You are on page 1of 3

ÖLÜMÜN GÖTÜRDÜĞÜ

İlkbaharda umudu çağrıştıran yapraklar yerdeydi şimdi. Üstünde yürürken çıkan sesler neyi
çağrıştırsındı artık? Pesimistliğin vücut bulmuş hali olan Selim için hüzün ve vazgeçişin simgesiydi.
Bu yol nereye gider diye düşündü ama yol duruyordu ve giden tek şey onun kambur gölgesi idi. En
yakın arkadaşının cenazesine gidiyordu. Adı Cihan’dı. İlkokuldan beri yakın arkadaşlardı. Her işi
beraber birlikte yapar, beraber eğlenirlerdi. Ama Cihan artık yoktu. Dün trafik kazası geçirmişti ve
yoğun bakımda doktorların tüm çabalarına rağmen hayatını kaybetmişti. Hayat kaybediliyorsa bir
zamanlar bulunan bir şey olmalıydı. İşte bunu konuşmuşlardı Cihan'la. Konuşmanın üzerinden bir
hafta bile geçmemişti. Selim ve Cihan lise okuyan ve varoluşsal düşüncelere dalan iki gençti. Ölümü
sık sık düşünmüşlerdi. Cihan Selim’e cevabını kimsenin bilmediği sorular sorar kendi çıkmaz
sokaklarına Selim'i de saptırırdı. Cihan o soruların cevaplarını şimdi biliyor olmalıydı. Selim ise hala
taşlı, çamurlu çıkmaz sokakta ilerliyordu. Sanki Cihan'ın ölümü ona çıkmaz sokağında yeni bir yol
açmış ama o yolda bir yere çıkmıyordu.

Hafif esen sonbahar rüzgarı saçlarını taradı. Soğuk onu etkisini altına almadan fermuarını çekti.
Kapüşonunu örtü. Soğuğa karşı korunmuştu ama ardından başlayan yağmurdan kendisini koruyacak
bir şemsiyesi yoktu. Yağmur damlaları yolunu nokta nokta ıslatıyordu. Karşı kaldırımdan mutluluğun
seslerini duydu. İki çocuk okul kitaplarını yağmura karşı siper ederek Selim’e doğru koşuyorlardı.
Biraz sonra ıslanmaya karar vermişler gibi kitapları boş verip yağmura teslim oldular. El ele tutuşup
sonsuz gökyüzüne baktılar. Gökyüzü gibi sonsuza kadar hatırlanacak bir an yaşadılar. Koşmaya devam
ettiler, sakin su birikintilerinin huzurunu bozdular. Çamurlu yola, yağmurun şiddetine ve Selim’in
hüznüne aldırmadan geçtiler Selim'in yanından. Selim ne olduğunu anlayamamıştı. Bu kasvetli günde,
kapkara bulutların altında neyin neşesiydi bu? İnsanların birbirlerini sevip coşkulu olmasına uygun bir
an mıydı?

Selim bunları düşünürken yeniden bataklığına girmek üzereyken yolun karşısında küçük bir kız
gördü. Sarı yağmurluğu, pembe puantiyeli mavi bir şemsiyesi vardı. Kumral bukleleri ıslanmış ve
alnına düşmüştü. Kaldırma oturmuş kahverengi bir kediyi de yanına almıştı. Ona çok değerliymiş gibi
davranıyor ve nazikçe tüylerini okşuyordu. Şemsiyesini açtı ve kediyi yağmurdan korudu. Şemsiyeyi
açmak için geç olmuştu. Kendisi ıslanmayı seçmişti ama kedinin ıslanmasına razı olmamıştı. Kediye
şefkatle bakıyor bir yandan okşamaya devam ediyordu. O manzara siyah beyaz bir filme rağmen tüm
renkleri ortada olan bir gökkuşağı , amatör bir ressamın ünlenmesini sağlayan en değerli tablosu
gibiydi.

Selim oradan da geçip gitti. Kedi sevmek için uygun bir hava mıydı? Selim artık anlamıştı.
Belki de sonbahar sevgiye engel değil diye düşündü. Sevgiye ne engel olabilirdi ki? Cihan hala en
sevdiği arkadaşı değil miydi? Demek ki ölüm bile sevgiye engel değildi. Ölüm sayacı sıfırlardı. Mal
mülk ne varsa değerini kaybederdi. Ama sevgi ölümü yenmişti. Belki ölüm Cihan'a yakışmamıştı.
Selim Cihan'ı ölümle bağdaştıramamıştı. İnsanlar da zaten bu cihanın cazibesine kapılıyor ve ölümle
cihanı ilişkilendirmekte başarılı olamıyorlardı. Ama bu sevgiye ne kaybettirirdi? Hatta ölmüş biri
eskisinden daha çok sevilebilirdi. Selim de öyle yapmaya karar verdi. Cihan'ı zihninde yaşatacak, en
iyi arkadaşı olarak hatırlayacak ve sevgisini her gün tazeleyecekti.

Selim o çıkmaz sokağın sonunda bir ışık görmüştü sanki. Artık nereye gittiğini farkındaydı.
Cihan'a veda etmeye gidiyordu. Onu son kez görüp içtenlikle sarılacaktı. Bunu fark etmesinin bedeli
birkaç damla gözyaşıydı.

Cihan'ın ölümünü duyduğundan beri kendine yeni gelebilmişti. Haberi aldığında dünya
durmuş, bir boşluk her şeyi yutmuştu. Gece gözüne bir damla uyku girmemişti. Oysa şimdi Cihan'ı ne
kadar sevdiğini ve onunla son kez görüşeceğini fark edince silkelendi. Adımlarını hızlandırdı ve
cenazenin kaldırılacağı camiye vardığında istemeden bir iç çekti.

Kapüşonunu çıkardı, rüzgarı tekrar saçlarında hissetti. Yağmur durmuştu ama kıyafetleri
ıslaktı. Cihan beni böyle de kabul eder diye düşünse de kendine çekidüzen verdi. Aslında yapmak
istediği tek şey zamanı durdurmaktı. Hazır hissetmek için biraz daha zamana ihtiyacı vardı. O yeşil
örtülü tahtayı görmek ölüm gibiydi. Ama ölümden kaçış yoktu. Ecel beklemez ve aniden gelirdi.

Selim sonunda cami bahçesine girdi. Biraz ileride insanlar toplanmıştı. Dünya işlerini bırakıp
birkaç dakikalığına hakikati hatırlamaya gelmişlerdi. Selim kalabalığın arasından soğuk musalla taşını
ve üzerindeki tabutu gördü. Yine uzaklara daldı. Hatta biraz daha dalsa buraya neden geldiğini
unutacaktı. Ölen sahiden Cihan mıydı? Selim tüm bunların üstesinden nasıl gelecekti?

Ağlama sesleri ,feryatlar kulağına doluyor fakat kendinde olmadığından ağlayamıyordu.


Derken biri onu dürttü. Selim hayal aleminden bir perde açılmış gibi dünyaya döndü. Karşısında sınıf
arkadaşı Umut vardı. Gözlerinde ağlamaktan kırmızı güller açmıştı. Tek bir kelam etmeden Selim’e
sarıldı. O anda Selim Umut’un içindeki samimiyeti, hüznü, destek olma isteğini hissetti. Anladı ki
gözler çok şeyi anlatabiliyordu ama sarılmak hissettirmekti. Sarılmak gerekiyordu. Selim’in gözlerinin
önüne bir bulut uğradı. Doldu, doldu ve taşıp yağmur oldu. Sele sebep olacak kadar yağdı. Biraz da
olsa rahatlamıştı. Sarılmak rahatlatmıştı.

Sarılması gereken biri daha vardı. Umut ve Selim suskunluklarını bozmadan gidip Cihan'a
sarıldılar. Selim gerçekten Cihan'a sarılıyormuş gibi hissetmeyi çok istedi ama olmamıştı. Cihan'a
arada bir engel varken sarılmanın nasıl hissettirdiğini ne o an ne de hayatının geri kalanında tarif
edebilirdi. Ama Cihan ile olan anılarını her hatırlayışının ardından bu anlatılamaz hissi duyacaktı.

Zor da olsa kollarını tabutun üstünden çekti. Umut onun yürümesine yardımcı oldu ve Cihan'ın
tüm sevenlerinin bulunduğu hizaya geldiler. Omuz omuza bir saf oldular.
Cenaze namazının ardından Umut, Selim’e ona bir şey vermesi gerektiğini söyleyerek
yıpranmış bir not defteri uzattı. Buruk bir sesle:

-Cihan'ın sırasının altında bu defter vardı, senin saklaman gerektiğini düşündüm, dedi.

Selim ne olduğunu anlayamadan defteri eline aldı. Biraz daha inceleyince Cihan'ın şiir defteri
olduğunu anladı. Sürekli şiir okur, beğendiklerini bu deftere yazardı.

Defterin arasında bir şey vardı. Selim sayfayı açınca kurumuş sarı bir çiçek gördü. En sevdiği
şiir bu sayfada olmalıydı. Selim sarı çiçeği özenle kenara alarak Cihan'ın el yazısıyla yazdığı şiiri
okudu:

Ah Ölüm

Yalancı dünyaya konup göçenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

Üzerinde türlü otlar bitenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

Yunus Emre

Selim sayfanın yerini kaybetmeden sarı çiçeği olması gereken yere koydu ve defteri kapattı.
Selim’in ruhunu bir huzur kapladı. Cihan artık bütün sarı çiçeklerde sonsuza kadar yaşayacaktı. Her
bahar dostunu selamlayacak ebedi alemde de onu sarı çiçeklerle karşılayacaktı. Çünkü Cihan gibi
gerçek dostlar için ölüm kötü bir son değil güzel bir başlangıçtı.

You might also like