You are on page 1of 20

Platon

Epinomis
Gece Toplantısı

Çeviren: Adnan Cemgil

Sosyal Yayınlar


DÜNYA KLASİKLERİ KÜLTÜR DİZİSİ: 33
EPINOMIS / ἘΠΙΝΟΜΊΣ
PLATON
Çeviren: Adnan Cemgil
Yayımlayan: Sosyal Yayınlar
Kapak düzeni: Diren Yardımlı & Tolga Gürpınar
Dizgi: Girişim Dizgi
İstanbul, 2001.

Eski Yunan Has İsimlerinin
Yazılışı Hakkında Not
Yunan eserlerinin tercü mesinde tanrı, insan ve memleket isimlerini asıllarındaki imlaya gö re
yazmayı uygun bulduk; bunun için de bugü n Avrupa milletlerinin hemen hepsinde kullanılan
transkripsiyon usulü nü aldık. Yunancanın her har i, aşağ ıdaki cetvelde gö sterildiğ i gibi, tek
veya çift har lerle karşılanmıştır. Th ve kh gibi çift har leri kullanmaya gerek vardı; çü nkü
Yunancanın Θ’sını da, T’ını da t ile gö steremezdik, ikisini ayırmak zorunluydu. X için de sadece
h har ini alsaydık Yunancada sesli har lerin ö nü ne bazen gelen ‘ işareti ile karışması
mümkündü.
Ph çift harfine gelince, Yunancanın Φ harfini Avrupalılar öteden beri böyle gösterirler; vaktiyle
Romalılar da ö yle gö stermişlerdir; demek ki o har in telaffuzu Romalıların f har inin
telaffuzuna tamamıyla uymuyormuş.
Romalılar ve bugü nkü Avrupa milletleri Yunancanın Ξ har ini de x ile gö sterirler; fakat x har i
bizim alfabemizde yoktur: Onun için bunun yerine ks çift har ini kullanmayı daha uygun
bulduk.
Yunanca isimlerde y har i sessiz değ il, sesli harftir ve Yunancanın Y har ini gö sterir; ü
okunması lazımdır. Fakat bu telaffuz mutlak değ ildir; bugü nkü Yunanlılar onu i
okumaktadırlar.
Çift sesli har leri de gene çift olarak gö sterdik. Ancak ov yerine yalnız bir a koyduk; bu, şimdiki
milletlerarası transkripsiyonda da böyledir.
A A H E N N T T
B B Θ Th Ξ Ks Y Y
Γ G I İ O O Φ Ph
Δ D K K Π P X Kh
E E Λ L P R Ψ Ps
Z Z M M Σ S Ω O

KONUŞANLAR
GİRİTLİ KLEİNİAS
ATİNALI YABANCI
LAKEDAİMONLU MEGİLLOS

KLEINIAS: Işte ü çü mü z de tam sö zleştiğ imiz saatte buluştuk. Yabancı sen, Megillos ve ben
şimdi ü çü mü z, zekâ meselesinin ne olduğ unu inceleyebilir, elde edilecek en yü ksek zekâ ya
sahip olmak isteyen bir kimsenin içinde bulunması gereken en iyi durumun ne olabileceğ ini
dü şü nebiliriz. Çü nkü kanunlarla ilgili ne varsa hepsini baştan sona kadar gö zden geçirdik
diyebiliriz. Halbuki keşfedilmesi ve açıklanması gereken bir konuyu, yani ö lü mlü bir insanın
bilge olabilmesi için edinmek zorunda olduğ u şeyleri ne konuştuk ne de bulabildik. Şimdi bu
eksiğ i gidermeye çalışalım. Bö yle yapmazsak, baştan sona kadar aydınlatmayı
kararlaştırarak başladığımız bir işi yarım bırakmış oluruz.
ATINALI: Çok iyi sö yledin azizim Kleinias. Bununla beraber bazı bakımlardan olmasa bile gene
çok garip bir nutuk dinlemeye hazırlan. Gö rmü ş geçirmiş adamların hepsi insanoğ lunun
şenlik ve esenlik yü zü gö rmeyeceğ ini sö ylemekte ağ ız birliğ i etmişlerdir. Şimdi bak bakalım
benim de bu meselede onlarınki kadar doğ ru bir gö rü şü m var mı, yok mu. Ben şö yle
diyorum: Kü çü k bir azınlık bir yana, insanlar için şenlik ve esenlik yoktur. Bu hü kmü yalnız
şu yeryü zü ndeki hayatımız için vermekteyim. Çü nkü insan, namusluca bir ö mü r sü rerek
erişmek istediğ i iyilikleri ö lü mü nden sonra elde edip en iyi bir sona erebilir. Oyle derin
şeyler sö ylemiyorum, ama Hellaslılar olsun, barbarlar{1} olsun, hepimiz biliyoruz ki hayat,
bü tü n canlı varlıklar için ta başlangıçtan zahmetli bir şeydir. Once ana karnındaki hayat,
sonra dü nyaya gelme, bü yü me ve yetişme, bü tü n bunlar sonsuz zahmetlerle doludur.
Sö ylemeye değ erse, sonra da yoksulluklarımızı değ il, herkesin katlanabilir diye dü şü ndü ğ ü
şeyleri gö z ö nü nde tutarak kısa bir çağ a varırız denebilir. Işte insan bü tü n ö mrü nde ancak
bu kısa zamanda şö yle bir nefes alabilir. Ama ihtiyarlık çabucak gelip çatar ve ö yle bir
belimizi bü ker ki çocukça hü lyalara kapılmış olanlar bir yana bırakılırsa, hayalinde
canlandırdığı bu ömrü kimse yeni baştan yaşamaya razı olmaz.
Sö ylediklerimi nasıl ispat edebilirim, işte tartışmamızda araştırdığ ımız şeyin ö zü de budur.
Zaten nasıl bilge olabileceğ imizi araştırmaktayız ve bö yle olmanın gü cü nü taşıdığ ımızı
sanıyoruz. Şu kadar ki, sanat gibi, bilgi gibi bilimlerden saydığ ımız şeyleri ö ğ renmeye
koyulunca, bu gü cü kaybediyoruz; çü nkü biz insanların işlerine ait bilgilerden hiçbiri bu
isme layık değ ildir. Bununla beraber ruh, bilginin yaratılışta kendinde olduğ una iyiden iyiye
inanır; ama bunun ne olduğ unu, nasıl ve ne zaman elde edildiğ ini bilmekten acizdir. Bizim
bilgeliğ i ararken çektiğ imiz sıkıntılarla bu hal arasında bü yü k bir benzerlik yok mu? Kendi
kendimize olsun birbirimizle tartışırken olsun, bu araştırmanın gü çlü ğ ü hepimizi bir sona
varabilmek işinde ü mitsizliğ e dü şü rü yor. Bilmem aldanıyor muyum, yoksa siz de benim gibi
mi düşünüyorsunuz?
KLEINIAS: Yabancı, biz de tıpkı senin gibi dü şü nü yor ve bir gü n senin yardımınla en doğ ru
karara varabileceğimizi umuyoruz.
ATİNALI: Once kabaca bilim adı verilen ve ö ğ renmeye çalışanları da elde etmiş olanları da
bilge kılmayan bilimleri gö zden geçirelim. Bö ylece onları bir yana bırakır, bize lazım olanları
meydana çıkarır, incelemeye koyuluruz. Insan ö mrü nü n ilk ihtiyaçlarıyla ilgili olan
bilimlerden başlarsak gö rü rü z ki bunlar, en gerekli bilgiler ve gerçekten en başta gelenlerdir.
Bunları edinmiş olan kimseye eskiden bir bilge gö zü yle bakmış olabilirler ama bugü n kimse
bö yle dü şü nmü yor. Hatta bu bilgisi onun gö zden dü şmesine sebep oluyor. Şimdi bu
bilimlerin neler olduğ unu, başkalarınca iyi adam sayılmak isteyenlerin hemen hepsinin bu
bilimlerin ü zerine dü şmekten kaçındıklarını, yalnız iyi hareket için gereken aklı ve kuralları
kazanmayı dü şü ndü klerini sö ylemeliyiz. Once, bü tü n canlıların birbirlerini yedikleri
zamanlarda, eskilerin sö ylediklerine gö re, bizi birbirimizi yemekten vazgeçirip hayvanları
yemek adetini ö ğ reten bilimi ele alalım. Bu geçmiş zamanın insanları beni affetsinler, hoş bu
adamların başta gelenleri bir yana bırakılırsa, beni affedeceklerine inanıyorum ya. Her ne
kadar yaşamamıza yarayan arpa unu ile yulaf ununun yapılması gü zel icatlarsa da tam
manasıyla bir bilge meydana getirmek için işe yaradıkları sö ylenemez; çü nkü bu yapmak
sö zü nü n kendisi bile bir can sıkıntısını anlatır. Genel olarak, ziraat da tam bir bilge
yetiştiremez, çünkü insanlar toprağı sürmeyi sonradan sanat olarak öğrenmiş değillerdir. Bu
daha çok, doğ al bir şeydir, bir tanrı vergisidir. Tıpkı bunun gibi, evlerin tertibi her tü rlü
yapıcılık, bü tü n ev eşyasının yapılması, demircilik, doğ ramacılık, kalıpçılık, dokumacılık ve
aletlerin yapılması için de aynı şeyi sö yleyebiliriz. Bü tü n bu işler faydalıdır ama erdem
bakımından hiç değ erleri yoktur. Yaygın ve ustalıklı olmakla beraber avcılık da bö yledir.
Insana ne ruh bü yü klü ğ ü kazandırır ne de bilgelik. Bilicilik, tefsircilikle de buna ermek
mü mkü n değ ildir. Çü nkü bunlar zaten sö ylenmiş olanlardan haricini bilmezler. Bö yle olunca
onların bunu öğrenmiş oldukları söylenemez.
Gerekli olan nesnelerin sanat yoluyla elde edildiğ ini, ama hiçbir sanatın insana bilgelik
kazandıramadığ ını gö rdü k. O halde geriye bü yü k ö lçü de taklide dayanan zevk verici
sanatları incelemek kalıyor. Ama bunlar da ciddi işler değ ildir. Birtakım aletlerle taklitler
yapan bu sanatlar aynı zamanda bedenle de edebe uygun olmayan taklitler yaparlar, bazıları
nesir ve her çeşit nazım kullanır, bazıları resme dayanır, her tü rlü yaş ve kuru maddelerle
sonsuz değ işik şekiller yapar, fakat insan bir sanatı istediğ i kadar ustalıkla işlesin, bunun
hiçbir değeri yoktur. Çünkü taklit insana bilgelik kazandırmaz.
Bü tü n bunları iyice kavradıktan sonra insan sonsuz birleşmelerden doğ an sonsuz sayıda
başka sanatlardan yardım umabilir. Bü tü n bu sanatlar içinde en ö nemlisi ve yaygın olanı
savaş sanatı, yani ordulara komuta etmek sanatıdır. Bu, fayda bakımından en gö zde olan,
talihe en çok yer ayıran sanattır, ama bilgelikten ziyade doğ uştan gelme cesarete dayanır.
Şü phesiz hekimlik denilen sanat da mevsimlerin umulmadık sıcaklar soğ uklarla ve bunlara
benzer daha başka olaylarla hayvanların bü nyelerinde yaptığ ı zararları ö nlemesi
bakımından, çok faydalıdır. Ama bu sanatların en gerçek bilgeliğ i elde etmek bakımından
hiçbir değ eri yoktur. Çü nkü bunlar kanaate dayanan sanatlardır. Şunu da itiraf edelim ki
dü mencilerle gemicilerin de insanlara yardımı olabilir, ama kimse çıkıp da bize bunların
arasında bir tek bilge gö steremez. Çü nkü her deniz yolculuğ u için gerekli bilgilerden olan
rü zgâ rın hiddetinin yahut dostluğ unun sebepleri bilinmez. Bü tü n bunları, sö z sö ylemekteki
kuvvetleriyle davacılara yardım ettiklerini ileri sü renler için de sö yleyebiliriz. Bunlar
belleklerine ve karakterleri tanıma yolundaki alışkanlıklarına dayanmaktan başka bir şey
yapmazlar. Hakikatin ve gerçek doğruluğun dışında kalırlar.
Oldukça garip bir yeti daha var ki bilgelik bakımından bunun bü yü k bir değ eri olduğ u ileri
sü rü lü yor. Ama çok kimseler bunda bilgelikten çok bir tabiat vergisi bulmaktadır. Bu kendini
en çok, okuduklarını kolayca hazmedenlerde gö sterir. Bunların geniş, sağ lam bir bellekleri
vardır. Adamına gö re ne yolda hareket edilmesi gerektiğ ini bulup yapıverirler. Bu yeti,
bazılarınca bir tabiat vergisi, bazılarınca bir bilgelik belirtisi, bazılarınca da zihnin doğ uştan
gelme canlılığ ıdır. Fakat aklı başında hiç kimse bu vası lardan bir tekinin insanı gerçekten
bilge kılabileceğini ileri süremez.
Ama biz yalnız bilge diye ü n almış olmayıp gerçekten bilge olan adamın bilgeliğ ine neden olan
bir bilimi keşfetmeliyiz. Şimdi bunu aramaya koyulalım. Bu araştırma çok gü çtü r. Çü nkü
yukarıda saydıklarımızdan başka ö yle bir bilim bulmalıyız ki, bugü n ona haklı olarak bilgelik
denebilsin, buna sahip olan kimse de ne bir el işçisi olsun ne de bir budala. Onun sayesinde
bilge bir adam ve iyi bir yurttaş olsun, devlette doğ ruluk ve ö lçü yle emretmesini ve baş
eğ mesini bilsin. Once şunu gö zden geçirelim: Acaba bilimlerimizden hangisi ortadan
kaldırılırsa, hangisi insan tabiatında bulunmazsa, insan hayvanların en budalası, en ahmağ ı
haline gelir? Bunu bulmak gü ç bir şey değ il. Bü tü n bilimleri birer birer gö zden geçirirsek
bunun, insanlara sayıyı kazandıran bilim olduğ unu anlamakta gecikmeyiz. Oyle sanırım ki
bize varlığ ımız için gerekli olan sayıyı veren bir tesadü f olmayıp tanrıdır. Her ne kadar bunu
sö ylemek bir bakıma manasız, başka bir bakıma da manalıysa da bu tanrının hangi tanrı
olduğunu söylemeliyiz.
Oyle ya, bizim için her tü rlü iyiliğ i sağ layan şeyin, bu iyiliklerin hepsine çok ü stü n iyiliğ i de -
yani zekâ yı da- sağ lamış olmasına nasıl inanmamalı? Peki ama Megillos, Kleinias, sö yleyiniz,
benim bu kadar saygıyla andığ ım tanrı ne olabilir? Bu bü tü n tanrılarla daimon’lar gibi
herkesin sayması, dualar sunması gereken gö ktü r; onun, bizdeki bü tü n başka iyilikleri
sağ ladığ ını herkes kabul eder. Işte bizim de yanılmadan sö yleyebileceğ imiz şey, sayıyı bize
verenin o olduğ udur. Istersek Acun, yahut Olympos yahut da gö k diyelim, bu tanrıyı
gerçekten gö rebilecek bir hale yü kselmek istiyorsak, onun peşinden gitmeli, gö rü nü şü nü
hep değ iştirerek kendi içinde bulunan gö k cisimlerini dö ndü rü p bü tü n evrimleri,
mevsimleri, herkesin besinini yetiştirirken gö rmeliyiz. Hem onun bize sayıyla birlikte zekâ
ve ö teki nimetleri de verdiğ ini sö yleyebiliriz. Fakat ondan aldığ ımız en bü yü k nimet, bu sayı
armağ anından başka, onun bü tü n evrimini takip edebilmemizdir. Şimdi biraz, demin
sö ylediklerimize dö nelim ve hatırlayalım ki insandan sayıyı kaldırırsak, bilgelikle hiçbir
ilişiğ i kalmaz. Çü nkü hesap gü cü nü kaybeden hayvan ruhu, hiçbir zaman tam erdeme
ulaşamaz. Iki ile ü çü , tekle çifti anlamayan, sayının ne olduğ unu bilmeyen hayvan da yalnız
duyumlarının ve belleğ inin yardımıyla tanıdığ ı şeylerin manasını anlamayacaktır. Cesaret ve
ö lçü gibi alelade erdemlere gelince, bunları elde etmek için hiçbir engel yoktur. Ama gerçek
mantıktan mahrum olan kimse, hiçbir zaman bilge olamaz. Genel olarak, erdemin en temel
parçası olan bilgeliğ e sahip olmayınca da tam manasıyla iyi olmak, bunun sonucu olarak da
mutluluğ a ulaşmak mü mkü n değ ildir. Işte gö rü lü yor ki sayıyı her şeyin temeli olarak almak
gerekiyor. Bu gereksinim ü zerinde ne kadar dursak azdır. Şimdilik elimizde şu şaşmaz kanıt
var: Sanat adını vererek saydığ ımız bü tü n sanatların ö zelliklerinden saymayı çıkaracak
olursak, bu özelliklerden hiçbiri kalmaz, hepsi ortadan kaybolur.
Yalnız sanatlar gö z ö nü nde tutulunca, bu sanatların uğ raştıkları işler bakımından gerekli
olmakla beraber, sayının insana, ancak ö nemi az şeyler bakımından gerekli olduğ u
sanılabilir. Fakat insanoğ lunun tanrılar ve gerçek sayı karşısındaki saygısının ilkesini
taşıyan yaratılmasında ö lü mlü olanla tanrısal olanın ne olduğ u dü şü nü lü rse, genel olarak
saymaya borçlu olduğ umuz gü cü n ö zü nü kavramanın, herkesin kâ rı olmadığ ı anlaşılır. Gü n
gibi bellidir ki musikinin baştan sona kadar sayıyla ö lçü lmü ş harekete ve seslere ihtiyacı
vardır. En ö nemli nokta şudur: Bü tü n iyiliklerin kaynağ ının sayıda olduğ unu kabul etmeliyiz.
Ondan hiç kö tü lü k gelmez. Evet, bunu kabul etmeliyiz; doğ ruluğ una da kolayca inanabiliriz.
Nerede akıldan, dü zenden, şekilden, ritimden, ahenkten mahrum bir hareket, nerede
kö tü lü kle ilgili bir şey gö rü rsek, bunun sebebini hep sayının yokluğ unda aramalıyız. Işte
insan hayata gö zlerini bahtiyarlık içinde kapamak isterse, buna inanmalıdır. Doğ ruyu, iyiyi,
gü zeli ve bu cinsten şeyleri tanımayan, bunları doğ ru kanaatle kavramayan kimse, bunlara
kendini de başkalarını da inandırmak için, yeter açıklıkta birbirinden ayırt edemeyecektir.
Şimdi şu meseleyi incelemeye başlayalım. Biz saymayı nasıl ö ğ rendik? Sö yleyin bakalım:
Bü tü nü n içinde sayının varlığ ını kavramak yeteneğ ini doğ uştan getirmiş olan bizler bir ile
iki sayılarının kavramını nasıl elde ettik? Tabiat hayvanlara saymayı ö ğ retmediğ i halde,
tanrının bize ilk vergisi bu oldu. O bize gö sterilen şeyleri kavramak yeteneğ ini verdikten
başka her şeyi gö stermiş, hâ lâ da gö stermektedir. Bü tü n gö rdü ğ ü mü z şeyleri bir bir
karşılaştırırsak gü nü n manzarasından daha gü zel şey bulamayız. Insan, gü nü n ardından,
bü sbü tü n başka bir yü zle gö rü nen geceyi gö rü r. Bö ylece gö k, birçok gü n ve gece iki gö k
cismini hareket ettirerek, aklı en kıt olanların bile saymayı ö ğ renebilmelerine yol açar.
Çü nkü ü ç, dö rt ve daha çok sayılar olduğ unu, biz bu nesnelere bakarak kavrarız. Bunların
içinde tanrı ay denen bir tanesini yaratmıştır ki bu bazen küçük bazen büyük görünüp on beş
gü n on beş gece bize yeni çeşit bir gü n gö stererek, yoluna devam etmektedir. Bü tü n bu
parçalar birbirini takip edecek şekilde bir araya getirilince ayın yö rü ngesi elde edilmiş olur.
Oyle ki tanrının kendilerine ö ğ renme yetisini verdiğ i hayvanların içinde en budalası bile ona
bakarak sayının ne olduğ unu anlayabilir. Buraya kadar ve bu sınırlar içinde bö yle bir yetisi
olan bü tü n hayvanlar, biri yalnız başına gö z ö nü nde tutarlarsa, sayabilirler. Sayılar
arasındaki bağ ıntılar bulmaya gelince, daha ö nemli başka bir sebeple olmasa bile herhalde
bunu yapabilmemiz için tanrı, ö nce de sö ylediğ imiz gibi, ayı bü yü me ve kü çü lmeleriyle
gö kyü zü ne koydu; yılı meydana getirmek için de ayları sıraladı. Bunun için çok mutlu bir
tesadü f olarak her şey sayının sayıyla bağ ıntısını gö rmeye başladı. Işte bunun için yemişler
yetişti, toprak verimli oldu. Oyle ki rü zgâ rlar ve yağ murlar ö lçü sü z bir derecede arttıkça her
hayvan kendisine gereken besini elde edebilmektedir. Herhangi bir kö tü kaza bir gü n
bunların dü zenini bozarsa, bunun suçunu tanrıda değ il, hayatını doğ ruluğ a gö re
ayarlamayan insanın yaratılışında aramalı.
Kanunlar ü zerinde yaptığ ımız araştırmalar sonunda, insana en faydalı olan şeylerin neler
olabileceğ ini tanımanın mü mkü n olduğ una ve kendine fayda getirebilecek şeyi
getiremeyecek olandan ayırt edebilen herkesin, sö ylenen şeyleri anlayıp yapabileceğ ine
hü kmetmiştik. Şimdi de hü kmediyoruz ki ö teki vazifeler pek gü ç değ ildir, ancak iyi insan
nasıl olur, bunu ö ğ renmek çok gü çtü r. Bü tü n ö teki nimetlerin kazanılması kolaydır.
Zenginlikte hangi noktaya kadar gitmek gerektiğ ini, vü cudun ne halde bulunması gerektiğ ini
biliyoruz. Ruha gelince herkes, onun iyi olması gerektiğ ini, bunun için de doğ ruluk, ö lçü ve
cesaretin belli başlı vası lar olduğ unu kabul etmiştir. Bir de herkes “ruhun bilge olması
lazımdır”, der. Ama hangi bilgelik. Işte, ö nce de gö sterdiğ imiz gibi, gö rü nü şe gö re bunun
ü zerinde kimse birbiriyle anlaşamıyor. Adı geçen bilgeliklerin yanında şimdi yeni bir bilgelik
keşfediyoruz. Bu bilgelik anlattıklarımızı ö ğ renen kimselerin bilge gö rü nmeleri bakımından
değ ersiz değ ildir. Şimdi bizim ü zerinde duracağ ımız şey acaba bunu bilen kimse iyi ve bilge
midir meselesi olmalıdır.
KLEINIAS: Bü yü k konular ü zerinde, bü yü k sö zler sö yleyeceğ ini bildirmekle meğ er ne kadar
haklıymışsın Yabancı.
ATİNALI: Doğ ru sö ylü yorsun Kleinias, bunlar kü çü msenecek şeyler değ ildir. Ama asıl gü ç olan,
bunlardan hangisinin tam ve mutlak olarak doğru olduğunu ispat edebilmektir.
KLEINIAS: Doğrusu bu çok güç bir iş. Ama sen gene bıkmadan bize düşündüklerini söyle.
ATİNALI: Evet, siz de yorulmadan beni dinlemelisiniz.
KLEİNİAS: Seni dinleyeceğimize ikimizin adına söz veriyorum.
ATİNALI: Çok iyi, yalnız, her şeyden ö nce, bir kelime ile ifade edebileceğ imizi farz edersek,
bilgeliğ in ne olduğ unu açıklamamız gerek. Buna gü cü mü z yetmiyorsa, bilge olabilmek için
hangi bilimleri edinmiş olmamız gerektiğini ve bunların neler olduğunu araştırmalıyız.
KLEİNİAS: Söyle, seni dinliyoruz.
ATİNALI: Bundan sonra da kanun yapıcının tanrıyı anarken kendinden ö ncekilerin
gö sterdiklerinden daha gü zel gö stermesinin, bö ylece kendine ü nlü bir iş bularak, bü tü n
ö mrü nü tanrıları ö verek ve onlar için ilahiler sö yleyerek geçirmesinin kö tü bir şey
olmadığını anlamamız gerekir.
KLEİNİAS: Bundan gü zel sö z olmaz Yabancı. Isterim ki sen kanunlarının bir mü kâ fatı olarak
kendini zahmete sokmadan tanrıları ö vdü ğ ü n için, en saf bir ö mü r sü rdü kten sonra en iyi, en
güzel bir sona eresin.
ATİNALI: Ha, ne diyorduk, Kleinias? Ilahilerimizle tanrıları ö verken bize, onları
anlatabilmemiz için içimizde en gü zel, en iyi sö zleri uyandırmalarını dilemekle onları daha
çok övdüğümüzü sanıyor musun?
KLEİNİAS: Ben de tıpatıp senin gibi dü şü nü yorum. Şimdi ey eşsiz adam, haydi tanrılara,
güvenle dua et ve bize tanrılar ve kadın tanrılarla ilgili olarak aklına gelen güzel şeyleri söyle.
ATİNALI: Işte ben bunu yapacaktım zaten. Yalnız, bunda da tanrı yardımcımız olsun. Ama sen
de benimle beraber dua et.
KLEİNİAS: Artık konuşabilirsin.
ATİNALI: Tanrılarla hayvanların doğ uşundan başlayalım. Bizden ö ncekiler bunu iyi
anlatmadıklarından, sö ylediklerimize dayanıp, dinsizlere karşı ispat için sö ylediklerimi gö z
ö nü nde tutarak, daha iyi bir açıklama vermemizin çok gerekli olduğ unu sanıyorum. Bü yü k
olsun kü çü k olsun her şeyle uğ raşan birçok tanrılar vardır ve bunlar doğ ruluk bahsinde
hatıra gö nü le bakmazlar. Sö ylediklerimi hatırladığ ınızı sanıyorum. Çü nkü bir yere
kaydetmiştiniz. Gerçekten o zaman sö ylenen şeyler hakikatin ta kendisiydi. O zamanki
tartışmamızın en ö nemli noktası şuydu: Ruhlar kendilerini taşıyan bedenlerden daha
yaşlıdırlar; hatırlıyorsunuz değ il mi? Herhalde şunu iyi hatırlayacaksınız. Daha iyi, daha eski,
daha tanrıya yakın olanın, daha genç daha az saygıya değ er olandan daha yaşlı olduğ unu, her
yerde idare edenin idare edilenden ö nce geldiğ ini sö ylemiştik. Şimdi hiç olmazsa ruhun,
bedenden daha yaşlı olduğ unu kabul edelim. O halde ilk olarak meydana gelenin ilkesinin de
daha ö nceden var olması gerekir. Şunu kabul edelim ki ilkelerin ilkesi daha ü stü n bir yer
tutar; buna gö re bizi bilgeliğ in en yü ksek meselelerine, yani tanrıların başlangıcına
dosdoğru götürecek yolu bulmalıyız.
KLEINIAS: Evet, elimizden geldiği kadar bunu yapmaya çalışalım.
ATİNALI: Pekala şimdi bir hayvanı ö zü ne uygun olarak tanımlamak için sö ylenecek en doğ ru
sö z, onun tek bir şekil meydana getirmek ü zere birleşmiş olan bir ruhla bedene sahip
olduğunu söylemektir.
KLEİNİAS: Doğru.
ATİNALI: O halde bu birleşmeye hayvan adını vermek de çok doğru olmaz mı?
KLEİNİAS: Evet.
ATİNALI: Halbuki en iyi ve en gü zel şeyleri meydana getirmek için beş katı cismin bulunması
gerektiğ ini kabul etmeliyiz. Fakat ö teki tü rlü varlıkların yalnız bir şekli vardır. Çü nkü en
tanrısal tü r olan ruh bir yana bırakılırsa, bedensiz hiçbir yaratık var olmadığ ı gibi, hiçbiri de
herhangi bir renkten mahrum olamaz. Işte bundan dolayı meydana getirmek, şekil vermek
ruhun işidir. Bedene gelince o, meydana getirilen, gö rü len ve şekil verilendir. Şunu ne kadar
çok sö ylesek azdır: Ruh, kendisini tanıyanlara bile gö rü nmez olan yaratılışı icabı, yalnız
akılda yaşar, bellekten, tekle çiftin değişilikleri üzerindeki düşüncelerimizden pay alır.
Beş cisim olduğ unu sö ylemiştik. Bunların başında ateşle su gelir. Uçü ncü sü hava, dö rdü ncü sü
toprak, beşincisi esirdir. Işte beş cisimden birinin veya ö tekinin çok bulunmasına gö re,
sayısız çeşitteki hayvanlar meydana gelir. Bunu kavrayabilmek için her hali aşağ ıdaki
şekilde dü şü nmeliyiz: Diyelim ki bizim ilk unsurumuz topraktır. Toprak bü tü n insanların,
bü tü n hayvanların, ayaklı ayaksız, yü rü yen veya bir kö ke bağ lı olan bü tü n varlıkların
esasıdır. Onun bü tü nlü ğ ü nü anlamak için şö yle dü şü nelim: Bü tü n bu varlıklar birçok
unsurlardan yapılmış olmakla beraber, mayalarının bü yü k bir kısmı topraktır ve katıdır.
Bundan sonra ikinci olarak meydana gelen ve gö rü lebilen başka bir hayvan tü rü vardır.
Bunun yapısının bü yü k bir kısmı ateştir. Ama bazı parçaları topraktan ve havadan
yapılmıştır, kü çü k kü çü k kısımlar halinde başka unsurlar da taşırlar. Gö rü nü r cinsten olan
bü tü n hayvanların bu çeşitten olduğ una inanmak gerekir. Bunlar gö k hayvanlarıdır.
Yıldızlarda yaşayan tanrısal yaratıklar hep bunlardandır. Onlar en gü zel bedenlere, en iyi, en
talihli, en mü kemmel ruhlara sahiptirler. Şimdi bu iki cins hayvan hakkında şu hü kmü
vermeliyiz: Bunlardan ya ikisi de ö lmezdir, tanrısaldır, yahut da her biri oldukça uzun bir
ömre sahip olup bunun daha fazla uzamasına ihtiyaç duymazlar.
Şimdi bunları aklımızda tutalım. Bu hayvanlar iki çeşittir. Hepsi gö zle gö rü lebilir.
Gö rü nü şlerine gö re bir kısmı tamamıyla ateşten, başka bir kısmı da topraktan yapılmıştır.
Topraktan olanları gelişi gü zel hareket ettikleri halde, ateşten olanlar mü kemmel bir dü zene
uygun olarak hareket ederler. Halbuki, bizim tü rü mü zde olduğ u gibi gelişi gü zel hareket
eden hayvanlara akılsız gö zü yle bakmak gerekir. Bir dü zene uygun olarak gö klerde dolaşan
hayvanlarsa akıllıdırlar. Çü nkü daima aynı iz ü zerinde yü rü yü p aynı tarzda hareket ederek,
daima aynı şeyleri yapmaları, aynı şeylerin başlarından geçmesi, bunların akıllı olduklarının
en bü yü k kanıtıdır. Akıllı bir ruha hakim olan zorunluluk, zorunlulukların en kuvvetlisidir.
Çü nkü bu zorunluluk, idare edilen değ il, idare eden olarak kanunları kurar. Ruh, en iyi bir
dü şü nce ona kılavuzluk ettiğ i zaman, bu iyi olan ü zerinde karar kılınca, onun değ işmezliğ i
dü şü nceyle uygun olarak mü kemmel olur. Oyle ki elmas bile onun kadar kuvvetli ve
bozulmaz değ ildir. Şu da doğ ru olarak sö ylenebilir ki, tanrılardan her birinin en iyi
danışmalarından sonra verilen kararların tutulmasına ve bunların gereğ ince yapılmasına ü ç
alınyazısı tanrısı dikkat eder. Insanlar yıldızların ve gö kte hareket eden varlıkların hep aynı
şeyleri yaptıklarına bakarak, bunların akıllı olduklarını kabul etmelidirler. Çü nkü bunlar
daima ö nceden verilmiş bir karara uymakta, bu kararı kah şö yle kah bö yle hareket ederek
bozmamakta, sonsuz bir zaman için hep aynı biçimde hareket ederek yollarından asla
şaşmamakta ve yö rü ngelerini hiç değ iştirmemektedirler. Halbuki bazılarımız yıldızların hep
aynı hareketleri aynı biçimde yapmalarına bakarak onların ruhsuz olduğ unu sandı. Çokluk
da bu beyinsizlerin izinden yü rü dü . Bunlar, hareket edebildikleri için yalnız insanların akıllı
ve canlı olduklarına, tanrılarla ilgili olan varlıkların, hep bir biçimde hareket etmelerinden
dolayı akılsız olduklarına hü kmettiler. Halbuki insan daha gü zel, daha iyi, tanrıların daha çok
hoşuna gidecek bir dü şü nceye yü kselebilir. Bunun için de akıllı olan varlığ ın daima aynı
ilkelere uyarak, aynı tarzda aynı sebeplerle hareket eden varlık olduğ unu, gö k cisimlerinin
de bö ylece her şeyden gü zel ve her şeyden iyi olan devir ve hareketleriyle hayvanların
ihtiyaçlarını giderdiklerini anlamak vergisi insana verilmiştir. Onların bü yü klü klerine
bakarak kendimizi canlı olduklarına inandırabiliriz. Çü nkü onlar, gerçekte, gö rü ndü kleri
kadar kü çü k değ ildirler. Her biri fevkalade bü yü ktü r. Buna inanmaktan başka çare yoktur.
Çü nkü mesele yeter derecede ispat edilmiştir. Gü neşin dü nyadan daha bü yü k olduğ unu,
bü tü n gö k cisimlerinin de çok iri olduklarını kabul etmeliyiz. Herhangi bir tabiat kuvveti bu
kadar bü yü k kü tleleri bugü n de olduğ u gibi hep aynı zamanda nasıl oluyor da
dö ndü rebiliyor? Bence bu dü zenin yaratıcısı tanrıdır. Başka tü rlü de olamaz. Bir cisme yalnız
tanrının can verebileceğini önceden ispat etmiştik.
Bir kere bö yle olunca, ö nce herhangi bir cisme can vermek, ona kendisine en iyi gö rü nen
hareketleri yaptırmak, tanrı için pek kolay olmuştur. Bundan dolayı emin olmalıyız ki,
kendilerine bağ lı, yahut kendilerinde yaşayan bir ruh olmaksızın yer, gö k, yıldızlar ve bunları
teşkil eden kü tleler, yıl, ay ve gü nler boyunca bu kadar doğ rulukla hareket edemezler, bizim
için de bü tü n nimetlerin kaynağ ı olamazlardı. Işte bunun içindir ki bü tü n bu ulu cisimlerin
yanında cılız bir varlık olan insan, akıl dışına çıkmamalı ve açık olmayan şeyleri
söylememelidir.
Bü tü n bu hareketlerin sebebi olarak birtakım şiddetli atılışları, tabiat kuvvetlerini veya buna
benzer şeyleri gö stermek, hiç de açık konuşmak olmaz. Onceden sö ylediklerimizi kuvvetle
ele alalım ve ruhla beden diye iki çeşit tö z olduğ unu, her tü rde birbirinden ayrı bir sü rü
varlıkların bulunduğ unu, bunların arasında ortaç ü çü ncü bir varlık olmadığ ını, ama ruhun
bedenden farklı olduğ unu sö ylemekle isabet edip etmediğ imizi araştıralım. Kabul ediyoruz
ki ruh akla sahiptir, beden bundan mahrumdur; biri buyurur, ö teki onun buyruklarına uyar.
Ruh her şeyin sebebidir. Halbuki beden ona etkide bulunan şeylerden hiçbirinin sebebi
değ ildir. Oyle ki gö klerdeki cisimlerin başka sebepleri olduğ unu, bunların ruh ve bedenin
payı olmaksızın meydana geldiklerini ileri sü rmek saçmaya ve deliliğ e dü şmekten başka bir
şey değ ildir. Bü tü n bu varlıklar için ileri sü rdü ğ ü mü z kanıtlara boyun eğ ilir de bunların
tanrılardan geldiğ i ispat olunursa şu iki halden birini kabul etmek gerekir: Bunlar ya
ö vü lmesi doğ ru olacak olan tanrılardır, yahut da tanrıların tasviri, onların eliyle yapılmış
heykellerdir. Çü nkü bunlar beceriksiz ve akılsız işçilerin esiri olamaz. Dediğ imiz gibi, bunları
ya tanrı yahut tanrıların tasviri olarak kabul etmemiz gerekir. Bö yle olunca onları bü tü n
tanrı heykellerinin ü stü nde tutmalı. Çü nkü hiçbir zaman bunlardan daha ustaca işlenmiş,
bunlardan daha gü zel ve bü tü n insanlarca daha çok tanınmış heykeller bulunamaz.
Insanların elinden çıkanlar ne daha gö ze çarpacak yerlerde bulunabilir, ne de sa lık, ululuk ve
canlılık bakımından daha üstün olabilir.
Şimdi tanrılar konusundaki şu noktayı aydınlatmaya çalışalım. Once, bizim için gö zle gö rü nen
iki hayvan tü rü nü inceleyelim. Bunlardan biri ö lü msü zdü r, yalnız topraktan yapılmış
olanıysa ö lü mlü ydü . Şimdi beş unsurun ortasında bulunan ve herkesin demin anlattığ ımız
iki unsurun arasında saydığ ı ü ç unsurdan sö z açalım. Ateşten sonra esiri ele alalım ve
diyelim ki ruh bununla, ö teki unsurlarla yaptığ ı gibi, en kuvvetli hayvanları yoğ urur, bu
hayvanlar bü yü k ö lçü de esirin ö zü ndendirler. Bunlarda başka unsurlardan parçacıklar varsa
da bu parçacıklar bağ vazifesini gö rü rler. Ruh, esirden sonra havayla başka bir hayvan tü rü
meydana getirdiğ i gibi, suyla da ü çü ncü bir tü rü yoğ urur. Bü tü n bu hayvanları vü cuda
getirdikten sonra ruh, bunlarla gö kyü zü nü doldurur, elinden geldiğ i kadar bü tü n unsurları
kullanarak bü tü n bu varlıklara can verir. Bö ylece, gö rü nen tanrıların yaratılmasından
başlayarak ikinci, ü çü ncü , dö rdü ncü , beşinci tü rleri geçmiş, en sonunda da biz insanları
yaratmıştır.
Zeus’a, Hera’ya ve ö teki tanrılara gelince, bunlar aynı zamanda kanun gö z ö nü nde tutularak
istendiğ i gibi sıralansın ve bu açıklamaya, doğ ru ve kesin diye inanılsın. Gö rü len tanrılarsa,
daha bü yü k, daha şere li ve her şeyi keskin gö zlerle gö ren tanrılardır. Bunların ilk safına gö k
cisimlerini ve onlarla beraber yaratılmış olan varlıkları koymak gerekir. Bundan sonra da
onların hemen altına daimon’ları, havada dolaşan bu ha if tü rü koymalı. Bunlar ü çü ncü sırayı
doldurur, aracılık vazifesini gö rü rler; insan, şere li bir yol bulabilmek için, mutlaka bunlara
dualarla saygı gö stermelidir. Biri esirden, hemen sonra gelen ikincisi havadan olan bu iki
canlı varlık tü rü nü n hiçbiri bü sbü tü n gö rü nü r değ ildir, biz bunları yanımızda oldukları halde
gö remeyiz. Bunlar çabuk ö ğ renen, ö ğ rendiklerini iyi tutan bir soydan oldukları için,
fevkalade bir zekâ dan pay almışlardır. Şunu da sö yleyelim ki bunlar bizim bü tü n
dü şü ncelerimizi okurlar, iyilere çok tatlı bir şe kat gö sterir, kö tü lü ğ ü ileri gö tü rmü ş
kimselerden nefret ederler, çü nkü acıdan hiç pay almamışlardır. Tanrılık kaderine tam
olarak ermiş olan tamı, acıdan da zevkten de uzaktır ama zekâ dan, her şeyin bilgisinden pay
almıştır. Işte gö k bö yle canlı varlıklarla doludur. Bu varlıklar, birbirlerine ve en yü ce
tanrılara, orta yerde bulunan ve gö kle yer arasında ha if ve hızlı atılışlarla dolaşan hayvanlar
yardımıyla insanlar arasında ve dü nyada olup bitenleri haber verirler. Sudan yaratılmış olan
türe gelince, beşinci olan bu tür, bu unsurun yarı tanrısal bir ürünüdür. Bu yarı tanrılar bazen
gö ze gö rü nü rler, bazen de gizlenir, karanlıklara karışırlar. Bunları bulanık bir halde gö rmek
bize şaşkınlık verir.
Bu beş hayvan tü rü nü n varlığ ı gerçek olduğ una gö re, aramızdan bazıları onlara ne şekilde
rastlamış olursa olsun, bunları ister rü yalarında gö rmü ş olsunlar, ister hasta veya sağ
oldukları, yahut da ö mü rlerinin sonuna geldikleri zaman sesler ve gelecekten haberler
duysunlar, yahut da birçok illerde, çeşitli din kurullarının kaynağ ı olan kanaatleri
kendilerinden veya başkasından edinmiş olsunlar, azıcık zekası olan bir kanun yapıcı, bü tü n
bunları gö z ö nü nde tutarak, her tü rlü yenilikten sakınmalı ve memleketine sağ lam bir
temele dayanmayan bir dini sokmamalıdır. Ataların adet hü kmü ne koydukları kurbanlardan
hiç haberi yoksa, onlara da engel olmayacaktır. Çü nkü ö lü mlü ler bu gibi şeyleri zaten
bilmezler. Bize gerçekte gö rü nen tanrılara gelince, bunların tanrı olduklarını, fakat onlara
orga’larla tapınılmadığ ı ve kendilerine ö denen, şeref borcunu kabul etmediklerini bize
ö ğ retmek cesaretini gö stermeyen kimselerin yukarıdaki sebepten ö tü rü çok kö tü kimseler
olduğ u doğ ru değ il mi? Bundan şu çıkar: Içimizden biri gü neşin ve ayın vü cut bulmasını,
bizim de onlara baktığ ımızı gö rmü ş olsun, adeta dili tutulmuş gibi ağ zını açıp bir şey
sö ylemesin ve ayla gü neşi şere lerinden mahrum olarak gö rdü ğ ü halde onlara kendine gö re
şere li bir yer ayırmamış olsun, şere lerine şenlikler yapıp kurbanlar adamasın, yılın kısa
veya uzun olmasına gö re onlara bir parçacık zaman ayırmasın; bö yle bir kimsenin kö tü
olduğunu söylersek, bu hükmü hem kendisi hem de onu tanıyanlar doğru bulmazlar mı?
KLEINIAS: Şüphesiz Yabancı, hatta bu çok kötü bir adamdır.
ATİNALI: İyi söyledin azizim Kleinias, işte ben bu durumdayım, bundan hiç şüphen olmasın.
KLEİNİAS: Ne dedin?
ATİNALI: Şunu bilin ki gö klerde birbirinin kardeşi olan sekiz kudret vardır. Ben onları gö rdü m,
ama bununla fevkalade bir şey yapmış sayılmam. Benim yerime bir başkası da bunu kolayca
yapmış olabilirdi. Bu kudretlerden biri gü neşin, biri ayın, ü çü ncü sü de demin adı geçen
yıldızlarındır. Bunlardan başka beş tane daha vardır. Bu kudretlere ve onlara yerleşmiş olup
kâ h kendiliklerinden yü rü yen, kâ h arabalarla dolaşanlara bakarak içimizden biri ha i lik
gö sterip bazılarının tanrı olduğ unu, bazılarının da olmadığ ını, bazılarının meşru olduğ unu,
bazılarının ne olduklarını sö ylemeye kimsenin dili varmayacağ ını dü şü nmesin. O halde
bunların hep kardeş olduklarını ve kardeşlik vasfını taşıdıklarını dü şü nelim ve hepsini
ö velim, ama bunu bazılarına bir yıl, bazılarına bir ay, kimine şu payı, kimine de bu zamanı
vererek yapmamalıyız; bunlar en tanrısal akıl, bu dü nyanın gö rü lmeye değ er en gü zel şeyleri
olarak yaratılmıştır. Bu evreni seyrederken ilhamını iyi bir daimon’dan alan kimse ö nce bir
hayranlık duygusuna kapılır, sonra o ö lü mlü bir varlığ a ö ğ renebilmesi nasip olan her şeyi
ö ğ renmek ister; bö ylece en iyi, en mutlu bir ö mü r sü receğ ine, ö lü mü nden sonra da erdem
için yaratılmış yere gideceğ ine inanır. Doğ ru ve gerçek bir erginliğ e erince, kendi başına tek
akılla da birleşerek, gö zü nü n gö rebildiğ i en gü zel şeyleri seyrederek, ö mrü nü n kalan
günlerini bu halde geçirir.
Artık size bu tanrıların adlarını, sayılarını sö ylemeliyim. Şunu bilin ki bana yalancı
demelerinden korkum yok. Once sö yledim, gene de sö ylerim: Bunlar sekiz tanedir; ü çü nü
gö zden geçirdik, geriye beş tanesi kalıyor. Bunlardan dö rdü ncü yle beşincinin hareket ve
devirlerindeki hız, aşağı yukarı güneşinki gibidir; bunlar ne daha hızlı ne daha yavaştırlar. Bu
ü ç gö k cismi hakkında az çok aklı başında bir kimse şö yle dü şü nü r: Bu kudretler gü neşin,
sabahyıldızının ve henü z tanınmadığ ı için adını sö yleyemeyeceğ imiz ü çü ncü bir gö k
cisminindir. Bunun da sebebi şudur ki bunları ilk gö ren, bir barbar olmuştur. Çü nkü bu
cisimleri ilk gö zleyenler gıdalarını, eski bir adete gö re almışlardır. Yaz mevsiminin Mısır’da
ve Suriye’de eşsiz olan gü zelliklerinden faydalanan bu barbarlar, bö ylece bü tü n gö k
cisimlerini açıkça ve hep bir arada gö rü rlerdi; çü nkü gö klerini hiç bulut ve yağ mur
kaplamazdı. Işte bunun için onların gö zlemleri yü zyıllar boyunca doğ ru çıkmış, her tarafa, bu
arada bize de yayılmıştır. Çekinmeden bu gö zlemleri kanunlara geçirebiliriz. Çü nkü tanrıyla
ilgili şeyleri ö vmeyip başka şeyleri ö vmek, akılsızlığ ın ta kendisidir. Bu gö k cisimlerinin adı
yoksa, bunu demin sö ylediğ im sebebe vermeliyiz. Ama aslında hepsi bir tanrı lakabı taşır.
Mesela aynı zamanda akşamyıldızı da olan sabahyıldızı, Aphrodite adını almıştır. Bu ad,
Suriyeli bir kanun yapıcıya gö re çok uygun ve oldukça yerindedir. Gü neşle ve Aphrodite ile
bir hızla giden gö k cisminin adı ise Hermes’tir. Gü neş ve ayla sağ a doğ ru giden ü ç cismin
hareketini de unutmayalım. Şimdi bir de sekizinci var, ona da Gö k diyelim; bu, ö tekilerin
hepsinin tersine hareket eder ama, bu işleri pek bilmeyen kimselerin sandığ ı gibi, onlarla
çelişmez. Şimdi ne biliyorsak onu sö ylemeliyiz, hem sö yleyeceğ iz de. Çü nkü doğ ru ve
tanrısal dü şü nü şten biraz olsun pay almış bir kimseye gerçek bilgelik bunda gö rü nü r. Geriye
ü ç gö k cismi kalıyor. Bunlardan biri ö tekilerden daha ağ ır hareket etmesiyle gö ze çarpar;
bazı kimseler buna Khronos diyorlar. Ağ ırlıkta bundan sonra gelenin adı Zeus’tur. En sonra
da Ares gelir. Bunun rengi ö tekilerin hepsinden daha kırmızıdır. Size bü tü n bunların niçin
bö yle olduğ u anlatılsa, anlamakta gü çlü k çekmezsiniz, ama ö ğ renmeden bunun hakkında bir
hüküm verilemez.
Hiçbir Hellen’in aklından çıkarmaması gereken bir şey vardır: Biz değ erli insan olabilmek için
Hellas’ın en iyi ilinde yaşıyoruz. Bizim ilin iyiliğ i, soğ uk ve sıcak iklimler arasında
olmasındandır. Yalnız yazın bizim iklimimiz yukarıda adı geçen illerinkinden daha aşağ ı
olduğ u için, bu gö k tanrılarını daha geç tanımaktayız. Şunu da sö yleyelim ki Hellenler,
barbarlardan ö ğ rendiklerini daha ileri gö tü rmü şlerdir. Şimdi ü zerinde durduğ umuz konular
bakımından da şunu sö ylememiz gerekir ki, her ne kadar bunlar tartışma gö tü rmeyen bir
kesinlikle meydana çıkarılmazsa da Hellenler, barbarlardan gelmiş olan adetlerden ve
dinlerden daha gü zel ve ü stü n bir şekilde tanrıları ö vebileceklerine dair bü yü k ve asil bir
umut taşımaktadırlar. Çü nkü Hellenlerden hiç kimse, ö lü mlü olduğ umuz, tanrılarla ilgili
işlere karışmamamız gerektiğ ini dü şü nerek, kendisini korkuya kaptırmamalıdırlar. Halbuki
tanrının zekâ sız olmadığ ına, insan yaratılışını iyi tanıdığ ına, ö ğ reten kendisiyse ö ğ renenin
de biz olduğumuzu, öğretilen şeyleri de anlayacağımızı bildiğine inanmalıyız. Onun öğrettiği,
saygıyla saymak sanatıdır ve şü phesiz bunu kendisinden ö ğ rendiğ imizi bilir; bilmeseydi
bü sbü tü n zekâ sız olması gerekirdi. Bö yle olunca, dendiğ i gibi, ö ğ renebilenin sayesinde iyi
olduğ unu gö rü nce, kıskanmadan onunla birlikte sevineceğ i yerde ona ö kelenseydi, kendi
kendini inkâr etmiş olurdu.
Doğ rusu, eski insanlar tanrıların varlıkları, ö zleri, geldikleri yerler ve gö rdü kleri işler hakkında
ö yle ikirler ileri sü rmü şlerdir ki, bunları bilgeler ne doğ ru bulur ne de kabul ederler. Tıpkı
bunun gibi daha sonrakilerden de ateşin, suyun ve ö teki unsurların en eski olduklarını,
ruhtan da ö nce geldiklerini, en iyi, en ö nemli hareketlerin bedene ateş, soğ uk ve buna benzer
başka şeyler etkisiyle kendini hareket ettirmek için verildiğ ini, ruhun, bedeni de kendini de
hareket ettirmediğ ini ileri sü renleri de bilgeler kabul etmezler. Fakat şimdi ruhun bedene
girince onu ve kendisini istediğ i yö nde hareket ettirdiğ ini sö yledikten sonra, bizim ruhumuz
da herhangi bir yükü herhangi bir yönde hareket ettireceğinden şüphe etmemeli. Söylediğim
gibi, her şeyin sebebi bü tü n iyi şeyler gene iyi şeylerin, kö tü şeyler de kö tü şeylerin sebebi
olduklarına gö re, ruhun her tü rlü yö nelimin, her tü rlü hareketin sebebi olmasına şaşmamalı.
Ote yandan, iyiye doğ ru hareket ve yö nelme çok iyi bir ruhun, bunun aksiyse kö tü bir ruhun
işi olduğ una gö re, iyiliğ in kendine benzemeyen ve kendi gibi olmayan şeylerden daha ü stü n
olması gerekir.
Bü tü n sö ylediklerimiz inançsızlardan ö ç alan doğ ruluğ a uygundur. Fakat uğ raştığ ımız
meseleye gelince, iyi olan adamın aynı zamanda bilge olacağ ından şü phe edilemez. Bakalım
şimdi çoktan beri aradığ ımız bu bilgeliğ i, doğ ruluğ u, bilmemezlik edemeyeceğ imiz bir bilim
ve sanatta bulabilecek miyiz? Bana kalırsa, biz şimdi bö yle bir durumdayız. Bundan dolayı
bilgeliğ ini her yerde aramış bir adam olarak, onu size de bana gö rü ndü ğ ü gibi gö stermeye
çalışacağ ım. Bilgisizliğ imizin sebebi, erdemin en ö nemli kısmını kö tü kullanmamızdan ileri
geliyor, bunu size demin iyice anlattığ ımı sanıyorum. Kimse benim karşıma çıkıp da
ö lü mlü ler için erdemde dindarlıktan daha ö nemli bir şeyin bulunabileceğ ini sö ylemesin.
Dindarlık en iyi yaratılışlı insanlarda gö rü nmü yorsa, bunun sebebi yalnız bilgisizlik, hem de
en kaba bilgisizliktir. Bundan başka, en iyi yaratılışlı insanlar en gü ç yetişen, ama bir kere
yetişti mi en yararlı olan kimselerdir. Çü nkü yavaşlıkla çabukluğ u kendinde toplayan bir ruh,
ö lçü lü olur, bu ruh, cesareti sever, ö lçü lü olmakta gü çlü k çekmez ve en ö nemlisi, bü tü n bu
vergilerle beraber kendinde ö ğ renmek ve ö ğ rendiğ ini bellemek yetisi varsa o, bu
meziyetlerini kullanmaktan bü yü k bir zevk duyacak ve bilgiye gö nü l bağ layacaktır. Bö yle
yaratılışlar çabuk açılıp gelişmezler, ama bir kere açılıp kendileri için gerekli olan olgunluğ a
erdiler mi, yurttaşlarının çoğ unu, hatta en kö tü lerini bile, doğ ru yolda tutabilirler. Çü nkü
tanrılar karşısında hep yerinde ve zamanında dü şü nü r, hareket eder ve konuşurlar.
Kurbanlar da tanrıları ilgilendiren temizlenmelerde, gö z boyamazlar, erdemi gerçekten
ö verler. Bu ise her devlet için en ö nemli şeydir. Bir ustadan ders almak şartıyla, bence
yurttaşlar arasında yaratılışları bakımından en yetili olanlar, en iyi, en gü zel dersleri
ö ğ renebilenler, bunlardır. Fakat bir tanrının kılavuzluğ u olmadan hiçbir usta bir şey
ö ğ retemez. Bunu gö z ö nü nde tutmadan ders vermeye kalkar, ü stelik de beceremezse ondan
ders almamak daha iyidir. Bü tü n bunlardan sonra en iyi yaratılışlı olanların neler bilmeleri
gerektiğ ini sö ylemeliyim. Şimdi dilimizin dö ndü ğ ü kadar bunları sö yleyen benim için ve
beni dinleyebilenler için, bunların ve ö zlerinin ne olduğ unu, nasıl ö ğ renilebileceğ ini, yani
tanrılara saygı gö stermeyi nasıl ö ğ renebileceğ imizi açıklayalım. Bö yle bir şey duymak
gerçekten çok garip olacak ama, şunu sö yleyeyim ki bu bilime, işin iç yü zü bilinmedikçe çok
akla gelmeyecek olan bir adı vereceğ iz, bu ad, astronomidir. Gerçek bir astronomi bilgininin
muhakkak bilge olması gerektiğ i bilinmiyor. Ben astronomi bilgininden Hesiodos ve
benzerleri gibi gö k cisimlerini gö zleyen, sadece doğ uşlarını ve batışlarını inceleyen
kimseleri anlamıyorum. Benim anladığ ım bilgin sekiz devirden gezegenlerinkini -pek ü stü n
bir yetisi olmayanların gü çlü kle gö zleyebilecekleri birer daire çizen yedi gezegenin
devirlerini- incelemiş olandır. Bu bilimin nasıl ö ğ renileceğ ini sö ylemiştik; gene
söyleyeceğiz.
Ay, yö rü ngesini çok hızlı dolaşır, bö ylece aybaşı ile bediri ilk getiren, odur. Bundan sonra da
yö rü ngesini boydan boya dolaşan gü neşi ve onunla beraber yü rü yen gezegenleri gö zden
geçirmeliyiz. Aynı konular ü zerinde aynı şeyleri tekrarlamış olmak için şunu sö yleyelim ki,
ö nce sö zü nü ettiğ imiz cisimlerin ö teki hareketlerini anlamak kolay değ ildir. Bunun için
kafaları hazırlamak, onlara birçok bilgiler vererek anlayışlı bir hale getirmek gereklidir.
Onları buna alıştırmak için daha çocuklukta ve gençlikte çok uğ raşmalı. Işte bunun için de
bilim gereklidir. Bilimlerin en ö nemlisi, doğ rudan doğ ruya sayılara ait olanıdır. Yalnız, bunu
sö ylerken somut sayıları değ il, bü tü n tekler ve çiftler soyunu ve bunların gerçeğ in ö zü
ü zerindeki etkilerini anlıyorum. Bir kere bu ö ğ renildikten sonra, çok gü lü nç olarak
adlandırılan geometri geliyor. Halbuki bu, yü zeylerle oranlayarak ö zleri bakımından bir
arada ö lçü lemeyen sayıları bir arada ö lçü lebilir bir hale koymak hü nerinden başka bir şey
değ ildir. Bu da anlayabilen için bir insan işi değ il, açıkça tanrılara mahsus bir kudrettir;
Bundan başka, ü ç kere katlanan ve katılık ö zü ne benzeyen sayılar vardır. Daha sonra da
ö zleri benzemeyen sayıların karşılaştırılması gelir. Buna bu işle uğ raşanlar uzay geometri
derler. Uzerinde dü şü nü lü r ve yakından bakılırsa, en şaşılacak ve en tanrısal olan şey,
kudretle bunun karşıtının hep çift olarak gitmesi, bü tü n tabiatın da her benzeyişe uygun
olarak tü rü ve cinsi bunun ö rneğ ine gö re yaratmasıdır. Bö ylece temeli iki olan ilk orantı
“tek'’in iki sayısına olan orantısıdır ki çift de bunun ikinci kuvveti olur. Katıya ve
tutulabilene geçilince, bu ikinci kuvvet bir daha ikiyle katlanarak birden sekize yü kseldiğ i
gö rü lü r. Ikinin ikinci kuvveti bu iki terim arasında ortadır. Çü nkü en bü yü k onu ne kadar
aşarsa o da en kü çü ğ ü o kadar aşar. O bir ucu aşmıştır, ö teki uç da eşit bir nicelikle onu
aşmaktadır. Altıyla on iki arasında bir bü tü n ve bir yarımla (9=6+3), bir bü tü n b ve bir ü çte
bir (8=6+2) vardır. Bu dokuz kuvveti, ikisinin arasında, insanlara eğ lencelerinde ahenk ve
ritim kullanmaları için bir ölçü kazandırdığı gibi, Musa’ların mutlu rakslarında da bulunur.
Diyelim ki her şey benim sö ylediğ im gibi olmaktadır ve bö yledir. Fakat bü tü n bu araştırmaları
gü zel bir sonuca erdirmek için tanrının insanları gö rmesine, kavramasına izin verdiğ i
tanrısal soyu, en gü zel en tanrısal şeyi gö rmeye çalışalım. Ama yukarıda saydığ ımız bilgiler
olmadan, kimse bunu kavrayabileceğ ini sö yleyip ö vü nemez. Bir de, tartışmalarda sorarak ve
iyi sö ylenmemiş şeyleri çü rü terek her şeyi ait olduğ u tü re sokmalı. Insanların gerçeğ i
denemek için yapabilecekleri en gü zel, en başta gelecek sınav budur, sınav olmadığ ı halde
kendine o sü sü veren her şey, işlerin en boşudur. Bundan maada zamanın doğ ruluğ unu gö z
ö nü nde bulundurmak, onun gö kte olan biten şeyleri ne bü yü k bir incelikle dü zenlediğ ini
dü şü nmek gerektir. Ancak bunlardır ki ruhun bedenden daha eski ve tanrısal olduğ u
hakkındaki hü kmü mü zden emin olarak her yerin tanrılarla dolu olduğ u, bu en iyi varlıkların
unutkanlık yahut ihmalle bizi kendi halimize bırakmadıkları pek gü zel ve sağ lam bir hakikat
olarak meydana çıkar. Şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız ki, bu bilimlerin her biri
ö ğ renilirse faydalı olurlar, yoksa, tanrıyı anmak, bunlarla uğ raşmaktan daha iyidir. Bakınız
bunlar nasıl öğrenilmelidirler. Bunu ortaya koymalıyım: Her şekilde, her sayı sisteminde, her
ahenk birliğ inde yıldızların devirlerindeki her uygunlukta, sağ lam bir bilgi edinmek
istenirse, bü tü n bunların birliğ ini meydana çıkarmak gerekir. Bunun için de dikkati birlikten
ayırmamalı. Çü nkü dü şü nü lü rse bü tü n bu şeyleri birleştiren bir tabiat bağ ı olduğ u gö rü lü r.
Ama başka bir yol tutulursa işi tesadü fe bırakmaktan başka çare yoktur. Çü nkü bu bilgi
olmaksızın devletlerimizde mutlu bir kişiye bile rastlanmaz. Işte tutulacak yollar, edinilecek
eğ itim, gü ç veya kolay ö ğ renilecek şeyler, bunlardır. Tanrıları gerektiğ i şekilde ananların
nasıl ü n kazandıklarını da dü şü nerek, tanrıları da ihmal etmemeli. Işte benim dediğ im
yoldan yü rü yerek bu bilgileri edinen kimse, hiç dü şü nmeden sö yleyebilirim ki, en bilge
insandır. Bundan başka, yarı şaka yarı ciddi şunu da bildireyim: Bu adama ö ldü demek
caizse, bir kere ö lü m onun alınyazısına son verdi mi, birçok duyumdan şimdiki gibi pay
almayacak, artık, yalnız bir tek şeye payı olup çoklukken bir olduğ undan bahtlı, pek bilge ve
mutlu olacak ve buna, mutlu hayatını karalarda, yahut adalarda geçirerek erişecek, hem de
bu mutluluktan her zaman pay alacaktır. Bundan başka, bu araştırmalarını ister herkes
ö nü nde, ister kendi kendine yapmış olsun, gene tanrıların gö zdesi olacaktır. Gö rü lü yor ki
bizim ta başlangıçta sö ylediğ imiz şimdi de doğ ruluğ undan bir şey kaybetmiş değ ildir. Yani
insanların hepsi bahtlı olamaz, bahta bunların içinde yalnız kü çü k bir kü me erebilir, derken
doğ ru bir şey sö ylemiş oluyorduk. Çü nkü hem tanrısal hem de ö lçü lü olan kimseler, başka
erdemlerden de doğ al olarak pay almış oldukları için mutlu bir bilgiyi de ö ğ renmiş
bulunduklarından, tanrı vergisi olan şeyleri elde edebilirler. Bunun için bir kere aramızda
sö yler sonra herkese de bir kanun gibi şunu yayabiliriz: Bü tü n bu işleri başarmış olan
insanlara en yü ksek işler emanet edilebilir. Otekiler, tanrıları ve kadın-tanrıları ö verek
bunların izinden yü rü yeceklerdir. Bize gelince, yapacağ ımız en iyi şey, bü tü n ü yelerini
tanıyıp sınavdan geçirdikten sonra, gece toplantısını bu bilgeliğe çağırmaktır.
{1}
Yabancılar anlamında.

You might also like