You are on page 1of 224

H.Ü.A.D.K.

Gitar Sanat Dalı


Hazırlık Sınıfı

Temel Sanat Tarihi


Grup Araştırma Projesi

Hazırlayan:
Alper KATI
Berkay SARIKAYA
Can KILIÇASLAN
Sinan KARATAY

2016-2017

1
Önsöz
Bu çalışma, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı çatısı altındaki Gitar
Sanat Dalı bölümünün 2016-2017 yılı Hazırlık Sınıfı öğrencileri tarafından gönüllü olarak
yapılmıştır.

Bir eğitim-öğretim yılı boyunca sürmüş bu çalışma; biz öğrencilerin, sanat adı verilen ve
yüzyıllara uzanan bu köklü macerayı tanıma, hakkında genel fikir sahibi olabilme ve bir sanatçı
adayı olarak kendimizi kültürel ve fikirsel açılardan geliştirme arzusu ve amacıyla doğmuş ve
tamamlanmıştır.

Çalışmanın formatı hakkında bilgi vermek gerekirse; hazırlık aşaması esnasında sanat tarihi;
"Rönesans, Barok, Klasik, Romantik ve 20. Yüzyıl" başlıkları altında ve bu tarihi dönemler içinde;
"Resim, Mimari, Müzik, Tiyatro" sanat dalı başlıkları altında işlenmiştir. Sonrasında konu
başlıkları, herkesin her sanat dalını "en az bir kere" araştırması koşuluyla, her öğrenciye her yeni
tarihi dönemde farklı bir sanat dalı düşecek şekilde paylaştırılmıştır. Söz konusu konu dağılımı
belirlendikten sonra ise birbirimize sunum yapma amacı dahilinde burada bulunmakta olan metinler
hazırlanmıştır. 2 haftada bir gerçekleşen bu sunumlar, Gitar dersi öğretmenimiz Sayın F. Onur
Urganioğlu'nun gözetiminde gerçekleşmiştir ve tüm konu başlıklarının sunumlarının
tamamlanmasıyla, sunum için hazırlanmış bu metinler, bu derlemede bir araya getirilmiştir.

Bu metinler, gönüllü bir proje içinden çıkmıştır ve hiçbiri, ilgili konu ile ilgili temel
bilgilendirme yapmak ötesinde bir amaç gütmemektedir. Dolayısıyla, bu metinler amatör olarak
hazırlanmıştır ve içerisinde barındırdığı bilgilerde hata payı, eksiklik ve yazım yanlışları barındırma
olasılığı yüksektir. Ek olarak konu başlıkları her dönemde farklı kişiler tarafından araştırıldığı için
her bir konu başlığında ciddi bir üslup farkı söz konusudur. Bu sebeplerden dolayı, bu proje
kesinlikle bilimsel veya akademik bir çalışma olarak görülmemeli ve değerlendirilmemelidir.

Yaklaşık 9 ay sürmüş bu çalışma süresince çok keyifli beyin fırtınaları ve sohbetler yaşadık,
hem sanat, hem felsefe, hem de dünya tarihi konularında ilginç bilgiler edindik ve sonucunda
kendimize sanatın tarihi ile ilgili genel bir anlayış kazandırdığımızı, bir sanatçı olma yönündeki bu
uzun ve zorlu yolculukta önemli ve somut bir adım atmış olduğumuzu düşünmekteyiz. Dileriz siz
okuyucular için de bizim için olduğu kadar keyifli ve ilgi çekici bir serüven olur.

Çalışmanın fikir babası olan ve çalışma süresince bizden desteğini hiç esirgemeyen değerli
öğretmenimiz Sayın F. Onur Urganioğlu'ya en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

- H.Ü.A.D.K. Gitar Sanat Dalı Hazırlık Sınıfı Öğrencileri

2
İçindekiler:
-Rönesans Dönemi...........................................................8
I-Rönesans Döneminde Resim.................................................................8
II-Rönesans'a Giriş.........................................................................................9
II-Rönesans Öncesi Resim.............................................................................9
II-Rönesans Dönemi Resim...........................................................................10

I-Rönesans Döneminde Müzik...............................................................19


II-Rönesans Dönemi Müziği.........................................................................20
III-Rönesans Müziği Karakteristikleri...................................................................22
III-Rönesans Döneminde Kutsal Müzik................................................................22
II-Rönesans Dönemi Önemli Bestecileri......................................................22
III-Guillaume de Machault....................................................................................22
II-Vihuelistler................................................................................................22
III-Luis Milan........................................................................................................23
III-Luys de Narvaez...............................................................................................23
II-Rönesans Gitarı.........................................................................................23
III-Adrian Le Roy..................................................................................................23
III-John Dowland..................................................................................................23
II-Claudio Monteverdi..................................................................................24
III-Orfeo Operası...................................................................................................24

I-Rönesans Döneminde Mimari.............................................................26


II-Genel Bakış...............................................................................................27
II-Tarihi ve Kökleri.......................................................................................27
III-Rönesans ne anlama gelir?...............................................................................27
III-Ortaya çıkışı.....................................................................................................27
II-Dönemleri.................................................................................................28
III-Rönesans'tan Barok'a geçiş..............................................................................29
II-Mimari Karakteri......................................................................................29
II-Bazı Dönem Mimarları ve Örnekleri........................................................30
II-Rönesans Mimarisi'nin Mirası..................................................................50

I-Rönesans Döneminde Tiyatro..............................................................51


II-Rönesans Tiyatrosu...................................................................................52
III-İspanya.............................................................................................................52
III-Fransa...............................................................................................................52
III-İtalya................................................................................................................53
III-İngiltere............................................................................................................54
II-William Shakespeare................................................................................55
III-Önemli Eserleri................................................................................................56

3
-Barok Dönemi..............................................................58
I-Barok Döneminde Resim....................................................................58
II-Barok Dönem...........................................................................................59
II-Maniyerizm..............................................................................................59
II-Barok Resim Sanatı..................................................................................59
III-Viyana Davut'u ve Roma Davut'u...................................................................60
III-Diego Rodríguez de Silva y Velázquez...........................................................61
III-Peter Paul Rubens............................................................................................61
IV-Masumların Katli........................................................................................................62
III-Rembrandt Harmenszoon van Rijn.................................................................62
IV-Gece Devriyesi...........................................................................................................62
II-Resim Örnekleri.......................................................................................65

I-Barok Döneminde Müzik.....................................................................72


II-Genel Bakış...............................................................................................73
III-"Barok" nedir?..................................................................................................73
II-Barok Müziğinin Özellikleri.....................................................................73
II-Tarihi.........................................................................................................74
III-Rönesans müziğinden Barok müziğine geçiş..................................................74
III-Erken Barok Müziği........................................................................................74
III-Orta Barok Müziği...........................................................................................75
III-Geç Barok Müziği............................................................................................76
IV-Johann Sebastian Bach.................................................................................................77
IV-George Frideric Handel................................................................................................78
III-Barok'un ruhu ve sonları..................................................................................78
II-Barok'tan Klasik Dönem'e Geçiş..............................................................79
II-Barok Müziğinde Gitar..............................................................................80

I-Barok Döneminde Mimari...........................................................81


II-Barok Mimari...........................................................................................82
III-Rönesans Mimarisi ile Barok Mimarisi Arasındaki Farklar............................83
III-Osmanlı Döneminde Barok Mimarisi.............................................................83
II-Barok Mimarisi Sanatçıları......................................................................84
II-Barok Mimarisi Örnekleri........................................................................85

I-Barok Döneminde Tiyatro(Klasik Tiyatro)........................................104


II-17. Yüzyıl Batı Tiyatrosu (Barok Çağı)..................................................105
III-İtalya...............................................................................................................105
III-Fransa.............................................................................................................106
IV-Moliere (Jean-Baptiste Poquelin, 1622-1623)...........................................................106
IV-Jean Baptista Racine...................................................................................................107
III-İngiltere..........................................................................................................108
III-İspanya...........................................................................................................108
IV-Pedro Calderon de la Barca........................................................................................109
III-Alman Dilindeki Tiyatro................................................................................110

4
-Klasik Dönem............................................................111
I-Klasik Dönemde Resim...................................................................111
II-Genel Bakış..........................................................................................112
III-"Neoklasisizm" nedir?................................................................................112
II-Aydınlanma Çağı..................................................................................112
II-Klasik Dönem Görsel Sanatlarının Başlıca Özellikleri........................113
II-Klasik Dönem Resmi ve Baskısı..........................................................113
II-Klasik Dönem Heykeli.........................................................................114
II-Resim Örnekleri...................................................................................114
II-Heykel Örnekleri..................................................................................121

I- Klasik Dönemde Müzik..................................................................127


II-Müzikte Klasik Dönem........................................................................128
II-Klasik Dönemde Gitar..........................................................................129

I- Klasik Dönemde Mimari.................................................................130


II-Rokoko Dönemi....................................................................................131
II-Klasik Dönem.......................................................................................131
III-Korint Düzeni..............................................................................................131
II-Mimari Örnekler....................................................................................132

I- Klasik Dönemde Tiyatro..........................................................136


II-Klasik Dönem Tiyatrosu.......................................................................137
III-Fransa...........................................................................................................137
IV-Comedie Française ve Oyuncuları...........................................................................137
IV-François Marie Arouet.............................................................................................137
IV-Pierre Remond de Sainte-Albine.............................................................................137
IV-Luigi Riccobini........................................................................................................138
IV-Oğul Riccobini.........................................................................................................138
IV-Denis Diderot...........................................................................................................138
III-İngiltere........................................................................................................139
III-İtalya............................................................................................................139
IV-Goldoni ve Gozzi.....................................................................................................139
III-Almanya – Avusturya...................................................................................139

-Romantik Dönem......................................................140
I-Romantik Dönemde Resim..............................................................140
II-Resimde Romantik Dönem...................................................................141
II-Resim Örnekleri....................................................................................142

5
I- Romantik Dönemde Müzik..............................................................151
II-Romantik Dönem Müziği......................................................................152
III-Piyano...........................................................................................................152
II-Romantik Dönemde Kullanılan Formlar...............................................152
III-Nocturne.......................................................................................................152
IV-Chopin Noktürnleri..................................................................................................153
III-Capriccio.......................................................................................................153
III-Barcarolle......................................................................................................153
III-Polonaise......................................................................................................153
III-Impromptu Sonat..........................................................................................153
III-Lied...............................................................................................................153
III-Ballade..........................................................................................................153
III-Mazurka........................................................................................................154
III-Rapsodie.......................................................................................................154
III-Polca.............................................................................................................154
II-Romantik Dönem Bestecileri.................................................................154
II-Romantik Gitar......................................................................................154
III-Romantik Gitar Bestecileri...........................................................................155
IV-Francisco Tárrega.....................................................................................................155
IV-Matteo Carcassi........................................................................................................155
IV-José Ferrer Esteve de Fujadas..................................................................................156

I- Romantik Dönemde Mimari............................................................157


II-Genel Bakış............................................................................................158
III-"Romantizm" nedir?.....................................................................................158
II-Romantik Mimari'nin Temel Özellikleri................................................159
II-Romantizm'den Modernizm'e Geçiş.......................................................159
II-Mimari Örnekleri....................................................................................160

I- Romantik Dönemde Tiyatro..............................................................173


II-Romantik Dönem Tiyatrosu....................................................................174
III-Goethe ve Schiller..........................................................................................174
II-Romantik Tiyatroda Oyunculuk..............................................................176
II-Romantik Tiyatro Formları.....................................................................176
III-Bürlesk...........................................................................................................176
III-Burletta.......................................................................................................... 176
III-Vodvil............................................................................................................ 176

-20. Yüzyıl.....................................................................177
I-20. Yüzyılda Resim............................................................................177
II.20.yy Sanat Akımları...............................................................................178
III.Ekspresyonizm (İfadecilik)............................................................................178
III.Alman Dışa Vurumculuğu..............................................................................179
III.Fütürizm.........................................................................................................180
III.Metafizik Resim.............................................................................................181
III.Soyut Resim...................................................................................................182
III.Sürrealizm......................................................................................................183
III.Pop Art............................................................................................................185
III.Kübizm...........................................................................................................186

6
I- 20. Yüzyılda Müzik..........................................................................187
II-Empresyonizm(İzlenimcilik)'in Doğuşu................................................188
II-20. Yüzyıl Müziğinin Doğuşu................................................................188
II-Empresyonist Besteciler ........................................................................190
III-Claude Debussy.............................................................................................190
III-Maurice Ravel...............................................................................................190
III-Dmitri Shostakovich.....................................................................................191

I- 20. Yüzyılda Mimari.........................................................................192


II-Modern Mimarlığın Ortaya Çıkışı ve Gelişimi......................................193
III-Giriş...............................................................................................................193
III-Endüstri Devrimi ve Modern Mimarlığın Sosyo-Ekonomik Arkaplanı........193
III-Endüstri Devriminin Mimarlık Alanına Etkileri ..........................................194
II-Yeni Bir Mimarlığa Doğru: Modern Mimarlığın Doğuşu......................197
II-Dönemin Sanat Akımları ve Modern Mimarlık ile Etkileşimleri...........199
II-Modern Mimarlığın Klasik Dönemi ve Uluslararası Üslubun Doğuşu..202
II-Postmodernizm.......................................................................................205

I- 20. Yüzyılda Tiyatro.........................................................................207


II-Genel Bakış............................................................................................208
II-20.yy'a Damga Vuran Sanat Akımları....................................................208
III-Realizm.........................................................................................................208
III-Modernizm....................................................................................................209
III-Politik Tiyatro................................................................................................209
III-Popüler Tiyatro..............................................................................................209
III-Müzikal Tiyatro.............................................................................................209
III-Postmodern Tiyatro.......................................................................................210
III-Global (Küresel) Tiyatro...............................................................................210
III-Deneysel Tiyatro............................................................................................211
II-Önemli Figürler.......................................................................................211
III-Nobel Ödüllü Yazarlar...................................................................................212

-Sonuç ve Sonsöz..........................................................214
-Sözlük...........................................................................216
-Kaynakça.....................................................................222

7
RÖNESANS
DÖNEMİNDE
RESİM

8
RÖNESANS RESİM SANATI

RÖNESANS'A GİRİŞ (15 yy – 17 yy)

Avrupa'da, Antik Yunan ve Roma medeniyetine ait unsurların ön plana alınarak, sanat,
edebiyat ve bilimde,XV. yüzyılın ve XVII. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirilen büyük gelişmedir.

Rönesans sanatçıları, Ortaçağ’ın karanlık yüzyılları boyunca gölgede kaldığını düşündükleri


büyük Antikçağ sanatının saygın ve güzel yanlarını yeniden gün ışığına çıkarmak istediler. Bu
sebeble kelime anlamı "Yeniden Doğuş"tur.

Sanatçıların, düşünürlerin ve bilim adamlarının etkisiyle XV. yy.’da Ortaçağ düşünce


sisteminin zayıflamasına, Papalığın eski itibarını yitirmesine yol açtı. Bazı düşünür ve edebiyatçılar,
Ortaçağ zihniyetine karşı fikirleri savunmuşlardır. Bunların önemli bir kısmı Antik Yunan ve Latin
kültürünü esas alıp, Ortaçağ’ın katı kurallara sahip ve baskıcı anlayışına karşı olmuşlardır. İşte, bu
zihniyet değişiminin bir sonucu olarak, Rönesans sanatına Ortaçağ’a özgü mistisizm ve sembolizm
çabaları sona ermiş, yerine insan ve eşyayı mekan içinde değerlendiren natüralist bir anlayış hakim
olmuştur. Özellikle resim sanatında hacim, gölge-ışık ve perspektif uygulamaları, öncelikle Ortaçağ
zihniyetinden ve onun sanat anlayışından kopuşun bir sonucudur.

Skolastik düşüncenin (Ortaçağ’da Kilise’nin baskın olduğu bir ortamda özgür düşüncenin
önüne geçip tek doğrunun İncil’ deki bilgilerin olduğunu savunan düşünce tarzı) yerini akla ve
eleştiriye önem veren düşünceler aldı ve toplumda bireyselleşme önem kazandı.

Floransa Rönesans’ın doğduğu şehirdir. Bu şehir, ekonomik ve mali gücün, sanat


koruyuculuğu geleneğini sürdüren (Mediciler) güçlü bir siyasal erkin, entelektüel seçkin bir sınıfın,
özellikle de, sanat alanında eşsiz birkaç yaratıcının buluşup bir araya geldiği bir yerdir.

RÖNESANS ÖNCESİ RESİM

Ortaçağ Avrupa’sında Romanesk Üslup ve Gotik Sanat (9yy- 14yy)

Avrupa’da 11. Ve 12. Yy boyunca devam eden Romanesk üslup, mimarklık, resim ve heykel
dallarında etkili olmuştur. Roman Sanatı’ın doğuşunu hazırlayan etken kilise ile feodal devlet
yönetiminin bir sanat yarışına girmeleridir. Kiliseler o dönemin önemli bir sanat yapıtı haline
gelmiştir.

Sanat Ortaçağ’da kilise ve dine hizmet eden, dinin yayılmasına bir etken olarak hayat
buluyordu. Kilise pencerelerinde kullanılan vitraylar bile dini içerikli ve kutsal kitaptan alınmış
sahneleri gösteriyordu.

Dini içerikli bu resimlerde iki boyutluluk hakimdir. Perspektif henüz keşfedilmemiştir ve


çizgisel stilizasyon eğilimi görülür. Fransa’da Saint Etienne Kilisesi İtalya’da Modena Katedrali bu
döneme örnektir.

Romanesk sanatın ardından ortaya çıkan ve 12. Yy ile 16.yy ortalarına dek varlığını
sürdüren Gotik Sanat, Kuzey Fransa’da doğmuştur. Romanesk soyut ve aşkın anlatım biçimi yerini
Gotik sanata bırakmıştır.

9
Gotik sanat’ın tek amacı kutsal tarihi mümkün olduğu kadar en iyi ve inandırıcı şekilde
anlatmaktır.

Gotik dönemin portre çalışmalarında model ressama poz vermeden, ressamın modelini
anıtsal bir ifade ile resmettiği görülür.

13.yy sanatçılar yavaş yavaş din dışında, kendi belirledikleri konular üzerinde, çok nadir
olsa da çalışma olanağı yakaladılar. Ve Rönesans dönemi başladı.

RÖNESANS DÖNEMİ RESİM

Bu yeni akımın ilk temsilcisi Giotto ‘ dur. Giotto eserleriyle Gotik döneme ait düşünceleri
ile Rönesans’ın habercisidir. Resme o dönemde sadece heykel çalışmalarında görülen hacim etkisini
getirmiştir. Böylece resim derinlik etkisi kazanmış ve sanata bakış değişmeye başlamıştır.

Giotto di Bondone “Ölü İsa’ya Ağıt” (RESİM 1)

10
Rönesans, yeniden doğan Antik Dönem’in iki temel dünya görüşü hümanizm ve idealizmdir.

Antik dönem yonutunda bütünlük eldeleyen Polikleitos, bu bütünlüğü vücudun parçaları


arasında aritmetik bağlantılar kurarak sağlamıştır.

Rönesans’ın dev sanatçısı Leonardo da Vinci ( Yalnızca ressam değildir, resmin yanı sura
yonut sanatçısıdır, mimardır,müzisyendir, mühendistir, bilim adamıdır, mucittir,diplomattır) ideal
insan vücudunu gösteren bir şema çizmiştir, bir erkek figürünü (RESİM 2) kolları ( ve elleri)
açılmış olarak bir karenin içine oturtmuştur. Figürün göbeği merkez alınarak bir daire çizilecek
olursa, bacaklarını açan figür, kollarını da yukarıya kaldırdığında, dairenin kareyi kestiği noktalarda
bu çembere değmektedir. Doğanın en yetkin yaratığı olan insanın altın orana göre oranlanmış bir
vücudu olduğunu kanıtlamıştır. Bu oran ilahi oran olarak anılmaktadır.

11
Ayrıca Leonardo da Vinci , yüzündeki gülümsemenin nasıl sağlandığı çözülemeyen,
üzerinde yıllarca konuşulan, hala da hakkında çeşitli görüşler geliştirilen yetkin bir portre olan
Mona Lisa yı (RESİM 3) resmetmiştir.

Son Akşam Yemeği ya da Son Yemek, 15. yüzyılda Milano'da Leonardo da Vinci tarafından
Duke Lodovico Sforza'nın isteği üzerine yapılmış fresktir. Kilise ressamdan son aksam yemeği
konulu bir resim ister. Ressam resimde İsa'nın yani iyinin yüzünü olağanüstü bir güzellikte, ona bu
aksam yemeğinden sonra ihanet edecek olan Yahuda'nın yüzünü ise kötünün yüzü, yani çirkin bir
şekilde resmetmek ister. Bir süre aradıktan sonra İsa’nın yüzü için mükemmele yakın bir model
bulur. Kilise korosunda söyleyen genç bir adamdır bu. Ressam bir sürü eskizler çizer. Aradan üc yıl
geçer ancak Yahuda’nın yüzü için bir model hala bulunamamıştır. Ancak kilise resmin bitmesi için
baskı yapmaktadır. Ressam bir gün yolda sarhoş, düşkün, kirli pasaklı bir adam bulur. Adam
kıpırdayacak halde değildir. Adamı taşırlar, bir türlü ayıltamazlar. Ressam adam o haldeyken
eskizler alır. Tam o sırada sarhoş adam uyanır. Resme bakar,"ben bu resmi gördüm." der. Ressam
şaşırır:
"Nasıl olur, resim henüz bitmedi, kimse görmedi, görmüş olamazsınız."
Adam ısrar eder:
"Hayır gördüm, bundan yıllar önce bir ressam beni bu resimde İsa’nın yüzüne modellik etmek için
çağırmıştı o zaman henüz iflas etmemiş, karim tarafından terk edilmemiş, kilise korosundan
ayrılmamıştım” der.

Hikaye iyiyle kötünün aslında aynı şey olduğunu anlatarak biter.

12
Resmin bir çok farklı ressam tarafından yapılmış farklı yorumları vardır. Hepsinin ortak
noktası ise dinden başka bir unsur içermeyişidir. (RESİM 4)

4. Ve 14. yy arasında ne kadın bedeni ne de erkek bedeni çıplak olarak resmedilmemiştir.


Boticelli “Venüs’ün Doğuşu”nu (RESİM 5) betimleyen tablosunu boyadığı yıl 1478'dir.
Hıristiyanlığın güçlenip yaygınlaşmasıyla gözden düşen Venüs kültü ve ikonografisi Boticelli’nin
fırçasıyla yaşama dönmüştür.Bin yılı aşkın bir aradan sonra, Adem ve Havva figürleri dışında ilk
kez bir kadın figürü çıplak olarak resmedilmiştir. Boticelli, Venüs’ü için, Floransalı varlıklı bir
tüccarın karısı olup siyasal düşmanlarınca bıçaklanarak öldürülecek olan Giuliano Medici’yle yasak
aşk yaşayan ve veremden ölen Simonetta Vespuci’yi model almıştır.

13
Simonetta’yı ayrıca en az Venüs’ün Doğuşu kadar ünlü bir başka başyapıtı
Primavera/İlkbahar (RESİM 6) tablosundaki modeli de Simonetta’dır.

Dönemin öteki ressamı Piero di Cosimo ise, Simonetta’nın profilinden bir portesini(RESİM
7) boyamıştır.

14
Orta sınıf ticaret ve bankerlik sayesinde zenginleşmişti. Varlıklılar gururla sergileyecekleri
kendi portrelerini ve/ya da kendilerinin de göründüğü resimleri ısmarlamakla yetinmezler.
Yaşamlarının önemli olaylarının görsel kaydının düşülmesini amacıyla da sanatçıyı
görevlendirmişlerdir. Böylece ressamın patronları/ geçimini sağlayanlar, resmi ısmarlayanlar
çeşitlenirken, resmin de konuları ilgi alanları çeşitlenir.Örneğin İtalyan Kökenli Belçikalı tacir
Giovanni Amolfini, Evlenme Töreni’nin (RESİM 8) görsel kaydını tutturmuştur. Resim Jan van
Eyck tarafından resmedilmiştir.

15
Rönesans dönemi portelerinde doğa görüntüleri resmin vazgeçilmez ögesi oldu. Üstelik
doğa görüntüleri gelişigüzel değil, anlatılmak istenen bilgileri aktarmak amaçlı olarak boyanıyordu.
Örneğin ; bir doktor ve eşinin portresi (RESİM 9-10) Luccas Cranach the Elder/ Yaşlı Lucas
tarafından resmedilmiştir.

Pisanello’nun portresini yaptığı Este ailesinden bir genç kadının da alnı tıraşlıdır, çiçek ve
kelebekler ressamın doğaya gösterdiği ilgiyi sergiler.(RESİM 11)

16
Başlangıçta hemen değil ama zaman içinde çıplak figür sanatsal anlatım için vazgeçilmez
oldu. Örneğin ; Michelangelo’nun Roma Sistine Şapeline resmettiği “İlk Günah”
(RESİM 12)

Michelangelo'nun Davut heykelini bitirmesi 3 yılını almıştı. Ortaya çıkardığı eser sayesinde
Floransa'nın en büyük heykeltıraşı ünvanını kazandı. 1504 yılında Floransa halkının gördüğü, eşi
benzeri görülmemiş bir yetenek örneğiydi. 5.17 metre yüksekliğindeki çıplak heykel, Yunan ve
Roma şaheserleriyle boy ölçüşecek bir eser olarak tanımlanmıştı. Ancak heykel eski modelleri
hatırlatmasının yanı sıra oldukça klasik dışı bir yapıya sahipti. Duruşu, muhteşem dengesi ve yerden
kaldırılmış olarak resmedilen sol topuğuyla heykel benzediği düşünülen eserlerden oldukça
farklıydı. Onların aksine oldukça sert, güçlü ve kibirli bir duruşa sahipti. Eşitliği tasvir eden
görüntüsünün ardındaki güçlü enerji ve gerilim hissedilebiliyordu.

Heykelde dikkat çeken başka bir nokta ise Davut'un resmedildiği andır. Klasik ikonlarda
olduğu gibi Golyat zaferinin ardından devin başı üzerinde değil kesin olarak belirlenmemiş ve
anlaşılamayan bir zaman diliminde resmedilmiştir. Michelangelo'nun amacı tarihi bir anlatıştan
ziyade Davut'un gücünü sergilemektir. Heykelin anatomik özellikleri mükemmel insan oranında
görülmektedir. Kaslara ve yapılara verdiği önem nedeniyle heykel sergilenmeye başladıktan sonra
bile sanatçı üzerinde çalışmaya devam etmiştir.(RESİM 13)

17
Rönesans sanatçısına gerçeği olduğu gibi yansıtma olanağını sağlayan ve o güne değin var
olmayan yeni bir araç kullanıma girmiştir. Perspektif bu araç iki boyutlu tüzeye üçüncü boyut
kazandırılmasını , bir başka deyişle derinlik verilmesini sağlamıştır. Raphael’in eski Yunan
bilgelerine ve klasik sanatını yüceltme amaçlı resminde perspektifin sağladığı olanaklar ve resme
kazandırdığı yeni boyut hakkında açık seçik bir fikir vermektedir. Rönesans insanına göre Eflatun
ve Aristo batı uygarlığının ilki önemli düşün adamıydı.

Rapheal “Atina Okulu” Roma Vatikan Müzesi (RESİM 14)

18
RÖNESANS
DÖNEMİNDE
MÜZİK

19
Rönesans Dönemi Müziği
Ortaçağ müziğinin en belirgin özelliği çok sesliliğe geçiş olmuştur. Avrupa'da ortaçağ
kilisesi org dışındaki çalgıların çok tanrılı dinlere özgü olduğunu düşünerek yasaklamıştı. Kilise
dışında müzik, insan sesi kaynaklı düşünülmüş ve çalgı müziği düşünülmemişti. Ancak halk
arasında üflemeli ve vurmalı çalgıların kullanıldığı görülmekteydi. Kilise dışında müzik soyluları ve
köylüleri eğlendirmek için cambazlık ve danslarla sanatçılar tarafından yapılırdı.

Rönesans dönemi, sıradan insan yaşamında müziğin tekrar değerlendirilmesi ve yeni


fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Rönesansın yaşam sevinci dansları, danslar da çalgıları
artırdı. Yeni çalgıların icat edildiği gibi mevcut çalgılar da geliştirilmiştir. Org, klavsen, lavta, arp,
flüt, yan-flüt, kornet, trompet ve tabii ki viyola bu döneme damgalarını vurdular. Ritmi
güçlendirmek için vurmalı çalgıların da bu gelişime katılmasıyla büyük davullar, ziller, üçgenler
ve defler dönemin orkestralarındaki yerlerini aldılar. Ses yükseklikleri hep aynı seviyededir.

Bestelerin en belirgin özelliği çalgıların esere aynı anda başlayıp bitirmeleri denilebilir.
Yazılı müzik ilk kez bu dönemde kullanılabilir hale geldi. Enstrümantal ve dans müziği ön
plandaydı. Rönesanstan önceki dönem olan gotik döneme göre din dışı müziğin gelişmesinde etkili
olmuştur.

Gotik dönemde yaygınlaşmaya başlayan a capella koroların büyük önem taşıdığı Rönesans
döneminde çok sesli müziğin ilk büyük eserleri ortaya çıktı. Gotik dönemde ilahilerde yalnızca
insan sesi kullanılırken bu dönemde çalgılar da boşlukları ve insan sesinin yetersiz kaldığı yerleri
doldurmak için kullanılmaya başlandı. Buna bağlı olarak Rönesans dönemi müziğinin en büyük
özelliği kilisenin katı kurallarından sıyrılarak kilise müziğinin yeniden yapılanmasıdır.

16.yüzyılda şiir ve müzik harmanlanarak daha uzun soluklu eserler yazılmaya başlandı. Din
alanında yapılan reformlar, müziği de etkilemiştir. Kiliseler kendi müzik türlerini oluşturmuş,
dönem bestecileri yenilik arayışına girmişlerdir ve bu sayede yeni dindışı formlar ortaya çıkmıştır.
Besteciler çağın coşkusunu eserlerine yansıttılar. Danslara eşlik eden çalgılar ve güçlü karmaşık
ritimler, tekdüze akış içindeki izoritmik yapı ve zenginleşen armoni rönesans müziğinin belirgin
özelliklerindendir. Yarım aralıklı tonlar (kromatizm), dramatik duyguları güçlendirmek amacıyla ilk
defa bu dönemde kullanılmıştır.

Çalgı ve çalgı müziği önem kazanmıştır. Çalgılar ve çalgı toplulukları için eserlar
yazılmıştır. Farklı ton arayışları, o güne kadar görevi yalnızca vokal müziğe eşlik etmek olan
çalgıların, estampie adı verilen çalgısal eserler seslendirmek üzere topluluklar oluşturmalarını
sağlamıştır. Vokal biçimleri için bestelenen müzikler çalgı topluluklarına uyarlanmış ve çalgılar da
çağın coşkun tınılarını sunmak üzere zenginleştirilmişlerdir.

Özellikle Rönesans’ın son dönemlerinde çalgılar ve çalgılar için yazılan müziğin tekniği de
gelişmeye başlamıştır. İnsan seslerindeki ayrıma benzer bir ayrım çalgı aileleri için de yapılmıştır.
Aynı ses yapısında farklı büyüklükteki çalgılar için oluşturulan çalgı gruplarına consort adı
verilmiştir.

Vokal müzik, Rönesans Dönemine kadar ülkelere göre farklılık göstermemiş, tek bir örnek
olarak uygulanmıştır. Rönesans’tan itibaren her ulus kendine özgü bir vokal müzik anlayışı
geliştirmiştir. İngilizler buna carol, Almanlar lied, Fransızlar ise chanson adını vermişlerdir. Frottola
ise İtalya’da yaygınlaşmış bir karnaval şarkısıdır.

20
On altıncı yüzyıl başlarında önem kazanan müzikle sözü birleştirme sanatı musica reservata
(korunmuş müzik), Rönesans’ın önemli özelliklerinden biridir. Müziğin ön planda olması yerine
sözün ön planda olması anlayışıdır. Madrigal ve opera gibi vokal yapıtlarda söz ve beste uyumuna
(prozodi) ışık tutan bu anlayış, dramatik anlatımı güçlendirmiştir. Dönemin sonlarına doğru, sadece
enstrümanların bulunduğu küçük gruplar eşliğinde de müzikler yapılmaya ve böylece dans
müzikleri gelişmeye ve önem kazanmaya başlamıştır.

Müziğin tüm kültür hayatında büyük önem taşıdığı bu dönemde, bir kişinin hangi sınıftan
olursa olsun müzik bilgisinin olması ve bir enstrüman çalıyor olması toplumun her katmanında
kabul gören bir düşünce olmuştur. İnsanlar, bu dünyanın yaşamaya değer bir dünya olduğunu ilk
kez bu dönemde fark etmişlerdir. Bu anlayışa dayalı olarak Rönesans’ta besteciler, Orta Çağ’daki
tekdüze anlatım tarzına karşın, duygu ve düşüncelerini daha coşkulu bir ifade ile anlatmışlardır.

Rönesans, müziğin bütün kültür hayatında büyük önem taşıdığı bir çağ olmuştur. Çünkü bir
erkeğin aydın olsun, sanatçı, bilgin ya da diplomat olsun müzik teorisini bilmesi ve pratiğini yapmış
olması gerekiyordu. Bir saray adamının, bilgilerinin yanı sıra müzikçi olması ve çalgı çalması baş
koşuldu. Başka bir ifadeyle müzik bambaşka bir değer ve anlam taşımaktaydı.

Rönesans dönemi, temelleri Orta Çağ’daatılan bütün müzik şekillerine yeni bir şekil
vermiştir. Rönesans'ın başlangıcında besteciler iki sesli kompozisyonlardan, üç seslilere
geçmişlerdir. Ayrıca kilise müziği tonları, yerini major ve minor tonlara bırakmıştır. Müziğin
kaynaklarını çoğaltmak, genişletmek ve yenileştirmek için çeşitli araştırmalar başlamıştır. Dönemin
sonlarına doğru Klasik Batı Müziği’nde kullanılan modal yapı yerini yavaş yavaş tonal yapıya
bırakmıştır.

Klasik Batı Müziği’nin temellerini oluşturan kontrpuan yazısı bu dönemde oldukça gelişim
göstermiş, bununla ilgili pek çok kitap yazılmıştır. Makamlar, ritimler ve kontrpuan yöntemleri
bulunmuştur. Rönesans Dönemi’nde o zamana dek var olmayan, en önemli şey, ortaya çıkmıştır:
Müziği anlamlı bir hale sokmak düşüncesi doğmuştur.

Müzik sanatında meydana gelen bütün bu önemli değişme ve gelişmeler ciddi sanattan daha
çok halk şarkısından ve diğer şarkıcıların sanatından meydana gelmiştir. Bu yeni sanatın
karakteristik özellikleri şöyle açıklanabilir:

-Sansbly (yeden) notasının kullanılmaya başlanmasıyla eski gamların değiştirilmesi ve bu


çeşitli gamların (modların) birleştirilmesi sonucunda majör ve minör gamların ortaya çıkması.

-Kontrpuan usullerinin geliştirilmesi.

-Beşli ve oktav paralellerin yasak edilmesi.

-Armonik stilin yavaş yavaş kontrapuantik stilden ayrılıp daha özgür bir hal alması, nihayet
belirli ve kesin bir ritm tayini.

Rönesans döneminde yeryüzüne özgü insani duygular müzikle de ifade edilmeye başlandı.
Resim, heykel ve mimari alanlarında Rönesans'ın beşiği Italya'ydı. Müzikte ise Rönesans; Flamanya
ve Burgondiya'da başladı (bugünkü Belçika, Hollanda ve Kuzey Fransa'yı kapsayan bölgeye
Flaman Bölgesi denir, Burgondiya ise Fransa toprakları içinde olup Flaman bölgesiyle komşudur).

21
15.yy'da bu bölgede yetişen Guillame Du Fay, Rönesans'ın ilk temsilcilerindendir. G. Du
Fay; 3 ve 4 partili ses eserleri yazdı. Orta Çağ'da organumda kullanılan 4'lü ve 5'li aralıklardan
oluşan armoni yerine 3'lü aralık esasına dayanan armoniyi kullandı. Bu buluş bugünkü armoni
anlayışının ilk ve temel unsurunu oluşturmaktadır. Rönesans müziği günümüzde hala yaygın olarak
yapılmaktadır ve bunu geçmişte bulunan kaynaklardan yararlanılarak yapmaktadır.

RÖNESANS MÜZİĞİ KARAKTERİSTİKLERİ


 Vokal müzik, estrümantal müzikten değerlidir.
 Müzik, kelimelerin anlamını ve yarattığı duyguları geliştirir.
 Sunum değerlidir, aşırı kontrastlar ve ritimler içermez.
 Temelde çokseslidir, önceki çağlara göre daha dolgun ve bastır.
 Capella nın altın çağıdır.
 Ritmin yumuşak bir akışı vardır.

RÖNESANS DÖNEMİ KUTSAL MÜZİK


2 temel form: Motet ve Mass

Motet (müziksiz çok sesli ilahi): Kutsal Latince metinlerin çok sesli koral icrasıdır.
Mass : 5 bölümden oluşan koral eserlerdir : Kyrie, Gloria, Credo, Sanctus, Agnus Dei.

- RÖNESANSIN ÖNEMLİ BESTECİLERİ -


Rönesans’ta müziğin farklı özellikler kazanması Burgonya ve Flaman bestecileri ile
başlamıştır. Bu dönemde, birçok önemli besteci yetişmesinde etkili olan okullardan en önemlileri
Flemenk Okulu veya Burgonya Okulu, Viyana Okulu ve Roma Okulu’dur. Bu okullarda eğitim alan
sanatçılar besteleriyle kendilerinden sonra gelen bestecilere ışık tutmuşlardır.

Guillaume De MACHAULT
XIV.yy'ın en ünlü bestecisi Guillaume De Machault 'dur (1300-1377). 23 motet, enstrüman
eserleri, 45 ballade ve müzik tarihinde ölmez bir yer alan 4 sesli birmesse yazmıştır. Etkisi çok
büyük olmuş ve tüm Avrupa'ya hâkim olmuştur. Orta Çağdaki tüm Fransız ekolünü kişiliğinde
toplamış ve Franco-Flaman ekolünü hazırlamıştır.

VİHUELİSTLER
Vihuelistler, kalite ve özgünlüklerinin yanı sıra geç Rönesans Döneminde birçok açıdan
müziğe önemli yenilikler kazandırmışlardır. Bu yenikler şu şekildedir;
 Varyasyon formunu kullanan ilk bestecilerdir.
 Bağımsız çalgı müziğini ilk geliştiren bestecilerdir.
 Eserlerin başında tempo ile ilgili bilgi veren ilk bestecilerdir.
 Eser içinde tempo değişimini uygulayan ilk bestecilerdir.

22
Luis Milan
Aristokrat ir aileden gelen Milan, hayatının büyük bir kısmını Valencia’da geçirmiştir.
Döneminin gözde müzisyenlerindendir. Eserleri, sonraki kuşaklara daima ilham vermiştir.Eserleri
basılan ilk viuelist olmakla birlikte basılan kitabını(El Maestro) Portekiz kralı III. Jaoao’ya (John)
ithaf etmiştir. Bu kitap vihuela için yazılmış, basılan ilk tablatur kitabıdır. Kitaptaki eserlerin çoğu
ustalık seviyesindedir. Ayrıca El Maestro, tempoyu yazılı olarak ifade eden ilk tablatur kitabıdır.

Luys de Narvaez
Vihuela müziğinin gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Klarliyet şapelinde müzik
direktörlüğü yapmıştır. Kral II. Philip ve çocuklarına vihuela dersi vermiştir. Çok görkemli
kontrpuanlar yazmıştır. Altı ciltten oluşan kitabı Delphin de Musica(Müzik Yunusu) bir Antik Yunan
efsanesine gönderme niteliğindedir. Efsanede müzik aşığı bir yunus, Arion adlı bir lir virtözünü
boğulmaktan kurtarır.Vihuelistler arasında önemli bir yere sahiptir. Bir solo çalgı için yazılmış
varyasyonlar yayımlayan ilk bestecidir. Guardame Las Vacas, Avrapa’da basılan varyasyon
formundaki ilk eserdir. Değişen isimlerle tüm Avrupa’yı dolaşan bu eser, en son İngiltere’ye
ulaşmıştır.

RÖNESANS GİTARI

Alonso Mudarra
Hem İspanya hem de tüm Avrupa’da Rönesans gitarı için yayımlanmış ilk müzik örnekleri
Mudarra!nın üç ciltlik Tres Libros de Musica başlıklı vihuela kitabında bulunmaktadır. Kitaptaki
yetmiş altı eserden sadecealtı tanesi Rönesans gitarı içindir. Bunlar, dört Fantasia, bir Pavane, diğeri
ise Guardame Las Vacas’ın Rönesans gitarı için bir versiyonudur.

Adrian Le Roy
Dört lavta tablatur gitabı yayımlanmıştır. Daha sonra Rönesans gitarı için yazdığı eserlerden oluşan
beş tablatur kitabı daha yayımlandı. Solo lavta, gitar ve cittern için eserlerinin yanı sıra şan-lavta,
şan-gitar için de eserler yazmıştır. Diğer Fransız Rönesans gitar bestecileri gibi o da
transkripsiyonlar yapmış, fantasialar bestelemiştir. Pavan, Galliard, Branles gibi dans parçaları
yazmıştır.

John Dowland
İngiliz besteci, lavta sanatçısı.
Elizabeth İngiltere’sinde melankoli çok modaydı. John Dowland da modaya ve stile düşkün bir
besteciydi. Eserlerinin çoğu oldukça hüzünlüdür. Çok yetenekli bir şarkıcı olmasına rağmen
kariyerini lavta virtüözü ve besteci olarak sürdürdü. Yaşadığı dönemde lavta soloları, lavta eşlikli
şarkıları (ayres) ve topluluk müziği ile ünlendi.

23
Claudio Monteverdi
Geç Rönesans – Erken Barok döneminin İtalyan bestecisidir.

Yaşamında üne kavuşan sanatçı uzun yaşamı boyunca hem Rönesans, hem Barok dönemi eseri
sayılabilecek yapıtlar verdi. Zamanının müzik döneminde değişiklikler yarattı. Yirmi yaşına
girmeden yenilikçi olmasa bile çağdaş biçemde dini ile dindışı yapıtlar içeren müzik kitapları
yayımladı. Monteverdi, Floransa operalarından etkilenmişti. İlk operası olan «La favola
d’Orfeo»’yu (Orfeo Efsanesi) 1607 yılında tamamladı. Bu operasında orkestrayı birinci plana alıp,
ses türlerini zenginleştirdiği için operadaki ilk gelişimi kendisinin yaptığını söyleyebiliriz. Dük
1612’de öldükten sonra Venedik’te San Mark kilisesindeki yeni görevine, maestro di cappella
(müzik yönetmeni) olarak başladı. Yazdığı bir dizi dini yapıt ona bütün Avrupa’da ün sağladı.

Orfeo Operası
Claudio Monteverdi tarafından hazırlanmış bir prolog ve 5 perdeden oluşan bir lirik operadır. Eserin
librettosu Grek mitolojisinde bulunan Evridiki ve Orfe mitolojik öyküsünü baz alarak, şair
Alessandro Striggio (1573-1630) tarafından yazılmıştır. Opera 24 Şubat 1607de Mantova'da
"Palazzo Ducal (Duk'un Sarayi" da ilk defa sahnelenmiştir.
Mekân: Mantova ve civarı.
Zaman: 16, yüzyıl

Prolog
Müzik bakırdan üflemeli çalgılar ve vurmalı çalgılar için çok dramatik bir toccata ile başlar.
Günümüzdeki performanslar için ya seyirciler kısmında ya da orkestra şefinin girişini ilan eden bir
parça olarak icra edilir. Sonra operanın devamında zaman zaman tekrarlanan kısa bir "ritornello"
parçası başlar. Bu bitince "La Musica (Müziğin Ruhu)" gelir ve müziğin gücünü, özellikle müziği
ile tanrıları bile usul tutmaya zorlayan Orfeo'nun müziğinin gücünü açıklar.

Toccata:Dokunuş. Tuşlu çalgılar için yazılmış çalgısal parça. Başlangıç parçası olarak prelüdün
yerini alabilir. Toccare (İt.) Tokata.

I. Perde
Orfe ile Euridice'nin düğünü kutlamaktadırlar. Orfe Rosa del Ciel (Göğün gülü) adlı aryasını söyler
ve buna Euridice Io non diro qual sia (Ne olduğunu söyleyemiyeceğim) aryasıyla yanıt verir. Bu
perde koronun Ecco Orfeo (Burada Orfe) adlı şarkısıyla sona erer.

II. Perde
Bu perde nıflerin ve çobanların devam eden kutlama törenlerinde koro şarkıları ile başlar. Orfe son
mısraı Sol per te, bella Euridice (Güzel Euridice, yalnız senin için olarak biten Vi ricorda, o boschi
ombrosi (Hatırlıyorum o gölgeli koruyu) adlı aryayı söyler.

Bu sırada bir haberci girer. Orfe'ya gelen haber Euridice'nin bir "hain yılan" tarafından ısırılıp
hemen öldüğüdür. Orfe Euridice'yi hayata geri getirmek için Hades'e inmeye karar verir. Bu kararını
çok hissi bir parça olan önce bir resitatif iken sonra bir aryaya dönüşen Tu se' morta (Sen ölüsün)
adlı şarkı ile açıklar ve bu şarkıda insan saadetinin ne kadar geçici kırılgan bir şey olduğunu bildirir.
Bu çok hissi ve yaşslı kısımda üç defa koro (önce haberciyle, sonra çobanlarla Ahi caso acerbo, ahi

24
fat'empio ecrüdele (Ay ne acı bir darbe bu; ah gaddar talih) adlı şarkıyı söylerler, Birinci söylenişte
koronun yanıtı Non si fıdı üom mortale... (Ölümlü adam inanmamalı...). Perde Prolog'da çalınmış
olan "ritornello"'nun tekrarı ile sona erer.

III. Perde
Perde bakır üflemeli çalgılar için bir "sinfonia" ile açılır. Sperenza (Ümit) ile birlikte Orfe Hades
(cehennem) kapısına gelirler ama Speranza buradan içeri giremez Lasciate ogni speranza, voi
ch'entrat (İçeri giren kişi buradan sonra tüm ümidi geride bırak). Orfe tek başına girer ve mitik
Hades'in kapı muhafızı Caronte ile karşılaşır ve onu güzel bir şarkı müziği ile kandırıp içeri girmeye
izin vermesi için bir şarkı söyler (Possente spirto - Güçlü ruh). Fakat girme izini verilmez ve bu
sefer lir çalarak şarkıyı soyler ve bu Caronte'nin güzel bir uykuya dalmasına neden olur. Hades'in
kapısı böylece muhafızsız kalınca Orfe içeri girip, bu perde giriş "sinfonia"sı çalarken, Hades'e iner.
O zaman bu perdede ilk defa koro görünüp Nulla impresa per uom si tenta invano (Bu adam için bu
girişim boşa gidecektir) koro şarkısını söyler. Perde giriş senfoniasının daha süslü olarak çalınması
ile sona erer.

IV. Perde
Bu perde için bir giriş parçası bulunmaz. Hades'te kraliçe olan "Proserpina" Orfe'nin müziğinden
çok etkilenmiştir. Hades'in kralı olan Plutone'ye Euridice'yi Hades'ten bırakıp yeryüzüne
göndermesi için yalvarır. Plutone bu yalvarmaya dayanamayıp Euridice'nin Hades'den ayrılmasına
izin verir ama onun mutlak uyması gereken bir şart koşar. Bu şarta göre Euridice Orfe'yi takip
ederek yeryüzüne çıkıp yeniden hayat kazanması için yol sırasında Orfeo'nun hiç arkasına
bakmaması gerekmektedir. Koro Pietade, oggi, e Amore Trionfan ne l'Inferno (Şefkat ve aşk bugün
cehennemde galip gelmiştir) şarkısına koyulur. Orfe Hades'den ayrılıp yeryüzüne çıkmak için,
lirinin gucunu açıklayan Quai onor di te fia degno (Sana layîk bir şeref ) şarkısını söyleyerek, yola
koyulur. Önce Orfe Euridice'nin kendini takip ettiğinden şüphelenmez ama sonra birden bu hususta
büyük bir şüpheye kapılıp omzunu çevirip geri bakar. Birden Euridice bir ruh gibi gözleri önünden
kaybolur. Orfeo yalnız başına yeryüzüne doner. Koro E la virtute un raggio (Erdem bir işin gibi)
adlı şarkıyı söyleyerek perde sona erer.

V. Perde
Bu perde için giriş Prolog'da bulunan "ritornello" melodisini tekrarlar. Orfe çok üzüntülü yas
çekmektedir.
Bu operanın ilk 1607 verziyonuna göre (antik Yunan efsanesine uyarak), Orfe Bacchante'lardan
kaçmaya çalıştığını ama onlar tarafından yakalanarak parça parça edilip öldürülür.
1606 ve günümüzdeki oynanan verziyonuna göre Orfeo'nun babası olan tanrı Apollo gökten inerek
oğlunu göklere çıkarır ve buradan sonsuzluğa kadar Euridice'nin yıldızlar arasında bulunan hayalini
girmesini sağlar. Koro Vanne Orfeo, felice a pieno (Git Orfe kusursuz saadetle) adlı şarkıyla ve çok
kivrak bir Moresko (Magribi) dansı ile sona erer.

25
RÖNESANS
DÖNEMİNDE
MİMARİ

26
Genel Bakış
Floransa'da başlamış ve antik Yunan ile Roma stili mimariden esinlenen, bu zamanların
mimari fikirlerinin yeniden doğuşunu sağlamış olan Rönesans Mimari(si) akımı 14 ve 17. yylar
arası kendini göstermiştir. Kendisinden önceki akım olan Gotik Mimarisi'ni takip etmektedir ve
Barok Mimarisi'nin yüzeye çıkması ile dönemi son bulmuştur.

İtalya'da başlamış ve yaşam süresi içinde Fransa, Almanya, İngiltere gibi Avrupa
ülkelerinden Rusya'ya kadar geniş bir coğrafyada kendini göstermiştir.

Rönesans stili mimarinin temel yapıtaşları simetri, oran, geometri ve düzenliliktir ve bu


özelliklerin temel dayanak noktası ve esin kaynağı olar akantik Yunan ile antik Roma mimarisini
baz almıştır. Aralarındaki paralellikler, o dönem eserlerinin kalıntılarında, özellikle Roma
eserlerinde rahatlıkla görülebilmektedir. Bu benzerliklere örnek olarak sütun, alçı ve lintel
dizaynları ve aynı zamanda yarı-daire kemerler, yarımküresel kubbeler, nişler ve ediküllerdeki
benzerlikler gösterilebilir. Bu özellikler zamanın Gotik mimarisindeki kompleks oranların ve
düzensiz profilli yapıların yerini doldurmuştur ve kolayca ayırt edilebilmektedir.

Rönesans mimarisinin doğuşunda büyük rol oynamış isimlerden Floransa doğumlu Filippo
Brunelleschi öne çıkar; fakat Leon Battista Alberti ve Michelozzo di Bartolomeo Michelozzi de bu
isimler arasında yer almaktadır.

Dönem boyunca ün kazanmış önemli isimlerden bazıları da Michelangelo, Donato


Bramante, Leonardo da Vinci, Raffaello Sanzio, Giorgio Vasari, Jacopo Barozzi da Vignola, Pirro
Ligorio, Girolamo Genga, Lorenzo Ghiberti ve Flaminio Ponzio'dur.

Tarihi ve Kökleri
Rönesans ne anlama gelir?

Rönesans kelimesi İtalyanca "la rinascita", yani "yeniden doğum" anlamına gelmektedir. İlk
olarak Giorgio Vasari'nin Vite de' più eccellenti architetti, pittori, et scultori Italiani (En iyi İtalyan
mimarlar, ressamlar ve heykeltraşların hayatları) isimli kitabında kullanılmıştır.

Rönesans kelimesi bir terim olarak kullanılışı ve Batı sanatına etkileri üzerine tarihi
araştırmaların popülerleşmesi 17. yy'ın sonlarında başlamıştır ve dönem tarihçileri Rönesans'ı
"all'antica" kelimesi ile tanımlamıştır. Bu; "eski moda" veya motamot olarak "antik bir tavır içinde"
anlamına gelmektedir ve bahsedilen antikite, Antik Roma'yı ifade etmektedir.

Ortaya çıkışı

Rönesans mimarisinin ortaya çıkışı, önceki çoğu dönemin aksine bir sanatsal akımdan
diğerine doğru yavaş ve tarihsel çizgide ilerleyen bir geçiş yerine bir grup mimarın şahsi etkisi ve
"eski bir Altın Çağı" tekrar yaratma amacı gütmesi ile olmuştur. Bu geçiş, İtalya'da o dönem
başlamış bulunan bilimsel yaklaşım ve eğitim ile iç içe yaşanmış olması sayesinde hızlı bir şekilde
etkili olmayı başarmıştır. Bu yayılışın sebeplerini birkaç başlık altında inceleyebiliriz.

-Mimari nedenler: İtalyan mimarisi hiçbir zaman Gotik mimariye tam geçiş yapamamış olup, o
dönem mimarisinde dahi daha temiz ve net bir şekilde belirlenmiş yapılara sahip olmuştur. Diğer bir
deyişle, İtalyan mimarisi, Gotik mimarinin egemen olduğu dönemde dahi Romanesk mimari

27
esintileri taşıyan yapıları tercih etmiştir. Dönemin mimari harikaları kiliseler dahi buna bir istisna
değildir. Döneminde dahi Gotik mimarisine uygunlukta kompleks ve düzensiz figürler ile inşa
edilmiş kilise örnekleri enderdir.

-Politik nedenler: Venedik, Napoli ve Floransa, 15. yy'da bölgelerinde güce ve öneme sahip
şehirleri haline gelmiştir. Bunun sonucunda doğan zenginlik, dönem sanatçılarının İtalyan
şehirlerinde toplanmasının büyük nedenlerinden biridir. Bu özellik aynı zamanda doğan akımın
Avrupa ülkelerine sıçramasına zemin hazırlamıştır.

Bu güçlenmenin temel sebepleri ticarete dayanmaktadır ve Milan ve Fransa ile deniz yoluyla
yapılan yoğun ticaret, Venedik'in Avrupa için bir ticari başkent haline gelmiş olması ve Medici
ailesinin başlatmış olduğu bankacılık hareketleri ticari güçlenmenin temel sebepleri olarak
gösterilebilir.

-Dini nedenler:1377'de Papa XI. Gregory'nin Papalık Evi'ni Avignon'dan Roma'ya geri taşıması
İtalya'da bin yıldır görülmemiş bir kilise inşa furyası başlatmıştır ve bu furya, Rönesans mimasinin
birçok örneğinin günyüzüne çıkmasında temel etmen olmuştur.

-Felsefi nedenler: Matbaanın keşfi ve insanların bilgiye, özellikle Hristiyan dünyası dışındaki
bilgiye ulaşımının sağlanması ile Avrupa'da doğmuş olan Hümanizm akımı ile dini tecrübelerin
ruhani bir tecrübeden ziyade toplumsal ve toplum için bir tecrübe olduğuna yönelik düşünceler
yaygınlaşmaya başlamıştır.

Bununla birlikte dönem fikriyatı Tanrı'nın evreni yaratmış ve düzenini korumakta olduğunu
benimsediği gibi İnsan'ın da toplum içerisinde bir düzen yaratıp bunu korumakla yükümlü olduğunu
kendine ilke belirlemiştir. Bu düşünce yapısı dini ve bilimsel alanlarda birçok yeniliğe sebebiyet
verdiği gibi Rönesans mimarisi örneklerinde iz taşımaktadır.

Aynı zamanda Rönesans sırasında mimari, yalnızca mesleki bir alan olmaktan çıkıp bir
bilim dalı haline gelmitşir.

Dönemleri
Tarihçiler Rönesans'ı genel olarak 3 ana döneme ayırmakta olmalarına karşın bu ayrım
mimaride aynı tarihleri temsil etmemektedir. Birçok resim ve heykel örneğinin ortaya çıkmaya
başladığı 14. yy'ın sonlarında yaşanmış olan maddi sıkıntılar Rönesans karakteri taşıyan mimari
örneklerinin ortaya çıkışına engel olmuştur. Bu yüzden Rönesans mimarisi tarihi 15. yy ile başlar ve
yine 3 döneme ayrılır.

-Erken Rönesans(1400-1500): Aynı zamanda Quattrocento(400(İtalyanca)) olarak da bilinir.


Mimari yapılar, Orta Çağ'dan beri önsezi ve içgüdüsel tahminler yerine ilk defa geometrik form ve
düzensel mantık ile inşa edilmeye başlanmıştır. Dönemin temel temsilcisi ve oransal planlamayı
başlatan Filippo Brunelleschi'dir.

-Yüksek Rönesans(1500-1525): Bu dönemde önceden Antik mimariden esinlenerek inşa edilmeye


başlamış yapılar daha titiz ve ciddi bir kesinlikle inşa edilmeye başlamıştır ve Rönesans mimarisi
dini binalardan çağdaş yapılara sıçrayışını gerçekleştirmiştir. Bu dönem aynı zamanda Rönesans
mimarisinde Antik mimariye bağımlılıktan kurtuluşuna ve bir İtalyan tarzı doğmasına zemin
hazırlamıştır. Dönemin temel temsilcisi Bramante'dir ve Rönesans mimari tarzını çağdaş binalara
uygulamayı başlatan isim olmak ile birlikte, aynı zamanda sütunlarda ve desteklerde resim ile fresk
kullanımını başlatan mimardır. Santa Maria della Grazie kilisesi buna örnek gösterilebilir.

28
-Maniyerizm(1520-1600): Bu dönem mimarların, mimari formlar arasında deneysel uzaysal ve katı
bağlar kurduğu dönemdir. Rönesans dönemi fikriyatından doğmuş uyum, mimarların daha özgür ve
daha yaratıcı ritimler doğurmasını sağlamıştır. Bu dönemin temel temsilcisi Michelangelo'dur ve
bugün "devasa düzen" adı verilen, sütunları veya alçısı birden fazla katı kapsayan ve desteklemesini
sağlayan yapıyı keşfetmiştir.

Rönesans'tan Barok'a geçiş

Rönesans mimarisinin Avrupa'ya yayılım sürecinde tıpkı her sanatsal akımda olduğu gibi her
toplum, İtalyan modelini kendi mimari geleneklerine göre düzenleyip ve değiştirip kendilerine has
bir mimari akım yakalamaya çalışmıştır.

İtalya'da Maniyerizm akımının Rönesans fikir ve idealleri üzerine kurularak popülerlik


kazanması ve Michelangelo, Giulio Romano ve Andrea Palladio gibi mimarların birbirinden
oldukça farklı biçim ve tarzlarda işlerinin ortaya çıkmasıyla Rönesans mimarisi formunu ardılı olan
Barok mimarisine bırakmıştır. Bu iki dönem mimarisi aynı temel kavram, teori ve terminolojiyi
paylaşmakla beraber birbirinden çok farklı retorik ve tekniklere sahiptir.

Mimari Karakteri
Rönesans mimarisini öncellerinden ayıran temel etmen antik dönem mimari özellik ve
formlarını barındırıyor olmasıdır. Fakat, zamanla yapıların form ve amaçları değiştiği gibi şehirlerin
de yapısı değişti. Bu mimari özelliklerle inşa edilmiş ilk kiliseler dahi Romalıların daha öne hiç inşa
etmediği tipte özellikler taşımaktaydı. Buna tüccarların isteğiyle inşa edilmiş konut alanları da
dahildi.

Bunun temel sebebi Romalılar'ın inşa etmiş olduğu devasa yapılar ve alanlar aksine
Rönesans dönemi talebinin daha ortalama ölçüde yapılar üzerine olmasıydı.

-Mimari plan: Rönesans mimari planları karesel, ve simetrik bir görüntüye sahiplerdir ve boyutları
genel olarak belirli bir mimari yapı üzerinden alınır. Kiliselerde bu temel alınan yapı, yani modül,
kilisenin koridorunun baştan sona uzunluğudur.

Dönem mimarisi cepheleri de içeren bir plan gereği doğurmuş olup bunun ilk örneği Brunelleschi
tarafından verilmiş olmasına karşın 16. yy'a kadar cephe içeren planlı yapılar yaygınlaşmamıştır. 16.
yy aynı zamanda dinden bağımsız mimaride de bu tip planlar kullanılmaya başlanmış tarihtir.

-Cephe: Dönem cepheleri genelde birbiri ile dikey olarak simetrik haldedir, bir alınlık üstüne
yerleştirilir ve pilasterler, kemerler ve yatay saçaklıklar ile bu alınlık desteklenir.

Konut alanları ise genel olarak cephe üstüne inşa edilmiş kornişler ile desteklenir. Açıklık ve
desenler her katta simetrik olarak tekrar eder ve ana kapı genelde bir balkon veya kapıyı kuşatan
çentikler ile belli edilir.

-Sütunlar ve pilasterler: Rönesans boyunca mimarlar sütun, pilaster ve saçaklıkları ayrı ayrı
yerine bütün ve entegre sistemler olarak kullanmayı amaçlamıştır.

-Kemer: Kemerler yarımdairesel veya (Maniyerist stilde) bölmelere ayrılmış haldedir. Genel olarak
geçiş yollarında kullanılmıştır ve iskelet veya başlıklı sütun kullanılarak desteklenmiştir. Kimi
örneklerde kemer ile sütunbaşı arasında saçaklıklar görülebilir.

29
-Tonoz: Tonozlar sütunlar üstünde değildir, genel olarak yarımdairesel veya bölmeseldir ve Gotik
mimari'nin dikdörtgen planları aksine kare bir plan üstüne inşa edilirler. Yarımdairesel tonozlar bu
dönem sırasında tekrar kullanılmaya başlanmıştır.

-Kubbe: Kubbeler bu dönemde hem binalara dıştan görünebilir yapısal özellik katabilmek, hem de
çatılarda sadece içten gözükebilir küçük alanlar oluşturabilmek adına sıklıkla kullanılmıştır. Sıklıkla
kullanımı ile birlikte kubbeler kilise mimarisinin laik dönemlere kadar dahi kalıcı bir parçası olmayı
başarmıştır.

-Tavan: Tavanlar düz ve süslenmiş yüzeylere sahiptirler ve Orta Çağ'daki örneklerin aksine açık
bırakılmazlar. Pek çoğu üzerinde resim taşır veya özel olarak dekore edilmiş şekildedir.

-Kapı: Kapılar genelde karesel linteller taşır. Bir kemerin içine kurulmuş veya üçgen bir alınlığın
altına oturtulmuş biçimde görülebilirler. Kapıya sahip olmayan açıklıklar genelde kemer ile
süslenmiş büyük boyutta bir kilittaşı barındırır.

-Pencere: Pencereler genel olarak eşler halindedir ve yarımdairesel bir kemer içine oturtulurlar.
Tıpkı kapılar gibi kare lintellere veya üçgen, bölmesel alınlıklara sahip olabilirler.

Maniyerist dönemde yüksek, yarımdairesel bir açıklığın altına çift, karesel lintele sahip açıklıklar
inşa edilmeye başlanmıştır. Konutlarda bu açıklıklar binanın içine ışık girebilmesi ve manzaranın
görülebilmesi için kullanılmıştır. Vitray, rastlanabilmesine karşın, sık rastlanan bir özellik değildir.

-Duvar: Duvarlar genellikle işleme veya kaplama taş içeren, pürüssüz tuğlalar ile inşa edilir. Duvar
köşeleri ise çentikler ile belirginleştirilir. İç duvarlar ise sıvanmış ve badana yapılmış haldedir. Daha
resmi yapılarda iç duvarlar freskler ile dekore edilmiş haldedir.

-Detaylar: Geçişler, pervazlar ve tüm dekoratif detaylar incelikle ve hassas bir şekilde işlenmiş
haldedir. Antik Roma mimarisinin detaylarına çalışmak ve onları mükemmelleştirmek Rönesans
mimarisinin önemli özelliklerinden biriydi. Her mimari düzen birbirinden farklı detaylar
gerektiriyordu. Bazı örnekler antik detayların kullanımında diğerlerinden daha katıydı; fakat aynı
zamanda -özellikle köşeler için- pek çok yenilik sağlandı. Kapı ve pencere dışlarındaki pervazlar
Gotik mimarideki gibi geri planda durmak yerine belli edilecek şekilde inşa edilirdi. Kabartma
desenler kimi zaman dönemin nişleri ve süpürgelikleri üzerinde bulunabilir. Orta Çağ mimarisinin
aksine, bu kabartma desenler mimarinin temel öğelerinden biri olmaktan çıkmıştır.

Bazı Dönem Mimarları ve Örnekleri (ek.1)


Erken Rönesans
-Filippo Brunelleschi (1377-1446)

30
Cattedrale di Santa Maria del Fiore – Floransa Katedrali (1296-1436)

31
Basilica di San Lorenzo (1419-1470)

32
-Michelozzo Michelozzi (1396-1472)

33
Palazzo Medici Riccardi (1444)

-Leon Battista Alberti (1402-1472)

34
Sant'Andrea, Mantua (1472)

35
Santa Maria Novella (1456)

36
Yüksek Rönesans
-Donato Bramante (1444-1514)

Santa Maria della Grazie (1490)

37
San Pietro in Montorio (1481)

-Antonio da Sangallo (1485-1546)

38
Palazzo Farnese (1534-1545)

39
-Raphael (1483-1520)

Palazzo Pandolfini (1514)

40
Maniyerizm
-Baldassarre Peruzzi (1481-1536)

Palazzo Massimo alle Colonne (1532-1536)

41
-Giulio Romano (1499-1546)

42
Palazzo Te (1524-1534)

-Michelangelo Buonarroti (1475-1564)

43
St. Peter's Basilica (1506-1626)

44
Biblioteca Laurenziana (1525-1571)

45
-Giacomo della Porta (1533-1602)

46
Il Gesù (1568-1580)

47
-Andrea Palladio (1508-1580)

48
Basilica Palladiana (1546-1549)

Villa Capra La Rotonda (1567-1580)

49
Rönesans Mimarisi'nin Mirası
19.yy içinde Rönesans mimarisinin, Gotik mimarisi ile eş zamanlı olarak, bilinçli bir
yeniden doğumu gerçekleşmiştir. Gotik mimarisi, dönem mimarları tarafından kilise için en iyi
mimari stil olarak algılanmış olsa da Rönesans mimarisi dinden bağımsız yapılar ve konut
planlaması için iyi bir model olarak kabul edildi.

Bir haysiyet ve güvenilirlik simgesi olarak tanımlanmış olan Rönesans stili bankalar, kafe ve barlar
ve apartman blokları olarak kullanıldı. Paris Operası gibi binaları etkileyen stil dahi Maniyerist veya
Barok oldu. Zamanın fabrika, ofis ve alışveriş mağazaları mimarları Rönesans stili inşaatı farklı
projeler ile 20. yy'a kadar taşıdı.

Ör: Mary, Queen of the World Cathedral (1875-1894)

Dolayısı ile Rönesans, mimari formunun ardılları olan Maniyerizm, Barok, Neoklasisizm ve
Eklektisizm gibi akımları gözle görülür bir biçimde doğrudan etkilemiş olmasına karşın Rönesans
mimari tarzı Modernizm akımından büyük ölçüde çıkarılmış olsa da günümüz Postmodern
mimarisinde bu izlerin bir kısmının tekrar yerleştirilmiş olduğunu görebiliyoruz. Rönesans
mimarisinin yarattığı esinti bugün dahi mimari terminoloji ve teoride gözlemlenebildiği gibi pek
çok modern yapıda dahi kural, dizayn ve izlerine rastlanabilir.

Kısacası, Rönesans mimarisinin yarattığı kural ve formlar, yani mirası günümüzde dahi kimi
yapılarda rahatlıkla görülebilmektedir ve gün itibarı ile yaşamaya devam etmektedir.

50
RÖNESANS
DÖNEMİNDE
TİYATRO

51
Rönesans Tiyatrosu

Rönesans dönemindeki tiyatro etkinliklerinin genel adıdır. Kilise baskılarından kurtulmaya çalışan
tiyatronun da öncüsüdür. Rönesans tiyatrosu İtalya'da başladı, ama en önemli ürünlerini Rönesans'ı
geç yaşayan İngiltere gibi ülkeler verdi.

15. yüzyılda İtalya'da Plautus,Terentius ve Seneca'nın oyunları yeniden okunmaya başlamıştır.


Yüzyılın sonuna doğru bu yazarların oyunları önce Roma, sonra Ferrara'da sahnelenmiştir. İtalyan
Rönesans tiyatrosu, mimarlık açısından da klasik tiyatroya öykünüyordu. 1414'te, Romalı mimar
Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı kitabı keşfedildi ve Avrupa dillerine çevrildi. Bu yapıta
dayanılarak İtalya'da Roma tiyatroları inşa edilmeye başladı. Bu çalışmaların ürünü olan Venedik'li
mimar Andrea Palladio'nun tasarlayıp 1585'te Vincenzo Scamozzi'nin tamamladığı Vicenzo'daki
Olimpico Tiyatrosu, Avrupa'nın günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi, geri
plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini gösteren üç boyutlu perspektif panoları
yerleştirmişti.

İspanya
İtalyan tiyatrosu 16. yüzyılda sahneyi edebiyattan arındırırken, İspanya da tam tersini yaptı;
tiyatroyu yeniden edebileştirdi, en önemli edebiyat ürünlerini tiyatro alanında verdi. İspanya
Reform hareketinden etkilenmediği için, eski dinsel tiyatro, auto sacramental (ayin oyunu) adıyla
devam etti. Bu tek perdelik oyunlar, öteki ülkelerde dinsel tiyatroyu gülünçleştiren öğelerden
arındırıldığı için, İspanya'nın en iyi şairleri de bu alanda yeteneklerini denemekten çekinmediler.
Ülkenin ilk sabit tiyatroları da, İspanyol edebiyatının Altın çağ olarak anılan bu dönemde yapıldı.
İspanyol tiyatrosu, kendini klasikçiliğin kurallarıyla sınırlamamasıyla İtalyan tiyatrosundan
farklıydı. Duyguya, lirizme, tutkulu eylemlere yer veriyordu. En önemli yazarları, orta sınıf
törelerini ve entrikalarını konu alan özgün bir İspanyol türü olan perdelerin ve kılıç oyunu tarzında
binden çok yapıt yazmış olan Lope de Vega ile İspanyol barok üslubunun en tipik temsilcisi olan
Calderon'dur.

Fransa
Fransa'da düzenli tiyatro toplulukları 16. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Bunların repertuvarında, ibret ve
mucize oyunları kadar, kaba bürlesk ve parodiler de yer alıyordu. Ama Fransa'nın öbür Avrupa
ülkeleri gibi özgün bir yerel tiyatro geleneği yoktu. Bu yüzden İtalyan Rönesansı'nın etkisini
kolayca benimsedi. 17. yüzyılda ülkenin güçlü bir merkezi yönetim altında birleşmesini sağlayan
Başbakan Kardinal Richeliu, en gelişmiş sahne teknolojisini içeren bir tiyatro binası yaptırdı.
Richeliu, trajedi ile komedinin birbirinden ayrılması, tiyatrodan traji-komik öğelerin atılması içinde
çalıştı. Ama dönemin üç önemli yazarından biri olan Corneille'in Le Cid'i Kardinalin yerleştirmeye
çalıştığı klasik birlik kurallarını hiçe sayan bir trajikomediydi. Corneille'in rakibi Racine ise klasikçi
kuralların içinde kalarak trajediye romantik bir ton kazandırdı. Konularını Yunan-Roma
mitolojisinden ve tarihten alan bu iki yazara karşılık Moliere, Fransız toplumunun gündelik
yaşamından aldığı tiplerle kendi çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu. Üstelik
dönemin en sevilen oyun yazarıydı.

52
İtalya
Ortaçağ tiyatrosu Roma ile Yunan Tiyatrosundan ne kadar ayrı ise, İtalyan Rönesans tiyatrosu da
Ortaçağ tiyatrosundan o kadar ayrıdır. Öte yandan, klasik tiyatroyu büyük bir bağlılık, hayranlıkla
taklit etmek isteyen Rönesans tiyatrosu, sonunda karşımıza eskinin tekrarı olarak değil de, yepyeni,
aşağı yukarı modern tiyatro olarak çıkmıştır. 1450 ile 1600 yılları arasındaki süreçte İtalyan
tiyatrosu yarı profesyonel oyuncuların elinde kaldı. 1453’te Türkleri İstanbul’u almalarıyla oradan
birçok bilim adamı ve sanatçı gelerek Ferrara, Mantua ve UrRönesansbino’ya yerleştiler. Bu bir
açıdan İtalya’daki tiyatro hareketlerini hızlandırmıştır. Özellikle Antik Yunan ve Roma kültürlerin
tiyatro alanındaki en önemli yapıtları yüzyıl içinde çevrilip basılmış ve İtalya’da yaygınlık
kazanmıştır. Bu da tiyatronun İtalya’da öteki ülkelerden daha çabuk gelişmesini sağlamıştır. 15.
yüzyılın ikinci yarısında İtalyan tiyatro yazarları yetişmeye başladı. Bunlar arasında Niccolo
Macchiavelli’nin yazmış olduğu La Mandragola (Adamotu) o dönemin en başarılı yerli, özgün
komedyası olarak ünlendi. İtalyan tiyatrosunun en önemli yazarı 18. yüzyılın ortasında birçok
komedi kaleme alan Carlo Goldoni'dir.

1450 yılından sonra dinsel tiyatronun yerini dünya işleri ile ilgili tiyatroya vermeye başladığı
görülür. Ortaçağ evlerinin yerini de dekorlu sahne alır. Böylece oyun alanı, tiyatro yapısı değişir.
İtalya’nın soylu kişileri kutsal büyükleri avlularda, geniş salonlarda klasik oyunları oynatır,
gösteriler düzenletirlerdi. Bilginler eski yazmalar arasında Latin, Yunan oyunlarını ararlar,
bulduklarını ya olduğu gibi ya adapte ederek ya da o günkü dile çevirerek sahneye koyarlardı.
Perspektif kurallarını yeniden bulan ressamlar, Romalı mimar Vitruvius’un klasik sahne üzerine
yazdıklarından yararlanarak saraylarda hayranlık uyandırıcı dekorlar çizelerdi. 1584’de soylu
kişilerle bilginlerden seçilme bir topluluk Vicenza kentinde bir tiyatro yaptırdı. Roma’nın
yıkılışından sonra İtalya’da doğrudan doğruya tiyatro diye yapılan ilk yapının bu olduğuna
inanılıyor.
15. yüzyılda İtalya'da Plautus, Terentius ve Seneca'nın oyunları yeniden okunmaya başlamıştır.
Yüzyılın sonuna doğru bu yazarların oyunları önce Roma, sonra Ferrara'da sahnelenmiştir. İtalyan
Rönesans tiyatrosu, mimarlık açısından da klasik tiyatroya öykünüyordu. 1414'te, Romalı mimar
Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı kitabı keşfedildi ve Avrupa dillerine çevrildi. Bu yapıta
dayanılarak İtalya'da Roma tiyatroları inşa edilmeye başladı. Bu çalışmaların ürünü olan Venedikli
mimar Andrea Palladio'nun tasarlayıp 1585'te Vincenzo Scamozzi'nin tamamladığı Vicenzo'daki
Olimpico Tiyatrosu, Avrupa'nın günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi, geri
plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini gösteren üç boyutlu perspektif panoları
yerleştirmişti. Rönesans tiyatrosunun en özgün yönlerinden bir de perspektife verdiği önemdir.

Rönesans döneminin başında İtalyan tiyatrosu fazla kuralcı bir yola sapmış, klasik ölçülere ve
Aristoteles'in zaman, mekân ve eylem birliği ölçütüne bağlı kalma adına uzun bir süre cansız
ürünler vermiştir. Gene de Plautus'un açık saçık komedyaları, bu dönemde, Aristo ve Ruzzante gibi
iki önemli yazara esin kaynağı oldu. İtalyan tiyatrosuna ulusal bir dil ve yerel karakterler
kazandıran bu iki yazardan sonra, İtalyan'ın dünya tiyatrosuna en önemli katkısı olan Commedia
dell'arte doğdu. Canlı bir halk tiyatrosu geleneğine dayanan ve farklı öğeleri bütünleştiren
Commedia dell'arte edebi bir metne değil, doğaçlama oyunculuğuna dayanan bir tiyatro türüydü.
Kökenleri ortaçağ cambazlığına, mime ve fabula Atellana'ya değin götürülebilecek olan Commedia
dell'arte'nin yeniliği, topluluk oyununa dayanmasıydı. Sürekli bir arada çalışan ve çok uzun bir süre
aynı rolü oynayan oyuncular, daha öncesi eşi görülmemiş bir virtüözlük düzeyine ulaşabiliyordu.
Oyunlarda senaryo vardı, ama her oyuncu diyalogun kendine düşen bölümünü zaman içinde istediği
gibi geliştirebiliyordu. Venedikli pinti tüccar Pantalone gibi bütün tiyatroya mal olacak tipleri
Commedia dell'arte yarattı. Profesyonel kadın oyuncu kullanan ilk tiyatroda Commedia
dell'arte'ydi..

53
İngiltere
İtalyan Rönesans’ının etkisi İngiltere'de daha geç ve daha zayıf hissedildi. Bu yüzden, Elizabeth
dönemi (1558-1603) yalnızca tiyatroda değil, genel olarak edebiyatta da özgün İngiliz geleneğinin
kurulduğu yıllar oldu. Aslında bu dönemde İngiliz tiyatrosu karşıt etkilere de açık durumdaydı. Bir
yandan Protestan kilisesinin nüfuzunu kırmak için Corpus Christi Yortusu'nu kutlamak yasaklanmış,
bu da gizem ve ibret oyunlarının gerilemesine yol açmıştı. Öte yandan, saray tiyatroyu İngiliz ulusal
kimliğini pekiştirmek için kullanmak istiyordu. Bütün bunlara karşı, Avrupa'daki düşünsel, ahlaki
ve dinsel çatışmaların özgürleştirici etkisi de 16. yüzyılın sonuna doğru şiddetlendi. Bunun
sonucunda tiyatro da bu gerilimli, yeniliklere açık ruh halini yansıtıyordu. İngiliz tiyatrosu, kendi
özgün ortaçağ geleneğinden aldığı mirası kara Avrupa'sının daha incelmiş buluşlarıyla
kaynaştırarak, saray tiyatrosunun sınırlarını aşan, toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü
yarattı.

Marlovu'un, Shakespeare’in, Beaumant ve Fletcher'in oyunlarını herkes izleyebiliyordu. İngiltere'de


de ilk tiyatrolar, 1576'dan başlayarak Elizabeth döneminde kuruldu. Bu ilk tiyatrolar, daha önce
oyunların sahnelendiği han avlularının biraz daha geliştirilmiş biçimiydi. Seyirciler, üstü açık bir
yapı içinde, yükseltilmiş bir tahta platformdan oluşan sahnenin üç yanında bulunan sıralarda
oturuyordu. İzleyicilerle oyuncular arasındaki alış veriş, İtalyan tiyatrosundan daha fazlaydı. Buna
karşılık biletler de daha ucuzdu. 1590'larda her tiyatro soylu bir kişinin desteğiyle işletiliyordu.
İtalyan tiyatrosundan bir farkı da, kadın oyuncuların olmamasıdır. Kadın rollerini çoğu zaman erkek
oyuncular üstleniyordu. Elizabeth'ten sonra gelen James döneminde (1603-1625), tiyatro içerik
olarak klasikçiliğe daha çok yaklaşırken, konu zenginliğini ve ufuk genişliğini de yitirmeye başladı.
Bu dönemde, Ben Janson, John Ford, John Webster ve John Lyly gibi yazarlar zaman, mekan ve
eylem birliği kurallarına önem verirken, trajedi ve komediyi de birbirinden daha kesin çizgilerle
ayırdılar. 17. yüzyılın ortalarına doğru İngiliz tiyatrosu, maske ve dekor gibi görsel öğelere daha
çok yer vermeye başlamıştı. 1642'deki burjuva devriminden sonra tiyatrolar kapatıldı ve sahne
sanatı çok uzun bir süre eski canlılığına kavuşamadı.

16. yüzyıl İngiltere’sinde tiyatro toplumsal ve eğitsel bir araç olarak kabul edilmişti. Profesyonel
oyunculara zaman zaman okullarda da iş çıkıyordu; role uygun öğrencileri seçmede öğretmenler
onlardan yararlanıyordu. O kadar ki, 16. yüzyılın sonlarına kadar İngiliz tiyatrosunun geleceği
amatörlerin mi yoksa profesyonellerin elinde mi, bu tartışılmıştır. Bu topluluğun içinde o dönemin
ünlü oyuncusu James Burbage bulunuyordu. Asıl mesleği doğramacılıktı, ama bu işi bırakıp
profesyonel bir oyuncu olmuştu.

İngiliz oyunculuk tarihinde ilk önemli gelişme 1574 yılında, Kraliçe Elizabeth Şehir Meclisi’ne,
özellikle Püritenlere kulaklarını tıkayarak “Leicester Dükü’nün Adamları”na tragedyalar,
komedyalar, interlude’lar ve oyunlar oynamak üzere izin verdi. Bu izin Londra için geçerliydi.
1576, ikinci önemli tarihtir. James Burbage kayınbabasından 600 sterlin borç para alarak Londra
kenti sınırları dışındaki bir arazide ahşap bir tiyatro yaptı. İyi bir doğramacı olduğu içinde tiyatro
yapımında bizzat çalıştı. Püritenlerin nefesi, hızla gelişen profesyonellerin ensesindeydi.
Oyuncuların günahkar olduklarını yayarak onları engellemeye çalışıyorlardı. Püritenlere göre
oyunculuk yalan üzerine kuruluydu ve oyuncular “gereksiz kişiler”di. İngiliz oyunculuk tarihinde
üçüncü önemli tarih, Saray’ın Şehir Meclisi’nin karşısına çıkmasıdır. Kraliçe’nin hizmetinde
çalışmak üzere, “Kraliçe’nin Adamları” topluluğu 1583’te resmen kuruldu. Bu topluluk, kraliçe
tarafından korunduğu için gelişme gösterdi. Dördüncü önemli tarih 1584’tür.

54
Şehir Meclisi son bir deneme daha yaptı ve kış aylarında Londra içinde hiçbir tiyatronun
çalışamayacağını ilan etti. Ama bu denemede hiçbir işe yaramadı. Güçlü bir hükümdar olan Kraliçe
Elizabeth’in sarayı buna karşı çıktı ve oyuncuları destekledi. 1591-1592 döneminde, Richard
Burbage yeni profesyonel oyuncular toplayarak “Lord Pembroke’un Adamları”nı kurdu ve o sırada
dışarıdan ücretle çalışan genç bir oyuncunun, William Shakespeare’in (1564-1616) Kral IV.
Henry’sinin 2. ve 3. bölümlerini oynamaya başladı. Gösteri o kadar başarılı oldu ki, rakip
topluluktaki Alleyn ile Henslowe, bu birden parlayan yazardan yeni oyunlar istediler. 1597 yılı
İngiliz oyunculuğu açısından beşinci önemli tarihtir. Şehir Meclisi’nin kışkırtmasıyla,
yönetmeliklere uyulmadığı gerekçesiyle Sansür Kurulu tiyatroların denetimini eline aldı ve yalnızca
iki topluluğa izin verdi. Bunlar, ”Admiral’ın Adamları” ile “Lord Chamberlian’in Adamları”ydı.
Böylece, bu iki topluluk artık herkesçe ve resmen tanınmış oldu. 1599 yılında, Richard Burbage’nin
kardeşi Curtbert Burbage yeni bir tiyatro inşa ettirdi. Bu ünlü “The Globe” tiyatrosuydu. Tiyatro
binalarının artması yanında, profesyonel oyuncuların iyileri de topluluğun kazancına ortak oldular.

17. yüzyılda Avrupa'nın başka ülkelerinde de ulusal tiyatrolar kuruldu. Ama bunların çoğu, sınırlı
bir izleyici kesimine seslenebilen saray tiyatroları olarak kalacaktı. Opera ve balede gene aynı
dönemde, soylu sınıfın seyirlik sanatları olarak gelişmişti. 17. yüzyılın ikinci yarısında, İngiliz
Restorasyon dönemi (1660-1685) tiyatrosu Elizabeth dönemine geri dönmek istediyse de, İngiliz
aristokrasisinin soğuk mizah anlayışını yansıtan bir töre komedisinden öteye gidemedi. Restorasyon
tiyatrosunun en başarılı örneği sayılan William Congreve'in The Way of the World'ü (Dünyanın
Hali) bile günümüzde sahnelenmektedir.

William Shakespeare

Shakespeare, 1564 yılında İngiltere’nin Stratfort bölgesinde John Shakespeare’nin üç oğlundan biri
olarak dünyaya gelmiştir.

İngiltere de çiftçi ve maddi durumu iyi bir ailenin oğlu olan Shakespeare, eğitim dili Latince olan
bir okulda eğitim görmüş ve bu okul dönemi sayesinde de Roma edebiyatı klasikleri ile tanışarak
üniversite eğitimi almadan hayatına yön vermiştir. 1582'de Stratford'dan Anne Hathaway'le evlendi.
Nasıl geçirdiği bilinmeyen 7- 8 yıllık bir aradan sonra 1592'de Londra tiyatro çevrelerinde adı
duyulmaya başladı.

Dünyada şair ve tiyatro yazarı olarak seçkin bir yere sahipken, İngiltere de en büyük şair ve tiyatro
yazarı ününe kavuşmuştur. Bıraktığı eserleri sayesinde bugün ki ününe kavuşmuş olan şair, yapıtları
ürettiği dönemde bu üne kavuşamamıştır. Yaptığı evlilik sonrasında Londra’ya göç eden
Shakespeare, burada aktör ve oyun yazarı olarak görev yapmış ve o dönemde hatırı sayılır bir üne
kavuşmuştur.

Bıraktığı sonets yapıtlarındaki konularını genellikle klasik mitolojiden alarak en uzun iki öyküsel
şiiri olan Venus and adonis ve The Rape Of Lucrece ile bilinen sayısız eserinden Romeo ve Juliet,
Otello gibi yapıtları sayesinde hatırı sayılır bir gelir elde etmiştir. Şair, elde ettiği gelirlerini emlak
üzerinde değerlendirerek emlak zenginleri arasına girmeyi başararak 1610 yılında Stratfort’a
dönmüştür.

Toplu provalara çok az zaman ayrılabildiğinden, Shakespeare'in oyunlarında bütün önemli sahneler
iki üç karakter arasında geçiyor ya da kalabalık bir sahnede bütün yükü bir karakter taşıyordu.
Tiyatro ve oyuncular kadar izleyiciyi de tanıma fırsatını bulan Shakespeare, oyunları da sahne
olanaklarının ve oyuncuların kişisel yeteneklerinin yanı sıra izleyicinin tepkilerini de titizlikle
değerlendirirdi.

55
Oyunlarını hep sahnelenmek için yazmış, bir repertuvar tiyatrosunun profesyonel oyun yazarı
olarak edebi ünden çok ticari başarı peşinde koşmuştu. Bununla birlikte Ben Jonson gibi çağdaşları
tarafından edebiyatçı olarak da övülmüştü. Gerçekten de sözcük ve imgeleriyle olduğu kadar ses,
ritim ve ölçü kullanımıyla, satırlarının vurgusu, düzeni ve lirikliğiyle de sayısız okuru büyülemişti.
Shakespeare'in hiçbir oyununun kendi el yazısıyla günümüze ulaşmamış olması, o günden bu yana
İngilizcenin yanı sıra hem oyuncusu ve izleyicisiyle tiyatronun, hem de duygu ve düşünce
kalıplarının çok değişmesi onun yaşama tuttuğu aynanın önünde koyulaşan bir bulut yarattı.
Sıklıkla İngiltere'nin ulusal şairi ve "Avon'un Ozanı" olarak anılır. Günümüze ulaşan eserleri, bazı
ortaklaşa yazılanlarla birlikte 38 oyun, 154 sone, iki uzun öykü şiir ve birkaç diğer kaynağı belirsiz
şiirlerden oluşur. 23 Nisan 1616 yılında vefat etmiştir.

ÖNEMLİ ESERLERİ
Othello, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Machbet, Hamlet, Romeo Ve Juliet, Kral Lear, Venedik Taciri

Bir Yaz Gecesi Rüyası


Bir büyü ve yanlışlıklar komedisidir. Atina yakınlarındaki bir koruda yollarını şaşıran dört sevgili,
Periler Kralı Oberon ile kavgacı hizmetkârı Puck’ın büyüsüne kapılırlar. Kentten bir grup işçi de,
gözden uzak bir yerde oyunlarını prova etmek için koruya gelir. Onlar da perilere katılırlar ve ortaya
bir sürü karışıklık ve komik durum çıkar. Sonunda her şey düzelirse de, en komik sahne işçilerin
Dük Theseus’un düğün şöleninde oyunlarını oynadıkları sahnedir.

Venedik Taciri
Bir komedi olmakla birlikte ciddi bölümler de içerir. Oyundaki kötü adam Yahudi tefeci
Shylock’tur. Borç aldığı parayı ödeyemeyen tüccar Antonio’dan, kendi vücudundan kesilecek yarım
kilogram et ister. Shylock’un açgözlülükle bıçağını bilediği gerilimli bir duruşmadan sonra Antonio
kendisini savunan genç bir avukatın zekâsı sayesinde kurtulur.

Kral Lear
Shakespeare trajedilerinin en korkuncu, ama belki de en önemlisidir. Gururlu ve bencil olan yaşlı
Kral Lear, sadık ve sevgili kızı Cordelia’nın kendisini ne kadar sevdiğini ablaları gibi abartmalı bir
dille açıklamaması üzerine, öfkeye kapılarak onu sürgüne gönderir ve tüm servetini öbür kızları
Goneril ve Regan arasında paylaştırır. Oysa iltifat dolu sözlerine karşın bu iki kardeş zalim ve
haindir. Çok geçmeden Lear onların gerçek yüzlerini görür. Fırtınalı bir gecede sokağa atılan Lear,
Cordelia’ya yaptığı haksızlığın acısıyla çıldırmaya başlar. Sonunda onu kurtarmak için geri dönen
Cordelia da düşmanları tarafından öldürülür. Üzüntüden perişan olan kral kızının ölüsüne sarılarak
son nefesini verir.

Romeo Ve Juliet
Shakespeare’in tüm oyunları arasında en çok sahnelenen Romeo ile Juliet`tir. İtalya’nın Verona
kentinde yaşayan birbirlerine düşman ailelerin çocukları olan Romeo ile Juliet’in, aileleri arasındaki
nefret yüzünden son bulan aşkları anlatılır.

Hamlet
Hamlet’te, babası öldükten sonra annesiyle evlenen amcasının aslında babasının katili olduğunu
öğrenen Danimarka Prensi Hamlet derin bir acıya kapılarak öç almaya karar verirse de, bunu bir
türlü gerçekleştiremez. Oyun, yalnızca amcası Claudius’un değil, kraliçe ve Hamlet’in de öldükleri
bir sahneyle biter.

Othello
Aşkın ayrılıkla körüklenen bir özlem durumuna, bu arada kıskançlığa dönüşmesinin örnek dramı.
Venedik hizmetindeki usta asker Othello, her bakımdan uyuştuğu Desdemona ile en çok arzuladığı

56
mutluluğa kavuşmuştur. Ama görev gereği Venedik’ten uzakta bulunduğu zamanda arzularının
kamçıladığı bir özlem duygusuyla coşkuya kapılır; İago’nun entrika ve inandırıcı belgelerle
kışkırttığı büyük bir kıskançlık girdabına kapılır. Eşinin genç ve güzel delikanlı Cassio ile
seviştiğine inanan aşık yüreği, Desdemona’ya bir öç jestiyle boğarak öldürmesiyle sonuçlanırken,
sahte bir doymuşluk yanılgısına kapılır. Konu, birçok ressamı kendine çekmiş, sahneden perdeye
aktırılmış, operası da yapılmıştır.

Machbet
Konusunu İskoçya tarihinin gerçeklerinden alan Shakespeare (I. Duncan’ı öldürerek kral olan
Macbeth, 1040-1057), yüksek katlara çıkma tutkusundaki bir soylu ile onu kışkırtmaktan geri
kalmayan içi özlem dolu eşinin işledikleri cinayetlerden sonraki ruhsal değişimlerini, vicdan
azaplarını, acılarına yenilmelerini en inandırıcı boyutlarda, en güçlü sahne tekniğiyle, en etkili
anlatımla verir. Tahtta hak ileri sürebilecek bir evliliğe yaslanan Macbeth, cadıların ateşlendirdiği
yükseliş isteğini uykudaki kralı öldürülen kılıcının hainliğiyle sağlar. Konuk ettiği kral gibi en yakın
dostunu da öldürerek yok ettiği halde iç dirliğini, rahatını bulamaz. Sonunda tahtta asıl hakkı olan
kişiye, Birnam ormanının ağaç dallarıyla saklanarak yürüyen İngiliz Ordusu’na yenilerek var
olduğunu sandığı her şeyi yitirir.

57
BAROK
DÖNEMİNDE
RESİM

58
BAROK DÖNEM
Barok, Avrupa'da yaygınlaşan sanatta bir anlatım biçimidir. Barok kelimesi, İtalyanca düzensiz
inci anlamına gelen barroco sözcüğünden türemiştir. Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi
tanımlar; sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi ve bütün çağlarda
verilmiş bazı eserlerin tarzını. Başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilememekle birlikte 14. ve
18. yüzyıllar arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin
etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken
detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım
biçimi, kendi alanında fazla eser verildiğinden dolayı bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır.
1699'da italya'da kilise etkisinde doğmuş ve tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Michelangelo Merisi da
Caravaggio, Rembrandt Harmenszoon van Rijn, Peter Paul Rubens, Johannes Vermeer Barok
tarzında eser vermiş ressamlara örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca Rönesans’tan Barok’a geçişte
maniyerizm hareketinin etkisi de oldukça fazladır.

MANİYERİZM
Maniyerizm (Üslupçuluk), yaklaşık 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış olan bir sanat
üslubudur. Rönesans'ın getirmiş olduğu yetkinliğe karşı bir çıkış olmuş, kendisinden sonra gelen
üslup ve akımlara önayak olmuştur. Başlatıcısı ve en önemli temsilcisi Michelangelo Bounarotti'dir.
Sistine Şapeli'ndeki mahşer freskleri bu resim tarzı için belirleyici olmuştur. Artık ideal görüntü
yerine sanatsal niteliğin araştırıldığı, figürlerin deformasyonu ile kendini belli eder ve özgün
tarzlara doğru bir adım olarak belirir. En önemli sanatçıları Tintoretto ve El Greco'dur.

Maniyerizm'de her şey birbirine karışmıştır. Her şey bir devinim halindedir. Olayın net olarak
anlaşılması biraz zordur. Bu hareketlilik sanatçının fırçasından kaynaklandığı gibi figürlerin
uzaması ve çeşitli pozlarla resmedilişinden de kaynaklanır. Bu o döneme değin Rönesans'ın uyumlu
formlarının karşısında bir hareketti. Klasik sanattan barok’a geçiş olarak da bilinir. Bireysel
yorumlamalar, serbest duruşlar bu üslubun önemli özelliğidir.

BAROK RESİM SANATI


Barok resim sanatında sıkça işlenen konular arasında azizlerin yaşamı, mitolojik konular, ailelerin
tarihi ve kahramanlık öyküleri yer alır. Ayrıca barok sanatında manzaralar ve natürmort ile tek ya da
grup portreleri de ön plandadır. Barok resim sanatının ayırt edici özelliklerinden birisi de kuvvetli
gelen ışığın yüzeyde gölgeler oluşturacak şekilde yansımasıdır. Bunun sonucunda ise resimdeki
duygu ve hareket güçlenir. Hem duvar hem de tuval üzerine yapılan resimleriyle Rönesans
döneminden farklılık gösterir.

Barok resimlerinde de tavan resimlerinde mimari çizimler boy gösterir. Rönesans dönemi
resimlerindeki açıklık, düzlük, algılanabilirlik yerini duvar yüzeyinin görünmez şekilde işlenişine,
derinlik etkisi uyandıracak şekilde çizilmesine bırakmıştır. Roma’daki San Ignazio Kilisesi tavanı
böyle derinlik uyandıran bir çalışmaya örnek olarak verilebilir.

Barok dönemi ünlü ressamlarından olan Tintoretto, Maniyerist bir sanatçıdır ve resimlerinde

59
Maniyerizm’den etkilendiği açıkça görülür. Barok dönemi resimlerinde Maniyerizm’in katkısının
olduğunu söylemek aslında yanlış olmaz. Tintoretto’nun resimlerinde diyogonal(dikdörtgenin bir
köşesiyle çarprazında bulunan köşesi arasında çizilen çizgi) bir düzenleme söz konusudur. Böyle bu
sayede günümüz İsa’nın ışıldayan o haleli başına doğru kayar ve gerilere gider. Öte yandan Barok
devri resim sanatının babası olarak görülen Caravaggio bu dönemde önemli ve değerli eserler
bırakmıştır. .Isa’nın Mezara Konuluşu (Vatikan) adlı yapıtında sağda ellerini acıyla kaldırmış
azizeden başlayarak sola doğru kademeli olarak sıralanıp eğilen figürlerin hareketi, ısa’nın sarkan
koluyla mezar taşına ulaşmaktadır. Hareket hem acıyı hem mezara konuluşu ifade etmekte, gerek
ortadaki kırmızı şal gerek ustalıklı gölge-ışık kullanımı dramatik bir etki oluşturmaktadır.
Caravaggio gerçekçi bir ressamdır. Çoğu birer işçi olan azizleri nasırlı ellerle ve çamurlu ayaklarla
resimlemekten çekinmemiştir. Bu yüzden kiliseyle sık sık anlaşmazlığa düştüğü bilinir. Sanatçı
Golyat’ın Başını Kesen Genç adlı resminde ise uyumlu hareketler, etkileyici yüz ifadeleri ve
başarılı gölge-ışık kullanımıyla seyirciyi ürperten güçlü bir dramatik görünüm yaratmayı
başarmıştır.

Viyana Davut’u ve Roma Davut’u

Caravaggio’nun birbirine çok benzeyen 2 tane Davut ve Goliath tablosu var. Bu tablolardan bir
tanesi şu an Viyana Kunsthistorisches müzesinde, diğeri Roma’da Villa Borghese’de. İkisinin de
tarihi 1607 olarak belirtiliyor ama Roma Davut’unun daha geç bir tarihte 1610-11’de de olma
ihtimali var. İki resim de çok benzer bir kompozisyon var. Genç Davut bir elinde kılıcı bir elinde de
Goliath’ın kesik başını tutuyor. Bu kadar benzer olmalarına rağmen iki resim çok farklı duygular
taşıyor.

Viyana Davut’u ile ilgili en ilginç şey, kazandığı zaferi yansıtmaması. Omzuna kılıcını koymuş,
Goliath’ın kesik başını ileriye doğru uzanırken gözleri bilinmeyen bir boşluğa bakıyor. Sanki hem
kendi zaferinin anlamını veya anlamsızlığını, hem de kurbanının kaderini sorguluyor. Yaptığı şeye
ne kadar inandığı şüpheli, sanki bir gençlik telaşı içinde başkasını memnun etmek için savaşıyor.
Öte taraftan Goliath da beklenenin aksine yaşanan vahşeti göstermiyor. Alnında Davut’un attığı
taştan açılmış yara belli belirsiz, boynundaki kanlar görünmüyor, gözleri ölüm anının korkusunu
yansıtmayacak kadar kapalı.

Roma Davut’unun duyguları daha açık. Gözlerini dikmiş, bir tiksinti ile kurbanına bakıyor. Bir
taraftan da ona acıyor. Goliath size Viyana’daki denginin aksine olayın bütün vahşetini yansıyor.
Alnındaki yara kandan kıpkırmızı, boynundan hala kesik başının içinde kalan son kanlar damlıyor,
yarı açık gözlerinden yaşam çekilmiş, ağzı aşağı sarkıyor. Bu resmi Viyana’daki ikizinden çok farklı
kılan bir özellik buradaki Goliath’ın Caravaggio’nun otoportresi olması. Aslında, ressamın
hikayenin kahramanı olmasını bekleriz ama mevzu bahis Caravaggio olunca ressam hikayedeki
düşman oluyor. Resim ile ilgili çok farklı yorumlar var. Bir tanesi, Davut’un da Caravaggio’nun
gençlik otoportresi olduğu. Bu şekilde Caravaggio’nun kontrolsüz öfke ve suçlarla geçmiş gençliği,
yaşlılığını yeniyor; ve Caravaggio bir anlamda “gençliğine” yenik düşüyor. Bir başka yorum ise
Davut’un Caravaggio’nun genç sevgilisinin portresi olduğu. Bu yorumların hepsi bize düşünecek

60
bir şey veriyor ama en önemlisi Roma tablosunun yapılış sebebi. Bu tablo Roma ‘da cinayet
işledikten sonra şehirden kaçıp yıllarca başka şehirlerde kaldıktan sonra Papa’nın affı ile Roma’ya
dönerken Papa’nın yeğeni olan Cardinal Scipone’ Borghese ye hediye etmek içi yanında götürdüğü
3 tablo’dan bir tanesi. Caravaggio bir anlamda sanatında başını Papa’ya sunarak gerçek hayatta
kurtarmaya çalışıyor. Roma tablosunda Davut’un acıyan bakışı, Goliath’ın yaşadığı vahşet
Caravaggio’nun hayatının sonunda yaşadığı hesaplaşmayı anlatıyor.

Diego Rodríguez de Silva y Velázquez


17.yüzyılın Barok dönemin İspanya’da boy gösteren bir diğer ünlü
Barok ressamı da Valezquez’dir. Velázquez bir saray ressamıydı ve
çağdaşları tarafından “büyücü” diye adlandırılan sanatçının tablolarına
yakından bakınca kalın renk lekelerinden başka bir şey görülmüyordu.
Ama tablodan üç adım uzaklaşıldığı zaman her şey anlaşılıyordu, figür
bu teknikle sağlanan büyüleyici bir renk ve ışık titreşimiyle canlanıyor,
sanki soluk almaya başlıyordu. Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden
biri de Kraliçe Mariana’ nın Portresi’dir (Louvre, Paris). Resimlerinde
ışık ve gölgeyi ustalıkla kullanmıştır. Kendi döneminde hakim olan
sadece güzel olanı resmetmek geleneğini kırdığından ve doğal olan her
şeyi resmeden ressamların ilklerinden biri olduğundan "gerçeğin gerçek ressamı" olarak
anılmaktadır.

Peter Paul Rubens


Rubens, İtalya’da bulunduğu uzun dönemde Caracci ile
Caravaggio’nun eserleri kadar yüksek Rönesans’ın ustalarını da
inceleme fırsatı bulmuştur. Ona göre sanatçının görevi, çevresindeki
doğayı resmetmekti, nesnelerin canlı güzelliğinden zevk aldığını bize
hissettirmeliydi. Rubens, klasik öykü ve efsaneleri resmetme geleneğini
yeniden canlandıran ve inananların eğitimi için etkileyici sunak resimleri
yapan Carracci ve okuluna hayrandı. Aynı zamanda Caravaggio’nun
doğayı incelerken gösterdiği ödünsüz içtenliğe de saygı duyuyordu.

Flaman resminin en büyük Barok ressamı tüm zamanların ve bütün


devrin de en güçlü sanatçılarından biri olan Peter Paul Rubens çağına
damgasını vurmuştur. Flaman Baroku’nun bu önemli temsilcisi, bir anti *klasist idi. Resimleri yapı,
ritim ve kompozisyon dağılımı açısından Michelangelo’yu hatta Raffaello’yu, renkleri itibariyle
Tiziano’yu çağrıştırır. Caravaggio’dan resimdeki dramatik atmosferi ve ışık kullanım tarzını
almıştır. Bütün bunları kendi kişisel üslubu ile bütünleştirmiştir.

61
MASUMLARIN KATLİ
Rubens, Masumların Katli resminin iki versiyonunu yapmıştır. İlk versiyonu 1611-12 yılları
arasında yapmıştır. Masumların Katli bölümü Matta İncili’nde de yer alır. Kral Hedod, Roma
İmparatorluğu tarafından Antik İsrail’e atanan bir kraldır. Büyük Herod, Zalim Herod gibi isimler
ile anılan kral iktidar hırsı ile bilinir. Gizli Polis sistemini kurduğu öne sürülür. Üç Bilge ya da Üç
Kral olarak anılan kişiler Kral Herod’a İsa’nın doğumunu haber verir ve Bethlehem’de
(Beytüllahim) Yahudilerin Kralı olacak, onu tahtından edecek kişi olduğunu söyler.

Kral Herod, Bethlehem’de son iki yılda doğmuş olan bütün bebeklerin öldürülmesini emreder.
Resim bu katliamı anlatır. Anneler çoçuklarını korumak için Herod’un askerleri ile savaşıyor.
Yerde ölü yatan çocuk bedenler… Bir kadın bir eliyle Herod’un askerlerinden birinin yüzüne
tırnaklarını geçirmiş, diğer eliyle çocuğunu geri çekiyor. Resmin sağ yanında bir çocuğu tutup
kaldırmış taş bloklara vurmak üzere olan bir asker ve ona yalvaran bir başka kadın görülmekte.

Klasisizm: Klasisizm'in temel ögeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık,
evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi
için bu özellikleri barındırması gerekmektedir.

Rembrandt Harmenszoon van Rijn


Hollandalı ressam ve baskı ustası. Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin
en önemli ressamlarından biridir. Hollanda'nın ticaret, bilim ve sanatta
atılım yaptığı Hollanda Altın Çağında yaşamıştır.

Işığın ressamı olarak tanınan Rembrandt, kuşkusuz Hollanda'nın hatta


17. yüzyıl Avrupa'sının en önemli ressamlarındandır. Yaşamı boyunca
düzenli olarak ürettiği otoportreleriyle, kendine özgü sanatsal teknikleri
ve ışığı ustaca kullanması ile tanınmıştır. En meşhur tablolarından birisi
“Gece Devriyesi” dir.

GECE DEVRİYESİ
Eser üzerine söylenecek, anlatılacak çok fazla bilgi var ve bir şeyleri kaçırmaktan da korkuyorum.
Okuyucu her zaman uzun yazılardan sıkılmıştır ama bir eserin yorumlanması barındırdığı unsurlara,
verdiği mesaja göre değişir. Böyle bir tablonun altına iki paragraf yazıp bırakmak hem esere hem de
sanatçıya saygısızlık olur. Görebildiğim, öğrendiğim ve bildiğim konuları aktarmam gerektiğini
düşünüyorum.

Gece Devriyesi, İngilizce"The Nightwatch" ve orijinal ismiyle "De Nachtwacht"; Hollandalı


ressam Rembrandt tarafından 1642 yılında yapılmış, Barok resim sanatının dünyaca ünlü
örneklerinden biri ve belki de Hollanda tarihini en iyi temsil eden eserdir. Tablo en kısa tabiriyle;
Yüzbaşı Frans Banning Cocq'un Teğmen Willem van Ruytenburch'u yönlendirişiyle ilerleyen 28
figürden oluşan askeri birliği göstermektedir.

Tabloya ilk kez bakan izleyicinin ilk dikkatini çeken kuşkusuz ki yakın planda bulunan Yüzbaşı
Cocq ve Teğmen Ruytenburch. Beyaz yakalı siyah giysisi içinde ve rütbesini gösteren kırmızı

62
kuşağıyla dikkat çeken yüzbaşı, askeri birliğe liderlik edip hareketlenmeleri için yol gösteriyor. Yan
tarafından sarı giysiler içinde beyaz kuşaklı teğmen ise yüzbaşıya eşlik ediyor. Her ne kadar izleyici
yüzbaşının teğmene emirler yağdırdığını düşünse de teğmenin emir alır gibi bir duruşu yok.
Tablonun özelliklerinden biri de budur.

Eserde bulunan figürlerin çoğu askeri birliğe dair izler taşır. Bu yüzden bahsederken de askeri
birlik diye genelleme yaparak bahsediyorum fakat yakınlaştırarak baktığınızda bando takımından
tutun da maskotlara kadar çeşit çeşit kurgulanmış figür görebilirsiniz. Rahatlıkla görebileceğimiz
birkaçından söz edelim… Mesela, resmin sol tarafından bulunan kırmızı giysili adam figürü birliğin
askeri kısmından (silahşör olabilir) biri ve elinde uzun namlulu bir silah taşıyor.
Silahşörün hemen arkasında eserde bulunan tek kadın figürü olan küçük bir kız var. İlginç olan
küçük bir detay da kızın belindeki ipe ayaklarından bağlı olan ölü tavuk. Eser çok fazla hasar alıp
restore edildiği için neredeyse kaybolan bir başka detay daha var, o da kızın yine eteğinden sallanan
kadeh gibi bir şeyin görünmesi. Ölü tavuk ve kadeh de askeri birliğin simgelerinden. Kimi sanat
eleştirmenlerine göre bu kız askeri birliğin maskotu kimi sanat eleştirmenleri göre ise Fransa
Kraliçesi Maria de Medici'nin Hollanda ziyaretine karşılamaya hazırlanışı olarak yorumlanıyor.

Şimdi yüzbaşı ve teğmen dışındaki figürlere teker teker bakalım. Her figürün baktığı nokta açı
olarak bir diğerinden farklı. Her biri bir şeylerle uğraşıyor, her biri birbirinden bağımsız ve her
birinin yüzündeki duygu farklı. Mesela arkada bir figür elinde Leeuwarden bayrağınını hafif bir
coşkuyla sallarken, başka bir figür yüzü yorgun ve solgun elinde kılıcıyla öylece durmakta.

Bir diğer ilgi çekici unsursa resmin sağ üst kısmında zor fark edilen kalkan vb. bir obje. Bu
kalkanda resimde bulunan figürlerin isimleri Rembrandt'tan habersiz, 1650 yılında yazılmış.

Ressam, ışık-gölge "chiaroscuro" yöntemi ile koyu renkli bir arka plan üzerine parlak renkli
figürleri resmettiği için izleyici eserden bu kadar çok etkileniyor doğrusu. Haliyle resme ilk bakan
kişi, yukarıda da belirttiğimiz gibi parlak noktalara diğer bir deyişle resmin en önemli figürlerine
(yüzbaşı, teğmen ve kız) odaklanıyor. Geri planda kalan mekan mimarisi ise(kolonlar vs.) karanlık
etki nedeniyle neredeyse görünmez hale geliyor.

Tabloda özellikle beni büyüleyen farklı bir çekim var. İlerleyen dönemlerde daha çok denk
geleceğiz çoğu ressam genellikle askeri birlikleri resmederken sabit bir poz kullanır oysa
Rembrandt yüzbaşının birliği harekete geçirecek emri verdiği anı göstermiş bizlere. Ön plandaki
figürler hazırlanmaya başlamışlar ama geri plandaki figürler daha komutadan habersizmiş gibi.
(Demek ki henüz onlara geçmemiş) Yüzbaşının verdiği bu emirle hareketlenmiş görünen ön plan ve
arka planın durgunluğu/sessizliği tuhaf bir çelişki hatta gerilim yaratıyor. Bu da izleyiciyi deyim
yerindeyse büyülüyor.

Buraya Birkaç Not Düşelim

Öncelikle eserin birden fazla adı var: Yüzbaşı Franz Banning Cocq ve Teğmen Willem van
Ruytenburch'un Birliği Yürüyüşe Hazırlanıyor ismi zamanla Franz Banning Cocq ve Milis
Birliği'ne ve son olarak Gece Devriyesi'ne kısaltılmış.

Her ne kadar isminde devriye kelimesi geçse de, 28 figürden oluşan askeri birlik devriye yapmak,
taşkınlıkları durdurmak veya şehri savunmak için değil daha çok sosyal ve sportif amaçlı bir
buluşma düzenlemişler. O dönemlerde Hollanda altın çağını yaşadığı için askeri birlikler de barış ve
sükunetten yanaydılar. Bunu ön planda bulunan yüzbaşı ve teğmenin rahat görünen tavırlarından
anlıyoruz.

63
Bir diğer açıdan gece kelimesi de aynı şekilde yanlış kullanılmış. Tablo çok eski olduğu için üst
üste yapılan restorasyon çalışmaları eserin gerçek renklerini kapatmış ve sanki siyah ince tül perde
indirilmiş gibi bir görünüme neden olmuştur.

363 cm x 437 cm ebatlarındaki bu eser, 1715 senesinde (Rembrandt'ın ölümünden 46 sene sonra)
askeri mahkemeye asılmak istendi. Fakat tablo duvara çok büyük geldiği için üç tarafından aşağı
yukarı 30′ar cm. kesildi. Ve 1885 yılında Rijksmuseum'a alındı. Fakat talihsiz eserin başına gelenler
burada da bitmiyor. 1975 yılında bir öğretmen "Frans Banning(yüzbaşı) şeytana benziyor, onu yok
etmek lazım." diyerek resme bıçakla saldırdı. Bu saldırı, Amsterdam'da halka açık olacak şekilde
camla kaplı bir alanda yapılan 8 aylık restorasyonla düzeltildi. Lakin bu düzelti, uyuşturucu
bağımlısı biri tarafından yapılan asitli saldırıyla bozuldu ama eserin kendisine zarar gelmedi.

64
Rembrandt Harmenszoon van Rijn
GECE DEVRİYESİ

65
PETER PAUL RUBENS
MASUMLARIN KATLİ

66
CARAVAGGIO
GOLYAT’IN BAŞINI KESEN DAVUT (VİYANA)

67
CARAVAGGIO
GOLYAT’IN BAŞINI KESEN DAVUT (ROMA)

68
CARAVAGGIO
Isa’nın Mezara Konuluşu (Vatikan)

69
IGNAZIO KİLİSESİ TAVANI

70
Sistine Şapeli Freskleri

71
BAROK
DÖNEMİNDE
MÜZİK

72
Genel Bakış
Barok müziği, Klasik Batı müziğinin 1600 ile 1750 yılları arasında içinde bulunduğu,
Rönesans müziğinin ardılı olan ve Klasik dönem müziği ile son bulmuş sanat dönemi ve anlayışıdır.
Barok müziği formları, klasik müziğin en önemli ve etki sahibi parçalarından kabul edilir ve
günümüzde dahi yaygın olarak üzerine çalışılmakta, icra edilmekte ve dinlenilmektedir.

Barok dönem müziğinin en önemli temsilcilerinden bazıları Johann Sebastian Bach, Antonio
Vivaldi, George Frideric Handel, Claudio Monteverdi, Domenico ve Alessandro Scarlatti, Georg
Philipp Telemann, Jean-Baptiste Lully, Arcangelo Corelli, François Couperin, Henry Purcell,
Giovani Battista Pergolesi, Dieterich Buxtehude ve Johann Pachelbel'dir.

Barok dönem günümüzde halen kullanılmakta olan pek çok form, enstrüman ve tekniği
yaratmış, armoniyi bir bilim haline getirmiş, enstrümental müziği öne çıkarmış ve orkestraların
yeniden şekillendirilerek günümüzdeki formuna sokmuştur. Bu gibi özellikleri açısından müzikte
Barok dönemi; "buluşlar çağı" olarak tanımlanabilir.

Gitar açısından önem taşıyan Barok müzisyenlerinden bazıları Gaspar Sanz, Robert de
Visée, François Campion veLudovico Roncalli'dir.

"Barok" nedir?

Barok, Portekizce "kusurlu, biçimsiz inci" anlamına gelen "barocco" kelimesinden


türemiştir. 18. yy'dan itibaren olumsuz çağrışım yaratan ve 19. yüzyıla dek kritiklerce –genellikle
mimaride– aşırı süsü ifade etmek için kullanılan bu kelime 20. yüzyıldan itibaren, Heinrich Wölfflin
tarafından sanat tarihi lügatına kazandırılmıştır ve söz konusu sanat dönemini ifade etmek amacıyla
kullanılmaktadır.

Barok Müziğinin Özellikleri


Barok müziğinin temel karakterini yoğun ve kompleks polifonik müzik oluşturmaktadır ve
dolayısıyla bir eserde birbirinden bağımsız pek çok melodinin aynı anda sesletilişi barok dönem
müziğini tanımlayan özellik olduğu gibi epeyce sık rastlanılmaktadır. Dönem eserlerinin en belirgin
özelliklerinden bazıları da süsleme, kontrast ve abartıya gösterilen önemdir.

Dönemin en önemli özelliklerinden biri müzikte "tonalite"nin oluşmaya başlamış olmasıdır.


Bu dönemden itibaren müzik belli bir ton veya tonlar içinde bestelenmektedir ve bu davranış
günümüz Klasik Batı müziğinden popüler müziğe kadar kendini müziğin her alanında göstermeye
devam etmektedir.

Barok dönem müzisyenlerinin müzikal doğaçlama üstüne uzman olması ve konserlerde belli
bir bas partisinden yola çıkarak, çevrimler kullanarak doğaçlama müzik icra etmesi beklenirdi. Bu
sebeple Barok dönem konserlerinde sıklıkla yaylı bas çalgılar bas partiyi çalarken "basso continuo"
adı verilen ve akor seslendiren enstrüman topluluğu bu bas partilerinden çevrim edilmiş akorlar
seslendirirlerdi.

Aynı zamanda dönem bestekar ve icracıları eskiye göre çok daha kompleks müzikal
ornamentler kulannmış, sık sık bu ornamentleri doğaçlama olarak kullanmış, müzikal notasyonda
değişiklikler yapmış ve yeni enstrüman çalma teknikleri oluşturmuşlardır.

73
Barok müziğinin karakteristik formlarından biri dans süitidir. Bu tür süitlerdeki parçalar her
ne kadar dans müziğinden ilham alınarak bestelenmiş olsa da, dansçılara eşlik olmak amacıyla
değil, dinlenilmek amacıyla bestelenmişlerdir.

Bu ve benzer özellikleriyle Barok müzik, performansların boyutunu, alanını ve


kompleksliğini arttırmıştır ve opera, cantata, oratoryo gibi vokal içeren formlar ile konçerto ve
sonat gibi enstrümental formların doğuşuna sebep olmuştur. Aynı zamanda toccata, füg, kontrpuan
ve concerto grosso gibi, hala günümüzde kullanılmaya devam eden bazı müzik terim ve konseptleri
bu dönem ortaya çıkmıştır.

Tarihi
Rönesans müziğinden Barok müziğine geçiş

1500'lü yılların sonlarına doğru Vernio kontu Kont Giovanni de' Bardi himayesi altında
Florentine Camerata (Floransalılar Kamarası) adında ve pek çok Rönesans hümanist, müzisyen,
şahir ve entellektüelinden oluşan bir grup toplanmıştır ve grubun başlıca amacı sanatın; özellikle
müzik ve dramanın içinde bulunduğu ekol ve trendleri tartışmak ve yönlendirmek olmuştur.

Florentine Camerata ekolü, müzik konusundaki ideallerini Antik Yunan'a ait müzikal
dramalar çerçevesinde geliştirmiştir ve dolayısıyla söylev ve hitabet; en önem verdikleri özellikler
olmuştur. Bu sebeple çağdaşlarının polifonik ve enstrümental müziğini reddetmiş ve Antik Yunan
monodileri gibi tek enstrüman eşliğinde şarkı söylenen formlara eğilmişlerdir.

Bu eğilim ve fikirlerin izlenimleri, Jacopo Peri'nin Dafne ve L'Euridice eserleri de dahil


olmak üzere opera formunun doğumuna neden olmuş ve dolayısıyla Barok müziğinin doğumunda
tetikleyici rol oynamıştır.

Barok müziği tarihi; Erken Barok müziği (1580-1630), Orta Barok müziği (1630-1680),
Geç Barok müziği (1680-1730) olmak üzere 3 ana başlık altında incelenir.

Erken Barok Müziği


Barok dönemi müzik teorisinin Rönesans dönemi müziğinin genel tekdüzeliğine bir tepki
ortaya koyduğu söylenebilir. Bas bölümlerden yola çıkarak, sayılar kullanılarak çevrimler ve bas
partinin farklı derecelerinden sesler kullanılarak tınılar oluşturulmaya başlaması Barok müziğinde
armoninin önemine ve aynı zamanda polifoninin temellerine dair bize ipucu verebilir. Armoni,
kontrpuan kullanımının bir ürünü olarak doğmuştur ve Barok müziğinin yapıtaşı olmuştur.

Numaralandırılmış baslar her bas notası için bir akor doğaçlaması yapılabilmesine imkan
kılmıştır ve bestekarlar bu sayede akor dizileri ve bunların birbirleri ile etkileşimine eserlerine daha
sıklıkla kafa yorabilmiştir. Bu dönemde aynı zamanda triton gibi aralıklar (dominant yedili ve
diminished akorlar gibi akorlarda) uyumsuzluk yaratmak için sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır.

Bazı Rönesans dönemi bestecileri müzikte armoniye ilgi duymuş olmasına karşın,
Rönesans'tan Barok'a geçişteki farkı yaratan etmen bu ilginin modaliteden tonaliteye kaymış
olması, belirli dizilerin ve akorların da tek seslerde olduğu gibi birbirlerinden uzaklaşma veya
birbirlerine yakınlaşma eğilimlerinin olması ve birbirleri arasında eksiklik ile bütünlük hisleri
yaratabilmesinin farkına varılmış ve bu özelliklerin müzikte kullanılmaya başlamış olmasıdır.

74
Tüm bu yeni teknik ve özellikleri kullanarak, Claudio Monteverdi, Rönesans müziğinden
Barok müziğine geçişte önemli ilerleme kaydeden bir besteci olmuştur ve 2 farklı kompozisyon stili
yaratmıştır. Bunlar Rönesans polifonisi (prima pratica) ve Barok'a ait yeni "basso
continuo"(seconda practica)dur. Basso continuo grubu genelde bir veya daha fazla klavye ve lute
çalgıcısından ve birkaç yaylı bas çalgısından oluşmaktadır. Baslar bas partiyi çalarken klavye ve
lute çalgıcıları bas parti üzerine akorlar kullanarak doğaçlama yaparlar. L'Orfeo ve L'incoronazione
di Poppea operaları ile Monteverdi, operanın ilk başarılı örneklerini doğurmuş ve yeni doğmuş
"basso continuo" tarzına dikkat çekmeyi başarmıştır.

Yeni "opera" türü izleyicileri kendisine çekmeyi amaçlayan, bol drama, trajedi ve güçlü
duygu dolu bir türdü ve bu yüzden güçlü bir hitabet ile sergilenmesi gerekiyordu. Dolayısıyla
Monteverdi bu ihtiyacı karşılamak için operalarında pek çok teorik değişiklik kullandı. Bunlardan
birisi birbiri ile uyumsuz gözüken pek çok akor ve disonans kullanarak dinleyiciyi şaşırtmak,
germek ve muallakta bırakmak olmuştur. Monteverdi bu etkiyi güçlendirmek için aynı zamanda
operalarında tek bir koro yerine çoklu korolar kullanmıştır.

Monteverdi aynı zamanda müziğin sergilenmesinin asilzadelerden halka geçişini de tecrübe


etmiş ve halka açık sergilenen ilk operayı yazmıştır. Halka açık olmasıyla Monteverdi'nin bazı
eserleri ilk defa halkı merkezine alan ve insanların hikayelerini anlatan eserler olarak da
nitelendirilebilir.

Monteverdi tüm bu özellikleriyle Erken Barok'a damgasını vuran bestekardır ve aynı


zamanda tüm zamanların en önemli müzisyenlerinden biridir.

Orta Barok Müziği


1600'lü yılların başından itibaren Avrupa'da başta Fransa kralı 14. Louis olmak üzere mutlak
monarşi anlayışının ve merkezi mahkemelerin güç kazanmaya başlaması ile "Mutlakiyet Çağı"
başlamıştır. Dönemin koşulları sebebiyle giderek güç kazanan devlet yönetim ve denetimi ve din
etkisi, hayatın her alanında olduğu gibi müzikte de büyük değişimlere sebebiyet vermiştir. Bu
gelişmeler müziğin çeşitli organizasyonlar tarafından halka açık konserler verilerek bir sektör haline
gelmesini sağlamıştır. 14. Louis'in bale üzerine tutkusu ve İtalya'dan balesine eşlik etmesi için
müzisyenler getirterek bu gösterileri halka sergilemesi bunun ilk örneklerindendir. Bu, aynı
zamanda enstrümanların eskisinden daha kolay edinilebilmesine olanak kılmış ve sonuç olarak
benzer gösterilerin ve zamanla oda müziğinin Avrupa'da yayılmasına ön ayak olmuştur.

14. Louis'in dansa gösterdiği özel önem aynı zamanda müzikte büyük bir yeniliğe daha ön
ayak olmuştur. Bu dönem bale gösterileri açılışlarında Overture veya İtalyanca "sinfonia" adı
verilen küçük bir müzikal eser ile açılırdı. Bu gelenek zamanla dans formlarının müzik lügatına
geçiş yapmasına ve aynı zamanda bu küçük pasajların vokal eklenerek genişletilmesi ile aryaların,
operaların ve oratoryoların doğuşu, gelişimi ve yayılışına ön ayak olacaktır. Ve tıpkı isminde olduğu
gibi "senfoni"nin doğuşuna temel hazırlayacaktır.

Dolayısıyla bu dönem; cantata, oratoryo ve opera gibi müzikal formların ortaya çıkış ve
yükseliş dönemiş olmuştur. Dönemin bestecileri sözler ile müziğin geçmişteki görüş aksine eşdeğer
sayılması gerektiğini düşünmüş ve bu da daha basit ve ince işlenmiş bir melodik tarz oluşmasına
sebebiyet vermiştir. Bu tür melodiler pavane, gigue, allemande, sarabande ve courante gibi dans
kalıpları üzerine baz alınarak bestelenmiş ve Barok'un meşhur dans süitlerinin doğuşuna sebep
olmuştur.

75
Dans süitleri erken dönem Barok monodilerinin yerini almış; fakat aynı zamanda onlardan
daha sade bir yapıya sahip olmuştur. Aynı zamanda bas kısımların melodi ile daha içli dışlı olmasını
sağlamış ve Barok müziğinde sık görülen kontrpuantal uyumun ilk örneklerini oluşturmaya
başlamıştır. Bu gelişme aynı zamanda aryayı şekillendirerek operaların konuşur gibi okunan
"recitative" kısımları ile arya kısımlarının ayırt edilebilir hale gelmesini sağlamıştır. Bu ayrımı
eserlerinde belirgin olarak kullanmış besteciler Luigi Rossi, Giacomo Carissimi ve Francesco
Cavalli olarak sıralanabilir.

Dönemin ortaya çıkan bestekarlarından biri Jean-Baptiste Lully'dir. Kendisi Fransız


monarşisinden operanın patentini almaya kalkmış ve diğer bestekarların operalarının
sahnelenmesini engellemiştir. "Achille et Polyxène" adında 15 lirik trajedi bestelemiş; fakat
bitirmemiştir. Fakat Lully'nin bu kötü yorumlanabilecek eylemlerine karşın kendisi orkestraları
yeniden şekillendirmiş isimdir. Orkestraya günümüzdeki şeklini kazandırmıştır ve aynı zamanda
orkestra şeflerinin ilk örneklerindendir.

Orkestraların yaylı çalgılar tarafından domine olması normunun sebebi Jean-Baptiste Lully
değildir, bu gelenek İtalyan operasından alınmadır. Fakat kendisi bu normun lirik tiyatrolara
taşınmasında, melodik kısımların üflemeli çalgılar ile birlikte çalınma geleneğinin oluşmasında ve
görkemli sahnelerde trompet ve timpani kullanımının yayılmasında etkili olmuştur.

Dönemin belki de en etkili isimlerinden olan Arcangelo Corelli, ardılları olan Vivaldi, Bach
ve Handel tarafından kullanılan pek çok yeniliğin ve tekniğin yaratıcısıdır. Kendisi ilk viyolin
virtüözüdür ve viyolin teknik ve pedagojisini geliştirmenin yanında aynı zamanda yenilik ve
fikirleriyle enstrümental müziğin Avrupa'da dominant müzik türü olmasını sağlamıştır. Yarattığı
"concerto grosso", yani "konçerto" formu bunun en büyük örneklerindendir. Concerto grosso,
büyük konser anlamına gelmektedir.

Lully'nin orkestrayı şekillendirme ve organize etme biçimi sayesinde güçlü kontrastlar


sergileyen, orkestranın küçük ve büyük bölümleri arasında melodi atışmaları ve değiş tokuşları olan
ve güçlü ile hafif nüanslar arasında sık geçişler sergileyen concerto grosso; Avrupa'nın her yanında
konserlerde sergilenmeye başlamıştır. Konçertonun yapısında taşıdığı kontrast zamanda dönem
resimlerindeki ışık/karanlık kontrastına benzetilebilir.

Konçerto; orkestra içinde concertino adı verilen 3 yaylı çalgılı küçük bir grup ve diğer
herkesin içinde bulunduğu ripieno adında büyük bir grubun kimi zaman birlikte, kimi zaman
birbirinden daha öne çıkarak yarattığı kontrast ile oluşmaktadır.

Dönemin bu ünlü ve monarşi himayesindeki bestecilerinin aksine Dieterich Buxtehude,


devlet değil kilise için çalışan bir müzisyen ve kilisesinin maddi ve dini başı olmasının yanında baş
organistidir. Operanın Avrupa'da yayılışı ile eş zamanda bestelemiş ve icra etmiş olduğu
"Abendmusik” adı verilen ve dini metinler üzerine kurulu konserleri çağdaşları tarafından opera
formunun eşdeğeri olarak görülmüştür.

Geç Barok Müziği


Domenico Scarlatti, Henry Purcell, Antonio Vivaldi, Jean-Philippe Rameau, Georg Philipp
Telemann gibi isimlerin bulunduğu bu dönemin şüphesiz en önemli iki ismi George Frideric Handel
ve Johann Sebastian Bach olmuştur. Bu iki bestekar Barok dönem müziğini en üst noktasına
taşımışlardır.

76
Corelli'nin öğrencilerinden, Corelli'nin trio sonatları ve konçertolarına yönelik tekniklerini
baz alarak ve mükemmelleştirerek yüzlerce eser besteleyen Antonio Vivaldi, dönemin en ünlü
isimlerinden biri olmuştur ve sonat ile konçerto formuna günümüzde hala devam etmekte olan
önemini kazandırmış olduğu gibi, yaylılardan oluşan oda orkestralarının da Avrupa'nın her yerine
yayılmasına sebebiyet vermiştir. Bu popülerlik öyle bir haldedir ki, örneklerine 20. yüzyılda dahi
her yerde rastlanmaktadır.

Vivaldi; Corelli'nin concertino ve ripieno arasındaki atışmasına yeni bir boyut getirmiş ve
orkestrayı tek bir viyolin orkestranın geri kalanı ile atışmada bulunacak şekilde bölmüş, konçerto
formunu solo konçerto haline getirmiştir. Bu aynı zamanda solo viyolinistlerinin tıpkı çağdaşları
olan opera yıldızları gibi divalar haline gelmelerine ve ün kazanmalarına yol açmıştır.

Corelli ve Vivaldi'nin müzikal alandaki teorik çalışmaları bazı akorların başka bazı akorlara
yönelme eğilimi olduğunu göstermiştir. Bu gelişme müziğin bir bilim haline gelmesine, progresif
armoninin oluşmasına ve dolayısıyla müziğin matematiksel olarak işlemesine ön ayak olmuştur.
Bunun en belirgin örneklerinden bazılarını veren Henry Purcell'dir ve 5. dereceden akorların 7. bir
disonanslı ses aldıklarında 1. dereceye dönmek istediklerini fark etmiştir. Örneğin G7 akorunun
C'ye dönmek istemesi gibi. Bu eğilimi sergilediği pek çok eseri vardır.

Purcell'in bu tekniği ilerleyen yıllarda "5'liler çemberi" denen akor dizilerini yaratacaktır ve
döneminde Corelli'den Vivaldi'ye, Bach'tan Handel'e kadar popüler olarak kullanılan bu diziler
günümüzde dahi en popüler akor dizileri arasında yer almaktadır.

Fakat Vivaldi'nin öncülük ettiği konçerto formu ve armonik teknikleri 1700'lere yaklaşırken
neredeyse unutulmak üzereydi. Ta ki Bach ve Handel adında iki bestekar, Vivaldi'nin yarattığının
üzerine tekrar inşa etmeye başlayana dek. Bununla beraber de 1600'lerden beri İtalya himayesinde
olan müziğin merkezi Almanya'ya geçti.

Johann Sebastian Bach

Bach ve Handel'in müziğinde etkili olan şeylerden biri de Corelli-Vivaldi ekolünün yanında
Reform'un din ve Avrupa toplumu üzerine etkisidir. Protestanlığın Avrupa'da yayılışını takip eden
yıllarda müzik de dinin baskıcı düzen ve formalitelerinden kurtulmuş, dini mesajı iletmeye yönelik,
sade ve anlaşılır bir hal almıştır. Müzik, dinin ilahiliğini yansıtmayı ve yaratıcıya ulaşmayı amaçlar
hal almıştır.

Bach'ın her eserinde kilisenin etkisi gözlemlenebilirken ilginç bir şekilde vokal eserlerinde
dini yansıtarak insanlara ilham vermek ve onları etkilemek iken enstrümental müzikte adeta
insanların gözlerini kamaştırmak istediğini görebiliyoruz. Ve Bach'ın enstrümental eserlerinde bunu
sergileyen faktör, kontrapuan üzerine olan ve eşsiz olarak kabul edilen ustalığı. Ve bu ustalığının
tepe noktası da füg formudur. İtalyanca'da "uçuş" anlamına gelen füg, kanon'un komplike bir formu
olarak tanımlanabilir. Bach'ın melodileri birbiri üstüne bindirip eş sesli olarak göstermekteki
ustalığı nedeniyle onu müziğin Einstein'ı olarak yorumlamak çok da yanlış olmaz.

Bu dönemin en büyük özelliklerinde biri de "Equal Temperament" (Türkçe "Eşit Mizaç")


denen, notalar arasındaki frekans mesafesini eşitleyen, Klasik Batı müziğinin o zaman kullanılan 19
nota sayısını 12'ye indiren ve tüm enstrümanların birbiri ile eş seste çalabilmesine olanak sağlayan
sistemin doğmuş olmasıdır. Bach 1722'de bu sistemin ilk örneklerinden biri olan "The Well-
Tempered Clavier"i bestelemiştir. Bugün etnik müzikler haricinde tüm dünyada bu eşit akort sistemi
kullanılmaktadır.

77
Hayatının son yıllarına doğru Bach aynı zamanda bugün hala müziği domine eden
enstrüman olan piyanonun doğuşuna katkıda bulunacaktır. Kendisi dönemin luthierlerine bu konuda
tavsiyeler vermiştir. Maalesef piyano çağına Bach geçiş yapamayacaktır ve ölümünden 100 yıl
sonra büyük ölçüde unutulmuştur. Fakat kilise değil opera müziği yapan Handel için durum oldukça
farklıdır.
George Frideric Handel

Handel'in müziğini farklı kılan en büyük etmenlerden biri, döneminde konserlerin büyük
kitlelere ulaşmaya başlamış, bir izleyici kitlesi oluşmuş olmasıdır. Müzik, bu dönemde kardinaller
ve prenslerin tekelinden çıkıp parayı verenin sergileyebildiği bir sektör haline gelmiştir ve bunun
müziğin gelişiminde muazzam bir etkisi olacaktır. Bu gelişme ile birlikte opera sahneleri ve konser
salonları bilet parasını ödeyebilen herkese kapılarını açmış bulunmaktadır. Ve bu yeni kitleye
hizmet amacı, Handel'in müziğinde ön plana çıkan özelliklerden biridir.

Handel 1710'larda işvereni George'un İngiltere kralı olması gerekçesiyle Londra'ya taşınmış
ve oğlu II. George tarafından tekrar bu iş için görevlendirilmiştir. Fakat taşınmasının bir nedeni de
Londra'nın dönemin en zengin ve büyük şehri olma yolunda ilerliyor olduğunu, yükselen orta
sınıfın konsere para ayırabilecek durumda olduğunu ve operaya istekli olduğunu görebilmesi
olmuştur.

Handel, Londra'ya geldiğinden beri 39 İtalyanca opera bestelemiştir ve bir süre bunun
üzerine ün kazanmış olsa da halkın İtalyan müziğine olan iştahının kaçması ve bunu parodi haline
getiren bir kültürün yayılması Handel'in müziğini bir süreliğine geri plana atmıştır. Tekrar sektöre
girebilmek için değişim yaratmak zorunda olduğunu bilen Handel, İtalyan operalarından uzaklaşıp
kendini, dönem Hristiyan kültürü içinde oldukça popüler olan, kostümler, kadınlar, komedi, dekor
veya müstehcen konular barındırmayan oratoryo formuna adamış ve İnglizce oratoryolar yazmaya
başlamıştır ve zaman içinde İncil'e dayalı 17 oratoryo yazmış ve bu eserlerinde İtalyan ekolü,
İngiliz korosu ve Protestan kilise ekolünü, kısacası 50 yıldır süre gelen birçok farklı müzikal
geleneği harmanlamıştır. Bunun en belirgin örneklerinden birini Hallelujah chorus içinde
bulabiliriz. Fakat Handel'in eserlerinde aynı zamanda İngiliz milliyetçiliği nitelikleri içeren öğelere
de rastlayabiliriz.

Barok'un ruhu ve sonları

Bach ile Handel'i birbirinden ayıran en büyük nokta, Bach'ın dini niyetlerle yaptığı müziğin
aksine Handel'in eserlerinin dini metinleri para ödeyen bir topluluğa sunmuş ve ticari bir ürün
haline getirmiş olmasıdır. Fakat Handel, buradan düşünüleceği üstüne para hırsında olan bir insan
değildir. Kendisi Messiah'tan ve birçok başka eserinden topladığı parayı yetimhanelere
bağışlamıştır. Handel'in yetimlere gösterdiği sevgi ve şefkat dikkatli bakıldığında müziği içinde de
bulunabilmektedir.

Handel'in müziğinin genel olarak taşıdığı ne aşırı mutluluk, ne aşırı hüzün; ama hayatı
olduğu gibi görmek ve kabullenmek üzerine mesajları Süleyman adına yazdığı oratoryonun Will
The Sun Forget To Streak isimli aryasında görülebilir. Ve tıpkı bu eserde olduğu gibi Saba Kraliçesi,
bir daha Süleyman kadar bilge biri ile asla karşılaşamayacağını bildiği gibi, müziğin bir daha Bach
ve Handel kadar yaratıcı, ince ruhlu ve gönlü bol yaratıcılar ve şaheserleri gibi eserler
göremeyeceği de tartışılabilir.

78
Barok'tan Klasik Dönem'e Geçiş
Bach'ın ölümü ile arkasından gelmiş olan ekol, müziği kilise değerlerinden uzaklaşmaya
başlamış ve artık müziğin halk için, bilet dahilinde sergilenebilmesi sayesinde müzisyenler
monarşinin ve dinin emrinde çalışanlar olmaktan sipariş alan ve halktan asilzadeye kadar kitlelerin
peşlerinden koştuğu insanlar haline gelmişlerdir. Müziğin geniş kitlelere yayılışı ve dini öğelerden
arınması, yapısı, kültürü ve sergilenişinde büyük değişikliklere yol açmıştır. Aynı zamanda
Aydınlanma Çağı, Barok düşünce ile gelen abartı, karmaşıklık ve süslemede fazlalığa kafa tutmuş
ve müziğin Barok döneme göre çok daha sade bir hale doğru evrilmesine yol açmıştır. Tüm bu
sebepler nedeniyle Bach'ın ölümünün ardından Barok müzik ekolü yavaş yavaş azalarak kendini
tarihin tozlu sayfalarına bırakacaktır.

Barok Müziğinde Gitar


Barok döneminde lute sıklıkla kullanılan bir enstrümandı ve aynı zamanda barok gitarı gibi
enstrümanlar günümüz gitarının atalarını oluşturmaktaydı. Dönemin popüler formlarından biri olan
dans süitlerinin büyük bir bölümü lute için bestelenmekteydi. Vivaldi'den Bach'a kadar pek çok
Barok bestecisi lute için eserler bestelemiş olduğu gibi Gaspar Sanz, Robert de Visée ve François
Campion gibi isimler de gitar tarihi ve terminolojisi için önem taşıyan isimler olmuşlardır.

Barok gitarı eserleri genel olarak döneminin müzikal özelliklerini taşımaktadırlar.

Gaspar Sanz ve dönemdaşlarının eserlerinin büyük bir çoğunluğu tablature halinde yazılmış
ve Emilio Pujol gibi çağdaş dönem müzisyenleri tarafından notasyona geçirilmiştir.

Aynı zamanda bu dönem François Campion tarafından gitar için ilk fügler bestelenmiştir.

Johann Sebastian Bach, Sylvius Léopold Weiss, Domenico Scarlatti gibi bestekarların
eserleri bugün gitar edebiyatının ayrılmaz bir parçasıdır.

79
BAROK
DÖNEMİNDE
MİMARİ

80
BAROK DÖNEMİNDE MİMARİ
Barok mimarisi 16. ve 18. yüzyıllarda boy gösteren ve müzik ve diğer sanat dallarında da etkilerinin
görüldüğü bir akımdır. Özellikle kiliselerde bu akımın etkilerini mitolojik kaynaklardan aldığına
rastlanır. İşlemeli duvarlar ve görkemli bahçeler ile etkileyici bir üsluptur. Barok üslubun en popüler
temsilcisi Paris’te bulunan Versay Sarayı olduğu bilinmektedir. Barok döneminde Paris'in kraliyet
gücünü temsil eden Versailles Sarayı her prensin örnek aldığı bir yapı olarak göze çarpar. Barok
devri yapıları prenslerin sahip oldukları kudreti gösterirler. Prenslerin bu yüzden malikanelerine
verdikleri önem ve onlara harcadıkları para muazzamdı. Aynı zamanda bu dönemin binaları
yaratıcının sanatsal gücünün ve mimari anlayışının da bir göstergesiydi. Bu dönemin şaşaalı
görünüşü Barok mimarisinde kendini net olarak belli eder. Viyana, Potsdam, Dresden, Würzburg,
Salzburg gelişmelerini bu dönemin prenslerinin mutlakiyetçi rejimlerine borçludur. Parklar içine
kurulan görkemli şatolara halkın değil girmesi yaklaşması bile yasaktı. Kim saraya dahil değilse
tebaa(kul) sayılıyordu.
Bu dönemde yapılarda bazilika planının yanı sıra oval ve yıldız planlar kullanılmıştır. Mimaride
hiçbir dönemde olmadığı kadar çok süslemeye yer verilmiştir. Rönesans mimarisinde kullanılan düz
çizgilere karşılık Barok yapılarda girinti ve çıkıntılar, cephelerde dalgalanmalar görülür.
Barok dönemi yapılarının biraz gösteriş ve lüks merakından kaynaklandığı da söylenir. O dönem
prenslerinin halklarına güçlü olduklarını göstermek istemesi ve diğer prensliklere gösteriş
merakından kaynaklandığı da bilinmektedir. Dönemin en karakteristik özelliklerinin başında
doğadan esinlenme yerine onun biçimle kaynaşması baz alınmıştır. Süs havuzları , büyük avlu ve
bahçeler, süslemeli duvarlar mitolojik kahramanların bulunduğu figürler dönemin karakterini
yansıtan başlıca öğelerdendi.
Barok devrin mimarisinden bahsederken atlanılmaması gereken en önemli unsurlardan biri de
kuşkusuz ışık kullanımıdır. Işık dönemin resim algısında olduğu gibi esaslı bir öğe olarak kabul
görmüş ve parlak bir şekilde aydınlatılmış alanlarla karanlık bırakılmış alanlar arasında zıtlık
oluşturacak şekilde uygulanmıştır.
Barok mimarlar, İlk Çağ mimarisinden de etkilenmişlerdir. O dönemde kullanılan friz, alınlık,
kemer, sütun gibi mimarlık ögelerini farklı biçimlerde kendi yapıtlarında da kullandılar. Bu göz
kamaştırıcı ve süslü yapılar bu dönemden başka hiçbir dönemde bu kadar zerafete ve görkeme sahip
olmamıştır.

81
RÖNESANS MİMARİSİ İLE BAROK MİMARİSİ ARASINDAKİ FARKLAR
Gotik yapılarda, sonsuzluk işlenmektedir. Tanrı’yı ve sonsuzluğu anlatan mimari tasarım söz
konusudur. Rönesans döneminde yapılan yapılarda da akılcılık başlamaktadır. Burada sonsuzluk
yerine, ölçü alırken, çok parçacılık yerine ise sakin ve daha çok dünyevi yapılar işlenmektedir.
Rönesans döneminde yapılan yapılarda, düz çizgiler kullanılıp, yatay ve dikey hatların izlendiği
klasik mimari esas alınmaktadır. Barok mimarisinde ise Rönesans mimarisine oranla duygusallığa
yer verilmektedir. Rönesans mimarisinde yer alan sakin çizgiler yerini Barok mimarisinde sessiz
gürültüye bırakmaktadır.

OSMANLI DÖNEMİNDE BAROK MİMARİSİ


Avrupa’nın doğu komşusu Osmanlı İmparatorluğu ’nun geniş topraklarında barok sanat kendine has
özellikler gösterir. III. Ahmed’in Paris’e sedir olarak gönderdiği Yirmisekiz Çelebi Mehmed
Efendi’nin orada gördüğü sarayları, köşkleri ve onların bahçelerini anlatan yazıları İstanbul’da
büyük ilgi uyandırdı. Bu dönemin lükse düşkün çevrelerinde Fransız saray ve bahçelerinin
benzerlerini yapmak arzu ve moda oldu. Bu merak saraydan etrafa doğru genişleyen halkalar gibi
dalga dalga bütün imparatorluğa yayıldı. Saray mimarlarının Avrupa’da yeni yeni gelişen bu sanat
akımını tanımaları ve oradakilere benzer saraylar, bahçeler yapabilmeleri için kitaplar ve planlar
getirildi. Türk zevk ve sanat geleneğinin bu yeni kaynakla birleşmesi, tamamen kendine has bir
karaktere sahip olan Türk barok üslubunu doğurmuştur.

Barok Mimarisi’ nin önemli özellikleri:


 Henüz tamamlanmamış veya bilerek eksik bırakılmış mimari unsurlar
 Işığın mükemmel yorumuyla gölge oyunlarına rastlamak mümkündür
 Mitolojik Figürlerin başrolde olduğu resimler ve görseller
 Tavan freskleri de çok önemli bir unsurudur
 Yanıltıcı ve şaşırtıcı görsel ilüzyonlar
 Veba salgınına atıfta bulunan ”veba sütunları”

82
Barok Mimarisi Sanatçıları
Michelangelo' nun geç dönem Romen yapıları, özellikle de St. Peter’s Bazilikası, Barok
mimarisinin dikkate değer öncülerinden sayılabilir. Öğrencisi Giacomo Della Porta Roma'da
bu eser üzerinde çalışmaya devam etmiş, özellikle de erken dönem Barok'un en önemli kilise
dış cephesi örneklerinden sayılan Carlo Maderno’ nun Santa Sussana(1603)'sına yol açan
Cizvit kilisesi Il Gesu' ya imza atmıştır
 Andreas Schlüter
 Carlo Maderno
 Francesco Bartolomeo Rastrelli
 Francesco Borromini
 Domenico Trezzini

83
Lala Mustafa Paşa Cami (St Nicholas Cathedral) Kuzey Kıbrıs

84
3. OSMAN KÖŞKÜ

85
Haydarpaşa Selimiye Camisi

86
Nusretiye Camisi

87
Nuruosmaniye Camisi

88
Versailles Sarayı ( Fransa )

89
Schönbrunn Sarayı ( Viyana )

90
Versailles Aziz Louis Katedrali

91
Michelangelo - Aziz Petrus Bazilikası (Vatikan)

Vatikan şehrindeki geç dönem rönesans kilisesi Aziz Peter Bazilikası, bugün dünyada bilinen en
geniş ve en kutsal kiliselerden biridir. Aziz Peter burada gömülmüştür ve 1506'da 4. yüzyıldan kalan
Eski Aziz Peter Bazilikası'nın yeniden yapılandırılmasıdır.

92
Giacomo Barozzi da Vignola, Giacomo della Porta - Gesu Kilisesi - Roma, İtalya
Bu kiliseye aynı zamanda ''İsa'nın En Kutsal İsmi'' kilisesi deniyor. Gesu Kilisesi, Cizvitler
tarafından yapılan ilk kilisedir. Zenginliğini gösterecek şekilde tasarlanmıştır. İç kısmı göz alıcı
sıvalarla, mermerlerle ve fresklerle donatılmıştır. Dış kısmı ise barok öğelerin ve rönesans
etkilerinin karışımı şeklinde tasarlanmıştır.

93
Francesco Borromini - San Carlo Alle Quattro Fontane - Roma, İtalya

Borromini'nin ilk bağımsız aldığı iştir ve aynı zamanda aşırı karmaşık tasarımı nedeniyle de barok
mimarinin ikonu sayılıyor.

94
Carlo Maderno - Santa Susanna - Roma, İtalya
Roma'daki bu Amerikan Kilisesi önemli bir eser olarak sanat tarihinde yerini almıştır. Amerikalı
dindarların Roma'daki hac merkezi olması açısından da önemli. 1603'te tamamlanmış ve Carlo
Maderno tarafından tasarlanan bir dış yüzeye sahip. Temelleri çok eski ve tamamen barok yapıda
inşa edilmiş. Karşısına geçip baktığınızda yükseklik ve derinlik algılarıyla ilgili düşüncelere
kapılmanız olası.

95
Guarino Guarini - San Lorenzo - Turin, İtalya
San Lorenzo Turin Klisesi ilk olarak Theatine Tarikatı için yapılmıştır ve Guarino Guarini de onun
bir üyesidir. Orta kısımda kalan kubbesi ile ünlüdür. John Julius Norwich bu yapıyı, ''Ustaca
yapılmış bir şaheser.'' olarak tanımlamıştır.

96
Christopher Wren - Aziz Paul Katedrali - Londra, İngiltere

Aziz Paul Katedrali, 111 metrelik kubbesi sayesinde tanınmıştır. İç kısmı baroktur ve en az dış
kısmı kadar heybetlidir. Mozaikler ve tarihten önemli kişilerin mezarlarını içermektedir.

97
Johann Fischer von Erlach - Karlskirche - Viyana, Avusturya

Hapzburg İmparatorluğu'nu methetmek için tasarlanan Karlskirche, Viyana'da bulunan en ilginç


yapılardan biridir. Yaratıcı tasarımı eski Yunan, eski Roma ve çağdaş Viyana barok öğelerini birlikte
barındırmaktadır.

98
Wenzel Render - Olomouc, Çek Cumhuriyeti

Wenzel Render tarafından tasarlanan bu yapı Avrupa Barok Artistik Dışavurumu' nun en nadide
örneklerinden biri olarak geçiyor. Direkleri nadir materyallerden yapılmıştır ve orta Avrupa'nın
barok periyottaki insanlarının dini inançlarını gösterir.

99
Jules Hardouin Mansart - Les Invalides - Paris, Fransa

Les Invalides, Paris'in 7. semtinde bulunmaktadır


Müzeleri ve Fransa'nın askeri tarihini yansıtan yapılarıyla meşhurdur. Bu yapının en ünlü
kısımlarından biri de altın kubbeli kısmıdır. Ve şu an bu kısım Fransa'da savaş kahramanlarının
gömüldüğü yerdir.

100
Tylmn Gamerski - Branicki Sarayı - Bialystok, Polonya

Sakson döneminden kalma en iyi korunmuş aristokratik rezidanstır.


Branicki Sarayı geç barok döneminin tarihi örneklerinden biridir. Bialystok'taki en çekici yapılardan
biridir. Tasarımında eski Fransız krallarının barok saraylarını referans almıştır.

101
Bartolomeo Rastrelli - Peterhof Palace - St. Petersburg, Rusya
Peterhof Sarayı barok mimari stilinde bir şaheserdir.
Büyük Peter'ın Rus Versayı'nın en önemli yapıtlarından biridir. Uzun ve dar barok stili neoklasizme
göre yapılmış minimal dekorasyonuyla karakterize olmuştur. Heybetlidir ama bunaltıcı değildir.

102
BAROK
DÖNEMİNDE
TİYATRO
(Klasik Tiyatro)

103
17. YÜZYIL BATI TİYATROSU (BAROK ÇAĞI)

Barok Tiyatro Avrupa’da 17. ve 18. Yüzyıllar arasındaki dönemi tanımlayan bir terimdir. Bu
dönemde tema daha çok insanlığın etkileşimi ve keşifler üzerineydi. Barok dönemde genellikle
canlı, şatafatlı kostüm tasarımları, ayrıntılı sahne ayarları ve özel efektler kullanılmıştır. Barok
dönemi ilgi çekici veya sıradışı yapan budur.

Sanat kilisenin dışına çıkmıştır. Yazarlar kişisel inançlarına bağlı olarak oyun yazmışlardır.
Siyaset, evren ve özel hayat gibi konuları işlemişlerdir.

Mimaride “u” şeklinde olan salon uzundur. Tavan fresklerine sahip olan barok tiyatrolarda
süslemeler zengin bir şekilde kullanılmıştır. Ahşap, altın, mermer gibi malzemeler kullanılmıştır.
Dış cephesi gösterişlidir, oyma kullanılmıştır ve bina hareket hissi verir.

Barok Tiyatro yapısı ile sahne düzeni, sahne tasarımı ile oyun alanı, Barok dünyagörüşünü
canlandırdığı kadar, bu doğrultuda yenilikler tiyatrosu özelliğini de taşır. Barok Tiyatro sahnesinde
görünüş-varlık metafiziğinin "dünya tiyatrosu" imgesinin yaratılmak istenmesi, sahne aygıtlarının
kullanımını, sahne tekniğinde yenilikleri, kulis değişimlerini ve mekân perspektifini öne çıkarmıştır.
Tiyatro sahnesi, Rönesans tiyatrosundaki gibi, insanlararası çatışmaların yer aldığı yer ve nesnel
alan olmaktan çıkmış; yukardaki Tanrı ile aşağıdaki Şeytan ve arasında kalmış insanın evrenini
verecek biçimde, dikey ve oylumlu sahne haline gelmiştir. Sahne ve kulis tasarımı, sahne görüntüsü
ve imgesi, sahne etmenleri, tüm bunlar, dünyanın gelip geçiciliğini, dünyanın "yalan dünya"
olduğunu vermeye yönelik göz yanıltmacılığa ve perspektif oyunlarına dayanıyordu. Sahne
makineleri, alegorik anlatıma, insanı aşan güçlerin canlandırılmasına, varlık ile görünüş arasındaki
sınırı kaldıracak perspektif tekniğinin öne çıkmasına yardım ediyordu.

Ayrıca barok dönem tiyatroda dramaturji çalışmalarına sahiptir. Dramaturji bu dönemde


yoğunlaşmıştır.

İTALYA

Commedia dell`Arte, İtalya'daki Rönesans tiyatro etkinlikleri saray ve akademi çevrelerinde


halktan uzak yapılırken ve hepsi amatörken, profesyonel tiyatro topluluklarının halk tiyatrosunu
oluşturuyordu.

Bir tiyatro tarihi yazarının tanımı şöyledir: “Saraylarda komedya sokaklarda komedyen” akademi
ve sarayda verilen temsillere Commedia Erudita (bilgili tiyatrosu- draması) deniyordu. Profesyonel
topluluklar kendilerine sanat tiyatrosu anlamına gelen Commedia dell'Arte ve Commedia
dell'Improvisio adını takmışlardı. Commedia dell'Arte'nin tam olarak ne zaman ve nasıl oluştuğu
noktasında pek çok farklı görüş mevcuttur.Commedia dell’arte oyuncuları akademisyenlere karşı
başkaldırarak ve doğaçlamaya dayanan tiyatroda yazara da gereksinim olmadığını belirterek bir
şeyler yapma yoluna gitmişlerdir. Sonraları bu ”yeni oyunculuk” özü olmayan bir gösteri, boş bir
beceri ve amaçsız bir hokkabazlığa dönüşmüştür. Giderek içeriksiz bir taklide ve beceri gösterisine
dönüşen Commedia dell’arte oyunculuğu,18. yüzyıl ortalarında Goldoni ve Gozzi ile içerik
kazanmıştır.

Oyuncu nerdeyse Commedia dell'Arte'nin yüreği ve asıl öğesidir. Topluluklar buldukları her
alanda oynamışlardır, kent meydanlarında ya da sarayda, kapalı bir yerde ya da açık havada, sabit
sahnelerde ya da geçici kurulmuş doğaçlama sahnelerinde. Eğer süslü dekorlu sahneler bulurlarsa

104
onu kullanıyorlardı, bulamadıkları zaman bir yükseltinin ortasında perde kurarak oynuyorlardı. Her
ortama uyabilme en büyük erdemleriydi.

Doğaçlama, Commedia dell'Arte'nin ayırt edici özelliğidir.

16. yy.'ın sonlarında yapılmış bu resimde


Commedia dell'Arte grubu Gelosi. (Musée Carnavalet, Paris)
FRANSA

İngiltere’de Shakespeare’in, İspanya’da Lope de Vega’nın varolduğu dönemde, Fransa tiyatro


açısından çöl durumundaydı.

MOLİERE (Jean-Baptiste Poquelin,1622-1623)

Cizvitlerin yanında eğitim görmüş olan Moliere’in 1642 yılında,yirmi yaşına girdiğinde, seçimini
yapması gerekiyordu:Ya hukuk okuyacaktı ya babasının kazançlı mesleği mobilyacılığı ve
döşemeciliği kabul edip tıpkı onun gibi Kral’ın döşemecisi olarak varlığa kavuşacak yada ileride
aforoz edilecek profesyonel bir oyuncu-yazar olacaktı. O yılın sonunda seçimini yaptı ve her şeye
karşın oyuncu olmaya karar verdi. Taşra oyuncularından Madeleine Bejart’ın (1618-1672) yanına
oyuncu olarak girdi. Oyuncuların tümü de ondan daha büyük ve deneyimliydi. Nereden olduğu
bilinmez,1643 yılında kendine Moliere adını uygun gördü. Ve genç oyuncularla birlikte “Illustre-
Theatre” adlı bir topluluk kurdu. Bu taşra topluluğu 1644 başında da biletsiz
davetliler,dostlar,akrabalar ve profesyonel oyuncular önünde Paris’te oynadı. Girişimleri boşa çıktı
ve borca girdiler. Ne iflas ne tutuklama Moliere’ yıldırmadı. ”Illustre-Theatre” ın sırı dökülmüşte
olsa, Madeleine ve topluluktan geriye kalan birkaç genç oyuncuyla Moliere Paris’i terk etti ve taşra
kentlerinde turneye çıktı.

Moliere’in on üç yıllık taşra deneyimi içinde çok şeyler öğrendiği kesindi. Gerek yazarlık gerekse
oyunculuk açısından ve en önemlisi seyirciyi kavramayı öğrenmesi yönünden o artık Paris’e
dönebilecek durumdaydı. Taşra kentlerinden Dufresne’den devraldığı ve kendi yönettiği topluluk
oldukça ün yapmıştı. 1658’de Paris’e gelen topluluk Temmuz ayında “Theatre du Marais” ile bir
sözleşme imzaladı. Moliere’in zekası sayesinde,topluluk Ana Kraliçe ve Kralın kardeşi genç 14.

105
Lois’nin huzurunda Corneille’in tragedyası Nicomede’i oynadılar. Saraylı seyirci temsili
beğenmemesine rağmen,bayan oyuncuları sevmişti. Neyse ki bu gösterinin ardından Moliere’in
yazmış olduğu kısa güldürü Docteur amoureaux (Aşık Doktor) oynandı. Moliere’in doktor rolünü
de oynadığı temsil o kadar başarılı oldu ki,Kral bu topluluğun Paris’te kalması için emir çıkardı.

Topluluk hemen “Petit-Bourbon”a yerleşti. Fiorilli’nin de bulunduğu Commedia dell’arte


topluluğu ile aynı tiyatroyu dönüşümlü olarak paylaştı.

Moliére ilk başta beş Corneille tragedyasını arka arkaya oynayarak,başarısız oldu. Ve ilk
baştayapması gerekenleri artık yapmasının zorunlu olduğunu düşünerek komedyalar oynamaya
başladı ve inanılmaz başarılar kazandı.

1659 Haziranında Fiorilli’nin bulunduğu İtalyan topluluğu İtalya’ya dönünce,Moliére’in işi daha
da iyi gitmeye başladı. İtalyanlardan ve özellikle Commedia dell’arte’den çok şey öğrenmişti ama
bir yazar ve oyuncu olarak bu komedyanın yüzeyselliğinden bıkmıştı.

Böylece Moliére oyuncu,topluluk yöneticisi,yazar ve sanat yönetmeni olarak baş


döndürücü,hareketli bir yaşam için de en sonunda kendi dehasının ne olduğunu anlamıştı.
Trajikomikten,kalın çizgili güldürülere kadar yayılan bir alan içinde yirmi dokuz oyun yazdı.

Öte yandan, Racine’nin de tragedya oyunculuğunun gelişmesine katkısı olmuştur. Onun oyun
kişilerine verdiği psikolojik ayrıntılar,tragedya oyunculuğunu biraz daha boyutlandırmıştır. Racine
bilinçaltının loş köşelerini araştırma yoluna gitmiş ve oralardan oyuncuların bulup çıkarmak
zorunda oldukları değişik ince duyguları sağlamıştır. Böylece, karakter boyutları Racine ile birlikte
derinleşince,oyuncularda o ölçüde gelişmişlerdir.

Bazı eserleri;Kaçan Doktor, Şaşkın yahut Beklenmedik Engeller, Kocalar okulu, Kadınlar
Okulu,Don Juan, Cimri, Kibarlık Budalası,Hastalık Hastası

Cimri (Özgün adı: L'Avare)5 perdelik bir oyundur.


İlk kez 1668 yılında Palais Royal'da oynamıştır.
JEAN BAPTİSTA RACİNE (d. 22 Aralık 1639 - ö. 21 Nisan 1699)

XVII. yy. Fransız edebiyatının önde gelen şairlerinden ve trajedi yazarlarından olan Racine iyi bir
eğitim görmüştür. Özellikle Yunan trajedi şairi Euripides (Öripid)'den etkilenen Racine, Fransız
klâsik trajedisinin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. XIV. Louis (Lui) döneminde saray tarihçiliği
de yapmış olan Racine, eserlerinde Yunan mitolojisi, Filistin tarihi ve İngiliz saraylarından seçilmiş
konulara yer vermiştir. Racine, eserlerinde genellikle tutkularına esir olmuş kişilere yer vermiştir.

106
Tanzimat Dönemi'nde yaşayan Türk edebiyatçılar üzerinde de etkili olan Racine'nin, Andromaque
(Andromak), Berenice (Berenis), Bajazet (bayazıt), Iphigénie (İfijeni) ve Phaidra (Fedra) adlı
eserleri ünlüdür.

İNGİLTERE

Kendine Gelme Dönemi:”RESTORASYON”;1650 yılına gelindiğinde,tiyatro yasağının biraz


gevşediğini izleriz. O sırada altı yüz bin nüfusu olan Londra’da oyuncular hapis cezasını,seyirciler
de para cezasını göze alarak tiyatronun devamını sağlamaya çalışmaktadırlar. Restarosyon dönemi
tiyatrosunun hasta ögesi seyirciydi. Uzun yıllar Püritanların fanatik ahlak vaazlarının etkisi altında
kalmış olan küçük burjuva,tiyatroya gitmeyi genellikle ayıp sayıyorlardı;bunlar içinde vebadan
kaçarmış gibi tiyatrodan kaçanlar vardı. Bunun içinde tiyatro seyircisinin önemli bir bölümünü
soylular oluşturuyordu. Kral tarafından desteklenen ve saraylılar tarafından yönetilen
tiyatro,aristokratların eğlence yerleri durumundaydı;moda buralarda saptanıyor;aristokratlar
metreslerini burada arıyorlardı. Kısacası tiyatro seyircisi yeterli değildi.

İSPANYA

İngiltere’de bir başlangıç,Fransa’da İtalya’yı taklit eden bir kültür çabası varken ve İtalya küçük
devletlere bölünmüşken,İspanya güçlü bir Avrupa ülkesiydi. İspanya’da büyük yazarların ortaya
çıkmasıyla birlikte,oyunculuk sanatına da bir şeyler eklenmeye başladı. Lope de Vega’nın 1500-
1800 oyun yazdığı söylenir. Bunlardan 673’ünün yazıldığı belgelenmiş durumda; ama Lope de
Vega’nın elde yalnızca 458 oyun metni bulunuyor. Olağan seyirciyi memnun edecek gündelik
oyunlardan,tiyatro tarihi içinde yerlerini alacak büyük oyunlara kadar her şey yazan Lope,aynı
zamanda iyi bir oyuncudur da. Lope de Vega,kendi topluluğunun patronu ve yönetmeni olarak her
çeşit sorunu ve oyunculuk sanatı üzerine kafa yormuş bir tiyatro adamıdır.

Lope de Vega’nın en önemli yanı,taklide gitmemesi ve İspanyol tiyatrosunun özelliklerini ortaya


çıkaran birçok buluşu olmasıdır. Onun “trajik aksiyon” ve “tragikomedya” kavramları sonra ki
yazarları etkilemiştir. ”Pelerin ve Kılıç” anlamına gelen Comedias de capa espada türünü o bulmuş
ve geliştirmiştir. O,bu tür oyunlarında bazen romantik bir atmosfere bazen de töre komedyasına
yönelmiştir. Tiyatro tarihindeki ilk “proleter oyun” olan Fuente Ovejuna’yı o yazmıştır. Ayrıca
Gracioso adını verdiği ve sonraki yüzyıllara kalabilen bir soytarı tipi yaratmıştır. Oyuncuların
kolayca ezberliyebilecekleri bir konuşma örgüsü ve severek oynayacakları bir aksiyon sağlamıştır.

Cervantes,Don Kihote’nin birinci kitabının 48 bölümünde,”Halk böyle istiyor,onun için böyle


yazıyoruz” diyen yazarları ve özellikle de Lope de Vega’yı eleştiriyordu. Cervantes,suçun saçma
sapan oyunları beğenen halk da olmadığını,ona başka bir şey vermesini beceremeyen yazarlarda
olduğunu belirtiyordu. Hele zaman birliği kavramına uyulmayışı onu çok rahatsız ediyordu. Halkın
sanat dolu,iyi yazılmış bir oyunda hem neşelendiğini, hem çok şey öğrendiğini, günahın
kötülüğünü, erdemin değerini anladığını, oysa “klasik kurallara uymayan, dolayısıyla sanatsal
olmayan” oyunların halkın şehvet duygularını kamçıladığını söylüyordu. Cervantes’e göre,kötü
oyunların yazılmasının bir nedeni, tiyatronun bir ticaret metası durumuna gelmiş olmasıydı. O,
halkı eğlendirirken bir yandan da eğiten oyunların yazılmasını öngörüyordu.

Lope de Vega “Bu Çağda Oyun Yazmanın Yeni Sanatı” adlı kitabında şöyle düşünür;”Komedya
yazmak istediğim zaman yazılmış reçetelerin kutusuna kilit üzerine kilit vuruyorum. Terentius ile
Plautus’u çalışma odamdan kovuyorum(…) ve halkın alkışlarına yönelen sanat kuramlarına göre

107
yazıyorum. ”

Vega, tiyatronun çağının seyircisine uygun olması gerektiğini vurgulamıştır. Antik Yunan ya da
Roma seyircisinin 17. yüzyıl İspanyol seyircisinden değişik olduğunu, bunun için bu çağda yazılan
oyunların da kendi kurallarını getirmesi gerektiğini savunmuştur.

Başlıca oyunları: El Alcade de Zalamea (Z. Kadısı) 1600,El caballero de Olmedo(Olmedo


Şövalyesi), El Noche Tole-dana (Toledo Gecesi) bas. 1612. La Dama Boba (Aptal Kız) bas. 1617,
El Anzuelo de Ferıisa (Fenike Çengeli) 1617, La Estrella de Sevilla (Sevil Yıldızı) 1618, El Perro
del Hortelano (Bahçıvan Köpeği) bas. 1618, Fuenteo Vejuna (Çoban Çeşmesi) 1618, Les Flores de
Don Juarı (J.D.’ın Çiçekleri) 1619, el Mejor Alcade el Rey (En İyi Yargıç Kraldır) 1635 vb. Arcadia
(düz yazıyla anlatı, roman) 1598, Arte Nuevo de Hacer Comediat (Yeni Komedi Yazma Sanatı)
deneme-eleştiri, 1609, autos sacramanteles denen dinsel oyunlar: misterler

PEDRO CALDERON DE LA BARCA (1600-1681)

Lope de Vega’dan daha çok değer verilmiş bir yazardı. Ama bugün parlaklık ve duygu açısından
biraz kısır kaldığı için dünyanın en büyük yazarları arasında sayılmamaktadır. Vega’nın heyecan ve
serüven dolu yaşamına karşılık,Calderon varlıklı ve güven dolu bir saray yaşamı sürmüştür.
Tiyatroya yenilik getirmek,yeni anlatım yolları aramak gibi bir kaygısı olmadı. Onun için
yazdıklarını düzeltip parlatmak yetti. Vega halkı düşünerek yazarken, Calderon bir saray yazarı
olarak çabasını sürdürdü. Vega bir halkın dehası, Calderon ise bir çağın havasıdır. Vega evrensel
sevgi temasını işlerken, Calderon kendi döneminin Hıristiyanlık anlayışıyla onur temasını işlemiştir.

Eserleri:La devocion de la cruz (Haça bağlılık),La dama duende (Hayalet Kadın),El principe
constante (Sadık Prens),El gran teatro del mundo (Büyük Dünya Tiyatrosu),La vida es sueño (Hayat
Bir Rüyadır),El alcalde de Zalamea (Zalameaa Kadısı)

108
ALMAN DİLİNDEKİ TİYATRO

Bu yüzyılda, oyunculuk konusunda Alman dilindeki tiyatro bağlamında söylenecek fazla bir şey
yok. 1642’de İngiltere’de Püritan’ların tiyatroyu yasaklamaları ile çok sayıda İngiliz oyuncu Alman
dili konuşulan ülkelere göç etti. Böylece buralara ilk disiplinli tiyatro İngiliz oyuncularıyla girmiş
oldu. Daha sonra Fransız ve Commedia dell’arte toplulukları Alman seyirci karşısına çıkınca, 18.
yüzyıldaki gelişimin adımları atılmış oldu.

109
KLASİK
DÖNEMDE
RESİM

110
Genel Bakış
Neoklasisizm adı verilen ve Batı Avrupa'da doğmuş bu sanat akımı, Antik Yunan ve Antik
Roma'nın "klasik" sanat ve kültüründen esinlenmiş ve dekorasyon, görsel sanatlar, edebiyat, tiyatro,
müzik ve mimari gibi pek çok sanat dalında kendini 18.yy'ın başlarından itibaren göstermeye
başlamıştır. 18.yy'ın başından itibaren, özellikle üst sınıf insanların eğitim amaçlı yaptığı "Büyük
Tur" adı verilen Avrupa turları sayesinde zamanla tüm Avrupa'ya yayılmıştır.

Neoklasisizm'in itici gücü eş zamanlı olarak başlangıç gösteren Aydınlanma Çağı ve


felsefesi olmuştur ve bir sanat ekolü olarak 19. yy'ın ortalarına kadar devam etmiş ve zamanla
yerini Romantizm akımına bırakmıştır; fakat mimaride olan etkisi doğuşundan günümüze kadar
dahi devam etmektedir.

Görsel sanatlarda Neoklasik akımın kendini gösteriş tarihi 1760'lara kadar dayanmaktadır
ve Barok ve Rokoko ile karşıtlık içinde olmuştur. Rokoko mimarisi süsleme, aşırı detay ve asimetri
üzerine yoğunlaşırken Neoklasik mimarı basitlik ve simetri üzerine kurulu olmuştur ve bu açıdan
Antik Yunan, Antik Roma veya Rönesans dönemleri ile paralellik göstermektedir.

"Neoklasisizm" nedir?

Yunanca "neos" ve Latince "classicus" kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşur. "Neos",
yeni anlamına, "classicus" ise "en üstün olana ait" anlamına gelmektedir. "Classicus" kelimesinin
üstünlüğünü ifade ettiği ise tabi ki Antik Yunan ve Antik Roma sanat anlayışı ve kültürüdür.

Aydınlanma Çağı
Aydınlanma Çağı, 18. yy boyunca Avrupa'yı etkisi altına almış bir felsefi akımdır ve
Neoklasik üslup ile düşüncenin doğuşunun temel etmenlerinden biridir. Aydınlanma Çağı düşüncesi
"otoritenin kaynağı ve meşruiyeti"ni sorgulamış ve özgürlük, ilerleme, hoşgörü, kardeşlik, anayasal
hükümet ve sekülerizm gibi pek çok idealin yükselişine ön ayak olmuştur. Düşünce genel olarak
mutlak monarşiye ve Roma Katolik Kilisesi'nin katı dogmalarına karşı durmuştur.

Aydınlanma Çağı sayesinde bilimsel yöntem ve redüksyonizm doğmuş, dini dogma ve


mutlaklar giderek daha sıkça sorgulanmaya başlamış ve Avrupa'da genel bir bilgiye açlık
doğmuştur.

Aydınlanma Çağı'nın tarih perspektifindeki en önemli özelliği bilimsel yöntemin doğuşunu


sağlamış olması ve uzun bir süre boyunca Avrupa'nun sosyo-kültürel yaşantısını mantık ve bilim ile
harmanlanmış bir hale getirmiş olmasıdır. Dönemin idealleri pek çok kültürel ve sanatsal akıma
öncülük etmiş, pek çok filozof, siyasetçi, bilim insanı ve sanatçıyı etkilemiş ve Avrupa toplumunun
yeniden şekillenmesini sağlamıştır.

Aydınlanma Çağı'nın süregelen etkisi ve değerleri, Avrupa'da Romantizm akımının yükselişi


ile son bulup yerini Romantik dönem değerleri ve üslubuna bırakacaktır.

111
Klasik Dönem Görsel Sanatlarının Başlıca Özellikleri
Neoklasisizmin pek çok açıdan doğrudan Rokoko üslubuna tepki olarak doğduğu
söylenebilir. Klasik dönem her ne kadar Romantizm'in karşıtı olarak yorumlansa da bu
karşılaştırma, özellikle sanatçıların eserleri yan yana koyulduğu zaman haddinden fazla basit
kalmaktadır.

Neoklasisizm, Antik Yunan ve Roma kültür ve sanatından ilham alarak Antik Klasik Dönem
özelliklerini yeniden doğurmayı amaçlamıştır ve üsluptaki bu yaklaşım dönemin en önemli
isimlerinden biri olan Ingres'in işlerinde açıkça gözlemlenebilmektedir.

Johann Joachim Winckelmann'ın yazıtları hem mimari, hem de görsel sanatlar için dönemi
şekillendirmek konusunda büyük rol oynamıştır. Winckelmann, Roman ve Yunan sanatları arasında
ilk kez ayrım yapan tarihçidir ve Yunan sanatının geçirdiği tarihi dönemlerden neoklasik döneme
etkisine kadar olan süreç konusunda zamanının en toplu derlemesini yapmış kişidir.

"Neoklasik" terimi, 19. yy'ın ortalarına kadar ortaya çıkmamıştır. O döneme kadar bu üslup;
"gerçek üslup", "yeniden form buluş", "yeniden doğuş"gibi isimlerle anılmıştır; fakat "yeniden
doğan" şeyin ne olduğu konusunda büyük görüş ayrılıkları bulunmuştur. Antik Yunan sanatından
Rönesans'ın tekrar doğuşuna, Fransa'da XIV. Louis döneminin Barok anlayışına dönüşe kadar pek
çok görüş vardır.

Neoklasisizm en büyük başarıya mimari, heykelcilik ve dekoratif sanatlarda ulaşmıştır.


Bunun en büyük sebebi Winckelmann gibi tarihçilerin Rönesans ve Antik dönem örneklerinin iyi ve
ulaşılabilir bir arşivini oluşturmayı başarmış olmasıdır.

Söz konusu resim olduğunda ise, ressamların diğer sanat dalları gibi eski örneklere bakma
şansı yoktu. Dolayısıyla hayal güçlerini kullanarak ve Yunan ideallerini baz alarak, fresklerden
geriye kalanlar, mozaikler ve kil süslemelerini örnekleyerek antik resim geleneklerini yeniden
doğurmayı amaçladılar. Raphael ve Nicholas Poussin'in eserleri, bu açıdan Neoklasik ressamlara
büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Fakat bu örneksizlik durumu, Neoklasik ressamları neyin daha
"Yunan" ve "Roman" olduğu konusunda diğer sanat dallarına göre oldukça daha fazla tartışma
içinde bırakmıştır ve Winckelmann ile onun gibi Helenistler genel olarak bu tartışmanın kazanan
taraflarıdır.
Klasik Dönem Resmi ve Baskısı
Çağdaş sanatseverler için Neoklasik dönem resminin radikal ve ilginç yanlarını yakalamak
zordur, bu ekol günümüzde tarzın savunucusu olan sanat eleştirmenleri tarafından dahi "tatsız" ve
"neredeyse hiç ilgi çekici yanı olmayan" bir tür şeklinde tanımlanmaktadır. Anton Raphael Mengs,
dönemin önemli ressamlarından olup, bu eleştirinin özellikle yöneltildiği ressamlardan biridir.

Bu dönem pek çok çizim peşi peşine baskı haline getirilmiştir. Klasik özelliklerin en safı ve
belirgini olduğu düşünüldüğü için oldukça sade ve basit çizgi ve hatlar kullanılmıştır. John
Flaxman'ın resimlerinde çizgilerdeki bu sadelik oldukça net bir şekilde gözlemlenebilir. Benzer
özellikler bir portre çizeri olan ve tarih resimleri ile ünlü Angelica Kauffman'ın resimlerinde de
gözlemlenebilir. Fakat Angelica ve John'un günümüzdeki ortak noktası, taşıdıkları üslubun pek çok
sanat eleştirmenince “akıcı olmayan bir yumuşaklık ve sıkıcılık içinde olması”dır.

Bu üsluba tepkinin en büyük sebebi tabi ki örneksizlik ve sırf Yunan vazoları gibi kısıtlı
kaynaklar kullanarak benzer bir sanat anlayışını yeniden yaratmaya çabalamaktı. Kısıtlı kaynak ve
imkanlar yüzünden saf neoklasik üslubu, Rokoko ve Barok dönemin geçişinin yarattığı boşluğu

112
doldurmaya yetmemiştir.

Dönemin, doğrudan “tatsız” olarak nitelendirilmemiş çoğu ressam ve eseri Romantizm'in


taşıdığı bazı özellikleri neoklasik üslup ile harmanlamış ve her iki dönemin de gelişim tarihinde rol
oynamışladır. Asmus Jacob Carstens'ın mitolojik resimleri “asil bir sadelikle beraber sakin bir
şafşataya sahip olmak” ile övülmüş; fakat büyük bir kısmı tamamlanamamıştır. Giovanni Battista
Piranesi'nin benzer özellikler taşıyan gravürleri ise Carstens'ın tam aksine Avrupa'da oldukça
popüler olmuş ve Büyük Tur sayesinde Avrupa'nın her yanına yayılmıştır. Bu ressamların temel
aldıkları öğeler Roma kalıntı ve yapılarıydı ve günümüze ait olandan çok geçmişten örnek
almışlardı.

Diğer yandan, Johann Heinrich Füssli, kariyerinin büyük kısmını İngiltere'de geçirmiş ve
kendi Neoklasik prensiplerini, Romantik üslubun “Gotik” değerleri üzerine dayandırmıştı ve
resimlerinde drama ve cazibe uyandırmayı amaçlamaktaydı.

Jacques-Louis David'in “Oath of the Horatii”(Horas Kardeşlerin Yemini) adlı eseri ile
Neoklasik resim yeni bir yön kazandı. David, resminde dram ve kuvveti harmanlayarak idealist bir
tarz yarattı. Perspektif, resim düzlemine diktir ve arkaplandaki karanlık avlu, adeta bir frizden
alınma kahramanca figürler üzerine vurgu yapmaktadır. Işıklandırma, renklendirme ve pozlar ise
Nicholas Poussin'in tarzına göndermede bulunmaktadır. David, resim üzerindeki etkisini Napolyon
dönemine kadar korumuş; fakat zamanla resimleri tamamen propoganda üzerine bir hal almıştır.

David'in başta Jean-Auguste-Dominique Ingres olmak üzere pek çok öğrencisi olmuştur.
Ingres, kariyerinin sonuna kadar kendini bir klasist olarak görmüş olsa da yetişkin ve iddialı tarzı
Neoklasisizm'in genel üslubundan uzaktır. Ingres'in resminin Troubadour tarzı ve Oryantalizm gibi
Romantik üslubun el üstünde tuttuğu tarzlara yakınlığı açısından Ingres, iki dönem arasında bir
geçiş ressamı olarak görülebilir.

Klasik Dönem Heykeli


Neoklasik resmin aksine, heykeltraşların elinin altında gereğinden oldukça fazla antik
örnek bulunmaktaydı. Heykeltraşlar döneminde çok büyük ilgi görmüş olsa da, bugün, çoğunlukla
büst ve portre yapmış ve tarzında idealizmi feda etmeden yoğun sadelik yakalamış olan Jean-
Antoine Houdon dışında pek rağbet görmemektedirler. Houdon'un tarzı zaman geçtikçe daha klasist
hale gelmiş ve Rokoko'nun cazibesinden Klasik Dönem'in asaletine pürüzsüz bir geçiş örneği
olmuştur. Döneminin diğer heykeltraşları aksine Houdon, heykellerinin Roma kıyafetleri içinde
veya çıplak olması konusunda tutucu olmamıştır ve Aydınlanma Çağı'nın pek çok önemli figürünün
heykelini yapmıştır. Aynı zamanda George Washington, Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin
gibi Amerikan liderlerinin heykellerini yapmak için Amerika'ya gitmiştir.

Antonio Canova ve Bertel Thorvaldsen sıkı sıkıya Roma üslubuna tutunmuşlardır ve


eserleri, Neoklasisizm'in ideallerini gerçek ebatlarda figürlere yansıtmıştır. Canova'nın tarzı daha
hafif ve süslü iken Thorvaldsen'inki daha şiddetlidir. Bu iki heykeltraşın tarzı 1820'lere kadar
heykelciliği derinden etkilemiştir ve resimdeki durum aksine Romantizm'in heykele etkisini büyük
ölçüde yavaşlatmıştır. Johan Tobias Sergel ve John Flaxman da döneme damgasını vurmuş önemli
heykeltraşlardır.

1830'ların başlarında, Amerika Birleşik Devletleri'nin kendine ait bir heykelcilik tarzı
bulunmadığı için Neoklasik üslup benimsenmiştir ve bu etki ABD heykelciliğinde onyıllar boyunca
gözlemlenmeye devam edecektir.

113
Anton Raphael Mengs – Parnassus

John Flaxman – The Odyssey

114
Angelica Kaufmann – El Juicio de Paris

115
Asmus Jacob Carstens – Ganymede

116
Giovanni Battista Piranesi – The Pyramid of Cestius

117
Johann Heinrich Füssli – The Nightmare

118
Jacques-Louis David – Oath of the Horatii

119
Jean-Auguste-Dominique Ingres – The Envoys of Agamemnon

120
Jean-Auguste-Dominique Ingres – Napoleon On His Imperial Throne

121
Johan Tobias Sergel - Bust of Queen Sophia Magdalena of Denmark

122
John Flaxman – The Fury of Athamas

123
Jean-Antoine Houdon – Bust of Voltaire

124
Bertel Thorvaldsen – Ganymede Waters Zeus as an Eagle

125
Antonio Canova – The Three Graces

126
KLASİK
DÖNEMDE
MÜZİK

127
MÜZİKTE KLASİK DÖNEM

En önemli özellikleri ve olayları;


-Bireysel özgürlük için kiliseye başkaldırı
-Fransız ihtilali
-Amerikan bağımsızlık bildirgesi
-Sanayi devrimi
-İlk kez halka açık konserler verilmeye başlandı. Artık konser salonları, sadece saraylar ve
soyluların evi olmamaya başladı.
-Müzikte sadelik, açık anlatım ve kolay anlaşılır müzik düşüncesi benimsendi.
-Bütün armoni kuralları bu dönemde konmuştur.

1700'lerin ortaları ile 1800'ler klasik müzik için çok önemli bir çağdır ve Aydınlanma Çağı olarak
anılır. Dönemin müziği kendinden önceki Barok Dönemin aksine sade, yalındır. Barok Dönemde
kullanılan sürekli bas yerini homofoniye, çembalo (klavsen) ise yerini piyanoya bırakmıştır. Yine
aynı şekilde Barok Dönem de ortaya çıkan süslemelerin kullanımı da bu dönemde farklılıklar
göstermektedir. Rokoko akımı ile müziğe yeni bir yön verilerek, sadelik ön plana çıkartılmıştır.

Piyano, klavsenin yerini aldı ve klasik dönemin en önemli enstrümanı haline geldi. Kilise ve saray
etkisinde olan Barok müziğinin aksine müzik yavaş yavaş halka inmeye başlamış, saraylardaki
konser salonları yerini, halkında müziğe ulaşabilmesini sağlayan büyük konser salonlarına
bırakmıştır. Dönemde özellikle senfoni çok büyük gelişim göstermiş ve döneme Haydn ile
damgasını vurmuştur. Müzik tarihinde Viyana Klasikleri olarak bilinen; Haydn, Mozart ve
Beethoven, dönemin en önemli bestecileridir. Bu üç besteci piyano sonatları, konçertolar, senfonik
eserler ile kendilerinden sonraki dönemlere ışık tutmuşlardır. Klasik Dönem müziğinde melodi ve
armoni öne çıkartılarak sade bir biçimde uygulanmış, müziğin sadece soyluların değil tüm halkın
kültürel yapısına hitap etmesi gerekliliği savunulmuştur.

Klasik dönemde her orkestrada klavyeli çalgı bulundurma zorunluluğu kalkmış, piyano orkestraya
katıldığı zaman da mutlaka solist görevi görür olmuştur.

128
KLASİK DÖNEMDE GİTAR

Barok gitardan Romantik gitara geçiş aşaması, müzikte Klasik dönemin görkemli günlerinin
yaşandığı 1750-1800 yılları arasındaki zaman dilimine karşılık gelir. Elli yıllık bu periyot, gitar
tarihi içinde ayrı bir öneme sahiptir, çünkü bu süre içinde, gitar evrim serüvenindeki kimi ilkeler
hayata geçirilmiştir. Örneğin, gitar müziğinde portalı nota yazımının kullanılmaya başlanması bu
döneme rastlar.

Bilindiği gibi gitar müziği, Rönesans ve Barok dönemler boyunca, çeşitli tablatur yöntemleri
kullanılarak ifade edilirdi. Ançak Klasik dönemin başlangıç yıllarında, İtalyalı genç gitarist
Giacomo Mercii, tablatur devrinin artık kapanması gerektiğini düşünerek, gitar eserlerinin
yazımında porteli nota yazısının ullanımını hayata geçirdi. Bu dönem ayrıca gitar için evrimleşme
ve geçiş dönemidir. Bu geçiş döneminde beş çift telli Barok gitar kullanılmaya devan edilirken, bir
yandan da yeni gitar türleri geliştirildi. Bunlar altı çift telli gitar, beş tek telli gitar, lir gitar, ingiliz
gitarı ve altı tek telli gitarın ilk örnekleridir. Bu gitar çeşitlerinden altı çift telli gitar İspanya’da, beş
tek telli gitar İtalya'da ve Fransada, lir gitar önce Fransa daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde
kullanılırken, İngiliz gitarı ise yalnızca İngiltere'de gelişip yaygınlaştı.

Klasik dönem müziği galbany stil adı verilen yeni bir üslupla ortaya konmuştu. Bu müziğin temelini
basit, sade bir melodi ve bu melodiye eşlik eden akorlar oluşturmakta, bu akorlar ise çoğunlukla
arpejlerle çalışmaktaydı. Tonik-dominant hareketlerini dayanan bu yeni müzikte, kök seslerin net
biçimde duyurulması bir zorunluluktu. İşte bu bas notalar, Barok gitarın daha önceki akort
sistemleriyle duyurulamadığından, çalgının dördüncü ve beşinci tellerinde bourdon adı verilen kalın
tellerin kullanılması bir mecburiyet halini aldı. Böylece çalgının akort sistemi bu tellere uygun
olarak yeniden düzenlendi.

129
KLASİK
DÖNEMDE
MİMARİ

130
ROKOKO DÖNEMİ

18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan, gösterişli ve süslemeci bezeme üslubuna verilen isim. 1715 –
1774 yılları arasında aydınlanma çağında ortaya çıkan Rokoko sanatı, daha çok dekorasyona
yönelik olduğu için, bazı kaynaklarda ayrı bir üslup olarak yer alamayıp, Barok sanatın geç dönemi
olarak anılmaktadır.
Rokoko, Fransa’da daha çok soyluların savunduğu ve sahip çıktığı bir akım olmakla birlikte,
hazcılığı sembolize eder. Dönemin soylu ve aristokrat kesiminin zevkini yansıtan Rokoko, Barok
sanatın gösterişinden uzak, sade ve zariftir. Bu süsleme biçiminde C ve S şekillerinin yanı sıra ,
deniz kabuğu motifleri ve bitkisel motifler kullanılmıştır. Bu akımda, derinlikten çok, güzellik ön
plandadır. Rokoko, Barok sanatın hem zirvesi hem de çöküşü olarak görülür. Barok mimarisindeki
ağır ve ciddi yapıtlardan sonra sanatçılar daha hafif bir tarza yöneldiler. Barok mimarideki dindarlık
yerini dindışı mimariye bıraktı. Saraylardaki salonlar, duvardaki tablodan mobilyaya, duvar
kâğıdından kadınların mücevherlerine kadar Rokoko akımının etkisine girdi. Dekorasyon, tavan,
duvar, köşe süslemeleri dışında porselen, mobilya, seramik gibi alanlarda da Rokoko etkisini
gösterdi ve bu işlerde sanatçılar, motifin her yerini en ince ayrıntısına kadar işlediler.

KLASİK DÖNEM
Klasisizmde genellikle Fransa’da ( XVI. Lui zamanında) etkili olmuştur.
KLASSİSİZM: Barok ve Rokoko’ya karşı antik çağın (Yunan, Roma ve Rönesans dönemi)
şekillerinin yeniden yorumlanmasıyla ortaya çıkmış sade fakat soğuk bir üsluptur. Bu üslubun
ortaya çıkmasında;
1- Barok ve Rokokoya duyulan tepki,
2- İtalya’nın Pompei antik kentinde yapılan arkeolojik kazılar ve buradan çıkarılan eserler
3- Alman (sanat tarihçi, bilim adamı) Winckelmann’ın 1764’de yayınladığı 8 ciltlik sanat tarihi
kitabıyla antik eserlere uyandırılan ilgi etkili olmuşlardır.
Mimaride Örnekleri:
Fransa (Paris) da Korint tapınak düzeniyle yapılan Madlen kilisesi

Korint Düzeni:
Korint düzeni, sütun başlarının akantus yapraklarıyla süslendiği ve sütunların bir kaide üzerine
oturtulduğu, klasik mimarideki üç düzenden biridir. İyonik düzenin daha kompleks bir biçimi olan
Korint düzenin şekli, Yunan Mitolojisine göre içinde akantus yapraklarının bulunduğu bir sepetten
esinlenilerek geliştirilmiştir. Klasik mimarlıktaki diğer iki düzenden daha sonra ortaya çıkmıştır ve
adını Antik Yunan şehri Korint'ten alır. Taban çapıyla yüksekliği arasında İyonik düzende de olduğu
gibi 1/9 oranı bulunmaktadır. Ancak Dorik düzene bakıldığında bu oranın 1/6 olduğu görülmektedir
yani Dorik sütunlar İyonik ve Korint sütunlara göre daha kısa bir biçime sahiptir.

131
Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında bulunan III. Ahmet Çeşmesi, Lale Devri’nde
inşa edilen bir yapıdır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önerisiyle III. Ahmet tarafından mimar
Mehmet Ağa’ya, 1729 yılında yaptırılmıştır. Türk rokoko tarzının en güzel örneklerinden olan bu
çeşmenin köşeleri, yumuşatılmış dikdörtgen planlıdır. Köşelerde sebiller bulunan çeşme, üzeri
ahşap saçaklı bir çatı ile kapatılmıştır. Simetrik bir yapı olan çeşmenin üst örtüsünde dıştan
görülebilen kubbeler, görsel zenginlik için yapılmıştır. Çeşme, rokoko sanatını yansıtan bitkisel
motifler, bezemeler ve mukarnas gibi mimari işlemelerle estetik bir görünüm kazanmıştır. Uzun
vazolar içine yerleştirilmiş çiçek motifleri batılılaşma ile Osmanlı bezemesinde görülmeye
başlamıştır. Bu sırada batıda etkili olan akım rokokodur.

132
133
134
KLASİK
DÖNEMDE
TİYATRO

135
KLASİK DÖNEM TİYATRO
Sağlıklı düşünmenin ve rasyonalizmin hüküm sürdüğü 18. yüzyılda bazı yazarlar ,eleştirmenler ve
hatta oyuncular yaşam-tiyatronun görevlerini anlatabilmek için düşünür konumuna girmişlerdir.
Biraz olsun sanatsal yapaylıktan doğallığa doğru bir adım atmıştır. Oyuncular, yazarların
öncülüğünde, kişileştirmelerine arada sırada inandırıcı renkler ve nüanslar katabilmişlerdir.
Oyunculukta biçim-içerik ve akıl-duygu karşıtlıkları en çok Fransızlar tarafından tartışılmıştır.
Zaten Corneille’in Le Cid’ ile ortaya çıkan tartışma yaşam-sanat ilişkisi konusunda birçok kişide
kuşkular uyandırmış durumdaydı. ”Üç Birlik Kuralı” üzerinde yıllarca süren tartışma, bazı kişilerde
biçimsellik üzerinde soru işaretleri getirmişti. Çok konuşulup çok az deney yapıldıktan kısa bir süre
sonra, özellikle İngiltere ve Almanya’daki etkili bazı yazarlar, sahnede ve tuvalde doğrudan
yansıtılan doğallığın sanat olmadığını ileri sürdüler; doğa, çok ham, cilasız ve kaba bir gerçekti.
Oysa sanat, doğanın geliştirilmişi, yani yüceltilmişi olmalıydı.
Fransa
Comedie Française ve Oyuncuları
Profesyonel oyuncular 1701’de Kilise’ye rağmen resmen tanınınca, ”toplumun birçok mevkiinde
saygı duyulan gerçekten nezih insanlar” olduklarından, ünlü ailelerin çocukları da oyuncu olarak
Comédie Française alınmaya başladılar.
Süslü püslü tragedyalar yazıp,pek de başarılı olamamasına karşın Comédie Française oyuncuları
Voltaire’e diş geçiremiyorlardı. Çünkü seyirci Voltaire için geliyordu.
François Marie Arouet (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778 ), Fransız yazar ve filozof.
Daha çok mahlası Voltaire olarak tanınmıştır. Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketine büyük
katkısı olmuştur.
Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazıları ile
ünlenmiştir. Eserlerinde Kilise dogmaları ve döneminin Fransız müesseselerini yoğun olarak
hicvetmiştir. Zamanın en etkili isimlerinden biri olarak tanınır.
Voltaire, tamamlanamamışlar dahil, 50-60 arası oyun kaleme almıştır. Bunlardan azıları;
Ecossaise ,Eriphile, Mahomet, Mérope, Nanine, Zaide
Pierre Remond de Sainte-Albine(1699-1778), Oyunculuk üzerine elden ele dolaşan bir
yapıt Remond de Sainte-Albine’in Le Comedien (1747) adlı ilginç denemesiydi. Ona göre,
oyunculuk doğayı ve aklı esas alan bir şey olduğuna göre sağduyusu olan herkes bu konudaki
düşüncelerini belirtebilirdi. 17. yüzyıl terminolojisi içinde ve yeterli psikoloji bilgisi olmadan,
oyuncunun duyumsal algılaması ile duygusal etkinliği üzerinde yazmaya çalıştı.
Le Comedien adlı denemesinde, bir oyucuda olması gereken nitelikleri;
KAVRAYIŞ; “İyi bir kavrayış denizdeki bir kaptan için ne kadar gerekliyse, oyuncu için o kadar
gereklidir. ”
DUYARLIK; “Çok iyi konuşmakla övünen ve bunun için de iyi olduklarına inananlar,gerçek
duyguyu yakalamaya çalışan bir oyuncuya izin vermeyeceklerdir. ”
DİNAMİZM; Oynayışa “gerçekliğin izlerini” sağlayacak olan “Çabuk düşünebilme ve duruma
göre hemen karar verebilme” yetilerini kapsar.

136
Luigi Riccobini( 1676-1753),1728’de İtalyan komedyenleri ile Paris’e geldiğinden on iki yıl
sonra ve sahneyi bırakmasından bir yıl önce Luigi Riccobini (1676-1753) oyunculuk üzerine olan
düşüncelerini 1. 200 dizelik Dell’arte rappresentativa (Oyunculuk Sanatı Üzerine) başlıklı şiirinde
açıkladı.
Riccobini , “Bütün ses değişimleri için kaynak” oyuncunun kendi ruhudur. Sahnede
doğru,”deklamasyon, oyuncunun söylediğini hissetmesinden başka bir şey değildir
Oğul Riccobini, Luigi’nin Fransızlaşmış olan oğlu Fracesso Riccobini’nin (1707-1772)
1750’de yayımladığı L’Art du Théatre (Tiyatro Sanatı) bir noktada hem baba Luigi’ye, hem de
Sainte-Albine’ye ters düşer, ama Diderot’a giden yolu açar.
Denis Diderot (1713-1784),”şaşırtıcı, baş döndürücü, yetkin ve heyecan verici” bir kişilikti.
18. yüzyılın ortalarına doğru tiyatroyla ilgilenmeye ve yazılan oyunların üslupları, sahnelenmeleri,
oynanmaları üzerine ardı ardına fikir üretmeye başladı. Bunların ikisi şaşırtıcıydı: İlki, iki yüz elli
yıl öncesinden, gerçekçi tiyatroyu savunmuş; ikincisi, oyuncuların bir oyunun canlı yaratıcıları,
zekanın hatta bazen dehanın sanatçıları olduklarını artık anlamalarının zamanı geldiğini belirtmiş
olmasıdır.
Diderot,1770’de Sticotti’nin kitabını tramplen yaparak orta bir yazar olan Remond de Sainte-
Albine ile büyük aktör Francesco Riccobini arasındaki tartışmanın ortasına derinlemesine daldı ve
1778 yılında Le Paradoxe sur le comedien (Oyunculuk Üzerine Aykırı Düşünceler) ile su yüzüne
çıktı. Bu yapıt,” oyunculuk sorunu üzerine, o güne kadar olan en önemli girişim” olarak
değerlendirildi.

İngiltere
İngiltere’de de daha yalın, daha doğal tiyatroya doğru deneme niteliğinde yaklaşımlar oldu. Yeni
tüccar sınıfının tiyatro seyircisi, sürekli olarak ideal kahramanlardan yada sanat yapılmasından
hoşlanmıyordu. Sahne de biraz da kendilerine yakın gelecek evcil oyunlar istiyorlardı; örneğin
içli(sentimental) komedyalardan hoşlanıyorlardı.
18. yüzyıl yüzyılın ilk yarısındaki İngiliz tiyatro oyunları zayıf yapıtlardı: “Dramatik türdeki
yaratıcılık belki de en alt basamağındaydı”. Tiyatro yöneticileri temsilleri biraz olsun çekici
yapabilmek için, genellikle, perde aralarında gösteri yapmaları için” akrobatlar, ip canbazları,
Fransız dansçı kızlar(…),dans ustaları ve dans eden köpekler “ ve “bir sürü İtalyan tuluatçı”
tutarlardı.

137
İtalya
Goldoni ve Gozzi
Bu yüzyılın ilk yarısında commedia dell’arte öldü. Onu merhametle öldürenin Carlo Goldoni
(1707-1793) olduğu söylenir. Bu avukat ve acemi oyuncu 1734’te Giuseppe Imer’in Verona’daki
topluluğu için bir oyun yazdı. ”Bütün istediğim”, diyordu,” ülkemin kötüye kullanılan sahnesinde
reform yapmak, onu düzeltmek”. O,”commedia dell’arte’nin fantastik serüveni yerine, yani tuluat
yerine, metne dayanan, maskesiz oynanan, yüz kızartıcı olmayan, lazzi, siz ve kaba güldürü yerine
zeka ürünü komiklik taşıyan ,doğru dürüst bir komedya koymak istiyordu. Her şeyden çok da
gerçek yaşamdaki gözleme dayalı karakter komedyasını hedefliyordu”.
1556’da,onun kıskanç ve amansız düşmanı, Venedikli Carlo Gozzi (1720-1806),”commedia
dell’arte’nin küllerini ayağa kaldırdı” ve onu tekrar yaşatıp yazınsal tiyatro için kullanmayı denedi.
Aynı yıl yazarın “grotesk, absürd ve birçok tiyatral sürprizle dolu ”Il Corvo (Karga) adlı oyunu,
Goldoni’nin gerçekçi sentimentalizmi ile alay ediyordu. Ön oyunda maske takmayan ve ezber
yapan oyucular haşlanıyordu. Gozzi’nin sivri mizahı ve geniş fantezisi seyircinin dikkatini çekince,
Goldoni tiksintiyle Paris’e gitti.

İtalya’da o yıllardaki tiyatro etkinlikleri bu kadarla kaldı. İtalya yalnızca müzisyenleri, mimar-
sahne tasarımcıları ve Fransız uyrukluğuna geçen, oyuculuk konusunda önemli ilkeler koyan Luigi
ve oğlu Francesco Riccobini ile sesini duyurdu.

Almanya – Avusturya
18. yüzyılın ilk çeyreğinde tiyatro, ham bir malzeme olarak zorlukla gelişiyordu, ancak 1727’den
itibaren hızla başlayan gelişme 1750’lerde İngiltere ve Fransa’daki tiyatro hareketleriyle başa baş
yarışacak bir duruma geldi. ”Namuslu vatandaşların hor gördüğü” ve “canbazlardan, jonglörlerden
ve şarlatanlardan biraz daha iyi olan” gezici Velten Topluluğu 1695-1715 yılları arasında Velten’in
dul eşi Catharina tarafından yönetildi. Joseph Anton Stranitzky (1676-1726) 1708 yılında
topluluktan ayrılarak Viyana’ya gitti ve 1710’da,”Kaertnertor Theater” da,Alman tiyatrosunun
önceki dönemlerinde commedia dell’arte etkisiyle, ortaya çıkmış olduğu Pickelhaering tipinden
kaba, komik “Hanswurst” tipini yarattı. Sanatçı doğaçlamaya dayalı güldürüleri ve konularını
operalardan aldığı persiflajları (eğitici,alaylı bir kara güldürü türü) komik sahnelerle karıştırıp
sahneliyordu.
Ackermann,Ekhof ve Frau Schröder gibi oyuncular tiyatro toplulukların dan daha önemliydiler.
Her üçü de “Alman Dram Sanatının temel taşları oldular.”
Daha “sanatsal” bir oyunculuk anlayışı 1775’te,yirmi altı yaşındayken amatör temsillerin
yöneticiliği için Weimar Sarayı’nda bulunan Johann Wolfgang von Goethe’den (1749-1832) geldi.
Goethe Weimar’daki tiyatro topluluğuna,” oyunculuk bir karakterin bir imgeleme dayanılarak
yeniden yaratılmasıdır”, diyerek öğretime başlamıştır.

138
ROMANTİK
DÖNEMDE
RESİM

139
RESİMDE ROMANTİK DÖNEM
ROMANTİZM 19.yüzyılın ilk sanat akımıdır. Esin kaynağı kişinin kendisidir. Duygular, düşler
resmin oluşmasında etkilidir. Resimde tarihsel konuların, folklorik öğelerin yer aldığı görülür.
Klasik ağırbaşlılığın yerini tutkular ve hareket alır. Desen önemini kaybeder, renk ön plana çıkar.
Daha sonra göreceğimiz renkçi sanat akımlarına ilham verir. Rönesans ’da olduğu gibi Romantizm
de her ülkede farklılıklar gösterir. Fransız ihtilali avrupa ülkelerinde ulusal duyguların ön plana
çıkmasına neden olur. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve
idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir.

Romantizm, doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa,
düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları zorlayıp geçmeye önem verir.

Fırtınalar, gün batımları, uçurumlar, baykuşlar, kurukafalar, ürkmüş atlar, ikonografide önemli bir
yer tutmaya başladı.

Romantizm, klasikçilik kuramının önderi Ingres'i de etkilemiştir. Doğa duygusuna metafizik bir
anlam kattı, kimilerine bir renk zevki aşıladı, özneliği, melankoliyi, kaygıyı doruk noktasına
çıkardı; akıldışı olanı savundu, gotik hayranlığını kamçıladı; doğuculuğu yüceltti; şövalye
romanları, İskandinav sagaları ve Ossian'ın düzmece şarkılarında kendine konular aradı.

Romantik akımla yakından ilişkilendirilebilecek sanatçılar arasında J.M.W. Turner, Caspar David
Friedrich, John Constable ve William Blake sayılabilir. Birleşik Devletler’de ise önde gelen
Romantik akım, dramatik manzara resimleriyle kendini gösteren Hudson Nehri Okuluydu.
Romantizm akımının ardılları hiç kuşkusuz Ön-Rafaelciler ve Sembolistlerdir. Ama Empresyonizm
ve onun yoluyla neredeyse bütün 20. yüzyıl sanatı Romantik gelenekle köklü bir bağa sahiptir.

140
Saman Arabası – John Constable
Constable, insanın yaşadığı dünyayı denetimi altına alması yerine bütün geçici görünüşüne rağmen
doğaya öncelik tanıyan bir anlayışla, bir bakıma anlamsız sayılabilecek peyzajlara görsel bir
canlılık ve ahlakçı bir amaç kazandırır. Geleneksel yöntemlerin dışına çıkarak titrek ışık oyunlarını
sergilemek için beyaz ve sarı tonlarını küçük damlalar, fırtına etkisini ise hızlı fırça vuruşları
şeklinde tuvaline yansıtır.

141
Köle Gemisi – J.M.W Turner
Turner, özellikle ışığın etkileri üzerinde çalıştı. Manzara resimlerini ayrıntılardan arındırmaya, saf
renkler kullanmaya başladı. Turuncu, mor, sarı, mavi gibi parlak renkler kullanarak yoğun ve
titreşimli bir ışık etkisi elde etti. Doğayı günün değişik saatlerine ve hava koşullarına göre değişen
görüntüsüyle tuvaline aktaran Turner, İzlenimcilik Akımı'nın ilkelerini İzlenimciler'den çok daha
önce uygulamış oldu

142
Madrid’de 3 Mayıs 1808 – Francisco Goya 1814
Goya, kıyıcılığı ve çılgınlığı yansıtan karabasanlı görüntülerinde sanatın herkesçe benimsenen
amacını, zevk vermek ve eğitmek amacını tersine çevirir. Eserlerinde resmedilen konuyu
acımazsızca ortaya koyan katı bir gerçekçilik göze çarpar. Ön plana önem vermesi ve soluk bir arka
plan kullanması Manet'in habercisi sayılabilir.

143
Bir Balkondaki Grup – Francisco Goya 1814

144
Türk Hamamı – Jean Auguste Dominique Ingres
Ingres, hem klasikçiliğin eski biçimlerinden hem de Ortaçağ zaman zaman da Doğu sanatından
yararlanarak kimi zaman klasik sanatın konularını aşırı bir güvenle yeniden ortaya koyan, kimi
zaman da cinsel hayal gücünün daha karanlık alanlarına uzanan kompozisyonlar yapmıştır.

145
146
Günlerin Atası -William Blake 1794

147
Büyük Kızıl Ejderha Ve Güneş Giymiş Kadın – William Blake 1805-1810
Blake, kendi görüntülerine öylesine kendini kaptırmıştır ki, yaşamdan çizmeyi reddeder, yalnızca
kendi iç gözüne güvenir. Ortaçağ sanatçıları gibi Blake de hatasız çizme endişesi duymaz, çünkü
düşlerindeki figürlerin anlamı öylesine büyük bir önem taşır ki, onların tam doğru olmalarıyla
ilgilenmez. Geleneğin onaylanmış standartlarına Rönesans'tan sonra bilinçli olarak başkaldıran ilk
sanatçı olduğu için çağdaşları onu şoke edici bulmuştur.

148
İzlenim, Gündoğumu – Monet 1872

149
Düşen Havai Fişek - J.A.M Whistler 1877

150
The Bower Meadow – Dante Gabriel Rosetti 1872 Yağlı boya

151
ROMANTİK
DÖNEMDE
MÜZİK

ROMANTİK DÖNEM MÜZİĞİ


1815 - 1910
Romantizm, Klasik Dönemin kuralcı anlayışına tepki olarak on dokuzuncu yüzyıl başında

152
Avrupa’da gelişen bir akımdır.

Klasik Dönemle başlayan toplumsal aydınlanma hareketi Romantik Dönemde yaşanan toplumsal
hareketlerin öncüsü olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik düşüncesine dayanan Fransız devrim
hareketinin kısa sürede tüm Avrupa’da yayılmaya başlaması, Amerika Bağımsızlık Bildirisi,
Anayasa ve Haklar Yasası ve Fransız İnsan Hakları Bildirgesi bu dönemde yaşanan en önemli
hareketler olmuştur. Aristokrasinin baskıcı etkisi XIX. yüzyılın başlarında bireysel özgürlük,
cumhuriyet, vatan sevgisi, insanların kardeşliği gibi fikirlerle çeşitli halk hareketlerinin yayılmasını
sağlamıştır. Bu dönemde müzikte de büyük değişimler yaşanmış ve bireysel özgürlük ön plana
çıkmıştır.

XIX. yy boyunca süren Romantik Dönem, müziğin kişisel özellikler taşımaya başladığı, Klasik
Dönemin kurallı müziğindeki denge, oran ve ılımlı yaklaşım yerine özünü insan ve doğadan alan
yeni bir müziğin doğduğu dönemdir.

XIX. yy öncesinde fantastik, duygusal, masalsı, duyarlıklı, düşsel gibi sanatsal özellikleri
nitelemek için kullanılan romantik terimi, Fransızca «romance» (şiirsel deyiş) sözcüğünden
kaynaklanır.

Romantik Dönemde ise bu terim bestecinin bireysel duygularını kaynak alan ve onları
seslendiren bir anlayışı vurgulamak için kullanılmıştır.

Romantik Dönemde konulu ve programlı müzik, lied, vals, polonaise, mazurka gibi özgün
danslar, nocturne, fantezi, romance ve küçük piyano parçaları, senfonik şiir gibi orkestra eserleri en
çok üretilen eserler olmuştur. Opera büyük gelişme göstermiş ve unutulmaz eserler ortaya çıkmıştır.
Farklı bir armoni anlayışı, yeni nüanslar, yeni biçimler, virtüozite gerektiren müzikler ve piyano
çalma tekniklerine getirilen yenilikler Romantik Dönem müziğinin önemli özelliklerini
oluşturmuştur.

Piyano
Romantik Dönemin en önemli çalgısı piyanodur. Bu dönemde piyano çalma anlayışına çok farklı
bir yenilik getiren en önemli besteci Frederich Chopin(1810-1849)
Müzik tarihinde Piyanonun Şairi olarak anılan Chopin, yumuşak dokunuşla çalma tekniğini
kullanmış ve rubato çalma tekniğini geliştirerek müzik sanatına kazandırmıştır.

Romantik Dönemde Kullanılan Formlar


Romantik Dönem bestecileri, Klasik Dönem biçimlerini ve müziksel özelliklerini yansıtan
eserlerin yanında Romantik Dönem müziğinin özelliklerini taşıyan yeni formlarda eserler
üretmişlerdir. Dans ve çalgı müziği biçimleri ile şarkı formlarında birçok eser bestelenmiştir.
Orkestra genişlemiş, buna bağlı olarak senfoni, opera ve konçerto gelişerek zirveye ulaşmıştır.
XIX.yy’da ortaya çıkan programlı müzik, Liszt tarafından geliştirilerek senfonik şiir doğmuştur.
Müzikte yeni armoniler kullanılmaya başlanmış, kromatizm ve eser içinde asıl tondan bir başka
tona geçiş anlamına gelen modülasyon önem kazanmıştır. Piyanonun Romantik Dönemde
yaygınlaşmasıyla birlikte piyano için birçok solo eser ve oda müziği eserleri yazılmıştır.
Nocturne «Alm. Gece Müziği»
Almanca'da gece müziği anlamını taşır. Önceleri üflemeli çalgılar ile yaylı çalgılar için yazılan bu

form, daha sonra piyano için yazılmaya başlanmıştır. Bu formda en çok piyano için eser yapan

besteci Frederic Chopin (1810–1849)’dir.

Chopin Noktürnleri

153
Chopin noktürnleri Polonyalı klasik batı müziği bestecisi ve virtüöz piyanisti Frédéric Chopin
tarafından 1827-1846 döneminde solo piyano için bestelenmiş 21 kısa piyano müziği parçalarıdır.
Bu besteler genel olarak solo piyano için bestenlenmiş en güzel müzik eserlerinden olduğu kabul
edilmektedir ve günümüzde piyano konserleri repretuvarında önemli bir yer almaktadırlar.
Noktürnler tipi piyano kompozisyonlarınin ilk bulucusu Chopin değildir. Chopin bu tip piyano
kompozisyonunu, İrlandalı besteci ve piyanist John Field (1782 –1837) tarafindan ilk defa bulunan
tipte kompozisyona dayandıran; bu beste tipini geliştiren ve müzik dinleyici halka tanıtıp sevdiren
bestecidir.
Chopin Nocturne op9 1a theme Chopin nocturne op27 1a theme Aşağıdaki listede sıralanan
Chopin noktürnlerinden 1. ile 18. sıradaki noktürnler Chopin tarafından ikişer ve üçer bestelenip
yayımlanma sırasına göre dizilmişlerdir. 19. ve 21. sırada olanlar Chopin Polonya'yı terk etmeden
önce ilk olarak hazırlanmıştır ama öldükten sonra yayımlandıkları için sonra sıra alırlar. 20. sıra
numarasında olan "Op. P 1 No. 16" asıl hazırlandığı sırada "noktürn" ismini taşımamaktaydı; fakat
1870'de ilk defa "noktürn" adını taşıyarak yayımlanmasından sonra genel olarak Chopin eserleri
listelerinin yayımlanması ve de ses kayıtları yapıldığı zaman "notürn" olarak adlandırılmaktadır.
Chopin noktürnlerinin katolog Opus dizin numaralarına gelince ilk üç sırada olan noktürnlere
Op.9; sonraki 3 sırada olanlara Op.15; ondan sonraki iki taneye Op.27 ve sonraki sıradakilere tektek
Op. 32, Op. 37, Op. 48, Op. 55 and Op. 62 dizin numaraları verilmiştir, Op.72 ölümünden sonra
yayımlanmıştır. Son iki noktürne (Do-diyez- minör ve Do-minör) verilen dizin numaraları (Op. P1
No. 6 ve Op. P2 No.8) sistemik değildir.
Capriccio
XVI. yy’da İtalyan madrigalleri için kullanılan bu form hızlı tempo anlayışına dayanır. İhtiraslı
duyguları anlatan sürükleyici bir biçimdir.
Bu formu müzik tarihinde en çok işleyen besteci Niccolo Paganini (1784-1840) ’dir.
Barcarolle
«Fr. Sandal Şarkısı»
Genellikle Venedik gondolcularının söyledikleri hafif ve durgun parça. Müzik tarihinde Venedik
Gondolcu Dansı en iyi örneği olarak bilinir. Üç zamanlı ölçü birimi kullanılarak bestelenir. En
uygunu 6/8 lik ölçü birimidir. Bu formu en güzel işleyen besteci Jacques Offenbach ’tır.
Polonaise
Polonya ulusal dansıdır. 3/4’lük ölçü sayısı ile yazılmıştır. En önemli özelliği cümle ve dönem
sonlarındaki ikinci dörtlüğün vurgulu olmasıdır.
İmpromptu Sonat
XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve doğaçlama olarak yaratılmış izlenimi verecek biçimde bestelenen
piyano parçasıdır. Anlamı içe doğan demektir. En ünlüleri Franz Schubert ve Frederich Chopin'in
eserleridir.
Lied
Lied, Almanca şarkı anlamına gelen, insan sesi için bestelenmiş bir şarkı türüdür. Lirik, kısa
şiirler üzerine bestelenir.
Lied'de şiir ve müzik aynı önemde birleşir. Daha çok piyano eşliğinde solo olarak söylenir. Ancak
iki, üç, dört kişi veya koro tarafından seslendirilen liedler de vardır. İki ya da üç bölümlü formunda
bestelenir. Şiir dizelerinin piyano eşliğinde şarkıya dönüşmesi olan liedler, ilk kez Rönesans’ta
ortaya çıkmıştır.
Schubert, Beethoven bu formda önemli eserler vermişlerdir.
Ballade
Edebiyatta kahramanlık öyküleri anlatan destansı biçimdir. Piyano dünyasında da şiirsel ve
dramatik bir özellik taşıyan bu sözcüğü Chopin, çalgı biçimine uyarlamıştır.

Mazurka
Üç zamanlı ölçüde, hızlıca tempoda, çiftlerin daire oluşturarak yaptığı Polonya halk dansıdır.
Varşova yakınlarındaki Mazovya bölgesinde doğmuştur. Kendine özgü ayak ve topuk vuruşlarıyla,

154
geleneksel olarak gayda müziğinin eşliğinde oynanır. 3/4’lük olan müziğinde vurgu, vals gibi
birinci vuruşu vurgulu birçok 3/4'lük türün tersine ikinci vuruştadır. Doğaçlamaya çok elverişli olan
mazurkada belirlenmiş figürler yoktur ve 50'yi aşkın değişik adım bulunur. Serbest tarzda yapılan
mazurkada sayısız figür vardır. Ana adımdan sonra, bir ayak yere vurulur ve topuk öbür ayağa
çarpılır. Figür değişikliği, holubieck denilen kendi çevresinde bir dönüşle vurgulanır. Chopin‘in
eserleri ile ünlenmiştir.
Rapsodie
Halk ezgileri gibi yalın ezgiler üzerine kurulmuş, özgür deyişli formdur. Klasik kalıplara pek
uymaz.
Polca
Lehçe «Polonyalı Kadın» anlamına gelir. Bohemya kaynaklı, iki dörtlük ölçüde, hızlı tempoda bir
halk dansı formudur.
Romantik Dönem Bestecileri
Klasik Dönemde müziğe egemen olan Alman ve Avusturya ekolünün Romantik Dönemde etkileri
azalmış ve müziğin alanı genişleyerek Fransa, İtalya, Slav ve İskandinav ülkelerinin bestecileri de
önemli eserler vermişlerdir.
XVIII. yüzyılın akılcı ve toplumcu felsefesinin etkilerini taşıyan kuralcı Klasik Müziğin aksine
Romantik Dönem’ de besteciler bireysel duygularını ön plana çıkaran eserler yazmışlardır.
Bestecilerin eserlerinde yeni sentezler, müzikal zenginlik, derin bir anlatım gücü, ritim öne
çıkmıştır. Uzun, duygulu müzik cümleleri, renkli bir armoni ve çalgılama yapısı, ritimde özgürlük,
tempo ve nüans işaretlerini belirten sözcüklerdeki karmaşıklık (örneğin; allegro yerine molto
allegro non troppo, ff yerine fff ya da tersi pp yerine ppp gibi abartılı işaretler) ve bu nüansları
duyuracak niteliğe sahip yeni çalgılar Romantik Dönem müziğinin başlıca özelliklerini
oluşturmuştur.
Klasik Dönemde belirgin olan kadans yerine Romantik eserde akorların kullanım şekilleri
nedeniyle bir türlü parçanın sonuna varılamayan bir duygu egemen olmuştur. Klasik Dönem
bestecisinin baştan belirli biçimsel tasarımı yerine, Romantik besteci böyle kalıplara uymadan
içinden geldiği gibi duygularını uzun cümlelerle anlatmıştır.
Bu dönemde bestecilerin eserlerinde en çok yer verdiği konulardan biri doğadır. Besteciler
sıkıntılarını atmak ve eserlerini daha etkili bir şekilde ifade etmek için doğayı seçmişlerdir. Bunu
yaparken doğanın seslerini, özelliklerini müziğe aktarmak temel anlayış olmuştur.
Son dönem eserleriyle Romantizmin alt yapısını hazırlayan Beethoven’dan sonra Romantik
Dönemi başlatan besteci Franz Schubert ’tir. Romantik Dönem bestecilerinden, Robert Schumann,
Felix Bartholdy Mendelsohn, Johannes Brahms Klasik Dönem müziğinin özelliklerine bağlı
kalmışlardır. Frederich Chopin, Franz Liszt, Guiseppe Verdi, Giacomo Puccini, Richard Wagner,
Gustav Mahler, Piyotr İlyiç Tschaikovsky, Niccolo Paganini, Hector Berlioz, Sergei Vasilyeviç
Rachmaninoff, Camille Saint Saens ise Romantik Dönem müziğini oluşturan bestecilerdir.
Opera Wagner’in eserleriyle, senfonik müzik Brahms’ın eserleriyle konçerto formu ise
Schumann, Liszt, Saint Saens, Chopin, Tschaikovsky gibi bestecilerin unutulmaz eserleriyle zirveye
ulaşmıştır. En önemli müzik türlerinden olan lied (şarkı) formunda ise en çok eser veren besteci
Schubert olmuştur.
ROMANTİK GİTAR
Romantik gitar yaklaşık olarak 1780’lerin ortalarında, İtalya ya da Fransa’da ortaya çıktığı tahmin
edilen, altı tek telli bir gitardır. Barok gitardan yola çıkılarak üretilen çalgının popülerlik kazanarak
Avrupa sanat müziğinde kullanımının yaygınlaşması, 1800’lerin başlarından itibaren olmuştur. Ses
rengi özellikleri, çalım kolaylığı ve bas seslerinin daha fazla olması gibi etkenler, çalgının
yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Romantik Dönem Gitar Bestecileri

155
Francisco Tárrega

(Kasım 21, 1852 — Aralık 15, 1909)


İspanyol besteci, gitarist. İlk gitar dersini sekiz yaşındayken almıştır. Bu devirde piyano gitara
karşı gittikçe öncelik kazandığından Tárrega'nın babası kendisine piyano çalmayı öğrenmesini
tavsiye etmiş, böylece Tárrega daha genç yaşında iki enstrümanda da hakimiyet kazanmıştır. 1862
yılında Tárrega meşhur gitarist Julián Arcas'ın öğrencisi olmuştur.

Matteo Carcassi

(Floransa, İtalya, 1792 - Paris, Fransa, 16 Ocak 1853), ünlü İtalyan gitarist ve besteci.
Carcassi piano ile başladı fakat gitarı çocuk iken öğrendi. O hızlı bir şekilde konser gitarist
virtüözü olarak ün kazandı.
1810 yılında Almanya'ya taşındı ve hızlı bir şekilde başarı elde etmiştir.1815 yılında Paris'te
yaşıyordu kazancını piano ve gitar hocası olarak kazanıyordu.
Almanya'da bir konser turunda iken ilk kez arkadaşı olan Antoine

156
Meissonnier ile buluştu.(ayrıca ünlü gitaristtir kendisi) Meissonnier Carcassinin yaptığı birçok
çalışmalarını Paris yayınevinde yayınladı.
1820 yılından itibaren Carcassi hayatının büyük kısmını Paris'te geçirmiştir.1822 de Londra'da
çok başarılı konserler vermiştir ve kendisine öğretmen ve sanatçı olarak bayağı bir ün
kazandırmıştır.Ancak, Paris'te,onun yetenekleri cidden tanınmadan önce, kısmen Fernando Carulli
varlığı ve kitlesi tarafından sevilmiştir.
1836 yılında kısa bir performans gösterdikten sonra , 1840 civarında yaptığı konser çalışlamalara
son vermiştir ve 1853 yılında Fransa'nın başkentinde ölmüştür.
Carcassi gitar için (op. 59) adlı metodu yazmıştır (ilginçtir bu yazdığı metod)halen değerini
yitirmemiştir.En ünlü eserleri 25 Etudes op. 60 olarak toplanmıştır.
Teknik beceri ve romantik müziği bütünleştirebildiği için eserleri halen çok sevilmekteve
çalınmaktadır.

José Ferrer Esteve de Fujadas

3 Mart 1835 – 7 Mart 1916


İspanyol gitarist ve besteci.
Girona'da doğan gitarist, José Broca gitar çalışmalarını başlatmadan önce babası ile nota çalıştı.
1882 yılında Académie Internationale de Musique de öğrenim görmek için İspanyayı terk etti ve 16
sene boyunca Fransada yaşadı.
Ferrer solist olarak düzenli performanslar verdi. Ölmeden önce, 1905 yılında Barcelona'da
yerleşti. Barcelona ve Paris arasında hareket bir süre geçirdikten sonra 1898 ile1901 yılları arasında
Barcelona Conservatori Superior de Musica del Liceu eğitmenlik yaptı.

157
ROMANTİK
DÖNEMDE
MİMARİ

158
Genel Bakış
Romantik mimari, 18.yy'ın sonlarına doğru Avrupa'da doğmuş olan Romantik sanat
üslubunun mimariye yansıması ile oluşmuş mimari üslubudur.

Romantik Dönem üslubu, tıpkı Klasik Dönem gibi Barok ve Rokoko üsluplarının abartısı ve
karmaşıklığındn uzaklaşma amacı taşımıştır. Bu üslubu neoklasik üsluptan ayıran en büyük etmen
ise Aydınlanma Çağı'nın Avrupa'da uyandırmış olduğu ve Klasik ekolün benimsemiş olduğu katı
bilimsel bakış açısının karşısında durması, salt mantık ve onun duygusallıktan uzak sadeliğinden
ziyade duygusallığı yapıtaşı kabul etmesidir. Klasik olanı savunmak yerine Orta Çağ'a ait olanı
savunmaktadır. Bu da ifadeli, etkileyici, şairane ve hatta sanrısal derecede güzelleme içeren bir
duygusallığı içinde barındırdığı anlamına gelmektedir.

Romantik dönem üslubu; duyguların güçlü bir ifade ile aktarılmasına, küçük nüanslara ve
doğaya ait olana ulaşmaya büyük önem vermiştir. Duygular ve doğa/doğallık Romantik sanatçılar
tarafından el üstünde tutulmaktadır.

Romantizm'in hem tetikleyicisi, hem de en güçlü alanı edebiyat olmuştur. Ve en etkin


eserlerini 1800 ile 1850 yılları arasında verdiği genel kabul görmektedir. Milliyetçilik akımının
Avrupa'ya ve dünyanın geri kalanına yayılışı ile farklı dallara ve anlayışlara bölünen Romantik
akım, Modernizm'in doğuşu ile son bulmuştur.

Romantik mimarinin öne çıkan isimlerinden bazıları John Nash, Sir Joseph Paxton, Richard
Morris Hunt, Robert Smirk, Charles Barry, A.W.N. Pugin şeklinde sıralanabilir.

Romantik edebiyatın en önemli sanatçıları ise François-René Chaetaubriand, Jean-Jasques


Rousseau, William Blake, William Wordsworth, Wolfgang von Goethe, J. C. Frierich von Schiller,
Ralph Waldo Emerson, Edgar Allan Poe şeklinde sıralanabilir.

"Romantizm" nedir?

Kelime, Avrupa ve Dünya tarihinde büyük rolü olan Roma İmpratorluğu'ndan günümüze
kalan ve Latince “Roma'ya ve Romalılar'a ait olan” anlamına gelen “romant” kelimesinden
türemiştir. “Romanesk” kelimesi de aynı kelimenin Halk Latincesi'nden türemiş halidir. Fakat
kelimenin kökeni bu olsa da Romantik dönemin bu adı kazanmasının sebeplerinde dahası vardır.

Roma İmparatorluğu dağıldıktan sonra kapsadığı toplumlardan doğan ve Latince'den evrilen


İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Fransa ve Romence, Katalanca vb. dillere verilen genel isim
“Romans dilleri” olmuştur. Aynı zamanda 12.yy'da Avrupa'ya hakim olmuş Romanesk üslup da
adını bu kaynaktan almaktadır. Romanesk dönemin temel özelliklerinden birinin Antik Roma'ya
olan bağlılık olduğu düşünüldüğünde de kelimenin “Roma'ya ait olan” anlamının çok değişmeden
geldiğini görebiliriz.

Romalılar aynı zamanda tıpkı Yunanlar gibi antik tiyatro oyunları ile meşhurlardı. Fakat
Yunanların oyunları genel olarak, tragedyalar ve kahramanlık hikayeleri etrafına kurulu iken
Romalıların oyunları aşk öyküleri ve “şövalyelik” ve mertlik hikayeleri etrafında dönmektedir.

Romantizm akımını tetikleyen ve ona öncülük eden dönemin Fransız edebiyatı; aşk başta
olmak üzere kahramanlık ve mertlik gibi öyküleri şairane bir şekilde kaleme almış olması ile bilinir.
Roma tiyatroları ile taşıdığı tematik ve üslupsal benzerlikler sebebiyle “romans” kelimesi yine
“Roma'ya ait olan” anlamında kullanılarak bu üsluba adını vermiştir.

159
Bugün “romans” ve “romantik” kelimeleri, belki de Romantik edebiyatın başarısı sayesinde
“Roma'ya ait olan” anlamını taşımaktan çıkmıştır “aşka ait olan, içinde aşka dair öğeler taşıyan,
duygu dolu olan, şairane olan” ve benzeri anlamlar taşımaktadır.

Romantik Mimari'nin Temel Özellikleri ve Gelişimi


Romantik dönem, Avrupa'yı kasıp kavuran Sanayi Devrimi ve Milliyetçilik rüzgarlarının
büyük ölçüde etkisinde kalmıştır. Bunun en belirgin etkileri belki de mimari içinde gözlemlenebilir.
Dünya'ya açılmaya başlayan ve bu yeni dünyada bir kimlik arayışı içinde olan Avrupa ülkeleri bu
dönem içerisinde kendi gelenek, kültür ve kökenlerini temsil eden; fakat aynı zamanda Avrupa'nın
dünyaya açık olma açıklık felsefesini de temsil eden yapılar inşa etmeyi hedef almışlardır.

Dönem içerisinde yapılar, Avrupalı olmanın ne demek olduğunu temsil ettirme amacı
taşıması üzere geçmiş Avrupa üsluplarını yeniden canlandırma yoluna gitmiştir. Ve tarihin geri
kalanında da olduğu gibi referans aldıkları ilk yapılar Antik Yunan yapıları olmuştur. Bu açıdan
Romantik mimarinin büyük bir bölümünün Klasik dönem ile büyük benzerlikler göstermektedir.
Fakat gerek Aydınlanma Çağı'ndan uzaklaşma isteği, gerek kolonileşme, gerek Avrupa kültürlerinin
kendini birbirlerinden ayırma arzusundan kaynaklı olarak Antik Yunan ekolünden koparak kimi
yerlerde Gotik mimarinin yeniden doğuşuna ön ayak olmuş, kimi yerlerde ise Oryantal, Hint ve
Uzakdoğu mimarilerinden esintiler ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Avrupa'nın büyük bölümünde dönemin son zamanlarında Gotik üsluplu mimari yapılar
belirirken İberya yarımadasında bulunan İspanya ve Portekiz, Emeviler'den kalan Oryantal mimari
üslübun bir kısmını kendi üslupları ile harmanlamış, İtalyanlar kökenlerini Rönesans üslubunda
gördüğü için yapılarında Rönesans'ın görkemini tekrar yaratmayı amaçlamış, Fransızlar;
Napolyon'un Mısır Seferleri'nden getirdiklerinden esinlenerek Antik Mısır üslubunu kendilerine
katmış, İngilizler sömürgeleştirdiği Hindistan'ın, kolonileştirdiği coğrafi bölgelerin ve diplomatik
ilişkiler kurmaya başladığı uzakdoğu ülkelerinin mimari tarzlarını kendileri ile harmanlamaya
çalışmıştır. Bunlar ve benzeri pek çok örnek, Avrupa'nın bu kendi kimliğini somutlaştırma çabası
içerisinde görülebilir.

Bu dönemde Amerikalılar ise Antik Yunan üslubunu benimsemeye devam etmiş ve bunu
Amerikan İstisnacılığı felsefesinin bir öğesi olarak kültürlerine işlemişlerdir.

Bu dönemde Asya ülkelerinin ve Amerika kıtasının da kimlik arayışı içine girdiği ve bu


yönde uğraşlar verdiği düşünülürse Romantizm, belki de ilk küresel sanat akımı olarak kabul
edilebilir. Ama aynı zamanda toplumların yine kimlik arayışı nedeniyle farklı sanat anlayışlarına
yönelme çabaları sebebiyle birden fazla “Romantik” anlayışı olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu
farklı anlayışların taşıdığı benzerlikler ve farklılıklar “Nasyonal Romantizm Mimarisi” başlığı
altında, milletler bazında incelenmektedir.

Romantizm'den Modernizm'e Geçiş


Sanayileşmenin toplumu ve toplumsal pek çok anlayışı kökten değiştiren buluşlar üretip
günlük hayata kazandırmasının Romantik anlayışı değiştirmesinde büyük rolü vardır; fakat
Romantik döneme nokta koyan olay I. Dünya Savaşı olmuştur ve savaşın akibetinde neredeyse tüm
dünyanın içinde kaldığı buhran, yorgunluk ve yıkım ortamı insan hayatının, değer yargılarının ve
hayata dair pek çok olgu ile kavramın temelden sorgulanmasına ön ayak olmuş, dolayısıyla
Modernizm'in doğuşunun ve hızlı yükselişinin tohumlarını atmıştır.

160
John Nash – Royal Pavilion (Brighton,UK) (1823)

161
Robert Smirk - British Museum (Doğu Eklentisi), (London,UK) 1831 (1753'te başlandı)

162
163
Charles Barry - Houses of Parliament & Palace of Westminster (London, UK) (1840-70) (1016'da
başlandı, 1834'te yıkıldı)

164
AWN Pugin (İç Dizayn) House of Lords' Chamber, Houses of Parliament, Westminster (London,
UK) (1840-70)

165
Orson Squire Fowler(İlk Tasarım) - Octagon House (Irvington, New York, USA)

166
Richard Morris - Breakers House (Newport, Rhode Island, USA) (1893)

167
Carl Krampf - Neue Synagoge Bad Kissingen, (Neue, Bad Kissingen, Germany) (1852)

Carl Krampf - Russische-Orthodoxe Kirche (Bad Kissingen, Germany) (1898)

168
Palácio das Laranjeiras (Lisbon, Portugal) (~1800)

169
Palácio das Ratas (Lisbon, Portugal) (~1800)

170
Johan Henrik Nebelong - General Glads gård (Akershus farm, Oslo, Norway) (1844)

171
Vålerenga kirke (Olso, Norway) (1902)

Norwegian University of Science and Technology (Norway) (1910)

172
Jens Zetlitz Monrad Kielland - Bergen stasjon (Olso, Norway) (1913)

173
ROMANTİK
DÖNEMDE
TİYATRO

174
Romantik Dönem Tiyatrosu
XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk yarısında egemen olan bu akım, klasikçiliğe
olduğu kadar rasyonalizme da karşı çıkmıştır. Sınırsız özgürlük ve coşkuyu içeren bu çelişkili akım,
çeşitli ülkelerde değişik yönelimler göstermiştir. Ancak temel özellikleri her ülkede aynıdır. Bu
akımın oyun yazarları, bir yandan kent soylu değerlerine ve anaparacı düzene karşı köklü bir direniş
gösterirken, öbür yandan devrimin sonuçlarından korkuya kapılmış ve ister istemez tepkiciliğe
varan bir aldatmacılığa kaçış içine girmişlerdir. Buna karşılık eleştirel gerçekçiliğin başlangıcı
romantik akımdadır.
Romantizm akımı on sekizinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış on dokuzuncu yüzyılın ilk
yarısında tiyatro sanatında parlak dönemini yaşamış, ayni yüz yılın ortalarında gücünü yitirmiştir.
Fransız Devrimi’ni hazırlayan düşünceler ayni zamanda Romantik düşüncenin de kaynağını
oluşturmuştur. Alman idealist felsefesi ise bu akımın kuramsal temelini oluşturmuştur. Romantik
tiyatro düşüncesi klasik akımın biçim kurallarına, eğiticilik anlayışına, akıl ve mantık ölçülerine
karşı çıkmış, tiyatronun yansıtması öngörülen gerçeğin yeni bir tanımını yapmış, tiyatro sanatını
yeni bir biçim yeni bir işlev anlayışı içinde değerlendirilmiştir. Romantik tiyatro, biçimlemede
klasik anlayışın bütünlük ilkesine karşıt olarak birlik ilkesini benimsemiştir. Son uyum bu bütün
içinde karşıtların dengelenmesi ile sağlanır.
Romantik tiyatro düşüncesi, öncelikle Fransız devrimini hazırlamış olan ve İnsan Hakları
Bildirisi’nde yer alan özgürlük, eşitlik adalet gibi ilkelerle, yurt sevgisi, ulus sevgisi, dinsel
inançlara bağlılık gibi değerlerle beslenmiştir. Bu gelişim tiyatro sanatında da ortak ülkülerin
benimsenmesini sağlamış, insancıl değerlere bağlılık, bireyin ve birey vicdanının yüceltilmesi
klasik otoriteye saygısını yıpratmıştır. Romantik tiyatro düşüncesi umutlu ve ileriye yöneliktir.
Romantik tiyatro düşüncesi bireysel değerlerin yerleşik değerlerden daha üstün, birey yargılarının
yasalardan daha haklı olduğunu kabul etmiştir.
Goethe ve Schiller:
Goethe ve Schiller, romantik akımın içindeki “Fırtına ve Atılış” evresinin biçimlendiricileridirler.
Romantik akımın bu olgunluk devresi adını Klinger’in coşkun bir havası olan aynı adlı oyunundan
alır (1776). Bu ikisinden özellikle Goethe, Weimar Saray Tiyatrosu’nda yöneticilik yaptığı süre
içerisinde oyunculukla yakından ilgilenmiş ve bu alanda çalışmalarda bulunmuştur.
Goethe, en iyi oyunculuğun sezgiden de, doğallıktan da gerçeğe tıpa tıp benzemekten de daha
ötede bir şey olduğunu savunuyordu. Sahnede “pozitif, gerçekte var olan bireysel karakterleri de
göstermek yeterli değildi. Seyircinin haz duyacağı tek şey, ancak güzelliğin, biçim ve düşünce
estetiğinin açığa çıkması olabilirdi. Onun için oyunculuğun her şeyden önce güzel olması
gerekiyordu. Goethe, yetkin oyuncunun yasamdaki davranışların salt nesnel taklidinin ve bireysel
duyguların salt öznelliğinin üstünde olması gerektiğine inanıyordu. Onun hedefi doğanın ve zekânın
özelliklerini ve evrenselliklerini bir senteze ulaştırmak olmalıydı. Oyunculuğun imgesel, teatral ve
simgesel olmasını istiyordu. Goethe, ilk oyunu Götz von Berlichingen (1773; Demir Elli Şövalye
von Berlichingen, 1933) ile coşkunluk akımının, yeni ruh halini yansıtan en güçlü belgelerden birini
ortaya koymuştu.
Schiller de onun gibi düşünüyordu. Yazar Messinali Gelin adlı oyununun önsözünde “doğallığın
bayağı düşüncesi”nin sanat için yıkıcı olduğunu belirtiyor ve doğalcılığa savaş açıyordu. Sanatçı
gerçekliği olduğu gibi kullanamazdı; onu doğal olanın üstüne çıkartarak yüceltmek gerekirdi.
Weimar Tiyatrosu sahnelemelerinde sürekli başarısız bir oyunculuk seyri vardı. Tiyatrodaki
oyuncular da vasat olunca Goethe güzel oyunculuğun ne olduğunu kavrayamadı; kafasındaki
oyunculuk şablonunu onlara iletemedi. Böylece Goethe 90 maddelik bir yönetmelik hazırlayarak
oyunculukların dış görünümünü belli bir yöntem bütünlüğüne sokmayı hedefledi. Bu ilkelerden
bazıları şunlardı:

175
Oyuncu her şeyden önce doğayı yalnız taklit etmeyi değil, onu ideal bir biçimde gerçek olanı güzel
olanla birleştirerek vermeye çalışmalıdır.
Aktör, sahnede seyirci için bulunduğunu bir an bile unutmamalıdır.
Oyuncular, bir üçüncü kişi yokmuş gibi birbirleriyle oynayamazlar. Oyuncular seyirciye arkalarını
dönemezler. Bu rol gereği ya da gereksinimse anlayış ve zarafetle yapılmalıdır
Konuşan oyuncunun sahne önüne doğru yürümesi, konuşmasını bitirenin de sahne yukarısına
doğru yürümesi önemli bir noktadır.
Oyuncu jestlerini uydurabilmek için sahnenin hangi tarafında durduğuna önem vermelidir.
Aktör sahne üstünde mendili ile burnunu silmemeli, tükürmemeli. Bir sanat yapıtında böyle
fiziksel gereksinimler dehşet verici çirkinliklerdir.

Romantizm, tiyatroda güncel konuların, orta sınıf yaşamına özgü konuların yerini tarihin almasına
yol açtı. Fransa'da Hugo'nun Hermani'si ve Alfred de Musset'nin bazı oyunları, bu tarihsel duyarlığı
yansıtıyordu. Almanya'da yüzyılın ikinci yarısında Wagner'in bütün sanatları birleştirmeyi
amaçlayan müzik dramları da tarihselciliğin atavizme doğru gerileme eğilimini temsil eder. Gerek
Hugo'nun, gerekse Wagner'in yapıtlarında, sahnelemeyi son derece güçleştiren bir "insanüstü
hacimler yaratma" tutkusu görülür.
19. yüzyılda tiyatroda daha hafif tarzlar da ortaya çıktı. Bürlesk, burletta (şarkılı fars) ve vodvil bu
dönemin en yaygın türleriydi. Eugene Scribe karakter gelişiminden çok entrikaya uyarak yazdığı
için "iyi kurulu oyun" olarak adlandırılan 400'e yakın yapıtıyla Paris sahnelerinde geniş bir seyirci
kalabalığı toplayabildi. Eugene-Marin Labiche aynı yöntemi fars türüne uyguladı, Scribe'in bir
başka öğrencisi Victorien Sardou da oyunlarının yüzeyselliğine karşın ünlü oyuncu Sarah
Bernhardt'ın oyunculuğundan yararlanabildi.
19. yüzyılda tiyatro sanatını sürdürenler yazarlardan çok, oyuncu-yönetmenlerdi. Bernhardt'ın
yanı sıra, Charles Kean ve "sir" unvanını alan ilk oyuncu olan Henry Irving gibi oyuncular, yalnızca
sıradan oyunlara değil, Shakespeare ve Racine'in yapıtlarına kendi damgalarını basarak bir yorum
olduğunu kanıtladılar.
19. yüzyıl sonunda tiyatroda yeniden daha "ciddi" eğilimler ortaya çıktı. Norveç'te Ibsen'in,
İsveç'te Strindberg'in, Rusya'da Çehov'un oyunlarıyla tiyatro edebi değerini yeniden kazandı. Her
üç yazar da edebiyata gerçeklik akımının içinde başlayıp daha sonra simgecilik, izlenimcilik ve
dışavurumculuk gibi modernist akımların ilk örnekleri sayılan yapıtlar verdiler. Gene aynı dönemde
Almanya'da Gerhart Hauptmann ile Rusya'da Maksim Gorki, kapitalizmin insan yaşamında yol
açtığı yıkımı gösteren oyunlarıyla tiyatroda doğalcılığın başlıca temsilcisi oldular.

Varoluşun karanlık yüzüne işaret eden bu tür oyunlar kolayca seyirci çekmediği için, 19. yüzyılda
Fransa, Almanya ve İngiltere'de, gişe hasılatını gözetmeyen bir "bağımsız tiyatro" hareketi doğdu.
1887'de Fransa'da Andre Antoine'ın kurduğu Theatre-Libret (Özgür Tiyatro), Almanya'da Otto
Brahm'ın Frei Bühne'si (Özgür Sahne) ve İngiltere'de Jacob Grein'ın Independent Theatre Club'ı
(Bağımsız Tiyatro Kulübü) başta Ibsen olmak üzere, Hauptmann, Strindberg, Lev Tolstoy ve
George Bernard Shaw gibi eleştirel ve karamsar yazarların oyunlarını sahnelemeyi üstlendi.
Tiyatroda doğalcılığın bir başka önemli ürünü de Rusya'da 1898'di kurulan Moskova Sanat
Tiyatrosu'ydu. Çehov'un oyunlarını sahnelemesiyle ünlenen bu tiyatronun kurucusu Konstantin
Stanislavski, son derece ayrıntılı ve planlı bir hazırlığa ve uzun prova süresine dayalı yönetim
anlayışıyla tiyatroda "gerçeklik yanılsamasını" kusursuzlaştırdı.

176
Romantik Tiyatroda Oyunculuk
Romantik akım içinde oyunculuk çeşitli eğilimler gösterdi. Ama genel olarak, özelliği gereği
coşkunluğu ve aşırılığı kapsadığı söylenebilir. Bu da sahne üzerinde çok yapmacık bir oyuculuğun
ortaya çıktığını gösteriyor. Ünlü Amerikan sairi Walt Whitman romantik oyuncudan söyle
bahsediyor: “Oyuncular ciğerlerinin bütün gücünü gösterebilmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.
Eğer coşkun bir sahneyi canlandırmak istiyorlarsa ne kadar doğal olmayan hareket ve mimik varsa
onları yapıyorlar”
Yukarıda belirtilen ve o zamanlarda Almanya’da oldukça etkin olan Goethe’nin oyunculuk ilkeleri
yanında bu fikirlere katılmayanlar da vardı. Bunlar da birbirinden farklı görüşler içinde, abartılı
oyunculuğu reddeden, hareketlerde ve konuşmalarda gerçekçiliği benimseyen, doğayı taklit eden ya
da taklitten daha çok doğaya yakınlığı benimseyen ve kendine özgülüğü temel alan fikirlerdi.

Bürlesk:
Burlesk (Fransızca: Burlesque), parodi ve bazen grotesk abartı içeren mizahi bir tiyatro türüdür.
Sinemada da burlesk tarzı filmlere rastlanır. 17. yüzyılda İtalya ve Fransa'da edebiyat türü olarak
kullanılan burlesk, 18. yüzyıldan itibaren ciddi ve komik içeriğin bir arada kullanıldığı müzikal
gösteriler için kullanılmıştır. Vodvilden uyarlanan burlesk, sessiz film döneminin 1910 – 1930 arası
tipik bir sinema tarzıdır. Şarlo, Harold Lloyd ve Buster Keaton'ın filmleri bunlar arasında sayılabilir.
*Grotesk, varlıkların absürt (sıra dışı) özelliklerle yeniden tasviri ile dünyaya ait olmayan bir olgu
haline getirilme sanatıdır. Grotesk sanatının bir başka uygulaması, dünyaya ait olan canlıların her
bir özelliğinin harmanlanması şeklindedir.
Burletta:
Komik, güldürücü, müzikli, küçük oyun ya da bu tür müzik parçalarına verilen ad.
Vodvil:
Komedinin alt türlerinden biri olduğu için komediyle pek çok ortak tarafı vardır. Ancak bazı
yönleriyle komediden ayrılır. Vodviller genellikle mutlu sonla biterler. Hikayenin sonucunda
olayların kaynaklandığı sosyal sorunlar vurgulanmaya çalışılır. Vodvil kişilerinin karakterleri
detaylarıyla belirtilmez, belli özellikleri öne çıkarılmış abartılı karakterlerdir.

177
20.YY'DA
RESİM

178
20.YY SANAT AKIMLARI

EKSPRESYONİZM (İfadecilik) (19.yy sonu 20.yy ilk yarısı)

Empresyonizme tepki olarak doğan akımlardan bir de Ekspresyonizm’ dir. Nesneler görüldüğü gibi
değil, sanatçıda bıraktığı ifade, etki resmedilmiştir Duyguların ve iç dünyanın önem kazandığı bir
sanat akımıdır. Sanatçılar resimlerindeki ifade gücünü artırabilmek için deformasyonlar yaparlar.
Doğayı kendi estetik anlayışlarına göre yeniden düzenlerler. Modelin rengini göründüğünden daha
kuvvetli olarak ifade ederken biçimlerde deformasyonlara başvururlar

179
ALMAN DIŞA VURUMCULUĞU

Sanatsal ve düşünsel açıdan kendine özgü yanları olan bir akımdır. Başkaldırma, suçlama barındırır.
Renkler geniş yüzeyler halinde uygulanır, ince fırça vuruşları kaybolur. Biçimler bozularak ruhsal
durumun anlatımında kullanılır. Temsilcileri; Kirchner, Emil Nolde, Kandinsky, Franz March, Oskar
Kokoschka

180
FÜTÜRİZM

20.yy başında ortaya çıkan bu akım her şeyin sürekli değiştiğini sonucunda hareketin yaşamın en
önemli gerçeği olduğunu savunur. Bir hareket algılanıncaya kadar yeni bir harekete geçilir. Hareket
yaşamın kaynağıdır. Resim sanatına yeni, dinamik bir ruh kazandırmak istemişlerdir. Hareketi
vermek için de nesneleri parçalara ayırmışlar, çizgileri üst üste getirmişlerdir. Her şey hareketi
vermek için kullanılmıştır. (Boccioni, Severini) Konu olarak hareket eden nesneler resmedilmiştir.
Fütüristler geleceğe hükmetmek isterler, geleneksel her şeye karşı çıkarlar.

181
METAFİZİK RESİM

20.yylın başlarında Fütürizm’e tepki olarak doğdu. İçinde insanın olmadığı, değişik nesnelerin
resmin içinde olduğu bir mekan vardır. Mitolojik dünyaya bir özlem vardır, Yalnızlık ve durgunluk
hakimdir. Doğanın ötesinde bir düş dünyası konu alınır.

182
SOYUT RESİM (Abstre ) (20 yy)

Çizgi, renk, leke gibi resim elemanlarının göze hoş gelecek şekilde düzenlendiği resim çalışmaları.
Bu doğa görüntülerinin soyutlanması ile olabildiği gibi sadece sanatçının kendi ürünü şekiller de
olabilir. Burada en önemli şey sanatçının kendi duygularını yansıtabilmesidir. Bu sanatın ilk
başlangıcında sanatçı Doğa’yı inceleyerek onu soyut bir biçime sokar, zamanla incelediği doğa ile
kendi çalışması arasında bir benzerlik kalmaz. Daha sonraki aşamada sadece çizgilerle, renklerle,
ortaya çıkan bir sözsüz müzik vardır. Bu çeşit resimler hala bir çok insan tarafından
anlaşılamamakta, küçümsenmektedir. Bunda bir resim eğitimi almamanın rolü büyüktür. Soyut
resim sanatçının iç dünyasının fotoğrafıdır diyebiliriz. Soyut resimde de resim yapan bir insanın
bilmesi gereken, çizgi, renk, leke, hareket, kompozisyon vs bilgiler kullanılır. Fakat modern sanatta
sanatçı hiç bir kurala, geleneğe tam anlamıyla bağlı değildir.

183
SÜRREALİZM

20.yyılın başlarında Avrupa'da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. I. Dünya savaşı sonrası yaşadıklarına
tepki olarak sanatçılar bilinç altının düşsel dünyasına yönelmişler, nesneleri kendi doğal
ortamlarından çıkararak düşsel bir ortama taşıdılar. Sürrealizmin ilk. örnekleri 1500 lü yıllarda
Flaman ressam Bosch’un resimlerinde görülür. Şair Andre Breton ilk temsilcilerindendir. Ona göre
sürrealizm bilinç ile bilinç altını birleştiren bir yoldur. Ve bu bütünleşme içerisinde gerçek ile düş
dünyası iç içe geçmektedir. Kendileri Sigmund Freud’un çalışmalarından etkilenmişlerdir. Resim
alanındaki önemli temsilcileri: Miro, Salvador Dali, Chagall ‘dır. Picasso’nun da sürrealist
çalışmaları vardır. Chirico (metafizik resmin temsilcilerinden)sürrealist ressamları etkileyen
ressamlardandır

184
185
POP ART
Pop art, sıradan nesnelerin —örneğin çizgi romanların, çorba kutularının, yol işaretlerinin ve
hamburgerlerin— konu olarak kullanıldığı ve sıklıkla eserin içerisine fiziksel olarak dahil edildiği
bir sanat akımı. Pop art 1950’lerin sonunda ve 1960’larda İngiltere ve Amerika’da ortaya çıkan bir
sanat akımıydı. Ona “Pop art” ismini İngiliz sanat eleştirmeni Lawrence Alloway verdi. Bu terimi
kullanarak, bu akım içerisinde yer alan resim ve heykellerde kullanılan görsel unsurların
aleladeliğine göndermede bulunuyordu.
Pop art sanatçılarının ayırıcı niteliği, çağdaş yaşam üzerinde güçlü bir etkisi olan popüler kültürün
bütün yönlerini ayrım gözetmeksizin resmediyor oluşlarıdır. Kullandıkları görsel unsurlar
televizyonlardan, çizgi romanlardan, sinema dergilerinden ve her türlü reklâmdan alınıyordu. Bu
görsel unsurlar kesin ve objektif bir şekilde, herhangi bir övgü veya yergi söz konusu olmaksızın
büyük bir doğrudanlıkla ve ödünç alındıkları medyanın kullandığı ticarî teknikler kullanılarak
gösteriliyordu.

Pop art, Dada akımının bir uzantısıydı ve bu akım 1920’lerde o dönemdeki Paris sanatının
ciddiyetini ve daha geniş bir çerçevede Avrupa’ya savaşı getiren siyasi ve kültürel durumu alaya
alan nihilistik bir hareketti. Dada hareketinin Birleşik Devletler’ de ki öncüsü olan ve kendi
dönemindeki seri üretimi yapılan nesneleri yücelterek sanat ve yaşam arasındaki mesafeyi
daraltmaya çalışan Marcel Duchamp Pop art gelişiminde en etkili kişi oldu. Pop art’ı etkileyen diğer
20. yüzyıl sanatçıları Stuart Davis, Gerard Murphy ve Fernand Léger’di. Bütün bu sanatçılar
tablolarında seri üretimi ve endüstriyel makina çağının ticarî materyallerini resmettiler. Pop
sanatçılarının doğrudan öncüleri ise Amerikalı sanatçılar Jasper Johns, Larry Rivers ve Robert
Rauschenberg oldu. Bu sanatçılar 1950’lerde, her ne kadar resimsel ve ifadeci bir teknikle de olsa,
bayraklar, bira kutuları ve diğer benzeri nesneleri resmettiler.
Andy Warhol Marilyns

186
KÜBİZM
Doğayı geometrik cisimlere ayırma düşüncesi ve bu tür çalışmalar, kübistlere yol göstermiştir.
Kübistler nesneleri gometrik şekiller olarak görmüşlerdir. Duygulardan çok akla dayalı resimler
yapmışlardır. Cisimler parçalanır , dışa katlanıp açılır, değişik yönlerden gösterilir. Kübizm 1907
yılında Pablo Picasso ve Georges Braque tarafından başlatıldı. 1-Analitik
aşama(çözümleme)Biçimlerin çözülüp dağıtıldığı aşama. Ev eşyaları, müzik aletleri, natürmortlar
bu dönemde yapılmıştır. 2-Sentetik aşama; Gazete parçaları ,sigara paketleri ve değişik malzemeler
resme girer. Buna Kolaj adı verilir.
Picasso ve Braque’ın yarattıkları bu yeni görsel dil Fernand Léger, Robert and Sonia Delaunay,
Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Marcel Duchamp, Albert Gleizes, Jean Metzinger, ve hatta Diego
Rivera gibi birçok sanatçı tarafından benimsendi ve geliştirildi. Her ne kadar öncelikle resimle
ilişkilendirilse de Kübizm yirminci yüzyıl heykel ve mimarisi üzerinde de büyük bir etki yaptı.
Kübizm aynı zamanda Dada ve Sürrealizm akımlarının yanı sıra soyut resim tarzında çalışan birçok
ressam üzerinde de etkili oldu
.

187
20.YY'DA
MÜZİK

188
EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)’İN DOĞUŞU

XIX. yy. sonlarında Fransa’da yaşanan gerilimler ekonomik yaşamda büyük sıkıntıların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Teknolojinin gelişmesi, gereksinimlerin daha çabuk değişmesine ve
estetik beğeni değerlerinde de hızlı değişimlere yol açmıştır. Böylece felsefe ve sanat eserlerine
yönelik değerlendirmeler bu hıza ayak uydurmak zorunda kalmıştır.

Böyle bir ortamda Empresyonist (izlenimci) ressamların eserleri büyük yankı uyandırmıştır. Halka
özgü bir akım özelliği taşımadığı için tepki duyulan izlenimci akım, tüm sanat dallarını etkilemiştir.
Empresyonizm (İzlenimcilik), özellikle resim sanatında etkisini ortaya koyan bir akım olarak XX.
yüzyıl başlarında yaygınlık kazanmıştır. Romantik Dönem müziğine tepki olarak doğan
empresyonizm, dış dünyadan algılanan izlenimleri yansıtmayı amaç edinen bir akım olmuştur.

İzlenimci akım adını, 1874 yılında Fransız ressam Claude Monet ’nin arkadaşlarıyla birlikte açtığı
sergide yer alan «İzlenim» adlı tablosundan almıştır. Monet, resimlerinde fırça darbeleriyle
oluşturduğu değişik renklerdeki noktalarla, istediği izlenimi uyandıracak renk ve ışık etkisini
yaratmayı başarmıştır. Bu akımın temsilcileri arasında Manet, Renoir, Degas, Cezanne, Gaugin yer
alır. İzlenimci ressamların bu alandaki çalışmalarından etkilenen besteciler de tıpkı ressamlar gibi
müziklerinde benzer teknikler kullanmışlardır.

Bir öyküyü bir nesneyi göründüğü gibi doğrudan betimlemek yerine onun bellekte bıraktığı etkiyi
ezgilerinde belirli bir çizgisi olmayan ritimlerle, armonilerle ve kromatik dokuyla anlatmaya
çalışmışlardır. Müziğin anlatımında orkestranın küçültülmesi, çalgıların tını özelliğinin
önemsenmesi, örneğin; madensel üflemeli çalgıların yerine tahta üflemelilerin kullanılması, müzik
cümlelerinin kısa oluşu ve genel olarak tınının en önemli olgu olması izlenimci akımın en önemli
özelliklerini oluşturmuştur. İzlenimciliğin müzikteki en önemli temsilcileri; Claude Debussy ve
Maurice Ravel ’dir.

İzlenimcilerin müziğinde ezgi, armoni, ritim gibi temel ögeler önceki dönemlerden farklı bir
anlayışla ele alınmış ve müzik en saf seslerle çalgıların tınısal özellikleri kullanılarak duyurulmak
istenmiştir. Uzakdoğu ülkelerinin müziklerinde kullanılan ses dizileri, tam perdeli, kromatik ve Orta
Çağ kilise dizileri kullanılarak belirli bir tonalitenin dışında kalan akorların klasik armoni
kurallarının tersine, paralel ve birbirlerinden bağımsız olarak ilerlemeleri Empresyonizmin müziksel
özellikleridir.

Özellikle Empresyonizmin öncüsü Debussy müziklerinde armoniye değil ritim ve tınılara önem
vermiş, biçimde ise izlenimci ressamların ışığı parçacıklara bölme tekniğinden esinlenmiştir. Ses ve
renk kavramını müziğe kazandıran Debussy tınıyı ön plana çıkarmak amacıyla orkestrayı
küçültmüş, tahta üflemelilere öncelik tanımış, arp, çelesta, gong gibi yüksek sesli ve tınılı çalgıları
sık sık kullanmıştır. Her eserinde farklı bir çalgı kullanarak o esere özgü bir tını yaratmaya
çalışmıştır. Herhangi bir anın içinde yakalanan düşünceyi ışık etkileriyle anlatan izlenimci ressamlar
gibi Debussy de farklı armoni, ritim ve ses renkleriyle ördüğü müziği ile yeni bir dönemi
başlatmıştır.

20. YÜZYIL MÜZİĞİNİN DOĞUŞU


Müzikte yeni akımlar on dokuzuncu yüzyılda Romantik Dönemin ortalarında başlamıştır.
Bestecilerin kullandıkları yenilikler yirminci yüzyıl müziğine giden yolu aralamıştır. Wagner’in
operaları, Liszt’in senfonik şiirlerindeki teknik yenilikler yirminci yüzyıl müziğini etkilemiştir.
Romantik Dönemde senfonileriyle tonal sistemin bütün olanaklarını kullanan Beethoven’in
ardından gelen besteciler, on altıncı yüzyıldan yirminci yüzyıla yaklaşırken kullanılan klasik
müziğin eski armoni anlayışından uzaklaşarak yeni ve farklı bir anlatıma yönelmişlerdir.

189
Yirminci yüzyıl başlarından günümüze kadar olan zamanın müziği olarak tanımlanan yeni müzik,
yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuş birçok kavramın yerini yeni kavramlara ve deneysel arayışlara
bırakmasıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Orta Çağ, Rönesans, Klasik Dönem ve Romantik
Dönemde müzikte ortaya çıkan yeni arayışlar için de yeni müzik terimi kullanılmıştır.

Bestecilerin geleneksel anlatım yöntemleri yerine deneysel arayışlara, geçmiş yüzyılların


müziklerine ve farklı ülkelerin müziklerine yönelmeleriyle, tonalite yerine atonalite (tonsuzluk),
müzik sesleri ya da insan sesleri yerine gürültüler, biçim yerine biçimsizlik, belirli bir kompozisyon
yerine rastlantısal etki uyandıran kompozisyonlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Böylelikle;
deneycilik, yeni klasikçilik, egzotizm, rastlamsal müzik, gelecekçilik, dışavurumculuk, ilkelcilik,
caz, yararlı müzik, elektronik müzik gibi akımlar ortaya çıkmıştır.

On dokuzuncu yüzyılın başlarında Beethoven, metronomu bulan Nepomuk tarafından icat edilen,
üflemeli, yaylı ve vurmalı çalgıların sesini arttıran mekanik bir aygıt kullanmıştır. Yirminci yüzyılın
başlarından itibaren sesle ilgili çalışmaların artması ve teknolojik gelişmeler elektronik müzik
türünün yaygınlaşmasını sağlamıştır. Claude Debussy, Moris Ravel, Alexander Skriyabin, Charles
İves, Arnold Schoenberg, Alban Berg, Anton von Webern, atonal müzik, çok tonluluk, dışa
vurumculuk, çok ritimlilik gibi akım ve tekniklerini eserlerinde kullanmışlardır. Bela Bartok, tonal
müzikten uzaklaşmadan çok tonluluk, çok ritimlilik özelliklerini ve halk müziğinin olanaklarını
kullanarak kendi özgün stilini oluşturmuştur.

İgor Stravinski, Dimitri Şostakoviç, Sergei Prokofief, Paul Hindemith, özellikle yeni klasikçilik
akımını benimsemiş ve eserlerinde tonaliteye bağlı kalarak çok tonluluk tekniğini başarıyla
kullanmışlardır. Daha birçok besteci yirminci yüzyıl müziğini oluşturan bu akımların öncüleri
olmuşlardır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeni müzik farklı özellikler kazanmış ve besteciler,
somut müzik, dizisel müzik, aletorik müzik, elektronik müzik, minimalist, yeni yalıncılık gibi akım
ve tekniklerin kullanıldığı eserler vermişlerdir. Yirminci yüzyılın müziğe getirdiği en önemli
yeniliklerden biri on iki nota sisteminin kurulmuş olmasıdır.

Besteci Richard Wagner’in Tristan ile İsolde adlı operasında kendini gösteren atonaliteden etkilenen
Viyana’lı Arnold Schoenberg’i n 1920 yılında ortaya attığı on iki ton sisteminin temel özelliği, bir
oktavın on iki sesinin belirli bir düzen içinde kullanılmasına dayanır. Atonalite olarak adlandırılan
bu sistemi Schoenberg, “belli bir tona bağlı olmayış veya birden çok tona bağlılık” olarak tanımlar.
Atonal müzikte on iki sesin her biri eserde aynı öneme sahiptir. Eser herhangi biri ile başlayıp
herhangi biri ile bitebilir. Notalar dizisel yöntemle sırayla kullanılır. Her bir nota kullanılıp
bitmeden aynı sesler tekrarlanmaz.

Schoenberg’in öğrencileri Alban Berg ve Anton von Webern, müziğin anlaşılabilir olması ilkesine
dayanan Schoenberg’in on iki ton sistemini benimseyerek eserlerinde kullanmışlardır. Bu
bestecilerin dışındaki besteciler de geçmiş dönemlerin müziğini tekrar canlandırmak isteyerek yeni
yaklaşımlar denemişlerdir. Bazı besteciler caz müzikten esinlenmişlerdir.

Yirminci yüzyılda Avrupa ve Amerikan sanat müziğini etkileyen caz müziği, batı müziğinin
armonisi ve formlarının, Afrika’nın ritim ve ezgileriyle birleşmesi sonucu ortaya çıkan ve tüm
dünyayı etkisi altına alan bir müzik türüdür. En önemli özeliği doğaçlama olan caz müziği
sanatçıları arasında, Luis Armstrong, Duke Ellington, Glenn Miller, Dizzy Gillespie ve Miles Davis
yer alır. Caz müziğini Klasik Müzikle birleştiren bestecilerden George Gershwin, Rhapsody in Blue
adlı piyano ve orkestra için tek bölümlü eserinde, Pariste bir Amerikalı adlı senfonik eserinde ve
Porgy ile Bess adlı operasında caz stilini kullanmıştır.

190
Macar besteci Bartok ve Rus besteci Stravinski ulusal müziklerinin ritimlerini ve farklı ölçüleri bir
arada kullanarak canlı ve etkileyici müzikler bestelemişlerdir. Birden fazla armoniyi bir arada
kullanmayan bestecilerin eserlerinde, farklı dizilerin kuralsız şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkan
çok tonluluk ve çok ritimliliğin yanında melodik yapı da değişerek atonal ezgiler yaratılmıştır.

Yirminci yüzyıl bestecilerinin farklı akımların etkisiyle yaptıkları çalışmalar evrensel müziğin
gelişimini etkilemiş, çağdaş müziğin bugünkü görünümünü kazanmasında etkili olmuştur. Yirminci
yüzyıl müziğine yön veren besteciler içinde en önemlilerinden Şostakoviç, Stravinsky, Prokofief ve
Bartok’u sayabiliriz.

EMPRESYONİST BESTECİLER
 Bela Bartok
 Manuel de Falla
 Felippe Pedrell
 Enrique Granados
 Frederick Delius
 Vaughan Williams
 Giacomo Puccini
 Fransız Altıları olarak bilinen George Auric (1899- 1983), Luis Durey (1888-1979), Arthur
Honegger (1892-1955), Darius Milhaud (1892-1974), Francis Poulenc (1899-1963), Germanie
Tailleferre (Jermani Taylefer, (1892-1983)
 Altıların öncüsü sayılan Eric Satie yer alır.

CLAUDE DEBUSSY
Paris’te doğan Claude Debussy yirminci yüzyıl müziğine yön veren en
önemli bestecilerden biridir. Şair ve ressamlar gibi daha zarif ögelerin
müziğe egemen olması gerektiğini savunmuş ve müziğin doğaçtan
bestelenmiş duygusu yaratmasını istemiştir. Debussy “Asıl kural
sanatçının duyuşudur; teori önemli olamaz; işitme temeldir.” diyerek
tonal sistemin sınırlarını zorlamıştır. Birçok farklı formda eser
bestelemiştir. Bunlar arasında Pellas ve Melisande operası, Oyunlar adlı
bale eseri, Bir Pan’ın Öğleden Sonrasına Prelüd, La Mer adlı orkestra
eserleri ve çeşitli piyano parçaları, oda müziği ve koro eserleri
sayılabilir. “Deniz” (The Sea) adlı eseri, denizin dinginliği, fırtınaları,
dalgalarının coşkunluğu ile kulaklarımızın pasını siler niteliktedir.

MAURİCE RAVEL
Klasik geleneğe daha yakın olan Maurice Ravel çağdaşı Debussy ile
birlikte müzik tarihinin ikiz bestecileri olarak anılır. XX. yüzyılın önemli
bestecilerindendir. Özellikle orkestrasyon konusunda çok başarılı olan
Ravel’in en tanınmış eseri Bolero 'dur. Bolero kadar ünlü bir diğer
çalışması, 1922’de Rus besteci Modest Musorgski’nin eseri Bir Sergiden
Resimler adlı piyano eserinin orkestrasyonudur. Uluslararası Telif
Hakları Hukuku'na göre, Ravel'in eserleri 1 Ocak 2008 tarihinde birçok
ülkede kamu malı haline gelmiştir. Opera, bale, orkestra, oda müziği,
piyano eserleri ve şarkıları bulunan Ravel, izlenimci eserlerini orkestra
çalışmalarında vermiştir. Eserleri arasında izlenimci etkileri en çok
yansıtan eseri Su Oyunları’dır.

191
DMİTRİ SHOSTAKOVİCH
Rus besteci piyanist, milletvekili. SSCB Yüksek Sovyet Milletvekili,
Lenin Nişanı sahibidir. 20.yy’ın en önemli senfonilerini yazan besteci,
film müziği, şarkı, caz dahil olmak üzere pek çok türde eserler verdi. 25
Eylül 1906'da Sankt Petersburg'da doğdu. Bestecinin büyükbabası
Polonyalı veteriner Pyotr Sostakovich idi. 1830 Polonya
Ayaklanması'na katılmıştı. Aile daha sonra Ruslaştı. Babası, Dmitry
Boleslavoviç Şostakoviç, Mendeleyev ile birlikte çalışan ünlü bir
kimyacıydı. Annesi Sofya Vasilyeva ise bir piyanistti. Dmitriy
Shostakovich piyano derslerine dokuz yaşındayken başladı. İlk
öğretmeni annesi olmuştu. Bundan sonra profesyonel öğretmenlerden
dersler almaya başladı. İlk bestesi olan Devrim Kurbanlarının Anısına
Cenaze Marşı'nı bu dönemde yaptı. 1919 yılında, henüz 13 yaşındayken
ülkenin en iyi müzik akademisi olarak gösterilen Petrograd Konservatuarı'na başladı. Zor şartlar
altında eğitimine devam ederken zaman zaman öğretmeni Leonid Nikolayev'in evinde derslere
devam etti. Ailenin maddi sorunları oluşmaya başladı. 1922 yılının başlarında babası kötü
beslenmeden dolayı zatüreden öldü. Sofya Vasilevna üç çocuğu ile ortada kaldı. Ancak eğitimine
Alexander Glazunov'un desteğiyle devam etti. Piyanolarını sattılar fakat yeterli olmadığı için ablası
Marya ile birlikte çalışmaya başladı. İlk işi bir sinemada piyano çalmaktı. Bu, besteci kimliğine
büyük katkı sağladı ve doğaçlama yeteneğini geliştirmiş oldu. Bu zaman zarfında vereme yakalandı,
on yıl süreyle bu hastalığın etkisinde kaldı.

192
20.YY'DA
MİMARİ

193
MODERN MİMARLIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ
Giriş
Mimarlık eylemi, en genel şekilde “insan gereksinimlerini barındırmak üzere fiziksel çevrenin
düzenlenmesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu eylem insanın varoluşundan bu yana onunla birlikte
gelişip farklılaşarak günümüze dek ulaşmıştır. Bilindiği gibi, ilkel insanın barındığı mağaralardan
ve yerleşik uygarlığa geçtiğinde oluşturduğu ahşap kulübelerden günümüzün çelik ve cam
gökdelenlerine dek uzanan mimarlık serüveni, tarihöncesi dönemden günümüze kadar olan geniş bir
gelişim sürecini kapsamaktadır.

Bu süreç, her türlü toplumsal değişimden etkilenir. Bazen değişim önce mimarlığın kendisinde
gözlenir, oradan topluma yayılır ve toplumu etkileyip değiştirebilir; bazen de bunun tam tersi olur.
Toplumsal, teknolojik ya da ekonomik gelişmeler mimarlığı etkileyip değiştirebilir. Bu doğal ve
sürekli etkileşim tarihin hemen her döneminde gözlenebilir. Sözgelimi, Ortaçağda skolastik düşünce
biçiminin yüceltilmesi ve dinin toplum üzerindeki yoğun etkileri Gotik katedrallerin ortaya
çıkışında, Rönesansın getirdiği Aydınlanma, sanatın ve mimarinin yüceltilmesinde, Descartes’in
getirdiği rasyonalist düşünce biçimi 17. Yüzyılda pozitif düşüncenin ve teknolojik gelişmelerin
başlamasında ve modernleşmenin temellerinin atılmasında, buharlı makinelerin bulunması, tarım
toplumunun endüstri toplumuna dönüşmesinde ve bu gelişmenin sanatı ve mimariyi de
dönüştürmesinde etkili olmuştur.

Bu etkileşim nedeniyle, Modern Mimarlık konusunda yapılan çalışmalarda, endüstri devrimi ve


onun beraberinde getirdiği yenilikler, mimarlık alanındaki gelişmelere ivme kazandıran, hatta bu
gelişmeleri başlatan bir dönüm noktası olarak ele alınmaktadır. 20. yüzyılda ortaya çıkan modern
mimarlığın doğuşu ve gelişiminin ele alındığı bu çalışmada da öncelikle bu yaklaşımın ortaya
çıkışını hazırlayan gelişmeleri ve modern mimarlığın mimarlık ile ilişkili diğer alanlarla
etkileşimini daha iyi kavrayabilmek için bir adım geriye yani endüstri devrimi dönemine dönülerek
bu dönemin genel profili çizilmeye çalışılmıştır. Daha sonra da 20. yüzyılın ilk yarısında Modern
Mimarlık yelpazesi içinde yer alan faklı yaklaşımlar, düşünsel temelleri ve temel biçimsel
karakteristikleri bakımından ele alınmıştır. Amaç, hızla değişen ve gelişen çağdaş dünyada bu
büyük hız ile uyumlu olarak gelişen mimarlık alanında son yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan
yaklaşımları anımsatmaktır. Her alanda olduğu gibi mimaride de çoğulculuğun belki de doruk
noktasına varıldığı günümüzde kendi konumumuzu daha net görebilmek için yakın geçmişimize
bakmak her zamankinden daha fazla gerekli olabilir.

Endüstri Devrimi ve Modern Mimarlığın Sosyo-Ekonomik Arka Planı

Endüstri devrimi, “teknolojinin, endüstriyel üretimin ve ulaşım olanaklarının gelişmesi ile birlikte
birçok alanda yaşanan köklü değişim” olarak tanımlanmaktadır.

Kırsal alandan kentsel alana doğru yönelen yoğun nüfus akımı, buna hazırlıksız olan kentlerin
düzensiz ve olumsuz bir şekilde gelişmesine yol açar. Kentlerde oluşan kötü yaşam koşullarına
karşı bazı çalışmalar yapılması gerekliliği şehir planlama olgusunun önemini arttırır; 1830-1850
yılları arasında “modern şehircilik” doğar.

Üretimde makinaların kullanılması, beraberinde seri üretim ve standartlaşma kavramını getirir ve


bu durum üretim alanında önemli değişimlere yol açar. Bu değişimler, Avrupa ekonomisinin de
köklü bir biçimde yeniden yapılanmasını doğurur. Üretimde fabrika sisteminin gelişmesi, ekonomik
sistemi tümden değiştirir; bu bir anlamda özerkleşen bir ekonomik sistemdir. Bu gelişmeler, tüm
ticari kısıtlamaların kaldırıldığı, üretim ve ticaretin tümüyle arz-talep ilişkilerine bağlı olduğu yeni
bir ekonomik sistemin habercisidir: üreticinin özçıkarının genel refahın elde edilmesine katkıda
bulunacağı bir ekonomik sistem, en saf biçimiyle kapitalizm .

194
Bu dönemin temelleri; Aydınlanma ve Rönesans dönemine dayanır. Rasyonel düşüncenin
gelişmesi, dini pratik ile toplumsal vicdan, dini yaşam ile sivil yaşam arasındaki bağların
zayıflamasına ve dini otoritenin sivil yaşam üzerindeki etkilerinin azalmasına yol açar. Batı
uygarlığında din dışı (laik) bir toplum yaratılmasının mimarlık alanına etkisi ise mimarlığın üretim
alanının “dini yapılar inşa etme” den uzaklaşmasına ve bu alana yeni yapı türlerinin dahil
edilmesine yol açar. Bunlar, barınma sorununu çözecek yeni konut tiplerinin yanı sıra, topluluklara
kamusal hizmet sunabilecek borsa, adliye, mahkeme salonu, müze, sanat galerisi, büyük mağaza
gibi yapı tipleridir.

Diğer yandan, endüstrinin ve bununla birlikte teknolojinin çok büyük bir hızla gelişmesi, 19.
yüzyılın sonlarından başlayarak özellikle de 20. yüzyılda en temel üretim ve yaratı alanının giderek
felsefe ve sanattan teknolojiye doğru kaymasına neden olur. 19. yüzyılda makinelerin
çalıştırılmasında ve özellikle demiryollarında buhar gücü kullanılmaya başlanır; elde edilen ürünler
yeni enerji kaynaklarını beraberinde getirir. Yüzyılın ortalarına doğru gelindiğinde bilim ve
teknoloji alandaki gelişmeler iyice hızlanır. Nükleer enerji gündeme gelir; kimya alanındaki
gelişmeler, yeni endüstri dallarının ortaya çıkmasına yol açar. Yaklaşık 4000 yıldır kullanılan fakat
bilimsel anlamda ilk kez bu dönemde kompoze edilen metal malzeme, bu dönemde yeni ürünlerin
en önemlilerinden biridir. Diğer yandan, yapı üretiminde yeni yapı malzemelerinin kullanılması
yanında yeni yapım yöntemleri de gelişir ve bu durum mimarlık dünyasında önemli yeniliklerin
ortaya çıkmasına neden olur; modern mimarlığın temelleri bu dönemde atılır.

Endüstri Devriminin Mimarlık Alanına Etkileri

Endüstri Devrimini izleyen dönemde gerçekleşen sosyo-ekonomik gelişmeler, mimari üretim


alanını derinden etkileyecek, bir yandan yeni yapı tiplerinin, diğer yandan yeni bir mekan ve biçim
üretme anlayışının ortaya çıkmasına yol açacaktır.

19. yüzyılda yapı üretiminde yeni yapı malzemeleri ve yapım yöntemlerinin kullanılması ve
ülkeler arasında teknoloji alanında yaşanan rekabet, mimarlık dünyasının gündemine “fuar yapıları”
adı verilen yeni bir yapı tipinin girmesine yol açar. 1851 yılında Londra’da açılan ilk dünya
fuarında İngiltere’yi temsil eden Kristal Saray (Crystal Palace), ilk kez dökme demir ve camın
birlikte yapı malzemesi olarak kullanıldığı. 70000 m2 lik bir alanı kaplayan, 16 hafta gibi kısa bir
sürede yapılan ve modern mimarinin ilk yapısıdır (Resim 1). Bu yapı ile birlikte, iç mekan-dış
mekan arasındaki kalın duvarlar ortadan kalkar ve böylece iç mekanın her türlü ağırlıktan
kurtulması sağlanır; bu da yeni bir mekan anlayışının öncüsüdür.

Resim 1 Crystal Palace Resim, Joseph Paxton.

195
İlkinden sonraki en önemli dünya sergisi, 1889’da Paris’te açılan 5. dünya sergisidir. Bu sergi
Fransız Devrimi’ nin 100 yıl kutlamaları için yapılmıştır. Bu sergide mühendis Gustave Eiffel
tarafından Fransa ve Paris için bir simge oluşturmak üzere inşa edilen Eiffel Kulesi(Resim 2) ve
Fransa’yı temsil eden Makineler Galerisi, (Galerie desMachines)(Resim 3), teknolojinin mimari
biçimi yönlendirdiği yapı örnekleridir.

Resim 2 Eiffel Kulesi

Eiffel Kulesi, tamamıyla demirden yapılmış olan bu yapının yüksekliği 324,8 metredir. Üç adet
seyir terası mevcuttur. Kule 3000 işçinin çalışması ile 25 ayda 10000 ton demir kullanılarak bir
araya getirilmiştir. Eiffel Kulesi, büyük bir özveri ile yapılan ve yapı bittikten sonra ise halkın,
sanatçıların ve mimarların çok büyük eleştirilerine maruz kalmıştır. Kuleyi kimse beğenmemiş bir
demir yığını olarak şehrin ortasında korkunç bir görüntüye neden olduğunu söylemekteymişler. Bu
denli yoğun eleştiri sonrasında kule hakkında yıkılma kararı verilir. Ancak son anda kuleyi telgraf
anteni olarak kullanma kararı alınır ve kule yıkılmaktan kurtulur.

196
Kristal Saray’ın gündeme getirdiği yapım anlayışı, daha sonraki yıllarda Amerika’da kendini
gösterir. Chicago Okulu akımı ile birlikte yapımında çelik, betonarme ve cam gibi yeni
malzemelerin kullanıldığı çok katlı yapılar inşa edilir. 1857’de buharlı asansörün, 1870’te hidrolik
asansörün ve 1887’de elektrikli asansörün yapılarda kullanılmaya başlanması, çok katlı yapıların
üretim sürecini hızlandırır. Böylece, yeni malzemeler ve yapım yöntemleri mimarlık alanında tam
anlamıyla kullanılmaya başlanır; bu yenilikler 20.yüzyıl mimarlığında kaynağını gelişen endüstri ve
yeni malzemeler/yapım yöntemlerinden alan pek çok yeni yaklaşımın ortaya çıkmasına ortam
hazırlar.

Bu dönemde ortaya çıkan teknoloji temelli biçim arayışları, sanat ve mimarlık alanlarında
gündeme gelecek bazı yeni akımların da habercisidir. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Arts and
Crafts (Sanatlar ve Zanaatlar) ve Art Nouveau (Yeni Sanat) yaklaşımları, sanat ve mimariyi klasik
üsluplardan arındırmayı amaçlayan bir tutumun ortaya çıkmasına ve gelişmesine neden olurlar.
Özellikle Art Nouveau, endüstri devriminin yaşandığı dönemde teknolojik gelişmelere ayak
uyduramayarak seçmeci(eklektik) ve yeniden diriltmeci (revivalist) yaklaşımlarla (tarihsel üsluplara
atıfta bulunularak) üretilen yapıların yerini giderek daha yalın ve doğadaki biçimlerden
esinlenilerek tasarlanmış yapılara bırakmasına neden olur (Resim 3, Resim 4).

Resim 3. Hotel Tassel Foyer, Victor Horta. Resim 4.


Casa Mila, Antonio Gaudi, 1905-1910, Barcelona

197
Yeni Bir Mimarlığa Doğru :Modern Mimarlığın Doğuşu

Yukarıda anlatılan gelişmeler, mimarlıkta giderek daha yalın, tarih, gelenek ve üslupların
belirleyiciliğinden uzak bir biçimsel dilin yerleşmesine, yaygın olarak kabul görmesine ve bunun
sonucunda “Modern Mimarlık” adı verilen yeni bir yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Ancak, burada öncelikle “modern” kelimesinin anlamına, işaret ettiği kavramlara ve ortaya çıktığı
dönem ile ilgili farklı görüşlere değinmek yerinde olacaktır.

19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan çağdaş ve yalın mimari anlayış, 20. yüzyıla gelindiğinde
mimaride ve plastik sanatlarda hızla gelişmeye ve yayılmaya başlar. Mimaride Adolf Loos, Tony
Garnier ve Auguste Perret, Art Nouveau’daki yalınlaşma yaklaşımını geliştirerek belli noktalarda
Art Nouveau ile çakışan, belli noktalarda da ondan tümüyle ayrılan Erken Modernizmin temellerini
atarlar. Özellikle Adolf Loos, “Kültürün evrimi kullanıma dönük nesnelerin süslemeden
arındırılması ile eş anlamlıdır” ve “süsleme suçtur” diyerek yapının simgesel değerini reddeder ve
yapıyı minimum maliyetle ekonomik olarak yapmak gerektiğini, ekonomik yapının da aynı
zamanda topluma hitap ettiğini belirtir. Peter Behrens’in AEG Fabrikası, (Resim 5) Adolf Loos’un ,
1903 te inşa ettiği Viyana’da Apartman yapısı (Resim 6) bu dönemin mimari yaklaşımını yansıtan
yapı örnekleridir.

Resim 5. AEG Fabrikası, Peter Behrens, Berlin, 1909.

198
Resim 6. Viyana’da Apartman, Adolf Loos, 1903.

Erken Modernizmin önemli temsilcilerinden biri olan Auguste Perret’nin çalışmaları, Modern
Mimarlığın gelişimine zemin hazırlayan gelişmelerden biridir. Perret, Paris’te inşa ettiği Franklin
Caddesi Apartmanında betonarmeyi kullanır ve böylece betonarmenin çağdaş kullanım olanakları
mimarlık dünyasının gündemine dahil olur. Bu yapıda Erken Modernizmi tanımlayan özellikler
kolayca görülebilir: Cephede iç ve dış mekan ilişkisi kurulur, dış mekan içe, iç mekan da dışarıya
cephedeki kitlesel hareketlerle alınır (Resim 7). Planda ise ince betonarme kolonlarla oluşturulan
serbest ve esnek bir yaklaşım dikkat çeker.

Resim 7. Franklin Caddesi Apartmanı, Auguste Perret, Paris, 1903.

199
Bu yaklaşımlar, endüstri öncesi dönemde sanat ve mimarlıkta hakim olan üslup egemenliğine son
verme konusunda birleşen önemli tepkiler olarak değerlendirilebilir. Özellikle Erken Modernizm,
20. yüzyılın ilk yarısı boyunca mimarlık dünyasını etkisi altında bulunduracak olan Modern
Mimarlığın gelişimini hazırlayan cesur ve bir o kadar da deneysel nitelikte çalışmaları ortaya
koyması bakımından önem taşır.

Dönemin Sanat Akımları ve Modern Mimarlık ile Etkileşimi

Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan sosyo-ekonomik gelişmelerin mimarlık kadar dönemin
sanat ortamını da etkilemesi ve bu alanda da önemli değişikliklere yol açması kaçınılmazdır.

20. yüzyılda bir yandan mimarlıkta yalın bir tasarım ve cephe dili önem kazanırken, bir yandan da
mimarlıkla yakın ilişki içinde olan resim sanatında yalın ve soyut bir yaklaşım etkin olmaya başlar.
Bu dönemde sanatta çağın karakteristiği, görünen ve herkesçe bilinen şeyleri değil, görünmeyeni ve
herkese, zaman ve yere göre değişeni, görünenin ötesini, soyut olanı yalın bir şekilde anlatmaktır.
Sanat dallarında ortaya çıkan bu değişim, Einstein’in ünlü “Rölativite (zamanda görecelik) Teorisi”
ile ilişkilendirilir.

Bu dönemde ortaya çıkan kübist resim akımında, aynı nesnenin farklı zamanlardaki görünümleri
üst üste çizilerek zaman ve mekanın göreceliği ve değişkenliği vurgulanır; bu sırada saf geometrik
formlar (küp, küre, koni, vb.) kullanılır. Kübizm, cismin parçalara ayrılması ve yeniden değişik bir
yorumla bir araya getirilmesi ilkesine dayanır. (Resim 8) Resimdeki kübizmin temel ilkeleri olan
asimetri, şeffaflık, hacimsel iç içe geçmeler (farklı geometrileri üst üste, iç içe kullanma eğilimi),
soyut ve öze ilişkin düşünceleri yalın geometrilerle ifade etme yaklaşımı ve yapının algılanmasında
zaman boyutunun (4. boyutun) devreye girişi gibi konular, mimariye daha sonraki dönemde
kapsamlı bir biçimde aktarılacaktır.

Resim 8. Üç Müzisyen, Picasso,1921

200
Neo Plastisizm (Yeni Plastikçilik) ya da De Stijl olarak bilinen mimari yaklaşım, kübist resmin
ilkeleriyle yakından ilişkilidir. De Stijl’de mimari tasarımı bazı kurallarla düzenlemek amaçlanır ve
bu yaklaşım “Yeni Mimarlık” olarak adlandırılır. Yeni mimarlıkta mekan birimleri bir küpün
merkezinden merkezkaç kuvvetiyle fırlayan parçalar şeklinde vurgulanmalı, böylece geleneksel
kutu parçalanarak farklı yükseklik, boyut ve konumlara sahip kitlelerin oluşturduğu bir mimari ürün
ortaya çıkmalıdır. Bu yaklaşım, dinamik, özgün ve mutlak soyutlamaya ulaşan bir tasarım
anlayışıdır. Yeni mimarlık, anıtsal ve simetrik olmayan, ekonomik, işlevsel, üslup taklitçiliği ve
bağlayıcılığından uzak mimari biçimler önermiş ve böylece modern mimarinin ana hatlarını
belirlemiştir.

Gerrit Rietveld’in Utretch’deki Shröder Evi (Resim 9 ), De Stijl’in sembolü olarak bilinir. Bu evin
dış görünüşü, “bir Mondrian resminin (Resim 10) mimari açıdan ifade edilmesi” olarak tanımlanır.
Frank Lloyd Wright’ın Şelale Evi (Resim 11) de De Stijl’de ortaya konulan tasarım ilkelerini
yansıtan bir örnektir.

Resim 9. Schröder Evi, Gerrit Rietveld, 1924. Resim 10. Kompozisyon, Piet Mondriaan, 1921.

201
Resim 11 Şelale Evi, Frank Lloyd Wright, Pennsylvania, 1934

Bu dönemde sanat ve mimarlık alanında ortaya çıkan ve özünde modern öncesi dönemin sanat ve
mimarlık anlayışına karşı hatırı sayılır bir tepki barındıran diğer önemli yaklaşımlar, Fütürizm ve
Konstrüktivizmdir. Bu iki yaklaşım, ileride modern mimarlığın gelişimine önemli katkılarda
bulunacaklardır.

Makineleşmenin simgesi olan hız ve devinim, Fütürizmin çıkış noktasıdır. Üsluplar, tarihsel
süreklilik ve süsleme yadsınarak mimari biçimlenmede çağdaş formların kullanılması gerekliliği
üzerinde durulur . Bu yaklaşımda zamanın akışının mekanın da sürekli akışını, dinamizmini, farklı
kotlarda diğer mekanlarla çakışmasını gerektirdiği vurgulanır. Mimaride konutu büyük bir makine,
asansörleri yapı yüzeyindeki dev solucanlar gibi gören, trafiği ise farklı kotlarda metal malzemeden
düzenlenmiş yaya yolları ve yürüyen merdivenlerle çözmeyi öneren Fütürizm, modern sanat ve
mimarlık anlayışına farklı ve ilerici bir boyut kazandırmıştır (Resim 12).

Resim 12

202
Konstrüktivizm ise, Fütürizmde olduğu gibi sanatta taklitçiliği reddeden, sanatsal üretimde çağın
karakteristiği olan zaman ve mekan kavramlarının ön plana çıkartılmasını savunan ve sanatın
gündelik yaşam ile bütünleşmesini öngören bir tavırdır. Dönemin devrimci Rusya’sından da güç
alan bu yaklaşımda, her türlü süsleme yapıdan uzaklaştırılarak işlevlere göre biçimlenen ve rasyonel
bir şekilde tasarlanan strüktürel öğeler, birer estetik ifade aracı olarak kullanılırlar(Resim 13)

Resim 13

Modern Mimarlığın Klasik Dönemi ve Uluslararası Üslubun Doğuşu

Modern mimarlığı hazırlayan gelişmeler, 20. yüzyılda etkilerini arttırarak sürdürür. 20.yüzyılın
başlarında Werkbund’da, daha sonraları Bauhaus’ta örgütlenen modern hareket, manifestoları,
ürünleri ve bildirileri ile mimarlık pratiğini etkilemeye başlar. 1919 yılında Almanya’da kurulan ve
tasarımı endüstrileşmenin getirdiği olanaklarla bütünleştirmeyi amaçlayan Bauhaus’un
kurucularından Gropius’a göre, plastik sanatlar ile endüstriyel eylemler birbirine yaklaşması
gereken iki karşıt kutup gibidir. Bu nedenle Gropius, Bauhaus’ta bütün plastik sanat ve
zanaatlerinaynı çatı altında toplanması, teknik-sanat birlikteliğinin sağlanabilmesi ve bunu
gerçekleştirecek elemanların yetiştirilebilmesi hedeflenir. Çağın modern insanı için çağa uygun
modern bir konut gerekmekte, Bauhaus’ta da çağdaş konutun yaratılmasına yönelik çalışmalar
yapılmaktadır. Gropius, yapı üretiminde standartlaşmayı ve rasyonelleşmeyi, standardizasyonun
konut yapımı alanına sistemli bir şekilde uygulanmasının büyük bir ekonomi sağlayacağını,
asyonelleşmenin de beraberinde ekonominin yanında yüksek bir yaşam standardı getireceğini
vurgulayarak yüzyıl boyunca mimari üretimde hakim olacak tutumu belirleyecektir.

Bir tasarım yöntemi olmayı amaçlayan Bauhaus, Gropius’un “biz bir üslup yaratmak isteğinde
değiliz” deyişine karşın zamanla 20. yüzyılın ilk yarısını etkileyen bir üslup haline gelir. Gropius’un
ilkeleri olan tasarımda basit geometrik formların kullanılması, şerit pencereler ile doğaya hakim
olma isteği, geniş cam yüzeyler ile iç ve dış mekan arasında görsel bir bağ kurma hedefi,
fonksiyonel mekan düzeni, dışarıdan belirgin olmayan konstrüksiyon ve beyaz dış cephe gibi
unsurlar, bu üslubun belirgin özellikleridir. Bauhaus, tasarım alanında yalnız Almanya’yı değil
bütün Avrupa’yı etkisi altına alacak ve Uluslararası Üslubun doğuşuna uygun ortamı

203
hazırlayacaktır. Uluslararası Üslup, Modern Mimarlığın klasik dönemidir. Endüstri devriminden bu
yana ulaşılması hedeflenen Modern Mimarlığın idealleri, bu yaklaşımla birlikte mimarlık
düşüncesinde tam anlamıyla hakim olur. Mimarlıkta sık sık vurgulanan teknolojinin egemenliği,
kullanılan yalın geometriler aracılığıyla sağlanacak mutlak soyutlama, biçimde sadelik ve mekanda
işlevsellik arayışları, bu dönemde rasyonel ve pürist bir mimarlık anlayışının yerleşmesini
sağlayacaktır. Amaç, kalıcı olan ve evrensel estetik değerler içeren bir mimarlık anlayışı ortaya
koymaktır.

Le Corbusier ve Mies van der Rohe, Uluslararası Üslubun önemli temsilcileri olarak kabul
edilirler. (Resim 14) Modern Mimarlıktan söz edildiğinde akla öncelikle bu iki ismin gelmesi de bu
yaklaşımın modern mimarinin ulaştığı doruk noktası olmasından kaynaklanır. Böylece modern
mimarlığın estetik değerleri olan betonarme iskelet sistem, serbest plan ve cephe düzeni, yatay
pencere ve çatı bahçesi ilkeleri ortaya konmuş olur.

Resim 14 Villa Savoye, Le Corbusier, 1929-1931.

Mies van der Rohe ise, rasyonel bir mimari anlayış geliştirir. İşlevsel çözümleri ve ayrıntıları çok
fazla önemseyerek yapılarında saf geometriler ve ayrıntıların kusursuzluğuyla tam bir yetkinliğe
ulaşmayı amaçlar. Tasarımlarında disiplin, sadelik, mükemmellik, düzen ve evrensel bir mimari dil
oluşturma hedefi göze çarpar. Ayrıca, “binaların hizmet ettiği amaçlar sürekli değişmektedir, fakat
bu nedenle binaları yıkamayız. Bu nedenle içine işlevleri yerleştirebileceğimiz pratik ve ekonomik
binalar inşa etmeliyiz” diyerek modern mimarlığın “kalıcı olma” ve “zamanla değişen kullanım
biçimlerine uyabilme özelliği olan (esnek) mekanlar yaratma” düşüncesini vurgular. Yapılarında
basit geometrik formlar kullanır ve evrensel (her yere uyabilen) mimari çözümler arar. Farnswort
Evi’nde (Resim 15) Mies, geleneksel “ev” i tuvalet-banyo hacmi dışında kapalı odaya sahip
olmayan bir “cam prizma”ya, saf bir tümel mekana indirger.
Modern Mimarlık tarihinin en önemli yapıtlarından biri olan Barselona Pavyonu’nda (Resim 16)
ise yine Mies’in geliştirdiği “tümel mekan” anlayışı hakimdir. Bu anlayış, iç mekanda geleneksel
“oda” kavramını yadsır ve iç-dış mekan arasındaki görsel engelleri ortadan kaldırmayı amaçlar.
Mekan hiçbir strüktürel öğe tarafından koşullandırılmaksızın, nötr bir uzay parçası olarak uzanır ve
kapatıcı olmaktan çok perdeleyici işlevi gören pano benzeri öğelere ancak parçalanır.

204
Resim 15 Farnsworth Evi, Mies van der Rohe, 1950.

Resim 16 Barselona Pavyonu, Mies van der Rohe, 1928-1929.

Görüldüğü gibi, 19. yüzyılda endüstri devrimi ile başlayan gelişmeler, mimarlık dünyasında
önemli bir eşik noktası oluşturmuş, mimarlık düşüncesinde tarihsel, yerel ve kültürel referanslardan
arınmış, çağın gereklilik ve koşullarına uygun rasyonel bir tutumun yerleşmesini sağlamıştır.
Ancak, ilk dönemlerinde tarihsel üslupların egemenliğinden arınmayı hedefleyen Modern Mimarlık,
zamanla kendisi bir üslup olmaya başladığı gerekçesiyle sorgulanmaya başlanır.

Daha sonraki yıllarda modern mimarlığa yöneltilen eleştiriler, 1960’lı yıllarda yeni bir mimari
yaklaşımın, yeniden geçmişin mimari üsluplarına ve biçimsel repertuarına dönmeyi amaçlayan
Postmodern Mimarlığın ortaya çıkmasına ortam hazırlayacaktır.

205
POSTMODERNİZM
Kelime anlamı olarak modernden sonrası anlamına gelen postmodernizmin çıkışı ikinci dünya
savası sonrasıdır.İkinci dünya savasının yarattıgı yıkım karşısında dehşete düşen sanatçılar bundan
sonra Marx ve Freud'un yöntemleriyle, kuramlarıyla güzel ve iyi bir dünya yaratılamayacağını, bu
kuramların artık bir anlamı kalmadığını düşünürler ve kendilerince bir kuralsızlık yaratırlar. Bu
durum sanat eserlerinde de yansır. Modern; sanatı toplum için yapar. Postmodern; sanatı sanat için
yapar.
Postmodern mimari Postmodern teoriye gözle görülür bir kanıt oluşturmaktadır. Postmodern
binalar:
*yerel geleneklere,
*popüler kültüre,
*Uluslararası Modernizm’e,
*yüksek teknolojiye aynı anda göndermede bulunabilir, ama bu unsurlardan birini belirleyici hale
getirmez.
Postmodernizm, modernist mutlak mitinin yerine, geçmiş ile bugün arasında aktif bir diyalog
kuran eklektizmi koyar. Stilleri ve referansları ironik bir şekilde karıştırmak radikal eklektizmdir.
Philip Johnson ve Robert Venturi’nin eserleri radikal eklektizm örnekleridir.
Modernist ideolojiye karşı, anlamların asla mutlak veya evrensel olmadığını gösterir.
Postmodernistler’e göre, evrensel estetik doğrular olduğu fikri ayrıcalıklı bir sosyal grubun
iddiasıdır. Saflık, ilerleme ve güzellik hakkındaki fikirler nötr olmaktan çok uzaktır; bunlar tarihsel
ve politik güç pozisyonları için birer kılıftır.
Postmodern mimaride sık rastlanan aynalı gökdelenler, panorama-asansörler ile bakış, durulan
yerden bağımsızlaştığı için, özne-merkezcilik ortadan kalkmış olur.
Binalarda kullanılan en soğuk iki malzeme çelik ve cam, doğayı yapıya taşır.
Postmodern kent anlayışı, geleneksel kenti, tarihsel kent dokusunu yaşatmayı amaçlar.
Postmodern mimaride biçimler nedensiz ve keyfidir.
Neredeyse toplam mimar sayısına eşit miktarda Postmodern mimari dil ortaya çıkmıştır.
Mimaride oyun unsuru da gözetilmiştir: Tek köşesi üzerinde duruyormuş gibi gözüken, doğa
yasalarını hiçe sayan aykırı yapılar da inşa edilmiştir.
Hiçbir şeyi tutmayan sütunlar, mermer efektleri, pleksiglas, aynalar, gizlenmemiş kirişler, dış
cephesinde çevresindeki şekilleri yansıtan binalar yeni mimari kurallara dönüşmüştür.
Yeni olduğu halde eski gibi görünen binalar Postmoderndir.
Postmodernler için stil her şeydir. Stil onlar için, yalnızca bir görüntü değildir, bir tavırdır.

206
Philip Johnson (1906-2005) ve John Burgee (1933-) tarafından tasarlanan New York’taki A.T.&T. binası, en
iyi bilinen Postmodernist binalardan biridir. Bina, yüksek Uluslararası Tarzın tipik bir örneği olarak
görünen gövdenin üzerine kırık Klasik bir alınlık iliştirerek antik ve modern mimariyi harmanlamıştır.

207
20.YY'DA
TİYATRO

208
Genel Bakış
20. yy; tüm sanat dallarında olduğu gibi tiyatroda da köklü değişikliklere sahne olan bir
dönemdir. Dönem boyu tiyatral kültürün kuralları baştan aşağı sorgulanarak çeşitli şekillerde revize
edilmiştir ve bunun sonucunda yepyeni tiyatro türleri ve kurumları ortaya çıkmıştır. Dönem
boyunca tiyatroya damgasını vuran başlıca sanat akımları modernizm, espresyonizm ve
empresyonizm olmuştur. Dönem ayrıca politik tiyatronun ve benzeri deneysel tiyatro türlerinin
yükselişini görmüştür; fakat aynı zamanda halihazırda kullanılmakta olan natüralist ve realist tiyatro
üslupları da dönem boyu kullanıma ve gelişime devam etmiştir.

Tiyatronun sanat dünyasındaki konumu dönem boyu, özellikle 19. yy'da bulunduğu alay
konusu haline kıyasla fazlasıyla yükselmiştir. Fakat film başta olmak üzere yeni medya türlerinin
yaygınlaşması ve ulaşılabilirliği, tiyatronun kültürel alanda her zamankinden daha küçük çapta bir
rol almasına sebebiyet vermiştir. Bu değişiklik; dönem tiyatrocularını toplum ile yeniden
kaynaşmak amacıyla yeni yollar denemeye teşvik etmiştir. Bu amaç doğrultusunda ortaya atılmış
fikirler ve deneysel tiyatroculuk tarihi bütünü, tiyatronun modern tarihini oluşturmaktadır.

Cinsiyet teorisi ve postmodern felsefe gibi alanlardaki gelişmeler, 20.yy tiyatrosuna ele
alacak, keşfedecek ve işleyecek yeni ve güncel konular ve temalar vermiştir. Kimi zaman dördüncü
duvarı yıkma yoluna giden veya meta-tiyatral olan bu performanslar, toplum hakkında soru
işaretleri oluşturmak adına seyircilerin algısını ve varsayımlarını sorgulamalarına sebebiyet vermeyi
amaçlamıştır. Bu etkili ve kışkırtıcı yeni tiyatro üslubu, 20.yy'ın son 20 yılını karakterize eder hale
gelmiştir.

Bu akım 20.yy'ın başları süresince Avrupa ve Kuzey Amerika'da gelişmiş olsa da, sonraki 50
yıl Batı-dışı tiyatro türlerinin benimsenmesinde etkili olmuştur. İmparatorlukların dağılması ve
postkolonyalizm eşliğinde gelişim gösteren bu dönem, pek çok yeni sanatçının kendi kültür ve
toplumlarından öğeleri tiyatroya kazandırmasına ön ayak olmuş ve çeşitlilik dolu bir dünya
tiyatrosu yaratmıştır.

20.yy'a Damga Vuran Sanat Akımları


*Realizm

Realizm, elde olan konuyu veya temayı gerçeğe uygun ve doğrucu bir şekilde aktarmayı
hedefleyen, sanatsal abartılara ve güzellemelere yer vermemeyi prensip benimseyen, egzotik ve
doğaüstü öğelerden kaçınan bir sanat akımıdır. Bu yüzyıl içerisindeki tiyatrocuların çoğu, realizmi
sosyal ve felsefi mesajlar vermek ve günlük hayatın barındırdığı problemlere odaklanmak amacıyla
kullanmıştır.

Realist sanatçılar Sigmund Freud, Charles Darwin ve benzeri düşünürlerin fikirlerinden


etkilenerek tiyatroya psikolojik temelli bir bakış açısı kazandırmış ve bunu oyunlarında, sahnede
yer alan karakterlerin iç boyutları ve dünyalarını vurgulayarak sergilemişlerdir. Bu psikolojik
derinliğe yönelim, dönem tiyatrosunun hem oynanışı, hem yazımı hem de sahne dizayn ve
dekorasyonunda gözlemlenebilir.

Rus tiyatro yazarı Ivan Turgenev, Alexander Ostrovsky ve Leo Tolstoy'un yapıtlarıyla
başlayan realizm akımı, 19.yy'da Fransa'da Emile Zola ve Norveç'de Henrki Ibsen sayesinde
Avrupa'ya yayılmaya başlamış ve 20.yy'a varıldığında Britanya ve Kuzey Amerika'daki tiyatro
kültürünün bir yapıtaşı haline gelmiştir.

209
*Modernizm

Modernizm, geleneksel sanat formlarından bilinçli olarak kopmayı hedefleyen, Avrupa


kökenli bir sanat akımıdır. Modernizm, 20.yy'da yaşanmış küresel kültürel hassasiyet kaymasını
simgeler ve ortaya çıkış nedenleri genellikle I. Dünya Savaşı'na bağlanır.

İlk ortaya çıktığında, modernist tiyatro; 1880ler'de Emile Zola'nın savunduğu natüralist
prensiplerin gerçekleştirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Fakat, natüralizme karşı ortaya çıkan toplu
tepki, tiyatroyu bambaşka bir yöne sürüklemiştir. Sembolizm akımından büyük destek alan
modernizm; şiir, müzik, resim ve dans gibi pek çok sanat dalını tiyatroya entegre edip ahenkli bir
birleşim yaratma amacı gütmüştür. Birbirine zıt görülebilecek bu iki farklı yaklaşım da
“Modernizm” tanımı içine girmektedir.

*Politik Tiyatro

Politik tiyatro, doğayı ve tiyatronun işlevini; tiyatro seyircilerini, toplumu ve bu ikisinin


tiyatro ile etkileşmini baz alarak baştan düşünen, nispeten yeni bir sanatsal harekettir. Politik tiyatro,
tiyatral kültürü akademik yönde geliştirmiş ve yepyeni rol yapma, yazım ve sahneleme teorileri
ortaya çıkmasını sağlamıştır.

*Popüler Tiyatro

20.yy'ın başlarında pek çok insan tiyatroyu “fazla popüler bir şey” olarak görmekteydi.
Yüzyılın ilk kısımlarında ortaya çıkmış sanatsal reformcular, sıklıkla tiyatroların küçültülmesini
amaçlayan çalışmalar yapmış ve tiyatroyu küçülterek belli teknikleri seçilmiş seyirci kitlelerinde
sergilemeyi hedeflemiştir. Fakat tiyatro yapısındaki bu küçülmeye ve bölünmeye ön ayak olmuş
sanatçılar kendilerini “halkın gerçek tiyatrosu”na ev sahipliği yaparcasına hayal etmişler ve kendi
tiyatrolarının halk için olduğuna inanmışlardır.

Sahnesinde proskenyon kemeri bile bulundurmayan bu tiyatrolar, Antik Yunan tiyatrosu


anlayışından ve Nietzsche'den fazlasıyla esinlenen bu tiyatrolar, derin ve mest edici, adeta ritüel
etkisi uyandıran ve müzik ile hareket içeren bir tecrübe yaratmayı amaçlamışlardır. Sonrasında
Vsevolod Meyerhold ve Bertolt Brecht gibi tiyatrocular, bu tiyatroları modernizm ile halk
arasındaki “körfez”i birleştiren bir köprü olarak kullanmışlardır.

*Müzikal Tiyatro

Popüler tiyatroların kuruluşu ile yükseliş gösteren müzikal tiyatro, pek çok farklı sanat
anlayışı ve türe ev sahipliği yapmış ve değişken boyutlarda da olsa ticari başarı elde etmiştir. Ticari
başarı elde etmiş oyunlar ve periyodlarından bazıları;

*İngiliz Edwardian müzikal komedileri (1892-1917)


*New York'daki Prenses Tiyatroları (1913-1923)
*Popüler Amerikan müzikal tiyatroları (1916-1959)

210
şeklinde sıralanabilir.

20.yy'ın 2. yarısı, yeni yaratıcı yeteneklerin ortaya çıkışıyla, müzikal tiyatrolar büyük
kitleleri kendisine çekmiştir. Bu yeni yetenekler ve oyunlarından bazıları;

*Stephen Sondheim (1930--);


-West Side Story (1957)
-A Funny Thing Happened on the Way to the Forum (1962)
-A Little Night Music (1973)
-Sweeney Todd (1979)

*Andrew Lloyd Webber (1948--)


-Evita (1978)
-Cats (1981)
-The Phantom of the Opera (1986)

*Claude-Michel Schönberg (1944--) ve Alain Boublil (1941--)


-Les Misérables/Sefiller müzikali (1980)
-Miss Saigon (1989)

*Postmodern Tiyatro
Post-modern tiyatro, dünya tiyatrosunda henüz yeni oluşmakta olan bir akımdır. 20.yy'ın
ortalarında Avrupa'da ortaya çıkan “postmodern felsefe” pek çok sanat dalında olduğu gibi tiyatroda
da yeni fikirler ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Post-modern felsefe ve sanat dalları,
modernizm'e tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Çoğu post-modern tiyatro, “mutlak bir doğrunun imkansızlığı, muğlaklığı ve ulaşılmazlığı”


etrafında şekillenir ve seyirciyi böyle bir arayışa çıkmaktan ziyade, kendi bireysel sonuç ve
anlayışlarına ulaşması amacıyla cesaretlendirir.

Dolayısıyla post-modern tiyatronun cevaplar tedarik etmekten ziyade sorular sordurmak


amacı güttüğü gözlemlenebilir.

*Global(Küresel) Tiyatro
20.yy'ın başlarında, Avrupalı seyirciler küreselleşmenin etkisiyle Japon ve Çin tiyatral
dünyasının egzotik oyunlarına tanıklık etme fırsatı bulmuşlardır. Bu fırsat, pek çok Avrupalı
tiyatrocuyu, bu kültürlerin oyunlarını yorumlamak ve sahnelemek konusunda teşvik etmiştir. Bertolt
Brecht'in “yabancılaşma” etkisi fikrini desteklemek ve oyunlarında sergilemek için yaptığı Çin
operası adaptasyonu bunun en büyük örneklerindendir.

Batı dışından gelen oyunların 20.yy tiyatro kültürüne etkisi, büyük ölçüde tiyatrodaki yeni
gelişmelerin yapıtaşı ve olmazsa olmazı olmuştur. Fakat, 1960 ve 70ler'de postkolonyal teorinin
ortaya çıkışı, küresel tiyatro kültürünü tam anlamıyla tetiklemiş tüm dünyada muazzam büyüklükte
bir tiyatro akımı ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu küresel hareketlilik, tarihte ilk kez, küresel bir
tiyatro kültürünün oluşmasını sağlamıştır.

211
*Deneysel Tiyatro
Deneysel tiyatro, 19.yy'ın sonlarında doğmuş olan; fakat günümüzde sıklıkla sergilenmeye
başlamış bir tiyatro üslubudur. Deneysel tiyatro, hem çağın kültürel yapısını, hem de yaygınlıkla
kabul gören yazım ve oyunculuk yöntemlerini reddeder ve bunların yerine yeni yöntemler dener.
Zamanla “deneysel tiyatro” terimi pek çok değişikliğe tabii olmuştur ve yıllar önce deneysel kabul
edilen pek çok yöntem bugün pek çok tiyatroda kullanılmaktadır.

Diğer deneysel sanat türleri gibi, deneysel tiyatro da kültürel kriz algısının bir tepkisi olarak
doğmuştur. Barındırdığı tüm politik ve resmi yöntem ve yaklaşımların aksine, tüm deneysel
tiyatrolar burjuvaziye karşı çıkmaktadır. Deneysel tiyatro, yeni ve farklı bir dil ve beden dili
kullanarak tiyatroya olan algıyı değiştirmeyi ve seyirciyle daha farklı, daha aktif bir bağ kurmayı
amaçlar.

Deneysel tiyatronun en temel ilkelerinden biri Peter Brook'un sözü ile tanımlanabilir; “Aktör
ile seyirci arasında sadece pratik bir fark bulunan, temel bir fark bulunmayan, gerekli bir tiyatro.”

Deneysel tiyatronun en büyük temsilcilerinden biri Bertolt Brecht, oyunlarında “dördüncü


duvar”ı yıkmayı, seyircilere doğrudan sorular sormayı ve onlara cevap vermemeyi, cevabı kendileri
bulmaya teşvik etmeyi amaçlamıştır. Augusto Boal, seyircilerinin doğrudan gerçekleşen aksiyonlara
tepki vermesini istemiştir. Antonin Artaud ise onları bilinçaltı boyutunda etkilemeyi hedeflemiştir.

Kısacası deneysel tiyatro, seyirciyi oyuna dahil etmeyi amaçlamış, tiyatronun nerede ve
nasıl yapılacağı konusundaki kurallara karşı çıkmış, sahne içi ve dışında yeni yöntemler denemiş ve
tiyatro kapsamındaki herkesi çeşitli alanlarda sorgulamalarda bulunmaya itmiştir.

Önemli Figürler
20.yy, tiyatroda çok büyük ve köklü değişikliklere sahne olmasının yanı sıra yepyeni sanat
akımları, anlayışları, yeni tiyatro türleri ve tiyatral teorilerin ortaya çıktığı, hareketliliklerle dolu bir
dönem olmuştur. Bu döneme damgasını vurmuş kimi tiyatrocular aşağıda verilmiştir.

*Constantin Stanislavski (1863-1938)


Aktörlerin kendi duygularını ve anılarını kullanarak bir karakterin düşünce ve duygusal durumunu
aktarmalarını hedefleyen “natüralist” bir sistem yaratmıştır.

*Antoin Artaud (1896-1948)


“Acımasızlığın Tiyatrosu” adında yeni bir form ortaya çıkmasını sağlamış ve bu formla seyircilerin
algısal ilüzyonlarını parçalamayı hedeflemiştir.

*Bertolt Brecht (1898-1956)


Stanislavski'nin natüralist tiyatrosuna tepki olarak “Epik tiyatro” adında bir konsept oluşturmuştur.
Epik Tiyatro, seyircileri izlediği oyunun içine girmeye teşvik etmektense izledikleri şeyin bir oyun
olduğunu vurgulamayı ve seyircide bir yabancılık hissiyatı uyandırmayı hedeflemiştir.

*Lee Strasberg (1901-1982)


Metod oynayış adında bir teknikler bütünü geliştirmiştir ve bu metot ile aktörlere kendi duygu ve
hafızalarından güç alarak, ikna edici bir şekilde oyunlarını sergiletmek konusunda eğitim vermiştir.

212
*Jerzy Grotowski (1933-1999)
Her yerde her an oynanabilme özelliği taşıyan “fakir tiyatrosu” konseptinin kurucusudur.

*Eugenio Barba (1936--)


Grotowski'nin öğrencisidir ve Odin Teatret'in kurucusudur. Tiyatral antropoloji konseptinin
yaratıcısıdır.

*Samuel Beckett (1906-1989)


“Absürt tiyatro”nun yaratıcısıdır. Yarattığı yeni form; amaçtan ve anlamdan yoksun modern bir
dünyayı ve tiyatro içindeki konu ve karakterlerin “diyalog”, “mantık” ve “mesaj” gibi
konseptlerden ümidi tamamen kesmesini resmeder. Varoluşçu tiyatronun yapıtaşıdır.

*Hans-Thies Lehmann (1944--)


“Postdramatik tiyatro” teorisini ortaya atan kişidir. Orijinal metinden ziyade seyircide oluşan
tepkiye odaklıdır.

Nobel Ödüllü Yazarlar


20.yy içerisinde aşağıda listelenmiş oyun yazarları, edebiyat dalında Nobel Ödülü
kazanmışlardır.

*1904 – José Echegaray – İspanyol


*1910 – Paul Heyse – Alman
*1911 – Maurice Maeterlinck – Belçikalı
*1912 – Gerhart Hauptmann – Alman
*1915 – Romain Rolland – Fransız
*1922 – Jacinto Benavente – İspanyol
*1925 – George Bernard Shaw – İrlandalı
*1934 – Luigi Pirandello – İtalyan
*1936 – Eugene O'Neill – Amerikan
*1969 – Samuel Beckett – İrlandalı
*1986 – Wole Soyinka – Nijeryalı
*1997 – Dario Fo – İtalyan

Bunlara ek olarak, çoğu yapıtı 20.yy içerisinde ortaya çıkmış İngiliz Harold Pinter'e 2005
yılında Edebiyat Nobel Ödülü verilmiştir.

213
Sonuç ve Sonsöz
Her şeyden önce çalışmamız ile ilgilendiğiniz için teşekkür ederiz! Umarız bu yol bizim için
olduğu kadar sizin için de bilgi dolu ve eğlenceli olmuştur.

Bu çalışma sırasında pek çok şey öğrendik; fakat belki de öğrendiklerimizden en önemlileri
sanatın dalları ve akımlarının birbirleri arasındaki bağlantılar üzerineydi. Ve bu bilgilerin büyük
kısmına sunumlarımızın arkasından gerçekleştirdiğimiz tartışmalar ve söyleşiler sonucunda ulaştık.
Bu gerekçeyle, söz konusu fikir alışverişlerinin sonrasında ilginç ve önemli bularak not düştüğümüz
bazı detay, dipnot ve anekdotları bu derleme içinde tekrar paylaşmayı uygun gördük.

Öncelikle sanatın tarihsel dönemlerini ve bu dönemlerin üslubunu genel olarak


tanımlayabilecek bazı anahtar kelimeler paylaşalım;

Rönesans: "Simetri, Sadelik, Oran ve orantı, Perspektif"


Barok: "Asimetri, Abartı, İhtişam, Nüans ve Detay"
Klasik: "Sadelik, Simetri, Doğallık, Gerçekçilik"
Romantizm: "Duygusallık, Dramatizm, Abartı, Nüans"

Yukarıdaki örneklerdes öz konusu bağıntı çok net bir şekilde görülebilmektedir. Sadeliği ve
düzeni temel alan Rönesans akımından sonra Barok gelmiş ve abartı ile asimetri yolunu seçmiştir.
Aynı döngü Klasik ve Romantik dönemler arasında da tekrar etmektedir.

Rönesans ve Klasik dönemlerin veya Barok ve Romantik dönemlerin birbirinin aynısı


olmadığı yadırganamaz bir gerçektir. Buna karşın birbirini takiben doğan birbirinin zıttı sanat
akımları bize net bir mesaj vermektedir: Sanat akımları birbirine tepki olarak doğmakta ve
büyümektedirler. Diğer bir deyişle, sanat zıtlıklar ile büyür, zıtlıklardan beslenir. Yukarıda 20.
yüzyıla yer verilmemesinin sebebi de budur. Şayet 20. yy birbirine zıt sayısız sanat akımları ile
doludur ve bu akımların çarpışmaları ve bunun sanat camiasına etkisi günümüzde dahi devam
etmektedir.

Aynı zamanda, tarih boyunca her sanat dalı gecikmeli de olsa birbirinin fikirlerinden
etkilenmiş ve kendini bu fikirler doğrultusunda geliştirmiştir. Edebiyattan doğan besteler, tiyatro
oyunları ve resimler bunun en bariz örneği olmakla birlikte resmin müzikten, müziğin tiyatrodan,
tiyatronun mimariden ve mimarinin de resimden etkilendiği, ve hatta tüm bu örüntülerin tam
tersinin ve farklı varyasyonlarının durmaksızın olduğu gözle görülür bir gerçektir.

Net örnekler vermek gerekirse;


*Tiyatro ve müziğin evliliğinden opera ve müzikallerin doğması
*Resmin ve mimarinin birbirlerini doğrudan etkileyerek kopyalamaları
*Mimarların tiyatrocuları ve tiyatrocuların mimari yapıları göz önünde bulundurarak eserler
yaratmaları
*Müziği içinde harmanlayan mimari yapılar, resimler ve heykeller yaratılması
Ve tüm bunlar olurken bu söz konusu eserlerin tarih süresince aynı fikirleri benimseyerek
veya fikirsel bir diyalog içinde iken doğmaları, birbirinin fikri altyapısından beslenerek oluşmaları,
yani birbirinden felsefi ve fikirsel bağlamda dahi bağımsız olmadan ilerlemeleri inkar edilemez
boyuttadır.

Buradan çıkan sonuç şudur; sanatın her dalı birbirine bağlıdır ve birbiriyle etkileşim
halindedir.

214
Bir diğer dipnot ise, bu çalışma içinde bulunan tüm sanat akımlarının ve tarihinin
kökenlerini Antik Yunan ve Antik Roma kültürü ve sanatından yola çıkarak geliştirdikleri
gerçeğidir. Yani, bugünkü sanatın temelini atan uygarlıklar Antik Yunan ve Antik Roma
uygarlıklarıdır.

Son olarak; bu araştırmada net olarak ortaya çıkan bir sonuç da sanatın ve sanatçıların
yaşadığı dönemin sosyokültürel yapısı, koşulları, döneme damga vuran gelişmeler ve
felaketlerden bağımsız olmadığıdır. Çalışmamızda buna dair bolca örneğe rastlayabilirsiniz; fakat
en göze batan örneklerden bazılarından söz etmek gerekirse;
*Barok dönemde kilise egemenliği üzerine oluşan dini eserlere odaklanış
*Romantik dönemde Fransız İhtilali ve milliyetçilik akımının tüm eserlere yansıması
*20.yy'da I. ve II. Dünya Savaşları sonucunda Modernizm'in doğuşu ve egemenliği

Böylece 9 ay sürmüş bu yoğun ve yorucu; fakat bir o kadar düşündürücü ve eğitici


çalışmanın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu yolda bize eşlik ettiğiniz için tekrar teşekkür ederiz ve
çalışmamızda bulunabilecek herhangi bir yanlış, eksik veya hatalı bilgi kırıntısı için tekrar özür
dilemek isteriz.

Bu amatör çalışmamızın size de katkı sağlaması ve sizi de gerek benzer, gerek başka
çalışmalara teşvik ve sevk etmesi dileğiyle; müzikle kalın, sanatsız kalmayın.

- H.Ü.A.D.K. Gitar Sanat Dalı Hazırlık Sınıfı Öğrencileri

215
Sözlük
-I. Dünya Savaşı: 28 Temmuz 1914'te başlayan ve 11 Kasım 1918'de sona eren Avrupa merkezli
küresel savaş.

-Absürt tiyatro: II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve varoluşsal prensipleri baz alan, absürt
kurgu temelli ve mantıktan bağımsız tiyatro türüdür.
-Allemande: Genelde dans süitlerinin ilk bölümünü oluşturan Alman dans formu.
-Alçı: Alçı taşının pişirilip toz durumuna getirilmesinden elde edilerek yapılarda, sanatta,
mimarlıkta ve dişçilikte kullanılan madde.
-Amerikan İstisnacılığı: Amerika Birleşik Devletleri'nde doğan insanların dünyanın geri
kalanından farklı olduğunu, ABD'nin dünya gidişatına yön verme misyonu taşıdığını ve ABD'nin
tarihi ve misyonu ile diğer uluslara karşı üstünlük taşıdığını öneren düşünce sistemi.
-Antik Mısır: MÖ 32.yy'dan beri Nil Nehri'nin denize ulaştığı coğrafi bölge çevresinde kurulmuş
Antik Çağ medeniyetinin adı.
-Antik Roma: MÖ 9. yy'da İtalyan Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm
Akdeniz'i çevreleyen bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adı.
-Antik Yunan: Bugünkü Yunanistan toprakları ile çevresinde yaşayan toplumların kurduğu devlet
ve uygarlıkların MÖ 756 ile MÖ 146 tarihleri arasında hüküm sürdüğü bölgenin adı.
-Armoni: İki veya daha çok sesin aynı anda kulağa hoş gelecek bir biçimdeki uyumu, harmoni.
-Aydınlanma Çağı: Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski,
geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, ön yargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi
ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönem.

-Barok: Abartı hareket ve temiz, kolay yorumlanabilir detay kullanarak drama, gerilim, taşkınlık ve
ihtişam belirtmesi düşüncesi ile tanımlaman, 15.yy'da başlayan sanat akımı. İşlenmemiş inci
anlamına gelir.
-Barok mimari: 16. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve müzik, resim ve edebiyat alanından sonra
mimaride de kendine önemli ölçüde yer edinen akımdır.
-Basso continuo: Barok döneminde kullanılan ve “sürekli bas” anlamına gelen, orkestraların bir
bas altyapı eşliğinde doğaçlama akorlar çaldığı eşlik tekniği.
-Beden dili: İnsanların yada hayvanların, jest, mimik ve hareketler ile konuşma işlevi olmadan
iletişim kurmasıdır.
-Bilimsel yöntem: Bir şey hakkında yeni bir bilgi edinebilmek, bir olay veya olguyu
inceleyebilmek veya eski bir bilgiyi sınayabilmek için takip edilmesi gereken yöntemler ve
teknikler bütünü.
-Burjuvazi: Üretim araçlarını ellerinde bulunduranla çıkarları bunlarla birleşenlerin oluşturdukları
toplumsal sınıf.
-Büyük Tur: 1660'larda başlamış olan ve üst sınıf Avrupalılar tarafından yapılan veya sponsorlanan
ve tüm Avrupa'yı gezip kültürlerini tanımayı amaçlayan geleneksel tur.

-Cephe(mimari): Bir yapının dışa bakan ön yüzünü ifade eden terimdir. Yapının yan yüzleri veya
arka yüzü için de kullanılabilir.
-Cinsiyet Teorisi: Toplumsal cinsiyet gerçekleri, toplumsal cinsiyet normları, cinsiyet ilişkileri ve
cinsiyet kimliklerini kesişimsel perspektiflerden eleştirel bir biçimde ele alan disiplinlerarası bir
araştırma alanı.
-Courante: Bir allemande sonrasında gelen, 3 vuruşluk bir Fransız ve İtalyan dansı ve danse ailesi.

-Dans süiti: Dans formları kullanılarak yazılmış süit.


-Dekor: Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan, filme alınan bir yapıtın konusunun
geçtiği yerin ve çağın özelliklerini belirleyen gereçlerin (mobilya vb.nin) tümü ve bunların sahnede
düzenleniş biçimi.

216
-Devasa Düzen: Klasik dönem mimarisinde, sütunları veya alçısı iki veya daha fazla katı kapsayan
düzen.
-Disonans: Müzikte seslerin uyumsuzluk içinde bulunması durumu.
-Dogma: Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul
edilmesi.
-Dördüncü duvar: Kurguyla gerçeği ayırt eden hayali çizginin adıdır.
-Düzenlilik: Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuş olma durumu, sistemlilik.

-Edikül: Antik dönemlerde kullanılan, üzerilerinde alınlığı olan nişler olarak tanımlanabilecek
mimari elemanlar.
-Egzotik: Çok uzak ve yabancı ülkelerle ilgili ya da böyle ülkelerden gelmiş, getirilmiş.
-Eklektisizm: Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden
kullanılmasıdır.
-Empresyonizm: İzlenimcilik veya empresyonizm, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün
sanat dallarını, özellikle resmi etkileyen akım.
-Epistemoloji: Bilginin kaynaklarını, dayanağını, özelliğini, yöntemini, güvenilirliğini ve sınırlarını
araştıran felsefe dalı, bilgibilim.
-Espresyonizm: Dışa vurumculuk, doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön
plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı.

-Fakir tiyatrosu: Mümkün olan en az sayıda obje ve elementi kullanarak en verimli sonucu
alabimeyi hedefleyen, dekorları çok amaçlı olarak kullanan ve dönüştüren çokyönlü oyunculuk.
-Film: Sinemalarda gösterilen eser.
-Fresk: Yaş duvar sıvası üzerine kireç suyunda eritilmiş madenî boyalarla resim yapma yöntemi
veya bu yöntemle yapılmış duvar resmi.
-Friz: Eski Yunan ve Roma yapılarında taban kirişi ile çatı arasında kalan, üzeri boydan boya
kabartmalarla süslü bölüm, efriz.
-Füg: Çok sesli müzikte üretici bir konunun birbirine benzer biçimde yenilenmesinden oluşan bir
beste türü.

-Gigue: İngiliz kökenli, canlı bir dans formu.


-Geometri: Nokta, çizgi, açı, yüzey ve cisimlerin birbirleriyle ilişkilerini, ölçümlerini, özelliklerini
inceleyen matematik dalı, hendese.
-Gotik: 12.yy'da Kuzey Fransa'da ortaya çıkmış Orta Çağ sanatsal akımın adı. Gotlarla ilgili, Orta
Çağ'a özgü.
-Gotik Mimari: Orta Çağ'ın ortalarından sonuna kadar olan süreçte yaygın olarak uygulanmış bir
mimari stilidir.
-Gravür: Ağaç, taş veya metal bir levhanın oyularak işlenmesi ve bunun bir yüzeye basılması
tekniği veya bu teknikle yapılmış resim.

-Helenist: Klasisizm veya klasik dönemler üstüne çalışma yapan kimse.


-Hümanizm(rönesans): Rönesans felsefesinin gündeme getirdiği en önemli sorulardan biri olan
“insan sorunu”nu ele alan, insanı temel alan ve onun ne olduğu, bu dünyadaki yerinin ve anlamının
ne ne olabileceği soruları etrafında oluşmuş fikir akımı.

-Kanon: Eşit aralıklarla ilerleyen ancak birlikte değil, art arda duyulan iki veya daha çok sesin
birbirini sürekli taklit etmesiyle oluşan bütün.
-Kantat: Bir çalgı eşliğinde, koro ile söylenen ve genellikle birden fazla bölüm içeren sözlü
bestedir.
-Kemer: İki sütun veya ayağı birbirine üstten yarım çember, basık eğri, yonca yaprağı vb.
biçimlerde bağlayan ve üzerine gelen duvar ağırlıklarını, iki yanındaki ayaklara bindiren tonoz
bağlantı.

217
-Kithara: Bugün modern Yunanca'da klasik gitarı da tanımlayan, telli, antik, arp benzeri bir Antik
Yunan çalgısı.
-Klasik: Eski Yunan, Roma, 17. yüzyıl Fransız çağı, dili ve sanatı ile ilgili olan.
-Klasik Antik Dönem: MÖ 8-7. yüzyılları kapsayan, Yunan-Roman dünyasına mercek alan ve
Yunan ve Roma toplumlarının yükselişte olduğu, dünyanın geri kalanı üzerine büyük etkisi olduğu
tarihi dönem.
-Klasik Batı Müziği: Genelde yüksek kültür seviyesi ile bağdaştırılan, halk müziklerinden net
çizgilerle ayrılmış, Batı Avrupa kökenli ve ağırlıklı müzik türüdür.
-Klasik dönem(Klasisizm):Edebiyatta Antik Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci
yaklaşım ve estetik tutumdur. "1660 ekolü" olarak da bilinir.
-Kolonileşme: Avrupalı göçmenlerin çeşitli kıtalara göç ederek yerleşim ve üretim birimleri
oluşturması ve bu bölgelerin göçmenlerce iskan edilmesiyle gerçekleşen tarihsel süreç.
-Konçerto: Bir çalgının teknik özelliklerini ön plana çıkarmak amacıyla yazılmış, orkestra
eşliğinde seslendirilen, sonat formundaki müzik eseri.
-Konut: İnsanların içinde yaşadıkları ev, apartman vb. yer, mesken, ikametgâh.
-Kontrpuan: Çeşitli melodileri birbirine uydurma sanatı.
-Korniş: Çerçeve biçiminde oymalı çıkıntı.
-Kubbe: Yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam, kümbet.
-Kültür: Bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü
yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının topu.
-Küreselleşme: Dünya milletlerinin ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine
yaklaşmaya ve bir bütün olmaya doğru ilerlemesi, globalleşme.

-Lintel: Kereste, taş, beton veya çelikten yapılan, kapı ve pencerelerin tepesine yerleştirilen yatay
biçimdeki destek, üst eşik.

-Maniyerizm: 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış bir sanat üslubudur.


-Medici Ailesi: 14. ve 17. yüzyıllar arasında Floransa'da yaşamış, bankacılık ile uğraşmış, politik
güç sahibi ve etkin bir ailedir.
-Medya: Yığınlarla iletişimi sağlayan radyo, televizyon, gazete ve dergiler gibi basın yayın
organlarının tümünü kapsayan ortak ad, kitle iletişim araçları, basın yayın.
-Metatiyatro: Kendi gerçeklik-dışı özelliklerine dikkat çeken ve genelde tiyatro oyunu içinde
tiyatro oyunu barındıran tiyatro türü.
-Metot oyunculuk: Duygusal ifadesi güçlü oyunculuk performansları sergilemek amacıyla
oyuncular tarafından yapılan eğitim, pratik ve prova teknikleri bütünü.
-Milliyetçilik: Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma
anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm.
-Mimari: Belirli ölçü ve kurallara göre yapılar yapma sanatı, yapı sanatı, binaları ve diğer fiziki
yapıları tasarlama ve kurma sanatı ve bilimi.
-Modalite: Bir tip gam ve çeşitli müzikal karakteristikler sayesinde uyum içinde olan melodi
niteliği.
-Modernizm: 19. yüzyılda, geleneksel anlamdaki edebiyatın, sanatın, sosyal organizasyonların ve
gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkan felsefi akım, çağdaşlaşma akımı.
-Modern mimari: 19. yüzyılın Eklektisist mimarlığına karşı çıkan, özgün yaratma yanlısı tüm
mimari akımların genel adıdır.
-Monodi: Antik Yunan literatüründe, tek bir şarkıcı tarafından seslendirilen lirik şiir.
-Motif(müzik): Bestenin bir parçasına çeşitli yönlerden birlik sağlayan belirleyici küçük birim.
-Müzikal: Müzikli ve danslı, güldürücü öğeleri olan, hafif, eğlendirici oyun ya da film.
-Müzikal doğaçlama: Müziği halen çalıyorken veya söylüyorken besteleyerek devam edebilme
eylemi.

-Nasyonal Romantizm: Milliyetçiliğin alt dallarından biri olan ve devletin politik geçerliliğini onu

218
oluşturan ve onun yönettiği organik birlikten aldığını ve bu organik birliğin ortak dili konuşan, aynı
ırk, din, kültür ve geleneklere mensup olan ve aynı kültür içinde doğup yetişmiş olduğunu varsayan
ideoloji, Romantik milliyetçilik.
-Nasyonalizm: bkz. Milliyetçilik
-Natüralizm: Güzel sanatlarda, doğayı ve gerçekliği olduğu gibi anlatmayı, yansıtmayı sanatın asıl
ödevi sayan öğreti ve çığır, doğalcılık.
-Neoklasisizm: 16. yüzyıldaki arkeolojik kazıların etkisi ile doğan, Antik Yunan ve Antik Roma
dönemine ait tarzların yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkan bir akımdır.
-Niş: Duvar içinde bırakılan oyuk.
-Nobel Ödülü: 27 Kasım 1895 tarihli ve 30 Aralık 1896 tarihinde Stockholm'de açıklanan
vasiyetnamesiyle Alfred Nobel tarafından kurulan derneğin verdiği, insanlığa hizmet edenleri
ödüllendirmek amacını taşıyan prestijli bir ödüldür.
-Numaralandırılmış bas: Bas partiye armonik olarak uyumlu veya akorlaştırmaya yönelik seslerin
bas partinin üstüne numara yazılarak belirtidiği yöntem.

-Odin Teatret: Euginio Barba'nın 1964'de arkadaşlarıyla birlikte Oslo'da kurduğu “Nordic Theatre
Laboratory”nin 1966'da Danimarka'ya taşındıktan sonra aldığı isimdir.
-Opera: Sözlerinin tümü ya da çoğu şarkı biçiminde ve orkestra eşliğinde söylenen müzikli tiyatro
oyunu.
-Oran: Büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında
bulunan bağıntı, nispet, rasyo.
-Oratoryo: Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun ögesi bulunmayan, kutsal nitelikte
müzik eseri.
-Ornament(müzik): Bir parçada, melodiyi yahut armoniyi taşımaktan çok dekore etmek,
süslendirmek adına kullanılan motif, süsleme.
-Orta Çağ: Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden (476) 1453'e veya 1492'ye kadar süren çağ.
-Oryantalizm: Orta Doğu, Kuzey Afrika, Güneybatı Asya ve Güneydoğu Asya kültür ve sanat
anlayışını baz alan tarihi, edebi, coğrafi veya kültürel akım, yönelim, çalışmaların genel adı.

-Parti(müzik): Armoniyi oluşturan ezgilerden her biri.


-Pavane: Yavaş, alaycı, İtalyan veya İspanyol kökenli bir dans formu.
-Pedagoji: Çocuk eğitimi konu alan bilim dalı.
-Pervaz: Kapı, pencere vb. yerlerin kenarlarına geçirilen ensiz parça.
-Polifoni: Çok seslilik
-Politika: Yurt, devlet işlerini düzenlemek, yürütmek için tutulan ölçülü yol, siyasa.
-Popüler: Kalabalıkların, yığınların beğenisine uygun, halkça tutulan, beğenilen, ünü çok yaygın
olan, herkesçe tanınan.
-Popüler müzik: Müzik endüstrisi tarafından geniş kitlelere hitaben dağıtılan ve geniş kitlelerce
ilgi gören müzik.
-Postdramatik tiyatro: Metnin azaltılabileceğini öngören ve tiyatroyu metnin öteki tarafına
yerleştiren, metne yönelik bu yeni anlayışta dilin bir şeyleri anlatması yerine, seslerin, sözcüklerin,
tınıların anlam oluşturmayan durumların gösterilmesini hedefleyen bir tiyatro türü.
-Postkolonyalizm: Sömürgeciliğin bıraktığı mirası sorunsallaştıran, 20.yy'a damgasını vurmuş
felsefi ve edebi teori.
-Postmodern Felsefe: Aydınlanma düşüncesinin temelini oluşturan rasyonalizmin, yani nesnel
bilginin akıl yoluyla edinilebilir olduğuna duyulan inancın sarsılması ile birlikte başlayan ve bir
bütün modern felsefenin temel kategorilerinin sorunsallaştırılması ve bu kategorilerin işletildiği
epistemolojik ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan felsefe eğilimi.
-Postmodernizm: Modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra XX. yüzyılın ikinci
yarısında ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin adı.
-Postmodern mimari: Günümüz mimarisinde işlevsel olmayı bir tarafa bırakıp değişik yapı
biçimlerini serbestçe kullanma eğiliminde olan üslup.

219
-Proskenyon kemeri: Bir gösteri salonunda sahne ile salonun seyirci kısmını (oditoryum) ayıran
kemer veya çerçeve.
-Psikoloji: Bir bireyi, bir topluluğu belirleyen, yönlendiren düşünme, duygulanma, davranış
biçimlerinin tümü, ruhbilim.

-Realizm: XX. yüzyılda başlayan ve yazında, yaşamın oluşlarını gerçek çizgileriyle, nedenleriyle
ele alan, kişileri, olayları, durumları olduğu gibi, bayağılıkları, çirkinlikleriyle vermeyi amaçlayan,
plastik sanatlarda doğayı göründüğü gibi yansıtan sanat akımı, gerçekçilik.
-Redüksiyonizm: Türkçe "İndirgemecilik". Olayların ya da olguların, onları oluşturan daha basit
olguları çözümleyerek anlaşılabileceğini savunan felsefi akım.
-Reform: 15. ve 17. yüzyıl boyunca tüm Avrupa'yı etkileyen, Katolik Kilisesi' ne karşı yapılmış ve
dini alanda yenilikler yapmayı amaçlıyan dinsel tepki ve hareket. Yeniden biçimlendirme,
iyileştirme, düzeltme, düzeltim.
-Retorik(mimari): Mimari işi sırasında kullanılan kompozisyonal teknikler bütünü.
-Rokoko: Geç Barok olarak tanımlanan 18. yüzyıl Fransız sanat akımı.
-Roma İmparatorluğu: Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden
örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir.
-Roman Dilleri: Kökeni Hint-Avrupa dillerinin alt birimiiçinde ve Roma İmparatorluğu'nun dili
olan Latince'den türemiş dillerin oluşturduğu dil ailesine verilen isim.
-Romanesk: “Roma soyundan gelen”, “Romalılardan gelen” anlamlarında bir önaddır.
-Romanesk mimari: 10. yy'ın sonlarında ortaya çıkan ve 12. yy'da Gotik mimariye dönüşen
Avrupa mimarisini anlatmak için kullanılan terimdir.
-Romans: bkz. Romanesk
-Romantik dönem: Klasik Roman akımına tepki olarak 18. yüzyılın sonlarında doğan ve Victor
Hugo'yla birlikte büyük ün kazanan, insanın yaratma özgürlüğü önündeki her şeye karşı duran
akımdır.
-Romantizm: 18. yüzyıl sonunda başlayan, duygu, coşku ve sembole aşırı yer veren sanat akımı.
-Rönesans: Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönemdir.

-Saçaklık: Klasik dönem mimarisinde, sütunların üstünde bulunan ve genelde onları kemere
bağlayan büyük pervaz bölümü, entablatür.
-Sanayi Devrimi: 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başları arasında İngiltere'de başlayan
lokomotifin ve buhar gücüyle çalışan makine gibi bir dizi buluşla üretim sürecinde emeğin yerini
mekanik enerjinin aldığı köklü değişimler.
-Sarabande: Orta Amerika kökenli, 3 vuruşluk bir İspanyol dansı.
-Sembolizm: Öznellik, düşsellik, müziğin belirsizliğine özenme, sezişe bağlanış gibi özellikleri
olan, açıklıktan kaçınıp simgesel anlatım yolunu seçen, görünmez sonsuz gerçeğin ancak simgelerle
verilebileceğini öne süren bir yazın ve sanat akımı, simgecilik.
-Senfoni: Orkestra için bestelenmiş, birkaç bölümden oluşan uzun müzik eseri.
-Simetri: İki veya daha çok şey arasında konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğu,
bakışım.
-Sinema: Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme
ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran veya perde üzerinde yansıtarak
hareketi yeniden oluşturma işi veya film göstermeye yarayan özel bir makineyle görüntülerin beyaz
perdeye yansıtıldığı salon veya yapı.
-Sonat: Bir veya iki çalgı için yazılmış, üç veya dört bölümden oluşan müzik eseri.
-Sömürgecilik: Genellikle bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik
egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, müstemlekecilik, kolonyalizm.
-Süit: Kendi içinde bütünlük arzeden farklı enstrümantal parçaların bir araya gelerek oluşturduğu
müzik eseri.
-Sütun: Herhangi bir maddeden yapılan, zaman zaman üstünde çıkıntılı bir bölüm olan, genellikle
bir altlığa, bazen doğrudan doğruya yere dayalı silindir biçiminde düşey destek, kolon.

220
-Tavan: Bir yapının, kapalı bir yerin üst bölümünü oluşturan düz ve yatay yüzey, taban karşıtı.
-Teori: Bir bilim ya da sanatla ilgili ya da herhangi bir sorunu ilgilendiren ve uygulanmadıkça
gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, doğru olup olmadığı bilinemeyen düşünülerin, ilkelerin topu,
kuram.
-Tiyatro: Dram, komedi, vodvil vb. edebiyat türlerinin oynandığı yer veya bu türleri, izleyiciler
önünde sahnede oynayan grup, Sahnelenmek için yazılmış oyunların tümü.
-Toccata: Geç Rönesans'ta İtalya'da doğan, solo enstrümanlar için yazılan genellikle virtüöze
isteyen, zor ve hızlı müzik formu.
-Tonalite: Belirli bir tonda yazılmış müzik parçasının niteliği.
-Tonoz: Tuğla ve harçla örülmüş, alttan obruk, yarım silindir biçiminde tavan örtüsü, bir kemerin
aralıksız devam etmesiyle oluşan örtü biçimi.
-Tragedya: Klasik tanımlamasında, yüceltilmiş sözlerle yazılan, yüceltilmiş bir kahramanın iyi bir
durumdan kötü bir duruma düşmesiyle, seyircinin korkuya ve acımaya yönelerek duygusal
arınmaya gittiği oyun türü. Çağdaş tanımı içinde, olağan bir kişinin gerçekçi bir çevre içinde
toplumsal çelişkilerini hissetmesiyle ortaya çıkan oyun türü.
-Triton: Müzik teorisinde, birbirinden üç tam aralık uzaklıktaki iki nota kullanılarak oluşturulmuş
aralık.
-Troubadour: Yüksek Orta Çağlarda(1100-1350), Eksi Oksitan uygarlığında lirik şiirleri yazan,
besteleyen ve seslendiren kişi.
-Troubadour tarzı: İsmini Troubadourlar'dan alan, Fransa'da doğmuş ve Orta Çağlar ile Rönesans'ı
idealize eden erken 19. yüzyıl Fransız tarih resimlerinin tarzına verilen genel ad.

-Varoluşçuluk: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, özellikle Fransa’da ortaya çıkan,
varlığın, varoluşun özden, içerikten önce geldiğini, yani insanın önce var olduğunu, daha sonra
tutum ve davranışlarıyla, eylemleriyle kendini sürekli olarak yarattığını, biçimlendirdiğini öne
süren, insan ne ise o değil, ne olmuşsa odur diyen felsefe ve yazın akımı, öğretisi.
-Vitray: Birbirine bağlı kurşun bölmelere yerleştirilmiş renkli cam parçalarından oluşan, saydam
pencere süslemesi veya resim.

221
Kaynakça
Rönesans Dönemi Derleme Kaynakları:
https://diyablog.com/sanat-hareketleri/ronesans-yeniden-dogus/
http://akarsuhera.blogcu.com/ronesans-resim-sanati/4816042/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rönesans
https://tr.wikipedia.org/wiki/Mona_Lisa
http://kazimcapaci.com/klasikmuzikpdf/ronesans.pdf
https://tr.wikipedia.org/wiki/Opera
http://www.yalcinguran.com/2008/11/claudio-monteverdi/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Orfeo
http://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/Toccata-Nedir-2633.html
http://karnaval.com/sanatcilar/john-dowland-5236
https://en.wikipedia.org/wiki/Renaissance_architecture
http://www.essential-humanities.net/western-art/architecture/renaissance/
http://www.metmuseum.org/toah/hd/itar/hd_itar.htm
http://www.ducksters.com/history/renaissance_architecture.php
http://www.turkedebiyati.org/shakespeare.html
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/William_Shakespeare
http://www.bilgiustam.com/william-shakespeare-kimdir/
http://www.nkfu.com/william-shakespeare-eserlerinin-kisa-ozetleri/
http://e-okulbilgi.com/william-shakespeare-kimdir-eserleri-nelerdir-761.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rönesans_Tiyatrosu
http://www.etiyatro.net/index.php/tr/bati-tiyatrosu/ronesans-tiyatrosu

Barok Dönemi Derleme Kaynakları:


https://tr.wikipedia.org/wiki/Barok
https://www.makaleler.com/barok-sanati-nedir
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sistine_%C5%9Eapeli_tavan%C4%B1
https://tr.wikipedia.org/wiki/Maniyerizm
http://aslhanhn146.blogspot.com.tr/2011/05/barok-sanat-akm.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Diyagonal
https://guzelsanat.wordpress.com/2010/12/12/viyana-davutu-ve-roma-davutu/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Diego_Vel%C3%A1zquez
https://tr.wikipedia.org/wiki/Klasisizm
http://www.leblebitozu.com/barok-sanatin-onemli-ressami-peter-paul-rubensin-10-resmi/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rembrandt
http://birazresimtaniyalim.blogspot.com.tr/2015/05/rembrandt-van-rijn-kimdir.html
http://birazresimtaniyalim.blogspot.com.tr/2015/05/gece-devriyesi-nightwatch-de-nachtwacht.html
https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque
https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque_music
http://mandry.net/veryan/georgian/gmusic.html
Howard Goodall's Story of Music - BBC Episode 1 & 2
http://www.delcamp.net/historyclassicalguitar.html
https://www.quora.com/How-did-baroque-music-transition-to-classical-music
http://sanatkaravani.com/barok-donemin-mimariye-yansiyan-yuzu/
http://www.mimarimedya.com/barok-mimarisinin-karakteristik-ozellikleri-nelerdir/
http://sabahulkesi.com/osmanlıda-barok-ve-rokoko-mimari-üsluplar-doğan-kuban/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kategori:Barok_mimarlar

222
http://www.nedirler.com/nedir-ne-demek/barok-nedir-sanati-barok-mimari-ozellikleri-ornekleri-
hakkinda-bilgi.html
http://dunyatiyatrotarihindensecmelerr.blogspot.com.tr/2013/01/barok-tiyatro-ve-mimarisi.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Tiyatro
http://www.etiyatro.net/index.php/tr/bati-tiyatrosu/17-yuzyil-bati-tiyatrosu

Klasik Dönem Derleme Kaynakları:


https://en.wikipedia.org/wiki/Neoclassicism
https://en.wikipedia.org/wiki/Classical_antiquity
https://en.wikipedia.org/wiki/Rococo
https://en.wikipedia.org/wiki/Renaissance
https://en.wikipedia.org/wiki/Age_of_Enlightenment
http://www.bilgiustam.com/muzikte-klasik-donem/
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Klasik_müzik
https://www.muzikogretmenleriyiz.biz/klasik-bati-muziginde-donemler/
http://www.dcso.com.tr/klasik-muzik-donemleri.html
http://muzikdersinotlari.blogspot.com.tr/2014/01/bat-muzigi-tarihi_14.html?m=1
KLASİK Gitar Tarihi – Cilt 3 (Dr.Soner Uluocak)
http://dosya.co/svndm33t1g1g/Mimarl%C4%B1k_Ve_Sanat_Tarihi.pdf.html
http://sanatokuma.blogspot.com.tr/p/eski-yunan-mimarlg-klasik-donem.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Korint_d%C3%BCzeni
http://www.etiyatro.net/index.php/tr/bati-tiyatrosu/18-yuzyil-bati-tiyatrosu
https://tr.wikipedia.org/wiki/Tiyatro

Romantik Dönem Derleme Kaynakları:


http://www.tarihnotlari.com/resim-sanat-akimlari/
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Romantizm
http://bilensever.blogspot.com.tr/2012/12/resimde-romantizm-donemi.html?m=1
http://www.guitardaily.net/klasik-gitar.html
http://sbed.mku.edu.tr/article/viewFile/1038000740/5000106028
http://blog.kavrakoglu.com/tag/muzikte-romantik-donem/
https://www.quora.com/What-is-romanticism-in-architecture
http://architecture_history.enacademic.com/255/ROMANTIC_ARCHITECTURE
https://en.wikipedia.org/wiki/Romanticism
https://commons.wikimedia.org/wiki/Category:Romantic_architecture
http://europeromanticera.blogspot.com/2013/03/architecture_11.html
http://www.etiyatro.net/index.php/tr/genel-bilgiler/tiyatro-akimlari/romantik-tiyatro
http://www.tiyatrotarihi.com/19yuzyil_tiyatrosu.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Burlesk
https://tr.wikipedia.org/wiki/Grotesk
http://www.yeminlisozluk.com/burletta
https://tr.wikipedia.org/wiki/Vodvil

223
20.yy Derleme Kaynakları:
http://www.gorselsanatlar.org/cagdas-sanat/20-yuzyil-sanat-akimlari/
https://www.google.com.tr/amp/www.resimhocasi.com/sanatakimlari.html/amp
http://www.tarihnotlari.com/resim-sanat-akimlari/
http://www.kazimcapaci.com/klasikmuzikpdf/20yyda%20müzik.pdf
http://w3.balikesir.edu.tr/~birol/modernizm.pdf
https://tr.wikipedia.org/wiki/Eyfel_Kulesi
https://tr.wikipedia.org/wiki/Modern_mimarl%C4%B1k
http://www.mimarimedya.com/modern-mimari-nasil-ortaya-cikmistir-ozellikleri-nelerdir/
https://en.wikipedia.org/wiki/Twentieth-century_theatre
https://en.wikipedia.org/wiki/Musical_theatre
https://en.wikipedia.org/wiki/Experimental_theatre

Sözlük Kaynakları:
Türk Dil Kurumu – Büyük Türkçe Sözlük
Türk Dil Kurumu – Güncel Türkçe Sözlük
Online Etymology Dictionary https://www.etymonline.com/
Encyclopædia Britannica
Türkçe Vikipedi
Wikipedia

Görsel Kaynakça:
Wikimedia Commons
Gettyimages
Google Images
https://www.google.com.tr/amp/www.resimhocasi.com/sanatakimlari.html/amp

224

You might also like