You are on page 1of 14

Bohumil Hrabal

Çek yazar Bohumil Hrabal 28 Mart 1914’te Brno’da evlilik dışı bir ilişkiden doğ-
du. Üç yaşına kadar anneannesi ve dedesiyle yaşadı. 1916’da, bira fabrikasında
çalışan annesi aynı yerde muhasebeci olan üvey babasıyla evlendi. On yaşınday-
ken dayısı Pepin onların evine yerleşti. Çocukluğunda, kültürlü ve güngörmüş
bir hikâye anlatıcısı olan dayısının fıkralarından ve anılarından etkilendi. 1934’te
Prag Karl Üniversitesi’nde hukuk okumaya başladı. 1939’da savaş çıkınca öğre-
nimine ara vermek zorunda kaldı. Nazi işgali bitene kadar küçük bir kasabada
demiryolu işçiliği ve memurluğu yaptı. 1946’da hukuk diplomasını aldı ama
mesleğini icra etmedi. 1962’de yazarlık kariyerine başlayana kadar çeşitli işlerde
çalıştı: sigortacılık (1946-1947), satıcılık (1947-1949), metal işçiliği (1949-1952),
atık kâğıt işçiliği (1954-1959), tiyatroda sahne görevlisi (1959-1962). 1948’de
ilk kitabı (şiir) Kayıp Sokak’ı yayımladı. 1956’da bazı yapıtlarında “Pipsi” adıyla
geçen Eliška Plevová’yla evlendi. 1950’lerde yakın arkadaşı Çek şair ve sanatçı
Jiří Kolář’ın eşliğinde Prag’ın yeraltı sanat ve edebiyat çevreleriyle içli dışlı oldu.
Bu yıllarda yazdıkları müstehcenlik ve sansür nedeniyle ancak 1963’ten itibaren
yayımlanmaya başladı. Düzyazı ilk kitabı (öykü) Derindeki İnci 1963’te, Pepin
Dayı’nın başrolde olduğu, doksan sayfalık kesintisiz bir paragraftan oluşan Yaşı
Kemale Ermişler İçin Dans Dersleri 1964’te, Jiří Menzel’in sinemaya uyarladığı ve
yabancı film Oscar’ını alan Sıkı Kontrol Edilen Trenler 1965’te yayımlandı. 1960
ve 1970’lerde yayımladığı öbür kitaplarında da –Çekçede kendi türettiği terim-
le– “pábitel” (farfaracı, berduş) karakterler öne çıktı. 1968’de Prag Baharı’yla
kitapları yasaklandı. 1970’ten 1989’a kadar kitapları samizdat (yeraltı) basımlarla
yayımlandı. En çok tanınan kitaplarından Nazi işgali döneminde geçen İngiltere
Kralına Servis Yaptım romanı 1971’de, otobiyografik başyapıtı Gürültülü Yalnızlık
1976’da yine samizdat basımlarla dolaşıma girdi. 1980’lerde Evde Düğün üçle-
mesini yazdı. 1987’de eşi Eliška Plevová’yı kaybetti. Uluslararası tanınırlık ka-
zandığı 1990’larda zamanının çoğunu Altın Kaplan birahanesinde ve Kersko’da
kedileriyle yaşadığı kır evinde inzivada geçirdi. 3 Şubat 1997’de, Prag’da kaldı-
ğı hastanede güvercinleri beslerken pencereden düşerek veya atlayarak hayata
veda etti. Yapıtları yirmi yedi dile çevrilen, eserlerinde trajik ile komik olanı har-
manlayan Hrabal Jaroslav Hašek, Karel Čapek ve Milan Kundera ile beraber 20.
yüzyılın en önemli Çek yazarlarından biridir.

Elif Gökteke

1970’te Ankara’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve Boğaziçi Üniversitesi Müter-


cim-Tercümanlık Bölümü’nü (Çeviribilim) bitirdi. YKY’de editör olarak çalıştı.
Fransızcadan ve İngilizceden çok sayıda çevirisi var.
Bohumil Hrabal
Gürültülü Yalnızlık
Notos Kitap 169
Edebiyat 054
Roman
©Notos Kitap Yay›nevi, 2018
©Bohumil Hrabal Estate, 1980
Příliš hlučná samota, 1976, 1989
Bu kitabın Türkçe yayın hakları Onk Ajans aracılığıyla
Antoinette Matejka Literary Agency’den alınmıştır.
Tüm hakları saklıdır.

Türkçe çeviriye temel alınan metinler:


Une trop bruyante solitude, çev. Max Keller, Robert Laffont, 1997/1983.
Too Loud a Solitude, çev. Michael Henry Heim, Harcourt, 1990.
Příliš hlučná samota, Odeon, 1989.

Bu basım 2004’te Tavanarası Yayıncılık’tan çıkan çevirinin


gözden geçirilmiş biçimidir.

Birinci Bas›m Ekim 2019

ISBN 978-605-7643-08-7

Sertifika 16343

Editör
Oğuz Tecimen

Kapak Tasarımı
Tarık Kirpi

Notos Kitap Yayıncılık Eğitim Danışmanlık


ve Sanal Hizmetler Tic. Ltd. Şti.
Ömer Avni Mahallesi, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Sokak
No: 11/6 Gümüşsuyu, Beyoğlu İstanbul
0212 243 49 07
www.notoskitap.com
facebook.com/NotosKitap
twitter.com/NotosKitap

Bask› ve Cilt
Optimum Basım
Tevfikbey Mahallesi, Dr. Ali Demir Caddesi
No: 51/1 34295 Küçükçekmece İstanbul
0212 463 71 25
Sertifika 41707
Bohumil Hrabal
Gürültülü Yalnızlık

ÇEVİREN
Elif Gökteke

Roman
Yalnızca güneşin lekelerine hakkı vardır.
GOETHE
I

Otuz beş yıldır atık kâğıt işinde çalışıyorum, bütün love


story’m bu benim. Otuz beş yıldır kitapları ve atık kâğıtları
presliyorum, otuz beş yıldır, ağır ağır, harflerin kirine pasına
bulanıyorum, öyle ki ansiklopedilere benziyorum artık –
bunca zamandır üç tonu bulmuştur preslediğim ansiklope-
diler. Hem ölüm hem yaşam suyuyla dolu bir testiyim ben,
güzel düşüncelerden bir ırmağın içimden akıvermesi için
biraz eğilmem yeterli. Gayriihtiyari bilgi sahibi oldum, ken-
di düşüncelerimle kitaplardan okuduklarımı birbirinden
ayırt etmeyi bile beceremiyorum ama otuz beş yıl boyunca,
beni çevreleyen dünyaya işte böyle bağlı kaldım. Zira ben
okurken gerçek anlamda okumam, ağzıma güzel bir cümle-
yi alır, bonbon gibi emerim, küçük bir kadeh likör gibi yu-
dumlarım, ta ki düşünce içimde alkol gibi eriyip dağılana
kadar; içime öyle ağır ağır sızar ki sadece beynime, yüreği-
me nüfuz etmekle kalmaz, damarlarımın köklerine, kılcal
damarların kökçüklerine kadar işler. Bir ayda işte böyle he-

7
men hemen iki ton kitap preslerim, ama çalışacak gücü,
Tanrı’nın kutsadığı bu işi yapabilme gücünü bulmak için şu
otuz beş yılda öyle çok bira içtim ki olimpik bir havuzu,
Noel sazanlarının1 olduğu su tanklarıyla dolu koca bir alanı
doldurabilir içtiğim biralar. İşte böylece gayriihtiyari bir bil-
ge olup çıktım, beynimin hidrolik preste işlenmiş düşünce-
lerden, düşünce balyalarından oluştuğunu keşfediyorum
şimdi. Üzerinde saç kalmamış, kömür gibi yanık kafam
Külkedisi’nin fındığına2 benziyor. Her düşüncenin salt in-
sanların belleğinde yazılı olduğu zamanlar daha güzeldi
herhalde, o zamanlar düşünceleri ezmek için insanların ka-
falarını preslemek gerekirdi ama bu bile bir işe yaramazdı,
çünkü gerçek düşünceler dışarıdan gelir, oradadırlar, sefer-
tasıyla işe götürdüğümüz makarna gibi yanımızda dururlar;
dünyanın bütün Koniáš’ları,3 bütün engizisyoncuları boşu-
na yakar kitapları. Bu kitaplarda işe yarar bir şey varsa, alev-
lerin ortasında sessiz kahkahalarını işitmeye devam edersi-
niz, çünkü gerçek bir kitap hep bir başka yere, kendi dışına

1 
Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Polonya’da geleneksel Noel yemeği sazan
balığıdır. Noel zamanı sokakta su tanklarında canlı sazanlar satılır. (ç.n.)
2 
Klasik Külkedisi masalının Bohemya versiyonunda Külkedisi’nin dilek-
lerini gerçekleştiren üç sihirli fındığı vardır. Birincisi kırılınca içinden bir
avcı kıyafeti, ikincisi kırılınca bir balo kostümü, üçüncüsü kırılınca da bir
düğün elbisesi çıkar. (ç.n.)
3 
Antonín Koniáš (1690-1760): Çek Cizvit rahip ve misyoner. Heretik
kitapların listesini hazırlamış ve otuz beş yıllık meslek yaşamı boyunca
kimilerine göre otuz ya da altmış bin, kimilerine göre üç yüz bin kitabı
imha etmiş bir din adamıdır. Matbaacı bir babanın oğlu ve kendisi de ya-
zar olan Koniáš, kitap yakma saplantısıyla Bohemya’da sansürün simgesi
haline gelmiştir. (ç.n.)

8
göndermede bulunur. Küçücük bir hesap makinesi satın al-
dım, çarpma, kök alma işlemi yapan, cüzdan büyüklüğün-
deki o küçük aletlerden; cesaretimi topladım, makinenin
arkasını tornavidayla açtım, sevinçten ürperdim, çünkü
posta pulundan daha büyük olmayan, on kitap sayfasından
daha kalın olmayan küçücük bir levhacık buldum, bir de
matematik değişkenlerle dolu hava vardı, o kadar. Gerçek
bir kitaba yöneltince bakışlarımı ve basılı sözcükleri silince,
geriye sadece havada uçuşan, havada asılı duran maddesiz
düşünceler kalır, hava besler onları, havaya geri dönerler,
çünkü eninde sonunda her şey havadır, nasıl kutsal ekmek-
te İsa’nın kanı var da yok, işte tıpatıp öyle. Otuz beş yıldır
kitapları ve atık kâğıtları balyalıyorum ve on beş kuşaktır
okuma yazma bilen bir ülkede yaşıyorum; dile getirilmez
sevinçleri, onlardan daha da şiddetli acıları taşıyan imgeleri
ve düşünceleri sabırla kafada biriktirmenin ezelden beri bir
alışkanlık, bir takıntı olduğu eski bir krallıkta oturuyorum,
sicimle güzelce bağlanmış bir balya düşünce için canını bile
vermeye hazır insanların ortasında yaşıyorum. Şimdi bütün
bunlar içimde tekrarlanıyor; otuz beş yıldır presimin yeşil
ve kırmızı düğmelerine basıyorum, otuz beş yıldır litrelerce
bira içiyorum, sevdiğimden değil –ayyaşlardan nefret ede-
rim– düşünmeye yardımı olsun diye, metinlerin içine daha
iyi girebileyim diye içiyorum, çünkü eğlenmek, vakit öldür-
mek ya da daha kolay uykuya dalmak için okumam ben; on
beş kuşaktır okuma yazma bilen bir ülkede yaşayan ben,
okumak sonsuz bir uykuya dalmamı engellesin, korkudan
tir tir titretsin beni diye içiyorum, çünkü Hegel gibi ben de

9
yüce gönüllü birinin ille de asilzade olması ya da bir suçlu-
nun ille de cani olması gerekmediğini düşünüyorum. Yaz-
mayı bilseydim, insanların en büyük mutsuzlukları ve en
büyük mutlulukları üzerine bir kitap yazardım. Kitaplardan
öğrendim ki gökler insancıl değil, ne gökler insancıl ne de
aklı başında bir insan öyle; insanlar insancıl olmayı isteme-
diğinden değil, bu durum sağduyuya aykırı da ondan. Elle-
rimin altında, hidrolik presimde nadir bulunan kitaplar
ölüp gidiyor, bu akışı engelleyemiyorum. Artık müşfik bir
kasabım ben. Kitaplar bana yakıp yıkma zevkini ve mutlu-
luğunu aşıladı, birden bastıran sağanak yağmurlara ve yı-
kım ekiplerine bayılırım, yıkım uzmanlarının koca koca bi-
naları, bütün bir sokağı, sanki devasa tekerleri şişiriyorlar-
mış gibi havaya uçurmasını seyrederim saatlerce, bütün ki-
remitleri, taşları, kirişleri yerinden kaldıran o ilk saniyeye
doyamam... sonra evler çöker sessizce, tıpkı giysiler gibi,
tıpkı kazanı patlayan bir hücumbotun ansızın okyanusa gö-
mülmesi gibi. Bir toz bulutunun içinde, çatırtıların müzi-
ğinde dururum ve otuz beş yıldır elektrik ampullerinin ışı-
ğında üzerinde iş gördüğüm presimin bulunduğu mahzen-
lerin derinliklerini düşünürüm. Tepemde, avluda gidip ge-
len adımları işitirim; tavandaki açıklıktan, çuvalların,
sandıkların, kutuların, adeta gökten boşalan bereket boy-
nuzları gibi boşaltıldığını, o tavan açıklığından içeri bir atık
kâğıt ırmağının aktığını görürüm, çiçekçi dükkânlarından
gelme solmuş saplar, toptancı ambalajları, zamanı geçmiş
konser programları ve biletleri, frigo kâğıtları, boya sıçramış
büyük kâğıtlar, kandan ıslanmış kasap kâğıtları, fotoğraf

10
stüdyolarından atılmış ustura gibi keskin film parçaları, ya-
zıhanelerin boşalttığı çöp sepetlerinin içinde daktilo şeritle-
ri de bulunan atıkları, çoktan geçmişte kalmış yaş günleri ve
vaftiz törenlerine ait buketler düşer. Hatta bazen birinin
ağırlık yapsın diye içine bir kaldırım taşı sıkıştırdığı bir bal-
ya gazete de gelir mahzenime, yanlışlıkla atılmış bir çakı
yahut makas da; çekiçler, kerpetenler, satırlar, kahve lekeli
fincanlar, solup gitmiş bir düğün buketi ya da plastikten,
canlı görünen bir cenaze çelengi. Otuz beş yıldır bütün
bunları hidrolik presimde ezerim; o ezdiklerim haftada üç
kez, kamyonlardan vagonlara, oradan kâğıt fabrikalarına ta-
şınır; fabrikada işçiler balyaları tutan telleri koparır ve eme-
ğimin ürününü ikide bir elimi kesen ustura ağızlarını bile
eritecek kadar güçlü alkalilerin, asitlerin içine atarlar. Ama
fabrika ağızlarındaki kirli ve bulanık sularda bazen güzel bir
balık nasıl parlayıverirse, bu atık kâğıt ırmağında da zaman
zaman değerli bir kitabın sırtı parlayıverir; bir an gözüm
kamaşır, başka tarafa bakarım ama tam zamanında tutup
çıkarır, önlüğüme kurularım o kitabı; açarım, baskı koku-
sunu içime çekerim, bakışlarımı ilk cümlede yoğunlaştırır,
Homeros’un bir kehanetiymiş gibi okurum o cümleyi; böyle
yaptıktan sonra ancak, dua kitaplarıyla birlikte yanlışlıkla
mahzenime atılan kutsal resimlerle kapladığım bir sandığın
içine, öbür güzel ganimetlerimin arasına koyarım kitabı.
Sonra bir ayin başlar benim için, o kitapları okuma töreni
başlar, yaptığım her balyaya birer tane yerleştiririm en so-
nunda, çünkü bütün balyalarımı güzelleştirmeye ihtiyaç
duyarım, o balyalara kendi kişiliğimi, kendi imzamı koyma

11
ihtiyacı. Derdim tasam her balyamın farklı olmasıdır, bu
yüzden her gün iki saat fazla mesai yapmak, işe bir saat er-
ken başlamak, hiç bitmeyen o atık kâğıt dağının üstesinden
gelmek için bazen cumartesileri bile çalışmak zorunda kalı-
rım. Geçen ay mahzenime ünlü ressamların röprodüksiyon-
larından altı yüz kilo boşaltıldı, Rembrandt, Hals, Monet,
Manet, Klimt, Cézanne ve Avrupa resminin öbür büyük res-
samlarıyla dolu altı yüz kilo; şimdi her balyamı bu röpro-
düksiyonlarla sarmalıyorum, sonra akşam olup da balyalar
yük asansörünün önüne sıralandığında bu görkemi seyredi-
yorum hayran hayran, hiç doyamadan... Şurada Gece Devri-
yesi, ileride Saskia, Kırda Kahvaltı, Asılan Adamın Evi, hatta
Guernica. Yaptığım her balyanın tam ortasında, iyice açılmış
olarak, birinde Faust’un, ötekinde Don Carlos’un, kanlı iğ-
renç kartonların arasında Hyperion’un durduğunu, şurada
da bir yığın eski çimento torbasının Böyle Buyurdu Zerdüşt’e
sığınak olduğunu bilen tek kişiyim ben dünyada. Hangi
balya Goethe ve Schiller’e, hangisi Hölderlin ve Nietzsche’ye
mezar olmuş, bilen bir tek ben varım. Bir anlamda hem sa-
natçı hem seyirciyim; bu durum tüketir beni, her gün yor-
gunluktan ölürüm, yüreğim parçalanır, sarsılırım; kendimi
bu kadar çok harcayışımı hafifletmek, azaltmak için de sü-
rahiler dolusu bira üstüne bira içerim; Husensky Hanı’na
bira almaya giderken düşüncelere dalacak, bir sonraki bal-
yayı düşleyecek yeterince zamanım olur. Sadece bu yüzden
litrelerce bira içerim, geleceği daha iyi görmek için, çünkü
yaptığım her balyaya değerli bir kutsal emanet sarıp sarma-
larım, kocaman açılmış bir çocuk tabutu solmuş çiçeklerin,

12
alüminyum saçakların, melek saçlarının altında kaybolur,
mahzendeki varlığı benim varlığım kadar şaşırtıcı olan o ki-
taplara küçük bir yuva hazırlarım. İşte bu yüzden işimde
hep gecikirim, bu yüzden avlu, ta çatıya kadar, mahzenin
tavanındaki açıklığı tıkayan bir kâğıt dağıyla dolu. İşte bu
yüzden şefim o yığının ortasında kalınca elindeki kancayla
kendine yol açar, yüzü öfkeden kıpkırmızı, tavandaki açık-
lıktan bana seslenir: “Haňťa, orada mısın? Hey ulu Tanrım,
kitaplara gözünü dikip durmayı bırak da kıpırda biraz! Avlu
kâğıtlardan görünmez olmuş, sense aşağıda hayallere dal-
mış saçmalıyorsun!” Kâğıt dağının eteğinde, çalılığa sığınan
Âdem gibi büzülüp ufacık olurum, elimde bir kitap, benim-
kine yabancı bir dünyaya şaşkın şaşkın bakarım, çünkü iti-
raf etmeliyim ki ben bir kitaba gömülünce büsbütün başka
yerde olurum, metnin içinde... şaşakalır, hayallere dalar, da-
ha güzel bir dünyaya, gerçeğin tam kalbine girerim. Her
gün, günde on kez kendimden bu kadar uzaklara gidebil-
miş oluşuma hayret ederim. Böylece yabancılaşmış, ken-
dimden uzaklaşmış, derin düşüncelere dalmış olarak sessiz-
ce evime dönerim; sokakta yürürken o gün bulduğum ve
çantama koyduğum kitapların akıntısında yitmiş olurum,
tramvaylardan, otomobillerden, yayalardan kaçınırım, far-
kında olmadan yeşilde geçerim, yolda yürüyenlere ya da so-
kak lambalarına çarpmadan, bira ve kir kokarak yoluma de-
vam ederim, ama gülümserim, çünkü çantamda, hakkımda
henüz bilmediğim şeyleri hemen o akşam açıklamalarını
beklediğim kitaplar vardır. Sokakların hengâmesinde ilerle-
rim, hiç kırmızıda geçmem, bilincin eşiğinde bir yarı uyku

13
Gürültülü Yalnızlık Hašek, Čapek ve Kundera

GÜRÜLTÜLÜ YALNIZLIK
BOHUMIL H RABAL
ile beraber yirminci yüzyılın en önemli
Çek yazarlarından Bohumil Hrabal’ın
otobiyografik başyapıtı.
“Otuz beş yıldır atık kâğıt işinde çalışıyorum,
bütün love story ’m bu benim.” Hidrolik
presinde yıllarca atık kâğıt ve ıskarta kitap
presleyerek gayriihtiyari mürekkep yalamış
bilge ve berduş bir adamın kitaplarla,
geçmişle, halesini yitirmiş dünyayla trajik ama
bir o kadar da komik “aşk hikâyesi”.
İhtiyar Haňťa’nın hurda kâğıtlarla dolu
mahzeninde daldığı hayaller ve düşüncelerle,
çalışırken içtiği biralarla, Prag sokaklarında ve
birahanelerinde yâd ettiği hatıralarla gitgide
kalabalıklaşan bir yalnızlıkta uzadıkça uzuyor
farfaracı tiradları.
Lao Tzu ve Kant, Talmud ve Alman filozoflar, Antik
Yunan ve modern Prag... Çingene kızı ve aziz
heykelleri, sanat felsefesi profesörü ve lağım
fareleri... Tarihin ve toplumun uzak uçları
birbirine kavuşuyor Haňťa’nın dolambaçlı
monologlarında. Yaşayarak okunmuş ve
okuyarak yaşanmış bir ömrün bilgelik ve mizah
dolu anlatısı Gürültülü Yalnızlık.

“Flaubert Bilirbilmezler ’i yazmak için iki bin


kitap okuması gerektiğini söylemişti. Hrabal’ın
ise büyük kitaplarını yazmak için –bundan
eminim– iki bin insan tanıması gerekmişti.”
– Jiří Kolář

Çeviren
Elif Gökteke
EDEBİYAT
ROMAN

ISBN
978-605-7643-08-7
17 TL
9 786057 643087 www.notoskitap.com

You might also like