You are on page 1of 158

T.

C
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLETİŞİM ve TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM ANABİLİM DALI
MEDYA VE İLETİŞİM SİSTEMLERİ PROGRAMI

TÜRKİYE’DE LİNÇ KÜLTÜRÜNÜN YENİ MEDYADA


YENİDEN ÜRETİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

SULTAN KORKMAZ

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mesut YÜCEBAŞ

GAZİANTEP
EKİM 2021
T.C
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLETİŞİM ve TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM ANABİLİM DALI
MEDYA VE İLETİŞİM SİSTEMLERİ PROGRAMI

Tezin Başlığı: Türkiye’de Linç Kültürünün Yeni Medyada Yeniden Üretimi


Adı ve Soyadı: Sultan KORKMAZ
Tez Savunma Tarihi: 13 / 09 / 2021

Sosyal Bilimler Enstitüsü Onayı


Doç. Dr. Erol ERKAN
SBE Müdürü

Bu tezin Yüksek Lisans olarak gerekli şartları sağladığını onaylarım.

Doç. Dr. Ali ÖZKAN


Enstitü ABD Başkanı

Bu tez tarafımca okunmuş, kapsam ve niteliği açısından bir Yüksek Lisans tez olarak
kabul edilmiştir.

Doç. Dr. Mesut YÜCEBAŞ


Tez Danışmanı

Bu tez tarafımızca okunmuş, kapsam ve niteliği açısından bir Yüksek Lisans tezi
olarak kabul edilmiştir.

Jüri Üyeleri İmzası

Doç. Dr. Mesut YÜCEBAŞ …………………………..

Doç. Dr. Zülfiye ACAR ŞENTÜRK …………………………..

DR. Öğr. Üyesi O. Özgür GÜVEN …………………………..


ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun


olarak hazırladığım bu tez çalışmasında;

• Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik


kurallar çerçevesinde elde ettiğimi,
• Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına
uygun olarak sunduğumu,
• Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak
kaynak gösterdiğimi,
• Kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı,
• Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,

Bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi
beyan ederim.

İmza: …………………………………...

Adı ve Soyadı: Sultan KORKMAZ

Öğrenci Numarası:180008157001

Tezin Savunma Tarihi: 13.09.2021


i

ÖZET

TÜRKİYE’DE LİNÇ KÜLTÜRÜNÜN YENİ MEDYADA YENİDEN


ÜRETİMİ

KORKMAZ, SULTAN
Yüksek Lisans Tezi, İletişim ve Toplumsal Dönüşüm Anabilim Dalı
Medya ve İletişim Sistemleri Programı
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mesut YÜCEBAŞ
Ekim-2021, 160 Sayfa

Bu çalışmada Türkiye’nin linç kültürü incelenmiş ve yeni medya üzerinden


yeniden nasıl üretildiği açıklanmıştır. Ülkemizde şiddet üzerine yapılan çalışmalar
sayı olarak oldukça fazla iken linç konusu üzerine eğilen çalışmaların yetersiz olduğu
görülmüştür. Türkiye’de gerçekleşen linç olayları hem fiziki olarak sokaklarda hem
de sanal olarak sosyal medya mecralarında yaşanmaktadır. Çalışmanın birinci
bölümünde, linçin kavramsal çerçevesi çizilmiştir. Kitle psikolojisi ile linç olayları
arasındaki ilişki açıklanmıştır. Bu bağlamda şiddet ve saldırganlık duygusu ile linç
arasındaki bağlantı da çalışmanın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Linç
olaylarının meydana gelmesinde pek çok faktörün etkili olduğu düşünülmektedir.
Linçin kaynakları bölümünde linç ve milliyetçi ideoloji arasındaki ilişki incelenmiş,
politik söylemlerin linç olaylarının yaşanması üzerindeki etkisi örneklerle
açıklanmıştır. Çalışmanın önemli bir bölümünü oluşturan şiddet biçimleri olgusu,
erillik ve psikolojik etkenler üzerinden de incelenmiştir. Toplumda linç olaylarının
yaşanmasına neden olabilen faktörler çok yönlü olarak tartışılmıştır. Çalışmanın ikinci
bölümü, medyanın dönüşümü ve nefret söylemlerinin medya içindeki yeri hakkında
yapılan araştırmalardan oluşmaktadır. Bu bağlamda, medya sektörünün dönüşümü ve
Türkiye’deki sürecine değinilmiştir. Yeni medya üzerinden oluşan sanal kültür
kavramı açıklanmıştır. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde bulgular ve
değerlendirmelere yer verilmiştir. Basına yansıyan haberlerin sosyal medya üzerinden
aldığı yorum ve etkileşimler incelenmiştir. Sosyal medyada gerçekleşen linç
olaylarının örneklerine yer verilmiş, örnekler nitel analiz ve eleştirel söylem analizi
yöntemi ile çözümlenmiştir. Çalışmanın sonucunda, Türkiye’de linç olaylarının
sürecinde etkili olan pek çok faktör açıklanmış ve toplumsal bir sorun olan linçin
yaşanmaması için alınabilecek önlemler sıralanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Linç, Nefret Söylemi, Sosyal Medya, Kitle, Saldırganlık


ii

ABSTRACT

REPRODUCTION OF LYNCH CULTURE IN NEW MEDIA IN TURKEY

KORKMAZ, SULTAN
M.A. Thesis, Department of Communication and Social Transformation
Media and Communication Systems Program
Thesis Advisor: Assoc. Dr. Mesut YUCEBAS
October-2021, 160 Pages

In this study, Turkey's lynching culture is examined and how it is reproduced


through new media is explained. While the number of studies on violence in our
country is quite high, it has been observed that studies on lynching are insufficient.
The lynchings that take place in Turkey are experienced both physically on the streets
and virtually on social media channels. In the first part of the study, the conceptual
framework of the lynching was drawn. The relationship between audience psychology
and lynching events is explained. In this context, the connection between the feeling
of violence and aggression and lynching constitutes an important part of the study.
Many factors are thought to be effective in the occurrence of lynching events. In the
section on sources of lynching, the relationship between lynching and nationalist
ideology is examined, and the effect of political discourses on the lynching events is
explained with examples. The phenomenon of forms of violence, which constitutes an
important part of the study, has also been examined through masculinity and
psychological factors. The factors that cause lynching events in the society have been
discussed in many ways. The second part of the study consists of research on the
transformation of the media and the place of hate speech in the media. In this context,
the transformation of the media sector and its process in Turkey are mentioned. The
concept of virtual culture formed through new media is explained. In the third and last
part of the study, findings and evaluations are given. The comments and interactions
of the news reflected in the press on social media were examined. Examples of
lynchings that took place in the social media were included, and the examples were
analyzed by qualitative analysis and critical discourse analysis method. As a result of
the study, many factors that are effective in the process of lynching in Turkey are
explained and the measures that can be taken to prevent lynching, which is a social
problem, are listed.

Keywords: Lynching, Hate Speech, Social Media, Audience, Aggression


iii

ÖNSÖZ
Türkiye’de linç kültürünün yeni medyada yeniden üretilmesini incelediğim bu tezin
yazım sürecinde desteği ile yol gösterici olan danışman hocam Mesut Yücebaş’a
teşekkürü bir borç bilirim. Lisans ve yüksek lisans döneminde her koşulda yanımda
olan arkadaşım Helin Hazal Çakmak’a, aileme ve Kerim Caner Tümkaya’ya manevi
destekleri için teşekkür ederim.
iv

İÇİNDEKİLER
ÖZET……………………………………………………………………………… i
ABSTRACT……………………………………………………………………...... ii
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………. iii
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………........ iv
TABLOLAR LİSTESİ………………………………………………………….... vi
GİRİŞ
A. Araştırmanın Konusu ve Problemi ...................................................................... 1
B. Araştırmanın Amacı ve Önemi ............................................................................ 2
C. Araştırmanın Yöntemi ......................................................................................... 4
I.BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1.1 Linç Kavramı................................................................................................................. 5
1.1.1 Linçin Bileşenleri ............................................................................................ 8
1.1.2 Kitle ................................................................................................................. 8
1.1.3 Saldırganlık ve Şiddet ................................................................................... 17
1.2 Linçin Kaynakları ............................................................................................. 24
1.2.1 Milliyetçilik ve Linç ...................................................................................... 24
1.2.2 Hegemonik Şiddet Biçimleri ve Linç ............................................................ 30
2.2.3 Erillik ve Linç ................................................................................................ 31
1.2.4 Sosyo-Kültürel Nedenler, Şiddet ve Linç...................................................... 34
1.2.5 Psikolojik Etkenler, Şiddet ve Linç ............................................................... 35
1.2.6 Alt Kültür Teorileri ve Linç .......................................................................... 39
II.BÖLÜM
LİNÇİN UNSURLARI
2.1 Linç Kavramının Tarihi ve Türkiye’deki Süreç ............................................... 40
2.2. Türkiye’de Politik Kültür ve Linç ................................................................... 47
2.3 Türkiye’nin Linç rejimi .................................................................................... 48
vi

III.BÖLÜM
MEDYA ve TOPLUMSAL DÜZEN
3.1 Ahlaksal Panikler: Medya ve Şiddet ilişkisi..................................................... 56
3.2 Nefret Söylemi ve Medya................................................................................. 59
3.3 Nefret Söylemlerinin Psikolojik Boyutu .......................................................... 63
3.4 Medyanın Dönüşümü ve Linç .......................................................................... 66
3.4.1 Geleneksel Medyadan Yeni Medyaya Geçiş................................................. 66
3.4.2 Çapraz Medya Kavramı................................................................................. 73
3.4.3 Sanal Kültür ................................................................................................... 77
3. 4.4 Sanal Linç ve Siber Zorbalık ........................................................................ 87
3.4.5 Sanal Cemaatler, Kolektif Kimlik Arayışı ve Linç ....................................... 90
IV.BÖLÜM
BULGULAR ve TARTIŞMA
4.2 Araştırmanın Yöntemi: Nitel Analiz ve Söylem Analizi ................................. 96
4.3 Verilerin İncelenmesi ve Analizi .................................................................... 100
4.4.1 Siyasetçilere Yönelik Olarak Gerçekleştirilen Linç Olayları: ..................... 101
4.4.2 Siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cenazede Linç Edilmesi ...................... 101
4.4.3 Kadın Kimliği Üzerinden Gerçekleşen Linç Olayları: ................................ 108
Oyuncu Ayça Erturan .................................................................................... 108
Oyuncu Pelin Öztekin ................................................................................... 114
Nevşin Mengü, Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin, Feyza Altun .................. 119
4.4.4 Toplumsal Olaylar Üzerinden Linç ............................................................. 121
4.4.6 LGBTİ+ Bireylere Yönelik Olarak Gerçekleşen Linçler ............................ 124
4.4.7 Göçmen ve Azınlıklara Yönelik Gerçekleştirilen Linçler ........................... 128

SONUÇ ve ÖNERİLER
KAYNAKLAR ..................................................................................................... 141
ELEKTRONİK KAYNAKLAR……………………………………………………..148
vi

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. Hrant Dink Vakfı’nın araştırmasına göre nefret söylemlerinin hedef aldığı
gruplar ve söylem sayıları…………………………………………………………95

Tablo 2. Nefret söylemlerinin köşe yazısı, haber ve diğer alanlar üzerindeki


dağılımı……………………………………………………………………………96
1

GİRİŞ

A. Araştırmanın Konusu ve Problemi

Bu çalışmada, Türkiye’nin sosyal şiddet türlerinden biri olan “linç olaylarının”


sosyal medya ve yeni medya alanlarında yeniden üretilmesi konusu incelenmiştir.
Geçmişten günümüze kadar varlığını sürdüren ve en ilkel şiddet biçimlerinden biri
olan linç olayları, toplu olarak saldırma, hedef gösterme ve psikolojik şiddet biçiminde
gerçekleşebilir. Fiziki olarak meydana gelen linç girişimleri, kişinin ya da kişilerin
vücut bütünlüğüne zarar verme ve öldürmeye varabilen saldırılarda bulunma şeklinde
olmaktadır. Günümüzde linç girişimlerinin sanal ortamlarda da meydana geldiği
görülmektedir. İnternet üzerinden kullanıcı hesabı oluşturan kişiler ve sosyal medya
üyeleri, belirli olaylardan hareketle linç girişimlerinde bulunabilmektedir. “Linç”
genellikle kalabalık bir grup tarafından bir grup insana ya da tek bir kişiye dönük
saldırı şeklinde gerçekleşir. Sanal linçler ise mağdur olan kişilerin itibarının
zedelenmesi, nefret söylemine maruz kalma, psikolojik şiddet ve hedef gösterilmesi
şeklinde gerçekleşmektedir.

Linç olayları Türkiye’de zaman zaman toplumsal olaylar şeklinde de meydana


gelmektedir. 2005 yılından sonra Türkiye’de meydana gelen linç olaylarında artış
olduğu gözlenmiştir. Linç olaylarını tetikleyen pek çok sebep sayılabilir. Vatan haini,
Türk düşmanı, terörist, terör örgütü sempatizanı, bölücü, ırz düşmanı, hırsız, tecavüzcü
gibi pek çok farklı itham ve sözlerle hedef konumuna gelen kişilerin saldırıya
uğradıkları görülmüştür. Bununla birlikte kişilerin siyasi tercihleri, cinsel yönelimleri
ve cinsiyetleri, ırk ve mezhep durumları gibi sebepler de ötekine tahammülsüzlüğü
doğurmuş ve linç saldırıları gerçekleşmiştir. Linç bir terbiye metodu ve insanların
yargıya olan güvensizliğinin sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir. Öfkeli
kalabalıklar kendilerince suçlu gördükleri kişi ya da kişilere saldırmaktadır. Burada işi
kolluk kuvvetleri ya da adalete bırakmadan kendi işini kendi görme dürtüsü ile hareket
söz konusudur. Ülkemizde ve dünyada benzer şekilde linç olayları meydana
2

gelebilmektedir. Din ve politikanın etkisi ile de linç saldırıları yaşanmaktadır. Geri


kalmış toplumlarda linç olayları yaygın bir şekilde yaşanırken Japonya, İsrail, Fransa
gibi gelişmiş ülkelerde de “toplumsal adalet mekanizması” olarak linç girişimleri
meydana gelmektedir.1

Linç olayları toplumda bazı durumlarda denetim mekanizması olarak görülmekte


ve müdahale etmek amacıyla başlamaktadır. Bu noktada linç eğilimi artan kişiler,
farklı sebeplerle saldırılarda bulunmakta ve harekete geçmektedir. Özellikle milliyetçi
söylemler ve ötekine tahammülsüzlük kişilerin toplu olarak saldırılar yapmalarına
sebep olabilmektedir. Linçin meşru bir şey olarak görülmesi ve toplum içinde
meşrulaştırılması daha fazla saldırı meydana gelmesine zemin hazırlamaktadır.
Toplumu galeyana getiren tecavüz, taciz, katillik gibi durumlarda cezaların yetersiz
görülmesi de linç olaylarına sebep olmakta ve toplumda kendi adaletini sağlama
düşüncesi oluşmaktadır. Linç olaylarının yaygın olarak görüldüğü toplumlarda;
demokrasi, insan haklarına saygı, adalet, dürüstlük ve eşitlik gibi kavramlardan
uzaklaşıldığı ve toplumsal kaos durumlarının ortaya çıktığı görülmektedir.

Linç olaylarının hem sanal ortamlarda hem de sokaklarda artarak devam etmesi
Türkiye açısından dikkat çeken bir konu olarak görülmektedir. Çalışmanın amacı, linç
olaylarının yaygınlaştığına dikkat çekmek ve örnek olaylar üzerinden inceleme
yapmaktır. Çalışmada, geçmişten günümüze kadar süregelen linç olaylarının sebepleri
anlaşılmaya çalışılmış ve söylem analizi yöntemi ile seçili örnek olaylar incelenmiştir.
Sokakta meydana gelen linç olaylarının yanı sıra, sosyal medya ve internet ortamında
gerçekleşen sanal linçler de incelenmiştir.

B. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Linç olaylarının başlangıç tarihi dünya genelinde oldukça eski olsa da günümüzde
de varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Sokakta meydana gelen linçler internetin
yaygınlaşması ve teknolojinin de etkisi ile boyut değiştirmiş ve artık sanal olarak da
karşımıza çıkmaya başlamıştır. Dünyanın farklı bölgelerinde, farklı tarih ve coğrafya
içerisinde meydana gelen linç olayları pek çok değişken faktörden etkilenebilmektedir.

1
Yahudi Terörist Böyle Linç Edildi Haberi, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/yahudi-terorist-boyle-
linc-edildi-340112 (27.07.2021 Tarihinde Erişildi).
3

Çalışmanın konusu olan linç örnekleri, ülkemizde meydana gelen olaylar ile
sınırlandırılmış ve son yıllarda oluşan örnekler üzerinden inceleme yapılmıştır.

Çalışmanın dikkat çektiği konulardan biri linç olaylarının “sıradanlaşması” ve


linçe zemin hazırlayacak olayların sebeplerinin sıralanmasıdır. Linç olaylarını normal
ve meşru görmenin toplumlar üzerinde oluşturabileceği tehlikeli etkiler tartışılmaya
çalışılmıştır. “Linç” kelimesi kavram olarak eskiden beri kullanılmaktadır. Ancak
günümüzde linç etmek fiili sadece ilk akla gelen anlamıyla yani fiziki müdahale ile
gerçekleşmekle kalmıyor, sanal olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çalışmanın bir diğer
amacı linç kültürü ile nefret söylemleri ve sanal şiddet arasındaki bağlantıya dikkat
çekmektir. Bu bağlamda linç kelimesinin günümüzde uğradığı dönüşüm incelenmiş ve
güncel olarak yeni bir tanım yapılmaya çalışılmıştır.

Bu çalışmada, toplumsal şiddet ile mücadele etmek ve farkındalık oluşturmak


amaçlanmaktadır. Toplum içinde meydana gelebilecek her türlü linç olayına karşı,
demokratik, bireysel ve kurumsal mücadele çeşitlerine katkıda bulunmak
hedeflenmektedir. Ülkemizde linç alanında yapılan çalışmalar incelendiğinde, sanal
linç ve Türkiye’nin linç kültürü hakkında detaylı ve kapsamlı olarak yapılmış çok fazla
çalışmanın bulunmadığı görülmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin linç kültürü
gerçeğine vurgu yapan ve sanal olarak yeniden üretildiğini ortaya çıkaran bu
çalışmanın literatüre katkı sunması hedeflenmiştir.

Çalışmanın ilk bölümü, linçin kavramsal çerçevesi çizilmiş ve linç kavramının


tarihsel boyutu açıklanmıştır. Sosyal bilimler alanında linç olgusu üzerinde yapılan
çalışmalardan faydalanılarak linçin ortaya çıkmasına neden olan sebepler
sıralanmıştır. Bunlardan en önemli iki başlık şiddet ve kitle hareketlerinin ilişkisidir.
Linç olaylarının tarafları incelendiğinde; kişi ya da grupların gösterdiği “saldırganlık”,
linç girişiminde bulunarak “bir gruba ya da topluluğa ait hisseden” saldırganlar ve
olayların mağdurlarından oluşan üçlü faktörün olduğu görülmüştür.

Çalışmanın birinci bölümünde, linçin kavramsal unsurları incelenmiş, ilk olarak


kitle olma hali ile linç olayları arasındaki ilişki tartışılmıştır. Daha sonra saldırganlık
ve şiddet olgularının linç olayları ile arasındaki ilişki açıklanmıştır. Linçin kaynakları
başlığı içinde, linç olaylarının meydana gelmesinde rol alan kavramlar açıklanmıştır.
Milliyetçilik ve linç arasındaki ilişki incelenmiş, hegemonik şiddet biçimlerinin,
4

erilliğin, sosyo-kültürel nedenlerin, psikolojik nedenlerin ve alt kültür teorilerinin linç


olayları ve onu meydana getiren kitleler üzerinde oynadığı rol tartışılmıştır.

Birinci bölümün son kısmında, linç kavramının tarihi ve ülkemizde geçirdiği


süreçten bahsedilmiştir. İlk ortaya çıktığı dönemden günümüze kadar linç olaylarının
süreci ve Türkiye’de görülen örnekler üzerinden ülkemizdeki durumu tartışılmıştır.
Türkiye’nin politik kültürü ve Türkiye’nin linç rejimi başlıkları içinde linç olaylarının
ülkemizdeki örneklerinden bahsedilmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde,
medyanın dönüşümü incelenmiş, medya ile linç olaylarının ortaya çıkması ve
yaşanması arasındaki ilişki tartışılmıştır. Nefret söylemlerinin medya içinde yer alan
örneklerinden bahsedilerek linç olaylarının yaşanmasındaki etkenler sıralanmıştır.
İkinci bölümün son kısmında ise sanal kültür olgusuna değinilerek, kültür alanındaki
sanal değişimler ve nefret söylemleri arasındaki ilişki incelenmiştir.

C. Araştırmanın Yöntemi

Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde, linç algısının sosyal medyada ve internet


mecralarında nasıl şekillendiği örnekler üzerinden gösterilmiştir. Nitel içerik analizi
ve söylem analizi yöntemi ile örnekler incelenmiştir. Sosyal medyanın hayatımızdaki
yeri ve önemi göz önünde bulundurularak, sanal ortamda yapılan nefret söylemi ve
linç girişimlerinin kişiler üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur. Linç kavramının
kavram olarak neleri kapsadığı, sokakta ve fiilen karşılaşılan örneklerin haricinde
sanal mecralarda da yıkıcı etkileriyle ortaya çıktığı hususu, çalışmanın ana
vurgularından biri olmuştur. Bu çalışmada incelenen yedi örnek olay ve yorumlar
belirtilen tarihler arasında yapılmış ve bu tarihler ile sınırlıdır. Çalışmanın sonuç
bölümünde genel bir değerlendirme yapılmıştır. Diğer başlıklar ve örnek olaylardan
elde edilen bulgular açıklanmıştır. Linç ve toplum arasındaki ilişki değerlendirilmiş,
linç olaylarının yeni medya alanında yeniden üretildiğine dair ortaya çıkan görüşler
açıklanmıştır.
5

I. BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1 Linç Kavramı

Bu bölümde linç olgusu kavram olarak incelenmekte ve linç olgusunun kullanım


şekillerine değinilmektedir. Sosyal psikoloji kuramları üzerinden gidilerek linç
gruplarına etki eden unsurlar tartışılmaktadır. Bu bölümde ayrıca linçin unsurları da
ele alınmakta, “saldırganlık” ve “şiddet” kavramlarının linç olayları üzerindeki etkisi
tartışılmaktadır. Yirmi birinci yüzyılda dünyanın önde gelen problemlerinden birini
linç vakaları oluşturmaktadır. Linç suçları, kişilerin kendi adaletini kendi tesis etmek
istemesi ve hukuku tanımaması ile ortaya çıkar. Linç edilen kişiye verilecek suçun
“yeterince adil olmaması” sanrısı gibi durumlar linç vakalarını artırmaktadır. Linç
suçlarını işleyen kalabalıklar, hızla bir “güruh” halini alır. Linç eylemleri çoğu zaman
fiziki saldırılar şeklinde karşımıza çıksa da günümüzde artık sosyal medya linçleri ile
de karşılaşmaktayız. Linç edilen kişi ya da kişiler, toplum “normallerinin” dışına
çıkmakla suçlanıyor ve saldırılar topluluğun gözünde normalleştiriliyor.

Geçmişten günümüze kadar linç olayları çoğunlukla politik olarak ve sokak


eylemleri şeklinde gerçekleşmiş olsa da günümüzde sanal linç ve dijital şiddet vakaları
olarak da görülebilir. Linç vakaları farklı toplumsal ve kültürel etkenler ile ortaya
çıkmaktadır. Linç vakaları incelendiğinde, birbirinden farklı pek çok etkenin rol
oynadığı görülür. Etnik, dini, siyasi, kültürel vb. pek çok etken linç olaylarının
yaşanmasında rol oynamaktadır. Ekonomik etkenler, fakirleşme ve savaş durumları
gibi sebepler de linç olaylarının yaşanmasında etkili olabilmektedir.2

2
Gambetti, Z. Linç girişimleri, Neoliberalizm ve Güvenlik Devleti, Toplum ve Bilim, No, 109, Yaz,
2007
6

Milliyetçiliğin ve nefret söylemlerinin de linç kültürünün yaygınlaşmasına etkin


rol oynadığı görülür. Linçe uğrayan kişi ya da kişiler toplum nezdinde
itibarsızlaştırılmakta ve linç suçu işleyenler çoğunlukla hafif cezalarla
salıverilmektedir. İktidar güçlerinin, özellikle milli reflekslerle işlenen linç suçlarına
cezai yaptırımlar uygulamaması veya “toplumsal refleks” olarak değerlendirip destek
göstermesi linç kültürünün toplum içinde özümsenerek yaygınlaşmasına sebep
olmaktadır.

Toplumu oluşturan bireyler tek tek ele alındıklarında tehlikesiz ve normal


eylemler gerçekleştirse de “güruh” halini alan topluluklar linç suçu işlemeye müsait
hale gelmektedir. İnsanları linç suçunu işlemeye iten sebepler nelerdir? linç kültürünün
yaygınlaşmasında nefret söylemlerinin, medyanın, sosyal medyanın, milliyetçilik ve
ırkçılığın, politik söylemlerin rollerinin ne olduğu anlamaya çalışmak, bu çalışmanın
amacını ve ana hatlarını oluşturmaktadır.

Günümüzde linç kavramının daha görünür durumda olduğundan bahsedebiliriz.


Hayatın doğal akışı içerisine yer alan olaylarda linç suçları giderek yaygınlaşmaktadır.
Linç kavramı sadece fiziki şiddet olarak değil sanal şiddet şekliyle de tezahür
etmektedir. Çok yönlü ve geniş bir kavram olan linç suçunun hareket noktasını tek bir
kuram üzerinden açıklamak yetersiz olacaktır. Linç suçu; sosyolojik, ekonomik, dini,
eğitimsel vb. kavramlarla etkileşim içindedir. Linç olaylarını bireysel suçlardan ayıran
şey, linçin toplumsal bir sorun olmasıdır. Kavram olarak linçin algılanmasına bakıldığı
zaman, güruhlar ve kitleler tarafından linç suçu işlenirken adaletin sağlandığı
düşünülür. Belirli bir topluluğun iradesini temsil ettiklerini düşünenlerin yaptıkları
eylemlerle dokunulmazlık beklentisi içerisine girmeleri linç suçunun algılanış şeklidir.

Kelime anlamı üzerinden incelemeye başladığımız zaman, linç kelimesinin, pek


çok kaynakta farklı tanımlamalarla ele alındığını görülür. Türkçe sözlük
kaynaklarında; “Birden çok kişinin kendilerine göre suç olan bir davranışından dolayı
herhangi bir kişiyi yargılamasız, taşla, sopayla vb. araçlarla döverek öldürmesidir.”3
şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan kişilerin kolektif peşin hükümlerle hareket
ettikleri ve linç suçunun öldürme sonucuna dayandığı anlaşılmaktadır. Benzer başka
bir tanıma göre ise linç, suçlu olduğu düşünülen kişinin, yargılanmaksızın, adaleti tesis

3
TDK,2011
7

ettiğine inanan bir kalabalık tarafından öldürülmesi demektir4 Linç bir cezalandırma
yöntemi, hukukun yetersiz görüldüğü noktalarda boşluğu doldurma eğilimidir.

Encyclopedia of the Social Science5 linçi, “Bireylerin düzenli hukuk


mahkemelerinin varlığından bağımsız olarak ve yargılanmadan, belirli bir kitlesel
şiddet aracılığıyla, intikam amaçlanarak öldürülmesi veya onlara işkence edilmesi
eylemidir” şeklinde tanımlamaktadır. Ölüm sonucuna varmayan eylemlere “linç
girişimi” diyoruz, ancak ortaya çıkardığı sosyal ve insani durum bakımından linç
girişimlerinin, linç suçu işlemiş olmaktan ayıran bir fark yoktur. Linç, Tanıl Bora’nın
ifadesi ile, “en aşikâr medeniyet kaybıdır.”6 Buna teşebbüs etmiş olmak da medeniyet
kaybı olarak değerlendirilebilir. Linçin hedefi, galeyana gelmiş toplulukların kendince
suç olarak gördüğü eylem veya söylemi gerçekleştiren kişi veya kişilere saldırarak
caydırmak, kalabalığın hukukunu, gücü yetmeyen üzerinde baskın çıkarmaktır. Linç
bir cezalandırma eylemidir. Hukuk devletinde işleyen karar alma yetkisini
tanımayarak, kendi cezasını kendisi kesme, kendi adaletini kendisi tesis etme
ihtiyacıdır. Bu bağlamda linç girişimleri, hukukun üstünlüğünü yok saymakta ve
devletin şiddet tekelini elinden almaktadır.

Linç sözcüğü ile beraber anılan bir başka tanımlama güruhtur. Değersiz, aşağı
görülen, küçümsenen topluluk olarak tanımlanan7 güruh kelimesi, linç olaylarına
karışan kişiyi bireyden güruha dönüştürmektedir. Saygı duyulası insan olma halinden
güruha evirilmenin sebebi, linç hukukunu uygulamak istemektir. Linçin bir medeniyet
kaybı olma hadisesi buradan başlamaktadır. Güruha dönüşen insanlar, yırtıcı
hayvanların avlanma sürüleri gibi davranmakta, medeniyetten uzaklaşarak
barbarlaşmaktadır.

Linç hadiseleri açıkça kitle olma hali ile de ilgilidir. İnsanların kalabalıklardan güç
bulması, kalabalık içerisindeyken kişisel duygu ve düşüncelerin askıya alınması,
olayları yargılama ve mukayese etme iradesini içinde bulunulan topluluğa
vermektedir. Kitle olmak, topluluk halinde hareket ederken olaylardan kişisel
sorumluluk çıkarma bilincinin önünü kapamaktadır.

4
Paker, 2006: 28
5
Coker, 1957, p.639.
6
Bora, 2018
7
TDK, 2011
8

1.1.1 Linçin Bileşenleri

Araştırmanın bu bölümünde, kitle, saldırganlık ve şiddet kavramları açıklanmış,


linç vakaları ile ilişkisinden bahsedilmiştir.

1.1.2 Kitle

Linç suçları, kitle ve topluluk ile ilişkilendirilen kavramlardır. Kitle olma halinin
ve sürü psikolojisinin, toplu olarak saldırı ve şiddet eğilimi üzerinde etki ettiği
düşünülebilir. Kavram olarak kitle hem olumsuz hem de olumlu anlamda kullanılır.
Saldırı için bir araya gelmiş “yığın”, “niteliksiz kalabalık” anlamıyla kitle, olumsuz
bir durumu işaret eder. Hak ve talep aramak için gösteri yapan bir gruptan bahsederken
kullanılan anlam ise çoğunlukla olumlu anlamdadır. Kitle, ‘bir yerde toplanmış, bir
araya gelmiş insan topluluğu, kütle’ olarak tanımlanmaktadır.8 İkinci bir anlamı ise,
‘belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı olarak verilmektedir.9 İnsan
topluluklarının beraber hareket etmeyi öğrenmesi, topluluk halinde yaşaması
Roberts’ın10 tanımıyla belki de yapmayı öğrendiği ilk şeylerden biridir.

Kitle kuramını Le Bon iktidar mantığı açısından, Canetti ise özgürlük kavramıyla
arasındaki bağ üzerinden incelemektedir. Le Bonn, insanın karakter yapısının tek
başınayken farklı, kitle içinde farklı olarak şekillendiğinden bahseder.11 Buna göre
kitlenin var oluşu bireysel olarak onu oluşturan kişilerin var oluşundan farklıdır. Kitle
onu oluşturan kişilerden farklı bir karakterde ortaya çıkmaktadır. Kitle halinde hareket
ederken sorumluluklar ve suçlar paylaşılır. Bireyler sürü halinde hareket ederlerken
daha az düşünüp daha içgüdüsel olarak davranırlar.12 Le Bonn’a göre13 bunun üç temel
sebebi vardır, birincisi, bireylerin tek başlarına iken baskıladıkları dürtüleri kitle
içerisindeyken ortaya çıkar. Bunun dayandığı sebep anonimliktir. Kitle bütün olarak
aynı hareketi yapar ve böylelikle sorumluluk dağılır, kişilik silinerek anonimleşir.

8
Türk Dil Kurumu, Sözlük
9
Türk Dil Kurumu, Kelime / Kitle
10
Roberts, S. Hukuk Antropolojisine Giriş: Düzen ve Kargaşa. Çev. A. Erkan
Koç. Ankara, 2010.
11
LE BON, Gustave; Kitleler Psikolojisi, Tutku Yayınevi, Ocak 2014
12
LE BON, Gustave; Kitleler Psikolojisi, Tutku Yayınevi, Ocak 2014, s. 24
13
LE BON, Gustave; Kitleler Psikolojisi, Tutku Yayınevi, Ocak 2014
9

Diğer bir neden duygu düşünce ve hareketlerin kişiden kişiye kolayca geçebilmesidir.
Son sebep ise insanların kitle içerisinde, dışarıdan uyarılmaya son derece açık olması
olarak gösterilebilir.

Kitleler dışarıdan müdahalelere ve telkinlere son derece açıktırlar.14 Kitlelerin


etkilenmesini sağlayan bu telkinleri yapanlar ise liderlerdir. Le Bonn, liderlerin
kitleleri bu denli etkilemesini “prestij” etkisiyle açıklar. Le Bonn’ a göre liderler prestij
kavramına potansiyel olarak sahiptirler. Prestij tanımını ise şöyle yapar:

“Gerçekte prestij, bir birey, eser ya da fikrin zihnimiz üzerinde icra ettiği bir tahakküm tarzıdır.
Bu tahakküm, eleştiri yeteneğimizi bütünüyle felç eder ve ruhumuzu hayranlık ve saygıyla
doldurur… Prestij, tüm otoritenin esas kaynağını oluşturur. Ne tanrılar ne krallar ne de kadınlar
o olmadan hüküm sürebilmişlerdir.”15

Liderin gücü ve prestiji birbiri ile ilişkilidir. Güçlü lider imajı prestiji doğrudan
etkileyecektir. Liderler ancak güçlü kalabildikleri sürece saygı duyulan kişi olarak
kitleyi etkileyebilir. Güçten düşmüş bir lider için prestijden bahsedilemez dolayısı ile
kitleyi yönlendirmek için gereken şey çoğu zaman güçlü bir prestij algısıdır.16 Diğer
yandan Wilhelm Reich, faşizmin kitle psikolojisi adlı kitabında Hitlerin şu sözlerinden
alıntı yapar “ Hitler birçok yerde, kitlelere gerekçeler, kanıtlar ve eğitimle değil
duygularla ve inançla yaklaşılması gerektiğini vurguladı.”17 Hitler, Nasyonal
Sosyalizm propagandalarında çoğu zaman halkı duygu ve inanç üzerinden etkileme
yöntemine başvurmuştur. Kitleleri ortak bir amaç üzerinde birleştirerek galeyana
getirecek politikalar uygulamıştır.

Liderler kitleleri harekete geçirme konusunda etkilese de lider etkisi her zaman
tek başına yeterli değildir. Le Bonn kitleleri bir arada tutan şeyin “zihinsel birlik”
olduğunu söylemektedir. Ona göre, kitleyi oluşturanların bireysel farkları ortadan
kalkar herkes eşit olur ve kitle aynı hedef etrafında kenetlenir. Le Bonn bu durumu
yasa olarak tanımlamaktadır.18

Le Bonn kendinden önce yapılan çalışmalardan farklı olarak kitleyi sokaktaki


kalabalıklar olarak tanımlamakla yetinmemiş, ordu, parlamento ve jüri gibi homojen

14
LE BON, a.g.e, s. 29-30
15
LE BON, s. 129.
16
LE BON, s. 137-138.
17
Reich, Wilhelm, faşizmin kitle psikolojisi, Cem yayınları, Nisan 2014, s.105
18
LE BON, s. 13-15.
10

toplulukları da içine alacak şekilde tanımı genişletmiştir.19 Ayrıca kitlenin taşkınlık ve


kontrolsüzlük çağrışımından ayrı olarak kitlelerin yönlendirilebilir ve kontrol
edilebilir olduğunu belirtmiştir. Le Bonn modern dönemi kalabalıklar çağı olarak
tanımlamaktadır. Bu çağın özelliği olarak kitlelerin egemenliği ele geçirdiğinden
bahsetmektedir. Bu çağda kitlelerin hakları politikacıların ve kralların hakları kadar
önemlidir. Homojen toplulukları kitle kuramı içine alarak modern siyasal hayatın
işleyişinin merkezine kitleleri oturtmuştur. Artık bu çağda modern siyasal sorunların
çözümleri de kitle psikoloji içinde aranmalıdır.

Le Bonn, kitle psikolojisi konusuna dikkat çekmiştir ve siyasetçilere problemlerin


çözümünde halkı ve kitle psikolojisini dikkate almaları gerektiği tavsiyesinde
bulunmuştur. Örneğin vergilendirme işlemlerinde meblağın bütün olarak değil de
taksit taksit istenmesinin kitle psikolojisine daha uygun olduğunu belirtmiştir.20
Böylece, insanlara ilk başta yüklü görünen ve ödemekten kaçınacakları vergiler parça
parça olunca daha az görünecek ve vergisini vermeyenlerin sayısı azalacaktır. Le
Bonn’a göre, yasaların oluşturulmasında da toplumsal düzenin inşasında da kitle
psikolojisi göz önünde tutulmalı ve buna göre düzenlemeler yapılmalıdır.

Elias Canetti, kitle kuramını özgürlük ve elitlik ekseni üzerine oturtmuştur, yaptığı
çalışmaları diğer düşünürlerden farklı olarak literatür ve kaynak yorumlaması
üzerinden değil kendi gözlemleri üzerinden yürütmüştür. Canetti’nin hayatında onu en
çok etkileyen olaylardan bir tanesi, 1922 yılında, Frankfurtt’ta bakan Rathenau’nun
öldürülmesinin yarattığı toplumsal olaylar içerisinde bizzat yer alması olmuştur. O
günü ve yaşadığı tecrübeyi şöyle aktarır:

“Olayların üzerinden elli üç yıl geçti, gene de o günkü heyecanı hala


kemiklerimde duyuyorum. Benim de katılımımla gerçekleşen, bir devrime en yakın
şeydi o. O günden beri Bastille’in alınmasına ilgili tek bir sözcük okumak zorunda
olmadığımı kesin olarak biliyordum. Kitlenin bir parçası olmuştum, tam anlamıyla
içinde erimiştim, kitlenin yaptıklarına en küçük bir direnç duymuyordum içimde. Öyle
bir ruh hali içinde olmama karşın, gözlerimin önünde cereyan eden bütün sahneleri
tek tek ve somut olarak kavradığıma şaşırıyordum”21

19
LE BON, Gustave; Kitleler Psikolojisi, Tutku Yayınevi, Ocak 2014
20
LE BON, s. 18.
21
CANETTİ, Elias; Kulaktaki Meşale, Bir Yaşamın Öyküsü, Çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları,
1997, s. 229
11

Canetti’nin bu olaydan ve sonrasında yaşadığı olaylardan edindiği izlenimlerden


ulaştığı sonuca göre, kitleleri oluşturan liderler değildir. Liderler ancak kitleyi
manipüle edip sömürebilirler. Özgürlük ve refaha ulaşabilmek için kitlelerin
liderlerinden kurtulmaları gerekmektedir. Freud’un kitle kuramına ve liderin rolüne
bakışı ise Canetti ve Le Bonn’un aksine, kitlelerin oluşabilmesi için liderlere muhtaç
olduğu şeklindedir. Freud, kitle kuramına kendi görüşlerini eklemleyerek yeni bir
tartışma alanı açmıştır. Freud 1922 yılında yayınladığı, Grup Psikolojisi ve Ego’nun
Analizi adlı kitabında, “Hipnoz sürecini gruba uyarladığınızda, hipnotizmacının yerine
kim geçecek?” sorusunu sorarak, lider konusuna değinmiştir. Freud’a göre, kitle,
liderlerine ben ideası üzerinden bağlıdır. Kitleler liderler ile aynı düşü paylaşır ve
libidanal bir bağ ile liderine bağlıdır. Lider ile kitlenin aynı ideayı paylaşması, kitle ile
liderin özdeşleşmesini sağlar.

Freud, liderler tarafından yönlendirilen kitlelerin, her emri anında yerine getirme
güdüsü taşımalarını ve kolay yönlendirilebilir olmalarını ilk insanların ilkel
güdülerinin yeniden canlanması olarak yorumlar. Ona göre, kitleler liderlere derinden
bağlıdır ve liderleri ile özdeşmiş durumdadır. "Kitlenin önderi hala ilk insan
topluluğundaki korkulan ilk-babadır, kitle hala sınırsız bir güç tarafından egemenlik
altında tutulma eğilimindedir, otoriteye alabildiğine düşkünlüğü vardır... İlk-baba, ben
ideali işlevini görüp ben'i egemenliği altında tutan kitle idealidir.”22

Kitle, dokunulma korkusunun aşılması ile oluşur. Cannetti’ye göre insanı


bilinmeyenin kendisine dokunmasından daha çok korkutan bir şey yoktur. İnsan
kendisine değen şeyi görmek ve tanımak, hiç değilse sınıflandırmak ister. Yabancı
herhangi bir şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınma eğilimindedir. İnsanların
etrafında yarattıkları bütün mesafelerin nedeni bu korkudur. Kendilerini başka hiç
kimsenin giremeyeceği evlerine kapatırlar ve ancak orada bir nebze güvende
hissederler.23

Bu dokunulma korkusunun aşıldığı tek yer kitledir. İnsanlar kitle haline gelince
kendilerine dokunanın kim olduğunu umursamaz olur. Bireyin,

22
Freud, 1922/1993 s. 423
23
CANETTI, 2017, s. 13.
12

“Kendisine yaslananın kim olduğunu artık fark etmemesi için bu kitle fiziksel
bakımdan da yoğun ve sıkışık olmalıdır. İnsan kendini kitleye bırakır bırakmaz,
artık kitlenin dokunuşundan korkmaz olur. İdeal durumda, kitle içinde herkes
eşittir; kitle içinde cinsiyet dahil hiçbir ayrımın önemi yoktur. Kitlenin içinde
kendisini iten her kimse, o da kendisi gibi biridir. Onu, kendisini
duyumsuyormuş gibi duyumsar. Birdenbire her şey tek ve aynı bedende
oluyormuş gibi olur. ”24

Kitleye dahil olan bireyler arasında her türlü ayrımın ortadan kalkması ve eşitlik
durumunun ortaya çıkmasını Canetti, Deşarj kavramıyla açıklamaktadır. Kitle
içerisinde mutlak eşit hissetme ve aidiyet duygusu en fazla deşarj olunan anda görülür.
İnsanlar arasındaki hiyerarşi ve farklılıklar türlü türlüdür ve insan girdiği her ortamda
diğerlerinden farklı olduğunu hisseder. Bir süre sonra hiyerarşik olarak üstün olmak
da yetmeyecek ve kendi koyduğu sınırlar insanı yormaya başlayacaktır. Bireyler
sırtındaki bu hiyerarşi ve mesafe yükünden ancak deşarj anında diğerleriyle eşitlenerek
kurtulur.25 Arada hiçbir farkın kalmadığı omuz omuza ve birbirinden güç alarak
oluşturulan yığınlar bireye huzur verir. Ve insanlar bu huzurlu ana erişmek için
kitleleri oluştururlar.

Canetti ‘ye göre, kitlenin; büyüme, eşitlik, yoğunluk ve yönelim şeklinde dört
temel niteliği vardır. Buna göre, kitlenin hiçbir doğal sınırı yoktur. Kitle daima
büyümek ister. Kitle içerisinde eşitlik vardır. İnsanların kitle olmaları ve bu kitleden
uzaklaşmasına neden olacak her şeyi görmezden gelmeleri bu eşitlik duygusu
uğrunadır. Kitle yoğunluğu sever, yoğunluk duygusu deşarj anında en yoğun düzeye
çıkar. Kitlenin bir yöne gereksinimi vardır, bütün üyeler için ortak olan bir hedef yön
eşitlik duygusunu kuvvetlendirir. Kitle ancak ulaşılmamış bir hedef olduğu sürece
varlığını sürdürebilecektir.26 Kitleleri bir arada tutan şey nedir? Canetti bu durumu
emirle ilişkilendirir. Liderler emir verir ve emir alan kişiyi bu durum yaralar. Korku
ve emre itaatsizliğin cezasının ölüm olması durumu emri yerine getiren kişinin
üzerinde psikolojik baskı oluşturmaya devam edecektir. Bu durum en çok askeriyede
görülmektedir. Askerler komutanlarının emirlerine itaat ederler ve böylece yükselerek
terfi alabilirler. Ancak karşılığında ödül de almış olsalar emre itaat etmeme riskinin

24
CANETTI, 2017, s. 14.
25
CANETTI, 2006, s. 16-17.
26
CANETTI, 2006, s. 28-29
13

sürekli tepelerinde olması kişilere ağır gelecek ve bir sızı oluşturacaktır. Canetti ’ye
göre bu sızı sonunda itaatsizliği ve liderleri yok etme isteğini beraberinde getirir.27

Kitleler maruz kaldıkları sızıdan kurtulmak için liderleri yok etmek için
hareketlenir. Bunun iki yöntemi olabilir, ilki şizofrenik varoluşlar bir diğeri karşıtına
dönme kitlesi oluşturmadır. Şizofrenik karşı çıkışlar derken Canetti burada kişisel ruh
sağlığı bozulmaları konusuna değiniyor. Şizofrenik bir insan emre itaat etmeyecektir
hayali emirleri uygulayacaktır böylelikle içinde bulunduğu duruma tam olarak bilinçli
sayılabilecek bir karşı tutum geliştiremeyecektir bu sebeple şizofrenik karşı çıkışları
naif olarak tanımlamaktadır. İkinci yöntem olan karşıt kitleyi oluşturma hareketi ise
daha başarılı sonuçlar alınmasını sağlayabilir. Karşıt kitleler örneğin, halkın imtiyazlı
sınıflara, askerlerin subaylara, işçilerin burjuvalara karşı durması böyle bir durumu
oluşturur. Ekim Devrimi, Fransız İhtilali karşıt kitle örnekleri olarak tarihteki yerlerini
almıştır. Bu süreç bireylerdeki sızıyı kaldıracak ve siyasi literatürde Devrim olarak
adlandırılacak olayların yaşanmasını sağlayacaktır.28

Kitle içerisinde kalmak sızıdan ve emir almanın verdiği yükten kurtulmanın en


etkili yoludur. Bireyler kitle ile deşarj olurlar ve birbirlerine destek olurlar. Birbirleri
arasındaki mesafe azaldıkça sızı da azalır. Bu yüzdendir ki kişiler eksilse bile kitle
kendini var etmeyi ve amaçlarını diri tutmayı hedefler. İktidar da varlık mücadelesini
sürdürmektedir. Bu sebeple daima kitleyi bölmeye ve kişileri kitlenin ruhundan
ayırmaya çalışır.

Kitle toplumu kuramını, Frankfurt Okulu’nun öncü isimlerinden Adorno ve


Horkheimer da ele almıştır. 1945 yılında birlikte yazdıkları Dialectic of Enlightenment
(Aydınlanmanın Diyalektiği) adlı eserlerinde kitle konusuna yer vermişlerdir. Kitle
kuramına bakış açıları iki temel tema etrafında şekillenir: 1- Ekonomik ve teknolojik
gelişmeler kitleleri etkilemiş ve geleneksel toplum yapısı zayıflamıştır. 2- İnsanın
emeği ile ortaya çıkan şeylerin, insan kontrolü dışında, bağımsız ve özerk bir güce
dönüşmesi ve bunun sonucunda kültür kavramının somutlaşması. Adorno ve
Horkheimer, “Kitle kültürü” tanımı yerine “Kültür Endüstrisi” tanımını
kullanmışlardır.29 Adorno ve Horkheimer’a göre, kültür endüstrisi, modernleşmenin
toplumlara dayattığı totaliter yönlere katkıda bulunmaktadır.

27
CANETTI, 2017, s. 79-81.
28
CANETTI, 2017, s. 103-122.
29
ADORNO VE HORKHEIMER, (2014), Aydınlanmanın Diyalektiği, Kabalcı Yay. s. 162
14

Aydınlanmanın Diyalektiği’nde Adorno ve Horkheimer’ın vurguladıkları,


“bireyin tasfiyesi” meselesidir. Kültür endüstrisi, kitleleri etkileyerek, kişilerin
yerleşmiş toplum otoritesine boyun eğecek şekilde toplumsallaşmasına sebep olur.
Kitle iletişim araçları ve dış dünyanın tüm etkenleri bireyin egosunu etkiler ve var olan
düzene itaat ettirir. Bu sayede düzene isyan etmeyen ve dünyadaki olumsuzlukları
umursamayan kitleler oluşur. Herbert Marcuse bu durumu, “Eğitim ve eğlence
araçlarının sonsuz gücü, bireyi tüm diğer insanlarla beraber zararlı tüm düşüncelerden
arındırılmış bir baygınlık durumuna getirmekteydi”30 şeklinde tanımlar. Buna göre,
kitle iletişim araçları otoriter bir yapıdadır ve kitleleri var olan topluma itaat etmeye
ikna eder. Kültür endüstrisi, kapitalizmin dayattıklarını topluma sunar ve kişileri
mutluluğu ancak bu şekilde bulacaklarına inandırır. “Bütün dünya kültür endüstrisinin
süzgecinden geçirilir. Film, gündelik algı dünyasını yeniden vermeyi amaçladığı için,
dışarıdaki sokakları az önce izlediği filmin devamı olarak algılayan sinema
izleyicisinin bu bilindik deneyimi yapımın temel ilkesi haline gelmiştir.” 31

Frankfurt Okulu’nun vurguladığı esas, kültür endüstrisinin kitle kültürü üzerinde


uyguladığı baskı ve tekdüzeliğe dikkat çekmektir. Kültür endüstrisi içinde
kendiliğinden oluşmuş bir kültür yapısından bahsedilemez. Her şey yapaydır ve
kapitalizmin çıkarları doğrultusunda şekillenir. Kültür endüstrisi, kitleleri kalıp
kültürlere mecbur bırakmıştır. Artık yüksek kültür veya alt kültür ürünlerinden söz
edilemez.

Adorno, popüler müziğin insanlara statükoyu dayattığını ve insanları pasifize


ettiğini savunur.32 Her yerde duyulan pop kültür müzikleri, hiçbir mesaj taşımayan,
toplumsal kaygıları olmayan seslerin yansımasıdır. Bu haliyle kitleleri uyutarak, tam
da egemenlerin istediği isyansız, itaatkâr düzeni inşa etmektedir. Adorno
standartlaşma sürecinin yalancı-bireycilik ile tamamlandığından bahseder. Ona göre,
kitleler reklamı yapılan şeye sahip olunca yalancı bir teselli bulur. Yani reklam ile
tanıtılan ürüne önce herkesin ihtiyacı varmış algısı oluşturulur, sonrasında ise izleyici
ancak o şeye sahip olduktan sonra aidiyet duygusu hisseder. Adorno, yalancı
bireyciliği şöyle anlatır:

30
Aktaran, Swingewood, 1996, s.35
31
Adorno, Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, s. 169
32
Aktaran, Slater, 1989, s.196
15

“Kitle kültürünün üretimine, özgür seçim halesi ve standartlaşmanın kendi


temelleri üzerinde bir açık pazar payesinin bahsedilmesini anlamaktayız. Hit
şarkıların standartlaşması, tüketicileri sanki şarkıları, kendileri için dinliyor
kılarak, aynı çizgide tutar. Kendi payına, yalancı bireycilik ise dinlenenlerin
onlar için önceden dinlenmişliğini unutturarak bir çizgide tutar. Bu yalancı
bireyciliğe dayanan metanın dağıtımı yetkin uygulama tekniği ‘sürekli
reklam’da bulunmaktadır.”33

Birbirinden ayrılan tüm bu düşüncelerin hareket noktasını “Kitle toplumu” terimi


oluşturur. Kitle toplumu ile; sanayileşme, kentleşme, kapitalist iş bölümlerinin
yaygınlaşması, kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi gibi etkenlerle birlikte “kitle”
kavramının da anlam bazında uğradığı ideolojik değişimlere atıfta bulunulur.
Adorno’nun kültür endüstrisinden çıkış yolu olarak gösterdiği ‘yüksek kültür’den yola
çıkarak Martin Jay, “yüksek ve düşük kültür arasındaki eski fark, kitle kültürünün
biçimlendirilmiş barbarlığında yok olup gitmişti”34 demiştir.

Kant’ın ifadesiyle “maksatsız maksatlı oluş”u ifade eden sanat artık, kültür
endüstrisinin etkisiyle bir pazarlama alanına dönüşmüş ve piyasaya malzemesi
olmuştur.35 Sanatı endüstrileşmesi, piyasanın onu tüm kitleye sunması sonucunu
doğurmuştur. Böylelikle eskiden yalnızca belirli bir zümreye ait olan resim, heykel,
müzik gibi alanlar artık kitlelerin kolaylıkla erişebildiği ürünler haline gelmiştir.
Benjamin’in vurgu yaptığı gibi sanat eserinin kendine has ve özel oluşu artık
kalmamıştır. Bu durum tüm kitleyi etkilemiş ve hep beraber bir körleşme başlamıştır.
Kitlelere pazarlanan sanat ve teknoloji Jay’in ifadesiyle ‘biçimlendirilmiş barbarlığa’
dönüşmüştür.36

Artık herkesin ulaşabildiği yüksek sanat ürünlerinin aurasını kaybetmesi de yine


teknolojinin gelişmesi ve kültür endüstrisinin etkisi ile olmuştur. Horkheimer, Akıl
Tutulması kitabında, teknolojinin gelişmesinin etkilerinden söz ederken; “teknolojinin
körce gelişmesinin toplumsal baskı ve sömürüyü güçlendirmesi yüzünden, ilerleme
her an kendi karşıtına, barbarlığa dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Statik ontoloji
de ilerleme doktrini de –yani nesnelci felsefeler de öznelci felsefeler de- insanı

33
Aktaran, Slater, 1989, s.196
34
JAY, 2014, 225
35
Jay, 2014, 225
36
JAY, 2014, 225
16

unuturlar.” demiştir.37 ‘Körleşen teknoloji’ vurgusunu günümüz üzerinden


düşündüğümüz zaman, insanların üzerinde ne kadar baskı oluştuğunu fark edebiliriz.

Gelişen yapay zekâ ve teknolojik ürünler, insanların her hareketini her an takip
etmekte ve kontrol altında tutmaktadır. Artık teknolojinin etkisiyle neleri
beğeneceğiniz, nelerden hoşlanmayacağınız, neleri görmek isteyeceğiniz yapay
zekalar tarafından önceden tahlil edilerek karşınıza çıkarılmaktadır. Böylelikle kişisel
irade, devamlı bir yönlendirmeye ve müdahaleye uğrayarak piyasa tarafından kontrol
altına alınmaktadır. Birey ne kadar özgür olduğunu düşünse de kitlenin bir parçası
olmaktan ve kitle ile hareket etmekten kaçamamaktadır. Horkheimer yine Akıl
Tutulması eserinde bireyin sıradanlıktan kurtulma formülünü, “gelişmiş̧ birey gelişmiş
bir toplumun ürünüdür. Bireyin kurtuluşu, toplumdan kurtuluş değil, toplumun
atomlaşmadan kurtuluşudur -doruk noktasına kolektifleşme ve kitle kültürü
dönemlerinde çıkabilen bir atomlaşma”38 olarak açıklamaktadır.

Geçmişten günümüze dek bazı düşünürler ve felsefeciler kitleleri saldırgan


ifadelerle de tanımlamıştır. Bunun en meşhur örneklerinden biri Nietzsche’dir.
Nietzsche, kitleleri ‘ayak takımı’ olarak tanımlar ve toplumun çok net çizgilerle
sınıflara ayrılarak yönetilmesini savunur. Ona göre insanlar zekâ yönünden ve güzellik
olarak çok üstün olanlarla sıradan tiplerden oluşur. Ve sıradan tipler diğer iki tür
kategorinin yaşam alanını tehdit eder. Toplumların sahip oldukları medeniyeti
korumalarının tek yolu ise ayak takımının kendileri için uygun görülen statüyü kabul
etmelerinden geçer.39

Nietzsche, Böyle Dedi Zerdüşt isimli kitabında, ‘ayak takımı’ olarak gördüğü
kitlelere karşı olan tutumunu çok net biçimde şu sözlerle ifade etmektedir; “yaşam bir
haz pınarıdır; ama ayaktakımı da aynı pınardan içtiğinde tüm kuyular
zehirlenir...boğazıma takılan asıl lokma- Aksine, bir gün şunu sordum ve az kaldı
boğuluyordum kendi sorumdan: Ne? Ayaktakımı da mı gerekli yaşamda?”40 Ünlü
filozof Artistoteles için de kitlelerin yönetimi, yani demokrasi bir nevi ‘Ayakların baş
olmasıdır.’41

37
Horkheimer 1998: 149
38
Horkheimer 1998: 150
39
Swingewood 1996: 19
40
Nietzsche 2018: 92-93
41
Aristoteles 2004: 63-64
17

Linç konusunu detaylı olarak anlamaya çalışırken de kitle ve kitle ruhu hakkında
yapılan çalışmalara göz atmak, toplulukları linç güruhlarına çeviren kararlılığı görmek
açısından önemlidir. Bireyin tek başına iken sahip olduğu karakter ile bir kitleye ait
olduğunda sergilediği karakterin farklı olup olmadığı, tartışılan konulardan birisidir.
Modern dünyanın kültürel alışkanlıkları, kitle iletişim araçlarının etkisiyle
şekillenmektedir. Kapitalizmin de etkisiyle kitlelerin harekete geçmesi sağlanmakta ve
kitle iletişim araçlarından verilen mesajlarla kitleler etkilenmektedir. Linç eylemini
gerçekleştiren kalabalıkların kitle ruhu ve kitle psikolojisi ile hareket etmesi bize linçi
anlama konusunda bazı ipuçları veriyor. Bu bağlamda, linç olgusu ile ilişkisi olduğunu
düşündüğümüz bir diğer kavram saldırganlık ve şiddet kavramıdır. Bu bölümde
saldırganlık ve şiddet kavramları ile linç grupları arasındaki ilişki açıklanacaktır.

1.1.3 Saldırganlık ve Şiddet

Saldırganlık ve öfke sosyal bilimlerin en çok tartışılan konularından biridir.


Saldırganlık faktörünün linç olayları üzerindeki etkileri zaman zaman araştırmalara
konu olmuştur.42 Çoğu zaman, saldırganlık duygusu şiddetin gerekçesi olarak
gösterilmiş, bazı kaynaklarda aynı anlamda kullanılmıştır.

Kelime anlamıyla saldırganlık; “Bireyin kendi düşünce ve davranışlarını dıştaki


direnmelere karşı, zorla karşısındakine benimsetme çabası ve kötülük ya da yıpratma
amacıyla bir kimseye karşı doğrudan doğruya silahlı ya da silahsız bir eylemde
bulunma.43 olarak tanımlanmaktadır. “Şiddet” kavramı ise; “karşıt görüşte olanlara
kaba kuvvet kullanma” olarak tanımlanmıştır.44 Saldırganlık kavramı sözlük
tanımlarında daha çok fiziki şiddet anlamında tanımlansa da sosyal psikolojide, bireyin
duygu durumu ve psikolojisine yönelik hareketler de saldırganlık olarak
nitelendirilmektedir. Literatürde kullanılan genel anlamıyla saldırganlık, başkalarını
inciten ya da zarar verebilecek her türlü davranış olarak tanımlanmaktadır.45 Şiddet
kavramı da aynı şekilde, fiziki şiddet ve psikolojik şiddet olarak karşımıza
çıkmaktadır. Sosyal bilimciler şiddet kavramını tanımlarken duygusal şiddet anlamını
da tartışmışlardır. Bourdieu, sembolik şiddet ya da duygusal şiddet kavramını “fiziksel

42
Akt, Ahmet Özgür, Ç. Kağıtçıbaşı, “Saldırganlık ve Linç”, Bilim ve Gelecek Dergisi, s. 32, 2006
43
“Saldırganlık”, TDK Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr
44
“Şiddet”, TDK Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr
45
Boxer ve Tisak, 2005
18

şiddetin imkânsız olduğu yerde şiddetin büründüğü kibar, gizli biçimi” olarak
tanımlamıştır.46

Saldırganlık genel olarak kötü anlamda algılansa da algılanma biçimleri de


farklılık göstermektedir. J. L. Freedman, saldırganlığı kategorilere ayırmış ve tüm
saldırganlık biçimlerinin olumsuz anlamda anlaşılmadığını belirtmiştir. Freedmen,
“özgeci saldırganlık”, “düşmanca saldırganlık” ve “izin verilmiş saldırganlık” olarak
üç farklı saldırganlık türünden söz eder.47 Bu ayrımlar; saldırgan davranışta bulunan
kişinin, toplumun yaygın olarak kabul ettiği kurallara uyup uymadığı ve toplumun
saldırganı destekleyip desteklemediği kriterine göre değişir. Farklı bir ifade ile
saldırganın, toplum tarafından ne kadar “meşru” görüldüğüne göre “saldırganlık”
farklı olarak algılanmaktadır.

Toplumun genel ahlak yapısına uyan saldırılar özgeci bir anlamda


anlaşılmaktadır. Örneğin birini rehin alan saldırgan kişiye karşı yapılan saldırı, özgeci
bir saldırıdır. Toplumsal olarak onaylanmayan, kişinin bedenine kasteden, tecavüz,
hırsızlık gibi saldırganlıklar ise düşmanca olarak algılanmaktadır. Tecavüz ya da
işkence gibi saldırganlık çeşitleri pek çok farklı toplumda birbirine benzer şekilde
algılanarak düşmanca olarak tanımlanır. Ancak cinayet çeşitleri de toplumların
kabullerine göre kabul görebilmektedir. Örneğin; namus ya da töre adı altında işlenen
cinayetler ya da tecavüz suçlusu bir mahkûma hapishanede tecavüz edilmesi gibi
durumlar bazı toplumlar tarafından normal karşılanmaktadır. İzin verilmiş saldırganlık
durumu ise, genel olarak toplumsal kuralları aşmayan şiddet biçimlerini
tanımlamaktadır. İzin verilmiş saldırganlığın meşru görülmesi için genel ahlak
standartlarına uygun şekilde gerçekleşmesi beklenir. Örneğin; kendisine saldıran birini
defetmek amacıyla karşı çıkan bir kişinin durumu ya da tecavüzcüsüne saldıran birinin
gösterdiği şiddet biçimi öz savunma olarak görülmekte ve toplum tarafından izin
verilmiş saldırganlık durumuna girmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan meşru
müdafaa maddesi de bu durumun sınırlarını hukuken çizmektedir. 25. maddenin
birinci bendinde, “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,
gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal
ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden

46
P. Bourdieu, In Other Words: Essays Toward a Reflexive Sociology, Çev, J. Adamson, Stanford,
Stanford University Press,1994.
47
J.L. Freedman, D.O. Sears ve J. M. Carlsmith, Sosyal Psikoloji, 4. Baskı, Çev: A. Dönmez, Ankara,
İmge Yayınları, 2003, s. 248-249
19

dolayı faile ceza verilmez.”48 şeklinde meşru müdafaanın tanımı ve izin verilmiş
saldırganlık durumunun da sınırları belirtilmiştir.

Saldırganlık çeşitlerinin; özgeci, kabul gören ve düşmanca olarak


tanımlanmasında “sapma” kavramının etkisi vardır. Sapma, genel olarak; doğru olan
yoldan ayrılma anlamında kullanılır. Toplumsal sapma durumunda ise genel kabulün
aksine hareket etme ve toplumsal normlara uymama anlamı vardır.

Toplum, kişilerin davranışlarını belirlemede rol oynayarak, şahısların ya da


grupların toplumsal normlara uymasını bekler.49 Bu beklentiyi, çeşitli kontrol şekilleri
kurarak gerçekleştirir. Toplumsal normlar kanunlar vasıtası ile uygulamaya konulur.
Ancak her zaman suç olmayan davranışlar da sapma olarak nitelendirilebilir. Genel
kabule aykırı sayılabilecek her davranış, bir sapma eylemi olarak değerlendirilir.

Sosyal yapı ve kültürel mekanizmalar, toplum içindeki varlığını sürdürebilmek


için çeşitli kontrol mekanizmaları geliştirir. Sapma durumunda sistem içindeki bütün
unsurlar bu durumdan etkilenir. Sistem içindeki bütün değişiklikler birbiri üzerinde
etkilidir.50 Devlet, toplum içinde genel düzeni sağlama görevini üzerine almıştır.
Normal zamanda hukuk kuralları ile sağlanan düzen, sapma durumunda toplumun
üzerine aldığı bir görev haline dönüşebilir. Örneğin, toplum tarafından tepki gören bir
sapma eylemi olduğunda, devletin kuralları ve hukukun düzenlemeleri etkisiz
bırakılarak linç grupları oluşturulabilir.

Toplumsal normların bozuntuya uğraması, değerlerin kaybolması yada


yozlaşması durumlarında anomi denilen durum ortaya çıkar.51 Anomi, toplumun
bireyle olan sosyal bağının kopması olarak tanımlanan durumdur. Anomi kavramı ilk
kez Fransız sosyolog Emile Durkheim tarafından, İntihar kitabında kullanılmış ve
popüler hale gelmiştir.52 Durkheim anomi teorisi ile, sapkın davranışlarda bulunan
bireylerin düşünce şekillerini açıklamaya çalışmış, toplum tarafından bireyin iç
dünyasında ve üzerinde oluşturulan baskının anomiye sebep olduğunu vurgulamıştır.

48
Türk Ceza Kanunu, 5237 sayı, 26.9.2004 tarihli yasa
49
N. Nirun “Sosyal Sistemlerde Sapmalar”, Araştırma VIII, 1970’den ayrı basım, Ankara, Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1972, s.410
50
R.Wallace, ve Wolf, A., Çağdaş Sosyoloji Teorileri: Klasik Geleneğin Genişletilmesi, Çev. R. Ayaz
ve L. Elburuz, İzmir, Punto, 2004, s.21
51
D.M.Lyman, W.G.Potter, Organised Crime, 2nd edition, New Jersey, Prentice-Hall Inc, 2000, s.79,
Akt. F. Irmak, Küreselleşme Olgusu Bağlamında Örtülü Suçların İncelenmesi, Ankara Üniversitesi,
2005.
52
E.Durkheim, İntihar Bir Toplumbilim İncelemesi, Çev. Z. Zühre İlkgelen, İstanbul, Pozitif, 2013
20

Anomi, düzeni sağlayan ahlak ve hukuk kurallarının ortadan kalktığı durumlarda


ortaya çıkmaktadır. Bireysel ve toplumsal normlar arasındaki farklılığın anomiye
sebep olduğu düşünülmektedir. Bu teori ile suç oranlarının bazı toplumlarda neden
daha fazla olduğuna cevap aranmaya çalışılır. Durkheim’dan başka Merton’da
çalışmalarında anomi kavramını işlemiştir. Merton’a göre anomi; birey ve toplum
arasındaki farktan ortaya çıkar. Toplumun bireye ulaşması için baskıladığı amaçlarla,
bu amaçları elde etmek için sağladığı meşru yolların birbirinden farklı olmasından
kaynaklanır. Wirth ise anomiyi, “sosyal yönelişlerin dayandığı temel zayıflamışsa,
toplum yapısı çözülmeye yüz tutar.” Yani başka bir ifade ile, toplum arasında
dayanışma kalmamışsa ve değerler yitirilmişse anomi yaşanacaktır.53

Anominin yaşandığı toplumlarda yasaların işlenmesi ve hukukun düzeni yetersiz


hale gelir.54 Toplumsal değerlerin ve sağduyunun yitirilmesi ile anomi yaşanır. Anomi
toplumda istenmeyen bir kargaşa durumudur. Hukuk ve yasaların yetersiz görülmesi,
insanları kendi adaletini tesis etme arayışına sürükleyebilir. Toplum içinde ‘suçluların’
cezalandırılmaları için linç grupları oluşturulur. Bu linç gruplarının eylemlerini
destekleme ya da karşı çıkma refleksi ise kültürel kodlara ve eğitim seviyesine göre
değişiklik göstermektedir. Linç vakaları bazı gruplar için “normal” olarak görünür,
toplum içindeki diğer kesim için ve hukuk için ise bir sapma davranışı olarak
değerlendirilir.

Sapma, genellikle linç gruplarının “ötekine tahammülsüz” olma halinden ortaya


çıkar. Göçmenler, LGBTİ+ bireyler, çeşitli azınlık ırkları gibi pek çok farklı kesim bu
saldırıların hedefi olur. Linç grupları sapma olarak gördükleri konuya kendileri
müdahil olmak isterler. Örneğin LGBTİ+ bireylerin uğradığı saldırılar düşünülecek
olursa, bir apartmanda veya mahallede eşcinsel insanların yaşaması hukuki açıdan suç
değildir ancak linç grupları “sapma” olarak değerlendirdikleri insanların hayatına karşı
harekete geçer ve çeşitli saldırılarda bulunur.

Saldırganlık duygusu ruhsal değişimlerle alakalı olan bir durumdur. İnsanlar


üzerinde doğrudan gözlemlenemediği için başlangıç noktası her zaman tartışma
konusu olmuştur. Saldırganlık konusu üç temel yaklaşım ile ele alınmıştır; Freud’un

53
Son Durak: Anomi, Cemil Meriç, http://www.edebifikir.com/fikir/son-durak-anomi.html erişildi,
21.11.2020
54
E. Beşe, Sosyoloji Temelli Suç Teorileri ve Organize Suçlar”, Der, A. Geleri ve H. H. Çevik,
Organize Suçlarla Mücadele ve Polis içinde, Ankara, Seçkin, 2003, s.77
21

öncü olduğu “içgüdü ve biyolojik temelli yaklaşımlar”, “engelleme ve saldırganlık”


yaklaşımları ve “öğrenmeci-bilişsel yaklaşımlar” olarak linç eylemleri açısından
incelenmiştir.

Linç girişimlerinin oluşmasında etkili olduğu düşünülen kavramlardan bir diğeri


“şiddet” meselesidir. Şiddet kelimesi kavramsal olarak, sertlik, kaba kuvvet ve incitici
davranışlarda bulunma olarak tanımlanır.55 Şiddet olgusu, pek çok değişkeni bir arada
barındıran bir kavramdır. Genel olarak bir başka canlıya ya da eşyaya her türlü zarar
verme biçimi şiddet olarak görülse de psikolojik ve kültürel şiddet biçimlerinden de
söz etmek gereklidir. En genel ve bağlayıcı tanım, hukuksal olarak tanımlandığı
şeklidir. Buna göre şiddet ile ilgili davranışlar, kanuna uymayan ve bir başkasına her
türlü zarar veren hal ve hareketleri kapsar. Birinin haklarını çiğnemek, onurunu
kırmak, zarar vermek, zor kullanmak gibi davranışlar şiddet olarak değerlendirilir ve
hukuken cezaya tabidir.56

Şiddet konusu, çok yönlü bir olgu olarak karşımıza çıkar. Psikolojik, ahlaki ya da
toplumsal şiddet türlerinden bahsetmek mümkündür. Siyaset bilimi çalışmalarında ve
sosyal bilimlerin farklı alanlarında şiddet konusu incelenmiştir. Şiddeti sınıflandırarak
ele almak, kavramı ve etkilerini anlamayı kolaylaştırmaktadır. Şiddet genel olarak
toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Toplum tarafından algılanış biçimleri
de olumlu ve olumsuz olarak değişiklik gösterir.

Şiddetin sınıflandırılmasında birinci olarak, toplumsal ve kültürel şiddet


türlerinden söz etmek açıklayıcı olacaktır. Uzun yıllar devam eden politik çatışmalar,
savaş ve çıkar çatışmaları, dinsel ve ırksal olarak bölünmüşlük yaşayan ve saldırı
durumlarının devamlı olarak yeniden üretildiği toplumlarda şiddet bir kültürel öge
olarak görülmektedir. Buna göre, bir toplumda devamlı olarak görülen ötekine
tahammülsüzlük, yabancı düşmanlığı, sevgi ve güven eksikliği gibi durumlar
toplumsal şiddetin oluşmasına zemin hazırlar.

Devrimci ve karşıt devrim taraftarı grupların oluşturduğu çatışma ortamları ise


ikinci gruptaki şiddet biçimleridir. Askerlerin oluşturduğu şiddet ve darbe girişimleri
üçüncü grupta incelenen şiddet türleridir. Askerin toplum içine müdahalesi ve sivil
iktidar alanının asker yönetimine geçmesi, beraberinde devlet şiddetini ortaya çıkarır.

55
Ünsal, 1996:29
56
Erten- Ardalı, 1996:143
22

Dördüncü grupta incelenen şiddet türleri, öğrencilerin oluşturmuş olduğu şiddet


biçimidir. Özellikle üniversitelerdeki çatışma ve protestolar, karşıt görüşlü
öğrencilerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkan şiddet biçimi buna örnektir. Beşinci
grupta incelenen şiddet türlerini, mevcut devlet ve ülke düzeninden ayrılmak isteyen
ayrılıkçı gruplar oluşturur. Irksal problemler ve özerklik talepleri ile ortaya çıkan
eylemler beşinci grupta incelenen şiddet türlerine örnek olarak değerlendirilebilir.
Altıncı ve son grup ise seçim çalışmaları ve partilerin yarış dönemlerinde yükselişe
geçen şiddet olaylarıdır.57 Şiddet eylemleri, bireysel olarak gerçekleştirilebileceği gibi,
kolektif olarak da düzenlenebilir. Bireysel girişimlerden farklı olarak kolektif olarak
uygulanan şiddet biçimlerinin aktörleri arasında, çeteler, çatışma grupları, etnik
gruplar ve devletlerin uzantıları yer alabilir. Güdüleme olarak sınıflandırılan bir başka
şiddet biçiminde ise kişilerin uğradığı yoğun baskıların sonucunda ortaya çıkan şiddet
türleri incelenir. Bunlara örnek olarak kan davaları ve töreler uğruna uygulanan şiddet
hareketleri gösterilebilir.58

Şiddet olgusu, suça yönelik olup olmamasına bakılarak da sınıflandırılabilir.


Soykırımlar, cinayetler, soygunlar, tecavüzler gibi kişilerin hayatına ve vücut
bütünlüğüne ya da mallarına karşı işlenen şiddet eylemleri suç kapsamındadır.
Bununla birlikte devletler tarafından sistematik olarak uygulanan baskı, enflasyon,
işsizlik ve liyakatsiz kadrolaşma gibi durumlar da suç sayılmayan ama toplum
üzerinde baskı uygulayan şiddet türlerindendir.59 Bu örnekler üzerinden
düşündüğümüz zaman şiddetin dar anlamından ve geniş anlamından söz edebiliriz.
Dar anlamıyla şiddet; kişilerin vücut bütünlüğüne zarar veren, yağma, cinayet, mala
ve cana kast eden davranışlar gibi farklı çeşitlerde oluşur. Geniş anlamıyla algılanan
şiddet ise, genellikle devletlerden kaynaklı olarak ortaya çıkar. Uzun yıllar devam eden
enflasyon, işsizlik, medya terörü, trafik sorunları, toplumsal sorunlar gibi kişiler
üzerindeki etkisi tam olarak ölçülemeyen şiddet biçimleri bu kategoridedir. İntihar
eden kişilerin kendi canlarına karşı uyguladığı şiddet biçimleri de geniş anlamlı şiddet
olarak sınıflandırılır.60

57
Keleş- Ünsal, 1996: 92
58
Ergil, 2001:40
59
Ergil, 2001:40
60
Ünsal, 1996:32
23

Şiddet eylemlerinin toplumlar tarafından nasıl kabul gördüğüne göre şiddet


meşrulaşır ya da tepki toplar. Toplumsal olarak sorunların çözümünde şiddet yollar
meşru görülüyor ve kullanılıyor ise genellikle bu toplumsal şiddet eylemlerini çok
yaygın olarak kullanır ve oluşmasına destek verir. Medya ve iktidar odakları tarafından
şiddetin halka sunuş şekli de toplumsal algıyı etkilemektedir. Örneğin, barış
zamanında suç olarak görülen şiddet eylemleri, savaş zamanlarında onay alıyor ve
hatta destekleniyorsa, halk içinde yağma, linç olayları ve kişilere yönelik şiddet
girişimleri görülmeye başlanır. Toplumu oluşturan bireylerin yabancılaşması, kendini
ait hissedememe ve ötekileştirilmeye maruz kalma gibi durumlar da alt kültür
içerisinde şiddet olaylarının ani bir şekilde gelişmesini sağlar.61 Şiddet, sürekli veya
geçici olabilir. Az gelişmiş toplumlarda ve hukuk kurallarına ona olan güvenin
zayıfladığı toplumlarda şiddet olaylarının daha fazla ortaya çıktığı görülmektedir. Linç
olaylarının meydana gelmesinde, çoğunlukla hukuka olan güvenin zayıflaması ve
topluma yerleşmiş şiddet kültürünün sonuçları etkin rol oynamaktadır. Bir sonraki
bölümde, linçin kaynakları başlığı ile milliyetçilik, erillik, sosyo-kültürel nedenler,
psikolojik etkenler ve alt kültür teorilerinin linç olayları üzerindeki etkisi
tartışılacaktır.

61
Ergil, 2001: 41
24

1.2 Linçin Kaynakları

Linç kavramı ve sebepleri üzerine yapılan çalışmalarda, linçin ortaya çıkmasında


pek çok etkenin rol oynadığı görülmüştür. Başta Milliyetçilik olmak üzere, şiddet ve
öfke kontrolü sorunu yaşayan bireyler, ötekine tahammülsüzlük, erillik, maçoluk gibi
toplumsal cinsiyet sorunlarının da linç vakalarının ortaya çıkmasında rol oynadığı
düşünülmektedir.

Linç vakalarının yaşanmasına etki eden pek çok farklı faktör bulunmaktadır.
Linçin kaynakları arasında gösterebileceğimiz, Milliyetçilik, ötekine tahammülsüzlük,
toplumsal cinsiyet kalıpları gibi pek çok farklı başlık, linç olaylarının altında yatan
sebeplerin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olabilir.

1.2.1 Milliyetçilik ve Linç

Siyasi ideoloji ve kavram olarak milliyetçilik, tarih sahnesindeki yerini 18. yüzyıl
sonlarından itibaren almış, 19. Yüzyılda ise zirve dönemlerini yaşamıştır. Modern
milliyetçi düşünce Fransız Devrimi ile ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, kendini millet
olarak adlandıran toplulukların siyasi birliğini savunan görüş olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bugüne kadar yapılan literatür çalışmalarında, milletlerin ve milli
hareketlerin ne olduğu anlaşılmaya çalışılmış, milletler tarihsel süreçte nasıl bir rol
oynuyorlar? ve “millet nedir?” sorularına cevap aranmıştır.

İnsan gruplarının bu şekilde sıralanışının temel problemi, bir millete ait olanların
özelliklerinin neler olduğunun kesin olarak tespit edilememesidir. Ait oldukları
milletlerin özelliklerini taşıyanlara bakılarak, pek çok insan gruplarından hangilerinin
bu şekilde tanımlanmaya uygun olduğu tartışmasının tatmin edici bir kriteri
bulunmamaktadır. Millet olmak için genel bir nesnel kriter aranması, bazı insan
grupları milletleşirken bazılarının neden millet sayılmadığı gibi unsurlar, genellikle,
dil, ortak vatan, ortak tarih ve kültürel özellikler gibi kriterlere dayandırılmıştır.
Tarihçi Walter Bagehot, 19. Yüzyılı milletlerin inşasının tarihi olarak betimlemiş
ancak millet tanımını, “Bize sormadığınız zaman bunun ne olduğunu bilir ne var ki
hemen açıklayamaz ya da tanımlayamayız.” 62
Şeklinde yapmıştır. Joseph Stalin’in

62
Walter Bagehot, Physics and Politics (Londra, 1887), s. 20-21
25

millet kavramı yapılan tanımlar içerisinde en meşhurudur. Stalin, millet olmayı


“Millet, tarihsel olarak evirilmiş istikrarlı bir dil, toprak, ekonomik yaşam ile kendini
kültür ortaklığıyla dışa vuran psikolojik yapıdan oluşan bir topluluktur.” olarak
tanımlamıştır.63

Milliyetçilik ile beraber ulus devletler ortaya çıkmıştır. Ancak dünya üzerinde pek
çok devlet içlerinde farklı ulusları barındırdığı için, milliyetçilik düşüncesi
beraberinde soykırımları ve savaşları da getirmiştir. Bir ırka ait olma düşüncesi o ırkın
biricikliği sanrısına dönüşünce savaşlar, ırk çatışmaları ve nihayetinde soykırımların
olması şaşırtıcı değildir.

Milliyetçilik ve millet kavramları Gallner’e göre modern dünya için bir


zorunluluktur. Çünkü modern dünyayı oluşturan şey sanayi devrimleridir. Sanayi
devrimi ile oluşan toplum tipi kendinden önceki diğer toplumlardan kültürel olarak
ayrılmıştır. Bu toplumlar çok dinamik yapıdadırlar ve kültürel farklılıkları ortadan
kaldırmaya, kültürel olarak eşitlenme düşüncesine meyillidirler. Milliyetçilik
ideolojisi de bu düşünceyi siyasi arenaya taşımaktadır. Gallner, milliyetçiliğin
düşünsel serüvenini araştırmanın vakit kaybı olduğu görüşündedir. Bunun nedeni,
milliyetçiliğin düşünsel arka planının onun toplumlar içerisindeki var oluşunu
etkilemediği içindir.64

Gallner, milletler ve milliyetçiliğin oluşumunda, yapaylık, icat ve toplum


mühendisliğine dikkatimizi çekmiştir. “Milletlerin, insanları sınıflandırmanın doğal,
Tanrı vergisi bir yolu olduğu, doğuştan gelen bir… politik kader olduğu iddiası mittir;
bazen önceden var olan kültürleri alıp onları milletlere çeviren milliyetçilik, bazen de
milletleri yoktan icat eder ve genellikle önceden var olan kültürleri tamamen yok eder:
Bu bir gerçekliktir.”65 Milliyetçilik, açıkça öyle olmadığı bilinen bir şeye sıkı sıkıya
bağlanmayı gerektirir. “Tarihi yanlış yazmak bir millet olmanın parçasıdır.”66

Milliyetçilik düşüncesinin en büyük handikaplarından birisi, farklı etnik


kimliklerden oluşan toplumlarda ulusçuluğun problem olarak ortaya çıkmasıdır.
Çoğunluk olanın galip ve haklı görüldüğü toplumlarda milletler arasında devamlı bir

63
Joseph Stalin, Marxism and the National and Colonial Question, s.8, 1912.

64
Gallner, 1998, s.103
65
Gallner, Nations and Nationalism, s. 48-49
66
Ernest Renan, Qu’est que c’est une nation, s.7-8
26

üstün olma mücadelesi yaşanmaktadır. Bu yüzden savaşlar ve etnik katliamlar


eksilmeden sürmektedir. Ulus devlet düşüncesini benimseyen toplumlarda
Milliyetçilik, eğer riskli bir pozisyonda ulusu birleştirici güç konumunda ise iyi bir
şey, bağımsızlık talepleri gibi durumlarda ise kötü bir şey olarak görülmektedir.
Özellikle “tek ulus” fikrini benimsemekte isteksiz ve kendi tarzına sadık kalmaya
meyilli gruplar karşısında milliyetçilik, kimi zaman kanlı yöntemlere de başvurmuştur.
Bölgesel ve etnik özelliklerin, yöresel dillerin ancak çatı bir ulus devlet içerisinde
kalabileceği, tek başına geçerli olmasının yasadışı olduğu beyan edilmiş, etnik direniş
önderleri veya liderleri asi ya da terörist olarak ilan edilmiştir.67 Bu bağlamda,
milliyetçilik düşüncesinin ve hareketlerinin linç kitlelerini harekete geçirmek ile
ilişkisi olduğundan söz edilebilir. Milliyetçilik, tek vatan ve tek millet çatısı içine dahil
olmayanlara alan bırakmamakta ve kimi zaman sözlü ve fiziksel müdahalelerle
kitleleri etkilemektedir.

Linç kavramı çoğu durumda milliyetçilik etkisiyle de ortaya çıkmıştır. “Milli


refleks” olarak mazur görülen ve haklılaştırılan reaksiyonların ortaya çıkması yalnızca
Türkiye’ye özgü olmasa bile Türkiye’de yaygın kullanılan bir sistemdir. Milli
duygulara ve “vicdana” ters olarak algılanan meselelerde kişilerin linç edilmesi,
“doğal refleks” ve “Milletin haklı tepkisi” olarak görülüp faillerin cezalandırılması
basite indirgenmektedir. 6-7 Eylül olayları ve Sivas Katliamı örneklerinde görebiliriz
bu durumu. “Zararlı”, “tehlikeli”, “hain”, “düşman” olarak damgalanan kişi ve
hareketlere karşı mücadelede “Milli Refleksi” seferber etmek, devletin şiddet tekelini,
kişi ve sivil kurumlara geçici olarak aktarması durumudur ve bu durum bir tehdit
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tehdit, kimi zaman muhatabı kişilere karşı, kimi
zaman da diplomasi masasında koz olarak kullanılmaktadır. Dönemin meclis başkanı
Köksal Toptan tarafından ABD’deki “sözde” Ermeni soykırımı yasa tasarısına yönelik
verilen demeçte bunun örneği görülür; “Böyle bir gelişme sonucunda Türk
kamuoyunun bu konuda göstereceği tepkinin tetikleyeceği dinamiklerin denetim
altında tutulmasını sağlamak güç olacaktır.” 68

İktidar odakları tarafından verilen bu ve benzeri demeçlerde, “sorunu kendi başına


çözmek isteyebilecek” kimselere karşı yapılan göndermeler, tehlikeye dikkat
çekmekten çok teşebbüs eden kişi veya kişilerin sırtını sıvazlama ifadesidir. İnsanların

67
Bauman, 2017, s. 99
68
8 Ekim 2007 tarihli gazeteler
27

duygusal yönüne, reflekslerine ve güdülerine hitap eden bu tarz söylemler sorunu


büyüterek, galeyana gelen kişilerde, şiddetin dışavurumuna, yurttaş ve milli kimlik
sahibi olma üzerinden aidiyet duygusu geliştirmesine katkıda bulunuyor. Dönem
dönem ortaya çıkan “bayrak selleri” toplumsal sorunların üzerini örtmekte, sorunların
konuşulamaz ve çözülemez kılınmasına katkı sağlayan bir gövde gösterisine
dönüşmektedir.69 “Sözün bittiği yerdeyiz” çıkışlarının berisinde, hiçbir zaman sağlıklı
bir diyalog sürdürememiş olmak ve söze fırsat verememek vakıası yatmaktadır. “Milli
duruş” gerektiren her olayda, örneğin, Hollanda ile yaşanan anlaşmazlıkta portakal
bıçaklayarak bu durumu protesto eden70, geçmişte İtalya ile yaşanan siyasi krizin
ardından kahve dükkanlarının camlarına “burada capuccino ve espresso
satılmamaktadır” yazısını gururla yazan, Amerika ile yaşanan her siyasi krizde bayrak
yakıp Coca- Cola şişelerini yere dökerek protesto eden71 ergen- erkek tavırlarının
bütün bir ülkeye yayılmış olması, bir şuur sorunu olarak karşımıza çıkmakta ve nereye
saldıracağını bilemeyen bu linç güruhlarını beslemektedir. Ebediyen ergen-erkek
kalan toplumlar, faşist kitle ruhuna gayet iyi uyum sağlamaktadır.

Ulus-devlet çağında yaşamaya devam ediyor oluşumuz, milliyetçiliğin günlük


hayatta her gün yeniden üretilmesine sebep olmaktadır. Ulus-devlet anlayışı, anlam
dünyamızı şekillendiren başlıca kavramlardan biridir. Bununla birlikte etkisini
sürdüren bir diğer kavram ise milliyetçiliktir. Literatür kavramlarındaki yaygın
kanının milliyetçiliğin “saldırgan”, “yayılmacı” ve “kitleleri manipüle eden” bir
kavram olarak sunulması olsa da milliyetçilik kavramı sadece bu durumlarda kendini
göstermez. Günlük hayatımızdaki her detayda yeniden kendini üretir. Batı merkezli
milliyetçilik çalışmaları genellikle batı haricindeki milliyetçi kitleleri ötekiler olarak
görmüş ve “saldırgan” ve “etnik” gibi kavramlarla tanımlamıştır. İdeal olanın Batı tipi
örnekte olduğu gibi “sivil-medeni” bir milliyetçilik olduğu vurgulanmıştır. Bu fikre
göre Batı’da Doğu’dakinin aksine yurttaşlık esasına dayalı, “vatansever ve medeni”
bir milliyetçilik hakimdi. “Saygın” vatanseverlik ve “saldırgan” vatanseverlik
kavramını karşı karşıya getirilmiş arasında fark olduğu vurgulanmıştır. Burada; bizim

69
Bora, 2018.s.37
70
Portakal bıçaklayıp Hollanda’yı protesto ettiler haberi.
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201703121027600144-hollandayi-portakal-bicaklayip-protesto-
ettiler/ 04.05.2021 Tarihinde Erişildi.
71
Coca Cola şişelerini yere dökerek İsrail’i protesto ettiler haberi
http://www.haberinadresi.com/esnaftan-valinin-beceremedigi-coca-cola-protestosu-h10373.html
04.05.2021 Tarihinde Erişildi.
28

kabul gören milliyetçiliğimiz ile ötekilerin vahşi milliyetçiliğinin aynı kefeye


konulamayacağı ve ötekilerin bizim çizgimizde milliyetçiliklerini sürdürmeleri
gerektiği vurgusu vardır.

Ulus devletin güçlenmesi ile birlikte medeniliğe kavuşunca milliyetçiliğin de bir


ihtiyaç hali olmaktan çıkacağı ve kaybolup gideceği düşünülmüştür. Medenileşme
sürecini tamamlayamamış toplumlara ötelenen milliyetçilik, başkalarının sorunu
olarak görülmüş ve mücadele edilmesi gereken bir durum olarak değerlendirilmiştir.
İletişim kuramcısı Michael Billing’in 1995 tarihinde yayınlanan Banal Nationalism
(Banal Milliyetçilik)72 adlı makalesinde, milliyetçiliğin günlük hayatımızın her
zerresinde nasıl yer bulduğu ve kanıksandığı tartışılmıştır. Milliyetçilik, her söylemi
ve her sembolü ile sürekli yeniden üretilen bir olgudur. İddia edildiği gibi zamanla
sönüp gitmeyen ve “tek millet”, “tek devlet” gibi söylemelerle günlük hayatın bir
parçası haline gelir, yerleşiktir.73 “Milli bilinç” “Milli kimlik” denilen kavramlar
sadece ulusların ortak zafer günlerinde, resmi bayramlarda ortaya çıkmaz. Gündelik
yaşamın içinde sürekli kendine yer bularak yeniden üretilir. Yediğimiz yemekler,
kullandığımız eşyalar, evdeki yaşama şeklimiz, folklor ve kültürel yaşantımızın
tamamı ile “milli” olabiliriz. 74
Milliyetçiliğin “doğal refleks” olarak görünmesini
sağlayan şey, tüm bu yeniden üretim alanlarının hayatın bir parçası haline gelmesidir.
Günlük hayatımızın tamamı milliyetçi izler ile dolu olarak şekillenir.

Milliyetçilik en çok dilde kendini gösteren bir olgudur. İktidar sahiplerinin ve


siyasetçilerin sık bir şekilde kullandığı bazı söylemler günlük hayata da yansımaktadır.
Sıklıkla kullanılan “biz”, “bizden olanlar”, “birlik olmak” gibi tabirler kendi ötekisini
doğurur. Bu söylemlerde öteki yalnızca bizden olanın karşıtı ve olumsuzu olarak
konumlandırılır. Milliyetçi söylemler toplumu; bizden olanlar ve olmayanlar, dolayısı
ile bizim karşımızda olanlar söylemlerine alıştırır. Bir süre sonra “doğal olan milli
olan” anlamı toplumda yerleşik hale gelmeye başlar. Her ne kadar biz ve öteki
söylemleri üzerinden toplum şekillendirilse de kimi zaman bizler ve ötekiler yer
değiştirebilir. Toplumsal şartlara ve durumlara göre değişen milliyetçi stereotipiler
oldukça dinamik bir yapıdadır. Milliyetçilik “biz” olmanın yolu gibi gösterilse de bazı
toplumlarda küçük görülen ve ancak ötekine yakıştırılan bir durum olarak lanse edilir.

72
Billing, M. Banal Nationalism, 1995, çev. Cem Şişkolar
73
Billig, 2002, s. 16
74
Özkırımlı, 2010, s. 174-176
29

Özellikle Batı toplumlarında İkinci Dünya Savaşı’nın ardından milliyetçilik


düşüncesi hor görülen bir olgu olmaya başlamıştır. Avrupa’nın milliyetçiliğe bakışı
değişmiş ve hiç olmadığı kadar aşağılanan bir durum olarak anlaşılmaya başlanmıştır.
Elbette burada ötekine yakıştırılan milliyetçilikten kasıt “vahşi” ve “kavgacı” olan
türüdür. Vatanperverlik ile birlikte anılan ve yurttaşlık barındıran “medeni
milliyetçilik” ise desteklenen ve olması gereken bir durum olarak görülmektedir.

Milliyetçi duygular ve hareketler ötekinin davranışları ile bir görülmüş aynı


duygulara bizim de sahip olabileceğimiz düşüncesi gözden kaçmıştır. Örneğin milli
futbol takımının yabancı futbol takımına karşı aldığı galibiyet maçında neden pek çok
insanın milli duygularla düşünerek sevindiği üzerinde fazla düşünülmeyen bir
durumdur. Milliyetçi hisler ve olgular, hayatın içine öylesine ince işlemiştir ki çoğu
zaman üzerinde düşünmeyi bile gerektirmeyen bir refleks halini almıştır. Bayraklar
milliyetçiliğin derinlere işlemesinde oldukça etkilidir. Bir kamu dairesinin ya da pek
çok mekânın girişine asılan bayrakları görmek artık kimsenin ilgisini çekmeyecek
kadar doğallaşmıştır. Ulus- devlet, bayraklara sembol anlamından ayrı bir kutsiyet
atfederek olmazsa olmaz bir olgu haline getirmiştir. Bayraklar sadece milli birlik
gereken durumlarda birdenbire ortaya çıkan nesneler olarak değil, hayatın içinde ve
doğal olarak bulunan kutsal bir sembole dönüşmüştür. Billig, Amerika’da kamu
kurumlarının önünde dalgalanan bayrakları artık kimsenin farkında bile varmayacak
kadar alıştığını, ancak birdenbire hepsi kaldırılırsa insanların bunu fark edeceğinden
söz eder. Millilik ile berber olarak zihinlerimizi şekillendiren ulus-devletin bayrak
sembolleri gittikçe daha fazla zihnimize kazınır ve bir süre sonra fark edilmeyecek
kadar doğallaşır.75

Bayraklar çoğu zaman insanların evlerini ve oturdukları sitelerin önünü süsleyen


objeler olarak da karşımıza çıkar. Günlük hayatın içinde ve zihin haritasının her
köşesinde yer bulan millilik, böylece sıradanlaşır. “Milli tehdit” oluşturan durumlarda
bayrak sevgisinin yükselişe geçmesi ve özellikle linç olaylarında “bayrak
hassasiyeti”nin kitleleri çok kolay manipüle edebilmesi durumu tehlikeli bir hale
dönüştürür. “Banal milliyetçilik” ve milliyetçiliğin hayatın her zerresinde kendine yer
bulması, sadece Amerika’da ya da başka topraklarda görülen bir durum değil,
Türkiye’de de çok sık karşımıza çıkan bir durumdur. Televizyon dizileri, haberler,

75
Billig, 2002, s. 64
30

gazeteler ve benzeri kitle iletişim araçları milliyetçiliğin sıradanlaşmasına hizmet eder.


Televizyonda sürekli olarak çeşitlenen Muhteşem Yüzyıl, Diriliş Ertuğrul, Kurtlar
Vadisi gibi diziler kitlelerden yoğun ilgi görmekte ve yaydıkları mesajlar ile de ulus-
devlet misyonuna hizmet etmektedir. Günlük hayatta her alanda karşımıza çıkan
milliyetçilik, Amerika ve Batı toplumlarından farklı olarak Türkiye’de hala duyulan
ve çoğu zaman iftihar edilen bir duruş olarak görülmektedir. Türkiye’de milli olmak
ve milliyetçilik daima üstün bir ilke olarak görülmüş ve toplumun büyük bir kesimi
tarafından desteklenmiştir.

Kimin daha çok milliyetçi olduğu tartışmaları siyasetçiler arasında ve medyada


çok sık karşılaşılan bir durumdur. Özellikle geleneksel medya ve yeni medyada bu
tartışmalar kendisine çok kolay taraftar çekebilmektedir. Milliyetçilik insanlar
arasında övgüyle kabul gören ve iftihar edilen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
2000’li yıllardan itibaren yükselişe geçen yeni medya araçları, milliyetçiliğin devamlı
yeniden üretildiği alanlar halini almıştır. Dolayısıyla linç girişimleri ve online
saldırılar da milliyetçiliğin sosyal medyadaki yansımasından etkilenmektedir.

Linç girişimleri sadece milliyetçilikten değil, onunla kolaylıkla etkileşim


kurabilen toplumsal cinsiyet ayrımları ve militarizm konusu ile de alakalıdır. Pek çok
unsur günlük hayata etki ederek, linç girişimlerine zemin hazırlar. Milliyetçilik
konusu kitleleri harekete geçirmekte etkin rol oynayan ve linç girişimleri üzerinde
oldukça fazla etkiye sahip bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Linç girişimleri, şiddet olgusu ve toplumsal roller ile yakından ilgilidir.


Hegemonik şiddetin yaygınlaşması, kültürel kodlar halinde toplumda yeniden
üretilmesi linç suçlarına zemin hazırlamaktadır. Öteki olana tahammülsüzlük ve
toplumsal cinsiyet ayrımları da şiddet sarmalının büyümesini etkileyen faktörler
arasındadır. Bu bölümde hegemonik şiddet çeşitleri ve linç olayları arasındaki ilişkiye
değinilecektir.

1.2.2 Hegemonik Şiddet Biçimleri ve Linç

Linç vakalarının ortaya çıkışında pek çok farklı faktör rol oynar. Bunlardan biri
de hegemonik şiddet biçimleridir. Topluma yerleşmiş olan kültür ve egemen söylemler
hegemonik olarak hayatı şekillendirmektedir. Hegemonik olarak uygulanan şiddet
31

biçimleri pek çok farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Bunlardan en yaygın olanı erkek
egemen hegemonik şiddet biçimleridir. Hegemonik erkeklik, özel yaşamın ve
toplumsal süreçlerin belirlenmesinde rol oynayan baskın üstünlüğü işaret etmektedir.
Erkeklik ve toplumsal şiddet olaylarının arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için erillik
konusuna değinmek faydalı olacaktır.

2.2.3 Erillik ve Linç

Erillik, başlangıç olarak biyolojik bir durumu tanımlamak için kullanılsa da geniş
kullanım anlamı içinde toplumsal roller ve tanımları da barındırır. Tüm insanlar, eril
ya da dişil özelliklere göre doğar. Doğdukları bedene özgü karakter gerçekleştirme
kısmında ise, toplumsal normlar devreye girer. Geert Hofstede, erillik ve dişilik
olgusunun toplumlar üzerindeki etkisini inceleyen çalışmalar yapmıştır. Hofstede’in
çalışmasındaki temel soru, erillik ve dişilik sadece cinsiyetleri ayıran bir olgu mudur
yoksa, toplumsal yapıyı etkileyen başlıca kavramlardan biri midir? olmuştur. Kendi
geliştirdiği metoda göre araştırmalar yapan Hofstede, biyolojik anlamda kadın -erkek
olarak ayrılan insanların, toplumsal olarak da eril-dişil rollerle ayrıştığını
vurgulamıştır. Hofstede, toplumu, belirlediği eril ve dişil özelliklere göre iki kutba
ayırmıştır. Buna göre; idareci yapıda olan, iş birliğine yatkın, güvenli bir yaşam alanı
oluşturan ve iş güvenliği sağlayan roller, dişil roller olarak belirlenmiştir. Eril roller
içinde ise, yüksek gelir fırsatlarına sahip olma, tanınma-çevre yapma, yükselme-mevki
edinme şansı, iddialı olma-kişisel başarı hissine sahip olma rolleri bulunur. Hofstede
toplumları buna göre eril ya da dişil toplumlar olarak ayırmıştır. Linç ve şiddet
vakaları üzerinden düşünüldüğü takdirde, şiddete yatkınlık ve suça meyilli ortam
oluşturma durumlarının eril özellikler taşıyan toplumlarda daha fazla görüldüğü
gözlenmiştir.76 Bir toplumda, tüm roller belirgin bir şekilde ayrılmışsa, o toplum eril
bir toplum olarak tanımlanmıştır. Yani, başarı, para kazanma, makam ve mevki sahibi
olma gibi roller erkeğe, ılımlı, aileyi sahiplenici, nazik ve yaşam kalitesine düşkün
olma rolleri ise kadınlara devredilen toplumlar eril yapıdadır.77

76
Hofstede, Hofstede ve Minkov, 2010:137
77
Hofstede ve Minkov, 2010: 140
32

Erillik, toplumsal cinsiyet tartışmalarının başlıca kavramlarından biridir. Eril


toplumlar genellikle kadınları ve görece zayıf olanları ikinci dereceden sınıflar.
Tümüyle eşitlikçi ve adil bir yapıdan söz edilemez. Suça meyil ve şiddet olgusu
üzerinden düşünüldüğü takdirde ise, maçoluk ve eril rollerin şiddet suçlarının
oluşumunda etkili olduğu görülmüştür. Şiddet ve saldırgan davranışların nedenlerine
ilişkin yapılan çalışmalarda, bazı faktörlerin bunda rol oynadığı sonucuna varılmıştır.
Bu faktörler; biyolojik nedenler, (örneğin, beyin hasarına sebep olan bir travma),
sosyal nedenler, (örneğin, sosyal çevreden şiddeti destekleyen davranışların
öğrenilerek içselleştirilmesi), bilişsel durumlar (örn. başkalarını düşman olarak gören
inançlara sahip olmak) ve durumsal sebepler (örn. stresli ve agresif bir çevreye sahip
olmak)78 olarak ayrılmıştır. Şiddet ve saldırganlık durumlarının ortaya çıkmasında,
sosyo-kültürel etkenler ve psikolojik nedenlerin de önemli rol oynadığı
düşünülmektedir.

Eril toplumlarda Bourdieu’nun belirttiği gibi görünen ya da görünmeyen


şekillerde kadınların erkeklere itaat etmeleri beklenir.79 Gündelik hayatta pek çok
farklı şekilde meydana gelen şiddet, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu fiziki ya da
psikolojik baskı ile kendini gösterir. Kadın ve erkeklerin cinsiyet rollerine ve bu roller
arasındaki dengesizliklere yapılan atıflar pek çok alanda karşımıza çıkar. Hegemonik
erkeklik kavramı bu alanda yapılan tartışmaların öncüsü niteliğindedir. İlk olarak
Cornell tarafından ortaya atılan bu kavram, Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı
üzerine inşa edilmiştir.80 Hegemonik erkeklik kavramı ile anlatılmak istenen, yalnız
kadınlar üzerinde kurulan baskı değil aynı zamanda erkeklerin diğer erkekler üzerinde
kurmuş olduğu baskıyı da ifade eder.

Hegemonik erkeklik ve şiddet arasındaki ilişkiyi inceleyen kuramsal tartışmalara


bakıldığı zaman, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki farklılığa dikkat çekilmekte
olduğu görülür. Toplumsal cinsiyet, biyolojik olarak kadın veya erkek olmaktan ayrı
olarak şekillenmektedir. Toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşmasında kültürel kodlar
da oldukça önemli rol oynar. Birçok feminist yaklaşımın dikkat çektiği bu durum,
kadın ve erkekler arasındaki biyolojik farkın, cinsiyet farklılığı olarak ortaya çıktığını
ancak toplumsal cinsiyetin bundan bağımsız olarak oluştuğunu vurgular. Toplumsal

78
Öncül,2017:26
79
Bourdieu, P. Wacquant L., Düşünümsel bir antropoloji için cevaplar, çev. Nazlı Ökten, İletişim
Yay.
80
Carrigan, T.; Connell, B; Lee, J. (2002) s. 99-118
33

cinsiyetin oluşmasında dilsel pratikler ve söylemler önemli rol oynamaktadır.81


Cinsiyet ayrımları, dil ve kültürün etkisi ile o dili konuşan insanların farkında olmadan
kullandığı söylemlerle oluşur. Toplumsal hafızaya yerleşmiş olan bu söylem ve
davranışlar gündelik hayatı şekillendiren başlıca unsurlar arasındadır.

Dünyada kadınlar ve erkeklerden oluşan yalnızca iki cinsin olduğu genel kabulü,
beraberinde toplumsal rolleri de getirmektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri ve şiddet
arasındaki ilişkiye bakıldığı zaman, LGBTİ+ bireylerin birçok toplumda ve çoğu
zaman dışlandığı, ötekileştirildikleri ve “doğal” olana aykırı olmakla suçlandıkları
görülür.82 Kız çocuklarının pembe giymesi ve bebeklerle oynaması, erkek çocuklarının
ise mavi renge ve arabalı oyuncaklara yönlendirilmesi, meslek seçimlerinde ‘kız
çocuklarına uygun’ olduğu düşünülen mesleklere yönlendirilmeleri, erkek
çocuklarının ise futbola yönlendirilmeleri gibi durumlar zaman içinde aşama aşama
işlenerek toplumsal kadın ve erkek rollerini oluşturmaktadır.83 Toplumsal erkek rolleri
18. yüzyıl itibariyle çeşitli kıstaslara tabi tutularak tanımlanmış, 20. yüzyıldan itibaren
ise görünüş ve davranış olarak erkeklerin toplumsal rolleri; ordunun, spor dallarının,
rekabetin ve iş dünyasında başarılı olma telkinlerinin etkisiyle; rekabetçi, sert,
mücadeleci, özgüven, dayanıklılık gibi bazı özellikler ile tanımlanmaya başlanmıştır.84
Bu bağlamda düşünüldüğü zaman, hegemonik erkeklik yerinden edilmeyecek ve
sınırları keskin bir olgu değildir. Çünkü hegemonik erkeklik devamlı değişebilen,
içinde bulunduğu mekâna ve uzama göre yeniden üretilebilen bir yapıdadır.
Hegemonik erkeklik rolleri hem kadınlar üzerinde kurduğu iktidar ile hem de
erkeklerin yine erkekler üzerinde kurduğu baskı ile çift taraflı olarak etkilidir.

Batı toplumunda ve ülkemizde erkeklik rolleri, sert ve rekabetçi yapıda olma,


ailesine bakabilme, para kazanma, güçlü ve dayanıklı olma gibi bir dizi özelliklere
sahip olma ile ilişkilendirilir. Ayrıca kabul gören erkeklik rolleri, hiçbir şekilde
feminen bir özellik barındıramaz. Erkeklerden duygularına hâkim olup, “zayıf”
görünemez olması beklenir.85 Bu bağlamda düşünüldüğü zaman, erkeklik ve kadınlık
rollerinin cinsiyetlerden bağımsız olarak toplumsal kültürlerin etkisi ile şekillendiği

81
Davies, J.Peter, 1997: 9
82
Diyanet’ten nefret söylemi: ‘Eşcinsellik, haddi aşmaktır, yapısal bozukluktur’ haberi
https://t24.com.tr/haber/diyanetten-nefret-soylemi-escinsellik-haddi-asmaktir-yapisal-
bozukluktur,753968 15.05.2021 Tarihinde Erişildi.
83
Petersen, 1998: 42
84
Perteson, 1998: 47- 55
85
Alsop, vd. 2002: 141
34

sonucuna ulaşılabilir. Toplumun kabul gördüğü normlar dışında kalmak ise bir utanca
ve dışlanılmaya sebep olabilmektedir. Linç girişimleri ve şiddet olayları yönünden
düşünüldüğü zaman, “erkek olmanın gerekleri” olarak görülen hegemonik erkeklik
rollerinin içinde yer alan sert olma ve mücadeleci olma tavrının, zaman zaman şiddet
olaylarına dönüştüğünden de söz edilebilir.

Hegemonik erkeklik tutumunun gereği olarak gösterilen belirli saldırganlık


özelliklerine sahip olma, teknolojik yetkinlik, rekabetçi tavır, cesaret ve müdahaleci
tutumlar hem kadınlar üzerinde hem de diğer erkekler üzerinde baskı oluşturmaktadır.
Erillik ve maçoluk olgusunun destekleyici bir tutum gördüğü topluluklarda, şiddet
olayları ve linç girişimleri daha yaygın olarak görülmektedir. Toplumsal cinsiyet
ayrımının içselleştirildiği toplumlarda, namus cinayetleri ve töre uygulamaları gibi
kültürel kod haline gelmiş farklı şiddet türleri ortaya çıkmaktadır. Linç girişimleri ve
saldırgan davranışların meydana gelmesinde, erkeklik olgusunun yüceltilmesi,
toplumsal cinsiyet ayrımının derinleşmesi gibi sorunlar önemli rol oynamaktadır.

1.2.4 Sosyo-Kültürel Nedenler, Şiddet ve Linç

Bireyin yaşadığı toplumda ve çevresinde meydana gelen, haksızlıklar,


eşitsizlikler, nüfus artışı, sosyalleşememe sorunu, uzun süreli yoksulluk ve sosyal
dışlanma yaşama gibi durumların, şiddet güdüsünü tetiklediği düşünülmektedir.
Türkiye gibi ataerkil toplumlarda şiddetin çözüm olarak görülmesi de saldırgan
davranışların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Ataerkil toplumlarda, erkeklik olgusu, biyolojik bir tanımın ötesinde, toplumu


şekillendiren roller bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de erkeklik, çoğunlukla
şiddet ile bağdaştırılır. Erkek olmak kültürel anlamda, sert, atılgan ve şiddete meyilli
bir yapıda kabul görmektedir. Erkeklik ile “fiziki sertlik” arasında doğrudan bir ilişki
olduğu kabulüyle erkek çocuklarının büyüme dönemleri şekillendirilir. Büyüme
çağındaki erkek çocuklar çoğunlukla oyuncak silahlarla oynatılır ve sorunlarını
çözmek için şiddet kullanan kişiler örnek gösterilir. Erkeklik ve Ataerkil düzenin,
şiddet olaylarının ortaya çıkmasına doğrudan etkili olduğundan söz edilebilir.
“Erkeklere uygun” sporlar genellikle dövüş ve güç denemesi içeren spor çeşitleri
olarak kabul görür. Bu durum da erkek bireylerin şiddet ortamları ile çevreli bir sosyal
ortam kurmalarına yol açar.
35

Toplumda erkeklik olgusunun yerleşmesinde kitle iletişim araçları da etkilidir.


Özellikle “sert erkek” karakterlerin yer aldığı diziler, ana karaktere “agresif” ve “kaba”
hareketlerden oluşan roller verilmesi, toplumsal erkek düzenin inşasında etkilidir.
Kitle iletişim araçlarından verilen haberlerde erkek şiddetinin meşru olarak
yansıtılması ve sıradanlaştırılması da şiddet ve linç girişimlerinin ortaya çıkmasında
etkilidir. TÜSİAD tarafından 2018’de yürütülen bir çalışmada, Televizyon dizilerinde
toplumsal cinsiyet eşitliği araştırması yapılmış ve televizyon dizilerinde yer alan erkek
karakterlerin çoğunlukla, “kaba”, “rekabetçi”, “agresif” ve “dışa dönük” olarak
karakterize edildiği görülmüştür. 86
Dizi karakterlerinin bu şekilde tasarlanması,
erkeğin sinirli olması ve şiddete meyilli özellikleri olmasının normalleşmesine katkıda
bulunmaktadır.

1.2.5 Psikolojik Etkenler, Şiddet ve Linç

Şiddet olgusunun ortaya çıkmasında rol oynayan bir diğer etken ise, psikolojik
nedenlerdir. Saldırgan davranışlar ile psikolojik bozukluklar arasında ilişki olduğu
saptanmıştır. Kişilik bozuklukları, sanrısal davranışlar, öfke kontrol bozukluğu ve
şizofreni gibi psikolojik problemlerin, şiddet olaylarının ortaya çıkmasında rol
oynadığı düşünülmektedir. Madde kullanan bireylerin, kural tanımama, kendine ve
çevreye zarar verici davranışlarda bulunma oranının da yüksek olduğu görülmüştür.87

Şiddetin psikolojik sebepleri içinde bazı ruhsal bozukluklar, depresyon, mani,


paranoya, güvensizlik ve psikopati gibi rahatsızlıklar da bulunmaktadır. Bu
rahatsızlıkları gösteren bireylerin toplum içindeki sayısı şiddet olaylarının yayılımını
hızlandırmaktadır. Psikolojik yönden güvensiz ve baskı altında hisseden bireylerin
çoğunlukta olduğu toplumlarda suça meyil ve şiddet olaylarının görülme sıklığı da
artmaktadır.88

Şiddet sorunu, Türkiye’nin yaygın ve önemli bir sorunudur. Adalet Bakanlığı’nın


verilerine göre, Türkiye’de şiddet suçlarından açılan dava sayıları son yıllarda tekrar
artışa geçmiştir. Özelliklere kadınlara karşı işlenen suçlar ve koruma talebi ile açılan
davaların sayılarında önemli bir artış olduğu gözlemlenmektedir. 2012 ve 2018 yılları

86
TÜSİAD,2018:47
87
Demirbaş, 2017:161
88
Demirbaş, 2017:154
36

arasında 6284 sayılı koruma kanununca kabul edilen dava sayıları toplamda 510 bin
114 sayısını bulmuştur.89 Şiddet olaylarının istatiklerini incelemek, toplumda yer eden
anlayışı kavramak için faydalı olacaktır. Şiddetin psikolojik etkenleri ve insanların
nasıl bir toplumda yaşadıkları birbiri ile yakından ilişkilidir. Geleneksel olarak şiddeti
içselleştiren toplumlarda kural tanımazlık (anomi) ve kültür kaymaları nedeni ile
şiddet olaylarının görülme sıklığı artmaktadır. Hukuka olan güvenin azalması, iktidar
odaklarının kendilerine yakın kişileri kayırmalarından doğan adaletsizlik algısı gibi
durumlar, toplu öfke ve ani şiddet olaylarını beslemektedir.

Sosyologlar tarafından şiddet türleri farklı sınıflandırmalar ile incelenmiştir.


“Geçici şiddet” olarak tanımlanan bu türler, psikolojik etkenler ile meydana gelen
şiddet olaylarını kapsamaktadır.

❖ Kişinin kendine karşı şiddet göstermesi: Bu durum, toplumun intihar


sayılarındaki artışı, alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılıklara olan talebin artması
ve bağımlı sayısının artması olarak tanımlanmaktadır. Bir toplumda intihar
oranları ve bağımlı sayıları artıyorsa, o toplumda kendine karşı şiddet
vakalarının hız kazandığından söz edilebiliriz.

❖ Aile içi şiddet vakaları: Ataerkil yaşam tarzının içselleştiği toplumlarda,


erkeklerin kadınlara ve çocuklara yaptığı baskı ve şiddet olayları hız
kazanmaktadır. Erkeğin, karısını dövmesinin normal karşılandığı toplumlarda
şiddet ile büyüyen çocuklar yeni bir zincir oluşturmakta ve şiddet evin dışına
taşarak tüm topluma yayılmaktadır. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre
Türkiye’de 2012 ile 2018 yılları arasında, 510 bin 114 kadın hakkında
mahkeme koruma kararı vermiştir.90 7 yılda meydana gelen bu rakam oldukça
endişe vericidir ve aile içi şiddetin yaygınlığını göz önüne sermektedir.

❖ Kültürel şiddet biçimleri: Kan davaları kültürel şiddet biçimlerinin en yaygın


görülen örneklerinden biridir. Gruplar ve aileler arası kuşaktan kuşağa

89
Adalet Bakanlığı, Adli Sicil ve İstatistik Müdürlüğü verileri, Aktr. dogrulukpayi.com
https://www.dogrulukpayi.com/iddia-kontrolu/kemal-kilicdaroglu/adalet-bakanligi-nin-verilerine-
gore-2012-ile-2018-arasinda-510-bin-114-kadin-icin-mahkeme-koruma-karari-veriyor Erişildi,
18.02.2021
90
Adalet Bakanlığı, Adli Sicil ve İstatistik Müdürlüğü, ‘Adli İstatistikler’ Raporu, Aktr.
dogrulukpayi.com https://www.dogrulukpayi.com/iddia-kontrolu/kemal-kilicdaroglu/adalet-bakanligi-
nin-verilerine-gore-2012-ile-2018-arasinda-510-bin-114-kadin-icin-mahkeme-koruma-karari-veriyor ,
Erişim tarihi: 18.02.2021
37

aktarılarak devam eden kan davaları, toplumda genç neslin şiddet ortamı içinde
büyümesine ve şiddetin nesilden nesile aktarılmasına sebep olmaktadır.

❖ Ataerkil şiddet biçimleri: Kadına karşı baskı ve şiddetin normal olarak kabul
gördüğü ataerkil toplumlarda, erillik, maçoluk gibi kavramlar şiddet
olaylarının meydana gelmesinde önemli rol oynamaktadır. Namus cinayetleri
adı altında işlenen cinayetler, kadını uysal bir role girmeye zorlamakta, kadının
hayatını tehdit etmekte ve erkekler tarafından kadınlar üzerinde baskı
oluşturmaktadır.

❖ Trafik suçları ve kazalar: Trafikte işlenen suçların yaygınlığı ve özellikle trafik


kazalarının hukuken suç olarak sayılmaması toplumda yeni tür bir şiddet
ortamı oluşturmaktadır. Türk toplumu ve diğer ataerkil toplumlarda, araba
sürmek kişiler arasında kimi zaman bir yarışa dönüşebilmektedir. Bu durumun
sonucu olarak meydana gelen kazalar, çevre kirliliği gibi sorunlara sebep
olmakta ve ölümle sonuçlansa dahi hukuken eylemli bir ceza olarak
sayılmamaktadır. Yaptırıcı bir ceza olmaması, trafik kurallarının gerektiğinde
ihlal edilebilir olarak görülmesine sebep olmakta, kuralsızlık ve yeni şiddet
ortamlarının doğmasına sebep olmaktadır.

❖ Kurban ve adak ritüellerinin teşhiri: Erkeklik ve güç göstergesi olarak kurban


teşhirlerinin yapılması, toplumda şiddet olgusunun içselleşmesine sebep
olmaktadır. Özellikle küçük yaşlarda maruz kalınan kurban ve adak ritüel
görüntüleri, çocukların iç dünyalarına şiddet olgusunun yerleşmesinde önemli
rol oynamaktadır.

Şiddet kavramı üzerinde, pek çok farklı etken rol oynamaktadır. Psikolojik olarak
şiddete neyin sebep olduğu üzerine yapılmış farklı araştırmalar vardır. İlkel
toplumlarda şiddet, hayatta kalmak için en önemli güdülerden biri olarak
görülmektedir. Bu toplumlarda şiddeti ve savaşmayı doğal bir güdü olarak gören
yaklaşıma göre, şiddet içsel bir güdü olarak meydana gelir ve toplumların varlığını
devam ettirebilmeleri için gereklidir.

Antropoloji çalışmaları ile ön plana çıkan Leroi-Gourhan’a göre şiddet, insanlığın


en eski atalarından yadigâr kalan bir güdüdür. Şiddetin türsel dizide hiçbir değişime
uğramadan yeni nesle aktarıldığını ve şiddet güdüsünün insana özgü bir şey olduğunu
38

iddia eder.91 Bazı psikolojik yaklaşımlara göre, çocukluktan beri şiddete maruz kalan
kişilerde saldırganlık davranışlarının ortaya çıkma oranı artmaktadır. Erken yaşta anne
ve babasını kaybeden çocuklarda, şiddet ortamında büyüyen kişilerde, fiziksel ya da
cinsel istismara uğramış kişilerde şiddet oranın arttığı görülmektedir.92Bandura,
saldırganlığın taklit yoluyla ya da saldırgan kişinin içindeki nefret güdüsünün serbest
kalması şeklinde ortaya çıktığını söyler. Genel huzursuzluk ve öfkenin patlama
yapması sonucu saldırganlığın ortaya çıktığına vurgu yapmaktadır.93

Psikanalist çalışmalarının öncüsü Freud, insanın zorlayıcı cinsel dürtülerinin ve


öz savunmayı sağlayan egosunun saldırganlığa sebep olduğunu vurgulamıştır.94
Freud’un çalışmalarını geliştiren Melanie Klein ise, çocukluk gelişimi ile insanın
kendinin farkına varmaya başladığı yaşlardan itibaren gelişen ölüm korkusunun
nesnelere yöneldiğini, bunun sonucunda da sadizmin ortaya çıktığını iddia etmiştir.95
Eric Fromm Kendini savunan insan kitabında, saldırganlık konusunun temelde ikiye
ayrıldığını birinin biyolojik temelli olan savunucu saldırganlık, diğerinin ise kıyıcı
saldırganlık türü olduğunu yazmıştır. Bu yaklaşıma göre, savunucu saldırganlık,
insanın genetiğinde taşıdığı, içgüdüsel bir saldırganlık biçimidir. Kıyıcı saldırganlıkta
ise, kendini koruma ihtiyacı olmadan oluşturulan şiddet, yok edici bir anlayış vardır.96

Derin yoksulluk ve aile içi sorunların varlığı, kişilerin psikolojilerini olumsuz


etkilemekte ve şiddet sorununun ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Bireyselliğin
bastırıldığı, aidiyet duygusunun çete oluşumları içinde arandığı alt kültür ortamlarında,
madde kullanımı ve ateşli silah kullanımının arttığı görülmektedir. Buna bağlı olarak
şiddete meyillin de ortaya çıktığı bilinmektedir.97 Şiddet olgusu, sosyal araştırmaların

91
Ellis L. Archaeological Method and Theory: An Encyclopedia. Oxford, UK,
Routledge, 1999.
92
Lewis DO. Adult antisocial behavior, criminality and violence. In Kaplan & Sadock’s
Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8th Edition (Eds BJ Sadock, VA Sadock):2258-2272.
Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 2005.
93
Bandura A. Social Learning Theory. London, Routledge, 1977.
94
Freud S. Toplum Psikolojisi (Çeviri K Saydam). İstanbul, Düşünen Adam Yayınları,
1993.
95
Erten Y, Ardalı C. Saldırganlık, şiddet ve terörün psikososyal yapıları. Cogito 1996;
6:143-165.
96
Fromm E. Kendini Savunan İnsan (Çeviri N Arat). İstanbul, Say Yayıncılık, 1994.
97
Lewis DO. Adult antisocial behavior, criminality and violence. In Kaplan & Sadock’s
Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8th Edition (Eds BJ Sadock, VA Sadock):2258-2272.
Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 2005.
39

önemli kavramlarından biridir. Sosyologlar tarafından yürütülen araştırmalarda şiddet


ile alt-kültür arasında ilişki olduğu gözlenmiştir.

1.2.6 Alt Kültür Teorileri ve Linç

Sosyologlar tarafından yürütülen çalışmalarda, şiddet ve linç girişimleri ile alt


kültür arasında ilişki olduğu gözlemlenmiştir. Alt kültür, kendine ait norm ve değerlere
sahip olan grupların genel kesimden ayrılması olarak tanımlanır. Bu gruplar, geniş
kültürle ve toplumla kopuk bir ilişki sürmez ancak bazı konularda birbirlerini destekler
ve genelden ayrı bir tavır takınır. Alt kültür gruplarını bir arada tutan şey, savunma,
destek bulma ve karşılıklı ihtiyaçlardır. Ortak değer anlayışı paydasında buluşan alt
kültür üyeleri, birbirlerini korur ve destekler.

Suç ve şiddet teorileri üzerinden düşünüldüğü takdirde ise genellikle alt kültür
üyelerinin, şiddet olaylarını onayladığı ve suça neden olan değerlere sahip oldukları
görülmüştür.98 Alt kültür kuramcılarına göre, alt kültürün şiddet ile ilişkisi, kişilerin
yaşam biçimi ve sosyalleşme süreci ile alakalıdır. Alt kültür kuramcılarından
Wolfgang ve Ferracuti’ye göre, şiddet eylemlerine başvuran bireyler, tümüyle genel
normatif yapıdan kopuk kişiler değillerdir. Toplumun genelinin tepki gösterdiği
konular, alt kültüre ait kişiler tarafından da problem olarak görülebilir ancak alt kültüre
ait gruplar genellikle sorunların çözümünde şiddete başvurur ve bunu normalleştirir.99

Sosyolojik bir olgu olarak şiddet, tek bir disiplin tarafından incelemenin yeterli
olmadığı, multidisipliner incelemeler yapılması gereken bir konudur. Şiddet olaylarını
tetikleyen pek çok faktörden söz edilebilir. Günümüz insanının yaşamış olduğu toplum
baskısı, uzun süreli yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri şiddet olaylarının
yaşanmasına ve linç girişimlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Linç
kavramına etki eden pek çok kavram vardır. Bunlardan en önemli ikisi olan “kitle ve
saldırganlık” tartışmasını daha yakından anlayabilmek için linç kavramının tarihine ve
Türkiye özelinde geçmişten bugüne başlangıç olaylarına göz atmak faydalı olacaktır.
Bu bölümde linç olgusunun tarihi ve Türkiye üzerindeki yaşanan sarsıcı linç
olaylarının etkileri incelenmiştir.

98
İçli, 2013:106
99
Aktaran, Kızmaz, 2006:256
40

II. BÖLÜM

2.1 Linç Kavramının Tarihi ve Türkiye’deki Süreç

Linç kavramı ilk olarak Amerika’da iç savaştan sonra ırkçı Ku Klux Klan
gruplarının, siyahlara uyguladığı şiddeti tanımlamak için kullanılmıştır.100 1800’lerden
itibaren Amerikan İç Savaşı’nın tarihi titizlikle tutulmuştur. Amerika dışında dünyanın
geri kalan bölgelerinde ise böyle bir kayıt tutulamamış ya da kayıt örnekleri çok az
olarak görülmüştür. Linç kavramı üzerine yapılan araştırmalarda, linç kelimesinin
1800’lü yıllarda yaşamış Yargıç Lynch’den geldiği anlatılmaktadır. 1909 yılında yani
Amerikan İç Savaş döneminde siyahiler üzerinde kurulan baskıları ve yapılan linç
girişimlerini engellemek için NAACP yani Siyahi Kişilerin (haklarının) Geliştirilmesi
Ulusal Birliği kurulmuştur. NAACP101 siyahilere yönelik olayların istatistiğinin
tutulması için çalışmalar yürüten kurumların başında gelmektedir. Günümüzde de hala
etkinliğini sürdürmektedir. Linç konusunda istatistikler yayınlayan diğer önemli
kuruluş bugün Tuskgee Üniversitesi haline gelmiş Tuskgee Enstitüsü’dür. Tuskgee,
Amerika içerisinde gerçekleşen linç olaylarını il bazında sınıflandırmış ve
yayınladıkları raporlarla bu alanda yapılan çalışmalara kaynak oluşturmuştur. Linç
sözcüğünün ortaya çıkışıyla ilgili farklı kaynaklarda dört hikâyeden bahsedilmektedir
bunların en ünlüsü 1493’de cinayet zanlısı oğlunu idama mahkûm edip evinin
penceresine asan gaddarlığıyla ünlü İrlanda Galway şehri belediye başkanı ve yargıcı
James Stephen Lynch’dir. Dört farklı hikâyenin üçünü yargıçlar oluşturmaktadır.

Amerikan bağımsızlık savaşında İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” ve her adi


suç zanlısını mahkemeye çıkarmadan çoğunlukla kırbaçlatarak cezalandıran yargıç

100
BORA, 2008, s.12
101
https://www.naacp.org/nations-premier-civil-rights-organization/
41

Charles Lynch, 16. Yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina’da gaddarlığıyla nam


salmış yargıç John Lynch ve diğerlerinden ayrı olarak yargıç olmayan William Lynch,
18. Yüzyıl sonu 19. Yüzyıl başlarında Pittsylvania kentinde bir haydut çetesini bizzat
cezalandırmak için milis örgütleyen adam olarak anlatılmaktadır.102 Birçok yerde linç,
linç girişiminden ayrı tutularak tanımlanmaktadır. Bugün anladığımız anlamda linç
girişimi ile linç etmek, eylemin sonu ölümle sonuçlanıp sonuçlanmadığına göre anlam
olarak ayrılmaktadır. Ölümle sonuçlanmayan eylemler linç girişimi olarak
tanımlanmaktadır ve durumun vahameti görece daha az olarak düşünülmektedir.

Linç, bir hukuka inanmama, hukuku yetersiz görme eylemidir. Linç edilen kişi
hukuka layık görülmez veya hukukun kişiyi cezalandırmakta yetersiz kalacağı
düşünülür. Amerikan İç Savaşı hakkında yazılar yazan araştırmacı Manson, linçin
“ölümle sonuçlanma” zorluğuna dikkat çekmiştir, ona göre ölümle sonuçlanmayan
linç vakaları ancak linç benzeri girişimler olarak adlandırılabilir.103

Tuskgee Üniversitesi’nin 1952 tarihinde yayınladıkları raporda linç sayılabilecek bir


olayın ancak, linçe maruz kalan kişinin bir grup tarafından illegal olarak adaleti
sağlamak, bir ırka veya bir geleneğe hizmet etmek amacıyla öldürülmesi şeklinde
gerçekleşmesiyle olacağı vurgulanmıştır. NAACP104 tarafından bu tanım kabul
görmüştür.

Amerika’da yürürlükte olan anti-linç kanunları içerisinde Carolina Eyaleti’ne ait


olan kanunda, linç vakaları birinci ve ikinci derece olarak sınıflandırılmıştır. Ölümle
sonuçlanan vakalar birinci derece,105 ölümle sonuçlanmayıp manevi zararları da
kapsayacak kadar etkili olan suçlar da ikinci derece linç sayılmıştır.106 Bu kanun,
sadece ölüm ile sonuçlanan eylemlerin değil, herhangi bir şiddet eylemi de linç suçu
kapsamına alınabilmesinin önünü açmıştır. Medeni Haklar Yasası’nda “nefret suçları”
bölümünde, ırk, din, dil, cinsel kimlik, uyruk, herhangi bir özür veya cinsiyet nedeniyle
birine zarar verilmesi durumunda öldürme kastı aranmaksızın saldırgan kişi veya
kişiler cezalandırılmaktadır. Yine Amerika’nın Alabama Eyaleti’nde linç konusuna

102
Bora, 2008.s.12
103
Manson, 2010. S.872-874
104
Siyahi Kişilerin Haklarının Geliştirilmesi Ulusal Birliği
105
Güney Karolina Anti linç Kanunu, Bölüm 16-3-210
106
Güney Karolina Anti linç Kanunu, Bölüm 16-3-220
42

farklı bakılarak saldırıya uğramış olan kişinin olay yerinde ölüp ölmediği gözetilir.
Linç konusunu yaralanma durumu üzerinden değerlendirmektedirler. Kişi olay yerinde
ölmemiş ve hastaneye kaldırılmış olabilir, bu durum suçun sonuçlanma sürecin
uzamasına sebebiyet vermektedir. Linç durumunda, kişinin ölmesi şartı aranmaktadır.
Georgia’da ise linç suçunda ölüm sonucu aranmadığı gibi linç edilme tehlikesinde olan
kişilere yargıç koruma ve tedbir tesis edilmesine karar verebilir.

Linç konusu düşünüldüğünde, suçun kabulünün ölüm şartına bağlanması, kamusal


ve toplumsal yarara ve insan haklarına aykırıdır. Linçe uğrayan bir insanın vücut
dokunulmazlığı hakkı ihlal edilmiş olup, malına zarar verilmiş olabilir. Linç suçu,
şiddet içerdiği için kanunilik ilkesi uyarınca suç teşkil etmese bile, hukuka aykırı bir
eylem olduğu açıktır. Linç suçu işleyen birey ya da bireyler devletin cezalandırmadaki
tekel otoritesini reddetmiş ve cezalandırıcı olarak kendilerini tayin etmiş durumdadır.
Bu duruma gerekli cezaları vermekte süreci ağırdan alan veya “milletin tepkisi”,
“halkın sabrı taşmıştır” gibi söz ve açıklamalarla durumu aklamaya çalışan iktidar
söylemleri, neredeyse suça ortak olur ve hukuk kurallarının çiğnenmesine göz
yumarak devletin kendi cezalandırma otoritesini aslında kendileri yıkar.

Linç olayları, Amerika’da iç savaş dönemlerinde yaygınlaşmıştır. Genellikle linç


edilen kişilere, hırsızlık, tecavüz gibi adi suçların isnat edildiği görülmüştür. Linç
girişimleri çoğunlukla siyahlara yönelik olsa da İtalyanlar107 ve Meksikalılar108 da bu
saldırılardan etkilenmiştir. Genellikle azınlıklar linç gruplarının hedeflerinde olsalar
da azınlıkların hakları için mücadele eden beyaz Amerikalılar da hedefte olmuşlardır.
Uzun ve olaylı bir tarihin ardından ABD Senatosu, 2005 yılının haziran ayında,
ABD’de linçin kurbanı olanlardan ve yaşamını yitirenlerden resmi olarak özür
dilemiştir.109 Linç girişimleri özellikle Nazi döneminde Almanya’da ve Avrupa’nın
diğer bölgelerinde de yükselişe geçmiştir. Fransız İhtilali döneminde de Fransa’da
artan linç vakaları görülmüştür. Ancak yine de Linç tarihi çoğunlukla Amerika’da
şekillenmiş ve tam olarak kayıtları tutulabilmiştir.110

107
R.Gambino, Vendetta: The True Story of the Lergest Lynching U.S History, Canada, Guernica
Editions, 2000, s.136.
108
W. D. Carrigan, “The Lynching of Persons of Mexican Origin or Descent in the United States,
1848 to 1928”, Jurnal of Social History, S.37, 2003, www.questia.com, 11.12.2020.
109
S. Değirmencioğlu, “Şiddet Sarmalı: Linç Girişimleri ve Türkiye”,
https://m.bianet.org/bianet/toplum/85571-siddet-sarmali-linc-girisimleri-ve-turkiye, 11.12.2020
110
S.İdemen “Murat Paker ile Söyleşi”, Express Dergisi, Ekim Sayısı, 2006
43

Linç olayları dini inançlar sebebiyle ve dini inançlara rağmen de ortaya


çıkmaktadır. Özellikle Afrika bölgesinde ve Orta Doğu’da linç girişimleri “Recm”111
denilen taşlatılarak öldürme şeklinde de ortaya çıkar. Recm cezası dinlere
dayandırılarak uygulanan bir cezalandırma türüdür. İlk olarak Musevilikte ortaya
çıkmış daha sonrasında Hristiyanlık ve İslam’da da uygulanmıştır. Linç olayları
yalnızca gelişmemiş Afrika ülkelerinde görülen bir suç çeşidi değildir. Aksine
Japonya112, Fransa113, Belçika114 gibi gelişmiş dünya ülkelerinde de görülmektedir.
Kendince sebepleri ve hareket noktası ne olursa olsun linç girişimleri ile toplumsal
cezalandırma refleksi tüm dünyada yaygın olarak görülür.

Linç olayları Türkiye’de de geçmişten bugüne dek bir toplumsal şiddet olayı
olarak görülmektedir. Türkiye’de linç olaylarının yaygınlaşmasını sağlayan olayların
başında 6-7 Eylül olayları115 gelir. Daha sonrasında farklı dönemlerde de birçok halk
galeyanı yaşanmış ve olaylar tam manasıyla bir kıyıma dönüşmüştür. Malatya’ya
Ankara’dan gönderilen bir bombalı paket ile Belediye Başkanı’nın öldürülmesi116 ve
ardından yaşanan Maraş olayları117 ise tam bir katliama dönüşmüş ve Türkiye tarihinde
bir kara leke olarak yerini almıştır. Linç girişimleri ve halk ayaklanmaları genellikle
halkın mezhep ve dini konularda kışkırtılması yoluyla sürdürülmüştür. Linç
olaylarının ülke geneline yayılmasında en büyük etkenlerden biri, 70’lerin sonunda
ülke genelinde yaşanan olayların 12 Eylül darbesine zemin hazırlaması ve 1980
Darbesi ile şiddet ve linç girişimlerinin kurumsallaşmasıdır.118

Türkiye tarihine damga vuran ve televizyonlardan canlı yayınlanmasına rağmen

111
Recm; Taş atarak öldürme biçimi, TDK Sözlüğü, www.tdk.gov.tr, 11.12.2020
112
Japonya’da Metro Tacizcisine Linç, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/japonya-da-metro-
tacizcisine-linc-3687064 , 11.12.2020
113
Fransa’da Grev Yapmayan Kadını Linç Ettiler, https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/fransada-grev-
yapmayan-kadini-linc-ettiler-41410341 , 11.12.2020
114
Brüksel’de Irkçı Dehşet, https://www.sabah.com.tr/avrupa/2020/10/21/brukselde-irkci-dehset ,
11.12.2020
115
İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955'te gerçekleşen organize toplu saldırı.
116
Malatya Katliamı veya Malatya Olayları, 17 Nisan 1978'de Türkiye'nin Malatya ilinde meydana
gelen Alevi karşıtı şiddet olayları ve cinayetler, https://tr.wikipedia.org/wiki/Malatya_Katliamı ,
11.12.2020
117
Maraş Katliamı veya Maraş Olayları, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana
gelen Alevilere yönelik katliam, https://tr.wikipedia.org/wiki/Maraş_Katliamı, 11.12.2020
118
S. Değirmencioğlu, “Şiddet Sarmalı: Linç Girişimleri ve Türkiye”,
https://m.bianet.org/bianet/toplum/85571-siddet-sarmali-linc-girisimleri-ve-turkiye, 11.12.2020
44

engellenemeyen Sivas Katliamı119 ise linç gişimlerinin tüm ülkeye yayılmasında bir
diğer büyük etken olmuştur. Olayın televizyonlardan canlı olarak yayınlanmasına
rağmen aradan geçen uzun yıllar faillerin cezalandırılmasına yetmemiş, yıpratıcı
hukuki sürecin sonunda ceza alanlara ise caydırıcı cezalar verilmemiştir. Günümüze
kadar süren linç olaylarının yaşanmasında bu tarz olayları cezalandırmaya karşı
hukukun yetersiz tavır takınması da etkili olmaktadır. Katliamla sonuçlanan
eylemlerin dahi cezasız kaldığı bir hukuk sistemi, toplumun adalete olan inancını
olumsuz etkilemektedir.120 Bunun sonucunda da kişiler ‘kendi adaletini kendileri tesis
etmek’ için zaman zaman harekete geçmektedir. Şiddet sarmalı bu şekilde büyüyerek
tüm toplumu içine almaktadır. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda caydırıcı cezaların
uygulanmıyor oluşu, şiddete meyilli kişileri harekete geçirmektedir. Türkiye’de linç
ve şiddet kültürünün yerleşmesinde en etkili olan olay ise 12 Eylül 1980 Darbesidir.121
Bu darbe sonucunda daha önce saygın mesleklere sahip olan ya da toplumda saygı
duyulan kişiler bir gecede alaşağı edilmiş ve askerlerin postalları altında ezilmiştir.
Yaşanılan hukuksuzlukların caydırıcı cezalara tabi olmaması ve birçok işkenceci
askerin emekli olarak topluma karışması, halkın gözünde kaba kuvvetin çözüm olduğu
kanısını sağlamlaştırmıştır. İşkence ve saldırı suçlularının devlet eliyle korunmaları ya
da desteklenmeleri de toplumda şiddetin tek geçerli çözüm olduğu imajını
oluşturmuştur. 12 Eylül sonrasında Türkiye giderek daha fazla şiddet üreten bir toplum
olmuştur. Linç olaylarının yaygınlaşması ve taraftar bulmasında bir diğer önemli etken
ise hukukun yetersiz görülmesidir. Türkiye’de görülen davaların uzun yıllar devam
etmesi, verilen cezaların caydırıcı olması, cinayet gibi ciddi olaylarda bile suçluların
çok az ceza alıp tahliye olması, halkın ‘kendi cezasını kendisi kesme’ dürtüsünü
harekete geçirmede etkili olmuştur. Şiddet olayları ve linç girişimleri, LGBTİ+
bireyler, Kürtler, protestocular, ötekiler sayılabilecek tüm kişilere yönelik olarak daha
fazla görülmektedir. Devletin bu ‘istenmeyen kişiler’e karşı tutunduğu tavır ve şiddet
olaylarına karşı kayıtsız kalması da linç kültürünün oluşmasında etkili olmuştur.

119
Sivas Katliamı, Sivas Olayları, Madımak Katliamı ya da Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993
tarihinde Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin Radikal İslamcı
bir grup tarafından yakılması olayı, https://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Katliamı, 11.12.2020
120
S. Değirmencioğlu, “Şiddet Sarmalı: Linç Girişimleri ve Türkiye”,
https://m.bianet.org/bianet/toplum/85571-siddet-sarmali-linc-girisimleri-ve-turkiye, 11.12.2020
121
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askerî
darbe, https://tr.wikipedia.org/wiki/12_Eylül_Darbesi
45

Yaşanan ve basına yansıyan linç girişim olaylarından sonra siyasilerin olayları basite
alan açıklamaları ve hatta şiddet uygulayan tarafı savunan demeçleri de şiddet
kitlelerine ‘doğru yoldasınız, destekliyoruz’ mesajı taşımaktadır. Polisin linç
vakalarında göstermiş olduğu yetersiz koruma tavrı da olayların büyümesinde
etkilidir. İşkence ve sert müdahale durumlarında polislerin genellikle ceza almaması,
alsalar dahi en hafif şekliyle cezalandırılıyor olmaları şiddete meyilli olan grupları
cesaretlendirmektedir. Linç girişimlerini haklı gösteren, hafife alan ya da destekleyici
açıklamalarda bulunan siyasilerin ceza almamasının da şiddet grupları üzerinde etkili
olduğu düşünülmektedir.

Türkiye’de linç olaylarının yaygınlaşma sürecini başlatan olaylardan biri 6-7


Eylül Olaylarıdır. 6 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu
haberinin yayınlanmasının ardından İstanbul’un pek çok semtinde linç grupları
toplanarak gayrimüslim halka saldırmıştır. Bu yalan haberin etkisiyle İstanbul
Beyoğlu başta olmak üzere gayrimüslimlerin yaşadığı pek çok kentte saldırılar ve
yağmalar gerçekleşmiştir. Kesin olmayan tahminlere göre, en az 11 kişi öldürülmüş
ve 60 kadına tecavüz edilmiştir.122 Olaylar sonucunda İstanbul’daki Rum azınlığı
büyük bir bölümü Yunanistan’a göç etmiştir. Bu olayların Yassıada’da 6/7 Eylül
Davası olarak görülmesinin Türkiye’nin linç tarihi açısından önemli bir yeri vardır.
Çünkü ilk defa devlet, taraflara yağma ve linç girişimlerinin hesabını sormuştur. DP
iktidarı önde gelenlerinin askeri darbe ile indirilmesi ve Yassıada davalarının
konularından birinin 6/7 Eylül olayları olması elbette sadece olayların hesabını sormak
için olmadığı aşikardır. Bu dava, DP iktidarından mahkûm etmek için
araçsallaştırılmıştır. Fakat aynı zamanda Türk siyasi tarihinde ilk defa 6/7 Eylül
olayları büyük suçlardan sayılmış ve skandal bir durum olarak nitelendirilmiştir. Linç
olaylarının skandal olarak nitelendirilmesi ise Türk yargı pratiğinde görülen istisna
durumlardandır.123

Davanın ayrıntılarına bakıldığı zaman, baş savcının mütalaasında olayı “vahşi


suçlar” olarak nitelendirmiş ve vatandaş dokunulmazlığının çiğnendiğinden
bahsetmiştir. Linç olayının vahşi suç olarak anılması, istisna durumlardan biridir.
Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, 6/7 Eylül olayları hakkında, “aleyhimizde en kötü bir
tesir yapmış, bizi Batı medeniyeti ailesinin dışına atmış, elleri sıkılamaz adamlar

122
Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, sayfa, 92-93
123
Bora, 2008, s. 24
46

mevkiine düşürmüş” demiştir.124 Bir DP milletvekilinin olayları “doğal afet” olarak


nitelendirmesine ise -Yalçın’a istinaden- olumsuz bir şekilde karşılayarak
mütalaasında duyurmuştur. DP milletvekilinin yaşanılan linç olayını “doğal afet”
olarak nitelendirmesi de dikkat çekici noktalardan biridir. Linç olaylarını
meşrulaştırmanın yollarından biri de yaşanılan taşkınlıkları “doğal ve tabii olaylar”
benzeri olarak tanımlamak ve önemsiz görmektir. Yassıada yargılamalarında ise
yaşanılan linç girişiminin doğal ve tabi bir olay olmadığı açıklanır. Olayların tertip
edilerek düzenlendiği belirtilerek, yaşananların siyasi sorumlusunun DP iktidarı
olduğu vurgulanmaktadır. Linç olayları meydana geldikten sonra kimi zaman
siyasilerin yorumlarının “milli servet heder oluyor” şeklinde de olduğu görülmüştür.
Burada vurgu yapılan şeyin, insan canının tehlikeye girmesi ya da linç olayının tek
başına vahameti değil, ülkenin maddi kayıplarının olması da dikkat çekici bir
ayrıntıdır. Türkiye’de linç kültürünün oluşmasını sağlayan belli başlı olaylardan biri
de 1934’de gerçekleşen Trakya olayları ve Tan Matbaası baskınıdır. Trakya illerinde
yaşanan yağma ve tecavüzler sonucu yaklaşık 15 bin Yahudi göçe zorlanmıştır. Trakya
olayları sessizlikle geçiştirilirken Tan Matbaası baskını ise basında geniş yer bulmuş
ve milli infial olarak meşrulaştırılmıştır.

Komünizm propagandası ile suçlanan Tan Matbaası, bir linç güruhu tarafından
baskına uğramıştır. Yaşanan olayı değerlendiren dönemin milletvekillerinden Osman
Şevki Uludağ’ın “O gazete ki milletin iradesi olan gençler tarafından linç
edilmiştir.”125 Beyanı ve “linç” kelimesini olumlu bir anlamda kullanarak savunması
ise dikkat çekici bir detaydır. Türkiye’de ve dünyada linç örnekleri geçmişten
günümüze kadar yaşanmış ve bugün hala yaşanmaya devam etmektedir. Türk
toplumunda şiddetin sorun çözme biçimi olarak kullanılmasının yaygın oluşu da linç
vakalarının yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu bölümde, Türkiye’nin politik kültürü
ile alakalı olarak ortaya çıkan linç vakalarının sebeplerine değinilecek ve anlaşılmaya
çalışılacaktır.

124
Aktaran, Tanıl Bora, 2008, Türkiye’nin Linç Rejimi
125
Akt. Cemil Koçak, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları (1945-1950), cilt 1,
İkinci Parti İletişim Yayınları, İstanbul, 2010 s.801
47

2.2. Türkiye’de Politik Kültür ve Linç

Türkiye’de siyasi sebepli linçlerin varlığı çok yaygın olarak karşımıza


çıkmaktadır. Özellikle, Kürtlere, solculara, eşcinsellere- lezbiyenlere- transseksüellere
ve son zamanlarda daha fazla olarak göçmenlere karşı sürdürülen bu saldırılar
neredeyse rutin haber niteliği taşıyor. Linç eylemlerinin kolayca gerçekleştirilmesi,
çoğu zaman kamuoyunda destekçi bulması, cezasız kalması, iktidar mekanizmaları
tarafından “vatandaşın taşan sabrı” olarak sırtı sıvazlanması artık yaygınlaşmış bir
Türkiye gerçeğidir. Ülkemizde sürekli “ötekiler” üzerinden sürdürülen linç olayları ve
bunların sayısız örnekleriyle Türkiye’de bir linç rejiminin varlığından söz edebiliriz.
Bir de “ötekinin ötekisi” olma durumu vardır. Linç eylemleri bu gruplarda, güçlü
olanın zayıf olana karşı denetimsiz ve hınç dolu şiddet eylemleri olarak ortaya
çıkmaktadır. Dikkat çeken bir başka husus, linç söyleminin dönüşümüdür.

Türkiye’de linç vakaları genellikle önemsenmeyen konulardan görülmesine


rağmen, toplumda pek çok kişi linç edildiğinden bahsetmektedir. Siyasi ve politik
olaylar bir yana, magazin programındaki ünlüler, sosyal medya kullanıcıları,
şarkıcılar, mankenler, hatta sosyal medya üzerinde “çok takipçili” normal halktan
hesaplar bile çoğu zaman linç edildiklerinden yakınmaktadır. Artık “linç” kelimesinin
kullanım anlamının daha sıradan şeylere kaydığını görülmektedir. Sosyal medyada
hakkında yoğun eleştiriler paylaşılan ünlüler linç edilmekten şikâyet etmektedir. 2009
yılında verdiği bir röportajda “kilo aldığı için kendisinin linç edildiğini” ifade eden bir
mankenin söylemlerinde, Cem Yılmaz’ın film sektörüne yaptığı eleştiriler sonrası yine
sosyal medyada hakkında yapılan paylaşımlarda, Fazıl Say’ın Arabesk müzik
hakkındaki yorumunun126 magazin dünyası üzerinde oluşturduğu etkileşim gibi
örneklerde her zaman kişilerin “linçe maruz kaldığından” bahsedilmiştir. Bir magazin
olayının bile linç olarak anılması ve linç söyleminin bu kadar sıradanlaştırılması
konunun trajik boyutundan sapmamıza ve toplumda linçleri meşrulaştıran, basite
indirgeyen bir algının oluşmasına zemin hazırlayabilir. Elbette ki konunun sözlü

126
Fazıl Say’ın ‘Yavşak Arabesk yorumu tartışılıyor haberi:
https://www.haberturk.com/polemik/haber/533742-fazil-sayin-yavsak-arabesk-yorumu-tartisiliyor
18.06.2021 Tarihinde Erişildi.
48

saldırı ve sosyal linç boyutu bulunmaktadır. Ancak sanal mecrada neyin linç sayılıp
neyin sayılamayacağı konusu henüz netlik kazanmış değildir.

Türkiye’nin politik kültürü, her gün giderek artan sayıda linç girişimlerine zemin
hazırlamaktadır. Siyasiler arasında çıkan tartışmalar, hedef gösteren cümleler, mecliste
yaşanan kavgalar, günlük hayata sirayet etmekte ve “sokaktaki adamı” linç suçuna
yönlendirmektedir. Kapsayıcı ve birleştirici bir dilin aksine, iktidar odakları tarafından
her gün daha fazla ayrıştırılan toplum giderek gerilmekte ve tabiri caizse acısını
birbirinden çıkarmaktadır.

Kuşkusuz, milli söylemlermiş gibi lanse edilen nefret söylemlerinin toplumda


giderek daha fazla kanıksanır olması da linç vakalarının yaşanmasının en önemli
sebeplerindendir. Milliyetçi cephe tarafından, kişilerin ırkı ve dilleri üzerinden yapılan
aşağılamalar, hedef göstermeler ve saldırganlık tutumu önce Meclis’te yaşanmakta,
ardından da topluma yansımaktadır. Siyasilerin tavırları ve sözleri ile başlayan
ardından medya aracılığı ile nefret söylemi haline gelen ifadeler, toplumu galeyana
getiren başlıca etmen olabilir. Televizyonlarda sunulan, gazetelerde servis edilen hedef
gösteren başlıklar, kindar cümleler, yanlı ve kasıtlı oluşturulan metinler, çoğu zaman
nefret söylemi ve linç suçunun tetikleyicisi konumundadır.

Türkiye’de linç girişimleri ve linç eylemleri siyasi yönü ile ele alınmaktadır. Buna
göre, linç siyasi motivasyonlu (siyasi ve dini görüşe, etnik kimliğe, cinsel tercihlere
yönelik saldırılar), adi motivasyonlu (hırsızlık, cinayet ve tecavüz eylemlerine yönelik
saldırılar) ve genel başlıkları altında değerlendirilebilir. (Baki, 2013)127

Linç vakalarının toplumda yaygın olarak görülmesinde etkili olan pek çok
değişken vardır. Türkiye’nin linç rejimini oluşturan olaylar üzerinden örneklerle “Linç
rejimini” tartışarak konunun anlaşılır kılınması amaçlanmaktadır. Bu bölümle örnekler
üzerinden Türkiye ve linç vakaları tartışılacaktır.

2.3 Türkiye’nin Linç rejimi

Linç ve nefret suçlarına dönük bir yasanın olmaması, bu konuda hukuki


boşlukların oluşmasına ve konunun bir çıkmaza dönüşmesine sebep olmaktadır.

127
Baki, B. (2013), Türkiye’de Linç, 1991-2011 Dönemindeki Linç Eylemlerinin Analizi, Toplum ve Bilim,
Sayı: 128, s. 163-183.
49

Kişisel temel hak ve özgürlükler açısından düşünüldüğünde caydırıcı cezalarla


önlenmeyen linç girişimleri, faillere cesaret vermektedir. Linç girişimlerinin
tekrarlanabilir bir eylem olarak örgütlenmesi ve her defasında eyleme karışanların
cesaretlendirilmesi linçi bir rejim haline dönüştürmektedir.

Toplumun bir kesiminin galeyana gelerek savunmasız olana / olanlara saldırma


eylemi, “hukuk devleti” olarak tanımlanan bir ülkede kabul edilemez. “Linç hukuku”
hukuksuzluk demektir, bazı insanların hukuka değer görülmemesi demektir. Linçi
tolere etmek, Türkiye’de siyasi gücün çoğu zaman yaptığı gibi failleri aklamaya
çalışmak hukuk devletinin kendisiyle çelişmektedir. 15 Temmuz 2016 darbe
teşebbüsünden sonra yayınlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK),
121.maddesinde, “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine
getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe
teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması
kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.”
İfadeleri yer almıştır.128 Bu madde, başta hukukçular olmak üzere geniş çapta
kamuoyunun tepkisini çekmiştir. “Linç kültürünün meşrulaşması” olarak
yorumlanmıştır. Kararda belirtilen “terör” ifadesinin muğlaklığı hukuki süreçlere
sorun olarak yansımıştır. Kararı eleştirenler ve yaratacağı tehlikelere dikkat çekmek
isteyenler, iktidar mercileri tarafından “terör sevici” ve “darbe savunucusu” olarak
gösterilmiştir. Bu düzenleme, Türkiye’de linçin “kriz anının kurtarıcısı” olarak
kullanıldığını göstermektedir. Linç, rejim olarak sürdürülmektedir. “Terörist” ve
“Vatan haini” kelimeleri artık günlük hayatımıza bir sözlü linç sataşması olarak
yerleşmiştir. Eskiden nispeten söylenmekten imtina edilen “hain” kelimesi,
günümüzde hayat pahalılığından şikâyet eden veya en basit siyasi konuda görüş beyan
eden kişilere karşı bile kullanılmaktadır.129 Özellikle sokak röportajlarında bazı
kişilerden bolca duyduğumuz bu kelimeler toplumu germekte ve insanların
kutuplaşmasına hizmet etmektedir. Fikir özgürlüğünün ve ne düşündüğünü
söyleyebilmenin mümkün olmadığı ülkelerde elbette ki demokratik bir ortamın
varlığından bahsetmek mümkün olmayacaktır. İnsanların fikirlerini özgürce dile
getirmesini engellemeye çalışmak, tek tip düşünce ve tek tip kalıba uydurmaya

128
696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, madde, 121, (15 Temmuz 2016)
129
İşsiz olduğunu söyleyen şehit çocuğuna ‘hain’ yaftası haberi https://www.karar.com/issiz-
oldugunu-soyleyen-sehit-cocuguna-hain-yaftasi-1604953 06.04.2021 Tarihinde Erişildi.
50

çalışmak, uymayana “hain” damgası vurmak birer sözlü linç unsurudur. Kimi zaman
sözlü sataşmayla devam eden tartışmalar çoğu zaman da fiziki müdahalelere,
saldırılara dönüşmektedir. Yazar ve gazetecilere açılan davalar, LGBTİ+ bireylerinin
eylem yapma hakkının toplum baskısıyla engellenmeye çalışılması, sanatçıları hedef
gösteren suçlamalar, toplum bekçiliğinin sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin yanı sıra 11 Eylül olaylarından sonra Batı’da da toplum bekçiliği
(vigilantism*) ve güvenlik gerekçeli toplumsal şiddet olayları artmıştır. ABD de
başlayan bayrak selleri ve bireysel silahlanma oranlarındaki artış, güvenlik gerekçeli
toplumsal şiddet olaylarının birer örneğidir.

Türkiye ekonomisinin neoliberal yapılaşmaya doğru kayması, beraberinde birçok


özelleştirmeleri ve zengin fakir arasındaki makasın giderek açılması sorununu
getirmiştir. “Neoliberalizm, resmi devlet aygıtlarının parçası olmayan ve şirket
mantığıyla hareket eden özerk yönetim birimleri aracılığıyla tahakküm ve düzenleme
alanlarını çoğaltır.” 130 Dolayısıyla, toplumsal eşitsizliğin yayılmasına zemin hazırlar.
Barınma, sağlık ve gıda gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların içinde
bulunduğu çarpık ekonomik düzen, kişileri ruhsal bunalımlara sürüklemektedir. Böyle
bir düzende toplumsal şiddet olaylarının görülmeye başlaması olasıdır.

Türkiye’nin, 1970’li ve 80’li yıllardan itibaren içinde bulunduğu darbeler,


ekonomik bunalımlar ve hiç bitmeyen PKK sorunu toplumsal düzeni etkilemiştir.
Siyaset bilimi literatüründe “savaş sonrası şiddet” olarak adlandırılan olgunun izleri
Türk toplumunda da görülmektedir. Savaş yaşamış toplumlarda şiddetin bir norm
olarak ortaya çıkması, bir “şiddet kültürünün” doğmasına sebep olmuştur. Bunun
örneği, yaşanan linç vakaları ve galeyanlardır. Farklı toplumlar üzerinde yapılan
araştırmalarda hayatın getirdiği sıkıntılarla mücadele etmenin, iktidar ve statü
kazanmaya çalışmanın belirgin özelliği, şiddet yöntemine başvurmaktır. Ekonomik
refahı düşük toplumlarda bu durum daha fazla ortaya çıkmaktadır.

Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan iç savaşlar sonrasında da toplumsal şiddet


vakalarının arttığı gözlemlenmiştir. Mozambik, Sri Lanka, Güney Afrika gibi
ülkelerde barış anlaşmaları ve ateşkeslerden sonra ülke genelinde toplu galeyana

130
Gupta ve Sharma, 2006:277
* Vigilantism, kanuni yetkisi olmayan sivil halkın, yani devletin resmi kolluk kuvvetlerinin ve yargı
mekanizmasının bir parçası olmayanların, toplumsal düzeni sağlamaya çalışma faaliyetlerini ifade eder.
(Gambetti, Z. Linç girişimleri, neoliberalizm ve güvenlik devleti, Toplum ve Bilim, No, 109, Yaz, 2007 s, 7-34)
51

gelme ve linç vaka sayıları artmıştır. Şiddet konuları üzerinde araştırmalar yapan Dr.
Steenkamp, bu durumu “şiddet kültürü” olarak görmüş ve şiddetin günlük hayatta
ortaya çıkan sorunları, kişiler arası ilişkileri düzenleme ve çözme yöntemi olarak kabul
görmesi olarak tanımlamıştır. Steenkamp, insanların neden şiddete başvurduğu
sorusundan daha çok toplumda şiddeti sürdürülebilir kılan norm ve değerler nasıl
yaratılır konusunun önemli olduğunu ve bunun incelenmesi gerektiğinden
bahsetmektedir.131 Uluslararası, ulusal, toplumsal ve bireysel koşulların ne olduğunu
incelemek gerektiğini vurgulamaktadır. Buradaki temel problemin, meşrulaştırmanın,
makro düzeyde oluştuğuna dikkat çekmektedir. Türkiye’nin durumunda buna örnek
olarak Nevruz kutlamaları sorunu gösterilebilir. İlk kez devlet eliyle 1991 yılında
“Newroz” Nevruz olarak Türkçeleştirilmiş, dönemin siyasileri tarafından Nevruzun
aslında kardeşlik anlamına gelen bir Türk şenliği olduğu vurgulanmış, Kültür ve
Eğitim Bakanlıklarının teşvikiyle okullarda çeşitli etkinliklerle kutlanmaya
başlanmıştır. Medyada aşırı milliyetçiliğin sembolleri olan Bozkurt ve Ergenekon ile
ilişkilendirilmiştir.132 Böylece Nevruzun anlamı Türkler ve Kürtler için ayrılmıştır. 21
Mart, karşılıklı çekişme günü haline gelmiştir.

Devletlerin tutumu vatandaşlarının şiddeti benimsemesinde kilit rol oynar. Barış


döneminde suç olarak görülen şeyin savaş döneminde meşru sayılması (mafya
çetelerinin oluşumlarına ve eylemlerine göz yummak, galeyanları vatana hizmet
olarak görmek), resmi makamların ve kanaat önderlerinin milleti ayrıştırarak bir tarafı
düşman gösterirken diğer tarafı yüceltici demeçler vermesi buna örnektir.

Kolektif hafıza ve toplum kültürünü şiddet etrafında yeniden oluşturmaya


çalışmak, devletin kuruluş dönemlerindeki kurtuluş savaşı, bağımsızlık mücadelesi
gibi toplumsal hafızada yer etmiş olayları devamlı olarak ön plana çıkararak övmesiyle
oluşur.37 Kurtuluş Savaşı benzetmesinin siyasi bütün krizlerin, mevcut hükümetlerin
başarısızlıklarını perdeleyen bir araç olarak kullanılması da buna hizmet eder. Aidiyet
duygusunu şiddet övgüsü üzerinden kurmaya çalışmak savaş zamanında olduğu gibi
barış zamanında da devam edebilir. Bu yollarla devletin kendi eliyle yasaları askıya
alması veya yasaları delmesi toplumda güven kaygısına, kişilerdeki adalete güven
duygusunun zayıflamasına neden olur. Etkinliği olmayan bir ceza sistemi, kişilerin

131
Steenkamp, 2005: 260
132
Hürriyet, 5 Mart, 2002.
52

haklarını koruyamayan bir hukuk sistemi, toplumda kendi adaletini kendi tesis etme
ihtiyacı doğuracaktır. Linç olayları bu ihtiyacın giderilmesi amacıyla da ortaya
çıkabilir. Hukuka ve yasalara güvenmeyen kitleler, “hak” arayışlarına soyunarak
galeyana gelebilirler veya kişi ya da kişilerin cezasını kendileri vermek isteyebilirler.

Toplumda adalet duygusunun zayıflatılması beraberinde çok yönlü problemleri


getirecektir. Adalet duygusu zayıflamış toplumlarda, çaresizlik hissinin artması,
yapısal şiddet anlamına da gelen ekonomik eşitsizlik ve mağduriyetleri giderememek,
güvensizlik ve korkuyu özellikle alt gelir gruplarına yayarak şiddete zemin
hazırlamaktadır. “Baskı altında kalmış özneler mağdur olmak yerine fail olmak
isteyerek şiddete meyledebilirler.”133

Türkiye açısından şiddet toplumunun oluşmasında etkili bir diğer faktör, devletin
toplum içerisinde bir grubu hedef haline getiren söylem ve pratikleridir. “Bizden” ve
“onlardan” algısı kişileri meşru hedef haline getirmektedir. Terör sorunu ve çatışmaları
sonrasında Türkiye’de oluşan güvenlik devleti algısı, özünde milliyetçiliğin reforma
uğramış ve yeniden üretilmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Kürtlerin
genelini kapsayarak kullanılan PKK iması toplumu kutuplaştırarak kişilikleri
silikleştirmektedir. Ülkenizi sevip sevmediğiniz, kimi desteklediğiniz veya kimlerin
yanında yer aldığınızla ölçülerek anlaşılmaya çalışılır. Devletin söylemleriyle
örtüşmeyen tutumlar “sözde vatandaşlık” olarak tanımlanmaktadır. Milliyetçilik
örtüsü altından yeniden üretilen söylemler aslında bir “güvenlik devleti” paniğidir.
“Sözde” vatandaşların karşıtı olan ve takdir gören “muhbir” vatandaşlar aramızda
dolaşarak, bizden biri gibi görünerek toplum bekçiliğini tesis eder.134 Kişiler sürekli
tetikte olmalı ve doğru ile yanlışı ferasetle ayırarak, düşüncelerini ifade ederken iki
kere düşünmelidirler. Kutuplaştıran söylemler, toplumda çok yönlü olarak kendilerine
yer bulmaktadır. Medya ve haber dili ile, internet ortamındaki paylaşımlar ile günlük
yaşam alanlarında var olmaya devam ederler. Günümüz koşullarında sosyal medya
üzerinden yapılan paylaşımlar ve bunların oluşturduğu dil, toplumun genelini çok
güçlü olarak etkilemektedir. Geleneksel medyadan farklı olarak interaktif geri

133
Godoy, 2004:623
134
‘Muhbir’ vatandaş iş başında: Baba kız arasında ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ davası haberi
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/muhbir-vatandas-is-basinda-baba-kiz-arasinda-
cumhurbaskanina-hakaret-davasi-1276206 06.04.2021 Tarihinde Erişildi.
53

bildirimlere açık olan online platformlarda yayılan nefret söylemleri çok hızlı bir
şekilde kendilerine taraftar toplayarak linç güruhlarını oluştururlar.135

Linç olaylarının sebeplerinin ve sonuçlarının daha iyi anlaşılabilmesi için medya


ve toplum ilişkisinin boyutlarına yakından bakmak önemlidir. Çalışmanın üçüncü
bölümünde nefret suçları, nefret söylemleri ve medya ile olan ilişkisi ele alınacaktır.

135
38 kadın gazeteci çevrimiçi karalama kampanyalarında hedef gösterildi haberi
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cfwij-raporu-yayimlandi-kadin-gazeteciler-tehdit-altinda-
1833162 06.04.2021 Tarihinde Erişildi.
54

III. BÖLÜM

MEDYA VE TOPLUMSAL DÜZEN

İnsanlar ve toplumlar üzerinde etkili olan başlıca kavramlardan biri medya


kavramıdır. Kavram olarak medyanın kökeninin Latinceye dayandığı bilinmektedir.
Tanım olarak medya; her türlü bilginin, toplumlara aktarılması ile gerçekleştirilen
aktarım, eğitim, bilgilendirme ve enformasyon paylaşımı sorumluluklarına sahip olan,
görsel ve işitsel araçların tümü olarak tanımlanmaktadır.136 Medya, insanların iletişim
duyma ihtiyaçlarından ortaya çıkmıştır. Bu yönden bakıldığı zaman medyanın
tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu görülür. İlk çağlarda yaşayan insanların
mağaraların ve barınakların duvarlarına çizdikleri simgeler ile iletişim kurmaları bir
çeşit medya aracını oluşturuyordu. İnsanların sözlü ve görsel olarak iletişim
ihtiyaçlarının gelişmesi ile birlikte medya kavramı da yenilenmiş ve gelişim
göstermiştir. Konuşma ve iletişimde kalma ihtiyacı sözlü kültürü meydana getirmiştir.
Bu bağlamda toplumların birbirleri ile irtibatta kalma ihtiyacı da iletişimin
paylaşılmasını ve medya faaliyetlerini ortaya çıkarmıştır.137

Toplumsal yaşamın gelişmesi ve iletişimin yaygınlaşması, medyanın toplumları


etkilemeye başladığı sürecin de başlangıcını oluşturur. Toplumlar üzerinde çok yönlü
bir etkiye sahip olan medya çoğu zaman ulaştırılan haberler aracılığı ile toplumların
düşünce yapısının şekillenmesinde rol oynar. Buna ek olarak; kültürel, ekonomik,
sosyal ve idari gibi pek çok alanda medya ve toplum ilişkisinin varlığından söz
edebiliriz. Medya üzerine yapılan kimi araştırmalarda, medyanın toplumları etkileme
biçimleri tartışılmıştır. Kültürel olarak etkilenmenin kendiliğinden gerçekleştiği
çıkarımı yapan araştırmalar, medyanın kültür ve toplum üzerinde yönlendirici bir
etkisinin olmadığı, etkilenmenin toplumlar tarafından kendiliğinden gerçekleştiği

136
Soydan, Alpaslan, 2014: 57
137
Giddens, 2005: 508
55

fikrini ortaya atmaktadır. Ancak bu fikre karşı olarak yapılan diğer araştırmalarda,
toplumsal yönlendirmenin bilinçli olarak yapıldığı, toplumları şekillendirmede
medyanın güç olarak kullanıldığı sonucu ortaya koyulmuştur.138 Medya ve kültür
alanında yapılan bazı çalışmalarda ise toplumsal etkilenmenin medya eliyle
gerçekleşmediği, hali hazırda toplumda var olan kültürel kodları aktarmada, medyanın
işlevsel bir kol görevi gördüğünden bahsedilir. Diğer görüş gibi bu görüşün de
toplumsal bir geçerliliğe sahip olmadığı, yapılan diğer araştırmalarda tartışılmıştır.139
Toplumsallık ve medya arasındaki ilişkiden söz ederken öncelikle kamuoyu
meselesinden bahsetmek açıklayıcı olacaktır.

Kamuoyu olarak oluşturulan yapı, literatürde, aynı ya da benzer özellikleri


gösteren kişilerin belirli bir olay karşısında sergiledikleri ortak tutum olarak
tanımlanmaktadır. Kamuoyu araştırmaları hakkında literatürde önemli çalışmaları
bulunan Childs, kamuoyunu kanaatler toplamı olarak kavramsallaştırmıştır.140 Bir
başka anlamda ise, toplumun herhangi bir olay karşısında bir araya gelmesi, farklı
görüş ve değerlendirmelerde bulunması ve bunun sonucunda toplumun genel
kanaatinin ortaya çıkması kamuoyu tutumunu oluşturur.141

Teknolojik gelişmeler ile birlikte medyanın değişimi ve dönüşüme uğraması,


kamuoyu üzerinde daha fazla etkili olmaya başlamıştır. Günümüzde kamuoyu ve
kamusal alan ilişkisi internet ortamında da şekillenmektedir. Medyanın olayları sunuş
biçimi ve özellikle yapılan haberlerle kamuoyu algısı olumlu ya da olumsuz olarak
etkilenebilmektedir. Kamuoyu olarak tanımlanan ortak bakış açısının medyanın etkisi
ile şekillenmesi, olumlu/ olumsuz durumların meydana gelmesinde rol oynamaktadır.
Medyanın kamuoyu algısı üzerindeki avantaj ve dezavantajları her zaman tartışma
konusu olmuştur. Bireylerin bir olay karşısındaki tutumları ve değerlendirmeleri
medyanın etkisi ile değişebilmektedir. Kimi zaman olmayan bir olay dahi var gibi
görülebilmektedir. Bu durum medyanın kamuoyu üzerindeki en önemli
dezavantajlarından birini oluşturur.

Yeni medya kanalları aracılığı ile bireylerin kendilerinin de paylaşım yaparak bu


algıyı şekillendirmeleri, kontrolsüz bir yapının meydana gelmesine sebep olmakta ve

138
Barrett, Braham, 1995: 63
139
Barrett, Braham, 1995: 84
140
Childs, 1940:44
141
Curran, 1997:142
56

bu durum kamuoyu etkisinin olumsuz yönünü ortaya çıkarmaktadır.142 Hukuk


kurallarının uygulanmasında yetersiz kaldığı ülkelerde kamuoyu baskısı oluşturmak
oldukça etkili bir yöntem olarak görülür. Türkiye özelinde meydana gelen olaylar
değerlendirmeye alındığı zaman, adli süreçlerin işlemesinde kamuoyu baskısının
oldukça etkili olduğunu görülür. Bu süreçte yayınlanan haberler ve yeni medya
kanalları ile kamuoyunu oluşturan kişilerin bireysel paylaşımları, adli süreçlerin
olması gerektiği gibi yürümesinde etkin rol oynamaktadır. Buna benzer durumlar ise
medyanın kamuoyu üzerindeki olumlu etkileri olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda
bakıldığı zaman, medyanın olaylar karşısındaki tutumunun ve kullandığı haber dilinin
kamuoyunun şekillenmesinde oldukça etkili olduğu düşünülebilir.

3.1 Ahlaksal Panikler: Medya ve Şiddet ilişkisi

Medyanın toplumlar üzerindeki etkileri düşünüldüğünde; bireyin


sosyalleşmesinin ortadan kaldırılması, kültürel yapının sarsılması ve toplum yapısının
şekillendirilmesinin de medya tarafından gerçekleştirildiği görüşünü savunan
çalışmalar mevcuttur.143 Toplumları oluşturan bireyler, kitle iletişim cihazlarının etkisi
altındadır. Geleneksel medya ve yeni medya mecraları, teknolojinin de etkisiyle kültür
endüstrisi alanlarını oluşturur. Kitlelerin tepkileri, düşünceleri ve eylemleri medya
aracılığı ile yayınlanan içeriklerden etkilenmektedir. Frankfurt Okulu’nun ünlü
düşünürü Adorno, uğradığı kültürel erozyon ile gittikçe hissizleşen kitlelerin
reklamlara çabuk aldandığını ve kendilerine dayatılan mallara sahip olmayı seçerek,
içsel huzur bulmaya çalıştığını anlatır. Kitleler, kendilerine pazarlanan ürünlere karşı
pasif bağımlı haldedir ve kişisel zevk olarak tanımlanan ürünler ile bağ kurarlar. Bu
sayede manipüle edilirler.144 Kültür endüstrisi kitleleri etkilemiş ve şekillendirmiştir.
En başından günümüze kadar gelen ve devam eden süreçte, kapitalizmin etkisinden de
söz etmek önemlidir.

Sosyal medya uygulamalarının yaygınlaşması ile birey kendisini zorunlu olarak


kitlenin içine dahil etmektedir. Sesini duyurabilmenin yolu kitleye dahil olmaktan
geçer. Kitlenin oluştuğu yerde öznenin uğradığı dönüşümler ise her daim tartışma

142
Stein, 2005
143
Barrett, Braham, 1995:96
144
Slater, P. (1989). Frankfurt Okulu: Kökeni ve önemi. A. Özden (Çev.). İstanbul: BFS.
57

konusu olmuştur. Toplumsal yapı içerisinde, medya tarafından yönlendirilen kitlelerin


olaylara karşı tepkileri, tercihleri ve tutumlarının medyanın tavrına göre şekillenmesi
meselesi her zaman tartışılan konulardan biri olmuştur. Amerika Birleşik
Devletleri’nde 1980’lerin başlarında bu konuyla ilgili 2500’deb fazla makale
yayınlandığı bilinmektedir. Ancak bu araştırmaların geneline bakıldığı zaman, Eric
Maigret’in değindiği gibi sonuç yokluğu ve önemli bir bilimsel sonuca ulaşılamadığı
görülür.145 Psikoloji ve toplumsal psikoloji okulları somut deneyler ortaya koyma
çabası ile çeşitli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar; “öğrenme etkisi” (örneğin bir
dizi karakterinin hareketlerine öykünme), “ketlenmenin kaldırılması” ( temsil edilen
şiddet olaylarına uzun süre maruz kalmak, şiddetin normalleşmesini ve sıradan
algılanmasını sağlayabilir), “önceden var olan bir şiddetin tetiklenmesi” kuramları gibi
farklı kuramlara dayandırılmıştır. Daha az savunulan bazı akımlar ise medyada
gösterilen ya da temsil edilen şiddetin bireylerin içinde potansiyel olarak var olan
şiddetten arınmasına yardımcı olduğu kanısındadır. Bu görüş, “boşalım kuramı” ya da
“deşarj” kavramlarına dayandırılmaktadır.146 Deneylerin sonuçları yalın bir dille
ortaya konulduğu zaman, medyadaki şiddetin çok simgesel olarak yer aldığı,
gösterilen şiddetin korkutabilir, sindirebilir ve örnek teşkil edebilir yönleri ile de
simgesel olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla medya ve toplumsal şiddet üzerinden
somut bir tanımlama yapabilmek mümkün değildir. Somut sonuçların elde
edilememesi durumu da araştırmaların devam etmesine olanak sağlamaktadır. Eric
Maigret medya ve şiddet ilişkisi üzerine,

“Medyadaki şiddetin tanımlanması güçtür, sayısallaşması daha da güçtür ve


tek yönlü bir değişkene indirgenemez: İnsanlar, Pavlov’un köpekleri gibi
imgelerle ya da sözcüklerle dürtülemez, işitsel ve görsel iletilerle
uyarılabilirler.”

Görüşünü savunur. “Kültürel kuluçka” kuramını ortaya atan Gerbner ise, medya ve
medyatik içeriklerin izleyicileri karanlık bir evrene alıştırdığını, kaygı, stres,
ötekilerden uzaklaşma, şiddete meyil kaynağı olduğunu ve devamlı şiddet içerikli
olumsuz haberlerle uzun vadede insanlar üzerinde etki gösterdiği görüşünü
savunmaktadır.147 Burada dikkat çeken bir konu, saldırgan ve şiddetle toplumsallaşmış

145
Maigret, Eric, 2014: 74
146
A.g.e, sayfa: 75
147
Gerbner, Georges, 1989: 102
58

bireylerin şiddet içerikleri ile karşılaşmaktan öteki bireylerden daha çok hoşlanabildiği
konusudur. Medya/ şiddet içerikleri ve kişilerin direkt olarak saldırganlaşması konusu
oldukça tartışmalı alanlardan biridir. Ulusal düzeyde hiçbir şey bu iki olgu arasındaki
ilişkiyi istatistiksel olarak kanıtlayamamıştır. Örneğin, savaş video oyunları ve şiddet
içeren çizgi film yayınlarının oldukça yaygın olduğu Japonya, tecavüz ve cinayet
oranlarının en düşük olduğu ülkeler arasındadır. Amerika Birleşik Devletleri ise tüm
televizyon yayınlarının en sıkı denetlendiği ülkelerden biri olmasına rağmen, şiddet ve
ateşli silah kullanımıyla gerçekleşen suç oranlarının oldukça yüksek olduğu ülkelerden
biridir. ABD’de ve Avrupa’da öğrencilerin uyguladığı şiddet eylemlerinin
sorumlusunun internet ve medya olduğu öne sürülmektedir. Sayıca az olaylar olduğu
için bu tarz örneklerin istatistiki olarak hiçbir değeri yoktur.

Gençlerin internet kullanımı ve televizyon alışkanlıklarının şiddet ile doğrudan


alakalı olabileceğine dair somut bir veri bulunmamaktadır. Günümüz toplumlarında
bireyciliğin en üst seviyede yaşandığını düşündüğümüz zaman, şiddet olaylarının çoğu
zaman bireysel sebeplerle işlendiğinden de söz edebiliriz. Kendinden sonraki kuşağa
ismini duyurma çabası, herkesin gözünde bir birey olarak kabul görme isteği gibi
kişisel sebeplerin, şiddet olaylarının aktörlerinde daha fazla etkili olduğu görülmüştür.
Dolayısıyla medyanın hiç olmayan bir şiddeti yaratmadığı, katiller ve saldırganların
yarattığı şiddetin duyurulmasına bir araç olduğu görülür. Yaygın bir inanışla medyaya
genellikle günah keçisi rolü yüklenmektedir.148 Belirtilen bu saptamalar medya
içeriklerinin ve şiddet dilinin eleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmemektedir.
Şiddet içerikleri psikolojik olarak da travmaların kaynağı arasında bulunabilmektedir.
Ancak bir bireyden diğerine aktarılan korku ve iletişim araçları birbirinden farklı
olabilmektedir. Kurgu yapımlar ve haberler birlikte düşünüldüğünde, başrol kahraman
oyuncunun hareketleri, gerçek haberlere oranla daha az korkutucudur. Çünkü haberler
gerçek yaşamdan kesitler taşımaktadır. Güçlü etkiler paradigması olarak adlandırılan
bu paradigma kanıtlanması zor bir şeydir. Burger reklamı izleyen bir kişinin canının
Burger çekmesi duyumsal katılım olarak değerlendirilebilir iken, şiddet olaylarını
izleyen bireylerin doğrudan şiddete kalkışacak şekilde uyarıldığı konusu somut
verilerle açıklanamaz. Pek çok farklı değişken bu durumda rol oynayabilmektedir.
Dolayısıyla kamu düzenlemesine gerek olduğu görülür.

148
Rowland, 1983, Barker ve Petley, 1997
59

Gerçek hayattan izler taşıyan haber dili ise kurgu ve temsili içeriklerden daha fazla
olarak izleyiciyi etkilemektedir. Linç kitleleri ve toplumsal hareketler üzerinde,
medyanın yaptığı haberlerin ve olayların kamuya aktarılış şeklinin etkili olduğu
yapılan çalışmalar ile ortaya konulmaktadır. Linç olayları ve medya arasındaki
ilişkinin daha net anlaşılabilmesi için bir sonraki başlıkta medya ve nefret söylemi
konusu tartışılacaktır.

3.2 Nefret Söylemi ve Medya

Toplumlar, birbiri ile iletişimde olan insanlardan ve onların hayattaki


pratiklerinden oluşur. Bu bağlamda, her toplum birbirinden ayrı özelliklere sahiptir,
kendi kültürel kodlarına ve tarihine göre farklı olarak şekillenmiştir. Toplumların
kültürel kodları, nefret söylemi çeşitlerini ve nefret duyulan konuların neler olduğunu
belirlemede önemli bir yere sahiptir. Her konu, her toplum üzerinde aynı etkiye sahip
değildir. Bazı konuların dünyanın belli bölgesinde infiale sebep olurken, kimi
toplumlarda herhangi bir toplu etki oluşturmayabilir. Toplumların gelenek ve
görenekleri, tarihi süreçleri, inançları ve yönetiliş biçimleri nefret suçlarının
oluşumunda görece etkilidir.

İnsanların topluluk olarak yaşamaya başladığı tarihten itibaren kendilerine yakın


gördükleri ve uzak gördükleri kişilerin ayrımı ortaya çıkmıştır. “Biz” ve “onlar”
ayrımı, insanlık tarihinden bu yana devam eden bir ayrımdır. Kendilerini ve çevresini
güvende hissetmek isteyen insanlar “öteki” kavramının oluşmasına katkıda
bulunmuşlardır. “Biz”in dışında kalan herkes ve her şey zamanla “öteki”ne dönüşmüş
ve farklı tepkilerle karşılaşmıştır. Söylem olarak ortaya çıkan nefret söylemlerinin suça
dönüşmesi de çok ince bir ayrıma bağlıdır. Genellikle nefret söylemlerinin çok fazla
olduğu toplumlarda nefret edilen konuya ilişkin suç oranları da paralellik
göstermektedir. Bu bağlamda nefret söylemlerinin ve nefret suçlarının da ‘biz ve
ötekilik’ mevzusuyla ilişkili olarak ortaya çıktığından söz edilebilir.

Günümüzde tam anlamıyla, nefret söylemleri ve nefret suçları üzerinde evrensel


bir tanımın varlığından söz edilememektedir. Evrensel olarak sayılabilecek tek tanım,
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1997 yılında tavsiye olarak vermiş olduğu
karar içinde bulunmaktadır. Konseye göre;
60

“Irkçılığı, nefreti, yabancı düşmanlığını, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe


dayanan diğer nefret biçimlerinin yayılmasında rol oynayan, teşvikte bulunan,
ifade eden, savunan ve haklı gösteren her türlü ifade biçimi” nefret söylemi
olarak tanımlanmaktadır.

Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) ise nefret suçlarını şöyle


tanımlamaktadır:

“Bir kişiye ya da mülke karşı işlenen suçun kaynağının, o kişinin ırkı, etnik
kökeni, uyruğu, dini inançları, cinsiyet ve cinsel yönelimi, fiziksel ve zihinsel
engelleri, yaşı ve benzeri etkenler ise bu suç nefret suçu tanımını oluşturur.”

Nefret suçları literatürde “önyargı suçu” olarak da yer almaktadır. Ayrımcılıktan


beslenen bu suçların oluşumu, kültürel kodlara ve toplumların yapısına göre değişiklik
gösterir. Nefret suçlarını besleyen şey, ötekine tahammülsüzlük ve ayrımcılık
göstermektedir. Genellikle “biz” ve “onlar” ayrımının yapıldığı toplumlarda bireylerin
nefret suçuna maruz kaldığı görülmektedir. Fail, mağdura; ırk, etnik köken, yaş,
cinsiyet, cinsel yönelim, bedensel engel ve benzeri özellikleri sebebi ile olumsuz mesaj
göndererek karşı tarafı yıpratan bir tutum içinde olmaktadır. Nefret suçları, kişileri
hedef alan, duygusal ya da fiziki olarak zarar veren davranışlar şeklinde ortaya
çıkmaktadır.

Medyanın kitleler üzerindeki etkisi, nefret suçlarının ortaya çıkmasında da rol


oynamaktadır. Linç hareketleri, çoğu zaman nefret söylemlerinin yaygınlaşmasından
etkilenmektedir. Geleneksel medya ve yeni medya tarafından kullanılan dil, haberlerin
halka sunuluş şekli ve içerikleri nefret suçlarının yaygınlaşmasında önemli rol
oynamaktadır. Teknolojinin de etkisi ile günlük hayatın içine dahil olan yeni medya
kanallarında nefret söylemleri hızlı bir biçimde yayılmakta ve kontrolü güç bir tabloya
dönüşmektedir. Nefret söylemlerinin ortaya çıkmasında çoğu zaman ekonomik güç ve
iktidar savaşlarının etkili olduğu görülmektedir.149 Bu amaçlarla ortaya çıkan bir nefret
söyleminin yeni medya içinde paylaşılması ve çoğaltılması, söz konusu içeriğin
doğruluğuna karşı bir kanı oluşturmakta ve kamuoyunun olaylar karşısındaki
tutumunu etkilemektedir. Yeni medyanın, geleneksel medyaya göre daha bağımsız,
interaktif ve bireysel olması nefret söylemlerinin hızlı yayılmasında önemli rol

149
Yılmaz, 2013:32
61

oynamaktadır. Ancak bu durum, yeni medya kanallarının getirdiği özgürlük alanı ile
birlikte değerlendirilmelidir. Geleneksel medyaya kıyasla yeni medya hem
söylemlerin doğruluğu kanıtlanmadan yayılmasını kolaylaştırmakta hem de aksi
yönde paylaşım yapmaya da imkân sunmaktadır. Nefret söylemlerinin yayılmasında
yeni medya araçlarının etkisi oldukça fazladır. Ancak nefret suçlarına karşı bireysel
farkındalık ve toplumların eğitimleri ile bunun önüne geçmek mümkün olabilir.

Medyanın günlük hayatta edindiğimiz izlenimlere olan etkisi büyüktür. Hem


geleneksel medya çeşitleri ile hem de yeni medya aracılığı ile kamuoyunun
değerlendirmeleri ve bakış açısı şekillenmektedir. Sahip olduğumuz fikirler ve
olaylara karşı gösterdiğimiz tutumlar medyanın bize sunuş şeklinden ve belirlediği
gündemlerden etkilenmektedir. Bu bağlamda, medyanın çoğu zaman egemen
ideolojinin fikirlerini taşıması toplumları ve bireyleri de etkilemektedir. Dolaylı
yoldan üretilen nefret söylemleri, sunulan haberler ve hazırlanan içerikler ile
kamuoyuna yansıtılmaktadır. Günlük hayatta karşılaştığı sorunlar ve zorluklar ile baş
edemeyen kişiler, çoğunlukla biriken enerjilerini “öteki” üzerine yönlendirmektedir.
Yapılan çalışmalarda, ekonomik sorunlarla boğuşan, derin yoksulluk ve politik
karmaşalar içerisinde yaşayan toplumlarda, biriken nefretin genellikle “öteki” üzerine
yansıtıldığı görülmüştür.150

Nefret söylemlerinin belirli gruplar üzerine yönlendirilmesi çoğu zaman hedef


saptırma stratejisi olarak uygulanmaktadır. İktidar sahiplerinin desteği ile medya
tarafından oluşturulan suni gündemler, toplumların işsizlik, ekonomik buhran, eğitim
sorunları gibi gerçek sorunlarına karşı hedef saptırmak için kullanılır. Çoğu zaman
iktidar sahipleri suni gündemlerin oluşturulmasına sebep olarak halkı oyalama
taktiğinde bulunur.

Ana akım medyanın vurguladığı “biz” tanımı, topluma egemen olan iktidar
odaklarının ideolojik söylemlerini kapsar. Türkiye’de ana akım medyanın “biz”
kavramı içine aldıklarına bakıldığı zaman, Sünni, erkek, heteroseksüel, Müslüman ve
muhafazakâr kişilerin dahil edildiği görülmektedir.151 “Biz” kavramının kapsayıcı ve
destekleyici yanı sadece belirli gruplara yöneliktir. Birlik ve beraberlik vurgusu ile

150
Gambetti, Z. Linç girişimleri, Neoliberalizm ve Güvenlik Devleti, Toplum ve Bilim, No, 109, Yaz,
2007
151
Dirini, 2010: 63
62

ortaya çıkan bu anlayış aynı zamanda kabul görmeyen diğer kişileri de


ötekileştirmektedir.

Nefret söylemleri geleneksel medyada ve yeni medyada çok güçlü bir şekilde
üretilir. Özellikle geleneksel medyanın yapısı bu söylemlerin üretilmesine müsaittir.
Genellikle ideolojik söylemler ve iktidar odaklarının bakış açısı ile öteki gruplar
hakkında haberlerin oluşturulması, bir olayı aktarırken kişilerin kimliklerine gereksiz
vurgular yapılması şeklinde meydana gelmektedir. Türkiye’de geçmişten bugüne
devam eden ötekileştirmeler genellikle Ermeniler, Kürtler, LGBTİ+ bireyler,
Kadınlar, Aleviler ve günümüzde daha yaygın olarak da Suriyeli göçmenler üzerinden
devam etmektedir.152

Nefret söylemleri kimi zaman ilgili haberler ya da televizyon programları yoluyla


direkt oluşturulsa da kimi zaman da satır aralarına gizlenen imalar yolu ile
gerçekleştirilir. Sıradan insanların algılarını şekillendirmekte oldukça etkili olan bu
yönteme örnek olarak hırsızlık suçu işleyen bir kişinin etnik kökene vurgu yaparak
haberleştirilmesi gösterilebilir. Çoğu zaman medya dilinde yer alan aşağılayıcı
ifadeler, homofobik söylemler, tarihi hezimetlere ve eski olaylara vurgu yapılması gibi
durumlar toplumlar üzerinde nefret söylemlerinin yaygınlaşmasını
kolaylaştırmaktadır. Örneğin, Türkiye’de LGBTİ+ bireyler üzerinde devam eden
nefret söylemleri çoğu zaman yerini fiziki saldırılara da bırakmaktadır. Medya
homofobik söylemlerle bu kişilerin devamlı olay çıkaran ve “sorunlu” yönlerine vurgu
yaparak kişilerin toplumda kabul görmesini zorlaştırmaktadır.

Nefret söylemleri ile linç girişimleri arasında derin bir ilişki vardır. Sürekli olarak
ayrıştırıcı dile maruz kalan bireyler, hedef gösterilen kişi ve gruplara karşı derinden
nefret beslemeye yatkın hale gelmektedir. Türkiye’de geçmişten günümüze kadar
meydana gelmiş olan toplumsal saldırılarda medyanın rolü yadsınamaz büyüklüktedir.
Örneğin, 6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa karşı yapılan yağma
ve saldırılar, dönemin gazetelerinden Ekspres Gazetesi’nin “Atamızın Evi Bomba ile
Hasara Uğradı” manşeti ile başlamıştır. Daha sonra olaylar büyüyerek tarihe kara bir

152
Azerbaycan’da LGBTİQ+ karşıtı saldırılar: 10 günde 9 saldırı haberi, Bianet,
https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/245493-azerbaycan-da-LGBTİ+iq-karsiti-saldirilar-10-
gunde-9-saldiri 13.06.2021 Tarihinde Erişildi.
Ayrıca bknz: Onur Yürüyüşü Açıklaması Sonrası Polis Saldırısı haberi, Bianet
https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/209919-video-haber-onur-yuruyusu-aciklamasi-sonrasi-
polis-saldirisi 13.06.2021 Tarihinde Erişildi.
63

leke olarak geçmiştir.153 Bununla birlikte, nefret söylemlerinin yayılmasında,


siyasilerin ve açıklamaları ile toplumu etkileyen siyasi kurumların söylemleri de
oldukça etkili olmaktadır. Örneğin, Türkiye’de kadınların ve LGBTİ+ bireylerin de
yaşam haklarının korunması için imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesinin yürürlükten
kalkması tartışmalarında, iktidara yakın bazı dernek ve STK’lar İstanbul Sözleşmesine
destek sunmalarını şarta bağlamıştır. Sözleşmenin LGBTİ+ bireylerin haklarını
kapsayan maddelerine destek vermeden kadınların yanında olduklarını
açıklamışlardır. 154
Toplumun her kesimine ulaşan bu tarz açıklamalar ve tutumlar
LGBTİ+ bireyler gibi toplumun “ötekileri” üzerinde yıpratıcı etkiye sahip olmakta ve
olası saldırıların da tetikleyici olabilmektedir. Nefret söylemleri, günlük hayatın içinde
fark etmeden yer eden pek çok kullanım ile de kendisini gösterir. Küçümseme, alaya
alma ve yok sayma ile birlikte gelen söylemle, zamanla çok daha ciddi sorunlara sebep
olabilmektedir. Bu anlamda düşünüldüğünde nefret söylemlerinin yaygınlaşması ve
linç girişimlerinin yaşanmasında dilin ve söylemlerinin öneminin ne kadar büyük
olduğu açıkça görülebilmektedir. Önce dil ile başlayan söylemler zamanla tutum ve
davranışlara dönüşebilmektedir. Nefret söylemlerine maruz kalan kişi ya da grupların
psikolojik olarak da etkilendiği bilinmektedir. Meseleyi psikolojik boyutuyla
açıklamak konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sunacaktır.

3.3 Nefret Söylemlerinin Psikolojik Boyutu

Nefret suçları, içinde şiddet içeren suç çeşitlerindendir. Nefret suçlarına maruz
kalan kişiler, psikolojik yönden de oldukça zor süreçlerden geçmektedir. Nefret
söylemleri, sonunda suçun oluşmasına zemin hazırlayan olgulardır. Suçların hukuki
olarak cezalandırılmasında maddi şiddet izlerinin aranması kadar manevi tahribat da
önemli kabul edilmektedir. Hukuki açıdan manevi şiddet olarak değerlendirilen nefret
söylemleri, bazı ülkelerde tek başına suç olarak kabul edilmektedir.

Nefret söylemlerinin zemin hazırlaması ile meydana gelen nefret suçları


zincirleme bir sorun olarak topluma yayılmaktadır. Kişileri nefret suçları ve söylemleri
ile mağdur etmek, mağdur olan kişinin de yeni bir nefret suçlusu olmasına zemin

153
Bknz. https://tr.wikipedia.org/wiki/6-7_Eylül_Olayları Erişildi: 14.03.2021
154
KADEM: Eşcinsellerle yan yana anılmayı kabul etmiyoruz haberi, Bianet
https://bianet.org/bianet/LGBTİ+i/228405-kadem-escinsellerle-yan-yana-anilmayi-kabul-etmiyoruz
13.06.2021 tarihinde erişildi.
64

hazırlamaktadır.155 Maddi kayıplar telafi edilirse bile manevi olarak gerçekleşen


yıkımın telafisi çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu durum da toplumda şiddete
meyilli kişilerin sayısını artırmaktadır.

Medya eliyle, tarihsel süreçle, kültürel kodlarla ve daha pek çok değişkenin etkisi
ile meydana gelen nefret suçları bir ezen-ezilen ilişkisini barındırmaktadır. Ötekine
tahammül edemeyen kişiler, toplum içerisinde kendinden farklı olarak görüneni
kendine rakip görmekte ve saldırgan bir tutum içine girmektedir. Ötekini kendi varlığı
önünde bir engel ve rakip olarak görme eğilimi, linç girişimleri ve toplu saldırılara
sebep olmaktadır.

Nefret suçları genellikle, topluma aidiyet sorunu yaşayan, bir başkasını kendisine
karşı rakip ve tehdit görmek istemeyen alt ve orta sınıf arasında oluşmaktadır.156
Zengin üst sınıf arasında söylem olarak gerçekleşse de çoğunlukla nefret suç halini
almamaktadır. Bu durumun pek çok sosyolojik yönü olduğundan bahsedilebilir.
Genellikle ekonomik yönden de sıkıntılı olan toplumlarda hayatta kalma endişesi
toplumsal gerilimlere zemin oluşturmaktadır. Örneğin, alt ve orta sınıf arasında
kendine yer bulmaya çalışan mültecilerin çalışma alanları çoğu zaman yerli halkı
rahatsız etmiş ve kendi işsizliklerine karşı duydukları nefreti iktidar odaklarına değil,
mültecilere karşı yöneltmelerine sebep olmuştur.

Psikolojik yönden nefret suçları hakkında yeni çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan


çalışmalarda görüldüğü üzere, genel olarak toplumların ekonomik yönden zayıflaması
suçların ortaya çıkmasına zemin oluşturmaktadır. Ekonomik sıkıntılardan en çok
etkilenen bireyler toplumun dışında kalma korkusu ile kendinden farklı gördüğü
rakiplerine şiddet gösterme eğilimine girmektedir. Bununla birlikte nefret suçları
sadece fakir ve totaliter rejimler için değil, gelişmiş ülkelerde de mücadele edilmesi
gereken bir sorun olarak görülmektedir. Nefret suçları ve nefret söylemleri her yeni
günde farklı bir sebeple ortaya çıkabilecek değişken bir yapıya sahip olduğu için
mücadele edilmesi zor alanlardan biri olarak görülmektedir.

Nefret söylemlerinin kamuoyunun düşünce yapısının değişmesinde çok ciddi


etkileri olduğu görülmektedir. Medya ve siyaset dilinde nefret söylemlerinin

155
Hakan ATAMAN, Orhan Kemal CENGİZ, Türkiye’de Nefret Suçları İnsan Hakları Gündemi
Dermeği yayını s.18
156
Türkiye'de Nefret Suçları, H. ATAMAN, O.K. CENGİZ, Ömer LAÇİNER ile söyleşi, s.64
65

oluşmasını engellemek ve örnek olaylardaki nefret söylemlerine dikkat çekmek bu


sorunun çözülmesine katkıda bulunacaktır.

Nefret söylemlerinin mağdurlar üzerinde oluşturduğu etkiler sadece fiziki değil


psikolojik yönden de oldukça güçlüdür. Kişilere;

● Manevi tacizde bulunmak

● Lakap ve sahte ad takmak

● Yaşamını ve vücut bütünlüğünü tehdit edici davranışlarda bulunmak

● İletişim araçları ile tehditte bulunmak

● Mal varlığına yönelik saldırılarda bulunmak

Şeklinde gerçekleşen eylemler, mağdur kişileri hem madden hem de manen zor
duruma sokmaktadır. Nefret suçundan etkilenen kişilerde çoğunlukla;

❖ Mağdurun kendini toplumdan dışlaması

❖ Depresyon

❖ Eksik ve yanlış hissetme

❖ Aidiyet bağının kaybedilmesi

❖ Paranoya ve kafa karışıklığı

❖ Utanç

❖ Korku

❖ Kişinin kendine öz saygısını yitirmesi

❖ Kaygı bozukluğu ve panik

Benzeri psikolojik sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte uğradığı haksızlık


karşısında kendisiyle benzer durumda olan kişilere karşı yakın hissetme ve savunma
güdüsü ile yaklaşma psikolojisi de görülmektedir.157

Nefret söylemleri ve nefret suçları mağdur kişiler üzerinde yıkıcı psikolojik


sorunlara sebep olabilmektedir. Sağlıklı toplumların oluşması için her yönden sağlıklı
kişilerin varlığı önemlidir. Medyada ve sosyal hayatta kullanılan nefret söylemlerini

157
Türkiye'de Nefret Suçları, H. ATAMAN, O.K. CENGİZ, Ömer LAÇİNER ile söyleşi, s.64
66

önlemeye yönelik farkındalık çalışmalarının artırılması bir toplum sorunu olarak her
defasında kendini yeniden üreten nefretin ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır.
Medyanın nefret suçlarının oluşmasında ve linç olaylarının yaşanmasındaki rolü
oldukça etkilidir. Türkiye’de ve dünyada geçmişten günümüze kadar devam eden
süreçte medyanın uğradığı dönüşümler ve toplumsal olaylarla olan ilişkisinin daha net
anlaşılabilmesi için bir sonraki bölümde medyanın dönüşümü konusu tartışılacaktır.
Medyanın dönüşümü ve linç olayları arasındaki ilişki, özellikle Türkiye’de meydana
gelen linç olaylarında medyanın toplum üzerindeki etkisini anlamak için önemlidir.
Geleneksel medyadan yeni medyaya geçen süreçte yaşanan dönüşümlerin, toplum
üzerinde olumlu ya da olumsuz pek çok farklı etkisi olduğundan bahsedilebilir.

3.4 Medyanın Dönüşümü ve Linç

3.4.1 Geleneksel Medyadan Yeni Medyaya Geçiş

Gazeteciliğin temelleri, on dördüncü yüzyıla, aristokrasi hakkındaki haberlerin


yazıldığı parşömenlere ve ticaret problemleri hakkında yazılan mektuplara kadar
dayanmaktadır. (Tokgöz, 2003: 58) Geleneksel habercilik günümüze kadar televizyon,
gazete, dergi ve radyo aracılığı ile varlığını sürdürmüştür. Bugünkü şartlara
bakıldığında ise medyanın, ağırlıklı olarak dijital ortama kaydığı görülür.

Yeni medyanın başlangıcı, internetin kullanımının yaygınlaşması ile olmuştur.


İnternet, 1969 yılında ABD hükümeti tarafından Advanced Research Projects Agency
(ARPA) araştırma merkezinin, ülke çapına yayılması hedeflenen büyük bir ağa
bağlama düşüncesi ile ortaya çıkmıştır. 1995 yılından itibaren ise dünya çapında
yaygınlaşarak kullanımımıza sunulmuştur. 158
World Wide Web (www) kullanımı
internetin en yaygın kullanım şeklidir. 1992 yılında İsviçre’de icat edilmiştir. Yaygın
bir kütüphane anlayışına benzetilebilir. Türkiye’de ise internet kullanımı ilk defa,
TÜBİTAK- ODTÜ’nün ortak çalışması sonucu 21 Nisan 1993’te kullanıma sunularak
yaygınlaşmıştır.

Günümüzde kullanılan internetten iletişim ortamlarının tamamı yeni medya olarak


adlandırılmaktadır. Geniş bir kapsama alanı olan yeni medyanın tanımlanması, 1970’li
yıllarda sosyolojik, psikolojik, kültürel, ekonomik vb. alanlarda araştırmalar yapan

158
İnan, 2010:124
67

araştırmacılar tarafından yapılmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren anlamı dönüşüme


uğrayarak internet ve teknoloji ortamı üzerinden anlaşılmaya başlanmıştır. Yeni
medya ortamlarına istenilen her an ulaşmak mümkündür, kullanıcılarına ses, görüntü,
metin, hareket ve interaktif katılım imkânı tanıyan yeni medyanın kullanımı
popülerleşmiştir.159

Yeni medyanın tanımlamaları arasında, internetin tamamının yeni medya olarak


görüldüğü bir yaklaşım bulunmaktadır.160 Yeni medya karşı bir başka yaklaşım ise
geleneksel medyanın internet ve teknolojinin etkisiyle dijitalleşmesinin yeni medyayı
oluşturduğudur.161 Yeni medyanın, üretilen içerikleri, paylaşım ve yorumlamaya
imkân vermesi, paylaşılan içeriğin Retweet, mail olarak yönlendirme yapılabilmesi ve
alıntılanarak paylaşılabilmesi, Mcluhan’ın 162 “Küresel Köy” olarak tabir ettiği dünya
düzenine dönüşmemize olanak sağlamıştır. Geleneksel medyanın haricinde, sosyal
medya artık yeni habercilik alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. İnternet ve bilgisayar
teknolojilerinin gelişmesi ile geleneksel medyanın dijital ortama dönüşmesi, dijital
ortam kullanıcılarına etkileşimli bir alan sunmaktadır.163

Yeni medya kavramı literatürde farklı kelimelerle tanımlansa da en yaygın


kullanım biçimi sosyal medyadır. Yeni medya platformlarını çeşitli kategorilere
ayırarak sınıflandırmak daha anlaşılır olacaktır. Bu kategoriler; Facebook, Twitter,
Instagram, Tiktok gibi sosyal paylaşım uygulamaları, görsel, metin ve video
paylaşmaya imkan sağlayan YouTube, her türlü karşılıklı etkileşim ve araştırma
imkanı sunan Wikipedia ve çeşitli kişisel Bloglar, tartışma alanları ve bir çeşit kamusal
alana dönüşen Sözlük’ler, radyo yayınları, sanal dünya ve sanal gerçeklik sunan
Video-Game oyunları, Yahoo, Gmail, Yandex Mail gibi internet üzerinden mail
iletişim kurmayı sağlayan araçlar, Google, Firefox gibi arama motorlarının tamamı
sosyal medya alanlarını oluşturmaktadır.164

159
Dilmen: 2007:113
160
Gans, 2005:39
161
MİSÇİ, Sema. (2006). Yeni Medya Kullanımının Organizasyon Yapısı Üzerindeki Etkileri. 1. Yeni
İletişim Ortamları ve Etkileşim Uluslararası Konferansı Bildiri Kitapçığı (s. 128). İstanbul: Marmara
Üniversitesi
162
MCLUHAN, Marshall, POWERS, Bruce R. (2001). Global Köy, İstanbul: Scala Yayıncılık.
163
Safko L, Brake D. K, The Social Media Bible, John Wiley & Sons, Inc., 2009
164
GERAY, Haluk (2003). İletişim ve Teknoloji Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya.
Ankara: Ütopya Yayınları
68

Geleneksel medyaya kıyasla internet gazeteciliği çok daha hızlı ve pratiktir.


Okuru habere dahil etme imkanını sunması, zaman ve mekân sınırının olmaması gibi
özellikleri, internet ortamında haber akışının daha hızlı yayılmasını sağlamaktadır.
İnsanların, okudukları veya gördükleri haberlere anlık ve gerçek tepkilerle geri dönüş
yapmaları, sosyal medyayı interaktif olarak kullanabilmeleri, haber yapım sürecine
doğrudan etki edebilmeleri gazetecilik kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır.
İnternet gazeteciliği, geleneksel medyaya göre daha masrafsızdır ve daha geniş
kitlelere ulaşabilme imkânı sunmaktadır.165

Üretilen içerik ve bilgilere, saklama, değiştirme, yeniden üretme ve etkileşim


sunma imkânı tanıyan internet, enformasyonun yayılma şeklini değiştirmiştir.43 Yeni
medya ve geleneksel medya arasındaki farklara bakıldığı zaman, yeni medyanın dijital
olmasının getirdiği avantajla, sayısal temsil sunabildiği, kolay değiştirilebilir olması,
bir araya getirmeyi kolaylaştırması ve anlık olması gibi özelliklere sahip olduğu
görülmektedir. Sayısal temsil, algoritma ve matematiksel simgelerden oluşmaktadır.
Anlık olması ve kolay bir araya getirilebilmesi özelliği, internette paylaşılan içerik ve
haberlerin anında güncellenebilmesi, etkileşimlere açık olması ve haberin kolay
derlenebilmesini sağlamaktadır. Algoritmalar sayesinde veriler sayılabilir ve
programlanabilir böylelikle doğru kitleye doğru haberin ulaştırılması sağlanabilir.

Sosyal medya uygulamaları ve internet teknolojileri aynı zamanda modüler


özelliklere de sahiptir. Bu özellikler otomasyon sistemini içinde barındırır. Örneğin bir
haber sitesinde paylaşılan içerik, otomatik olarak sitenin kendi sosyal medya
hesaplarında ve dijital ortamlarında paylaşılabilmektedir. Böylece aynı anda pek çok
yere birden haberin ulaşması sağlanmış olur. İnteraktifliğe, bilginin hızlıca ve
kullanıcıların istediği şekilde paylaşılmasına imkân veren internet altyapısı “Web.2.0”
olarak adlandırılmaktadır. Geleneksel medyanın bu dijital özellikleri, geleneksel haber
okuyucu / izleyici / dinleyicisini “kullanıcıya” dönüştürmüştür.

İletişim teknolojilerindeki gelişmeler insanları internet ve sosyal medya alanı


içerisinde daha çok yer almaya itmiştir. İnternetin gündelik hayatın vazgeçilmezi
haline gelmesi ve buna bağlı olarak yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Yazı, ses,
fotoğraf ve video içeriklerinin geleneksel medyadan daha hızlı, pratik ve maliyetsiz
olarak kitlelere ulaştırılması büyük şirketlerin internet teknolojilerine yatırım

165
PAVLİK, John V. (2013) Yeni Medya ve Gazetecilik, s. 54-59
69

yapmalarını sağlamıştır. Gazetecilik sektörünün devlerinin büyük oranda dijital


yayıncılığa yatırım yapması, internet gazeteciliğinin popülerleşmesi, gazetecilerin iş
yapma mantığı ve becerilerinin yeni medya tarafından şekillenmesini sağlamıştır.
Oluşturulan içeriğe daha fazla kullanıcının erişmesi ve haberin yaygınlaşması için,
ilgili içeriğe daha çok tıklatılmasını hedef alan başlıklar, spotlar ve söylemlerle
oluşturulan “tık haberciliği” imajının ortaya çıkışı bu bağlamda değerlendirilebilir. Öte
yandan medya endüstrilerinin dijital yayıncılığa yatırım yapmasının sebebi,
gazeteciliğin ifade ediliş şeklinden ziyade ekonomiktir.

Dijital yayıncılık pek çok reklam alanını ve sponsorlu içerik imkanını içinde
barındırdığı için haberlerin servis edilmesinde kullanılan dil bu çıkar durumundan
etkilenmektedir. Daha çok “tık” almak ve daha çok kazanmak için kullanılan haber
dilinin dikkat çekici olması gerekmektedir. Bu bağlamda, şiddet haberleri ve linç
girişimleri de haberleştirilmektedir. Daha çok kullanıcıya ulaşmak adına şiddet
eylemlerinin şov malzemesi olarak kullanıldığının örneklerini görülmektedir. Örneğin,
2019 yılında taciz şüphelisi bir adamın haberini veren Sabah Gazetesi olay anının cep
telefonu ile çekilmiş videosunu paylaşarak “Tıkla hemen izle” şeklinde servis
etmiştir.166

Linç girişimleri ya da şiddet olayları dikkat çekici başlıklar eşliğinde servis


edilerek daha çok izleyiciye ulaşılmak istenmekte ve linç suçu gibi büyük suçlar adeta
bir gösteriye çevrilerek normalleştirilmektedir. Linç olaylarının şov malzemesi olarak
pazarlanması, toplumu bu tür olayların ciddiyetinden ve vahametinden
uzaklaştırmakta, dahası toplum için normalleşmesine hizmet etmektedir. İnternet
gazeteciliğinin geleneksel medyanın yozlaşmasının önüne geçebileceği ve toplumun
demokratikleşmesinde rol oynayacağı iddia edilmiştir.167 Bu bağlamda
düşünüldüğünde, internet gazeteciliğinin toplumsal ilişkiler üzerinde etkili olduğu
söylenebilir. Gelişen internet teknolojileri ile gazetecilik pratikleri de değişmiş, yeni
eğitim ihtiyaçları ortaya çıkmış, gazeteciler ve okurlar arasındaki ilişki ve gazeteciliğin
toplum üzerindeki etkisi tartışılmaya başlanmıştır. Sosyal medyanın yükselişi ile
gazeteciliğe özgü pratikler artık okuyucular tarafından da kullanılmaya başlanmıştır.

166
Kartal’da Tacizciye Linç Girişimi haberi, Sabah Gazetesi, 2019.
https://www.sabah.com.tr/video/yasam/kartalda-tacizciye-linc-girisimi-kamerada (27.02.2020
tarihinde erişildi)
167
Strategic Developments for the European Publishing Industry towards the Year 2000. Europe’s
Multimedia Challenge. (1996) Main Report. Brussels: European Commission DG XIII/E.
70

Geleneksel medyanın klasik özelliklerinden olan tek yönlü iletişim, interaktif geri
dönüşlerle tartışma boyutuna taşınmıştır. Örneğin, canlı yayın esnasında sunulan bir
habere izleyiciler, sosyal medya ve internet aracılığı ile anında yorum ve müdahalede
bulunabilmektedir. Okuyucunun /dinleyicinin /izleyicinin haber akış sürecine
doğrudan müdahalesi, gazeteciliğin tek taraflı görece üstünlüğünü etkilemiştir. Cep
telefonları ve dijital kameralar ile amatör habercilik insanlar arasında yaygınlaşmaya
başlamıştır. Artık herkes her yerde “gönüllü muhabir” olabilmektedir. Kişiler elde
ettikleri görüntüleri kişisel bloglarında ya da sosyal medya hesaplarında bedelli veya
bedelsiz olarak paylaşabilmektedir. “Gönüllü muhabirlik” kavramının ortaya çıkması,
herkesin gazetecilik alanına giren işleri yapmaya çalışması beraberinde başka
tartışmaları da getirmiştir. Özel alan ihlali ve mahremiyet konuları tartışılmaya
başlanmıştır. Örneğin, bir magazin haberinde ünlü kişilerin görüntüsünü cep telefonu
ile kaydedip magazin mecrasına gönderen bir kişi ilgili haberde “gönüllü magazinci”
olarak tanımlanmıştır.168 Amatörlüğün yükselişi ve kamusal alanın dijital mecraları da
içine alacak şekilde genişlemesi yeni mahremiyet ihlali tartışmalarını beraberinde
getirmiştir. Geleneksel gazetelerin dağıtım süreci yeni medya döneminde amatör
yayıncılar aracılığıyla dijital olarak sağlanmaktadır. İnternet sayesinde artık gazeteler
dünyanın her yerine dijital olarak ulaşabilmektedir. Bu açıdan dağıtım sorunu
kalmamıştır.

İnternetin ölçülebilir olma özelliği sayesinde gazeteciler oluşturulan içeriğin


hangisinin daha çok tıklandığı, hangi başlığın dikkat çektiği, kullanıcıların hangi
konuyla daha çok ilgilendiklerinin bilgisine istatistiki olarak ulaşabilirler. Bu durum
popüler olan içeriğin haberleştirilmesini veya popülerleşme potansiyeli olan konuların
haber yapım sürecinde ön plana çekilmesini sağlamaktadır. İnternetin multimedya
sistemini içinde barındırması da oluşturulan haberlerin ve içeriğin daha çok dikkat
çekici olarak servis edilmesine olanak vermektedir. Ses, görüntü ve metinin bir arada
kullanılması haberlerin dikkat çekiciliğini etkilemektedir.

Kişilerin oluşturdukları içeriği kendi sosyal medya uygulaması alanlarında


yayınlaması, mailler aracılığıyla paylaşması bir dağıtım sürecine işaret eder.
Oluşturulan haberin internet sayesinde güncellenebilir olması, gazetecilik pratiklerine

168
Haberler.com, https://www.haberler.com/cem-yilmaz-birlikte-goruntulendigi-serenay-12904476-haberi/

(27.02.2020 tarihinde erişildi)


71

kolaylık sağlamış ve her an erişim imkânı sağlamıştır. Geleneksel medyanın en büyük


sorunlarından biri olan arşivcilik de yeni medya ve internetin dijital depolama alanları
sayesinde çözülmüştür. İnternetin geniş depolama alanları çok fazla sayıda görüntü ses
ve metinin depolanabilmesine ve ne zaman istenirse kolayca erişilip yeniden
kullanılabilmesine imkân vermektedir.

Yeni medya teknolojileri üretim ve dağıtım maliyetlerini düşürmüştür,


tüketicilerin medya içeriğini güçlü ve yeni yollarla arşivlemelerini, içerik üzerinde
düzenlemeler yapabilmelerini ve kendi yorumlarını da ekleyip yeniden dolaşıma
sokabilmelerini mümkün kılmıştır. 2013 yılından itibaren medya sektöründe
yaygınlaşan veri gazeteciliği, trans medya gibi kavramlar medya düzenini tamamen
değiştirmiştir. Periscope üzerinden canlı video aktarımları, sanal gerçekliği artırılmış
üç boyutlu haber oyunları (Newgames) devamlı gelişen yeni medya girişimciliğine
örnek olarak gösterilebilir. Yeni medya, eğlence kültür sektörünü büyük oranda elinde
tutan bazı çok uluslu şirketler ile geleneksel medyayı elinde tutan gazete şirketlerinin
yoğunlaşarak iç içe geçmesini sağlamıştır. Bu etkileşimin olumlu mu yoksa olumsuz
mu olduğu tartışma konusudur. Medyanın tamamen özgür olması gerektiğini
söyleyenler olduğu gibi, kontrolün sürmesi gerektiğinden yana olanlar da
bulunmaktadır.169

Yeni medya ve internet teknolojilerinin ortaya çıkmasıyla hayatımıza giren bir


başka durum yakınlaşma kültürünün ortaya çıkmasıdır. Yakınlaşma; tüketicilerin yeni
bilgiler aramaya ve dağınık medya içerikleri arasında bağlantılar kurmaya teşvik
edilmesiyle kültürel bir değişimi temsil eder.170 örneğin, bir akıllı cep telefonu
içerisinde çok fazla özellik barındırır. İnsanlar artık sadece konuşmak için değil,
konuşup mesaj yazmak, fotoğraf çekmek ya da video izlemek ve oyun oynamak için
de cep telefonu kullanıyorlar. Yakınlaşma, her şeyin tek bir teknolojik imkân
üzerinden ve birbirine bağlı olarak kullanılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Yakınlaşma
medya aletleri üzerinden gerçekleşmez. Bireysel tüketicilerin beyinlerinde ve onu
diğer tüketicilere aktarması ile gerçekleşir. Kolektif zekâ denilen her birimizin her şeyi
bilemeyip herkesin bir şey bilmesi durumu ve daha sonra interaktif etkileşimlerle bu
bilgileri paylaşmasıyla meydana gelir. Herhangi bir konuda tüketebileceğimizden daha

169
JENKINS, H. Cesur Yeni Medya Teknolojiler ve Hayran Kültürü, İletişim Yayınları, 2018 s.38
170
JENKINS, H. Cesur Yeni Medya Teknolojiler ve Hayran Kültürü, İletişim Yayınları, 2018 s.20
72

fazla enformasyon olması bizi birbirimizle konuşurken bilgiyi aktarmaya teşvik eder.
Medya endüstrisi bu aktarıma çok kıymet vermektedir. Bilgileri konuşarak birbirimize
aktarmamız tüketimi kolektif bir süreç haline getirmektedir.

Ünlü siyaset bilimci Ithiel de Sola Pool, yakınlaşma kavramını medya sektörü
içerisinde ele alan ilk kitabı olan Technologies of Freedom (1983) içerisinde şöyle
bahsetmektedir: “Biçimlerin yakınlaşması” diye adlandırılan bir süreç medyalar
arasındaki, hatta posta, telefon, telgraf gibi iki nokta arası ve basın, radyo, televizyon
gibi kitlesel iletişim araçlarının arasındaki çizgileri belirsizleştiriyor. Tek bir fiziksel
araç – ister kablo ister tel ister radyo dalgaları olsun- geçmişte ayrı yollardan sağlanan
hizmetleri taşıyabilir. Diğer taraftan, geçmişte herhangi bir aracı ile sağlanan bir
hizmet -ister yayıncılık ister basın ister telefon santrali olsun- artık değişik yollardan
sağlanabilir. Böylelikle, bir medya ile onun kullanımı arasındaki birebir ilişki
sarsılmaktadır.”171

Yeni medya teknolojilerin içeriğin pek çok farklı mecradan aktarılmasını


sağlamıştır ve alışın da aynı şekilde pek çok farklı biçimde alınmasını mümkün
kılmıştır. 1980’lerin ortalarından itibaren başlayan çapraz medya mülkiyeti, içeriğin
tek bir kanal yerine pek çok farklı kanaldan sunulmasını cazip hale getirmiştir.
Multimedya, Grossmedya, Transmedya gibi kavramların kullanımı hayatımızda
gittikçe yaygınlaşmaktadır. Enformasyon ve iletişim teknolojileri ile yeni medya ve
internet teknolojilerinin birleşimleri farklı ihtiyaçları ortaya çıkarmaya ve yakınsamayı
birlikte kurmaya başlamıştır. Örneğin akıllı televizyonlar ve internetin birleşmesi ve
cep telefonlarının da televizyonlarla birlikte kullanılabilmesi yakınsamanın önünü
açmıştır. Yakınlaşma veya yakınsama olarak da ifade edilebilen ve İngilizce
“convergence” kelimesinden türetilen kavram, ekonomi, fizik, matematik ve medya
başta olmak üzere pek çok farklı alanın iç içe geçmesi ile oluşmaktadır. Televizyon,
radyo, internet ve gazete ve bilgisayarların teknik olarak birleşmesi ile medya
endüstrisi içerisinde yakınsama ve çapraz medya kavramları tartışılmaya başlanmıştır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre matematik ve fizik alanlarında kullanılan yakınsama
kavramı, “aradaki açıklık sonsuz küçülerek, fakat kesişmeden bir noktaya, bir sınıra
doğru yaklaşma” olarak tanımlanmıştır.172 Telekomünikasyon alanında, yakınsama

171
Ithiel de Sola Pool, Technologies of Freedom: On Free Speech in an Electronic Age, Harvard University
Press, Cambridge, Mass, 1983, s.23.
172
TDK, 2018
73

kavramı çok sık olarak kullanılmaktadır. Yakınsama ayrıca, “Telekomünikasyon ve


görsel- işitsel sektörleri etkileyen; teknoloji, hizmet, endüstri yapısı ve hükümet
politikalarında çeşitli değişim trendleri” olarak da tanımlanmıştır.173

Medya sektörü, telekomünikasyon sektörünün dijital alt yapısını kullandığı için


bu tanım medyayı da içine almaktadır. Yakınsama bütün dünyayı içine alacak şekilde
hızla gelişmektedir. Bugün dünya nüfusunun %96’sı mobil telefon kullanmaktadır.
İnsanların %72’si sürekli çevrimiçi bulunmakta, doğum tarihi 1980-1999 olan Y
kuşağı dünya nüfusunun %31’ini, Türkiye nüfusunun ise %33’ünü kapsamaktadır. Y
kuşağı günde ortalama 6-8 saat ekran başında bulunuyor ve %89’u sosyal medyayı
aktif olarak kullanıyor. Bu kuşağın %70’i, online araştırmalar yapıp karar veriyor,
%91’i şirket ve markalar hakkında tweet atıyor, %55’i çeşitli markaların web sitelerini
takip ediyor, %87’sinin Facebook hesabı var. Önümüzdeki 10 yıl içinde ana
müşterilerin %80 jenerasyonunu Y kuşağının oluşturması beklenmektedir.174

Yakınsama, bütün hizmetlerin belirlenmiş olan yapıdan, sabit kablolar, internet


hizmeti. IP, mobil gibi belirli şebekelerle sınırlanmadan, hepsini birden ve arada bir
kopukluk olmadan birçok platform üzerinden izlenebilmesi / takip edilebilmesidir. Bu
bağlamda yakınsama kültürü yaygınlaşmaktadır. Örneğin, artık internet akıllı TV’lere
bağlanabilir, böylelikle televizyon sadece TV yayını veren bir araç olmaktan çok daha
fazlası olarak hayatımıza katılır.

3.4.2 Çapraz Medya Kavramı

Çapraz medya, günümüzde editoryal, içerik ve tasarım olarak birbiri ile ilişkili
oluşturulan içeriklerin, bağlantılı kanallar aracılığıyla kurdukları iletişimi tanımlamak
için kullanılır. Bugün çapraz medya denilince akla, web.2 ile oluşturulan ikinci nesil
internet hizmetleri, toplumsal iletişim sistemleri, sanal ve artırılmış gerçeklik, görsel
müzik, YouTube, Facebook, Twitter gibi sosyal medya mecraları, haber siteleri, içerik
oluşturmak ve oluşturulan içeriği dağıtmak için kullanılan çeşitli yollar gelmektedir.

173
KARINCA, Mürüvvet Göksu (2013). “Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı”, Ankara Barosu Dergisi,

4, s.263-282.
174
KIRAÇ, Erkan (2018). “Dijitalleşmenin İçinde Bulunduğumuz Dünü, Bugünü, Yarını”,
https://www.sigortamedya.com.tr/dijitallesmenin-icinde-bulundugumuz-dunu-bugunu-yarini/ (02.03.2020
Tarihinde Erişildi.)
74

Çapraz medya ifadesi iletişim politikaları içerisinde kullanılmaktadır. Çapraz


medyanın özelliği, bir içeriğin sadece farklı iletişim mecraları ile kullanılması ve
reklamının yapılması değildir. Burada önemli olan, ürünün etkileşimli olarak
tanımlamak ve ele alınmasını sağlamak üzere en az üç farklı mecradan müşteriye
sunulmasıdır. Seçili iletişim alanı, içerik, biçim ve zamanlama açısından uyumlu
olarak çapraz medya kampanyasına entegre edilmelidir. Kurumsal logo, renk ve yazı
karakterlerinin kullanılması tüm medya mecralarında tutarlı bir paylaşım yapılması
sağlar. Çapraz medya kavramını gazetecilik üzerinden düşünecek olursak, birde fazla
mecrada yayınlanan haber ve içerikler her defasında yeniden üretilerek okuyucu
/izleyiciye ulaştırılır. Markalar düzleminde düşünüldüğünde ise, gazetecilik
markaların tanınırlık ve bilinirliğini artıracak tanıtımları yeni medyalar üzerinden
yaparak markaya inanılırlık ve güven oluşmasını sağlar. Yakınsama teknolojisinin
gelişmesi ile markalar medya sektöründe daha etkin rol almaya başlamışlardır.

Ekonomik kar elde etme amacına dönük olarak kullanılan medya alanları,
zamanla medya sektörünü holdingleşmeye doğru dönüştürmüştür. Türkiye’de
telekomünikasyon sektörünün devlet tekelinden ayrılması, medyada köklü
değişiklikler yaşanmasına sebep olmuştur. Telekomünikasyon, internet ve reklamcılık
sektörü birbirine yakınlaşmıştır ve yakınsama kavramı yükselişe geçmiştir. Daha çok
alanda daha fazla reklam yayınlayabilme imkânı doğmuştur. İnternet sağlayıcıları
tarafından sanal reklam uygulamaları ve ürün yerleştirme reklamları yapılmaya
başlanmıştır. Özellikle, Instagram, YouTube gibi sosyal ağ uygulamalarının kullanıcın
sayılarının her geçen gün artması, ürün yerleştirme reklamları için ideal bir zemin
oluşturmaktadır.

Geleneksel sınırların yakınsama ve çapraz medya ile ortadan kalkması


beraberinde bazı sorunları da getirmiştir. Bunlardan en önemlisi etik ve mahremiyet
güvenliği sorunlarıdır. Bu bağlamda oluşan sorunların denetlenmesi için, 3984 sayılı
Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile, Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu kurulmuştur.175 Yakınsamanın oluşturduğu bir diğer husus, çapraz medya
sahibi olmanın önünü açmasıdır. Çapraz medya sahipliği, medyada tekelleşme olarak
görülen durum şeklinde anlaşılmaktadır. Aynı anda aynı sermaye ile farklı medya
alanlarında ve bunun dışında başka alanlarda da mülkiyet sahibi olunmasıdır. Bu
durumun oluşturduğu yaygın kaygılardan birisi medyada sansürü kolaylaştırmasıdır.

175
RTUK, 13 Nisan 1994
75

Gazetecilik mesleği ile doğrudan alakası olmayan medya patronlarının ekonomik


sebeplerle sahip olduğu medya araçlarının, oto sansürün daha kolay uygulanmasını
sağladığı iddia edilmiştir.176 Çapraz medya sahipliği, ayrı alanlarda etkinlik gösteren
medya kuruluşlarının aynı yönetime bağlı olarak çalıştırılmasıdır. İşletmeler yayın
alanlarını genişletmek ve okuyucu /izleyici oranlarını yükseltmek için çapraz
tekelleşme yoluna gider. Bu tür bir tekelleşme, birçok ülkede; basın, günlük yayın,
periyodik basın, kitap yayınları gibi alanları ve hatta radyo, televizyon, internet
yayınlarını etkisi içine almaktadır. Bunun sonucunda, gazete patronlarının yerlerini
“medya patronları” almaktadır.177

Çapraz tekelleşmenin en önemli sorunu, farklı alanlarda yayın yapan kitle araçları
arasındaki doğal özgünlüğü tüketerek, içeriklerin tümüyle benzer olmasına zemin
hazırlamasıdır.178 1990’lı yıllardan itibaren Türk medyasında, çapraz sahiplik eğilimi
artmıştır. Bu dönemde en çok dikkat çeken sermaye grupları Doğan ve Bilgin
gruplarıdır.179 Zamanla gazetelerle birlikte kendi televizyon kanallarını da
kurmuşlardır. Bu dönemde en çok dikkat çeken husus ise dağıtım sektörünün de
tekelleşmesidir. Doğan ve Bilgin gruplarının birleşmesinden, Bir-Yay dağıtım firması
adı altında yeni bir dağıtım ağı kurulmuştur. Doğan, Sabah, Uzan, Aksoy ve İhlas
gruplarının sahipleri ve bu gruplarda yer alan iş adamları, girişimcilik vasfını
kullanarak basın sektöründe söz sahibi olmaya başlamışlardır. 1998 yılında bu talep
en yüksek çağını yaşamış ve basın dışından gelen gruplar sektöre hâkim olmuşlardır.
180
Bu dönemlerde siyasi arenada basına yönelik medya desteğinin gücünü elde etmek
için çok ciddi bir talep patlaması yaşandığı bilinmektedir.

Gazete patronları holding sahibi iş adamlarına evirilmiş ve daha fazla kişiye


ulaşabilmek için de promosyon ürün dağıtımları yaygınlaşmıştır. Özel televizyonların
yaygınlaşması ile de birlikte medyada patronların etkisi daha fazla hissedilir olmuştur.
Sermaye gruplarının doğasında var olan daha fazla büyüme arzusu ile medyaya el atan
patronlar yavaş yavaş basın etiğinin içeriğini de değiştirmiş ve dördüncü güç olarak

176
Sevginer P (2012) Medya ve Siyaset İlişkisi İçerisinde Türkiye’de Gazetecilik ve Sansür, Yüksek
Lisans Tezi, K. H. Ü. Sosyal Bilimler Enst, İstanbul.
177
Dalbudak, Ş. Türkiye’de Basın İletmeleri, (2004),
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/arsiv/sule.html (03.03.2020 Tarihinde erişildi.)
178
Topuz H (2003) 2.Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul
179
Biçer F (2008) Türk Medya Sektöründe Yabancı Yatırımlar ve Televizyon Alanında Bir Örnek
Olay Çalışması, Yüksek Lisans Tezi, M. Ü. Sosyal Bilimler Ens., İstanbul.
180
Sevginer P (2012) Medya ve Siyaset İlişkisi İçerisinde Türkiye’de Gazetecilik ve Sansür, Yüksek
Lisans Tezi, syf.26 K. H. Ü. Sosyal Bilimler Ens., İstanbul.
76

tanımlanan medya, artık şirket mantığıyla yürütülmeye çalışılmıştır. Basında


holdingleşmenin etkisi sürerken değişen siyasi konjonktürün etkisi ile de bazı kararlar
alınmıştır. Bunun en bilindik örneklerinden biri Uzan Grubu’nun mallarına ve Sabah-
ATV grubuna Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulması
olayıdır. Böylece TMSF, Türkiye’de etkili medya gruplarının başında gelmeye
başlamıştır.

2000’li yılların başında artık TMSF’nin bünyesinde Türkiye’nin en etkili medya


grupları barınmaktadır. Kurumlar ve işlevler mevzusu saydam bir hal almaya
başlamıştır. Tek işleri holdingcilik olan iş adamları basın etiği, kamu yararı, denetleme
gibi farklı değerler etrafında bütünleşmesi gereken basın sektörünü tekellerine almış
ve en büyük düşünce maddi çıkarlar olmuştur. Ayrıca siyasilerin beklentisine göre de
şekillenen basın sektörü iktidar odaklarının propaganda aracı konumuna gelmiştir.

Türkiye’de holdingleşme mevzusu çapraz medya kavramı ile de farklı bir hal
almıştır. Medya patronları, birbirinden bağımsız çok farklı sektörlere atılmış ve
hepsini tek elden idare etmeyi başarmışlardır. Değişen ve gelişen teknoloji dünyasının
etkisiyle de zaman içinde geleneksel medya sanal bir ortama evirilmeye başlamıştır.
Çapraz medyanın en büyük gücü, patronların kendi zihniyetlerine ters düşen içeriğin
oluşturulmasını veya dağıtımını engelleyebilmesidir. Bu yönden bakıldığında, sanal
medyaya dönüşen geleneksel medya artık eski baskın gücünü kaybetmeye başlamıştır.
Sanal ortamda çok daha hızlı yayılabilen propaganda ve içerikler doğru bilgiye
ulaşmak isteyenler için dezavantaj oluştursa da interaktif olarak katılım sağlayabilme
özgürlüğü sayesinde insanlar daha çok seslerini çıkarabilir olmuşlardır.

Çapraz medya oluşumları basın özgürlüğüne zarar vermektedir. Reklam ve pazar


paylarının büyük çoğunluğunu ellerinde bulunduran holding patronları medyanın
şeffaflığına gölge düşürecek şekilde yayınlar yapılmasının önünü açmaktadır.
Yoğunlaşma medyanın özgürlüğüne sekte vurmakta, sermaye sahibi holding patronları
içerik üretimleri ve haberler üzerinde sansür uygulayarak toplumun bilgi alma
hakkının önüne geçebilmektedir. Bu durumun ortadan kalkabilmesi için basın sektörü
dışından gelen yatırımcıların diğer sektörlerde yaptıkları yatırımlar için kısıtlayıcı bir
hukuki düzen olması gerekir.

Günümüzde geleneksel medyadan sanal medyaya geçiş süreci çok daha hızlı
olarak ilerlemektedir. İnternetin yaygınlaşması ve sosyal medyaların her yerden
77

kolaylıkla ulaşılabilir olması haber alma ve haber verme anlayışını da değiştirmiştir.


İnternet doğası gereği çok sesli bir ortamdır. Her kesimden insanın ve her düşünceden
medya kuruluşunun sanal paylaşımlar yaparak internette ses çıkarabilir olması,
özgürlükleri artırırken aynı zamanda enformasyon kirliliği gibi durumlara da sebep
olmaktadır. İnternet yayınlarının herkese anlık olarak ulaştırılabilmesi en büyük
kolaylıklardan biridir. Ancak doğru bilgiye ulaşmak ve internetteki bilgi kirlilikleri
arasından gerçek olanı ayırt etmek gün geçtikçe daha da zorlaşmaktadır.

Sanal kültürün hızla hayatımıza girmesi ve sosyal platformların online


paylaşımlar sayesinde herkese söz hakkı tanıması, artıları ve eksileri yönünden
tartışmaya açıktır. Günümüzde sosyal medya sayesinde bir haber kolayca
yayılabilmekte ve kendisine taraftar ya da karşıt grup yaratabilmektedir. Sadece haber
paylaşımları da değil kişi ve kurumlar hakkında paylaşılan bilgiler de hızla dolaşıma
girerek savunanlar ve karşı çıkanların odak konusu haline gelmektedir. Sanal ortamda
paylaşılan bilgiler, gerçek kişilere yönelik online bir linç suçunun örneklerini
oluşturabilir. Yüzlerce hatta binlerce kişi tarafından şahıslar hedef gösterilerek toplu
saldırıya uğramakta ve saldırıya uğrayan kişiler psikolojik olarak da zor süreçler
yaşatmaktadır.

Linç suçu, günümüze kadar sokaktaki öfkeli grupların birilerini darp etmesi veya
öldürmesi yoluyla gerçekleşirken artık bunun bir de sanal ortamlar üzerinden
gerçekleşmesi söz konusu olmaktadır. Örneğin; 2007 yılında basına yansıyan bir
haberde bir genç kız, arkadaşları ile sözlü tartışmaya girmiş, çıkan arbedeye jandarma
müdahale etmiş ve daha sonrasında kendisine saldıran kişiler sosyal medyada çeşitli
gruplar kurup, söz konusu genç kızın fotoğraflarını internette yayınlayarak ve
saldırgan ifadelerde bulunarak, kişinin intihara kalkışmasına sebep olmuştur.181 Linç
suçları kurbanlarına yalnızca fiziki değil, psikolojik olarak da büyük zarar
vermektedir. Sanal ortamda hızla yayılan enformasyon ve bilgiler de kişilere yönelik
saldırıların kitlelere yayılmasını kolaylaştırmaktadır.

3.4.3 Sanal Kültür

181
https://www.sabah.com.tr/yasam/2017/10/13/sosyal-medya-linci-intihara-surukledi (Erişilme tarihi
02.08.2020)
78

Tarım ve sanayi devriminden sonra üçüncü bir devrim olarak nitelendirilen


internetin bulunuşu, ilk başlarda Amerikan askeri sistemlerinin güvenliği için
düşünülen bir uygulama olsa da kısa zamanda tüm dünyaya yayılmış ve artık hayatın
vazgeçilmezi halini almıştır. 1990’lı yıllardan itibaren günlük hayatımıza giren
internet, artık hem bilgi alma hem de eğlence mekânı konumundadır. İnternetin hayat
içerisindeki hızlı yükselişi, günümüzde onun sadece bir iletişim aracı değil, içinde
siyaseti, eğitimi, eğlenceyi de barındıran geniş çaplı bir mecra olmasına yol açmıştır.

İnternette yer alan kültürel ögeler ve kimlikler zamanla sanal kültür kavramının
ortaya çıkmasını sağlamıştır. İnternetin sınırları aşan kapsayıcı yapısı, sanayi sonrası
çağ, enformasyon çağı gibi kavram tartışmalarının merkezine internet teknolojisini
oturtmuştur. İnternet artık yeni bir kültürel mekân konumundadır. Online ortamlarda
paylaşılan içerikler, kimlikler ve bilgiler internetin kendine özel sanal bir kültür
oluşturmasını sağlamıştır.182

Bireylerin toplumla ve birbirleri ile olan ilişkisi internetin kullanımından sonra


dönüşüme uğramıştır. İnternetin kullanımıyla beraber enformasyon çağına girilmiş,
toplumsal ve kültürel süreçler enformasyon ile şekillenmiştir. Bu enformasyon çağı
olumlu anlamda kabul görür ve gelişmişlik ile ilişkilendirilir. Bilgi toplumunun
inşasında enformasyonun yaygınlaşmasının etkisi olmuştur. Artık toplum yapıları,
eskisi gibi çatışmalı ve sınıfsal zeminler üzerine kurulmuyor, enformasyon ve bilgi
temelli olarak inşa ediliyor.183

Bilgi toplumunun internet vasıtasıyla gelişmesi ve pek çok enformasyonun


internette paylaşılması, gerçek ve doğru bilgiye ulaşmayı kolaylaştırmamış aksine bir
bilgi karmaşasına sebep olmuştur. İnternette paylaşılan içerikler ve enformasyonların
gerçek olup olmadığı teyide muhtaç bir hale gelmiştir. Görselliğin ön plana çıktığı
internet enformasyonlarında gerçeklik ikinci plana atılmıştır. İnternetteki bilginin
çarpıcı boyutu çoğu zaman gerçekliğinin önüne geçebilmektedir. Dolayısıyla, internet
teknolojilerinin gelişmesiyle bilgi toplumunun kurulduğu iddiasının aksine, gerçek ve
bilimsel bilgiye olan ilgi azalmıştır. İnsanlar, internet aracılığı ile içerik paylaşımları
yapmakta ve internet ortamında sanal bir kültür inşa etmektedir. Kişiler, kendi

182
Güzel, Mehmet (2006) “Küreselleşme, internet ve Gençlik Kültürü”, Küresel İletişim Dergisi,
Sayı: 1, On-Line Akademik Dergi, s.1-16
183
Uğur, Aydın ve Mücahit Bilici (1998). “Bilgi Toplumu, internet ve Demokrasi–Dijital Alemin
Genleşen Kamusal Alanı,” Yeni Türkiye, Sayı 19
79

düşünce, ideoloji ve bakış açılarına göre devamlı akan enformasyon seline katkıda
bulunurlar.

Bilginin internetteki yayınlanış şekli çoğu zaman gerçekliğinin sorgulanmasına


fırsat vermeden kitlelere ulaşır. Paylaşılan ve dolaşıma sokulan enformasyon ne kadar
çarpıcı ise bilginin gerçekliğini sorgulama ihtiyacı da o ölçüde azalmaktadır. İnsanlar
çoğu zaman sansasyonel ve çarpıcı içerikleri doğruluğunu sorgulamadan dolaşıma
sokarak yayılmasını kolaylaştırır. Sanal linç ve hedef gösterme olayları da genellikle
bu tarz paylaşımların yayılması ile ortaya çıkar. İnternette yayılan bilgilerin
doğruluğunu teyit için bazı kuruluşların varlığı ihtiyaç haline gelmiştir. Enformasyon
karmaşası ve bilgi kirliliği teyit ihtiyacını zorunlu kılmaktadır. Bunun için bazı internet
siteleri kamu yararına hizmet vermektedir. Örneğin, teyit.org184 gibi siteler gerçek
bilgiye ulaşmak adına popüler olan paylaşımların doğruluğunu denetleyerek, kitlelere
ulaşırlar. İnternetteki şüpheli bilgilerin teyit edilmesi, sanal kitlelerin galeyana
gelmelerini engellemek adına da önemlidir.

Günümüzde linç olayları yalnızca sokaklarda değil, internet üzerinden de


yayılarak devam etmektedir. Kişilerin internet ve sosyal mecralar üzerinden hedef
gösterilmeleri yalan bilgi ve enformasyonlar ile daha kolay bir hale gelmektedir. Bu
bakımdan, internet hem gerçek bilginin hem de sahte bilgilerin kolaylıkla yayılıp
erişilebildiği bir mecra durumundadır.

Post modern çağın savunucuları ve internet dönemini bir yeni çağ olarak gören
kuramcılar genellikle internet teknolojisinin tüm dünyaya yayılması ile daha
demokratik ve eşitleyici bir dünya görüşüne geçileceğini savunmaktadırlar. Bu
görüşün temel hareket noktası, internetin sağladığı imkanların avantajlarıdır. Küresel
bir dünya düzeninin tam anlamıyla işleyebilmesi için, dünyanın dört bir tarafına
internet kabloları döşenmeli, internet teknolojileri en ücra yerlere kadar
ulaştırılmalıdır. Böylelikle tüm dünyanın iletişim halinde olduğu küresel bir düzen
ortaya çıkabilir. Herkes birbirine internet vasıtası ile temas kurabilir ise, daha
demokratik ve eşit bir dünya düzeni olabileceğini savunurlar.185

184
Şüpheli bilgileri inceleyen doğrulama platformu https://teyit.org/ (07.08.2020 Tarihinde Erişildi)
185
Kılıçbay, Barış (2005) “Bir Teknoloji Söyleminden Parçalar: Enformasyon ve İletişim
Teknolojileri Kuramlarına Tarihsel Bakış” Ankara, Epos Yayınları
80

İnternet teknolojisi sayesinde yeni dostluklar kurulabilir, eğlence araçlarına


ulaşılabilir, her türlü enformasyon ve bilgiye kolaylıkla erişilebilmektedir. İnternetin
sağlamış olduğu tüm bu kolaylıklar yanında bireye geniş bir özgürlük alanı da
sunduğundan bahsedilebilir. Ancak doğası gereği tamamı kolaylıkla kontrol altına
alınamıyor olsa da internet teknolojisi de sınırlandırılabilmektedir. İnternetin
kurulabilmesi için devletler, resmi anlaşmalar ve alt yapı hizmetleri gerekir. Tüm bu
şartların yerine gelmesi ile birlikte kurulabilen ağ teknolojisi de izlenebilir ve
müdahale edilebilir yapıdadır. İnternette sınırsız bir özgürlük alanı olmadığı aşikardır.
Devletler ve çıkar grupları tarafından kolaylıkla denetlenip sınırlandırılabilen internet
teknolojileri, bireyi bir yandan özgürleştiren bir alan olurken, diğer yandan da
gözetilmesine imkân vermektedir.

Gözetimin küreselleşmesi bir nevi internet teknolojisinin yayılması ile


oluşmuştur. İnternet kullanıcıları, sınırları aşan düzeyde iletişim kurabilme
özgürlüğüne sahip iken aynı zamanda sınırlı bant alanı içinde ve gözetilebilen,
filtrelenebilir bir alan içinde iletişim kurmaktadır. Dolayısıyla internet teknolojisinden
yararlanan kişiler hem bir özgürlük alanı hem de bir denetleme ve kontrol alanında
bulunurlar. İnsanların birbirleri ile iletişimlerini kolaylaştıran teknolojilerin başında
gelen ağ düzeni, birbirleri ile olan iletişimlerini de etkilemektedir. Kitleler internette
örgütlenebilir ve kendi görüşlerini paylaştıkları kampanyalar düzenleyebilirler. Ancak
hala kontrol edilebilen bir alan içinde gerçekleşen bu eylemler, tam anlamıyla
demokrasiden yararlanamaz. İnternet ve teknolojinin ulaştığı kitleler arttıkça,
denetlenebilirlik ve kontrol düzeni de o ölçüde çoğalmaktadır. Teknolojinin insanlığa
kendini bir mecburiyet olarak sunması ile birlikte kontrol edilebilme de doğal bir sonuç
olarak ortaya çıkmaktadır.

İnternete erişimi olan herkesin, online kamusal alan içine dahil olduğundan
böylece daha demokratik ve eşitleyici bir ortamda bulunmasının demokratik düzene
katkı sunduğundan bahsedilebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus,
internetin ve özellikle sosyal medyanın demokrasi ile olan ilişkimizi ne denli
şekillendirdiğidir. Sosyal medyanın yaygınlaşması ile birlikte, tüm dünyada seçimlere
katılım oranlarının düştüğü gözlemlenmiştir. Bununla birlikte sosyal mecralar,
özellikle Twitter ve Facebook gibi ortamlar post modern bir hukuk anlayışını inşa
etmektedir. İnsanlar artık hak ve özgürlük savunuculuğunu sosyal medya üzerinden
81

yapmaktadır. Sivil toplum kuruluşları ve sokak eylemleri gitgide daha az katılımcıya


sahip olmaktadır.186

Türkiye üzerinden bakıldığında, Twitter’dan hak arama/ hukuku harekete


geçirmeye çalışma eylemlerinin çok sık tekrarlanır olduğunu görülür. Bunun
sebebinin, sosyal medyanın artık ülkede gücünü ve etkisini yitiren adalet sistemini
harekete geçirmenin yegâne yolu olarak görülmesi olduğu söylenebilir. Sosyal
medyanın ve internetin, hak arama mecrasına dönüştüğü gibi linç alanlarını genişlettiği
ve sanal ortama taşıdığından da bahsedebiliriz.

Günümüzde sosyal medyadan birilerini hedef göstermenin, sokakta öldüresiye


linç etmekten geri kalmayacak şekilde farklı yaptırımları olabilmektedir. Trol denilen,
kimliği anonim ve özellikle topluluğu yanıltıcı, galeyana getirici bilgileri dolaşıma
sokan kişi veya kişilerin internette nefret söylemi ve hedef gösterme konusunda rol
aldığı görülmektedir. Trollerin hedef gösterdiği kişi veya kurumlar hakkında hızla
negatif bir söylem oluşturulmakta ve çoğu zaman kolluk kuvvetlerini de harekete
geçirebilmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman internet kişilere hem özgürlük alanı
sunmakta hem de feodal ve baskıcı sistemleri beraberinde desteklemektedir. İnternette
ırkçılık, nefret söylemleri ve hedef göstermenin muhatabı olmak oldukça kaygan bir
zeminde değişir. Herkes ve her şey bu kitlenin hedefi olabilmektedir. Böyleyken,
internetin tamamen ifade özgürlüğünün önünü açan ve özgür bir ortam olduğundan
bahsedebilmek pek de mümkün değildir.

Günümüzde insanların eylemler ve karşı çıkışlar için tercih ettiği mecra da


çoğunlukla online ortamlar olarak karşımıza çıkar. İnternetin tüm dünyada
yaygınlaşması ile birlikte sokak eylemleri de azalış göstermektedir. İnternet ve sosyal
medya hem bir sosyal ilişki alanını hem de kültürel alanı inşa eder. Kültürel açıdan
bakıldığı zaman, internetin ürettiği pek çok içerik gibi sanat ve kültür ürünlerini de
içinde barındırdığı görülmektedir. Kültürel alanlar, artık yalnızca fiziki mekanlarda
değil internet ortamında da ürünlerini vermektedir. Online etkileşim ve online beğeni,
insanlığın kültür ile olan ilişkisini dönüştürmüştür. İnternet ve online ortamlar, sanal
cemaatlerin kurulması yönüyle de fiziki hayattan ayrılır. İnsanlar artık online

186
Hançerli, S., Duru, H. ve Gergin, N. (2013). Toplumsal olaylarda ve kanunsuz eylemlerde katılım ve
saldırganlık. Polis Bilimleri Dergisi, 15 (2), s. 125.
82

ortamlarda kendilerine yakın gördükleri düşünce ve ideoloji gruplarına katılarak


sosyalleşmektedir. Burada paylaşılan ürünler de kendi sanal kültürünü inşa etmektedir.

Topluluk hali ve toplu hareket etme hali, insanlık tarihinin başından bu yana
devam eden bir yöneliştir. İnsanlar tıpkı sosyal hayatta olduğu gibi internette de sosyal
cemaatler kurarak aidiyet hissini burada beslemektedir. Sosyal cemaatler; internette
var olan bireyin yalnızlığını, problemlerini, arkadaşlık ilişkisi ihtiyacını ve
desteklenme güdüsünü beslemektedir. İnsanlar internette sosyal gruplar içerisinde yer
alarak kendilerini daha güvende hissedebilirler. Kamusal alan kavramından farklı
olarak internette ayrı bir ortam olduğundan bahsedilebilir. Çünkü kamusal alan
kavramı özü itibariyle bir alenilik ve gizli saklı olmayan ortam olarak düşünülür.
Ancak internette öne çıkan daha çok anonimlik ve bilinmeme ihtiyacıdır. Buradan
hareketle internetin ve sosyal medyanın kamusal alana dahil olup olmadığı
tartışılabilir.

Sosyal medya diye tabir edebileceğimiz alanların genişlemesi ile birlikte insanlar
artık sosyalleşme ve toplumun içine dahil olma ihtiyacını internetten
giderebilmektedir. İnternette olan ilişkiler ve arkadaşlıklar, internete aşina olmayan
nesil için gerçek dışı görünse de günümüzde yeni nesil özellikle tüm sosyalleşme,
alışveriş, arkadaşlık ve iş ilişkilerinin büyük çoğunluğunu internet üzerinden
karşılamaktadır. Dolayısıyla burada devamlı olarak üretilen kültür ve sanat ürünleri de
görebiliriz. Bir sanal kültürün inşası, genç neslin sosyal paylaşım mecralarında
ürettikleri içeriklerle beslenmektedir. Sanal kültür, fiziki ve reel olan kültürün
alternatifi konumundadır. Robins’e göre sanal cemaatler kavramının sosyal hayattaki
cemaatlerden farklı olması gibi sanal kültür ürünleri de reel kültürden ayrı olarak
şekillenir.187

Toplumların gerçek hayattaki kültür inşasına bakıldığı zaman, uzun yıllar ve farklı
medeniyetlerle yıllara yayılan bir süreçte oluştuğu görülür. Oysaki internet mecrasında
özü itibariyle sanal kültür ürünleri de çok kısa sürelerde üretilerek yine çok kısa
zamanda popülaritesini kaybeder. İnternetin gerçek dünyadan ayrıldığı en önemli
noktalardan birisi de bu zaman kavramının farklılığıdır. İnternette her şey çok kısa
sürede oluşmakta ve etkisi kısa sürmektedir. Sosyal hayatta kültür ürünleri de yaşamın
kendisi de bu kadar hızlı akmadığı için kalıcılığı daha sağlamdır. Bu nedenle internetin

187
Robins, K. İmaj Görmenin Kültür ve Politikası, s. 165
83

gündemi devamlı olarak değişmektedir. Hız ve dikkat çekicilik en önemli şeylerden


biridir. Sosyal medya kullanıcıları internette devamlı olarak içeriklerle güncellemekte
ve artık insanlar sosyal medya kullanarak da her şeyden haberdar olarak güncel
bilgilere kolaylıkla ulaşabilmektedir. Bu yönüyle bir sosyalleşme alanı olarak da
görülebilir.

Günümüzde insanlar; iş arama, iş bulma, tepki verme, karşı çıkma ve görüşlerini


ifade edebilme gibi pek çok farklı şey için sosyal medyayı kullanmaktadır. İnternette
paylaşılan fotoğraf ve videolar da görsel kültürü beslemektedir. İnternetin
kullanımının giderek yaygınlaşması gerçek dünya ile sanal dünya arasında köprü
konumunda olan insanı, yeni bir düzene taşımaktadır. Sanal veya başka bir ifade ile
siber kültür malzemeleri, insanların; okuma, yazma ve tepki verme gibi yeteneklerini
de dönüştürmektedir.

Toplumda giderek daha fazla insanın sosyal medyaya ve sosyal kamusal alana
katılım sağlaması, bazı yönleriyle sanal dünyanın gerçek dünyaya alternatif
oluşturmasına sebep olmaktadır. Sanal ortamlar ve sanal alışkanlıklar günlük
hayatımızı ve sokaktaki sesimizi etkilemeye devam ediyor. İnternet ve sosyal medya
öncesi dönemde “sokağın sesi ve tepkisi” olarak yansıtılan her şey bugün çoğunlukla
sosyal ortamlara taşınmış durumdadır. Sosyal medya ve internet mecralarının, bir
yandan daha çok insanın düşüncelerini açıkça ifade edebilmesi ve dilediği olaylara
tepki verebilmesi için muhteşem bir fırsat sunduğu, diğer yönüyle ise insanların
kitleler halinde eylem ve karşı duruş pratikleri sergilemelerini yavaşlatıcı bir etkisi
olduğundan söz edilebilir.

Günümüzde toplumlarda infial yaratan olaylar çoğunlukla sosyal medyadan tepki


görmektedir. Sokağa taşmayan tepkiler de çoğunlukla suni gündemler oluşturarak
birkaç günde unutulmaktadır. İktidar açısından değerlendirilecek olursa, bu bir yönden
toplumun tepkisinin geçiştirilmesi için ideal bir yöntem olabilir. Diğer taraftan
bakıldığı zaman çok daha az insanın sokaktaki eylemlere katılım sağladığı görülür.
Kitleleri pasif tepkilere iten bu durum kimi zaman sokak eylemlerinin tetikleyicisi de
olabiliyor. Türkiye üzerinden örnek vermek gerekirse, Gezi olayları döneminde
eylemcilerin birbirleri ile irtibat sağlamalarının en yaygın yolu sosyal medya olmuştur.
Sosyal medya ve internet kullanımı, ifade özgürlüğü ve duruş gösterme bakımından
kimi zaman insanları oyalayan ve çözüm olmayan bir tepkisellik kısır döngüsüne
sürüklese de kimi zaman da sokak hareketlerinin başlangıç noktası olabilmektedir.
84

Sanal ortamların etki ettiği konulardan bir diğeri ise sanal kültür malzemeleri ve
sanal içerikler konusudur. Teknolojik gelişmeler günden güne hayatlarımızı daha fazla
etkiliyor. Sanal kültür ile yetişen bir neslin psikolojik yönlerinde oluşabilecek
farklılıklar da göz önüne alındığında, bu durumun insan modeli ve kişilikler üzerindeki
etkisinin henüz tam anlamıyla çözülebilmiş olmadığı görülmektedir. Bazı sosyal
bilimciler toplumların bu hızlı dönüşümünün bazı psikolojik sorunlar ortaya
çıkardığını söylemektedir.188

Sanal kültür ürünlerinin geleneksel kültür ürünlerinin yerini almaya başlaması


endişesi sosyal bilimler alanlarında tartışmaya devam edilen konular arasındadır.
Sanal kültür yalnızca yaşam biçimlerini değil, daha temelde yaşamın kendisini de
dönüştürmektedir. Ütopya hayali, atomlardan oluşan gerçek dünyayı “daha iyisine”
kavuşturmak için uygulamalı bilim kurgu çalışmalarıyla sanal bir zemine taşımaktadır.
Şimdiki dünyayı yeniden kurmak ve kusurlarından ayrılmış bir dünya inşa etmek için
sanal alanın genişletilme çalışmaları sürmektedir. Sanal kültüre yüklenen bu rasyonel
beklentiler ile uzak olanın çekici olduğu, dokunulmaz, kurgusal ve teknolojik bir
dünya yaratılmaktadır.189 Böylece gerçek dünyanın sınırlılıkları ve kusurları da ortdan
kalkmaktadır.

Modern toplum tahayyülü günümüzde sanal olarak ilerlemesini sürdürmektedir.


Modernite her zaman gerçeğin ağırlığından kaçınma isteği duyar. İnsanlar, kaostan
kaçmak ister ve kaosu düzene koyabilecekleri bir ütopya arayışına girişir. Ancak
Bauman’ın da dediği gibi “Kaos hiç dinmez, şu ya da bu biçimde bireye kendini
hissettirmeyi, varlığını göstermeyi sürdürür.”190 Bauman, “Toplum korkudan kaçıştır,
aynı zamanda korkunun yetişmesine zemin teşkil eder, korkuyla beslenir, korkuyla
bizi kendi güçlerinin pençesinde tutar” der.191 Bu sözün değindiği nokta ile sanal
kültürler arasındaki ilişki şöyle açıklanabilir; teknolojinin ve sanal kültür ürünlerinin
özellikle, imaj ve vizyon teknolojilerinin amacı, her an yürürlükte olan düzensizlik
tehdidine karşı düzen sağlamaya çalışmaktır.

Teknolojiler dünya ile olan etkileşime aracılık etmekte ve hatta ikame etme
işlevlerine sahiptir. Dünya ile doğrudan temasa girmekten kaçınmak için teknolojiyi

188
Işık, S.Yetkin (2012) Kültürel Değişim ve Ebeveynlik: Ankara Kamil Ocak Mahallesi Örneği,
Tamamlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
189
Roland Fischer, “A story of the utopian vision of the world”, Diogenes, 163, 1993, s.21.
190
Zygmunt Bauman, “Morality without ethics, Theory, Culture and Society, 11 (4), 1994, s.12
191
A.g.e., s.4
85

ve teknolojik ürünleri kullanırız. Temas, gerçek dünyaya ait olan bir kavramdır.
Dokunma duygusu dünyanın kaosuna maruz kalma riskini de beraberinde getirir.
Teknoloji ile ise dokunmaya gerek kalmadan dünya belli bir mesafe içinde tutulabilir.
İnsanların birçoğu, devamlı temastan kaçma eğilimi içindedir. Elias Canetti, “İnsan
herhangi bir yabancı şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınma eğilimindedir”192 der.
Yeni vizyon teknolojileri ile böyle bir ihtimale karşı görsel egemenlik sağlanmakta ve
dokunuşa karşı görüş sunulmaktadır. Görme ve izleme teknolojileri her geçen gün
daha da mükemmelleştirilir. Her şey görünür hale gelir, özellikle sanal olarak hiçbir
şey görüş alanı dışında kalmaz. Böylece kontrol edilebilen ve izlenebilen bir dünya
modeli de oluşturulmuş olur.

Sanal gerçeklik boyutu ise insanlığı sanal yaşama, dijital bir mutluluğa sevk
etmektedir. Time dergisinin belirttiğine göre, “beş yıl içerisinde Himalayalar’a,
Venedik’e sanal gerçeklik turlarının yaygınlaşacağı”193 öngörülmektedir. İnsanların
konfor alanından ayrılmadan, endişesiz ve güvenli bir deneyime olan taleplerinin
gerçek dünyaya oranla daha fazla olacağı düşünülmektedir. Sanal alanlar ve siber
dünya genellikle gerçek dünyaya bir tepki olarak düşünülür. Bir diğer düşünülme şekli
ise gerçek dünyanın zorluk ve tehlikeli koşullarına karşı güvenli bir liman olduğudur.
Sanal olarak var olunan alan aynı zamanda, “hiçbir yer- herhangi bir yer” olma
ayrıcalığına sahiptir. Bu durum, kişilere özgür alan sunarken aynı zamanda pek çok
belirsizlik sorununu da beraberinde getirir.

Ütopyacı bakış açısına göre sanal alanlar, insanların bir araç üzerinden iletişim
kurmasını sağlar ve bunun en ideal kolektif paylaşım olduğu vurgulanır, böyle umut
edilir. Sanal iletişim ilişkileri, günümüz dünyasının zor koşullarına karşı alternatif ve
steril bir alanda gerçekleşen faaliyetlerdir. Rheingold’a göre ağlar üzerinden çeşitli
dostluk ilişkileri ve sanal cemaatler kuran topluluklar, yalnızca sanal bir etkileşim
grubu olmak değil ruhu olan gerçek bir cemaat duygusu aramaktadır. 194
Bu
toplulukları oluşturan kişiler gerçek dünyaya göre daha özgür ve bireyler bir ortamda
bulunmakla birlikte bir gruba ait olma duygusunu da burada tatmin edebilmektedir.
Sanal gruplar ve cemaatler hem dijital bir kültür hem de etkileşim alanı yaratırlar.
İnternette paylaşılan her türlü sesli, yazılı ve görsel içerikler kendine has bir kültürün

192
Canetti, Crowds and Power, s. 15
193
George M. Taber, “A whole new world”, Time, 12 Haziran 1995, s.55
194
Rheingold, Virtual Community, s. 115, 56.
86

tamamlayıcısıdır. Gerçek dünyada bir araya gelen gruplar kadar olmasa da sanal dünya
gruplarının da birbirlerine karşı aidiyet ve sorumluluk hissettiği görülebilir.

Sanal alanlar, kötüye giden dünyaya alternatif olduğu düşünülen alanlardır. İnsani
ilişkileri onarması beklenen siber alanlar çoğu zaman sorunun kaynağı konumunda da
olabilmektedir. Sanal dünyayı anlamak için gerçek dünyadan yola çıkmak ve gerçek
dünyadaki pek çok sorunun sanal ortamlara taşındığını kabul etmek faydalı olacaktır.
Sanal dünyanın temel taşını farklılıklar, asimetri ve çatışmalar oluşturur. Chantal
Mouffle, sanal alanlarda ortak temel çıkarlardan, fikir birliğinden ve konsensüsten
bahsetmenin yalnızca bir yanılsama olduğunu söylemektedir.195 Burada önemli olan
farklılıkları içinde barındıracak çoğulcu bir sanal beraberliğe sahip olmaktır.

195
Chantal Mouffe, The Return of the Political, Londra, Verso, 1993, s.6
87

3. 4.4 Sanal Linç ve Siber Zorbalık

Farklılık ve husumetleri içinde barındırmayan sanal ortamlarda linç girişimleri ve


nefret söylemleri çok kolay bir şekilde oluşmakta ve yeniden üretilebilmektedir. Sanal
cemaatler iyimser görüntülerle ortaya çıkan, insanlara sığınma sağlayan gruplar olarak
görülse de kimi zaman kitlesel linçleri ve nefret söylemlerini oluşturan alanlardır.
Toplum içinde var olan demokrasi ve çoğulculuk problemleri çözülemeyince gerçek
hayattan taşarak sanal ortamlarda da kendisine zemin bulabilmektedir.

Sanal kültür ile linç olayları arasındaki ilişki, insanların sanal ortamlar üzerinde
oluştukları kimlik inşası ile alakalıdır. Sanal ortamlarda hedef alınan kişi ya da kişilere
karşı Gerard Reulet’in ifadesiyle “yüzer kimlikler” devreye girer. İnsanlar sosyal
medya üzerinden yorum ve paylaşım yaparken sınırsız özgür ve anonim
hissedebilirler. Oysa ki sınırsız özgürlük ve kontrol cisimsiz varlıklara özgü bir şeydir.
Burada kastedilen insanların esas kimliklerinden sıyrılarak anonim olmanın verdiği
rahatlık ile kendilerini sınırsız özgür olarak görmeleridir. İnsanları ve toplumları bir
arada tutan şeylerin başında toplumsal huzur gelir. Huzurlu toplumlar, bireylerin
birbirlerine karşı anlayış ve empati beslediği yerlerdir. Sanal alanlarda ise bu durum
tam tersi olarak ortaya çıkar. İnsanlar sarf ettikleri nefret söylemlerinin ve saldırılarının
sorumluluğunu üstlenmezler. Heim, “diğerleriyle doğrudan fiziksel olarak
karşılaşmayınca, etik anlayışımız gevşemeye girer” diyerek bu durumdan bahseder.196
Ona göre makine ara yüzleri empati duygumuzu sekteye uğratarak, insan ilişkilerinde
ahlak dışı kayıtsızlığı artırabilir.

Günümüzde sanal alanlar pek çok duygunun ifade edildiği alanlar olarak
kullanılmaktadır. Bu duygular arasında en yaygın olanlardan nefret duygusudur. Bir
kişiye, gruba ya da etnik kökene yönelik olarak nefret söyleminde bulunmak çok sık
karşılaşılan bir durum haline gelmiştir. Sanal linçlerin ilişkili olduğu kavramlardan bir
diğeri de siber zorbalık kavramıdır. Elektronik ve bilgisayar tabanlı iletişim
alanlarında yaygın olarak görülen siber zorbalık, bir kişinin ya da kişilerin internetteki
sosyal ağları kullanarak diğer kullanıcılar üzerinde zorbalık içeren davranışları

196
Michael Heim, “The erotic ontology of cyberspace”, Benedikt, Cyberspace, s.75-76.
88

yapması olarak tanımlanabilir. “Özellikle gençlerin ve çocukların sosyal medya ve


internet üzerinden karşılaştıkları risklerden biri siber zorbalık tehdididir.”197

İnternet ve mobil telefon üzerinden sanal linçler ve siber zorbalık yapmak en


yaygın olarak kullanılan yöntemlerden biridir. Bir davranışın siber zorbalık olarak
değerlendirilebilmesi için tekrar etmesi ve zorbalık yapan kişinin ısrarcı olması
gerekmektedir. Hinduja ve Patchim siber zorbalık davranışlarının unsurlarını şöyle
sıralamaktadır:

Israr Etme: Zorbalık içeren davranışın önceden planlanması

Tekrar Etme: Zorbalık içeren davranışın aynı şekilde birden fazla kez tekrar edilmesi

Zarar Verme: Siber zorbalık uygulanan kişiye maddi ve manevi olarak zarar vermeyi
içerir

İnternet Tabanlı ve Elektronik Cihazların Kullanılması: Fiziki zorbalık


türlerinden farklı olarak siber zorbalıklar teknolojik cihazlar kullanılarak internet
üzerinden gerçekleştirilir.

Siber zorbalık ve sanal linçlerin sebepleri arasında, bir gruba ait hissetme, popüler
olma çabası, saldırının sonuçlarını görememe ve anonim kimliklerin arkasına
sığınarak dikkat çekmenin cazibesi gösterilebilir. Sanal linç ve zorbalık gerçekleştiren
kişiler genellikle anonim kimler arkasında kendilerini ifade etme yolunu seçmektedir.
Kimliği bilinmeden daha güçlü hissetme etkisinin ve daha önce benzer şekilde sanal
linç ya da siber zorbalığa maruz kalmış olmanın da etkili olduğu düşünülmektedir.

Sanal linç ve zorbalık durumlarında mağdurlar fiziki olarak yara almasa da


psikolojik yıpranma ve etkilenme sürecine girebilirler. Sanal linçe maruz kalmış olan
kişilerde depresyon, düşük benlik saygısı, korku, üzüntü, hayal kırıklığı ve çeşitli
sosyal fobilerin gerçekleştiği görülmektedir.198

Sosyal medya ve internet ağları kullanıcılara özgürce kendilerini ifade


edebilecekleri bir ortam sunmaktadır. Bu alan içerisinde bireyler hem üretici hem de
tüketici konumdadır. Sosyal ağlar içinde nefret söylemi ve hedef gösterme yolunu
seçen kişiler hedef aldıkları kişi ya da kişileri sanal olarak mağdur etmektedirler.
İnternetin pek çok kullanıcı hesabına izin veren yapısı sosyal medyada anonim kalmak

197
Görzig, 2011, s.1
198
mobbing.org.tr
89

isteyen kişilerin pek çok gizli ve sahte hesap açmasına imkân sunar. Böylece tek bir
kişi birden fazla sosyal hesap üzerinden kişileri hedef alarak çoğunluk
oluşturabilmektedir. Twitter gibi sosyal medya ağlarında hashtagler üzerinden sanal
gündemler belirlenmektedir. Bu yöntem ile yeterli çoğunluk oluşturulduğunda bir kişi
ya da konu hızlı bir biçimde gündeme girebilir ve söylem herkese yayılmış olur. Sosyal
medyada en çok tercih edilen linç yöntemlerinden biri hashtag oluşturarak kişi ya da
kişilerin toplu hedef olmasını sağlamaktır. Sanal linç girişimi yapan kişiler çoğunlukla
küfür, hakaret, aşağılama, itibarsızlaştırma, görüntülü ve sesli medya içerikleri ile ifşa
etme yolunu seçmektedir.199

Günümüzde gerçekleşen linç olayları yalnızca savunmasız kişilere karşı sokakta


fiziki müdahale şeklinde değil, sanal mecralarda herhangi bir sebepten ötürü saldırıya
geçme şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Sanal linçe uğrayan kişiler çoğunlukla
hakarete uğramakta ve aşılanmaktadır. Sanal linç gerçekleştiren kişiler mağduru hedef
alan paylaşımlar yapmakta, yorum, mesaj ve yazılı tacizlerle psikolojik olarak
yıpratmaktadır. Kişi ya da gruplara karşı aşırı tepki gösterme, mizahi öğeler kullanarak
aşağılama, alay etme, diğer sosyal medya kullanıcılarını galeyana getirerek verilen
tepkiyi gündemde tutma ve destekçi toplama gibi davranışlar da sanal linç yapan
kişilerin gerçekleştirdiği eylemler arasındadır.

Sanal linçler aynı zamanda boykot etme ve ifşa etme gibi davranış biçimleri ile de
yeni bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişten günümüze kadar devam eden fiili
linçlerin sanal linçlerden ayrılması, linç kavramında dönüşüm olduğunu
göstermektedir. Linç kelimesi söylem olarak da dönüşüme uğramıştır. Örneğin,
kişilerin sevmediği bir içeriği paylaşırken tepki çekmek istemediğini belirtmek için
“linçe uğramak istemem ama bunu sevmedim” veya “bu diziyi beğenmediğim için
resmen linç edildim” gibi söylemlerle kendilerini ifade etmeleri ve bu söylemlerin
sosyal medya mecralarında sıkça kullanılması linç kavramının sınırlarını
silikleştirmektedir. Buna göre neyin linç sayılıp neyin sayılamayacağı yeni bir tartışma
konusu oluşturmuştur.

Sanal linç, dijital linç gibi kavramlarla ifade edilen bu kitle hareketleri aslında
temelde nefret söylemlerinin ve nefret kültürünün yaygınlaşması ile ortaya
çıkmaktadır. Burada linç kitlesi, organize olarak toplu bir şekilde hareket etmekte ve

199
Eraslan 2016: 37
90

mağdura psikolojik şiddet uygulamaktadır. Aynı konuda benzer içeriklerin


hazırlanarak çokça paylaşılması linç edilen kişiyi itibarsızlaştırma ve dışlamaya
yönelik olarak yapılmaktadır.

3.4.5 Sanal Cemaatler, Kolektif Kimlik Arayışı ve Linç

Sanal linçler; internet ortamında ve özellikle sosyal medyada bir kişiyi hedef
alarak paylaşım yapma, sanal kitlenin yoğun hakaret ve saldırılarına maruz kalması
olarak tanımlanmaktadır.200 Sosyal medyanın ve sanal ortamın hızla değişen akışkan
yapısı, anlık verilen tepkilerin geniş kitlelere ulaşmasını kolaylaştırmaktadır. İnsanlar
gündem olan olayın ya da kişinin tamamını dinlemeden belirli bir kısmına odaklanarak
da paylaşım yapabilmektedir. Bu durum yanlış bilginin internette yayılmasını
kolaylaştırmaktadır. İtibarsızlaştıran içeriklerin hızla yayılması masum kişilerin geri
alınamayacak şekilde durumdan zarar görmesine neden olabilmekte ve imaj kaybına
sebebiyet verebilmektedir.

İnternette meydana gelen linç olaylarında, linç suçunu gerçekleştiren kişilerde bir
gruba ait hissetme / takdir görme duygusunun da baskın olduğu düşünülmektedir.
Sanal gerçeklik ve siber alanlar üzerine yapılan çalışmalarda sanal gerçeklik gerçek
dünyaya bir alternatif olarak düşünülmektedir. Ütopyacı bir proje olarak da
sunulabilen siber alanlar yeni ve yenilikçi bir toplumun alternatifi olarak görülür.201
Sanal cemaatler ile yanlış giden dünyaya bir alternatif üretilebileceği düşüncesi vardır.
Fiziksel kültür ile sanal kültür arasında yaşayan bu siber alan içinde insanları etkileyen
pek çok farklı değişken bulunmaktadır. Bunlardan biri kabul görme ve anonimliğin
gizli cazibesidir. İnsanlar sosyal ağlar üzerinde oluşturdukları sanal cemaatler içinde
kabul görmek için de toplu linç girişimlerine ya da nefret söylemi olaylarına
karışabilirler. Sosyal hayatta mümkün olmayan anonimlik ve kimliği gizli olarak
dikkat çekebilme gücü ise sanal linçlerin oluşmasını kolaylaştıran bir diğer etkendir.

Rheingold, sosyal ağlar üzerinden aile duygusunun yeniden inşa


edilebileceğinden söz eder. “Cemaatçi çevrimiçi (online alanlar) olarak ifade edilen bu
düzen içinde yalnızca sanal bir topluluk değil, gerçek bir ruhsal cemaatin varlığından

200
Duman, 2019: 7.
201
Robins, Kevin İmaj, Görmenin Kültür ve Politikası, Çev: Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2013, s. 165
91

söz edilebilir.”202 Elektronik cemaat olarak tanımlanan bu grup, “çıkar ortaklığı”,


“ortak bilinç” ve “grup düşüncesi” taşımaktadır. Sanal cemaatlerde kullanılan imajlar
bütünlük ve karışıklık gösterebilir. Bununla birlikte aidiyet hissinin bir göstergesi
olarak benzer özellikler de taşıyabilir. Sanal topluluklar ve kolektif kimlik arayışları,
kişileri gerçek dünyanın sorunlarına sanal çözümler aramaya itebilir. Genellikle bir
kişiye ya da gruba karşı başlatılan dijital linçler ilhamını gerçek hayatta olan bir
olaydan veya bir haberden almaktadır. Basına yansıyan bir haber üzerine sosyal
medyada nefret söylemleri ve linç kampanyaları başlayabilmektedir. Anthony
Giddens, sanal cemaatlerin “gerçeği tersine çevirme” sürecinden bahseder. Ona göre
dünyada tarihin önceki çağlarından farklı bir şekilde yaşanan bir dönem hakimdir.
“Herkes bölgesel bir yaşam içinde olduğu halde, çoğu insanın olgusal dünyası aslında
küreseldir.” Sözleri ile bu durumu ifade etmektedir.203

Sanal yaşam deneyimleri ile gerçek hayat arasında duygudaşlık ve aidiyet hissi
açısından benzerlikler olsa da sanal cemaatlerin Sorkin’in ifadesiyle “milyarlarca
kentliyi barındıran… ama yerlisi olmayan bir kent üreten” bir oluşum olduğundan söz
edebiliriz.204 Sanal cemaatler ile ağ beraberliği aynı açıdan değerlendirilebilir. Her iki
deneyimde de “Grup aklı” hakimdir ancak gerçek hayatta olabilecek bir karşılaşma
durumu yoktur. Jean Baudrillard sanal cemaatlerin “bütün tarihin dondurulmuş
maketi” olduğundan söz eder. Buna göre dijital alanlar “filiz veren ama tamamen
sentetik olan” bir dünyadır.205 Bu iki görüş de sanal alanların bir toplum üretme
amacında değil cemaat / topluluk oluşturma amacında olduğundan bahseder. Sanal
cemaatler alternatif bir toplum oluşturmaz, topluma alternatif olarak ortaya çıktığından
söz edilebilir.

Sanal cemaatler içerisinde “konsensüsten ve fikir birliğinden” söz etmek yalnızca


bir yanılsamadır.206 Buna karşılık, nefret söylemi üretmemek ve sanal linç
oluşturabilecek etkileşimlerden kaçmak da bir tercihtir. Sosyal medya hesaplarında
kişilerin fotoğrafları ve paylaşımlarını hedef alarak psikolojik şiddet uygulayan
kişilerin bir kısmının, gerçek hayatta karşılaştığı mutsuzluk ve sorunlardan sanal

202
Rheingold, Virtual Community, s.6
203
Giddens, Modernity and Self-Identity, s.87
204
Michael Sorkin, “See you in Disneyland,” Michael Sorkin (der.), Variations on a Theme Park,
New York, Farrar, Straus & Giroux, 1992. s. 231.
205
Jean Baudrillard, “Hyperreal America”, Economy and Society, 22 (2), Mayıs 1993, s.246.
206
Chantal Mouffe, The Return of the Political, Londra, Verso, 1993, s.6
92

ortamlarda nefret söylemleri yaparak kaçındığı düşünülebilir.207 Bu görüşe göre,


gerçek dünyada istediği şeye sahip olamamış ya da kendisinin de zarar gördüğü bir
geçmişi olan insanlar, sosyal medya üzerinden oluşturdukları kullanıcı hesapları ile
insanlara sadistçe saldırmakta ve saldırganca davranışlarda bulunabilmektedir.

Sanal cemaatler içinde yer alan bireyler, gerçek kimlikleri ile hesap oluşturabilir
ya da gerçekte olmasını istedikleri profilin özelliğini taşıyan anonim ve sahte bir
kimliğe de bürünebilirler. Genellikle sahte profil kullanan kullanıcıların gerçek
kullanıcı fotoğrafı ve bilgileri ile hesap oluşturan kişilere göre daha saldırgan bir
imajlara büründükleri düşünülmektedir.

207
Eraslan, 2016:43.
93

IV. BÖLÜM

BULGULAR VE TARTIŞMA

4.1 Linç ve Nefret Söylemı̇ Olaylarının İncelenmesı̇

Türkiye’de meydana gelen linç olaylarının incelenmesi, linç olgusunun


ülkemizdeki durumunu anlamak açısından önemlidir. Kamuoyunda tartışma yaratan
örnek olayların ve sonraki süreçlerin değerlendirilmesi, linç kavramının daha iyi
anlaşılması için faydalı olacaktır. Bu bölümde, 2019-2021 yılları arasında meydana
gelen linç olaylarının değerlendirilmesi yapılacaktır.

Geçmişten günümüze kadar farklı örneklerle gördüğümüz linç olayları, 2015


yılından itibaren daha yaygın olarak görülmeye başlamış ve ülke genelinde artış
göstermiştir. Linç olaylarının ortaya çıkış sebeplerine bakıldığı zaman, çoğunlukla
siyasi olaylar sebebiyle ve adi suçlar isnat edilen kişilere yönelik olarak ortaya çıktığı
görülür. Fiziki saldırılarla sokakta gerçekleşen linç girişimlerinin yanı sıra internet
ortamında da çeşitli linç olayları görülmeye başlanmıştır. İnternette meydana gelen
linçlerin hedefinde ise çoğunlukla, LGBTİ+ bireyler, kadınlar, karşıt görüşlü siyasi
kişiler ve diğer öteki gruplar hedef alınmıştır.

Fiziki ya da sanal olarak gerçekleşen linç eylemlerine, gazetelerin internet sayfaları


taranarak ulaşılmıştır. İstatistiki olarak kaydı tutulamayan linç olaylarına ulaşmak için
belirli ve resmi bir kaynak bulmak mümkün olmamıştır. Linç olaylarının istatistiki
verilerine ulaşılamamasının en önemli sebeplerinden biri ise linç vakalarının Türk
Ceza Kurumu’nda doğrudan bir suç olarak tanımlanamaması ve ilgili kurumların bu
sebeple kayıt tutmaması olmuştur. Bu yüzden yaşanılan linç olaylarının
incelenebilmesi için çeşitli haber sitelerinden faydalanılmıştır. Ayrıca, şiddet ve nefret
söylemi raporları da yaşanılan olaylar hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için faydalı
olmuştur. Hrant Dink Vakfı’nın yapmış olduğu araştırmaya ve yayınlanan rapora
94

göre208 2019 yılı içinde, 80 farklı grup ile alakalı olarak toplamda 5 bin 515 nefret
söylemi üretilmiştir. Üretilen bu söylemler; çeşitli basılı yayın, gazete, köşe yazısı ve
internet sitesi gibi ortamlarda oluşturulmuştur. Rapora göre bir yıl içinde
gerçekleştirilen nefret söylemlerinin çoğu Ermeni ve Suriyeli gruplar hedef alınarak
oluşturulmuştur. (Tablo:1)

Tablo 1: Hrant Dink Vakfı’nın araştırmasına göre nefret söylemlerinin hedef aldığı
gruplar ve söylem sayıları (2019)

Araştırmanın bulguları arasında, nefret söylemleri ve hedef gösterme içeriklerinin


büyük oranda gazetelerin köşe yazıları üzerinden yapıldığı belirtilmiştir. (Tablo:2)
Buna göre, aynı yıl içinde yazılan 2160 köşe yazısı ve 2099 haberde nefret

208
Hrant Dink Vakfı, Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem raporu, 2019,
https://hrantdink.org/attachments/article/2665/Nefret-soylemi-ve-Ayrımcı-Soylem-2019-Raporu.pdf
19.06.2021 tarihinde ulaşıldı.
95

söylemlerine yer verilmiştir. ‘Diğer’ olarak belirtilen bölüm ile, basın arşiv yazıları,
kitap tanıtım ve değerlendirme yazıları ile beraber okur sayfalarında oluşturulan
yazılar ifade edilmiştir.

Tablo: 2 Nefret söylemlerinin köşe yazısı, haber ve diğer alanlar üzerindeki


dağılımı209

Gazetelerin internet sitelerine yansıyan linç olaylarında dönemsel olarak farklı


değişimler meydana gelmiştir. Örneğin, 2015 yılı ve sonrasındaki bir yıl içinde siyasi
sebeplerle ortaya çıkan linç girişimlerinde artış olurken 2019-2021 yılları arasında
meydana gelen linç olayları incelendiğinde, söylem ve eylemlerin siyasi sebepler,
kadınlar, ötekiler ve toplumsal olaylar çerçevesinde meydana geldiğini görülür. Basına
yansıyan ve linç olarak tanımlanan bazı olayların gerçekten linç girişimi olup olmadığı
da zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Siyasi sebeplerle meydana gelen linç
olayları toplumda daha geniş çapta yankı bulmaktadır. Bununla birlikte özellikle
internet üzerinde yaşanan sanal linçlerde kişilere; kadın kimliği üzerinden, cinsel
yönelim tercihleri sebebiyle ve ırkçılık sebebiyle saldırılar ve nefret söylemi
yapılmıştır. İnternette yapılan sanal linçlerin birçoğu nefret söylemi ve hedef gösterme
şeklinde oluşmaktadır.

209
Hrant Dink Vakfı, Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem raporu, 2019
96

4.2 Araştırmanın Yöntemi: Nitel Analiz ve Söylem Analizi

Bu çalışmada, Türkiye’nin linç kültürünün, medya ve yeni medya üzerinden nasıl


üretildiği ile alakalı olarak internette yayınlanan haberler arasından yedi örnek haber
seçilmiştir. Örnekler nitel analiz ve söylem analizi metodu kullanılarak derinlemesine
incelenmiştir.

Nitel inceleme metodu ile örnekler, farklı kategorilere ayrılarak incelenmiştir.


Çeşitli gazetelerin internet sitelerinin incelenmesi ile ulaşılan haberler;

● Politik söylemler,

● Kadın kimliği üzerinden saldırı

● LGBTİ+ bireylere cinsel yönelimlerine yönelik olarak yapılan baskı ve nefret


söylemleri

● Ermeni, Alevi, Suriyeli gibi ırksal ve mezhepsel sebeplerle meydana gelen


olaylar

● Toplumsal olaylardan hareketle gerçekleşen nefret söylemleri

● Göçmenlere ve azınlıklara yönelik gerçekleşen linç girişimleri

Şeklinde kategorize edilmiş, bu şekilde olayların daha kolay anlaşılması ve


yorumlanması hedeflenmiştir. Benzer temalar kullanılan haberler genellikle; politik
söylemler, kadın kimliği tartışmaları ve erillik söylemleri, cinsel kimlikler, ırk ve
mezhep karşıtlıkları ile oluşturulmuştur. Bu haberlerin ve paylaşımların sosyal
medyadaki yansımaları ise araştırmanın konusu olmuştur.

Örnek haberler ve sosyal medya paylaşımları incelendiğinde, kadınlar üzerinden


yapılan nefret söylemlerinin ve sosyal medya linçlerinin çoğunlukla; beden
standartları, güzellik ve kişilerin davranışlarının genel ahlak kabulü üzerinden
sorgulanması şeklinde oluşturulduğu görülmüştür. Siyasi ve politik söylemler ise
toplumun her kesimini etkileyen ve zaman zaman kitlelerin harekete geçmesine sebep
olan olaylar olarak gözlemlenmiştir. Sosyal medyada hedef alınan gruplar arasında
LGBTİ+ bireyler en çok hedef olan gruplardan biridir. Bu sebeple basına yansıyan
haberler ve sosyal medya kullanıcılarının bu olaylara tepkileri de söylem analizi
metodu kullanılarak açıklanmıştır.
97

Nitel araştırma metodu, verilere ve istatistiklere dayanan nicel araştırma


metodunun aksine, insanların olaylara karşı tutunduğu tavırlara, söylemlere, yaşanan
olaylara yükledikleri anlamlara dayanır. İnsanların davranışlarından, söylemlerinden
ve öykülerinden bilgi üretmeyi amaçlayan bir araştırma yöntemidir.210 Nitel araştırma
metodunun diğer araştırma yollarından ayrıldığı en temel özelliklerden biri ise bilgiye
ulaşma şeklidir. Nitel araştırma bilgiye, tümevarım yöntemini kullanarak ulaşır.
Örneklem seçimlerinin ardından nitel veriler toplanarak, araştırmanın derinlik
kazanması sağlanır. Nitel veriler ile araştırmacı okuyucuya konu hakkında betimsel ve
gerçekçi bir bakış açısı kazandırmayı hedefler. Nitel araştırmanın doğasına aykırı olsa
da211 bulguların kategorize edilmesi ve sınıflandırılması konunun anlaşılmasını
kolaylaştırmaktadır. Araştırmanın sonucunda konular veri olarak raporlanır.

Çalışmanın bir diğer metodu olan söylem analizi ise, yazılı ve söylem olarak
yapılan ifadeleri derinlemesine inceler. Düşünce, zaman içinde sözlere ve söylemlere
dönüşür. Düşüncelerin söz ile ifadesinin sonuçları, söylemlerin incelenmesi ile
anlaşılabilir. Megill’in ifadesiyle, içinde bulunduğumuz durumun ifadesine söylem
denir. Şeyleri ortaya koymanın ve açılımlarını yapmanın yolu söylemden geçer.212
Söylem analizi, genellikle sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimler alanında ve
medyanın değerlendirilmesinde kullanılan bir yöntemdir. Söylem çözümlemesinin
özellikleri arasında öne çıkan ilk özelliği, sosyal olmasıdır. Kelimeler ve anlamlarının,
nerede, kim tarafından ve ne anlamda kullanıldığı söylemin sosyal yönünü belirler.
Analiz buna göre şekillenir. Sosyal ve kuramsal olarak kelimelerin anlamları
değişebilir. Bu durum, söylemin evrensel olmasının önündeki engellerden biridir.
Söylem analizinin bir diğer özelliği, sadece uyumlu söylemleri değil, birbirine zıt
söylemleri de ortaya çıkarmasıdır. Üçüncü olarak ise söylem, iktidar biçimi, hiyerarşi
ve zıtlıklar içinde bulunabilir. Söylemelerin üretilmesi ve iktidar kavramı birbiri ile
ilişkilidir. Bazı kuramsal tanımlamalar söylem ile iktidarı bir arada ele alır.213

Foucault ise söylemi tanımlarken, söylemi oluşturan birliklerin anlaşılmasından


bahseder. Ona göre söylem, sürekli değildir ancak sürekli devam ediyormuş gibi
anlaşılır. Söylemi anlamaya çalışırken, akıllılık-delilik, doğu-yanlış gibi tanımlamalar

210
Strauss ve Corbin, 1990.
211
Peräklyä, A. (1997)
212
Megill, 2012: 408.
213
Punch, 2011:216.
98

ve dışlamalar üzerinden gidilmelidir. Söylemi bu bağlamda inceleyen entelektüelin


görevi de kalıplaşmış sözleri ve söylemleri tekrar etmek değil, doğru noktada doğru
tespitler yaparak ve sorular sorarak zihinlerde kalıplaşmış olan kabulleri kuşkulu hale
getirmek olmalıdır.214

Foucault, söylem analizi yaparken dışsal ve içsel usullere dikkat çeker. Dışlama
unsurları olarak adlandırılan bu etki kendi içinde üçe ayrılmaktadır; yasaklanmış
sözler, doğru ve uygun olanın söylenmesi istenci ve deliliğin paylaşımı. Bu maddeler
ile Foucault, toplum içinde bireylerin istedikleri her şeyden söz edemediğini vurgular.
Toplumun söylemlerini şekillendiren bir otorite ve iktidardan söz etmek mümkündür.
İktidarın gözü insanlar üzerindedir ve daima açık/kapalı baskının varlığından söz
edilebilir. Söylemin önünün kesilmesi özellikle bazı alanlarda yoğunlaşır. Siyaset ve
cinsellik gibi alanlarda karadelikler oluşturularak, kişilerin kendini diledikleri gibi
ifade edebilmeleri iktidar sahipleri tarafından kontrol altına alınmaya çalışılır.215

Foucault’un içsel unsurlar olarak tanımladığı hususlar ise üçe ayrılır; yorum, yazar
ve disiplinler bu unsurları oluşturmaktadır. Toplumu oluşturan kültür sistemi içinde
yorumlar, dini ya da hukuki metinlerde, edebi metinlerde ve bazı noktalarda bilimsel
metinlerde de kendine yer bulabilir. Başka bir ifade ile aynı kaynaktan çıkan herhangi
bir eser, farklı disiplinler arasında farklı şekilde yorumlanabilir. Ayrı disiplin alanında
incelenen söylemler, birbirinden ayrı söylem biçimlerine imkân verebilir. Bir söylemi
edebi metin yönüyle ya da dini referanslarla incelemek farklı sonuçlar almayı
sağlayacaktır. Yorumun analiz içindeki rolüne bakıldığı zaman ise, telaffuz edilmiş
olanı tekrarlamaktan öteye geçilmediği görülür. Söylemlerin içinin boşaltılmasında ya
da etkisiz hale getirilmesinde yazarlar da rol alabilir. Söylemin birleştirme kuralından
hareketle bir söylemi metne dönüştürmüş ve yazmış olan kimse aynı zamanda metnin
doğruluğunun da referans noktası olarak gösterilebilir. Genellikle bilimsel metinlerde
rastlanan bu durumlarda, bir konuda yazara referans yapmak, söylemin doğruluğunun
işareti olarak görülebilmektedir. Yani söylemin doğruluğu ve yazar arasında bir güven
ilişkisi kurulmaktadır. 216

Sosyal medyanın etkileşim alanı olması, bu etkileşimi elde etmek için çeşitli nefret
söylemlerinin oluşturulmasına da zemin hazırlamaktadır. Kişiler; etnik kimlik/ ırk/ din

214
Foucault, 2011:58.
215
Foucault: 1987:23-32.
216
Faucault: 1987: 32-37.
99

/ cinsiyet ve politik duruş konusunda aynı görüşte olmadıkları kişiler hakkında nefret
söylemi üretebilmektedir. Gündelik alanda ve hayatın her anında yeniden üretilen
nefret söylemleri günümüzde sosyal ortamlarda da kendine yer bulabilmektedir. Ama
aynı zamanda pek çok linç girişimi ve nefret söylemi de tepki görerek toplumsal
refleks oluşturmaktadır. Bu bağlamda sosyal medyanın, nefret söylemleri açısından
salt “iyi” veya “kötü” olduğundan söz etmek mümkün olmamaktadır.

Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde, basına yansıyan haberler üzerinden bir


değerlendirme yapılmış, sosyal medyadaki tepkiler üzerinden de söylem ve yorumlar
incelenmiştir. Türk siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi ve bir diğer
siyasetçi Meral Akşener’in uğradığı saldırılar politik çerçevede incelenmiştir.
Olayların basına yansıdığı süreçte çeşitli sosyal medya hesapları üzerinden yapılan
yorumlar değerlendirilmiştir. Kadın kimliği üzerinden oluşturulan linç olayları ve
nefret söylemlerine örnek olarak, oyuncu Pelin Öztekin’in sosyal medya hesabından
yaptığı paylaşıma gelen tepkiler, kadın gazetecilerin “kadın” kimlikleri üzerinden
oluşturulan nefret söylemleri, çeşitli sosyal medya hesaplarından; oyuncu Berna Laçin,
gazeteci Nevşin Mengü, siyasetçi Canan Kaftancıoğlu ve avukat Feyza Altun hakkında
yapılan saldırgan yorumlar incelenmiştir. LGBTİ+ bireyler hakkında oluşturulan
nefret söylemlerine örnek olarak ise basına yansıyan çeşitli haberler ve sosyal
medyadaki yansımaları ele alınmıştır. Son olarak toplumsal olaylar üzerinden
oluşturulan linç olaylarına örnek olarak ise komedyen Cem Yılmaz’a gösterilen
deprem paylaşım tepkileri ele alınmıştır.

Çalışmada yer alan örneklerin incelenmesi söylem analizi ve değerlendirmeler


şeklinde ilerlemektedir. Söylem analizinde her türlü konu ve durum hakkında ortaya
çıkan söylemler incelenebilir. Örneklem soruları, geleneksel araştırma yöntemlerinden
farklı olarak hazırlanır. Bu bağlamda önemli olan söylemin hangi amaçla söylenmiş
olabileceği, neleri kapsadığı ve hangi tarihsel sürece atıf yaptığıdır. Söylem analizinde
kullanılan örneklerin sayısının çok ya da az olması araştırmanın sonucuna etki etmez.
Söylem analizi kişi sayısına odaklı değildir. Odaklandığı konular kişilerin söylemleri,
ifade biçimleri ve amaçlardır. Çalışmada örnek olay olarak altı başlık sunulmuş ve
değerlendirilmiştir.
100

Örneklerin seçimi, rastlantısal örneklem yöntemi ile yapılmış ve Dijk’in217 Makro


ve Mikro olarak iki bölüme ayırdığı söylem analiz yöntemi ile çözümlenmiştir. Bu
analiz yöntemi ile çözümleme yaparken Makro analiz başlığında örneklerin genel
cümle özellikleri, kelimelerin sıralanış biçimleri ve kullanılan dil açıklanmıştır. Mikro
analiz bölümünde ise örnek ifadelerin amaçları, imalar ve benzetmeler ile inşa edilen
söylem incelenmiştir. Çalışmada kullanılan örnek yorumlar ve paylaşımlar, rastlantısal
olarak seçilmiş ve araştırmanın amacına en uygun olacak ifadeler değerlendirilmiştir.

4.3 Verilerin İncelenmesi ve Analizi

Araştırma, basına yansıyan haberlerin ve sosyal paylaşım sitelerinde kişilerin


kendi yayınladıkları içeriklerin aldığı sosyal tepkiler ile sınırlandırılmıştır. Bu
bağlamda incelenen bulgular, sosyal paylaşım siteleri; Instagram, Twitter ve Facebook
kullanıcılarından aldığı geri bildirimler ile değerlendirilmiş, kullanılan nefret
söylemleri incelenmiştir.
Türkiye’de 2019-2020 arasında gerçekleşen linç olayları ve nefret söylemleri
incelendiğinde, mağdurların büyük oranda siyasi söylemler ile karşı karşıya kaldığı ve
siyasi söylemlerin linç olaylarının yaşanmasında etkisinin büyük olduğu görülmüştür.
Diğer linç olayları ve nefret söylemleri ise kadın kimliği üzerinden, kadınlara yönelik,
LGBTİ+ bireylere yönelik ve Alevi-Sünni gibi mezhepsel ayrımlara yönelik olarak
gerçekleşmiştir.
Çalışmada, nefret söylemleri, ötekine tahammülsüzlük, hedef gösterme,
ötekileştirme ve dışlama kavramları çerçevesinde yedi (7) örnek olay incelemesi
yapılmıştır. Örnekler, sosyal medyaya yansıyan tepkilerle ele alınmış ve söylem
analizi yöntemi kullanılarak incelenmiştir.
Örneklerin, siyasetçilere yönelik olaylar, kadın kimliği üzerinden yapılan linçler,
toplumsal olaylar ve ötekilere yönelik olarak gerçekleşen nefret söylemleri olarak
incelenmesinin sebebi, toplumun her kesimini etkileyen linç olayları ve nefret
söylemlerine dikkat çekmektir. Bu bağlamda kullanılan içerikler, 2019-2020 yılları
arasında gerçekleşen ve basına yansıyan olaylardan seçilmiştir. Analizin temel amacı,
sosyal medyada ve hayatın her alanında gerçekleşme potansiyeli bulunan linç
olaylarına dikkat çekmek ve gönderilerdeki nefret söylemlerini ortaya çıkarmaktır.

217
Van Dijk,1987: 67-187
101

Çalışmanın bulgular kısmını oluşturan örnekler;


● Siyasilere yönelik linçler,
● Kadın kimliği üzerinden oluşturulan linçler,
● Toplumsal olaylar üzerinden ortaya çıkan linçler,
● LGBTİ+ bireylere yönelik olarak gerçekleşen linçler olarak kategorilere
ayrılmıştır.
● Göçmen ve azınlıklara yönelik gerçekleştirilen linçler

4.4.1 Siyasetçilere Yönelik Olarak Gerçekleştirilen Linç Olayları:

4.4.2 Siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cenazede Linç Edilmesi

Türkiye’de politik söylemler ve hedef göstermeler, linç suçlarının tetikleyicisi


olan etkenlerden biridir. Türkiye tarihinde linç girişimlerine maruz kalan gruplar
arasında Alevi topluluklar ön plana çıkmaktadır. Alevilere karşı olan tutumlar, 1960’lı
yıllardan itibaren siyasallaşmış ve 1978 yılında yaşanan Maraş Katliamı218 ve
sonrasında 1993’teki Sivas Katliamı219 ile toplumsal bir yara halini almıştır. Saldırılar
yalnızca alevi gruplara değil, bireysel olarak öne çıkan kişilere yönelik de
gerçekleşmiştir. Araştırmanın ilk örneği olan olay, 2019 yılında Siyasetçi Kemal
Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Çubuk ilçesinde katıldığı bir şehit cenaze namazı töreninde
yumruklu saldırıya ve linç girişimine uğramasıdır.220 Kalabalık bir grubun ortasında
kalan Kılıçdaroğlu, linç edilmekten korumaları tarafından kurtarılmıştır. Olayın
meydana gelmesinden sonraki süreçte yapılan sosyal medya paylaşımlarında, toplum
içinde bazı kişilerin, karşıt görüşte olduğu kişilere yaşam hakkı görmediği, suçu ve
suçluyu övdüğü görülmüştür. Olayların yaşanmasında politik söylemlerin de etkili
olduğu görülmektedir.221

218
Maraş Katliamı için bknz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Maraş_Katliamı 07.07.2021 Tarihinde
Erişildi.
219
Sivas Katliamı için bknz: https://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Katliamı 07.07.2021 Tarihinde
Erişildi.
220
https://www.birgun.net/haber/kilicdaroglu-na-cenazede-saldiri-linc-girisimi-degil-protesto-281319
07.07.2021 Tarihinde Erişildi.
221
https://t24.com.tr/haber/chp-lideri-kemal-kilicdaroglu-na-saldiri,817762 07.07.2021 Tarihinde
Erişildi.
102

2019’un aralık ayında yaşanan olaydan sonra çeşitli sosyal medya hesaplarından
suçu ve suçluyu övmeye yönelik paylaşımlar yapıldığı görülmüştür. Siyasetçilere
yönelik olarak gerçekleşen saldırıların birçoğu karşıt görüşlü kişiler tarafından
gerçekleştirilmekte ve toplumu galeyana getiren politik söylemlerin bunda etkili
olduğu görülmektedir. Toplumsal kutuplaşmalar ve gerilimler linç olaylarının
yaşanma sıklığını etkilemektedir. Kılıçdaroğlu’na saldırı sonrasında pek çok sosyal
medya kullanıcısı tarafından saldırganları destekler paylaşımlar yapıldığı görülmüştür.

Resim 1: Siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik gerçekleşen linç girişimi sonrası


Twitter üzerinden yapılan bir paylaşım

Karşıt görüşlü bir Twitter kullanıcısı tarafından yapılan bu paylaşımlar pek çok
beğeni ve yorum almış aynı zamanda dolaşıma sokularak yeniden üretilmiştir.
Saldırganı destekler yorum yazan kişilerin çoğunlukla linçe uğrayan siyasetçinin
görüşüne karşıt kişiler olduğu görülmüştür. Hem fiziki olarak hem de sanal yollarla
gerçekleşen linç saldırısı, burada Canetti’nin bahsettiği deşarj olma hali gibi
kullanılmaktadır.222 Kitleler nefretini ve enerjisini, fiziki saldırılarla ve nefret
söylemleri ile ifade etmektedir.

222
CANETTI, 2017, s. 13.
103

Makro Analiz:

Saldırıya yönelik olarak paylaşılan bu iki paylaşımı incelediğimizde, Tuğrul


Selmanoğlu isimli kullanıcı tarafından “Şehit var… Hem şehit edenlerle iş tutup hem
de dalga geçer gibi cenazesine gidersen, dayağı yersin… Burası Türkiye!” notu ile linç
anının fotoğraflı paylaşımı yapıldığı görülmüştür. Hemen arkasından gelen ikinci
paylaşımda ise “Kılıçdaroğlu şehit yakınları ile kucaklaşırken…” notu düşülerek linç
anının fotoğrafı tekrar paylaşılmıştır.

Mikro Analiz:

Söz konusu paylaşımda yer alan ifadeleri incelediğimizde, asker ölümlerinin


sebebi olarak, saldırıya uğrayan siyasetçinin politik tutumunun gösterildiği ve
saldırganı haklı çıkaran ifadeler kullanıldığı görülmektedir. “Burası Türkiye!”
vurgusunda ise kişilerin politik söylem ve hareketlerinin “bir bedeli olduğu” vurgusu
yapılmaktadır. Aynı kullanıcı tarafından ikinci olarak paylaşılan diğer paylaşımın
notunda ise göreceli bir “mizahi” dil kullanılmaya çalışılmış ve saldırıya uğrayan
siyasetçinin fotoğrafı “şehit yakınları ile kucaklaşıyor” şeklinde servis edilmiştir.

Yaşanan bu olay sonrasında farklı sosyal medya mecralarından, farklı paylaşımlar


yapıldığı görülmüştür. Kullanıcıların nefret dilini kullanması paylaşımların görece
ortak yönünü belirlemiştir. Sosyal medya ağlarından biri olan Facebook üzerinden
yapılan bir diğer paylaşımda ise saldırgan değil mağdur hatalı gösterilerek linç
girişimlerinin normalleştirilmesi söz konusu olmuştur.
104

Resim 2: Siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik gerçekleşen linç girişimi sonrası


Facebook üzerinden yapılan bir paylaşım

Makro Analiz:

Metin Yavuz isimli bir kullanıcı tarafından sosyal medya ağı Facebook’ta
yayınlanan paylaşımda, “Size bir soru... Kılıçdaroğlu cenazeye giderken vatandaşın
tepkisiyle karşılaşacağını bilmiyor muydu? Bu kadar aptal mı bu adam? Yoksa bilerek,
isteyerek, vatandaşın kendisine tepki vermesini arzulayarak, hatta kötek yerken alacağı
zevkin hesabını yaparak mı gitti? İşte bunun adıdır provokasyon!” ifadeleri kullanılmış
ve servis edilmiştir.

Mikro Analiz:

Söz konusu paylaşımın dilini incelediğimizde söylemin suçu ve suçluyu övmeye


yönelik olduğu görülmektedir. Buna karşılık mağdur kişi kendisine saldırılacağını
öngörememekle suçlanmış hatta saldırıya uğrama durumundan bir çıkarı olduğu ima
edilmiştir. Linç olayını hafife alan ve linçe uğrayan kişiyi esas suçlu gösteren bu
105

paylaşımda dikkat çeken bir diğer önemli detay ise “vatandaşın kendisine tepki
vermesini arzulayarak, hatta kötek yerken alacağı zevkin hesabını yaparak mı gitti?”
sözleridir. Bu sözler apaçık bir nefret söylemi olup linçe uğrayan kişiyi hedef
göstermektedir. Aynı zamanda linç güruhlarını haklı çıkarmaya çalışmakta ve
“vatandaşın taşan sabrı” olarak olayı basite indirgemektedir. Söz konusu kullanıcının
linçe uğrayan kişi hakkında hoşgörüsüz bir tavırda olduğu ve hedef gösteren bir dil
kullandığı görülmüştür. Yapılan nefret söylemleri, meselenin düşmanca bir yöne
evirilmesine zemin oluşturmaktadır.
Linç olaylarının yaşanmasında en önemli etkenlerden biri suçu ve suçluyu mazur
gören anlayışın toplum tarafından kabul edilmesidir. Bu olay akabinde yapılan bir
diğer paylaşımda ise söz konusu saldırının gerçekleşmesine sevinen kişilerin tepkileri
görülmüştür.
106

Resim 3: Siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik gerçekleşen linç girişimi sonrası


Facebook üzerinden yapılan bir destek paylaşımı

Makro Analiz:

Ferhat Akbulut isimli Facebook kullanıcısı tarafından yapılan bu paylaşımda,


meydana gelen linç girişiminden son derece memnun olduğu bildirilmiştir. Paylaşım,
“Belki çoğu kızacak, yadırgayacak ama yalan söylemektense doğruyu söylemeyi
yeğlerim, Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk çok hoşuma gitti, çok sevindim ohh dedim
vallahi. Ağzı burnu kırılmadı diye de çok çok üzüldüm” notu ile yapılmıştır.

Mikro Analiz:

Paylaşıma gelen beğeni ve yorumlar arasında diğer kullanıcılardan destek


ifadeleri gönderildiği görülmüştür. Gelen yorumlardan birinde “Aynı duygu ve
düşünceler içerisindeyiz” ifadesi dikkat çekmektedir. Bu paylaşımın dili, saldırıyı ve
saldırganı övmesi ile nefret söylemi içerisine girmektedir. Söz konusu paylaşımda
dikkat çeken bir diğer ayrıntı ise yaşanan saldırıya sevindiği ve mağdurun daha fazla
yaralanmamış olmasına ise üzüldüğü ifadeleridir. Linç hareketleri, yalnızca fiziki
olarak yapılmayan, sosyal medya paylaşımları ve söylemlerle sanal ortamda da
yeniden üretilen hareketlerdir.
107

Tanıl Bora, linç güruhlarının harekete geçmesini bazı esaslara bağlı olarak
gruplandırmıştır. Bunlardan en önemlisi çoğunluk/ kalabalık olmanın verdiği güçle,
“sabrımız taştı” haklılığına sığınarak yapılan saldırılardır. Bu saldırılar özellikle
politik söylemlerle kışkırtılmaktadır. Hukuki ve diğer kontrollerden azade olduğunu
düşünen kitleler büyük bir hızla linç grupları halini alabilme potansiyeline sahiptir.
Küçük bir ima ya da hareketten hareketle bile çeşitli saldırıların gerçekleşmesi olasıdır.
Özellikle şehit cenazelerinden sonraki ortamlarda milliyetçilik duygularına referansla
nefret söylemleri üretilmekte ve toplum adeta kendisine bir “günah keçisi”
aramaktadır.223 Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı örneğinde ise “şehit cenazelerinin
sorumlusu” söylemleri ile saldırı gerçekleşmiş ve sonrasında yapılan paylaşımlar da
yine bu söylemlerle suçu ve suçluyu haklı göstermiştir.

Linç olaylarına karşı idareciler ve iktidarlar tarafından yapılan çağrılarda, “itidal”


çağrısı dikkat çekmektedir. Meydana gelen olayların büyümesi aynı zamanda iktidar
sahiplerinin otoritelerine de zarar verecek bir hale dönüşme potansiyeli barındırdığı
için çoğu zaman “gönül isterdi ki” minvalinde açıklamalar yapılmaktadır.
Kılıçdaroğlu’na saldıran kişilerin oluşturduğu kalabalık “izdiham” olarak tanımlanmış
ve yumruklu saldırının olduğu linç girişimi de “protesto” olarak nitelendirilmiştir.224

Yukarıda yer alan örneklerdeki kişilerin aynı zamanda görünür olma çabası ile de
paylaşım yaptıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Takipçi yorumlarında ise
çoğunlukla söz konusu paylaşımla aynı fikirde olduğu vurgusu yapılmış ve paylaşımcı
desteklenmiştir.

223
Bora, T., 2018 s.38.
224
https://www.birgun.net/haber/kilicdaroglu-na-cenazede-saldiri-linc-girisimi-degil-protesto-281319
09.07.2021 Tarihinde Erişildi.
108

4.4.3 Kadın Kimliği Üzerinden Gerçekleşen Linç Olayları:

• Oyuncu Ayça Erturan

Çalışmada ikinci örnek olay olarak, ünlü oyuncu Ayça Erturan’ın hamile
olduğunu duyurduğu video seçilmiş, görüntülerin Youtube’da paylaşılması ve
sonrasında gelen yorumlar üzerinden inceleme yapılmıştır. Erturan’ın paylaşımı
sonrası sosyal medyada kendisine yönelik olarak gerçekleşen linç ve nefret söylemleri
incelenmiştir.

Resim 1: Oyuncu Ayça Erturan’ın “Kocama hamile olduğumu nasıl söyledim?


Oğulcan nasıl tepki verdi?” isimli videosu ve karnındaki “babacım buradayım”
yazısını göstermesi

Makro Analiz:

Ayça Erturan, eşi Oğulcan Kırca’ya hamilelik müjdesini, sosyal paylaşım sitesi
Youtube’dan bir video ile duyurmuş ve videoda eşine haberi nasıl verdiğini
paylaşmıştır. Hamilelik haberini karnına “babacığım buradayım” yazarak eşi ile
paylaşan oyuncu, sosyal medya kullanıcılarının nefret söylemlerine maruz kalmıştır.
Eşine karnını göstermek için pantolonunu aşağı doğru çeken Erturan, sosyal medya
109

kullanıcıları tarafından ayıplanmış, kendisine “ahlak” ve “edep” hatırlatmaları


yapılmıştır.225

Resim 2: Ayça Erturan’a takipçileri tarafından gelen yorumlar

Ayça Erturan’ın Youtube kanalı incelendiğinde, Erturan’ın paylaşımlarının


tamamını reklam içerikli olarak yapmadığı, özel hayatıyla ilgili paylaşımlar yaptığı,
kendisi ve eşi ile olan hayatını video çekerek paylaştığı görülmüştür. Söz konusu
videoda, hamilelik haberini aldığı ilk anı anlatmış ve eşine söylediği görüntüleri de
gizli kamera ile kaydetmiştir.

Popüler kişiler ve sıradan insanlar arasındaki ilişkiyi “maskesiz karşılaşma”


yönüyle inceleyen Rojek, popüler kişilerin topluma sunduğu imaj ile günlük
hayatlarını yansıttıkları görüntü, paylaşım ve içeriklerin uyumlu olması durumunda
‘onaylanma’ tepkisi aldıklarını belirtmiştir. Rojek’e göre, maskesiz karşılaşmalar
olarak nitelendirilen, topluma mal olmuş kişinin özel hayatı ile kamuya yansıttığı imaj

225
Ayça Erturan’ın hamilelik paylaşımı yaptığı ve nefret söylemine uğradığı video
https://www.youtube.com/watch?v=87p-hfSAqAY 13.07.2021 Tarihinde Erişildi
110

arasında farklılıklar olduğunda ise çatışmanın meydana gelmektedir. Özel


hayatlarındaki paylaşımlar ile kamuda çizdikleri imajın uyumlu olması, takipçilerin
ünlü kişilere karşı “içimizden biri” algısını güçlendirmektedir.226

Çalışmanın ikinci örneği olan Ayça Erturan’ın paylaşımında ise takipçileri, ‘kadın
kimliği ve hamilelik’ üzerinden mahrem alan vurgusu yapmış ve oyuncuyu hedef alan
yorumlar yazdıkları görülmüştür.

226
Rojek, 2003 s. 19-20
111

Resim 3: Ayça Erturan’a yönelik olarak yazılan, “mahrem alan”, “edep ve ahlak”
vurgulu yorumlar

Mikro Analiz:

Ayça Erturan’a karşı başlatılan nefret söylemlerinde, kullanıcıların ahlaki


temalarla yapmış olduğu yorumların, sanatçının kişiliğine yönelik hakaretlere
dönüştüğü görülmektedir. @esrasimmml isimli bir takipçinin “Acaba kim sıradışı
hamilelik sürprizi yapacak diye bir yarış var. Terbiye de kalmadı, önce karınları belli
olmayıncaya kadar söylenmezdi şimdi kadınların hali ortada” şeklinde yorum yaptığı
görülmüştür. Kullanıcının sözleri cinsiyetçi ve kadına atfedilen toplumsal rollere
uymayan kişilere karşı nefret söylemi barındırmaktadır. “Şimdi kadınların hali ortada”
sözleri ile kadın kimliği üzerinden hedef gösterme yapılmıştır. “Önce karınları belli
olmayıncaya kadar söylenmezdi” yorumuyla ise kadınların söylem, hareket, tavır ve
halleri tek tipleştirmeye çalışılmıştır. @aydanur.k.oglu isimli kullanıcı ise “patik
verseydi mesela değil mi? vallahi bu ünlülerin ar damarı yok galiba” sözleri ile yeni
112

bir yorum eklemiş ve Erturan üzerinden tüm ünlü kişileri utanmazlıkla itham etmiştir.
Genel yapı itibariyle olumsuz ve dışlayıcı bir tutum sergilenmiştir.

Sosyal medyada kadınlara yönelik olarak gerçekleştirilen nefret söylemleri ile çok
sık karşılaşılmaktadır. Kadına yönelik, hayatın her anında var olan şiddet biçimleri
Bourdieu’nun bahsettiği “simgesel şiddet” olarak sosyal medyada da kendini
göstermektedir.227 Simgesel şiddet, hayatın her alanında farkında olarak ya da olmadan
karşılaşılabilecek bir şiddet çeşididir. Herhangi bir tavır, bakış, söylem ve mimikler ile
ortaya çıkabilen görünüşte şiddet içermese de arka planda şiddet barındıran bir
durumdur. Kadınlar toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden sistematik olarak simgesel
şiddete maruz kalabilmektedir. Tüm dünyada ve Türkiye’de simgesel şiddetin kadınlar
üzerinde bıraktığı izleri görebilmek mümkündür.

Kadınlar geçmişten günümüze kadar kültürel kodlarla, toplumsal yapıyla, dinler


ile ve toplumda kalıplaşmış gelenek-görenekler ile kuşatılmıştır. Bu yapıların kadınlar
üzerinde çoğunlukla baskıcı etkileri olduğu kadın çalışmaları araştırmalarında ortaya
konulmaktadır. Ataerkil düzen ile birlikte kadının yeri evi olarak görülmüş ve
toplumun her kesiminden kadın üzerinde baskıcı bir sistem oluşturulmuştur. Ünlü
kişiler ve sıradan kişiler de farklı konularda farklı ayrımlara maruz kalmaktadır. Örnek
olayda yorum yapan kişiler nefret söyleminde bulundukları kişiye “kadınlık imajı ve
kadının nasıl olması gerektiği” üzerinden de saldırmaktadır. Yukarıda sözü edilen
paylaşıma gelen yorumlardan biri “madem halka açık bir açıklama yapacaksın keşke
o kadar açmasaydın her yerini” şeklinde sanatçıya tepki göstermiş ve bu sözleri ile
aslında tüm kadınların benzer durumlarda durması makul görülen sınırı çizmiştir.
(Resim: 3)

Bourdieu, simgesel şiddeti, “şiddetin görünmez ve nazik formu” olarak


tanımlamaktadır.228 Buna göre, simgesel şiddete uğrayan kişinin farkında bile olmadan
gerçekleşen eylemler simgesel şiddet tanımına girer. Tasdikleme ya da reddetme
biçimi ile de ortaya çıkabilir.

Bourdieu, simgesel şiddeti; “Kendi kurbanları için bile görünmez olan, bilgi ve
iletişimin salt simgesel yöntemleri aracılığıyla- ya da daha açık bir deyişle, duygusal,
sınırsız, ya da tanıma ve tanımama yoluyla- işleyen duyarsızlaştırıcı ve yumuşak bir

227
Bourdieu, Pierre., Eril Tahakküm, 2015
228
Türk, 2014: 613
113

şiddet türü.”229 Şeklinde tanımlamaktadır. Yukarıdaki örnek olay üzerinden gidilecek


olursak, yorum yapan kişilerin negatif ve nefret söylemi barındıran mesajlar ile bir tür
deşarj durumu yaşadığından da söz edilebilir.

Kitlelerin bir arada olmasını sağlayan ve aradaki bağı güçlendiren deşarj durumu,
Elias Canetti tarafından tanımlanmıştır. Canetti, eskiden halka açık olarak gerçekleşen
idamlarda kesik başın havaya kaldırılmasının ve izleyici kalabalığın attığı çığlığın,
futbol tribünlerindeki seyirciler ile benzer özellik gösterdiğinden bahsetmektedir. Bu
iki durumda da kitlelerin deşarj olduğundan söz edilebilir. Örneklerdeki kullanıcı
yorumlarında ise benzer bir deşarj durumu görülmektedir. Hedef göstererek ve nefret
söyleminde bulunularak, paylaşım yapan kişiler üzerinden bir deşarj durumu
oluşturulmaktadır.

Bu örnekte kullanıcıların yorumlarında ve temas ettikleri noktalarda gözlenen


durum, cinsiyetçi söylemler ile simgesel şiddet uygulanması ve toplumun birilerini
linç ederek deşarj olma ihtiyacını karşılamaya çalışmasıdır. Bu yöntemi benimseyen
kullanıcılar, sosyal medyada tanıdık ve tanımadıkları tüm kullanıcılara karşı linç
girişimleri başlatmakta ve nefret söylemlerini yaymaktadır. Ayça Erturan’ı kadın
bedeni üzerinden hedef alan yorumlar, cinsiyetçiliğe dayalı eşitsizlikleri
pekiştirecektir. Sosyal medya üzerinden yapılan bu temsil biçimleri, kadınların toplum
içinde kendilerini nasıl görecekleri ve başkaları tarafından nasıl görüleceklerini
etkileyecektir.

Ayça Erturan’ın paylaştığı video altına gelen diğer yorumlar:

“Bence kötü bir resim o kadar açmasına gerek var mıydı bence yoktu.”

“Güzel mi şimdi bu?”

“Ayıptır ya, bir de topluma örnek olacaksınız!”

“Tövbe tövbe ya… özel, gizli bir şey kalmamış…”

“Başka yerini bulamadın mı yazmak için.”

“Baya yarıya kadar indirdi. Eyvah dedim bir an. Hiç hoş olmamış.”

“Ben soyunacak sandım. Normalimiz yok abi.”

229
Bocquet, 1989’dan aktaran: Köse, 2004: 57.
114

Bu örnekte nefret söylemi ve hedef gösteren yorumlar yapan kişiler, kadın


bedeninin sınırlarını çizmeye çalışıyor ve hamilelik haberinin nasıl olması gerektiğini
muhataba hatırlatma görevi üstleniyor. Kişilerin dayatmacı yönünün yapılan
yorumlarla öne çıktığı görülmüştür. Ayrıca kadın bedeninin sınırı; mahremiyet, ayıp,
toplumsal kodlar, annelik gibi kavramlar arasına sıkıştırılmaya çalışılmış ve tek
tipleştiren bir ahlak anlayışının dayatıldığı gözlemlenmiştir.

• Oyuncu Pelin Öztekin

Pelin Öztekin, oyuncu Rasim Öztekin’in kızıdır ve kendisi de oyunculuk yaparak


kariyerini sürdürmektedir. Farklı tiyatrolar ve filmlerde rol alan Pelin Öztekin, 2005
yılından beri televizyon dizi ve eğlence programlarında yer almaktadır. Sosyal medya
uygulaması Instagram ’da @peliniioztekin isimli hesabında 487 bin takipçisi bulunan
Öztekin, aynı zamanda 1.316 kişiyi takip etmektedir. Sosyal medya hesabından sık sık
paylaşım yapan Öztekin, genellikle günlük hayatını ve fotoğraflarını şahsi hesabından
paylaşmaktadır.

Instagram hesabında, fotoğrafların yanı sıra zaman zaman video içerikler de


paylaşan Öztekin, babasının vefatının ardından yapmış olduğu duygusal mesajlı
paylaşımlar ile dikkat çekmiştir. Mart 2021 yılında babası Rasim Öztekin’i kaybeden
ünlü oyuncu, sosyal medya hesabından babası ve kendisi ile bir fotoğraf paylaşmış ve
üzüntüsünü dile getirmiştir. 30 Mayıs 2021’de ise havuzda bikinili bir fotoğrafını “My
season is on!” notu ile paylaşmıştır. Bu paylaşımın ardından oyuncu, babasının
ölümünün üzerinden henüz çok az süre geçmiş olduğu hatırlatması ile takipçileri
tarafından tepki dolu yorumlar almıştır.
115

Resim 4: Pelin Öztekin’in Instagram paylaşımı

Makro Analiz:

Paylaşımın altına, Öztekin’in takipçileri tarafından kadın kimliğini ve bedenini


hedef alan yorumlar yazılmıştır. 2014 tarihinde mide ameliyatı geçiren Pelin Öztekin,
86 kilo vermiştir. Kariyerinin büyük bir kısmında aşırı kilolu olarak rol alan sanatçıya
yapılan yorumlar, eski günlerine atıf içeren nefret söylemleri içermektedir. Yorumlar
genel olarak olumsuz bir tavırla ve dışlayıcı ifadelerle oluşturulmuştur.

Yorumlar:

@azizeaaslann “Hiç yakıştıramadım ve de hiç beğenmedim”

@deryaseckinn “Hiç yakıştı mı”

@metincomertpay “Ne çabuk unutuldu böyle pozlar veriyorsunuz”

@bulut_kul20 “Üzgünüm Pelin şu videonun göze hoş gelen hiçbir yanı yok.”

@veysell.sahin “Sil şu kepazeliği.”

@mr.melancholier “Baban seninle gurur duyuyordur.”

@ayla2839 “Biraz yas tutsan...her acının bir yası vardır… bu kadar çabuk tatil, su,
güneş, gülücükler… inanamıyorum sana gerçekten…”
116

Yapılan yorumlar ve nefret söylemleri incelendiğinde babasının vefatının


ardından yeterince yas tutmadığı ithamı ile Öztekin’e hakaret dolu mesajlar yazıldığı
görülmüştür. Sanatçının eski kilolu günlerine atıf yapan yorumlarda ise kadın bedenine
ve güzellik standartlarına yönelik aşağılayıcı ifadelere yer verilmiştir

Resim 5: Pelin Öztekin’in fotoğrafına yapılan hakaret paylaşımları

Mikro Analiz:

@s.clk3 isimli kullanıcı tarafından paylaşımın altına yapılan yorumda, “Babamı


kaybettim 2 sene kendime gelemedim. Nasıl bir rezilmişsin sen yazık sana goril.
İnsanların nasıl bir pislik olduğunu bir şeyler er ya da geç çıkarır ortaya. Seninki de
babanı davul zurnayla uğurlayınca çıktı ortaya” sözleri ile Öztekin’e yönelik hakaret
ve nefret söylemlerinde bulunmuştur. Yorum incelendiğinde söz konusu takipçinin
yakınlarının kayıpları üzerinden Öztekin ve kendisi arasında kıyas ilişkisi kurduğu ve
hakaret sözleri ile de hedef gösterdiği görülmektedir.

Söylem analizi içinde benzetmeler ve mizah yolu ile de imaların yapıldığı


görülmektedir. Pelin Öztekin’e hakaret ederken kullanılan “goril” kelimesi, söylem
analizi unsurları arasında bulunan, benzetmeler ile aşağılama barındıran ifadelere
117

örnektir. Yorum sahibi kişi söz konusu paylaşımda benzetmeler ve eleştiriler


kullanarak Öztekin’in şahsını hedef almıştır.

Makro Analiz:

@vusall_ibra isimli kullanıcı ise, “Görgüsüz, babanın yasını tutsaydın keşke.


Kilolu olduğun zaman seni adam yerine koyan yoktu, Çok Güzel Hareketler ’de hep
seninle alay ederlerdi, yazıklar olsun” yorumunu yapmıştır. Kullanıcının ifadelerine
bakıldığında “kilolu olduğun zaman seni adam yerine koyan yoktu...hep seninle alay
ederlerdi” sözleri ile kadına yönelik nefret söyleminde bulunduğu görülmektedir.

Mikro Analiz:

Kadınların bedenleri, beden ölçüleri, söylemleri ve varlıkları tarihten günümüze


kadar tartışma konusu olan alanlardır. Bu örnekte hakaret söyleminde bulunan
takipçilerin, Pelin Öztekin’in bikinili fotoğraf paylaşmasından babasının ölümüne
yeteri kadar üzülmediği sonucunu çıkardıkları ve Öztekin’i beden ölçüleri ile
yargıladıkları görülmektedir. Oldukça cinsiyetçi ve nefret dolu olan yorumlar, sosyal
medyada yaygın olarak oluşturulan linç hareketlerine örnek olarak gösterilebilir.
“Kilolu olduğun zaman seni adam yerine koyan yoktu” cümlesi ile kadınların beden
sınırları üzerinden toplumsal kabulüne dair rolü ima edilmiştir. Söz konusu yorumun
analizi olarak, insanların beden ölçülerine göre dışlayıcı ve ötekileştirici bir tutum
sergilendiği gösterilebilir.

Resim 6: Pelin Öztekin ile diğer ünlü kişilerin kıyaslamasını yapan nefret söylemleri
118

Makro Analiz:

Öztekin’in paylaşımına gelen yorumlardan biri diğer ünlü kişilerin yas


sürecindeki tutumları ile Pelin Öztekin arasında ilişki kurmaya yöneliktir. Söylemler
incelendiğinde dışlayıcı, ötekileştici ve yargılayıcı bir tavır takınıldığı görülmektedir.

Mikro Analiz:

@sevim_cihan isimli kullanıcı tarafından yapılan yorumda “Halka mal olan


sanatçıların kaybında ailesinden onu hep yaşatması, saygı duyması rencide edecek
davranışlarda bulunmaması beklenir. Çünkü onu güzel hatırlamak, ailesiyle de gurur
duymak, sahiplenmek isteriz. Bunu Kemal Sunal’ın çocukları başarıyor o güzel
evlatları saygıyla selamlıyorum!” ifadelerine yer verilmiştir. Kemal Sunal’ın çocukları
ile Pelin Öztekin arasında bikinili fotoğraf paylaşması üzerinden bir kıyas yapılmış ve
Pelin Öztekin'in havuz içinde paylaştığı fotoğraf ile babasına saygısızlık ettiği
yargısında bulunulmuştur. Nefret söylemi ve yargılayıcı ifadeler mesajın genelinde
görülmektedir.

Resim 7: Pelin Öztekin’in fotoğrafı üzerinden kadınlara yönelik nefret söylemi yapan
yorum

Makro Analiz:

@sume.yye489 isimli kullanıcı tarafından yapılan bir diğer yorumda “Çok


üzülmüştüm ama sana boş saygınlığını bitirdin. Yazık ki rahmetli babana sana vefa
duygusunu katamamış adamcağız aldığın aile eğitimi boşa gitmiş! Ölen öldüğü ile
119

kalsın! Sen de hayat boş pompala coş işte (sinirli surat ve iğrenen surat emojisi) yazık
çok yazık alın size kız evlat!” ifadelerine yer verilmiştir.

Mikro Analiz:

Yorumu yapan kişi Öztekin’e yönelik nefret ve hakaret söylemlerinde


bulunmuştur. “Yazık çok yazık alın size kız evlat!” sözleri ile ise, kız çocuklarının
uyması gerektiği toplumsal rolleri hatırlatmış ve kadını değersizleştiren bir tutum
takınmıştır. Öztekin’in kişisel Instagram sayfası üzerinden paylaştığı bir fotoğraf
üzerinden “yazık ki rahmetli babana sana vefa duygusunu katamamış adamcağız”
çıkarımı yapılmış ve Öztekin hedef gösterilmiştir. “Hayat boş, pompala coş” cümlesi
kullanılarak ima yolu ile erotik bir çağrışım yapılmıştır. Kadın bedeni üzerinden imalar
ve ahlaki sınırlar çizilerek, hedef olan kişinin şiddetin ve nefret söylemlerinin meşru
hedefi olması sonucu inşa edilmiştir.

Yorumların Genel Analizi:

Pelin Öztekin’in babasının vefatından bir süre sonra paylaştığı bikinili havuz
fotoğrafı üzerinden hem bedenine yönelik hem de kişiliğine yönelik saldırılar
yapılmıştır. Yorumların genelinde yadırgayıcı ve ayıplayıcı ifadelere yer verilmiştir.
“Kadın vücudu” ve “çıplaklık” ile “yas süreci” arasında bağ kurularak nefret
söylemleri üretilmiştir. Bununla birlikte destekleyici yorumlar da paylaşım altında yer
almaktadır. Ancak bu yorumlar da Pelin Öztekin’i desteklerken, saldırgan yorum
yapanlara yönelik nefret söylemleri barındırmaktadır.

Söylemlerin genelinde deşarj ihtiyacı, ayrımcılık, saldırgan dil ve yargılayıcı


nefret söylemleri bulunmaktadır. Linç içeren yorumlar hoşgörüsüz ve tahammülsüz
bir tavır göstermekte kişilerin özgür iradelerini hedef almaktadır.

• Nevşin Mengü, Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin, Feyza Altun

Kadınlara yönelik nefret söylemlerine bakıldığında, geçmişten günümüze kadar


farklı yöntemlerle sürdürüldüğü görülmektedir. Özellikle toplumda ön plana çıkmış
olan ve tanınan kadınlara yönelik nefret söylemleri çoğu zaman basında, sosyal
medyada ve televizyonlarda karşımıza çıkabilmektedir. 2020 yılında Gazeteci Nevşin
Mengü, Siyasetçi Canan Kaftancıoğlu, Oyuncu Berna Laçin ve Avukat Feyza Altun
hakkında sosyal medyada linç kampanyaları düzenlenmiş ve söz konusu kişiler nefret
120

söylemlerine maruz bırakılmıştır. Sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden yayınlanan


twitlerde Nevşin Mengü, Feyza Altun, Canan Kaftancıoğlu ve Berna Laçin “kadın”
kimlikleri üzerinden linçe uğramıştır.

Resim 8: Canan Kaftancıoğlu, Feyza Altun, Berna Laçin ve Nevşin Mengü’ye yönelik
atılan Twit içeriği

Makro Analiz:

@elmerubaba isimli kullanıcı tarafından “Herkes yazmış, darbeye yeltenirlerse,


Nevşin benim, Berna benim, Feyza Altun benim. Canan’ı ben almam. Aklınızdan bile
geçirmeyin şimdiden söyleyeyim…” ifadelerini içeren bir Twit paylaşılmıştır.
Kendisine cevap olarak gelen başka bir yorumda ise “Cananı aldım gitti, az buçuk
bütün dinler hakkında bilgim var ve tecrübem var o bana ait” ifadesi kullanılmıştır.

Mikro Analiz:

Söz konusu iki Twit incelendiği zaman kullanıcıların kadınların şahsına ve vücut
bütünlüğüne karşı saldırgan bir tutum içinde oldukları görülmektedir. Olası darbe
senaryosu üretilerek kadınlara yönelik nefret söylemleri oluşturulmuş ve tecavüz
imasında bulunulmuştur. Kadın kimliği üzerinden tecavüz ve zorla alıkoyma tehditleri
yapılarak, söz konusu kadınlara gözdağı vermeye çalışılmıştır. Kadının vücut
121

bütünlüğüne yönelik bu ve benzeri nefret söylemleri çoğunlukla ataerkil toplumlarda


ortaya çıkmakta ve günümüzde sosyal medya üzerinden de üretilmektedir.

Söz konusu iki Twitin ifadeleri incelendiğinde, tehdit, nefret, ötekileştirme ve


deşarj kavramlarının öne çıktığı görülmektedir. Ayrıca kullanılan tecavüz imalı sözler
ile linç olaylarının tehlikeli boyutu da bir kez daha gözler önüne serilmiştir. İlk Twitte
yer alan “Nevşin benim, Berna benim, Feyza Altun benim” sözleri ile alıkoyma ve
tecavüz iması yapılmıştır. İkinci Twitte kullanılan “o bana ait” sözü ile kadın bedeni
ve kişiliğinin sınır ihlali yapılmakta, söylem tecavüz iması içermektedir.

4.4.4 Toplumsal Olaylar Üzerinden Linç

Linç ve nefret söylemleri sadece belirli bir kişiye yönelik veya paylaşım üzerinden
değil, toplumsal olaylarla ilgili olarak da gerçekleşebilmektedir. Genellikle toplumun
genelini ilgilendiren ve herkesin paylaşımları ile gündem oluşturduğu olayları
paylaşmayan kişilere karşı da linç girişimleri başlatılmaktadır.

Çalışmanın üçüncü kategorisi olan toplumsal olaylar üzerinden linç bölümünde


yukarıda belirtilen duruma örnek olarak komedyen Cem Yılmaz’a yönelik başlatılan
linç kampanyası incelenecektir.

2020 yılında meydana gelen Elâzığ depremi sonrasında sosyal medyada maddi ve
manevi olarak destek kampanyaları başlatılmış ve pek çok kişi bu kampanyalara
katılım göstermiştir.230 Yardım kampanyaları ve destek mesajları paylaşılırken bazı
sosyal medya kullanıcıları komedyen Cem Yılmaz’ı “deprem ile ilgili bir paylaşım
yapmadığı” gerekçesiyle linç etmeye başlamışlardır. Sosyal medya mecraları arasında
en çok kullanılan uygulamalardan biri olan Twitter üzerinde bir kampanya başlatılmış
ve Cem Yılmaz aleyhine hashtag oluşturularak linçlerin odağı haline getirilmiştir.

230
https://tr.wikipedia.org/wiki/2020_Elâzığ_depremi 14.07.2021 Tarihinde Erişildi.
122

Resim 9: Cem Yılmaz’ı hedef alan Twitter paylaşımları

Makro Analiz:

@TheLaikYobaz isimli Twitter kullanıcısı tarafından “Sinema filmi izlenmedi


diye sosyal medyada her saniye paylaşım yapan Cem Yılmaz, Elazığ’da gerçekleşen
deprem için hiçbir paylaşım yapmadı. Bu milletin sanatçısı olamazsan millet de
filmine gitmeyerek en güzel cevabı verir. Tüm bunlar müstehak sana!” ifadelerini
kullanmış ve #YazıklarOlsunCemYılmaz hashtag'ı oluşturmuştur. Bu paylaşımın
ardından oluşturulan Hashtag’e farklı destek mesajları da gelmiş ve Cem Yılmaz kısa
süre içinde ülke gündemi sıralamasında bir numaraya yükselmiştir. “Bu milletin
sanatçısı” ifadesi, ötekileştirici ve ayrıştırıcı bir tavır ile kullanılmıştır. Bu söylem,
toplum içindeki kutuplaştırmayı artırıcı bir etkiye sahiptir.

Mikro Analiz:

TheLaikYobaz isimli kullanıcının ifadeleri incelendiğinde, komedyen Cem


Yılmaz’a yönelik hakaret ve nefret söylemlerini barındırdığı görülmektedir. Meydana
gelen doğal afetle ilgi doğrudan ilgili kişi olmamasına rağmen ünlü olduğu gerekçesi
ile ‘paylaşım yapmadı’ baskısına uğrayan Cem Yılmaz için “Bu milletin sanatçısı
olamazsan millet de filmine gitmeyerek en güzel cevabı verir” ifadelerini kullanmış
ve sanatçıyı hedef göstermiştir. Söz konusu mesajın ardından hashtag oluşturularak
nefret söylemlerinde bulunulması bir sosyal medya linçini beraberinde getirmiştir.
123

Makro Analiz:

@sametdemir isimli bir diğer kullanıcı oluşturulan hashtag’e destek vererek,


“Cem Yılmaz afetzedeler ile ilgili bir paylaşımda bulundu mu? Bulunmaz bu tipler.
Bunları iyi tanıyalım” Twitini yazmıştır.

Resim 10: Cem Yılmaz’a yönelik başlatılan linç girişimlerine destek veren mesaj

Mikro Analiz:

Cem Yılmaz’a yönelik başlatılan nefret söylemi ve sosyal medya linçini


destekleyen kullanıcının ifadelerine bakıldığı zaman “Destek olmaz bu tipler, bunları
iyi tanıyalım” cümlesini kullandığı görülmektedir. Bu sözler ile sanatçı hedef
gösterilmiş ve dışlanmıştır. “Bu tipler” ve “Bunları iyi tanıyalım” sözleri ile genelleme
yapılmış ve toplum içindeki kutuplaşmayı artıracak bir tavır gösterilmiştir.

Örneklerde belirtilen ifadeleri incelediğimizde, nefret söyleminde bulunarak


deşarj ihtiyacını karşılama ve ötekileştirici bir tavır görülmektedir. “Bunları iyi
tanıyalım” sözleriyle ise ayrıştırıcı bir tutum takınılmış, toplum içinde bizden-sizden
kutuplaştırması yapılmaya çalışılmıştır. Örneklerde gözlemlenen diğer ifadeler ise;
kinizm, ötekileştirme, kendinden olmayana tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük ve
dışlama, ayrımcılık şeklinde olmuştur.
124

4.4.6 LGBTİ+ Bireylere Yönelik Olarak Gerçekleşen Linçler

Sosyal medyada yer alan linç ifadeleri kimi zaman nefret söylemi olarak kullanılsa
da bazı durumlarda müdahale çağrısı olarak da gerçekleşebilmektedir. Özellikle
LGBTİ+ bireylere yönelik olarak ötekileştirici cümleler ve nefret söylemleri sosyal
paylaşım sitelerinde sık sık yer almaktadır. Tüm dünyada görülebilen homofobik
nefret ve linç girişimleri, Türkiye özelinde de varlığını devam ettirmektedir. LGBTİ+
bireylerin toplumda görünür olma çabalarının bir parçası olan Onur Yürüyüşleri çoğu
zaman yasaklanmaya çalışılmakta ve müdahaleye uğramaktadır. Geçmişten günümüze
kadar bakıldığında Onur Yürüyüşlerini engellemeye yönelik pek çok girişim ile
karşılaşmaktayız. LGBTİ+ bireylere yönelik tahammülsüz ve dışlayıcı bir tutum alan
kişiler sosyal medyada nefret söylemlerini oluşturmaktadır. Araştırmanın dördüncü
kategorisi olan LGBTİ+ bireylere ve ötekilere yönelik gerçekleşen linç girişimlerine
örnek olarak çeşitli sosyal medya paylaşımlarını incelenecektir.

Resim 11: LGBTİ+ bireylerin Onur Yürüyüşü etkinliğini hedef alan sosyal medya
örgütlenme çağrısı

Makro Analiz:

Sosyal medya paylaşım sitesi Facebook üzerinden paylaşılan bu paylaşımda,


‘Müslüman Anadolu Gençliği’ isimli bir grup kurulduğu ve Onur Yürüyüşüne karşı
olarak “Onursuz sapıklar” şeklinde nefret söylemi üretildiği görülmektedir. Etkinliğin
ismi ise tehdit edici ve ötekileştirici bir çağrıyı yinelemektedir. “Onursuz Sapıkları
Yürütmüyoruz” başlığı ile oluşturulan bu etkinliğe pek çok kişinin katılması çağrısı
yapılmaktadır.
125

Onur Yürüyüşü’ne katılacak olan LGBTİ+ bireylere müdahale edileceğinin ilanı


olan bu etkinlik sosyal medyada örgütlenmiş ve etkinliğin metninde “19 Haziran’da
yapılacak olan etkinliğimizin asıl amacına ulaşması ve toplumumuzda var olan bu
ahlaksızlığa gerekli dikkati çekmesi için 26 Haziran tarihine ertelenmiştir. Eylemimiz
19 Haziran'da yapılacak olan Travestilerin yürüyüşü yerine bütün LGBTİ+’li
sapıkların katılacak olduğu asıl yürüyüş tarihi olan 26 Haziran Pazar saat 16:00’da
başlayacaktır.” ifadelerine yer verilmiştir.

Mikro Analiz:

Bu metinde yer alan, “Toplumumuzda var olan bu ahlaksızlığa dikkat çekmek”


ifadesi ile LGBTİ+ bireyler hedef gösterilmiş ve nefret söyleminde bulunulmuştur.
Sosyal medyadan örgütlenen saldırganlar çoğu zaman eylem alanlarına provokatif
girişimlerde bulunmakta ve fiziken de linç girişimlerini meydana getirmektedir. Bu
metni oluşturan kişiler de LGBTİ+ bireylere “gereken tepkiyi vermek” adı altında bir
müdahaleden söz etmektedirler. Bu söylem, linç hareketlerini ve şiddeti
meşrulaştırmaktadır. Oluşturulan duyuru metninde dikkat çeken bir diğer ifade ise
“LGBTİ+’li sapıklar” ifadesidir. Bu söz nefret söylemi ve ayrıştırıcı bir amaçla
kullanılmıştır. LGBTİ+ bireyleri “sapık, sapkın” olarak nitelemek toplum içinde
ötekileştirici bir durumun oluşmasına sebebiyet vermektedir. “Sapık ve sapkın” ifadesi
olumsuz anlamda kullanılmış, küçük düşürücü ve ötekileştirici bir imaj
oluşturulmuştur.

Metni oluşturanlar ve destekleyenlerin kullandığı dile bakıldığında, nefret


söyleminde bulunarak aynı düşüncede olduğu kişilerden destek görme isteği, deşarj,
linç tehditi, ötekileştirici / ayırıcı söylem, bir kişiyi veya grubu ait olduğu cinsel kimlik
sebebiyle toplumdan dışlama ve düşman ilan etme kavramlarının bir arada kullanıldığı
görülmüştür.

Canetti’nin bahsettiği deşarj kavramı bu grubun çağrısında kendine yer


bulmaktadır. Ona göre, insanların mesafe yüklerinden kurtulmalarının tek yolu hep
beraber hareket etmektedir. Tek bir amaca kenetlenmek ve deşarj sırasında bütün
farklılıklar rafa kalkar ve insanlar kendilerini bir hisseder. Bir kişinin kendini
diğerinden farklı görmediği kitle halinde tam bir eşitlik ve birlik söz konusudur. Bu
durum da kitleyi bir arada tutan en önemli etkendir.231 Söz konusu örnekte sosyal

231
Canetti, Elias, 2016, s. 17
126

medya üzerinden çağrıda bulunarak saldırı örgütleyen bu grup, kitle olmanın gücüyle
deşarj olmak istemektedir. Söz konusu metin içinde; kinizm, düşmanlık, ötekileştirme,
hoşgörüsüzlük, dışlama ve önyargı kavramlarını da barındırdığı görülmüştür.

Resim 12: LGBTİ+ bireylerin haklarını savunan kişi ve kurumlara yönelik nefret
söylemi örneği

Makro Analiz:

LGBTİ+ bireylere yönelik olarak gerçekleşen nefret söylemleri yalnızca doğrudan


bireylerin kendisine yönelik değil aynı zamanda onların hakkını savunan ve destek
mesajı yayınlayan kişi / kurumlara yönelik olarak da gerçekleşmektedir.
@hacıyakışıklı isimli kullanıcı tarafından sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden
paylaşılan bu gönderide LGBTİ+ kişilere destek veren kurumlar hedef alınmıştır.

Mikro Analiz:

Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Barolar Birliği, Türk Mimar ve Mühendisler


Odaları Birliği isimli kurumlar, LGBTİ+ bireylere destek verdiği iddiası ile
ötekileştirilmiş ve nefret söylemine maruz kalarak hedef gösterilmiştir. Yukarıdaki
örnekte ismi geçen kullanıcı “Müslüman mimar ve Mühendislerden alınan aidatlarla
127

LGBTİ+ bireyleri savundukları” gerekçesi ile meslek odasının kapatılmasına yönelik


çağrıda bulunmuştur. Bu söylemde hem hedef gösterilen LGBTİ+ bireyler hem de
onların haklarına destek olan çeşitli kurumlar da saldırının hedefi konumundadır.

Resim 13: LGBTİ+ bireylere destek veren markaya boykot çağrısı yapan paylaşım

Makro Analiz:

LGBTİ+ bireylere yönelik olarak gerçekleşen nefret söylemleri ve linç girişimleri


çoğu zaman çeşitli kurum ve markalara yönelik olarak da oluşabilmektedir.
Yukarıdaki örnekte @nurullah isimli kullanıcı tarafından bir giyim markası hedef
alınmış ve LGBTİ+ bireylerine destek verdiği için hedef gösterilmiştir. Metnin
genelinde olumsuz bir tutum sergilenmiştir.

Mikro Analiz:

Paylaşım, söz konusu markanın LGBTİ+ bireyleri desteklediği için özür dilemesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Metnin en dikkat çeken bölümü ise, “LGBTİ+’yi bu
ülkede normalleştiremezsiniz” çıkışıdır. Bu söylem ile LGBTİ+ kişiler “anormal”
olarak nitelendirilmiş ve dışlayıcı bir tavıra maruz bırakılmıştır. Ayrıca, “LGBTİ+’yi
bu ülkede normalleştiremezsiniz” çıkışı ise kinizm barındırmakta ve önyargıda
bulunarak söz konusu insanları öteki olmaya mahkûm eden bir anlayışla ifade
edilmektedir.
128

“Burası Türkiye” sözleri ile yukarıda yer alan diğer örneklerde kullanılan “Sapkın ve
sapık” ifadeleri, LGBTİ+ bireylerin toplum içinde yer almaması gerektiğini ifade
etmekte ve dışlayıcı bir tutum göstermektedir.

4.4.7 Göçmen ve Azınlıklara Yönelik Gerçekleştirilen Linçler

Linç olayları, eşitliksiz taraflar arasında gerçekleşen ve güçlü olanın güçsüz olana
üstün çıktığı bir durumdur. Toplumlar arasında göç eden ve başka bir toplum içine
sonradan göçen gruplar genellikle güçsüz olarak görülmüş ve kimi zaman saldırıların
hedefi olmuştur. Bu bağlamda Türkiye’ye göç eden farklı etnik kimliklere sahip
gruplar da zaman zaman linç girişimlerine maruz kalmaktadır.

“Mevcut düzeni korumak isteyen” gruplar kimi zaman kendilerinden zayıf


gördükleri gruplara saldırmakta ve linç çağrılarında bulunmaktadır. Günümüzde linç
olayları planlı ve plansız şekilde gerçekleşmektedir. Planlı olarak yapılan saldırıların
genellikle sosyal medya üzerinden organize edildiği görülmektedir. Sosyal medya
üzerinden bir kişi ya da grubu linç etme çağrısı yapan grupların hukuku askıya alan
ifadeler kullandığı görülmüştür. Örneğin; Suriyelilere yönelik “bu vatan bizim”,
“göçmenleri beslemek istemiyoruz” gibi ifadeler. Göçmenlere yönelik linç
çağrılarında çoğunlukla hakaret ve aşağılama ifadeleri de kullanılmaktadır. Bununla
birlikte milliyetçi söylemlerin de göçmenlere yönelik planlanan saldırılarda halkı
galeyana getirmek için sıkça kullanıldığı görülmektedir. “Türkiye Türklerindir”, “Ya
sev ya terk et” gibi kalıplaşmış söylemler genellikle göçmenlere yönelik linç
çağrılarında kullanılmaktadır.

Çalışmanın yedinci örneği olarak Ankara Altındağ’da Suriyeli yerleşimcilere


yönelik gerçekleşen linç olayı incelenmiştir. Basına yansıyan olayda saldırganların
“Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber” sözlerini kullanarak sığınmacılara saldırdıkları
görülmüştür.232 Bu söylemler Milliyetçi ideolojinin izlerini taşımaktadır. Din ve
birliktelik vurgusu yaparak yabancı görülen gruplar üzerinde sözlü ve fiziksel
hakimiyet kurulması, linç gruplarının gösterdiği temel hareket türlerindendir

232
Altındağ’da Suriyelilere Yönelik Saldırılar Çığrından Çıktı Haberi,
https://sendika.org/2021/08/altindagda-suriyelilere-yonelik-saldirilar-cigrindan-cikti-yagma-talan-ev-
basma-esya-yakma-konvoy-tekbirlerle-saldirilar-628493/ (20.09.2021 Tarihinde Erişildi)
129

Resim 14: Suriyeli sığınmacılara yönelik linç çağrısı

Makro Analiz:

Sosyal paylaşım siteleri linç girişimi çağrılarında en çok kullanılan alanlar


arasındadır. Bu paylaşımda Suriyelilere yönelik linç çağrısında bulunan kişi, “1 dal
sigara yüzünden kardeşimizi bıçaklayarak hastanelik eden sözde delikanlı ama
ülkelerini bırakıp kaçıp gelen Suriyelilerden intikam alma vakti… Arkadaşlarınızı
davet edin ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi. 5 bin kişiyle girsek yakar çıkarız
Önder’i.” sözleri ile sosyal medya kullanıcılarına çağrıda bulunmuştur.

Mikro Analiz:

Linç suçları, kalabalık ve güçlü hisseden tarafların hukuku askıya alan söylemlerle
harekete geçmesiyle meydana gelir. Bu örnekte göçmenlere saldırıyı örgütleyen kişi,
“sözde delikanlı ama ülkelerini bırakıp kaçıp gelen” cümlesi ile erilliğe ve erkekliğin
toplumsal rollerine atıfta bulunarak delikanlılığı ülkesinde kalıp savaşmak ve bir
gösterisi olarak kodlamaktadır. Devam eden cümlede, “Suriyelilerden intikam alma
vakti” sözleri dikkat çekmektedir. İntikam ve kin duygusu ile hareket geçen gruplar,
müzakere ve karşılıklı diyalog kapılarını yıkarak kaos yöntemini tercih ederler.
130

Resim 15: Suriyelilere yönelik linç girişimini organize eden sosyal medya paylaşımı

Linç suçları genellikle güçlü olanın ve aidiyet hisseden tarafın kendilerinden zayıf
gördükleri kişi ya da gruplara saldırması ile oluşur. Göçmenleri hedef alan kişilerin
sözleri genellikle yerleşik olma vurgusuna sahiptir ve dışarıdan gelene karşı
hoşgörüsüz bir tavır sergilerler. “Göçmen tehlikesine” karşı teyakkuzda olan
söylemler ile linç girişimleri başlatılır.

Makro Analiz:

Göçmenlere karşı saldırı organizasyonu planlayan bu paylaşımda “parkta buluşma


olsun 17.30’da sonra gereği yapılsın inşallah. Dükkanlar mesken tutulmuş
boşalttıralım oralar da bizim geleceğimiz” sözlerine yer verilmiştir. Devam eden
cümlede geçen “isteyen emanetini yanına alsın” sözleri ile silahlandırmaya yönelik
çağrı yapılmıştır. Linç girişimi için toplanma yeri planlaması yaparken “Alemdağ
parkında buluşalım… bu park Suriyelilerin istila ettiği bir park, orada toplanacağız”
ifadelerine yer verilmiştir. Kamuya ait alanlardan biri olan parkın çoğunlukla
göçmenler tarafından kullanılması “istila” sözcüğü ile tanımlanmıştır.

Mikro Analiz:

Paylaşımda kullanılan sözler söylem analizi ve içerik analizi üzerinden


incelendiğinde temsili pek çok detayın kullanıldığı görülmektedir. Göçmenler ve
131

sığınmacıların göç ettikleri ülkelerde mal ve mülk sahibi olmaları, gelir getiren bir
işletme sahibi olmaları gibi hayatın olağan düzenine ait olan durumlar göçmen
karşıtları ve linç grupları tarafından hoş karşılanmamaktadır. Linç gruplarını oluşturan
kişilerde Milliyetçi ideolojinin söylemleri ile hareket etme yaygın bir durum olarak
görülmektedir. Bu bağlamda yerleşik olan kişiler göçmenlere karşı “bizim”
sahipleniciliğinde hareket etmekte ve göç yoluyla gelen kişileri kamusal alandan
dışlamaktadır. Paylaşımda kullanılan “dükkanlar mesken tutulmuş boşalttıralım.
Oralar da bizim geleceğimiz” ifadeleri göçtükleri ülkede mal ve mülk sahibi olan
göçmenlerin aslında hiçbir şeyin sahibi olmadıkları, tüm söz hakkının yerleşik kişilere
ait olduğu vurgusu vardır. Hukuki olarak mal ve mülk sahibi olan göçmenlerin
dükkanlarının ellerinden alınmasına yönelik çağrı yapan kişiler, kendilerini hukukun
üstünde görmektedir.

Linç güruhları genellikle agresif ve sokak tabirleri ile kendilerini ifade ederler.
Suriyeli göçmenlere saldırı planlaması yapan bu paylaşımda “isteyen emanetini yanına
alsın” sözleri ile silahlanma çağrısı yapılmıştır. Güçlü olanın güçsüz olan üzerinde hem
psikolojik hem de fiziken oluşturduğu baskı ve şiddet biçimleri, göçmenlerin vücut
bütünlüğüne ve hayatına karşı da tehdit içerir. Silahlanma çağrısını kamuya açık sanal
ortamlarda rahatlıkla yapan kişilerde düşman ve öteki gördükleri gruplara karşı
hukukun bağlayıcılığını tanımama rahatlığı vardır. Söz konusu örnekte herkese açık
kamusal bir alan olan parkların göçmenler tarafından kullanılmasının “istila” olarak
tanımlanması, konuyu saptırmış ve linç grupları üzerinde göçmenleri hedef gösteren
bir ifade olarak kullanılmıştır.

Yukarıda örneklerle gösterilen paylaşımlarda; önyargı, ötekileştirme ve dışlama,


hoşgörüsüzlük, ötekine tahammül edememe ve hedef gösterme ifadelerine
rastlanılmaktadır. Aynı zamanda kişiler sosyal medya üzerinden örgütlenerek linç
grupları oluşturmaya çalışmakta ve halkı galeyana getiren girişimlerde bulunmaktadır.
132

SONUÇ ve ÖNERİLER

Bu çalışmada, Türkiye’de meydana gelen linç olaylarından örnekler incelenmiş


ve linç kültürünün sosyal medyada yeniden üretilmesi konu edilmiştir. Linç olaylarını
meydana getiren koşullar ve kitlelerin hareket motivasyonları örneklerle açıklanmıştır.
Örnekler, nitel analiz ve söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir.

İnternette ve kütüphanede yapılan araştırmalarda, sosyal bilimler alanında yapılan


önceki çalışmalar incelenmiş ve ülkemizde linç olgusuna dair yapılmış çalışmaların
kısıtlı olduğu görülmüştür. Türkçe kaynakların ve makalelerin yetersiz olması,
ülkemizde linç olgusu ve linç kültürü üzerine yapılan çalışmaların eksik olduğunu
göstermektedir. Bununla birlikte İngilizce kaynakların bir hayli fazla olması Batı
ülkelerinde linç konusuna dair yapılan araştırmaların çeşitliliğini göstermektedir. Linç
olgusu kavram olarak ilk defa Batı’da ortaya çıkmış ve özellikle Amerika’da
geçmişten günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. ABD’de meydana gelen linç
olaylarında yaklaşık beş bin kişi linç edilerek öldürülmüştür. Bu bağlamda toplumsal
bir sorun haline gelen linç meselesi, derinlemesine bilimsel çalışmalar yapılarak
incelenmiştir. Linç konusunda İngilizce olarak yayınlanmış kitap ve makalelerin
Türkçeye çevrilmesinde de kaynak sıkıntısına rastlanmıştır. Yapılan çalışmanın
Türkiye’nin linç kültürünü öğrenmek isteyen araştırmacılara faydalı olacağı
düşünülmektedir. Ayrıca toplumsal şiddet olayları ve nefret söyleminin sosyal
medyada yaygınlaşmasının engellenmesine yönelik yapılacak çalışmalara da bilimsel
katkı sunacağı düşünülmektedir.

Linç kelimesi, geçmişten günümüze kadar bir grup insanın diğer kişi ya da kişilere
fiziki saldırısını tanımlamak için kullanılmıştır. Günümüzde ise bu tanım artık yeterli
olmamaktadır. Kelimenin sözlük ve ansiklopedik tanımının güncel durumu
tanımlamaya yetmediği görülmüştür. Kavramsal olarak ve anlam olarak linç olgusu
zaman içinde dönüşüme uğramıştır. Bu sebeple çalışma içerisinde güncel anlamları ile
linç olgusu yeniden tanımlanarak linçe sebep olan unsurlar sıralanmıştır.
133

Linç olaylarını incelerken, şiddet ve kitle olgusunu incelemek linç motivasyonunu


anlamak açısından faydalı olacaktır. Çalışmada linçin üç unsurundan biri olarak şiddet
olgusu açıklanmıştır. Yaşanan linç olaylarına karşı toplumların tutumları
incelendiğinde söz konusu linç suçunu oluşturan kişi ya da kişilerin durumlarına göre
saldırıların destekçi kazandığı ya da eleştirildiği görülmüştür. Şiddet uygulayan
topluluk, saldırılan kişinin taciz, tecavüz, “vatan haini”, katil zanlısı gibi durumlarla
olan ilişkisine göre haklı ya da haksız görülmektedir. Özgeci bir tavırla yapılan linç
girişimleri çoğunlukla toplumdan destek görmektedir. Ülkemizde politik ve siyasi
söylemler de söz konusu suçları işleyen kişilere yönelik olarak gerçekleşen linç
girişimlerini çoğunlukla destekler bir tavır almaktadır. Linç hareketi içinde şiddet
barındırdığı için toplum tarafından doğal olarak tasvip edilmeyen bir durum olarak
görülmektedir. Ancak saldırılan kişinin toplumun genelini etkileyen suçlara sahip
olması veya bu suçların ona isnat edilmesi linç edilmesini haklı bulanların çoğunlukta
olduğu sonucunu doğurmaktadır. Linç edilen kişi ya da kişilerin isnat edilen suçları
(taciz, tecavüz, cana kasıt, hırsızlık vb.) işleyip işlemediğinin kesin olmadığı
durumlarda ise linç suçları düşmanca tavır olarak değerlendirilmekte ve çağdışı olarak
görülmektedir.

Çalışmada linç olaylarının unsurları arasında şiddet, mağdur ve kitle


gösterilmiştir. Linçin kaynakları bölümünde milliyetçilik ile linç olayları arasındaki
ilişki işlenmiştir. Türkiye’de politik söylemler ve milliyetçilik kimi zaman kullanılan
politik söylemlerle linç olaylarının yaşanmasını normalleştirmekte ve linç suçlularını
savunan bir tutum sergilemektedir. Hukukun yetersiz görüldüğü durumlarda halkın
verilen hukuki cezalar ile ikna olmaması durumlarında linç bir toplumsal refleks gibi
görülmektedir. Toplu saldırılar özellikle toplumun genelini ilgilendiren milliyetçi
söylemlerin arkasına sığınarak gerçekleştirilmektedir. Hukukun yetersiz görüldüğü
durumlarda linç güruhları saldırganlığı bir tür halk adaleti olarak uygulamaktadır.
Geçmişten günümüze kadar sokak saldırıları ile fiili olarak gerçekleşen linçler
günümüzde boyut değiştirerek sanal ortamlarda da karşımıza çıkmaya başlamıştır.
Siber şiddet ve sanal linçler ile insanlar hedef gösterilmekte ve toplu olarak nefret
söylemine maruz kalmaktadır. Çalışmada vurgulanan konulardan biri linç
olaylarındaki bu dönüşüme ve sanal alana taşan nefret söylemlerinin tehlikelerine
dikkat çekmektir.
134

Linç olaylarına verilen tepkiler üzerine yapılan araştırmalarda eğer linç edilen kişi,
küçük bir çocuğun ölümüne sebep olmuş, tecavüz zanlısı ya da kasten adam öldüren
birisi ise çoğunlukla linç edilmesinin ‘toplumun adaleti’ olarak görüldüğü tespit
edilmiştir. Linç suçları, hukukun askıya alındığı durumlar olarak ortaya çıkmakta ve
‘sokağın kendi adaletini’ tesis etmesi olarak görülmektedir. Linç suçlarının
haberleştirilmesinde basının haberi veriş şekli toplumları büyük oranda etkilemektedir.
Linç eden grup ile seyirci arasında empati oluşturacak şekilde haber dili kullanılması
linç suçlarını toplum gözünde normalleştirir. Buna bağlı olarak kişilerin toplumda
kabul görme ya da takdir alma düşüncesi ile linç girişimlerini başlattığı ve dahil olduğu
görülmüştür. Adi suçlara yönelik veya Milliyetçi refleksler ile yapılan saldırıların
haricinde linç olayları çoğunlukla nefret söylemi ve hedef gösterme şeklinde sosyal
medya mecralarında da karşımıza çıkmaktadır. Öfkeli grupların hedefi olan mağdur
kişi genellikle Twitter, Instagram, Facebook gibi sosyal ağlarda yazılı ve görüntülü
olarak saldırıya uğramaktadır.

Çalışmanın dikkat çektiği konulardan bir diğeri linç olaylarının yaşanması için
sadece toplumsal reflekslerin değil sanal mecralarda görünür olma çabasının da etkili
olduğudur. Genellikle tanınmış kişiler ve kamuoyunun tanıdığı, göz önünde olan
ünlülere yönelik olarak gerçekleşen nefret söylemleri sanal linçleri meydana
getirmektedir. Bunun birlikte “linçe uğramak” kavramı da dönüşüme uğramış ve
sadece fiziki saldırı anlamından sıyrılmıştır. Linç kavramının içine “aynı görüşe sahip
olmadığım için linçe uğradım”, “fiziki görünüşüm sebebiyle linç edildim” gibi
söylemler de dahil olmuştur. Bu bağlamda, linç kelimesi ile klasik saldırıların ifade
edilmesinin yanı sıra, sosyal mecralarda ve basında hedef gösterilmenin / tepkilerin de
dahil olduğu görülmüştür.

Medyanın geleneksel medyadan yeni medyaya olan dönüşümü toplumu yakından


etkilemiştir. Araştırmanın sonuçlarından bir diğeri, geleneksel medyada kolaylıkla
teyit edilebilen bilgilerin, sosyal medyada teyit edilmesinin zor olduğu yönündedir.
İnternetin doğası gereği özgür olan yapısı hızlı bir şekilde dolaşıma giren
enformasyonun teyit edilmesini zorlaştırmakta ve dezenformasyon bilgilerin
kolaylıkla yayılmasına zemin oluşturmaktadır. Bu bağlamda sanal ortamlarda yayılan
yanlış haber ve içerikler kolaylıkla sanal reflekslere sebep olmaktadır. İnternette
oluşan nefret söylemi ve hedef gösteren içerik paylaşımı kitleleri manipüle etmektedir.
Sokaklarda meydana gelen fiziki linçlerin, sanal kitleler tarafından hedef gösterilerek
135

ve aşağılayıcı yorumlar yaparak sanal ortama taşındığından söz etmek mümkündür.


Linç kavramının dönüşümü incelendiğinde, linçin artık yalnızca fiziki saldırılardan
ibaret olmadığı, psikolojik şiddet ve hedef göstermenin de linç olarak
tanımlandığından söz edilebilmektedir.

Araştırmanın sonuçları arasında değerlendirilen hususlardan bir diğeri, adalete


olan güvenin azaldığı toplumlarda linç olaylarının yaşanma ihtimalinin artmasıdır.
Tecavüz, adam öldürme, taciz gibi adi suçlara verilen cezaların toplum tarafından
yetersiz bulunması güvensizlik hissini ortaya çıkarmaktadır. Hukukun adil
cezalandırma sistemini yetersiz bulan ve güvensiz hisseden toplumlarda suç işleyen
kişiler tehdit unsuru olarak görülmektedir. Suçlulara gereken ağır cezaların
verilmediği düşüncesi toplumsal tepkilere neden olmakta ve suç işleyen kişilerin linç
edilmesi normal karşılanmaktadır. Hukuka olan güvenin azalması ile linç olaylarını
“sokağın adaleti” olarak gören insanların sayısını artırdığı düşünülmektedir.

Sonuç olarak ağır suçlar işleyen kişilere karşı ağır ve caydırıcı cezaların verilmesi,
toplumda suçluların gereken cezayı alacağına dair hukuka olan güveni artıracak ve
toplumsal güven inşası oluşturacaktır. Adalete olan güvenin arttığı toplumlarda linç
olayları tamamen bitmese de azalacağı düşünülmektedir.

Siyasi sebeplerle meydana gelen linç olaylarında, linç olayına karışan kişilerin
milliyetçi söylemlerle savunma yapmaları ve çoğunlukla hafif cezalar almaları
toplumsal kutuplaştırmayı artırmaktadır. Politik söylemler ve siyaset sonucunda
meydana gelen linç olaylarında mağdur kişilere, çoğunlukla terör örgütleri ile ilişkide
oldukları isnat edilmektedir. Terör yanlısı olarak görülen kişilere yönelik gerçekleşen
linçlerin siyasiler tarafından “toplumun haklı tepkisi” olarak yorumlanması benzer
linçlerin önünü açmaktadır. Türkiye’de meydana gelen linç olaylarının birçoğu politik
söylemlerden etkilenmekte ve milliyetçi ideolojinin etkisinde kalan gruplar tarafından
çıkarılmaktadır. Araştırmanın bulgularından bir diğeri, milliyetçi söylemlerle linç
olaylarının normalleştirilmesinin toplumsal kutuplaşmaya hizmet edeceği ve yaşanan
olayları artıracağıdır. Özellikle politikacıların yaşanan linç olaylarının akabinde
saldırganlarla empati kuran açıklamaları ve basının bunu haber verme şekli, toplumda
linç eden gruplara karşı sempati ve kahramanlık algısı oluşturmaktadır.

Türkiye’nin linç tarihi üzerine araştırmalar yapıldığında, terör olaylarının arttığı


dönemlerde toplumda meydana gelen linç girişimlerinde de artış olduğu
136

gözlemlenmiştir. Özellikle asker ölümlerinin arttığı dönemlerde milliyetçi ideolojiye


dönük olarak yapılan haberler ve yayınlar ile linç olayları arasında ilişki olduğu
düşünülmektedir. Terör olaylarına karşı oluşan tepkinin olayların kaynağına
yöneltilememesi toplumda şiddetin bireyler üzerine kanalize edilmesine sebep
olmaktadır. Bu dönemlerde açıklama yapan siyasilerin söylemleri de kitleleri
etkilemektedir. Teröre karşı oluşan sembolik ve fiziki şiddet kolaylıkla sıradan kişilere
bile yöneltilebilmektedir. Ötekine tahammülsüzlük ve hınç duygusu ile toplumsal
gerilim artmaktadır. Toplumun gergin olduğu zamanlarda politikacıların kutuplaştıcı
söylemlerden kaçınmalarının, linç olaylarının oluşmasını azaltacağı düşünülmektedir.

Türkiye’de meydana gelen linç olaylarının birçoğu milliyetçi ideolojilerin etkisi


ile oluşmaktadır. Siyasilerin söylemlerinde yer alan “bizden” ve “öteki” ayrımı
toplumda kutuplaştırıcı bir etkiye sebep olmakta ve bu durum linç olaylarının önünü
açmaktadır. Toplumsal birlik ve güven ortamının oluşması için kutuplaştırıcı söylem
ve yayınlardan kaçılması gerektiği düşünülmektedir.

Linç olaylarına bir grup insanın ötekine saldırısı olarak bakılmaması gerekir.
Saldırı ve şiddetin toplum içinde normalleşmesi insanları kendi hukukunu tesis etme
arayışına itecektir. Bu durumda güvenliksiz ve tehlikeli toplumların temeli
atılmaktadır. Güvenli ve yaşanabilir bir toplum için hukukun işleyişine olan güvenin
sağlam olması gerekmektedir. Toplumsal huzur için linç olaylarının sebebi her ne
olursa olsun toplum içinde normal olarak görülmemelidir. Medyanın linç olaylarına
sebep olacak şekilde nefret söylemleri kullanarak haber ve yayın yapması linç
olaylarının yaşanma ihtimalini artırmaktadır. Geleneksel medyanın nefret söylemi ve
ötekileştirme üzerinden de denetlenmesi gerekmektedir. Yeni medya içinde ise yayılan
enformasyonun doğru ve teyitli olduğunu araştıran yayıncıların oluşması, doğru
bilginin yayınlanmasına fayda sunacaktır.

Günümüzde linç olayları, sokakta yaşanan fiziki müdahalelerin haricinde internet


üzerinden de gerçekleşebilmektedir. Yeni medya kanallarının ve ağ teknolojisinin
gelişmesi, dünya çapında bilgi ve enformasyona ulaşmayı kolaylaştırmıştır. İnternetin
hızlı ve özgür alanında doğru bilgi kadar yanlış ve teyitsiz bilginin de çok hızlı bir
şekilde yayıldığı görülmektedir. Kişilerin şahsını hedef alan paylaşım ve yorumlar
sanal linçleri meydana getirmektedir. Sosyal medya kanallarında oldukça hızlı yayılan
yanlış bilgiler ile pek çok kişi sözlü tacize ve nefret söylemlerine maruz kalmaktadır.
Toplumun tepkisini çeken bir olay yaşandığında insanlar fotoğraflı ve görüntülü olarak
137

teşhir edilmektedir. Olayların doğruluğunun kanıtlanmadığı durumlarda kişilere


yönelik olarak gerçekleşen saldırılar kişilik haklarının ihlalini ve itibar kaybını
doğurmaktadır. İnternette yer alan bilgileri doğru olduğundan emin olmadan
paylaşmamak ve sosyal dolaşım içine sokmamak nefret söylemlerine karşı önlem
olacaktır.

İnternette yaşanan ırkçılık ve nefret söylemleri de sosyal linçleri


normalleştirmektedir. Toplumun ötekilerine karşı gerçekleşen nefret söylemlerine
karşı farkındalık yaratmak kişilerin haklarını korumaya destek olacaktır. Günümüzde
çoğunlukla öteki olarak görülen LGBTİ+ bireyler, Aleviler, Kürtler, Ermeniler ve
diğer etnik azınlık grupları sosyal medyada nefret söylemlerine maruz kalmaktadır. Bu
gruplar ve hakları üzerinde farkındalık yaratacak kampanyaların ülke yöneticileri
tarafından desteklenmesi de toplumsal birliğe katkı sunacaktır. Politik söylemlerle
hedef alan açıklamalar yapılması, ötekileştirilen grupların yaşam alanlarına karşı
tehdit oluşturmaktadır. Bu bağlamda politikacıların ve medyanın tutumu, linç
olaylarının yaşanma ihtimalini etkilemektedir. Dini referanslar ve milliyetçi söylemler
ile ötekileştirilen gruplara dönük olarak sarf edilen nefret söylemleri, toplum nezdinde
bu kişileri açık hedef konumuna getirmektedir.

Çalışmanın sonuçları arasında dikkat çeken hususlardan bir diğeri kadın kimliği
üzerinden gerçekleşen linç olaylarının yaygınlığıdır. Özellikle tanınmış ve kamuoyu
tarafından bilinen kadınlara yönelik kullanılan eril dil ve cinsiyetçi söylemler,
toplumsal nefret suçlarına hizmet etmektedir. Sosyal medyada ve yeni medyada
kadınlara karşı yapılan linçler incelendiğinde; yorum, paylaşım ve ilan içeriklerinin
kadınlara karşı aşağılama ve ötekileştirme mesajlarını taşıdığı görülmektedir. Kadın
bedenine yönelik olarak gerçekleşen nefret söylemlerinin en yaygın olarak kullanılan
yöntem olduğu görülmüştür. Siyasetçilerin ve tanınmış kişilerin kadın kimliğini hedef
alacak biçimde eleştirilmeleri, toplumda eril anlayışın güçlenmesine zemin
hazırlamaktadır.

Kadın kimliğine yönelik olarak gerçekleşen saldırı ve nefret söylemleri, Türkiye


gibi kadın hakları konusunda tartışmaların devam ettiği toplumlarda kadınların
hayatını riske atmaktadır. Televizyon dizilerinde, sosyal medya içeriklerinde,
politikacıların söylemlerinde ve haber dillerinde eril bir dil ile nefret söylemlerinin
kullanılması toplumsal nefreti besleyen faktörler arasındadır. Söylemlerin
düşüncelere, düşüncelerin de eylemlere dönüşme riski göz önünde bulundurulmalıdır.
138

Kadınlara karşı nefret söyleminde bulunmayan ve insan haklarına saygı gösteren


toplumlarda toplumsal huzur ve güven ortamının yüksek olacağı düşünülmektedir.

Linç girişimi ve şiddeti doğuran pek çok farklı sebepten bahsedilebilir. Geleneksel
olarak şiddeti içselleştiren toplumlarda kural tanımazlık (anomi) ve kültür kaymaları
nedeni ile şiddet olaylarının görülme sıklığı artmaktadır. Hukuka olan güvenin
azalması, iktidar odaklarının kendilerine yakın kişileri kayırmalarından doğan
adaletsizlik algısı gibi durumlar, toplu öfke ve ani şiddet olaylarını beslemektedir.
Toplumda yaygınlaşan liyakatsizlik ve kayırılma durumları, kişilerde aidiyet
sorunlarına sebep olabilmektedir. Bunun sonucunda linç olayları ve kontrolsüz öfke
patlamaları görülmektedir.

Linç olayları yalnızca fiziki yaralanmalar ile geçiştirilen durumlar değildir.


Ölümle sonuçlanmayan linç olaylarının bile mağdurlarda uzun süreli travmatik
etkilerinin olduğu gözlemlenmiştir. Fiziki saldırıya uğrayan kişilerde sosyal fobi ve
travma rahatsızlıklarının görülme oranı artmaktadır. Günümüzün en yaygın
gerçekleşen linç girişimlerinden biri olan sanal linçlerde mağdurlar psikolojik olarak
yıpranmakta ve kaygı- stres bozukluğu gibi durumlar ile karşılaşabilmektedir.

Linç olayları, Tanıl Bora’nın ifadesi ile, “en aşikâr medeniyet kaybıdır.”233
Toplumsal düzenin oturması ve linç benzeri durumların yaşanmaması için linç suçu
Türk Ceza Kanunu’nda müstakil bir suç olarak tanımlanmalıdır. Linç suçlarının
ayrıntılı olarak kayıt altına tutulması için de hukuki bir suç olarak tanımlanması
gerekmekte ve faillerin buna göre ceza alması gerekmektedir. Dünyada yaşanan linç
olaylarını istatistiki veri olarak elinde bulunduran ülkelerde linç suçlarının açıkça suç
olarak sayıldığı görülmektedir. Kamu görevlileri ve bilim insanlarının nefret
söylemleri ve linç suçları hakkında toplumu bilinçlendirici çalışmalar yapmasının da
faydalı olacağı düşünülmektedir. Üniversiteleri ve bilim insanlarını konuyla ilgili
bilimsel çalışmalar yapmaya teşvik etmek, konunun önemine dikkat çekmek açısından
faydalı olacaktır.

Linç olaylarının yaşanmasında ve normalleşmesinde medya önemli bir görev


üstlenmektedir. Saldırılan kişi ya da kişilerin suçu ne olursa olsun, adaleti kendi tesis
etmeye çalışan kitlelerin hareketleri desteklenmemelidir. Haberlerde yer alan açıklama
ve vurgular toplumun saldırgan kişiler ile empati yapmasına neden olacak şekilde

233
Bora,T. 2018.
139

kurgulanmamalıdır. Kullanılan görsel ve materyaller kışkırtıcı içeriğe sahip


olmamalıdır. Linç olaylarına karışan kişilerde bir gruba ait hissetme ve toplumda kabul
görme isteğinin de baskın olduğu görülmektedir. Özellikle milli konularda gerilimi
tırmandırıcı haberlerin yapılması halkın öfkesini çevresine yöneltmesine sebep
olabilmektedir. Linç olaylarında, saldırıya uğrayan kişilerin suçları ne olursa olsun
kişilik haklarına yönelik nefret ve şiddete maruz bırakılmaları desteklenmemelidir.
Linçin hukuku askıya alan bir suç olduğu vurgulanmalıdır.

Kamu yetkilileri ve bilim insanları tarafından yapılan çalışmalarda, sosyal


medyada yorum ve paylaşımlarla kişileri hedef göstermenin de linç suçunun bir
parçası olduğu anlatılmalıdır. Kişilere dönük olarak yapılan sanal, fiziki ve psikolojik
linç girişimleri konusunda farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. Siber zorbalık ve linç
kültürünün sosyal medyada yeniden üretilmesine dair yapılan çalışmaların sayısı
artmalıdır. Linç suçunun ve toplumsal şiddet olaylarının önlenmesine yönelik olarak
yapılan bu çalışmanın da bilimsel çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
140

KAYNAKLAR

Adorno, 1949, Modern Müziğin Felsefesi, Öztürk, T. A. (2020). Sosyolojide Müzik:

Frankfurt Okulu, Adorno ve Kültür Endüstrisi. Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi.

Ahmet Özgür, Ç. Kağıtçıbaşı, “Saldırganlık ve Linç”, Bilim ve Gelecek Dergisi, s. 32,

2006.

Alsop, R.; Fitzsimon, A; Lennon, K., (2002 Theorizing Gender, Polity Press,

Cambridge.

Aristoteles (2004) Retorik, Mehmet H Doğan (çev.), Cogito YKY Yayınları, İstanbul.

Bandura A. Social Learning Theory. London, Routledge, 1977.

Barrett, O. ve Braham, P. (1995). Media, Knowledge and Power, London:

Routledge.

Baudrillard, J. (2006) Sessiz Yığınların Gölgesinde Toplumsalın Sonu, Oğuz Adanır

(Çev.), Doğubatı Yayınları, Ankara.

Bauman, Zygmunt. Cemaatler Güvenli Olmayan Bir Dünyada Güvenlik Arayışı, Çev.

Nurdan Soysal, İstanbul, Say yayınları, 2017, s. 99.

Bauman, Zygmunt “Morality without ethics, Theory, Culture and Society, 11 (4),

1994, s.12

Benjamin W (2002) Pasajlar, Ahmet Cemal (çev.), YKY Yayınları, İstanbul.

Billig, Michael, Banal Milliyetçilik, çev. Cem Şişkolar, İstanbul: Gelenek Yayınları

2002, s.64.

Bora, Tanıl, Türkiye’nin Linç Kültürü. İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.38.

Bourdieu, P. Wacquant L. Düşünümsel bir antropoloji için cevaplar, çev. Nazlı Ökten
141

İletişim Yayınları

Bourdieu, Pierre (2015c), Eril Tahakküm, (Çev. Bediz Yılmaz), Bağlam Yayınları,

İstanbul.

Boxer, P. Ve Tisak, M. S. (2005). Children' s beliefs about the continuity of

aggression. Aggressive behavior. Vol.00, 1-17.

Canetti, Elias (2019), Kitle ve İktidar (Çev. Gülşat Aygen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul

Canetti and Hitchcock, Crowds and Power and North by Northwest. Arizona

Quarterly: A Journal of American Literature, Culture, and Theory, 56(4), 119-146.

Carrigan, T.; Connell, B; Lee, J. (2002) “Towards a new sociology of masculinity,

Adams, R. ve Savran D. (2002) içinde, s. 99-118, Blackwell, Oxford

Cemil Koçak, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları (1945-1950), cilt

1, İkinci Parti İletişim Yayınları, İstanbul, 2010 s.801

Chantal Mouffe, The Return of the Political, Londra, Verso, 1993, s.6

Childs, H. (1940). An Introduction To Public Opinion, New York: Wiley And Sons.

Curran, J., (1997). Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme, Medya Kültür

Siyaset, (Der. Süleyman İrvan), Ankara: Ark Yayınları.

D.M.Lyman, W.G.Potter, Organised Crime, 2nd edition, New Jersey, Prentice-Hall

Inc, 2000, s.79, Akt. F. Irmak, Küreselleşme Olgusu Bağlamında Örtülü Suçların

İncelenmesi, Ankara Üniversitesi, 2005.

Demirbaş̧, H. (2017), Adli Psikoloji, Editörler: Emre Şenol -Durak &Mithat Durak,

Ankara, Nobel yayınevi. s. 154

Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, sayfa, 92

Dirini, İlden; (2010) “Okur Yorumlarıyla Yeniden Üretilen Nefret Söylemi”, Yeni

Medyada Nefret Söylemi, Tuğrul Çomu (der.) içinde İstanbul: Kalkedon Yayınları.

Duman, Kenan (2019) Gustave Le Bon’un Sosyal Bulaşma Düşüncesinin Yeni

Medyadaki Yansıması: Dijital Linç Kavramı ve Twitter İçerik Analizi.


142

E. Beşe, Sosyoloji Temelli Suç Teorileri ve Organize Suçlar”, Der, A. Geleri ve H. H.

Çevik, Organize Suçlarla Mücadele ve Polis içinde, Ankara, Seçkin, 2003

E.Durkheim, İntihar Bir Toplumbilim İncelemesi, Çev. Zühre İlkgelen, İstanbul,

Pozitif, 2013

Ellis L. Archaeological Method and Theory: An Encyclopedia. Oxford, UK,

Routledge, 1999.

Eraslan, Levent (2016) Sosyal Medyayı Anlamak (Bir Sosyal Medya Rehberi).

Geliştirilmiş 2. Basım, Ankara: Nobel Yaşam.

Ergı̇ l, Doğu (2001),” Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik. Sayı 399.

Şubat. s.40

Erten Y, Ardalı C. Saldırganlık, şiddet ve terörün psikososyal yapıları. Cogito 1996;

6:143-165.

Erten, Yavuz ve Ardalı, Cahit (1996),” Saldırganlık Şiddet ve Terörün Psikososyal

Yapıları, Cogito. Sayı 6-7. Kış-Bahar. s.143-164.

Foucault, M. (1987). Söylemin Düzeni, Çev. Turhan Ilgaz, İstanbul: Hil Yayınları.

Foucault, M. (2011). Özne ve iktidar Seçme Yazılar 2, çev. Işık Ergüden-Osman

Akınhay, ss. 57-82, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.

Freud S. Toplum Psikolojisi (Çeviri K Saydam). İstanbul, Düşünen Adam Yayınları,

1993.

Freud, S. Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi, 1922/1993 s. 423.

Fromm E. Kendini Savunan İnsan (Çeviri N Arat). İstanbul, Say Yayıncılık, 1994.

Gambetti, Z. Linç girişimleri, Neoliberalizm ve Güvenlik Devleti, Toplum ve Bilim,

No, 109, Yaz, 2007

George M. Taber, “A whole new world”, Time, 12 Haziran 1995, s.55

Gerbner, Georges, Violence et terreur dans les médias, UNESCO, Etudes et

documents d’information, 102, 1989, Paris.


143

Giddens, A., (2005). Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde Eylem,

Yapı ve Çelişki, (Çev. Ümit Tatlıcan), İstanbul: Paradigma Yayıncılık.

Giddens, Anthony, Modernity and Self-Identity, Stanford University Press, California,

1991. s.87

Görzig, Anke (2011). Who Bullies and Who is Bullied Online? A study of 9–16 year

old internet users in 25 European countries. EU Kids Online network. London.

Hakan Ataman, Orhan Kemal Cengı̇ z, Türkiye’de Nefret Suçları İnsan Hakları

Gündemi Derneği yayını s.18

Hançerli, S., Duru, H. ve Gergin, N. (2013). Toplumsal olaylarda ve kanunsuz

eylemlerde katılım ve saldırganlık. Polis Bilimleri Dergisi.

Hofstede, G.- Hofstede, G. And Minkov, M. (2010). Software Of Mind: Intercultural

Cooperationand Its Importance For Survival, Mc Graw- Hill, New York.

Horkheimer M (1998) Akıl Tutulması, Orhan Koçak (çev.), Metis Yayınları, İstanbul.

Hrant Dink Vakfı, Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem raporu, 2019

İçli, T. (2013), Kriminoloji, Ankara: Seçkin Yayınevi

J.L. Freedman, D.O. Sears ve J. M. Carlsmith, Sosyal Psikoloji, 4. Baskı, Çev: A.

Dönmez, Ankara, İmge Yayınları, 2003, s. 248-249

Jay M (2014) Diyalektik İmgelem Frankfurt Okulu'nun Tarihi ve Çalışmaları [1923-

1950], Sevgi Doğan (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Jean Baudrillard, “Hyperreal America”, Economy and Society, 22 (2), Mayıs 1993,

s.246

Keleş Ruşen-Ünsal Artun, (1996), “Kent ve Siyasal Şiddet”, Cogito, sayı 6-7, Kış-

Bahar. s.91-104.

Kellner D (2010) Frankfurt Okulu’nu Yeniden Değerlendirmek: Martin Jan’ın

Diyalektik İmgelem'inin Eleştirisi, Armağan Öztürk (çev.), Hüseyin Emre Bağce

(edt), Frankfurt Okulu, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 134-164.


144

Kızmaz, Z. (2006), Şiddetin Sosyo-Kültürel Kaynakları Üzerine Sosyolojik Bir

Yaklaşım, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat/ University Journal of

Social Science, Cilt: 16, Sayı: 2 Sayfa: 247-267

Köse, Hüseyin (2004), Bourdieu Medyaya Karşı, Papirüs Yayınevi, İstanbul.

Lewis DO. Adult antisocial behavior, criminality and violence. In Kaplan & Sadock’s

Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8th Edition (Eds BJ Sadock, VA

Sadock):2258-2272. Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 2005.

Lunn, E. (1995) Marksizim ve modernizm. Y. Alogan (Çev.). İstanbul: Alan.

Maigret, Eric, Medya ve İletişim Sosyolojisi, Çev: Halime Yücel, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2014, sayfa: 75

Megı̇ ll, Allan, (2012). Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault,

Derrida, Çev. Tuncay Birkan, Say Yayınları, İstanbul.

Michael Heim, “The erotic ontology of cyberspace”, Benedikt, Cyberspace, s.75-76.

Michael Sorkin, “See you in Disneyland,” Michael Sorkin (der.), Variations on a

Theme Park, New York, Farrar, Straus & Giroux, 1992. s. 231.

N. Nirun “Sosyal Sistemlerde Sapmalar”, Araştırma VIII, 1970’den ayrı basım,

Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1972, s.410

Nietzsche F (2018) Böyle Söyledi Zerdüşt, Mustafa Tüzel (çev.), Türkiye İş Bankası

Yayınları, İstanbul.

Öncül, Ö. (2017), Psikolojinin Büyüyen ve Gelişen Yeni Bir Alt Alanı: Adli Psikoloji,

Editörler: Emre Şenol- Durak&Mithat Durak, Ankara, Nobel yayınevi.

Özkırımlı, Umut. Milliyetçilik Üzerine Güncel Tartışmalar, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yayınları, 2010, s. 174-176

P. Bourdieu, In Other Words: Essays Toward a Reflexive Sociology, Çev, J. Adamson,

Stanford, Stanford University Press,1994.

Peräklyä, A. (1997). Reliability and Validity in Research Based on Tapes and


145

Transcripts. In D. Silverman (Eds). Qualitative Research: Theory, Method.

Petersen, A. (1998) Unmasking the Masculine, Sage, Londra. PUNCH K.,

Keith, (2011). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar,

Çev. Dursun Bayrak, H. Bader Arslan, Zeynep Akyüz, Siyasal Kitabevi, Ankara.

R.Gambino, Vendetta: The True Story of the Lergest Lynching U.S History, Canada,

Guernica Editions, 2000, s.136.

R.Wallace, ve Wolf, A., Çağdaş Sosyoloji Teorileri: Klasik Geleneğin Genişletilmesi,

Çev. R. Ayaz ve L. Elburuz, İzmir, Punto, 2004, s.21

Rheingold, Howard (2000). The virtual community. Homesteading on electronic

frontier, The MIT Press, s. 115, 56.

Robins, Kevin İmaj, Görmenin Kültür ve Politikası, Çev: Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı

Yayınları, 2013, s. 165

Rojek, C. (2003). Şöhret. K. Kızıltuğ, (çev. S. K. Akbaş), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Roland Fischer, “A story of the utopian vision of the world”, Diogenes, 163,

1993, s.21.

Rowland, Willard, The Politics of TV Violence. Policy Uses of Communication

Research, Londra, Sage, 1983. ve Barker, Martin ve Petley, Julian (der.), Ill Effects,

The Media/ Violence Debate, Londra, Routledge, 1997.

Slater, P. (1989). Frankfurt Okulu: Kökeni ve önemi. A. Özden (Çev.). İstanbul: BFS.

Soydan, E, Alparslan, N. “Medyanın Doğal Afetlerdeki İşlevi”, İstanbul Sosyal

Bilimler Dergisi, 2014, S. 7

Stein, R. (2005). Media Power: Who is Shaping Your Picture of the World? Lincoln:

Universe.

Strauss, A., Corbin, J. (1990) Basics of Qualitative Research: Grounded Theory

Procedures and Techniques. New Delhi: SAGE Publications Swingewood A (1996)


Kitle Kültürü Efsanesi, Aykut Kansu (çev.), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
146

Türk, H. Bahadır (2014), “Sihirden Nefret Eden Bir İlizyonist”: Bourdieu, Gelenek

ve İdeoloji”, Güney Çeğin vd. (Der.), Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu Derlemesi,

1. Baskı içinde (605- 626), İletişim Yayınları, İstanbul.

Ünsal, Artun (1996), “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito sayı 6-7. Kış-Bahar.

Van Dijk, T. A. (1987). Semantics of a press panic: The Tamil invasion. European

Journal of Communication, 3, 167-187.

W. D. Carrigan, “The Lynching of Persons of Mexican Origin or Descent in the United

Yılmaz, S. Hakan (2013) Siyasal Nefret Söylemi ve Medya, İstanbul.


147

ELEKTRONİK KAYNAKLAR

38 kadın gazeteci çevrimiçi karalama kampanyalarında hedef gösterildi haberi


https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cfwij-raporu-yayimlandi-kadin-gazeteciler-
tehdit-altinda-1833162 (06.04.2021 Tarihinde Erişildi.)
Adalet Bakanlığı, Adli Sicil ve İstatistik Müdürlüğü, ‘Adli İstatistikler’ Raporu,
https://www.dogrulukpayi.com/iddia-kontrolu/kemal-kilicdaroglu/adalet-bakanligi-
nin-verilerine-gore-2012-ile-2018-arasinda-510-bin-114-kadin-icin-mahkeme-
koruma-karari-veriyor, (18.02.2021 Tarihinde Erişildi.)
Ayça Erturan’ın hamilelik paylaşımı yaptığı ve nefret söylemine uğradığı video
https://www.youtube.com/watch?v=87p-hfSAqAY
(13.07.2021 Tarihinde Erişildi)
Azerbaycan’da LGBTİQ+ karşıtı saldırılar: 10 günde 9 saldırı haberi, Bianet,
https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/245493-azerbaycan-da-lgbtiq-karsiti-
saldirilar-10-gunde-9-saldiri (13.06.2021 Tarihinde Erişildi.)
Brüksel’de Irkçı Dehşet, https://www.sabah.com.tr/avrupa/2020/10/21/brukselde-
irkci-dehset, (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
Coca Cola şişelerini yere dökerek İsrail’i protesto ettiler haberi
http://www.haberinadresi.com/esnaftan-valinin-beceremedigi-coca-cola-
protestosu-h10373.html (04.05.2021 Tarihinde Erişildi.)
Diyanet’ten nefret söylemi: ‘Eşcinsellik, haddi aşmaktır, yapısal bozukluktur’ haberi
https://t24.com.tr/haber/diyanetten-nefret-soylemi-escinsellik-haddi-asmaktir-
yapisal-bozukluktur,753968 (15.05.2021 Tarihinde Erişildi.)
Fazıl Say’ın ‘Yavşak Arabesk yorumu tartışılıyor haberi:
https://www.haberturk.com/polemik/haber/533742-fazil-sayin-yavsak-arabesk-
yorumu-tartisiliyor (18.06.2021 Tarihinde Erişildi.)
Fransa’da Grev Yapmayan Kadını Linç Ettiler,
https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/fransada-grev-yapmayan-kadini-linc-ettiler-
148

41410341 , (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)


Hrant Dink Vakfı, Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem raporu, 2019,
https://hrantdink.org/attachments/article/2665/Nefret-soylemi-ve-Ayrımcı-Soylem-
2019-Raporu.pdf (19.06.2021 tarihinde Erişildi.)
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Saldırı https://t24.com.tr/haber/chp-lideri-kemal-
kilicdaroglu-na-saldiri,817762 (07.07.2021 Tarihinde Erişildi.)
Elazığ Depremi https://tr.wikipedia.org/wiki/2020_Elâzığ_depremi
(14.07.2021 Tarihinde Erişildi.)
6-7 Eylül Olayları https://tr.wikipedia.org/wiki/6-7_Eylül_Olayları (14.03.2021
Tarihinde Erişildi.)
Kılıçdaroğlu’na cenazede saldırı https://www.birgun.net/haber/kilicdaroglu-na-
cenazede-saldiri-linc-girisimi-degil-protesto-281319
(07.07.2021 Tarihinde Erişildi.)
İşsiz olduğunu söyleyen şehit çocuğuna ‘hain’ yaftası haberi
https://www.karar.com/issiz-oldugunu-soyleyen-sehit-cocuguna-hain-yaftasi-
1604953 (06.04.2021 Tarihinde Erişildi.)
Japonya’da Metro Tacizcisine Linç, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/japonya-da-
metro-tacizcisine-linc-3687064 , (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
KADEM: Eşcinsellerle yan yana anılmayı kabul etmiyoruz haberi, Bianet
https://bianet.org/bianet/lgbti/228405-kadem-escinsellerle-yan-yana-anilmayi-
kabul-etmiyoruz (13.06.2021 Tarihinde Erişildi.)
Malatya Katliamı veya Malatya Olayları, 17 Nisan 1978'de Türkiye'nin Malatya
ilinde meydana gelen Alevi karşıtı şiddet olayları ve cinayetler,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Malatya_Katliamı , (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
Maraş Katliamı veya Maraş Olayları, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de
Kahramanmaraş'ta meydana gelen Alevilere yönelik katliam,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Maraş_Katliamı, (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
‘Muhbir’ vatandaş iş başında: Baba kız arasında ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ davası
haberi https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/muhbir-vatandas-is-basinda-baba-kiz-
arasinda-cumhurbaskanina-hakaret-davasi-1276206 (06.04.2021 Tarihinde
Erişildi.)
Portakal bıçaklayıp Hollanda’yı protesto ettiler haberi.
149

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201703121027600144-hollandayi-portakal-
bicaklayip-protesto-ettiler/ (04.05.2021 Tarihinde Erişildi.)
Recm; Taş atarak öldürme biçimi, www.tdk.gov.tr, (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
S. Değirmencioğlu, “Şiddet Sarmalı: Linç Girişimleri ve Türkiye”,
https://m.bianet.org/bianet/toplum/85571-siddet-sarmali-linc-girisimleri-ve-turkiye,
(11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
S.İdemen “Murat Paker ile Söyleşi”, Express Dergisi, Ekim Sayısı, 2006
Sivas Katliamı https://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Katliamı (07.07.2021 Tarihinde
Erişildi.)
Sivas Katliamı, Sivas Olayları ya da Madımak Katliamı
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Katliamı, (11.12.2020 Tarihinde Erişildi.)
Son Durak: Anomi, Cemil Meriç, http://www.edebifikir.com/fikir/son-durak-
anomi.html (21.11.2020 Tarihinde Erişildi.)
States, 1848 to 1928”, Jurnal of Social History, S.37, 2003, www.questia.com,
(11.12.2020. Tarihinde Erişildi)
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde
gerçekleştirdiği askerî darbe, https://tr.wikipedia.org/wiki/12_Eylül_Darbesi
(11.12.2020 Tarihinde Erişildi)
TÜSİAD, (2018), Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması,
https://www.istekadinlar.com/images/upload/televizyon-dizilerinde-toplumsal-
cinsiyet-esitligi-arastirmasi.pdf (20.01.2021 Tarihinde Erişildi.)
Onur Yürüyüşü Açıklaması Sonrası Polis Saldırısı haberi, Bianet,
https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/209919-video-haber-onur-yuruyusu-
aciklamasi-sonrasi-polis-saldirisi (13.06.2021 Tarihinde Erişildi.)
Yahudi Terörist Böyle Linç Edildi Haberi,
https://www.hurriyet.com.tr/dunya/yahudi-terorist-boyle-linc-edildi-340112
(27.07.2021 Tarihinde Erişildi.)
Altındağ’da Suriyelilere yönelik saldırılar çığırından çıktı haberi
https://sendika.org/2021/08/altindagda-suriyelilere-yonelik-saldirilar-cigrindan-
cikti-yagma-talan-ev-basma-esya-yakma-konvoy-tekbirlerle-saldirilar-628493/
(20.09.2021 Tarihinde Erişildi.)

You might also like