You are on page 1of 34

İnsan hakları: İnsanların doğuştan kendiliğinden, kendi öz varlıklarıyla sahip olduğu temel hak ve

özgürlüklerdir. İnsanın sırf insan olması sebebiyle sahip olduğu hakları ifade eder.

İnsan Haklarının Evrensel Olması: Dil, cinsiyet, ideoloji fark etmeksizin bütün insanların sahip olması
gereken hakları tanımlar.

İnsan Haklarının Üstün ve Öncelikli Niteliği: İnsan onurunu korumayı amaçlamasıdır.

Doğal hukukçuların aksine insan hakları tarihsel süreç içerisinde toplumsal mücadeleyle kazanılan
haklardır.

İnsan haklarının yerine getirilmesinde yükümlü Devlettir. Ancak devlet yerine getirmek yerine hakları
ihlal de edebilir.

Klasik (Birinci Kuşak) Haklar: Burjuva devrimleri sonrası ortaya çıkmıştır. Mutlak monarşiye karşı
verilen mücadelenin neticesidir. Yaşama Hakkı, Konut Dokunulmazlığı Hakkı, Din Ve Vicdan Özgürlüğü
Hakkı, Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı gibi haklardır ve zamanla metinlerde yer almaya
başlamışlardır.

İkincil Kuşak (Sosyal ve Ekonomik) Haklar: Kapitalizmin ortaya çıkması ve kapitalizmin yarattığı o
büyük eşitsizlikler, yoksulluk durumu ve işçi sınıfının ezilmesi sonucu ezilenlerin verdiği mücadeleler
sonucunda bu haklar kazanılmıştır. Çalışma Hakkı, Dinlenme Hakkı, Angarya Yasağı, Barınma Ve Sağlık
Hakkı, Eğitim Hakkı, Adil Ücret Hakkı, Dinlenme Hakkı, Konut Hakkı …

Üçüncül Kuşak Haklar: Çevre Hakkı, Su Hakkı, Dayanışma Hakkı …

Dolayısıyla bakıldığında haklar, dinamik bir yapıya sahiptir. İnsan hakları kategorileri zamanla
güncellenir ve değişebilir.

Devlet bu hakları gerçekleştirmek ve ihlal etmemek durumundadır. Yani birinci kuşak haklarını yerine
getirecek; İkincil kuşak haklarının hayata geçirilmesi için gerekli önlemleri alacak ve hayata geçirecek.

EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK insan haklarının kurucu unsurlarıdır.

Özgür Olmak: Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, baskıya maruz kalmadan insanların kendi
iradeleriyle düşünebilme ve düşündüklerini hayata geçirebilme durumudur.

Hak: Hukuken korunan menfaattir.

Eşitlik konusunda iki kategori vardır: 1-Formel/Biçimsel Eşitlik, 2-Maddi Eşitlik

Formel/Biçimsel Eşitlik: Hukuk önünde herkesin eşit olması, eşit kabul edilmesi ve siyasi anlamda
eşitliğin olmasıdır. Yani herkesin bir oy hakkına sahip olabilmesidir.

Maddi Eşitlik: İnsanların maddi imkan ve araçlara sahip olma durumunda eşit olması.

Eşitlik konusunda diğer bir sınıflandırma ise : 1-Hukuksal Eşitlik, 2-Siyasi Eşitlik, 3-Sosyal ve Ekonomik
Eşitlik

Hukuksal Eşitlik: Herkesin yasa, hukuk önünde eşit olmasıdır.


Siyasal Eşitlik: Siyasi hayata katılım açısından eşitlik olmasıdır. Seçme ve Seçilme Hakkı

Sosyal ve Ekonomik Eşitlik: Maddi eşitlik de denebilir. Sosyal ve ekonomik anlamda eşitliğe karşılık
geliyor.

Pozitif hukuk olan kuralları işaret ederken doğal hukuk olması gereken kuralları ifade eder.

Doğal hukukun hukuk niteliği, devlet tarafından tanınmaya ve güvence altına alınmaya bağlı değildir.
Kaynağı itibariyle devlet dışıdır, geçerliğini devleti aşan bir güçten alır. Bu güç, dönemden döneme ve
akımdan akıma farklılık gösterecek şekilde tanrı, doğa, akıl olarak kodlanmıştır. Ancak kaynağında ne
olursa olsun dönemden döneme ne değişirse değişsin doğal hukukun mantığı ve amacı devlet gücünü
sınırlamaktır. Doğal hukuku anlayışı Burjuva belgelerine girmiş ve burjuva devrimleri sonrası kaleme
alınan bütün belgelerde vardır: Virginia İnsan Hakları Bildirisi(1776), Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi(1789)

VİHB madde 1: Bütün insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar; vazgeçemeyecekleri
ve yoksun bırakamayacakları hakları vardır.

FİYH madde 2: Bütün insanların doğal, başkalarına devredilemez, zamanaşımına uğramaz hakları
vardır.

İnsan haklarının metinlere, belgelere, anayasalara geçmesinde doğal hukukun etkisi vardır. İnsan
hakları pozitif hukuka girmiş olsa da bu ülkelerin insan haklarını hayata geçirdikleri, uyguladıkları
anlamına gelmiyor. Yani devletler buna rağmen insan haklarını ihlal edebilmektedir.

Yurttaşların insan hakları bilincini taşıması ve bu bilinçle hareket etmesi haklar açısından en önemli
güvencedir.

Bir devletin insan haklarını ihlal etmesi ayrıca bunu sistematik hale getirmesi artık o devleti, siyasal
iktidarı meşru olmaktan çıkaracaktır.

İnsan Haklarının Felsefi Serüveni

Antik Yunan’a baktığımız zaman polis, kent devletleri şeklinde örgütlendiklerini söyleyebiliriz.
Toplumsal yapıda ise hiyerarşik bir yapı vardır. Yurttaşlar başlarda sadece aristokrat erkekler iken
daha sonra mücadelelerle bunun kapsamı giderek genişliyor. (Köylü, burjuva mücadelesi(+))

Yurttaşların kamusal, siyasi yaşama katılma hakları var. Hatta doğrudan demokrasinin kaynağı olarak
antik yunan gösterilir. Agora denilen meydanda doğrudan, temsilsiz olarak siyasi kararlar alıyorlar ve
bunları hayata geçiriyorlar. Halk mahkemeleri de vardır.

Kadınlar toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutulmuşlardır; eve hapsedilmiş durumdadırlar.

Toplumsal piramidin en altında köleler vardır. Köleler insan olarak değil bir eşya, mal gibi
görülüyorlardı.

Sokrates, Platon, Aristo polisi yücelten, bireyin hak ve özgürlüklerine uzak düşünürlerdir.

Sofistler ve Staocılar devletçi geleneğin dışında kabul edebileceğimiz akımlardır.

Yunanlıların özgürlük tanımı siyasi hayata katılmaktan ibarettir.


Sofistler Antik Yunan’da aristokratik geleneği yıkıyorlar: Bilginin ve erdemin aristokratların tekelinde
olduğu iddiasına dayanarak sofistler bilgilerini para karşılığı satmışlardır. Dolayısıyla bilgi ve erdem
para ile diğer sınıflara da geçmeye başlamıştır.

Devletin yapay bir kurum olduğunu ifade ediyorlar, devletçi düşünürlerin aksine. Devlet ve bütün
kurumlar insanların refah ve mutluluğu için vardır diyorlar.

Ünlü Sofist Protagoras: “İnsan, her şeyin ölçüsüdür.” Bu düşünce antik yunan geleneğinin kırılmasıdır.

Stoacılar ise evrensel yurttaşlık ile bir dünya devletinden, Pozitif yasaların üstünde olan yasalardan
bahsetmişlerdir. Bu yasalar ise kaynağını akıldan alırlar. Bu doğal hukuk düşüncesi için önemli bir
gelişmedir.

Doğal yasalar ise bütün insanların kardeş olduğunu ve barış içinde yaşamaları gerektiğini söyler.

Roma’ya baktığımızda Antik Yunan gibi eşitlikçi olmayan bir yapısı vardır. Aristokrat sınıfın altında
orta sınıf olarak avam grubu vardır: Plebler ve Patriciler. (Pleblerin yoksulları Proleterya olarak geçer)

Sınıf mücadelelerinin son derece güçlü olduğu Cumhuriyet dönemi vardır. Bu dönemden yine
aristokratik bir cumhuriyet anlamalıyız.

Tarihsel mücadeleler sonucu pleblerin kendi meclislerini kurması ve belli haklara sahip olması sonrası;
haklar bu cumhuriyet içerisine biraz halkı da alacak şekilde genişliyor.

Roma’daki 12 LEVHA YASALARI Avrupa hukuk temelini oluşturmuştur. Hukuk Patricilerin tekelinde
olduğundan hukuku bunlar belirliyor. Ancak Plebler ise hukukun yazılı hale getirilmesini istemişlerdir.

Yurttaşlara uygulanan Ius Civile var(+) → bunda kamu hukukuna ilişkin haklar var: meclislere girme,
seçme seçilme hakkı, özel hukuk alanına özgü haklar… hukuksal işlem yapmak, evlenmek gibi…

Yabancılara uygulanan hukuk Ius Gentium’dur.

Romada Stoacılık Akımı çıkmıştır. Ünlü iki düşünürümüz: Seneca ve Cicero

Cicero: Bütün stoacılar gibi doğal hukuk anlayışını benimsiyor. Doğal hukuk yasaları akıl yoluyla
kavrayabildiğimiz yasalar olduğu için hepimiz akıldan eşit şekilde pay alamadığımıza göre
eşitsizliklerin ortaya çıkması son derece normaldir. Cicero’ya göre insan ve köle ayrımı da son derece
doğal bir şeydir.

Seneca: Eşitsizliğin ve köleliğin kaynağında mülkiyetin olduğunu söylüyor. Mal, mülk hırsı insanlar
arasında eşitsizlik yaratır diyor. Ancak mülkiyet hakkına karşı yapılacak bir şey olmadığını da ifade
ediyor.

Seneca da köleliğe karşı çıkmıyor ve bunu şöyle meşrulaştırıyor: kişi kendini özgür hissediyorsa
özgürdür; kişinin özgür olup olmamasında köleliğin önemi yoktur. Aynı zamanda kölelere iyi
davranılmasını da söylüyor. ☺

Ortaçağda dinsel düşünüş egemendi. Fakat kilise bir kurum olarak güçlendikçe dinsel iktidarın siyasal
iktidardan daha üstün olduğunu söylemeye başlıyor.

Ortaçağ Düşünürleri: Aquinolu Thomas, Padovalı Marcilius, Ockhamlı William


Aquinolu Thomas: İktidarın sınırlandırılmasını savunuyor. →Tanrı kaynaklı doğal yasalara kral
uymalıdır diyor. Yönetici, siyasal iktidar doğal yasalara bağlıdır ama uymazsa yapılabilecek bir şey
yoktur ve halka bir isyan hakkı tanınmamıştır.

Devletin kaynağı tanrı kaynaklıdır ama tanrı yeryüzünde kimin yöneteceğini belirlememiştir, bunu
halk belirler diyor Thomas.

Aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünü hiç tanımıyor: Hıristiyan dininden çıkanın cezası ölümdür,
diyor.

Padovalı Marcilius, Ockhamlı William laik düşünürlerdir.( A.Thomas’ın aksine(+)) Her ikisi de dinsel
iktidara karşıdır.

Padovalı Marcilius: dinsel iktidar mutlaka siyasal iktidara bağlı olmalıdır, diyor. Önermesi: Bütün
kamu makam ve otoriteleri seçimlik olmalı ve yasalara tabi olmalıdır. İktidar halktan gelir ve halk
bunu kimseye devretmez. İster temsilcilerle isterse doğrudan yasalarını yapar.

Ockhamlı William: Siyasal iktidarın kiliseden bütünüyle bağımsız ve ondan ayrı olması gerektiğini
söylemiş. İktidarın kaynağında halkın olduğunu, devletin meşruluğunun ise halk desteğine bağlı
olduğunu söylemiştir. Yasaların, insanların ve halkların eşitliği ilkesine göre kaleme alınması gerekir.

Yeniçağ

Yeniçağda derebeylerin hakimiyeti sona erdiği için krallar daha güçlüdür. Ortaçağın sonunda ortaya
çıkan burjuva sınıfı ekonomik olarak güçleniyor ve ekonomik güç yanında siyasal gücü de getiriyor.

Krallarla aristokrasinin tasfiyesi için ittifak yapıyor burjuvazi. Bu ilişkiden de feodalitenin ve


aristokrasinin tasfiyesi doğuyor. Reform hareketi ile dinin siyasal vurgusunun da kırılmasının etkisiyle
krallar yeniçağda mutlak, sınırsız yetkileri olan yöneticiler olarak karşımıza çıkıyor.

Ortaçağda krallar eşitler arasında birinci sırada yer alır. Senyörler arasında ilk krallar gelir ama ortaçağ
sürekli bir siyasal mücadeleyle geçmiştir.

Aristokrasi burjuvazinin gelişimi için nasıl bir engel ise sınırsız yetkileri olan bir kral da aynı şekilde
tehlike ve engel teşkil eder.

Mutlak iktidarı sınırlandırmak için doğal hukuk kuramından yararlanılmıştır. Yeniçağ ile birlikte doğal
hukukun kaynağının da laikleşmeye başladığını görüyoruz. Doğal hukuk kuramı iki temel varsayım
üzerine oturuyor: Doğa durumu ve Sözleşme

Doğa durumunda insanlar toplumdan ve devletten önce doğa durumunda yaşıyorlardı. Ancak doğa
durumu değişik nedenlerle bir savaş durumuna dönüşüyor:

Hobbes’a Göre: İnsanın hırsları sebebiyle doğa durumu savaş durumuna dönüşür. “İnsan İnsanın
kurdudur.” Der. Yani doğa durumu için kötücül bir tablo çizer. Yaşam hakkı, Leviathan ın kurguladığı
otoriter devletin sınırını oluşturur.

John Locke: Liberal/bireyci düşünürdür. Daha iyimserdir. İnsanlar doğa durumunda mutludur,
özgürdür fakat cezalandırma yetkisini kullanacak bir kurum olmadığından doğa durumu bir kaos
durumuna dönüşür. İnsanlar doğa durumunda yaşam, özgürlük, mülkiyet hakkına sahiptir. Sözleşme
yapıldıktan sonra da egemenin, iktidarın sınırı yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkı olacaktır. →İktidarın
varlık nedeni bu hakların korumasıdır.

Rosseau: Doğa durumunu mülkiyetin ortaya çıkması bozmuştur. Bu savaş durumundan sözleşmenin
yapılmasıyla topluma, devlete geçilir fakat insanlar doğa durumunda sahip olduğu hak ve
özgürlüklerin bir kısmından feragat etseler de hak ve özgürlüklerin bir kısmını bulurlar. Yani devletli
topluma geçilse de doğa durumunda sahip olunan hak ve özgürlükler korunur. Devletin sınırı doğal
haklardır. Amaç doğal hak ve özgürlükleri korumaktır.

İnsanlar tarihe bakıldığında hep toplum halinde yaşamışlardır, yani toplumsuz bir yaşam yoktur.

Liberal/Bireyci Anlayış: Hakların kaynağı bireyin ta kendisidir, der. Dolayısıyla her siyasal topluluğun
ve devletin amacı da insandır. Devlet insana ve haklarına saygı duymazsa kendi varlığını reddetmiş
olur.

YAKINÇAĞ

Sanayi devrimiyle işçi sınıfı ortaya çıkıyor ve işçi sınıfının mücadelesi sonucu sosyal ve ekonomik
haklar ortaya çıkıyor.

Yeniçağın sonu ve yakınçağın başında burjuva devrimlerini görüyoruz. Fransız devrimi ve İngiliz
devrimi… bu burjuva devrimleriyle birlikte artık insan hakları bildirileri ortaya çıkıyor. Bu bildiriler
birinci kuşak haklar dediğimiz hakları içeriyor.

Burjuvazinin Temel Amacı: Sınırlı monarşiden parlamentoların egemen olduğu parlamanter


demokrasiye geçiş

Sanayi devrimiyle kapitalizmin güçlenmesi sonucu eşitsizlikler ve yoksullaşma artmıştır. Kapitalizmi


destekleyen liberal yazarlar bile bu durumu eleştirmeye başlamıştır → Sismondi, J.S. Mill… Bırakınız
yapsınlar ilkesi devlet müdahalesine karşıydı ve azınlığın mutluluğunu hedef alıyordu.

Kapitalizmi Sosyalistler de eleştirmiştir → Robert Owen, Saint Simon: Bütün toplumsal zenginlik ve
değerler, işçi sınıfı tarafından ortaya çıkarıldı. Fakat bu kesimin toplumun en yoksul kesimi olması
çelişkilidir. Yani zenginliği oluşturan insanlar en yoksul kesimi oluşturuyor.

Daha bilimsel eleştiriler Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından ortaya konuluyor. Karl Marx
Komünist Manifesto’yu yayımlamıştır. Bununla bütün ülkelerin ezilen işçilerine seslenmiştir ve işçi,
emekçi kesimi etkilemiştir. Avrupa’daki 1848 Devrimleri’ni etkileyen şey budur. İşçi sınıfının verdiği bu
mücadele sosyal ve ekonomik hakların gelişmesini ve pozitif hukukta yer almasını sağlıyor.

Birinci kuşak haklar önemli kazanımlar getiriyor: Konut dokunulmazlığı hakkı getirilse de bu hakkın
kullanılabilmesi için bir konut gerekiyor.

Dolayısıyla birinci kuşak hakların bile hayata geçebilmesi için bunların sosyal bir içerik kazanması
gerekiyor. Dolayısıyla devletin tutumu sadece negatif, müdahaleden uzak bir tutum olamaz. Evet,
birinci kuşak haklar açısından müdahale etmemesi gerekse de bazı hakların hayata geçmesi
bakımından devletin olumlu bir aktifte bulunması gerekir.

Birinci kuşak haklar bakımından devletin tutumu negatif bir tutumdur.


İkincil kuşak haklarda devletin tutumu pasif olmak yerine olumlu bir edimde bulunmadır. Sosyal ve
ekonomik hakların hayata geçebilmesi için hatta birinci kuşak hakların bir anlam ifade edebilmesi için
devletin olumlu bir edimde bulunması gerekiyor.

1848 devrimleri ile birlikte sosyal haklar anayasalara girmeye başlamıştır. Bunun anayasal ilk izlerini
1903 Fransız Anayasası’nda görüyoruz. Fransız Anayasası’nın başına eklenen ikinci insan hakları
bildirisi var, bazı sosyal haklara burada yer verilmiş: İş bulmak, yaşamayacak olanlara devlet eliyle
imkan sağlamak, öğrenim hakkı gibi… Ancak sosyal haklara bu anayasada fazla yer verilmediğini
görüyoruz.

1848 tarihli Fransız Anayasasında sosyal haklara daha çok yer verildiğini görüyoruz. Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra sosyal haklara ilk yer veren anayasa 1917 Meksika Anayasası’dır. →Birincil kuşak
hakları saydıktan sonra sosyal ve ekonomik haklara yer vermiş. Örneğin: köleliğin ilgası, laik eğitim,
meslek edinme, ifade özgürlüğü, dinlenme, sendika, doğum yapan kadına birtakım haklar ve son
olarak kilisenin ayrıcalıkları kaldırılmıştır.

1919 Weimar Anayasası (Alman anayasası) cinsiyetler arası eşitlik hakkından söz etmiştir. Gençlerin
sömürülmeye karşı korunma hakkı, sosyal güvenlik hakkı… İlerici bir anayasadır…

Sosyal haklara en geniş yer veren anayasa 1918 Sovyet Anayasası’dır. Bu anayasa bir bildiriyle
açılıyor. Bu bildiri Emekçi ve Sömürülen Halkların Bildirisi adıyla Lenin tarafından kaleme alınmıştır.
Bildiride: sömürünün ortadan kaldırılması, özel mülkiyetin ilgası, ua demokratik barışın sağlanması
gibi konulara yer verilmiş…

Bu anayasadan sonra 1936 Sovyet Anayasası ile Çalışma Hakkı ilk defa hukuksal norm olarak kabul
edilmiştir.

Birinci dünya savaşı sonrası anayasalarda sosyal haklar yer almış, ama ikinci dünya savaşından sonra
ise anayasalarda daha geniş bir tanıma ve ilerleme olmuştur.

İNSAN HAKLARI TARİHÇESİ VE BELGELER

1.MAGNA CARTA (1215 TARİHLİ)

İlk belgemiz İngiltere’de ortaçağ koşullarında şekillenmiş 1215 bildirisidir. Krallar feodal beylerle bir
mücadele içerisindedir. Kral keyfi davranmak istiyor fakat feodal beyler kralı sınırlandırıyor. Feodal
beylerin de ekonomik ve siyasal güçleri var. 1215 yılında İng. Kralı Yurtsuz John feodal beylere
danışmadan bir vergi koyuyor. Bir gerginlik ile savaş çıkıyor ve kral Magna Carta’yı kabul etmek
zorunda kalıyor. Magna Carta 63 maddeden oluşuyor ve genel meclis oluşturuluyor. Soylular ve din
adamları Lordlar Kamarasını daha sonra ise burjuva sınıfının etkisiyle Avam Kamarası
oluşturulmuştur. Dolayısıyla parlamenter demokrasiye çıkan yol İngiltere’de başlamıştır. Sadece
genel bir meclis değil 25 kişilik bir kurul kurulması da öneriliyor. Bu kurul iki tarafın koşullara uyup
uymadığını denetleyecek. Yani Magna Carta’nın hayata geçip geçmediğini, kralın ve meclisin
yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini bu kurul denetleyecek.

Aynı zamanda hak ve özgürlükler ele alınıyor. Genellikle Ceza Hukukuna ilişkin ilkeler olmak üzere;
20.madde – suç ve cezalar arasında bir orantı olmasını; 38.madde doğru ve güvenilir ilkeler olmadıkça
kimsenin dava edilemeyeceğini; 39.madde yasalara uygun karar olmadıkça hiç kimsenin
tutuklanamayacağı, hapse atılamayacağı, mal ve mülkünden yoksun bırakılamayacağı, sürgüne
yollanamayacağı, herhangi bir şekilde kötü muameleye maruz bırakılamayacağını; 41.madde ticraet
özgürlüğünü güvence altına almış; 63.madde İngiliz kilisesinin özgür olacağını(Kralın kiliseye
müdahalesine karşı) düzenlemiştir.

En Önemli Hüküm: Kralın vergi koyabilmek için mutlaka genel meclise danışması gerektiğidir.

Magna Carta genel olarak aristokratların haklarını güvence altına almak için kaleme alınmış bir belge
fakat sonuçları açısından herkesi ilgilendiren sonuçlar doğurmuş. İngiltere’deki bütün uyruklar
açısından hak ve özgürlükler getirmiştir….

2.SENEDİ İTTİFAK

Osmanlı’da Senedi İttifak’ta da padişah ayanların, yerel güç odaklarının bir anlamda iktidarını
tanımıştır. Magna Carta’ya benzer düzenlemeleri vardır: suç ve cezaya ilişkin… →1808 tarihinde(+)

Avrupa’daki Köylü Ayaklanmaları: 1000-1400 yılları arasında Avrupa’da görülen ayaklanmalardır.


Ortaçağın en çok ezilen ve en zor koşullarda yaşayan kesimi köylülerdir. Sürekli vergilendirilirler
senyörler tarafından ve aynı zamanda angaryada çalışmaya zorlanırlar. Dolayısıyla yaşama koşulları
çok kötü olduğu için Avrupa’da durumlarına isyan etmişlerdir. Almanya da bu köylü ayaklanmalarının
yoğun yaşandığı ülkelerdendir. Köylü ayaklanmalarını destekliyor Thomas Müntzer.

3. 1628 TARİHLİ HAKLAR DİLEKÇESİ (İngiltere)

Krallar ve baronlar, beyler arasında bir mücadele vardır. Bir süre sonra bu mücadele meclisle kral
arasında bir mücadeleye dönüşüyor. Tarihsel süreç içerisinde kral Magna Carta’da verdiği sözleri
tutmuyor, yine kafasına göre vergi koymak istiyor. Bu durumda parlamento 1628 yılında krala bir
dilekçe sunuyor. Bu belgeyle aslında krala Magna Carta hatırlatılmıştır.

4. 1679 TARİHLİ HABEAS CORPUS (İngiltere)

Anlamı bedenine sahipsindir. Aslında şu demek: Gözaltında bulunan kişiden sorumlu kişiye,
gözaltında tutulan kişiyi mahkeme önüne çıkartması yönünde emir veren emirname anlamına geliyor.
→Gözaltında tutulan kişinin yargıç önüne çıkarılması hakkı →Amaç: Keyfi gözaltına almanın
engellenmesi

5. 1689 TARİHLİ HAKLAR BİLDİRİSİ (İNG.)

Bildirinin önemi: Parlamentonun monarşi karşısında kesin üstünlüğünü ifade eder.

En önemli düzenlemeleri: Parlamento üyelerinin seçimi serbest olacak ve parlamento sık sık
buluşacaktır. Parlamentodaki tartışmalar ve görüşmeler parlamentodan başka hiçbir yerde ya da
mahkemede suçlama ve soruşturma konusu yapılamaz → Konuşma özgürlüğü

Bildiride yasama sorumsuzluğunun ilk yansımasını görmekteyiz.

Parlementonun onayı olmadan yasaların iptal edilmesi veya yürütülmesinin iptal edilmesi mümkün
değildir. Başka bir maddede de parlamentonun onayı olmadan vergi toplanmasının mümkün
olmayacağı yer alır. Burada da yasama erkinin yürütme karşısında bağımsızlaşması öne çıkmaktadır.
Bütün bu maddeler parlamentonun kral karşısındaki üstünlüğünü vurgulayan maddelerdir. Daha
sonra burjuvazinin de katılmasıyla kral, aristokratlar ve burjuvalar arasında gerilim devam edecektir.

Bazı hükümler sadece aristokratları ve soyluları, burjuvaları ilgilendirse de hak ve özgürlüklere ilişkin
düzenlemeler genel nitelikte ve herkesi ilgilendiriyor. Örneğin ceza hukukuna ilişkin ilkeler; suç ve
cezanın yasal olması, orantılı olması, keyfi gözaltının önlenmesi…

Ancak İngiliz belgeleri Virginia İnsan Hakları Bildirisi veya Fransız İnsan Hakları Bildirisi gibi bütün
insanlığa seslenen bildiriler değillerdir.

6. 1776 TARİHLİ VİRGİNİA İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ (Amerika kaynaklı bir bildiri)

Bu bildirinin ele alınmasında Amerikan Bağımsızlık Savaşının etkisi vardır. Amerika İngiltere’ye karşı
bir bağımsızlık savaşı veriyor, İngiltere’nin kurduğu koloniler bir müddet sonra İngiltere’ye karşı
ayaklanıyorlar ve bağımsızlık savaşını kazanıyorlar. Bağımsızlıkla birlikte kongre adında ortak bir organ
kuruyor koloniler. Kongre, bütün kolonilere diyor ki kendi anayasalarınızı yapın. Bu çağrıya ilk yanıt
veren de Virginia Kolonisi’dir.

Bildiri doğal hukuk anlayışına uygun şekilde kaleme alınmıştır. Bütün insanların hür ve eşit derecede
bağımsız olduğunu belirtmiş. Bütün insanlar doğuştan gelen vazgeçemeyecekleri, yoksun
bırakılamayacakları birtakım haklara sahiptir. Bunlar: Yaşam, özgürlük, mülkiyet, mutluluk ve
güvenlik arama; erişebilme hakları

Bütün güç halkta toplanır ve halktan gelir. Yetkili vekiller halkın vekilleridir ve halka karşı
sorumludur.

Yönetim; halkın ortak yararı, savunması ve güvenliği için kurulmuştur ve bu amaçlarla kullanılmalıdır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine yer verilmiş ve yasama-yürütme güçleri yargı gücünden farklı ve ayrı
olmalıdır şeklinde belirtilmiş. John Lock ve Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığına ilişkin etkileri
açıkça görülmektedir.

Ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler vardır: suç isnadıyla karşı karşıya kalan herkes, kendisi hakkında
yapılan suçlamanın gerekçe ve içeriğini sormak, suçlamayı yapanlar ve tanıklık yapanlar ile yüzleşmek,
kendi lehine olan delilleri sunmak, tarafsız bir jüri tarafından yargılanmak ve hızlı bir yargılama
hakkına sahiptir.

Keyfi arama ve tutuklama kararları hukuk dışıdır. Basın özgürlüğü mutlaktır, asla sınırlandırılamaz.

Özgürlük için tehlikeli olacağından; barış zamanlarında sürekli ordu bulundurmaktan kaçınılmalıdır.
Askeriye her günde sivil yönetimin altında olmalı ve onun tarafından yönetilmelidir.

John Locke’un çok büyük bir etkisi olduğunu görüyoruz: O da doğal hakları yaşam, özgürlük ve
mülkiyet olarak ifade etmiştir.

Halk egemenliğine yapılan vurguda da J.J.Rousseau’nun etkisini görmekteyiz.

Bildiri bütün insanlığa seslense de çelişkileri barındırmaktadır: Köleliğin olması, siyahların oy


kullanamaması(Dolaylı olarak şöyle sağlandı: Anayasayı okuma ve okuduğunu anlama şartıyla insanlar
oy kullanabilecektir. → En eğitimsiz, yoksul kesim ise siyahlardı →Kadınlar da hem kendi hakları için
hem de siyahlar için mücadele etmişlerdir.)

Kuzey-Güney Amerikan iç savaşına kadar kölelik devam etmiştir. Amerika kıtasının gerçek sahipleri
olan yerlilere hak tanınmamıştır.

Bildirinin ilerici yanı → Bildiride tanınan haklar kadınlara da tanınmıştır. Fransız bildirisinde ise böyle
değildir, erkeklere tanınmıştır sadece.

7. 1789-FRANSIZ İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARI BİLDİRİSİ

Fransız devrimi bir burjuva devrimidir. Kral karşısında ulusal meclis, üstünlüğünü sağlıyor. Tabi kral
önce ulusal meclisi kapatıyor, sonra açmak zorunda kalıyor derken devrim bütün Paris’e ve kırsala
yayılıyor. Kral geri adım atıyor ve ulusal meclisin yani Burjuva temsilcilerinin yetkisini tanımak
zorunda kalıyor. İşte ulusal meclisin 26 Ağustos 1789 yılında hazırladığı bildiridir bu bildiri.

Daha sonra birçok belgeyi, anayasayı etkileyen bir bildiri niteliğindedir.

İnsanlar hakları açısından özgür ve eşit doğarlar.

Her siyasal topluluğun amacı, insanın doğal ve zamanaşımına uğramaz haklarını korumaktır. Bu haklar
→Özgürlük, mülkiyet, güvenlik, baskıya karşı direnme

Doğal hukuk anlayışının etkileri görülmektedir: İnsanlar doğuştan, vazgeçilmez, zamanaşımına


uğramaz birtakım haklara sahiptir. Virginia bildirgesinde olduğu gibi bu bildiride de doğal haklar yani
Liberal öğretiden etkilenmiştir. YAŞAM HAKKINA YER VERİLMEMİŞTİR→ Çünkü burjuva
devrimcileri, devrimle beraber yaşam hakkının çok da mümkün olmayacağını, Devrimlerin kanlı
olacağını düşündükleri için yer vermemişlerdir.

Ulus egemenliğinin kabul edildiğini görüyoruz, çünkü ulustan bahsedilmiştir. → Hiçbir kurum ve kişi
açıkça ulustan kaynaklanmayan bir otoriteyi kullanamaz.

Fransız anayasasıyla temsil hakkı sadece belirli bir oranda vergi ödeme gücü olan beyaz erkeklere
tanınmıştır. Dolayısıyla ulus anlayışı beraberinde temsili demokrasiyi getiriyor.

Devrim başarıya ulaştıktan sonra şu planlanmıştır: yoksul halk kitleleri ve kadınlar, siyasal yaşamdan
dışlanmış ve kısıtlı oy ilkesi kabul edilmiştir.

Yurttaşlar kişisel olarak ya da temsilcileri aracılığıyla yasanın oluşumuna katkıda bulunma hakkına
sahiptirler. →Burada herkes denmemiş, yurttaş diye ayrım yapılmış. Fransa’da yurttaşlık: Beyaz ve
zengin erkekler

Hiçkimse yasaların belirlediği haller ve öngördüğü biçimler dışında; suçlanamaz, gözetim altında
tutulamaz ya da tutuklanamaz. → Suç ve Cezaların Yasallığı İlkesi düzenlenmiş ve masumiyet
karinesi belirtilmiştir.

Düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin bir düzenleme: Hiçkimse düşüncelerinin açıklanmasını, yasayla
kurulmuş kurumsal düzene zarar vermediği sürece; dinsel olanlar da dahil olmak üzere,
düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemelidir. →Aynı zamanda düşünceyi yayma özgürlüğüne de
yer verilmiştir.
Kamu otoritesi gücünün özel çıkarlar için değil toplum, kamu yararı için kullanılması gerektiğini
söylenmiş.

Vergi – Ortak Katkı, tüm yurttaşlar arasında gelirleri oranında eşit olarak paylaştırılmıştır. Yani
gücüne göre vergilendirme söz konusudur.

Mülkiyet hakkı dokunulamaz, kutsal bir hak olarak ifade edilmiştir. Ancak yasadaki kamu gereksinimi
nedeniyle uygun bir tazminat ödenme koşuluyla dokunulabileceği düzenlenmiş.

Toplum kamu görevlisinden hesap sorma hakkına sahiptir

Kuvvetler ayrılığının özgürlükler açısından olmazsa olmaz olduğuna değinmiş.

John Locke, Monstesquieu ve Rousseau’nun bildiri üzerinde etkileri görülmektedir.

Siyasal iktidarın ve devletin amacı insanların haklarını ve özgürlüklerini güvence altına almaktır.

Bu bildiride Ulus Vurgusu yapıldığı için ve coğrafi olarak çok uluslu bir kıtada ortaya çıktığı için daha
çok ses getirmiştir. Virginia bildirisinden daha berrak bir dille ve edebi bir üslupla kaleme alınmıştır.
Bu bildiri diğer ülkelere de örnek oluyor. Ulusçuluk, insan hakları, ulus egemenliği anlayışı mutlak
monarşileri, kralları son derece korkutmuştur ve Fransız devriminin etkilerine karşı bir ittifak
oluşturulmuştur. İttifakın amacı monarşi yapısının tehlikeye düşmesidir ve bunun Avrupa’da
yayılmasını engellemektir.

20.YY’DA İNSAN HAKLARININ KORUNMASI İÇİN ATILAN İL ADIMLAR/ULUSLARARASI HUKUKTA


BİREYİN BELİRMEYE BAŞLAMASI

Bireyin bir özne olarak uluslararası hukukta kabul görmesinde asıl tarih 2.Dünya Savaşı sonrasıdır.
Çünkü insanlığın yaşamış olduğu çok büyük bir felaket, yıkım ve insan haklarının devletler tarafından
sistematik olarak ihlal edildiği Faşizm deneyimleri vardır ortada. Dünyada bir daha böyle kötü
deneyimlerin yaşanmaması ve insan haklarının etkili bir şekilde korumasını sağlamak için uluslararası
girişimler kurulmuş ve bu yönde adımlar atılmıştır.

Milletler Cemiyeti denilen kurum 1. Dünya savaşından galibiyetle çıkan devletlerin kurduğu bir
örgüttür. Kendi amacını uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanması olarak belirtmiştir.

Milletler Cemiyeti zaman zaman azınlık haklarının korunması ve genel olarak insan haklarının
korunması için birtakım mekanizmaların ve yöntemlerin oluşturulmasını gündeme getirmiştir. Amacı
konusunda ise Milletler Cemiyeti bir başarıya ulaşamamıştır. Çünkü daha sonraki toprak
işgallerinde/ihlallerinde hareketsiz ve işlevsiz kalmıştır. 2.Dünya savaşında da etkili olmadığından
1946’da kendi varlığına son vermiştir.

Ancak cemiyete üye devletlerce taraflar arasında azınlıkların haklarının korunmasına yönelik
birtakım düzenlemeler yapılmış. Diğer önemli gelişmelerden birisi de köleliğin ilga edilmesidir ve
buna yönelik de düzenlemeler yapılmıştır.

Dersimizin konusu 2.Dünya savaşından sonra çıkan hak kategorileridir. Bunlara Üçüncü kuşak hakları
diyoruz.
Fransız insan hakları beyannamesinde yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, konut dokunulmazlığı hakları
güvence altına alındı ama bunlardan sadece burjuva sınıfı yararlanmaya başladı. Burjuvazi sistemi ele
geçirdi ve feodal yapı çökünce bütün köylü tabakası şehirlere göçtü. Sonra bu insanlara insani
koşulların dışında bir yaşam sunuldu ve bu koşullarda yaşamaya zorlanıldı. Adamın konutu olmadığı
için konutuna dokunamıyorsun ki zaten, aynı zamanda günde 16-18 saat çalışıyorlar, insanlar pislikten
ölmeye başlıyorlar. Daha sonra halk dedi ki burjuvaziye karşı, sizin haklarınız bize dokunmuyor. Kağıt
üzerinde olan haklar bunlar. İşte 1848 yılında işçi ve köylü ayaklanmaları ortaya çıkıyor. Bunun
neticesinde de ikinci kuşak haklar çıkıyor. →Sosyal ve ekonomik haklar da savaşları önlemedi bu
duruma başka hak kategorilerine ihtiyaç duyuldu.

İkinci dünya savaşından sonra tartışılan haklara üçüncü kuşak haklar diyoruz. Mesela barış hakkı
diye bir hak kategorisi var. Sanayinin gelişmesiyle çevrenin kirlenmesinden kaynaklı çevre hakkı diye
hak kategorisi var. YANİ HUKUK DÜZENİNDE HER ZAMAN YENİ HAK KATEGORİLERİ İHTİYAÇLARI
KARŞILAMAK ÜZERE ÇIKABİLİR.

BİRİNCİ VE İKİNCİ KUŞAK HAKLARIN ÇOĞU BELGELERE GİRMİŞ OLSA DA BUNLARIN BİR KISMI VE
3.KUŞAK HAKLARIN ÇOĞUNA BELGELERDE YER VERİLMEMİŞTİR. MESELA BİZİM ANAYASAMIZDA
İKİNCİ KUŞAK HAKLARA İLİŞKİN OLARAK ANAYASA m.35’te DEVLET BUNLARI YERİNE GETİRİRKEN
EKONOMİSİYLE ORANTILI İŞ YAPAR… → ZATEN BU ŞEKİLDE OLAN HAK ETKİSİZ HALE GETİRİLMİŞ
OLUYOR.

ÖZELLİKLE 3.KUŞAK HAKLARDA HEDEFLENEN KONUMDA DEĞİLİZ → ÇEVRE, BARIŞ, KÜLTÜREL


KİMLİK, GELİŞME, İNSANLIĞIN ORTAK MİRASINA SAYGI…

Dördüncü kuşak haklar ne olabilir mesela →Kişisel verilerin korunması hakkı

Kültürel kimliğin korunması hakkı da var.

Bütün üçüncü kuşak hakları içeren bir belge var ve dünyada tek ve en ilerici belge olarak
nitelendiriliyor → AFRİKA İNSAN VE HALKLARIN HAKLARI ŞARTI … ama burada da bunun
mekanizması, yaptırım gücü, bir şeyi yok… yine de belgeye girmesi önemli.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DÜZLEMİNDE İNSAN HAKLARININ KORUNMASI

İkinci dünya savaşı bu konuda önemli bir tarihtir. Çünkü insan hakları bu tarihten sonra uluslararası
hukukun konusu oluyor.

Devletlerin kendi yurttaşlarının haklarını diplomatik bir şekilde sık sık ihlal ettiği görülmüş. 2.dünya
savaşından sonra tüm bu insanlık faciaları yaşandıktan sonra 1955 yılında Birleşmiş Milletler kuruldu.
Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla birlikte bir insan hakları komisyonu kuruluyor. Bu insan hakları
komisyonunun ilk yaptığı iş ise Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini yayınlamak
oluyor.

İnsan haklarını uluslararası hukuka taşıyan belge İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir.

Özgürlük ve Eşitlik kavramlarıyla ve evrensellikle taçlandırılan, bu taçlandırmayı da “Herkes”


kavramıyla yapan bildirgedir.

Bu bildirgede birinci ve ikinci kuşak haklarına yer verilmiş.


Birinci maddede de bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana
sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler, der.

İkinci madde ise insan haklarının evrenselliğinin vurgulandığı bir maddedir. Evrensel olması ırk,
cinsiyet, dini inanç ayrımı gözetilmeksizin eşit bireyler olduğu maddedir.

Birinci Kuşak Haklar: Yaşam hakkı, işkence yasağı, hukuk önünde eşitlik, keyfi gözaltına alınmama,
adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, özel yaşamın gizliliği, konut dokunulmazlığı hakkı,
mülkiyet hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne bildirgede yer
verilmiştir.

İkinci Kuşak Haklar: Sosyal güvenlik hakkı, çalışma hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplu
sözleşme hakkı, işyeri yönetimine katılma hakkı, dinlenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, parasız
öğrenim ve eğitim görme hakkı, kültürel yaşama katılabilme hakkı, sağlık hakkı, beslenme hakkı,
konut hakkı, anne çocuk engelli yaşlı gibi korunmaya muhtaç kesimlerin korunmasıyla ilgili haklar…

Bu haklar sözleşme formatıyla değil, bildiri şeklinde düzenlenmiş. Bu bildirge BM’ye taraf olmayan
uluslarda bile bağlayıcı niteliklere sahiptir. Sayılan haklar bir ideal haklar bütünüdür. Birçok ülke taraf
olmasa da Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi’ne atıf yapar.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TARAFINDA ŞEKİLLENDİRİLEN SÖZLEŞMELER

İnsan hakları komisyonunun yerini alan yeni organ →İnsan Hakları Kongresi’dir. Bu 2006 yılında
BM’de açılan yeni dönemde eski dönemden farklı olarak denetim mekanizması getiriyor. BM insan
hakları ile ilgili ülkelerdeki durumu ve insan hakları konusunda yaşanan değişiklikleri bir rapor
hazırlayarak (belgeleyerek) 4 yılda bir insan hakları konseyine sunuyorlar.

Birleşmiş Milletler bir bildiri hazırlamakla yetinmeyip aynı zamanda bu hak kuşaklarını düzenleyen
sözleşmeler hazırlamıştır. Bunlar ikiz sözleşmeler adını taşıyan sözleşmelerdir.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni Ve Siyasal Haklar Sözleşmesi

Bu sözleşme 1976 yılında kabul edilen sözleşmedir. Bu sözleşmede BM öncesinden farklı olarak
sığınma hakkı, başka ülkelerde serbestçe dolaşabilme ve yerleşebilme hakkı düzenlemiş.
Sözleşmeden bildiriden farklı olarak self determinasyon hakkı(Ulusların kendi kaderini çizebilme
hakkı) ve kendi doğal kaynaklarına sahip olma ve kullanabilme hakkına yer verilmiştir.

Sözleşmenin getirdiği denetim organı BM İnsan Hakları Komitesi’dir. Ayrıca getirdiği ek ihtiyari
protokolle İnsan Hakları Komitesine bireysel başvuru hakkını getirmiştir. İhtiyari protokol olmasının
anlamı devletler taraf olmak istiyorlarsa oluyorlar, istemiyorlarsa olmuyorlar…

İnsan Hakları Komitesinde 3 tane denetim çeşidi vardır: Rapor tutma, devletlerarası başvuru ve
bireysel başvuru

Rapor Tutma: Taraf olan devletler sözleşmeye taraf oldukları yıl içerisinde ve daha sonra 5 yılda bir
rapor sunmak durumundadırlar. Bu rapor insan haklarının durumuna sözleşmenin uygulanırlığına
ilişkin durumları anlatır. Taraf olan devletler eğer komite isterse rapor sunmak zorundadır.

Devletlerarası Başvuru: Taraf olan devletlerden biri taraf olan diğer devletle ilgili sözleşmede yer
alan maddelerin veya maddeyi ihlal ettiği ve bu yükümlülüklerden birini yerine getirmediği durumu
komiteye şikayet edebilir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için her bir devletin de yani hem şikayet
eden hem de şikayet edilen devletin de devletlerarası başvuruyu kabul etmiş olması gerekir. Yani
sözleşmede geçen 41.maddede sözleşmeye taraf olmak otomatik olarak 41.maddeyi tanımak şikayet
için yeterli olmuyor. Ayrıca 47. Maddeyi tanıdığına ilişkin bir beyanda bulunması gerekiyor.
47.maddeyi kabul eden devletlerarası başvuruyu kabul etmiş sayılır. Ayrıca 41.maddeyi kabul etmiş
diğer devleti sözleşmedeki herhangi bir yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde şikayet edebilir.
Bu durumda komite yargısal nitelikte bir karar vermeyecektir. Dolayısıyla bu komite çok güçlü bir
mekanizme değildir. Daha çok devletlerarası bir uzlaştırma yapılıyor. Yani yargısal bir fonksiyonu
yoktur.

Bireysel Başvuru: Sözleşmeye ek protokolle bireysel başvuru hakları düzenleyen ihtiyari bir
protokolür. Yani ek ihtiyari protokolü onaylayan devletler komiteye bireysel başvuru yapabilirler.

Bireysel başvuru, sözleşmeyle tanınan hakların ihlal edildiği gerekçesiyle o devletin yurttaşı mağdur
eden devlete karşı komiteye şikayet yani bireysel başvuru yapabilecektir. →Yürürlük tamamlanmış
ancak Türkiye bu sözleşmenin bazı maddelerine çekince koymuş. Bu çekince de sözleşmede yer alan
azınlık haklarına ilişkin bir çekincedir. Türkiye 2006 yılında bireysel başvuru protokolünü kabul
etmiştir. Türkiye ayrıca devletlerarası başvuruyu da kabul etmiştir.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi

Bu sözleşme de 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme ikinci kuşak haklarını düzenliyor. İlk
sözleşmede tanınmasına rağmen bu sözleşmede de self determinasyon hakkı tanınmıştır. Bunun yanı
sıra ekonomik, sosyal ve kültürel haklar tanınmıştır.

Bu haklar: Adil ve uygun bir işte çalışma hakkı, açlıktan korunma hakkı, sağlık hakkı, evlenme hakkı,
sendikal haklar, sosyal güvenlik hakkı, ailenin annenin çocukların ve gençlerin korunması hakkı,
yaşama standardı hakkı, sağlık standardı hakkı, eğitim hakkı, zorunlu ilköğretim sağlama yükümlülüğü
→Devlet bu maddeleri yurttaşlarına aşamalı olarak sağlamakla yükümlüdür. Yani devlet bu
sözleşmenin maddelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmelidir. (Aşama meselesi eleştiriliyor.
Çünkü ilk sözleşmede hakların yerine getirilmesinde bir sıra öngörülmemişti.)

Bu haklar kendi içerisinde eşittir hiçbirinin diğerine karşı bir üstünlüğü yoktur. Aslında komitenin bir
yorum yapma yetkisi vardır. Sözleşme maddelerini yorumlamak, herhangi bir konuyla ilgili yorum
yapma hakkı vardır.

Sözleşmeye üye bütün ülkeler hakların nasıl uyguladığına dair düzenli raporlarını komiteye sunmak
zorundadır. Devletler sözleşmeye taraf olduktan 2 yıl sonra başlangıç raporunu ve bundan sonra da
her 5 yılda bir raporlarını sunmak zorundadır.

Telafisi olanaksız olan olayların komite tarafından fark edilmesi halinde komite ilgili devlete uyarı
yapar ve önlem almasını ister. Gerek bireysel başvuru gerekse devletlerarası başvuru çok güçlü yollar
değil. Devletlerarası başvuru yapılabilmesi için devletin ek protokole üye olması gerekir. Ayrıca
tanıma yoluyla komitenin devletlerarası başvuru yapma yetkisini kabul etmiş olması gerekiyor.

Türkiye Ekonomik sosyal ve Kültürel haklar projesini 2000 tarihinde imzalamış ve 2003 ‘te
onaylamıştır.
Bunlar dışında BM’nin şekillendirdiği sözleşmeler var: Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi…
Çocuk Hakları Sözleşmesi, İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi Ve Kadınlara Karşı Ayrımcılığın
Kaldırılması Sözleşmesi…

En önemlisi Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi Ve Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi


Sözleşmesi. Bunların yanında her sözleşmeyle birlikte bir komite getirilmiş. Çocuk Hakları Komitesi,
Irk Ve Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi. Bunlarda da aynı diğer sözleşmelerdeki gibi denetim
mekanizmaları var. Örneğin eğer çocuk hakları ile ilgili bir rapor düzenlenecekse çocuk hakları
komitesine ilgili devletlerden gidecek.

Her komite gibi bu komitelerin de yargısal bir fonksiyonları yok. En fazla değerlendirme yapıyorlar
ve ilgili devleti uyarıyorlar.

İNSAN HAKLARININ BÖLGESEL OLARAK KORUNMASI

Milli iradenin sınırı hukuktur. Bu bölgesel anlamda da evrensel anlamda korunduğu gibi korunur.
Düzenlemeler mevcuttur. Bunlardan birisi Avrupa merkezlidir. AİHM’i hepimiz biliyoruz zaten ve o
sözleşmenin (AİHS) tarafıyız. Birisi Amerika Devletler Topluluğu teşkilatının oluşturduğu İnsan Hakları
Sözleşmesi ve yine bu sözleşmeden doğan insan hakları mahkemesidir. İnsan Hakları Komisyonu da
var.

Başka birisi Afrika İnsan Hakları Ve Hakların Şartı ki yeni bir bölgesel belge olması bakımından da
ilerici tarafı bu sözleşmenin 3 kuşak haklarını birden barındırmasıdır.

Koruma mekanizmasına baktığımızda AİHM ön plandadır. Komisyonda tek tek olaylara ilişkin ihlallere
değil; kitlesel, yoğun ve belirli bir ağırlığı bulunan sözleşme ihlallerine bakmaya yetkilidir.

İktidarlar yozlaşır mutlak iktidarlar ise mutlaka yozlaşır. Dolayısıyla hukukçular, yozlaşma olmasın diye
vardır. Bir hukukçu için en tehlikeli şey keyfiliktir. Bu yüzden kurallar yazılır. Milli irade, meclistir. (Tabi
tüm oyların mecliste karşılığının olması durumunda) Yasama eşitler arasında birinci sıradadır.

AİHM kadar etkili olmasa da Amerika’da da insan hakları sözleşmesi ve mahkemesi vardır. Amerika’da
sözleşmeye dayalı koruma usullerine baktığımız zaman devletler nezdinde insan hakları ihlalleri olup
olmadığını raporlama konusunda bir denetim mekanizması var. Devlet başvuruları imkanı vardır.
Kişisel(Bireysel) başvurulara da yer verilmiştir. →BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’den bahsediliyor.(+)

Bundan başka denetim mekanizmaları da vardır. AGİT mesela. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı.
Bu teşkilat da yine bazı mekanizmaları harekete geçirerek insan hakları ihlallerini denetler. AGİT,
Sovyet bloğuna karşı aynı NATO gibi kurulmuştur.

→İnsan haklarını koruma mekanizmalarını ne kadar geliştirirsek daha yaşanılabilir bir çevre, dünya
mümkün olacaktır. TR’de Anayasa Mahkemesi’nin “Bireysel Başvuru” yolunu getirmesi de bir
mekanizma olarak gelişmedir.

Avrupa Birliği de kendi içerisinde insan haklarına yönelik çalışmalarını yürütmektedir.

Avrupa Sosyal Şartı mevcuttur. AİHS ve AİHM “Klasik Hakları” korumak adına konduğundan
sözleşmede sosyal haklar ayağı eksiktir/sakattır. Avrupa Sosyal Şartı da bu eksikliği giderebilmek ve
taraf devletleri bu konuda denetleyebilmek, insan haklarının sosyal boyutunu raporlamak ve kollektif
şikayet boyutuyla kendisine gelen başvuruları değerlendirmek üzere mevcuda gelmiştir.

BÖLGESEL KAYNAKLAR

1- Avrupa Konseyi insan hakları belgeleri içerisinde Avrupa Konseyi Statüsü vardır. Aynı
zamanda bu konseyin ürettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı
vardır. →İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezayı Önleme Avrupa
Sözleşmesi de bölgesel bir sözleşme olarak insan haklarını korumaya hizmet eder.
2- 1995 Tarihli Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi vardır. Azınlıklar üzerine yapılan
bir sözleşmedir.
3- 1992 Tarihli Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı vardır.
4- 1994 Tarihli Çocuk Haklarının Korunması Avrupa Sözleşmesi vardır.
5- 1997 Tarihli İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi → 4.kuşak haklar dediğimiz haklar
kategorisinde genetik ve biyolojik olarak klonlamalar, insanın embriyosunda yapılacak olan
düzenlemeler nerede, sınırları nerede bitiyor, nasıl olmalı konularına yönelik bir sözleşmedir.
6- Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi Bunlar hep Avrupa Konseyi
sözleşmeleridir.
7- Göçmen İşçilerin Hukuki Statüsü Hakkında Avrupa Sözleşmesi
8- Schengen ve Dublin Sözleşmeleri

Bölgesel belgeler, düzenlemeler bu düzeydedir. Koruma yöntemleri de işte raporlama, mahkemeler


ve komisyon şeklindedir.

İnsan Haklarının Sınıflandırılması

Temelde 2 sınıflandırmadan bahsedilir. İlki Jellinek’in sınıflandırmasına göre insan hakları 3 başlıkta
incelenir:

-Negatif Statü Hakları: Devletin, bireyin dünyasına girmemesini güvence altına alan (Koruyucu)
haklardır. Hakkın devlete bir karışmama yükümlülüğü yüklediği haklardır. Akla ilk gelen ve en temel
hak ise bu kategoride yaşam hakkıdır. İşkence yasağı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi
haklar da bu kategoridedir. (Birinci kuşak hakları buna denk gelir)

-Pozitif Statü Hakları: Hakkın gerçekleşebilmesi için devletin pozitif edimde bulunma
yükümlülüğünün bulunduğu haklardır. Bu haklar Sosyal Haklar olarak da geçer. Örneğin: eğitim,
çalışma, sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi… (İkinci Kuşak hakları buna denk gelir)

-Aktif Statü Hakları: Kişinin aktif olarak gerçekten bizzat katılarak o hakkı kullandığı haklardır.
Bunların en önemlileriyse siyasal haklardır: Seçme ve seçilme, katılma hakkı gibi… (Hem birinci
hem üçüncü kuşak hakları buna denk gelir.)

İkinci sınıflandırma biçimi de kuşak sınıflandırmasıdır.

İnsan haklarının Anayasalarda görünmesi ve statüleştirilmesi vs. 18.yy’da oluyor. →Amerikan


Bağımsızlık Bildirisi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi
Feodaliteyle burjuvazi arasındaki hak çatışması birinci kuşak haklarını yani negatif statü haklarıyla
birlikte aktif statü haklarını doğurdu. İkincil kuşak/pozitif statü haklarını ise burjuvazi talep
etmemiştir. Çünkü bunun temeli bırakınız yapsınlar mantığıdır.

20.yy başlarında işçi devrimleri gerçekleşiyor. 1917 Sovyet Devrimi ve onunla birlikte Doğu Avrupa
ülkeleri anayasalarında görülen sosyal haklar ortaya çıkıyor. Sosyal haklar anayasalara girmekle
birlikte uluslararası alanda bir güvence/koruma mekanizması mevcut değildi. İşçi devrimleri
karşısında kapitalist devlet, dağılmamak için pirince gideyim derken evdeki bulgurdan olmamak için
işçi sınıfına birtakım haklar vermeye başladı. Çünkü Sovyetlerde olan devrim tüm Avrupa’yı etkiledi
aslında.

İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı sefalet, kıtık açlık ve artık gerçekten insanlığın birbirini kırıp döktüğü
anda uluslararası alanda da devletler artık BM nezdinde şunu kabul ediyorlar: Birinci kuşak haklar
dediğimiz yaşam, mülkiyet, işkence yasağı gibi haklarla insan tam ve bütün bir arlık olarak kabul
edilemiyor. Yani yaşam hakkı; beslenme, korunma, sağlık gibi haklar olmadan bir anlam ifade
etmiyor. Sosyal haklar bu bilinçle uluslararası arenada ortaya çıkmaya başlıyor. Daha sonra bu
hakların bölünmez olduğu, birbiriyle ilişkili olduğu pek çok bildiri ve sözleşmede yer almaya başlıyor.

Peki üçüncü kuşak haklar nasıl ortaya çıktı? İkinci Dünya Savaşı’nda artık ulusların birbirini tükettiği
ve bilimsel gelişmelerin insanlığın faydasına olmaktan çıkıp insanlığın geleceğini kötü etkilemeye
başladığı bir tarihsel dönem yaşandı. Daha sonra ise internetin ortaya çıkıyor. Çevre kirliliği ve nükleer
silahlar, patlamalar… Belirli coğrafyaların aşırı yoksulluğu, hakların artık gerçekten sömürgeden
kurtulma mücadelesi… bütün bunlar üçüncü kuşak – aktif statü haklarının ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Bunlar: Çevre, gelişme, barış, hakların kendi kaderlerini tayin etme(Self determinasyon)
hakları gibi haklardır…

Bu hakların her biri kolektif haklardır: Barış, çevre, self determinasyon ve gelişme hakları kişinin tek
başına kullanabileceği haklar değildir. Üçüncü kuşak hakların muhatabı devletle birlikte ulusal ve
uluslararası kamuoyudur. Yani kişi çevre hakkının yerine getirilmesini sadece devletten değil o
halktan, sivil toplumdan, ulusal ve uluslararası kamuoyundan ve bütün dünya devletlerinden
beklemektedir. Bunun yükümlüsü dünya devletleridir.

Dördüncü kuşak haklar olarak da adlandırılan bilimsel ve tıbbi gelişmelerden bireyin korunması
hakkı. Bu perspektifte insan üzerinde deney yapmama, kök hücre vs. gelişmelerden yararlanma vb.
haklar dördüncü kuşak haklar kapsamında yer alıyor.

NEDEN HAKLARI SINIFLANDIRMA İHTİYACI DUYUYORUZ? →Artık pek de duymuyoruz…

Pedagolojik olarak hakları birbiriyle grup olarak değerlendirmek daha faydalı, anlaşılması kolay.
Hakların gereklerini de bir bütün halinde göstermek bakımından işlevseldir. Söz konusu hakkın özünü,
amacını anlamamız açısından da önemlidir.

Ancak AİHM kurulduğundan beri bu statü ayrımlarının artık çok da işlevsel hali kalmadığını
söyleyebiliriz. Örnekler: Adil yargılanma hakkı ile ücretsiz adli yardım alma, özel hayatın gizliliği, KVKK
gibi haklarda devletin negatif ve pozitif yükümlülüğü iç içe geçmiş durumdadır. Bu sebeple hakların
kapsamını daralttığı görülüyor.
AİHM içtihatlarında bu sınıflandırmalar yerine haklar için daha bütüncül ve kapsayıcı perspektif
ortaya koyuluyor. Bütün bu yükümlülüklerin hepsini kapsayacak şekilde haklara saygı gösterme,
koruma ve yerine getirme yükümlülüğünden bahsediyor. Hatta son dönemlerde teşvik etme
yükümlülüğünden bahsediyor. Bunlar bütün haklar için AİHM içtihatlarına göre geçerli olan devletin
yükümlülükleridir. Yani bütün haklar açısından geçerli toplam 4 yükümlülük:

1- İlk olarak saygı gösterecek → Hareketsiz kalma edimi


2- Korumayı pozitif edimlerle birlikte yapacak.
3- Yerine getirmeyi yine pozitif edimle birlikte çeşitli olgular ve olaylara dahilinde
gerçekleştirecek
4- Teşvik etme de gerçekten artık insan hakları bilincini ulusal ve uluslararası düzeyde topluma
benimsetme yükümlülüğüdür.

Hakların statü sınıflandırılması eleştirisi anlatıldı(+) Kuşak ayrımının da nasıl bir sakıncası olabilir?

Hakların içeriği, kapsamı, alt başlıkları o kadar hızlı gelişiyor ki mesela self determinasyon hakkı öyle
bir noktaya gelecek ki birinci kuşak haklar gibi olacak. O zaman da tarihin bu dinamizmine uymayan
bir ayrım olacak şeklinde kuşak sınıflandırılması eleştiriliyor. Hatta diğer bir eleştiri de kuşaklar
arasında bir hiyerarşi varmış gibi birinci kuşak haklar en önemlileriymiş diğer haklar daha az
önemsizmiş algısı oluşturuluyor şeklindedir.(Devletler genelde birinci kuşak hakları daha çok
benimser)

A-Birinci Kuşak Haklar – Kişisel ve Siyasal Haklar: Felsefesinde doğal haklar teorisi vardır. Bu
kuşak haklar anayasalara ve metinlere en hızlı giren haklardır. İnsan hakları evrensel bildirgesinde bu
hakların tamamına yakını var. Bunun yanı sıra BM’nin diğer sözleşmelerinde, kişisel ve siyasal haklar
sözleşmesinde ise tamamı bu haklardan oluşuyor.

Bölgesel düzeyde AİHS’nin tamamı yine kişisel ve siyasal hakları içeren bir sözleşmedir. En çok
koruma ve denetim mekanizmasına sahip, uluslararası alanda da bir mahkeme yoluyla hakkın
arandığı haklardır. Yani devlet korumasının dışında daha doğrusu devletten talep etmenin dışında
uluslararası toplumdan da talep edilebilen ve mahkeme kanalıyla koruma imkanına sahip olan nadir
haklardandır kişisel ve siyasal haklar…

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bir genel kurul kararı niteliğinde olduğu için devlete herhangi bir
yükümlülük yüklemiyordu ve 2. Dünya Savaşından sonra bildirideki hakların sadece bildiride yer
almasının uluslararası anlamda bir koruma sağlanmadığı anlaşıldı. BM çevresinde iki sözleşme
yapıldı: Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi

BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi

1.Maddesinde self determinasyon hakkıyla(3.kuşak hak olmasına rağmen) başlıyor.

2.maddesinde ayrımcılık yasağı düzenleniyor. Sözleşmenin uygulanmasında her taraf devlet, bu


sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal
köken, mülkiyet , doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın
faydalanabilir hale getirmeli, saygı göstermeli ve bireyler için güvence altına almalıdır.
3.maddesinde Cinsiyet eşitsizliğini düzenliyor: Bu sözleşmeye taraf devletler sözleşmede yer alan
bütün kişisel ve siyasal hakların kullanılmasında eşit haklar sağlamayı taahhüt eder.

4.maddesinde olağanüstü ya da sıkıyönetim gibi bazı hallerde devletin bazı hakları askıya aldığı
hallerde izlenmesi gereken prosedürü anlatıyor. Bu durumda devletin bu durumunu BM’ye rapor
edip bildirmesi gerekiyor.

5.maddede hakları kötüye kullanma yasağı düzenleniyor ve 6.maddeden itibaren kişisel ve siyasal
haklara geçiyor. Sözleşmenin orijinal metninde ölüm cezası yaşama hakkını ihlal eden bir durum
olarak görülmemiş. →2. Fıkrada düzenlenmiş bir durum.

“Ölüm cezası kaldırmamış olan ülkelerde, suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan hukuka uygun
olarak ve bu sözleşme ile soykırım suçlunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesinin
hükümlerine aykırı olmayacak biçimde sadece çok ağır suçlar için ölüm cezası verilebilir.”

Sonrasında ise yapılan ek protokolle ölüm cezası tamamen kaldırılıyor. Ölüm cezası sözleşmeye
tümüyle aykırı hale geliyor.

7.maddede işkence yasağı düzenlenmiş: “Hiçkimse işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur
kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz. Ayrıca hiçkimse, serbest iradesi olmadan tıbbi veya
bilimsel bir deneye tabi tutulamaz.”

8.Maddede kölelik yasağı düzenlenmiş.

9.Maddede Özgürlük ve Güvenlik Hakkı düzenlenmiş: Hiçkimse keyfi olarak gözaltına alınamaz veya
tutulamaz. Hiçkimse hukukun öngördüğü sebepler ve usuller dışında özgürlüğünden yoksun
bırakılamaz.”

10.Maddede tutukluların hakları ayrı bir biçimde düzenleniyor.

11.maddede borç nedeniyle hapis yasağı düzenleniyor. (Karma nitelikte bir sözleşme olduğundan 3.
4. Kuşak haklarına da yer verildiğini görüyoruz.)

12.maddede seyahat özgürlüğü düzenlenmiş. Bu klasik bir kişisel ve siyasal hak zaten, negatif statü
hak kapsamına giriyor: “ Herkes kendi ülke sınırları içerisinde seyahat özgürlüğüne veya yerleşeceği
yeri seçme hakkına sahip olduğunu düzenliyor.” Herkes kendi ülkesi de dahil olmak üzere bir ülkeden
ayrılmakta serbesttir.

13. madde yabancıların sınır dışı edilmesine karşı usule ilişkin bir güvenceyi de düzenliyor: Sınır dışı
edilme prosedürünü ve kişinin sınır dışı edildikten sonra gönderilen ülkede insanlık dışı muameleye ya
da ölüm cezasına uğrayacağı hallerde ise sınır dışı işleminin yapılamayacağı düzenleniyor.

14.madde adil yargılanma hakkını düzenlemiş. →Masumiyet karinesini, suçta ve cezada kanuniliğe,
avukat hakkından adli yardım hakkına kadar içerik var…

16.madde kişi olarak tanınma hakkı: “Herkes her yerde hukuk önünde kişi olarak tanınma hakkına
sahiptir.”
17. madde mahremiyet hakkını düzenlemiş: “Hiçkimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya
haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı
saldırılara maruz bırakılamaz.”

18. Madde din ve vicdan özgürlüğünü düzenliyor: “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına
sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek
başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde aleni veya özel olarak dinini veya inancını ibadet,
uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir.”

19.madde ifade özgürlüğü : “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir; bu hak bir kimsenin ülke
hudutarıyla sınırlanmaksızın sözlü, yazılı veya basılı veya sanatsal ürün şeklinde veya kendi tercih
ettiği başka bir iletişim vasıtasıyla her türlü bilgi ve düşünceyi arama, edinme, ulaştırma özgürlüğünü
de içerir.”

İfade özgürlüğünün sınırlama sebepleri sayılmıştır: “Bu maddenin ikinci fıkrasındaki haklar özel bir
ödev ve sorumlulukla kullanılır. Bu nedenle bu hak, sadece hukuken öngörülen ve aşağıdaki
sebeplerle gerekli olan sınırlamalara tabi tutulabilir:

a) Başkalarının haklarına ve itibarına saygı


b) Ulusal güvenliği veya kamu düzenini veya sağlık ve ahlakı koruma →Benzer sınırlama
gerekçeler AİHS’de de var.

20.madde savaş propagandasını yasaklıyor: Aslında kişisel ve siyasal bir hak değil; barış hakkına
dönük ve ona yakın bir hak.

21.maddede toplanma özgürlüğü düzenleniyor: Toplanma özgürlüğü toplantı ve gösteri yürüyüşü


özgürlüğü olarak da diğer sözleşmelerde ve anayasamızda görebileceğimiz üzere yer alıyor.

22.maddede örgütlenme özgürlüğü: Dernek ve sendika kurma, üye olma gibi durumları düzenliyor.

23.madede ailenin korunması düzenleniyor: Ailenin toplum ve devlet tarafından korunma hakkına
sahip olduğunu, aynı zamanda evlenme hakkını düzenliyor. Reşit olan her kadın ve erkek evlenme,
aile kurma hakkına sahiptir. Evlenilmede tam ve hür iradenin arandığını söylüyor.

24. maddede çocuk hakları düzenleniyor: “Her çocuğun ırk, renk, cinsiye, il , din, ulusal veya
toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ailesi, içinde yaşadığı
toplum ve devlet tarafından bir küçük olarak statüsünün gerektirdiği koruma tedbirlerine hakkı
vardır.”

Çoğu maddede ayrımcılık yasağı ve cinsiyet eşitsizliğinin yanı sıra maddelerin çoğunda ayrımcılığı
düzenleyen ek özel hükümler var: Bunlara dikkat edin çünkü bu durumda öreğin çocuk haklarını ihlal
eden bir bireysel başvuruyla karşılaştığınızda insan hakları komitesi hem bu maddenin ihlali hem
ayrımcılık yasağının ihlaline birlikte karar verebiliyor… AİHM de bunu yapıyor.

25.maddede siyasal hakları düzenliyor: Seçme ve seçilme, oy kullanma hakkı(+) Genel ve eşit oy ilkesi
belirtiliyor.

Sözleşmenin kapsamındaki hakların çoğu kişisel ve siyasal haklar; bir kısmı da 3-4.kuşak hakları
içerisinde barındırıyor.
BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi Mekanizmaları

Sözleşmenin ilk denetim usulü, raporlama. Devletlerin düzenli olarak insan hakları komitesine rapor
sunma yükümlülüğü vardır. Bu raporlarda sözleşmede belirtilen hakların gereğinin yerine getirilip
getirilmediği, sıkıntılı ve problemli olan haklarla ilgili ne gibi tedbirler alındığı vs. belirtiliyor. İnsan
hakları komitesi, devletlerden resen rapor sunmalarını da talep edebiliyor.

Diğer bir koruma mekanizması, genel yorum. Sözleşmede yer alan hakların ne anlama geldiğine dair
çok detaylı sayfalarca akademik ve pratik olarak bunu açıklar. İşte bu genel yorumlar da sözleşmenin
bir parçası ve taraf devletler sözleşmeyi bu genel yorumlara göre uygulamak durumundadır. Bu
nedenle koruma mekanizması kabul edilir.

Bir diğer koruma mekanizması, devlet başvurusu yolu. Bir taraf devletin diğer taraf devleti
sözleşmede taahhüt edilen hakları ihlal etmesi nedeniyle şikayet edebilmesi için her iki devletin de
41.maddedeki devlet başvurusu yolunu tanıdığını beyan etmesi gerekir. Sözleşmeden farklı olarak,
yani sözleşmeye taraf olduktan sonra ek olarak bu 41.maddenin tanıdığını beyan etmesi gerekiyor.

Bireysel başvuru yoluna gelecek olursak. Bu yol sözleşmenin orijinal metninde olmayan bir yoldur.
Bireysel başvuru ek protokolle getirilen bir koruma mekanizmasıdır. Ek protokolden anlayacağımız;
protokole taraf olan sözleşmeci devletler sadece bireysel başvuru yoluna gidebiliyor.

Bireysel başvuru sonucu insan hakları komitesinin vermiş olduğu kararın niteliği nedir?: aslında bir
sözleşmenin ve bireysel başvuru-şikayet yolunun gereği sözleşmede taahhüt edilenlerin yerine
getirilmemesi durumunda bağlayıcı ve yaptırım niteliğine haiz kararlar verilebiliyor olması gereklidir.
Ancak İHK kararları böyle kararlar değildir. İHK bir mahkeme değildir çünkü. AİHM gibi tamamıyla bir
mahkeme gibi yargılama yapan bir organ değildir. Yarı yargısal bir organ niteliğinde olan İHK’nın
kararları görüş niteliğindedir. Karar ile bir tazminata veya somut yaptırıma hükmetmiyor… Verdiği
kararlar daha çok uluslararası diplomatik baskı aracıdır.

İnsan Hakları Komisyonu Kararları Örnekleri:

Bir toplantı ya da gösteri yürüyüşü sırasında konuşma yapan birisi polis tarafından vuruluyor,
yaralanıyor ancak ölmüyor. İHK kişi ölmemiş olmasına rağmen kişiyi öldürmeyi amaçlayan,
hedefleyen hareketler sonucunda sonuç ölüm olmasa bile yaşama hakkının ihlal edilmiş olduğuna
karar vermiş. (İlerici bir yorum(+))

18 yaşından küçük bir çocuk işlediği suçtan dolayı ölüm cezasına çarptırılıyor, ancak henüz cezası infaz
edilmiyor. Bunun üzerine bireysel başvuruda bulunuluyor. Çocuğun işlediği suç en ağır suçlar arasında
yer almayan bir suçtu, bunun için ölüm cezası verilmesi 6.maddeye aykırılık oluşturur diyor, İHK.
Çünkü 6.maddede ancak aşırı-ağır suçlar için ölüm cezasının insan hakları ihlali sayılmayacağı
belirtilmiş. Bunun dışındakiler ihlal (+) teşkil edecektir.

Başka bir kararda ise ölüm cezasıyla karşılaşma ihtimali olan birisinin sınır dışı edilmesi söz konusu…
Bu sınır dışı işlemi 6.maddeye aykırılık oluşturur şeklinde bir karar veriliyor.

Başvuran kişi gözaltında tutuluyor…Günlerce aç, susuz bırakılarak gözaltında tutuluyor ve yargıç
önüne çıkarılması gereken sürenin çok çok üzerinde bir yargılama süreci geçiriyor. Bu kişinin daha
sonra hastalanması söz konusu oluyor. Ancak hastalığın yoğunluğu önemli bulunmayarak hastaneye
kaldırılması talebi reddediliyor ve neticede akut kalp kan dolaşımı yetersizliği, zehirlenme ve tespit
edilemeyen izler gibi birtakım olgular yazıyor ölüm raporunda.

İHK işkence yasağının, tutukluların haklarının ve yaşam hakkının ihlal edildiğini tespit ediyor.
Gözaltında tutulan kişilerden aksi ispatlanmadıkça ilk olarak devletin sorumlu tutulacağı söyleniyor.

ÜÇÜNCÜ KUŞAK-DAYANIŞMA HAKLARI

Üçüncü kuşak haklar içeriğinde barındırdığı haklara bağlı olarak değişmekle birlikte en temelde
tarihsel mücadele anlamında kimlik mücadelesiyle ortaya çıkmıştır. Nedir bu kimlik mücadelesi?
Kişinin var olma, varoluşuyla alakalı ilgili hususlar, birey olmaya dair hususları buna dahil edebiliriz.
Örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği, lgbt bireylerinin varoluş hak mücadelesi bunun içerisine girebilir.

Temelde bu hakları şekillendiren hususlar; kimlik mücadelesi, çevre mücadelesi, barış mücadelesi (+)

Kimlik mücadelesi dediğimizde self determinasyon hakkının çıktığı bir bağlam söz konusudur. Çevre
mücadelesi dediğimizde ise doğanın insan tarafından aldığı hasar sonucundaki tahribat, tehlikeyi ele
alıyoruz. Barış mücadelesinde ise ikinci dünya savaşı sonrası çıkan ulusal-uluslararası barış
mücadelelerini ele alıyoruz.

Çevre sorunları, iklim krizinin geldiği nokta, bir öze yandan baskılı-antidemokratik rejimler,
diktatörlükler gibi gibi yine insanlığın gelişmesine ket vuracak birtakım insanlık dışı olaylar, insan
haklarına aykırılık teşkil eden devlet pratikleri ve alışkanlıkları, sistematik işkencenin görüldüğü yerler
ve ülkeler gibi vs. hususların hepsi üçüncü kuşak haklarının çıkmasını sağlayan faktörlerdir.

Self determinasyon hakkı; Halkların kendi kaderini tayin hakkı anlamına gelir.

Barış hakkı var. Çevre hakkı, kültürel kimliğin korunmasına saygı hakkıdır. Kültürel kimliğin korunması
hakkından sonra bunun içerisine anadilden eğitim hakkına , dil ve kültürle ilgili her şey bunun
içerisine girebilir.

Demokratik yönetme hakkı. Azınlıkların ve yerli hakların hakları, bu hak da kimlik mücadelesi
neticesinde çıkmıştır.

Gelişme hakkı, insanlığın ortak mirasından faydalanma hakkıyla bir bütün olarak ele alınıyor…
Gelişme hakkı, insanlığın gelmiş olduğu ekonomik-sosyal-kültürel gelişmelerden yani insanlığın geldiği
çağ itibariyle sahip olması gereken imanlardan, bilimsel teknolojik gelişmelerden faydalanabilme
hakkıdır. Ör. Kanser hastalarının tedavi edilebilir hale gelmesi, internete erişim hakkı…

İnternet Hakkı da (+) Dünyanın birçok yerinde kişilerin internete erişiminin devlet tarafından
sağlanabilir olması gerektiği tartışılıyor…

Dayanışma hakları hakkın sahibi/öznesi olması bakımından bireysel bir haktır. Ancak hakkın yerine
getirilmesi ve sağlanması bakımından kollektif nitelikte bir haktır. Örneğin barış hakkı kişinin sahip
olduğu bir hak ama barış hakkının yerine getirilmesi, talep edilmesi bakımından sadece devlet değil,
bütün insanlar, içinde bulunduğu toplum, ulusal ve uluslararası sivil toplum, ua örgütler işte BM vs.
bu hakların talep edilmesi durumunda muhatabı ve yerine getirilmesi için çaba göstermesi gereken
unsurlardır. Bir kişinin sadece kendi başına, kendisi için devletten barış hakkını talep etmesi ile bu
hakkın yerine gelmesi söz konusu olmaz. O toplumda içinde bulunduğu insanlarla dayanışma
içerisinde olarak bu hakkı talep etmelidir, bu yüzden dayanışma hakları denir…

Çok bağlayıcı olmamakla birlikte dayanışma haklarının neler olduğunu sıralayarak ortaya koyan,
halkların hakları evrensel bildirgesi diye bir bildirge var. 1976’da Cezayir’de ilan ediliyor ve hiçbir
bağlayıcılığı yok.

BM İkiz Sözleşmeleri ya da AİHS gibi çok raflı uluslararası sözleşmeler var ancak hiçbiri bu bildirge
kadar kapsayıcı değildir.

Afrika Hakların Hakları Şartı var, bölgesel düzeyde koruyor ve o da sadece Afrika bünyesinde yapılmış
olduğu için uluslararası anlamda her bir dayanışma haklarını düzenleyen bir sözleşme değildir.

Halkların Hakları Evrensel Bildirgesi → Her halkın ulusal ve kültürel kimliğine saygı duyulma
hakkından bahseder. Her halkın tüm vatandaşlarını temsil ettiği demokratik yönetme hakkı vardır.
Bilimsel ve teknik ilerleme insanlığın ortak mirası olduğu için her halkın sürece katılma hakkı var. Her
halkın arzu ettiği iktisadi ve sosyal sistemi seçme, yabancı müdahale olmaksızın kendi iktisadi
modelini belirleme hakkı(+)Bu demokratik yönetilme hakkından da gelişme hakkından da beslenen
ama hepsinden daha spesifik, ilerici bir hak.

Her halkın kendi sanatsal, tarihi, kültürel zenginliklerini koruma hakkı vardır. Her halkın baskın
kültürlerden korunması, asimile olmaması hakkı varır. Her halkın yaşadığı doğal çevreyi muhafaza
etme, koruma geliştirme hakkı vardır.(Çevre hakkına işaret ediyor.) Açık denizler, deniz tabanı ve uzay
unsurları gibi insanlığın ortak mirası olan unsurlardan her halkın yararlanma hakkı vardır.

İşte bu şekilde hakları açıklayarak ve yine bunlara benzer hakları ve alt başlıklarını çeşitlendirerek
ortaya koymuştur bildirge.

Afrika Halkların Şartı haricinde uluslararası alanda düzenlenen hak grubu değildir dayanışma
hakları.(Yani sadece bu belgede düzenlendiğini görüyoruz)

Self determinasyon hakkı BM İkiz Sözleşmelerinde zaten vardı. Kişisel Siyasal kültürel haklar
sözleşmesinde de ve BM’nin kurucu anlaşmasında da bu hak vardı. İnsan hakları evrensel
bildirgesinde de bu hakka biraz yer verilmiştir.

BM düzenlemesine göre Self determinasyon hakkı, BM amaçlarından birisi uluslararası halkların


eşitliği ve kendi geleceklerini belirleme ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve
evrensel barışı güçlendirmek için diğer uygun tedbirleri almaktır.

BM Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesindeki formülasyon: Bu sözleşmeye taraf olan her
devlet tek başına özellikle iktisadi ve teknik sahadaki uluslararası yardım ve işbirliği yoluyla imkanları
nispetinde aşamalı olarak bu sözleşmede ifade edilen hakların bütünüyle pratiğe aktarılması için tüm
tedbirleri alacaktır.

Bu hakların yerine getirilmesi ve sözleşmeye taraf olan bütün devletler tarafından korunmasını
işbirliği içerisinde sağlama hakkından söz ediyor.

Ancak dayanışma haklarının en kapsamlı düzenlendiği belge olan Afrika Halklarının Hakları Şartı’nda:
Her halk var olma hakkına sahiptir. Her halkın sahip olduğu kendini belirleme hakkı zamanaşımına
uğramaz, devredilmez bir haktır. Halklar zenginlikleri ve doğal kaynaklarından serbestçe tasarruf
edebilirler.

Devletler gelişme hakkının kullanılmasını ayrı ayrı veya işbirliği halinde sağlamakla yükümlüdür,
denilerek dayanışma vurgusu yapılıyor.

Ulusal Düzeyde Dayanışma Hakları

Ulusal düzeyde de uluslararası alanda olduğu gibi çok kabul görmüş ve normatifleşmiş haklar
değildir, dayanışma hakları. İspanyol anayasasında örneğin gelişme ve çevre hakkı dışında dayanışma
haklarına işaret edecek fazla hak yok. Fransız anayasasında sadece önsözünde gelişme hakkına yer
verilmiş. Japonya anayasası ise barış hakkına anayasasında yer veren tek ülkedir. Dayanışma hakları
açısından en ilerici anayasalar Bolivya, Ekvator, Uruguay anayasalarıdır…

Self Determinasyon Hakkı

Tarihsel olarak ilk defa Amerikan ve Fransız bağımsızlık bildirgeleri, Sovyet Anayasası ve BM
nezdindeki belgelerde self determinasyon hakkını görmekteyiz. Dayanışma hakları içerisinde en çok
gelişme göstermiş haktır.

Self Determinasyon Hakkı: Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı, bağımsızlık mücadeleleri,
özerklik mücadeleleri, kültürel kimlikle beraber var olma hakkıdır.

Self Determinasyon Hakkının Meşru Kullanım Koşulları

1- Sömürge yönetimi altında yaşayan halklar,


2- Sistematik ırkçılığın yönetimi altında yaşayan halklar,
3- Sistematik antidemokratik pratikler altında yaşayan halklar,
4- Bir etnik gruba yönelik sistematik insan hakkı ihlalinin olması,
5- İşgal altında yaşayan halklar.

Bu koşullar altında bu hakkın meşru biçimde kullanılabileceğinden söz ediliyor…

Kültürel kimlik hakkının da büyük bir kısmı self determinasyondur.

Çevre Hakkı

Çevre hakkı, self determinasyon hakkından sonra en fazla ulusal ve uluslararası korumaya ulaşmış
dayanışma haklarından birisidir. Tabi ki hiçbir dayanışma hakkı birinci kuşak, kişisel ve siyasal haklar
kadar sıkı korumalara sahip değil.

Bu haktan ilk kez 1972’de Stockholm’de BM Çevre Konferansı sonrası bahsedilmiştir.

Türkiye’de çevre hakkı, ekonomik sosyal kültürel haklar başlığında Anayasa m.56’da düzenlenmiştir.
Ancak bu maddenin çevre hakkının gereklerini sağlamaktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. “İnsan
onuru ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede özgür, eşit ve tatmin edici bir yaşam
koşullarına sahip olmak temel bir haktır” →1972 Stockholm Bildirgesi

Şuan en etkili koruma mekanizmasına sahip metin, Paris Anlaşması. Türkiye bu çerçeve sözleşmeye
taraftır. Bu sözleşme kapsamında her taraf devletin rapor sunma yükümlülüğü var.
Bunun yanı sıra BM düzeyinde sözleşmeler, anlaşma ve biliriler var. Biyolojik Çeşitlilik Söz., BM Rio
Konferansı Bildirisinde çevre hakkına ilişkin 27 emredici madde var….

Bolivya Anayasası çevre hakkı yerine doğa hakkı demiştir. Farklılık: Çevre hakkı bir insan hakkı iken
doğa hakkında ise öznesi sadece insan olmayan bir haktan söz ediyoruz. (Doğadaki canlıların da hak
sahibi olduğu bir kuramdır – hayvan, bitki, ağaçların hakları bunun kapsamında değerlendiriliyor.)
Doğa hakkı işte bunu kapsayacak biçimde bir bütün olarak dünyada yeryüzünde var olan bütün canlı
çeşitliliğinin varlığını ve çeşitliliğini sürdürmesini sağlayacak bir hak olarak, Bolivya Anayasasında yer
almıştır.

Buna ilişkin kararda ağacın iradesini yansıtamayacağı için onun temsil-vekil ilişkisi içinde özne olarak
hak ihlalinin ifade edildiğini görüyoruz.

Gelişme Hakkı

Ulusal-uluslararası düzeyde çevre hakkına göre daha gelişmiş bir haktır. Gelişme hakkı ilk kez BM
tarafından 1960 yılında tanınmıştır. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde, BM kurucu
anlaşmanın başlangıç kısmında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde bu hakkı ima edecek ifadeler
vardır. Daha sonra ise BM tarafından bu hak ulusal bir hak olarak kabul ediliyor.

Türkiye’de Örneğin 1961 Anayasasında 10.maddede: “Devlet kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert
huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasi, iktisadi,
sosyal bütün engelleri kaldırır.” →Kişinin gelişimine dair düzenleme.

1982 Anayasasında 5.maddede Devletin temel amaç ve görevleri başlığında yer alıyor. “Kişilerin ve
toplumun refah, mutluluğunu ve huzurunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal adalet
ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, ekonomik, sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığını geliştirmek için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Barış Hakkı

Bu hakta Uluslararası anlamda koruma mekanizması yok gibi. Sadece 1976 BM Halkların Barış Hakkı
Üzerine bildirge yayınlıyor. Barış hakkı uluslararası alanda ilk kez burada geçiyor. Bir bildiri olduğu için
güvence ve bağlayıcılığı yoktur.

Barış hakkının kapsamı nedir?

→Vicdani ret hakkı, güvenlik içinde toplumsal çatışmalardan uzak biçimde yaşama hakkı, savaşa karşı
çıkma hakkı, savaş poropagandası yapmanın yasak olması hakkı, silahsızlanma hakkı vs.

Barışa karşı tehlike oluşturan insan hakları ihlallerine karşı, tek başına ya da toplu olarak karşı koyma
hakkıdır.

Afrika Halklarının Hakları Şartı m.23: Tüm halkların ulusal uluslararası düzeyde barış ve güvenlik içinde
yaşama hakkı vardır. →Şeklinde Barış Hakkına göndermede bulunuyor. Bölgesel düzeyde barış
hakkına dair korunan tek metin bu.
Barışa yönelik en önemli tehditlerden birisi olan toplumsal şiddete yol açan yoksulluğa, yoksunluğa,
dışlanmaya ve gelir adaletsizliğine karşı hakların sosyal ve kültürel yaşam standartlarının yükseltilmesi
ve küresel düzeyde sosyal adaletin sağlanması da “Barış Hakkı” kapsamındadır.

Barış demek sıcak savaştan yoksun olma hali değildir. Barıştan anlaşılması gereken şey: Yoksunluktan
ve her türlü şiddet ortamından arınmış biçimde masum bir şekilde yaşama hakkını içerir.

Yaşama hakkı, kadına yönelik cinsiyet eşitsizliği gibi kapsamı geniş olarak bunlara ilişkin de koruma ve
güvence mekanizmalarının yeniden düzenlenmesi gerektiği savunuluyor.

İnsan haklarının en gelişmiş şekilde düzenlendiği sözleşmeler Avrupa coğrafyasındadır. İnsan


haklarının gelişimi dediğimiz zaman sözleşmelere bakarız. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM
Kişisel ve Siyasal Haklar, BM Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar sözleşmelerine baktık.

Ayrımcılık Yasağı

İkinci Dünya Savaşı sonrası kavramsallaşmış, sözleşmelere ve metinlere girmeye başlamıştır.

Acaba eşitlik ilkesiyle ayrımcılık yasağı aynı şey mi? →Örneğin: Herkesin eğitim hakkı var, birinin
eğitim hakkını engellemem lazım ki eşitlik ilkesi bozulsun. Bu anlayışa şekli eşitlik diyoruz.
(Resmi/formel eşitlik olarak da adlandırılıyor.)

Anayasada diyor ki herkesin sağlık hakkı vardır. Tamam ama sonrası… Diyelim ki herkesin hukuk
okuma hakkı var ama tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan biri. Tekerlekli sandalye ile bir
yerden bir yere giden biri için sizce kolay mıdır bu okul ya da sizinle eşit midir? Değil tabi ki….

İşte bu şekli eşitlik anlayışı, yapısal eşitsizlikleri ve farklılıkları görmezden geliyor. Bu açıdan da bu
anlayışın yetersizliğinden maddi eşitlik anlayışı çıkmış.

Maddi Eşitlik: Ayrımcılık yasağı eşitlik ilkesi ile aynı değildir diyor. Herkese eşit muamele farklı olanları
ayrımcılığa uğratır. Buradaki amaç kişi ve kişi grupları arasındaki farklılıkların da göz önüne alınması,
herkesin eşit ve aynı durumda sayılmamasıdır ki gerçek budur maddi eşitliğe gerçek eşitlik de deniyor.

Toplumlarda yapısal birtakım eşitsizlikler de mevcut oluyor: Örneğin kadınların okuması, işe girmesi
erkeklere göre daha zordur. Engellilerin ya da yabancıların yani hep ötekileştirilen grupların yapısal
eşitsizlikleri vardır ve bu eşitsizlik ancak maddi eşitlikle giderilebilir.

Maddi eşitlikte pozitif ayrımcılık gibi önlemler alınabiliyor. Mesela mecliste işte partilere şu kadar
oranda kadım mv. Olacak ya da bazı işyerlerine kadın çalışan ve engelli çalışan kotası getiriliyor.
Bunlar geçici nitelikte önlemlerdir ve bu sebeple eşitliği sağlayana kadar geçici nitelikte önlemler
alınır.

Doğrudan – Dolaylı Ayrımcılık

Şekli eşitlik sadece doğrudan ayrımcılığın yasaklanmasının yeterli olduğunu savunur. Maddi eşitlik ise
doğrudan ve dolaylı ayrımcılığın birlikte yasaklanması gerektiğini savunur. Sözleşmeler bazında
baktığımızda şu ana kadar maddi eşitlik sadece ırklar arası eşitlik, cinsiyetler arası eşitlik
bakımından düzenlenmiştir. Bu sözleşmeler →Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme vardır. Bu iki
sözleşme sadece ayrımcılık yasağını içermiyor, Her türlü tedbirle bu eşitliğin sağlanmasını öngörüyor.

Devletin, aynı insan haklarındaki gibi negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Negatif
Yükümlülük=Ayrımcılık Yapma Pozitif Yükümlülük= Her türlü tedbirlerle ayrımcılığın yasak olduğunu
belirt, buna yönelik tedbirler al. (Pozitif ayrımcılık gibi…)
Kişisel ve Siyasal Haklar sözleşmesi, Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi, AİHS, Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı sözleşmelerinde Ayrımcılık Yasağı
Düzenlenmiştir.

Kendi ülkelerinde yaşayan herkese taraf devletler; ırk, din, dil, cinsiyet, statü vb. bakımından hiçbir
ayrım gözetmeksizin sözleşmede tanınan hakları sağlama ve bu haklara saygı göstermekle
yükümlüdür. Burada genel bir ayrımcılık yasağı konulmamış.

Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 26. Madde: “Herkes, yasalar önünde eşittir ve hiçbir ayrım
gözetilmeksizin yasalarca eşit derecede korunur ve hukuken tanınmış tüm haklar bakımından
ayrımcılık yasağı geçerlidir.” Bu maddede genel ayrımcılık yasağı getirilmiştir.

Türkiye KVSH sözleşmesini imzaladı. 1- Sözleşmede tanınan hakları ayrımcılık yasağına uygun bir
şekilde uyarak tanıyacak ve saygı duyacak. 2- Kanunlarına, anayasasında hukuken tanıdığı tüm hakları
da ayrımcılık yapmaksızın sağlamak zorunda olacak. Sözleşmede olmayan bir hak konusunda
anayasada varsa o hak 26.madde dolayısıyla İnsan Hakları Komisyonuna başvurulabilecektir.

AİHS’de 14.madde sözleşmeye tanınan haklarla ilgili ayrımcılık yasağı getiriliyor. AİHS’de 12. Ek
Protokolde genel ayrımcılık yasağı öngörülüyor. Yani AİHS’de olmayan sağlık hakkı, sığınma hakkı
gibi haklar konusunda ayrımcılığa uğradığınızı düşünüyorsanız AİHM’e gidebiliriz. Tabi bu ek
protokolün ilgili devlet tarafından kabul edilmesi lazım. Bu protokole Türkiye taraf değil ve taraf olan
ülke sayısı da çok az. Genel ayrımcılık yasağı konusu bu şekildedir.

Doğrudan Ayrımcılık Yasağı = Bizim anladığımız ayrımcılık yasağıdır. Aynı veya benzer durumdaki
kişilere aynı veya benzer muamele yapılmalıdır. Bunun haricinde, eşit durumdakilere farklı muamele
yapıldığı takdirde doğrudan ayrımcılık söz konusu olur. Örneğin işe başvuran kadının hem yabancı dili
daha iyi ve tecrübeli ise buna rağmen diğer erkek işe alınıyorsa aynı durumdakilere farklı
davranıldığından doğrudan ayrımcılık yapılmış olur.

Tanımı: Bir kişi veya grubun ayrımcılığın yasaklandığı nedenlerden birine dayalı olarak insan hak ve
özgürlüklerinden aynı veya benzer konumda olduğu diğer kişilerle eşit bir şekilde yararlanmasını,
kullanmasını engellemek ya da zorlaştırmak niyet veya etkisine sahip her türlü farklı dışlama,
sınırlamaya da tercih.

Doğrudan ayrımcılığın bulunduğun nasıl tespit edeceğiz? Öncelikle kişiler eşit mi ona bakacağız ve
ardından farklı bir muamele yapılmış mı? Daha sonra ise ayrımcılığın meşru bir nedeni-amacı var mı?
Eğer eşit kişilere farklı muamele varsa ve bunun meşru bir nedeni de yoksa burada ayrımcılık
yasağına aykırılık vardır diyeceğiz.

Dolaylı Ayrımcılık Yasağı ise daha karmaşıktır. Şimdi nötr-tarafsız bir kural var diyelim ama bu kural
uygulandığında anlaşılıyor ki sonucu ve etkisi belirli bir grubu dışlıyor; ayrımcılığa uğratıyor.
Örneğin X ülkesinde bir işletmede iş başvuru şartlarında lise mezunu olma koşulu aranıyor veya
mezun değilsen de zeka testi gerekiyor. Ancak işe bakıldığında mezun olma ve test gerektirecek
nitelikte bir iş değil. Ancak işletme çevresindeki bölgeye bakıldığında yaşayan insanların çoğu siyahi
ve okumamış insanlar olduğu anlaşılıyor. Okuyan siyahi ise çok az sayıda. Dolayısıyla siyahileri yönelik
bir dolaylı ayrımcılık olduğu tespit ediliyor. Ancak bu kişileri ayrımcılığa uğratmayacak bir alternatif
yol sunulmuşsa bu durumda ayrımcılıktan bahsedilemeyecektir.

Meşru nedenin iyi anlaşılması, irdelenmesi gerekiyor. Eğer meşru bir sebep varsa farklı muamele,
tutum ayrımcılık kapsamında değerlendirilmez.

Bir kişi kendisinin taşıdığı özellikler nedeniyle değil de bir yakınının taşıdığı özellikler nedeniyle
ayrımcılığa uğruyorsa bu da dolaylı ayrımcılık kapsamındadır.

Bir kişiye yönelik Taciz ve şiddet de ayrımcılık kapsamında değerlendirilmeye başlandı. Çünkü bu da
ayrımcılığın bir türü.

Ayrımcılık yasağının etkili hale gelmesini sağlayacak hukuki araçlar var → Yaptırımla desteklemek(+)
Mağdurlaştırmanın yasaklanması, tazminat vs.

Ayrımcılığa uğramanın ispatı zordur. Özellikle dolaylı ayrımcılık konusunda. Bunun için de ispat
yükünün yer değiştirmesi düzenlenmiş. Kuralımız iddia eden ispatlamak iken burada sen ayrımcılığa
uğradığını iddia ettin ve bundan sonra ayrımcılık olmadığını karşı taraf ispatlayacak. Yani iddianın
doğruluğu karine olarak kabul edilmiş.

Örneğin AİHM ilk olarak eğitim hakkının kullanılmasına yönelik ayrımcılık yoktur diyor. Daha sonra ise
büyük dairenin kararı: Devlet bu çocukların diğer sınıflara geçme olanaklarının olup olmadığını ispat
etmiş mi? Özel sınıflarda tutulmalarının sebebi neye dayandırılıyor, eğer öğrenme güçlüğüne
dayandırılıyorsa önce dil sınıfında eğitim verilir sonra da karma eğitime geçilmesi gerekir. Bakıldığında
alternatif bir çözüm yolu da olmadığından dolaylı ayrımcılık yasağının olduğuna hükmedilmiştir.

Mülteciler

Göçmen, ekonomik nedenlerle gelen birisidir. Göç alacak ülke ise bu talebi kabul edip etmeme
konusunda ekonomik temelli olduğundan daha çok söz sahibidir.

Sığınma ise uluslararası bir yükümlülüktür. Bir kişinin yaşadığı yerde katlanılamaz koşullar varsa, baskı
ve zulümle karşı karşıyaysa bu durumda iltica söz konusudur diyoruz.

Mülteci, göç eden kişinin adıdır. Katlanamaz koşullardan, zulüm ve baskıdan dolayı göz eden kişidir.

Suriyeliler hukuki anlamda geçici koruma statüsünedirler, mülteci değil.

Devletlerin vatandaşlarıyla olan ilişkisinde esas olan ulusal korumadır.

Güvenliklerini sağlayabilme nedeniyle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmaları nedeniyle
parçası oldukları göç olgusunun farklı bir yerinde konumlanan bu kişiler; vatansız, devletsiz ve hatta
devredilemez addedilen insan haklarından yoksun olmakla adeta yeryüzünün posası haline
gelmişlerdir.

Esas olan ulusal koruma iken istisnai olan ise uluslararası korumadır.
İkinci dünya savaşından sonra mülteci hakları ciddi olarak gelişmeye başlıyor, BM kuruluyor. İHEB’de
sığınma hakkı ilk defa uluslararası arenada yer alıyordu. Bu bildiri tabi ki bağlayıcı değildi, devletlere
bir yükümlülük getirmiyordu. 1950’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruluyor. Sonra bu
komiserliğe bir sözleşme hazırlatılıyor →1951’de Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair UA Sözleşme.
Bu sözleşmeye 2 tane sınırlama konuluyor: Zamansal sınırlama ve Coğrafi Sınırlama

Zamansal Sınırlama: Bu sözleşmenin kapsadığı Mülteci, İltica olayları 1 Ocak 1951’den önce meydana
gelen olaylar öncesi içindir. Bu kapsamdaki göç edenler mülteci sayılıyor.

Coğrafi Sınırlama: Sadece Avrupa’dan gelenleri veya Avrupa dışından gelenleri de mülteci
sayabilirsiniz şeklinde bir sorumluluk kapsamını ilgili devlet belirleyebilir. Türkiye sorumluluğunu
Avrupa’dan gelenlerle sınırlayıp imzalıyor.

1967’de zamansal sınırlama bir protokolle kaldırılıyor; Türkiye de 1967 protokolünü imzalıyor ve
hala coğrafi sınırlama duruyor. Dolayısıyla Avrupa dışından gelen hiçbir kişiye mülteci statüsü
verilmiyor. Mülteci sayılanlar Avrupa’dan gelenler. Dolayısıyla Suriyelilere hukuken mülteci
diyemeyiz.

Bu sözleşmeye göre 7.maddesinde: Taraf devletler mültecilere yabancılara gösterdikleri


muamelelerle aynı muameleleri göstermek zorundadır.

33.madde-Geri Gönderme Yasağı: Bir kişi sizin ülkenize sığındıysa o kişiyi zulme uğrayacağı başka bir
yere gönderemezsiniz. Sınır dışı etme yasağı değildir bu. Yani Bir kişinin tekrar zulme uğrayacağı
kesin olan yere o kişi geri gönderilemez.

Geri gönderme yasağı bir örf adet kuralı haline gelmiştir ve sözleşmede yer almasaydı dahi bu kural
uygulanabilecekti. Örneğin zina yaptığı anlaşılan kişinin taşlanarak öldürülme cezasından kaçmak için
Fransa’ya giderken TR’de yakalanması halinde yaşam hakkının tehlikeye girdiği gerekçesiyle iade
edemiyoruz kendi ülkesine.

Bu mülteci sorunu sadece bir devlete ait değildir tüm devletler açısından külfet paylaşımı ilkesiyle
sağlanmalıdır.

AİHS direkt sığınma hakkını içermiyor, dolaylı olarak buna katkı sağlamaktadır.

BM’nin mülteci hakları sözleşmesi kitlesel sığınmaları içermiyor. Çoğu devlet de benim
mevzuatımda böyle kitlesel göçlere karşı bir düzenleme yok diyerek bu sebeple mülteci alamam
diyerek geri çevirdi.

Türkiye’de 1994 yönetmeliği var. Bu yönetmelikte geçici koruma düzenleniyor gibi oluyor. 2013
yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çıkarılıyor. Burada ilk olarak geçici koruma
tanımlanıyor. 2011 yılında ilk gelmeye başladıklarındaysa AB’nin Geçici Koruma Direktifi göz önünde
tutularak Suriyelilerle ilgili mesele ele alındı.

Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülke vardır. Çerçeve sözleşmeyi Türkiye, Fransa, Andora, Monaco
imzalamamıştır.

AİHS 14.madde ayrımcılık yasağına ilişkin bir maddedir.


Çocuk Hakları Meselesi

Çocuk hakları 1994 yılında korunmaya başlamıştır. 1.Dünya Savaşından sonra 1924 Cenevre Çocuk
Hakları Bildirgesi var. Sonra BM Çocuk Hakları Bildirgesi var. 1989 Yılında ise BM Çocuklar Açısından
Temel İnsan Hakkı Sözleşmesi yapılmıştır → ABD ve Somali haricinde BM üyesi tüm ülkeler
imzalamıştır bu sözleşmeyi. Bu sözleşmeye 193 ülke taraftır ve 3 tane ek protokol kabul edilmiştir.

-Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeleri, Çocuk Pornografisiyle İlgili İhtiyari Protokol.

-Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Bakımından İhtiyari Protokol.

-Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşmenin Başvuru Usullerine İlişkin İhtiyari Protokol

İlk 2 protokol farklı konuları korurken 3.protokol usule ilişkin bir protokoldür. Sözleşmeye taraf olup
protokole taraf olmayabilir ülkeler. Dolayısıyla bu durumdaki ülkelerde protokole ilişkin olarak
bireysel başvuru yapılamayacaktır.

Çocuk Hakları Komitesi var. Rapor düzenleniyor ve bu komiteye sözleşmeye taraf devlet 5 yılda bir
rapor sunuyor. Bu şekilde bir denetim mekanizması vardır. Türkiye başvuru usulüne ilişkin ek
protokole taraf değil. Diğer ilk 2 protokole taraftır.

Bu sözleşmede çocuk hakları komitesinin çıkarmış olduğu şemsiye hakları diye bir kavram var. Belli
şemsiye hakları var ve devlet bu haklara uyduğu zaman sözleşmedeki diğer haklara da uymuş oluyor.

NEDİR BU ŞEMSİYE HAKLARI:

6.madde – Çocukları yaşaması ve geliştirilmesi → Çocukların temel yaşama hakkını öngörüyor.


Çocuklar hayatta kalması ve gelişmesi için taraf devletlerin mümkün olan bütün azami çabayı
göstermesini öngörüyor.

2.madde – Ayrım gözetmeme →Çocuklar arasındaki ayrımcılık yasağını düzenliyor. Ayrım


gözetilmeksizin sözleşmedeki hakların uygulanmasına ilişkin (+) madde.

3.madde – Çocukların yüksek yararının gözetilmesi: Velayet davasında çocuğun yüksek yararının baz
alınarak karar verilmesini ve bunun gibi örnekleri düzenleyen bir maddedir.

12.madde – Çocukların Katılımı: Her çocuk kendisini ilgilendiren bir konu ya da işlem sırasında
düşüncelerini serbestçe ifade etme, görüşlerinin dikkate alınmasını isteme hakkına sahiptir.

Avrupa Konseyinde Çocuk Haklarıyla ilgili sözleşmeler var. 1996 Tarihli Ve TR’nin De Taraf Olduğu
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi Var. Evlilik Dışı Doğan Çocukların
Tanınmasına Dair Sözleşme. Küçüklerin Vatana İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi. Uluslararası Çocuk
Kaçırmalarının Hukuki Yönüne İlişkin Sözleşme. Çocuklara Yönelik Nafaka Kararlarının Tanınması Ve
Tenfizine İlişkin Avrupa Sözleşmesi Gibi Sözleşmeler Var…

Engelliler Bakımından İnsan Hakları:

1981 yılında BM nezdinde ilk çalışma başlamış. 1993 yılında İlk önce Engelliler İçin Fırsat Eşitliği
Standart Kurallar diye bir bütünlük yayınlamışlar.(Bildirge gibi) 2000 yılında ise ilk defa engellilerin
insan hakları meselesi olduğu tartışılmış. 2006 Yılında BM Engelli Kişilerin İnsan Hakları Sözleşmesi
yapılmış. ABD de taraftır bu sözleşmeye.

Engelli Hakları Komitesi kurulmuş. Sözleşmeye taraf devletler 2 yıl içinde taraf olduktan sonra rapor
sunmuşlardır. Daha sonra ise her 4 yılda bir sözleşmede yer alan hakların nasıl hayata geçirildiğine
dair raporlar sunulur komiteye. Komite ise bunları inceleyerek taraf devletlere öneriler sunuyor. Ek
Protokol vardır ve bu protokolle bireysel ve toplu şikayetleri inceleyebilme görevi yine komiteye
veriliyor. Bu engelli hakları komitesine gerçek kişilerle birlikte STKlar da başvurabilmektedir.

Türkiye 2007 yılında sözleşmeyi imzalamış, 2009’da onaylamıştır. Ek Protokolü de 2015’te


onaylamıştır.

KADIN HAKLARI

Christine De Pisan “Kadınlar Kenti” kitabı ile kadın düşmanlığı konusunu işliyor. Kadın mücadelesinin
bilinçli bir başkaldırı olarak 17-18.yy’da olduğunu söyleyebiliriz. Burjuva devrimleriyle kadınlar evden
çıkarılarak üretime katılıyor. Bir süre sonra ise ataerkil bir sistem olduğu için kapitalizm kadınları
tekrardan eve gönderiyor.

Ataerkil yapı; kadınların ikincilleştirildiği bir sistem, düşünce biçimidir. Feminizm de 18.yy’da ortaya
çıkmış ve kadın erkek eşitliğini savunan bir ideolojidir.

Kadın mücadelelerine rağmen en temel haklarının bile çok geç kazanıldığını görüyoruz. Örneğin
Seçme seçilme hakkının kazanımı 1906 yılında ilk defa Finlandiya’da olmuş. Norveç 1913, İngiltere
1918, Sovyetlerde 1918, ABD 1920, Türkiye 1934, İtalya 1945, Belçika 1948, İsviçre 1971…

1848 yılında Amerika’da bir bildirge yayınlanıyor. Duygular Bildirgesi’ni 68kadın 42 erkek imzalıyor:
İnsanlık tarihi erkeklerin kadınları sürekli biçimde arar vermelerinin ve onların haklarını gasp
etmelerinin tarihidir. Kadınlar erkeklerin üzerlerinde doğrudan mutlak tiranlık uyguladıkları
nesnelerdir.

Kadınlar oy hakkı için de oldukça mücadele vermişlerdir ve bu mücadelenin İngiltere’de çok sert
geçtiğini görüyoruz. Kadınların çoğu hapse atılmış ve bunun üzerine kadınlar açlık grevine başlamıştır.
Emmeline Pankhurst, Charlotte Despard gibi kadınlar bu mücadelelerde ön plana çıkmışlardır.

Fransa’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ndeki haklardan yararlananlar sadece beyaz ve zengin
erkekler(+) 1793 yılında bütün erkeklere seçme seçilebilme hakkı tanınırken kadınlara tanınmıyor.
Olympe de Gouges adında bir kadın aktivist devrimden sonra kadınların da bu haklardan
yararlanması yönünde dilekçe yazıyor ve bunun üzerine giyotine yollanıyor.

Fransa’da işçilerin kurtuluşuyla kadınların kurtuluşunun gerçekleşeceğine inanıyorlar. Böyle bir


çizgide hareket eden kadın hareketi ile kadınların siyasal yaşama katılabilmeleri devrimden sonraki 3
aylık komün döneminde oluyor. Ancak bu dönemin sert ve kanlı bastırılmasından sonra bu haklarını
kaybediyor kadınlar.

Almanya’da sanayileşmenin yoğunluğu ile birlikte kadınlar da çalışmaya başlıyor. Almanya’daki kadın
hareketi de sosyalist çizgide gelişiyor. Alman İşçi Kadınlar Dergisi var ve Enternasyonel’in yani
uluslararası işçi birliği derneğinin resmi gazetesi olarak kabul ediliyor.
Sovyetlerde 1917 yılında Sovyet Devrimi oluyor. 1918 Sovyet Anayasası’nda kadınlara seçme seçilme
hakkı veriliyor. Bu dönemde kadınların gururunun iyileştirilmesi için birtakım adımlar atılıyor:
Cinsiyetçi bir biçimde kadına özgülenen işlerin toplumsallaştırılması amaçlanıyor. Alexandra
Kollontai: Kadın erkek ilişkilerinde köklü değişiklik yapmak istiyorsak her şeyden önce yeni bir kültür
ve yeni bir ahlak anlayışı yaratmalıyız. Kadının özerk bir kimlik edinmesini çok önemsemiştir.
Ortaklaşa çocuk bakımı, mutfak işlerinin ortaklaştırılması vs…

Türkiye’de Cumhuriyet döneminde Kadınlar Halk Fırkası kuruluyor. Kadınların hakları için mücadele
eden Türk Kadınlar Birliği kuruluyor.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde en önemi şey kadın – erkek eşitliğinin sağlanmasıdır. Eşitliğin
fiili ve yasal olarak sağlandığı toplumlarda ancak bu sorun çözülebilir. Eşitliğin olmadığı yerde
hiyerarşi ve iktidar ilişkileri vardır. Bu iktidar ilişkileri beraberinde baskıyı, tahakkümü, şiddeti getirir.
Eşitlikçi ilişkiler şiddet üretmez. Devletlerin bu şiddeti önlemeye yönelik ciddi, caydırıcı tedbirler
alması gerekmektedir.

Cinsellik alanında da devletin müdahalesi var. Bu müdahaleler ataerkil bir müdahaledir. Örneğin
kütrajın zorlaştırılması – yasaklanması, Eşçinselliğin suç olarak kabul edilmesi vs… Aile içi yaşanan
cinsel şiddet, tecavüz suç olarak görülememekteydi.

Kadın Haklarıyla İlgili 2 önemli Sözleşme

BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)

18 aralık 1979’da kabul edilmiş; 3 eylül 1987’de ise yürürlüğe girmiştir.

1.maddesinde “Bu sözleşmeye göre, “kadınlara karşı ayırım” deyimi, kadınların medeni durumlarına
bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve
diğer alanlardaki insan haklarının ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran
veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, dışlama veya sınırlama
anlamına gelecektir.”

2.maddesinde kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi hususunda devletlere birtakım özel yükümlülükler
getirilmiş: Örneğin ayrımcılık teşkil eden yasaların kaldırılması, kamusal makamların ayrımcılık teşkile
eden uygulamalar yapmaması. Devlet, özel kişilerin yaptığı ayrımcılığı kolaylaştırırsa, hoş görürse
bundan sorumlu olacaktır. Devlet buna yönelik gerekli denetimi yapmakla yükümlüdür.

Çok fazla devlet CEDAW’ı imzalamış olsa da çoğu çekinceler koyarak sözleşmenin etkisini oldukça
azaltmıştır.

Bu sözleşmenin denetim organı= Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’dir.
Ancak bu sözleşmenin eksiklerinden biri de kadına karşı şiddeti bir ayrımcılık olarak tanımamasıdır.
Kadına karşı şiddetten bahsedilmemiştir. Bu eksiklik 19 sayılı genel tasfiye kararıyla giderilmeye
çalışmıştır: “Cinsiyete dayalı şiddetin kadınların hak ve özgürlüklerini kullanmasını engelleyen bir
ayrımcılık şekli olduğu belirtilmiş ve devletlerin politikalarını buna yönelik olarak gözden geçirilmesi
istenmiştir.”

Bu sözleşmenin getirdiği 3 denetim biçimi var:


1- Rapor: Sözleşmeye taraf olan her devlet sözleşmeye taraf olduktan 1 yıl içerisinde ve her 4
yılda bir kendi ülkelerindeki durumla ilgili yasal, adli, idari ne gibi önlemler aldıklarına ilişkin
rapor sunuyorlar. Komite herhangi bir konuda yani bir ülkede ayrımcılık olduğunu
düşünüyorsa ya da buna yönelik belirtiler varsa devletten her durumda bir rapor
hazırlamasını isteyebilir. Komitenin istediği zamanlarda da devletler rapor hazırlamak
zorundadır.
2- Bireysel Şikayet Başvurusu: Seçimlik protokolle sözleşmeye eklenmiştir. Bu protokolü
imzalayan devletlerin vatandaşları sözleşmeye aykırılık iddiasıyla bireysel başvurularda
bulunabilirler. Böyle bir başvuru yapılırsa komite başvuruyu inceler ve kendi görüşüyle
birlikte ilgili devlete bildirecektir. Şikayet yapıldı komite inceledi ve bu şikayet başvurusuyla
ilgili rapor hazırlandı, bu raporda devlete birtakım tavsiyelerde bulunuldu. Bu rapor protokole
taraf olan devlete yapılacaktır. Taraf olan devlete rapor ulaştıktan sonra 6 ay içinde bu taraf
olan devlet komitenin raporu/kararı doğrultusunda neler yaptığını bildirecektir.
3- Soruşturma Yöntemi: Bu da ek protokolle getirilen bir yöntemdir. Sözleşmeye taraf olan
devlette sistematik olarak kadınların ayrımcılığa maruz kaldığına ilişkin güvenilir bir bilgiye
ulaşılırsa komite, ilgili devleti çağırıyor ve bu durum konusunda açıklama yapmasını istiyor.
Komitedeki iddialara ilgili devletin açıklama yapmasını bekliyorlar.
Komite bu bağlamda üyelerinden birisinin ya da birkaçını bu işi araştırması için görevlendirir.
Gerekiyorsa ilgili devlete gidilerek araştırmalar, gözlem, soruşturma yapılır. Bu soruşturmaya
istinaden bir rapor hazırlanır ve ilgili devlete gönderilir. Devlet yine 6 ay içinde bu raporun
kendisine iletilmesinden itibaren komiteye neler yaptığını iletir.

Kadınlara Yönelik Şiddet Ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesine Ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa
Konseyi Sözleşmesi →İstanbul Sözleşmesi

Türkiye bu sözleşmeye bir CB kararı çıkarılıncaya kadar taraftı. “Kadına yönelik şiddet, erkek ve kadın
arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel tezahürüdür. Bu güç ilişkisi erkekler tarafından
kadına hakimiyet kurulmasına ve kadına yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığı gibi kadınların
ilerlemelerinin önünde bir engeldir.” Yani kadın erkek arasındaki eşitsizlik bir iktidar-güç ilişkisini
doğuracaktır ve bu da beraberinde baskı, tahakküm, şiddeti getirecektir.

Sözleşmedeki Şiddet Tanımı: madde 3 “Kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak
ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler söz konusu eylemlerde bulunma
tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara
fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal
cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri anlaşılacaktır.”

En önemli tespit: Kadınla erkek arasında yasal, fiili eşitliğin gerçekleşmesi kadına yönelik şiddetin
önlenmesi için bir anahtardır.

Bu sözleşme, taraf olan devletlere yükümlülükler getirmiştir: Önleme, faili yargılama, koruma, politika
geliştirme yükümlülükleri(+)

Sözleşmenin getirdiği 2 önemli yapı var:

1.Kadınlara Yönelik Şiddet Ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu (GREVIO)

2.Özerk-Ayrık Soruşturma
1.GREVIO: Taraf devletlere birtakım soru formlarının olduğu rapor hazırlıyor. Taraf devletin ne gibi
çalışmalar yaptığını, o devlette kadınlara yönelik ne gibi şeyler yapıldığını anlamaya yönelik soru
formları hazırlıyor grevio. Bu raporları devletlere yolluyor ve devletler bu raporları doldurarak kendi
raporlarını hazırlıyor. Grevio bunu yaparken ilgili devleti ziyaret de edebilir. BM Kadına Karşı
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesinden ya da diğer uluslararası sözleşme organlarından görüş
isteyebilir. Grevio devletin yolladığı rapor sonrasında kendi sonuç raporunu kabul ediyor. Bu sonuç
raporunu hem tara devlete hem de taraflar komitesine gönderiyor. Rapor üstünden çalışan bir
görünüm var. Grevionun raporları daha sonra kamuya açıklanıyor.

Taraflar Komitesi grevionun gelmesinden sonra ilgili devlete birtakım tavsiyelerde bulunabilir. Bu
raporların hiçbir yaptırımı yoktur.

2. Özel – Ayrık Soruşturma

Bir devletin kadına yönelik sistematik olarak şiddet uygulandığıyla ilgili güvenilir bir bilgi grevioya
ulaştığı zaman, grevio özel ayrık bir soruşturma başlatır. Taraf devletten acilen bir rapor sunmasını
ister. Gerekirse grevio kendi içerisinden bir ya da daha fazla kişiyi soruşturmacı olarak görevlendirir.
Bu soruşturmalar yerinde inceleme, araştırma yapabilir. Daha sonra grevio bir rapor hazırlar. Bu
raporu taraflar komitesine, taraf devlete, Avrupa konseyi bakanlar komitesine bir yorum ve tavsiye ile
iletir. Yine bunların hiçbirinin yaptırımı yoktur.

SU HAKKI

Bolivya da özel şirketler su dağıtım şebekelerini de ele geçirince su fiyatlarını tekel olarak yüksek
belirlemeye başladığında ve yağmur suyuna kadar kullandırtmamaya sadece çeşme suyunun
tüketilebileceğini ifade edince büyük isyanlar oluyor. Bir sürü insan bu gösterilerde yaralanıyor,
ölüyor. Günlerce ve aylarca devam eden çatışmalar sonucu devlet, su hizmetlerini tekrardan
kamulaştırma kararı alıyor. Güney Amerika ülkelerinin yaşadığı bu olaylardan sonra bazı devletlerin
anayasalarında su hakkı yer alıyor. Uruguay Anayasası su ile ilgili en modern anayasadır: Su kaynakları
hiçbir şekilde özelleştirilemez, suyla ilgili hizmetler tamamen kamunun kontrolündedir, eğer komşu
devlet su konusunda bir su çekerse Uruguay hükümeti bu devletin yetkilileriyle bu konuda anlaşma
yapmak zorundadır.

Su hakkına uluslararası sözleşmelere ilk defa savaşla ilgili metinlerde yer verilmiş. Cenevre
Sözleşmesinde savaşlarda esirlere su verilmesi gerektiği… İkinci olarak kadın hakları sözleşmelerinde
yer alıyor: Kırsal kesimde genellikle suyu kadınlar taşır… Çocuk hakları sözleşmelerinde su hakkı açıkça
insan hakkı olarak tanınmış. Dolaylı olarak tanındığı sözleşmeler de vardır: İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinde yaşam hakkı güvenceye alındığına göre insanın yaşaması için su gerekeceğinden su
hakkı dolaylı olarak mevcuttur…

1996 tarihli Ekonomik Kültürel Sosyal Haklar Sözleşmesi:

11.maddede yaşama standardı, 12.maddede sağlık standardı düzenlenir. BM bu sözleşmeyi 2002


yılında uzmanlarınca yorumluyor su hakkına ilişkin: 15 nolu genel yorumunda: Su bir kamu malıdır,
kamu malı olarak kabul edilmelidir. Kamunun kontrolünde olması gerektiği, sıkı takip edilmesi
gerektiği düzenleniyor. Su hakkının kapsamı dahilinde, güvenli su olması gerektiğini ve yeterli su
kaynağının olması gerektiği düzenlenmiş..
Su hakkının özneleri bireyler, devletler ve topluluklardır. Devletler ve bireyler su hakkının öznesi ve
yükümlüsüdür. Bireyler ve devletler su kullanırken tedbirli ve özenli olmalıdır. Suya ekonomik erişim
de önemlidir, su ekonomik erişilebilir olmalıdır.

2010 Temmuzunda BM Bolivya temsilcisi şuan 3 saniyede 1 çocuk öldü diyerek ayar vermiştir.
Konuşma sonunda suyun insan hakkı olması yönünde 100den fazla devlet oy kullanıyor. 0 Ret 40
civarında çekimser oy kullanılıyor.

You might also like