması halinde, hane meseleleri konusunda karar verme yetkisi en büyük oğla
geçebilmekteydi. Ancak, baba, sadece sembolik de olsa, meşru otoritenin nihai sahibi
olarak kalıyordu. Oğul kaç yaşında olursa olsun, geleneksel olarak babasına aşırı
saygı göstermek zorundaydı(Duben, 2006: 126, 127). Bu durumun etkisi günümüzde
de bir şekilde varlığını sürdürmekle beraber Türk aile yapısında Batı ve Orta
Avrupa’daki uygulamanın tersine, Türkiye’de yaşlıların bir köşeye çekilmesinin pek
söz konusu olmadığını göstermektedir.
Genellikle hane halkının ikamet ettiği bina tipleri de birkaç kuşağı
barındırmaya müsaittir. Avlu etrafında yer alan odalar veya küçük binalarda geniş
aile bireyleri yaşar; aile içi eğitimde çocukların eğitimi kuşaklar tarafından yerine
getirilir, tüketime yönelik malzeme yiyecek, giyecek birlikte üretilir, hane, bir sosyal
ünite olan mahalle ile organik bir bağ içindedir(Ortaylı, 2007: 4).
Osmanlı ailesinde çocuk, babanın hukuki denetim ve velayeti altındadır. Fakat
çocuğun eğitimi aile içinde ön planda anneye ve büyükanneye aittir. Eğitim Osmanlı
toplumunda her din mensubunun önem verdiği kurumdur. Tanzimat’a kadar her
dinin zümresi, çocuklarının ilk eğitimini kendi örgütleyip kurmuştur. Çocuk
eğitimden sonra dükkân çırağı olabilir, medrese veya sultaniyeye devam edebilir
veya Tanzimat’ın birçok büyüğünün hayatında rastladığımız gibi Babıâli
kalemlerinden birine çırak(kaleme çırak olmak) olarak girer; başarırsa maaşa geçer,
memur olur ve yükselebilirdi(Ortaylı, 2007: 4).
Çocuğa ilk verilecek eğitim dinidir. Ayrıca toplumsal kültüre uyumunu
sağlayacak iki davranışın, itaat ve edebin öğretilmesi önemlidir. Her dini topluluk bu
eğitimi kendi sağlamıştır. (Ortaylı, 2007: 84). Osmanlı’da eğitim rekabetçi ruhtan
uzak paylaşımcı bir geleneğe dönük nitelik taşımıştır.
Osmanlı aile yaşamında farklılıklar dini olmaktan çok bölgeseldir, hatta etnik
olmaktan çok coğrafidir. Osmanlı’da her fert doğumuyla dini cemaatinin içindedir.
İslam’da cemaat, temelde, ortak bir coğrafi bölgede yaşıyor olmaya değil, ortak bir
inancı paylaşmaya işaret eder. Cemaat, ortak bir manevi, normatif yapıya dayanan
öz-bilinç sahibi toplumsal bir birimdir(Duben, 2006: 27). Cemaatin her bir ferdi
cemaat hayatının kurallarına, kendi dini cemaatinin ruhbanının telkinlerini takibe ve
uymaya mecburdur. Ferdin doğumu, evliliği gibi ölümünde terekesinin taksimi de
84
Millet sözü Osmanlı’da dini bir aidiyeti ifade eder. Bu kavramı bugünkü
“nation” anlamında kullanmak, son asırda yani 19. asırda batılılaşan Türk
tefekkürünün getirdiği bir kullanım biçimidir. Osmanlı nizamında fert doğduğu
millet kompartımanının içinde o cemaatin ruhani, mali, idari otoritesine bağlı olarak
yaşar, ancak ihtida ederse bu kompartımanı değiştirirdi(Ortaylı, 2007: 8).
Millet kompartımanına mensup olan kimse; modern toplumdaki azınlığın
aksine bazı davranış ve tutum sergilemektedir. Bu aidiyet fertlere aile, sülale ve
cemaat içinde bir güvenlik ve hatta vekar verir. Kendi toplumsal grubu içinde kendi
ananesi ve babadan oğla sözlü kültürü içinde yaşar.
Bu millet kompartımanları, cemaatleri arasında ilişki azdır, çatışma azdır, fakat
gerilim devamlı vardır. Buna karşılık modern toplumdaki azınlık ferdi gibi çevre ile
didişme, kimlik ispatı, asimile olma (çoğunluk tarafından emilme) veya asimilasyona
kaşı direnme dolayısıyla çatışmacı davranışlara girme gibi tutumlar söz konusu
değildir. Kısacası açık toplum denen asri(çağcıl, modern), sınaî(sanayileşmiş)
cemiyetteki gibi gruplaşmalar ve rekabet gelişmemiştir. Cemiyet hayatında
kozmopolit elitin içine girme için rekabet ve çekişme eğilim ve davranışları, Osmanlı
cemiyetinde son asırdaki uluslaşma ve modernleşme ile başlamıştır. 19. asırda her
dinden bir grup genç imparatorluğun eğitim müesseselerinde bütün diğer, yükselmiş
ve Osmanlı seçkinleri içinde yer almışken; bir grup bu sürecin dışında kalmış, ulusçu
akımlar ve çatışmalara katılmıştır. Diğer kalabalık üçüncü grup ise asırlardan beri
sürdüğü hayatı köylü ve şehirli zanaatkar ve esnaf olarak devam ettirmiştir(Ortaylı,
2007: 9).
Tanzimat dönemi Osmanlı toplum yapısının modernleşme, Batılılaşma
anlamında hukuki birçok değişikliklerin yapıldığı dönemdir. Esasında Tanzimatla
birlikte idarede dönüşüm amaçlanmıştır. Buna karşılık ne toplum ne de aile ve birey
dönüştürülüp değiştirileceği düşünülmemiştir. İslam toplumu ve devlet yapısı içinde,
nazari olarak ve çoğunlukla fiiliyatta aile ve bireyle ilgili hüküm ve ritüeller
mevcuttur. Ancak Tanzimat döneminde çoğunlukla asayişi ve düzeni sağlayan
tedbirlerin ötesinde; 19. asrın modern devleti ailenin iktisadi, kültürel yapısını
sağlamlaştırmayı, gençlerin eğitimini yönlendirmeyi, çocuk ve zevcenin hukukunu
korumayı vazife edinmiş ve buna yönelik tedbirler almak istemiştir(Ortaylı, 2007:
86
117). Dolayısıyla bürokrasinin en son ilgisini çeken alan aile olmasına karşılık aydın
sınıf o alanla daha yoğun olarak ilgilenmiştir.
19. yy.da alınan kararlarla, çocuğun eğitim yaşı büyümekte, böylelikle ailenin
yanında toplum, küçük ferdin şekillenmesine el atmaktadır. Çocuk yuvası, 19. yy.la
ortaya çıkmasına karşılık genel itibariyle 20. yy.ın bir sistemidir. Bu başlangıç
hareketi günümüze dek geliştikçe bugünkü çalışan geniş kesimin çocukları, artık
geleneksel ailenin sıcak ortamından çıkarak kitle eğitimi almaktadır; küçük fertler
“yuva”larla anonim terbiye ortamına girmekte ve hayatla bütünleşmektedir. Bu
duruma göre çocuk geniş bir muhitte -çalışan ebeveynin, anonim bakımın (yuva),
televizyonun olduğu muhitte- büyümüş olmaktadır. Günümüzde de çocuklara
mahsus bir dil/sevgi içeren hitap biçiminin ve bundan oluşan bir folklor tarihinin
eksikliği bu dönemlere bağlanabilir
Buna karşılık Osmanlı geleneksel toplumun çocuğu anaokulunda değil,
mahallelerde akraba ve komşular arasında toplumsallaşmıştır. Rekabetçi bir ortamda
büyümemiştir. Bundan dolayı da Avrupa’daki gibi dağınık ve eğitime ayak
uyduramamasıyla sokağa ve buhrana düşmemiştir çocuk. (Ortaylı, 2007: 93).
Osmanlıda Tanzimat’la başlayan uygulama, esasında laikliğe doğru bir gidiştir,
ama çelişki ve karışıklığın da büyümesine neden olmuştur. 19. yy düşünür ve
yöneticisi gerekli reformları yarı İslamcı ve yarı Batıcı bir dilemma içinde yürütmeye
çabalamaktadır. Klasik dönemde her sınıf, halk ve dini grupta, tamamıyla dini
eğitimin hâkim olduğu Osmanlı İmparatorluğunda, 19. yy başından itibaren orduda
ve mülki idaredeki modernleşme dolayısıyla, laik niteliğe yakın modern eğitim veren
okullar kurulmuş ve bunlar dini eğitim kurumlarının yanı başında, onların aleyhine
yayılıp gelişmeye başlamışlardır(Ortaylı, 2007: 123, 124).
Tanzimat devri boyunca ailenin geçirdiği sosyal değişim, hukuki değişikliklere
paralel olarak ilginç aşamalar gösterir. Evlenme, boşanma, miras konusunda getirilen
bazı değişiklikler, çarpıcı boyutlara ulaşır. Kuşkusuz bu değişikliklerin coğrafyası
sınırlıdır. Osmanlı toplumunda kadın ve erkeğin hayatında geleneksel ailenin
oluşturduğu kapalı çevreye has değerlerden de sapmalara rastlanmaktadır(Ortaylı,
2007: 125).
Tanzimat dönemi boyunca değişimden bahsederken bu değişimin en çok
imparatorluğun başkenti İstanbul çevresinde yaşandığını belirtmekte fayda vardır.
87
Aynı şekilde Batılılaşma sürecinde görünürde pek çok şey değişmesine rağmen,
birçok şeyin de değişmeden kaldığını kabul etmek gerekir. Bu dönem hakkında
ailelerin günlük yaşamlarında tam olarak ne gibi yenilikler olduğunu bilmek pek
mümkün değildir. Fakat bilindiği, yorumlandığı kadarıyla, aile büyüklüğünde önemli
bir değişiklik olmadığı halde aile içi ilişkilerde bazı kayda değer değişiklikler
olmuştur. Kadınlarda evlenme yaşının 19’dan 23’e yükselmesi ve böylece karı
kocanın yaşça birbirine yaklaşması, çiftin aralarında arkadaşça bir ilişki oluşması için
demografik bir zemin teşkil etmiş, ayrıca yaşları eskiye oranla daha büyük olan
çiftlere daha olgun bir ilişki olanağı sağlamıştır(Duben, 2006: 151).
Nisbi olarak artan refah sonucu azalan çocuk sayısı ve hatta çocuk düşürme
fiili ana babaların çocuklarına daha fazla duygusal, ekonomik yatırım yapmalarını
sağlarken; aynı şekilde ana babalar çocuğun yetişmesine ve bilhassa eğitimine daha
fazla önem verdikçe de az çocuk yapma eğilimi ortaya çıkmıştır(Duben, 2006: 152).
Dönemin belki en çarpıcı oluşumlarından birisi, ailenin sembolik dünyasında
meydana gelen değişikliklerdi. Zaten Osmanlı modernleşmesinin ilginç yanı da, bazı
halde muhtevadan çok şeklin değişmesidir. Ev içinde adab-ı muaşeret bunun en
önemli göstergelerinden biridir. Bu durum en belirgin olarak ailenin merkezi olan
sofrada görülmekteydi. Yemek tarzında radikal bir değişiklik yaşandı: Yerdeki
siniden masaya, el ve kaşıkla yemekten çatal bıçağa, müşterek tabaktan herkesin
kendi tabağında yemesine kadar. Yemekle birlikte değişen giysilerin, gittikçe
alafrangalaşan iç dekorlar ve ev düzenlerinin de benzer işlevleri vardı. Dönemin
belki de en önemli kültürel söylemi yaşanan medeniyet ikileminin çevresinde
dönmekteydi: Alaturka ve alafranga, eski ve yeni. İkiliğin merkezinde ise aile
vardı(Duben, 2006: 153).
Bu değişimleri her geçen zaman başka değişimler izlemiştir. Cumhuriyet’e
gelindiğinde başta köklü rejim değişikliği olmak üzere pek çok alanda Batının
hukuksal sistemi kanunlaştırılmış oldu. Cumhuriyet öncesi aile ve kadın haklarıyla
ilgili alınan kararlar veya yasalar da, temel hareket noktası olarak Batılı norm ve
değerler doğrultusundayken, cumhuriyet rejimi sonrası laikleşme kimliğini
yansıtmaktadır. Cumhuriyet döneminde, 1926 Medeni Kanunun kabulüyle kadının
statüsünün yükselmiş ve erkekle eş değer bir kimlik kazanmış olması da bu dönem
içinde göze çarpan değişikliklerden biridir. 1950’li yıllar savaş sonrası ve çok partili
88
Modern dünyada ise sokak artık işlevi sorgulanabilir bir kent birimi haline
gelmiştir. Kentleşmeyle birlikte sokaklar yalnızca gidilen (yahut gelinen) işleve sahip
olmuşlardır(Korat, 1997: 7).
Oysa sokaklar genelde toplumların özelde de kentlerin tarihsel sosyo-kültürel
izlerini taşımalıdır. Çünkü ancak bu tarihsel değerlerle sokakların günümüz modern
yapıları olan apartmanlara ve bulvarlara tahammülü daha kolay olabilir(Korat, 1997:
51).
Sokaklar ve bağlı olduğu mahalleler ayrılmaz bir bütünlük taşırlar. Dolayısıyla
mahalle kültürü mahalle ilişkilerinin akıp gittiği sokakta vuku bulur. Sokak da
mahalle içinde anlam bulur.
Mahalle, toplumun ve toplumsal ilişkilerin akıp durduğu mekânsal
örgütlenmedir. Mahalle hayatın belli bir akış içinde sürdüğü ana kentsel mekânlardan
biridir. Fiziki bir birim haliyle mahalle, kent yönetimim skalasında belli bir yere
sahiptir. Mahalle, sınırları cadde ve sokaklarla çizilen ve bir merkeze sahip olan
yerleşim türüdür. Ancak mahalle aynı zamanda toplumsal bir birimdir. “Mahalle
yalnızca bir idari kategori değildir. Ortak kültüre sahip bir cemaat yaşamını da ifade
etmektedir. Cemaatler bazı durumlarda aynı dini inancı ve etnik kökeni taşıyan
kimselerden oluşmuştur. Ama esas olan, mahalle cemaatlerinin farklı toplumsal
tabaka, zenginlik düzeylerine ve mesleklere sahip kimseleri aynı çatı altında toplamış
olmasıdır”(Ayata’dan Aktaran: Alver, 2000: 151).
Mahalle kavramı geleneksel toplumda belli anlamlar içerir; içgüdüsel değildir,
dinî ve kültürel unsurlar onun teşekkülünde rol oynar. Her bir evin diğer evlere
erişimi ve beşeri seyyaliyeti kolaydır. Sosyal akışkanlık özel bir külfeti
gerektirmemekte, mahalleler arasındaki iletişim, ulaşım ve beşeri seyyaliyet canlılık
sergilemektedir. Bir mahalleden öbür mahalleye geçiş adacıklar arasındaki yolculuğa
benzemez, sadece kültürel çizgi, renk ve ton farkına işaret eder. İnsanın dünya
hayatını "sükûn" içinde geçirdiği evi "mesken" kılan ruhundaki "sekine"dir. Sekine(t)
insanın müteal/aşkın olanla ilişkisinin yoğunluğu nispetinde tahakkuk eder, huzur
verir. Her mesken, mahremini koruyarak ortak avluyla diğer meskenlerle ilişki
içindedir. Mesken (ev) avluya, avlu sokaklara, sokaklar mahalleye, mahalle şehre,
şehir tabiata, tabiat kâinata açılır. Şehir; mahalle, sokak ve avlu üzerinden meskenin
93
tasdik ettiği fiili bir beraberliktir. İmam nikâhı bir ritüeldir, duadır. Şer’iyye
sicillerinde kadının talebi ile boşanma davaları vardır. Evlilik kaydına, nikâh akdine
pek rastlanmaz ama ahalinin şahitliği, kabulü yeterli olmaktadır(Ortaylı, 2007: 24,
25).
Özellikle geleneksel Osmanlı mahallesinin örgütlenmesinde ve yapılaşmasında
cemaat hâkim bir yapı olmaktadır. Cemaat dini kimlikle birlikte mahallenin
toplumsal imgesini oluşturmaktadır. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik; Türk,
Ermeni, Rum gibi doğrudan din ve milliyete izafe edilen yapıyı adlandırmak üzere
kullanılan cemaat, mahalleye eklemlenerek bir bellek, aidiyet, ortak bir kültür ve
ortak bir hayat tarzına işaret etmektedir. Bundan ötürü mahalle, ortak değerler
sistemine ve kültürel bütünlüğe dayalı köklü bir toplumsal aidiyet zemini
olmaktadır(Işın’dan Aktaran: Alver, 2007: 59).
Osmanlı Mahallesi geleneksel kentin bir kesimidir; yani kapalı bir cemaatin
yerleşmesi olarak kendini gösterir. Mahalle bir içtimai kültürel birimdir. Aynı
dinden, insanların genelde bir sülale veya yerleşen aşiretin mensuplarının veya
sürgünle gelen hemşehrilerinin veya İstanbul ve bazı şehir mahallelerinde olduğu
gibi birbirini tanıyan ve birbirine kefil olan hanelerden oluşur. Bu sonuncusu önemli
bir müessesedir. Zira mahalle ve köy halkının birbirine yabancılaşmış hanelerden
oluşmasını önler; mahalle bir birimdir, birey ailesi gibi yaşadığı mahalle sekenesinin
de bir üyesidir(Ortaylı, 2007: 18).
Geleneksel Osmanlı şehirlerindeki mahalle; sınıf ve statü farklarının
biçimlendirmediği bir fiziki mekândır. Bir paşanın konağının karşısında, basit bir
evkaf kâtibinin aşıboyalı küçük evi, İlmiye ricalinden bir efendinin kâşanesinin yanı
başına, mahalle suyolcusunun kulübesi bulunur. Bütün bu insanlar birbirleriyle her
gün karşılaşır, etiket farklılıklarına rağmen muhatap olurlar. Orada dinsel farklılık
hariç, dil ve etnik farklılık önemli değildir; imparatorluğun her sınıf ve her
bölgesinden insanlar belirli kurallar ve etiket çerçevesinde birlikte yaşarlar. Mahalle
mescidi ve kahvehane bir toplantı ve tartışma mahalli olup kamuoyunun oluştuğu
merkezlerdendir(Ortaylı, 2007: 18, 19).
Anane Osmanlı Mahallesi ve köyünde bütün gücüyle yaşar. İstisnaları dışında
her mahalle münhasıran bir cemaatin konut alanıdır; bir köyde iki ayrı dini cemaat
yan ayna yaşıyorsa, mutlaka mahalleleri ayrıdır ve arada görünmez bir duvar vardır.
95
diğer mahallelilerden kısmen daha iyi durumdadır. Seçilen mahallelerden diğer ikisi
Keçiören İlçesine bağlı Atapark ve Kuşcağız mahalleleridir. Bu iki mahalle de kent
merkezine kısmen uzak olup, gelir durumu görece daha aşağıdadır.
Araştırma açısından önemli olan değişkenlerin başında “gecekonduda oturma”,
“kentsel dönüşümle birlikte toplamda mahallede oturma süresi” ve “oturma süreleriyle
bağlantılı olarak komşuluk ilişkileri” gelmektedir. Bu değişkenler kentsel dönüşüm
öncesi gecekondu mahalleleriyle şimdiki apartman mahalleleri arasındaki süreyle
bağlantılı olarak komşuluk ilişki düzeyini göstermektedir
Tablo–1: Cinsiyet
Cinsiyet Sayı %
Bayan 221 55,3
Erkek 179 44,8
Toplam 400 100,0
Hayır Sayı 7 10 19 32 68
Mahalle İçinde % 7,0 10,0 19,0 32,0 17,0
Sayı 0 1 0 0 1
Cevapsız
Mahalle İçinde % 0,0 1,0 0,0 0,0 0,3
Sayı 100 100 100 100 400
Toplam
Mahalle İçinde % 100 100 100 100 100
Mahalle bazında (Tablo-8 bkz) ise göreli olarak diğer mahallelere göre kentin
merkezine daha yakın iki mahallede (Cevizlidere 19 kişi, Birlik 32 kişi),
gecekonduda oturmayanlar diğerlerine göre (Atapark 7, Kuşcağız 10 kişi) daha
fazladır. Bilindiği üzere kentlerin yoğunluğu ticaret, alışveriş, eğlence gibi
etkinliklerin etrafında artmaktadır. Kent merkezleri de spontane bir biçimde bu
faaliyetlere yakın yerler olmaktadır. Merkeze yakın mahalle olarak nitelediğimiz
Cevizlidere ve Birlik mahallerinde de toplumsal manada farklılaşmaların daha fazla
olması beklenen bir durumdur.
Deneklerin büyük çoğunluğu bulundukları mahallede on yıldan uzun süredir
oturmaktadırlar. Bulundukları mahallede beş yıldan daha az süre oturanlar % 24,8, 5-
9 yıl arası oturanlar % 12,5, on yıldan fazla oturanlar ise % 62,8’dir (10-19 yıl %
20,8, 20-29 yıl % 12 ve 30 ve üzeri yıl oturanlar ise % 30). 30 ve üzeri oturanların
diğer oturma sürelerine göre daha fazla olması seçilen örneklemin aynı mahalle
içinde gecekondudan gelmesine özen gösterilmesindendir.
105
mahallelere göre bu olanaklardan daha yoksun bir muhit olması, denekleri bu cevaba
yönlendirmiştir diyebiliriz. Cevizlidere’de ise insanların büyük kesiminin çalışıyor
olmasından dolayı merkezi bir yer olarak Cevizlidere’yi tercih ediyor olmaları % 26
oranını desteklemektedir.
Mahalleyi önemli kılan etkenlerden biri olan lüks evler incelendiğinde, lüks
evleri çok önemli bulanların sadece % 24,3 olduğu görülmektedir. Kısmen önemli
olduğunu düşünenlerin oranı % 40,8 iken, önemli olmadığını düşünenlerin oranı %
33,5’dir.
Mahalleyi önemli kılan etkenlerden biri olan pazar, mağaza gibi imkânlar
incelendiğinde, bu imkânları çok gerekli bulanların % 58,3 olduğu görülmektedir.
Kısmen önemli olduğunu düşünenlerin oranı % 27,8 iken, önemli olmadığını
düşünenlerin oranı % 12,5’dir.
belirgin bir şekilde ilk sırayı almaktadır (ilkokul mezunları % 53,4, ortaokul
mezunları %52,9). Lise ve üniversite mezunlarının ise en sık görüştükleri kişiler
arasında iş ve okul arkadaşları belirgin bir şekilde ilk sırayı almaktadır (lise
mezunları % 40,3, üniversite mezunları % 79,9). Bu durum eğitim seviyesi arttıkça
ve dolayısıyla sosyal çevre farklılaştıkça, iş-çalışma pratiğinin de devreye girmesiyle
mahallede gerçekleşen paylaşımının azalmasıyla açıklanabilir.
Diğer bir komşularla görüşme sıklığı sorusuna yanıt olarak, komşularıyla her
gün görüştüğünü belirtenlerin oranı % 24,3, komşularıyla haftada birkaç kez
görüşenlerin oranı % 30,3, komşularıyla ayda birkaç kez görüşenlerin oranı % 12,8
ve komşularıyla rastgeldikçe görüşenlerin oranı % 32,8 düzeyindedir.
Kısaca çoğunlukla rastgeldikçe ve haftada bir ya da birkaç kez şeklinde cevap
verilmiştir. Her gün görüşenler Atapark’ta (Tablo–91 bkz), haftada bir ya da birkaç
kez ve ayda bir ya da birkaç kez görüşenler Cevizlidere’de, rastgeldikçe görüşenler
ise Kuşcağız’da yoğunlaşmaktadır.
120
Sık görüşülen komşularla tanışma şekli daha çok yakın dairelerde olması
yanında ikinci olarak da eski komşusu hasebindendir. Mahalle bazında eski
komşularla sık görüşenler Cevizlidere’de yoğunluktadır. Buna karşılık yakın
dairelerde oturan komşularla görüşme Kuşcağız’da çoğunluktadır.
Dolayısıyla yeni kentsel dönüşüm mahallesinde komşular hem nüfus olarak
hem çeşitlilik olarak artmıştır. Eski gecekondu mahallesi sakinleri ise, ya artık başka
yerde oturmaktadır ya da yeni mahallelerinde azınlıkta kalmaktadır.
gecekondudayken daha fazla komşu ile görüşüyor olmaktan dolayı daha fazla
alternatif olmasından kaynaklanmaktadır.
Aynı değişken gecekondudayken de aynı eğilimin olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla komşuluk ilişkileri bir bakıma anlaşmaya bağlı olduğundan yaş yakınlığı
bu anlamda önemli olmaktadır. Daha küçük yaşlara karşılık daha büyük yaşlarla
kurulan komşuluk ilişkileri ise olgun kimselere danışma, onlardan yardım alma
pratikleriyle açıklanabilir.
Gecekondudayken en sık görüşülen komşunun yaşını mahalle bazında
incelediğimizde belirgin bir farklılık gözükmemektedir.
diyenlerin oranı % 17,3, ‘çok nadir olurdu’ diyenlerin oranı % 22,8 ve ‘nerdeyse hiç
olmazdı’ diyenlerin oranı % 21,5 düzeyindedir.
komşuluk ilişkisi çevresinde sorun yaşanıyor olsa bile bunun evden taşınmaya neden
olma ihtimali düşüktür.
Anlaşmazlık durumunda ev veya mahalle değiştirip değiştirmedikleri hususunu
eğitim durumu bazında incelediğimizde (Tablo-110 bkz), değiştirmediklerini fakat
böyle bir durum olduğunda değiştirebileceklerini söyleyenlerin oranı ilkokul
mezunlarında % 12,6 iken üniversite mezunları arasında % 40,6’ya çıkmaktadır.
8,5, ‘çok nadir’ diyenlerin oranı % 10,5 ve ‘hiç katılmıyorum’ diyenlerin oranı ise %
73 düzeyindedir.
Tatil veya gezi etkinliklerine katılım düzeyini mahalle bazında incelediğimizde
belirgin bir farklılık gözükmemektedir.
Akşam veya ikindi çayı görüşmeleri genel olarak tüm mahallelerde birbirine
yakın değerler içermektedir. ‘Genellikle’ akşam veya ikindi çayında görüştüklerini
belirtenler Atapark mahallesindedir.
Günümüz kentinin eğlence kültürü içinde yer alan sinema, konser ve tiyatro
etkinlikleri komşularla beraber katılımda tüm mahalleler içinde ‘çok nadir’ ya da
‘hiç’ sıklığı şeklinde yoğunlaşmaktadır.
Tablo–74: Memleket
Memleket Sayı %
Adana 2 0,5
Aksaray 1 0,3
Amasya 7 1,8
Ankara 125 31,3
Antalya 2 0,5
Ardahan 5 1,3
Artvin 1 0,3
Artvin 4 1,0
Bolu 1 0,3
Bursa 2 0,5
Çankırı 21 5,3
Çorum 9 2,3
Denizli 2 0,5
Erzincan 5 1,3
Erzurum 15 3,8
Eskişehir 1 0,3
Gaziantep 1 0,3
Giresun 3 0,8
Isparta 1 0,3
İstanbul 4 1,0
Karabük 1 0,3
Kars 21 5,3
Kayseri 4 1,0
Kırşehir 5 1,3
Konya 9 2,3
Malatya 5 1,3
Mersin 2 0,5
Nevşehir 2 0,5
Ordu 2 0,5
Samsun 15 3,8
Sivas 24 6,0
Tokat 11 2,8
Trabzon 6 1,5
Yozgat 11 2,8
Cevapsız 70 17,5
Toplam 400 100,0
151
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Nihayetinde, kent insan birlikteliklerinden doğmuştur. Başka bir ifadeyle insan
birlikteliklerine duyulan ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Her dönem kent farklı
değişimler geçirse de temelinde yatan insan birlikteliklerine duyulan ihtiyaç kentin
varlık sebebi olmuştur. Bu birliktelikleri sosyo-kültürel, dini, ekonomik, siyasal
birçok kurumların etkileşim alanı demektir. Araştırmamızın konusu olan komşuluk
ilişkileri de böyle bir etkileşim alanından ortaya çıkmıştır.
Kent bu birlikteliklerle doğduğu gibi bu birlikteliklerin şekillenmesinde de
önemli role sahiptir. Kent ortamı, öznesi insanla, çeşitli sosyo-kültürel, ekonomik,
siyasal kurumların hem fiziksel yapılarını hem de kültürel pratiklerini barındırır. Bu
yönüyle kent girift ve farklı kültürel, fiziksel yapıların toplamıdır. İnsanın yapıp
etmeleriyle fiziksel ve kültürel varlık kazanan kent, diğer yandan da insanı
etkilemektedir. Bundan dolayı insan ve insan birliktelikleri gerek kent ortamının
öznesi olması yönüyle gerek kentin sosyo-kültürel, ekonomik, siyasal vs havasından
ve mekânsal yapılarından etkilenmesi yönüyle toplumsal olguların temelini
oluşturmaktadır.
Buradan hareketle insan birlikteliklerinin temel ilişki ağlarından biri olan
komşuluk olgusunun özellikle günümüz kent yapılaşması içinde ne düzeyde olduğu
yaptığımız araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye tarzı
kentleşmenin önemli bir bölümünü oluşturan gecekondu alanları kendine özgü
toplumsal ilişki mekânlarıdır. Gecekondu alanlarının başta ağrılıklı olarak, akraba ve
hemşehrilik ilişkilerine dayalı toplumsal ilişkilerinin yerini, gittikçe bu alanların
demografik yönden artması ve farklılaşması gibi dinamiklerle komşuluk ilişkileri
almıştır.
Günümüzde önemli bir mekân dönüşümü projesi olan kentsel dönüşüm olgusu
da Türkiye şartlarında ağırlıklı olarak gecekondu bölgelerinde uygulanmaktadır.
Uygulanması yönünde izlenen politikalar bir yana eskinin gecekondu mahalleleri
olan yeni kentsel dönüşmüş mekânların toplumsal ilişki düzeyleri ve türleri ayrı bir
önem arzetmektedir. Tam da bu noktada araştırmamız kentsel dönüşüme uğrayan
mekânlarda insan ve birlikteliklerinin ilişki ağlarından olan komşuluk ilişkileri
sorunsalını irdelemeye çalışmaktadır. Bu sorunsalı çözümlemek adına araştırma
152
çekicidir. Buralarda özellikle kentin yeni, farklı, çalışan, eğitim seviyesi yüksek
sakimleri arasında komşuluk, ısrarla korunması gereken bir değer olmak çıkmaktadır.
Komşuluğun önemli bir boyutu yardımlaşma ve dayanışmadır. Bu
yardımlaşma maddi veya manevi içerikli olabilir. Zaten komşuluk da büyük ölçüde
birbirine duyulan ihtiyaçtan doğmaktadır. En mesafeli komşular bile birinin varlığına
güvenmenin önemini vurgulamışlardır. Bu güven manevi dayanışmanın en önemli
unsurudur. Gecekonduda yardımlaşma ve dayanışma sıklığı için ‘genellikle’ diyenler
% 65, apartmanda da ‘genellikle olur’ diyenler % 21’dir. Örnekleme göre
gecekonduda yardımlaşma ve dayanışmanın neredeyse hiç yaşanmadığı durumlar
olmamıştır. Aynı örneklemin %12’lik dilimine göre şimdi apartmanda yardımlaşma
ve dayanışma neredeyse hiç yaşanmamaktadır.
Yardımlaşma her iki mekân örgütlenmesinde manevi anlamda
yoğunlaşmaktadır. Fakat burada dikkat çeken apartmanda manevi dayanışma yanında
düğün, ölüm, doğum gibi hallerin diğer yardımlaşma değişkenlerine göre daha
yoğunluk arz etmesidir. Dolayısıyla ölüm kalım gibi mecburiyetler olmadıkça
komşular bir birlerine karşı bihaber ve kayıtsız kalmaktadır. Gecekondu
mahallesinde ise yapılan yardımlaşma ve dayanışma pratikleri birbirlerine yakın
değerler taşımaktadır.
Son olarak günümüz kentinin kültürel karakteristiği içinde olan kent içi etkinlik
ve faaliyetlerin, yeni kentsel dönüşüm yaşamış mahallelerdeki düzeyine
baktığımızda: Her şeyden önce bu etkinlik ve faaliyetlerin komşularla beraber ortak
yapılıyor olması bizi ilgilendiren yönüdür. En çok ortak yapılan pratikler sırasıyla
Kur’an kursu- hobi kurslarına katılım, akşam veya ikindi çayı görüşmeleri, aylık-
haftalık yapılan gün ve toplantılardır. Bu pratikler modern kent kimliğinden ziyade
geleneksel kültürel nitelikler taşımaktadır. Daha çok modern nitelik taşıyan tatil,
sinema, tiyatro ve konser gibi eğlence pratikleri örneklem tarafından komşularla
beraber çok nadir tercih edildiğini göstermektedir. Dolayısıyla bu tablo yüz yüze
ilişki sıklığı yoğun olan etkinlik ve faaliyetlerin komşular arasında daha sık tercih
edilmiş olduğunu göstermektedir.
Memleket değişkeni mahalleler arasında komşuluk ilişkilerine etkisi yönünde
anlam taşımaktadır. Örneklemin çoğunu sırasıyla Ankaralılar, Sivaslılar, Çankırılılar,
Karslılar, Erzurumlular, Samsunlular, Yozgatlılar, Çorumlular ve Trabzonlular
155
birinden bariz bir şekilde ayrılabiliyorsa, burada belli değer yapılarının farklılığı
dikkate değer olmaktadır.
Bugün ise artık gecekondu tipi cemaatsel ilişkilerden net bir biçimde söz
edememekteyiz. Çünkü kentsel dönüşüme uğramış bu alanlarda yalnız fiziki yapı
değişmemiş, insanlarla birlikte ilişkiler de değişmiştir. Bu alanlarda fiziki değişimin
yanında, insan ve ilişkilerin değişmemesi ölçüsünde ise eski bağlılık pratikleri devam
etmiş olmaktadır. Fakat fiziki değişim, sosyo-ekonomik, politik, kültürel, dini vs
değişkenle insan ve ilişkilerin değişimini etkilediği oranda, ortaya eski gecekondu
mahallelerinden farklı olarak, yeni sosyal ilişki ağları çıkmış olmaktadır. Dolayısıyla
sorun mutlak anlamda, cemaatin dayanışmacı ilişkilerin ve komşuluk temelli
ilişkilerin kent toplumunda erimesi ve ortadan kalkması değildir. Kent içi ilişki
ağlarının, sosyal kontrol ve dayanışma mekanizmasını, neticesinde toplumsal düzen
ve sürekliliği sağlaması açısından, ne kadar etkili olduğudur.
Komşuluk çevresinin en önemli sorunu ise, bu çevrenin gelişmesini sağlayıcı
yeni mekânların olmamasıdır. Gecekondu da komşuluk çevresini, kahve, cami ve
okul tutar, bahçelerde de komşuluk pekişir (Ayata, 1996: 97). Fakat kentsel dönüşüm
sonrası da, esasında farklı olmakla birlikte yeni bir komşuluk anlayışı ve formu
geliştirmeye adaydır. Fakat bunun oluşmasına yardımcı olacak mekânların yokluğu
bunu zorlaştırmaktadır.
159
Kaynakça
14) Dikeçligil, Beylü ve Çiğdem, Ahmet (Yay. Haz.) (1990). Gecekondu Ailesi-
Geçiş Halinde Bir Aile Tipolojisi (İbrahim Yasa). Aile Yazıları- Temel
Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç (1. Baskı). Ankara: Aile Araştırma Kurumu
Başkanlığı Yayınları.
15) Duben, Alan (2006). Kent, Aile, Tarih (2. Baskı). İstanbul: İletişim
Yayıncılık.
16) Duru, Bülent ve Alkan, Ayten (Der. ve Çev.) (2002). Bir Yaşam Biçimi
Olarak Kentlileşme (Louis Wirth). 20. Yüzyıl Kenti. (1. Baskı). Ankara: İmge
Kitabevi, 77–106.
17) Ergül, Nevin, Kaplan, Mehmet, Kütük, Abdullah ve Avşar, Nesin (Yay.
Haz.) (1999). Türk Ailesinin Yaşadığı Mekânlara/Konutlara İlişkin Eğilimler.
Ankara: Başbakanlık Basımevi.
18) Erkan, Rüstem (2002). Kentleşme ve Sosyal Değişme (1. Baskı). Ankara:
Bilimadamı Yayınları.
19) Faroqhi, Suraiya (2000). Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (3. Baskı). İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
20) Giddens, Anthony (2000). Sosyoloji (1. Baskı). Ankara: Ayraç Yayınevi.
24) Gür, Şengül Ö. (2000). Doğu Karadeniz Örneğinde Konut Kültürü (1. Baskı).
İstanbul: Yem Yayıncılık.
26) Kaya, Erol (2007). Kentleşme ve Kentlileşme (2. Baskı). İstanbul: Okutan
Yayıncılık.
161
27) Kayasü, Serap, Işık, Oğuz, Uzun, Nil ve Kamacı, Ebru (Yay. Haz.) (2009).
Gecekondu, Dönüşüm, Kent (1. Baskı). Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Basım İşliği.
28) Keleş, Ruşen (1980). Kentbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
29) Korat, Gürsel (1997). Sokakların Ölümü (1. Baskı). İstanbul: İletişim
Yayınları.
30) Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü (1. Baskı). Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
31) Meriç, Ümit, Sözen, Edibe, Şen, Mustafa ve Demirağ, Dilaver (Yay. Haz.)
(2006). Konya’da Komşuluk Araştırması- Konya Büyükşehir Belediyesi
Sosyal Doku Projesi Kent Araştırmaları-4. İstanbul: Genar Baskı.
32) Nirun, Nihat (1991). Sistematik Sosyoloji Yönünden Sosyal Dinamik Bünye
Analizi. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
33) Ortaylı, İlber (2007). Osmanlı Toplumunda Aile (8. Baskı). İstanbul: Pan
Yayıncılık.
35) Özdenören, Rasim (1998). Kent İlişkileri (1. Baskı). İstanbul: İz Yayıncılık.
37) Şenyapılı, Tansı (1978). Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu (1. Baskı).
Ankara: ODTÜ.
40) Tekşen, Adnan (2003). Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak
Hemşehrilik-Ankara’daki Malatyalılar Örneği (1. Baskı). Ankara: T. C.
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, DEİGM.
41) Türk Sosyal Bilimler Derneği Türkiye Gelişme Araştırmaları Vakfı Ortak
Semineri (1982) Türköz, Önder (Yayına hazırlayan). Kentleşen Gecekondular
ya da Gecekondulaşan Kentler Sorunu (Emre Kongar). Kentsel Bütünleşme.
Ankara: Türkiye Gelişme Araştırmaları Vakfı Yayını, 23-51.
42) Türk Sosyal Bilimler Derneği Türkiye Gelişme Araştırmaları Vakfı Ortak
Semineri (1982) Türköz Önder (Yay. Haz.) Toplumsal Değişme ve
Kentleşme- Kentle Bütünleşme Sorunu (Mübeccel Kıray). Kentsel
Bütünleşme. Ankara: Türkiye Gelişme Araştırmaları Vakfı Yayını, 57–66.
43) Türkdoğan, Orhan (2008). Osmanlı’dan Günümüze Türk Toplum Yapısı (1.
Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları.
44) Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı (1998). Cumhuriyet’in 75. Yılı
Gecekondunun 50. Yılı (Tansı Şenyapılı). 75 Yılda Değişen Kent ve
Mimarlık. (1. Baskı ) İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 301–316.
47) Weber, Max (2000). Şehir- Modern Kentin Oluşumu (Çev: Musa Ceylan).(1.
Baskı). İstanbul: Bakış Yayınları.
163
Ekler
Tablo–75: Cinsiyet-Mahalle Karşılaştırması
Mahalle
Cinsiyet
Atapark Kuşcağız Cevizlidere Birlik Toplam
Sayı 60 56 39 66 221
Bayan
Mahalle İçinde % 60,0 56,0 39,0 66,0 55,3
Sayı 40 44 61 34 179
Erkek
Mahalle İçinde % 40,0 44,0 61,0 34,0 44,8
Sayı 100 100 100 100 400
Toplam
Mahalle İçinde % 100 100 100 100 100
Anket Soruları
6) Şayet başka bir mahallede oturma durumunuz olsa hangi özelliklerinden ötürü
tercih edersiniz?(öncelik sırasına göre veya tek bir seçenek işaretlenerek
yanıtlanacak)
(1) Kent merkezine daha yakın olması (2) Kent merkezinden daha uzak, sakin bir
yer olması
(3) Eğitim, sağlık, alışveriş gibi olanakların daha kaliteli olduğu düşünülen yerler
olması
(4) Daha modern, muntazam bir yapılaşmanın olması
(5) Kafamdaki gibi bir komşuluk ilişkilerinin olacağını düşündüğüm yerler olması
(6) Diğer…
8) Apartmanın sizi en çok memnun eden özellikleri neler olabilir? (öncelik sırasına
göre veya tek bir seçenek de olabilir)
(1) Nezih, modern bir görüntüsü, yaşantısı olması (2) Sıhhatli ve konforlu olması
(2) Daha düzenli, kullanışlı olması (4) Diğer…
184
11) Sizce mahalleyi yaşanabilir yapan neler olabilir? (öncelik sırasına göre veya tek
bir seçenek de olabilir)
Çok Kısmen Önemli
önemli önemli değil
1 Komşuluk İlişkileri
2 Sokakların sakin, temiz olması
3 Konforlu, kaliteli ve lüks evler
4 İnsan ilişkilerini birleştirici faaliyetler
(pazarlar, mağazalar, oyun alanları, parklar vb)
5 Arkadaşlıklar ve dostluklar
6 Güvenlikli olması
17) Şu anda oturduğunuz mahallede eğer varsa sık görüştüğünüz komşularınızla nasıl
tanıştınız?
(1) Eski komşumdu (2) Alt-üst ya da yan-karşı komşum olması sebebiyle tanıştık
(3) Akrabam olması sebebiyle tanışıyor ve görüşüyoruz (4) Çocuklarımız aracılığıyla
tanıştık
(5) Diğer…
19) Komşularınızla birbirinizi ziyaret eder misiniz, evetse ziyaretleriniz daha çok
nasıl gerçekleşmektedir?
(1) Çoğu zaman habersiz, teklifsizce birbirimize gidip geliriz
(2) Önceden uygun olup olmadığı sorulup ona göre ziyaretlere gideriz
(3) Diğer…
27) Şu anda sık görüştüğünüz komşularınızın eğitim düzeyi nedir? (2 komşu dikkate
alınarak sıralama yapılacak)
(1) İlkokul (2) Ortaokul (3) Lise (4) Üniversite (5) Diğer…
186
33) Hangi konularda dedikodu yapıldığı olur? (öncelik sırasına göre veya tek bir
seçenek de olabilir)
(1) Aile hakkında (2) Uzaktaki akrabalar hakkında (3) Komşular ve yakın oturan
akrabalar hakkında (4) Sosyete ve diziler hakkında (5) Siyaset hakkında
38) Gecekonduda iken komşular arasında çatışma yahut anlaşmazlık olur muydu?
(1) Genellikle (2) Bazen (3) Arada bir (4) Çok nadir (5) Neredeyse hiç
39) Peki, şimdi apartmanda oluyor mu?
(1) Genellikle (2) Bazen (3) Arada bir (4) Çok nadir (5) Neredeyse hiç
44) Komşuluktan beklentileriniz nelerdir? (öncelik sırasına göre veya tek bir seçenek
de olabilir)
(1) Samimi arkadaşlık, dostluklar (2) Karşılıklı dayanışma, yardımlaşma
(3) Saygılı, mesafeli insan ilişkileri (4) Gürültü yapmamaya, ortak kullanılan çevreyi
kirletmemeye özen gösterme (5) Diğer…
45) ‘Eski mahalledeki bağlılık (komşuluk), yakınlık (samimiyet) eskide kaldı, bitti’
dediğiniz oluyor mu?
(1) Kesinlikle (2) Kısmen (3) Neredeyse hiç
47) Cinsiyetiniz?
(1) Bayan (2) Erkek
51) Mesleğiniz?
(1) İşçi (2) Memur (3) Esnaf (4) Serbest meslek (5) Ev hanımı (6) Emekli
(7) Öğrenci (8)İşsiz (9) Diğer…
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Özgeçmiş
Adı Soyadı: Ülker YILMAZÖZ
Doğum Yeri: Antalya
Doğum Tarihi: 11.12.1985
Medeni Durumu: Evli
Öğrenim Durumu
Derece Okulun Adı Program Yer Yıl
İlköğretim Mehmet Kemal - Antalya 1996
Dedeman İlkokulu
Ortaöğretim Hüseyin Avni Çöllü - Antalya 1999
Ortaokulu
Lise Çağlayan Lisesi - Antalya 2002
Lisans Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Konya 2007
Yüksek Lisans Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Konya 2010
Becerileri: Halk oyunları, gitar.
İlgi Alanları: Sinema, Müzik , Halk Oyunları, Yüzme.
İş Deneyimi: -
Aldığı Ödüller: * 2001 Türkiye Halk oyunları yarışması il çapında Antalya
birinciliği.
* 2002 T.H.O.yarışması bölge çapında ikincilik.
* 2002 Bölge ikinciliği çapında Türkiye birinciliği.
Hakkımda bilgi İstendiğinde referanslar verilecektir.
almak için
önerebileceğim
şahıslar:
Tel: 506 532 39 90
E-Posta: ulker-yucel@hotmail.com
Adres Turgut Özal Mah. Nasip Sitesi B-33 Batıkent/ANKARA