You are on page 1of 46

DONYA EDEBiYATINDAN TERCOMELER

YUNAN KLASİKLERİ: 36

EPINOMIS
EITINOMl:t
EFL ATUN

EPINOMIS
EIIINOMI�

.ADkara Erkek Meslek ÖğrıeDİm Okulu Ruhbilim, Eğirbi­


lim öğretmeni Adnan CEMGİ·L tarafından tercüme edilmiştir.

İSTANBUL 1943 - MAARİF MATBAASI


EPINOMIS

Yahut

GECE TOPLANTISI
KONUŞANLAR

Giritli KLEINIAS
Atinalı YABANCI
Lakedaimonlu MEGILLOS
KLEINIAS. - İşte üçümüz de tam sözleştiği- 973

miz saatte buluştuk. Yabancı sen, Megillos ve ben

şimdi üçümüz, zeka meselesinin ne olduğunu in­


celiyebilir, elde edilecek en yüksek zekaya sahi­

bolmak istiyen bir kimsenin içinde bulunması ge­

reken en iyi durumun ne olabileceğini düşünebili-

riz. Çünkü kanunlarla ilgili ne varsa hepsini baş- b

tan sona kadar gözden geçirdik diyebiliriz. Hal-

buki keşfedilmesi ve açıklanması gereken bir ko­

nuyu, yani ölümlü bir iwanın bilge olabilmesi

için edinmek zorunda olduğu şeyleri ne konuştuk.

ne de bulabildik. Şimdi bu eksiği gidermeye çah­

şalım. Böyle yapmazsak, ba§tan sona kadar ay­

dıolatmayı kararlaşurarak başladığımız bir işi

yarım bırakmış oluruz.

ATJNALI. - Çok iyi söyledin, azizim Klei­

nias. Bununla beraber bazı bakımlardan olmasa

bile gene çok garip bir nutuk dinlemeğe hazırlan.

Görmüş geçirmiş adamların hepsi insan oğlunun

şenlik ve esenlik yüzü gönniyeceğini söylemek­

te ağız birliği etmişlerdir. Şimdi bak bakalım b�

nim de bu meselede onlarınki kadar doğru


bir görüşüm var mı, yok mu. Ben şöyle diyorum:
' EPINO.MIS

küçük bir azlık bir yana, insanlar için şenlik ve


esenlik yoktur. Bu hükmü yalnız şu yeryüzün·
deki hayatımız için vermekteyinı. Çünkü insan,
namusluca bir ömür sürerek erişmek istediği iyi·
likleri ölümünden sonra elde edip en iyi bir so·
na erebilir. Öyle derin şeyler söylemiyorum, a·
d ma Hellaslılar olsun, barbarlar (1 J olsun, hepi·
miz biliyoruz ki, hayat, bütün canlı varlıklar için
ta başlangı�tan zahmetli bir şeydir. Önce ana
karnındaki hayat, sonra dünyaya gelme, bil·
yüme ve yetişme, bütün bunlar sonsuz zahmet·
lerle doludur. Söylemeye dı�ğerse, sonra da yok·
sulluklarımızı değil, herkesin katlanabilir diye

974 düşündüğü şeyleri göz önünde tutarak kısa bir ça·


ğa varırız denebilir. İşte insan bütün ömründe
ancak bu kısa zamanda şöyle bir nefes alabilir.
Ama ihtiyarlık çabucak gelip çatar ve öyle bir
belimizi büker ki �ocukça hülyalara kapılmış
olanlar bir yana bırakılırsa, hayalinde canlan­
dırdığı bu ömrü kimse yeni baştan yaşamağa ra·
zı olmaz.

Söylediklerimi nasıl ispat edebilirim, işte mü·


nakaşamızda araştırdığımız şeyin özü de budur.
b Zaten nasıl bilge olabileceğimizi araştırmakta·
yız ve böyle olmanın gücünü taşıdığımızı ııanıyo·
ruz. Şu kadar ki, sanat gibi, bilgi gibi bilimler·

['] Yabanalaır anlamında.


EPINOMIS 5

den saydığımız şeyleri öğrenmeye koyulunca, bu


gücü kaybediyoruz; çünkü biz insanların işle­
rine ait bilgilerden hiçbiri bu ada layık değil­
dir. Bununla beraber ruh, bilginin yaradılışta
kendinde olduğuna iyiden iyiye inanır; ama bu­
nun ne olduğunu, nasıl ve ne zaman elde edil­ c

diğini bilmekten acizdir. Bizim bilgeliği arar­


ken ç�ktiğimiz sıkıntılarla bu hal arasında büyük
bir benzerlik yok mu? Kendi kendimize olsun
biribirimizle münakaşa ederken olsun, bu araş­
tırmanın güçlüğü hepimizi bir sona varabilmek
işinde ümitsizliğe düşürüyor. Bilmem aldanıyor
muyum, yoksa siz de benim gibi mi düşünüyor­
sunuz?

KLENIAS. - Yabancı, biz de tıpkı senin gibi


düşünüyor ve bir gün senin yardımınla en doğru d

kanasta varabileceğimizi umuyoruz.

AT/NALI. - Önce kabaca bilim adı verilen


ve öğrenmeye çalışanları da, elde etmiş olanları
da bilge kılmıyan bilimleri gözden geçirelim.
Böylece onları bir yana bırakır, bize lazım olan-
ları meydana çıkanr, incelemeye koyuluruz. İn- e

san ömrünün ilk ihtiyaçlariyle ilgili olan bilimler-


den başlarsak görürüz ki bunlar, en gerekli bil-
giler ve gerçekten en başta gelenlerdir. Bunlan
edinmiş olan �imeeye eekiden bir bilge göziyle
6 EPINOMIS

bakmış olabilirler ama bugün kimse böyle dü­


şünmüyor. Hatta bu bilgisi onun gözden düşme·
975 sine sebeboluyor. Şimdi bu bilimlerin neler ol·
duğunu, başkalarınca iyi adam sayılmak istiyen·
lerin hemen hepsinin bu bilimlerin üzerine düf,I·
mekten kaçındıklarını, yalnız iyi hareket için
gereken aklı ve kuralları kazanmayı düşündük­
lerini söylemeliyiz. Önce, bütün canlıların bi­
ribirlerini yedikleri zamanlarda, eskilerin söy·
lediklerine göre, bizi biribirimizi yemekten vaz­
geçirp hayvanları yemek adetini öğreten bili­
mi ele alalım. Bu geçmiş zamanın insanları beni
affetsinler, hoş bu adamların başta gelenleri bir
yana brrakılırsa, beni affedeceklerine inamyo·
rum ya. Her ne kadar yaşamamıza yarayan ar·
b pa unu ile yulaf ununun yapılması güzel icat·
larclan ise de, tam manasiyle bir bilge meyda·
na getirmek için işe yaradıkları söylenemez; çün­
kü bu yapmak sözünün kendisi bile bir can
sıkıntısını anlatır. Genel olarak, ziraat da tam bir
bilge yetiştiremez, çünkü insanlar toprağı sür·
mei!;i sonradan sanat olarak i)ğrenmiş değillerdir.
Bu daha ziyade, tabii bir şeydir, bir tanrı ver·
gisidir. Tıpkı bunun gibi, evlerin tertibi her türlü
c yapıcılık, bütün ev eşyasının yapılması, demirci­
lik, doğramacılık, kalıpçılık, dokumacılık ve alet­
lerin yapılması için de aynı şeyi söyliyebiliriz. Bü-
EPINOMI!

tün bu işler faydalıdır ama erdem bakımından


hiç değerleri yoktur. Yaygın ve ustalıklı olmakla
beraber avcılık da böyledir. İnsana ne ruh bü­
yükliiğü kazandırır ne de bilgelik. Bilicilik, tef­
sircilikle de buna ermek mümkün değildir.
Çünkü bunlar zaten söylenmiı;ı olanlardan gay·
risini bilmezler. Böyle olunca onların bunu öğ·
renm.iı;ı oldukları söylenemez.
Gerekli olan nesnelerin sanat yoluyla elde e­
dildiğini, ama hiçbir sanatın insana bilgelik
kazandıramadığını gördük. O halde geriye bü­
yük ölçüde taklide dayanan zevk verici sanat·
ları incelemek kalıyor. Ama bunlar da ciddi iı;ı·
ler değildir. Birtakım alet\arle taklitler yapan bu
sanatar ayni zamanda bedenle de edebe uygun
olmıyan taklitler yaparlar, bazıları nesir ve her
çeı:ıit nazım kullanır, bazıları resme dayanır, her
türlü yaı;ı ve kuru maddelerle sonsuz değiı;ıik ı;ıe­
killer yapar, fakat insan bir sanatı istediği ka­
dar ustalıkla işlesin, hunun hiçbir değeri yok·
tur. Çünkü taklit insana bilgelik kazandırmaz.
e
Bütün hunları iyice kavradıktan sonra insan
sonsuz bidaşmelerdeın doğan sonsuz sayıda başka
sanatlardan yardım umabilir. Bütün bu sanatlar
içinde en önemlisi ve yaygın olanı savaş sanatı,
yani ordulara komuta etmek sanatıdır. Bu, fayda
bakımından en gözde ol'an, talihe en çok yer ayı·
8 EPINOMIS

ran sanattır, ama bilgelikten ziyade doğuştan gel·


mı:ı cesarete dayanır. Şüphesiz hekimlik denilen
16 sanat da mevsimlerin umulmadık sıcaklar soğuk­
larla ve bunlara benzer daha başka olaylarla hny·
vanların biinyelerinde yaptığı zararları önleme·
si bakımından, çok faydalıdır. Ama bu sanatla·
rın en gerçek bilgeliği elde etmek bakımından
hiçbir değeri yoktur. Çünkü bunlar kanaate
dayanan sanatlardır. Şunu da itiraf edelim
ki dümencilerle gemicelerin de insanlara yardı·
mı olabilir, ama kimse çıkıp da bize bunların
arasında bir tek bilge gösteremez. Çünkü her
deniz yolculuğu için gerekli bilgilerden olan
b rüzgarın hiddı:ıtinin yahut doetluğunun sebepleri
bilinmez. Bütün bunları, söz söylemekteki kuv­
vetleriyle davacılara yardım ettiklerini ileri sÜ·
renler için de söliyebiliriz. Bunlar belleklerine
ve karakterleri tanıma yolundaki alu,ıkanlıklan·
na dayanmaktan başka bir 11ey yapmazlar. Haki·
katın ve gerçek doğruluğun c h şın ıla kalırlar.
Oldukça garip bir yeti daha var ki bil!!J�lik
bakımından bunun büyük bir değeri olduğu ile­
ri sürülüyor. Ama çok kimseler bunda bilgelik­
ten ziyade bir tabiat vergisi bulmaktadır. Bu ken­
dini en çok, okuduklarını kolayca hazmedenlerde
c gösterir. Bunların geniş, sağlam bir bellekleri
vardır. Adamına göre ne yolda hareket edilmesi
EPINOMIS 9

gerektiğini bulup yapıverirler. Bu yeti, bazıla­


rınca bir tabiat vergisi, bazılarınca bir bilge­
lik belirtisi, bazılarınca da zihnin doğuştan gel­
me canlılığıdır. Fakat aklı başında hiç kimse
bu vasıflardan bir tekinin insanı gerçekten bil­
ge kılabileceğini ileri süremez.
Ama biz yalnıt. bilge diye ün almış olmayıp
gerçekten bilge olan adamın bilgeliğine sebebo­
lan bir bilimi keşfetmeliyiz. Şimdi bunu arama­
ğa koyulalım. Bu araştırma çok güçtür. Çünkü
yukarıda saydıklarımızdan başka öyle bir bi­
lim bulmalıyız ki, bugün ona haklı olarak bilge-
lik denebilsin, buna sahibolan kimse de ne bir el d

işçisi olsun ne de bir budala. Onun sayesinde bil-


ge bir adam ve iyi bir yurttaş olsun, devlette doğ­
ruluk ve ölçü ile emretmesini ve başeğmesini
bilsin. Öınce şunu gözden ge,çin�lim: acaba bi­
limlerimizden hangisi ortadan kaldırılırsa, han-
gisi insan tabiatında bulunmazsa, insan hayvan-
ların en budalası, en ahmağı haline gelir? Bu
nu bulmak güç bir ş-ey değil. Bütün bilimleri
birer birer gözden geçirirsek bunun, insanlara sa-
yıyı kazandıran bilim olduğunu anlamakta gecik­
meyiz. Öyle sanırım ki bize varlığımız için gerek-
li olan sayıyı veren bir tesadüf olmayıp Tanrı-
dır. Her ne kadar bunu söylemek bir bakıma
10 EPINOMIS

manasız, başka bir bakıma da manalı ise de, bu


Tanrınm hangi Tanrı olduğunu söylemeliyiz.
Öyle ya, bizim için her türlü iyiliği sağlayan
şeyin, bu iyiliklerin hepsine çok üstün iyiliği de

977 -yani zekayı da- sağlamış olmasına nasıl inanma­


malı? Peki ama Megillos, Kleinias, söyleyiniz, be­
nim bu kadar saygı ile andığım Tanrı ne olabi­
lir? Bu bütünTanrılarla daimonlar gibi herke­
sin sayması, dualar sunması gereken Göktür;
onun, bizdeki bütün başka iyilikleri sağladığı­
nı herkes kabul eder. İşte bizim de yanılmadan
söyliyebileceğimiz şey, sayıyı bize verenin o ol­
duğudur. İstersek Acun, yahut Olympos yahut
da Gök diyelim, bu Tanrıyı gerçekten görebile­

cek bir hale yiikselmek istiyorsak, onun peşin-

b den gitmeli, görünüşünü hep değiştirerek kendi

içimle bulunan gök cisimlerini döndürüp bütün

evrimleri, mevsimleri, herkesin besinini yetiştirir­

ken görmeliyiz. Hem onun hize sayı ile birliktı3

zeka ve öteki nimetleri de verdiğini söyliyebili­


riz. Fakat ondan aldığımız en büyiik nimet, bu
sayı armağanından başka, onun hiitiin evri­

mini takibedebilmemizdir. Şimdi biraz, ılemin

söylediklerimize dönelim ve lıatırlıyalım ki

c insandan sayıyı. kaldırırsak, bilgelikle hiçbir


ilişiği kalmaz. Çünkü hesap gücünü kaybeden
EPINOMIS 11

hayvan ruhu, hiçbir zaman tam erdeme eremez.


İki ile üçü, tekle çifti anlamıyan, sayının ne ol­
duğunu hilmiyen hayvan da, yalnız duyumları­
nın ve belleğinin yardımı ile tanıdığı şeylerin
manasını anlamıyacaktır. Cesaret ve ölçü gibi
alelade erdemlere gelince, hunları elde etmek
için hiçbir ı:mgel yoktur. Ama gerçek mantıktan
mahrum olan kimse, hiçbir zaman bilge olamaz. d

Genel olarak, erdemin en temelli parçası olan


bilgeliğe sahiholamayınca da tam manasiyle
iyi olmak, hunun sonucu olarak da mutluluğa
ulaşmak mümkün değildir. İşte görülüyor ki
sayıyı her şeyin temeli olarak almak gerekiyor.
Bu gerekme üzerinde ne kadar dursak azdır.
Şimdilik elimizde şu şaşmaz kanıt var: sanat a-
dını vererek saydığımız bütün sanatların özeJiik­
lerinden saymayı çıkaracak olursak, hu özellik­ e

lerden hiçbiri kalmaz, hepsi ortadan kaybolur.


Yalnız sanatlar gözöııünde tutulunca, hu sa­
natların uğraştıkları işler bakımından gerekli
olmakla beraber, sayının insana, ancak önemi az
şeyler bakımından gerekli olduğu sanılabilir.
Fakat insan oğlunun Tanrılar ve gerçek sayı
karşısındaki saygısının ilkesini taşıyan yaratıl­
masında ölümlü olanla tanrılık olanın ne oldu­
ğu düşünülürse, genel olarak saymaya borçlu
12 EPINOMIS

978 olduğumuz gücün özünü kavramanın, herkesin


karı olmadığı anlaşılır. Gün gibi bellidir ki mu­
sikinin baştan sona kadar sayı ile ölçülmüş hare­
kete ve seslere ihtiyacı vardır. En önemli nokta
şudur: bütün iyiliklerin kaynağının sayıda ol­
duğunu kabul etmeliyiz. Ondan hiç kötülük gel­
mez. Evet, hunu kabul ıetmeliyiz; doğruluğuna
da kolayca inanabiliriz. Nerede akıldan, düzen­
den, şekilden, ritimden, ahenkten mahrum bir
hareket, nerede kötülükle ilgili bir şey görür-
b sek, hunun sebebini hep sayının yokluğunda a­
ramalıyız. İşte insan hayata gözlerini bahtiyar­
lık içinde kapamak isterse, huna inanmalıdır.
Doğruyu, iyiyi, güzeli ve hu cinsten şeyleri tanı­
mıyan, hunları doğru kanaatla kavramıyan kimse,
hunlara kendini de başkalarını da inandırmak
için, yeter açıklıkta hirihirinden ayırdedemiye­
cektir.
Şimdi şu meseleyi incelemeye haşlıyalım. Biz
saymayı nasıl öğrendik? Söyleyin hakalım: bü­
tünün içinde sayının varlığını kavramak yete-
c neğini doğuştan gptirmiş olan hizln hir ile iki sa­
yılarının kavramını nasıl elde ettik? Tabiat hay­
vanlara saymayı öğretmediği lıulde, Tanrının
bize ilk vergisi hu oldu. O hize gösterilen şey­
leri kavramak yeteneğini verdikten başka her
şeyi göstermiş, hala da gi)stennektedir. Bütün
EPINOMIS 13

gördüğümüz şeyleri birbir karşılaştırırsak gü­


nün manzarasından daha güzel şey bulamayız.
İnsan, günün ardından, büsbütün başka bir yüz-
le görünen geceyi görür. Böylece gök, birçok d

gün ve gece iki gök cismini hareket ettirerek,


aklı en kıt olanların bile saymayı öğrenebilme­
lerine yol açar. Çünkü üç, dört ve daha ço.k sayı·
lar olduğunu, biz bu nesnelere bakarak kavra-
rız. Bunların içinde Tanrı ay denen bir tanesini
yaratmıştır ki bu hazan küçük hazan büyük gö·
rünüp onbeş gün oınbeş f!!:!ce bize yeni çeşit bir e

gün göstererek, yoluna devam etmektedir. Bütün


bu parçalar bir değirmi olacak şekilde bir araya
getirilince ayın yörüngesi elde edilmiş olur. Öy·
le ki Tanrının kendilerine öğrenme yetisini ver·
diği hayvanların içinde en budalası bile ona
bakarak sayının ne olduğunu anlıyabilir. Bura-
ya kadar ve bu sınırlar içinde böyle bir yetisi o-
lan bütün hayvanlar, biri yalnız başına gözü­
nünde tutarlarsa, sayabilirler. Sayılar arasındaki 979
bağıntıları bulmağa gelince, daha önemli başka
bir sebeple olmasa bile her halde hunu yapabil­
memiz için Tanrı, önce de söylediğimiz gibi, ayı
büyüme ve küçülmeleriyle gök yüzüne koydu;
yılı meydana getirmek için de ayları sıraladı.
Bunun için çok mutlu bir tesadüf olarak her şey
sayının sayı ile bağıntısını görmeğe başladı. İş-
H EPINOl'tllS

te bunun için yeın.işler yetişti, toprak verimli

oldu. Öyle ki rüzgarlar ve yağmurlar ölçüsüz bir

derecede arttıkça her hayvan kendisine gereken

besiyi elde edebilmektedir. Her hangi bir kötü

kaza birgün bunların düzenini bozarsa, bunun su-

b çunu Tanrıda değil, hayatını doğruluğa göre

ayarlamıyan insanın yaradılışında aramalı.

Kanunlar üzerinde yapuğımız araşurmalar

sonunda, insana en faydalı olan şeylerin neler

olabileceğini taııımanın mümkün olduğuna ve

kendine fayda getirebilecek şeyi getireıniyecek

olandan ayırdedebilen herkesin, 'söylenen şey­

leri anlayıp yapabileceğine hüknıetmişti.k. Şim­

di de hükmediyoruz ki öteki vazifeler pek güç

değildir, ancak iyi insan nasıl olur, bunu öğren-


,
e ın�k çok sUıçtür. Bütün öteki nimetlerin kazaııı l­

ması kolaydır. Zenginlikte hangi noktaya kadar

gitmek gerektiğini, vücudun ne halda buluııınası

Iazınıgeldiğini biliyoruz. Ruha gelince herkes,

onun iyi olması gerektiğini, bunun için de doğ­

ruluk, ölçü ve cesaretin belli başlı vasıflar oldu­

ğunu kabul etmiştir. Bir de herkes ruhun bilge

olması lazımdır, der. Ama hangi bilgelik. İşte,

d önce de gösterdiğimiz gibi, görünüııc göre bunun

üzerinde kimse birbiriyle anluııumıyor. Adı ge­

çen bilgeliklerin yanında şimdi yeni bir bilge­

lik keşfediyoruz. Bu bilgı�lik anlattıklarımızı öğ-


llPINOMIS 15

renen kimselerin bilge görünmeleri bakımından


değersiz değildir. Şimdi bizim üzerinde duraca­
ğımız ı;ıey acaba bunu bilen kimse iyi ve bilge
midir meselesi olmalıdır.

KLEINIAS. - Büyük konular üzerinde, bü­


yük sözler söyliyeceğini bildirmekle meğer ne
kadar haklı inıişı;ıin, Yabancı.

ATINALI. - Doğru söylüyorsun, Kleinias, e

bunlar küçümsenecek ı;ıeyeler değildir. Ama asıl


güç olan, bunlardan hangisinin tanı ve mutlak o­
larak doğru olduğunu ispat edebilmektir.

KLEINIAS. - Doğrusu hu çok güç bir iı;ı. Ama


sen gene bıkmadan bize düı;ıündüklerini söyle.

ATINALI. - Evet, siz de yorulmadan beni


dinlemelisiniz.

KLEINIAS. - Seni dinliyeceğimize ikimi­


zin adına söz veriyorum.

ATINALI. - Çok iyi, yalnız, her ı;ıeyden Ön· 98 0


ce, bir kelimı3 ile ifade edebileceğimizi far:ııeder·
sek, bilgeliğin ne olduğuınu açıklamamız liizını.
Buna gücümüz yetmiyorsa, bilge olabilmek için
hangi bilimleri edinmiş olmamız gerektiğini ve
hunların neler olduğunu araştırmalıyız.

KLEINIAS. - Söyle, seni dinliyoruz.


16 EPINOMIS

ATJNALI. - Bundan sonra da kanun yapı·


cının Tannyı anarken kendinden öncekilerin
gösterdiklerinden daha güzel göstermesinin, böy­
lece kendine ünlü bir it bularak, bütün ömrünü
tanrıları överek ve onlar için ilahiler eöyliyerek

b geçirmesinin kötü bir ıey olmadığını anlamamız


gerekir.

KLEJNIAS. - Bundan güzel söz olmaz, Ya­


bacı. İsterim ki sen kanunlarının bir mükafatı
olarak kendini zahmete sokmadan Tanrıları
övdüğün için, en saf bir ömür sürdükten sonra
en iyi, en güzel bir sona eresin.

ATlNALI. - Ha, ne diyorduk, Kleiniae?


İlahilerimizle tanrıları överken bize, onları
anlatabilmemiz için içimzde en güzel, en iyi söz­
leri uyandırmalarını dilemekle onları daha çok
{;vdüğümüzü sanıyor musun?

c KL/<..'JNIAS. - Ben de tıpatıp senin gibi dü­


şünüyorum. Şimdi ey eıısiz adam, haydi tanrılara,
güvenle dua et ve bize tanrılar ve kadın • tan·
nlarla iligili olarak aklına gelen güzel !!eyleri
söyle.

ATINALI. - İşte ben bunu yapacakum za·


ten. Yanız, bunda da Turırı yardımcımız olsun.
Ama sen de benimle beraber dua et.
EPINOMJS 1'1

KLEINIAS. - Artık konuşabilirsin.


AT/NALI. - Tanrılarla hayvanların doğu­
şundan haşlıyalını. Bizden öncekiler hunu iyi
anlatmadıklarından, söylediklerimize dayanıp,
dinsizlere karşı ispat için söylediklerimi göz-
önünde tutarak, daha iyi bir açıklama vermemi- ıl

zin çok gerekli olduğunu sanıyorum. Büyük ol-


sun küçük olsun her şeyle uğraşan birçok tanrılar
vardır ve bU1Dlar doğruluk bahsinde hatıra gönüle
bakmazlar. Söylediklerimi hatırladığınızı sanıyo-
rum. Çünkü bir yere kaydetmiştiniz. Gerçekten o­
zaman söylenen şeyler hakikatin ta kendisi idi.
O zamanki münakaşamızın en önemli noktası
şu idi: ruhlar kendilerini taşıyan bedenlerden
daha yaşlıdırlar; hatırlıyorsunuz değil mi? Her
halde şunu iyi hatırlıyacaksınız. Daha iyi, da-
ha eski, daha Tanrıya yakın olanın, daha genç
daha az saygıya değer olandan daha yaşlı olduğu- e

nu, her yerdı� idare edenin idare edilenden önce


geldiğini söylemiştik. Şimdi hiç olmazsa ruhun,
bedenden daha yaşlı olduğunu kabul edelim. O
halde ilk olarak meydana gelenin ilkesinin de
daha önceden var olması gerekir. Şunu kabul
edelim ki ilkelerin ilkesi daha üstün bir yer tu· 98 1
tar; huna göre bizi bilgeliğin en yüksek mesele­
lerine, yani tanrıların başlangıcına dosdoğru gö­
türecek yolu bulmalıyız.

2
11 EPINOMIS

KLEINIAS. - Evet, elimizden geldiği kadar


bunu yapmaya çalışalım.

AT/NALI. - Pekala şimdi bir hayvanı özü­


ne uygun olarak tanımlamak için söylenecek en
doğru söz, onun tek bir şekil meydana gitirmek
üzere birleşmiş olan bir ruhla bedene sahibol­
duğunu söylemektir.

KLEINIAS. - Doğru.

b AT/NALI. - O halde bu birleşmeye hayvan


adını vermek de çok doğru olmaz mı?

KLEINIAS. - Evet.

AT/NALI. - Halbuki en iyi ve en güzel şey­

leri meydana getirmek için beş katı cismin bu­

lınıması gerektiğini kabul etmeliyiz. Fakat öteki

türlü varlıkların yalnız bir şekli vardır.

Çünkü en tanrılık tÜr olan ruh bir yana bıra­

kılırsa, bedensiz hiçbir yaratık varolmadığı gibi,

hiçbiri de her hangi bir renkten mahrum ola­

maz. İşte bundan dolayı meydana getirmek, şe-

c ki l vermek ruhun işidir. Bedene gelince o, mey­


dana getirilen, giiriilen ve şekil verilendir. Şu­

nu ne kadar çok Hiiylt�Ht•lı.. azdır: ruh , kendisini

tanıyanlara bile giiriiıııııez olun yaradılışı icabı,


yalnız akılda yaşar, ht�llekten, tekle çiftin de-
EPINOMI� 19

ği§iklikleri üzerindeki düşüncelerimizden pay


alır.
Beş cisim olduğunu söylemiştik. Bunların
başında ateş ile su gelir. Üçüncüsü hava, dör­
düncüsü toprak, b"şincisi esirdir. İşte beş cisim·
den birinin veya ötekinin çok bulunmasına gö·
re, sayısız çeşitteki hayvanlar meydana gelir. Bu·

nu kavnyabilmek için her hali aşağıdaki şekil­


de düşünmeliyiz: diyelim ki bizim ilk unsuru-
muz topraktır. Toprak bütün insanların, bütün d
hayvanların, ayaklı ayak.sız, yürüyen veya bir kö-
ke bağlı olan bütün varlıkların esasıdır. Onun
bütünlüğünü anlamak için şöyle düşünelim: bil·
tün bu varlıkl.ar birçok unsurlardan yapılmış ol­
makla beraber, mayalarının büyük bir kısmı top·
raktır ve katıdır. Bundan sonra ikinci olarak
meydana gelen ve görülebilen başka bir hayvan
türü vardır. Buınun yapısının büyük bir kısmı
.
ateştir. Ama bazı parçaları topraktan ve hava·
dan yapılmıştır, küçük küçük kısımlar halinde e

başka unsurlar da taşırlar. Görünür cinsten olan


bütün hayvanların bu çeşitten olduğuna inan­
mak liizımdır. Bunlar gök hayvanlarıdır. Yıl­
dızlarda yaşıyan tanrısal yaratıklar hep bunlar­
dandır. Onlar en güzel bedenlere, en iyi, en baht·
h, en mükemmel ruhlara sahiptirler. Şimdi bu iki
cins hayvan hakkında şu hükmü vermeliyiz:
20 l!PINOMIS

982 bunlardan ya ikisi de ölmezdir, tanrısaldır, yahut


da her biri oldukça uzun bir ömre sahibolup bu­
nun daha fazla uzamasına ihtiyaç duymazlar.
Şimdi bunları aklımızda tutalım. Bu hayvan­
lar iki çeşittir. Hepsi gözle görülebilir. Görünüş­
lerine göre bir kısmı tamamiyle ateşten, başka
bir kısmı da topraktan yapılmıştır. Topraktan
olanları gelişi güzel hareket ettikleri halde, au�ş­
ten olanlar mükemmel bir düzene uygun ola­
rak hareket ederler. Halbuki, bizim türümüz­
de olduğu gibi geli�i güzel hareket eden hay-
b vanlara akılsız göziyle bakmak lazımdır. Bir
düzene uygun olarak göklerde dolaşan hayvan­
lar ise akıllıdırlar. Çünkü daima. aynı iz üze­
rinde yürüyüp aynı tarzda haraket ederek, dai­
ma aynı şeyleri yapmaları, aynı şeylerin başla­
rından geçmesi, bunların akıllı olduklarının en

büyük kanıtıdır. Akıllı bir ruha hakim olan


zorunluluk, zorunlulukların en kuvvetlisidir.
Çünkü bu zorunluluk, idare edilen değil, ida­
re eden olarak kanunları kurar. Ruh, en iyi bir
düşünce ona kılavuzluk ettiği zaman, bu iyi
olan üzerinde karar kılınca, onun değişmezliği
c düşünce ile uygun olarak mükemmel olur. Öy­
le ki elmas bile onun kadar kuvvetli ve bozul­
maz değildir. Şu da doğru olarak söylenebilir ki,
tanrılardan her birinin en iyi danışmalanndan
BPINOMl9 21

sonra verilen kararların tutulmasına ve bunla­


rın geregınce yapılmasına üç alınyazısı tanrısı
dikkat eder. İnsanlar yıldızların ve gökte hare­
ket eden varlıkların hep aynı şeyleri yaptıkla­
rına bakarak, bunların akıllı olduklarını kabul
etmelidirler. Çünkü bunlar daima öıncedım veril-
miş bir karara uymakta, bu karan kah şöyle kah d
böyle hareket ederek bozmamakta, sonsuz bir
zaman için hep aynı biçimde hareket ederek
yollarından asla şaşmamakta ve yörüngelerini
hiç değiştirmemektedirler. Halbuki bazılarımız
yıldızların hep aynı harekteleri aynı biçimde yap­
malarına bakarak onların nıhsuz olduğunu san-
dı. Çokluk da hu beyinsizlerin izinden yürüdü.
Bunlar, hareket edebildikleri için yalnız insanl'a-
rın akıllı ve canlı olduklanına, tanrılarla ilgili
olan varlıkların, hep bir biçimde han3ket etmele­
rinden dolayı akılsız olduklarına hükmettiler.
Halbuki insan daha güzel, daha iyi, tanrıların da-
ha çok hoşuna gidecek bir düşüınüşe yükselebi-
lir. Bunun için de akıllı olan varlığın daima ay-
nı ilkelere uyarak, aynı tarzda aynı sebeplerle e

hareket eden varlık olduğunu, gök cisimlerinin


de böylece her şeyden güzel ve her şeyden iyi
olan devir ve hareketleriyle hayvanların ihtiya,ç­
larını giderdiklerini anlamak vergisi insana
verilmiştir. Onların büyüklüklerine bakarak
2! EPINOMUI

983 kendimizi canlı olduklarına inandırabiliriz.


Çünkü onlar, gerçekte, göründükleri kadar kü­
çük değildirler. Herhiri fevkalade iridir. Bu­
na inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü mese­
le yeter derecede ishatedilmiştir. Güneşin dün­
yadan daha büyük olduğunu, bütün gök cisim­
lerinin de çok iri olduklarını kabul etmeliyiz.
Her hangi hir tabiat kuvveti hu kadar büyük
kütleleri bugün de olduğu gibi hep aynı za­
manda nasıl oluyor da dödürehiliyor? Bence
b hu düzenin yaratıcısı Tanrıdır. Başka türlü de
olamaz. Bir cisme yalnız Tanrının can verebilece­
ğini önceden ishatetmiştik.
Bir kere böyle olunca, önce her hangi hir
cisme can vermek, ona kendisine en iyi görünen
hareketleri yaptırmak, Tanrı için pek kolay ol­
muştur. Bundan dolayı emin olmalıyız ki, ken­
ıJilerine hağlı, yahut kendilerinde yaşayan hir
mh olmak!nzııı yer, ıı;ök, yıldızlar ve hunları teş­
kil eden kütleler, yıl ay ve ıı;ünler boyunca hu
c kadar doğrulukla hareket cılımwzler, bizim için
de bütün nimetleriın kayna�ı olnmıızlardı. İşte
hunun içindir ki bütün hu nln cisimlerin yanın­
da cılız bir varlık olan insan, akıl -dışına çıkma­
malı ve açık olmıyaın şeyleri söylememelidir.
Bütün hu hareketlerin sehehi olarak hirta·
kım şiddetli atılışları, tabiat kuvvetlerini veya bu-
EPINOMlii 23

na benzer şeyleri göstermek, hiç de açık konuş­


mak olmaz. Önceden söylediklerimizi kuvvet-
le ele alalım ve ruhla beden diye iki çeşit töz ol- d

duğunu, her türde biribirinden ayn bir sürü


varlıkların bulunduğunu, bunların arasında or-
taç üçüncü bir varlık olmadığını, ama ruhun be­
denden farklı olduğunu söylemekle isabet edip
etmediğimizi araştıralım. Kabul ediyoruz ki ruh
akla sahiptir, beden bundan mahrumdur; biri
buyurur, öteki onun buyruklarına uyar. Ruh
her şeyin sebebidir. Halbuki beden ona etkide
bulunan şeylerden hiç birinin sebebi değildir.
Öyle ki göklerdeki cisimlerin başka sebepleri
olduğunu, bunların ruh ile bedenin payı olmak-
sızın meydana geldiklerini ileri sürmek saçmaya e

ve deliliğe düşmekten başka bir şey değildir.


Biitün bu varlıklar için ileri sürdüğümüz kanıt-
lara boyun eğilir de, bunların tanrılardan geldi-
ği ispat olunursa şu iki halden birini kabul et-
mek gerekir: bunlar ya övülmesi doğru olacak
olan tanrılardır, yahut da tanrıların tasviri,
onların eliyle y.apılmış heykellerdir . Çünkü
bun 1ar beceriksiz ve akılsız işçilerin eseri ola-
maz. Dediğimiz gibi, bunları ya Tanrı yahut
tanrıların tasviri olarak kabul etmemiz gerekir. 984

Böyle olunca onları bütün Tanrı heykellerinin


üstünde tutmalı. Çünkü hiçbir zaman bunlar-
24 EPINOMI!I

dan daha ustaca işlenmiş, bunlardan daha güzel


ve bütün insanlarca daha çok tanınmış heykeller
bulunamaz. İnsanların elinden çıkanlar ne daha
göze çarpacak yerlerde bulunabilir, ne de saf­
lık, ululuk ve canhlık bakımından daha üstün
h olabilir.
Şimdi tanrılar konusundaki şu noktayı ay­
dınlatmıya çalışalım. Önce, bizim için gözle
görünen iki hayvan türünü inceliyelim. Bunlar­
dan biri ölümsüzdür, yalnız topraktan yapılmış
olanı ise ölümlü idi. Şimdi beş unsurun ortasın­
da bulunan ve herkesin demin anlattığımız iki
unsurun arasında saydığı üç unsurdan söz aça­
lım. Ateşten sonra esiri ele alalım ve diyelim ki
nıh bununla, öteki unsurlarla yaptığı gibi, en
kuvvetli hayvanları yoğurur, hu hayvanlar bü-
c yük öl�üde esirin özündendirler. Bunlarda başka
unsurlardan parçacıklar varsa da, bu parçacık­
lar bağ vazifesini görürler. Ruh, esirden sonra
hava ile başka bir hayvan türü meydana getir­
diği ıı;ilıi, su ile de üçüncü bir türü yoğqrur. Bü­
tün hu lıayvıınları vücuda getirdikten sonra ruh,
bunlarla gi.ik yiiziinü doldurur, elinden geldiği
kadar bütün unımrları kullanarak bütün bu var­
lıklara can verir. Biiylece, göriinen tanrıların ya­
ratılmasından başlıyarıık ikiınci, üçüncü, dördün·
EPINOMI9 Z5

cü, heı,ıinci türleri geçmiş, en sonunda da biz in- d

sanlan yaratmıştır.
Zeus'a, Hera'ya ve öteki tanrılara gelince,
hunlar aynı zamanda kanun göz önünde tutula­
rak istendiği gibi sıralansın ve hu açıklamaya,
doğru ve emiın diye inanılsın. Görülen tanrılar ise,
daha büyük, daha şerefli ve her şeyi keskin göz­
lerle gören tanrılardır. Bunların ilk safına gök ci­
simlerini ve onlarla beraber yaratılmış olan var­
lıkları koymak gerekir. Bundan sonra da onla­
rın hemen altına daimonları, havada dolaşan hu
hafif türü koymalı. Bunlar üçüncü sırayı doldu- e

rur, aracılık vazifesini görürler; insan, �erefli


bir yol bulabilmek için, mutlaka hunlara dua-
larla saygı göstermelidir. Biri esirden, hemen
sonra gelen ikincisi havadan olan hu iki canlı
varlık türünün hiçbiri büsbütün görünür değil-
dir, biz hunları yanımızda oldukları halde gö­
remeyiz. Bunlar çabuk öğrenen, öğrendiklerini
iyi tutan bir soydan oldukları için, fevkalade
bir zekadan pay almışlardır. Şunu da söy- 98 5
liyelim ki hunlar bizim bütün düşünceleri-
mizi okurlar, iyilere çok tatlı bir şefkat
gösterir, kötülüğü ileri götürmüş kimseler-
den nefret ederler, çünkü acıdan hiç pay al­
mamışlardır. T.annlık kaderine tam olarak er-
miş olan Tanrı, acıdan da zevkten de uzaktır ama
Z6 EPINOMIS

zekadan, her şeyin bilgisinden pay .almıştır. İş-

b le gök böyle canlı varlıklarla doludur. Bu var­


lıklar, biribirlerine ve en yüce tanrılara, orta
yerde bulunan ve gökle yer arasında hafif ve hız­
lı atılışlarla dolaşan hayvanlar yardımiyle in­
sanlar arasında ve dünyda olup bitenleri haber
verirler. Sudan yaratılmış olan türe gelince, be­
şinci olan bu tür, bu unsurun yan tannlık bir
ürünüdür. Bu yarı tanrılar hazan göze görünür­
ler, hazan da gizlenir, karanhklara karışırlar.
Bunları bulanık bir halde göremek bize şaşkın­
lık verir.
.
c Bu beı;ı hayvan türünün varlığı gerçek oldu-
ğıına göre, aramızdan bazıları onlara ne şekilde
raslaınış olursa olsun, bunları ister rüyalarında
ı:ı;örmiiş olsunlar, ister hasla veya sağ olduklan,
yalnıt da ömürlerinin sonuna geldikleri zaman
ı<eı;ıler ve !(elecekten haberler duysunlar, yahut
da birçok ilJerde, çeşitli din kurullarının kay­
nağı olan kanaatl er i kenılilerinden veya başka­
sından edinmiş olsunlar, azıcık zckiıııı olan bir
kanun yapıcı, bütiin bunları !(İİz iiııiinıle tuta­
rak, her türlü yenilikten ımkmııııılı ve memleke-

d tine sağlam bir temele dayuıımıyıın bir dini sok­


mamalıdır. Ataların adet Jıiiknıüne koydukları

kurbanlardan hiç haberi yokııa, onlara da engel


olmıyacaktır. Çiinkü öliimliiler bu gibi şeyleri
EPJNOMI! 27

zaten bilmezler. Bize gerçekte görünen tanrı­

lara gelince, bunların Tanrı olduklarım, fakat


onlara orgia'larla tapınılmadığı ve kendilerine
ödenen, şerer borcunu kabul etmediklerini bize
öğretmek cesaretini göstermiyen kimselerin
yukarıdaki se.bepten ötürü çok kötü kimseler
olduğu doğru değil mi? Bundan şu çıkar: içi-
mizden biri güneşin ve ayın vücut bulmasını, bi- e

zim de onlara baktığımızı görmüş olsun, adeta


dili tutulmuş gibi ağzını açıp bir şey söylemesin
ve ayla güneşi şereflerinden mahrum olarak gör-
düğü halde onlara kendine göre şerefli bir yer
ayırmamış olsun, şereflerine şenlikler yapıp
kurbanlar adamasın, yılın kısa veya uzun olma-
sına göre onlara bir parçacık zaman ayırmasın;
böyle bir kims�nin kötü �lduğunu söylersek, hu
hükmii hem kendisi hem de onu tanıyanlar 986

doğru bulmazlar mı?

KLEINIAS. - Şüphesiz, Yabancı, hatta bu


çok kötü bir adamdır.

ATİNALI. -
İyi söyledin, azizim Kleinias,

işte ben bu durumdayım, bundan hiç şüphen


olmasın.

KLEINI AS. - Ne dedin?

ATINALl. - Şunu bilin ki göklerde biribi-


ZB EPINOMH

rinin kardeşi olan sekiz kudret vardır. Ben onla·


n gördüm, ama bununla fevkalade bir şey yap·
mış sayılmam. Benim yerime bir başkası da bu­
nu kolayca yapmış olabilirdi. Bu kudretlerden

b biri güneşin, biri ayın, üçüncüsü de demin adı


geçen yıldızlarındır. Bunlardan ba�ka beş tane
daha vardır. Bu kudretlere ve onlara yerleşmiş
olup kah kendiliklerinden yürüyen, kah arabalar·
la dolaşanlara bakarak içimizden biri hafiflik gös·
terip bazılarının tanrı olduğunu, bazılarının da
olmadığını, bazılarının meşru olduğunu, bazı­
larının ne olduklarını söylemeyi' kimsenin dili
varmıyacağını düşünmesin. O halde bunların
hep kardeş olduklarını ve kardeşlik taliini ta·

c şıdıklarını düşünelim ve hepsini övelim, ama bu­


nu bazılarına bir yıl, bazılarına bir ay, kimine
şu payı, kimine de bu zamanı vererek yapmama·
lıyız; bunlar en tanrılık akıl, bu dünyanın gö­
rülmeye değer en güzel şeyleri olarak yaratıl·
mıştır. Bu .acunu seyrrderken ilhamını iyi bir
daimondan alan kimse cince hir hayranlık duy·
gusuna kapılır, sonra o ölümlü hir vnrlığa öğre·
nebilmesi nasibolan her şeyi öğrı•.nnıek ister;
böylece en iyi, en mutlu bir iinıiir süreceğine,
ölümünden sonra da erdem için yaratılmış yere
d gideceğine inanır. Doğru ve �erçek bir erginli·

ğe erince, kendi başına tek akılla da birleşe·


EPINOMIS Z9

rek, gozunun görebildiği en güzel şeyleri seyre·

dı3rek, ömrünün kalan günlerini bu halde geçi­


.rir.
.
Artık size bu tanrıların adlarını, sayılarını
söylemeliyim. Şunu bilin ki bana yalancı deme­ e

lerinden korkum yok. Ünce söyledim, gene de

söylerim: bunlar sekiz tanedir; üçünü gözden

geçirdik, geriye b� tanesi kalıyor. Bunlardan


dördüncü ile beşincinin hareket ve devirlerin-
deki hız, aşağı yukarı güneşinki gibidir; bunlar
ne daha hızlı ne daha yavaştırlar. Bu Üç gök cismi
hakkında azçok aklı başında bir kimse şöyle
düşünür: bu kudretler güneşin, sabah yıldızınm
ve henüz tanınmadığı için adını söyliyemiyece­
ğimiz �çüncü bir gök cisminindir. Bunun da sebe-
bi şudur ki bunları ilk gören, bir barbar olmuş-
tur. Çünkü bu cisimleri ilk gözli}1�nler gıdalarını,
eski bir adete göre almışlardır. yaz mevsiminin 987

Mısırda ve Suriyede eşsiz olan güzelliklerindeın


faydalanan bu barbarlar, böylece bütün gök
cisimlerini açıkça ve hep bir arada görürbrdi;
çünkü göklerini hiç bulut ve yağmur kaplamaz­
dı. İşte bunun için onların gözlemleri yüzyıllar
boyunca doğru çıkmış, her tarafa, bu arada bize
de, yayılmıştır. Çekinmeden bu gözlemleri ka­
ınunlara geçirebiliriz. Çünkü Tanrı ile ilgili şey-
��ri övmeyip başka şeyleri övmek, akılsızlığın ta b
30 EPINOMIS

kendisidir. Bu gök cisimlerinin adı yoksa, bunu

demin söylediğim sebebe vermeliyiz. Ama aslında

hepsi bir tanrı lakabı ta§ır. Mesela aynı za­

manda akşam yıldızı da olan sabah yıldızı,

Aphrodite adını alınıştır. Bu ad, Suriyeli bi'r

kanun yapıcıya göre çok uygun ve oldukça ye-


c rindedir. Güneşle '1::ı Aphrodite ile bir hızla gi­

den gök cisminin adı ise Hermes'tir. Güneş ve

ayla sağa doğru giden üç cismin hareketini de

unutmıyalım. Şimdi bir de sekizinci var, ona

da Gök diyelim; bu, ötekilerin hepsinin tersine

Jıareket eder ama, bu işleri pek bilıniyen kim­

selerin sandığı gibi, onlarla çelişmez. Şimdi ne

biliyorsak onu söylemeliyiz, hem söyliyeceğiz de.

Çünkü doğru ve tanrılık d�ünüşten biraz ol­

sun pay almış bir kimseye gerçek bilgelik bun­

da görünür. Geriye üç gök cismi kalıyor. Bun·


lardan biri ötekilerden daha ağır hareket etme­

siyle göze �arpar; bazı kimseler buna Khronos

diyorlar. Ağırlıkta hıınılaıı sonra gelenin .adı

Zeus'tur. En sonra da Ares gelir. Hunun rengi öte­

kilerin hepsinden. daha kırmızıılır. Size bü­

tün hunların niçin böyle olduğu ımlatılııa, anla-

d makta güçlük çekmezsiniz, ama i\ğrcnıııeden bu­

nuu hakkında bir hüküm verilemez.


Hiç bir Hellenin aklınılan çıkarmaması ge­

reken bir şey vardır: biz değerli iwan olabil-


EPINOMIS 31

mek için Hellas'ın en iyi ilinde yaşıyoruz. Bizim


ilin iyiliği, soğuk ve sıcak iklimler arasın­
da olmasındandır. Yalnız yazın bizim iklimimiz
yukarıda adı geçen illerinkinden daha aşağı oldu­
ğu için, hu gök tanrılarını daha geç tanımakta-

yız. Şunu da söyliyelim ki Hellenler, barbarlar­ e

dan öğrendiklerini daha ileri götürmüşlerdir.

Şimdi üzerinde durduğumuz konular bakımın-

dan da şunu söylememiz gerekir ki, her ne ka-

dar bunlar münakaşa götürmiyen bir kesinlik-

le meydana çıkarılmazsa da, Hellenler, barbar- 988


lardan gelmiş olan adetlerden ve dinlerden da,

ha güzel ve üstün bir şekilde tanrıları övı�bile­

ceklerine dair büyük ve asil bir umut taşımakta­

dırlar. Çünkü Hellenlerd�n hiç kimse, ölümlü ol­

duğumuz, tanrılarla ilgili işlere karışmamamız ge­

rektiğiıııi düşünerek, kendisini korkuya kaptırma­

madılar. Halbuki Tanrının zekasız olmadığına, in-

san yaradılışını iyi tanıdığına, öğreten kendisi b


ise öğrenenin de biz olduğumuzu, öğretilen şey-
leri de anlıy;acağımızı bildiğine inanmalıyız.
Onun öğrettiği, sayı ile saymak sanatıdır ve .şüp-
hesiz bunu kendisinden öğrendiğinıizi bilir; bil­
meseydi büsbütün zekasız olması gerekirdi. Böy-
le olunca, dendiği gibi, öğrenebilenin sayesinde
iyi olduğunu görünce, kıskanmadan onunla bir-
sz EPINOMU

likte sevineceği yerde ona öfkelenseydi, kendi

kendini inkar etmiş olurdu.

Doğrusu, eski insanlar tanrıların varlıkları,


c özleri, geldikleri yerler ve gördükleri işler hak·

kında öyle fikirler ileri sürmüşlerdir ki, bunları

bilgı�ler ne doğru bulur ne de kabul ederler. Tıp·

kı bunun gibi daha sonrakilerden de ateşin, suyun

ve öteki unsurların en eski olduklarını, ruhtan

da önce geldiklerini, en iyi, en önemli hareket·

lerin bedene ateş, soğuk ve buna benzer başka şey·

ler etki6iyle kendini hareket ettirmek için verildi­

ğini, ruhun, bedeni de kendini de hareket ettir·

mı�diğlni ileri sürenleri de bilgeler kabul etmez·

d ler. Fakat şimdi ruhun bedene girince onu ve

kendisini istediği yönde hareket ettirdiğini BÖy·

ledikten sonra, bizim ruhumuz da her hangi bir

yükü her hangi bir yönde hareket ettireceğin­

den şüphe etmemeli. Söylediğim gibi, her şeyin

sebebi bütün iyi şeyler gene iyi şeylerin, kötü

şeyler de kötü şeylerin sebebi olduklarına göre,

ruhun her türlü yönııemeniın, her türlü hareketin

sebebi olmasına şaşmamalı. Öte yandan, iyiye doğ·


e ru hareket ve yönseme çok iyi bir ruhun, bunun

aksi ise kötü bir ruhun işi olduğuna göre, iyili­

ğin kendine benzemiyen ve kendi gibi olmıyan

şeyden daha üstün olması gerekir.

Bütün söylediklerimiz inançsızlardan öca·


EPINOMU S3

lan doğruluğa uygundur. Fakat uğrıı§tığımız me­


seleye gelince, iyi olan adamın aynı zamanda
bilge olacağından şüphe edilemez. Bakalım şim-
di çoktan beri aradığımız bu bilgeliği, doğru- 989

luğu, bilmemezlik edemiyeceğimiz bir bilim ve


sanatta bulabilecek miyiz? Bana kalırsa, biz
§İmdi böyle bir durumdayız. Bundan dolayı bil­
geliğini her yerde aramış bir adam olarak,
onu size de bana göründüğü gibi göstermeğe ça­
lı�acağım. Bil'gisizliğiınizin sebebi, erdenıiın en
önemli kısmını kötü kullanmamızdan ileri geli-
yor, bunu size demin iyice ıanlatuğımı sanıyo-
rum. Kimse benim karşıma çıkıp da ölümlüler
için erdemde dinlilikten daha önemli bir şeyin
bulunabileceğini söylemesin. Dinlilik en iyi yara- b

dılı§lı insanlarda görünmüyorsa, bunun sebebi


yalnız bilgisizlik, hem de en kaba bilgisizliktir.
Bundan başka, en iyi yaradılışlı insanlar en güç
yetişen, ama bir kere yetişti mi en yararlı olan
kimselerdir. Çünkü yavaşlıkla çabukluğu kıen­
dinde toplıyan bir ruh, ölçülü olur, hu ruh, ce-
sareti sever, ölçülü olmakta güçlük çekmez ve, en
önemlisi, bütün hu vergilerle beraber kendinde
öğrenmek ve öğrendiğini bellemek yetisi varsa
o, bu meziyetlerini kullanmaktıan büyük bir e

zevk duyacak ve bilgiye gönül bağlıyacaktır.


Böyle yaradılışlar çabuk açılıp gelişmezler, ama

3
EPINOMI�

bir kere açılıp kendileri için gerekli olan ol·


gunulğa erdiler mi, yurttaşlarının çoğunu, hat·
ta en kötülerini bil3, doğru yolda tutabilirler.
Çünkü tanrılar karşIBıında hep yerinde ve za·
manında düşünür, hareket eder ve konu�lar.
Kurbanlarda, tanrıları ilgilendiren temizlenme·
d lerde, göz boyacılık etmezler, erdemi gerçek·

ten överler. Bu ise her devlet için en önemli


şeydir. Bir ustadan ders almak şartiyle, hence
yurttaşlar arasında yaradılı§ları bakımından en
yetili olanlar, en iyi, en güzel dersleri öğrenebi·
lenler, bunlardır. Fakat bir tanrının kılavuz·
luğu olmadan hiçbir usta hir§Cy öğretemez. Bu­
nu göz önünde tutmadan ders vermeye kalkar,
üstelik de beceremezse ondan ders almamak
daha iyidir. Bütüın hunlardan sonra en iyi yara·
dılışlı olanların neler bilmeleri gereektiğini söy·
e lemeliyim. Şimdi dilimizin döndüğü kadar bun·
lan söyliyen lıı:!nim için ve beni dinliyebilen·
ler için, bunların ve özlerinin ne olduğunu, na·
sıl öğrenilebileceğini, yani tanrılara saygı gös·
990 termeyi nasıl öğrenebileceğimizi açıklıyalım.
Böyle bir şey duymak gerçekten çok garip ola·
cak ama, şunu söyliyeyim ki hu bilime, işin iç
yüzü bilinmedikçe çok akla gelmiyecek olan
bir adı vereceğiz, bu ad, astronomidir. Gerçek

bir astronomi bilgininin muhakkak bilge olma·


l!PlNOl'ıl.IS 35

sı gerektiği bilinmiyor. Ben astronomi bilginin­


den Hesiodos ve benzerleri gibi gök cisimlerini
gözliyen, sadece doğuşlarını ve bauşlarını ince­
liyen ki.mBeleri anlamıyorum. Benim anladığını
bilgin sekiz devirden gezegenlerinkini - pek üs- h

tün bir yetisi olmıyanların güçlükle gözliyebi­

lecekleri birer daire çizen yedi gezegenin devir­


lerini - incelemiş olandır. Bu bilimin nasıl öğre­
nileceğini söylemiştik; gene söyliyeceğiz.
Ay, yörüngesini çok hızlı dolaşır, böylece ay-
başı ile hediri ilk getiren, odur. Bundan sonra
da yörüngesini boydan boya dolaşan güneşi ve
onunla beraber yürüyen gezegenleri gözden ge­
çirmeliyiz. Aynı konular üzerinde aynı şeyleri
<tekrarlamış olmak için şunu söyliyelim ki, önce c

sözünü ettiğimiz cisimlerin öteki hareketlerini


anlamak kolay değildir. Bunun için kafalan ha­
zırlamak, onlara birçok hil'giler vererek anla-
yışlı bir hale getirmek lazımdır. Onlan buna alış­
tırmak için daha çocuklukta ve gençlikte çok
uğraşmalı. İşte hunun için de bilim lazımdır. Bi-
limlerin en önemlisi, doğrudan dağruya sayılara
ait olanıdır. Yalnız, bunu söylerken somut sayı­

ları değil, bütün tekler ve çiftler soyunu ve hun­


ların gerçeğin özü üzerindeki etkilerini .anlıyo­
rum. Bir kere hu öğrenildikten sonra, çok gülünç

olarak adlandırılan geometri geliyor. Halbuki d


EPINOMIS

bu, sayılan yüzeylerle or,anlıyarak özleri bakı·


mmdan bir arada ölçülemiyen sayılan bir arada
ölçülebilir bir 'hale koymak hünerinden ba§ka
bir şey değildir. Bu da anlıyabilen için bir in·
eaın işi değil, açıkca tanrılara mahsus bir kudret·
tir. Bundan başka, üç kı:;ıre çarpaylanan ve kaulık
özüne benziyen sayılar vardır. Daha sonra da
özleri benzemiyen sayıların karşılaştırılması ge·
lir. Buna bu işle uğraşanlar uzay geometri der·
e ler. Üzerinde düşünülür ve yakından bakılır­
sa, en şaşılacak ve en tanrılık olan şey,
kudretle bunun karşıtının hep çift olarak
gitmesi, bütün tabiatın da her ben.zeyişe
uygun olarak türü ve cinsi bunun örneğine göre
991 yaratmasıdır. Böylece temeli iki olan ilk oran·
tı tek'in iki sayısına olan orantısıdır ki çift de
bunun ikinci kuvveti olur. Katıya ve tutulabile·
ne geçilince, bu ikinci kuvvet bir daha iki ile
çarpaylanarak birden sekize yükseldiği görülür.
İkinin ikinci kuvveti bu iki terim ar.asında or·
tadır. Çünkü en büyük onu ne kadar aşarsa o da
en küçüğü o kadar aşar. O bir ucu aşmıştır, öteki
uç da eşit bir nicelikle onu aşmaktadır. Altı ile
oniki arasında bir bütün ve bir yarım ile

b (9=6+3), bir bütün ve bir üşte bir (8=6+2)


vardır. Bu dokuz kuvveti, ikisinin arasında, in­
sanlara eğlencelerinde ahenk ve ritim kullanma·
EPINOı.t.lS 37

ları için bir ölçü kazandırdığı gibi, Mwıalarm


mutlu r.akslarında da bulunur.
Diyelim ki her şey benim söylediğim gibi ol·
maktadır ve böyledir. Fakat bütün bu araştır·
maları güzel bir sonuca erdirmek için Tanrının
insanları görmesine, kavramasına izin verdiği
tanrılık soyu, en gü:rel en tanrılık şeyi görmeye
çalışalım. Ama yukarda saydığımız bilgiler olma·
dan, kimse bunu kavrıyabileceğini söyleyip
övünemez, Bir de, münakaşalarda sorarak ve iyi
söyl3nmem� şeyleri çürüterek her şeyi ait oldu·
ğu türe sokmalı. İnsanların gerçeği denemek c

için yapabilecekleri en güzel, en ba§ta gelecek


sınav budur, sınav olmadığı halde kendine o sü·
sü veren her şey, işlerin en boşudur. Bundan ma·
ada zamanın doğruluğunu göz önünde bulun·
durmak, onun gökte olan biten şeyleri ne büyük
bir incdikle düzenlediğini düşünmek gerektir.
Ancak bunlardır ki ruhun bedenden daha es· d
ki ve tanrılık olduğu hakkındaki hükmümüz·
den emin olarak her yerin tanrılarla dolu ol·
duğu, bu en iyi varlıkların unutganlık yahut
ihmalle bizi kendi 'halimize bırakmadıkları pek
güzel ve sağlam bir hakikat olar.ak meydana çı·
kar. Şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız ki, bu
bilimlerin herbiri öğrenilirse faydalı olurlar,
yoksa, Tanrıyı anmak, bunlarla uğraşmaktan
38 EPINOI>lIS

e daha iyidir. Bakınız bunlar nasıl öğrenilmıalidir·


ler. Bunu açıklandırmalıyım : her şekilde, her
sayı sisteminde, her ahenk birliğinde yıldızların
devirlerindeki her uygunlukta, sağlam bir bilgi
edinmek istenirse, bütün bunların birliğini
meydana çıkarmak gerekir. Bunun için de dik·
kati birlikten ayırmamalı. Çünkü düşünülürse

992 bütün bu şeyleri birleştiren bir tabiat bağı olduğu

görülür. Ama başka bir yol tutulursa işi tesadüfe


hır.akmaktan başka çare yoktur. Çünkü bu bilgi
olmaksızın devletlerimizde mutlu bir. kişiye hi·
le raslanmaz. İşte tutulacak yollar, edinilecek
eğitim, güç veya kolay öğrenilecek şeyler, bunlar·
dır. Tannları gerektiği şekilde ananların nasıl
ün kazan �lanm da düşünerek, tanrıları da
lı ihmal etmemeli. İşte benim dediğim yoldan yü·
rüyerek bu bilgileri edinen kimse, hiç dfü;1ünme·
den söyliyebilirim ki, en bilge insandır. Bundan
başka, yarı şaka yarı ciddi şunu da bildireyim :
bu adama öldü demek caizse, bir kere ölüm
onun alınyazısına son verdi mi, birçok duyum·
dan şimdiki gibi pay almıyacak, artık, yalnız bir
tek şeye payı olup çokluk iken bir olduğundan
bahtlı, pek bilge ve mutlu olacak ve buna, mut· .
lu hayatını karalarda, yahut adalarda geçire­
rek erişecek, hem de bu muttan her zaman pay
alacaktır. Bundan ba�ka, bu araştırmalannı İs·
EPINO?.US 39

ter herkes önünde, ister kendi kendine yapmış c

olsun, gene tanrıların gözdesi olacaktır. Görü·


lüyor ki bizim ta başlangıçta söylediğimiz §İm·
di de doğruluğundan birşey kaybetmiş değildir.
Yani insanların hepsi bahtlı olamaz, bahta bun-
ların içinde yalnız küçük bir küme erebilir, der·
ken doğru bir §ey söylemiş oluyorduk. Çünkü
hem tanrılık hem de ölçülü olan kimseler, baş·
ka erdemlerden de tabii pay almış oldukları için
mutlu bir bilgiyi de öğrenmiş bulundukların· d

dan, Tanrı vergisi olan şeyleri elde edebilirler.


Bunun için bir kere aramızda söyler sonra her
kese de bir kanun gibi şunu yayabiliriz: bütün
bu işleri başarmış olan insanlara en yüksek İŞ·
ler emanet edilebilir. Ötekiler, tanrıları vı� ka·
kadın • tanrıları överek bunların izinden yürüye·
ceklerdir. Bize gelince, yapacağımız en iyi şey,
bütün üyelerini tanıyıp sınavdan geçirdikten
sonra, gece toplantısını bu bilgeliğe çağırmaktır.

You might also like