You are on page 1of 15

Sovyet Arkeolojisinin Mirası Üzerine

Denemeler 1
Sovyet Arkeolojisin İkili Mirası
90’ların ortalarında genç bir arkeoloji öğrencisiyken en çok
ilgimi çeken konulardan biri artık tarihe mal olmuş Sovyetler
Birliği’nde arkeolojik çalışmaların eksileri ve artılarıyla dünya
arkeolojisine katkılarıydı. Ne yazık ki hocalarımız bu konu
açıldığı zaman standart ve kestirme bazı cümlelerle meseleyi
geçiştirirlerdi.
 Yazar : Ulaş Töre Sivrioğlu
 Tarih : 2020-05-11 11:09:58
Resim 1: Okladnikov, “Taş balıklar” başlıklı yazısında sözü geçen balık şekilli taş buluntu grubu. Ölçü yok.( каменные
рыбы), 1937,tablo1.

“Sovyet arkeolojisini öğrenip de ne yapacaksınız”, “Sovyetler Birliği’nde arkeoloji bilimin değil


ideolojinin hizmetindeydi, biz oradaki çalışmaları bilimsel kabul etmiyoruz” vb. Bu türden cümlelerle
karşılaşmamızın sebebi öğretim görevlilerinin Sovyet arkeolojisi hakkında bilgi sahibi olmamaları değildi.
Tam aksine bu cümleleri duyduğum anlarda bile kitap raflarında Piotrovski veya Melekeşvili’nin kalın
ciltleri bana bakıyor olurdu. Ancak ne derslerde onlardan söz edilir ne de çalışmaları hakkında bir bilgi
verilirdi.

Tuhaf biçimde Sovyet arkeolojisine karşı bu ilgisizlik zamanımızda da devam ediyor gibi… Hem de sadece
Türkiye’de değil, evrensel anlamda. Örneğin Colin Renfrew ve Paul Bahn tarafından kaleme alınan
arkeolojinin tarihsel gelişimi ve ekollerinin evrimi hakkında oldukça güzel bir derleme olan Arkeoloj,
Kuramlar, Yöntemler ve Uygulama adlı ansiklopedik eserde Sovyet arkeolojisi hakkında tek bir cümleye
bile rastlayamıyoruz. Sadece “çekirdek uygarlık bölgeleri” hakkında değil Yeni Zelanda, Avustralya gibi
coğrafyalardaki arkeolojik miras ve arkeolojik çalışmaların tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi alabildiğimiz bu
eserde –Marksist arkeoloji başlıklı bölüm de dahil olmak üzere- hiçbir Sovyet arkeoloğunun adının
anılmaması[1] öğrenciyken yaşadığımız durumun bir tezahürü müdür bilemiyorum. Yazarların bu
çalışmanın İngiltere’de ilk kez yayınlandığı 1991 yılında kısmen kapalı bir kutu olan Sovyet dünyasındaki
arkeolojik miras hakkında güncel bilgilere sahip olmadıkları düşünülebilir. Ancak 2016 yılına kadar birkaç
edisyonu yapıldığı ve o zamandan günümüze çok sayıda Rusça kaynağın İngilizceye de çevrildiği
düşünüldüğünde bu durum daha da ilginç bir hal almaktadır. Gerçi, geçmişte de Sovyet arkeolojisinin belli
başlı klasikleri İngilizceye düzenli biçimde aktarıldığından Batılı arkeologların bunlardan habersiz
olabileceği iyi niyetli iddiamıza kendi kendimizi bile inandırmamız zor. O halde geriye tek bir mantıklı
seçenek kalıyor ki o da Sovyet arkeolojisinin mirasının halen yeterli ilgiyi görmediğidir.
Bu “yok sayma” halini açıklayabilmek hayli zordur. Sovyet arkeolojisinin –her ne kadar bunlar 1953
sonrasında giderek azalmışsa da- “ideolojik” kalıplar ve önyargılarla dolu olduğu doğrudur. Birçok Sovyet
bilim insanının bir şekilde resmî ideolojiye bağlı jargon kullanmak zorunda kaldığı veya bulgulardan
sonuçlara varmak yerine önceden belirlenmiş hedefleri “kanıtlayacak” bulguları aramaya zorlandığı da
doğrudur. Sovyet bilim insanlarının yapıtlarının çoğu meslekten arkeolog veya tarihçi olmayan parti
komiserleri tarafından denetlendiğini, kimi zaman sansürlendiğini veya yönlendirildiğini de biliyoruz.
Temel eğitimlerini Çarlık devrinde almış çok sayıda tarihçi ve arkeoloğun Ekim Devrimi sonrasındaki yeni
çalışmalarında bir anda ortaya çıkan ve sonradan iliştirildiği çok belli olan “sınıf mücadelesi”, “köleci
toplum”, “üretim biçimi” gibi “Marksist” şemaların ortaya çıkışı elbette bu müdahalelerin sonucudur. Hatta
Sovyet devleti birçok tarihçi ve arkeoloğu siyasal nedenlerle veya resmi tarih-arkeolojiye muhalif oldukları
gerekçesiyle hapsetmiş, yayınlarını toplattırmış uzun yıllar boyunca bu kişileri sakıncalı insanlar listesine
dâhil etmiştir.

Öte yandan tüm bu sayılanlar Sovyet arkeolojisinin başarılarını örtmeye yeterli midir? Arkeoloji tarihinde
ilk kez piramitler, saraylar, kral mezarları yerine sıradan halkın, köylülerin, kölelerin, göçebelerin yaşadığı
alanlarının kazılmaya başlanması Sovyet arkeologların getirdiği bir yenilikti. Sovyet arkeolojisine göre
toplumların sosyal dokularının anlaşılmaya çalışılması, A. N. Bernştam’ın (1910-1956) deyimiyle “kaleden
(akropol) inerek şehristanı (kenti) ve rabat’ı (dış mahalleri) da kazmak” yerleşimin sosyal tabakalaşmasına
da göz atmak gerekiyordu.[2] Arkeolojinin “hazine avından” insanlığın geçmiş sosyal dokusunu anlamaya
çalışan bir disiplin haline gelmesinde bu bakış açısının önemli bir katkısı olmuştu. Sovyetler Birliği,
sıradan halkın arkeolojik eserlere sahip çıkması ve tarihte ilk kez bir ulusun topyekun olarak arkeolojik
faaliyetlere destek olmasının sağlanması için de olumlu adımlar atmıştı. Sovyet arkeolojisinin kuruluş
yıllarında Marksizm’in basitleştirilmiş formüllerine dayalı ideolojik kalıplarla hareket ettiği doğru olmakla
birlikte, bu formülasyonun çağımızın bilimsel kuramlarını değil Çarlık Rusya’sının çok daha arkaik
muhtevadaki Aryan yayılımı teorilerini, ırkçılığa dönüşme eğiliminde olan Pan-Slavist arkeoloji ekolünü
tahtından ettiği unutulmamalıdır. Bugünden bakıldığında doğuş aşamasındaki Sovyet arkeoloji kuramları
kulağa spekülatif ve romantik gelebilir; ama kendi çağında Sovyet arkeolojisi, uygarlığın doğuşunu beyaz
ırktan Aryanlara dayandıran ve dünyanın geri kalan halklarının tarihini yok sayan Hint-Avrupacı
arkeolojiye karşı “tüm halkların şanlı bir geçmişi vardır” sloganı ile hümanist bir kapının aralanmasını da
sağladığı dikkate alınmalıdır. 1920’lere kadar Avrasya’da keşfedilen bütün yerleşim alanlarını ve
kurganları peşinen Aryanlara ait kabul eden Çarlık arkeoloji ekolleri, yerini böylece daha geniş bir bakış
açısına bırakmaktaydı.
Bugün sıradan bir olgu olarak gördüğümüz arkeolojide disiplinler arası çalışmaları teşvik etme konusunda
da Sovyet arkeolojisi öncü bir rol oynamıştı. Sovyetler Birliği, kazı ve kurtarma projelerinde kimyevi
tekniklerin, elektrolizin uygulandığı ilk ülkelerden biriydi. Ören bölgelerinin havadan fotoğraflanmasında
da Sovyet arkeolojisi öncü rol oynamıştı.[3] Devrimin ilk yıllarında “feodalizmi”, “Çarlığı”, “dinsel
gericiliği” “burjuva yaşam biçimine dayalı geçmişi” yansıttığı gerekçesiyle çok sayıda tarihi eserin tahrip
edildiği doğru olmakla birlikte[4]; Sovyet iktidarının bu acemiliği, bir süre sonra üzerinden attığı ve
insanlığın birikimini kendi mirası olarak sahiplendiği de doğrudur. Nitekim Almanların 22 Haziran 1941’de
saldırıya geçmesi ile Leningrad’da halkın tahliyesinden önce Hermitage Müzesi’ndeki 1 milyon civarı
arkeolojik buluntu ve sanat eserinin Ural bölgesine kaçırılışının öyküsü iyi bilinmektedir. Haftalar boyunca
süren tren sevkiyatları sırasında istasyonlarda biriken halkın, kendilerini değil de tarihi eser dolu vagonların
götürülmesi karşısındaki karmaşık duygu halini ünlü yazar İlya Ehrenburg Anılar adlı kitabında canlı
biçimde anlatmıştır. Halktan önce tarihi ve arkeolojik eserleri güvence altına alışı Sovyet siyasetinin tarihi
ve arkeolojik mirasa bakış açısını özetleyen bir tutumdu. 900 gün süren Leningrad kuşatması sırasında
yaşanan açlığa ve hava bombardımanlarında müzenin bir kısmının yıkılmasına rağmen gönüllü müze
personeli taşınamayan eserleri korumaya devam etmişti. Daha da önemlisi 1 milyon kayıtlı eserin Urallara
taşınıp geri getirilmesi esnasında savaş şartlarına rağmen envantere kayıtlı tek bir eserin bile kaybolmamış
oluşuydu.[5]
Gerek coğrafi genişliği –yeryüzünün en geniş yüz ölçümüne sahip devleti oluşu- gerekse siyasal sisteminin
kendine has yapısı nedeniyle devletin tüm arkeolojik faaliyetlerin cömert destekçisi olması sayesinde
Sovyetler Birliği dünya üzerinde aynı anda en çok kazının ve arkeolojik yayının yapıldığı ülkeydi.
Arkeoloji temalı yayınların çokluğu ve müzelerin zenginliği Sovyet rejimi için bir tür prestij meselesiydi.
Sovyet arkeoloji çalışmaları devrimin ve iç savaşın ağır koşullarına rağmen 1918 yılından itibaren başlamış
durumdaydı. 1918-1940 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde arkeoloji dergilerinde toplamda 8041 makale
yayınlanmıştı.[6] 20 milyon Sovyet yurttaşının ölümüne yol açan II. Dünya Savaşı dönemindeki kesintiye
rağmen 1940-1957 (aslında 1945-1957) yılları arasında yayınlanan arkeoloji temalı makale sayısı ise
8765’ti.[7] Tarihsel trajedilerin sona ermesiyle Sovyet arkeolojisi kendi altın çağlarına 1960’lardan sonra
girmişti. 1963-1967 yılları arasındaki dört yıllık periyotta bilimsel yayınlarda 10.539 arkeoloji makalesi
yayınlanmıştı.[8] Bu, önceki yıllarda yılda ortalama 725 arkeoloji makalesi yayınlanan ülkede artık yılda
2625 makale yayınlandığı anlamına gelmekteydi. Ki bu sayılar giderek artacaktı. 1968-1972 yılları arasında
toplamda 14.812 (yıllık ortalama 3703) makale yayınlanmaktaydı.[9] Bu sayı 1980’li yıllarda artık yılda
ortalama 5500-6000 seviyesine yükselmişti.[10]

Kaynak: советская археологическая литература библиография, 1918-1990.

Bu sayılarla aynı senelerde Almanya, Avusturya, İngiltere, Fransa gibi köklü arkeoloji geleneğine sahip
ülkelerde yayınlanan yazıların sayısı –elbette ki Sovyetler Birliği’nin coğrafya olarak özel durumu da
hesaba katılarak- dikkate alınarak bir mukayese yoluna gidilebilir. Bu yayınların nitelik düzeyi de ayrıca
tartışılabilir. Öte yandan bu ölçüde yayın yapılması arkeolojiye verilen önemi de yansıtmaktadır.

Sovyet arkeologları ülkenin coğrafi genişliği ve konumu sayesinde çok çeşitli kültürel ve zamansal alanlar
üzerine çalışma yapma şansına sahiptiler. Herhangi bir Sovyet arkeologu isterse “proto Slavlar” ve oldukça
zengin olan Doğu Avrupa Neolitik kültürleri üzerine uzmanlaşabilirdi. Ya da Kafkasya’da Urartuları,
Karadeniz kıyılarındaki Yunan kolonilerini veya Bizans etkisini, Hazarları, Sibirya’da göçebe kurganları,
Türkmenistan’da Parthları, Özbekistan’da Kuşanları çalışabileceği gibi… Sovyet arkeologları Batılı
meslektaşları kadar yurt dışında çalışma tecrübesine sahip değillerdi. Ancak az sayıda da olsa Sovyet
arkeologu Afganistan, Irak gibi bazı müttefik ülkelerde çalışma şansı da bulmuştu. Sonuç olarak kendi
ülkelerinin coğrafi genişliğinden doğan avantajlarına sınırlı da olsa yurt dışı tecrübelerini de
eklemekteydiler. Dünya arkeolojisinin Soğuk Savaş boyunca bu çalışmalardan, Sovyet arkeolojisinin
ağırlıklı olarak Rusça yayın yapması, uluslararası konferanslara katılma konusundaki isteksizliği, siyasal
gerilimler vb nedenlerle büyük ölçüde habersiz olması anlaşılabilir bir durumdu. Ancak aynı ilgisizliğin
“habersizliğin” şartların tamamen değiştiği günümüz koşullarında da devam etmesini açıklamak zordur.
Hele ki Türkiye’de İtil/Volga, Ural, Sibirya, Kırım, Hazar, Kazakistan ve Orta Asya gibi Türk kültürünün
gelişimi için kritik alanların Paleolitik çağlardan ortaçağ arkeolojisine kadar uzanan bir dönemi üzerine
yazılmış on binlerce makaleden –çok az sayıdaki istisnalar haricinde- habersiz olunmasını anlamak daha da
zordur. Bütün mesaisini Orta Asya arkeolojisine ayırmış Galina Anatolevna Pugachenkova (1915-2007),
Viktor Sarianidi (1929-2013) gibi arkeologlar Türkiye’de hemen hiç tanınmamaktadır. Serbest şekilde
ilerleyecek bu yazı dizimizde de biz Sovyet arkeolojisinin belli başlı isimlerini tanıtmaya çalışacağız.
Elbette yukarıda bahsi geçtiği üzere senede 7000 küsur makale, kazı raporu vb yayını yapılmış bir ülkenin
arkeolojik mirasını bütün olarak yansıtabilme iddiasında değiliz ama çabamız bir başlangıç olarak
görülebilir.

Türkiye’de Sovyet Arkeolojisine Bakış Açısı veya


Okladnikov ile Abdülkadir İnan’ın Unutulmuş “Taş Balıkları”
Sovyet arkeolojisinin katkılarının yok sayılması meselesini incelemeden önce bu yok saymanın Türkiye’de
Soğuk Savaş adı verilen dönemde başladığını söyleyebiliriz. Türkiye’de arkeolojinin ve Orta Asya
araştırmalarına duyulan ilginin en az Sovyetler Birliği’nde olduğu kadar devlet tarafından önemsendiği
Atatürk döneminde Türkiye’de Sovyet bilimlerine –en azından Orta Asya medeniyetini ilgilendiren
boyutuyla- büyük bir ilgi duyulmaktaydı. Tanınmış Türkistan tarihi uzmanı Vasili V. Barthold (1869-1930)
Türkiye’de konferanslar verebilmekteydi.[1] Türk Dil Kurultaylarında arkeolog/dil bilimci Nikolay Marr’ın
(1865-1934) teorileri tartışılmakta ve ders kitaplarına girmekteydi. [2] Dahası Türk Tarih Kurumu Sovyet
arkeolojisindeki gelişmelerin takip edilebilmesi adına bir dizi Rusça arkeolojik çalışmanın çevrilmesini
planlamıştı. Planlanan çeviri listesinin tamamı Uluğ İğdemir’in kaleme aldığı Cumhuriyetin 50. Yılında
Türk Tarih Kurumu adlı çalışmada diğer başka kitaplarla birlikte yer almaktadır. [3] Her okurun bu kaynağa
doğrudan erişebilme imkânı olmadığını düşünerek bu listede yer alan ve bizim konumuzu ilgilendiren
kitapları aşağıdaki tabloda veriyorum. (Bkz. Ek 1)
Listedeki eserlerin Sovyet arkeolojisinin gerçekten de “kült isimlerine” (Okladnikov, Gryaznov, Tolstov,
Rudenko gibi) ait olmaları bu seçimin gayet bilinçli yapıldığını göstermekteydi. A. N. Bernştam’ın “Türgeş
Sikkeleri” (1940) başlıklı, belki de Türkçeye çevrilmiş olan tek makalesi listedeydi. M. Gryaznov’un
“Bronz Devrinde Kazakistan Ocağı” (1930), A.P. Okladnikov’un “Taş Balıkları” (1936), (Resim
1) “Buret’te Paleolitik Meskenler” (1941), gibi tanınmış yazıları, S.I. Rudenko’nun “Güney Altay
Paeloantropolojisine Dair” (1930) başlıklı çalışması, S.P. Tolstov’un “Harezm Ekspendisyonu” (1958) gibi
bu gün artık klasikleşmiş yazılar da listedeydi. 2010 yılında Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde araştırma
yaparken bu listedeki çalışmaları görmek istedim. Bazılarının dosyası boş çıktı. Çoğu aşırı biçimde
yıpranmış durumdaydı. Türkçe çevirileri yapıldığı halde neden hiç birinin yayınlanmadığını doğrusu merak
etmiştim. Serinin bir bütün olarak yayınlanmamış olmalarının bir anlamı var mıydı? Bu konu hakkında soru
sorduğum kurum yetkilileri neden bu çevirilerin 60 (şimdi 70) yıl boyunca yayınlanmak yerine tozlu
raflarda bekleyip durdukları konusunda bir bilgiye sahip olmadıklarını söylediler.
Gerçek bilgiye ulaşılmadığı zaman ise insan ister istemez kendi “hayal gücüne” başvuruyor. Çevirilerin biri
(A. Terenojkin’in Harezm’de Arkeoloji Araştırmaları, 1940) eski Azerbaycan Devlet Başkanı Mehmed
Emin Resulzade tarafından yapılmış, geri kalanlarını ise Başkurt kökenli etnograf Abdülkadir İnan (1889-
1976) tercüme etmişti. Abdülkadir İnan, 1944’te “Irkçılık Turancılık” davasında yargılanan aydınlarla
yakın temas halinde olan bir isim olduğundan, Tek Parti döneminin sonlarında gözden düşmüştü. Demokrat
Parti’nin iktidara gelişiyle de kendisine dönük baskılar artmış, 1955’te emeklilik hakları elinden alınarak
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki öğretim görevliliğine son verilmişti. Bütün bu serencam acaba A.
İnan’ın çevirilerinin yayınlanması konusundaki isteksizliği açıklayabilir mi bilemiyorum. Öte yandan
Abdülkadir İnan’ın çok sayıda eserinin Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlandığını hatırlarsak bu
açıklamada net bir cevap gibi görünmüyor. Belki de çevrilen metinlerin arasına “iliştirilmiş” ideolojik
vurgular da bu duruma yol açmış olabilir. Örneğin tercüme edildiği halde bir türlü yayınlanmayan A.P.
Okladnikov’un “Taş Balıklar” (каменные рыбы) yazısında, yazar Doğu Sibirya’nın Neolitik kültürlerini
incelerken konuyu bir şekilde ilkel komünist üretim ve anaerkil (matriarkal) aile yapısına getirmekteydi.
[4] Bu çevirilerin A. İnan’a bir tepkiden mi yoksa genel olarak Sovyet arkeolojisine karşı duyulan
mesafeden mi yayınlanmadıklarını bilemiyoruz. Ama bazıları daktilo edilmiş bazılarıysa el yazısı olarak
kalmış bu kadar zengin ve faydalı metnin 70 küsur yıldır Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde unutulmuş
durumda kalışı ve on yıllar boyunca birçok neslin onlardan yararlanamamış olmasını düşünmenin insanı
üzüntüye boğduğunu söylemeliyim.
Resim 1: Okladnikov, “Taş balıklar” başlıklı yazısında sözü geçen balık şekilli taş buluntu grubu. Ölçü
yok.( каменные рыбы), 1937,tablo1.

(devam edecek)

Kaynaklar
Aydemir, Ş.S., Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004.

Barthold,V. Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Hazırlayanlar, Kâzım Yaşar Kopraman- İsmâil Aka
TTK, Ankara 2006.
Gorshenina S. ve C. Rapin, Kabil’den Semerkand’a Arkeologlar Orta Asya’da, Çeviren: Saadet Özen,
YKY, İstanbul,2006.
Günaltay,Ş. Liseler İçin Tarih I, Maarif Basımevi, Ankara,1939.
İğdemir U. Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, TTK Yayınları 1973.
Окладников, A. п., “каменные рыбы”, Советская археология No1, Издательство академии наук
CCCP, Москва,247-245.

Renfrew C. ve Paul Bahn, Arkeoloji, Kuramlar Yöntemler ve Uygulama, çeviren: Gürkan Ergin, Homer
Kitabevi, İstanbul,2017.
советская археологическая литература библиография, 1918-1940, Академия Наук СССР, Составили
Н. А. Вин б е р г, Т. Н. За Ане пр о в с к а я, Р. Ш. Л е вин а и А. А. Люб им о в а, И З ДАТ Е Л Ь С Т
В О «НА У К А» Москва-Ленинград, 1965.

советская археологическая литература библиография, 1940-1957, Академия Наук СССР,


СОСТАВИЛИ, Н. А. Винберг, Т. Н. Заанепровская И А. А. Любимова, И З Дат Е Л Ь С Т В О «На У
К А» Москва-ЛЕНИНГРАД, 1959.

советская археологическая литература библиография, 1963-1967, АКАДЕМИЯ НАУК СССР,


СОСТАВИЛИ, Т. Н. Заднепровская, Р. Ш. Левина, А.А. Любимова, Л. М. В С Е В И О В И , А. Г.
Рыт О В, , И З Дате Л Ь С Тв О "На У К А" Ленинградское Отделение Ленинград , 1975.

советская археологическая литература библиография, 1963-1967, Академия Наук СССР, Составили,


Т. Н. Заднепровская, Р. Ш. Левина, Л. М. В с е в и о в и , Ленинград «На "У К А» Ленинградс1юе
Отделение 1980.

Российская академия НАУК, советская археологическая литература Библиографический указатель ,


1982-1984, Составили, Р. Ш. Левина, Л. М. В с е в и о в и, Санкт-Петербург, 1997.
Sovyet Arkeolojisinin Mirası Üzerine
Denemeler 2
Tilla Tepe Hazinesinin Öyküsü
“TARİH MUHAFIZLARI”, “TARİH YOK EDİCİLERİNE”
KARŞI
1992’de Dr. Necibullah rejimi devrildiğinde Kabil’e giren
mücahit gruplar tahminlerin çok ötesinde bir yağma hareketine
giriştiler. Başkentin bütün müzeleri bu yağmadan payını aldı.
Çatışmalarla duvarları delik deşik olan Kâbil Ulusal Müzesi bu
yağmalanmanın sonucunda neredeyse bomboş hâle gelmişti.
Müzeden 40.000 sikke ve on binlerce eser çalınmış ve bunlar
Peşaver pazarlarında koleksiyonculara satılmıştı. Kabil Müzesi
Direktörü olan Necibullah Popol, taşınılabilir her şeyin
çalındığını, taşınamayanların da tahrip edildiğini
aktarmaktaydı.
 Yazar : Ulaş Töre Sivrioğlu
 Tarih : 2020-06-27 02:27:12

Tilla Tepe Mezar III’te ele geçen “Eroslar”. Altın üzerine sedef ve türkuaz kakma. 1 5/8 x 1 7/8 inch. MS 1. yüzyıl, Kabil
Ulusal Müzesi.
İlkyazımızda Sovyet arkeologlarının yurt dışında da bazı kazı projeleri yürüttüğünden söz etmiştik. Bu
ülkelerden biri de Afganistan’dı. Afganistan denilince genellikle Sovyetlerin bu ülkede mücahit gruplarla
1979-1989 arasında yaptıkları savaş akla gelir. Ancak hikâye bu kadar basit değildi. Afganistan, aynı
zamanda çok sayıda Sovyet mühendisi, doktoru, ziraat teknikeri vb. haricinde arkeologların da görev
yaptığı ve Afgan meslektaşlarıyla birlikte ortak kazı projeleri yürüttükleri bir ülkeydi. Sovyet arkeologları
ülkeye gelen ilk yabancı arkeolog grubu değildi. Afganistan’da 1920’lerden beri Fransız arkeologlar yoğun
biçimde çalışmaktaydılar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da Amerikalı, Japon, İtalyan arkeologlar da çok
sayıda kazı projesi yürütmüşlerdi. Ancak bu ekipler, Afganistan arkeolojisine bütünlüklü bir bakış açısıyla
yaklaşmak yerine her biri ülkenin belirli bir dönemine odaklanmış durumdaydılar. Örneğin Amerikalılar
Afganistan’ın prehistoryasıyla, Fransızlar daha ziyade Büyük İskender’in seferlerinin izleri ve
Afganistan’daki Hellenlerle, Japonlar Buddhist dönem eserleriyle, İtalyanlar ise Gazneliler ve İslamî
dönemlerle ilgilenmekteydiler.[1] Başka bir deyişle Sovyet arkeologlarının Afganistan’a geldikleri
1970’lilerin ortalarında ülkenin belli başlı kültür alanları “paylaşılmış” durumdaydı. Sovyet arkeologları da
biraz da bu koşulların sonucu iyi bildikleri bir medeniyet olan Kuşanlar (MS 30-350) ve onlarla çağdaş
olan Orta Asyalı göçebelerin izleriyle ilgilenmeye başladılar. Kısa bir süre sonra bunun çok yerinde bir
karar olduğu ortaya çıkacaktı.
Sovyet arkeoloji heyetinde görev alanlardan biri Viktor Sarianidi’ydi (1929-2013). Karadeniz Rum’u bir
ailenin oğlu olan Sarianidi, (Yunanca soyadıyla Σαρηγιαννίδης) 1929 yılında Taşkent’de doğmuştu (bu
dönemde Taşkent’te Yunan dilli on bin nüfusluk büyük bir topluluk yaşamaktaydı). Sarianidi, Taşkent ve
Moskova’da arkeoloji eğitimi aldı. Doktora tezi konusu Afganistan’da Bronz ve Demir Çağı uygarlığı
üzerineydi. Türkmenistan’da Parthlar üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Mihail E. Masson’un (1897-
1986) öğrencisi olan Sarianidi, 1976’da Türkmenistan’ın Karakum Çölü’nde günümüzde Bactria-
Margiana Archaeological Complex (BMAC) olarak bilinen Bronz Çağı kültürünün keşfedilmesinde önemli
rol oynamıştı.[2] Ancak asıl başarısı 1977’de Tilla Tepe (Farsça Tilla, Batı dillerinde Tillya, Türkmence
Altın Tepe olarak da bilinir) mezarlık alanının keşfiydi. Afganistan ile Sovyet Özbekistan’ı ve Tacikistan’ı
sınırının kesişim noktasındaki Guzgan Vilayetinde bulunan Tilla Tepe’nin nekropolünde, 1978/1979 kazı
sezonunda her birinin yanına ölü hediyesi olarak, binlerce parça altın eşyanın bırakıldığı beş kadın ve bir
erkek cesedi ortaya çıkarılmıştı.[3] Altın ve mücevherlerden imal edilmiş küpe, toka, yüzük, bilezik, masif
gerdanlık, kılıç/hançer kabzası, taç vb. buluntuların toplam sayısı 20.000’in üzerindeydi. Mezarlarda
bulunan sikkeler sayesinde gömülerin yaklaşık tarihlendirmesi yapılabilmişti. Sikkelerin yarısı MÖ 1.
yüzyıla diğer yarısı ise MS 1. yüzyıla aitti.[4] Bu da mezarları, tarihsel olarak Yunan-Baktria Krallığının
çöküşünün (MÖ 130) ardından Baktria’ya göçebe kavimlerin hâkim olması ile Kuşan Krallığının bölgeye
hâkim olduğu MS 30 sonrasına uzanan bir periyoda yerleştirmekteydi.
Tilla Tepe, günümüzde İpek Yolu adı verilen son derece önemli ticaret güzergâhı üzerine bulunan bir
noktadaydı. Bu nedenle mezarların bu ölçüde zengin buluntular içermesi de doğaldı. Zaten buluntu grubu
içinde yer alan İmparator Tiberius’a (MS 14-37) ait bir sikke, Çin yapımı gümüş bir ayna, üzerinde
Yunanca bir yazı olan altın yüzük ve Buddhist simgelerin yer aldığı Hindistan kaynaklı altın sikkeler Tilla
Tepe’nin nasıl geniş bir ticaret ağının ortasında bulunduğunu da göstermekteydi. Buluntuların zenginliği
sebebiyle mezarlıkların hangi kültüre ait olduğu konusu bugüne kadar netlik kazanmamıştır. Figürinler
içinde “hayvan üslubu” denilen tarzda çok sayıda esere rastlanması, Sarianidi ve ekibine bu mezarların
göçebe İskitlere (Saka) veya Kuşanlara ait olduğunu düşündürtmüştü. Mezarlardaki gömü biçimleri de
Altay Dağları’ndaki gömüleri andırmaktaydı.[5] Öte yandan buluntular kültürel arası bir sentezi de
yansıtmaktaydı. Çin ejderhalarına benzeyen figürlerin arasında Uzak Doğu giyimli ve çekik gözlü
figürlerlerle, Akdeniz Hellen dünyasından tanıdığımız, yunusun üzerindeki “Eros” figürü bir aradaydı.
Yine hayvan üslubuna yansıtan figürlerin yanı sıra; Hellen tazı bir zırh ve Parth/Bactria stili bir miğfer
taşıyan “Ares” ve Sarianidi’nin “Kuşan/Baktria Afrodit’i” olarak isimlendirmeyi tercih ettiği kanatlı yarı
çıplak tanrıça gibi figürinler de Akdeniz etkisini yansıtmaktaydı.[6]
Baktria veya Kuşan Afrodit’i olarak tanınan altın figürin. Yükseklik 5 cm genişlik 2,5 cm. Eserde Hellenistik
üslup göze çarpmaktadır;ancak kadının alnında Hindu kadınların kullandığı dövme görülmektedir. Tilla
Tepe, Mezar II, MS 1. yüzyıl. Kabil Ulusal Müzesi.
Tilla Tepe Hazinesi olarak bilinen bu koleksiyon, 1979’da Kabil Ulusal Müzesi’ne taşınmıştı.
Afganistan’da geçmişte kazılar yürüten Fransız arkeoloji heyetlerinin Afgan yetkililerle yaptıkları anlaşma
gereği “bulunan eserlerin yarsını dışarı çıkarma yetkisine” sahip olduğu ve bulunan tüm eserlerin yarısının
Paris’teki Guimet Müzesi’ne taşındığı hatırlandığında[7] bu olay Afganistan için çok önemli bir
gelişmeydi. Öte yandan Tilla Tepe Hazinesi’nin macerası asıl şimdi başlıyordu. Bilindiği üzere 1979 Aralık
ayının son günlerinde Sovyetler Birliği, Afganistan’daki mevcut hükümeti desteklemek için askeri
müdahalede bulundu bu nedenle oldukça başarılı başlayan kazı sezonları sona ermiş oldu. 10 yıl süren
savaş sonunda 1989’da Sovyet askerleri geri çekildiler. Sovyet askerlerinin çekilmesiyle Afganistan’da Dr.
Necibullah rejiminin çökeceği ve ülkede büyük bir yağma hareketinin başlayacağı tahmin edilmekteydi.
Tam bu esnada çeşitli basın kuruluşlarında Sovyet ordusunun çekilirken Afganistan’daki tarihi eserleri
yanında götürdüğü iddiaları baş gösterdi. Gazetelerde “Tilla Tepe hazinesinin de kasalara doldurularak
Moskova’ya kaçırıldığı” yazılmaktaydı.[8]

Tilla Tepe Mezar I’den elde edilmiş altın takılar. Takılar döküm tekniğiyle imal edilmemiştir ve el yapımıdır.
Bütün figürlerin ifadesi farklıdır. 4,1 x 2,9 cm. MS. 1. yüzyılın ikinci yarısı. Kabil Ulusal Müzesi.
1992’de Dr. Necibullah rejimi devrildiğinde Kabil’e giren mücahit gruplar tahminlerin çok ötesinde bir
yağma hareketine giriştiler. Başkentin bütün müzeleri bu yağmadan payını aldı. Çatışmalarla duvarları
delik deşik olan Kâbil Ulusal Müzesi bu yağmalanmanın sonucunda neredeyse bomboş hâle gelmişti.
Müzeden 40.000 sikke ve on binlerce eser çalınmış ve bunlar Peşaver pazarlarında koleksiyonculara
satılmıştı. Kabil Müzesi Direktörü olan Necibullah Popol, taşınılabilir her şeyin çalındığını,
taşınamayanların da tahrip edildiğini aktarmaktaydı. Dönemin Afganistan Kültür Bakanı olan Sayed Delju
Hüseynî de Müzedeki eserlerin %90’nının yağmalandığını söylemiştir. [9] Bu korkunç yağma, o dönemde
dünyanın ilgisini ve tepkisini çekmemişti. Zira tarihi eserleri yağmalayan mücahitler o dönemde Batı
dünyasının “özgürlük kahramanı” olarak gördükleri ve silahlandırıp destekledikleri kesimlerdi. Hatta Batılı
(ve de Japon, Çinli) koleksiyonerler bu yağmadan hayli memnundular. Yağmalanan paha bilmez değerdeki
tarihi eserlerin bu gün “Afgan cihadının” destekçisi olan Batı ülkeleri ve Buddhist heykellere meraklı olan
Japonya’daki özel koleksiyonlara dağıldığı bilinmektedir. 1994’te kaçırılan eserlerin satış pazarına dönüşen
İslâmâbad’ta (Pakistan) kurulan Afganistan’ın Tarihsel Mirasını Koruma Cemiyeti (SPACH) bu yağmayı
engellemek için büyük bir mücadele vermişti.[10] SPACH’ın çalışmaları raporlarından, New York, Londra,
Hong Kong, Tokyo gibi farklı merkezlerden birçok antik eser toplayıcısının Afganistan’da yağmalanan
eserleri satın almak için Pakistan’a geldiği ve Peşavar’deki otellerde milyonlarca dolarlık bir tarihi eser
pazarının oluştuğu aktarılmıştı.[11]
Kabil Müzesi’nin yağmalandıktan sonraki hâli 1993 (fotoğraf: Jolyon Leslie).
Yağmalar sürerken aslında her mücahit grubun aklı Tilla Tepe hazinesindeydi. Müzelerin altını üstüne
getirmelerine rağmen ortada hazineden iz yoktu. Bu durumda Sovyetlerin hazineyi yanlarında
götürdüklerinden bir kez daha emin olunmuştu. Mücahitlerin iç savaşı dört sene sürdü. Bu savaş
esnasındaki çatışmalarda müze roket atışlarına maruz kaldı. Bütün fotoğraf ve envanter arşivi, Dilberjin-
Tepe’den getirilmiş freskler, İslami dönem cam vazo koleksiyonu roket atışları sonucu çıkan yangınlarda
yok oldu.[12] Bu esnada mücahit gruplardan koparak oluşturulan radikal İslamcı Taliban hareketi 1996-
1997’de hızlı bir savaş sonucu Afganistan’ın büyük bölümünü ele geçirdi. Taliban’ın arkeolojik eserlere
bakış açısı mücahitlerden de kötüydü. Mücahitler tarihi eserleri satmaya çalışan yağmacılarken; Taliban
arkeolojik mirası “put” olarak görmekte yok etmekteydi. 1999’da Taliban, Ulusal Müze’de kalan eserlerin
envanterini çıkarttığında 100 bin kayıtlı eserden sadece 4000’inin kaldığı görüldü. Taliban özellikle Tilla
Tepe altınlarını aramaktaydı.[13] Taliban liderleri bu dönemde sanat eserlerini korumaktan söz ediyor ve
“müzeleri ülkenin zenginliği olarak gördüklerini” iddia ediyorlardı. Hatta Kabil Oteli’nde saklanan 3000
kadar eseri müzeye taşıyıp Ulusal Müze’nin yeniden açılması gibi göstermelik törenler de düzenlemişlerdi.
[14]
Kısa bir süre içinde bu politikanın bir tür tuzak olduğu görülecekti. 2001’de Taliban liderleri insan biçimli
tüm arkeolojik buluntuları yok etme kararı aldı. Böylece bir sene içinde Ulusal Müze’deki 2500 buluntu
imha edildi. Bunlar arasında Foladi Vadisi’nden ve Hadda’daki Budist Tapınağı’ndan elde edilip Kâbil
Müzesi’nde saklanan, sayıları yüzlerle ifade edilen büstler ve Kuşan Kralı Kanişka’nın meşhur heykeli de
vardı.[15] Yok etme kampanyası ülke geneline yayılarak Afganistan’ın belli başlı bütün tarihi ve arkeolojik
mirası, dünyadaki en yüksek Buddha kabartmaları olan 55 ve 38 metrelik Bāmīān Buddhaları, “Kakrak
Buddhası” olarak bilinen 6 metrelik kabartma ve daha yüzlercesi yok edildi. Taliban bu eserlerin “maddi”
değeriyle de ilgilenmiyor gibiydi. Zira Bāmīān Buddhaları’nın yok edileceği anlaşıldığında Tayland, Sri
Lanka gibi Budist ülkeler hatta İran Buddha kabartmalarını satın almak istediklerini belirtmiş[16];ancak
Taliban lideri Molla Ömer “Heykeller, ya puta tapanların işidir, ya da taştan başka bir şey değildir; eğer
birincisi doğruysa İslâm onların yıkılmasını emreder, ikincisi doğruysa yıksak ne çıkar”[17] şeklindeki
meşhur konuşmasını yaparak bu teklifleri reddetmişti. Sonuç olarak dünyanın gözleri önünde Buddha
kabartmaları dinamitlerle yok edilecekti. Aslında o dönemde Afganistan’da dünya kamuoyunun dikkatini
yeterince çekmeyen bu imha hareketi 2011’den sonra radikal İslamcılarca Mezopotamya ve Suriye’de
binlerce eserin yok edilmesinin ilk örneklerinden biriydi. Öte yandan tüm ülkenin altını üstünü getiren
Taliban da Tilla Tepe hazinesini bulamamıştı. Müze çalışanlarının defalarca sorguya çekilmelerine rağmen
hazineden haber yoktu. Taliban bu hazineyi bulsaydı ne yapardı? Molla Ömer’in sözlerine güvenecek
olursak eserlerin yok edileceği kesindi; ancak altın olmaları sebebiyle belki de Taliban liderleri hazineyi
eritmeyi tasarlıyorlardı. Ancak ısrarlı arayışlarına rağmen hazineye ulaşamayınca bir kes daha hazinenin
Sovyetlere kaçırıldığı fikrine ikna olmakla yetinmek zorunda kaldılar.[18]
2001 yılındaki Amerikan müdahalesi sonucunda Taliban yönetiminin devrilmesinin ardından Afganistan’ın
arkeolojik ve tarihi mirasının korunması, hasar gören eserlerin onarılması, kaçırılan eserlerin geri
döndürülmesi ve yeni kazıların başlatılması projeleri yeniden başlamıştı.[19] Yurtdışına kaçırılmış bazı
parçalar bulunmuş ve 2009-2011 arasında çeşitli ülkelerden 6500 kadar eser Kâbil Müzesi’ne iade
edilmişti.[20] 2014 yılına gelindiğinde Interpol ve UNESCO’nun da çabalarıyla iade edilen eser sayısı
11.000 civarına yükselmiştir.[21]Ancak Kâbil Müzesi’nin yitirdiği eser sayısı 70.000 olarak tahmin
edildiği[22] düşünülürse kaybın miktarı daha iyi anlaşılabilir.
Bu kayıplara rağmen şüphesiz en sevindirici haber Tilla Tepe Hazinesi’nden gelmişti. Afganistan’da
sükunet sağlandıktan sonra müze çalışanları Bileşmiş Milletler Temsilcilerine hazinenin bütün bu hengâme
içinde alsında hep Afganistan’da kaldığını haber verdiler. Hazine devrik devlet başkanı -1997’de Taliban
tarafından öldürülen- Dr. Necibullah’ın emriyle Kabil Ulusal Müzesi’nden alınıp Merkez Bankası’ndaki
altı gizli kasaya saklanmıştı.[23]Bu emir kesinlikle gizliydi ve Tilla Tepe Hazinesi on beş sene boyunca
Afganistan Merkez Bankası’nda saklandığını devlet başkanı dâhil birkaç kişi tarafından biliniyordu.
Mücahitler ve Taliban’ın sorgularına hatta müze personelinden bazılarını öldürmelerine rağmen kimse bu
sırrı ele vermemişti. [24] Merkez Bankası’nı inceleyen bir Taliban grubu neredeyse hazinenin saklandığı
bir odaya girmek istemiş ancak A. Askarzay adlı banka memurunun odanın anahtarlarını kırması nedeniyle
kapıyı açamamışlardı.[25] Taliban’ın kendini tarihi eser dostu gibi gösterdiği ve müzedeki eserlerin
envanterini çıkardığı dönemde müze personelinin bu sahte tavra kanmamaları onların ileri görüşlülüğünü
yansıtmaktaydı.

Viktor Sarianidi (en solda önde) on beş yıl boyunca birçok arkeologun ve müze ve banka personelinin
yaşamlarını tehlikeye atarak mücahitlerden ve Taliban’dan gizledikleri Tilla Tepe hazinesinin saklandığı
sandıkların açılışı esnasında. Kabil 2004.
2004 yılından yabancı ve Afgan uzmanlar Afganistan Merkez Bankası’ndaki altı kasayı açınca on beş
senedir burada gizlenen hazineye ulaşmışlardı.[26] Haberi alan bilim dünyasından çok sayıda uzman büyük
bir sevinç içinde Afganistan’a geldi. Hazinenin saklandığı kasaların açılış töreninde 74 yaşındaki Viktor
Sarianidi de davetliler arasındaydı. Dönemin Afganistan Kültür Bakanı Sayed Makhdum Raheen,
“hazinenin %80-90 kadarının zarar görmeden kurtarılabilmesinden duyduğu mutluluğu” belirtmekteydi.
1973-1979 yılları arasında Kâbil Müzesi’nde çalışan Amerikalı nümizmat Carla Grissman ise, “Tilla Tepe
Hazinesi’ni ilk kez ilk keşfedildikleri zaman gördüğünü, aradan geçen bunca sene sonra yeniden bu eserleri
zarar görmeden envaterini çıkarabilmenin mutluluğunu yaşadığını” aktarmaktaydı. [27] Eserlerin orijinal
mi yoksa imitasyon mu olduğunun saptanması için bir heyet oluşturuldu. V. Sarianidi, C. Grissman’ın da
aralarında olduğu ekip üç ay boyunca buluntu grubunu inceleyerek hepsinin orijinal olduğunu saptadılar.
[28]
Bugün Tilla Tepe Hazinesinin parçaları çeşitli dünya müzeleri ve sergilerini gezmektedir. Geçmişte savaş
nedeniyle yeterince incelenemeyen hazine hakkında günümüzde çok sayıda bilimsel yayın yapılmaktadır.
Bunlar arasında Yunanlıların doğulu kültürlerle olan İlişkileri üzerine çalışmaları ile tanınan John
Boardman’ın çalışmaları önemli bir yer teşkil etmektedir.[29] Boardman’ın 2003 yılından beri bu konu
hakkında yayınladığı makaleleri aynı zamanda “birincil kaynak olarak tarif ettiği” Sarianidi’nin bilimsel
çalışmasına gecikmiş bir vefayı da yansıtmaktadır.[30]
Tilla Tepe hazinesi, sadece doğudaki Hellenlerin, Hint ve Orta Asya kültürleriyle karşılaşmaları sonucu
oluşmuş büyük bir kültür sentezini yansıtması açısından arkeolojik bir değer taşımıyor; aynı zamanda
insanlık tarihinin “muhafızları” ile “yok edicileri” arasındaki mücadelenin de sembolü olmasıyla bambaşka
bir tarihsel değer de taşıyor. Tilla Tepe hazinesi hem Sovyet arkeolojisinin mirasının hem de Afganistan’ın
büyük tarihi geçmişinin simgesi olmaya da devam ediyor.

Tilla Tepe’de mezar IV’te ele geçmiş bir altın takıda Dionysos’un sarcophagus alayı tasviri. Griffon üzeirnde
Dionysos ve Ariadne’ye Nike ve bir satyr eşlik ediyor. MS 1. Yüzyılın ikini çeyreği. Afganistan Ulusal Müzesi,
Boardman 2012, s.106.

Kaynaklar
Boardman J. “Tillya Tepe: Echoes of Greece and China” Afghanistan: Forging Civilizations along the Silk
Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed) The Metropolitian Museum of Art, New York, 2012,. pp.102-111.
Centlivres, P. The Controversy over the Buddhas of Bamiyan, South Asia Multidisciplinary Academic
Journal, 2, 2008.

Dupree, N. H. “Afghanistan, Archeology” Encyclopædia Iranica, 1982, Fasc. 5, pp. 525-530.


Enoki,K. Koshelenko G.A. ve Hairday, Z. “The Yüeh-Chih an Their Migrations” History of Civilisations
of Central Asia, Vol II, Editor: J. Harmatta, Unesco Publishing,Paris 1996, pp.171-189.

Feroozi, A. W. The Impact of War upon Afghanistan’s Cultural Heritage, Archaeological Institute of
America (AIA) March 2004, 1-18.
Hickman,J. “Bactrian Gold: Jewerly Workshop Traditions at Tillya Tepe”, Afghanistan: Forging
Civilizations along the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed) The Metropolitian Museum of Art, New
York, 2012,s.78-87.
Holt, F.L. Into the Land of Bones, Alexander great in Afghanistan, University of California Press, Berkeley
and Los Angeles, California,2005

Gall,C. A Hoard of Gold That Afghanistan Quietly Saved, June 25,


2004, https://www.nytimes.com/2004/06/24/arts/hoard-gold-that-afghanistan-quietly-saved-2000-year-old-
heritage-narrowly.html Erişim:09.11.2013.
Gorshenina S. ve Rapin, C. Arkeologlar Orta Asya’da, Çeviren: Saadet Özen, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2006.
Grissmann, C.“Kabul Museum” Encyclopædia Iranica Vol. XV, Fasc. 3, 2009, pp. 318-323.
Massoudi, O. Kh. “At the Crosroads of Asia A History of National Museum of Afghanistan”, Afghanistan:
Forging Civilizations along the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed) The Metropolitian Museum of
Art, New York, 2012,pp. 6-15.
Norland,R. “Saving Relics, Afghans Defy the Taliban”, The New York Times,13.01.2014
Pugachenkova, G.A. Pugachenkova, S.R. Dar, R.C. Sharma,M.A. Joyenda, “Kushan Art”, History of
Civilisations of Central Asia, Vol II, Editor: J. Harmatta, Unesco Publishing,1996,pp.331-395
Sarianidi, V. Bactrian Gold, Aurora Art Publishers,Leningrad, 1985.
Soviet Archaeologists,Books, LLC, Tenesse, 2010.
Türkiye Gazetesi, 15 Aralık 1988.
Wahab,S. Youngerman, B., A Brief History of Afghanistan, Infose Publishing, USA, 2010.
[1] N. H. Dupree, “Afghanistan, Archeology” Encyclopædia Iranica, 1982, Fasc. 5, pp. 525-530.
[2] Soviet Archaeologists,Books, LLC, Tenesse, 2010,p.41.
[3] G.A. Pugachenkova, S.R. Dar, R.C. Sharma, M.A. Joyenda, “Kushan Art”, History of Civilisations of
Central Asia, Vol II, Editor: J. Harmatta, Unesco Publishing,Paris 1996, s.353.
[4] K. Enoki, G.A. Koshelenko ve Z. Hairday, “The Yüeh-Chih an Their Migrations” History of
Civilisations of Central Asia, Vol II, Editor: J. Harmatta, Unesco Publishing, Paris 1996, s.183.
[5] Enoki vd. age,s.189.
[6] V. Sarianidi, Aurora Art Publishers,,Leningrad, 1985,pp.30-31, Cat.3.1, P.236.
[7] S.Gorshenina ve C. Rapin, Arkeologlar Orta Asya’da, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006,s.57.
[8] Türkiye 15 Aralık 1988.
[9] Shaista, Wahab, Barry, Youngerman, A Brief History of Afghanistan, Infose Publishing, USA, 2010,
s.32-33; Abdel Wasey Feroozi, The Impact of War upon Afghanistan’s Cultural Heritage, Archaeological
Institute of America (AIA) March 2004, 1-18
[10]Carla Grissmann, “Kabul Museum” Encyclopædia Iranica Vol. XV, Fasc. 3, 2009, pp. 318-323.
[11] F.L. Holt, Into the Land of Bones, Alexander Great in Afghanistan, University of California Press,
Berkeley and Los Angeles, California,2005, s.146
[12] Omara Khan Massoudi, “At the Crosroads of Asia A History of National Museum of
Afghanistan”, Afghanistan: Forging Civilizations along the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed)
The Metropolitian Museum of Art, New York, 2012,s.8.
[13] Massoudi, age,s.10-11.
[14] Grissmann, agm,, s.318-323
[15]Wahab ve Youngerman, age, s.34
[16] Pierre Centlivres, The Controversy over the Buddhas of Bamiyan, South Asia Multidisciplinary
Academic Jorunal, 2, 2008,s.4.
[17]Gorshenina- Rapin, age, s.147
[18] Omara Khan Massoudi, “At the Crosroads of Asia A History of National Museum of
Afghanistan”, Afghanistan: Forging Civilizations along the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed)
The Metropolitian Museum of Art, New York, 2012,s.8
[19] Grissmann, agm, 318-323
[20]Wahab ve Youngerman, age, s.34
[21] Rod Norland, Saving Relics, Afghans Defy the Taliban, The New York Times,13.01.2014.
[22] Norland, age.
[23] Grissmann, age,s.318-323,
[24] Massoudi, age,s.8
[25] Jane Hickman, “Bactrian Gold: Jewerly Workshop Traditions at Tillya Tepe”, Afghanistan: Forging
Civilizations along the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed) The Metropolitian Museum of Art, New
York, 2012,s.78.
[26] Carlotta Gall, A Hoard of Gold That Afghanistan Quietly Saved, June 25, 2004,
http://www.nytimes.com Erişim:09.11.2013
[27] Gall,age.
[28] Massoudi, age,s.12-13.
[29] John Boardman, “Three Monster at Tillya Tepe” Ancient Civilisations from Scythia from Siberia 9,
2003, nos 1-2, pp.133-146. John Boardman “The Tillya Tepe Gold: A Closer Look, Ancient West & East, 2
No 2, pp. 348-374.
[30] John Boardman “Tillya Tepe: Echoes of Greece and China” Afghanistan: Forging Civilizations along
the Silk Road, John Aruz and E. Valt Fino (ed) The Metropolitian Museum of Art, New York, 2012, s.111.
pp.102-111.

You might also like