You are on page 1of 161

BİLİM AHLAKI

Ibert Bayet
Birinci Baskısı 1963 Yılında Çan Yayınlan
Tarafından Yapılmı tır.

Birinci Baskı :1963


kinci Baskı :1993
Baskı :Ça da Matbaası
Dizgi rÇa da Dizgi
Kapak Düzeni :Ça da Ajans

Genel Da ıtım :Ç a d a P a z a r la m a
Ca alo lu Yoku u, Bakı Ofset î hanı
No: 6-8 Zemin Kat Ça da Kitabevi
Ca alo lu / ST.

Tel: 512 33 69 - 511 96 15 - 528 51 29


Fax: 512 33 69
ALBERT BAYET

B L M AHLAKI
ÇEV REN
Vedat Günyol

YORUM YAYINLARI
Ç NDEK LER

Bilim ve Ahlak........................................................7
Bilim Ahlaka Aykın mıdır?................................11
Bilim Ahlakdı ı mıdır?....................... 25
Bilim Ahlakı......................... .............. 38
Aklın Üstünlü ü....................... 46
Birlik îlkesi...........................................................60
Özgürlük îlkesi....................................................71
Gerekircilik ve Ho görü.......................................88
Ba an Ko ulu.....................................................100
Bilim ve Ço ku....................................... 107
Son kar ı-dü ünce.............................................. 127
nsanlık destanı................................................. 149
B LlM VE AHLÂK

Bilimin ahlâk alamnda etkisi ne olabilir? Toplum-


lann yönetimi, tek tek bilinçlilerin sessiz hayatı için ne
bekliyebiliriz ondan?
Kimileri, hiçbir ey, diyorlar: Bilim ahlâka aykırıdır,
insana kötülük eder. Onlara göîfe, bilim öldürme
güçlerimizi ço altmakta in am makinaya köle etmekte,
kinin, budalalı ın eline tehlikeli silahlar vermekte; in
sanların iyili ine çalı ır göründü ü zaman bile, lüksü,
aç gözlülü ü, doymazlı ı daha da azdırmaktadır.
Ondan sıkı bir düzen beklemiyelim: Asıl onu sıkı bir
düzen altına alalım.
Kimileri de daha bir yumu ak davranıyorlar. Bilimi
suçlamıyorlar, seviyorlar onu; bilimden, sa lık i leri
için bir takım teknik bilgiler, ya da ekonomik düzen
için bir takım ustalıklar istiyorlar. Ama, bilimin bir
kural 'koymasına, bir ülkü sunmasına gelemiyorlar.
Onlarca, bilim, özgü gere i, sadece görür, yargılamaz.
Ahlâka aykırı de il, sadece ahlâk dı ıdır.
- 7 -
Bu iki kar ı dü üncenin de eri nedir?
Bunu incelemeden önce unu belirteyim ki, bu her
iki dü ünce de, görünü e ra men, aynı ölçüde bilime
zararlıdır. îlk bakı ta insana öyle geliyor ki, bilim, asıl
silleyi, kendini suçlayanlardan çok, ho görür bir dille
ahlâk dı ı sayanlardan yiyor. Bu sonuncular, bilimin
rolünü ikinci plana dü ürmek için bir takım dolambaçlı
yollara ba vuruyorlar. Ama, bilime ahlâk dı ı saymak
kadar haksızlık de il midir? Kelimenin derin
anlamıyla ahlâk pratik bir takım ö ütler yı ını de il,
bir ülkünün dile geli idir: Bir ülkünün, yani, insanı
ba tan ba a kavrayan, kendine ba layap yükselten,
ona hem güvenç hem ço ku veren, insan dü üncesine
ve yüre ine yeni atılı gücü sa layan, bütün hayata bir
anlam, bir soyluluk kazandıran bir ülkünün.
Dünya kuruldu kurulalı, bütün büyük i ler, i te bu
ülkü tutkusuyla yapılmı tır. Burjuva dünyasını kendi
yıkımına götüren baya ılıktan ancak ve ancak bu
ülküye sarılarak kurtulmayı umabiliriz. Bir an için bu
ate i yok sayın: Ortada ahlâk olarak kala kala, renksiz
zavallı bir bilgelikten, bir takım çıkarların
uzla masından, bencillik tekni inden ba ka bir ey
kalmaz. Oysa, günlük hayatımızda yaptı ımız en basit
bir i , inandı ımız ve sevdi imiz bir büyük eyin
yankısı oldu u zaman asıl de erini bulur. E er bilimin
bize bir ülkü sunmaya hakkı olmadı ı ileri sürer, onu
emir kulu dercesine indirirsek, o zaman, insan
hayatında en yüce olan, topluluklara ve bilinçlere atılı
gücü veren eyler üzerinde derin ve köklü bir etki yap
masını yasaklamı oluruz gerçekte.

- 8
-
Peki ama, bilimi hangi ça da yasaklarla
kösteklemeye kalkı ıyorlar böyle? Dünya yüzünü
kaplıyan, korkunç bir sava tan bitkin dü mü ulus
ların, bunaltılar içinde, daha haklı ilkeler üzerinde
daha soylu bir dünya kurmaya çalı tıkları bir ça da.
Bizi kurtaracak tek devrimin bir ahlâk devrimi
oldu una herkesin inandı ı bir ça da. Üluslan
yıkımdan yıkıma sürüklemi ve Fa izmi kanla
bo maya zorlamı olan eski ahlâkların kar ısında iyi
niyetli insanlar, uluslara yeniden umut verebilecek bir
ahlâk istiyorlar. Bu insanlar yüzlerini, bilime do ru
çeviriyorlar kendili inden. î te, tam bu anda "bilgiler"
dikleniyor: "Çekil urdan!" diyorlar bilime.
Haklan var mı bunu söyleme e? Ahlâka aykın,
ahlâkdı ı diye bilimi arka plana itmeye var mı haklan?
Dinlerle felsefelerin topluluklan ve ruhlan can-
landırabilece ini, Biliminse böyle bir ey yapamaya
ca ını ileri sürmek için sa lam bir takım nedenler var
mı ellerinde? Evrenin akılla kavranılır yanını
gözlerimiz önünde durmadan de i tiren o güzelim, o
inanılmaz bulu lann iç hayatımızın derin gerçekleri
üzerinde, iir üzerinde, duygular üzerinde, dünyayı
yöneten büyük güçler üzerinde etkisiz kalaca ını
söyleme e yetkili midirler?
Ben kendi hesabıma, bilgi alanında ilerleme yol-
lannı açıp ahlâk alanında kapayan böylesine umutsuz
bir çözümü kabul edemem. Elimizde ne kanıtlar olmalı
ki söylesine yürekler acısı bir iflas dü üncesini benim-
siyebilelim! Bilime kar ı gösterileri bu diretmede ben,
geçmi e ba lı güçlerin bugün aynı güçlerine kar ı (iyi
niyetle tabii) denedi i son bir çaba görüyorum sadece.
Bilimin bugüne dek görülmemi ba anlan kar ısında,
- 9 -
yerle mi güçlerin etekleri tutu uyor ve ovayı elden
kaçırınca, hiç de ilse yükseklerde tutunmaya
kalkı ıyorlar: Tıpkı, eski kahramanlık destanlarımızın,
saldırıya u rayınca ehri bırakıp kaleye sı ınan baro
nu gibi. Yalnız u var ki, üç yüzyılı a kın bir süredir,
bilimi durduramıyor kimse. Çünkü, bilim özünden
bulu tur ve olanaklarını hiçe sayanlan, vardı ı
sonuçlarla yalanlar. Toplumsal büyük bir sarsıntı, uy
garlı ın birden duraklaması gibi nedenler atılı gücünü
kırmadıkça, bilimin, adına kıcasa "madde" dedi imiz
ey alanında, vanlmaz sanılan ba anya ula tıktan
sonra, ahlâk alanında eli kolu ba lı kalaca ına nasıl
inanabiliriz?
Ama, denilecek, yukanda belirtilen iki kar ı
dü ünce oldu u gibi duruyor. Birincisini kolayca
çürütebiliriz, sanıyorum. kincisi daha zorluca.
Do rusunu isterseniz, beni uzun boylu da dü ündürdü.
Ama bugün ona kar ılık verilebilece ini sanıyorum.
Bugüne kadar "ahlâk bilimi" inden bir ülkü isteyip
durmu lardı. Oysa bu ülküyü "bilim ahlâkı"ndan iste
mek gerekir. Bilim ahlâkı bu ülküyü bize sunabilir,
uzun zamandan beri sunuyor da. Onu iyi
kar ılayabilirsek, yükseklerde, atom ça ının
ba lannda, bütün insanlı ın uzla ıp anla masını
sa layabiliriz nihayet.

- 10
-
BÎLÎM AHLÂKA AYKIRI MIDIR?

Ortaya atılan ilkkar ı dü ünce u: Bilim ahlâka


aykırıdır. Ne yazık ki, bunu ileri sürenler güçlü
görünüyorlar. Bilimi savunanlar, bilim acılarla, has
talık ve ölümle sava ır, malların üretimini ve
da ıtımını kolayla tırır, dü üncenin yayılmasına
yardım eder, deyip duruyorlar: Biz bu beylik sözlerle
oyalanıp dururken, beri yandan olaylar konu uyor.
Onlann diliyse keskin mi keskin.
1914 ile 1918 yıllan arasında onbe milyon insan
sava ta can verdi. Bu ölüm i i için kim silahlandırdı
uluslan? Bilim. Bilimin yardımıyla, trenler, otomobil
ler, göz açıp kapayıncaya kadar, küme küme insanı
ölüm meydanlanna atıyordu; hep daha iyi araçlarla
ku anan fabrikalann, toplann tüfeklerin sayısı onun
yardımıyla artıyordu. Onun yardımıyla ölüm saçan
yaylım ate leri düzenleniyor, uçaklar orduların, kentle

- 11
-
rin üstünde uçup durabiliyordu: nsan ölüleri, yaralar,
kesip biçmeler kar ısında duygusuz kalan bilim,
dünyanın gözüne yaman bir insan öldürme aracı gibi
görünüyordu.
Bir günlük yanılma, bir saatlik sapıtma mıydı bu?
Ne yazık ki, de ildi. Daha mütareke yeni imzalanmı ,
mezarların üstü yeni örtülmü tü ki, laboratuvarlar
harıl harıl çalı maya ba ladılar. Niçin? Sava ı ortadan
kaldırmak için mi? Hayır! Onu daha da öldürücü yap
mak için. Falan bilgin, en geni bir alan içinde en çok
insan öldürebilecek gazı anyor; filan bilgin dü manı
ezecek en geni bir alan içinde en çok insan
öldürebilecek gazı anyor; filan bilgin dü manı ezecek
en amansız tanklar üzerinde çalı ıyor, bir ba kası uzak
amaçlan yok etmek için denizleri a acak füzeler; bir
ba kası da büyük çapta patlayıcı maddeler ta ıyan
uçaklar tasarlıyordu. Sonuç ne oldu? 1939 sava ı, bir
öncekini korkunçluk bakımından gölgede bıraktı.
"Sava lan yönetenler" üstüne ilkça söz ustalannın
cümlelerine elveda! Alman uçaklan Fransa'da,
ngiltere'de Rusya'da köyleri, mahelleleri, kentleri
yerle bir ediyor,kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar
çöküntüler için Birle ikler daha da korkunç yollara
ba vurmak zorunda kaldılar. Durup dinlenmek bilmey
en bilim, her gün yeni yeni yakıp yıkma araçlan
buldu undan, Ölüm Süvarisi için söylenen: "Adı
Ölümdür" sözü onun için de söylenebilir gibiydi.
Buna kar ı, sava her eye ra men ola an dı ıdır,
ve barı i lerinde. Bilimin ter temiz kalmaktadır diye
cek oluyorsunuz, olaylar yeniden ba gösteriveriyor.
Mühendislerin çabalanyla her gün daha da geli en ma-
kinalar, dedikleri gibi bolluk ve güven içinde bir hayat
- 12
-
sa layabildiler mi? Acı bir alay saklı bu soruda. Fabri
kaların hani hani çalı ması yirmi defa, yüz defa yok
sulluk, i sizlik yarattı. Bazı i çilere balonca, insanın
kendine unu sorası geliyor: Acaba makina mı insanın,
yoksa insan mı makinanın kölesi oluyor? Eski
ça larda, madenlerde ya da de irmenlerde köle olarak
çalı tırılanlar ne de olsa, küçük bir azınlıktı. Bugünse,
bütün bir ulusu, saat be saat, yeni tannya kurban ediy
orlar ve amansız bir mantı ın meyvası olan rasyonali-
zasyon, dünün i çisini acınacak bir makina adam duru
muna sokuyor:

Kötü çaba alır pençesine körpe ya ı,


Yoksul yaratıp zengin üretir,
Bir çocu u bir araç gibi kullanır.
Nereye gider? Ne ister? dedi imiz ilerleme
Ki kırar belini çiçe i burnunda gençli in,
Ki makinaya bir ruh verip, kısacası
nsanın ruhunu alır elinden.
Lanet olsun anaları a latan o çabaya,
nsanı piçle tiren sapıklık gibisin, lanet sana!
Yüz karası, küfürler gibisin, lanet sana!
Ey Tannm! Bu çabaya lanet olsun, gerçek çaba
adına.
Sa lam, verimli, cömert çaba adına,
Halkı özgür, insanı mutlu eden çaba adına!

- 13
-
Bugünün basım, sineması, radyosu insanın aklım
geli tirip özgürle tiren birer maya olabilirler ve
olmalıydılar. Bir zaman, Anatole France bir basımevini
gezerken "Hakkı ve gerçe i bütün dünyaya yayacak
olankutsal harfleri" selamlamı tı. Ne yazık ki, bu
kur un harfler, dünyaya yalan, aptallık, kin, hatta iha
net ta ıdılar: "Kokmu basın" linotip ve rotatif m akma
larından faydalanarak, topraklarımız üstünde Hitler'in
ba arısını sa lamaya çalı tılar. Paris Soir tipindeki
büyük gazeteler, ellerindeki yaman araçlarla, Münih
günlerindeki Fransız halkım uyu turup dü ünmez
hale getirmek istediler. Sinemayla radyoya gelince, çok
zaman, onlann da dü ünce ve sanatla alay ettiklerini,
bütün dünya için bir hayvanla tırma okulu olduklanm
görmedik mi?
üphesiz, bu olaylan görmezlikten gelebilir insan.
Ama, son sava tan az önce, sert sesler yükseliyor,
kafamıza vururcasma bizi gerçe e ça ınyordu; Gandhi
ve Tagore'la birlikte dünyanın yansı, öbür yansını
suçlandınyordu. Bilimin yarattı ı bu uygarlık, Gand-
hi’ye göre, "kara ça , karanlıklar ça ı" idi. nsanı
kölelikten kurtarmasını bekledi imiz makina, onun
gözünde "Korkunç bir tannydı". Biz batılılann
ya ayı ı, bizi temel amaçlardan uzak tutan gülünç bir
çırpınmadan bakan bir ey de ildi ona göre. Daha
ölçülü olan Tagore, bu konuda daha da sertti: "Bilim
üzerine kurulan ya ayı kimi insanların ho una gider.
Çünkü onda sporun bütün özellikleri vardır. Ciddi
görünmeye çalı ır ama, derinli i yoktur, insanın yüce
yanını hesaba hiç katmaz."

- 14
-
Hindistan'ın bu bilge ki ilerinin sözlerini tarafsız
bir kafayla okuyanların, içlerinde büyük bir sarsıntı
duymamaları güçtür, sanırım. Çünkü, hiç kimse, bu
bilgiler için dü ünce hayatının ustalan de ildir diye
mez. Bizi dı tan yargıladıkları için, onlann
yargılarında belki a ın bir sertli e kaçtıklarını ileri
sürenler olacaktır. Ne var ki, batıdan yükselen bir ses
de onlann sesine katılıyordu. Ça ımız fizikçilerinin en
büyüklerinden birine, kendi dehasının yeni bir yön
verdi i bir bilime kar ı içinden pazarlıklı denemezdi.
Bununla beraber, Einstein Gandhi'den daha da sertti:
"Bilim bugüne dek köleler yaratmaktan ba ka bir i e
yaramadı; sava zamanında bizi zehirlemeye, param
parça etmeye yanyor; ban zamanında da hayatımızı
çekilmez, kararsız hale sokuyor. Bilimler, insanlan
kafa i lerine adayıp büyük ölçüde kölelikten kurtara
cak yerde, onlan makinanın kölesi yapmı tır. çilerin
büyük bölü ü uzun ve sıkıcı günlerini tiksinti içinde
geçirirler, ama bu bile, o zavallı ücretleri için titremek
ten alıkoyamıyor onlan.” Einstein, bilimler için "Bir
bela" diyecek kadar ileri gidiyordu.
Diyelim ki i i büyütüyordu ve bilimi böylesine acı
bir dille kötülüyorsa, ona fazlasıyla inanmı
oldu undan kötülüyordu: Umutlan kınlmı bir sev
dalının acı sözleriydi bunlar. Haydi haksızlık etmiye-
lim ve bilimin pratik yararlannı öven resmi söylevlerde
yabana atılmayacak bazı eyler oldu unu da kabul ede
lim: "Bilim öl dürüyorsa, kurtardı ı da oluyor bazı bazı.
Kinleri silahlandınyorsa, arada bir birlik isteklerini de
silahlandırdı ı oluyor. A a ılık ve kötü içgüdüleri doy
uruyorsa, cömert duygulan, soylu ve ince meraklan
besledi i de oluyor." Ama, bu sonucun öbürünüde den

- 15
-
geledi ini dü ünmek fazla a ın da olsa, yine de az buz
yenilgi de il do rusu! Hayır, 1945 yılından az önceleri,
bize sa ladı ı iyilikler adına ba ı lıyabilirdik Bilimi:
Çünkü onun en suçlu yanı uydu üphesiz: Do rulu a
ve sevgiye yardım edebilirken ve edebilecekken,
tasanda kalan böyle bir görevi sokukkanlılıkla bir
yana atıp zalimli in, açgözlülü ün, aptallı ın yaranna
çalı ıyordu. yilik ve kötülük nedir bilmeyen ahlâkdı ı
bir güç için "eh ne yapalım!" diyebilir insan. Ama,
iyili in ne oldu unu bilen, zaman zaman ona yararlı
olan, sonra günün birinde ona kar ı dönerek, acılar,
ölüm ve kölelik hesabına çalı an bir Bilim'i nasıl
ba ı layabiliriz? Do rulu u ve iyili i her eyin üstünde
sayanlar, böylesine apaçık bir yüzsüzlük kar ısında,
Pascal'la birlikte, haklı olarak, öyle bir sonuca var
mazlar mı? Bilimler "insanın hara de ildir" ve "insan
onlan bilmekle, bilmemekten daha çok insanlı ını yiti
rir."
1945 yılından önce ço u kimseler böyle
dü ünüyordu. Ama, 1945 yılında yeni bir olay
dünyanın bilincisi altüst etti: Bir Amerikan uça ının
attı ı bir "atom bombası" bir Japon kentini hemen
hemen yerle bir etti ve bu toptan yokolma tehlikesi
kar ısında Japonya boyun e mek zorunda kaldı.
Tabii, Birle ikler, özgürlük amacına yaradı diye, bu
bulu u, haklı olarak, sevinçle de kar ıladılar. Ama,
sava ı kazananların kendileri de, sonunda, bunun
yöneldikleri amaca vah ice yaradı ını açı a vurmak zo
runda kaldılar ve Bilim, her zamandan daha çok,
suçlanmı , lanetlenmi oldu.

- 16
-
Nasıl olmasın ki, yıllar yılı, en ünlü bilginler, atom
düzyazsı denilen bu yeni dünya üzerine e ilmi lerdi.
Inceliye inceliye, sonunda "eksi sonsuzun" üstesinden
gelmi ler; binlerce yüzyıldan bu yana kavranamaz de
nilen eyi kavramı lardı. Bunu anlatmak için denebilir
ki, dünya tarihinin gördü ü en büyük devrimi
yapmı lardı: Deney kar ısında, aklın kendi üstüne
edindi i bilgiyi de i tirmeye kadar vardırmı lardı i i.
Quantum'lar ö retisinin ı ı ı altında,zamana meydan
okur sanılan Descartes ilkelerini yerinden oy
natmı lardı. Ama, dünyanın övünüp durdu u bu
bulu tan ne çıktı? Uygarlıkları, hatta dünyamızın ken
dini toptan bir yokolma tehlikesi altında tutan bir
silah!
yimserler, Amerikan atom bombasının etkisi henüz
sınırlıdır, diyorlar bo una. Kendi bulu undan büyük
bir korkuya dü en Amerika, atom enerjisi üzerinde,
teklerin sava amacıyla yeni ara tırmalar yapmasını
bo una yasak ediyor. Herkes bilir ki, bilim böylesine
çocukça yasalara güler ancak. Yine herkes bilir ki,
kayna ı Fransa olan bu bulu un, çok geçmeden, ulusla
rarası bilim için gizli kapaklı bir yanı kalmayacaktır.
Herkes unun da farkında:îlk bomba sadece bir tek
kenti yok ettiyse, daha yi hazırlannU ba ka bombalar
dünyamızı uçurabilir havaya.
Bu durum kar ısında, Einstein'in dedi i gibi bili
min bir "bela" oldu u sonucuna varmayız da ne
yapanz? Bugün uygar uluslara bakınca insan büyük
bir korkuya kapılmaz da ne yapar? Dünya, bugüne dek
geçirdi i buhranların en kanlısından daha yeni çıkmı
bulunuyor: Milyonlar ve milyonlarca aile yas içinde;
yüzyılların çabasıyla kurulan kentler bugün toprak
- 17
-
yı ınından ba ka bir ey de il; kıtlık insanları
kıskıvrak yakalamı .Daha imdiden bu yıkıntılar
üzerinde, kılı bile kıpırdamıyan bilim, öldürme i ini ye
niden ele almı bulunuyor; durmadan daha ötelere,
daha uzaklara gitmenin yollarım anyor. Bu direti te
korkunç bir güzellik var, orası do ru, Ama i renç bir
güzellik bu. Kötülü ün buyru undaki bu bilgi biriki
minden bin defa daha iyidir bilgisizlik.
ileri sürülen kar ı dü ünce bu i te. Bunca iyi
yürekli insanın Bilime kar ı yaptıkları suçlamayı kısa
kesiyorum. Onu zayıflatmayı istemem. Çünkü, bir çok
bakımdan do rudur.
Bir çok noktalarda, diyorum, bütün noktalarda
de il. Çünkü, sözlerini tekrarladı ım kimselerle birlik
te bilimin zararlı etkilerinin hayırlı etkilerinden çok
oldu unu söylemek fazla ileri gitmek olur.
Önce unu söyliyeyim: Bu adamlar aldatıcı bir
dü ünceye kapılıp, bir suç olan saldın ile, bir ödev olan
savunmayı aynı "sava ", kelimesinde birle tiriyorlar.
Son sava ta, Nazilik belasıyla kar ı kar ıya kalan
memleketlere ba ımsızlıklannı ve ülkülerini koruma
yollannı sa layan bilime kimin dili vanr kötülü e ya
rarlı oldu deme e?
Öte yandan, sava silahlan milyonlarca insanı
öldürdüyse, bilimin silahlandırdı ı tıbbın milyonlarca
insanın hayatım kurtardı ım kim yalanhyabilir? Maki-
nalar, çokluk, i çiyi köle durumuna kokmu sa, ona bir
çok yıpratıcı i lerden kurtarmamı mıdır? Ço unlu un
yararına faydalı nesnelerin sayısını arttırdı ım nasıl
görmezlikten gelebiliriz? Asker ve cephane ta ıyan ge
milerin, otomobillerin, uçaklann, ban zamanında
ban çı i lere de yaradı ını nasıl hiçe sayabiliriz?

- 18
-
Bir yazar, ate 'in tarihini anlatmaya kalkar da,
yalnız ate e verilmi ekinlerden, kentlerden, ate
i kencesiyle sorguya çekilen insanlardan, odun
yı ınları üstünde diri diri yakılan dinsizlerden
sözederse, haklı olarak takılırız bu dediklerine: Çünkü,
gün gibi açık ki, ate bir cana kıymı sa bin canı kur
tarmı tır. Onun için, sa lam kanıtlara dayanmaksızın
bilimsel tekniklerin bilançosunun pasifi a ır bakıyor,
demek en azından dü üncesizliktir.
Ama geçiyorum bunlan. Çünkü yukarıda kanıt ola
rak gösterilen olaylar üzerinde, bunlan gösterenlerle
aynı dü üncedeyim. Evet, bazı makinalann kimi insan-
lan makinala tırdı ı, onlan bir kölelikten kurtanp bir
ba ka köleli e dü ürdü ünü dü ünmek acıdır. Evet,
dizgi ve baskı makinalan, radyo ve sinema gibi o
güzelim bulu lann dünyaya yalan, budalalık, kin ve
ihanet ta ıdıklannı görünce insan haklı olarak tela a
dü ebilir. Evet, dört bir yanına kötülük saçan bir
saldıncıya yenmek için, onun kullandı ı aynı silahlara
saldıranlar bile, bu i çi i leri burkula burkula
yapıyorlardı. Evet, atom bombasının dünyayı, aklın
alamayaca ı i renç bir tehlike altında tutması
yürekler acısı bir eydir. Bilimi suçlandıranlann
sandıklan gibi, e er bilim bütün bu kötülüklerden so
rumluysa, bütün hayranlı ımıza ra men, ondan nerfet
etmemiz gerekir.
Ama, bilim gerçekten sorumlu mu bütün bunlar
dan?
Hayır. Bu kötülükler gerçektir, nefret edilecek
eylerdir burası do ru. Ama bunlann hiç birisi, ne
yakından ne uzaktan, Bilimin i i de ildir.

- 19
-
nsanı yanıltan, bilimin kendisi ile pratik uygula
malarının birbirine karı tırılmasıdır. Sokaktaki adam
için "bilim", bilgin ile teknik adamının birbirinden
ayrılmaz i idir. Onun gözünde bilim, trendir, uçaktır,
sinemadır, radyodur, penisilindir, atom bombasıdır.
Dil, töreler in am bu yanılgıya öylesine sürükler ki, en
kültürlü kimseler bile bu tuza a dü erler. Çokluk,
anlamı açık olmayan "uygulama bilimleri" terimini kul
lanırız. "Tıp bilimlerinden", "mühendislerin bilimi"
inden söz ederiz. Ama, bereket versin ki, bilim teknik
ten apayn bir eydir: Yalnız ve yalmz olayların, olaylar
arasındaki ili kilerin çıkarsız ara tırılmasıdır.
Bütün bunlan dü üncemi savunma yolunda
söylemiyorum burada. Yüzlerce, daha do rusu binlerce
yıl boyunca, bilim ile teknik birbirine öylesine
karı mı tır ki, ilgililer bile bunlan birbirinden
ayırdedemez olmu lar, burası do ru. nsan i lerinde
geç kalmı kimseler"politik bilimler" diye bir okul
kurmu lar; hukuk fakültelerimizde de "ekonomi poli
tik" adı altında, ö rencilere, aksiyonla ilgili toplum bi
limsel gözlem ve kurallardan meydana gelmi bir çorba
sunulmaktadır, burası da do ru. Ama, bereket versin
ki, bugün "teorik" ve "kurala" bakımdan yapılan
ayınm, bütün gerçek bilim ara tırmalannın hareket
noktasıdır. Bu aynm bilimin ko ulu ve temelidir. ster
fizik, ister biyoloji, ister toplumbilim alanında olsun,
bilginin görevi deney ve aklın ortak çabası ile "olaylar"
dedi imiz eyle "yasalar" dedi imiz eyleri iyice belirt
mektir sadece.

- 20 -
Do rusunu isterseniz, bu "yasa" sözü ikiz anlamlı
bir sözdür: "Newton yasası" ve "Falloux yasası", "Gay-
lussac yasaları" dedi imiz gibi,bir takım "berbat yasa
lar" dan da söz ederiz sık sık. î te, bilginin olayları
avucunun içine aldı ı, iste ine uydurdu u dü üncesi
burdan geliyor. Sully-Prudhomme'un ünlü bir iirinde
gökyüzünü seyreden astronom öyle anlatıyor:

Ama, dü mü da ınık saçlı yıldızınardına,


Ba ırıyor, diyor ki ona:
"Dön geri, dön geri bin yıl sonra!"
Ve yıldız dönecek geri...

Ama, pozitif ara tırmanın ruhunu kavramı kimse


için, bilginin "yasa'sı, ile, yasacının "yasa"sı apayn
eylerdir. kincisi bir takım buyruklar, birincisiyse
gözlemler -ve yorumlardır. kincisi olması gerekeni,
olması istenileni yapmaya, birincisiyle olanı anlamaya
yönelmi bir çabadır.
Bir bakıma sınırsız bir çabadır bu, çünkü, bir
gözlem ve anlama sorunu, çözümlenir çözümlenmez,
ba ka sorunlar atar ortaya; çünkü, ara tırmayı kolay
la tırmak amacıyla bölünen "olaylar" geçici bir takım
yapılardır; çünkü, tabiat meraklarımıza durmadan bir
takım konular vermektedir. Bir bakıma da, sınırlı bir
çabadır bu: Çünkü, bilgin, bir bilim adamı olarak, ken
dini yalnız anlama i ine verir ve kurallar koyma
kaygısına dü mez. Yasa diye adlandırdı ı, daha do ru
olarak teoriler de dedi i bütün bu tasarımlar neye
yönelmektedir? Onun gözünde bunların bir tek amacı
var: Bunlar bize Evrenin gittikçe daha do ru, yani
daha geni ve daha ince bir imgesini vermelidirler. Bil
ginin hayatı bir tek kelimede toplanır: "ö remek".

- 21 -
Ö renmek, yalnız ve yalnız ö renmek, yine
ö renmek. üphesiz olaylar belirlendikten, tasarımlar
dile getirildikten sonra, insan ihtiyaçlarını, isteklerini,
tutkularını, hatta gelgeç heveslerini kar ılamak için
bundan faydalanmaya bakar: î te, o zaman, "teknik"
ya da "zanaat" dedi imiz ey çıkar ortaya: Mühendis,
fizik ve kimyadan faydalanıp makinalar yapar; hekim
fizik, kimya ve biolojidan yararlanıp reçeteler yazar;
yasacı, toplumbilimden faydalanıp yasalar koyar. Ama,
pozitif ara tırmanın sa ladı ı bilgi ba ka, teknik
adamlarının bu bilgiden istedikleri gibi yararlanmaları
ba kadır; Bilgi ba ka ey, onu kullanma ba ka eydir.
Yukanda sözünü etti im kar ı dü ünce i te burada
kendili inden çürüyüverir: Beceriksiz bir i çinin kul
lanmasına bakıp bir araç, kötü niyetli bir yargıcın uy
gulamasına bakıp bir yasa üzerinde yargı yürütemeyiz.
Öyleyse, azgözlü ve ta yürekli bir insanlı ın kullanı
ekline bakıp Bilimi ne hakla yargılıyoruz?
Teorik çabayla kurala çaba arasındaki aynhk
öylesine açık ki, geçmi ten kalma bir bulanıklı ın
bugün hâlâ nasıl sürüp gitti ine a ıyor insan. Bence
bunun büyük bir nedeni var: Gerçekte, pozitif yasayı
bulan ve bulduktan sonra da onu uygulamak isteyen
aynı adam oluyor çok zaman. Mikroplan bulan da Pas-
teur, bazı hastalıklan iyi etmeye çalı an da Paste-
ur'dür. Atom, dünyasının sırnna eren Joliot, atom
enerjisini kullanmaya çalı an yine Joliot'dur. Bu iki
çaba, halkın gözünde birbirinden aynlmaz eylerdir.
Ama, bu neden bilimle tekni in birbirine niçin
kan tınlageldi ini açıklarsa da, bunu haklı göstermez.

- 22 -
Evet, çok hem de pek çok zaman bilen ve harekete
geçen, yeni bir ey bulan ve bulu u uygulayan aynı
adamdır. Ama, aslmda, bu adam bir makina, bir araç
yapar da salt bilgiden öte bir takım amaçlara yönelirse,
bilim alanından çıkar ve artık yaptı ı her eyde ki isel
bir sorumluluk yüklenmi olur. stedi i kadar aynı
kalsın ve laboratuvanndan çıkmasın, aynı araçları kul
lansın, bir i i bir ba ka i yararına bırakmı ve niyetini
de i tirmekle dü üncesini de de i tirmi olur. Bilgin
olarak, tek istedi i bilgiye ula maktı. insan olarak,
onun da bir takım sevgileri, nefretleri, alı kanlıkları,
önyargıları, çıkarları, tutkuları vardır. Elbet kendine
özge bir ahlâkı da vardır. Onun için, bilgisini bu
ahlâkın buyru una verebilir. Ama, bu ahlâk "bilim
ahrâkı" de ilse (ki, henüz bütün bilginlerin ahlâkı ol
maktan çok uzaktır), o zaman bilim, kendini ya
rattıktan sonra kullananların davranı larından sorum
lu de ildir artık. Bu yüzden bilime çatılamaz, çünkü bu
yoldaki istekler suça yol açan bir takım istekler bile
olsa, bilimin bunda bir günahı yoktur.
Demek, öldürme araçlarını, insanları köle etme
ve aptalla tırma yollarını bize sa ladı diye bilim
ahlâk dü manlı ı ile suçlandırılıyor; bu da bilimle
tekni in herkesçe birbirine karı tırılmasından,
hem de aslında kaba, kabul edilmez bir ekilde
karı tırılmasından do uyor. Çeli in, gazın, atom
bombasının sebep oldu u ölümler, makinanın yarattı ı
acılar, sinemanın yaydı ı budalalık, radyonun
yayınladı ı yalanlar ya da aptallıklar, bütün bunlar,
bilimden de il, bizden geliyor.

- 23 -
Bilge ki iler cumhuriyetinde do up geli en fizik,
kimya, biyoloji yalnız hayırlı ve do ru i lerde kul
lanılabilirdi. Durum böyle de ilse, gerçe i durmadan
daha doyurucu bir biçimde yansıtan bulu lar haksızlık
ve ölüm i leri yararına kullanılmı sa, bunun suçu bu
bulu larda de il, kötü isteklerin o yüklü mirasına
konmu olan toplumlanmızdadır; bu isteklerin hiçbiri
o temiz bilim tapınaklarında do mu de ildir çünkü.
Bu toplumlann insanları kimi zaman öldürmek, kimi
zaman iyile tirmek, kimi zaman kölelikten kurtarmak,
kimi zaman da yüceltmek için bilimden yarar
landıklarım görmek, biraz da onlann iyi ve kötü
oldu unu görmek demektir. Bu gözlem yeni olmamakla
beraber yanlı da de ildir. Ancak bize kar ı geçerlidir,
bilime kar ı de il.
Saldınya u rayan bir Yunan kentinde, etekleri
tutu an savunucular, kendilerini ku atan dü manlann
üstüne bir tann heykeli fırlatmı lar ve bu sanat eseri
bir çok kimseyi öldürmü : imdi, soranm size, kimin
aklına gelir sanat insan kanma susamı tır demek? Ya,
heykelcinin kendisi heykeli fırlatmaya yardım etmi ol
saydı, bu yüzden heykelcili i suçlandıracak mıydık?
Bunun gibi, Gandhi, Tagore hatta Einstein bilimi
bo una suçlandınyor, bilim ya da bilimin gölgesi adına
i lenen suçlann günahım ona yüklemek istiyorlar.
Halk, bo una, atom bombasından onu sorumlu tutuyor,
sanki sava ı do uran bilimmi gibi. Bilim üstüne
hakça bir yargıda bulunmak isteniyorsa, bilimin kendi
si, niyetleri ve görevi üstüne yargı yürütmek gerekir.
Sorun bu türlü ele alınırsa, bilimin bütün bu
kötülüklerle hiç bir ili i i olmadı ı görülür. Bilgin, bil
gin olarak de il, bir insan olarak, her hangi bir insan
kadar suçlu olabilir ancak ve ne yazık ki, çok zaman da
olmu tur. Suç i lerinde kullanıldı ı zaman, bilim bir
suç orta ı de il, olsa olsa o i in kurbanıdır.
- 24 -
B L M AHLÂK DI IMIDIR?

Talihsizlik bu ya, ileri sürülen birinci kar ı


dü ünceyi çürütelim derken kincisini çürütülemez
hale soktuk. Bilim ahlâka aykın de ildir, kabul; ama,
ahlâk dı ıdır öyleyse; yalnız gerçe i aramaktan ba ka
kaygısı olmadı ı için iyi ve kötü ile ilgilenmez; bu
yüzden, bir ülkü aramak için bilime ba vurmak delilik
olur.
Sonra, i in kolayına kaçıp diyorlar ki bize: "Nasıl
öyle de il diyebilirsiniz? Siz kendiniz gösteriyorsunuz
böyle oldu unu. Siz kendiniz söylüyorsunuz, bilimin i i
görmek ve anlamaktır, ahlâkınkın ise yönetmektir
diye. Ahlâkçı olması gerekeni, bilgin de olanı arar. îyi,
güzel ama, bu iki i birbirinden böylesine ayn ise, nasıl
yolunu bulup onlan dürüstçe birle tirmeye kalkı abilir
insan? Ne astronomi bilgini yıldızda iyiyi kötüyü arar,
ne de fizikçi atoma do ru yolu gösterme e çalı ır:

- 25 -
öyleyse, toplumbilimci, insanda ne iyiyi kötüyü
ara tırmaya yetkilidir, ne de ona do ru yolu
gösterme e. Gerçe in incelenmesinden ba ka bir ey
olmayan bilim, ülkü bulmaya kalkacak olursa e er,
rolünü bırakır ve artık bilim olmaktan çıkar. Bilmekte
usta, iyiyi kötüyü göstermekte güçsüz olan bilim, özü
gere i ahlâk dı ıdır. Ondan bir takım "ya ama kural
ları" istemek onu küçümsemek, ona ihanet etmek olur.
leri sürülen kar ı dü ünce bu, i te. Yabana atılacak
gibi de de il do rusu. Bunu hafiften almak niyetinde
de ilim. Tam tersine, bu kar ı dü üncenin gücünü
göstermek istiyorum. Çünkü, bana kalırsa, bunca
seçkin kafalar bunun gücünü küçümsedikleri içindir ki
ahlâkla bilimin ili kilerini yanlı anlamı ve bugün
kurtulmamız gereken çıkmaza sokmu lardır bizi.
Yukarıda söylediklerimizi tekrarlamak düpedüz
bilgiçlik olur. Evet, bilim gerçe i görür, kurallar koy
maz. Olanı söyler, olması gerekeni de il. Bilgin, ister
fizikçi, psikolog, istter toplumbilimci olsun, bir gerçe i
ara tırırken, gördü ünü açık ya da kapalı olarak
yargılamaz, ondan bir kuyruk çıkarmaz, i e yarar bir
ö üt de vermeye kalkmaz.
Ço u kimseler bu açık gerçe i benimseme e
yana mıyorlar, çünkü bunda bir çe it iflas görüyorlar.
"Bize bir ahlâk verin!" deyip duruyorlar bilime. Ama
bilmiyorar ki, bilim isteklerine kar ılık verirse,
rolünden çıkmı , kendine olan saygısını yitirince de
gücünü kaybetmi olur.
"Bilimsel" geçinen bütün ahlâklar, pozitif
ara tırmanın ne oldu unu bilmedikleri için bilimselli e
kalkı mı lardır. E er bilim, kendi adına oynanan bu
oyunların üstünde olmasa, bu ahlâklar, zamanla
yıkılıp gittikleri için, bilime zarar verebilirlerdi.

- 26 -
Kimileri de biyolojiden bir ahlâk kurmasını istiyor
ve diyorlar ki: "Bütün canlı varlıklar sonsuz ya amak
isterler, bu bir gerçektir. Öyle oldu una göre, ya ama
iste i ahlâkın temeli olmalıdır:" Önce unu söyleyelim:
Sade insan türü içinde bile, bütün canlıların ya amak
istediklerini söylemek fazla ileri gitmik olur; çünkü,
kimi insanlar vardır ki, canlarına kıymak isterler ve
kıyarlar da. Ama, bunların ya ama istekleri apaçık or
taya konsa bile, bu durumu gören bilgin, hangi hakla,
böyle bir iste in iyi oldu unu, bunu bir ahlâk ilkesi
yapmak gerekti ini ileri sürebilir? Böyle bir sav (iddia)
ne çe it bir gözleme ya da deneye dayanacak? Tabiat
yasasını bo una ileri sürüyorlar: Kar ı koyacak yerde
neden boyun e meli tabiata?
Epikhuros'çular da öyle diyorlardı: "Her canlı
varlık rahatlı ı arar, acıdan kaçar; bu bir
gerçektir. Onun için acıdan kaçmalı, rahatlı ı ara
malıyız." Bu ilkeden ince ve temiz bir ahlâk çıkardılar,
buna diyecek yok. Ne var ki, asıl bu ilke üstünde kendi
lerini savunamaz hale dü mekteler: Çünkü, biç iste in
var olması, onun haklı olmasını gerektirmez.
Ba kaları, bu güçlükle kar ıla ınca biyolojiye
ba vurmuyorlar ama, bu sefer, "ahlâk bilimi" dedikleri,
hem bilimin hem de ahlâkın bütün de erlerini bir
araya getire bir ba ka bilime ba vuruyorlar ve bize
"î te size, sorunun çözümü!" diyorlar gururla.
Ya! "ahlâk bilimi" hiç de nazlanmıyor ma allah. Ne
isterseniz veriyor, hem de bol keseden: Akıl ahlâkları,
ya da duygu ahlâkları, ki isel ya da kollektif yarar
ahlâkları, eref ahlâkları, dayanı ma ahlâkları, a k,
ödev ahlâkları... Say sayabildi in kadar. Bizlere sunu

- 27 -
lan bu düzenlerden her biri bir tüme varım ya da bir
tümden gelim sistemine ba lı oldu u için, bunlan birer
"bilimsel" düzen olarak gösteriyorlar. Ama, bunlardan
hiç biri, bilimin azıcık da olsa, kafalarda sa ladı ı
anla mayı yaratamamı tır. Sadece bu bilgi, bu ahlâk
bilimlerinin büründü ü üstünlükleri üpheye
dü ürebilir. Nitekim, Levy-Bruhl unutulmaz bir eserin
de bu sözde "ahlâk biliminin" kurala bir bilim " olmak
bakımından, temelden tutarsız bir varmak, tabiata
aykın do mu bir yaratık oldu unu göstermi tir. Bi
limsel çalı manın adını, dı görünü ü bo una benimsiy
orlar. nceleme konusu olarak, olanı de il olması gere
keni ele aldı ımız anda, bilginin hem i ini, hem i inin
ruhunu küçümsüyorsunuz demektir.
Bu konuda okuyucu, Lıevy-Bruh"ün açıklamalarım
okusun,derim. Yirmi be yılı a kın ate li bir
tartı madan sonra, bu açıklamalar gücünü biraz olsun
yitirmi de iller. Biliyorum, geçmi e ba lı kalanlar
buna kar ı çıkıp, türlü tipte bilim olabilir, diyecekler
dir. Littre'ye ba vurup i in kolayına kaçıyor bunlar.
Bilim kelimesinin bir çok anlamı vardır. Sadece
Tanribilim u bilimleri sayıyor: "Dü ünen bilim",
"gören bilim", "orta bilim", "Tann vergisi bilim".
D'Alembert, insanlarla dü üp kalkma sanatına "dünya
bilimi" diyordu. Voltaire de ikiyüzlülü e "bilim" diyor.
Çok kimseler "yürekbilim"nden söz ederler. Krael buy-
ruklan, kralın sonsuz gücünü belirtmek için "bizim
kesin bilgimiz" deyimini kullanırdı. Demek geçmi teki
kullanı bakımından kuralcı bir teoriye "bilim" adı ver
mek kadar ola an bir ey olamazdı. Ne var ki, adın
aynı olması, de i ik eyleri birle tirmez. urası
apaçıktır ki, Aristoteles’in, Zenon'un, Kant'ın kurdu u

- 28 -
kurala dü ünce yapılan ile Galieo’nun, Newton'un,
Einstein'in pozitif yapılan arasında özden bir aynlık
vardır. Birbirinden böylesine ayn bulu lan aynı ad
altında birle tirmekten ne kazanılabilirler. Dil, bilim
öncesi ça lardan kaldı ı için, kolayca yatar bu oyanla
ra. Ama, küçümsenen gerçek tezelden öcünü almakta
gecikmemi tir. Nitekim, bilim, kendi adına bürünen
ama eserlerinden do mamı olan bu ahlâkın göçüp git
tiklerini serinkanla seyrediyor.
Kimilerinin ileri sürdü ü gibi, bu demek midir ki,
bilimi ahlâk alanına hiçbir zaman sokamayız? Böyle
bir görü ü destekliyemem ben, çünkü elde edilen
sonuçlarla bilimin ahlâk alanına girebilece ini
göstermeye çalı mı ımdır, hem de var gücümle. Ama,
bilim bu alana girince, bilimli ini yitirmelidir. De i ik
insan topluluklanmn iyilik ve kötülük üzerine kurduk-
lan dü ünceler, bir yıldızın çizdi i e ri, kadar, ya da
bir nesnenin yapısı kadar gözleme ve ölçüye elveri le,
gerçek olgulardır. "Ahlâk bilimi" tabiata aykın do mu
bir yaratıksa, ahlâk olaylanmn bilimi, yani ethiologie,
fizik ve biyoloji kadar katıksızca pozitif olabilir. Bun
dan ötürü, daha önceki ahlâklann da kayna ı olan fel-
seyle ba lannı koparması elverir. Onun için, a priori
bir çalı ma ile "ahlâk dünyasının yasalannı" bulma
bırakması; fizik dünya incelemelerindeki kadar a maz
ve ölçülü bir yöntem benimsemesi, en son ölçü olarak
da öngörü olana ını kabul etmesi gerekir. Güç bir i tir,
bu. Çünkü, insanlann tanıklı ı üzerinde çalı tınız mı
yanılma olanaklan artar. Ama, bugünkü verimli tarih
- 29 -
çalı maları, kesinlik bakımından herhangi ba ka
yöntemden hiç de a a ı kalmayan "Ele tirisel yöntem"i
yava yava geli tirmi tir. Yeni ça ların bilgi topla-
macılı ı da, bir insan olayını ele aldı ı zaman, yersiz
olarak maddesel denilen herhangi bir olayı inceleyen
mikroskop kadar kılı kırk yarmak, hatta ku kulu bir
düzene dürüstçe uydukları gün, ahlâksal olaylar bilim
kendinden önceki bilimlerin hiç birinden a a ı kalmay
acaktır. Ben kendi hesabıma, gelecek yüzyıllarda, bu
bilimin üç yüz yıldan beri ön plana geçen Fizikle boy
ölçü ecek bir geli me gösterece ine inanıyorum. O
zaman, kendi alınım yaman bir gel imeye ula tıran
bilim, Auguste Comte'un gönlünce yeni dünyanın
dü ünce sultanı olacaktır; getirdi i kesinlik ile, dürsüt
ama belirsiz bir takım ara tırmaların konusu olan bin
lerce sorun üzerinde a ır basacaktır.
Yalnız, cüretli bir öngörü le, ahlâksal olaylar bilimi
nin çocukluk ça ından, kesin olarak, çıktı ını
dü ünsem bile, bizi ilgilendiren pratik sorun yinede
aynı biçimde kar ımıza çıkacaktır.
Benim de söylemeye çalı tı ım gibi, ethiologie'nun,
öyle dedi ini tasarlayalım: " nsanın canına
kıymasıyla ilgili ahlâksal dü ünceler, toplumsal
kümelerin kültür ve özgürlük derecelerine göre
de i ir." Aynca unuda eklemi olsun diyelim: "Adam
öldürme, hırsızlık ve yalan ile ilgili ahlâksal
dü ünceler ba ka ö elere. göre de i ir; aile ile ilgili
görü ler de filan ortamda u ya da bu e riye ." Ancak
sezer gibi oldu umuz bu türlü sonuçlar, insan topluluk-
- 30
-
lan üstüne kurdu umuz belirsiz dü ünceleri
de i tirebilirler: Ama, bu olaylan ve ili kileri ortaya
koyacak olan bilim, özü gere i, bunlardan açık ya da
kapalı bir buyruk çıkarmaya yana maz; tutulan yollan
aydınlatırken, tutulması gereken yönü, bir parmak
i aretiy ile bile olsa, göstermez: Gösterirse, olaylar bili
mi olmaktan çıkıp "ahlâk bilimi" olur ki, o zaman da,
yine eski yollara dökülmü oluruz.
Bu güçlükten kurturmak için, Durkheim, o ünlü
aynmına, "sa lam" ve "hasta" ayrımına ba vurmu tu.
Ona göre, toplumbilim, her toplumsal küme için, insan
tekinin sa lık durumuna benzer bir sa lam durum
gösterebilmeledir; bu sa lam durum dı ında kalan her
ey hastalıktır, ola an dı ıdır. Böyle olunca, ortaya bir
ülkü çıkmı olur. Yapılacak ey ona ula maktır artık.

Bu çekici bir teoridir, çünkü, "ola adı ı’ nın kar ıtı


olan sa lam ı istatistik yoluyla, yani geçerli bir bilimsel
yolla ortaya koyabiliriz.
Çalmayanların ve adam öldürmeyenlerin sayısı göz
önünde tutulursa, hırsızlarla katillerin "ola an dı ı" ol-
duklan bir gerçektir. Ama her "ola an dı ı" olan
ey ille de hastalık sayılmaz. Canavar ola an
dı ıdır. Kahramanda öyle. Neron’lar binde bir
çıkar. Catonlar da öyle, Durkheim'in kuralına uy
ulursa, her ikisini de hastalar arasına koyası
gelir insanın.

- 31 -
îkinci güçlük: Bir tipe sa lam demek için, insan
ister istemez geçmi e ba vurur. Buysa ilerlemeyi
önleyebilir. Örne in, Durkneim, ünlü sayfalarında,
bize suçlulu un belli bir ölçüde geli mesinin ola an
oldu unu, belli sayıda hırsızı, dolandırıcısı olmayan bir
toplumun ola andı ı, yani hasta oldu unu söylüyor.
Geçmi e göre yorumlanırsa, bundan daha güvenilir ey
olmaz; aynca bu dü üncenin bizi irkiltmesi de yersiz
dir. E er gelecek on iki ay içinde hiç kimse hırsızlık et
mese, ola an dı ı bir ey olur bu. Bununla beraber diy
elim ki, bilim hırsız ve katil sayısını hayli azaltmanın
yolunu buldu: imdi kalkıp, böyle bir azalma normal
dı ı, giderek, hastalıktır deyip bilimin buldu u bu yolu
kötüleyecek miyiz?
Durkheim kümenin sa lan durumunu, insan teki
nin sa lık durumuna benzeterek dü üncesisi destekliy
or. "Sa lık" özlenir bir eydir, öyleyse ola an durum da
özlenir bir eydir, diyor. Ama, bu benzetmenin tutar
yanı yok : Kafasını i leten herhangi insan için "Sa lık"
durumu, ola an olmak öyle dursun, ola an dı ı hatta,
hemen hemen tasanda kalan bir eydir. Ama ola an
olsa bile, bunun özlenir bir ey oldu unu ispatlamak
gerekir, aynca. Biyolojinin bu i i üstüne almayaca ı ise
besbellidir. Bir ülkü adına, acılara, hastalıklara, hatta
ölüme katlananlara verecek bir hiç bir kar ılı ı yoktur
ve bu katlanma ise hiç de az rastlanır bir ey de ildir.
"Çalı ma" kelimesi adını bir i kence aracından, alır.
Çalı manın fizik bakımından insanın sa lı ına zararh
oldu u haller sayısızdır: Ama, alanında da, bile bile
kural dı ı davranan bir toplum gurubuna toplum bilim
ne kar ılık verebilir mi? Böyle bir niyeti kötülemek
için, toplum bilimin iyilik ve kötülü ün bilimsel bir
tanımlamasını yapmı olması, böyle bir tanımlamayı
yapmak için de kuralcı bir bilim olmayı kabul etmesi
gerekir: Böylece, Durkheim'in yan çizmek istedi i
güçlük yine.kar ımıza çıkmı oluyor.

- 32 -
En iyisi oyunu namusluca oynayıp, bilimsel
ara tırmanın ruhuna, ne do rudan do ruya, ne de do
lambaçlı yollardan zarar veremeyece imizi kabul et
mektir: Bir gözlemi reçete haline getirmek için ya el
çabuklu u ya da bir mucize ister. Bilim bu oyunlardan
kaçınır ve mucize yaratmaz. Bilim bize, insan topluluk
larının ahlâksal dü üncelerinin ne oldu unu, nasıl
geli ti ini söyleyebilir; ne de erde olduklarını, ya da
nasıl olmaları gerekti ini söyleyemez. Bilimi tutacak
sak tutalım ama, bize verme e hakkı olmayanı da iste
meyelim ondan.
Aynca, buna bakarak, bilimin, ahlâksal gerçek
üzerinde dolaylı olarak etki yapamayaca ı sonucunu
da çıkarmayalım. Bütün öbür bilimlerde oldu u gibi,
ahlâksal olaylar biliminden de bir takım sonuçlar
çıkarılabilir. Gerekirci konutların (postulat) do rudan
do ruya sonuçlan bir yana (bunlan daha ileride
görece iz), adam öldürme, hırsızlık, dolandıncılık
sayısının artmasını kamçılayan ö eleri bulduk diyelim:
O zaman bu suçlannsayısını azaltmak için bu bilgiden
faydalanmak elbette mümkün olacaktır. Yine diyelim
ki, bo anmayı, e itli i, mal sahipli ini kesin olarak
kestirebiliyoruz: Ba anya ula ması beklenen
dü üncelerin dü manlan, engel olamayacaklannı
anladıklan gün bu ba anya daha zor kar ı koyacak
lardır. Ama, burada iki nokta üzerinde durmak gereki
yor: Önce, bu iyilik getiren davranı yalnız tasanda
kalmaktadır, sonra, tasanda kalmayıp gerçekle se bile,
ancak dolaylı bir davranı olacak ve bilim de buna
önayak olamayacaktır.
yili in tasanda bir iyilik oldu unu söyledim. Nite
kim ethiologie’nin bulu larından herhangi bir toplu
mun faydalanıp, onlardan bir takım i e yarar yenilik
ler çıkaraca ını hiçbir ey temin edemez bize. Diyelim
ki, yann öbür gün, içkinin cinayetleri arttırdı ı bilim
- 33
-
sel bakımdan kesin olarak ispatlandı: çki satıcılarının
i lerinden vazgeçmeleri için yeter mi sade bu ispatla
ma? Yine diyelim ki, yerli endüstriye uygulanan
kayırma sisteminin sava a yol açtı ı ispatlandı:
Böyledir diye, kayınlan endüstriler ticarat serbestli ini
övmeye yana ırlar mı? Bilmek ba ka, istemek ba ka
eydir. Bugün bile, inanılır statistikler, gençlere uygu
lanan ceza isistemimizin bir takım "sabıkalılar" ya
rattı ını gösteriyor. Bu istatistikleri okur geçeriz,
üstünde durmayız. Rakamlar, su götürmez bir kesin
likle gösteriyor ki, fuh un düzene konması, memleketi
mizde, ruh ve bedeni kemiren hastalık yuvalarını
arttırmı tır. Bunu gösteren rakamlara öylebir göz
atar, ahlanır vahlanınz, o kadar. Yine her ey yerli ye
rinde kalır. Toplumbilim geli ip gün, inançlarımız
daha kesin, etki araçlarımız daha a maz olacaktır,
kabul. Ama iste imiz de aynı ölçüde ate li olaca ını
kim söyleyebilir?
Aynı ekilde, u bu noktada bizi u bu ahlâksal yöne
sürükleyen geli meden apayn bir görü ün, teorik ofo-
rak daha çok birlik yaratması gerekirdi. Bir ülküyü sa
vunan kimseler, ülkülerinin a ıldı ını, eskidi ini far-
kettikleri gün, ba arısı sa lama ba lanmı görünen
yeni dü üncelere katılır diye dü ünür insan. Ne gezer.
Bu da, bir tasandan öteye geçmiyor.

Yenilenlere sava bir mutluluktur, büyült ve


acı,
Elden geldi ince uzatılacak bir mutluluk.

nançlı ve dürüst insanlar, umutsuz bir dava u runda


bile, sonuna kadar sava maktan yılmayabilirler.

- 34 -
Ama, ne olursa olsun, ne olması gerekirse gereksin,
bir tek nokta üzerinde tartı maya yer yoktur: O da u
ki, bilim, bilim olarak (ahlâksal olaylar bilimi de olsa)
bize ne bir takım yollar gösterir, ne de birlik olmayı
ö ütler. Bize: i te filan filan suçların nedenleri" diyebi
lir sadece. Yoksa, "Bu nedenler üzerinde etki yapın" di
yemez. Bize: " te ba arıya ula ma yolunda olan bir
dü ünce" diyebilir ama, "kar ıt dü ünceyi bir yana
bırakın" diyemez. Görgülcülükten öteye geçemeyen po
litikacıların yerini alması beklenen toplum
mühendislerine toplum bilim bir takım davranı ola
nakları sa layacak, ama ileriye atılı gücü ve ülküler
vermeyecektir.
te i in asıl can alıcı noktası, dönüp dola ıp
geldi imiz sorun bu. Kendimize bir ülkü seçmek için ne
yapmalıyız? Nasıl seçmeliyiz bu ülküyü? Eski "ahlâk
bilimi" bir de il, yirmi ülkü sunuyordu bize. Ne var ki,
o bir bilim de ildi. Ethiologie ise bir bilimdir. Ama, o
da hiçbir ülkü sunmuyor bize. Bunu daha ba tan yasak
ettik çünkü. E er sınırını a ar da bize bir ülkü sunma
ya kalkarsa, artık kendine dü en rolü oynayamadı ını,
hiçbir dedi ine kulak asmayaca ımızı kendimiz
söylemek zorunda kalırız. Böylece, sorunu ortaya koy
duktan sonra onu çözemeyece imizi söylüyoruz.
Salt bilgi i i olan bilimin ahlâkdı ı, dolayısıyla da,
her çe it yönetme ve yol göstermeye yetkisiz oldu unu
kabul edecek miyiz, buna göre. Bütün dikkatini yalnız
gerçek üzerinde topluyor, iyilik le de kötülükle de ilgi
lenmiyor, kafaları aydınlatıp, yürekleri karanlıklar
içinde bırakıyor mu diyece iz?

- 35 -
Kimileri, bu hiç de iç açıcı olmayan sonuç kar ısında
gerilemiyorlar. Durmadan: "biza bir ahlâk verin!" diy
enlerin sabırsız ça n lanna Levy-Bruhl gülümseyerek
öyle kar ılık veriyor: "Bir topluma ancak kendinde va*
rolan ahlâk verilebilir." Umut kına, acı bir söz. însan
kızıyor ama, inanıyor do rulu una. Böylece, ülküye
susamı insanlar, daha bilimin e i inde, u önüne
geçilmez cümleyi buluyorlar: "Hiç bir umuda
kapılmayın!"
Böyle bir sonuç ne denli mantıklı, ne denli
kaçınılmaz olursa olsun, önce unu kabul edelim ki,
içimizde bir eyler kafa tutmaktadır buna.
Tek, de i mez ve sonsuz bir ahlâkın dünya oldu
olalı bütün insan topluluklannı yönetti ine inanan
kimselerin (bugün hâlâ varsa e er) bu sonucu kabul et
meleri bir yana, daha yeni do makta olan toplumbilim,
Montaigne'le Pascal'in görü lerini do rulayarak Penses
yazanyla birlikte öyle diyor: "îklim de i tirince nite
li ini de i tirmeyen haklı ya da haksız hiç bir ey yok
tur. Kitaplardan üç derece yükselme bütün hukuk sis
temini altüst eder. Do ruluk bir boylamdan öbürüne
de i ir. Az bir süre içinde temel yasalar de i ir. Zuhal
yıldızının Arslan burcuna girmesi filan suçun
ba langıcı olur. Bir nehirle sınırlanmı bir do ruluk,
tuhaf bir do ruluktur... Aynı ey Pirenelerin bu
yanında do ru, öbür yanında yanlı sayılır. Hırsızlı ın,
yakınlany ila cinsel ili kinin, evlat ve baba öldürmenin
erdemli i ler arasında yeri olmu tur bir zaman." Bu da
hice görü leri açıklayan toplum bilim, ahlâklan çe itli,
hareketli, de i me yolunda birer gerçek diye
gösteriyor. imdi, bir devrim olan bilim, bu de i ebilen
öz üzerinde hiçbir iz bırakmadan geçip gidecek mi
- 36 -
yani? Her ey, çevre, co rafya durumu, ekonomik
ortam, sanat, dinler, felsefeler, hatta moda bile ahlâk
üzerinde etki yapacak da, bilim yalnız bilim hiç bir etki
yapmayacak, olacak ey mi?
Bize, "Bunu siz kendiniz söylüyorsunuz!" diye
kar ılık vereceklerini biliyorum. Biz, yalnız pozitifin bi
limi vardır dedik. Bununla da isteklerimizi dizginle
di imizi sanıyoruz: Biz sorunun çok önemli oldu unu
ve çözümlenemeyece ini söylüyoruz.
Ama, bir sorunun çözümlenemez görünmesi, çokluk,
yanlı ortaya konmasından ileri gelir. Ahlâk ile bilimin
ili kilerini, kendimizden öncekilerin açısından ele ala
cak olursak, onlardan daha uza a pek gidemeyiz, bir
bakıma, onlar kadar bile gidemeyiz; çünkü, ilkelerimiz,
onlann dü medi i bir takım ku kulara dü ürmektedir
bize. Ama, ’ sorunu ba ka türlü, pozitif olarak alalım
ele: Bilimden bir ahlâkın kurup kurmamı oldu unu
soralım kendi kendimize: O güne kadar bulamadı ımız
çözüm yolu böylece önümüze gelmi olacak. Çözüm,
gözlerimizin önünde kitaplardan önce gerçe e geçmi
bulunuyor: Onu yeniden bulacak de il, sadece
gözlemleyece iz.

> 1

- 37 -
B L M AHLÂKI

Bugüne kadar bir ahlâk bilimi kurmaya çalı ılmı sa


da, bu yoldaki çabalar bo una gitmi tir. Çünkü, kural
larla ilgili olanın bilimi olamaz. Ama, sorunu tersinden
alalım: Ahlâk bilimi olmayaca ına göre, bir bilim
ahlâkı olamaz mı, ya da böyle bir ahlâk yok mudur?
Bilim ahlâkı sözü insanı ilk önce a ırtabilir, bunu
kabul ediyorum. Daha iyi bir terim bulamadı ım için
bunu kullandım, "kilise ahlâkı", "Descartes ahlâkı" de
nildi i gibi, "bilim ahlâkı" denilse, bilimin uydurdu u
tanımlayıp salık verdi i bir ahlâk ortaya atılıyor sana
bilir insan. Ama, ben bu terimi bamba ka anlamda kul
lanıyorum. Bence, bilim ahlâkı, bilim ara tırmasının
kendinde bulunan ahlâk ilkelerinin bütünüdür. Bun
lar, bilimi do uran, ya atan, ona amacını gösteren,
yöntemlerini esinleyen kurallarla ilgili dü üncelerdir.
Terimi bu türlü anlarsak, (Pascal, kelimeler
üstünde tartı mam, elverir ki onlara verdikleri anlamı
önceden bildirmi olsunlar, demi ti), klasik soru tersi
ne dönmü olur: Bizden öncekiler bilimden, bir ahlâk
kurmasını istiyorlardı; bizlerse, tam tersine, bilimi
yapan bir ahlâk var mı, onu ara tırıyoruz. Bizden
öncekiler: "Bilim bize ne çe it bir ahlâk verecek?" diye
sorarlardı; bize "Bize bilimi veren ahlâk nedir?" diye
soruyoruz.
Bu ahlâkın var oldu unu, pozitif dü ünceyi bir
takım ahlâk ilkelerinin do urdu unu ona yol
gösterdi ini ispatlamak kalıyor imdi, bu incelemenin
amacı da bunu yapmaktır. Ama, bu i e giri meden
önce, sık sık ileri sürülen u kar ı dü ünceye cevap ve
reyim: "Bilim ahlâkı, hiçbir zaman, dile getirilmi , bir
ö reti halinde özetlenmi , insanlara yol göstermek için
ortaya atılmı de ildir: Onun için, a priori olarak hiçbir
de eri yoktur.
Bilim ahlâkı hiçbir zaman dile getirilmi de ildir,
burası do ru. Ama, üzerinde durmak istedi im ey u
ki, bunda ne a a ılık bir durum, ne de bir tuhaflık var:
Dile getirilmemi ahlâk ilkeleri çok güçlü, hatta, dile
getirilmi olanlardan çok daha güçlü olabilirler pekala.
Gördü ümüz felsefe e itiminden alı mı ız: Yalnız
i in ehillerince az çok bilgince düzenlenmi ilkelerin
bütününe ahlâk adı veririz. Örne in, Aristoteles
ahlâkı, Epikhuros ahlâkı, Ermi Augustinus ahlâkı,
Kant ahlâkı. Comte ahlâk deniz ve nerdeyse ahlâkın
özü bu düzenli ve imzalı büyük ö retilerden ba ka bir
ey de il sanırız. Ama ahlâk olayları biliminin elde
atti i sonuçlardan biri bu yanılgıyı ortadan kaldırmak

- 39 -
olmu tur. Toplumsal açıdan bakan kimse için ahlâk,
toplumsal olaylarda ortaya çıktı ı biçimiyle, iyi ve kötü
arasındaki ayırımdan ba ka bir ey de ildir. Ne kadar
toplumsal olay varsa, bir o kadar da "felsefe" vardır;
ama ba kaları da var ki önemce bunlara e it ya da on
lardan üstündür.
Büyük bir filozofun sistemi, bir ça ın, bir memleke
tin, bir toplulu un ahlâkım ö renmek isteyen kimse
için en sa lam bir belge olmaktan çok uzaktır.Dü ünce
adamının dehası onu ki isel kalmaya, kimi noktalar
üstünde durup kimilerini atlamaya, yı ından uzaakta
bireysel olmaya zorlar. Her halde en çok özelli i olan
bir sitem, bir anın, bir çevrenin yankısından ba ka bir
ey olmamalı; ne var ki, yaratma yetisi biçimleri bozan
bir aynadır.
Yunan ahlâkı ne Eflatun'da, Aristoteles'de oldu u
gibi görünür, ne de katolik ahlâkı Ermi Augustinus'la
Ermi Thomas'da Filozofun çizdi i o göstermelik
biçimler ba ka, cümlelerle dökülmeden, do rudan
do ruya hayatı etkileyen gerçek ba kadır.
Ahlâkçı, bu etkileyen gerçe i, yarattı ı ya da can
landırdı ı büyük toplumsal eserlerde, dillerde, hukkuk-
larda, edebiyatlarda, törelerde, sanatlarda anyacaktır.
Sistemlerin üstünde ya da altında ya ayıp insan toplu
luklarını yöneten ve çok zaman, cümlelere dökülmeden
olayları etkileyen büyük güçleri bu gerçekte bulacaktır.
Batın dünyasında, aile hayatını düzenleyen ahlâka bir
bakalım. Bir Yunanlı, bir Romalı, bir Fransız tek
kadınla evlenir. Onlara sorun bakalım, hangi "ilke",
hangi "felsefe" adına bu kurala uyuyorsunuz diye, pek
cevap veremiyeceklerdir. Bizler Ermi Thomascı, Des-

- 40 -
cartescı, Spinoza'cı, Kant'çı, Comte'cu, Marx’çı
oldu umuz için tek kadınla evleniyor de iliz.
Romalılarla Yunanlılar da Epikhuros’çu, ya da Stoa'cı
oldukları için mi böyledirler? Hayır. Ama, medeni hu
kuku ve ceza hukukunu, töreleri, edebiyatı esinleyen
tek evlenme ahlâkı hiç de gev ek de ildir bu yüzden.
Yine Yunanlılarda, romalılarda, Fransızlarda bir
erke in kendi kızkarde iyle evlenmesi yasaktır. Bu
yasak Eflatunun idea, Aristoteles'in Varlık kuramına,
Epikhuros'un ve Sto'cılann en yüce yisine, Ermi Tho-
mas'ın ilkelerine, Kantı'm özdeyi lerine mi ba lıdır?
Bence böyle bir ba lantı zor kurulur, kurulsa da sözde
kalır, sa lam olamaz. Ama, karde ler arasında evlen
meyi yasak eden, yasalara, edebiyata, törelere geçen
ahlâk, mantıklı bir düzene konmamı , bir doktrinde
yer almamı tır diyene daha az gerçektir, ne daha az
köklü. "Bunun do rulu u meydanda" sözü, kimi zaman
en parlak bir ispatlamadan daha sa lam bir
güvenektir.
Batı toplumlannın geçirdi i en büyük ahlâk
de i ikli ini, köleli in ortadan kalkı ım bir dü ünelim.
Bugün, XX. yüzyılda, bize köleli i hangi ö reti adına
suçluyorsunuz diye sorsalar, XVIII. yüzyılda, " nsan
Haklan Bildirisi" nin koydu u felsefe adına diye
kar ılık verebiliriz, ve buna kimsecikler de a maz.
Ama, biliyoruz ki, bu ö reti, bütün i ler olup bittikten,
yani i in ço u ba anldıktan, toplumlanmızda kölelik
yava yava ortadan kalktıktan sonra dile getirilmi tir.
imdi, tarihte köleli in kaldınlmasma yol açan "sis
temler "i ara tıralım, kimileri sto'acılan ele alıyor ve
Ulpianus'un ünü dünyayı tutmu sözüne
ba vuruyorlar. Ama, gel gelelim, Sto'acılann da

- 41 -
köleleri vardı. Karnileri Hristiyan ahlâkının ve
Incil'deki karde lik ö ütlerinin sözünü ediyorlar: Ama,
Kilisenin de köleleri vardı. Türlü görü leri temsileden
dü ünürler, köleli i kesin olarak kötüler Görünürken,
bir yandan da onu gözeten hayli kıvrak formüller
bulmu lardır her zaman. Ulpuanus: "Tabiat hukukuna
göre, herkes özgür do ar" diyor, ardından da kölelerin
boyun e meleri gereken a ır yasaları sıralamaktan
çekinmiyor. Hristiyanlık: "Birbirinizi sevin!" diyor ve
ardından: "Köleler, efendilerinize boyun e in, onlardan
korkup titreyin", diye ekliyor. Tarihte u güzelim man
zarayı bo una aramayın: Bir sistem do ar, kölelik orta
dan kalkar. Bereket versin, filozoflar konu a dursun,
beri yandan yürürlükte olan bir ahlâk i leyip gidiyor.
Bu ahlâk, insanlı a iyili i geçen Claudius'a,
Neron'a, u basit ama büyük devrimci bir tedbiri
aldırtıyor: Eski hukuk anlayı ıyla ba lan atakça kopa
ran bu tedbir horhamp ezilen köleye yargıç önüne çıkıp
derdini söyleme olana ını veriyor; sonra da sayılan yir
miyi bulan bir takım kararlan esinliyor ki, bunlar
birer birer, önce kölenin, sonra da serfin durumunu
iyiye do ru geli tiriyorlar. Yürürlükte olan bu ahlâk
nedir gerçekte? Bu ahlakı destekliyenler, onu
tmamlamakta güçlük çekerlerdi herhalde: Çünkü, bu
ahlâkı ilk i leyen Romalı hukukçular, bu noktada bazı
ilkelere ba vurduktan zaman acınacak çeli melere
dü üyorlar. Ama biz, onlann tanımlamaksızın uygu-
ladıklan dü ünceleri, onlan farkına varmaksızın insan
haklanna götüren dü ünceleri görüyoruz. O a maz
çabalanna bürünen o sessiz ahlâk, filozoflann o belir
siz sözlerinden daha bir güçlüydü.

- 42 -
te bunun için, bilim ahlâkının henüz ödev ahlâkı,
a k ahlâkı, onur ahlâkı ve fayda ahlâkının yanı
ba ında bir sistem halinde düzenlenmemi , özdeyi ler
halinde dile getirilmemi olması, herkesçe kabul edil
mi ö retiler arasında yer almaması, bizi
kaygılandırmamalı. Bilginlerin ço unun, hayatlarının
yanlız bir parçasında, o da,- farkına varmadan bu
ahlâka uymu olması bizi sarsmamalı. Sözcüleri ve
çı ırtkanları olmadan da onu i leyen kimseler bulun
du una göre, ya ama hakkını kazanmak için
sava ması gerekmez: Çünkü zaten ya ıyor.
te benim göstermek istedi im de bu asıl.
Bence, bilimin bir amacı vardır; ardından gitmekle
belli eder onu. Bilimin bir de hakkı vardır, diyebiliriz.
Çünkü, çe itli bilimlerde ara tırıcıların sürekli
çabasıyla kurulan kafa disiplinine bu adı verebiliriz.
Bu amacı kavramaya, bu hakkı incelemeye çalı ınca
görürüz ki, bunlar bir ahlâk ülküsünden do makta;
insanın büyüklü ünü, hayatın güzelli ini yapan ey
üzerinde bir görü gerektirmekte ve bu görü e sahip
bulunmaktadırlar.
leriki sayfalarda göstermeye çalı aca ım ey budur
i te. Bu incelemeye giri irken unu söyleyeyim ki, ta
mamen pozitif alanda bir incelemedir bu. Ula mak is
tedi imiz ülkü, bilim alanından uzakla mı bir takım
bilginlerin tasarlayıp yarattı ı, sonra da zorla kabul et
tirdi i ya da ö ütledi i bir ülkü de ildir. Bu, bilginleri,
bilim alanında kaldıkları sürece co turan, dahası,
onları bilim alanında tutan ülküdür. Bilginler bir
takım kurallarla bize bu ülküyü kabul ettirmeye
yana madıkları gibi, onu çekici ve parlak bir hale sok

- 43 -
mayı, hatta dile getirmeyi bile kendilerine dert edin
mezler. Bu bilginlerin ço u görmeden ardına dü erler
bu ülkünün; özel hayatlarının ilkesini ise ba ka yerde
ararlar: Örne in, Phytagoras bu ilkeyi Apollon'da, Pas
cal da sa'da aramı tır. Yanlız bilimsel yaratmaya ba
karak, bir takım ilkelerin, bilim eserinin do masına
önayak olan ilkelerin meydana çıktı ını görece iz. Bu
demektir ki, biz olaylar alanındayız, sonuna kadar da
bu alanda kalaca ız. Yani bir gerçe i gözlemleyece iz
ve bunu ele tirisel yöntemin her zamanki kurallarına
göre yapaca ız.
Bir nokta üstünde çokça duruyorsam, yukarıda
sözünü etti im bulanıklı a dü mek ve bilimsel tutum
dan kuralcı tutuma kaymak istemedi im için duruyo
rum. Bunun ne denli tehlikeli oldu unu da biliyorum,
çünkü Durkheim gibi bir usta bile bu tehlikeden kurta-
ramamı tı kendini. Ama, ben bu tehlikeye
dü medi ime kesin olarak inanıyorum. Bilimsel yarat
ma denilen o büyük toplumsal olayın kar ısına geçip
onda zaten bulunan ahlâkı aramak, tıpkı toplum bili
min sıkı disiplinine ba lı kalıp, hukuk gibi bir ba ka
büyük toplumsal olayda gerçekten bulunan ahlâkı ara
mak gibidir. Yapmaya çalı tı ım bu inceleme,
söylemeye lüzum yok, öyle derin bir inceleme de ildir.
Onun için, yeniden ele alınmak, düzeltilmek, tamam
lanmak ister. Ama, yine de bilim kafasına uygun bir in
celemedir. Çünkü, olayları belirtmek ve yorumlamakla
yetinmi tir.
Ne kadar eksikleri bulunursa bulunsun, ne kadar
yanlı lan çıkanlırsa çıkanlsın, bu incelemenin sonun
da, okuyucu benimle birlikte, hiç de ilse u noktalar
üstünde anla ırsa, ne mutlu bana:
- 44 -
1. Ahlâk bilimi bo kuruntudan ba ka bir ey
de ildir. Yüzyıllardan beri bo u bo una ardından
ko ulmu tur. Bilim ahlâkı ise, bir gerçektir, hem de
canlı bir gerçek.
2. Bugün kavrayabildi imiz biçimiyle bu ahlâk,
insan topluluklarına sunulan bütün ahlâklara, güzellik
bakımından, e ittir ya da onlardan üstündür. Bugün,
hiç birinin yapamadı ı ölçüde hayatımızı düzene koy
mak ve co kumuzu tazelemek bakımından öbür
ahlâklardan daha yetkili oldu u apaçıktır.
AKLIN ÜSTÜNLÜ Ü

Bilimin geli mesinde yeri olan ilk dü ünce u: Biz


insanları üstün yapan ey, gittikçe daha çok ispatlı
gerçeklere varmak için aklın yeni yeni bulu lara
atılı ıdır.
.bilginlerin bunu açıkça söylemesi, ya da
söylememesi önemli de il: Yaptıkları i le bunu is
patlıyorlar. Evreni inceleyip duran ve daha dün bir
avuçken, bugün sayılan gittikçe kabaran bütün bu in
sanlara bakalım, nedir çabalanmn amacı? Ö renmek,
yanhz ö renmek, demi tik yukanda. Gerçekte, bilim,
gerçek bilim çıkar gözetmez; bir sorunla kar ıla ınca,
bunu çözümlemekle i e yarar bir sonuç alınır mı,
alınmaz mı diye u ra maz. Onun derdi ba ı, bilinmey
en bir eyin yerine bilineni, bir sım n yerine bir kav
rayı ı koyabilmektir.

- 46 -
Paul Langevin, Union Rationaliste'de Bilim ve Gere
kircilik (determinisme) üstüne verdi i o ünlü
söylevinde bunu belirtmi ti. Bu söylevinde, bilimin
olaycı görü ü dedi i eye, yanlız öngörü ile yetinen,
açıklamaktan, yani anlamaktan kaçınan fizikçilere
çatıyordu. O ünlü belirimsizlik ilkesini savunanlara,
Einstein gibi "korkusuz açıklayıcılar"ı kar ı koyuyor;
yanlız bu açıklayıcıların "fizi in ahane yolu" üstünde
oldu unu gösteriyordu. Niçin? Çünkü, bir takım
tasarımlarla yetinen günlük yararın üstünde "ruhumu
za i lemi , olan ve hiçbir eye yaramasa da, bizleri ev
reni kavramaya zorlayan o yalın merak vardır."
Mikrofizik ortaya çıkıncaya kadar, en güzel, en
sarsıcı bilimsel bulu lar astronomi alanında vanlan
bulu lardı. Bunlar günlük ya ayı ımız bakımından i e
yarar ne getirdiler bize? Hayatımızın genel ko ullarım
de i tirecek ölçüde bir makina yapılmasına da yol
açmı de iller daha. Ama, yine de bilimsel ba arıların
en güzel örneklerindendir bu bulu lar. Niçin. Çünkü,
evren üstüne kurdu umuz dü ünce ufkumuzu
geni letmi ; çünkü, boyutları ile bize meydan okur
sandı ımız bir alanda aklı baskın çıkarmı tır.
Sonra, mikrofizik sahneye çıkınca, halk yı ınları
onun, özellikle i e yarar uygulamalarına dikti
gözlerini: Bugün atom bombasını yapan güç, yarın
barı çabalarının buyru una verilen yaman bir güç ola
bilir. Ama bu uygulamalar, daha önce gördük, bilimin
dı ındadır, ona ba lı de ildir. Bilimsel bakımdan mik-
rofizi in böylesine e siz bir yenilik olması urdan geliy
or: Mikrofizik yeni olayları açıklamada ara tırıcıları,
eski Descartes mekanizmini bir yana atıp, insanın o
güne kadar kendi aklı üstüne olan dü üncesini
de i tirmeye zorlamaktadır.

- 47 -
Nesneler üzerinde egemenlik kurmak için kendi
kendine de i tiren aklın bu çabası, bilimin en son
ba arısıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın, bilim, anla
mak, yani bizim olay dedi imiz u yapıları yükseltme
ve akılla kavranılır bir düzene sokma yolunda bir
çabadır.
Böylesine bir çaba ise, pek öyle kolay bir çaba
de ildir; kendini bu i e vermi kimselerin i birli ini
ister. üpheler, kaygılar yakasını bırakmaz onun; ih
sandan kendini vermesini ister bu çaba. Tehlikeleri de
yok de ildir hani. Korkunç bir takım pratik uygulama
lara yol açmaktadır çünkü. Böyle oldu una göre bunca
insanın bu yola atılmasını neyle, nasıl açıklayabiliriz.
Bu soruya verilecek tek kar ılık udur: Farkında olsun
lar ya da olmasınlar, bu adamlar dü üncenin bulu çu
yanını her eyin üstünde tutmaktalar. Dile getirilme
mi olsa bile, bilim, bu savdan (iddia) do mu tur ve bu
nunla ya amaktadır. Bu türlü bir sav ahlâksal bir
savdır. Çünkü, üstünlük, büyüklük, soyluluk dedi imiz
bütün bir kavramı içine alır. Onun için, gördüklerimize
dayanarak diyebiliriz ki, bilim ahlâkının yüce ilkesi
aklın önceli idir.
3u ülkü, bilginlerde, Tannya inananlann ço unda
ve bir çok filozofta ortak bir ülkü gibi görünür önce,
burası do ru. Ama, biraz yakından bakılınca, arada bir
aynlık oldu u ortaya çıkar ki, bununda ahlâk alanında
büyük önemi vardır.
Evet, bir çok dini bütün insan ve filozof "bütün
üstünlü ümüzün akıldan geldi i" konusunda
anla ırlar. Bu noktadan, bilginlerden uzak de ildirler:
Bu bakımdan onlann öncüleri sayılırlar. Yolu onlar

- 48 -
açmı tır. "Evrende ezildi i zaman, insan kendini
öldüren eyden çok daha üstün olacak. Çünkü, insan-
hem öldü ünü biliyor, hem de evrenin kendini a tı ını.
Oysa, evrenin bundan haberi yok." Bu ünlü söz, bilimi
yaratan ülküyü dile getiriyor, çünkü "bilmek" i ini her
eyin üstünde görüyor. Çünkü, bilim, ara tırmayı son
suz olarak dü ünür ve bizim üstünlü ümüzü, zaman
ve uzayda hiçbir sınır tanımadı ı bu ara tırma ve
bulu larda görür. Oysa, dinler ve mutlaka varmak
kaygısında olan felsefeler aklı kesin bir takım durum
larda durdurmak isterler. te kıyamet de o zaman
kopar.
Pascal'in öyle ba layan o ünlü sözleri hepimizin ez-
berindedir: " nsan, tabiatı o yüce ve olgun ha metinde
seyre bir dalsın“hele...Bu sözler tam bir bilgine yara ır
sözlerdir. Pascal, gerçe in bitmez tükenmez zengin
li ini sayıp dökmeye çalı tı ı zaman da bilgince
konu maktadır. Ama, o yaman bir atılı la dü üncemizi
sonsuz büyükten sonsuz küçü e, yan görülen evrenler
den sezilen atomlara çevirdikten sonra, ezilmi hissedi
yor kendini. Teslim bayra ını çekiyor, içini korkular
bürümü tür: "Halini böylece gören insan korkacaktır
kendinden..." Kendini a kına döndüren bu eyler
kar ısında zangır zangır titreyecek ve öyle sanıyorum
ki, merakı hayranlı a dönecek, bo bir gurura kapılıp
aramaktansa onları sessiz sessiz seyretmeyi daha çok
isteyecektir..."
Ne demektir bu? E er, gerçekten üstünlü ümüz
"bilmek"ten ba ka bir ey de ilse, bilginin kayna ı
ara tırma nasıl bo bir gurur olur?

- 49 -
Ama, Pascal unları ekliyor: "Bilimleri çok fazla de-
rinle tirenlere kar ı yazma. Descartes." Sonra, öyle
açıklıyor: "Descartes. Toptan denebilir ki, her eyin aslı
biçim ve harekettir. Burası do ru. Ama bunların neler
oldu unu söylemek ve makinayı kurmak, gülünçtür;
çünkü, hem lüzumsuz, hem de belirsiz ve zordur
bu.Do ru bile olsa, bütün felsefenin bir saatlik zahme
te de ece ini sanmıyorum."
Hepsi bu kadarcık mı? Hayır. Pascal öyle yazıyor:
"Bence Copernic’in dü üncesini derinle tirmeli", sonra
ekliyor "soyut bilimler insana göre de il. Bakıyorum,
bunları derinle tirdikçe insanlı ımı kaybediyorum;
ba kaları, bunlardan habersiz ya adıkları sürece, daha
insan kalıyorlar."
Sonunda Pascal, bizi durmadan daha çok bilgi edin
meye iten meraka kar ı duydu u nefrete kapılıp bunun
bir "hastalık" oldu unu söyleyecek kadar ileri gidiyor
ve serinkanla "herkesin payla tı ı yanlı larla" yetin
memizi istiyor, çünkü hiç olmazsa bunlar bizi
ara tırmaktan alıkoyar:
"Bir eyin gerçe i bilinmiyorsa, insanların
dü üncesini bir yerde durduracak ortak, bir
yanılmanın (örne in, mevsimlerin de i mesini, has
talıkların artmasını Ay'dan biliriz) bulunması iyidir.
Çünkü, insanın ba lıca hastalı ı, bilemeyece i eylere
kar ı duydu u o kaygılı meraktır; bu lüzumsuz meraka
dü mektense, yanılsın daha iyi.”
Dü ünce ve bilginin üstünlü ünü kabul eden adam,
bilim alanında ara tırılmadan vazgeçmeyi ve bile bile
yanılgıyı nasıl ö ütleyibilir? Biliyoruz: Pascal kesin bir
gerçe e ermi oldu unu sanıyor: Bu gerçek de, bilime

- 50 -
hiçbir ey borçlu olmayan Hristiyan gerçe idir. Bu
gerçe e akılla varılmaz, çünkü, bu gerçek bir çe it ap
tallıktır (stultita), ona ancak duygu yoluyla ve "hay
vanla arak" gidilir. Onun için, biçimlerve hareketler
üzerinde bo u bo una ara tırmalar yapmak gereksiz
dir. Do ru dü ünmek,biz insanların büyüklü ünü
yapar, burası do ru: Ama, do ru dü ünmek, "mutlak"a
ula maktır; buna da, ancak sevgiyle, inançla, akıldan
ve ara tırmadan vazgeçmekle varılır. Langevin, bili
min özünü ve insanın üstünlü ünü "ruhumuza çakılı
olan bu merakta" görüyor. Pascal'sa, merakı "insanın
ba lıca hastalı a" sayıyor.
Bu apaçık anla mazlı a bakarak dinsel ülküyle bi
limsel ülkünün birbirinden nedenli ayn oldu unu bir
görelim: Bir yanda insan do ruyu bulmu ve bu bul
manın hazzı içindedir, öbür yanda ise, boyuna yeni
do rular aranmakta ve bu arayı ın tadı
çıkarılmaktadır; biri, insanın üstünlü ünü bir takım
de i mez do rulan bilmenin kesinli inde öbürü, git
tikçe ö renilecek daha çok eyler bulundu u inancının
do urdu u atılı larda görüyor.
Bu iki görü arasında kalan Pascal, o büyük bilgin,
duraksıyor, bunalımlar içinde kıvranıyor ve sonunda
inançtan yana dönüyor. Bizim Batı toplumlanmız,
XVII. yüzyıldan çok önceleri, aynı sorunla kar ı kar ıya
kalmı lardı.Eski Yunan-Latin dünyasında, aklı
co turup bilimsel gerçekleri ara tırmaya zorlayan çok
güçlü bir istek vardı. Bu istek, Epikhuros okulunun ev
reni akıl yoluyla açıklamaya çalı tı ı günlerde hâlâ et
kiliydi. Sonra bu ate li istek söndü. Roma uygarlı ı, bi
rinci yüzyılda, Fransa'yı kapladı ı zaman, bilim
planında kazanılmı ne varsa bir bir kaybetti; pozitif
- 51 -
ara tırma alanındaki ilerlemeler durdu, akıl kendi
üzerine kapandı. Niçin? Büyük toplum olaylarını ince
leyen tarihçe, bilim ruhunun söndü ü günün, Do udan
gelen mystere'lerin Roma dünyasında a ır bastı ı
günlere rastladı ını ister istemez görecektir. Hristiy-
anlı m öncüleri olan sis, Kübele, Attis, Mithra insan
lara yanlız ruhlarını kurtarma güvene ini ve mutlu bir
ölmezlik umudu getirmekle kalmıyor; evren üzerinde
bir kaç saatte ö renilebilen bütün bir açıklama, kutsal
ve kesin bir astronomi de getiriyordu. Yorulmaksızın
elde edilen bir kesinli in sevinçlerini sunan bu dinsel
esinlerle, olayların durmadan incelenmesini isteyen,
yöntemler arasında yorgun dü en Roma, sonradan Pas-
cal'in yaptı ını yapıyor: ç rahatlı ını seçiyor. Epikhu-
ros okulu hem a ır basan Hristiyanlı ın, hem de
Dönme Julianus’un lanetine u radı. Mystere'lerin o
tembel ülküsü baskın çıktı. Sonuç: Öbür ülkü yeniden
uyanıp humanizma ile birlikte öcünü alıncaya kadar
aradan yüzyıllar geçti.
Felsefe, ilk bakı ta, bilim ahlâkında yer alan ilke
den pek o kadar uzak görünmez. Çünkü o da yeni
gerçekler bulma çabasındadır. Onun için, u ya da bu
nokta üzerinde sıkı bir anla ma örneklerine
rastlıyabiliyoruz. Ama çok zaman, filozof, tıpkı
tannbilimci gibi araçsız ve kesin bilgi pe indedir. Ona
kesin bilgi gerek. Onun için, bilime dayanmayı kabul
etti i zaman bile, her eye kar ılık alamayınca üzülür.
Bilimi a maya kalkar, a amayınca da dizginleme e
çalı ır onu.

- 52 -
Bu ruh durumuna, Auguste Comte'unkinden daha
anlı bir örnek bilmiyorum. Bugünkü dünyamıza, akla
dayanan yeni temeller sa lamayı kendine i edinen
Comte, yüzünü bilimden yana çeviriyor ve toplum bili
mi kurarak alanını alabildi ine geni letiyor;
tannbilimle, metafizikle ilintiyi kesiyor; görecili i be
nimsiyor. Ne var ki, bu noktada filozoflu u elden
bırakmayan Comte, "mutlak"tan vazgeçti ini bo una
söyleyip duruyor: Aslında, kesin bilgiye özlem duyuyor.
Bir yandan, pozitivist felsefesi bakımından kendi pozi-
tivist politikasını tanımlayıp yasalar koyadursun, öte
yandan bilim durmaksızın ilerliyor. O zaman ne
yapıyor Comte? Bilimin yeni bulu lara do ru atılı ına
öfkeleniyor. "Catechisme positiviste" adlı eserinde
"yıldızların ısı derecesi ya da iç yapılan üzerindeki
ara tırmalan" saçma, bir o kadar da i renç buluyor.
Bir ba ka yerde "insanın yüre ini katıla tıran" mate
mati e çatıyor. "Varlıkbilim ve tannbilimden nasıl
sıynlmak gerekse, bilimdende öyle sıynlmak gerek"
diye yazıyor. Ö rencilerini, ahlâktan yana kuru olmak
la suçlandırdı ı kendi Pozitif felsefe derslerini okumak
tan caydıracak kadar ileri vardırıyor i i.
Bilime kar ı bu öfke nerden geliyor? urdan: Augus
te Comte, de i meyen bir dü ünce, ahlâk ve politika
düzeni kurma sevdasındadır. Oysa, bilim devinimdir
(harekettir) ve dizginlenip durdurulmadı ı sürece de
dü man durumuna dü mektedir.
Bilimi durdurmak için Comte yıldızların fizik yapısı
üzerindeki ara tırmalan yasak ediyor. Yine aynı
amaçla, bilimi "kaba sa duyu", "en basit orta malı
dü ünceler" dercesine indiriyor ve böylece, Euklides ge
ometrisinden ba ka geometrileri, görecelik ve quantum
- 53 -
kavramlannıdaha ba tan sınır dı ı ediyor. Kendini
co kuya kaptırıp "merak'ı kötülemede Pascal'la
birle iyor. öyle yazıyor: "Evreni tam olarak bilmek,
elimizde olmadı ı gibi, doymak bilmez merakımızın
dı ında, bu bilginin bize getirece i önemli bir eyde
yoktur."
''Kaygı kayna ı merak"ı, "doymak bilmez merak’ ı,
yani bilim ahlâkına göre insanın büyüklü ünü yapan
eyi suçlama konusunda, Pensees yazn Pascale’le pozi
tivizmin babası Auguste Comte birle iyorlar.
Birle iyorlar çünkü, ikisi de de i mez bir ö reti istiyor.
Oysa, bilim de i meyi yanlız kendine kural olarak
almıyor, gurur da duyuyor bundan.
Hiç umulmaz: Auguste Comte'un suçlandırdı ı bili
min öcünü bir ozan almı tır. Victor Hugo öyle yazıyor:
"Bilim sonsuz devinim arar. Onu bulmu tur da: Bilim
devinimin ta kendisidir. Bilim getirdi i iyiliklerden
yana durmadan de i me halindedir. Onda her ey devi
nir, de i ir, kabuk de i tirir. Her ey her eyi yalanlar,
her ey her eyi yıkar, her ey her eyi yaratır, her ey
her eyin yerini alır. Dün do ru diye benimsenin ey,
bugün yeniden gözden geçirilir. O yüce bilim makinası
durmak dinlenmek nedir bilmez; hiçbir zaman doymaz;
en iyiye olan susuzlu u tükenmez. "Mutlak"a gelince,
yabancıdır ona. A ı, yıldırımsavar gibi bulu lar çok su
götürür hâlâ. Jenner yanılmı , Franklin aldanmı ola
bilir; onun için ara tıralım, daha da ara tıralım. Bu ye
rinde duramayı güzel bir eydir. Bilim insanın dört
bir yanında tedirginlik içindedir..."

- 54 -
Bilim ahlâkının ilk özelli ini yapan eyi bundan
daha iyi belirtemez insan. ster Tann vergisi, ister akıl
i i do maya dayanan ahlâka göre insanın
üstünlü ünü yapan, bir takım kesin gerçeklere,
dü üncenin altın de erlerine sahip olmaktır: Biz insan-
lann gerçek üstünlü ünü, kurtlann da, yüzyıllann da
a mdıramadı ı bu hâzineyi elimizde tutmaktır i te;
bizi üpheden uzak tutan bu gerçeklerde rahata
kavu uyoruz haklı olarak. Oysa bilim ahlâkı için,
ahlâksal bakımdan kaderimiz bir takım gerçeklere
ermek de il, yeni yeni bulu lara atılmaktadır.
Dü ünce, ancak ileriye yöneldi i ölçüde kendi adına
hak kazanır, insan bir eye sahip olmanın verdi i o
burjuva güvenli inden vazgeçip, bütün tehlikeleri ile
birlikte aklın o büyük serüvenini kabul etti i ölçüde in
sandır.
Bilimsel çabanın içinde bulunan bu ülkünün top-
lumlann ve teklerin ya ayı ında meydana getirece i
sonuçlar üzerinde durmaya bilmem lüzum var mı? Bu
sonuçlar bence, bir tek cümlede özetlenebilir: nsanın
asıl üstünlü ü, gittikçe daha çok ö renme yolundaki
bitmez tükenmez çabasından oldu una göre, biz insan-
lann ilk ödevi, herkesin bu üstünlükten yararlan
masına çalı maktır.
Bana öyle geliyor ki, ba lı ba ına bu dü ünce, çok
acele çözüm bekleyen günlük sorunlar üzerinde bir
çoklannın dü ünüp biçimini de i termeye elverir.
Henüz kar ılayamadı ımız maddesel ihtiyaçlanmıçın
baskısı altında, bazı kimseler, asıl kaderimizin ekono
mik oldu u kanısına vanyorlar. Bunlar nerdeyse
insanı bir üretim ve tüketim makinası gibi görüyor ve
öyle sanıyorlar ki, bütün insano ullan rahatlı a ve
konfora kavu tu u gün, en büyük insan çabası yerini
bulmu olacaktır.
- 55 -
Bu görü ten yana olanların Marx'cı geçindi ini
kula ımla duymu umdur. zin verirlerse, Marx'm eser
lerinden hiçbir ey anlamadıklarını söyleyeyim kendi
lerine. Çünkü, burjuva kavramı homo oeconomius'u be
nimsemekten uzak olan Marx, bilim ahlâkıyla tam ve
kökten bir anla ma halindedir.
Evet, insanların ekonomik kölelikten kurtulması
pek gereklidir ama, her eyden önce, dü ünce
köleli inden kurtulmalarının vazgeçilmez ko ulu
oldu u için, gereklidir. Bir makina gibi çalı maktan yo
rulmu bir i çiye; i ini bitirdikten sonra yan so uk,
yan karanlık izbesine dönen bir insana: "Kitap satın
al, gezilere çık, bilgini artır!" demek kötü bir aka olur.
Kendilerini bir dü üncenin tutkusuna kaptıran bir
avuç kahramanı bir yana bırakırsak, kafa çalı ması,
maddesel kaygılara kar ı ba ımsızlık ister. Saat be
saat yoksullukla sava an kimsedende okuma ve
ara tırma için gerekli olan dü ünce özgürlü ünü istey
emeyiz. Onun için, rahatlık ve bo vakit bir kaç ki iye
de il, herkese sa lanmalıdır. Ama, maddesel kölelikten
kurtulma bir amaç de il, bir araçtır: Asıl amaç, insa
no lunun büyüklü ünü yapan eye herkesin
katılmasıdır.
Bilginin yüksek sevinçlerini seçkinlere ayıran bir
düzenin haksızlı ını anlar gibi olduklan içindir ki, bazı
kimseler, bir zamanlar bilimlerin bo lu unu
göstermeye kalkı mı , halka ve kadınlara bilgisizli i
salık verecek kadar ileriye gitmi lerdir:

Babalarımız akıllı ki ilerdi bu i de,


Bir kadının kafası donla mintanı
- 56 -
Ayırdedecek kadar i ledi mi,
Gere i kadar bilgisi var demektir, derlerdi.

Bilim ahlâkı bu üzücü yolu kabul etmiyor. Aklın


bulu larını üstünlü ümüzün ko ulu yapıyor, bulu ola
naklarının herkese sa lanmasını istiyor. Ona göre en
i renç ayrıcalık, sadece bir avuç insana gerçekten
insan olma olanaklarını sa layan ayrıcalıktır.
Bilimsel ara tırmadaki bu ülkünün a ır bastı ı
yerde, bir ulusun uygarlık düzeyi artık yalnız ekono
mik gücünü geli tirme yolundaki çabası ila de il,
özellikle, çıkarsız bilimsel ara tırmayı desteklemek
için XVIII. Yüzyıl filozoflarının aydınlanma dedikleri
eyi yayma yolundaki çabası ile de ölçülecektir.
Bu yolda bir kaç ileri adım atmı bulunuyoruz,
üphesiz. Ama, ne ürkek, ne çekingen adımlar! Batı
toplumlannın bencil çıkarlar u runda her zaman para
pul bulmaları, insan bilgisini arttırma yolundaysa
ölesiye cimri davranmaları, gelecek yüzyıllarda hayret
konusu olacaktır. Bugün bile, bilimsel ara tırmalar
için para yardımı isteyenler, bu ara tırmanın
endüstriye ya da sava a yardımı dokunaca ını ileri
sürmek zorunda kalıyorlar. Siz u hale bakın, de erler
nasılda altüst olmu : Üstünlü ümüzü yapan ey için
sa lanan yardımları haklı gösterecek bir takım neden
ler, hatta nerdeyse bir takım mazeretler aranıyor da,
en yüksek, çıkarımızın çıkarsızlık oldu u farkedilmi-
yor!

- 57 -
Ö retim i leri için de durum böyledir. Ö retimi
yayma erefi zamanımızındır. Ama, ö retimden fayda
lanmadaki o korkunç e itsizlikler bir yana, ö retimi
her eyden önce, hayat sava ı için gerekli bir silah, tek
nik bakımdan bir mesle e hazırlık sayıyorlar çokluk.
Bilimin böyle bir i gördü ünü herkes bilir. Ama, bilim,
her eyden önce ve özellikle ba ka eydir ve insan bili
mi, bilim olarak sevmekle en iyi yolu seçmi oluyor.
Onun için, asıl sorun, dü ünceyle ilgili eylerin,
ara tırılan ve ispatlanan do ruların tadını ve
anlayı ını vermektir. Pedagogie kelimesi, e itim i ini
çocuklara ve gençlere ayırmakla ülkümüzden hâlâ ne
denli uzak bulundu umuzu göstermi oluyor.
Üstünlü ümüzü yapan ey aklın bulu ları ise e er, her
ya ta bir eyler ö renmemiz gerekir ve bu konuda er
genlerin de gençler kadar ilgi görmek haklarıdır. Bu
nunla beraber, bu yöndeki ilk çabalarımız devede
kulak kalmaktadır. Geli i güzel kurulmu kitaplıklara
yapılacak para yardımlarıyla dünyaya bilim ruhu
a ılıyoruz diye ö ünemeyiz.
Bir de u var: Bilimin ispatladı ı gerçekleri
ö retirken, çokluk, ders görenlere, bu gerçekleri ortaya
çıkaran çabadaki o ozanca, o sarsıcı co kuyu pek an
lattıkları olmuyor. Söz sanatı ve iir, klasik humaniz-
mayı övme yolunda bunca ustalık gösterirken, bilimsel
humanizma, genel olarak, kendini de erlendirmeyi de-
miyeyim ama, dile getirmeyi bile pek önemsemiyor.
Oysa, bilimsel humanizma, atalarımızın dedi i gibi,
kafayı ve yüre i yo urmada öbür humanizmadan daha
az yararlı de ildir.

- 58 -
Bir daha söyleyeyim: Bir ahlâkın özü, daha yüksek,
daha soylu bir toplum dü üncesindedir. Bugün, burju
va dünyasındaki ekonomik hayatın yürekler acısı
düzeni ve hâlâ milyonlarca insanı ezen yoksulluk
kar ısında, bir çok cömert yürekli insan, özellikle mad
desel sorunlar üzerinde kafa yormaktadır. Dünya ni
metlerinin bol bol üretilece i ve haklıca bölü ülece i
bir dünya dü ünüyorlar. Yüre i olan her insanın bu is
teklere katılması ve onlann gerçekle mesine çalı ması
gerekir: Aklı ba ında toplumlann yönelmesi gereken
amaç sosyalizmin getirece i bolluk olmalıdır. Ama
Marx'çı humanizma ile anla ma halinde olan bilim
ahlâkı, ekonomik kölelikten kurtulmanın bir amaç
de il, sadece bir araç oldu u üzerinde bizi dü ünmeye
ça ınyor. Maddece zengin ve yanlız bununla yetinen
bir dünya yine de yoksul bir dünyadır. Pozitif
ara tırmadaki ülkünün istedi i, madde köleli inden
kurtulmu bir insanlı ın kendini çalı manın soylu
biçimlerine, dü üncenin buluç u atılganlıklanna ver
mesidir.
Sözümü bitirirken, bu bulu lar dü üncesi üzerinde
durmam gerek. Öbür ahlâklar, dü ünceye hem saygı
duymu lar, hem ürkmü lerdir ondan. Dü ünceyi
ara tırmalann pe ine saldıktan sonra onun hızından
yılmaya ba lamı lardır. Ne pahasına olursa olsun, onu
belli durumlarda durdurmaya çalı mı lar, geçmi ten
gelece i dizginlemesini istemi lerdir, çünkü
gerçekle ebilecek yenilikten korkmu lardır. Oysa,
bilim ahlâkının böyle bir korkusu yoktur; Yenilik, onu
kaygılandırmak öyle dursun, büsbütün co turur. En
yaman de i ikliklere önceden hazırdır o. Bilim
sava tır, dü tür, serüvendir, umut ve co kudur. Durdu
rulamayandır o.

- 59 -
B RL K LKES

Bilimsel çabanın ikinci ülküsü birliktir. Gerçekte,


bilim, kimisine ho , kimisine kötü gelebilen, falam
inandırıp falam ilgilendirmeyen bir dü ünce ürünü ola
rak çıkmaz kar ımıza: Bilim her zaman ve her yerde,
herkesin anla masını ister.

Bu istek yeni de ildir üphesiz. Gök kubbe altında


"Birlik olun!" diye seslerini yükseltmi bilge ki ilerin
haddi hesabı yoktur. Dinle, fesefeler, bilimden çok
önceleri, akıllan uzla tırmak, bir tek gerçekte
birle tirmek istemi ler, "Görün ve inanın!" deyip
durmu lar bin bir biçimde. Ama, bu cömert özlemlere
ne oldu? soranm size.

- 60 -
Üzerinde ya adı ımız toprakta, Druide'lerin dini,
Augsute un, Kübele'nin, Mithra'mn dini hep ruhlan
fethetmeye çalı mı lardır. Bu dinlerin hepsi de bugün
göçüp gitmi bulunuyor ve tarihçi için birer inceleme
konusunda öte bir ey de ildir artık. Bu ölü gerçekler
üzerinde Ortaça ’da Hristiyanlık do up geli iyor ve
Incil'deki o güzelim düstura göre "bu dünyaya gelen
her insana ı ık saçan o gerçek aydınlı ı" sunuyor. Ne
var ki, bu ı ık, istedi i kadar herkese sunsun kendini,
herkes kabul etmiyor onu. Hristiyanlık ne srail
o ullarım pe i sıra sürükleyebilmi tir, ne de daha son
raları- Müslümanları. "Zındıkların" sürekli saldırı larına
kar ı kendini savunması pek de kolay olmamı tır. Re
form, onu yeniden gençle tirmeyi, evrensel yapmayı
dü ünmü se de, eski Hristiyanlı ı ikiye bölmekten
öteye gidememi tir: Reformun ortasında Calvin Lut-
her’in kar ısına dikilmi tir. O zaman, din kurucuları
kollan sıvayıp koyulmu lar i e: Voltaire'in "Herkesin
dini" diye adlandırdı ı u yaradancılık, sonra Saint-
Simon'un Yeni Hristiyanlı ı, onun ardından da Augus-
te Comte'un pozitivizm dini çıkıyor ortaya. Her yerde,
kafalan birli e ula tırmak isteyen aynı ate li istek; her
yerde, ilginç, cömert, kimi zaman da atak dü ünceler;
ama, her yerde kafalan birli e ula tırmada aynı
güçsüzlük, evrenselli in ko ulu olan bu birli e ermede
aynı ba ansızlık. Bütün bunlar' Fransa’da olup biten
ler. Gözlerimizi dünyaya çevirelim, hep aynı görünü :
Büyük dinler insanların vicdanlannı payla ma yolun
da yarı halindeler. Ama, i in acı yanma bakın ki birlik
kurma istekleri onlann birbirlerine katıyor ve ban is
tekleri de sava a dökülüyor.

- 61 -
Filozoflar daha mı mutlu acaba? Öyle olmaları umu
lurdu, çünkü, içlerinden bazıları, yanhz akla
ba vurmakla övünmektedirler. Bununla beraber,
onlann ba arısızlı ı, dinlerinkinden daha açık, bir
bakıma daha da ciddi. Bazı inançler milyonlarca insanı
pe i sıra sürüklüyor, co turuyor. Bu da dini, katolik
mezhebi, slam dini, Reform dünyanın geni
bölgelerinde yayılıyor. Oysa, küçücük Yunan
dünyasında Sokrates'in kar ısına Sofistler, Eflatunun
kar ısına Aristoteles dikiliyor. Aynı günlerde, aynı
gökkubbe altında, Stoacılar Epikhuros'çulara kar ı
çıkıyor. XVI. yüzyıldan bu yana, felsefe sistemleri
sayılmayacak kadar çoktur. nsanı en çok a ırtan ey,
bu birbiriyle çatı an, birbirini tutmayan ö retilerin biz-
leri arkalarından sürükleyecek kadar çekici olma
larıdır. Öyle sanıyorum ki, bugün bir insanın Eflatunu
sevmemesi, en çileden çıkartıcı çeli melerine de in be
nimsememesi güçtür. nsan kendini, örne in, bir Spi-
noza'ya kaptırmaya görsün, bir daha yakanızı
bırakmaz ve çizdi i yolun ta ucuna dek götürür sizi.
Sonra, Kant'ı, Comte'u, Hegel'i okudu mu, dehalarının
zorlu etkisine kaptırır kendini. Ama, bu birbirini kova
layan kapılmalar filozofların zaferi, felsefelerinse
yıkımıdır. Çünkü, insan, en yüce ve tek gerçe i, bütün
kafaların eninde sonunda kar ıla aca ı gerçe i bulmak
umuduyla çıkmı tır yola. nsano lunu buna götürece i
sanılan yollarsa sayısız kollara aynlmaktadıd. Öyle ki,
bunca çabalardan, en çekici dü ünceler arasındaki

- 62 -
bunca ko u madan sonra, insan teki kendini daha da
kararsız, insanlarsa kendilerini daha bölünmü bu l
maktadırlar.

Bu iflas kar ısında, bilge ki ilerin sonunda "Ben ne


bilirim" dediklerini ve dü ünce birli inden umut kes
melerini anlıyor insan. Ne var ki, küçümcülük bu
mantıklı vazgeçi i kabul ededursun, bilim, her yandan,
büyüyor ve sessizce, birli i kuran ey oluyor. Bilim
uzla tıran eydir.

Kimileri bu birli i öve dursunlar, bilim düpe


düz yaratıyor onu: Euklides'in, Phytagoras'ın
denklemleri, Arkhimedes'in bulu ları önünde
artık ne Eflatunculuk vardır, ne de Epikhuroscu-
luk. Kepler ve Galileo yasaları önünde ne Janse-
nius'lar, ne Cizvitler, ne Thomas'cılar, ne Descar-
tes'çılar, ne Spinoza'cılar yaradancılar, ne
dinsizler, ne Kant'çılar. Ne Comte’cular, ne idea
listler, ne faydacılar vardır: Herkes tam anla ma
içinde anla maktadır. Katolik, protestan, musevi,
müslüman bilginler vardır: Ama, katolik geomet
risi, protestan, musevi, müslüman geometrisi diye
bir ey yoktur. Fransız, ngiliz, Alman, Rus
fizikçiler vardır: Ama, fizikte, Fransız gerçekleri,
Alman gerçekleri, diye bir ey yoktur. Böyle
bir ey dü ünmek bile saçmadır. Hindistanı
ya da Batı'yı daha derinden e t k i l i y e n di n

- 63 -
ya da felsefe kanıtlan olabilece ini insan pekala
dü ünebiliyor da, Apollo'nun çömezi için ba ka, Isa'nın
ki için ba ka, Buda'nınki içinba ka olan matematik bir
ispatlama dü ünemiyor. Bunun gibi, Kant hayranı için
geçerli, Spinoza'mnki için geçersiz deneysel hiçbir is
patlama da dü ünülemez.
Bilimin elde etti i bu birli e öylesine alı mı ız ki,
buna pek dikkat etmedi imiz, ondan ola an bir eyden
konu urcasma söz etti imiz, hatta, onun hiç sözünü et
medi imiz bile oluyor. Ama, bunu dü ünce tarihindeki
yerine koyalım tekrar. Yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca,
kendilerini bilgiye adamı kimseler, kafaları
birle tirecek bir ilke bulmaya çalı ıyorlar. Bu çabaya
yetilerinin, dehalannm ve sabırlarının bütün olanak-
lannı katıyor; ruhun bütün kapılanm çalıyorlar; bu
nunla beraber, hiçbir alanda böylesine özlenen birlik
kurulmuyor. Tam tersine, aynhklar artıyor, kızı ıyor
ve çokluk keskinle iyor. Sonunda, insan anla ma
umutlaıından bile üphelenmeye ba lıyor: te tam bu
sırada, bütün bir kafa ürünü ortaya çıkıp sessiz sessiz
geli iyor; zorlamasız, unun bunun iyi niyetine bile
ba vurmaksızın herkesin ortakça benimsedi i bir
takım kesin bilgiler koyuyor ortaya ve olamaz sanılan
bir gerçek haline koyuyor. nsanlar ba ka alanlarda
bo una birbirlerinden kopup çeki e dursunlar;
aynhklar ve çeki meler ötesinde, bir birlik kuruluyor.
Din, felsefe, politika, ekonomi, ahlâk ve dü ünce
sınırlan insanlan birbirinden sonuna kadar ayınr
görünürken, u ya da bu ulusun olmayan, ünlü deyimle
"bu dünyaya gelen her insanı" aydınlatan bir gerçek bu
sınırlan a ıp geçiveriyor.

- 64 -
Bu yenilikle birlikte bir devrim oldu unu nasıl
görmezlikten gelebiliriz? Eski ahlâklar "Birle in!" diy
ordu ama, ayrılıkları artırıyordu: "Bilim ahlâkıysa su
suyor ve birle tiriyor.
Hangi yoldan? Bildi imiz bir yoldan: Akla ve deneye
dayanan ispatlama yolundan. Bilimsel çalı maları
yöneten bütün bu kılı kınk yaran kuralların ahlâksal
anlamını imdi anlıyor insan. îlk bakı ta bu kurallar
salt dü ünce alanına, ahlâkınki ise bir ba ka alana
ba lıdır. Ama iyice dü ünelim. Bilgin, fizikçi ve toplum
bilimci niçin ispatlama i inde bunca sıkı yasalara uyu
yor? Bir olayı saptamak ya da bir yasayı dile getirmek
için bunca tedbir, bunca güvensizlik neden? Neden
bunca kanıtlar, bunca kar ı kanıtlar? Bilgin yalnız
gerçe e ula mak ve ki isel bir inanca istemiyor, bu
inanan payla ılmasını, bu gerçe in herkes için apaçık
olmasını istiyor da ondan. Fizikçi, kendisine
inanılmasını yeter bulmaz: Bu inanma apaçık ve do ru
kanıtlara dayansın ister. Onun için, bu sabır isteyen,
bu zorla ispatlamalar, bu kılı kılına a mazlık kaygısı,
dü üncenin altın kuralı oldu u kadar, kendini
ba kalarına adamanın da en .yüksek eklidir. Bu ispat
lamalar hem önemli eyler üzerinde ba kalarıyla
anla ma iste ini gerektirir, hem de bu anla ma de il,
gerçek bir birle menin ifadesi olmasını gerektirir.
nsanın insana sevgi ve saygı beslemesi bilimsel
ara tırmanın ruhudur. Çünkü, insan ba kalarına her
kesin olabilen ve insanları en yüksek yanlarıyla
birle tiren bir gerçek sunmaktan daha de erli bir
ba ı ta bulunamaz.

- 65 -
Bilim ahlâkındaki bu ikinci ilkenin insan topluluk
larını ne yöne götürece ini uzun uzadıya anlatmaya
kalkmıyorum: dü ünce ve kafaların karde li iyle
birli e yönelmek ahlâkın en yüce ilkelerinden biri ola
cak ve hangi alanda olursa olsun, biz insanlar için bir
birimizi sevmenin yüce ekli birbirimizi geçerli ispatla
mada inandırmak olacaktır.
Bölük pörçük anla malar ba ka yollardan da elde
edilebilir,, üphesiz: Bazen kaba güç, çıkar ve duygu da
bir birlik yaratabilir. Ama, kaba güce dayanan
anla ma, her zaman için, kısa ömürlüdür; çünkü, içe
tepilen öfkeler gizli bir güç ta ırlar. Gözünü korkuta
rak, bir insanı inandı ına inanmıyorum, inanmadı ına
inanıyorum demeye zorlamak bo unadır. A ızlan
tıkanmı vicdanlar, öç alma saatini beklerler sessiz
sessiz; bu saat de, gelir çatar, er geç.
Çıkar üzerine kurulan anla ma kimi zaman daha
sa lamsa da, basit ve geçici olmaktan kurtulamaz;
çünkü, insan, asıl çıkarsız yanıyla büyüktür; çünkü, bir
an için bir noktaya yönelen çıkarlar, çarçabuk yön
de i tirir.
Duygu üzerine kurulan anla ma daha soyludur
ama, çabuk bozulabilir; çünkü, duygu de i ken, kimi
zaman da kördür; çünkü, gerçe in kesinliklerine kolay
kolay uyamaz. Filan söz ustası sevgiden, haktan,
karde likten söz edip bir toplulu u co turabilir; ama,
biti ik odada, içtenlikte ondan a a ı kalmayan bir
ba ka söz ustası, aynı ilkelere ba vurarak, hem de
apayrı, hatta tabana kar ıt sonuçlar çıkararak, bir
ba ka kalabalı ı co kuya getirebilir.

- 66 -
Gere i gibi ispatlanmı gerçeklerin ortakça benim-
• senmesinden do an anla ma ise, tam tersine, sapa
sa lam bir temele dayanır ve artık rastlantıların, tut
kuların oyunca ı olmaktan çıkar. nanmak istedi i için
de il, deney kar ısında inanmamak elinden gelmedi i
için "inanan" kimse, görü ünü de i tirmez. Onun
yakında ya da uza ında, aynı nedenlerden aynı eylere
inanan kimseler de de i tirmezler görü lerini. E er bi
limin ça rısına uyup, ba kalarını zorlayacak yerde,
inandırmaya, çelmeye, aklını yatırmaya çalı ırsak
birli i güvenli bir temel üzerine oturtmu oluruz.
leride inceleyece im u kar ı dü ünceyi ileri
sürebilir ve diyebilirler ki bana: Bugün biz ancak
sayıları sınırlı bir takım gerçekler üzerinde
anla ıyoruz. Bunların sayısı gittikçe artabilirse de,
imdilik sınırlıdır. Ba ka alanlarda toplumbilimin çok
a ır geli mesi dolayısıyla, bilimin daha yeni yeni
de inmeye ba ladı ı bir çok günlük sorunlar üzerinde
karara varmak zorundayız. Kimi noktalarda birlik ol
makla beraber, kimilerinde anla amamamız bundan
ileri geliyor. En iyilerin bazen hâlâ çıkara, söz
sanatına, propagandanın bütün biçimlerine ba vurmak
zorunda kalmaları, hatta zor kullanarak yapılan
saldırılara aynı yoldan kar ı koymaları bundan ileri ge-
. liyor. Bilimsel ara tırmada bulunan ülkü, bu
ayrılıkları azaltma i inde tutulması gereken yolu
göstermektedir hiç de ilse: Bu yol, ispatlamalarla, or-
talamalı kesin bilgileri ço altmak ve bütün
tartı malarda, ne türlü olursa olsun, uzla ma ilkesini
akılda ve deneyde aram gıktır.

- 67 -
Bu yolda durmadan daha uzaklara gitmek kolay ol
mayacak. Birinci Dünya Sava ının ertesinde besle
di imiz o kabına sı mayan umutlarımızı unutmuyo
rum hiç. Bir gün, Einstein Almanya'dan Görecilik
ilkelerini anlatmak için Fransa'ya gelmi ti. Kinler,
haklı kızgınlıklar bir çoktlannm yüre inden silinme
mi ti henüz. Einstein, College de France’ın bir salonun
da konu maya ba lar ba lamaz, onun dü man bir ulus
tan geldi ini unutuverdi herkes; çünkü, onu
dinleyenlerin hepsi için ki bir ço u sava meydam-
lanndan daha yeni dönmü tü- yanılgıdan, bilgisizlik
ten ve kinden ba ka dü man yoktu ve olamazdı.
Dı arının ba rı maları salonun e i inde
sönüveriyordu: çeride Einstein'in kapıp kavradı ı in
sanlar, daha geni , daha tutarlı bir Evren
dü üncesinde anla ma yolundaydılar.
Niye saklamalı, o zaman, bir çoklarımız korkunç bir
sava tan çıkarken, dünyanın nihayet iyi yola girdi i,
bilim ahlâkının üstün çıkaca ın, yükseklerde do an
birli in Ulus'ları saraca ı umuduna kapılmı tık. Ne
yazık ki, uyanı bildi iniz gibi oldu. Goethe'nin ve
Kant’ın Almanyası Einstein'in ça rısına kula ını tıkadı
ve adı bu sayfalan kirletecek olan bir adamın savur
du u palavralan alkı lara bo du. Sonuç: Avrupa'nın
göbe inde, bilimsel ara tırmalanyla ün yapmı bir
memlekette, bilimin kendisi suçlandınldı ı, hiç sayıldı,
yuhalandı. Bir Yahudinin ispatladı ı bir gerçek yanlı
sayılmalı diye bir takım sesler yükseldi. Zorbalı a day
anan bilim-dü manlı ı, kuzeyle "kanının" kimyasal
bakımdan ve normal olarak, dünyanın geri kalan in-
sanlannın kanından üstün oldu una inanmaya zorladı
insanlan. A a ılık bir toplum bilim, en saçma tezlerin,

- 68 -
devlet tarafından zorla benimsetilince gerçek sayılması
gerekti ini ö ütledi. Sadece omuz silkilip geçilmesi ge
reken buyürekler acısı dü ünce gerili i, bir kaç yıl
içinde milyonlarca ba nazı büyüledi. Tam onbe yüzyıl
sonra dirilen barbarlık, humanizmaya sava açtı; Fran
sa'da kendine parayla suç ortaklan edinip nsan Hak-
lan'mn vatanına yasaldı; acaba zorbalık ahlâkı bilim
ahlâkını ortadan kaldıracak mı diye insanın korkular
geçirdi ini anlar oldu.
Ingilterenin dayatı ı, Sovyetler Birli inin a maz
çabası, Birle ik Amerika'nın ekonomik gücü, dü man
çizmesi altındaki memleketlerin direti i ile, barbarlık
yenildi. Birlik ahlâkına götüren yol yeniden açıldı.
Ama yine de tedbirli olalım. Bazı kimseler (hem de en
iyiler arasından) sava tıklan kötü güçlerle burun buru
na gelince kendi kendilerinden üpheye dü üyorlar.
Atom bombasını herkesten önce bulan Amerikalı dost-
lanmız, bunun sım m kendilerine saklayacaklannı
söylüyorlar. Önemsiz tehlike, çünkü, çok geçmeden
herkes ö renecek bu sim . Kötü alamet, çünkü güç
dü manın elindeyken ona kar ı sava mı olanlar, bu
güç kendi ellerine geçince gizliden gizliye onu kullan
mayı dü ünüyorlar diyesi geliyor insanın.
Bilimin gerçekle tirdi i bu bulu un kötüye kul
lanılma olana ına bilim ahlâkı kar ı geliyor. Bilge
ki ilerin özledi i birlik atom bombasıyla
ya atılamayaca ı gibi, zorbalıkla, top tüfekle de
ya atılamaz: Ancak ispatlanmı gerçek yoluyla
ya atılabilir.

- 69 -
Tek ba ına bu ilkenin bizleri kurtarabilece ini için
duymuyor muyuz hepimiz? E i görülmemi bir sınavın
bir sınavın ertesinde bitkin, yaralı dü mü Uluslar bir-
birleriyle anla maya çalı ıyorlar; ama, Cenevre deneyi
nin ba arısızlı ından gözleri yıldı ı için, duraksıyor;
anla mayı gerçekle tirebilmek için, ortak bir ülküye
uymak gerekti ini anlıyorlar. Bu ülküyü kimden iste
meli? Hristiyanlar Hristiyanlıktan, diyorlar, Müslümanlar
Müslümanlıktan, Budistlar Budistlikten. Bu isteklere
kulak verdiniz mi, dünya yeni ba tan dünün
yanılgısına dü tü demektir. Çünkü, Hristiyanlık da,
Müslümanlık da, Budistlik de, kendi adamları için ne
denli kutsal olursa olsun, bütün insanların
anla masını sa lamaktan uzak olduklarını bol bol
göstermi bulunuyorlar. Hem sonra, încil'i Kuran'dan
ya da Yöntem Üzerine Deneme'den üstün kılacak olan
atom bombası de ildir. Yarın birli i kuracak olan tek
ahlâk, dün birli i kurmu olandır; o ahlâk ki, ispat
lanmı gerçekler üzerinde akılların uzla masını buyu
rur; insan sevgisi ile insan saygısını birbirinden
ayırmaksızm, bizi en soylu yanımızla birbirimize
yakla tırmaya çalı ır ve deneyin yo urdu u akıldan
karde lik yollarını açmasını ister.
ÖZGÜRLÜK LKES

Bilim ahlâkının üçüncü ilkesi dü ünce


özgürlü üdür.
Büyük dinler bu özgürlü ü temelsiz sayıyor, ona
saygı göstermiyorlar. Örne in Hristiyanlık, ilk
günlerinde, istedi i kadar zorba güce kar ı nefreti dile
getiren en güzel özde i leri, batı dünyasına getiredur-
sun, zulme u rar u ramaz, inançsızları kıyasıya ceza
landırma hakkına bulmu tur kendinde.
IV. yüzyılın ortalarında, bir imparatorluk buyru u,
puta taparlı ı ölümle cezalandırıyordu: "Her yerde,
bütün kentlerde tapmaklar hemen kapanacak ve
böylece, yolunu a ırmı insanların kötülük etmeleri
önlenecektir. Putlara kurban sunulmasını yasak ediyo
ruz. Her kim böyle bir i yapmaya kalkı acak olursa,
intikamcı kılıçla boynu vurula malı mülkü elinden
alına. Bu suçlan cezalandırmakta gev ek davranan ey
alet valileri de aynı cezaya çarptmla!"
- 71 -
356 yılında, yeni bir yasa öyle diyor: "Kurban
törenlerine katılmak ya da putlara tapmak gerekti ine
inananlara ölümle cezalandırılacaktır." 392'de, yüksek
ya da a a ı sınıflan herhangi bir kimsenin "ev tanrıları
Lares'i ate le, Genius’u arapla, Penat'ı güzel kokular
la ululaması, onlar için ı ıklar, günlükler yakıp
çelenkler asması" yasak edilmi tir. 391'de "tapmak do
laylarında gezmek" hatta, onlara "bakmak" yasa ı
konmu tur. 395'de tapınaklara "yakla mak" yasak edil
mi tir; bu karann uygulanmasında gev ek davranan
memurların cezası ölümdür. 435'de, ayakta kalan
bütün pagan tapınaklarını yıktırma buyru. 1
Yahudi dinine kar ı aynı ho görüsüzlük: Yahudi er
keklerin Hristiyan kadınlarla evlenmeleri, devlet
i lerinde kullanılmaları, yeni havra açmaları, bir Hris-
tiyanı sünnet etmeleri, yan iona dinini de i tirtmeleri
yasak edilmi tir. 2
Nihayet, katıksız Hristiyan olmayanlara, yani
sapkınlara da inanç özgürlü ü tanınmaz oluyor. Bu
sapkınların kentlerde oturması, vasiyette bulunması,
özel bile olsa, toplantı yapması, imparatora ba vurması
yasak edilmi tir. Özel bir evde sapkınlar toplantı ya
parsa, ev ellerinden alınacak, kitapları yargıç önünde
yakılacak, suçlular öldürülecekti.

(1) Cod. Theod. 16, 10, 1; 16; 10, 6; 16, 10, 12; 16, 10, 11;
16, 10, 13; 16, 10, 25.
(2) Cod. Theod., 16, 8, 6; 16, 8, 16; 16, 8, 27; 16, 8, 26.
Cod. Just., 1,9, 5.

- 72 -
Her kim suçluları saklarsa, boynu vurulacaktı. Yasa
öyle buyuruyordu: Gerek ahlâk gerek ba ka yasalar
bakımından sapkınların öbür insanlarla ve dünyayla
hiçbir ortak yanlan olmayacaktı. 3
Biz Batılılann dünyasında, cellatlann dü ünceye
saldırdıklan bir karanlık ça ba layor: Bu ça da,
Haçlılar, inansızlan ya da Albigeois'lan öldürmekle
cennete gideceklerini sanmaktadırlar. XVI. yüzyılda,
humanizmanın seçkinleri sarmaya ba ladı ı bir za
manda, eski ho görüsüzlük hâlâ sürüp gidiyor. Incil'i
yorumlamada anla amayan Katoliklerle Remormacılar
sava meydanlannda çarpı ıyorlar birbirleriyle. XVII.
yüzyılda, Bossuet'nin övdü ü u Nantes Buyrultu
sunun yürürlükten kaldınlmasıyla bir ban denemesi
yapıldıysa da, XVIII. yüzyılın ortalannda, bir kral
buyru u "dü ünceleri sarsmaya" çalı an yazarlara
ölüm cezası veriyor.
Fransız Devrimi, nihayet, nsan Haklan'nı kamuya
bildirdi i zaman, eski ho görüsüzlük yasalardan
atılıyorsa da Kilise dogmalara ba lı tutumunu elden
bırakmıyor. Papa Pius VI, 20 mart 1790 günü Kardi
naller Kurulunda verdi i bir söylevde "din i lerinde
bile" herkese dü ünce özgürlü ü tanıyan, "katolik ol-
mayanlann” da ordu ve devlet i lerinde
kulanılmalanna yol açan nsan Haklan Bildirisinin
maddelerini lanetliyor. Papa Gregorius XVI. öyle
yazıyor: "Herkese inanç özgürlü ü tanımak ve bunu
sa lama ba lamak isteyen o yanlı , o yersiz
düstur, daha do rusu o sayıklama, aldırmazlık
ö retisinin zehirli kayna ından çıkıyor." Pius IX da,

3 Cod. Theod, 16, 5, 6; 16, 5, 7; 16 , 14; 16, 5,34; 16, 5,


17; 16, 5 18.

- 73 -
"Katolik Kilisesine ve ahret mutlulu una" bundan
daha zararlı bir ey olamayaca ını, bunun "bir yitim
özgürlü ü" oldu unu söylüyor. Öte yandan Leo XIII da,
"Din erdemine o kadar aykın olan bu özgürlü ü, mez
hep özgürlü ünü, herkesin diledi i dini tutması, ya da
hiç birini tutmaması ilkesine dayanan özgürlü ü"
kötülüyor ve buna "özgürlü ün yozla ması, ruhun
a a ılık günahlara dü mesi" diyor.
çimizden bir çoklan, özgürlü ün böylesine
suçlandınlmasım "ahlâka aykın" buluyordur. Her eyi
kavramak bakımından daha yumu ak, daha anlayı lı
davranan bilimse, bunda kendi ahlâkından ba ka bir
ahlâkın, mutlakçı ahlâkın bir sonucunu görmektedir.
nsan Haklarını suçlayan bu insanlar bizi incitiyor
ama, biz, her eyden önce onların dü ünü lerini anla
maya çalı alım: Onlar, kesin gerçe e erdiklerini
sanıyorlar, hem de a mamacasına. Bu adamlar, yanlı
yollara, yani yitim yollanna sapma hakkını nasıl
tanırlar insanlara? Kötülük özgürlü ü dedikleri bir
özgürlü ü nasıl kabul ederler? Erdiklerini sandıklan
gerçek herkesin kendili inden kabul edebilece i
gerçeklerden olsaydı, zora güce ba vurmak yersiz,
dolayısıyla i renç olurdu. Ama, bu türlü bir gerçek
olmadı ı ve yine de kabul etmek gerekti i için (çünkü
gerçektir), ister istemez, onu bir takım dı desteklerle
ayakta tutmak ister. Böyle bir sistemde ho görürlük
kötü bir ey, kötülü e tanınan bir ayncalık ba langıcı,
ba kasının esenli ine gösterilen suçlu bir kaygısızlık
olabilir ancak. "Mutlak'ı öne sürdünüz mü, ister iste
mez özgürlü ü yok saymı olursunuz.

- 74 -
Onun için, özgür dü ünce haklarını hiçe sayan, ya
da sakatlayan yalnız dinler de il. Toplumlann
düzeniyle ilgili filozofik dü ünceler de kendilerini zor
baca savunmu lardır; eski düzenin ayrıcalıklı ki ileri
"Zındıklara ölüm!" diye ba ırmayı "Jacques'lara ölüm"
demek kadar haklı bulmu lardır. XIX ve XX. yüzyıl
patronları, grevcilerin üzerine polis güçlerini salarken,
haklarının sınırını a tıklarını farketmez
görünmü lerdir. Ama törelerin yumu amasıyla kaba
güce ba vurulmaz olunca, birbirine kar ıt ö retilere
içten ba lı kimselerin, i i, kaba gücün bir ba ka biçimi
olan nefret ve küfüre döktükleri az görülmü eylerden
de ildir. nsan inandırıp kandıramadı ı zaman öcünü
onur kırmakta arar; yasalarda yer alan özgürlük de
törlerden kovulur. Roma imparatoru Julianus Epikhu-
ros'u, Auguste Comte da Julianus'u lanetlere bo ar. Ne
Julianus, ne de Comte olan milyonlarca insan dü man
belledikleri kimselere kar ı kin besler, lanetler savu
rur.
Bilimin büyük özelli i, lanetlere de, afarozlara da
yabancı kalmı , özgürlü ü davranı ının yasası yapmı
olmasıdır.
Bunda yamlanlar oluyor kimi zaman. Kimi ve geo
metride inanma özgürlü ü diye bir ey yoktur, çünkü
bu bilimler herkese aynı gerçekleri zorla benimsetirler,
diyenler var bize. Ama bütün bunlar kelime oyunun
dan ba ka bir ey de il. Bilim, yaptı ı tanıtlamaları
kimseye zorla benimsetmez, kendili inden benimsenir
onlar. nsan kafasının bunlara katılmasından daha
özgürce, daha kendili inden bir ey olamaz.

- 75 -
Bazılarının yanılması urdan geliyor: Onlar
yapılmakta olandan çok, yapılmı olana bakıyorlar.
Ö retim yollarımız, çok zaman, bilimsel ara tırmanın
kendisinden çok, elde edilen sonuçlar üzerine çekiyor
dikkati. î te, okuyup ö renen insanın, kendini bir
takım gerçeklere ba lı duyması bundandır. Ama bili
min özüne varmak istenirse, ara tırmayı o büyük atılı
gücünde ele almalıdır. Bilimin ruhu olan bu atılı
özgür bir atılı tır; özgür olmamak elinde de ildir. Ken
dini ele vermeyen gerçek kar ısında bilginler duraksar,
bocalar, birbirlerine danı ırlar. Herhangi bir dü ünceyi
sınırlamak hiç birinin aklından geçmez; geçmi te in
sanlara on defa, bin defa saçma görünmü
dü üncelerin, tuhaf hatta irkiltici bir takım ta anların
gerçekle ti ini çok iyi bilirler. Yine bilirler ki, uyanık
kafalann çarpı masından gerçek ortaya çıkar ve umul
madık eyler üzerinde birli e vanlır. Ara tırma
dünyasında herkese tanınan özgürlük, istemiye istemi-
ye ya da yanm a ızlı verilmi bir özgürlük de il, oyu
nun kuralı, ba annın ko uludur. Onun için, bilim
tartı malannda, gerçe e ula ma sabırsızlı ının,
yanılma korkusunun, her bilginin kendi Ön yargısının,
hatta kuruntulannın do urabilece i bazı titizlikler ne
olursa olsun, dü üncenin salt ba ımsızlı ı üzerinde en
küçük bir üpheye yer yoktur: Bu ba ımsızlık,
ara tırmanın yalnız yasası de il, ruhudur da.
Ama, diyorlar bize, gerçek bir defa meydan çıktı mı,
önünde herkesin e ilmesi gerekir; özgürlük, açılan
tartı mayı canlandırır, ama tartı ma bitinci ondan da
eser kalmaz.

- 76 -
leri sürülen bu kar ı dü ünce zorlu gibi görünüyor
ilk bakı ta. Ama de il. Bilimin bir ba ka özelli i de,
onun için tartı manın bitmesi diye bir ey olma
masıdır. "Mutlakçı" dinler ve felsefeler, her eyden
önce, dü üncenin kesin olarak varaca ı de i mez bir
takım durumların pe indedirler. Oysa, bilim yeni yeni
atılı lar için durmadan dayanak noktalan arar kendi
ne. Belli bir zamanda bilimin elde etti i bilgilere düzen
veren varsayımlar görelilik ve geçicilik damgasını
ta ır. Pozitivizmin ilk günlerinde, Descarte'çı felsefeyle
Newton yasasının getirdi i kavramları fizikin hiç bir
zaman çürütümeyece i sanılmı tı. Gerçekten de o
zaman, dü üncenin bu kavramlarla ba lı oldu u kanısı
vardı. Ama yakın geçmi in ve günümüzün en büyük
ba ınsı, özgürlü ün, bu büyük yenilikleri kar ısında
bile kendi haklarını elden bırakmadı ını göstermek
olmu tur. Descartes istedi i kadar "do ru görü ler"
yani kendi dü ünceleri her çe it üpheyi silip
süpürecek,"çünkü do ru görü ler üstündeki açık ve
seçik bilgi bütün üphe ve tartı mayı ortadan kaldırır"
diye dursun, özgürlük durmadan ilerliyor. ki nokdana
ancak bir do ru geçebilece i, bir noktadan belli bir
do ruya ancak bir paralel çizilebilece i herkesçe
"do ru" biliniyordu. Lobatchevski ortaya çıktı, bir nok-- ^
tadan belli bir do ruya bir çok paralel çizilebilece ini (
isgatladı. Sonra, Reinmann çıktı, iki noktadan bir tek
do ru geçebilece i kabul edilmez oldu artık. Yeni bir
geometri çıktı ortaya, Euklides geometrisi kadar
sa lam, onun kadar akla yakın bir geometri: Özgürlük
üstün geldi.

- 77 -
Bu ba arı elde edildikten hemen sonra, klasik
görü lere kar ı yeni bir sava açılıyor. XX. yüzyıl
ba lannda, bir salt uzay, salt zaman kavramı insan
kafasına iyiden iyiye giriyor. Onun için Einstein zaman
ve uzayın ancak görece bir de eri oldu unu, ba lı bu
lundu umuz "reference" 1ar sistemiyle ilintili oldu unu
söyler söylemez, a kına dönenler, urada burada ses
lerini yükseltiyorlar. Bergson, klasiszm adına, "yeni
fizi in parçalanmı ve geni lemi zamanlan" ile alay
ediyor* Ama hiç kimse, her eye ra men, insan
kafasının en devrimci, hatta görünü te, en çılgınca ye
nilikler yaratma hakkına dil uzatmayı bir an olsun
dü ünmüyor. Özgürlük, tartı manın yasası olarak
kalıyor. Güven altına alman bu özgürlük, Mikrofizik'in
a ırtıcı ba anlanna yol açıyor: Quantum'lar, nicelikle-
me (quantification) ile mümkün devinimler arasına
girip mekanik'de yer alıyor; madde de, dalga mekani i
ile maddelikten çıkıyor. Akıl, olgularla ili ki kurmak
için de i mek zorundadır. nsanlık tarihinin gördü ü
en yaman devrim özgürlük içinde ve özgürlükle
olu uyor.
Bir hak olarak istenen ve kabul edilen bu
özgürlü ün sonucunu biliyoruz: Dogma'lar zorma güce
dayanırken; mutlakçılı m hüküm sürdü ü yerde ister
istemez zorbalık hüküm sürerken, bilim tertemiz kalır,
ellerini kana bulamaz. Bu, bize o kadar ola an
görünüyor ki, dikkat bile etmiyoruz. Ama, insan
a ırtıcı bir ey kar ısında a masını bilmeli. nsanlar
arasında birlik yaratmak için gösterilen bunca çaba,
bir çok sorunlar üstünde dü ünceleri uzla tırmı , hiç
birinin ba ımsızlı ına dokunmamı tır. Görelilik ve Qu-
antum'lar ö retisi, Reform'dan bamba ka bir biçimde

- 78 -
a ırtıcı bir yenili i temsil ediyordu: Bununla beraber,
insanların burnunu bile kanatmı de ildirler. Niçin?
Çünkü, özgür ara tırma, özgür tartı ma pozitif
ara tırmanın ruhudur. Böyle bir konuda, zorba gücü ya
da. devlet gücünü araya sokmak gülünç olur. Ne yazık
ki, u ya da bu dinin bilime kar ı sava mak için devlet
gücünü yardımına ça ırdı ı çok görülmü tür. Ama
Einstein'in, Joliot'nun Euklides geometrisini, görelili i
ya da radyoaktivite'yi savunmak için tabur tabur aske
re ya da potilik bir ço unlu a ba vurdukları görülmü
de ildir. Zaten, böyle bir ey de dü ünülmez.
Böylece, bilim ahlâkının üçüncü ilkesi, bizleri
dü ünce özgürlü ünü sevmeye, onu hem kendimiz,
hem de ba kaları için sevmeye ça ırıyor.
Bu ilkeye uymanın, ahlâk, ve politika alanlarında
ne büyük yenilikler yarataca ını söylemeye lüzum yok.
Bu günedek, özgürlük bir çoklarınca, daha iyisi
olmadı ı için kabul edilen bir çe it çıkar yoldu: Daha
büyük kötülükleri önlemek için özgürlü ü kabul ede
lim, çünkü ba ka türlü yapamayız, deniyordu. Bilim
ahlâkıysa, tam tersine, bize öyle diyor: Özgürlü ü
kabul edelim, çünkü iyi bir eydir, verimlidir, ilerleme
nin ba ko uludur. IjHosgörüü, dü ünce saygısının
henüz sessiz ve yetersiz bir formülüdür ancak.’*
Ba kalarının bizimkilere benzemiyen dü üncelerine
katlanmak iyi bir eydir. Ama, bu yetmez. Buna en az
kötülük diye katlanmamalı, bir iyilik diye sevinmeli:
Çünkü, dü üncelerin özgürce dile getirilmesi, bir takım
a ırılıklara kaçılsa bile, yine de ba ıntılı gerçe in orta
ya çıkmasına yardım eder..

- 79 -
I

Daha ileriye gidelim: Bilim ahlâkı, yalnız


ba kalarının özgürce dü ünmesini, dü üncelerini
özgürce dile getirmesini de il, her anlayı çabasında
yer alan o pe in ilgiyle ve saygıyla dinlenmesini de
ister. Bir bilgin gözlemlerine uymaz görünen b i r ,
ö retiyi çürütmek istedi mi, onu elinden geldi ince de
rinlemesine incelemeye ba lar; onda do ru olanı bul
maya çalı ır; onu a arken, saygılı davranır; en yanlı
saydı ı bir tezin kayna ındaki haklı kaygıyı
ara tırmaya koyulur; bugünün yanılgısında yarının
do rusunu selamlar. Bu, sadece bir dü ünce inceli i
de il, nerede olursa olsun, do runun bir parçacı ını
bile hor görmeme kaygısıdır aynı zamanda.
Bu babacan anlayı çabası durmadan aratabilse,
insan topluluklarının ya ayı ında ne büyük
de i iklikler olmaz ki! Bu çabanın bir alanda, uzun
zaman öfkeli tartı maların a ır bastı ı bir alandaken-
dini duyurmaya ba ladı ını söyleyebiliriz hiç de ilse.
Daha dün, Kilisenin özgürlü e olan saldırılarına
kar ılık verirken, bir çok akılcıların tutumu, genel ola
rak, dinlere, özellikle Hristiyanlı a kar ı, bilginlere
pek yara mayan sava çı bir tutumdu. XVIII. yüzyılın
büyük polemistleri Hristiyanlık tarihini sanıldı ından
çok daha iyi biliyorlardı üphesiz; ne var ki, saldırıya
u rayınca, onlar da kar ı saldırıya geçiyorlardı. Ço u,
dinde, insan aldanırlı ının sistemli olarak
sömürülmesinden ba ka bir ey görmek istemiyordu.
Bu tutumu de i tiren bilimsel dü üncenin ve din sosy
olojisinin geli mesi oldu. Bir bilgin olarak dinler
üzerine e ilen kimse, bugün artık onlarda büyük top
lumsal eserler görmekte; bu dinlerin tabiat üstü
ö elerini, ispatlanmamı do malarım kabul etmedi i

- 80 -
zaman bile, bunlan kollektif bir görü ün anlatım yolu
olarak sessiz sessiz incelemektedir. Kabul edemeyece i
ve ortadan kalkmasını diledi i bir inanç ya da davranı
kar ısında, her eyden önce, bunların bir zamanlar top
lumsal bir takım olaylar oldu unu, bir takım nedenleri
bulundu unu dü ünüp, bu olayları anlamaya, nedenle
rini incelemeye çalı maktadır. Bugün kendisine kötü
görünen bir düzen
'ihtiyaçları kar ıladı ını imdiyse MnfP nprk-nlodp
surüp^ ıtti ini kendi kendine sormaktadır. Kısacası,
her eyden önce, bütün kaygısı anlamak oldu u için,
yargısını arartacak her türlü öfkeden kaçınmakta;
anlayı a engel oldu u için de kini ya da nefreti kendin
den uzak tutmaktadır.
Bilim ahlâkı, politik alanda özgürlük kelimesinin
yarattı ı anla mazlı ı ortadan kaldırmaya yardımeder.
Bizim Batı toplumlanmız, bilindi i gibi, aklı paranın
buyru una verme yolunda bu kelimeden yarar
lanmı tır. Herkesin istedi ini yapabilmesi için özgür
olması gerekti i bahanesi ile insan teklerine, Ulus
hayatının ba lı oldu u üretim araçlarıyla, dü ünce
alı veri inin ba lı oldu u üretim araçlarıyla, dü ünce
alı veri inin ba lı oldu u yayın araçlarını ellerinde
tutma özgürlü ü tanındı. Bugünün toplumlannda,
dü ünceleri yayınlama i inde en büyük bir araç olan
gazeteleri bir tröstün satın aldı ı, bazen de bir para
babasının kendi ba ına gazete çıkardı ı görülmü tür.
Bir adamlar arasında akademi üyelerinin de bulun
du u bütün bir yazı kadrosunu adeta yan atlan
alırcasma satın almak için de il yalnız, herhangi ba ka
teknik üstünlükler sa lamak için de ellerindeki kay
naklardan faydalanmı lardır. Bir çok sayfalı günlük ve

- 81
-
haftalık gazeteler, lüks dergiler, ba ımsız kalmaya
çalı an gazeteleri ezmi lerdir. Dahası var: Para baba
ları, bu gazetelerin içine kurnazca sızarak, onları pa
rayla satın almaya, ahlâklarım bozmaya da
çalı mı lardır.
Dü üncenin bu yoldan buyruk altına alınması Fran
sa'nın ba ına neler getirmi tir, biliriz hepimiz. Para,
vatanı olmadı ı için, topraklarımızın dü man eline
geçmesini hazırlamı , vatan hayinlerini beslemi ve
yurdumuzu sava a sürüklemi tir. Paris'te ve illerde,
öteden beri Fransız dü üncesini temsil etmi olan
adlann dü mana nasıl yardakçılık etti ini, yurtseverle
rinse, kendilerini savunmak için nasıl gizli bir basın
kurmak zorunda kaldıklarını gördük.
Sava boyunca, "yeraltı güçleri", aklı paranın kölesi
yapabilen bu sözde özgürlü ün ne menem ey
oldu unu anladılar ve kurtulu günü, sahte
özgürcülü ü ba larından atmaya and içtiler. Gerçekten
özgür, yani devlet gücünün de para gücünün de
buyru unda olmayan gazeteler çıkarmaya karar verdi
ler. Söz arasında, izin verirseniz söyleyeyim ki bu
büyük i e karı mı olmanın erefini payla anlardan
biri de benim. Tabii, gazeteledimiz tutunmaya ba lar
ba lamaz, bu adamlar onlara kar ı yine "özgürlü ü"
öne sürdüler. Herhangi bir kimsenin, herhangi
ko ullar altında bir yapraklık bir gazete ya da dergi
yayınlayabilece ini, bu haktan, ayrıcalıklarını koruma
kaygısında olan bir i adamı kadar, ülküsünü savun
maya çalı an bir kimsenin de faydalanabilece ini, e er
birincisi milyonlarıyla kincisini ezerse, bunun da
"özgürlük yasası" gere i olaca ını ileri sürdüler. Bilim
ahlâkı buna kar ılık olarak diyor k i: Bu, bir orman yasasıdır,
özgürlü ü hiçe saymaktır. Özgürlük, dü üncenin her
çe it baskıya kar ı korundu u yerde vardır ancak.
- 82 -
Pek de o kadar uzak sayılmayan bir geçmi te, bir
takım insanlara "özgür" denirdir. Çünkü köle edinmek
te özgürdü bu insanlar. Bu özgürlü ün ortadan kalk
ması özgürlü ün bir zaferi olmu tur; pek az insan
bunun tersini söylemeyi göze alabilir. Bir dü ünceye
çıkarsızca ba lı olanların bu dü ünceyi yaymak ve sa
vunmak için para gücüne ba vurmayacakları gün,
buna benzer bir zafer daha elde edilmi olacaktır. Biz
den sonra gelenler, böyle bir eye nasıl
ba vurdu umuza a acaklardır üphesiz, çünkü,
dü ünceleri ula tırma araçları aklın buyru unda de il
de, paranın buyru unda kaldıkça, özgür dü ünce
alı veri i bir aldatmacadan öteye geçemez.
nsanların bu dü ünce özgürlü ünü, bilimin i ledi i
ve korudu u özgürlü ü, bütün alanlarda tanıyıp koruy
acakları bir gün gelecek mi acaba? Bu konuda önceden
kesin bir ey söylenemez pek. Bununla beraber, bir
olay böyle bir umut beslemek hakkını veriyor bize:
Fa izmin çökmesi olayı.
Almanya'da, talya'da, spanya'da totaliter dedikleri
düzeni üstün çıkarmaya kalkı anların en son istekleri
neydi? Kendileri söylediler ne oldu unu, hem de hoy
ratça söylediler: Özgür ele tiriyi, özgür ara tırmayı,
dü üncenin özgürce atılı ını, bir daha dirilmemecesine
ortadan kaldırmak. Amaçlarına varabilmek için
fa istlerin ba vurdu u yollara bakacak olursak, bun
ları Hristiyanlık dünyasından ve Ortaça dan
aldıklarını görürüz. Bu adamlar, Thedosianus Yasa
larından esinlenerek Yahu dilere kar ı yasalar
- 83 -
çıkardılar, Enkizisyonlardan esinlenerek "sapkın" ki
tapları yaktılar, kendi inançlarını benimsemeye
yana mayanları kovalayıp i kencelere u rattılar, asıp
kestiler. Eski ho görüsüzlü ün bu hortlayı ı kar ısında
uygar dünya ayaklandı, canını di ine takıp, bu gerilik
çabasını yok etti.
Yepyeni bir olay: Bu sava ta, bir takım Hristiyanlar
da yer aldı. üphesiz, bizim memleketimizde, yüksek
papaz sınıfının büyük bir bölü ü güçlülerden yana
olmu tu. Ama Katolikler, Anglo-Sakson dünyasının
Protestanları ve Fransa'nın akıncıları yanında yer ala
rak, yann tarihin özgürlük sava ı diye adlandıraca ı
bir sava a katıldılar. Sava ın bitiminde ve sava ın son
veren zaferin ertesinde, bu katoliklerin, kilisenin eski
ho görüsüzlü ünü ve Papalı ın nsan Haklarına giy
dirdi i hükmü bir yana atıp bizlere katılmalarını
ummak belki de a ırı olmaz.
Ne yazık ki, yeni bir kar ı dü ünce kalıyor: Atom
bombasının özgürlü ün kar ısına koydu u dü ünce.
Bu kar ı dü ünce, kaderin cilvesine bakın, bize
insan haklan Fransa'sıyla, dü ünce özgürlü ünün
büyük savunucusu Anglo-Sakson dünyasından geliyor.
Elveri li ko ullar Amerikalılarla ngilizlere, atomun
parçalanması üzerinde önceden Fransa'da, sonra da
bütün dünyada giri ilen ara tırmalardan yararlanma
olana ı verdi. Öyle ki, ben bu satırları yazdı ı anda, bu
iki ulus bugün uygarlı ı, yann da bütün dünyayı yok
edebilecek olan aracı tek ba lanna ellerinde tutmak
tadırlar. Kendi bulu lannın yaratabilece i sonuçlar
kar ısında ba lan döndü ü için olacak, bilimsel
ara tırma özgürlü ünü ortadan kaldırmaya isteyecek
- 84 -
kadar i i ileriye vardırıyorlar. Bunların içinde bir
takım yurt sevenler atom bombasıyla ilgili sırrın yalnız
kendilerinde kalmasını istiyor; ba kaları da, daha
cömert davranıp, bu sırnn uluslararası bir kuruma ve
rilmesine razı oluyorlar; ama atom enerjisi üzerindeki
ara tırmaların ba ı bo bırakılmaması, insanların
büyük ço unlu una bu ara tırmayı yasak etmek gerek
ti i dü üncesinde birle iyorlar. Günün birinde, delinin
biri dünyayı havaya uçuracak bir araç bulur ve
bulu unu uygulayabilir. Böyle bir belayı önlemek için
özgürlükten vazgeçelim, önceden izin almadan kimseye
ara tırma hakkı tanımıyalım, diyorlar.
Böyle bir dü ünü üstün çıkacaksa e er, bugünedek
bilime yol gösteren ülkü ortadan kalkmı olacak ve
bizim, ilk bilimsel gerçeklerin papaz okullarında ya da
Fisagorculann hücrelerinde kıskançça saklanıp profa-
num vulgus (yola gelmez sürü) dan gizli tutuldu u
ça lara dönmemiz gerekecek. Yeni bulu lara susamı
bir sürü insana, belli bir sınıf öyle kar ılı veriyor:
"Özgürlük do ru yoldan saptı, insanın bulması yasak
artık, araması yasak."
Bu gerelik çabası, bana kalırsa, ba langıçtaki ilk
a kınlıktan geliyor.
Bugün atomun parçalanması ila ilgili bütün
ara tırmalardan fa itleri ve nazileri uzak tutmak için
grekli tedbirler alınsın. Bu konuda ne yapılsa azdır
bence. Fa izm azgın bir delilik nöbetiydi. Delilerinse
ate le oynamasına göz yumulamaz. Sava ı kazan
mamız ve dü man topraklarına girmemiz, bize nazileri
göz hapsinde tutma olana ını vermi tir. Onlan böyle
bir hapiste tutmak, haktan daha ileri bir ey, bir
ödevdir.
- 85
-
Ama bunun dı ında, özgürlü e el atma gibi korkunç
bir gerili i fizik alanında gerçekten dü ünebilir miyiz?
Bize "Tek yasak alan, atom enerjisinin kullanıldı ı
alan olacak" diyorlar. Ne var ki, bu enerjinin kul
lanılması mikrofizi in geli mesiyle olmu tur. E, peki?
Mikrofizi i mi yasak edece iz? Yirmi be yılı a kın bir
zamandan beri bulu tan bulu a atılan, ara tırıcıların
içine ate dü üren, insan dü üncesinin gücünü kimse
nin dü ünemeyece i ölçüde co turan bu güzelim
çalı ma, yüksekten gelen bir buyrukla birden duruve-
recek ya da ürünleri ayrıcalıklı küçük bir sınıfın eleni
bırakılacak, öyle mi? nsanın üstünlü ünü yapan
eyden böylesine vazgeçmeyi, insanların büyük
ço unlu una nasıl haklı gösterebiliriz? Primum vivere
(önce ya amak) diyen atasözünü bo yere dillerine
dolamı lar. Buna kar ılık biz de ünlü ozanın a zından
unu söyleyebiliriz: Et propter vitam vivendi perdere
causas (Anlamım vit.irmpk var bayatın, yasayayım der-
ken).
Özgür bilim ara tırmasını ortadan kaldırmak için
gereken tedbirlerin a ırı ölçüde büyüklü ü, böyle bir
i in gerçekle mesine engeldir bereket. Mikrofizikle ilgi
li bütün eserleri ya da yazılan kilit altına koyabilecek
ulasal ya da uluslararası bir kurum dü ünülemez.
Ö rencilerine: "Benim ö retme hakkım, sizin de
ara tırma hakkınız burada bitiyor" diyebilecek bir
ö retmen dü ünebilir misiniz? zin almadan, yasalara
aykırı bir bulu yapan gözüpek bir kimseyi hapse ata
cak bir toplum dü ünülebilir mi? Yukanda da
dedi imiz gibi, kimse durduranaz bilimi. Bütün özgür
uluslar, çok geçmeden o ünlü atom sırnm
ö reneceklerdir ve bu sır da günün birinde a ılacaktır.
- 86 -
bu ilerlemeler korkacak yerde, sevinmek gerek. Tehli
kesi yok de il bunun, var tabii. Ama insanların elde et
tikleri ba arıların ço unda hep böyle olmu tur.
nsanlar da bu yüzden yok olup gitmi de iller. Ate ,
bir iyilik oldu u kadar, bir tehlikeydi de. Ortalı a
saldı ı korkuların izleri bizlere kadar gelmi tir: Nica
peygamber, büyük bir yangınla dünyanın sona
erece ini haber vermi tir. Bu korkular ne denli
anla ılır görünürse görünsün, dünyanın sonu gelmi
de ildir henüz; bu kadar korkulan ate de hayatı
tatlıla tırmı , bir soyluluk vermi tir ona. Atom bom
basının o büyük, o su götürmez tehlikesini ortadan
kaldırabilecek miyiz? Bir tek yolu, bence bir tek yolu
var bunun: O da, bütün uluslarda, birlik, uzla ma ve
karde lik ahlâkını geli tirmektir. Yukarıda gördük, bu
ahlâk, en sa lam dayana ını pozitif bilim
ara tırmalarında, ondaki insanca ülküde bulmaktadır
ancak. Özgürlü ü elden bırakmak gibi onarılmaz bir
çökü ü ya da insanların büyük bir bölü ünü
özgürlükten • yoksun bırakmayı so ukkanlılıkla
dü ünecek yerde, bilimin getirdi i bulu ları kötü i lere
uygulatmamak için, bilim dü üncesinin kendisine
ba vuralım, ya amak için de, hayatın serüvenci
büyüklü ünü yapan eyden vazgeçmeyelim.

- 87 -
GEREK RC L K VE HO GÖRÜ

Buraya kadar, sadece ergin bilimlerin, yani fizik ve


biyoloji bilimlerinin geli mesinde yer olan ilkelerden
söz ettim. Bu bilimlerin yanına toplum bilimi de koya
cak olursak, bir dördüncü ilke çıkar ortaya: Ho görü.
Gerçekte, toplum bilim alanındaki her ara tırma, el
bette gerekirci bir görü ten çıkar yola: Buna göre, top
lumsal olaylar, tıpkı öbür olaylar gibi, bir takım yasala
ra ba lıdır. "Cizi irade”yi savunan filozof, her insan
tekinde ba ımsız bir idarenin varlı ını kabul edebilir.
Nitekim, eskiden astrolog her gezegen, ya da yıldızda
Tanrının yüksek iradesini görmekteydi. Ama, bugünün
astronomi bilimi nasıl Ay'ın hareketlerini Artemis’in
özgürlü ü ile de il, nesneler arasındaki ili kilerle
açıklıyorsa toplum bilim de insanların davranı larını,
insan teklerinin özgür seçmeleriyle de il, e yanın tabi
atından do an yasalarla açıklıyor.

- 88 -
Burada, metafizik özgürlük kavramı üzerine
tartı ma açmak niyetinde de ilim. Çünkü, böyle bir
tartı ma nasıl olsa bo unadır. "Özgür elektron" dan söz
ederek, belirimsizlik ilkesine ba vurarak tartı mayı ta
zelemek isteyenler oldu. Böylesine bir çabayı pek ciddi
bulmadı ımı daha önce söylemi tim. Dediklerime
dönmeyece im. Aynca, "tizi irade”yi savunanlara veri
lecek tek kar ılık, iyice kurulmu , yerle mi bir takım
toplumsal yasaların ço almasıdır bence. Aslını arar
sanız, insan konusunda, ard arda de i mez sıralanı lar
ile, aynı zamanda olan de i meler arasında ba ıntılar
kurmadaki bilgisizli imize özgürlük adını veriyoruz.
Toplum bilim daha yeni do an bir bilim oldu u ve
ancak pek az sayıda nedensel ili kileri ortaya koydu u
için tedbirli ve üpheci bir takım insanların madde bi
limlerine gösterdikleri güveni ondan esirgemeleri pek
tabiidir. Bu ön yargılan bir takım ara tırmalar ve
olumlu sonuçlarla önlemek bize dü üyor.
Ama, benim burada göstermek istedi im uydu: Her
toplumsal gerekircilik, ister istemez, bütün insanlara
kar ı anlayı lı bir ho görü getirir.
Bizden öncekiler ve ça da lanmızın bazılan için,
kötülük yapan insan, onu yapmakta özgürdür. Onu
uyardı ımız, e itip do ru yola soktu umuz zaman,
üstümüze dü eni yapmı sayılınz. Buna ra men yine
kötülük yaparsa, isteyerek yaptı demektir. Kabahat
kendinindir. Öyleyse, suçluya yapılanı yapabiliriz ona;
adalet hor görülmesini, hüküm giymesini, ceza
çekmesini ister onun.

- 89 -
^ te, "iyiler'ı, "do rular"ı, öven, "kötüler'i yerin dibi
ne batıran sayısız ahlâklar buradan geliyor. Yanılmaz
bir yargıcın bizi yargılayaca ı kıyamet güııü, Tanrının
iyi kullan için cennet, kötü kullan için cehennem ta
sarlayan dinler burdan geliyor.

O ullannın ve karde lerinin korkunç i kenceler


çekece ini bile bile sonsuz mutlulu a erecek olan bu iyi
kullann mutlulu una imrenmeye hakkımız olup
olmadı ı su götürür bir sorundur tabii. nsanlann
ço unu sonsuz acılara salan umutsuz bir çözüm yolunu
benimsemek zorunda mıyız, de il miyiz, orası da su
götürür ayrıca.

Ama, suçlulu un gereklenmi bir olay oldu u


görü ünden yola çıkıldı mı, insan elbette ki, suçtan nef
ret edip suçludan nefret edemez olur: ledi i suçun
asıl kurbanı diye, ona acır bile.

On be ya ında bir çocuk hırsızlık etti diyelim.


Yargıç ne yapar? Çocu u bir güzel azarladıktan sonra
ıslahevine yollar. Kar ısındaki özgür bir insan olsa,
yargıcın bu davranı ından daha akıllıcası
dü ünülemez. Bu çocuk bir yıl sonra yine çalarsa,
yargıcın onu azarlayıp daha da a ır bir cezaya
çarptırması da akıllıca bir davranı olur.

Ama, gerekirciye gelince, o, bu "suçlu" çocu un


hırsız bir ana, babanın çocu u oldu unu, henüz iyiyle

- 90 -
kötüyü ayırdetmeye kalmadan kötülü e itildi ini,
törelerin sakatlı ı yüzünden yasalara ra men, okula
gönderilmedi ini; • açıkgözlülü ün alkı landı ı,
dürüstlü ün enayilik sayıldı ı bir çevrede büyüdü ünü
görüp not eder. Aynca, ıslahevleri denilen kurumlann
iyi tasarlanıp iyi kurulmadı ını, düzeltme e
kalktıkları çocuklan büsbütün bozduklannı da görüp
not eder. Statistiklere bakınca, bizim ceza sistemimizin
durmadan "sabıkalılar" yarattı ını görür. Bunlar
kar ısında ne yapar? Kötü davranan çocu u hor
görecek, ondan nefret edecek, ona ceza çektirecek yerde
toplumun suçlu çocuklar üzerine daha bir dikkatle
e ilmesini ister. Islahevlerinin ıslah edilmesini,
suçluya kar ı alınan tedbirlerin önlenmesini ister.
Kısaca, çocu un horlanması ve nefret edilmesi gereker
bir "suçlu" de il, acınması, bakılması gereken bir
"hasta" olarak ele alınmasını ister. Bu etkin anlayı ı
erginlere de gösterir.

Ço u zaman, buna kar ı öyle deniyor: Bu ho görü,


cinayetin uyandırdı ı irkintiyi azaltabilir ve kötüleri
yüreklendirebilir. leri sürülen bu kar ı dü ünce hiç de
güçlü de il. Önce, bugünkü ceza sisteminin suçtan pek
yıldırdı ı yok. Çünkü, bu sistem içinde suçluluk hiç de
azalmıyor. Hem sonra, suç i lemeyi normaldı ı bir i
saymak, suça kar ı duyulan nefreti neden hafifletsin?

- 91 -
Vebalıya artık tanrıların cezalandırdı ı bir kötü ki i
gözüyle bakmıyoruz diye, vebadan daha az mı korkar
olduk? Artık Apollon'a ya da Eskülap'a yalvamakla
de il de hastahaneler ve sa lık tedbirleri ile sava alı
beri, bu hastalıkları önlemede daha gev ek ya da daha
ba arısız mı kalıyoruz?
Toplumsal gerekircilik üstün gelirse- ki gelece e
benziyor, Toplumlanmız adam öldürme, hırsızlık,
çamur atma olaylarından yine nefret edecek; bu belala
ra kar ı yine sava acak; ama suçluları "ceza
landıracak" yerde, onlan zararsız hale sokacak bir
hasta gibi bakacaklardır onlara. Kötülere kar ı nutuk
lar çekecek yerde, kötülüklerin nedenlerini bulmaya ve
onlan önlemeye çalı acaklardır. En etkili yol hangisi
dir: çkiyi kötülemek mi, alkolizmi ortadan kaldırmak
mı? Çıkarcılan kötülemek mi, çıkarcılı ı yok etmek
mi? Oruspulu u kötülemek mi, onu besleyen yoksul
lu u, sürdürüp geli tiren o yüzkarası kadın ticaretini
ortadan kaldırmak mi?
Biz Fransa'da hâlâ eski ceza sistemini sürdüre
duralım, ba ka memleketler, daha atak, daha ileri
adımlar atıyor. Sovyetler Birli i suça kar ı yeni yollar
dan sava açmı bulunuyor. Elde etti i ilk sonuçlar onu
hiç de umutsuzlu a dü ürmü e benzemiyor. Aynı
yönde ilginç bir adım atmı olan Belçika'nın ardından
Çin Cumhuriyeti de aynı yola girmi bulunuyor. Bu
örneklerin benimsenmesini görenekler dı ında engelle
yen hiçbir ey yoktur.
Bir ba ka kar ı dü ünce de u: Diyorlar ki, gerekirci
görü ü kabul etmek demek, ahlâkı sıfıra indirmek, in
sanlık onurunu çi nemektir. Peki ama, soranm size,
insanlann ayya , hırsız, oruspu olabilece ini kabul
- 92 -
etmek insanlık kar ısında "bu ahlâksızlıktır" diye
ba ırmak her zamaiı kolaydır. Asıl güçlük, bizi de il,
gerekircili e dayanan ho görü ahlâkının ünlü
öncülerini alt etmekte. Eflatun, bu noktada, kendi
ö retisinin ruhuna uyarak "Hiç kimse bile bile kötü
olmaz" derken, ahlâkı yıkıyor muydu? Seneca,
"kötüden nefret etmekde il, ona acımak gerek" dedi i
zaman, ahlâkı sıfıra mı indiriyordu? ncil sa’ya
"Tannm onları ba ı la, çünkü ne yaptıklarını bilmiyor
lar!" ve daha atakça: "Yargılanmamak için
yargılamayın!" dedirtirken, ahlâkı yıkıyor muydu?
Ancak XVII. yüzyıldan beridir ki, Katolik Kilisesi,
bütünü ile, Cizvitlerin etkisi altında, "cüzi irade
ö retisini benimsemi tir. Ama, ermi Augustinus’un
çömezleri, yüzyıllar boyunca, insano lunun tanrısal
inayete, yani erdemli olma yollarına kavu up
kavu mamakta hiç de özgür olmadı ını söyleyip durdu
lar. Arnaud ile Pascal, bu ö retiyi savunurken, insan
onurunu sıfıra indirdiler ve ahlâkı saktılar mı diye
ce iz?
nsanların sonsuzcasına suç i lemekte özgür olduk
larını, iyi ile kötü arasında durmadan seçme yapmak
zorunda kalacaklarını kabul etmek, ahlâkı sınırlamak,
insanlı ımızdan bir çe it umut kesmek olur aslında.
Çünkü, bu seçme, olana ının sürüp gitmesi insanları
gerçekten iyi olmaktan alıkoyar. Ama, daha iyi
düzenlenmi toplumlarda, insano ullannın kötülük
yapmayacaklarını, hastalıklardan ve acılardan
kaçınırcasına kötülüklerden sakınacaklarını ummak
tan kim alıkoyabilir bizi? Bilim ahlâkı, bir gün bizleri
bu sonuca götürürse, o zaman gerekircili in insanlı ın
üstünlü ü i ine ne yaman bir yardımda bulundu unu
apaçık çıkmaz mı ortaya?

- 93 -
Daha ileri giderek diyebiliriz ki: Gerekirci görü ,
yalnız kötülü e kar ı duyulan gürbüz hınç ile kötülü e
yapana kar ı duyulan cömert acımayı uzla tırmaya
ça ırmıyor bizi. Bu gibi suçlular, yanında (bereket ki
bunlar devede kulak kalmaktalar), yasaların gölgesine
sı ınıp türlü ahlâksızhklık ve haksızlık yapanlar var:
Bunlar, sava çı ve sınıfçı ruhun arda kalmı temsilcile
ri, özgürlük dü manlan, dü ünce haklannı hiçe sayan
lar, haksızlık ve ayncalıklan domuzuna savunanlardır.
Bilim ahlâkı bu adamlara kar ı sava mak gerek
ti ini söylüyor ve sava maya ça ınyor bizi. Fransa'da,
bu adamların hırsızlardan, katillerden bin beter olduk
larını ö renmek hayli pahalıya mal oldu bizlere.
1940'da Ulusu iUman nazilerinin eline bırakan
alçaklar, toplulua haydutlann, katillerin yapamaya
cakları kadar büyük kötülükler yaptılar. Haydutlardan
çok daha i renç kimselerdi bunlar. Kendi yurtlarına
kar ı sava a giri tikleri anda, hepsini kıyasıya yoket-
mek, bu memlekete yapılacak en büyük iyilikti. Bu
adamları zararsız hale getirmenin ba ka yolu yoktu
çünkü. Milyonlar ve milyonlarca günahsız ölümlere
sürüklenirken, bir kaç vatan hainine acımak katillerle
suç ortaklı ı demektir düpedüz.
Ama, toplumsal ban günlerinde, asıl sorun artık
haksızlı ı sürdürenlerle sava mak ve onları yoketmek
de il, e itmektir. E itimse nefreti, kini kendinden
uzak tutar; anlayı göstermemizi ister bizden. Bugün
hâlâ sava ın, ya da ayncalı ın kutsallı ına inananlar
varsa e er, toplum bilim anlayı ının yapaca ı ey bize
unu anlatmak olmalıdır, olacaktır da: Bu inançlar,
toplumsal bir olaydır, bunlann bir takım nedenleri
vardır; e er bu nedenlerin ortadan kaldmlması isteniy
orsa, bunlar üzerinde etki yapmak gerekir.

- 94 -
Hem, bir burjuva ortamında, burjuva ahlâkı ilkeleri
ne göre yeti mi bir genç burjuvanın, burjuva
dü ünmesi ola andır. Onu olaya almak, hor görmek,
hatta ondan nefret etmek kolaydır. Oysa, onu uyar
mak, dü ünce ve yargılarında haksız olanı anlatmak,
böylece onu bir ba ka ülküye ba layabilmek daha
ilginçtir.
Burada da, Sovyetler Birli inin verdi i örnek
üzerinde dü ünmek gerekiyor. Kendini yıkmak isteyen
lere kar ı çok sert davrandı diye yıllar yılı çatıp durdu
lar ona. Vatan hainlerinin serbestçe at oynatmalarına
göz yuman bizim gibilerin ba ına gelenlerden sonra, bu
çatmalar biraz hafifledi. Ama, toplumsal sava dönemi
sona erer ermez, Sovyetler Birli i, çarlık rejimine hiz
met etmi olanların ço una do ru dönmekten, onlara
ba ka bir yurt e itimi vermekten, onları ulusal çabaya
ortak etmekten kaçınmadı, pi man da olmadı bunu
yaptı ına.
Bilim ahlâkının yeniden e itme sorunu, özellikle
Demokrasilerin Hitler Almanya'sını yendikleri günün
ertesinde, önemle kar ımıza çıkıyor: Barbarlık ve
çılgınlık yolunda, uysallıkla ta kınlı ı a ırtıcı bir
ekilde kendinde birle tirip serüvenci bir çetenin
ardından giden ve bugün hâlâ dü tü ü yanılgıdan çok,
ba ına gelenlerden a kına dönmü görünen bir ulusu
ne yapmalıyız?
Bu sorun kar ısında, eski ahlâklar a kın ve ka
rarsız kalmaktadır. Bilim ahlâkı ise, basit ve açık bir
kar ılık sunuyor. Önce, nazilikten arta kalan her eyi,
aman vermeden zararsız hale sormak; zor kullanıp ye
niden dirilmesini önlemek; ona en ufak bir fırsat

- 95 -
sa layabilecek her eyden suç orta ı olmaktan
kaçınırcasına kaçınmaz; bunu yaptıktan sonra -Alman
ulusunu yoketmek diye bir sorun olmadı ına göre, biı
ulusun yeni ba tan e itmeye koyulmak. Aynca, bunun
güç bir i oldu unu kendi kendine söylemekten de
yılmamak.
Gerçekte, nazilikte yo rulmu Almanya’ya, insan
haklarını ve demokratik özgürlükleri güven altına alan
bir Anayasa vermek ve bu Anayasayı ya atır diye ona
safça güvenmek bo una olur. Tarihte de görüyoruz
bunu. Özgürlük, istedi i kadar yasalarda yazılı olsun,
törelere ve ruhlara i lemedikten sonra sözde kalır.
urası bir gerçektir ki, Almanlar Cumhuriyet rejimin-
deyken de Cumhuriyet ülküsünü içten benimsemi
de illerdi. u da bir gerçektir ki, demokrasi anlaya ına
hiç bir zaman varamamı lar, davranı larından felsefe
lerine kadar hep kaba güce hayranlı ı elden
bırakmamı , sürü içgüdüsüne ba lı kalmı lardır. Bu
hayranlık ve içgüdü de onlan totalitercili in hoy-
ratlıklanna salmı tır. E er dünya gerçekten onlan
yeni ba tan e itmeye kalkı mak niyetindeyse,
göstermelik bir takım çözüm yollannı bırakmalı,
ayaküstü kaleme alınan ve çarçabuk unutulan yasa-
lann ötesinde, Alman kafasını bıkmadan, yılmadan ye
nilemeye koyulmalıdır. Ö retim ve e itim ilkelerinden
ba ka, bu ulusun be enilerini, alı kanlıklannı da
de i tirmeli; içinden pazarlıklı yatkınlıklara kanma
dan, ilk ba ansızlıklardan umutsuzlu a dü meden, bu
görevi sonuna de in götürmelidir.
Bizim eski ceza sistemimiz nasıl bir takım
"sabıkalılar" yaratıyorsa, 1918 Sava ının ertesinde Al
manya’ya kar ı güdülen politika da bu ulusu yeni bir
- 96 -
cinayete daha sürükledi. Özgürlü e alı tıralım derken,
ikinci bir yıkım hazırlamakta özgür bıraktılar onu.
Fransız-Sovyetler anla ması, Reich'ı iki silah arasına
koyarak ve Almanya'da sava çılık ruhu hortlar hortla
maz ve Fransa’yla Rusya'nın bunu daha yumurtaday
ken ezeceklerini söyleyerek, sa duyuya bir dönü
örne i verdi. Böylece, bir i l k .güvenek sa landıktan
sonra, asıl i e, yani ahlâksal kalkınma i ine giri mek
kalıyor.
Bu i i iyi yürütmek istiyorsak, yine bilim ahlâkına
ba vurmamız gerek, insanlık tarihinde, fa istlik
görülmemi bir gerilemedir. Çünkü, IV. ve V.
yüzyılların barbarlı ı, bir çok bakımlardan, bu denli
sistemli ve kıyıcı de ildi. Fa istlik, ayılı zamanda, bir
hastalık, bir çe it canavarlıktır, ama, pozitif kafası
olan herkes için, bu canavarlı ın bir takım nedenleri
vardır: Bunlan meydana çıkararak ortadan kaldırmayı
umabiliriz ancak. Dü üncesi ne denli tuhaf, ne denli
korkunç olursa olsun, Avrupayı ve dünyayı yıkıma
sürüklemek, özgür insanlara i kence etmek, kadınlan
çocukları fırınlara atmakla iyi bir i yaptıklarına ina
nan naziler vardı. Bu i renç kafayı ortadan kaldırmak
için a maz bir takım yollar bulmak istiyorsak e er, bu
kafanın içine girmek, ö elerini incelemek, yakın ve
uzak nedenlerini kavramak cesaretini göstermeliyiz.
lkça söz ustasının u sözünü burada anmak yerinde
olur: "Yaraya bakmak, iyi etmek istiyorsan onu,
yaralının ba ırıp ça ırmasına kulak asmayacaksın."
Güçsüzlükten, üphecilikten, bezginlikten gelen
sahte ho görü bizi, bir kaç "ceza" ve bir kaç sudan yeni
likte yetinmeye zorlayabilir ancak: Ondan sonra,
Alman ulusunu yeni bir serüvenin ça rısına atılmada
- 97 -
özgür bırakır gideriz. Oysa, gerekirci görü ten do an
anlayı ruhu, Alman ulusunu ba ıbo bırakmamayı,
bundan böyle ne kendine nede ba kalarına kar ı kul
lanmayaca ına kesin kanıtlar sa lamadan ona
ba ımsızlık vermemeyi gerektirmektedir.
Buna kar ı öyle dendi ini duyar gibi oluyorum:
"Bir adamı iyi etmek kolay mı? Bir ulusu iyi etmek
kolay mı? Çekirdekten yeti mi bir hırsızı nasıl namus
lu bir insan yapabilirsiniz? Av pe inde ko an, sava çı
bir ulusu nasıl aklı ba ında bir ulus yaparsınız?"
Bu i kolaydır dedi im yok benim. Böyle bir ey
aklımdan geçmez. Her eye ra men, bir ulusun yola ge
tirme konusunda, atalarımızda olmayan bir takım
araçlar var elimizde bugün. Dizgi, baskı makinalanmız
var, radyolarımız, sinemalarımız var. Bu araclarıTbu-
dalalı ı yayma, yalan,ve ıFtırâlanj y a y m l a m a , a y n r a l ı k
ve zorbalı T e ıITmlerini geli tirme, baya ılıkları besle-
me” ' kinleri alevrendirme~yoTunda kullandıksa bugüne
kadar,' kâbahât kimde? Bu güçlü araçlara bunların tam
tersi bir i için ba vurabildik, vurabiliriz de. yilikten
yana co ku yaratmak isteyince, toplumbilim ve psikolo
ji alanındaki bilgilerimiz, çokluk, görgül (empirique)
yollara ba vurmak zorunda bırakıyor bizi, burası
do ru. Ama, daha iyisini mi yapmak istiyoruz?
Öyleyse, bilimsel ara tırmaları geli tirelim. O bize,
bilim ahlâkını savunma ve baskın çıkarma yollarını
sa layacaktır. Kötülü ün günahını hastaya yükleyip,
yardımına ko maktan bizi alıkoyan o tembel i i "cüzi
irade" görü ünden sıyrıldı ımız ölçüde daha da güvenle
sa layacaktır bize bu yollan.

- 98 -
Sayısız dinler ve felsefeler, herkese "Erdemli olma
ya, kendi ruhunuzu kurtarmaya bakın!" diyerek, ahlâk
sorununu basite indirmi lerdir. Dört bir yanı
kötülükler, baya ılıklarla çevrili bir insanın kendi ku
sursuzlu u ile övünebilmesi olacak ey mi? Pozitif bir
bilim olan toplum bilim bizi u gerçek üstünde
dü ünmeye ça ırıyor: Bireysel denilen ahlâk toplu
lu un ahlâkına ba lıdır, ve asıl sorun da, bir insan top
lulu unun u ya da bu üyesini yükseltmek de il, toplu
lu un kendisini yükseltmektir. Bu görü ü
benimsersek, kendi ki isel üstünlü ümüzü
sa lamaktan çok, herkesin yükselmesine karınca kade
rince çalı ırız; kötülü ü kötülükle, nefreti nefretle orta
dan kaldırmaya yana mayız. Bilim ahlâkı, toplum-
lanmızı yükseltecek güçte olan u iki büyük duyguyu,
kötülükten nefret ile insan sevgisini birbiriyle
uzla tırmamızı mümkün kılacaktır.
BA ARI KO ULU

Yeni bulu lara atılan aklın co kusu, birlik özlemi,


özgürlük tutkusu: te, bilimsel, ara tırmada yer alan
ilkeler, bu ara tırmayı yaratan, yöneten ve ya atan
ülkü. Bilimsel ara tırmadan do an bir ülkü de il, yine
söyleyelim, bu ara tırmaya yol açan bir ülküdür bu; bi
limsel ara tırmanın sundu u, yalnız gelecekteki i lere
elveri li yeni bir güç de il, daha önce ba arılmı bütün
bir büyük eserden çıkan bir güç olarak sundu u bir
ülkü; kelimelere dökülmeden önce i le dile gelmi bir
ülkü.
yi, güzel ama, diyecekler bize, bu ilkelerin bilimde
yer alması demek bilim, görevinden çıkmaksızın, bun
ları zorla benimsetebilir, ya da salık verebilir, demek
de ildir.

- 100
-
Kabul, hem de yüz defa kabul. Ba langıçta dedikle
rime dönmeden unu söyleyeyim: Bilim, kendi alan
larının hiç birinde kurala de ildir ve olamaz; kendini
do uran ilkeleri salık verirse, görevinden çıkmı olur,
burası do ru. Yalnız u var ki: Bilim kendini yayarken
kendisinden ayrılmayan bu ilkleri de yaymı olur. Bili
min her gün biraz daha yayıldı ını gördü ümüz için,
bilimden çıkan bir ahlâkın, yine bilim yoluyla olaylara
ve ruhlara i lemekte oldu un söyleyebiliriz. Benim
göstermek istedi im de bundan ba ka bir ey de il.
üphesiz, bu bilim ahlâkı henüzdaha ba langıçta
sayılır. u anlamda ki, günlük çabalarının bir
parçasında bu ahlâka uyanlar, bütün hayatlarına uy
gulamıyorlar onu. Öbür yandan, büyük ço unluk böyle
bir ahlâktan habersizdir. Bilim ahlâkı, yerle mi bir
takım eski güçlerle çatı ma halindedir. Bu güçler, kimi
zaman onu yok saymakta, kimi zaman da hırpalayıp
durmaktadır. Çünkü, i in aslına bakarsanız, gençli in
e itimini bilimin dı ında do mu olan bir takım dinler
ve felsefeler yönetiyor. Kafa e itiminde büyük rol oyna
yan ilk ve yeniça edebiyatları, pozitif ara tırma ru
hundan apayn bir ruh ta ımakta ve genel olarak, pozi
tif dü üncenin özelli ini ve büyüklü ünü
küçümsemektedir.
te, nicedir büyük bir varlık olan bilimden (ba ka
ahlâklardan esinlenerek) yapılan uygulamaların hâlâ
bu kadar kararsız, bu kadar kötü ve kimi zaman da bu
kadar kana bulanmı olması bu yüzdendir.

- 101
-
Ama, bir an öyle dü ünelim ve diyelim ki, yann,
bilim kafasının geli mesi ile birlikte bu ahlâk daha
geni bir alanda a ır basmaya ba lıyor; diyelim ki,
bilim kendini yaratan kafaya uygun olarak "kul
lanılıyor": O zaman, dü ünceye borçlu oldu umuz
bulu lar artık bir takım adamların elinde birer zulüm,
yakıp yıkma aracı olmayacak, insanları maddece ve
ruhça yoksullu a götürmeyecek; yukarıda saydı ımız
üç büyük ilkenin yararına i leyecektir.
Bilim ahlâkı, bulu çu dü ünce güçlerini co turan bir
ahlâk oldu u içindir ki, teknik adamları, saptanmı
olaylardan ve bilinen yasalardan sadece bu co kunun
yararına faydalanacaklardır. nsanları ekonomik
kölelikten kurtaracak, artık, bilgiyi ve bilgi yollarım
herkese maledecek bir takım teknik araçlar bulmaya,
herkesin git ve gide ve iyiden iyiye dü ünen birer
varlık olmasına çalı acaklardır. Eski ahlâkların yalnız
"seçkinler'e tanıdı ı bu dü ünce ayrıcalıklarım, bilim
ahlâkı orta malı yapacak. Böylece, bir yandan
e itsizli in en a a ılık eklini ortadan kaldırırken, bir
yandan da, insanların kafasını yenile tirici büyük
atılı lara alı tıracak. Ça ımızın garipliklerinden biri
de u büyük çeli mededir: Bir yandan, bilimler durma
dan ilerlemekte, atılı güçlerini durdurmaya çalı an
her eyi çekinmeden devirmekte, insan aklını
de i tirmekte, ama, beri yandan, politik ve toplumsal
alanda, gelenek ve görenekler oldu u gibi ya amakta
ve en su götürmezcesine haklı yenilik çabaları bir çe it
genel güvensizlikle, halk oyunun bilinmez hangi
gev ek direni iyle kar ıla maktadır. Ama bilimin
özündeki ahlâk, dü üncenin bulu çu ruhunu co turup,
bütün bu çekingenlikleri silip süpürecek ve ergeç gele
ce in kapılarını açacak ardına kadar.

- 102
-
kinci sonuç: Bilim ahlâkı dünyayı birli e götürme
kaygısı oldu u için, ondan esinlenen teknik adamları,
çıkar gözetmeyen ara tırma sonuçların kin ve ölüm
i inde kullanılmasını istemeyeceklerdir artık,
Saldırılan hazırlamaya yana mayacaklar; tam tersine,
bütün güçleriyle saldınlara kar ı öylesine çetin bir
sava açacaklar ki, artık bir daha kimse kimseye
saldıramaz olacaktır. Atom enerjisi insanlann
karde li i yolunda kullanılınca, dünya nimetleri insan
lar arasında hakça bölü ülecek ve artan alı veri ler
uluslan birbirine öylesine sıkı sıkıya ba layacak ki,
artık çatı mayı hiç dü ünmez olacaklar.
Üçüncü sonuç: Bilim ahlâkı özgürlük saygısı oldu u
için, esinlerini ondan alan teknik adamlan herhangi
bir zorba gücün buyru una girmeyeceklerdir; bu zor
balık, ister kaba güç, ister para gücü yada özgür
ele tiri ve ara tırma hakkını sınırlamak isteyen u to
taliter ö retilerin zorbalı ı olsun. Kaba gücün, hiçbir
ekilde dü ünceyi çi nememesi gerekti ini bildikleri
için de, bulu lanmn yararlı olabilece i bütün düzen
kurma çabalannda, dü ünelim diyorum: Gerçekte de,
ça ımızda ancak dü ünmekle kalmaktayız bunları. Son
sava , bizleri zorbalı a zorbalıkla kar ı koymak duru
muna dü ürdü. Zafere ra men, bilim ahlâkı dünyada
a ır basmaktan henüz çok uzak bulunmaktadır.
Sarsıntı geçiren uluslar, kendilerine bir çıkar yol ara-
maktalar hâlâ. Fa izm, o kısa ömrü boyunca, dünyayı
ahlâk yıkmtılanyla doldurdu. Bugün bile silahı elden
bırakmı de il. Dünyanın dört buca ında,
açgözlülü ün, kin ve haksızlı ın, kötüledi i bilimden
yararlandı ını ve ondan kin ve baskı araçlan istedi ini
görüyoruz her gün. Ama, gelece e yönelme her
ülkünün özüdür. Benim göstermek istedi im uydu:
Bilim ahlâkı, e er üstün gelirse, insan i lerinde yaman
bir kalkınmaya yol açacak; sonra da, bilim, alanını dur
madan geni letirse, bu ahlâk üstün gelecektir.
Bilim, alanını geni letebilecek mi? Her ne kadar son
üç yüzyılın ilerlemeleri, ondan daha çok da geçen elli
yılın görülmedik atılı ları büyük umutlar veriyorsa da,
fa izmin çökü ü insan kafasının bü ük ba arılarından
biri ise de, a kıncasına iyimser bir kehanetten
kaçınırım yine de. Tarih bize unu ö retiyor: Bilimsel
bilginin ilerlemesi, eninde sonunda önüne geçilemez
bir ey de olsa, bu ilerleme aynı ve sürekli de ildir:
Oldukça yakın bir geçmi te, a ır basan barbarlık,
farkında bile olmadan Yunan-Latin kültürünü yok
etti i zaman, bu ilerleme durmu tu. Fransada,
Sava tan hemen öne, Senatoda bilimsel ara tırmaya
ayrılan bir sadaka kadar az ödenekler için a ındır diye
seslerini yükseltenleri duydu. Bugün bile, atom bom
bası konusunda, bilime kar ı bütün bir sava
düzenleniyor. Bilimin, kendi gücüyle ister istemez en
gelleri yenece i dü üncesine pek güvenmeyelim. Bütün
insan eserleri gibi bilim de, ancak ona hizmet edecek
olanlann co kun atılı lan ve tükenmez sabırları ile du-
nabilece imiz ey u ki: Pozitif ara tırmaya dikkatini
veren insanların sayısı da, onu tutkulu bir ilgiyle izley
enlerin sayısı da durmadan artmakta. Çünkü, eskinn
"seçkinlerin'ınden daha bir bilgeli e ula mı olan halk
yı ınlan, bilime saygı ve sevgi besliyorlar. Onun için,
deneysel bilim ruhu ile birlikte, kurulu unda ve metod-
lannda yer alan ülküyü üstün kılma yolunda, insanlı ı
bir duraklamadan gerilemeden alıkoymaya çalı mak
bilginlere dü üyor.

- 104
-
Ama, burada büyük bir kar ı dü ünce çıkıyor
önümüze. Diyorlar ki, demin tanımladı ınız biçimi ile
bu ülkü, insanı kapıp kavrayacak, yüceltip co turacak,
insana kendini unutturacak, iir ihtiyaçlarını doyura
cak kadar yüce, temiz ve eksiksiz midir? Ki isel
bilinçlere güzellik duygusu, atılı gücü ve sevinç
a ılayan o derin duyguyu getirebiliyor mu?
Bir çoklan, getiremez diyorlar. Bir çoklan da, akıla
ülkünün duyusuzlu una, din mistiklerinin ahlâk
ülküsünü kar ı koyuyorlar. Tannya inanan niceleri var
kir "kafirler" i korkunç ve sonsuz i kencelerle korkutan
bir jandarma tann kavramının bayalı ı üstünde dur
maktan kaçınırlar. Öyleleri de var ki, örne in
d'Aubigne'nin iirini, cehennemliklerin çektiklerini
i kenceleri anlatan, insanın içine korkular salan u
güzelim iirini, fenalıklar geçirmeden okuyamazlar:

Ko un ate te yanmaya: Ate dondurur sizi.


Suda bo ulun: Ate olur, yakar sizi su.
Vebalar acımaz olur artık size.
Bo un kendinizi: e yaramaz büktü ünüz
ipler.
Cehennemi isteyin: Cehennemden tek çıkan
Tükenmez susuzlu udur imkânsız ölümün.
Kilisenin ö retilerine ra men bu cehennem
dü üncesini kabul etmeyenler Tannyı sevdiklerini
söylüyorlar: nançlann çekece i i kencelerden korktuk-
lan için de ilmi bu sevgileri. Seviyorlarmı Tanrıyı,
çünkü, Tann yüce do ruluk oldu u için ona kendilikle

- 105
-

4
rinden gidiyor, bu kusursuz ve sonsuz Varlık'a
bürünmede tükenmez bir sevgi ve co ku kayna ı bulu
yorlarmı . nsanın kendini bir eye vermesini haklı
gösteren, günlük hayata, yani sıkıcı ve sudan i lerle
geçen basit hayata derin bir anlam kazandıran bu
inancın verdi i güvenle bu mistikler, bilim ahlâkını sa
dece akla uygun ve kuru, akıl için hadi neyse ama,
ruhun derin hayatını besleyemeyecek kadar güçsüz bir
ahlak sayıyorlar. Dediklerinde haklı olsalarda bunlar,
ileri sürülen kar ı dü ünceye verilecek cevap buluna
mazlardı: Çünkü, bir ahlâk, aslında, insana kendini
a ma yolunda sundu u eyle bir de er ta ır. Ama, ma
temati in, bilimin kurulu u üstüne ileri sürülen eski
dü ünceler, ara tırma ruhunun ne oldu unu bilme
mekten geliyordu. Bilim, özüne varıldı mı, en e siz, en
co turucu sevinçler sunar, bizi kapıp kavrama ve
yükseltmede hiçbir görü ün veremeyece i kadar temiz
bir hayat görü ü verir.

- 106
-
B L M VE CO KU

Ötedenberi alı ılmı tır. iirin co kusuna bilimin


so uk sertli ini kar ı koyarlar. Bir yanda atılı , fante
zi, dü ; öte yanda, sayıların kuru sertli i. Ama, nedir
bu beylik lafların de eri?
Hayır, bilim ahlâkı "duygu ahlâkları" na kar ı "akıl
ahlâkları" arasına konamaz. Çünkü, bilim ahlâkı aynı
zamanda ve daha önce, duygu ahlâkıdır da. Bunun su
götürür yanı yoktur. Çünkü, birinci ilkesi ispatlanmı
gerçek a kı, yeniyi bulan dü ünce sevgisi; ikinci
ilkesiyse, karde lik duygusudur.
Bilim ahlâkının bize sundu u ülkü, bir bakıma sıkı
bir ülküdür, buna diyecek yok: Gerçek, bilgine ancak
sıkı çalı ma pahasına açar kapılarını, bilimin yabancısı
olanlara da zorlu incelemeler sonunda verir kendini.
Ama, bütün bunlara kar ılık, hangi sevinçler, bu
çabanın, bü incelemelerin bize getirdi i sevinçlerle
kıyaslanabilir.

- 107
-
Lucretius, yeni yeni eyler bulmanın co kusunu
öyle getiriyor dile:

Bir yolda gidiyordum


Musa'lar ülkesinde benden önce
Kimsenin ayak basmadı ı bir yolda
Sevinç veriyor bana
Yeni yeni kaynaklar bulmak
Onlardan içmek kana kana
Bir de ye im ye im çiçekler dermek
Bir alımlı çelenk örmek için ba ıma
Benden öncekilere Musa'ların
Dü lerinde bile görmedi i bir çelenk.

Hugo da, Mages adlı iirinde övgüler düzüyor bilim


ara tırıcılarına:

Karanlık kuyucuları, geceleri içinde arayan


lar,
Olayları, rakamları, alcebraları,
Her bilgiyi veren rakamı,
Hesaplarımızı altüst eden üpheyi,
Dü er bütün kara parkalar
Sonsuzlu un alnından*

- 108
-
Hugo, yeni gerçekler bulmanın yarattı ı güçlülük
duygusunu ve büyük bulu ların dü ünsel co kusunu
da dile getiriyor:

Yüce burgusuyla Ar imed,


A ar yine tepelerde uçurumun kuyusunu,
Tann bir gün kapasa bile;
Euklides, yasalarm bekçisi;
Copernic, dalmı seyrediyor,
Denize benzer engin göklerde,
Pruvasız teknelerin yüzdü ü girdaplarda,
Bütün o karanlık tekerleklerin dönü ünü
Güne lerin çevresinde.

Vingy, Denizdeki i e adlı iirde, bilimsel çabanın


yüce güzelli ini öyle anlatıyor:

Nedir bu iksir? Balıkçı, bilimdir.


Akılların içindeki tanrısal iksir,
Dü üncenin ve deneyin hâzinesi.
Ve ey balıkçı, a larına doldu mu bütün
a ırlı ıyla
Meksika madenlerinde kıvrım kıvrım yatıp
duran altın,
Hind'in elmasları, Afrika'nın incileri,
Daha az olur o günkü kazancın...

- 109
-
Zamanımızın bilginlerinden M. Termier,
anla ılmasalar bile, ruhları ı ık ve sevinçle dolu olan
bu ara tırıcıları öyle övüyor: "Aya ının altında yerin
hareketini duyan Galileo'nun sevinci; güzelim gecelerin
sessizli inden hani hani dönen yıldız yuvarlannın
uzak gümbürtülerine kulak veren, bunlardan kesin ya
salar çıkaran Kepler’in sevinci; dört bir yanında çekim
gücünün evrensel oldu unu ve böylece bütün astrono
minin basit bir mekanik sorunu haline geldi ini gören
Newton'un sevinci!" Newton sisteminin çoktan a ıldı ı
bir ça da, biz de unlan ekleyebiliriz M. Termier'nin
sözlerine: "Eski çerçevesini kıran aklın, a kın
dünyamıza Euklides geometrisinden ba ka geometrile
ri, radyoaktiviteyi, görelili i, Quantum'lar ö retisini,
dalga mekani i getirenlerin sevinci! Deneyler
kar ısında görülmedik yenilenmenin sevinçli
atılganlı ı içinde de i ebilece ini, kendini a abilece ini
dü üncenin kendisine ispat edenlerin sevinci!"
Nerden geliyor bu sevinç? nsanın, ispatlanmı
gerçek alanını geni leterek yapabilece i i lerin en
büyü ünü ba arabilme duygusundan. Bu da onu bütün
öbür yaratıklardan ayırmaktadır. Çünkü, öbür canlı
türlerde, varlıklar do ar, soluk alır, beslenir, ürer ve
ölürler. Ama, çıkar gözetmeden gerçe i ara tırma biz
insanlara özgü bir eydir, özelli imizi yapar bizim.
Daha dün karanlık, belirsizlik, bulanıklık olan yerde,
insan: "ı ık olsun!" dedi, ı ık oldu ve dünyaya alındı.
Nice insanı ve ulusu bunca haksızlıklara ve hoy
ratlıklara sürüklemi olan içimizdeki o yayılma, fethet
me, yaratma iste i, bilim ara tırmalannda temizlenip
yücelerek kendini doyurma yolunu bulmaktadır.
Dü ünce, akla uygun bir düzen kurunca, dünyayı avu

- 110
-
cunun içine alır, çözümlenemez sanılan o zengin, geni
ve çe itli gerçek üzerinde egemenli ini kurar, dam
gasını vurur ona; ba e en olaylar, önce çelimsiz, sonra
gittikçe güçlenen, daha geni ine, daha incesine yerini
bırakmcaya kadar Sürüp giden bir görü te bir bir yer
alırlar.
Eskiden, dü ünürlerin tanrılara yara tırdı ı
dü ünce özgürlü ü, o bilgi co kusu budur, i te.
Tannbilimcilerle filozofların kafasında Tanrısal
Varlık'ın büyüklü ü, her eyi bilmenin ve önceden bil
menin tadını tatmasmdaydı. Ama, bilim adamının se
vincini, metafizi in tanrılara yakı tırdı ı sevinçten
daha da çekici yapan ey, bilgi co kuna ara tırma
co kusunun, aklın nesneler üstündeki egemenli ine
yolda lık eden u serüven duygusunun eklenmesidir.
Bilimden söz ederken, "emekleme" kelimesini kul
landıkları oluyor. Kabul. Ama, bu emekleme, insanı
co turan bir emeklemedir. Deneye gelmeyen ya da
karma ıkla an olaylar, gizlenen ya da türlü renklere
bürünen ili kiler kar ısında, ara tırıcının kafasında
tasanlar do ar; bunlar önce kararsızdır, sonra geli ip
gerçe in üstüne atılır; bir deney do rular onu, bir
ba kası yalanlar; bir metin destekler, bir ba kası
çürütür; kimi zaman, çekici gelen bir formül, deney so
nunda yetersiz çıkar; o zaman, gerie dönmek, bir ba ka
yol tutmak gerekir; ama, kimi zaman da, dü ünce dire
tir, görünü lere meydan okur, ba ka ö eleri hesaba
katıp bir ba ka deneye giri ir: Sonra, birden
aydınlanan olaylar bir düzene giriverirler. Bilgin,
canına tak diyen kaygılar içinde bir tasanya daha-
ba vurur: bir de bakarsınız, gözlem do rulamı tır onu.
Dü üncenin evren üzerindeki bu zaferi yanında, ufak
- 111
-
ba anlann verdi i o basit gururun ne önemi olabilir?
Astronomların, hesap ve deney yoluyla sonsuz küçü ü
yenmekte olan fizikçilerin sevinci yanında bir kenti ele
geçiren saldırıcının sevinci nedir ki?
Henüz yeni olan insan bilimleri, bu alanda
çalı anlara aynı cinsten sevinçler vermektedir.
1834'de, gözleri hemen hemen görmez olan Augustin
Thierry, kitaplıktan kitaplı a ko up, bir tek cümlecik,
kimi zaman da binlerce kelime arasından birtek keli-
mecik çıkarmak için sayfalan yutarcasma okudu u o
mutlu günlerini özlemle anıyor. Kendini "ta içinden
kavrayan bir çe it co ku'dan söz ediyor. "Bir arayâ ge
tirdi i gereçler üzerinde serbestçe i leyen aklın, sonra
dan, yava yava , büyük bir çabayla yükseltece i
yapının modelini, bir solukta keyfince yaptı ı" o ilk
ara tırmalan övüyor, "insan, kendini verece i,
varlı ını adayaca ı bir konuyu" nerde bulmalı diyenler
le alay ediyor ve diyor ki: "Ciddi ve sessiz incelemeler
ne güne duruyor? nsan onun gölgesinde, kötü günleri
farkına vamadan atlatır, kaderini kendi eliyle çizer ve
günlerini soylu bir çabayla geçirir." Thierry sözlerini
öyle bitiriyor: " u kör, u umutsuz ve acılı halimle
kesin olarak söyleyebilirim ki, dünyada madde haz-
larından, hatta sa lıktan da de erli bir ey varsa, o da,
kendini bilime adamaktır."
Böylesine tanıklar varken önümüzde, o duraksama
lar içinde bocalayan ara tıncılann acınacak durumlan
kalmaz, Termier'nin dedi i gibi, aradıklannı bulmaslar
bile, "büyük sevince susamı , co kular, umutlar,
dü ler, hele çıkarsız dü ler içinde ya amı olmalan var
ya, i te o yeter onlara. Öylesine sevdalıdırlar onlar." Ne
denli zorlu olursa olsun çabalannın kar ılı ını yine
- 112
-
çabalannda bulurlar. Çünkü, hiçbir ey, gerçe e
ula ma yolundaki o ate li ara tıra kadar yüceltemez
ruhu.
Ara tırmanın verdi i bu sevinçler yalnız
ara tırıcılara vergi bir eydir, denebilir bana. Evet,
öyledir. Din adamı nasıl kutsal eylere bürünmü se, en
yüce sırlara eren myste'ler nasıl sis'e, Kübele'ye
bürünmenin katıksız hazzma varmı larsa, bilinmiyen
dünyaları bulmanın katıksız co kunlu unu da yalnız
bilgin duyabilir. En iyi co ku pajanı o seçmi tir. Çokluk
çıkar duygusunun ve bo gururun meslek seçmede a ır
bastı ı bir ça da, bunu hatırlatmak yerinde bir ey
olur belki. Ama, inceleme, gerçe e do ru bir çe it yol
alma olan inceleme herkese aynı çe itten hazlar verir.
Bir senfoniyi dinleyenin co kusu, onu yaratan
müzikçinin ço kusu de ildir, ama ona yakın bir
co kudur. Ö renmek isteyen, bilim yoluna giren her
hangi bir kimse bilginin sevinçlerini payla ır, onun gibi
anlamanın gururunu duyar, karanlıklardan yava
yava anla ılır bir dünyaya çıkmanın co kusunu tadar.
Bilim ö retiminde, yukarıda söyledi imiz yönde bir
de i iklik yapılırsa, bütün bunlar daha da gerçek olur
du. Elde edilen sonuçlan biraz kuru bir dille anlatmak;
bulu un kendisini, kaynaklannı, duraksama ve gerile
melerini, kısaca, dramatik ve sarsıcı nesi varsa hepsini
bir kalemde geçivermek bugün fazlası ile yaygın bir
alı kanlık haline gelmi tir. Büyük edebiyat
yapıtlarının do u unu üstüne verilen dersleri haklı
olarak arttınrken, denklemleri yalnız son biçimleriyle
gösteriyor, bunlann nereden çıktı ını, ne çe it merak
lardan do du unu, bir yerin ve bir ça ın ya ayı ıyla
olan ili kileri üzerinde ve tek kelime söylemiyorlar.
Ama, ö rencileri, ara tırmanın bunalımlan, umutlan,

- 113
-
hayal kırıklıkları v e .sevinçleriyle daha yakından ilgi-
lendirseler, o zaman bu genç kafalar bilimin canlı
güzelli ini yapan eyi daha içten duyup anlayacak
lardır. Ve öyle bir gün gelecek ki, insanlık, dü üncenin
bilinmeyene kar ı açtı ı sava lara a ırı bir ilgi duya
caktır, tıpkı bugün, insanın insanla olan sava larına
duydu u gibi.
Ö renme sevincinden a a ı kalmayan bir ba ka
sevinç de, dü ünen insanlarla kendini birlik halinde
duymanın, "ispatlıyorum, öyleyse birle tiriyorum" diye
bilmenin verdi i sevinçtir.
Toplumsal e itsizliklerin, genel olarak arttırdı ı
bencillik gücü ne olursa olsun, birlik öylesine diridir ki,
bütün insanlık tarihinde a ır basmaktadır. Klanda
olsun, ailede, site'de, vatanda, kilisede, sedikada, parti
de, parti hareketlerinde olsun insano ulları, mutluluk
dedikleri eyin en temizini, kendilerini ba kalarına
yakla tıran duyguda aramı lardır. Eninde sonunda Ro-
usseau haklı: "Biz yalnız kendimizin de il,
ba kalarının da mutlu olmasını istiyoruz ve bu mutlu
luk bizimkine zarar vermedikçe onu arttırır.” Tarihin o
çe it çe it saçma yada kanlı olaylarının hangisine ba
karsanız unu görürsünüz: nsan yalnız olmamanın
mutlulu u içindedir "Güçlü ve tek ba ına" ya amadı ı,
benzerleriyle katıksız ve derin bir dayanı ma halinde
oldu unu duydu u için mutludur. Bir totem'e saygıda,
bir i i ba armada, dinsel bir törene katılmada, bir dili
konu mada, bir sanat co kusunda, bir ülküye
ba lanmada ba kalarıyla birlik oldu u için mutludur.
Küçük ya da büyük kollektif .eserlere ba lılıkta,
ba kaları yararına kendini tehlikeye atmada bile, bir
geni leme, bir zenginle me duygusu, daha derin bir
ya ama sevinci bulur kendinde insan.

- 114
-
te onun içindir ki, insanlık bencilli in a a ılı ını
ve birle menin hazzını en derinden duyanları ve daha
gür bir sesle: "Birbirinizi sevin!" diyenleri bilgelerin bil
gesi saymaktadır. Yalnız, bu kuralın bugüne de in ölü
bir sözden öteye geçmemi , sevginin ancak parça parça
gruplarda kalmı olması ve bu grupların dı ında,
kayıtsızlık, küçümseme ve nefrete dönmesi en büyük
suçumuzdur bizim. Aile bir birliktir ama, ba ka ailele
re kar ı gelir; site bir birliktir ama, ba ka sitelerin
kar ısına dikilir. Vatan, evlatlarını bir araya getirir
ama, onları ba ka vatanların üzerine salar. lkça bil
gesi: "Birbirimizi sevelim" der, ama köleleri insanlı ın,
dolayısı ile sevginin dı ında tutar. Hristiyan bilge:
"Birbirimizi sevelim" der, ama dinsizleri ate e atar,
Haçlıları Müslümanlara, Katolikleri, Huguenot’lara
saldırtır. Böylece, genel birlik iste i, katı gerçek içinde,
parçalanmalara, kinlere, nefretlere vanr, ve dü man
karde ler, karde lik adına birbirini öldürür.
En iyilerin, insanın insana sevgiyle atılı ını önleyen
bütün bu dü ünü lerden kurtulabildi i, hatta bütün in
sanları iyi niyetle, sevmek istedi i zaman bile, bir
ba ka engel çıkıyor ortaya: O zaman, bu insanlar kendi
kendilerine bu sevginin parlak bo bir laf olmaktan
çıkması için ne yapmalı diye sormak zorunda
kalıyorlar. Tanıdı ım insanların en cömert
yüreklilerinden biri, profesör Rauh, bir gün bize öyle
demi ti: "Bütün insanları sevmek, diyorsunuz. yi,
güzel ama dünyanın öbür ucundaki o sayısız insanları,
kitaplardan öyle böyle tanıdı ım, yüzlerini hiç
görmedi im, hiç bir zaman da göremeyece im insanları
nasıl sevebilirim? Severim demesi kolay. Ama, onlarla
benim aramda, onlarla bizim aramızda gerçek bir
kayna mayı nasıl dü ünebilirim? Bu kayna ma
olmadıkça da, sevgi bir sözden öteye geçmez."
- 115
-
Bu sözlere, Tannya inanan bir kimse u beylik lafla
kar ılık verir: "Bütün insanları Tann'da sevelim!"
Ama, bir kere, bu sevginin bulanık bir yanı var. Sonra,
hepsi de aynı Tannya inanan insanlar, bu ortak inanç
birli inde birle irlerse, o zaman birlik olabilir ancak.
Oysa, bir Ispartalı bir Atmalıyla Athena inancında, bir
Hristiyanla bir Müslüman Allah inancında
birle emiyorlar.
Buna kar ılık, gösterdi imiz ve bence üstünde kim
senin tartı amayaca ı ey, bilimin ilk a ızda ve
çabasızca, akıllann kayna masını sa ladı ıdır. Haç,
Hilal ile çatı ır, Hilal de Haç’la. Ama, bilgin, ortaya
koydu u küçük ya da büyük do ruya "Hadi bakalım,
yürü!" diyebilir ve bu do ru dünyayı dola ır,
yeryüzünün öbür ucunda, çıkarlann ve tutkulann
çatı masından do an bütün o karga alann üstünde,
kendini kar ılayan bir ba ka dü ünce ile bulu ur, ken
dine maleder onu; böylece, önceleri kurulamaz sanılan
birlik nihayet kurulur ve bilgin bu i i ba armanın se
vincini duyabilir. Bilgin, bu günlük görevin yerine geti
rilmesinde, insanlı ın adamıdır; bunca insanın yapa
madan a ız dolusu lafla övdü ü eyi o yapıverir, hem
de sesiz sedasız.
Bilimsel, gerçeklerden faydalananlann sayısı hâlâ
çok az, diye bana kar ı komaya kalkmasın kimse. Evet,
kendine en uygar diyen uluslarda bile, bu gerçeklerden
faydalanan kimselerin sayısı az, hem de çok azdır ve
insanlı ın bütün bir bölü ü, bize göre insanın
büyüklü ünü yapan eyden habersiz bırakılmaktadır,
burası do ru ve bir o kadar da acıdır. Ama, bir kere bil
gin, herkesçe geçerli olacak ekilde bir olayı yada bir
ili kiyi ortaya koyarsa, ödevini yerine getirmi olur ve
yaptı ı ispatlamanın dünya ölçüsünde bir de er

- 116
-
ta ıbilmesi için gösterdi i çaba, zekaların birle mesine
yardım etmi olmanın haklı gururunu verir ona.
Ayrıca, bilim ö retimini yeniliyebilirlerse, bugünkü
toplumlanmızm, çouklara bile, dünyanın öbür yerlerin
de aynı eyleri ö renen milyonlarca çocu a
katıldıklarını anlatmaları i ten bile de ildir. Katolik-
ler, dinin sırlarını küçük çocukların bile anlayaca ı
biçimde dile getiren din bilgisi kitapları yazmaktan
kaçınmıyorlar. Onun için, çocuklara hesap ö reten ya
da basit fizik, kimya ve biyoloji bilgisi verenler,
zamanında birer büyük bulu olan bu ilkel kavramları
ö renmekle, dü ünce bakımından sayısız insanlarla
birlik olduklarını ve ispatlanmı aynı gerçe i ortakça
benimsenmesi ile de dü ünce vatanını, yani insanın
vatanını hazırladıkların hadi hadi anlatabilirler.
Özgürlük sevinçlerini de söylemek ister mi?
Daha önce gördük, bilim ancak özgürlük içinde ve
özgürlükle geli ir. Özgürlük içinde geli menin, aynı za
manda sevinç içinde geli me oldu unu uzun uzadıya
anlatmaya lüzum var mı? Biliyorum, kadere boyun
e menin hazlanm öven bir takım insanlar var. Ama,
onların o zavallı mutlulu unu, istemem. Özgür
dü ünceyi sade kendilerine yara tırıp, halka yalnız
belli bir takım inançları uygun gören ve halkı dü ünce
köleli inde tutmak isteyen o kendini be enmi lerden
nefret ederim. Çünkü, herkesin hakkı olan insanca
mutluluk, ba lıca gücümüz olan aklımızın özgürce
geli mesinden do ar. Kötülüklerin en amansızı, aklın
atılı ını durdurmaktır. Bir sorun kar ısında, daha ilk
ba tan akla: "Sen bu i in üstesinden gelemezsin" diyen
kimse, biz insanları alçaltıyor demektir ki, bundan
daha büyük acı olmaz dünyada.

- 117
-
çekme tehlikesidir. nsanın uzun zaman inandı ı eye
artık inanmaması, ölmez sandı ı dü üncelerin birer
ölü dü ünce haline geldi ini görmesi acıdır belki. Onun
için, kimileri ileriye do ru yürümenin verdi i gurura,
yerle mi getirdi i "rahatlı ı" seçmek cesareteni
gösterdiler. Ama, bu rahatlık, Voltaire'e göre "sessizce
kürek çeken mahkumların rahatlı ıdır.- Siz benim ru
humu kürek mahkumu mu sanıyorsunuz? Evet, öyle
sanıyorum ve ruhunuzu kurtarmak istiyorum." Voltai-
re haklı: En büyük acı, acıtmaz olmu zincirlerin
acısıdır, köleli i kabul etmenin, ba kaldırmaktan
vazgeçmenin acısı. Oysa, sevinçlerin en temizi, durma
dan kazanılan, yeniden ve yeniden kazanılan
özgürlü ün sevincidir: Çünkü, insanı en çok co turan
ey, önünde sonsuz bir uzay oldu unu ve aklın atılı ını
hiçbir eyin durdurmayaca ını duymasıdır.
Buraya kadar, yalnız bilgi adamının açısından ele
aldım sorunu. Ama, bilim kafasının halk yı ınlarını ka
zandı ını, ve insanlı ın, pozitif bulu ları bazen iyiye
bazen kötüye kullanacak yerde aklın gücünü ve
özgürlü ünü co turma yolunda, akıllan birle tirip
insan karde li ini cöbertçe geli tirme yolunda kul
landı ını, bir defa daha dü ünelim. Bu yolda kul
lanılan bilim, güçlülük duygusuyla birlikte, güven duy
gusunu, mutlulu un ilk ko ulu olan güven duygusunu
getirecektir bize.
Durkheim'le birlikte, dinsel hayatın ilkel
biçimlerine bir bakalım. Ne buluyoruz her yerde?
Amansız bir korku. Dünya, mana denen bu adsız, soyut
ve korkunç gücün içine batınlmı gibidir. Her eyden
önce, korkulası bir güçtür bu: Çünkü, her kim, önceden
gerekli tedbirler almaksızın onunla kar ı kar ıya gelir
se, hastalık ya da ölümle biten bir sarsıntıya u rar.
Bunalıma yakalanan insan, bir eyler yapabilmek ve
güvenebilmek için, manaya sı ınmaya çalı ır.

, - 119
-
Descartes'in bir sözü var, oldum olası bana trajik
görünmü tür. Skolastik ilkelere ba lılı ı ne olursa
olsun, Descartes bizim için, aklı kölelikten kurtaran
akımın, hümanizmamn ruhu olan akımın büyük ku
ramcısıdır. O, a ır basan bütün bilginleri yok sayan,
din gerçekleri bir yana, ancak do rulu unu açık ve
seçik olarak bildiklerinden ba kasını do ru saymayan
bir adamdır. Ne yazık ki, 1634’de aynı Descartes, Gali-
leo’nun bazı bulu larından çıkardı ı sonuçlar için Mer-
senne'e unlan yazıyor: "Çok kesin, açık ve seçik
tanıtlamalara dayandıklarını bilmeme ra men, Kili
seye kar ı onlan dünyada desteklemek istemem."
Soranm size, dünyada bir insan için, isyanın sözü bile
edilmekten korkulan bu cümlede saklı olan acıdan
daha beteri olabilir mi? Bir ispatlamayı kabul etmek,
ona boyun e mek de il, ilerisine gitmektir. Ama, bir is
patlamayı "çok kesin, açık ve seçik saymak, sonra da
her hangi bir otoriteyle uzla mıyor diye onu destekle
mek vazgeçmek acı bir eydir. Öylesine acı ki, bunu
duyan kimse alçaldı ını, kendinde insanlık onurunun
çi nendi ini farkeder; bunu farketti i ölçüde de
dayanılmaz olur bu acı. Dü üncenin kar ısına zorla
konan bütün engelleri yıkmak ve özgürlü ü,
geli mesinin temel kuralı yapmakla, bilim ahlâkı bizi
acıların en belalısından kurtarmakta, en yüce
sevinçleri bize sunmaktadır. Fa izmin dünyayı
sürüklemeye çalı tı ı o korkunç gerileme süresinde en
i renç olan ey, akla kar ı yapılan hoyratlık ve bu hoy
ratlı ı bir ilke haline sokmak olmu tur. Totaliterli in
pençesinde kıvranan zavallı insanlar, bir takım
yıldırmalar altında, yalnız dü ündüklerini söyleme e
de il, dü ünmediklerini de söyleme e zorlanıyorlardı.
Onun için, nazili in bozguna u raması, insanlık
yönünden, akim, haklarına kavu an aklın bir öc olması
oldu. Evet, açıkça ve dürüstçe tekrarlayalım, özgürlü ü
isteyen tehlikeyi de istiyor demektir ki, bu da bazen acı
- 118
-
Ama, içini kaplamakla birlikte kendini a an bu güç
ile, olur olmaz zamanlarda kar ıla manın, dolayısı ile
belalara dü menin sınırsız korkulan içinde ya ar. Din,
ya da hiç de ilse, sonradan din dedi imi? ey, bu kor
kuyu azaltmak için elinden geleni yapıyor; ama, bu
nunla, bu korkuya yasa yüceli i veriyor, güçünü
sürdürüyor.
Daha yeni bir takım dinlerde, somut tannlar, yava
yava soyut mana'nın yerini almaya ba lıyor. lk
çözümleme dolayısı ile ilk açıklama denemesidir bu;
gücünü küçümsememek gerekir: Çünkü, bütün insan
çabalanna hakkını vermek, bilime özgür bir niteliktir.
Kimi bakımlardan bizlere çok yakın insanlann, vaktiy
le bir fırtınanın, kuraklı ın, kazanılan ya da yitirilen
bir sava ın, güne tutulmasının, verimli ya da verimsiz
bir hasadın nedenlerini Yahova'nın, Apollo'nun,
Zeus’un Junon'un duygusal tepkilerinde bulmu olma-
lanna gülebiliriz bugün. Bununla beraber, bu nedenle
ri bugünkülerin daha benzeri e ilimlerde aramak, hiç
aramamaktan daha iyidir. Güne tutulmasını bir
tanndan bilmek, hiç bir eyden bilmemekten çok daha
iyidir. nsan niteli inde tanrılan dü ünmek (ki, bilim
bile bundan kaçınamamı ve kimi zaman da kurtulmak
için akla karayı seçmi tir.) bir zaman için yararlı da
olsa, insano luna rahatlık ve güven getirmekten çok
uzaktır. Bir kere, Tannların üstünde, Romalılann
fatum dedikleri ey vardır. Sonra, tannlann kendileri,
tıpkı biz insanlar gibi, bazen iyilik yapmakla beraber,
bazen de korkunçturlar: Her an öfkelenmeye
hazırdırlar; mana’yı ellerinde tuttuklan için, öfkeleri
amansızdır. Bu güçlü tannlan "yatı tırmak" için, kur
- 120
-
banlar sunmak, insan kurban etmek gerekir. Ama kur
banın bile bir i e yarayaca ı kesin bilinmez. Yüzlerce
kurban tanrıyı yatı tırmayabilir ve bakirenin kanı
bo una akabilir. Ölümlülere dü en, kormak ve boyun
e mektir.
Sa lık ve zenginlik getirece im diyen eski dinlerin,
yerini, mutlu bir ölümsüzlük umudu veren ahretlik
dinler alınca, yeni bir adım atılmı oldu. sis, Kübele,
Mithra, sa "anla ılır" tanrılardır. Çünkü, insanların
kaderini kendi inançlarına, dinlerine ve temizliklerine
ba lamaktadırlar. Ama, cennetin e siz nimetlerini iyi
kullarına ayırırken, öbürlerini de - büyük ço unlu u -
korkunç cehennem i kenceleriyle yıldırıyorlar. Peki,
kim Tanrının iyi kullarından olabilir? Orası, Tanrının
"hidayeti" ne kalmı bir i tir; Tanrının hidayeti ise,
eski mananın büründü ü sır kadar arla ılmaz bir
sırdır. nsan, "korkular, titremeler" içinde ya amak zo
runda kalıyor yeni ba tan.
Hristiyanlık do madan az önce, daha öbür ahretlik-
dinlerin ölümleri bu sonsuz i kence korkuları içinde
ya attı ı bir ça da, bilim kafası insanları korkudan
kurtarma i ine giri iyordu. Lucretius "Ey ilk Yunan
insanı!" diye ba ırıyor ve Epikhuros'un yaptı ı •i i
överek öyle yazıyor: " nsan hayatı,herkesin gözünde,
a ır bir dinin baskısı altında yerlerde sürünüyordu re
zilce; gö ün yüce katlarından korkunç görünü lü bir
ba gösteriyordu bu din, insanların üstünde bir tehlike
gibi asılı duran bir ba . lk olarak, bir Yunan insanı,
bir ölümlü ki i gözlerini kaldırmak cesaretini gösterdi
bu ba a; ona kar ı diklenmeyi o aldı göze ilkin!"

- 121
-
Yine söyleyeyim, haksız bir yan var bu yüce dizeler
de. Din, bilimden önce, bizi korkudan kurtarmayı dene
mi tir; onda her ey yılgı de ildir. Ama, u da var ki,
din, ba ımızdan atmak istedi i korkuya bir yasa
yüceli i vermi , kimi zaman kanlı törenler istemi ,
kimi zaman da korkunç i kenceler yaptırmı ve sonun
da Lucretius’un u sözlerini hakketmi tir:

Ne kötülükler etmemi bu din...

Dinin yapamadı ını yapmak, yani korkuyu ortadan


kaldırmak için ne etmeli? Dünyayı açıklama
çabasında, tanrısal varlıkların o de i ken, o korkunç, o
kestirilemeyen istemi yerine, tabiat yasalarının
anla ılır düzenini koymalı. Tabiat için gözlem ve
akıl gerek diyen Lucretius, bu üç. kelimeyle, bilimin
ruhunu açıklıyor. Gerçekten de, insan olaylarda biz in
sanların isteklerine benzeyen, sonuçlar görmekten
vazgeçsin, bunları sadece tabii bir düzenin, yani
dü ünceden ayrılmayan ve onunla vanlan düzenin
sonuçlan olarak görsün hele, bakın o zaman, ilk ça
korkulan nasıl uçup gidiverir ve güvene kavu an insan
nasıl "bilimin yükseklerde kurdu u kalelere, o huzur
tapmaklanna" geçip yerle ebilir nihayet.
Lucretius, insanlan korkudan kurtarma i inin,
yalnız Epikhuros'un çabasıyla ba anlaca ım sanmı ,
böyle bir dü e kaptırmı tı kendini. Atom fizi i onca,
ölüm korkusuyla birlikte bütün korkulanmızı silip
süpürebilecekti. Korkuya kar ı kazanılan bu zaferin
kesinli ine dayanarak, ustasını evrenin fathi olarak se
lamlıyordu: "Evet, dü üncenin asıl gücü onunla erdi za
- 122
-
fere; ilk o gitti, dünyayı saran ate li duvarların ta
ötelerine; uçsuz bucaksız evreni dola tı, dü üncenin
atılı ı ile bir ba tan bir ba a!" Epikhuros fizi inin bir
çok ruhlara güven getirdi ine inanmak gerek. Çünkü,
Mystere'lerin yoluna girmi olmasına ra men, Vergili-
us bile unlan yazıyor:

Ne mutludur o kimse ki
Kavran nesnelerin nedenini
Atar bütün korkuları bir yana
Bo verir yakarmaya alın yazısına
Tamunun korkusuna gürültüsüne
Alır tümünü aya ının altına!

Bununla beraber, biliyoruz ki, bu zafer çı lıkları


vaktinden önce yükselmi ti. Yine biliyoruz ki, Lucreti-
us'un övüp göklere çıkardı ı bu bilimsel çabayı, yeni
pythagorculuk, yeni eflatunculuk ve ahretlik dinler
durdurmu tu. Aynca unu da biliyoruz ki, Epikhu-
ros'un atom tasarımı basite indiren bir yakla tınmdı
(appoximation) ve Lucretius un kesin sandı ı bir fizik
bilimi, binlerce ara tırıcının toplu çabası ile yava
yava de i ecekti. Ama, bildi imiz bir ba ka ey u ki,
Lucretiusun özledi i kurtulu , bilim ahlâkı bilimsel uy
gulamalarda a ır bastı ı ölçüde, a madan, sessiz ses
siz sürüp gidiyor. Ortadan kalkan her bilgisizli in
ardından yeni bir güven do ar. Yıldırımlar, depremler,
su baskınları, salgın hastalıklar, korkudan titreyen biz
ölümlülere, anla ılmaz ya da hevese ba lı birer ceza
gibi de il, aklın kavrayabildi i yasaların birer sonucu
- 123
-
olarak gözükmektedir artık. Bunları anlamak, biraz da
yenmek demektir. Çünkü, böylece, dünyanın
kıvranmaları üstüne dü üncenin yi it duru unlu u
konmu olur. Böylece, öz ruhuna uygun olarak kul
lanılan bilim, dü ünsel bir güvenlik duygusu, Yunun
bilgeli inin en yüce iyilik saydı ı ve bunca yüzyıldır in
sanlı ın kaygılı bir çaba ile ardına dü tü ü o güvenlik
duygusunu getiriyor bize yava yava .
Güvenlik diyorum (Langevin'in, gerekircilik üstüne
verdi i o ünlü konferanslarında kullandı ı bir sözcüktü
bu), iç rahatlı ı demiyorum. Çünkü, bilim ruhu, ahret
mutlulu u, üstün mutluluk adına ne varsa hepsine
kar ıdır. Mikrofizi in, parlak bulu ları ile, dünyanın
anla ılır görünü ünü de i tirdi i ve insana yeni bir
güç kazandırdı ı bir anda, bu ilerlemelerin kendi
içinden bir engel çıkıyordu ortaya: O ünlü belirimsizlik
ilkesi, büyük gerekirci görü ün kar ısına çıkmı tı dam
dan dü ürcesine. Kar ı çıkanlar; belirsizlik ba ıntıları
üstünde duran Heisenberg’di; parçacı ın, bir bakıma,
enerjisinin u ya da bu de eri ile, urda bir ya da burda
ortaya çıkmakta "özgür" oldu unu ileri süren Louis de
Bröglie'ydi; nedenselci görü e saldıran ve yeni
ku akları, bu gerekircili e ba lı kalan "fosil" leri söküp
atmaya hazır olduklarını söyleyen Reichenbachtı; niha
yet, nesnelerin anla ılır düzeni yerine, ba tan ba a
mistik ö elere bürünmü "rastlantı" kavramını koyma
ya çalı an olasıcılı ı savunanlardı. Bilim, u anda
ortaça kafasının saldırılarına kar ı sava mak zorunda
bulunuyor. E er, bu saldın baskın çıkarsa yeniden, bi
linmez hangi tannnın keyif kölesi olan insanı eskinin
korkulanna götürebilir.
- 124
-
Bu demektir ki, durmadan artan dü ünce gücünün
yarattı ı güvenlik duygusu, hiç bir zaman bizi,
çabadan kaçınan bir çe it esenlik duygusuna
götürmeyecektir: Yukarıda tanımladı ımız o sonsuz
bulu dü üncesi, bütün alanlarda, bilimsel
ara tırmanın ve ondaki ahlâksal ilkelerin ruhu olarak
kalmaktadır.
Kim demi , bilimin özünde bulunan ülkü,
aydınmatan ama ısıtmayan so uk bir ülküdür diye?
Laboratuvarlarda, tabiatın sırlarını zorlayan u iki
büklüm bilginler, metinler üzerine e ilmi , insan
geçmi inin sırlarını bulmaya çalı an u tarihçiler, top-
lumbiliciler, insanların o günede in el atmadıkları o en
"dinsel" eserin mutlu ve ço kun i çileri de iller mi? En
yüce birlikte, dü ünce yoluyla vanlan birlikte paylan
olan ve ba kalannı birlik yoluna sokan onlar de il mi?
nsanlan öz ür kılmanın en katıksızına, dü ünce ile
vanlan özgürlü e eme i geçen, bu özgürlü ü
ba kalanna da tattıran onlar de il mi?
Bilimin eseri, gerekli a ırba lılı ı içinde,
ba tanba a sevinç, sevgi ve dirlik eseridir. nsanı
yüceltmek, kapıp kavramak, co turmak için ba ka bir
eye ihtiyaç var mı? Sonsuz bir eser u runda, bir
günlük çalı mı olmak bile yetmez mi onun anına?
Aklını i letenler ile dü ünce ve duygu ortaklı ı yap
mak, ve dü ünen bütün insanlann bir gün, gerçekten
ya ayan varlıklar olması için çalı mak yetmez mi onun
mutlu olmasına?

- 125
-
ncelemelerimin konusu dolayısı ile, ülkü ardında
ko an insan çabasının yüzyıllar boyunca aldı i
de i ken biçimlerle sürekli bir alı veri halinde bulu
nuyorum. Bunlardan hiç biri yok ki kendine özgü
güzelli i olmasın; bilim kafası, bugün artık çok ya
bancısı oldu umuz dü üncelerde, haklı, yararlı ve
büyük olarak neler bulundu unu anlamaya ça ırıyor
bizi; ta mantık-öncesi dü ünü ten ayrılmaz bir takım
görü leri sempatiyle ele almamıza yardım ediyor.
Bütün ahlâksal dü üncelere açık tutuyor ilgimizi.
Gerek felsefenin mantosu, gerek tapınakların çatısı
altında olsun; gerek Pythagorculann o "altın dizele-
ri’ nde; gerek Budizmin o "soylu gerçeklerinde; gerek
Da daki Vaız'da, Epiktos'un Manuel'inde, Pascal'ın
Pensee'inde, gerek H o görü üstüne deneme'de,
gerek Bir dinlinin sözlerinde, gerek Bilim in gele
ce inde olsun, insano ullannm bilgelik ve sevgiye
yönelmi çabaları sarsıcı, kimi zaman da yüce
biçimlere bürünmü tür. Ama bu çabanın, hiç bir
zaman,- bilimi yaratan ve ya atan o sessiz ahlâktaki
çaba kadar temiz, eksiksiz ve ço turucu oldu unu
sanmıyorum.

- 126
-
EN SON KAR I DÜ ÜNCE

îleri sürülen en son kar ı dü ünce u:


"Pekala, diyorlar bize, bilimin kendi alanı, hem de
geni bir alanı var, kabul; ama, evrensel bir alan de il
bu. Bilim insan kafalarım birle tiriyor, o da kabul;
ama, ancak bazı noktalarda birle tiriyor. Oysa, bilimin
etkisi dı ında kalan eyler ilgilendiriyor bizi asıl, hem
de do rudan do ruya, çok yakından ilgilendiriyor.
Madde alanında kaldı ımız sürece bilim, yeni merak
larımıza sa lam bir besin sunuyor; ama, ona ruhtan,
hayatın kayna ından, son amacından, ölümden, ölümle
gidenden, gitmeyenden söz açmaya kalkmı mayın
bo una. Oysa, bizi asıl ilgilendirenler de bunlar;
hayatımıza akıllıca bir yön vermek için bunları bilme
miz gerek. Ama, bütün bu sorunlar üzerinde bilimi
bo una sorguya çekmeye kalkmayın; ya yan çizer, ya

- 127
-
da "yetkim yok", der çıkar i in içinden. Bilimin ce
vapsız bıraktı ı noktalar üzerinde onun yerine,
ba kalarının konu ması do ru olmaz mı? Ya bu
ba kalarının söyledikleri en önemli bir ey ise, onlar
dan yana dönmemiz pek tabii de il mi, bizlere
aradı ımız amacı ve yollan göstersinler diye? Bilim, is
tedi i kadar bize yüce, sarsıcı ve çekici bir ülkü sun
sun; eksik kaldı ı sürece, bütün sorunlann kar ılı ını
veren, bütün istekleri doyuranlarla boy ölçü emez.
Bu kar ı dü ünceler, Hristiyanlı ı savunanlarca
yirmi kez ileri sürülmü tür. Bossuet, ünlü yazılannda
"bilimin ba anlanna hayranlık" duydu unu açı a vu
ruyor. Ama, hemen ardından, bu tabiat bilgisinin, asıl
ve tek bilgi, yani Tanrı bilgisi yanında hiç kaldı ını ek
liyor. Yalnız Hristiyanlar de il bu görü ü savunan.
Kimi zaman, o güzelim iirlerinde bilimi yaman bir
dille öven Hugo bile, bir ba ka yerde, bilimin yoksul
luk, hiçlik oldu unu, onunla övünmesi için insanın deli
olması gerekti ini, çünkü insanı Tannya
götürmedi ini söylüyor:

Anatomist Trappist'e der?


Mezarcı ne der iskelet kemirene?
Hekim ne der atlet Jeologa
Toprakla sava ıp da bitkin dü ene?
Ya sonsuzlu un yuhaladı ı alcebrist
Ne diyor u ele avuca sa maz sayılar çobanı?
Ne diyor bu bilim çukurunun kara kaz
macıları '

- 128
-
Ellerinde kazmaları, solıık, titrek benizleriyle?
Hepsinin dedi i u: Ey nsan!
Karanlık, yoksulluk, körlük, yanlı lık,
Hiçlik, duman, budalalık, yas!
te, sen bunlarla övünüyorsun!

Hayır, asıl gerçek, madde bilgisinin bize açıkladı ı


de il. Çünkü: "madde yoktur, yalnız ruh vardır". Asıl
gerçek, sevginin esinledi i gerçektir:
Okuyorum sanan, kör, biliyorum sanan delidir.
Yalnız "Seviyorum" diyen Tanrıya gider. Bize bilginin
kapılarını açacak olan ara tırma de il, ölümdür; bize
yüce Varlık'a büründüren, onunla birle tiren ölüm.
Görüyorsunuz, önümüze çıkardıkları kar ı
dü ünceyi dile getirenler bilimden nefret eden, ya da
onu küçümseyenler de il sadece. Çünkü, Hugo, bir
takım bo mantık kaygılarına kapılmadan, bilimi kut
sal bir i diye göstermekte, Newton’a Homeros'la îsa
arasında yer vermektedir. Bugün hâlâ bir çok insan
var ki, bilime kar ı ne dü manlık besliyor, ne de
güvensizlik.Tam tersine, bunlar bilime büyük de er ve
riyorlar, güveniyorlar. Bütün istedikleri, sonuna kadar
izlemektir onu. Ama, bilim yan yolda durdu, Tann
üstüne, ruh, öbür dünya üstüne hiç bir ey söylemedi i
için, bırakıveriyorlar onu, çünkü bilimin kendisi de
daha ilerisine gitmek istiyorlar; çünkü, tam bilgeli e,
toptan gerçe e susamı lardır.
Nasıl kar ılık vermeli bunlara?

- 129
-
Bir nokta üzerinde haklıdırlar, bunda üphe yok:
Bugün bilim her eye kar ılık vermiyor. Ruhtan,
Tanndan, ölmezlikten söz açtınız mı, susuyor. Sorunu
ele almaya yana mıyor. Tanrıya inananlar ve filozof
larsa, tam tersine, ortaya bir takım çözümler atmakta
yan halindeler. Örne in, Mithriacisme'i, Renan'ı
dedi ine bakılırsa az kalsın bütün dünyayı saracak
olan u dini alalım ele. Bu dine giren kimse, onda me
raklarını giderecek eyleri bulur. Önce, Tanrısının
hikâyesini anlatırlar ona: Mithra, kendine inananları
kurtarmak için kurban etmi tir kendini. nsan kılı ına
girmi , mucizeli bir yoldan dünyaya gelmi tir.
Çobanlar tapmı lar ona. Kendini kurban ederek ilk
günahın lekesinden kurtarmı tır insanları. eytana
kar ı sava mayla geçen bir ömür sonunda çömezlerini
kutsal bir masa etrafında toplamı , sonra, kendi
gücüyle gö e çıkmı tır. Oradan, a maz "adalet ve mer
hametiyle" kollamaktadır bizleri gece gündüz. Hem
gerçe e ermek, hem de ahretinizi sa lama mı
ba lamak istiyorsunuz? nanın, ona, dinsel törenlerine
katılın. Evrenin yapısını mı ö renmek istiyorsunuz.
Myste'leri arasına girin: Sizi, incelemelere,
ara tırmalara zorlamadan, yaradılı ın sırlarım,
dünyayı meydana getiren çemberleri açıklayacaklardır.
Nihayet, sizce en önemli eyi, yani öldükten sonra
insanın ne olaca ını mı ö renmek istiyorsunuz? Dinley
in öyleyse: Yeryüzündeki hayatınız sona erince, Mithra
ölmezli e kavu an ruhunuzu yargılayacak, dinine,
eserlerine ne denli ba lı oldu unuzu soracak.
Günahınız varsa, suç i lemi seniz zebaniler i kenceler
yapacak cehennemde. Erdemli ve temiz kalmı sanız,
sonsuz mutlulukta payınızı alacaksınız. O zaman, eti
niz kemi inizle yeniden dirilecek, gö e çıkıp, zaferle
Kurtarıcının yanı ba ında yer alacaksınız.
- 130
-
Bütün bu kesin gerçekleri sunan mithriacisme, a ır
a ır biriken bilimsel gerçeklerin bugün bize sundu u
ö retiden daha tam, daha toptan bir ö reti getiriyor;
meraklarımıza daha geni ölçüde kar ılık veriyor; Des
cartes mekanizminin, görelilik teorisinin, quantum'lar
ö retisinin söyleyemediklerini söylüyor bize, bunda hiç
üphe yok.
Ama, soranm size, hangimiz inanıyoruz Mithra'ya?
sis'e, Osiris'e, Demeter'e, Persephon'a, Kübele'ye,
Attis'e, Zeusa, Apollon'a, Herakles'e kim inanıyor?
Bütün bu inançlar sayısız kafaları doldurmu , sayısız
yürekleri çarptırmı tır. Her biri, kendi zamanında,
kesin ve sonsuz diye çıkmı tı ortaya. Ama, hepsi zama
na ve ele tiriye dayanamayıp göçmü , bizleri ölümden
kurtarmaları gerekirken, kendileri ölüp gitmi lerdir.
Do rusunu söylemeli: Çekici yanlan yok de ildi
bunlann. -însanlann meraklannı doyurup, isteklerine
kar ılık veriyorlardı. Hem sonra, sis'in Mithra'mn,
Attis'in sözlerine inanmanın, erdemli olmanın, mutlu
bir ölümsüzlü e kavu mak için bir kaç dinsel törene
katılmanın yetiverece ini dü ünmek hiç de yabana
atılamazdı. Cehennem bir yana bırakılırsa (çünkü,
hangimiz, herkesin birlikte payla madı ı bir mutlu
lu u isteriz?), salt maddeye ba lı bir mutluluk yerine,
daha soylu bir umut getiren, geçici bir çabanın kar ılı ı
olarak sonsuz bir mutluluk sunan bu ahretlik dinleri
benimsemek daha bir çekiciydi. Bir zamanlar, yoksul
lar Osiris'in önünde yargılanma hakkını elde etsinler
diye büyük bir ulusun kanılann kanlısı bir devrim
yapmı olması, tarihçiye a ırtmıyor artık. Myste-
re'lerin ö retisine inanan kimse için bu sava ın getire

- 131
-
ce i yarar sonsuzdur. Ama, biz inanmıyoruz buna. Orp-
hisme'in, metroacisme'in, mithriacisme'in gösterdi i
"kanıtlar" bir ba ka ça da yeterli görünmü tü. Bizleri-
yse, yalnız inceleme konusu olan eyler ilgilendiriyor
bugün. Attis'in insanları temiz kalmanın yollarını
göstermek için cinsel organını kesip kesmedi ini sor
mak aklımızdan bile geçmez; Noel gelince, Sol
Invictus (Yenilmez Güne ) bayraAıını kutladı ımızı
hatırlamayız bile; milyonlarca saygılı ve tutkulu
myste'in "inanç nedenleri" üstünde kafa yormayız.
Akla ve deneye sa lamca dayanmadıkları için, bu ne
denler, onları geçerli sayanlarla birlikte göçüp
gitmi tir. Bir zamanlar dünyaları co turmu olan bu
yaman, bu kesin gerçekler, bugün, insanlı ın a tı ı yol
lar boyunca sıralanmı birer ölü dü ünceden ba ka bir
ey de iller artık.
Peki, bu gerçeklerin ardarda çe itli de i melere
u radıklarını tarihten bilen, yüzyıllar boyunca bun
ların do du unu, sava tı ını, geli ti ini, nihayet sili
nip gitti ini gören bizler, bilim adamının kendine yasa
yaptı ı o sıkı yöntemlere ba vurmaksızın, bütün bu so
runları öyle bir çırpıda çözümleyivermek olacak ey mi,
diyemiyecek miyiz? Bunu demek boynumuzun borcu
de il mi? Yer ve zamanın etkisine dayanamayıp, özü
gere i, ister istemez yok olacak kesin bir bilginin pek
de eri olmadı ı dü ünmek, hakkımız, görevimiz de il
midir? Bunca kesin cevapların birbiri ardınca
kayıtsızlık içinde unutulup gitti ini gördükten sonra,
kendini be enmi cesine bütün meraklara bir çırpıda
kar ılık vermiyor diye, bilimin a a ı bir durumda
oldu unu mu kabul edece iz?
- 132
-
Buna kar ılık olarak, bilimde de bir takım teoriler,
ö retiler ölüp gitmektedir, demeye kalkmasınlar.
Gördük ki, bilim alanında, varsayımlar geçip gidiyor,
her eye olan bilimin doruklarına da oluyor; Euclides
gibi, Galileo da, Newton da a ılmı lardır, burası do ru.
Ama, urası da bir o kadar do ru ki, gerçekle mi bir
olay, daha iyi gerçekle en bir ba kasına yerini
verdi imiz zaman büsbütün ortadan kalkmaz, yeni
teori bir öncekiyle birle ir ve onu a mak için yine ona
dayanmakla ba lar i e. Bilim alanında, bugünün
yanılgısı bile hayırlı bir rol oynar: Yannın do rusunu
hazırlar; yannın do rusu da, daha geni bir do ruya, o
da bir ba kasına yol açar ve bu, böylece, sonsuza kadar
sürüp gider.
ddiacı olmalan dolayısı ile, toptan yok olmak kesin
gerçeklerin kaderidir asıl.
Mithra dininin açıkladı ı sırlar, geli mesi ve
de i mesi' beklenen geçici bir takım bilgi yı ını de il:
Bir bütündür. Toptan alınacak, ya da bırakılıyorlar.
Dahası var: Onlann yerine ba kalanm koymak istiyen-
ler, i e bunları yadsımak ve kötülemekle ba larlar. Bu
sırlara dayanacak yerde, onlan eytana maleder; zorla,
kinle yıktıktan sonra, unutulmaya bırakırlar bunları.
Bu sefer kendilerine ölümsüz demek sırası onlanndır...
Diyecekler ki, i in kolayına kaçıp metroacisme’i,
mithriacisme'i, yani ölü bir takım ö retileri ele
alıyorsunuz; bugün Kutsal Bo a ile Ana Tannça'mn
tapmakları yoksa da, Kutsal Kuzu ile ile Meryem’in
ardında milyonlarca insan var. Bizim Fransız uy
garlı ında Hristiyanlı ın derin kökleri olmadı ını ileri
sürecek de ilim. Böyle bir ey dü ündü üm yok. Sade

- 133
-
ce sanat ve iiri ele alırsak, Hristiyanlık, bugün
akılcılar kadar Tannya inananlan da co turan eserlere
önayak olmu tur. Louvre'u, Versailles sarayını, Gar-
gantua'yı, Denemeler'i, Metot Üzerine
Konu ma'yı, Safo lan'ı, Bilimin gelece i'ni, Pozi
tif Felsefe Dersleri'ni, Capital'i be eniyoruz diye,
Vezelai bazilikasını, Hıristiyanlı ın Kurulu u'nu,
Pascal'in Dü üncelerini, Les Paroles D'un Croy-
ant'ı be enmekte hangimiz duraksayabiliriz? Ama,
lyada'yı sevmemize bakıp, Olimpus tannlarma
inandı ımızı söyleyebilir misiniz? Parthenon’u seviyo
ruz diye Athena'ya inanmamız mı gerekir? Eneas’a sev
memiz, Jüpiter'e inanmamızı gerektirir mi? Milo
Venüs'ünü sevmemiz Venüs'e inanmamızı gerektirir
mi? Paganlık ana eserleri kar ısındaki co kumuz pa-
ganlı a kaymadı ı gibi, Hristiyan ana eserleri
kar ısındaki co kumuz da Hristiyanlık üzerinde top
lanmaz. nsanlar cehenneme inanmaz olduktan sonra
da Dante’nin iirleri ya abilir, nasıl ki Eneas'ın altıncı
türküsü ya da >Vergiliusu'in Dördüncü Sı ırtmaç
Türküsü Orphisme silinip gittikten sonra da ya ıyor.
Nihayet, kaygılı meraklanmıza hiç bir kar ılık verme-
mektense, kısa ömürlü kar ılıklar vermek daha iyidir
denebilir mi? Yaradılı ımız üstüne, ruhumuz, ölüm ve
öbür dünya üstüne hiç bir ey söylemeyen bir bilime
güvenecek yerde, Apollon'a, Mithra'ya, Meryem’e inan
mak ve bu geçici inançlarda bir avuntu, bir umut bul
mak daha iyidir denebilir mi?
Biliyorum, bir çoklan denebilir, diyor. Yine biliyo
rum ki, bunlar arasında çok soylu ki iler de var.
Ayrıca, toplum bilim, yüzyıllar boyunca batı
dünyamızda a ır basan inanç ve umut biçimlerinin

- 134
-
bugün hâlâ milyonlarca insan üzerinde etkisini
sürdürmekte olmasına, Pythagoras'ın Apollon'a, Paste-
ur'ün îsa'ya inanmasına a maz. Eski ça ların
ho görmezli ine .benzeyen her ey, insanların
inançlarına kar ı insano lunun nefretini çeken ne
varsa hepsi, bilim ara tırmalarına kökten yabancıdır.
Ama, ben burada, son olarak ileri sürülen ve kesin
sanılan kar ı dü üncenin bize niçin dokunmadı ını,
kimseyi incitmeden, anlatmaya çalı ıyorum.
Önce, "mutlak" pe inde ko an dinlerin insanlara
sundu u "kar ılıklar", bunlan kabul edenlerin
kafasında tam bir güven, üpheden uzak bir umut
yaratır diye kesin bir ey söylenemez. Hristiyanlık bir
takım sırlar sürüyor önümüze. Ama, sır, insanın
merakını doyuracak yerde, büsbütün arttırır. Bu sırlar
bir soruya kar ılıktan çok, kar ılıktan kaçınmadır.
Hadi, "bilimin susması" bazı kimselere batıyor, diye
lim. peki ama, Tannya inanan Pascal'in u sözüne ne
buyurulur. "Bu sonsuz uzayların sonsuz susu u
ürkütüyor beni." Zeytin da ı üzerine Vigny'nin yazdı ı
dinsel bir iir öyle biter:

Dudak bükecek yoklu a do ru insan,


So uk bir sesizlikle kar ılık verecek yalnız
Tanrının sonsuz sessizli ine.

Bir ba ka hayat inancının bizlere veriyor dedikleri


avuntuya ve umuda gelince, insan kendi kendine öyle
sorabilir, sanıyorum: Acaba cennete inanmanın
sa ladı ı iç rahatlı ı yanında, cehennem korkusunun
- 135
-
içlere saldı ı ürpertiler daha baskın de il mi? Aynca,
Bossuet, ölümün, ngiltere kraliçesi Henriette için bir
iyilik, bir kurtulu oldu unu istedi i kadar bir iyilik,
bir kurtulu oldu unu istedi i kadar anlata dursun, bu
kurtulu gecesini anarken "Ey belâlı gece, ey korkunç
gece!" diye ba ırmaktan alamıyor kendini, ve istemiye
istemiye insanca bir ses kaçırıyor a zından: "Nasıl? Bu
kadar erken ölecek miydi?" Pascal, ölümü insan bedeni
için mutluluk ba langıcı olarak kutluyor, ama bir
ba ka yerde de öyle diyor: "Komedyanın her yanı ne
denli güzel de olsa, son perde her zaman kanlıdır: So
nunda bir kaç avuç toprak atarlar ba ına, bir daha
kalkmazsın artık." Hugo, ünlü kıtalarında, kızının
ölümü ardından Tann'da bir avunma buldu unu
söylüyor ama, unu da eklemekten kendini alamıyor:

Yazık, geçmi günlere çevriliyor gözlerim


Hiç bir ey avutmuyor beni artık bu dünyada
Hep hayatımın o anında aklım fikrim
Onun açıp kanatlarını uçup gitti i anda,
Ölünceye dek ya ayaca ım o anı
O anki, bo una a layıp
"Demin, diyordum, benim çocu um vardı
imdi benim çocu um yok artık."

Ünlü bir söze uyarak diyebiliriz ki, Tanrı bilim


geçmi gelecek bütün belaların kolayca hakkından,
gelmi tir; bugünün belaları da Tannbilimin hakkından
geliyor. Hristiyanlann hayata akılcılardan daha az
- 136
-
ba lı oldukları, birbirlerini kaybedince, daha az acı
çektikleri görülmü de ildir. Vaftizsiz bir çocu u
öldürmenin vaftizli bir çocu u öldürmek kadar a ır bir
suç olmadı ını ileri süren casuiste'ler 'kendi
açılarından) belki do ru dü ünüyorlardı. Ama bu
sözleri yine de insanı çileden çıkarıyor: Çünkü, Cen-
net'e ne denli inanırlarsa inansınlar, vaftizli çocu un
ana baba, onu kaybedince yine de a lamaktan geri kal
mazlar. Ölüm, katıksız mutlulu un kapılarını açtı ı
için - teorik olarak - en büyük iyilik sayılmasına
ra men, bir hastanın ba ucunda, onu kurtarsın, yani
bu mutluluk anını geciktirsin diye, Tannya yalvaran
Hristiyanlar sayılmayacak kadar çoktur.
Bu konuda söylediklerimle, bilmem tekrarlamaya
lüzum var mı, tartı ma açmak niyetinde de ilim. Bir
bozguna, insan çabasının u radı ı bir bozguna kar ı
zafer kazanmaya çalı mak insanlı a sa maz. Katı
gerçek unu görme e zorluyor bizi: " nsanlı ın acılarını
dindirme e çalı an eski terâneler" onu uyutamamı tır
ve hiç bir tanıta dayanmayan sözler, onları benimsey
enler için bile, de ersiz kalmı tır. Dinlerle felsefelerin
ortaya atıp kesin bir çözüme ba ladıkları sorunlar
üzerinde bilimin sessiz kalaca ı do ru olsa bile, bu
durum onu suçlamak için yeni dehak kazandırmaz in
sana. Ama, bilimin bu romuda hep sessiz kalaca ı
do ru mu? Ruh, ölüm, öbür dünya gibi dinlerle ilgili ko
nular üzerinde bilimin hiç bir zaman konu amayaca ı
do ru mu?
Do ru sanılmı tı bir zaman. Ben de eskiden böyle'
sanmı tım. Pozitivizm, Tann bilime ve metafizi e kar ı
tabii bir tepki ile, "bilinemez" dedi i eyin sınınnı
çizmi , ve bilim kafası adına bu sının a maya yasak
- 137
-
etmi tir bize. Ama tam bu yasa ı koydu u anda bilim,
önce dinler tarihi, sonra da toplum bilim kanalıyla bu
yasak bölgeye giriyordu. Eski soruya, u "Tanrılar var
mı?" sorusuna, toplumbilimci: "Var elbette, topluluk
ların temsilcileri olarak, yani büyük toplumsal olaylar
olarak var." diye kar ılık veriyor. Apollon, Mithra,
Attis gerçekten ya amı olsunlar ya da olmasınlar, bazı
insan toplulukları onlann varlı ına inanmı tır. sa
ya amı olsun olmasın, onu ya adı ına olan inanç mi
lyonlar ve milyonlarca insanı co turmu tur. Couchoud,
"tarihçilik" görü ünü çürütme e çalı tı ı o ünlü eserin
de, haklı olarak öyle yazıyor: " nsanların kafasında,
kafataslarının altında ya ayan ideal bir dünyada, isa
bütün ölçülerin üstündedir. sa, dünya imparator
lu unda Ceasar’ın yerini almı tır...Onun adına Aya
Sofya, Chartres katedrali yapılmı , Ermi Thomas'mn
Somma Thologica’sı, etikalar, metafizikler
yaratılmı tır. nsanlı ın atıldı ı büyük serüvendir o."
te, toplumbilim dinsel olayların üzerine böylesine
iyi niyetli bir anlayı la e ilmekte; onlara birer insan
olayı gözüyle bakmakta ve nihil a me humani alienum
puto (kendimden uzak tutmam insanca olanı) sözünü
benimsemektedir. Böylece XVIII. yüzyıl filozoflarının
zamanında zorunlu ve parlak olan kalem
tartı malarının, Renan’ın ozanca yaratı larının yerini,
yava yava , dü ünü ve yöntemce bilimsel bir
ara tırma almı tır: Bu ara tırma, yalnız Hristiyanlı ı
ve Juadisme'i de il, dinsel hayatın en ilkel biçimlerine
kadar bütün ça ların inanç ve dinsel geleneklerini de
sabırlı ve tarafsız bir inceleme konusu yapmı tır.
Bugün, totem'le, kutsal, eylerle, kurban ruh, tanrılık,
ruhun kurtulu u ve öbür dünya ile ilgili inançlar bilgi

- 138
-
nin, tıpkı fizik ve biyolojik olaylar gibi, sessiz sessiz in
celedi i birer olaydır. Geçen elli yıl içinde, bu inceleme
nin bilgilerimizi alabildi ine geni letmi oldu unu ya-
lanlıyamaz kimse. Tannya inananlar bile,
bilgilerimizin ilke ve yöntemlerine dil uzatmaktan
çekiniyorlar kimi zaman. Bugün hangi aklı ba ında bir
katolik kalkar da, Müslüman çocuklarına "imansız
köpekler!" demeyi göze alabilir? Hangi aydın misyoner,
artık birer klasik bilgin olan Frazer ya da LevyeB-
ruhlun eserlerini okumam diyebilir?
Onun için bilim, dinsel hayatla ili i i olan her eyi,
dü manlı ından ya da çekingenli inden, sürgün eder
kendi alanından demeye kalkmayalım artık. Eskiden
do ru olmu olabilir bu söz, ama bugün do ru de il
artık. Bilim, dinsel denen dü üncelerde sadece insan-
lann bir takım ortak tasanlannı görür; bunlann
özünü, kayna ını ve geli imini inceler. Bu dü ünceleri
bir takım alay ve akalara konu yapacak yerde, onlar
da insanlann dü ünce tarihini ilgilendiren çok de erli
bilgiler bulur.
Ruh ve öbür dünya ile ilgili iriançlan anlayı la ince
lemek ba ka, ruhun ya da öbür dünyanın olmadı ına
karar vermek ba kadır, burası do ru. Dogmaların ve
sistemlerin birbiri ardı sıra ve yaman bir ba an ile kes
tirip attıklan sorunların ço una bilimin bugün cevap
vermekten kaçındı ını kabul etmiyor de ilim. Kimi
zaman kendi öz durumunun zorladı ı kesin bir yargıya
vardı ı oluyor üphesiz: Örne in, bilim için "mucize"
diye bir ey olmadı ı apaçıktır. Çünkü, bir defa, bu ad
altında gösterilen olaylar ele tirel yöntemin her za
manki kurallanyla saptanmı de ildir; sonra da, sap
tanmı olsalar bile, bilimin bütün i i, onlan bir yasa
- 139
-
kavramına ba lamak olacaktır. Toplumbilim "ezilip
gitmi tanıklara" kulak vermez. Çünkü ap ayn
inançlar u runda insanlar aynı cesaretle ölürler,
dökülen kanlarsa, do rulanmı deneyin, a ır basan ka
natların yerini alamazlar. Ama bu ilke ortaya konduk
tan sonra, bilim, kendi alanı dı ında ele alınan ve
çözümlenen bir çok sorunlar kar ısında susar: Ruh ve
öbür dünya üzerinde ne dü ündü ünü sorun ona:
Bugün size cevap vermez. Çünkü, onun bütün zoru,
insan topluluklarının bu sorunlar üzerinde ne
dü ündüklerini bilmektir sadece.
Ama bu susmanın sonu gelmeyecek mi? Bir takım
noktalarda bir çözüm bulunmamı tır, ne yoldan bulu
naca ı da henüz kestirilmemi tir diye, kimse
ara tırmaya kalkmasın, çünkü hiç bir zaman bulamaz
mı diyece iz?
Evet, bizi bu güçsüz duruma dü üren zavallı,
çekingen bir bilim görü ü vardır. Ama herhangi bir so
runun a priori olarak akıl ile deneyin gittikçe
geni leyen etki alanı dı ında kalaca ını kabul etmeyen
daha yürekli, daha üstün bir görü de var.
Olaylar, bugüne kadar, bu iki görü ten hangisini
haklı çıkardı? Auguste Comte'a göre, bilim yıldızların
biçimini, uzaklık, büyüklük ve devinimlerini belirleye
bilir, ama "hiç bir araçla" kimyasal bile imlerini "hiç
bir zaman" inceleyemez. Comte daha bunlan henüz
söylemi ti ki, yeni bir bilim onu ulu orta yalanladı. M.
Termier, ö renme sevincini övüp göklere çıkardı ı bir
kitabında öyle yazıyor: " üphesiz ı ı ın ne oldu unu,
dünyayı nasıl dola tı ını hiç bir zaman bilemeyece iz;
dünyanın nasıl meydana geldi ini, yo un küçük bir ne-
bula mı, yoksi birbirine yapı mı sert parçacıklar
kümesi mi, hiç bir zaman bir zaman bilemeyece iz
- 140
-
üphesiz; iç çekirde inin fizik durumunu da bilemeye
ce iz..." Bilimin son çabasının çözmekte güçsüz kala
ca ı bütün bu sorunları sayfalarca sayıp döküyor ve
"hiç bir zaman" sözü de i mez bir yargı gibi durmadan
çıkıyor kar ımıza. Ama, M. Termier bütün bu sınırlan
koydu u günlerde, ba kalan "ı ı ın ne oldu unu
"ö renmeye çalı ıyor, "sert parçacıklar" kavramım
de i tiriyor, "dünyanın iç çekirdi i" sorununu yeniden
ortaya atmaktan ve klasiklerin bu konudaki
dü üncelerini altüst etmekten çekinmiyorlardı.
Peki ama, dinsel inançlann e i ine konan sınırlann
hiç bir zaman gerilemeyece ini, bu inançlann kestirip
attı ı sorunlann hiç bir zaman çözülmez bir takım
ifreler olarak kalaca ını neye dayanıp ileri
sürüyorlar? Bilimin, gerek sorulan sorulara kar ılık ve
rerek, gerek onlan ba ka türlü ortaya koymak gerek
ti ini (ki, bu daha olasıdır) gösterirek, günün birinde
hâlâ karanlıklara bürülü bütün bu alanlara umul
madık bir ı ık getirmeyece ini kim söyleyebilir, daha
do rusu, kim ispatlayabilir?
Bu yönde, henüz hiç bir çaba gösteren filan yok diye
bilirler bize. Spritizma adı altında yapılan denemelerle
alay etmek kolaydır tabii. Bu yersiz ve çocukça,
yanılgı, bilimin bazı alanlann e i inde kendili inden
durmakla akıllılık etti i dü üncesini yaymaya az
yardım etmemi tir. Ama spritizma, bilimin ancak kaba
bir karikatürü oldu una göre, birinin ba ansızlı ım
öbürünün ba ansızlı ından bilmek fazla ileri gitmek
olur. Bu az çok, olumlu bilim ara tırmalannın
kar ısına (1938'de bir subayın ciddi ciddi bir sava ı ka
zandıracak dedi i u) radiesthesie'nin aptalca
saflıklannı çıkarmaya benzer.

- 141
-
Gerçekte, bilim bunca parlak dogma’lann kestirip
attı ı bütün bu sorunlara henüz hiç bir cevap vermi
de ilse de, urası apaçıktır ki, bu sorunların verilerini
iyiden iyiye de i tirme yolundadır. Tanrısal varlıkların
ve insano ull arının hayat süresiyle ilgili eski
dü ünü lerde a ır basan ey, en son savunucusunu
Bergson'da bulan u "mutlak zaman" kavramıydı. Ama
bu kavram, "mutlak zaman" m yerine modern Fizi in
görece zamanını koyan devrimin hemen ertesinde ne
oldu?
Eski bir tartı ma, yüzyıllardan bu yana, ruhçulann
(spiritulaiste) kar ısına "maddecileri" çıkanr. Bu
tartı ma, bilindi i gibi, modern ça ın, Tanrıya inanan
larla akılcıları kar ı kar ıya getiren çatı malarının
büyük bölü ünde a ır basmaktadır. Ama, ba langıç
noktasında ne vardı? "Sa duyu'nun dediklerini
biçimlendirmekten ba ka bir ey yapmayan bir madde
kavramı. Sözlükçülere göre, madde "dokunulan"
"gövdesi ve biçimi olan" her ey, ya da "boyutlu ve
çözümlenemez töz (cevher")" dür. Ruhçular, bu baya ı
kavrama dayanarak madde ile ruhu birbirinden
ayırıyorlar. Aslına bakarsanız, "dü ünen nesne" yi
"uzunlu u, geni li i ve derinli i olan" eye kar ı koyan
Descartes'dan pek de uzak de iller.
imdi ça da Fizik"ten maddeyi nasıl anladı ını
soralım. Alaca ımız kar ılık u: Maddeyi tasarlayabil
mek için dalga (onde) olan sürekli ile parçacık olan
süreksiz’i i e karı tırmak gerekir. lk bakı ta, bu
görü ü eski madde kavramına iyi kötü
ba layabilece ini sanır insan. Ama bu konuda fizik
açıkça unu diyor: 1. Artık parçacı ı, klasik görü e uya
rak, uzayda bir yeri, hızı ve yörüngesi olan küçücük bir
- 142
-
nesne diye dü enemeyiz. 2. Dalga bazı olasılıkların sa
dece çözümsel ve sembolik bir tasarımından ba ka bir
ey de ildir, ve kelimenin eski anlamında, bir fizikçi
olayı olmaktan da çıkmı tır. imdi bu apaçık bilgileri
tartmaya çalı alım. Ruhçulann maddesi ile dalga me
kani inin maddesi arasında ortak ne kalıyor? Sadece
bir takım kelimeler. Parçacık terimi yanıltıyor insanı,
çünkü uzun zamandan beri küçücük bir takım nesne
ler, ne kadar ufak olurlarsa olsunlar, yine de bir yer
kaplıyan taneler anlamına gelmekteydi. Dalga terimi
de yanıltabilir insanı, çünkü o da öteden beri dalgala
nan suyu, saçlan ve topraklan hatırlatmaya yaramak
tadır. Ama günümüzün fizik bilimi diretip duruyor:
Hayır, parçaçık, yeri belli küçücük bir nesne de il
artık; varlı ı hiç de ilse kesikli (intermittent) ve tam
olaraktanımlanamaz bir bilmemne'dir. Hayır, dalga
artık bir eyi dalgası de il, bir sembolüdür; kısacası,
bunlar iki soyutlama, iki çalı ma varsayımıdır ve bun-
lann üst üste gelmesi oldukça tutarsızdır, ama insanın
kafasını ufacık bir dan tanesi ya da dalgalanan bir
deniz dü üncesi üzerine yönetecek yerde, nicelikleme
(quantification) ve olasılık (probabilite) gibi bir takım
soyut kavramlara do ru çeker. Olasılık varsayımı ile
birle mi quantum’lar varsayımı, yani birbirine
ba lanmı iki soyutlama: te 1945'in maddesi. Madde
likten çıkmı olan bu madde kar ısında klasik
ruhçulu un sevdi i o eski ruh madde ikili i ne oluyor?
Bugün ba ka türlü ortaya konan sorunlan nasıl incele
meli? Bergson'un o ünlü "madde ve bellek" kar ıtlı ı
birçoklarınca iyi kar ılanıyor, çünkü, XIX. yüzyılın so
nunda ba vurdu u madde kavramı bize doyurucu geli
yordu (oysa, sadece, pek yabancı de ildi, o kadar).
Ama, mikrofizik'in ortaya attı ı biçimde ele alınmayan
bir sorunu incelemenin ne faydası olabilir?
- 143
-
Biliyorum, bir sorunun silinip gitmesi, ba ka sorun
ların ortaya konmasına yol açar, açacaktır da. Alacak
ları biçimi, vaktinden önce dü ünmezlik etmedi im
gibi, gerekli kılacakları çözümleri dü ünmekten de
hadi hadi çekinmem. Görecilik ya da Quanta bilmecele
rinin ortaya çıkardı ı güçlükler yenilmi görünmüyor
henüz, kabul. Ama fizikteki geli melerin, zaman, uzay,
madde, varolu , bireyleme, hatta akıl üstündeki
görü lerimizi altüst etmi olması, bilimin, herhangi bir
sorun kar ısında a priori olarak güçsüz kalmadı ım
göstermeye yetmez mi? Ortaya iyi konmayan sorunlara
kar ılık vermemekle bilim olumsuz bir i yapmıyor:
Onlan ba ka türlü ortaya koymaya zorluyor bizi.
Hayır, bilim pozitivistlerin sandı ı gibi, "evrenin ne
reden gelip nereye gitti ini" aramaktan vazgeçmemeli;
hayır, madde dedi imiz dü ünce dedi imiz eyler (ki,
bunlara ba ka ad vermemiz gerek) arasındaki ili kileri
kavramaktan vazgeçmemeli: Hayır, bilim ölümün ne
oldu unu ve dü ünce sözcü ü ile belli belirsiz dile ge
tirdi imiz eyi ne denli etkiledi ini ö rennekten
vazgeçmemeli. Sosyolojik tanıtlamaya dayanarak, bili
min unu kolayca ispatlayabilece im sanıyorum: Atom
ça ının birinci yılında, bizler bir çok sorunları daha
hâlâ mantık öncesi kafasının ele alıp çözümledi i
birçimde ortaya atıyoruz ve bu ça dı ı durum, deney
yolundan olaylarla sava cak yerde, gölgelere kar ı bir
takım olaylarla sava acak yerde, gölgelere kar ı bir
takım sözcüklerle sava maya zorluyor bizi. Olumlu bil
ginin daha imdiden gerektirdi i dü ünce devrimi çok
yaman engellerle kar ıla acaktır üphesiz: Bilim,
kendi yolu üzerinde yerle mi inanç ve felsefelerin
- 144
-
de il yalnız, bunların ruhuyla yüklü, yenilik büyük
sanat eserlerini de bulacaktır. Lucretius, tannlann -
e er varsalar - bizimle ilgilenmediklerini göstermeye
çalı ıyor. Ama bunca yüzyıllardan sonra, iirinin u ilk
dizelerindeki o a ırtıcı yakan ı kim okuyabilir
co madan:

Aeneaslar anası, yüce Venüs


nsanların da tanrıların da sevgi kayna ı...

Vergilius, cehennem korkusunu ortadan kaldırdı


diye Epikhuros'u övüyor, ama Didonu sonsuz
i kencelerini dile getiren ünlü dizelerinin sarsıcı
büyüsüne de kaptırıyor bizi:

Eninde sonunda onu yakaladı ı gibi dü manı


da
Püskürtmü , kaçırmı a açlıklara...

Voltaire: "Alçaklan ezelim!" diye haykınyor, ama •


Felsefe Sözlü ünde, "dünyalar arasını dolduran ruh
lardan birinin" kendisini nasıl bir yerlere götürdü ünü,
orada sa ile kar ıla tı ını, sa'nın kendisiyle
konu tu unu anlatıyor ve sonra unlan ekliyor: "O
zaman, sa bana ba ı ile bir i aret yaptı, içim rahata
kavu uverdi. Hayal kayboldu, vicdan azaplanm da bir
likte..."
- 145
-
Rousseau, bütün insanlar için aynı olan bir Yüce
Varlık'tan söz eder; inançsızları Hristiyanlı ı benimse
meye zorlamamalı der, ama beri yandan da, Incil'lerin
kutsallı ında yüre ine seslenen bir kanıt buldu unu
saklamaz: " sa’nın hayat ve ölümü bir Tanrının hayatı
ve ölümüdür."
Burada duralım biraz: iirin, söz sanatının, mi
marlı ın, heykelcili in, resmin, müzi in bütün
saygınlıkları geçmi ten yana a ır basmakta ve bizleri
mantık öncesi ça ın inançlarına, duyarlı ına,
dü ünü üne bin bir ba la ba lamaktadır. Buna göre,
bilim, bir takım sorunları yeni verilerle, hem de
geçmi teki gücüne yara ır bir ustalıkla ortaya koyma
ve çözümleme yolunda çetin bir sava a giri mek zorun
dadır. Ama bir sava ın çetin olaca a benzemesi, onun
ille de haksız olmasını,ba arısızlı a u ramasını gerek
tirmez. Bunca dogmaların bunca sistemlerin yok olup
gitti ine tanıklık eden ve onlann çöküntüsü üstünde
bunca yenilikler bulmu olan bilim quo non ascendam
(oraya kadar gitmiyelim) mi diyecek? Eskinin "Bilmiyo
ruz, öyleyse inanalım!" sözüne, bilim "bilmiyoruz,
öyleyse ara tıralım!" sözüyle kar ılık veriyor.
Bu düstura uymak, yani bilmedi imiz eyleri açıkça
söylemek, ama onlann geçici oldu unu göz önünde
tutup ortadan kaldırılmasına çalı mak, bo u bo una
çözümlenen sorunlan de i tirip geçerli çözümlere yol
açmak acaba sahiden yanm yamalak zavallı bir bilge
likle yetinmek, a a ı durumda oldu unu kabullanmek
midir densiniz? Tam tersine, asıl bilgeli in, durmadan
geli mek isteyen bir bilgelik oldu unu söylemektir bu.
Ülküyü sınırlandırmak de ildir, çünkü kesin bir
formülün dört duvanna kapamak isteyenlerdir asıl onu
sınırlandıranlar. Oysa, bu destüra uymak, bütün
kapılan bütün umutlan açmaktır.
- 146
-
En sabırsız ki iler öyle diyeceklerdir belki: Bütün
bu umutlar uzak umutlar, biz göçüp gittikten çok sonra
gerçekle ecek; sıkıntısını biz çekece iz, ama meyvasını
görmeyece iz." Bu, a a ı yukarı sık sık tekrarlanan u
söze benziyor: "Bir gün ölüme çare bulacaklar, ama o
zaman da biz çoktan ölmü olaca ız." Orası öyle. Ama
ne yapalım ki, gerçe i ara tıranların ortak kaderi, ken
dileri kadar, hatta daha çok, çocukları için çalı maktır.
Bundan ötürü acıkmak mı gerek onlara? Ku aklar
arasındaki bu dayanı ma, bizden sonrakilerin mutlu
lu u u runda bizleri çalı maya zorlayan bu
dayanı ma, dü lerimize varıncaya kadar her eyimizi
teksil bir kaderin dapdaracık sınırlan içine kapamak
isteyen görü lerden çok daha sarsıcı, çok daha soylu
de il mi? Teker teker her birimizi, ki isel ölümsüzlük
umutlarıyla çelmeye çalı ıyorlar. Ama insan, herkesin
eremeyece i bir mutlulu u yalnız kendisi için nasıl di-
liyebilir rahatı kaçmadan, vicdan azabı çekmeden,
aklım almaz. Bir de u var: Bir insanda bulunan en iyi
eyler kendisinin eseri midir ki, tek ba ına mutluluk
isteyebilsin, istemeye hakkı olsun? Erdemli ki inin
"benim erdemim" dedi im ey, kendinin ki isel eseri,
yalnız kendi çabasının ürünü de ildir. Bu erdemi, sade
yakınlarına, ö retmenlerine, çevresine de il, okudu u
kitaplara da borçludur. Bu ortak eser, nasıl olur da
haklı olarak, teksel mutluluklara yolaçar, pek kestirile
mez. Daha, geni , daha zengin, zaman ve uzayda daha
gür bir ya ama iste i ço u insanda güçlü bir istektir:
nsan topluluklarında, en sudan nedenlerle bile olsa,
"öbür dünya" umudu veren eye kar ı güler yüz
gösterilmesi bundandır. nsan, iki bin yıl sonra var ola
mayaca ını dü ününce neden avunamaz oluyor? O

- . 147
-
zaman da, kimi insan sonsuz ahret mutlulu u istiyor,
kimi insan da karanlıklar ülkesiyle yetiniyor. Ama be
reket versin, insan kendi hayatını ba ka yollardan da
geni letebilir. Bu yollardan biri, tarih kanalıyla "eski
ça lara uzanmak" hayal gücümüzle de, bizden
öncekilerin kaderini sanki aramızda ya ıyorlarmı gibi
payla mak, bizi onlara ba layan eyin ne oldu unu
duyup anlamaktır. Öbürü de, bizden sonrakilerin kade
rine önceden ve öngörüyle katılmak, dü üncemizi
onlarınkine katmak, onlann ileride olaca ını imdiden
biraz olmaktır. Kimbilir? Bilimin kendisi, günün birin
de, varlı ımızın bu iki yönlü geli mesinin, aslında
ölmemenin belki de en iyi yolu oldu unu anlamamıza
yardım edecektir.
NSANLIK DESTANI

Bu incelemenin ba ında öyle demi tim: Bir ülkü,


ancak co ku verebilirse, ülkü adına hak kazanır. Biti
rirken de unu soruyorum: Hangi ülkü, bu bakımdan,
derin bilim kafasını yaratan ülküyle boy ölçü ebilir;
hangi ahlâk biz insanların serüven, iir susuzlu una,
kendini bir eye adama iste ine böylesine co turucu bir
içki sunm utur; hangi din insanda, insan olma gururu
nu böylesine cömertçe yükseltebilir?
Evet, ahretlik dinler bize daha iyisini sunmakla
böbürleniyorlar. Onlara göre, Tannya benzeyen insan
yaradılı ın oda ıdır, kralıdır, insanı bekleyen parlak
kader, sonsuz bilgi ve mutlulukta Attis’e Mithra'ya, ya
da sa'ya kavu maktır.
- 149
-
Böylesi bir görü ün ho a gitmedi ini sanmak, yine
söyleyeyim, saflık olur. Bu görü büyülü bir ayna tutu
yor bize, büyülü ve ayartıcı. Ama dinbilimin o büyük
büyük laflarını ne denli pahalıya ödedi ini bilir herkes.
Dinbilim'in bu dünyada açgözlülü ü, bilgisizli i, kini
nefreti sürdürüp duran nice insanın Tannya benze
di ini kabul etmesi kolay de il her eye ra men. Onun
için, özümüzün bir ilk günahla kirlendi ini söylemek
zorunda kalmı tır. Ayrıca, insanın yüceli ini Aden'e ya
da cennete, geçmi e ya da gelece e ba layıp, onu
dünya yüzünde bozuk bir ahlâkla ba ba a bırakmaktı,
insanlar ülkesinde gerçek adaletle gerçek mutlulu un
hiç bir zaman egemen olamayaca ını, dünya ile ilgili
ne varsa hepsinin, ister istemez yok olaca ını söyleyip
bizi hayattan so utmaktadır.
Bu mutsuz sonuç kar ısında bo una yükseltiyor se
sini duygumuz. nsafsız bir mantı ı olan Kutsal Kitap
öyle diyor: Gerçek Hristiyan "bu dünyada hayatından
nefret eden kimsedir." Ermi Paulus'da "Ölmek bir
kazançtır benim için"diyor.
Bu kötümserlikten irkilen kimi hristiyanlar, daha
ilk günlerde, bir takım çıkar yollar aramı lar, burası
do ru. Örne i, skenderyeli Clementus hayatı bir yola
benzetir: Bu yol boyunca, aile, site, kabile, ulus denilen
bir takım hanlarda konuklamamız gerekir. Bunlan
kullanmak "mübah" bunlara ba lanmaksa "günah" tır.
Eski bilgelik, böylece, hayata sevgiyle ba lanmadan,
ama nefret de etmeden ya ayıp gitmeye çalı ır ve
ho görü ile kan ık bir kayıtsızlık içinde handan hana
geçmeyi denerken, beri yandan ermi Augustinus'un
büyük sesinde hayata amansız bir hüküm giydirir:
"Hayat acı bir ölendir." Kimin gücü yeter hayatın
acılannı anlatmaya ça layanlar gibi diller dökse de?
"Hayır, bu dünyada mutlulu a eremezsiniz, kimseler
de eremez."

- 150
-
sa'nın kendisi bile, bu dünyaya gelip yalnız
açılanınızla beslendi: "Sirke içti, a zı safra doldu." -Bu
dünyada sevdi imiz ne varsa hepsi "ruhun kanatlanna
yapı an birer öksedir" Tanm, sava sanatı, avukatlık,
ticaret, bu dünyayla ilgili bunca eyler "Babilonya ne
hirlerine, vahlanarak kıyılannda Sion'u andı ımız o
nehirlere benzer." -Bu hayat "hayattan çok bir ölüm," -
"Bir çe it cehennemdir."
Bu korkunç ö retinin ruhuna ba lı olan Hristiyan
dü ünürleri, insan topluluklanmn kaderini çizen
büyük i lere saldırmakla kalmıyorlar, tenin isteklerini
kötülüyor, hayatı sürdürmekle suçluyorlar onu. "Erkek
kadına el sürmemekle iyi eder", "kansı olanlar da,
yokmu gibi davranmalı." kinci defa evlenmeye
kalkı an bir kadını, ermi Jerome "kusmu unu yiyen
bir köpe e, yıkanıp temizlendikten sonra çamurlarda
debelenen bir domuza" benzetiyor. Kilise ululan
"Ço alın, üreyin" buyru unun eski oldu unu, Mesih
dünya yüzüne geldikten sonra bir anlamı kalmadı ını
ileri sürüp duruyorlar. Üstelik, diyorlar, insan soyu
kadar hayvan türlerinde de bulunan bu Tann vergisi
nin, bu üreme yetene inin ne de eri olabilir? Aynca
unu söylüyor Jerome: Bir evin anası çalı ıp
çabalamaktan yorulur; sa a sola uçan kırlangıçlar gibi,
her ey yerli yerinde mi, ortalık temiz mi, yemek hazır
mı diye evin kö e bucak dola madık yerini bırakmaz:
"Bütün bunlarda Tann dü üncesine ne kadar yer
kalır?"
Tabii, Paganlık buna kar ı çıkıp diyor ki: Artık hiç
kimse evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak istemezse,
yalnız vatanın de il, dünyanın da sonu demek olur bu.
Ermi Augustin buna, serinkanla öyle kar ılık veriy
or: "Ke ke istemese Tannnın Ülkesi daha çabuk dolar."

- 151
-
Hayata giydirilen bu amansız hükümde, karanlık
bir büyüklük var, yok demiyorum. Her eyi anlayıp
kavramayı kendine kural yapmı olan bilim, bütün bu
kollektif dü ünü lere hakkını verecek yetidedir ve bun
ları birer insan eseri olarak selamlar.
Ama felsefeler unu gösteriyor: Bir ülkü, insanı
yalnız geçmi te ve gelecekte yüceltir de, ya adı ı ça da
alçaltır ve ona dünyanın sonunu özletirse, sakat, hiç
de ilse, yanm bir ülküdür. Tarihten de unu
ö reniyoruz: Ya amak ve insanları kendine ba lamak
için, Hristiyan Kilisesi kendi öz ö retisinden sapmak
zorunda kalmı tır: XVII. yüzyılda, Jansenizme'i
kötülemi , Humanizma ile uzla mı tır; birer hristiyan
olan Cizvitlerse, kollejlerinde Yunan ve Latin
kültürüyle birlikte, Paulus ve Augustinus'un eski
ö retilerine kar ı, hayat sevgisi a ılamı lardır.
imdi, hiç bir kalem tartı masına kaymadan
insanın kendi kendine öyle sorası geliyor: Hayatı
yönetece ini ileri süren, ama hayatla kar ı kar ıya ge
lince, kendini yokumsamak zorunda kalan bir ülkü ne
i e yarar? Atom bombasının her an dünyayı yoketme
tehlikesi kar ısında hangi Hristiyan Ermi Augusti
nus'un u sözünü. tekrarlamayı göze alabilir: "Ke ke et
mese. Tanrının Ülkesi daha çabuk dolar."? Evet, dol
masına dolar, buna diyecek yok. Ama bu görünü
kar ısında, Tannya inanan kimse "Ölmek bir
kazançtır" diye sevinç çı lıklan atmaz; atsa atsa korku
çı lıklan atar ve insana yara an bir mantıksızlıkla
Insanlann Ülkesini kurtarmaya çalı ır.
Bu gurur ve umutsuzluk ülküsünün kar ısına,
bugün bilimin esinledi i ülküye koyalım.

- 152
-
nsan, dünyanın gözbebe i de il artık: Ne dünya
güne sisteminin ortasındadır, ne de bu sistem evrenin
ortasında. Uzayda, milyonlarca ı ık yılı ötelerde,
sıralanan yıldız kümeleri içinde Samanyolu ancak bir
kümedir; bu kümenin içinde, eskiden bunca güvenli
ulusun tann katma yükseltti i güne basbaya ı bir
birim, dünyamızsa önemsiz bir parçacıktır sadece.
Bununla beraber, bu parçacık üzerinde, belki iki mi
lyar sene önceden hayat görünmü , a ır evrimler yada
sert de i meler sonunda tipler, bunlar arasında da
insan tipi ortaya çıkmı tır.
Üçüncü zaman sonlannda ya da dördüncü zamanın
ba lannda, uzak atalanmız dünyanın kralı mıydılar?
Hayır. Dictionnaire de Theologie'de "ilk insan" m
tannsal bir i çi elinden çıkma "biçim, büyüklük,
güzellik, boy bos" bakımından örnek bir yaratık, bilgi
yüklü, ilk günahtan önce ölümsüz oldu u, günahtan
sonra da 930 yıl ya adı ı yazalıdır. Bilginler gülüyorlar
buna. Omurgalılarla primatlar üzerine e ilen insan
bilim, antropoidlerde, insansı tiplerde, Neanderthal
adamında, Cro-Magnon adamında, Grimaldi adamında
birer "kral"ı selamlamaz, yalnız bunlardan bazılannm,
çetin bir çaba sonunda yava yava , insan diyebile
ce imiz duruma yükseldi ini söyler. Üstünde
ya adıklan dünya nedir? Kendilerini aydınlatan güne
nedir? Bildikleri yok. Kendileri nedir? Onu da bilmiyor
lar. Ya amak, so u a, açlı a, ba ka hayvanlara kar ı
kendilerini koruma yetiyor canlanna. Yalnız tabiat ya
salarından de il, yasa dü üncesinden de habersizdir
ler. Onlar için dünya ve hayat korkunç güçlerle
sanlıdır dört bir yanından. Korku, bilgisizli in sakat

- 153
-
kızı, ku kulu çabalanın doldurmaktadır. Bununla be
raber, bu basit gerçekten insanlı ın büyük destanı
do uyor: Dü ünce yolu ile, yani deney ve akıl yoluyla,
insan kölelikten kurtulmaya ba lıyor.
Dü üncenin esinledi i ilk araç tarih-öncesine ata-
lanmızın kaderini çizdirtmeye ba lıyor. empanzenin
aracı, zamanla silik kalıyorsa da, insa.nınki gittikçe
çe itlenip inceliyor. Çünkü, gözlem ve dü ünce, daha
ba tan beri ilk bulu çulara kılavuzluk etmi tir. Bir ka
ynaktan gelen büyük bulu lar biribirini kovalıyor ve
insanın durumunu de i tiriyor: nsan topluluklan
ate i avucunun içine alıyor, hayvan gücünü insanın
yaranna kullanıyor, ekin ekiyor. Sanattan yazı
do uyor. Büyücülü ün ve dinlerin ta içinde bilimin ilk
tasladı ı beliriyor. A ır a ır biriken bu çabalardan, ta
biat yasası dü üncesi çıkıyor nihayet: Eski ça lann
korkusunu ortadan kaldırmaya ve ban içinde
dünyanın elde edilmesine yarayan silah bulunuyor.
Neler, neler pahasına elde ediliyor bu bulu lar, bu
ba anlar!
Bunlan yalnız batıda izleyecek olursak, görürüz ki,
bir ilk panltı Akdeniz dünyasını aydınlatıyor. Sonra,
Roma mparatorl unu silip süpüren bir mistisizm dal
gası bilimi gerilere itiyor. Bilim, artık yüzlerce yıl, sko
lastik ormanın derinliklerinde kaybolmu incecik bir
su sızıntısından ba ka bir ey de ildir ve dehalann
sesi, Oresme'lerin, Occam'lann sesi br türlü duyu
ramıyor kendini. Ama, Rönesansın o büyülü
havasında, bilim her zamandan daha canlı, daha
atılgan, yeniden görünüyor. Korkunun, ihtiyaçlann
boyun e dirdi i aynı insanlık, yaratmaktadır.
- 154
-
Copernic'le, Galileo'yla, Kepler'le gökkubbenin fethi
ne atılıyor. Yıldızlar çekim yasasının buyru undadır
artık ve gökler Newton’un zaferini anlatıyordur.
Bu yaman çabadan sonra bir duraklama olmayacak
mı, akıl Descartes’çı davranı la Newton'cu davranı
üzerinde takılıp kalmayaycakmı diye sorabilir insan
kendi kendine bir an. Metafizik rasyonalizm " üphe ve
tartı maya yol açan ne varsa hepsini" ortadan
kaldıraca ını ileri sürmekten çekinmiyor. Ama , bir du
raklama döneminin belirir gibi oldu u bir anda, bir
devrim oluyor ve daha önceki yüzlerce hatta binlerce
yılın meydana getirdi i eseri birden a ıveriyor. Lobate-
hevski ile reinmann, de i mez sanılan eski Euklides
geometrisinin dayandı ı ilkeleri çürütüyor. Einstein, o
günede in herkesin kabul etti i bir salt uzay, salt
uzunluk, salt zaman kavramını yıkıyor; Newton'un
sim çözülmez genel çekimi, yerini bir gerçek olan uzay
zaman e riltisine (courbure) bırakıyor; eski sonsuzluk
dü üncesi. Evreni sınırsız ama sonlu bir küre yapan
teori önünde silinip gidiyor. Nihayet, insan aklının uy
durdu u ve kendini a ırtan bir takım görü ler
kar ısında adetâ aman dileyip geri çekilmeye ba ladı ı
bir anda, quantum'lar ö retisiyle dalga mekani i bir
den çıkıveriyor ortaya. Atomun, ancak sonlu quan-
tum'lar sayesinde ı ık verdi ini ispatlayan deney, kla
sik mekani i ala a ı ediyor. Sonuç: " nsanın artık unu
görmesi gerekir ki, "akıl", de i mez, sonsuz bir ey
de il, sadece bir araç, bütün öbür araçlar gibi, deney
den aldı ı derslerle olaylar kar ısında de i en bir
araçtır; dü ünen bir varlık olan insan da, dü ünceyi,
yani kendini yeniden bu görülmedik devrime tanıklık
eden yüzyıllar, aynı zamanda, toplumbilimin insan

- 155
-
olaylarım ele aldı ına, bunlan bir takım yasalara
ba lamaya, bir mantık öncesi kafanın varlı ını ortaya
çıkarmaya da tanıtlık etmi tir. Bu kafa, Descartes'çı
kafadan apayrıdır, tıpkı bizim kafamızın ondan apayn
oldu u gibi. Bu yüzyıllar, eskiden kimsenin
varlı ından bile üphe etmedi i bir takım güçleri ihti
yaçlarımızla isteklerimizin buyru una veren
bulu ların birbirini kovaladı ını da görmü tür.
Bu ola anüstü atılı ın ça dı ı bugünkü insanla,
dördüncü zamanın insanını, bütün kaygısı çakmak
ta ını kabaca yontmaktan öteye gitmeyen bilgisiz ve
ürkek insanı ile kar ıla tıralım ve kendi kendimize
unu soralım: Bilgisiz bir varlı ı bilen, korkudan titrey
en bir varlı ı yapıcı bilen, korkudan titreyen bir varlı ı
yapıcı bir varlık haline sokan bu e siz de i menin
verdi i o parlak duygudan daha güzel, daha ozanca,
daha yaman bir ey varmıdır acaba dünyada?
Evet, lyada’da ölümlülerle tannlann çatı masına,
Eneas'tâ sava an ve kuran insanın direti ine, Tris-
tan'da yenilmez sevdanın gücüne hayranım. Hayranım,
çünkü, sanat da, bilim gibi, dü üncenin bir co kusudur,
çıkarsız bir yaratı , yükseklerde bulu ma gücüdür.
Ama hiç bir yazılı destan, çabalan ve tutkulan
yüceleyen hiç bir iir, ne zenginlik ne derinlik
bakımından, güçsüz, saf ve ürkek bir varlı ı Evren
bakımından, güçsüz fatihi yapan o koskoca, o yüce des
tanla bo ölçü emez.
I ıklar ve gölgeler. Bilim bulu lardan bulu lara
atılırken, ahlâk bu atılı a ayak uydurmuyor. Daha bil
gili olmakla daha do ru olmuyor insanlar. Kaderin kor
kunç bir cilvesi olarak, aklın en a ırtıcı ilerlemelerine

- 156
-
tanıklık eden ça , Birinci Dünya Sava ıyla dünyanın
çamurlara bulandı ını gördü. Sonra, bu korkunç
sınavın bitiminde, gözüpek bir ulus daha haklı temel
ler üzerine daha karde çe bir toplum kurmaya
çalı ırken, Para, bu yenili in korkuttu u Para Avru
pa'nın ba ına fa izm belasını sardı. Bu belanın
üstesinden gelmek için, ölüm tekniklerinde onu a mak
gerekti. Sonuç neye vardı, biliyorsunuz: Bugün insan
lar, insan soyunu yok edebilecek korkunç silahlar elle
rinde.
Ne var ki, bilim ahlâkı bilimle birlikte üstün
çıkarsa, o zaman, kimse atom gücünü insanları
öldürme i inde kullanamayacaktır artık. te, ben de,
bu denememde bunu göstermeye çalı tım asıl.
Kar ıla tı ı ortak tehlikeler önünde nihayet
birle en insanlık, bir yol kav a ında bulunuyor: Ya
eski ahlâklarla birlikte bu ahlâkların önleyip
smırlayamadı ı göz yumacak (ki, o zaman, destanın
bozgunla bitmesinden, uygarlı ın, insan soyunun ve
dünyanın yok olmasından, ilk defa olarak, gerçekten
kormak gerekir); ya da, tam tersine, bilim ahlâkı bili
min ilerlemesine yolda lık edecek, belli ilkeler üzerinde
insan kafalarının sa lam birli ini kuracak (ki, o zaman
da, ban çı amaçlara kullanılan atom gücü insanı, son
olarak, maddenin kölesi olmaktan kurtaracak, aklın
artan özgürlü ü içinde bollu a yol açacak, insan
gücüne ve üstünlü üne yaman bir co ku katacaktır.)
Bu umut üzerinde duraklıyorum artık. Bunun, bir
ham hayal de il, sonsuz bir ey oldu unu anlatabildim-
se, ne mutlu bana.

- 157
-
Güne in ı ık saça saça, nasıl olsa kendini
tüketece ine göre, insanlı ın önünde geli mek ve
yükselmek için ancak bir kaç milyar yıl kaldı ını kabul
etmeyecek miyiz? Özlemlerimize sunulan böylesine
geni bir süre, güzel bir çalı ma süresidir. Ama, bilim
uzak geçmi teki o a ır ve kararsız adımlarla da olsa,
ilerlemekten geri kalmazsa ve hele bu ilerleme
Rönesans tan buyana bizi co turan bir tempoda olursa,
bugünün insanlı ı ile, bundan yüz, bin, milyon yıl son
raki insanlık arasında ne büyük ayrılıklar olaca ını
varın kıyaslayın artık.
te, bu umut üzerinde duruyorum. Bu umudun,
ham hayal de il, sonsuz oldu unu anlatmı olmak is
terdim.
Haksızlık etmeyelim: Eski ahretlik dinlerin
kötümserli ini, bizi bu dünyada onarılmaz bir
baya ılıkla ba ba a bırakan görü ünü açıklayan, ama
haklı çıkarmadan açıklayan bir eyler var belki. Binler
ce yıldan beri insanların ya adı ını ve dü ündü ünü
göz önünde tutan tezcanlı kimseler, insanların
dü lerinin oldukça dar bir çember içinde dönüp
durmu olmasına, atılganlıklarında böylesine pısınk
kalmalarına a abilirler. Sonuçların gösteri sizli i,
bulu ların dayanıksızlı ı, umutların sessizli i
kar ısında kimi insanların: "Bo , her ey bo !" diyebil
melerine, üzerimizde bir ilk günahın silinmez lekeleri
ni farkeder gibi olmalarına akıl erdirebiliriz.
Ama bilimle birlikte bilim ahlâkı da ilerlemekten
geri kalmazsa, ne bulu lar, ne ke ifler, insanın kaderi
ni ve ülküsünü çizme yolunda ne akla hayale gelmedik
ilerlemeler olacaktır kimbilir! Ta devri insanlarından

- 158
-
iı 3 kadar uzaksak, bTzlerden bin, yüz bin defa daha
uzak olacak olan gelece in insanları için (Paul becquo-
rel'in dedi i gibi) yakın ya da uzak dünyalarla
bulu manın, ve (güne in sönmesi gibi önemsiz bir
olayın ötesinde), dü üncenin sonsuz eserini
sürdürmenin çocuk oyunca ı kadar kolay olmayaca ını
kim söyleyebilir ? Yine kim söyleyebilir ki, insan nite
li indeki tanrılara maledilen o yetkinlikler, bir gün
insanın kendisi için istiyece i yetkinlikler yanında
solda sıfır kalmıyacaktır? -
Artık duruyorum burda: Çünkü, bizleri yanm ve
so uk bir bilgelikle suçlayanlar, belki imdi de, olmay
acak dü lere, ölçüsüz isteklere kapıldı ımızı ileri
süreceklerdir. Ama ilk ara tırmalarımızın o ilk
ba arısıyla önümüzde açılan uçsuz bucaksız ufuklar
kar ısında, kalkıp da bize: " Bilim de, onun ruhu ülkü
de insanlarda inanç, sevgi, ço ku, sava ma ve kendini
verme istemi yaratamaz", demesinler. Hayır, bizleri,
durmadan kımıldayan bir gerçe in özgürce ve bir
arada pe ine salan ahlakın so uk yada hesaplı bir bil
gelikle hiç bir ilintisi yoktur. O, dü üncenin yüksek
çabalarına gittikçe artan bir ço kunlukla kendimizi
verme yeteneklerini önümüze sererek bizi yüceltir;
bizi, kendi düzenimizin ötesinde, herkesi yüceltmeye,
kaderimizi ba kalarının kaderinden hiçbir zaman
ayırmamaya ça ırarak bencillikten kurtarır. O, insaı
gücünün, bugüne kadar yarattı ı de erlerin en zengini
en sarsıcısı, en "dinsel" idir. Dü lerimizi umuda çeviri
sonsuzlu a götürür o.

159
i

i
- -
\/
V ictor Hugo öyle yazıyor: "Bilimsonsuz devinim
arar. Onu bulmu tur da: Bilimdevinimin ta kendisi
dir. Bilimgetirdi i iyiliklerden yana durmadan de i
me halindedir. Onda her eydevinir, de i ir, kabukde
i tirir. Her ey her eyi yalanlar, her ey her eyi yı
kar, her ey her eyi yaratır, her ey her eyin yerini
alır. Dün do rudiye benimsenen ey, bugünyeniden
gözden geçirilir. O yüce bilimmakinası durmak, din
lenmek nedir bilmez; hiçbir zaman doymaz; en iyiye
olan susuzlu utükenmez. 'Mutlak'a gelince; yabancı
dırona. A ı, yıldırımsavargibi bulu larçoksugötürür
hâlâ. Jenneryanılmı , Franklinaldanmı olabilir; onun
içinara tıralım, daha da ara tıralım. Buyerindedura-
mayı güzel bir eydir. Biliminsanın dört biryanında
tedirginlikiçindedir... Bilimahlâki için, ahlâksal ba
kımdankaderimizbirtakımgerçeklereermekde il, ye
ni yeni bulu lara atılmaktadır. Dü üne^ ancakileriye
yöneldi i ölçüdekendi adınahakkazanır, insanbir e
yesahipolmanınverdi i o burjuvagüvenli indenvaz
geçip, bütüntehpkeleri ilebirlikteaklıno büyükserü
venini kabul etti i ölçüde insandır."
I1

YORUM YAYINLARI

You might also like