You are on page 1of 77

İÇİNDEKİLER

KUMBARA........................................................................................ 3
AVCI .................................................................................................. 4
EN DEĞERLİ RESİM ....................................................................... 5
BİR BARDAK SÜT ........................................................................... 6
AKILLI KAPTAN ............................................................................. 7
BİR DEMET ÇUBUK........................................................................ 8
KİME BAKMALI? ............................................................................ 9
ADİL PAYLAŞTIRMA ................................................................... 10
ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK ............................................... 11
ASLAN İLE YUNUS BALIĞI ........................................................ 12
TAVŞAN VE TİLKİ ........................................................................ 13
İYİ İLE KÖTÜNÜN MÜCADELESİ .............................................. 14
KIRMIZI BENEKLİ KELEBEK ..................................................... 15
MİKROP .......................................................................................... 18
OKUL ............................................................................................... 19
TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA ..................................................... 20
TUĞBA’NIN YEMEĞİ .................................................................. 22
ALİŞ ÇOBAN .................................................................................. 23
YAŞAMIN YANKISI ...................................................................... 24
KÜÇÜK ÇOBAN VE KURT ........................................................... 26
ANNE KEDİ .................................................................................... 27
KRAL VE KÖYLÜ .......................................................................... 28
YAVRU FİL ..................................................................................... 29
ON KÜÇÜK KÖPEK ....................................................................... 30
KANARYA VE PAPATYA ........................................................... 31
SÜT HAVUZU................................................................................. 32
GERÇEK KARDEŞLİK .................................................................. 33
KÜÇÜK BİR GÜLÜMSEME (TEBESSÜM) ................................. 34
TİLKİ İLE KEDİ ............................................................................ 35
SUSAYAN KARGA ........................................................................ 36
TARLA FARESİ İLE EV FARESİ.................................................. 37
KARINCA İLE GÜVERCİN ........................................................... 38
GÜNEŞ İLE RÜZGÂR .................................................................... 39
TEK AYAKKABI ............................................................................ 40
KİTAP .............................................................................................. 41
ASIL FAKİRLİK ............................................................................. 42
AY’I KUYUDAN ÇIKARMIŞ ........................................................ 43
1
KEDİ NEREDE ................................................................................ 44
SEVGİYİ BÖLMEK ........................................................................ 45
HANGİSİ DAHA DEĞERLİ (KIYMETLİ) .................................... 46
ÜMİTLİ KURBAĞA ....................................................................... 47
KURABİYE HIRSIZI ...................................................................... 49
KRAL VE KÖYLÜ .......................................................................... 50
TESTİYİ KIRMADAN ................................................................... 52
RAHMETİ ÇİĞNEMEM ................................................................. 53
YA İÇİNDE OLSAYDIM ................................................................ 54
DÜNYANIN DENGESİ .................................................................. 55
YA TUTARSA ................................................................................. 55
YE KÜRKÜM YE............................................................................ 56
DOKUZ ALTIN OLSUN ................................................................. 57
SANA NE? ....................................................................................... 57
ZATEN İNECEKTİM ...................................................................... 58
KAZAN DOĞURMUŞ .................................................................... 58
PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR ............................................ 59
EŞEĞE İNANIYORSUN DA BANA MI İNANMIYORSUN! ...... 60
GARİP .............................................................................................. 61
KIRK YILLIK SİRKE ..................................................................... 62
ÖKÜZ OLMAK İSTEYEN KURBAĞA ......................................... 63
HOCA İLE BALIKLAR .................................................................. 64
TURŞUYU SEN Mİ SATACAKSIN BEN Mİ? .............................. 65
İŞE YARAR ŞEY ............................................................................ 66
DÜŞÜNEN HİNDİ........................................................................... 67
HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK ...................................................... 68
ÖNDEN GİDEN ATLILAR............................................................. 69
ANNE ............................................................................................... 70
BİR DÜNYA İSTERİM ................................................................... 71
DOSTUM ......................................................................................... 72
VEDA ............................................................................................... 73

2
KUMBARA
Cemil’in bir kumbarası vardı.
Her gün bir kâğıda bir şeyler yazıyor
ve kumbaraya atıyor.
Bir gün Cemil’in küçük kardeşi Canan
onu izledi(takip etti). Ağabeyi Cemil
ne yapıyor çok merak etti.
Ağabeyine sordu:
- Ağabeyciğim, kumbarana hiç para atmıyorsun, dedi.
Cemil:
- Evet haklısın. Bu çok özel bir kumbara. Onun içinde başka
bir şey biriktiriyorum, dedi.
Başka bir şey söylemedi. Canan daha çok merak etti.
Ağabeyini yine izledi. Ağabeyi her akşam eve geliyor ve
kâğıda bir şeyler yazıyor. Onları kumbaraya atıyor. Bir gün
ağabeyi kumbarayı açtı. İçindekileri masanın üzerine boşalttı.
Sonra bir, iki, üç, dört, beş diye saydı.
Canan koştu, hemen ağabeyinin yanına geldi:
- Ağabeyciğim, lütfen söyle, ne biriktiriyorsun, diye sordu.
Cemil:
- Madem o kadar merak ettin. Söylüyorum. Arkadaş
biriktiriyorum.
Her gün okula gidiyorum ve yeni birisiyle arkadaş
oluyorum. Akşam eve geliyorum onların isimlerini yazıyorum,
kumbaraya atıyorum. Sonra da, işte böyle kaç arkadaşım oldu
sayıyorum, dedi.
Canan ağabeyine hayran oldu. O günden sonra Canan
da kumbarasında arkadaş biriktirdi.

3
AVCI
Bir zamanlar çok iyi bir avcı varmış. Avlarını çok iyi
vuruyormuş. Sıcak bir yaz günü ormanda avlanıyormuş.
Oklarını omuzuna almış. Bu sırada ırmağın (nehir) karşı
kıyısında (tarafında) bir ayı görmüş.
Avcı oklarını hazırlamış ve ayının köprüden geçmesini
beklemiş. Tam o sırada köprüye küçük bir ayı daha gelmiş.
Avcı kendi kendine :“ Köprü çok dar, ikisi birden geçemez.
Şimdi kavga edecekler. Büyük ayı küçük ayıyı dövecek” diye
düşünmüş. Onlara doğru yaklaşmış. İki ayı karşı karşıya
gelmiş. Kendi dillerinde bir şeyler konuşmuşlar. Avcı, kavga
edecekler diye bekliyormuş. O da ne! Büyük ayı oturmuş.
Küçük ayıyı sırtına almış. Bu şekilde dar köprüden birlikte
geçmişler.
Avcı bu duruma çok şaşırmış. Kendi kendine “Hayvanlar
bile yardımlaşmayı biliyor. Biz insanlar bunu yapamıyoruz.
Çok küçük sebeplerden kavga ediyoruz.” demiş.
Ayıları vurmaktan vazgeçmiş, evine dönmüş.

4
EN DEĞERLİ RESİM
Ayşe’nin altı kardeşi varmış babası da ressammış.
Evlerinde babasının özel bir odası var. Babası resimlerini
odasında yapıyor.
Bir gün Ayşe’nin babası evde yoktu. Ayşe babasının
odasına girdi. Resimlerden bir tane aldı. Masanın üzerindeki
boyaları resmin üzerine döktü. O güzel resim çok çirkin hale
geldi.
Birkaç saat sonra babası geldi. Resmi gördü ve çok
sinirlendi. Herkesi topladı, sordu:
-Bu resmi kim böyle yaptı?
Hiç kimse ses çıkarmadı. Babası tekrar sordu. Yine
kimse ses çıkarmadı. Babası sonra herkese tek tek sordu. Sıra
Ayşe’ye geldi. Ayşe:
- Baba biliyorsun ben yalan söylemiyorum. O resmi ben
boyadım.
Bu cevap babasının hoşuna gittti. Birden kızgınlığı
(siniri) geçti.
- Sen doğru söyledin ya, benim için bu, o resimden daha
kıymetli (değerli) dedi ve kızını kucakladı.
Ayşe doğru ve dürüst olduğu için babası onu affetti.
Çok mutlu bir hayat yaşadılar.

5
BİR BARDAK SÜT
Bilal yoksul (fakir) bir
ailenin çocuğuydu. Ev ev
dolaşıyor ve bir şeyler satıyor.
Bir gün hiçbir şey satamadı. Bu
sırada karnı çok acıktı. Kendi
kendine “şimdi bu evden yiyecek bir şey istesem nasıl olur”
diye düşündü.
Evin kapısını çalıyor. Kapıyı sevimli bir genç hanım açıyor.
Ama Bilal yiyecek bir şey isteyemiyor. Sadece:
- Bir bardak su verebilir misiniz, diyor.
Genç hanım bakıyor ki, Bilal’in karnı aç. Ama ne yazık ki
evde yiyecek bir şey yok. Yalnız bir bardak süt var. Sütü
bardağa dolduruyor ve Bilal’e veriyor. Bilal sütü içiyor.
Sonra:
- Borcum ne kadar? diyor.
- Borcunuz yok, afiyet olsun, diyor genç hanım.
- Öyleyse çok teşekkür ederim.
Aradan yıllar geçiyor. Genç bayan yaşlanıyor. Bir gün
çok hasta oluyor. Onu çok iyi bir doktora götürüyorlar. Bu ünlü
(meşhur) doktor yıllar önce bir bardak süt verdiği Bilal idi.
Bilal, genç hanımı hemen tanıdı. Onun ile çok fazla ilgilendi.
Kadın kısa bir süre içerisinde iyileşti. Kadının eline bir
zarf verdiler. Kadın: “ Acaba ne kadar borcum var” diye
düşündü. Kadın zarfı açtı ve gözleri yaşardı. Kâğıtta “ Bütün
hastane masrafları bir bardak süt ile (karşılığında) ödendi”
yazıyor.
İşte o zaman kadın, doktorun kim olduğunu anladı.

6
AKILLI KAPTAN
Bir zamanlar bir kaptanın çok
büyük bir hazinesi varmış. Bu hazineyi
gemideki kendi odasında saklamış. Bir
gün yine gemisi ile denize
açılmış(çıkmış). Bir hırsız kaptanın
hazinesini öğrenmiş. Kaptanla birlikte yolculuğa çıkmış.
Gemide hırsızdan başka birçok yolcu da varmış.
Hırsız kendi kendine plan yapmış. “ Önce kaptanın
odasından hazineyi alacağım ve kendi odama koyacağım.
Kıyıya varacağız ve ben hazineyi alacağım, kaçacağım” diye
düşünmüş.
Bir gün bu planı uygulamak için kaptanın odasına
gitmiş. Önce kapıyı çalmış. Kaptanın nerede olduğunu anlamak
istemiş. Kaptan içeriden:
- Kim o , diye seslenmiş.
- Afedersiniz benim odam sandım, demiş.
Kaptan çok akıllıymış. Adamın hırsız olduğunu
anlamış. Hemen onu yakalamışlar. Adam suçunu kabul etmiş.
Herkes merak etmiş, kaptana sormuşlar:
- Söyler misiniz, bu adamın hırsız olduğunu nasıl anladınız?
Kaptan:
- Çok kolay. İnsan kendi odasının kapısını çalmaz. Ama o,
benim odamın kapısını çaldı. Sonra da “ benim odam
sandım(zannettim, düşündüm)”dedi. Ondan anladım,
demiş.
Herkes kaptanın aklına hayran olmuş.

7
BİR DEMET ÇUBUK
İyi kalpli bir adamın sürekli birbirleriyle kavga eden
dört oğlu vardı.
Adam, oğullarının iyi huylu ve geçimli olmalarını çok
istiyordu.
Günün birinde, aklına bir fikir geldi. Oğullarından, bir
demet çubuk toplayıp getirmelerini istedi. Sonra,
Herbirine getirdikleri demeti dizleriyle kırmalarını söyledi.
Hepsi denedi, ama hiç biri bunu beceremedi.
Adam demeti çözdü ve çubukları teker teker
çocuklarının ellerine vermeye başladı. Çocuklar bütün
çubukları bir bir kırıp attılar.
Bunun üzerine:
"Evlatlarım"dedi adam."Birlik olursanız, zorlukların
üstesinden gelirsiniz. Ayrılırsanız, zorluklar sizi ezer geçer.
Birlik kuvvettir." Birlikten kuvvet doğar.

8
KİME BAKMALI?
Bir gün, bir delikanlı (genç) babasına:
"Bizimkinden daha iyi ve yüksek evlerde, daha Lüks ve zengin
bir hayat yaşayan insanlar var, baba" dedi."Niye biz de onlar
gibi yaşamıyoruz?"
Baba, oğlunun sitem yüklü sorusuna o gün bir cevap
vermedi. Günler geçti. Bir tatil günü baba oğlunu yanına aldı
ve şehrin kenar mahallelerinde dolaştılar. Oralarda sokakta eski
ve yamalı giysiler (elbiseler) içinde oynayan çocuklar vardı.
Evlerden bazıları yıkılacak kadar eski ve haraptı.
Baba, oğluna bu perişan manzarayı gösterdi ve:
"Bak oğlum" dedi, biz bunlardan daha iyi yaşıyoruz.
Kendinden zengin olanlara baktığın kadar, kendinden daha
fakir olanlara bakmazsan, elindekilerin kıymetini bilemez,
mutlu olamazsın.

9
ADİL PAYLAŞTIRMA
Aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar. Onlar hayvan avlanmaya
çıkmışlar. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan
avlamışlar. Onlar avlarını bir mağaraya getirmişler.
Aslan kurda:
“hadi bakalım!” demiş. “Şu hayvanları paylaştır da karnımızı
doyuralım.”
Kurt korkarak; “Ey büyük sultanım!” demiş. “Şu öküzü
siz buyurun, keçi benim, tavşan da tilki kardeşin olsun.” Aslan
çok kızmış ve “küstah” demiş. “sen kim oluyorsun? Ben
buradayken kendine de pay alıyorsun?” sonra da, bir pençe
kurda vurarak kurdu yere sermiş. Bu kez tilkiye dönüp; “Öyle
bakma da paylaştır şu avları bakalım.”demiş. Tilki;
“Sultanım!” diye başlamış söze. “Pay etmek haddim değil ama
emir buyurdunuz söyleyeyim. Tavşanı sabah kahvaltıda
yersiniz, öküzü öğle yemeğinde yersiniz. Keçiyi de akşam
yemeğinde yersiniz.
Aslan bu paylaştırmadan çok haşlanmış ve tilkiye, bu
kadar adil bir paylaştırmayı nereden öğrendiğini sormuş. Tilki
de; “Yüce efendim!” demiş. “ Şu kurda bakarak öğrendim.

10
ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK
Bir zamanlar bir çiftlikte yaşayan bir tavuk varmış. Bu
tavuk diğer tavuklar gibi değilmiş, çünkü yumurtaları
altındanmış. Tavuğun sahibi her gün bu altından yumurtaları
alıyor ve pazara götürüyor, satınca da para kazanıyor. Çiftçi her
gün biraz daha zengin olmaya başlamış, çünkü tavuk her gün
altın yumurtluyor. Kazandığı paralarla mutlu olmuş, ama daha
fazlasını istemiş. Tavuğu kesersem, bütün altınlar da hemen
benim olur ve zengin olurum’ diye düşünmüş. Zengin olma
hırsı ile zavallı tavuğu kesmiş ama tavuğun içinden altın
çıkmamış. Görmüş ki bu tavukta tıpkı diğerleri gibiymiş.
Hatasını anlamış ama iş işten geçmiş. Bu acelecilik ve
hırstan dolayı elindeki altın yumurtlayan tavuktan da olmuş
(onu da kaybetmiş).

11
ASLAN İLE YUNUS BALIĞI
Hayvanlar kıralı bir gün, deniz kenarında mağrur
(gururlu) bir eda (vaziyet) ile geziyor ve su üstünde güneşlenen
bir yunus balığı görüyor: “Merhaba yunus balığı” diye
kükrüyor. “Seni gördüğüme çok sevindim, uzun zamandır
seninle birlikte olmak istiyorum. Ben hayvanlar kıralıyım sen
de balıklar kıralı. Eğer ikimiz beraber olursak kimse bizi
yenemez.”
Yunus balığı “dediklerin doğru cevabını verdi.
Bir süre (vakit) sonra yine deniz kenarına gelen aslan
sahilde gezen boğa ile kavga etti. Aslan kavganın sonunu
düşündü ve yunus balığından yardım istedi.
Sonra yunus balığı denizden çıktı ama aslana yardım
edemedi. Bununla birlikte aslan kısa bir zaman sonra boğayı
yendi ve boğa kaçtı. Daha sonra yunus balığına döndü ve ona
şöyle dedi:
Sen nasıl arkadaşsın. Boğa beni öldürebilirdi sen ise
bana yardım etmedin.
Yunus balığı sessiz kaldı ve aslana şunları söyledi: “
Aslan kardeş kendimize dost arıyoruz ama onların sadece güçlü
kuvvetli olmalarına değil bir güçlükle karşılaştığımız zaman
size yardım edebilecek duygulara sahip olup olmadıklarına
daha dikkat etmeliyiz.”

12
TAVŞAN VE TİLKİ
Bir tavşan önüne bir bilgisayar
almış tak tuk tak tuk bir şeyler yazıyor.
Oradan geçen bir tilki:
‫־‬Hey tavşan ne yazıyorsun?
‫־‬Doktora tezimi yazıyorum.
‫־‬Ha öyle mi, çok güzel ne hakkında?
‫־‬Tavşanların tilkileri nasıl yedikleri
hakkında.
‫־‬Yok, canım olur mu öyle şey hiç tavşanlar tilki yerler mi?
‫־‬Olur, canım gel istersen sana ispat edeyim.
Beraberce tavşanın yuvasına girerler biraz sonra tavşan
yuvadan tek başına çıkar ve yine bilgisayarın başına geçer tak
tuk bir şeyler yazmaya devam eder. Daha sonra oradan geçen
bir kurt tavşanı görür.
‫־‬Hey tavşan ne yazıyorsun?
‫־‬Doktora tezimi.
‫־‬Ne hakkında ?
‫־‬Tavşanların kurtları yemesi hakkında.
‫־‬Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde buna kim inanır.
‫־‬Doğru olmaz mı gel istersen göstereyim.
Yine beraberce yuvaya girerler tavşan biraz sonra tek
başına dışarı çıkar. Tavşanın yuvasının içindeki manzara
şöyledir. Bir köşede tilkinin kemikleri, bir köşede kurdun
kemikleri. Diğer tarafta ise bir arslan kürdanla dişlerini
temizliyor.

13
İYİ İLE KÖTÜNÜN
MÜCADELESİ
Yaşlı adam kulübesinin
önünde torunuyla oturmuş, az ilerde
birbiriyle oynayan iki köpeği izliyor.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı
ve on iki yaşındaki çocuk o köpekleri
her zaman dedesinin yanında görür.
Dedesinin yanından ayırmadığı iki iri(büyük) köpekti
bunlar. Çocuk her zaman şöyle düşünür. Dedemin niçin her
zaman siyah ve beyaz köpekleri var. Niçin başka renkte
köpekleri yok. Ve merakla dedesine sordu.
Yaşlı adam, bilgece (âlimce) bir gülümsemeyle
torununu sevdi.
“Onlar” dedi, “benim için iki simgedir (işaret) evlat.”
“Neyin simgesi?” diye sordu çocuk.
“İyilik ile kötülüğün simgesi. Şu gördüğün köpekler
gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli (devamlı) mücadele
ederler. Onları seyrediyorum ve her zaman bunu düşünüyorum.
Bunun için her zaman yanımda bu köpekler.”
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da
olmalı diye düşündü ve bir soru daha sordu:
“Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge (âlim) adam, güldü ve baktı torununa:
“Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!”

Kürdan: Yemekten sonra dişlerimizin arasında kalan artıkları


temizlediğimiz ince uçlu çubuk.

14
KIRMIZI BENEKLİ
KELEBEK
Sıcak bir yaz günüydü. Oya
kırlara çiçek toplamaya çıkmıştı.
Yorulunca bir ağaca yaslandı.
Derken uyuyakaldı. Rüya görmeye
başladı. Rüyasında çok güzel rengarenk bir kelebek gördü.
Kelebeğin kanatlarında yıldızlar parlıyor. Kırmızı benekleri
vardı. Durmadan dans ediyor ve şarkı söylüyor. Oya kelebeğin
dansını hayranlıkla seyretti ve şarkılarını dinledi. Uyandığında
kırmızı benekli kelebek gitmişti. Oya eve doğru gitti.
- Anne, kırmızı benekli kelebek nerde? diye sordu.
Annesi:
- Ne kelebeği? dedi.
Oya :
- Kırmızı benekli güzel kelebek , dedi. O dans edip bana
şarkılar söyledi. Oya’nın annesi güldü:
- Herhalde sen rüya gördün. Kırmızı benekli kelebek yalnız
rüya kelebeğidir. Oya onun kanatlarında parlayan yıldızları
hatırladı ve :
- O kelebek gerçek olmalı, dedi. Onu bulmaya gideceğim.
Oya önce arkadaşlarına sordu.
- Kırmızı benekli kelebeği gördünüz mü?
Arkadaşları :
- Hayır, dediler. Öyle bir kelebek olamaz.
Fakat Oya kırmızı benekli kelebeği aramaya devam etti. Gide
gide kartalın yuvasına vardı. Kartal tek başına duruyordu. Oya
bütün gün güzel kelebeği aradı durdu. Fakat onu bulamadı.
Sonunda eve döndü. Çok yoruldu. Hemen uyudu. Rüyasında
kırmızı benekli kelebeği yeniden gördü. Kelebek yine
15
durmadan dans ediyor, şarkı söylüyor.
Oya kelebeğe sordu:
- Hep seni aradım. Neredeydin? dedi.
Kelebek cevap vermedi. Dans etmeye devam etti..
Sabahleyin Oya olanları babasına anlattı:
- Bu kelebeğin gerçek olduğuna inanıyorum, dedi.
Babası ona:
- Bir rüya görmüş olacaksın. Çünkü kırmızı benekli kelebek
olmaz, dedi. Oya ısrar etti:
- Yine de arayacağım.
Oya bütün gün yine kırmızı benekli kelebeği aradı. Ama
bulamadı. Eve döndüğünde gece olmuştu. Gökyüzünde
yıldızlar parlıyordu. Oya güzel kelebeğin kanatlarındaki
yıldızları düşündü.
- Uyursam yine güzel kelebeği görebilirim, dedi.
Fakat o gece rüyasında güzel kelebeği görmedi. Dere kenarını
ve yüzen ördekleri gördü. Ertesi gün Oya dere kenarına
yürüdü. Yüzen yeşil ördeklere baktı. Birden ördeklerin başında
dans eden kırmızı benekli kelebeği gördü. Kelebek şarkı
söylüyor. Oya sevinçle bağırdı:
- Senin gerçek bir kelebek olduğunu biliyorum! Benimle dost
ol; birlikte oynayalım, dedi.
Kelebek Oya’nın avucuna kondu. Oya onu eve götürdü ve önce
annesine, sonra da arkadaşlarına gösterdi. Bir gün arkadaşı
kelebeği avucuna aldı. Ona şarkı söyletti. Sonra birlikte dans
ettiler. Oya ona çok kızdı:
- Seninle oynamasına izin veremem. Çünkü o benim
kelebeğim, dedi.
Küçük çocuk:
- Ne olur biraz benimle kalsın! diye rica etti.

16
Fakat Oya :
- Hayır, imkansız! diyerek kelebeği aldı ve gitti.
Oya dere kenarında yürüdü. Çok yoruldu kartalın yuvasına
oturdu. Kartal yoktu. Oya kelebeğe :
- Haydi güzel kelebeğim. Şimdi benim için dans et ve şarkı
söyle, dedi. Ama kelebek yerinden bile kımıldamadı. Bütün
gün ağacın üstünde durdu.
Oya kelebeği orada bıraktı eve koştu. annesine anlattı.
Annesi ona :
- Arkadaşlarınla oynamasına izin vermeliydin. Onun için
kelebek sana küstü, dedi.
Sonra devam etti:
- Sen kötü bir kızsın. Sevdiğin bir şeyi arkadaşlarınla
paylaşmalısın.
Oya annesine hak verdi:
- Peki anneciğim. Bundan sonra iyi bir kız olacağım, dedi.
Hemen kartalın yuvasına koştu. Ama kelebek orada yoktu.
Oya çok üzüldü. Yaptığı kötülükten de çok utandı. Kendi
kendine iyi bir kız olmaya karar verdi.
Birkaç gün sonra Oya kırlara çiçek toplamaya çıktı. Sonra da
bir ağacın altında uyudu. Rüyasında kırmızı benekli kelebeğini
gördü. Çok sevindi.
- Kelebeğe hoş geldin. Git, arkadaşlarımla da oyna. Onlarla
dans edip şarkı söyle , dedi.
Kırmızı benekli kelebek Oya’nın dediklerini aynen yaptı.

17
MİKROP
Mikrop yürümüş, bir evin kapısından içeri girmiş. Bir
de bakmış merdivenler var. Merdivenlere çıkmış ve kapıyı
vurmuş.
- Tak tak tak!
- Kim o ?
- Ben bay mikrop
- Ne istiyorsun ?
- Seni hasta etmeye geldim.
- Yoo beni hasta edemezsin! Bol bol uyudum, iyi gıdalarla
beslendim. Temiz bir çocuğum, aşı da oldum.
Mikrop: “ Ben gidiyorum” demiş.
Çocuğun annesi sabunlu su ile temizlik yapıyormuş.
Mikrobun ayağı kaymış, yuvarlanmış. Kendini kapının dışında
bulmuş.

18
OKUL
Hayvanlar, mutluluk
ormanında yaşıyorlar. Bu
ormanda bir de okul varmış.
Okulda, okuma yazmayı kartal
öğretiyor. Avlanmayı da avcı
hayvanlar öğretiyor. Okulda
tuzaktan korunmanın yolları da öğretiliyor.
Bir gün kartal:
- Okul açıldı! Okul açıldı! Diye haber göndermiş.
Yavru hayvanlar hemen okula koşmuşlar. Ama yavru aslan
okula gitmemiş. Okula gitmeyince yeni bilgiler öğrenememiş.
Bir gün yavru aslan ile yavru ayı, ormanda oynuyorlarmış.
Yavru aslan, yerde parlak bir oyuncak görmüş.
Koşarak onu almaya gitmiş. Ama bir tuzağa düşmüş.
Yavru aslan:
- İmdat! İmdat! Diye bağırmış.
Yavru ayı:
- Ne oldu? Diye koşmuş.
Yavru aslan:
- Tuzağa düştüm. Kurtar beni! Diye bağırmış. Yavru ayı,
onu tuzaktan kurtarmış.
- Bize okuldan tuzaktan kurtulmayı öğrettiler, demiş.
Yavru aslan:
- ben çok yanlış yapmışım. Bundan sonra ben de okula
gideceğim, demiş.
Bu olaydan sonra yavru aslan da okula gitmiş. Yeni bilgiler
öğrenmiş ormanda mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmişler.

19
TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA
Tavşan; “Beni hiç kimse geçemez!” diye övünmüş
(gururlanmış).
Kaplumbağa ise tavşanın kendini beğenmesine çok
kızmış. Yine bir gün tavşan;”Benimle hiç kimse yarışamaz!”
demiş. “Ben herkesi geçerim.”
Kaplumbağa ortaya çıkmiş; “Benimle yarışır mısın?”
demiş. Tavşan buna çok gülmüş. “Nasıl olsa kaplumbağayı
geçerim.” Diye düşünmüş ve teklifi kabul etmiş.
Tavşan ile kaplumbağa yarışmaya karar vermişler. Bunu
duyan herkes de çok gülmüş. Hiç kaplumbağa, tavşanı
geçebilir mi?
Yarışma günü gelmiş. Bütün hayvanlar yarış yerinde imiş.
Başlama işareti ile birlikte (beraber) tavşan hızla koşmaya
başlamış. Yarışma gününe kadar tavşan nasıl olsa geçerim diye
düşünerek hiç çalışmamış ve gününü hep eğlence ile geçirmiş.
Kaplumbağa ise beslenmesine dikkat etmiş yarış gününe kadar
günlerini çok güzel değerlendirmiş ve planlı bir şekilde
çalışmış.

20
Yarış devam ederken tavşan bir havuç tarlasına rastlamış.
“Şuradan birkaç havuç alayım da yiyeyim. Zaten kaplumbağa
bana yetişemez.” demiş. Ama kaplumbağanın yarış gününe
kadar planlı bir şekilde çalıştığından hiç haberi yokmuş.
Tavşan havuçları yiyince uykusu gelmiş ve orada uyumuş.
Sonra tavşan uyanmış ve görmüş ki kaplumbağa yarışı bitirmek
üzere imiş. Hemen kalmış ve koşmaya başlamış fakat boşuna.
Kaplumbağa yarışı kazanmış.
Tavşan, planlı çalışmamış, yarıştan önceki ve yarış
gününü iyi değerlendirmemiş cezasını yarışmayı kaybederek
görmüş. Kaplumbağa ise yarışmaya kadar planlı bir şekilde
çalışmış ve faydasını görmüş. Bütün hayvanlar kaplumbağayı
alkışlamış ve tebrik etmiş.

21
TUĞBA’NIN YEMEĞİ
Yemek saatiydi.
Tuğba, çantasını açtı. Yiyeceklerini önüne koydu.
Nedense pek iştahı yoktu. Reçelli ekmeğin ancak
yarısını yiyebildi. Ekmeğin yarısını pencerenin kenarına
koydu. Ekmeği kuşlar yerse, ziyan olmaz diye düşündü.
Öğretmen, Tuğba’nın yaptığını görmüştü. Yanına geldi.
- Tuğba, ekmeğini ne yaptın? diye sordu.
Tuğba ne diyeceğini bilemedi.
Öğretmen, yüksek bir sesle konuşmaya başladı.
- Bir lokma bile olsa, ekmeği ziyan etmeye hakkımız yok.
Bazı insanlar bu yemeği bile bulamıyorlar. Tuğba
dışarıdaki ekmeğe baktı. Tam o sırada pencereye bir kuş
kondu. Ekmeği gagalamaya başladı.
Tuğba sevinçle:
- Bakın öğretmenim, ekmek ziyan (israf) olmadı, dedi.
Öğretmen:
- Evet, bu defa olmadı. Ama başka zaman olabilir, dedi.

22
ALİŞ ÇOBAN
Aliş Çoban, yetim bir çocuktu. İşi, iyi bir adamın koyunlarına
bakmaktı. Bir gün kendisine hızla yaklaşan bir atlı gördü. İri
yarı(büyük), pala bıyıklı bir adamdı. Adam Aliş Çoban’ın
yanına geldi ve seslendi:
- Hey çocuk, dedi. Zengin olmak ister misin?
Aliş, bu soru karşısında biraz şaşırdı ve cevap verdi:
- Zengin olamayı kim istemez ki. Ama nasıl?
- Şu sürüyü (koyunları) bana sat. Sana binlerce lira
veririm.
- Nasıl olur? dedi Aliş. Bu koyunlar benim değil ki, bunlar
bana emanet. Pala bıyıklı adam bir kahkaha attı (güldü).
- Şu düşündüğün şeye bak, dedi. Sahibi nereden görecek?
Paraları alırsın ve başka bir şehre gidersin.
- Aliş Çoban hayır dedi ve başını salladı. Ben emanete
hıyanetlik (ihanet) edemem. Hadi git başımdan.
O anda, bir şey oldu. Pala bıyıklı adam, attan indi Aliş’i
kucakladı ve öptü.
- Aferin sana Aliş, dedi. Sen artık benim çobanım değil,
oğlumsun. Sonra da Aliş’in önünde, takma bıyığını çıkarttı ve
attı. Meğer bu garip adam, Aliş’in dürüstlüğünü sınamak
(kontrol etmek, denemek) için gelen sürülerin sahibiymiş.

23
YAŞAMIN YANKISI
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlar. Birden
çocuk yere düşüyor ve canı yanıyor 'AHHHHH' diye bağırıyor.
Çocuk ileride bir dağın tepesinden 'AHHHHH' diye bir ses
duyuyor ve şaşırıyor.
Merak ediyor ve,
- ''Sen kimsin?'' diye bağırıyor. Aldığı cevap 'Sen kimsin?'
oluyor.
Aldığı cevaba kızıyor.
- ''Sen bir korkaksın!'' diye tekrar bağırıyor.
Dağdan gelen ses
- 'Sen bir korkaksın!' diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüyor.
- ''Baba ne oluyor böyle?'' diye soruyor.
- ''Oğlum'' diyor babası, ''Dinle ve öğren!'' ve dağa dönüyor:
- ''Sana hayranım!'' diye bağırıyor.
Gelen cevap:
- ''Sana hayranım!'' oluyor. Baba tekrar bağırıyor,
- ''Sen muhteşemsin!''
Gelen cevap;

24
- ''Sen muhteşemsin!'. Çocuk çok şaşırıyor, ama henüz ne
olduğunu anlayamıyor.
Babası açıklamasını yapıyor:
- ''İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu
yaşamdır.(Hayat) Yaşam daima sana senin verdiklerini geri
verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla
sevgi istiyorsan o zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat
istiyorsan, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha
çok saygılı ol. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de
daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir
parçasıdır, her dönemi için geçerlidir.''
Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir
yansımasıdır.

25
KÜÇÜK ÇOBAN VE KURT
Çoban, bir süredir hayvanları otlatma işini oğluna
bırakmış. Küçük çoban, her gün koyunları çayıra götürüyor,
otlatıyor. Bir gün canı sıkıldı; biraz heyecan için, “kurt
geliyor!” diye bağırdı ve köye doğru koştu. Köylüler, derhal
(hemen) sopalarını aldılar. Kurdu yakalamak için çayıra
koştularsa da, tabii kurdu göremediler.
Çocuğun bu yalancılığı öylesine inandırıcı idi ki, aynı
yalanı iki defa daha tekrarladı ve her defasında da, “koca
(büyük) adamları nasıl da aldatıyorum,” diye içinden köyünün
insanları ile alay etti.
Ama bir gün, bir kurt gerçekten sürüye hücum etti. Çocuk,
heyecan ve korku içinde, “kurt geliyor!” diye köye gitti ve
yardım istedi ama bu defa kimse kendisine inanmadı. Kurt o
koyunların hepsini parçaladı ve öldürdü.
Yalancılar doğruyu söyleseler de bile kimse inanmaz.

26
ANNE KEDİ
Göl kenarında bir kedi yaşıyor. Bu kedi suyu hiç
sevmiyor. Bir gün o kedi doğum yapıyor.
Bu kedinin yavruları ise annelerinden çok farklılar.
Gölde oynuyor ve suya girmeyi çok sevmektedirler. Anne kedi
de yavruları ile birlikte (beraber) göle giriyor. Onlarla suda
oynuyor.
Bunu gören bir başka kedi hayretler içinde kalıyor ve
ona soruyor:
- “Sen hep sudan nefret ederdin, ama görüyorum ki artık sudan
hiç çıkmıyorsun. Bunun sebebi nedir?”
Anne kedi şöyle cevap verir:
- “Hala suyu sevmiyorum ama yavrularımı çok seviyorum”.
Yavrularımın mutluluğu için her şeyi yaparım.

27
KRAL VE KÖYLÜ
Çok eski zamanlarda bir kral varmış. Bu kral kendisine
çok güzel bir elbise diktiriyor. Bir gün bu güzel elbise ile
ülkesinde geziyormuş. Hava çok güzelmiş. Kralı görenler
elbiseye hayran oluyor. Bir süre sonra kral bir köylü ile
karşılaşıyor. Köylü krala selam veriyor:
- Aman kralım, elbiseniz ne kadar güzel! Ama saraya dönün.
Biraz sonra çok kuvvetli bir yağmur gelecek.
- İyi ama nasıl oluyor, diye şaşırıyor kral. Baksana hava çok
güzel.
- Haklısınız kralım hava güzel görünüyor. Ama yağmur
geliyor.
Kral köylüye pek inanmıyor. “ O, nasıl biliyor” diye
düşünüyor. Ama sonra yağmurda elbisesi bozulsun istemediği
için saraya geri dönüyor. Hemen dışarıda yağmur başlıyor.
Kral çok şaşırıyor ve pencereden dışarıya bakıyor.
- Hayret, gerçekten yağmur yağıyor. Hem de çok kuvvetli
yağıyor. İyi ki köylünün sözünü dinledim, çok iyi oldu. Bir
kaç saat sonra yağmur durdu. Kral köylüyü saraya çağırdı.
-Sen, yağmur yağacağını nereden biliyorsun, diye sordu.
Köylü:
-Yağmurdan önce eşeğim kulaklarını aşağı indiriyor. Bu defa
daha çok indirdi. Anladım ki yağmur çok kuvvetli.
Kral gülümsedi. Ve sonra dedi:
- Demek sen yağmuru eşeğinden öğreniyorsun, demiş. Köylüye
bir kese altın vermiş.
Köylü altınları alıyor ve bir altınla eşeğine lezzetli
yiyecekler alıyor.

28
YAVRU FİL
Yavru fil şöyle bir vücuduna
baktı. Vücudu çok büyük idi. kulakları
çok büyük, hortumu çok uzun ve
dişleri çok büyük idi. Çok üzüldü.
Kendi kendine sordu:
- Ben niçin bu kadar büyüğüm? Etrafta yürüyorum. Böceklere,
solucanlara, karıncalara basıyorum, dedi.
Büyük fil bir gün dışarıya çıkıyor. Karıncalar onu görüyor ve
kaçıyor. Diğer böcekler de kaçıyor. Solucanlar toprağın altına
giriyor.
Yavru fil bakıyor ki, herkes kendisinden kaçıyor. Buna çok
üzülüyor ve ağlıyor. Bu zamanda ( bu sırada ) biraz uzaktan bir
ses duyuyor.
- İmdaat, imdaat!
Yavru fil bu sesi merak ediyor. O tarafa doğru gidiyor. Bakıyor
ki, bir sincap. Sincabın kuyruğu bir taşın altında. Sincap
bağırıyor. Yardım istiyor. Böcekler, karıncalar, serçeler,
fareler, kediler, tavşanlar hepsi sincabın yanına geliyorlar ama
taşı kaldıramıyorlar.
Yavru fil onlara:
- Bakın ben o taşı nasıl kaldırıyorum. Yavru fil büyük taşı
uzun hortumu ile kaldırıyor. Küçük sincap taştan
kurtuluyor. Yavru file teşekkür ediyor.
Yavru fil o günden sonra büyük vücudu ile gurur duyuyor.
Bundan sonra mutlu yaşıyor.

29
ON KÜÇÜK KÖPEK
Bir zamanlar Osman isimli bir çocuk
varmış. Osman bağlarda bahçelerde oynuyor,
koşuyor. Bir gün Osman yine parkta geziyor,
yürüyor. Bu zamanda ( bu sırada) arkasından
bir köpek geliyor.
Zavallı köpek çok açmış. Yemek için bir şeyler arıyor. Her
yere bakıyor. Çöp kutularına bakıyor. Çöp kutularını yere
döküyor. Osman köpeği görüyor ve çok üzülüyor.
- Vah vah, diyor. Keşke çantamda ekmek olsa.
Köpek ise Osman’a bakıyor. “Hav hav” diye havlıyor. Sanki
Osman’dan yiyecek istiyor. Osman ile köpek biraz beraber
yürüyorlar. Az sonra parkın kenarında birkaç kemik
görüyorlar. Osman çok seviniyor.
- Tamam, diyor. Köpeğe bakıyor. Burada senin için çok
kemik var. Sen bu kemikleri üç gün ye, diyor.
Ama aç köpek birden arkaya dönüyor ve koşuyor. Osman çok
şaşırıyor. Orada bir yere oturuyor. Kendi kendine “Hayvan
hiçbir şey yemedi. Böyle nereye gitti” diye düşünüyor. On beş
yirmi dakika sonra köpek tekrar geliyor. Arkasında on tane
küçük köpek var. Büyük köpek küçük köpeklere kemikler
gösteriyor. Kendisi kenarda bekliyor.
On küçük köpek kemiklerden yiyor. Sonra büyük
köpeğe dönüyorlar “ Hav hav” diyorlar. Teşekkür ediyorlar.
Sonra büyük köpek, kemiklerden biraz yiyor. Hepsi de
doyuyor.
Osman hayret ile köpeğe bakıyor.” İnanılmaz” diyor.
“Köpek bile yiyeceğini arkadaşına veriyor, başkalarını
düşünüyor.” diyor.

30
KANARYA VE PAPATYA
Bir zamanlar kanarya ve papatya arkadaş oluyor. İkisi
birbirini çok seviyor. Kanarya her gün papatyanın yanına
geliyor. Papatya ile konuşuyor.
Bir gün bahçenin sahibi çiçeklerin arasında geziyor.
Çiçeklerin arasında kanaryayı görüyor. Onu yakalıyor
(tutuyor) ve kafese koyuyor. Sonra kafesi bahçenin duvarına
asıyor. Bahçe sahibi eve gidiyor. Ama kafese su koymuyor.
Kanaryayı susuz unutuyor ve kanarya çok susuyor.
Papatya arkadaşının haline çok üzülüyor. Ve sonra diyor:
- Seni çok seviyorum. Senin için çok üzülüyorum. Ama senin
için hiçbir şey yapamıyorum. Buradan başka yere hareket
edemiyorum, diyor. Kanarya:
- Ama benim için dua edebilirsin, diyor.
O zaman papatya yapraklarını açtı. Arkadaşı için dua etti.
Papatyanın duası bitti ve hemen yağmur yağdı. Yağmur suları
kanaryanın kafesindeki su bardağını doldurdu. Kanarya bol bol
su içti. Akşam bahçe sahibinin oğlu eve geldi. Kanaryayı gördü
ve çok üzüldü. Kafesin kapısını açtı ve onu serbest bıraktı. O
günden sonra kanarya ve papatya hiç ayrılmadılar. Her zaman,
mutlu mutlu yaşadılar.

31
SÜT HAVUZU
Bir zamanlar çok zengin bir ülke
(devlet) varmış. Bu ülkenin kralı çok
büyük ve güzel bir havuz yaptırmış. Bu
havuzu süt ile doldurmak istemiş. Sonra
da havuzu komşu ülkelere göstermek
istemiş.
Kralın adamları sokaklarda dolaşmışlar ve insanlara haber
vermişler. Davullar çalmışlar.
“ Güm güm güm! Duyduk duymadık demeyin! Kralımız çok
büyük bir havuz yaptırdı. Bu havuza herkes bir kova süt
dökecek. Ve sonra da süt dolu çok büyük bir havuzumuz
olacak. Başka ( diğer) ülkeler bizim ülkemizin çok zengin
olduğunu görecek!”
Herkes bu habere çok sevinmiş. Merak etmişler ve havuzu
görmek için gelmişler. Bakmışlar ki, havuz gerçekten çok
büyük. Herkes bu havuza hayran olmuş. Kralın adamları tekrar
ilan etmişler.
- Herkes bu gece havuza bir kova süt dökecek.
Ülkenin insanları o gece ellerinde bir kova ile havuza
gelmişler. Ellerindeki kovaları havuza boşaltmışlar.
Yarın sabah kral erkenden havuzun yanına gitmiş. Herkes de
havuzun başında toplanmış. Fakat ne görsünler! Havuz su ile
dolu. Neden mi?
Çünkü herkes “nasıl olsa kimse anlamaz” demiş ve süt değil,
su dökmüş. Bundan sonra kral:
- Hiçbir hile gizli ( saklı) kalmaz. Mutlaka ortaya çıkar.
Bunu hiçbir zaman unutmayın, demiş.
Herkes bundan çok utanmış. Üzgün şekilde evlerine dönmüş.

32
GERÇEK KARDEŞLİK
Uzak bir ülkede iki kardeş yaşıyor. Bu iki
kardeş babalarının bahçelerinde çalışıyor.
Büyük kardeş evli idi. Küçük kardeş bekâr
idi. O yıl çok iyi mahsül aldılar. Her iki
kardeş bahçeden meyve ve sebze topladılar. Yarısını büyük
kardeş, yarısını da küçük kardeş aldı. Herkes kendi mahsülünü
evine götürdü.
Bir gün küçük kardeş şöyle düşündü: “Mahsülün yarısını ben
aldım, yarısını ağabeyim aldı. Bence bu doğru değil.
Ağabeyimin çocukları var. Onlara bakıyor ve daha çok para
harcıyor. Ona daha fazla mahsül lazım.”
Ve bundan sonra her gece ağabeyinin ambarına bir torba
patates koydu.
Ağabeyi ise: “Kardeşim bekâr, daha evlenmedi. Evlenmek için
ona çok para lazım. Ben evliyim, çocuklarım var. Kardeşimin
çocuğu yok.” Diye düşündü. Ve bundan sonra her gece bir
torba patatesi kardeşinin ambarına koydu.
Bunun için küçük kardeşin patatesleri ve büyük kardeşin
patatesleri hiç azalmadı. İki kardeş buna çok şaşırdılar. “ Niçin
azalmadı” diye düşündüler.
Bir gece ağabey, yine kardeşine patates götürüyor. Yolda
kardeşini görüyor ve şaşırıyor. Çünkü kardeşinde de bir torba
patates vardı.
İki kardeş patateslerin niçin azalmadığını o zaman anlıyorlar.
Ve çuvalları yere koyuyorlar. Sevgi ile birbirlerine sarılıyorlar.

33
KÜÇÜK BİR GÜLÜMSEME
(TEBESSÜM)
Küçük kız parkta neşeyle
oynuyor. Az ileride çimlerin üstünde
bir adam oturuyor. Adam çok üzgün
görünüyor. Küçük kız: “ Acaba bu
amca için ne yapabilirim” diye düşünüyor. Aklına çok güzel bir
fikir geliyor. Yavaş yavaş adamın yanına gidiyor. Bütün
kalbiyle ona gülümsüyor.
Adam küçük kıza bakıyor ve çok seviniyor. “Demek
beni düşünüyorlar” diyor. Sonra çok iyi bir dostunu hatırlıyor.
Dostuna samimi bir mektup yazıyor.
Arkadaşı mektubu alıyor ve çok seviniyor. “ Demek beni
unutmadın” diyor. Sevinçle ( neşeyle) eve gidiyor. Yolda bir
dilenci görüyor. Dilenciye para veriyor. Zavallı dilenci aç idi.
Ve o para ile ekmek aldı. Eve gitti. Dilenci yolda bir kedi
görüyor. Hava çok soğuk ve kedi çok üşüyor. Dilenci
üsütündeki paltosunu çıkardı ve kediyi paltosuyla sardı. Onu
evine götürdü. Kendisi bir apartmanın bodrumunda kalıyor.
Gece oldu ve dilenci uyudu. Sabah erken vakitte apartmanda
bir yangın çıktı. Kedi duman kokusunu aldı ve dilenciyi
uyandırdı. Adam hemen apartmandakilere haber verdi. Kısa
zamanda yangını söndürdüler. Böylece bütün apartman
yangından kurtuldu.
İşte küçük kız mutsuz adama, mutsuz adam arkadaşına,
arkadaşı dilenciye, dilenci kediye, kedi apartmandakilere iyilik
yaptı.
Her şey bir gülümseme ile başladı.

34
TİLKİ İLE KEDİ
Çok güzel bir ilkbahar günü.
Kelebekler uçuyor. Kuşlar ötüyor. Renk
renk çiçekler her yeri süslüyor ve bütün
hayvanlar çok neşeli.
Sarı tüylü sevimli bir kedi ormanda
dolaşıyor ( geziyor) . Farelerin peşinden ( arkasından)
koşuyor. Bu sırada tilki ile karşılaşıyor. Tilki:
- Heey küçük kedi! Sen farelerin arkasından koşmaktan başka
bir şey bilmiyor musun? Kedi:
- Galiba ( zannederim) bilmiyorum. Tilki:
- Peki, düşmanların seni kovalıyor ise ne yapıyorsun? diye
soruyor.
- Hiiç, ağaca çıkıyorum, diyor kedi.
Tilki kediyi küçük görüyor.
- Sadece bu kadar mı? diyor.
-“Bu kadar “ diyor kedi. “Peki sen ne yapıyorsun?” diye
soruyor kedi. Tilki:
- Oooooo, ben kırk çeşit hile ( oyun) biliyorum, diyor.
O sırada kocaman ( büyük) av köpekleri geliyor. Köpekler hem
kedilerin hem de tilkilerin düşmanıdır. Kedi köpekleri görüyor
ve hemen ağaca tırmanıyor. Zaten kedi kaçmak için sedece
ağaca çıkıyor. Tilki ise kırk hileden hangisini yapsam diye
düşünüyor. Ama bu sırada köpekler yetişiyorlar. Tilkiyi
yakalıyorlar. Avcıya götürüyorlar.
Kedi kırk tane hile bilmiyor ama kaçmayı çok iyi biliyor. Kedi,
‘hile ve oyun bilmiyorum’ diye çok seviniyor.

35
SUSAYAN KARGA
Sıcak bir yaz günü. Kaç gün oldu yağmur yağmıyor.
Zavallı karga çok susuyor. Akşama kadar bir o tarafa bir bu
tarafa uçuyor. Ama içmek için hiç su bulamıyor. Artık çok
yoruluyor. Biraz dinlenmek için ( istirahat etmek ) bir ağacın
dalına konuyor.
Biraz ileride bir testi görüyor. Belki o testinin içinde su vardır,
diye düşünüyor. Testinin yanına uçuyor. İçine bakıyor ki su
var. Karga çok seviniyor. Başını testinin içine sokuyor. Fakat
ne yazık ki su içemiyor. Çünkü testi çok büyük, su ise az.
- Hayır, diyor. Su az, içemiyorum. Testiyi yan çevirmek
istiyor ama olmuyor. Çok çalışıyor ama yine olmuyor.
Yoruluyor ve kenara çekiliyor.
Aklına çok güzel bir fikir geliyor. Testinin yanına
gidiyor. Etraftaki küçük taşları testinin içine atıyor. Testi yavaş
yavaş doluyor ve su iyice yükseliyor. Artık karga suya
ulaşıyor. Kana kana (doyuncaya kadar) su içiyor. Neşe içinde
yoluna devam ediyor.

36
TARLA FARESİ İLE EV FARESİ
Ev faresi ile tarla faresi arkadaş
olmuşlar. Ev faresi sık sık tarla faresini
ziyarete gelmiş. Birlikte ormanda
oynamışlar. Çok güzel vakit geçirmişler.
Bir gün ev faresi, tarla faresini kendi evine
davet etmiş. Tarla faresi çok sevinmiş. Bu
daveti kabul etmiş. Ev faresi yaşadığı evin
mutfağında güzel yiyecekler hazırlamış. Buzdolabından
yiyecekler çalmış ve güzel bir sofra kurmuş.
Tarla faresi sofrayı görmüş ve hayran kalmış. Sofrada
her şey varmış. Peynir, ceviz, fındık, pasta ve başka şeyler. Ev
faresi ve tarla faresi neşeyle sofraya oturmuşlar. Tam bu sırada
bir ses duymuşlar. Korkuyla deliklerine saklanmışlar. Tarla
faresi:
-Bu ne, diye sormuş. Ev faresi:
-Sanırım ( zannederim) bu, evin kedisi, demiş.
Gürültü bitmiş ve delikten çıkmışlar. Tarla faresi elini
peynire uzatmış ve yine bir ses duymuşlar. Yine deliğe
kaçmışlar. Ev faresi:
-Kusura bakma dostum, demiş. Bazen böyle şeyler oluyor.
Sanırım bu ev sahibiydi. O, az sonra gidecek. Biz de
yemeğimizi yiyeceğiz, demiş.
Tarla faresi:
-Üzgünüm dostum. Ben gidiyorum. Biraz güzel şeyler yemek
için korku ile yaşamak istemiyorum. Ben kendi tarlamda
buğday yiyorum ama rahat rahat yiyorum. Yarın sen yine bize
gel. Böyle güzel yemekler yok ama hiç kimseden
korkmayacağız, demiş. Hemen tarlaya gitmiş.

37
KARINCA İLE GÜVERCİN
Günlerden bir gün küçük bir
karınca bir havuzun yanında geziyor.
Havuzun kenarında bir ot, havuza doğru
uzanıyor. Karınca otun üzerine çıkıyor ve
birkaç damla su içmek istiyor. Ama ot
birden suyun içine batıyor. Karınca da
suyun içine düşüyor.
Bir güvercin ise yakındaki ağacın dalında karıncayı
seyrediyor. Bakıyor ki karınca havuza düşüyor. Hemen uçuyor
ve büyük bir yaprak alıyor. Karıncanın yanına gidiyor. Yaprağı
koyuyor. Karınca yaprağa çok zor çıkabiliyor ve boğulmaktan
kurtuluyor. Güvercin yaprağı çekiyor, kenara getiriyor.
Karınca:
-Size çok teşekkür ederim, diyor. Bana çok iyilik yaptınız.
Sonra toprakta yürümeye başlıyor. Az sonra oraya bir avcı
geliyor. Elindeki tüfekle bir şeyler avlamak istiyor. Sonra
güvercini görüyor. Tüfeğini güvercine çeviriyor. Akıllı
karınca bunu görüyor. Hemen hızlı hızlı avcının yanına gidiyor
ve ayağını ısırıyor. Avcının ayağı acıyor. Yüksek sesle
bağırıyor. Tüfeği elinden düşüyor. Güvercin bu sesi duyuyor ve
arkasına dönüyor. Bakıyor ki bir avcı kendisini vurmak istiyor.
Tehlikeyi anlıyor ve uçuyor, gidiyor.
Güvercin yaşadığı bu olayı bütün hayvanlara anlatıyor.
“İyilik yapan, iyilik bulur” diyor.

38
GÜNEŞ İLE RÜZGÂR
Bir gün güneş ile rüzgâr
sohbet ettiler. Rüzgâr:
- Vuuuuuvvv, ben senden daha
güçlüyüm.
- Öyle mi, dedi güneş.
- Elbette, dedi rüzgâr. Bunu sana göstereceğim. Bak, şu
aşağıdaki yaşlı adamı görüyor musun?
- Evet, dedi güneş. Görüyorum.
Rüzgâr gururla:
- Bak şimdi onun ceketini nasıl çıkarıyorum.
Güneş:
- Peki, öyleyse, haydi, dedi. Bulutların arkasına gitti. Rüzgârı
seyretti.
Rüzgâr bütün şiddetiyle esti. Yaşlı adam çok üşüdü.
Ceketine daha çok sarıldı. Rüzgâr buna çok kızdı. Daha da
şiddetli esti. Adam ceketine daha da sıkı sarıldı. Rüzgâr daha
da kuvvetli esti ama yaşlı adam ceketini çıkarmadı. Rüzgâr
fikrinden vaz geçti.
Sıra güneşe geldi. Güneş bulutların arkasından çıktı. Yaşlı
adama sıcak bir gülümsedi. Her yeri iyice ısıttı. Adam çok
sevindi. O da gülümsedi.
- Artık cekete ihtiyacım kalmadı, dedi ve ceketini çıkardı.
Güneş rüzgâra döndü
- Gördün mü, dedi. Nazik ve iyiler, kaba kişilerden her
zaman daha güçlüdür. Onun için hayatta daima nazik
olmak lazım.

39
TEK AYAKKABI
Bir zamanlar bir bilge (âlim)
varmış. Herkes bu bilge adamın
davranışlarına hayran olmuş. Bu
bilge bir gün yolculuğa çıkmış.
Yolculuk için birkaç gün hazırlık
yapmış. Ama ayakkabıları yolculuk için çok eskiymiş.
Pazardan kendisine bir çift ayakkabı almış.
Yolculuk günü gelmiş. Bilge adam eşyalarını almış, trene
binmiş. Ama ayakkabısının birini düşürmüş. Tam bu sırada
tren hareket etmiş. Artık aşağıya inememiş. Ve ayakkabının
biri aşağıda kalmış.
Trendeki yolcular üzgün bir şekilde bilgeye bakmışlar. Bilge
adam hiç üzgün değilmiş. Hemen pencereye koşmuş. Herkes
merak etmiş. Bilge adam ayakkabının diğerini pencereden
aşağıya atmış. Yanındaki insanlar merak etmişler:
- Niçin böyle yaptınız, diye sormuşlar. Bilge adam:
- Düşündüm , demiş. O tek ayakkabıyı birisi bulsa hiçbir işe
yaramaz.
Ama ikincisini de bulsa kullanabilir değil mi?
Yolcular bilgenin hareketine hayran olmuşlar. Çünkü o,
ayakkabısı için üzülmemiş, ayakkabıyı bulacak kişi için
sevinmiş.

40
KİTAP
Bir zamanlar çok uzak bir
ülkede yoksul (fakir) bir tüccar
vardı. Tüccar çok hastaydı. Bir
tane oğlu vardı. Bir gün oğlunu
yanına çağırdı. Ona:
- Oğlum biliyorsun çok yoksul
yaşadım. Sana sadece bir şey
bırakıyorum, o da bu kitap, dedi ve kısa süre sonra öldü.
Babasının ölümünden sonra genç, kitabı okumaya başladı. O
günden sonra yeni yeni şeyler öğrendi. Bu bilgilerle birçok şey
icat etti. Günün birisinde ise çalar saat icat etti. Çalar saat
ülkedeki herkesin hoşuna gitti.
Delikanlı ( genç) bir gün bu saatlerden birini padişaha hediye
etti. Padişahın kızı bu saate hayran oldu. Babasına:
-Babacığım bu saati kim icat etti. Saati nasıl buldu ise sor, dedi.
Padaişah genç adama:
- Söyle bana bu saati nasıl yaptın, diye sordu. Genç:
- Benim bir kitabım var ondan faydalandım, dedi.
Padişahın kızı bu sözleri duydu ve çok sevindi. Genç saraydan
çıktı gitti. Padişahın kızı babasına:
-Babacığım biliyorsun ben de kitapları çok seviyorum. Bu
genç kitabın değerini biliyor. Bu delikanlıyla evlenmek
istiyorum, dedi.
Padişah da bunu kabul etti. Kızını bu gence verdi. İki genç,
sarayda çok büyük bir kütüphane kurdular. Kütüphaneyi
kitapla doldurdular. İnsanlar bundan sonra saraya kitap okumak
için geldiler. Bundan sonra çok mutlu bir hayat yaşadılar.

41
ASIL FAKİRLİK
Günlerden bir gün gerçekten zengin bir baba oğlunu
yakın bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı,
insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan dönüşlerinde baba oğluna sordu,
"İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
Oğlu cevap verdi,
"Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört.
Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var,
onlarınsa sonu olmayan bir dereleri var. Bizim bahçemizde
ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları var. Biz sadece kendi
evimizi görüyoruz, onlarsa bütün bir dünyayı görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdi ve babasına şöyle dedi.
"Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin
için!"

42
AY’I KUYUDAN ÇIKARMIŞ
Bir gece hava çok güzelmiş. Nasreddin Hoca, kuyudan
su çekmeye karar vermiş. Elindeki kovası ile, bahçedeki
kuyunun başına gelmiş. Tam kovayı sarkıtacağı sırada,
kuyunun içinde Ay’ı görmüş:
..__Eyvah!… Ay kuyuya düşmüş, diye üzülmüş. Sonra da Ay’ı
kuyudan nasıl çıkaracağını düşünmüş. Aklına kovası gelmiş.
Ay’ı kova ile çıkarmaya karar vermiş.
Kovayı, ipiyle kuyuya sarkıtmış. Kova, suya değince de
,çekmeye başlamış. kova su ile ağırlaşmış ve bir süre sonra,
kuyu duvara takılmış. Nasrettin Hoca, kovayı ne kadar çekmek
istemişse de bir türlü becerememiş.
Kan ter içinde kalmış (çok yorulmuş). Ay’ı yukarıya
çıkaramamış ve çok uğraşmış. Kovayı, yukarı çekmeyi
sürdürmüş……
Fakat ipe o kadar şiddetli asılmış ki, ip kopmuş. Nasreddin
Hoca da, sırt üstü yere yuvarlanmış.
Nasrettin hoca, gözünü açmış, gökte parıldamakta olan Ay’ı
görmüş,
__Oh, çok şükür!.. Epeyce uğraştım, epeyce yoruldum, ama,
sonunda Ay'ı kuyudan çıkarmayı başardım…Bu iş için çok
yoruldum ama değdi demiş.

43
KEDİ NEREDE
Nasreddin Hoca, kasaptan iki kilo et alır, eve gelir.Karısına,
akşama et yemeği yapmasını söyler. Yeniden işine döner.
Hoca gider ve karısı yemeği pişirir. Sonra da komşularını
çağırır onlara bir yemek ziyafeti çeker. Akşam olunca Hoca
eve gelir. Karısı sofrayı hazırlar. Bir tabak bulgur pilavını
Hoca’nın önüne koyar. Hoca pilavı görür ve çok şaşırır:
__Hanım, hani et yemeği nerede? Bunun için sana gündüzün,
kasaptan et aldım. Karısı, üzgün üzgün önünde bir süre durur.
Sonra, başını önüne eğer:
__Ah Efendi, sorma! Bizim hınzır(yaramaz) kedi, etin hepsini
yemiş.. der.
Bu duruma Hoca çok kızar, hemen kalkar, eline bir sopa alır.
Kediyi, iyice dövmeye karar verir. Bir köşede sessiz sessiz
oturan sıska(zayıf) kediyi görür ve kuşkulanır. Karısına:
__Bana hemen teraziyi getir, der.
Karsı teraziyi getirir. Nasreddin Hoca kediyi tartar. Kedi, iki
kilo ağırlığındadır. Büsbütün şaşıran Hoca, karısına:
__Kedinin ağırlığı iki kilo, kasaptan aldığım et nerede?
Diyelim ki et budur, kedi nerede?

44
SEVGİYİ BÖLMEK
Bir kadının, tam dokuz çocuğu vardı. Yakın
dostlarından birisi kendisine samimi bir merakla sordu:
"Gerçekten merak ediyorum, sevgini dokuz çocuğun
arasında nasıl adaletli bir şekilde dağıtıyorsun?"
O dokuz çocuğa annelik yapan kadın, şöyle cevap
verdi:
"Çocuklarımın arasında sevgimi bölmüyorum;
çarpıyorum."

45
HANGİSİ DAHA DEĞERLİ (KIYMETLİ)
Fas’ta film çeken bir sinema ekibinin yönetmeni,
Marakeş Beyi'nden, filmin bir sahnesinin, güzel sarayının
avlusunda çekilmesine izin vermesini rica etmişti.
Bey:
"Hay hay" diyerek kabul etti.
Fakat yönetmen, gerekli ekipmanı avluya sokmak için
asırlık iğde ağaçlardan birini kesmenin gerektiğini söyleyince,
Marakeş Beyi:
"Hayır" dedi. "Şu duvarı yıksak daha iyi olur!" diye
itiraz etti.
Yönetmen:
"Ama bu iş hem zaman alır, hem de birkaç kişinin
çalışmasını gerektirir" dedi.
Bey:
"Orası öyle ama" dedi. "Duvarı baştan inşa etmek için
yeterli zamanımız ve adamımız var; oysa o asırlık ağacı yerine
koymak elimizde değil."
46
ÜMİTLİ KURBAĞA
Bir gurup kurbağa, ormanda gezintiye çıkmış. Ansızın
içlerinden ikisi, derin bir çukura düştü. Öteki kurbağalar,
hemen çukurun etrafını sarıverdiler. Çukur bir kurbağanın
zıplayarak çıkabilmesi için, fazla derin gibi görünüyor.
Yukarıdaki kurbağalardan biri aşağıdakilere seslendi:
"Ah zavallı dostlar! Haliniz yüreğimizi parçalar. Fakat
elimizden sizi oradan kurtaracak bir şey gelmez. Siz de boşuna
kendinizi yıpratmayın. Bir kurbağanın bu çukurdan çıkması
mümkün değildir." Ardından bir başkası, aşağıda zıp zıp
zıpladı ve çukurdan çıkmaya çalışan arkadaşlarına seslendi:
"Çukur çok derin, çok derin!"
Sonra bir başka kurbağa aşağıya doğru baktı ve:
"En iyisi bir kenarda oturun ve ölümü bekleyin.
Oradan çıkmanız imkânsız, bari yorgun gitmeyin!" dedi.
Aşağıdakiler kan ter içinde zıplamaya ve çukurdan dışarıya
çıkmaya çalışıyorlar. Bir başka kurbağa, temkinli (dikkatli) bir
şekilde çukurdan aşağıya eğildi:

47
"Boşuna uğraşıyorsunuz!" dedi. "Boşuna..." Aşağıdaki
kurbağalar, bütün bu ümit kırıcı sözlere aldırış etmeden bir süre
daha tüm güçleri ve gayretleriyle çukurdan çıkmaya çalıştılar.
Ancak bir süre sonra bir tanesi hem yorgunluktan, hem de
yukarıdaki arkadaşlarının sözleri yüzünden, hoplayıp
zıplamaktan vazgeçti, çukurun bir köşesinde oturdu ve
ölümünü beklemeye başladı. Çukura düşen öteki kurbağa ise,
hâlâ daha dışarıya çıkmaya çalışıyordu.
Yukarıdaki kurbağalar ise, onun bu hâline şaşırıyorlar
ve böyle didinip duracağına arkadaşı gibi bir köşede
oturmasının daha akıllıca olacağına söylüyorlar.
"Çukur çok derin, çok derin!"
"Bir kurbağanın buradan zıplayarak çıkmasına imkân
yok!"
"Sen de arkadaşın gibi köşene çekil artık."
"Öleceksin bari yorgun ölme!"
"Çıkamazsın! Boşuna kendini yorma!"
Ancak kurbağa ne mücadeleyi bırakan arkadaşına, ne de
yukarıdan onları seyreden diğer kurbağaların söylediklerine
aldırmıyor (ehemmiyet vermiyor), bütün gayretiyle dışarıya
çıkmaya çalışıyor. Sonunda öyle yükseğe zıpladı ki, bir anda
kendisini çukurdan dışarıda buldu. Evet, sonunda kurtulmuştu
işte!
Çünkü o kurbağa doğuştan sağırdı ve arkadaşlarının
ümit kırıcı sözlerinin hiçbirisini duymamıştı.

48
KURABİYE HIRSIZI
Bir gece genç bir kadın
havaalanında uçağının kalkmasını
bekliyor. Daha epeyce zaman vardı.
Havaalanındaki dükkândan bir kitap
ve bir paket de kurabiye aldı, kendisine oturacak bir yer buldu
ve kitabını okumaya başladı. Kendisini okumaya öyle kaptırdıı
ki, yanında oturan adamın aralarındaki paketten birer birer
kurabiye aldığını paket yarıya geldiğinde fark edebildi.
Görmezden gelmeye karar verdi. Gözü bir yandan da saatteydi,
"kurabiye hırsızı" yavaş yavaş kurabiyelerini tüketti. Her
kurabiyeye uzandığında adam da uzatıyordu elini. Sonunda
pakette tek bir kurabiye kaldı " Bakalım şimdi ne yapacak?"
dedi kendi kendine. Adam yüzünde bir gülümsemeyle
(tebesümle) son kurabiyeyi aldı, ikiye böldü. Yarısını ağzına
attı, diğer yarısını kadına uzattı. "Aman Allah’ım, ne cüretkâr
ve kaba bir adam" diye düşündü kadın. Hayatında bu kadar
sinirlendiğini hatırlamıyor.
Uçağının kalkacağı anons edildiğinde eşyalarını topladı
ve dönüp "kurabiye hırsızı"na bir kere bile bakmadan, çıkış
kapısına yürüdü. Uçağa bindi, koltuğuna oturdu. Bitmek üzere
olan kitabını almak için çantasını açtı ve çantanın içinde duran
bir paket kurabiyeyi gördü. Adamın onunla kurabiyelerini
paylaştığını, özür dilemek için çok geç olduğunu anladı
üzüntüyle. Kaba ve cüretkâr olan "kurabiye hırsızı" asıl
kendisiydi.

49
KRAL VE KÖYLÜ
Günün birinde bir krallığa başka bir düşman krallık
tarafından savaş açılmış ve krallığın kalesi ele geçirilip kral
aranmaya başlanmış. Ama o sırada bizim kral kendi halkının
arasına karışmış kendini gizlemeyi başarabilmiş.
Halktan bir köylüye kendisini düşmanlardan saklamasını
söylemiş. Eğer bunu yapması ve kurtulması hâlinde kendisine
ne isterse verebileceği vaadinde bulunmuş. Bunun üzerine
köylü, kralı kendi evine götürüp yatağının altına saklamış. Bu
sırada kralı bulamayan düşman askerleri tüm evleri aramaya
karar vermiş. Köylünün evine de bakmışlar tabi ki.
Kralın altında bulunduğu yatağı, düşman askerlerinden biri
kılıçla yoklamış; ama şans eseri kralı fark edememiş oradan
ayrılmış. Böylelikle kral, askerlerin eline düşüp ölmekten
kurtulmuş. Kral, yatağın altından çıkmış köylüye teşekkür
etmiş ve sözünü tutacağını belirmiş köylünün isteklerini
söylemesini buyurmuş. Bunun üzerine köylü, kraldan, kendini

50
ve ailesini ölene kadar rahat yaşatacak kadar para ve toprak
almış. Ama köylü son bir arzusunun olduğunu da belirtmiş.
Krala:
“Askerler sizi öldürmek için eve girip de yatağı kılıçla
yokladıklarında neler hissettiniz?” diye sormuş.
Bu soru üzerine kral:
“Nasıl olur da bir köylü bir krala böyle bir soru sorabilir?”
demiş ve hiddetlenmiş. Hemen askerlerine emir vermiş
köylünün bu sorusu yüzünden asılmasını istemiş.
Kralın isteği üzerine hemen bir darağacı kurulmuş ve ip
köylünün boynuna geçirilmiş. Tam köylünün ayağının
altındaki sandalye çekilecekken kral cellada “Dur” emri vermiş
ve köylünün yanına yaklaşmış. Köylüye:
“Şimdi anlıyor musun neler hissettiğimi?” demiş.

51
TESTİYİ KIRMADAN
Hoca kızına su testisini verdi. Çeşmeden su doldurup
getirmesini istedi. Ensesine bir de tokat vurdu. Hoca testiyi
kırma!” dedi. Oradan komşusu gördü. “Aaa Hoca, çocuk testiyi
kırmadı neden vurdun?” dedi. Hoca: “Önceden vurdum testiyi
kırmasın, dikkat etsin. Testi kırıldıktan sonra vursam bir işe
yaramaz.

52
RAHMETİ ÇİĞNEMEM
Hoca evinde yağmuru seyrediyor. Baktı Ali
yağmurdan(rahmetten) kaçıyor. Hoca “Ayıp, ayıp!” diye
seslendi. “Hem ayıp, hem de günah. Allah’ın rahmetinden
(yağmurundan) kaçılır mı?” Ali utandı, koşmadı. Yürüyerek
evine gider. Ali çok ıslandı.
Birgün Hoca sokakta yürüyor ve yağmur yağıyor.
Yağmurdan ıslanmamak için koşuyor. Ali de evinin
penceresinde: “Hoca! Hani Allah’ın rahmatinden kaçmak
günahtı?”dedi.
Nasrettin Hoca koşuyor ve cevap veriyor: “Aaa cahil!
Ben ıslanmaktan korkmuyorum., Allah’ın rahmetini
(yağmurunu) çiğneyip (bassıp) günaha girmiyeyim diye
koşuyorum” dedi.

53
YA İÇİNDE OLSAYDIM
Bir gece Hoca uyandı. Pencereden bahçeye baktı ki ne
görsün? Bahçede bir adam var. Hemen karısını uyandırdı:
“Hanım, hanım! Çabuk kalk! Bana okumu, yayımı
getir. Bahçede biri var; hırsız mı, katil mi?”
Kadın kalktı, Hoca’nın okunu yayını getirdi. Nasrettin
Hoca nişan aldı ve oku adama değmedi. Karısına “Adamı
vurdum; yere düştü; gel bakalım.” Dedi. Hoca ve karısı
bahçeye çıktılar. Ne görsünler? Karısının gündüz yıkayıp astığı
Hoca’nın cüppesi okla delinmiş. Hoca oturdu. Allah’a
şükretmeye başladı:” Ey Ulu Allah’ım! Sana binlerce şükürler
olsun. Sen ne büyüksün.”
Karısı şaşkınlıkla niçin şükrediyorsun dedi:
Hoca:
“Düşünsene kadın, ya cüppenin içinde olsaydım ne
olurdu?” dedi.

54
DÜNYANIN DENGESİ
Nasrettin Hoca’ya sordular: “Hocam, sabah olunca
insanların kimi bir tarafa gider, kimi öbür tarafa... Neden
acaba?” Hoca “Hepsi bir tarafa gitse dünyanın dengesi bozulur
da ondan” dedi.

YA TUTARSA
Hoca Akşehir gölüne gitti. Yanında getirdiği bir
çanaktan göle kaşık kaşık yoğurt mayası döküp karıştırıyor.
Ahmet ne yaptığını sordu.
Hoca:
”Gölü mayalıyorum” dedi.
“Aman Hoca, sen şaşırdın mı? Göl maya tutar mı niç?”
Hoca: “Tutmaz bilirim, ama ya bir de tutarsa..... Düşün oğul,
ya tutarsa” Ahmet’e cevap verdi.

55
YE KÜRKÜM YE
Nasrettin Hoca’yı düğüne çağırdılar. O da eski elbiseyle
gitti. Kimse onunla konuşmadı ve yemek vermedi. Kimse
hocayı yemeğe çağırmadı. Hoca eveine gitti. Sandıktan
bayramlık kürkünü çıkardı. Kürkünü giydi.
Koşa koşa düğün evine geldi. Bu kez onu kapıda
karşıladılar. Yerlere kadar eğilerek “Hoş geldiniz” diyerek
sofranın en güzel yerine çağırdılar. Hoca en yumuşak mindere
oturdu. Sofradaki adamlar saygıyla onun yemeğe başlamasını
beklediler. Hoca kürkün eteğini tuttu. Kürkü yemeğe uzattı.
“Ye kürküm, ye!” dedi. Sofradakiler şaşırdılar. “Hoca
efendi ne yapıyorsun öyle?”diye sordular. Hoca, eski elbşseyle
gelince yemek vermdiniz. Dedi. Kürkü giyince nasıl yemeğe
çağırdıklarını anlattı. “İkram bana değil kürke yapıldı. Öyleyse
yemeği kürk yesin
“Ye kürküm, ye!  ” dedi.

56
DOKUZ ALTIN OLSUN
Hoca’ya rüya görüyor. Rüyasında bir ihtiyar dokuz altın
verdi.
Hoca çok sevindi, ama bir altın daha ver. Toplam on
altın olsun dedi.
İhtiyar: “Hayır, dokuz altın yeter.”
Hoca : “Lütfen bir tane daha ver.”
İhtiyar: “Vermem, dokuz altın tamam!”
Hoca : “On olsun, lütfen.”
Kavga ettiler. O vakit uyandı. Avucuna baktı, ne altın
var ne başka bir şey. Hemen gözlerini sıkı sıkı yumdu (kapattı);
elini açtı, uzattı.
“Tamam, vazgeçtim. Senin dediğin olsun. Dokuz altın
ver!” dedi.

SANA NE?
Çok konuşan biri Nasrettin
Hoca’nın yanına geldi.
“Hoca, Hoca. Az önce birisi bir
tepsi baklava götürüyordu.”
Hoca: “Bana ne?”dedi.
Adam: “Ama galiba tepsi size gitti.” dedi.
Hoca: “Sana ne?” dedi adam sustu.

57
ZATEN İNECEKTİM
Hoca eşeğinden düştü. Mahallenin
çocukları etrafına toplandılar. Kıkır kıkır
güldüler. Hoca “Aman çocuklar, bu kadar
gülecek ne var?” dedi. “Ben zaten eşekten
inecektim.” Dedi.

KAZAN DOĞURMUŞ
Bir gün Hoca komşusundan bir
kazan ister. İşini bitirir. kazanın içine
küçük bir tencere koyar ve kazanla
tenceriyi geri verir.
Komşusu:
Bu nedir? diye sorar. Hoca cevap verir.
Kazanın doğurdu.
Komşusu: Çok iyi olmuş, der.
Hoca yine bir gün kazanı ister.
Komşusu uzun süre bekler. Kazanın gelmediğini görünce
Hoca’nın evine gider, kazanı ister.
Hoca ağlar ve cevap verir: “Kazan öldü,”
Komşusu şaşırır:
Aman Hocam hiç kazan ölür mü? Diye cevap verir.
Tencere doğunca inanırsın. Ama kazan ölünce inanmazsın?,

58
PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
Bir gün Hoca pazara gitti. Mahalle çocukları hocanın
yanına giderler. Çocuklar düdük isterler. Fakat hiç kimse
parasını vermez.
Hoca hepsine:
Tamam, tamam, der.
Çocuklardan biri:
Hocam şu parayı al da bana bir düdük al, der.
Çocuklar, hep birlikte Hocayı beklerler. Hoca pazardan geri
gelince:
Bizim düdüklerimiz nerede? derler. Hoca, para veren
çocuğun düdüğünü verir.
Hoca: Parayı veren düdüğü çalar. 

59
EŞEĞE İNANIYORSUN DA BANA MI
İNANMIYORSUN!
Bir gün komşusu Hoca’dan eşeğini ister. Hoca, yoktur
der. O sırada eşek içeriden anırmaya başlar.
Adam: Hoca, sen eşek yok dedin ama eşek anırıyor,
deyince
Hoca: başını sallayarak:
“Sen kötü bür adamsın.”
Eşeğin sözüne inanıyorsun da bana mı inanmıyorsun?

60
GARİP
Garip adında bir köpek varmış. Garip, Yalçın Bey’in
köpeğidir. Yalçın Bey’in gözleri görmüyor. Yalçın Bey,
Gariple çarşıya, pazara, dostlarının evine, her yere gider.
Yalçın Bey, Garip olmadan bir yere gidemez. Çünkü Yalçın
Bey’in gözleri kör.
Garip, Yalçın Bey’in dostu gibidir. Garip akıllı bir köpektir.
Yalçın Bey’e yardım eder. Yalçın Bey’le çok iyi anlaşırlar.
Yalçın Bey, Garib’e istediği her şeyi yaptırır.
Garip bir gün Yalçın beyi pazara götürüyor. Ama
pazarda Yalçın beyi yalnız bırakır diğer köpeklerin yanına
gider. O vakit de Yalçın Bey’e araba çarpar. Garip bunu görür
ve pişman olur. Havlamaya başlar.
Ama artık çok geç çünkü yalçın bey öldü. Demek ki
bize ne görev vermişlerse onu yapmalıyız.

61
KIRK YILLIK SİRKE
Nasreddin Hoca, evinde dinlenirken, gece yarısına
doğru kapı, şiddetle çalınmış.
Hoca, gecenin bu ilerlemiş saatinde evine gelen bu
misafiri merak etmiş, kapıyı açmış.
Yan komşusu, elinde bir tasla, Hoca’ya:
__Aman Hocam, benim hanım çok hasta. Sizde kırk yıllık sirke
varmış.İlaç için, biraz sirke verir misin? demiş.
Nasreddin Hoca,komşusuna kızmış:
_Veremem…demiş.
Sonra, durumu açıklamış:
_Eğer her isteyene verseydim, bende kırk yıllık sirke kalır
mıydı?

62
ÖKÜZ OLMAK İSTEYEN KURBAĞA
Bir varmış, bir yokmuş evvel
zaman içinde kalbur saman içinde öküz
olmak isteyen bir kurbağa varmış. Dinleyin
bakalım ne demiş, ne yapmış :
Kurbağa bir öküz görmüş çayırda, o kadar
hoşlanmış ki, bayılmış boyuna posuna. Kendisine baksanız,
boyu yumurta kadar ama kurbağa bu anlamaz ki, ille de öküze
benzeyecek. Öküze bakmış kabarmış, kabardıkça şişmiş.,
ıkınmış, sıkınmış , gerilmiş. Bir görseniz gerginlikten nefes
alamayacak hale gelmiş. Eşine sormuş:
- Nasıl hanım öküz kadar oldum mu?
Hanımı şöyle bir sağdan bakmış, birde soldan:
- Nerdeee ? demiş .
Kurbağa daha bir hırslanmış
- Al öyleyse demiş. Şimdi nasılım. Bunu söylemiş ya, iyice
şişmiş. Hanım gülmüş :
- Vazgeç bu sevdadan demiş.
Bizimki iyice hiddetlenmiş.
-Sen dur hele bakalım demiş. Şişmiş, bir daha, biraz daha.
Biraz daha şişmiş. Derken çat diye çatlamış.

63
HOCA İLE BALIKLAR
Hoca, akşam eve dönerken,
komşusundan gelen yemek kokuları
gelir. Komşusu o akşam, balık
kızartması yapmaktadır.
Hoca, kapıya yanaşır. İçeriden gelen konuşmaları dinler. Ev
hanımı kocasına:
__Aman efendi, der. Nasrettin Hoca, her zamanki gibi kokuyu
alıp gelebilir. Kızaran balıkların irilerini (büyüklerini), bizim
oğlan için dolaba saklayalım.
Hoca, bu konuşmalardan sonra, kapıyı çalar:
__Komşum, bereketli olsun. Balığın güzel kokusu, bütün
mahalleyi sardı der.
Komşusu Hoca’yı içeriye alır. Yemeğe otururlar. Hoca, önüne
konan küçük balıklara bakar, bir şeyler mırıldanır. Sonra, balığı
kulağına götürür, onu dinler gibi yapar. Bu durumu gören ev
sahibi sorar:
__Hayrola Hocam, ne yapıyorsun öyle?
__Balıkla konuşuyorum. Bunları pek küçük gördümde, ”siz
hangi deryanın kuzularısınız?” diye sordum.
Komşu, hayretle:
__Peki, o sana ne dedi? diye sorar.
Hoca hemen cevap verir:
__Biz çok küçüğüz, nereden geldiğimizi bilemeyiz. Dolapta
büyüklerimiz var. Siz, onlara sorun, dedi.
Ev sahibi, dolaptaki balıkları sofraya getirir.

64
TURŞUYU SEN Mİ
SATACAKSIN BEN Mİ?
Nasreddin Hoca, günün birinde
turşu satmaya karar verir. Turşu
tenekelerini(kutularını) hazırlar,
eşeğine yükler. Sokak sokak dolaşır
ve turşu satmaya başlar:
__Haydi turşu!.. Turşu!…
Fakat Hoca, tam böyle bağırırken, eşeği de anırmaya başlar.
Öyle gür bir sesle anırır ki, Hoca’nın sesini bastırır.
Hoca, bir türlü istediği gibi bağıramaz. Son bir kere daha
bağırır. Fakat eşek, yine durmaz. Oda yüksek sesle anırır. Aİ
Aİ Aİ
Hoca dayanamaz:
_Yeter artık! Diye eşeğe bağırır… Turşuyu sen mi satacaksın,
yoksa ben mi?

65
İŞE YARAR ŞEY
Bir gece yarısı derin bir uykuya dalan Hoca'yı, hanımı
telaşla uyandırır. Hoca uykulu uykulu sorar:
- Ne var hanım? Ne diye uyandırıyorsun beni?
Hanımı:
- Kalksana efendi der korkulu bir sesle. Aşağı katta tıkırtılar
duyuyorum. Eve hırsız girdi galiba.
Hoca hiç aldırış etmez;
- Merak etme hanım der, eğer işe yarar bir şey bulursa gidip
alırız elinden!.

66
DÜŞÜNEN HİNDİ
Küçük bir papağanın on beş altına satıldığını
gören Hoca, bir koşmuş ve evine gitmiş. Kümesteki hin-
disini tutmuş. Apar topar pazara götürmüş ve bağırmış.
- Satılık hindii... Satılık hindii... Yirmi altına satılık
hindi var!
Pazardakiler şaşırmışlar.
- Yahu hocam demişler. Bir hindinin yirmi altın
ettiği nerede görülmüş?
- Ne var yani demiş Nasrettin Hoca. Demin (az önce) bir kuşu
on beş altına sattılar.
- Ama o papağandı demişler. O Tıpkı insan gibi
konuşuyor .
- Hoca olsun demiş. O konuşursa bu da düşünür!

67
HIRSIZIN HiÇ Mi SUÇU YOK
Bir gün Hoca'nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde
durumu komşularına anlatmış her kafadan bir ses çıkmaya
başlamış.
Birisi :
- Hocam demiş niçin ahırın kapısına iyi bir kilit
takmadın sanki?
Bir başkası :
- Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor?
Anlamadım hoca efendi diye konuşmuş.
Bir diğeri de :
- Hoca demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük
sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok.
Nereden baksan dökülüyor.
Hoca kızmış:
- Yahu demiş, iyi, güzel de bütün günah ben de mi? Hırsızın
hiç mi suçu yok?..

68
ÖNDEN GİDEN ATLILAR
Issız sıcak çölleri
Karşı karlı dağları
Çoktan aşıp gittiler
Kayboldular uzakta
Önden giden atlılar

Ben burda kaldım böyle


İşleri aceledir
Çok uzundur yolları
Bense geride kaldım
Yetişemedim size
Önden giden atlılar

Gittiler hep gittiler


Aştılar kızgın çölü
Toprak tükendi bir gün
Denize ulaştılar
Çektiler dizginleri
Kendileri dursa da
Atlar duramadılar
Çaresiz kalıp birden
At sürdüler denize
Önden giden atlılar

69
ANNE
Annemi ben çok severim,
Melek annem, güzel annem,
Üzülmesin sakın derim
Melek annem, güzel annem.

İyi doğru sözler onda,


Şefkat dolu gözler onda,
Sevgi, ışık var yolunda,
Melek annem, güzel annem.

Anne yüzü ne asil yüz,


Anne gözü ne derin göz,
Anne özü, pırlanta öz,
Melek annem, güzel annem.

70
BİR DÜNYA İSTERİM
Bir dünya isterim kavgasız olsun
Bir kuvvet isterim silahsız olsun
Bir dostluk isterim kalıcı olsun
Gerçek insanlığı görmek isterim

Bir dünya isterim kardeşlik olsun


Bir toplum isterim sınıfsız olsun
Bir ömür isterim yaşanır olsun
Hep mutlu yüzleri görmek isterim

Bir dünya isterim sınırsız olsun


Bir ufuk isterim hep açık olsun
Bir gençlik isterim dinamik olsun
İnsancıl bir hamle görmek isterim

71
DOSTUM
Bu size son şiirlerim
Hoşça kalın ey dostlarım
Canımdan çok sevdiklerim
Hoşça kalın ey dostlarım

Kalbimdedir o yeriniz
Yürektedir o sevginiz
Bir daha görüşene dek
Hoşça kalın ey dostlarım

Şimdiliktir size vedam


Sanmayın ki bu elvadam
Yanlız kalpten size selam
hoşçakalın ey dostlarım

72
VEDA
Çekip gideceğim günün birinde
Yazdığım satırda arayın beni
Yolcu göç vurmuşsa kalmaz yerinde
Yazdığım satırda arayın beni

Ne vardım ne yoktum rüya gibiydim


Dünya üzerinde fazla biriydim
Ben hiç yaşamadım zaten ölüydüm
Yazdığım satırda arayın beni

Bu beden sonun da yerini bulur


Gitsem de ardımda hatıram kalır
Sevdiğimle veda etmek zor olur
Yazdığım satırda arayın beni

Bu yürek atışı duracak bir gün


Bu eller kalemi kıracak bir gün
Yavrular başına vuracak bir gün
Yazdığım satırda arayın beni

73
ÖĞRETMEN
HİKAYE ADI İMZA-1
KONTROL
KUMBARA
AVCI
EN DEĞERLİ RESİM
BİR BARDAK SÜT
AKILLI KAPTAN
BİR DEMET ÇUBUK
KİME BAKMALI
ADİL PAYLAŞTIRMA
ALTIN YUMURTLAYAN
TAVUK
ASLAN İLE YUNUSBALIĞI
TAVŞAN İLE TİLKİ
İYİ İLE KÖTÜNÜN .........
KIRMIZI BENEKLİ
KELEBEK
MİKROP
OKUL
TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA

TUĞBA’NIN YEMEĞİ
ALİŞ ÇOBAN
YAŞAMIN YANKISI
KÜÇÜK ÇOBAN VE KURT

74
ANNE KEDİ
KRAL VE KÖYLÜ
YAVRU FİL
ON KÜÇÜK KÖPEK
KANARYA VE PAPATYA
SÜT HAVUZU
GERÇEK KARDEŞLİK
KÜÇÜK BİR GÜLÜMSEME
TİLKİ İLE KEDİ
SUSAYAN KARGA
TARLA FARESİ İLE EV
FARESİ
KARINCA İLE GÜVERCİN
GÜNEŞ İLE RÜZGAR
TEK AYAKKABI
KİTAP
ASIL FAKİRLİK
AY’I KUYUDAN
ÇIKARMIŞ
KEDİ NEREDE
SEVGİYİ BÖLMEK
HANGİSİ DAHA DEĞERLİ
ÜMİTLİ KURBAĞA
KURABİYE HIRSIZI

75
KRAL VE KÖYLÜ
TESTİYİ KIRMADAN
RAHMETİ ÇİĞNEMEM
YA İÇİNDE OLSAYDIM
DÜNYANIN DENGESİ
YA TUTARSA
YE KÜRKÜM YE
DOKUZ ALTIN OLUN
SANANE
ZATEN İNECEKTİM
KAZAN DOĞURMUŞ
PARAYI VEREN
DÜDÜĞÜ...
EŞEĞE İNANIYORSUN
DA...
GARİP
KIRK YILLIK SİRKE
ÖKÜZ OLMAK İSTEYEN
KURBAĞA
HOCA İLE BALIKLAR
TURŞUYU SEN Mİ ...BEN

İŞE YARAR ŞEY
DÜŞÜNEN HİNDİ
HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU

76
YOK

ÖĞRETMEN, GÖREVLİ
ŞİİRİN ADI BELLETMEN ÖĞRENCİ
İMZA İMZA
ÖNDEN GİDEN ATLILAR
ANNE
BİR DÜNYA İSTERİM
DOSTUM
VEDA

77

You might also like