You are on page 1of 241

Yeni Türk

Edebiyatına Giriş I

Editörler

Doç.Dr. Zeliha GÜNEŞ


Doç.Dr. Gökhan TUNÇ

Yazarlar

BÖLÜM 1, 7 Doç.Dr. Gonca GÖKALP ALPASLAN

BÖLÜM 2, 8 Dr.Öğr.Üyesi Alphan Yusuf AKGÜL

BÖLÜM 3, 8
Doç.Dr. Nihayet ARSLAN

BÖLÜM 4, 8
Doç.Dr. Ayşe DEMİR

BÖLÜM 5, 8 Dr.Öğr.Üyesi Ebru ÖZGÜN

BÖLÜM 6 Prof.Dr. Ayşe Emel KEFELİ


T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3512
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2347

Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.


“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2017 by Anadolu University


All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without
permission in writing from the University.

Grafik Tasarım ve Kapak Düzeni


Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan

Dil ve Yazım Danışmanları


Emine Koyuncu
Hatice Çalışkan Köken

Ölçme Değerlendirme Sorumlusu


Sın.Hizm.Uzm. Hatice Yücesan Kaya

Dizgi ve Yayıma Hazırlama


Gizem Dalmış
Kağan Küçük
Halil Kaya
Zülfiye Çevir
Diğdem Koca
Kader Abpak Arul
Saner Coşkun

YENİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ I

E-ISBN
978-975-06-2402-5

Bu kitabın tüm hakları Anadolu Üniversitesi’ne aittir.

ESKİŞEHİR, Ağustos 2018

2991-0-0-0-1909-V01
İçindekiler

Bir Sanat ve
BÖLÜM 1 Bilim Dalı Olarak BÖLÜM 2 Şiir Sanatı
Edebiyat
Giriş ................................................................. 3 Giriş ................................................................. 25
Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat ..................... 3 Şiir Nedir? ...................................................... 25
Edebiyat ve Deyiş .......................................... 8 Şiir Türleri ....................................................... 26
Edebiyat Bilimi ............................................... 10 Lirik ........................................................ 27
Edebiyat Tarihi ...................................... 11 Epik  ........................................................ 29
Edebiyat Kuramı ................................... 12 Dramatik ................................................ 30
Edebiyat Eleştirisi ................................. 15 Şiirin Yapısı ..................................................... 32
İmaj ........................................................ 32
Ses ve Ritim ........................................... 33
Anlam ..................................................... 37
İfade Tonu .............................................. 40
Şiir Eleştirisi .................................................... 41

BÖLÜM 3 Roman Sanatı BÖLÜM 4 Kısa Öykü Sanatı

Giriş ................................................................. 55 Giriş ................................................................. 89
Batı’da Roman Türünün Gelişim Evreleri .... 55 Kısa Öykünün Tanımı ve Türün Sınırları
İlk Çağ’dan Orta Çağ’a: Romanın Meselesi .......................................................... 89
Kökeni .................................................... 55 Kısa Öykü ve Gelenek İlişkisi ........................ 92
Modernite ve Roman ............................ 56 Öykünün Ögeleri  .......................................... 94
Modernizm ve Modernist Roman ....... 60 Olay Öyküsü-Durum Öyküsü ve Öyküde
Postmodernist Roman .......................... 62 Yeni Yönelimler  ............................................. 97
Kurmaca/Anlatı Olarak Roman .................... 65 Öykü ve Diğer Türler  .................................... 100
Romanın Yapısı ve Ögeleri ................... 66 Öykü-Roman İlişkisi  ............................. 100
Anlatıcı ve Bakış Açısı ........................... 67 Öykü-Şiir İlişkisi  .................................... 103
Zaman .................................................... 69
Kişiler ...................................................... 71
Kahraman Kavramı ............................... 71
Tip ve Karakter ...................................... 71
İşlevlerine Göre Roman Kişileri ............ 72
Mekân .................................................... 73
Olay Örgüsü ........................................... 75
Roman Teknikleri .......................................... 75
İç Çözümleme ........................................ 76
İç Konuşma (Monologue İnterieur) Ve
Bilinç Akışı ............................................. 76
Metinler Arasılık .................................... 77
Üstkurmaca ........................................... 78

iii
Deneme, Eleştiri ve
BÖLÜM 5 Tiyatro Sanatı BÖLÜM 6
Mektup

Giriş ................................................................. 115 Giriş ................................................................. 143


Tiyatro Kavramı ve Tiyatronun Türleri ....... 115 Deneme .......................................................... 143
Tragedya ................................................ 116 Deneme: Tanım ve Özellikleri .............. 143
Komedya ................................................ 117 Batı Edebiyatında Deneme  ................. 144
Tiyatronun Tarihsel Süreci ............................ 118 Türk Edebiyatında Deneme  ................ 145
Antik Yunan Dönemi ............................ 118 Eleştiri ............................................................. 148
Roma Dönemi  ....................................... 119 Türk Edebiyatında Eleştiri/Tenkit
Orta Çağ Dönemi .................................. 120 Kavramı .................................................. 148
Rönesans Dönemi ................................. 120 Batı Edebiyatında Eleştiri ..................... 149
Klasik Dönem ........................................ 120 Türk Edebiyatında Eleştiri .................... 153
Romantik Dönem .................................. 122 Mektup ........................................................... 156
Gerçekçi (Realist)/Doğalcı Batı Edebiyatında Mektup ................... 157
(Naturalist) Dönem .............................. 122 Türk Edebiyatında Mektup  ................. 160
Sembolist (Simgeci) Dönem ................ 124
20. Yüzyıla Yön Veren Eğilimler .......... 125
Politik Amaçlı Tiyatro Dönemi ............ 128
Metin
Tiyatronun Teknik Özellikleri ....................... 131 BÖLÜM 8
Çözümlemeleri
Oyunun Bölümlenmesi ......................... 131
Oyunun Anlatım Yöntemi .................... 131 Giriş ................................................................. 205
Oyunun Öyküsü ve İletisi ..................... 132 Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri”
Olay Örgüsü ........................................... 132 Adlı Şiirinin Çözümlenmesi ........................... 205
Oyun Kişileri  ......................................... 133 Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu
Mekân .................................................... 133 Adlı Romanının Çözümlenmesi .................... 209
Zaman .................................................... 133 1. Aşama: Çalıkuşu Kitabı  ..................... 210
Oyunun Dili ........................................... 133 2. Aşama: Okuma Sözleşmesi
(contrat de lecture, reading contrat) ..... 210
3. Aşama: Romanın Bölümleri ............. 211
4. Aşama: Hikâye ve Söylem
Özyaşamöyküsü,
BÖLÜM 7 Düzlemleri ............................................. 211
Yaşamöyküsü, Anı 5. Aşama: Kişiler ve İşlevleri ................. 214
6. Aşama: Mekânlar ve İşlevi ............... 214
Giriş ................................................................. 177
Sait Faik Abasıyanık’ın “Havuz Başı”
Özyaşamöyküsü  ............................................ 178
Öyküsünün Çözümlenmesi ........................... 215
Özyaşamöyküsü Türleri ........................ 179
Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile Şirin,
Türk Edebiyatında Özyaşamöyküsü
Mehmene Banu ve Demirdağ Pınarının Suyu
Türünün Tarihsel Gelişim Süreci .......... 180 Adlı Tiyatro Oyununun Çözümlenmesi  ...... 219
Yaşamöyküsü  ................................................ 184 Oyunun Bölümlenmesi  ........................ 219
Yaşamöyküsünde Nesnellik ve Anlatım Yöntemi Olarak Klasik
Öznellik .................................................. 184 Dramatik Yapı ile Epik Yapının
Anı ................................................................... 189 Oyundaki Görünümü ............................ 221
Türk Edebiyatında Anı Türünün Oyunun Hikâyesi ve İletisi  .................. 221
Tarihsel Gelişim Süreci .......................... 192 Olaylar Örgüsü ...................................... 222
Oyun Kişileri  ......................................... 222
Oyunun Dili ........................................... 225

iv
Önsöz

Sevgili öğrenciler,
Yeni Türk edebiyatı, yaklaşık 1860 yılından
başlayarak günümüze kadar geçen süreci ve tını konu edinen üçüncü ünitede ise romanın
bu süreçte yer alan tüm sanatçılarla verdikle- Batı’da gelişim süreciyle birlikte roman tekni-
ri ürünleri kapsamaktadır. Söz konusu sürecin ğine ait önemli kavramlar modern Batılı araş-
uzunluğu bir yana sürekli gelişen dinamik bir tırmacıların yaklaşımları temel alınarak açık-
niteliğe sahip olması da dikkat çekicidir. Yeni lanmıştır. Dördüncü ünite kısa öykü konusuna
Türk edebiyatına giriş dendiğinde bu kadar ayrılmıştır. Bu ünitede kısa öykü, geleneksel
uzun bir süreci kapsayan yeni Türk edebiyatı- hikâye, küçürek öykü gibi kavramlara, öykü
nın hangi aşamasının kastedildiği sorulduğun- türlerine ve öykünün diğer türlerle ilişkisine
da şöyle bir yanıt verilebilir: Yeni Türk edebi- yer verilmiştir. Geleneksel hikâye anlayışından
yatına giriş ifadesi, kronolojik olarak yeni Türk Batılı kısa öyküye geçiş konusuna bilhassa vur-
edebiyatının ilk aşamasını kapsayan Tanzimat gu yapılmıştır. Beşinci ünitede ise tiyatronun
Dönemi’ni akla getirmektedir. Ancak Tanzi- kavramsal açıdan ne ifade ettiği, kendi içinde
mat Dönemi Türk edebiyatının hâlihazırda bir ne gibi türlere ayrıldığı, Batı’daki tarihsel se-
ders olarak Açıköğretim Fakültesi Türk Dili rüveni, teknik özellikleri gibi konular üzerinde
ve Edebiyatı Bölümü programında yer alma- durulmuştur. Altıncı ünite, deneme, eleştiri,
sı Yeni Türk Edebiyatına Giriş dersinin ve bu mektup; yedinci ünite ise özyaşamöyküsü,
dersin kitabının farklı bir içeriğe sahip olması yaşamöyküsü ve anı türlerine ayrılmıştır. Son
gerekliliğini doğurmuştur. ünitede ise şiir, roman, öykü ve tiyatro türleri-
ne ait teorik bilgilerin uygulamalı örneklerine
Yeni Türk Edebiyatına Giriş 1 adlı kitapta, yeni yer verilmiş ve böylelikle anlatılan bilgilerin
Türk edebiyatını daha nitelikli ve daha doğru daha iyi anlaşılması sağlanmaya çalışılmıştır.
değerlendirmek için gerekli olacak temel kav-
ramlara, türlerle ilgili teorik bilgilere ve son Bu kitabın Anadolu Üniversitesi Açıköğretim
olarak bu bilgilerin uygulamalı örneklerine yer Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne ka-
verilmiştir. Bu kapsamda ilk ünitede bir bilim yıtlı öğrencilere olduğu kadar ülke çapında söz
ve sanat dalı olarak edebiyat kavramının ne konusu programa kayıtlı tüm öğrenciler ve il-
ifade ettiği konusu ele alınmıştır. Yine bu üni- gili kişiler için de bir kaynak kitap olma özelliği
tede, yeni Türk edebiyatını sağlıklı değerlen- taşıyacağına inanıyoruz. Bu vesile ile bu kita-
dirmek için bilinmesi gereken yazar, okur, me- bın oluşmasına yardımcı olan yöneticilere, ya-
tin, üslup, edebiyat tarihi, edebiyat kuramı ve zarlarımıza ve kitabın basımında emeği geçen
edebiyat eleştirisi gibi kavramların gönderim- kişilere teşekkürü bir borç biliriz.
de bulunduğu anlamlar açıklanmıştır. Kitabın
ikinci ünitesini ise şiir sanatı oluşturmaktadır.
Bu ünitede şiirin ne olduğu ve şiirin biçimsel Editörler
ve içeriksel özellikleri birçok Türk şairin şiirle- Doç.Dr. Zeliha GÜNEŞ
rinden örneklerle açıklanmıştır. Roman sana-
Doç.Dr. Gökhan TUNÇ

v
Bölüm 1
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat
öğrenme çıktıları

Edebiyat ve Deyiş

1 2
Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat 2 Edebiyat eserlerinde özgün ve kişisel dil
1 Bir sanat dalı olarak edebiyatı kullanımı olan deyişin özelliklerini dile
açıklayabilme getirebilme

3
Edebiyat Bilimi
3 Bir bilim dalı olarak edebiyat bilimini
tanımlayabilme

Anahtar Sözcükler: • Sanat • Estetik Haz • Dil • Edebiyat • Deyiş • Üslup • Edebiyat Bilimi
• Edebiyat Tarihi • Edebiyat Kuramı • Edebiyat Eleştirisi • Yazar • Okur • Metin

2
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ zını içerir. Öyle ki üreten, bunun bir alıcısı olup


Sanat, insanoğlunun varlığını değiştirir. Çünkü olmadığını düşünmeksizin eserini yaratır: Dansçı,
sanat, herkesin yaşamında olan araçları olduğun- bir tek izleyicisi olmasa bile dans etmenin hazzını
dan bambaşka bir duyuş ve sezgiyle gören bir insan duyar; ressam tablolarını anlayan ya da alan birinin
tarafından yaratılır ve ister onunla aynı zamanda ve olup olmadığını dert etmeksizin tuvali, fırçaları ve
ortamda olsun isterse arada binlerce yıl ve binlerce boyalarıyla bütünleşir; müzisyen dünyanın sesle-
kilometre olsun, bir başka insan tarafından aynı/ riyle kendi ruhundan yükselen sesleri birbirine dö-
ayrı duyuş ve sezgiyle algılanır. Her sanat eseri hem nüştürmenin derdini çeker; fotoğraf sanatçısı o anı
yaratıcısının hem de onu içselleştiren kişinin/kişi- o ışıkla yakalamanın peşindedir. Sahneyi, tabloyu,
lerin ürünüdür. Sanatın malzemesi dil olduğunda, fotoğrafı izleyen, besteyi dinleyen sanat alıcısı, bu
ortaya çıkan ürün edebiyattır (yazındır). Dolayısıy- yaratıları kendi hayal gücüyle, kendi yaşantılarıyla,
la insan dilin hem gündelik kullanımının hem de kendi çağrışımlarıyla, kendi zevkiyle bütünleşti-
sanatsal kullanımının içindedir. Bebekken kulağı- rirken hem o eseri “tüketme”nin hem de yeniden
mıza mırıldanan ninnilerden başlayan bu sanatsal üretmenin hazzını duyar. Sanat eseri, üreten için de
macera, romanlara, öykülere, şiirlere doğru sürer. tüketen için de, yani yaratıcı için de izleyici/dinle-
Bu, dilin sadece iletişimsel, bilgisel, yaşamsal boyu- yici için de estetik bir haz aracıdır.
tunun bir üst aşaması olan estetik boyutudur. Her Sanat, insana özgü bir niteliktir. Doğanın gü-
sanatçının kendine özgü bir söyleyişle, bakış açısıy- zellikleri, bizde bir tablo etkisi yaratabilir; kuşların
la, yorumuyla biçimlendirdiği dil, sürekli kendini olağanüstü ezgileri bir senfoniyi andırabilir ama o
yeniden kurar ve giderek zenginleşir. O nedenledir muhteşem görüntüyü yaratan dağlar, denizler, gü-
ki edebiyat ürünü oluşturamayan diller, sığ ve kısır neş, ay, yıldızlar ve o eşsiz ezgiyi seslendiren orman,
kaldıkları için yok olup gider. Tam tersi de doğ- ağaçlar bunu sanatsal bir hazla yaratmıyor ve sergi-
rudur; konuşanları dünya yüzünden silinmiş ama lemiyor. İnsanoğlu, doğayı izlerken, dinlerken haz
geride yazılı edebiyat ürünleri bırakmış diller, üzer- duyuyorsa bu, insana özgüdür. Dağ yüksekliğin-
lerinden binlerce yıl geçse de insana sözün zevkini, den, güneş rengârenk doğmaktan, ağaçlar rüzgârla
okumanın hazzını duyurur. yarattıkları seslerden haz duymaz; bunu estetik bir
amaçla gerçekleştirmez. Sanatçı, kendini bir dağın,
ağacın, yıldızın yerine koyarak onları izleyerek ya
BİR SANAT DALI OLARAK da onlardan gelen duygu, izlenim ve çağrışımlarla
EDEBİYAT bir eser yaratan kişidir. Sanat eserini izleyen, onun-
Edebiyat, sözün estetiğidir. İnsanoğlunun dili la bütünleşen kişi, eserin alıcısı ve kendi dünyasın-
salt günlük ve yaşamsal iletişim için değil, bilgi ve da eseri yeniden yaratandır. Kısacası sanat, insana
sanatsal haz için kullanması, insanlık tarihinin en özgüdür; insanın bakış açısıyla, yaratıcılığıyla do-
değerli dönemeçlerinden biridir. Bu dönemeç, aynı ğar ve yine insana ulaşmayı amaçlar. Ormanın or-
zamanda gündelik olan ile estetik olan arasında- tasına bırakılmış bir kitabın, denizlerin dibine yer-
ki kaçınılmaz birlikteliği ve derin ayrılığı da içerir. leştirilen heykelin alıcısı, aslında insandır; bir gün
Edebiyat, gündelik ve evrensel insan gerçeğinin tüm o ormana yolu düşecek, o denizin dibine dalacak
izlerini sıradan yaşantılarımızla ve düşlerimizle bir- insan. O hâlde sanat, yaratıcısı da alıcısı da insan
leştirirken sözlü ve yazılı dili kullanır. Her an yaşa- olan ve bu nedenle insanı dünyadaki canlı ve cansız
mımızda olan dil, edebiyatla bir üst boyuta taşınır. tüm diğer varlıklardan ayıran en önemli ölçüttür ve
Sanat, herkesin sahip olduğu araçları (örneğin edebiyat, insana özgü bir araç olan dilin yine insa-
bedeni, toprağı, taşı, sesleri, sözcükleri...) kullana- na özgü bir eylem olan sanata dönüşmüş hâlidir.
rak yeni bir bütün, yeni bir anlam, yeni bir boyut Edebiyatı diğer sanat dallarıyla birleştiren pek
üretme ve bu yolla estetik haz yaratma yoludur. çok özellik vardır: Yaratıcılık, deha, gözlem, sezgi,
Her üretimde iki taraf vardır: Üreten ve tüketen. izlenim, duygu, hayal gücü, düşünce, gelecek tasa-
Sanatta üreten, yaratandır; tüketen ise ürünün hem rımı, gerçekçilik, doğa, insan... Edebiyatı diğer sa-
alıcısı hem de kendi dünyasında ürünü yeniden ya- nat dallarından ayıran nedir? Bu sorunun tek yanıtı
ratandır. Her iki taraf için de estetik zevk ve estetik var: Dil. Edebiyatı diğer sanat dallarından ayıran,
haz esastır. Sanat, öncelikle üretenin yaratma haz- kullandığı üretim aracının dil olmasıdır.

3
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

Edebiyatın temel aracı olan dil, aslında günde- ğeri çok yüksek ve bir yazarın, bir şairin el yazması
lik yaşantımızın en önemli iletişim aracıdır. Alış- notlarına sahip olmak büyük bir zenginliktir ama
verişten haberleşmeye, eğitimden teknolojiye, aile bu, metnin içeriğiyle değil, edebiyat eserinin nesne
bağlarından dost buluşmalarına dek her tür sözlü olarak değeriyle ilgili. İster el yazmasından okuya-
ve yazılı bağı dille kurarız. Edebiyat, her an hayatı- lım ister çağdaş baskı teknikleriyle çoğaltılmış bir
mızın içinde olan sözcükleri daha önce hiç kurul- örneğinden okuyalım, Fuzuli’nin şiirinin değeri
mamış cümlelerin, söylenmemiş dizelerin parçası- değişmez. Oysa Van Gogh’un bir tablosunu izle-
na dönüştüren sanat dalıdır. Herhangi bir sözcük, mekle o tablonun birebir ve çok yüksek kalitede
gündelik yaşamın doğal bir parçası olan bir cümle, çoğaltılmış bir basılı örneğini izlemek, sanat eseri-
şairin ve yazarın elinde yeni bir anlam, yeni bir bo- nin izleyicisi için aynı değerde olamaz. Biri estetik
yut, yeni bir işlev kazanır. Dilin bilgi, haberleşme, doyum sağlar, diğeri o tablonun aslı hakkında sade-
iletişim gibi işlevleri edebiyat sayesinde yeni ve üst ce bir fikir verir ve aradaki estetik farkı ancak eserin
bir boyuta taşınır: Sanatsal boyut. Edebiyat saye- aslıyla karşılaştığınızda anlarsınız. İşte bu noktada
sinde dil yoğunlaşır, derinleşir, çeşitlenir, renklenir. edebiyat diğer sanat dallarına oranla daha geniş bir
Edebiyat, dünyayı sözcüklerle, sözcüklerin dolaşım alanına sahip görünüyor. Çünkü eserin
sesleri ve imgeleriyle yeniden biçimlendirme sa- üzerine yazıldığı kâğıdın kalitesi, alfabesi, kitabın
natıdır; herkesin yürüdüğü yolu, herkesin yaşaya- boyutu vs. ne olursa olsun, yazarın/şairin kullandı-
bileceği aşkı, herkesin izleyebileceği gün batımını ğı sanatsal üretim aracı olan dil, okurla buluşuyor.
sözcüklerle betimlemedir. Bunun tam tersi de Edebiyatın genişliği bağlamında evrenselliğine
edebiyatın işidir: Hiçbir zaman göremeyeceğimiz de değinmemiz gerekiyor. Hangi dilde, hangi uy-
bir coğrafyayı, asla yaşayamayacağımız bir geçmiş garlıkta, ne zaman ve kim tarafından söze, yazıya
zaman dilimini, hiç yaşamak istemeyeceğimiz bir döküldüğü bilinsin ya da bilinmesin edebiyat eser-
savaşı şairin, yazarın sözcükleriyle yaşarız. Bu du- lerinde insanlığın evrensel varlığı işlenir. Örneğin
rumda edebiyat, yaşamın söze, yazıya dökülmüş bir insanlığın -şimdilik- en eski yazınsal metni olan
iz düşümüdür. Gılgamış Destanı’nda insanoğlunun yaradılışında-
Dilden doğan bir sanat dalı olması edebiyata ki tüm sorunlar bütün açıklığıyla şiire dökülmüş-
bazı genişlikler sağlarken bazı sınırlılıklar da getirir. tür. Türk sözlü kültürünün en eski ürünlerinden
Önce sağladığı genişliğe değinelim: Nermi Uygur, olan Alp Er Tunga Sagu’sunda “Alp Er Tunga öldü
edebiyat ürünlerinin “biricik” oluşundan söz eder. mü/Issız acun kaldı mı” dizeleri, sevdiğini yitirmiş
Çoğaltılabilse, onlarca kopyası çıkarılabilse bile bir herkesin acısını ve yalnızlığını ifade ediyor. Anna
şiirin, bir romanın aynı tek, özgün ve özel eser ol- Karenina’nın kaderini ve kederini anlayabilmemiz
duğunu vurgular: için Rus olmamız gerekmiyor. Sadece bu eserlerin
çevrilmesi gerekiyor. İşte bu da beraberinde edebi-
Varlık yönünden biriciktir edebiyat ürünü.
yat eserinin sınırlılığını getiriyor. Ne yazık ki bir di-
Hangisinden söz edersek edelim, bir tek şeyi, ger-
lin eserleri diğer bir dile/dillere çevrilmediği sürece
çekte tek bir yapıtı göz önünde bulundururuz.
sadece o dilin sınırları içinde kalıyor.
İsterse beş dergide birden yayınlansın, isterse 500
000 tane basılsın, hiçbir edebiyat yapıtının çoğul Dil, kültürel ve toplumsal bir araçtır. Edebiyat,
bir varlığı olduğunu öne süremeyiz. Orhan Veli’nin dili bireyselleştiren, özgünleştiren, özgül ve özgür
bir tek “Sereserpe”si var. Oysa bu şiiri bilenlerin kılan bir yoldur. Edebiyat eseri üreten sanatçı, dün-
belki de hepsi başka bir kitapta, belli bir kitaplık- yayı hangi dil ya da dillerle algılıyorsa o dilde eser
ta belli bir yer tutan belli bir kitapta okudular bu üretebilir ve o dilden başka bir dile çevrilene dek,
şiiri. Gene de tektir “Sereserpe” şiir olarak (Uygur, bütün dünya o eserden mahrum kalır. Diyelim ki
1985, s. 29). Bilge Karasu’nun eserleri İspanyolcaya ya da Çin-
ceye çevrilmediği sürece o dilin konuşurları, okur-
Nermi Uygur, bir tablonun aslını seyretmekle
yazarları Bilge Karasu’nun eserlerinden mahrum
makineden çıkmış çoğaltmasını seyretmenin, ese-
kalacaktır. Dostoyevski’nin eserleri Rusçadan çev-
ri algılamakla örneği algılamanın farkına dikkat
rilmeseydi, biz de ondan mahrum kalacaktık. Oysa
çeker. Uygur’un değindiği “biricik”lik, edebiyat
bir fotoğraf, bir heykel, bir tablo, bir dans göste-
eserleriyle okur arasındaki ilişkiye gerçekten geniş
risi, bir senfoni ya da bir şarkı karşısında hepimiz
olanaklar sağlıyor. El yazması eserlerin tarihsel de-
eşitiz. Sanatçısının kim olduğu, hangi dille konuş-

4
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

tuğu fark etmeksizin eserden hoşlanabiliriz, kendi 200) derken sanatçının doğal, toplumsal, bireysel,
sanatsal deneyim ve dağarcığımız oranında eserden evrensel gerçekler karşısında bir insan olarak ancak
haz duyabiliriz. Edebiyat, yaratıldığı dilin tüm kül- yazarak gerçeğe dayanabileceğini, direnebileceğini
türel, tarihsel, toplumsal ve güncel ayrıntılarını da ifade eder. Bu, sadece Sait Faik için değil, tüm ya-
üstlenen bir sanat dalıdır. Bu durum edebiyatı bir zarlar, şairler için geçerli olmalıdır.
yandan sınırlıyor ve diğer sanat dallarına göre daha Diğer taraftan şu soruları da sormalıyız: İnsan
yerel ve özel kılıyor. Örneğin, Yunus Emre’nin neden edebiyat eseri okur? Sözcüklerle kurulmuş
“Canlar canını buldum bu canım yağma olsun” bir dünyaya dalmanın okura katacağı nedir? Oku-
(Yunus Emre, 1965, s. 111) dizesini tam olarak mak, kişisel bir eylemdir. Yazmak da... Okuyan
başka bir dile çevirmek mümkün olmasa gerek. bir kişi, okuduğu metni yaratmış kişiyle ve onun
Sanat eserine neden gereksinim duyarız? Ede- sözcüklerle yarattığı dünyanın kişileriyle, olayla-
biyat bize ne kazandırır? Sanat ve edebiyat olmazsa rıyla, mekânlarıyla bütünleşir. Böylece okumak,
ne kaybederiz, bireylerin ve toplumların yaşamın- tek kişilik bir eylemden bir kısmı kurmaca da olsa
da ne eksik kalır? Bu soruların yanıtı, sanat eseriyle çok kişili bir eyleme dönüşür. Yolculukta yanınız-
karşılaşmamış biri için hiçbir şey ifade etmez; ama da okuyan kişi, az ötede kahve içerken kitabının
sanat, insanın temel ruhsal gereksinimlerinden sayfalarını çeviren biri, şezlongda uzanmış güneş-
biridir. Toplumların ayakta kalması savaşla, geniş lenirken kitabından ayrılamayan biri, ders arasında
topraklarla değil, ürettiği bilgi ve sanatla müm- kitabına dalmış biri dışarıdan bakıldığında elindeki
kündür. Çünkü bir ülke; gün gelir o toprakları ve kitapla, metinle baş başa görünür. Aslında o kişi
sonsuz hazineyi kaybedebilir; ama sanat ve bilim kendini saran gerçek dünyadan uzaklaşmış, söz-
üretmişse o ulus, o ülke, o uygarlık binlerce yıl cüklerin yarattığı kocaman bir dünyada bambaşka
sonra bile anılır, anlatılır. Bugün Frigleri anıyorsak bir evrendedir. İşte insanlar okurken bu kopuşu, bu
savaşçılıklarından dolayı değil, geride bıraktıkları yoğunlaşmayı, bu derinleşmeyi, bu yükselişi arzu-
sanatsal eserlerden dolayı anıyoruz. Dil ölümünün lar. Bir okur romanları, tiyatro oyunlarını, şiirleri
temel nedenlerinden biri, o dille edebiyat eseri ya- okumanın sözcüklere kattığı yeni bin bir anlamı
ratılmamasıdır. O hâlde edebiyat, toplumu birbi- çözmeyi ister. Bazıları da bilmedikleri yaşamları
rine bağlayan dili geliştirerek o toplumun kültürel denemenin, görmenin, tanımanın peşindedir. Bir
zenginliğini, tarihsel geçmişini, olası geleceğini okur şaşırmak, korkmak, rahatlamak da isteyebilir.
Edebiyat eseri, birçok gereksinime karşılık verebi-
kuruyor. Edebiyat bir ulusun dilinin gelişmesini,
lir. Her okurun o esere ne için, nasıl yaklaşacağı,
zenginleşmesini sağladığı için o toplumun her bi-
neyi ne kadar elde edeceği, o okurun önceki oku-
reyinin kültürel düzeyini, sanatsal zevkini yükseltir.
ma deneyimine, okuma kültürüne, okuma sabrına
Böylece edebiyat, toplum ve birey birbirini besler.
bağlıdır. O nedenledir ki bazı eserleri yaşamımız
Bireylerin edebiyata neden gereksinim duydu- boyunca birkaç kez veya birçok kez okuyabiliriz.
ğu üzerinde de düşünmek gerekir. Sürekli içinde Her okuyuşumuzda yeni bir tat, yeni bir zevk ala-
yaşadığımız dili bir de okuyarak, yazarak ya da biliriz. Dünya edebiyatının klasik eserlerini, tam
dinleyerek yeniden üretmek, eseri yaratana ve ese- da bu nedenle, herkesin mutlaka okuması ve hatta
ri okuyana ne kazandırır? Şair ve yazar, sözcüklerle yeniden okuması beklenir.
yeni bir dünya kuran kişidir. Yazar/şair daha önce Rita Felski Edebiyat Ne İşe Yarar? adlı kitabında
hiç kimsenin o cümlelerle, o sözcüklerle, o dizelerle insanın okuma nedenlerini “tanıma, büyülenme,
anlatmadığı şeyin peşindedir. Jean Paul Sartre “İn- bilgi, şok” olmak üzere dört temel noktada açıklı-
san bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları yor. Felski, okumanın “bir tanıma mantığı içerdiği-
belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır” di- ni, estetik deneyimin sözüm ona büyüsü bozulmuş
yor. Bu söz bizi, bireye özgü dil kullanımına, yani bir çağda büyüle(n)me ile benzerlikler sergilediğini,
üsluba götürüyor. Yine bu söz, edebiyatın konuyla, edebiyatın ayırıcı toplumsal bilgi biçimlerini yarat-
bilgiyle değil, konuyu işleme yoluyla ilişkili oldu- tığını, okuduğumuz metin tarafından şok edilme
ğunu düşündürüyor. Sanatçıyı söyleyerek ya da deneyimine itibar edebileceğimizi” öne sürüyor ve
yazarak eser üretmeye götüren, içinden yükselen bunları “metinsel bağlanma tarzları” olarak değer-
bir istek olsa gerek. Buna ilham, yaratma cesareti, lendiriyor. Felski’nin tanımaya dair açıklaması, in-
yaratma mecburiyeti ve deha denebilir. Sait Faik sanın edebiyat eserine yönelmesinin, okurken duy-
“Yazmasam deli olacaktım” (Abasıyanık, 1979, s. duğu hazzın da yalın bir anlatımını içeriyor:

5
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

İnsanın bir kitapta kendini bulması, tanıması ne duyguların, yaşantıların, düşüncelerin nasıl olup
anlama gelir? Aynı anda hem düpedüz sıradan da öyle etkili, öyle özgün ve yeni bir şekilde söy-
hem de gene eşsiz gizemde bir deneyim gibidir. lendiğidir. Yoksa edebiyatın da genel olarak sanatın
Sayfaları çevirirken kuvvetli bir betimlemenin, da konusu hemen hemen hep aynı şeyler olduğu
bir olaylar kümesinin, karakterler arasında geç bir hâlde, neden dünya tarihinde binlerce roman, yüz
konuşmanın, bir iç monoloğun etkisine kapılırım. binlerce şiir var? Çünkü her sanatçı yaşamın ger-
Metin ile okur arasındaki boşluk birdenbire, ha- çeklerine, kendine, insana, doğaya başka bir açıdan
bersizce, şimşek gibi bir anda çakıveren bir bağ- bakarak başka sözcüklerle anlatabiliyor. Her okur,
lantıyla aşılır; bir yakınlık ya da bir uyuma ışık her okuduğu metinle yaşama, dünyaya, evrene,
vurur. Sözcüklerin belli bir birleşiminin barın- kendine dair yeni bir bilince ulaşıyor.
dırdığı önsezi karşısında şaşırıp kalmış olan ben
Şimdi yeni bir soru sormanın vakti geldi: Gün-
ya böyle bir anın gelmesini bekliyor ya da böyle
delik bir iletişim aracı olan dil ne zaman, nasıl bir
bir anla tesadüfen karşılaşıyorumdur. Her iki du-
edebiyat eserinin üretim aracı oluyor? Aynı sözcük-
rumda da bana hitap edildiğini, çağrıldığımı, da-
vet edildiğimi hissederim: Okuduğum sayfalarda
ler ne zaman sıradan ne zaman sanatsal bir öge sa-
kendi izlerimi bulmaktan alamam kendimi. Bir yılıyor? Yalın bir cümle, basit bir ifade, ne zaman ve
şeylerin değiştiği su götürmez; perspektifim başka nasıl “edebî” bir metin oluyor? Aynı cümleyi gün-
bir yöne kaymıştır; daha önce görmediğim bir şeyi delik ve sanatsal kılan nedir? Ya da daha yalın bir
görüyorumdur (Felski, 2010, s. 37). söylemle soralım: Bir metin ne zaman edebî oluyor?
Bu soruyu bu yalınlıkta soran Roman Jacobson’un
yanıtı amaç ve bağlamla ilgili. Jacobson sanatsal
Bu noktada durup Italo Calvino’nun Klasikleri üretimde amacın yalnız ve ancak kendine dönük
Niçin Okumalı? sorusuna verdiği yanıtlara da bir olabileceğini, bir metnin bağlamı içinde değer-
bakalım. Calvino, klasiklerin genellikle “yeniden lendirilebileceğini söylüyor. Bu durumda Terry
okunan” kitaplar olduğunu söyler ve klasik eseri Eagleton’ın verdiği örneği hatırlamamız gerekir:
şöyle tanımlar: “Klasikler, gerek unutulmazlıkla-
rıyla varlıklarını duyurduklarında gerek kolektif ya Edebiyat günlük dili dönüştürür ve yoğunlaştırır,
da bireysel bilinçdışı kılığına bürünüp belleğin kat- günlük dilden sistematik olarak sapar. Otobüs
manları arasına gizlendiklerinde, özel bir etki gös- durağında yanıma yaklaşır da bana “Ey sessiz-
teren kitaplardır”. O özel etki nedeniyle Calvino’ya liğin el değmemiş gelini” derseniz, edebî söylem
göre gençliğimizde okuduğumuz ve bizde tohum- alanında olduğumu hemen fark ederim. Bunu
larını bırakmış olan kitapları, olgunluk çağımızda kelimelerin dokusu, ritmi ve titreşimi soyutlana-
yeniden okumalıyız. Çünkü “bir klasiği her yeni- bilir anlamlarının ötesinde bir anlamı çağrıştır-
den okuma, ilk okuma gibi bir keşif okuması”dır dığı için veya dilbilimcilerin daha teknik olarak
açıklayabilecekleri gibi gösterenler ile gösterilenler
ve “bir klasiği her ilk okuma, aslında bir yeniden
arasında bir oransızlık olduğu için fark ederim.
okuma”dır. Calvino, bir klasiğin söyleyeceklerinin
Kullandığınız dil kendine dikkat çeker ve maddi
asla tükenmeyen bir kitap olduğunu belirtir. Bu- varlığını “Sürücülerin grevde olduğunu bilmiyor
nun nedenini klasiklerin, bizden önceki okumala- musun?” gibi cümlelerden çok farklı bir biçimde
rın ve geçtikleri kültürlerin izlerini bize ulaştırma- öne çıkarır (Eagleton, 1990, s. 27).
sına bağlar. Her okuduğumuzda bize beklenmedik,
yeni, benzersiz gelen ve güncelliğin arka plandaki O hâlde sıradan bir cümleyi edebî kılan şey,
gürültüsüne rağmen varlığını sürdüren şeylerin cümlenin hangi bağlamda, kimler arasında, nasıl,
klasik olduğunu söyler (Calvino, 2008, s. 11-18). hangi amaçla kullanıldığıdır. Eagleton’ın örneğin-
Yaratılmış bir sanat ürünü olan romanı, öykü- den devam edersek, durakta bekleyen birine “Ey
yü, oyunu, şiiri okuma, bizi başkalarını da oku- sessizliğin el değmemiş gelini” dediğinizde ona
maya yönelten bir eylemdir. İşte bu, okumanın ve herhangi bir bilgi iletmezsiniz, ondan herhangi
edebiyatın hazzıdır. Yazanı sözcüklerle yaratmaya bir bilgi almazsınız, sözcükleri ve cümleyi günlük
götüren keşif ve keyif duygusu neyse okuyanı da işlev ve içeriğiyle kullanmadığınız için bir karşılık
yeni kitaplara götüren odur. Çünkü okuma, yara- da beklemezsiniz. Durakta bekleyen birine yönelt-
tıcı bir eylemdir. Okurken bize haz veren sadece tiğiniz “Sürücülerin grevde olduğunu bilmiyor
yeni ve bilinmedik şeylerin anlatılmasından duya- musun?” cümlesiyse öncelikle o saatte, oradan bir
bileceğimiz heyecan değil, bildiğimiz, tanıdığımız otobüs geçmeyeceğini bildirme cümlesidir; ikinci

6
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

düzeydeyse toplumsal bir olaydan haberdar etme bir korku, bir sorun cümlesi olarak algılardık. Oysa
cümlesidir yani her iki düzeyde de bilgi içerir. Oysa köşe başını tutanın “leylak kokusu” olması, her şeyi
hiçbir edebî cümlenin esasen bilgi iletme işlevi ve tamamen değiştiriyor. Sadece işlev ve amaç bakı-
amacı yoktur. Demek ki edebî olan ile edebî olma- mından değil, bizde yarattığı etki bakımından da
yan arasındaki en temel ayrım, amaçtır. Jacobson, değiştiriyor. Şimdi “leylak kokusunun köşe başını
bunu “metnin amacının yalnız ve ancak kendine tutması ve birinin yakasını bırakmaması” üzerinde
dönük olması” diyerek açıklıyor. Önemli olan söz- bir daha düşünelim. İşte bizim bu noktada durakal-
cüklerle bilgi aktarmak değil, sözcükleri estetik bir mamızı sağlayan, gerçeği dönüştüren ve yeni bir bi-
bağlamda estetik bir amaçla bir araya getirmektir. çime sokan, edebiyatın gücüdür. Günlük yaşamın
Akşit Göktürk ise “yüzeydeki biçimsel özelliklerin sıradan bir durumuna bambaşka bir işlev katan,
değil, ilettiği anlamlarla sunduğu dünya”nın bir edebiyatın gücüdür. İki dizeyle bize leylak kokusu-
metni edebî kıldığını belirtiyor ve edebiyatı “ya- nun gücünü fark ettiren ve hissettiren de edebiya-
şadığımız dünyadaki durumlarla değerleri, gerçek tın gücü. Bu, günlük dilin edebî dile dönüşmesidir.
deneysel bilgilerimizle açıklayamayacağımız bir Edebiyat, dilin her seferinde her sanatçıya özgü bir
bağlamda, bir kurmaca dünyanın kendine özgü tu- biçimde yeniden kurulabilmesi sanatıdır.
tarlılığı içinde, yeni ilişkilerle sunan” bir yapı olarak
tanımlıyor (Göktürk, 1988, s. 42). Bütün bunlar
bizi edebî yani yazınsal olanın, anlatılandan değil,
anlatma biçiminden kaynaklandığına götürüyor. dikkat
Bir örnek verelim: Oktay Rifat bir şiirinde Bir şiirin, bir romanın, bir öykü-
“Köşe başını tutan leylak kokusu/Yakamı bırak da nün nerede, ne zaman, hangi koşul-
gideyim” (Oktay Rifat, 2007, s. 217) diyor. Bir lar altında, nasıl yaratıldığını okur
süre şiir üzerinde biraz kendi kendinize düşünün. olarak merak edebiliriz. Şairlerin,
Bu iki dizelik şiirden öğrenebileceğimiz bir bilgi yazarların eserlerine dair notları,
var mı? Yok. Bu iki dizeyi bilmeden de yaşayabilir günlükleri, mektupları, dergilerde
miyiz? Evet. Peki, bu dizeleri okumuş biri olarak yayımlanmış söyleşileri ve edebiyat
bir değişim geçirdik mi? Eğer üzerinde biraz dü- araştırmacılarının bu yöndeki çalış-
şündüyseniz, sözcüklerin ruhunuza ve zihninize maları bize ışık tutabilir.
erişmesine fırsat tanımışsınız demektir, o zaman
bir değişim de geçirdiniz demektir: Edebiyatla kar-
şılaştınız. Edebiyat, sadece ciltlerce roman, perde-
lerce oyun değildir. Romanlar, oyunlar, günlükler,
mektuplar, şiirler... Hepsi gerçek yaşamın sanatçı- Edebiyat, sadece roman, şiir, öykü, oyun
nın ruhundaki izdüşümleridir. Okur olarak bizler, gibi kurmaca türleri değil, gezi, günlük,
o izdüşümleri kendi ruhumuzdaki yansımalarıyla mektup, yaşam öyküsü, özyaşamöyküsü, anı
birleştiririz ve edebiyat eseriyle karşılaştıkça deği- gibi yaşantısal türleri de içerir. Ortak nokta,
şiriz: Dünyayı başka açılardan görmeye başlarız, anlatılanların okurda estetik bir duyuş oluş-
aynı şeyi birden fazla yolla anlatmanın mümkün turacak şekilde biçimlendirilmesidir.
olduğunu öğreniriz, sözcüklerimiz boyut ve içerik
bakımından çeşitlenir, zevklerimiz incelir, seçkinle-
şir, zihnimiz gelişir, düşüncelerimiz özgürleşir, ru- Edebiyatı tanımlamada en çok kullanılan kav-
humuz beslenir... Edebiyat eseriyle karşılaşmadan ramlardan biri “kurmaca”dır. Kurmaca, “anlatılan
önceki hâlimizden çok daha ilerideyizdir artık ve öykü, birbirini izleyen, birbirine eklenen gerçek,
bu gelişim eserden esere devam eder. gerçeğe benzer ya da düşsel olayların tümü; bir baş-
langıç durumundan bir bitiş durumuna giden belli
Oktay Rifat’ın şiirine dönersek: Şair şöyle bir başlı olayların süre dizimsel bir sıra içinde kendisini
görüntüyü kullanıyor: Köşe başını tutmuş biri, si- oluşturması”dır (Kıran ve Kıran, 2011, s.66). Kur-
zin yakanıza yapışmış ve bir yere gitmenizi engel- maca kavramı; roman, öykü, tiyatro gibi olay akışı
liyor. Günlük yaşamda aralarında çekişme olan iki içeren edebiyat türleri için olduğu kadar, şiir için
kişiden biri diğerine “Köşe başını tutan Ahmet/ de geçerlidir. Çünkü edebiyat ürününün yaratıcısı
Yakamı bırak da gideyim” deseydi, bunu bir tehdit,

7
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

olan yazar/şair, günlük yaşamın izlerinden, araştırmalarından, hayallerinden, düşlerinden, duygularından


vb. yola çıkarak eserini yaratır. Eseriyle gerçek arasındaki bağın düzeyini yalnız ve ancak sanatçı bilir. Bir
izlenim veya bir bilgiden, gerçek yaşamında karşılaştığı ya da zihninde kurguladığı bir olaydan yola çık-
makta sanatçı özgürdür ve bunun düzeyini -eserinde ya da eserin dışında- açıklamak zorunda da değildir.
Okur da metnin bu kurulmuş gerçeği karşısında aynı düzeyde özgürdür; anlatılanları kendi yaşamıyla
benzeştirebilir ya da hiçbir bağ kurmayabilir. Edebiyat eserini yaratan için de okuyan için de eserin gerçek
yaşamla benzeşip benzeşmemesi bir ölçüt oluşturmaz. Biz eseri, bizde yarattığı duygular, düşler, izler için
okuruz. Şairin evinin köşe başında bir leylak ağacı olup olmadığını öğrenmek, şiirin bizde yarattığı etkilere
sanatsal/estetik bir şey katmaz, duyduğumuz sanatsal zevkten bir şey eksiltmez.

Öğrenme Çıktısı

1 Bir sanat dalı olarak edebiyatı açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Edebiyatın kişisel yaşamı- Herhangi bir metnin edebî


Edebiyatın sinema ile ilişki-
nıza katacağı değerler ne- ürün olup olmadığının na-
sini değerlendirin.
lerdir? sıl anlaşılabileceğini anlatın.

EDEBİYAT VE DEYİŞ
Edebiyat, dili sürekli yeniden üretir ve onun anlam evreninin sonsuzca genişlemesini, derinleşmesini
sağlar. Edebiyatla işlenen dil, zenginleşir, renklenir, çeşitlenir. Her sanatçı, yarattığı eserle o dilin sözcük-
lerine yeni anlamlar, yeni işlevler katar. Edebiyat, her sanatçının diğerlerinin söylediğinden, yazdığından
farklı ve özgün bir yolla söz söylemesi sanatıdır. En genel anlamıyla yazarın, şairin dili kendine has bir yolla
kullanma biçimine deyiş (üslup) adı verilir. Bir şiirin altında şairinin adı yazsa da yazmasa da onun kimin
şiiri olduğunu anlamamızı sağlayan, sanatçının deyişidir. Deyiş, şairin ya da yazarın ruhunun, sözcüklerin
bir araya geliş biçiminden, fark edilmesini sağlar. Bir ro-
manı, bir öyküyü, bir tiyatro oyununu, bir şiiri okumamızı
Deyiş kavramının Türkçede daha yaygın sağlayan bazen onun anlattığı şeydir. Ancak o eseri ikinci,
karşılığı üslup, Batı dillerinden gelen kar- üçüncü veya daha çok kez okumamızı sağlayan, o eserin
şılığıysa stildir. yazarının, şairinin başka eserlerini okumaya bizi yönelten,
onun deyiş özellikleridir. Her sanatçıyı diğerlerinden ayıran
özellik, bu deyiştir.
Edebiyat metnini oluşturan, sözcükler ve cümleler arasında anlamsal, çağrışımsal, düşünsel bağların
yanı sıra sessel, söz dizimsel bir araya geliş biçimleridir. Her şair, her yazar, sözcükleri, cümleleri kendi ru-
hundan gelen seslerle kurgular. Bunu şiirde daha etkin hissederiz. Yahya Kemal’in “Sana dün bir tepeden
baktım aziz İstanbul” dizesini düşünelim: Herkesin gerçekleştirebileceği şehri izleme eylemini yüksek bir
hazza dönüştüren bir dizedir bu. Sadece bir bakışı, bir izleyişi değil, şehri bütün tarihi, doğası, insanlarıyla
algılayışı ve kucaklayışı içermektedir. Bu duyguyu yaratan, sözcüklerin bir araya gelişindeki özgün dizi-
liştir. Üstelik hepimizin sanki biz de söyleyebilirmişiz gibi hissetmemizi sağlayacak rahatlıkta, doğallıkta
kurulmuş bir dize ama sadece Yahya Kemal’e özgü bir söyleyiş. Şairin seçtiği sözcüklerin hiçbirinin yerine
bir başkasını koyamayacağımız gibi, hiçbirinin yerini de değiştiremeyiz: “Sana bir tepeden baktım dün
aziz İstanbul”, “Sana dün şöyle bir baktım aziz İstanbul”, “Sana dün bir tepeden baktım sevgili İstanbul”
gibi küçük değişiklikler yaparak aynı dizeye yine bakalım. Adını koyamadığımız, tanımlayamadığımız bir

8
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

şeyin eksildiğini hissederiz. Eksilen, şairin o dizeyi


kurarken sözcükler arasında kurduğu denge, bağ,
ruh ve ezgidir. İşte bu, deyiştir.

Resim 1.2 Orhan Veli Kanık (1914-1950)


Resim 1.1 Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) Kaynak: http://www.haberinizinde.com/bir-garip-adam-
orhan-veli-kanikin-en-guzel-siirleri/599
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Yahya_Kemal_
Beyatl%C4%B1#/media/File:Yahya_Kemal_Bey.jpg
Şiire dair verdiğimiz bu örnekleri, romanlar-
Aynı konu üzerinden bir başka örnekle sürdüre- dan, öykülerden, mektuplardan, tiyatro oyunların-
lim, Orhan Veli’nin “İstanbul’u dinliyorum gözle- dan, günlüklerden cümlelerle çoğaltmak mümkün.
rim kapalı” (Kanık, 1991, s. 101) dizesini düşüne- Örnekleri artırsak da varacağımız sonuç aynıdır:
lim. Şair, şehri izlemez, dinler. Şehirden gelebilecek Deyiş. Deyiş, yazarın ve şairin dili kendine özgü
bütün sesleri şiirinde işler ve bize bir kenti sesleriyle kullanma yoludur. Bir romanı, bir şiiri vb. okur-
betimler, şiir boyunca “İstanbul’u dinliyorum göz- ken ilk anda ne anlattığıyla ilgilendiğimizi sanırız;
lerim kapalı” dizesini yineler. Orhan Veli’nin de ama aslında onu nasıl anlattığıyla ilgiliyizdir çünkü
Yahya Kemal’in de duyduğu hayranlık ve sevgidir. neyi anlattığını bir iki sözcükle, cümleyle toparla-
İki şiirin de konusu aynıdır. Seçtikleri sözcükler yıp aktarabiliriz ama nasıl anlattığını, üzerimizde
aynı yalınlıkta, doğallıktadır. O hâlde her birimi- bıraktığı etkiyi kolay kolay açıklayamayız. İşte bu,
deyiştir. Gündelik ve genel bir kullanımla, okudu-
zin kullanabileceği sıradan sözcüklerle yarattıkları
ğumuz eserin bizi “sarması” ya da “sarmaması” bü-
dizeler, nasıl oluyor da bize ilk kez duyuyormuşuz
yük ölçüde sanatçının deyişiyle ilişkilidir. Nitekim
gibi etki ediyor? Annem “Ne yapıyorsun? Neden
yazarın, şairin diliyle ruhumuz arasındaki bağ, bizi
beni duymuyorsun?” diye başucuma geldiğinde
o sanatçının başka eserlerini okumaya yöneltir. As-
ona “Müzik dinliyorum gözlerim kapalı” diyebili- lında deyiş, bir sanatçının kimliğidir, tarzıdır.
rim ve bu hiç de şiirsel bir cümle olmaz. O hâlde
Günlük yaşamımızda da üslup sözcüğünü sık-
Orhan Veli’nin “İstanbul’u dinliyorum gözlerim
lıkla kullanırız. Birinin bizimle konuşma tonunu
kapalı” dizesini bir şiirin en önemli ögesi yapan ne-
ve seçtiği sözcükleri rahatsız edici bulabilir ve ona
dir? Yanıtlayalım: Şairin sözcükler arasında kurdu-
“Üslubuna dikkat et.” diyebilir; odamızı kendi sti-
ğu bağ, sözcüklerin dizilişini kendine özgü bir yolla
limize göre düzenleyebilir; hediye gelen bir giysiyi
kurgulaması, seslerin bir araya gelişindeki ton, ruh, kendi tarzımıza uygun bulmadığımız için dolapta
dokunuş... Kısacası deyiş. eskitebilir; aynı malzemelerle ve aynı tarifle ya-
pılmış iki kekten birini daha leziz bulabilir ve püf
noktasını öğrenmek isteyebiliriz. Bütün bunlar
üslupla (stille) ilgilidir. Her birinde, mobilyada,
giyside, kekte, konuşma biçiminde kişisel doku-

9
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

nuşlarımız hâkimdir. Sanatta buna bir katman daha eklenir: Estetik dönüştürüm. Yaratıcı kişi, elindeki
malzemeyi (taş, ses, sözcük vb.) kendi tarzını, kişisel tavrını, seçimlerini, bir araya getirme yollarını ararken
ve okuruna/izleyicisine aktarırken estetik açıdan da dönüştürmektedir.
Sanat yaratımlarının doğası her zaman merak edilmiştir; yazar ve şairlerin sözcüklerin büyüsünü nasıl
yakaladığı, nasıl esere dönüştürdüğü, nasıl bir estetik haz yarattığı da. Aristoteles’ten bu yana edebiyat
ürünlerinde dilin özel kullanımları araştırılmış, belirlenen
özelliklerin sonraki eserlere yol göstermesi istenmiş, hatta
Antik Dönem’de ve sonrasında retorik, bazen kurallara dönüştürülmüştür. Batı’da retorik, Doğu’da
edebiyat eleştirisi işlevi görüyordu. Reto- belagat olarak anılan üslup bilgisi, 20. yüzyılın ikinci ya-
riğin bizim edebiyatımızdaki eski karşılığı rısında kuramsallaşarak dil bilimin içinde güçlü bir alana
belagattir, yani güzel söz söyleme sanatıdır. dönüşmüş ve deyiş bilim (stilistik/üslup bilim/biçem bi-
Edebiyat metninin dil ve deyiş özelliklerini lim) adını almıştır. Deyiş bilim, edebî (yazınsal) ürünlerin
değerlendirme alanı olan deyiş bilim (üs- dil özelliklerini estetik açıdan değerlendiren bilim dalıdır
lup bilim, stilistik) ayrı bir bilim dalıdır. ve sadece çağdaş eserlerin değil klasik eserlerin de değerini
anlamaya ışık tutan güçlü bir kaynaktır.
Deyiş bilim, Charles Bally’nin çalışmalarıyla bağımsız bir bilim dalı hâlini almıştır.
Deyiş bilim yazınsal metinlerdeki dil kullanımlarının genel dil yetisi içindeki karşılıklarını saptamaya
çalışır; metindeki anlaşılan ve yadırganan sapmaları çözümlemeye uğraşır; yazarın ses bilimsel, biçim-
sel, söz dizimsel, anlamsal (benzetmeler, eğretilemeler vb.) özelliklerini belirlemeyi önerir. Deyiş bilim,
edebiyat eserlerini temel olarak dört ölçütle incelemeyi amaçlar: Önceleme, koşutluk, yineleme, sapma.
Bunların her biri kendi içinde türlere ayrılır ama her yazınsal yapıtta bu ölçütlerden en az biri bulunur.
Koşutluk ve yineleme, yapı ölçütüdür; önceleme ve sapma ise anlatım ölçütüdür (Özünlü, 2001). Deyiş
bilim araştırmaları, edebiyat eserlerinin bilimsel olarak incelenmesinde çok önemli bir alandır.

Öğrenme Çıktısı
2 Edebiyat eserlerinde özgün ve kişisel dil kullanımı olan deyişin özelliklerini dile
getirebilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Gazetelerdeki kişisel dil kul- Edebî ürünlerin dışında da


Edebiyat bilimi edebiyat
lanımı ile edebî ürünlerdeki özgün ve kişisel bir dil kul-
eserlerinin değerlendirilme-
kişisel dil kullanımlarını de- lanımının olup olamayaca-
sine neler katar? Tartışın.
ğerlendirin. ğını anlatın.

EDEBİYAT BİLİMİ
Edebiyat, bir sanat dalıdır. Edebiyat eserinin özelliklerini ortaya koyma yönünde yapılan çalışmalar-
sa bilim dalıdır. Edebiyat bilimi (yazın bilim) bize edebiyat eserine nasıl bakmamız gerektiği konusunda
yol yöntem sunar ve sunduğu bu yöntemlerle metni incele-
memize olanak sağlar. Genel olarak edebiyat bilimi, Gürsel
Aytaç’ın tanımıyla şöyle açıklanabilir: “Edebiyatın kuramla- Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, edebiyat
rını, tarihî gelişimini, çözümleme, alımlama yöntemlerini, biliminin çalışma alanlarından biridir.
değerlendirme olgusunun dayandığı ilkeleri, yaratıcılık-üre- Karşılaştırmalı edebiyat biliminin amacı,
ticilik sürecini, ulusal sınırları da aşarak inceleyen, belgelere farklı dillerde yazılmış eserleri ortak ve
dayandırarak araştıran bilim dalı” (Aytaç, 2003, s.9). farklı yanlarıyla değerlendirmektir.

10
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Edebiyat bilimi, edebiyat eserlerinin bize gö- Edebiyat tarihi temel olarak üç yönde araştırma
rünürde söylediklerinin ardında neler olduğunu içindedir:
anlamamız için okuma açıları oluşturur. Böylece 1. Edebiyat dönemlerini, sanatçıları ve eser-
bir metnin tüm katmanlarının çözümlenmesini, leri tarihsel bir çizgi üzerine yerleştirmek.
yüzeyde ve derinde anlamsal ve biçimsel olarak ir- Bu sayede edebiyatta etki-tepki ilişkilerini,
delenmesini sağlar. Okumak, gözlerimizin satırlar devam eden ve kesintiye uğrayan edebiyat
üzerinde gezinmesi, sözcüklerin beynimize değip ölçütlerini ortaya koymak,
uzaklaşması değildir. Gerçek ve etkin bir edebiyat
2. Ulusal ya da evrensel düzeyde tarihsel ve
biliminden edebiyat tarihini, edebiyat eleştirisini,
siyasal gerçeklerle edebiyat hayatı arasın-
edebiyat kuramını anlamamız gerekir. Birbirinden
daki ilişkileri araştırmak, tarihsel ve siyasal
tamamen ayrılamayan, bir eseri değerlendirmede
olayların edebiyat dönemlerinin, edebiyat
çoğu kez iç içe geçen bu üç temel araştırma alanı,
eserlerinin oluşumuna etkisini belirlemek;
yüzlerce yıldır edebiyat eserlerini incelemede bize
böylece gerçek tarih ile edebiyat arasındaki
yol gösteriyor. Kuram, yöntem sunuyor; eleştiri
ilişkileri ortaya koymak,
eseri inceleme açıları sağlıyor; tarih eseri öncesiyle
sonrasıyla bir noktaya yerleştiriyor. 3. Sanatçılar ve eserleri hakkında yaşamsal bilgi-
ler vermek: Sanatçı nerede doğmuş, yaşamı-
nın önemli aşamalarını (eğitim, aile, iş, sağ-
Edebiyat Tarihi lık...) nerede ve nasıl geçirmiş, nerede ölmüş;
Edebiyat tarihi, bir eserin veya bir sanatçının eserlerini hangi koşullar altında, nerede, nasıl
tarihsel çizgi üzerindeki yerini belirlemeye çalışır. yazmış, hangi sanat çevrelerinde bulunmuş,
Ulusal ve evrensel bağlamda edebiyat eserlerinin kimlerden etkilenmiş, yayımlandığında eser-
tarihini oluşturmayı amaçlayan bilim dalıdır. An- leri nasıl bir etki yaratmış, onunla aynı dö-
tik Yunan Dönemi’nden beri Batı edebiyatında nemde başka kimler yaşamış, yazmış? Bu ve
eserlerin bir tarih dizgesine yerleştirilmesi için uğ- benzeri sorularla sanatçının yaşamöyküsüne
raşılmıştır. Her dil, kendi edebiyat tarihini kurmayı ve eserlerinin oluşum koşullarına dair somut,
öncelikle ister. Çünkü edebiyat tarihi, ulusal dilin gerçek bilgilere erişmek.
tarihsel gücünü gösterir ve o ulusun tarihteki kalı-
cılığının işaretidir. Edebiyat tarihçiliği sadece dille
değil, edebiyatla varlığını kanıtlamanın en önemli
yollarındandır. internet
Tezkireler hakkında öz bilgi için bk. Musta-
fa İsen, “Türkçenin Biyografi Kaynakları”,
Edebiyat tarihi çalışmaları geniş kap- http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/
samlı olabileceği gibi dar kapsamlı da turkcenin_biyografi_kaynaklari.pdf.
olabilir. Geniş kapsamlı çalışmalar Türk
edebiyatını ilk eserlerinden bugünkü eser-
lerine kadar dönemlere ayırarak tanıtmayı
Türk edebiyatı tarihi, sözlü kültür ürünlerimiz-
amaçlayabilir. Dar kapsamlı çalışmalarsa
le başlar. İlk yazılı ürünümüz olan Orhon Yazıtla-
bütünü değil belli bir türü (Türk romanı,
rı, aynı zamanda Türk edebiyatın ilk şaheseridir.
Türk tiyatrosu gibi) ya da belli bir dönemi
Türk edebiyatı tarihi açısından en önemli kaynak-
(Tanzimat Dönemi, Servet-i Fünûn Dö-
larımızdan olan tezkireler, şairlerin veya belirli bir
nemi gibi) ya da belli bir sorunu, durumu
alandaki kişilerin hayatı, sanatı, eserleri hakkında
(Türk edebiyatında kadın yazarlar, Türk
kısa bilgiler veren bir yanıyla ansiklopedik metin-
şiirinde Kurtuluş Savaşı, Ankaralı şairler
lerdir, bir yanıyla edebiyat eleştirisi niteliğinde, bir
gibi) işleyebilir.
yanıyla da edebî metin seçkisidir.
Modern anlamda edebiyat tarihi çalışmaları
Avrupa’da ve Türkiye’de 19. yüzyılda başlamıştır.
Ziya Paşa’nın Harabat’ı, Abdülhalim Memduh’un
Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye’si bizdeki ilk edebiyat

11
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

tarihleri arasındadır. Akademik anlamda ilk ede- Kuramlar bize edebiyat metinlerini hangi yol-
biyat tarihi araştırmaları olarak Fuat Köprülü’nün larla, nasıl okuyacağımıza dair yol gösterir. Kuramı
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ı, Agâh Sırrı oluşturan tekil örnekler değil, bütüncül bakıştır.
Levend’in Türk Edebiyatı Tarihi’ni, Ahmet Ham- Kuramlar metinleri daha nesnel okuyabilmek, me-
di Tanpınar’ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni tinlerin bize yüzeyde ve derinde ne anlatmak istedi-
saymamız gerekir. Daha yakın zamanda kaleme ğini daha iyi anlayabilmek, ölçütler geliştirebilmek
alınmış edebiyat tarihi araştırmaları arasında İnci
için gereklidir.
Enginün’ün Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Ede-
biyatı Tarihi, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Edebiyat eserlerini değerlendirmede bir öl-
Tarihi adlı çalışmalarını, Talat Halman, Osman çüt oluşturma fikri, sanıldığı kadar yeni değildir.
Horata vd. tarafından hazırlanan Türk Edebiyatı Antik Yunan Dönemi’nde edebiyatın ne olduğu,
Tarihi’ni anabiliriz. işlevi ve etkisi üzerine Platon ve Aristoteles dü-
şünmüştür. Aristoteles, biçim ve öz bakımından
tragedyaların ve komedyaların nasıl olması gerek-
tiğine dair düşüncelerini Poetika adlı kitabında
dile getirmiştir. Daha çok tragedya üzerinde yo-
ğunlaşan Aristoteles, tiyatroya nesnel ölçütler ge-
tirmeyi amaçlamıştır. Kendisi eserini bitirene dek
yazılmış/sahnelenmiş oyunları izleyerek vardığı
sonuçlar bütününü yöntemli olarak açıklamış,
böylece iyi bir tragedyanın kurallarını belirlemiş-
tir. O dönemde tragedya, sadece tiyatro anlamına
gelmiyordu; şiir ve bütün olarak edebiyat demek-
ti. Dolayısıyla Aristoteles’in Poetika’sı ilk edebiyat
kuramı eseri niteliğindedir ve neredeyse roman-
tizme dek kendinden sonra gelen dönemlerin ti-
yatro ve edebiyat anlayışına da yön vermiştir.
Aslında her tarihsel dönem kendi okuma bi-
çimlerini ve edebiyat, sanat kuramlarını da berabe-
rinde getirmiştir. Klasik dönemi belirleyen kuram
Antik Yunan ve Roma Dönemi’nin metin okuma
biçimleriydi: Yüksek erdemleri işlemek, belirlene-
gelmiş kurallara kesinlikle uymak, temel ilkelerdi.
Romantik dönem, klasik dönemin okuma biçim-
lerini ve sanatsal kurallarını daha en başından red-
detmiş ve eserde duyguyu öne çıkarmıştı. Bireyin
Resim 1.3 Orhon Yazıtları kendini tüm duygularıyla ortaya koyma cesareti,
Kaynak: http://www.turkcebilgi.com/uploads/media/ şimdiye dek anlatılamamış bireyselliğin öne çıka-
resim/tonyukuk_abidesi.jpg rılması kadar toplumcu amaçlar da sanatsal ba-
şarının ölçütüydü. 18. yüzyıldan itibaren tarihin
Edebiyat Kuramı bilimselleşmesi, sanatçının yaşamöyküsünün tam
Edebiyat eserlerini inceleme için sunulan yön- bilinmesi yolundaki araştırmaların da önem kazan-
temler, kurallar, sistemler, kavramlar bütününe masını sağladı. Bu, eserin yaratıcısı olan yazarı/şairi
edebiyat kuramı (edebiyat teorisi) denir. Kuramlar, ve onun yaratıcı dehasını yücelten yaklaşımın da
sınırları özenle belirlenmiş bir yaklaşım, birbiriyle tu- bir sonucuydu (yaşam öyküsel kuram). Romantiz-
tarlı ilkelerin meydana getirdiği bir çerçevedir. Berna min tarihe yönelişi beraberinde tarihsel kuramları
Moran’a göre edebiyat kuramı; sanatçı, eser, okur, dış da getirdi. Tarih-edebiyat ilişkisi salt 19. yüzyılda
dünya (toplum) arasındaki ilişkileri çözümlemeye ya- değil 20. ve 21. yüzyılda da önemli bir düşünüş
rayan ilkeler bütünüdür (Moran, 1981, s. 5). olarak ve boyut değiştirerek sürdü.

12
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

19. yüzyıl sonu, bilimsel gelişmelerin de en bü- dökümleri de yeterli değildi; ne bilimsel bir kader-
yük hızla yaşandığı dönemdir. Dolayısıyla realist den ne toplumsal heyecanlardan söz etmek müm-
dönem, metni ruhsal ve toplumsal gerçekçilikle kündü. 19. yüzyılın sonundan beri süregelen kadın
ölçmeyi seçti. Bireysel ve kültürel genetik, bilimsel hareketleri hem kadın yazarları yaratmıştı hem de
şüphe, akılcı tutum, şaşmaz gerçekçilik en önem- metinlerdeki kadın karakterleri değiştirmişti; bu
li değerlerdi ve insanın biyolojik kaderini aşama- değişim 20. yüzyılın başından itibaren feminist
yacağı gerçeği, 19. yüzyılın en önemli değişimleri kuramın oluşumunu sağladı. Kadın olmak, bede-
içeren bilgilerinden biriydi. Bir yandan Hippolyte niyle toplum arasında sıkışmış bir bireyin sancıla-
Taine’ın ırk-çevre-an düşüncesi, bir yandan Dar- rını yaşamak ve bunun bilincine varmak demekti;
win ve Freud gibi bilim adamlarının çalışmaları, metinlerde araştırılması gereken de bu kadınlık
edebiyat eserlerine bakışın yönünü de değiştirdi. bilinciydi. Öte yandan ruhun tekinsizliği, gizemi,
Psikanalitik kuram, Freud’un ruhbilim çalışmala- sorunları, bedenin isteklerine mahkûm oluşu he-
rının edebiyat eserlerinde de bir araştırma konusu nüz yeterince çözümlenmiş sayılmazdı. 20. yüzyıl
olabileceğini gösterdi. Öte yandan realist dönem boyunca psikoloji ve psikiyatri bilimlerinin gelişi-
toplumsal ideolojilerle de örtüştüğü için, eser ara- mine koşut olarak psikanalitik kuram, derinlik ka-
cılığıyla okurun toplumsal bilince erişmesi de ku- zanarak sürdü. Bir yandan da modernist dönemle
ramsal açıdan destekleniyordu (Marksist kuram, metin dışı tüm bilgileri öteleyip sadece metne bak-
toplumcu kuram vb.). mayı öneren kuramların çağı başlıyordu (biçimsel-
cilik). Metnin yaratıcısı olan sanatçının ve onun
işlediği toplumsal, bireysel düşüncelerin yüceltil-
diği dönem sona ermişti. Biçimselcilik, Vladimir
Propp’un anonim masallara yönelik bir çizelgesinin
çağdaş metinler için de geçerli olup olamayacağı-
nın denenmesiyle başlayan ve edebiyat eserini bir
yapı olarak algılamayı öneren bir kuramdı. Edebi-
yat metinlerine getirdiği yapı odaklı yaklaşım, 20.
yüzyıl boyunca yeni düşünüş biçimlerine dönüştü.
Biçimselcilik, ardından yapısalcılığı, gösterge bili-
mi ve diğerlerini getirdi.
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren girdiği-
miz postmodernist süreç, gerçeğe dair inandığımız
her ne varsa hepsini altüst eden, bizi her konuda
şüpheye sürükleyen, kendimizi daima sallantıda
hissetmemize neden olan bir dönemdir. Metinle-
rin okur olarak bizi kendinden uzak tuttuğu, bi-
zimle oyun oynadığı, neye inanacağımızı şaşırttığı
bir dönem. Bu da biçimselciliğin izinde, tamamen
metni egemen kılan kuramları beraberinde getirdi:
1960’lardan itibaren yapısalcılık, gösterge bilim,
Resim 1.4 Hippolyte Taine (1828-1893) yapısalcılık sonrası, metinler arasılık, yapı bozu-
culuk birbirini izledi. Eser odaklı bu kuramlarda
Kaynak: http://www.quotationof.com/gallery/
temel olarak metnin, kendi içinde tamamlanmış
hippolyte-taine-4.jpg.htm
bir yapı olduğu ancak kendi yapı parçacıklarına
Realist dönemden büyük ölçüde beslenen mo- ayrılarak ya da başka metinlerle ilişkiyle çözümle-
dernist dönemse ideolojilerin önce yükselip sonra nebildiği düşüncesi egemendir. Metin odaklı ku-
çöktüğü bir dönem, iki dünya savaşı arasında yaşa- ramlar, metnin dışındaki her şeyi reddetmektedir.
dıklarının sonucunda gerçeğe güvenini yitirmiş bi- Çok ilginçtir ki o metnin algılayıcısı, yorumlayıcısı
reylerin çağıydı. O nedenle eserden çağdaş bireyin olan okuru aşırı derecede yücelten kuramlar da bu
kendini tüm sorunlarıyla ortaya koymasını bek- dönemin ve bu kuramların bir ürünüdür. Umber-
lendi. Artık salt bilimsel gerçekler de salt ruhsal iç to Eco, metnin içindeki göstergeleri yorumlayan

13
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

bir okur olmadığında metnin varlığından söz edip • Metne odaklanan kuramlar: Biçimselcilik
edemeyeceğimizi sorarak ve her metnin daima yeni (formalizm), yapısalcılık, gösterge bilim,
yorumlara “açık yapıt” olduğunu vurgulayarak post yapısalcılık, yapı bozuculuk, metinler
metnin egemenliğini okurun egemenliğine dönüş- arasılık, yorum bilim (hermeneutik) gibi
türdü. Postmodern dönem, tarih romanlarının da kuramlar, salt olarak metinle ilgilenir. Bu
yeniden yükseldiği bir dönemdir. Ancak bu kez 19. kuramlar metnin yalnız ve ancak kendi için
yüzyıl sonundaki dev tarihsel romanlardan bam- ve kendi içinde çözümlenmesi gerektiğini
başka bir anlayışın ürünü olan, tarihsel olaylara öne sürer. Metnin kendi içinde birbiriyle
belgesel bir sadakatten çok tarihi sorgulamayı seçen bağıntılı ögelerini belirlemeyi, bunların bir-
eserler söz konusudur. Bu da beraberinde yeni bir biriyle ilişkilerini çözmeyi amaçlar. Metni
kuram getirdi: Yeni tarihselcilik. Tarihin büyük ve yaratan sanatçıyla, metnin alıcısının onu
güvenilmez bir metin olduğu düşüncesi, edebiyat nasıl algılayacağıyla, toplumsal, tarihsel,
eserleriyle tarih arasındaki ilişkinin ciddi ve sarsı- bireysel olarak neler öğreteceğiyle, hangi
cı biçimde sorgulanmasını da beraberinde getirdi. tarihsel dönemde, hangi koşullar altında,
Aynı derin sorgulama cinsiyet rolleri için de geçer- nasıl üretildiğiyle ilgilenmez.
liydi. 19. yüzyılda başlayan ve çeşitli aşamalarla 20.
yüzyılı derinden sarsan feminist düşünce, değişim
geçirerek yeni düşünceler yarattı: Bireylerin ka-
dınlık, erkeklik rollerini toplumsal kurallarla öğ- Metne odaklanan kuramların çoğu, dil
rendikleri ilkesinden yola çıkan toplumsal cinsiyet bilimin edebiyat eserlerine yönelmesinden
kuramı, eş cinsel bireylerin sanat eserlerindeki var- doğmuştur.
lığını ortaya koymayı amaçlayan queer kuram, 21.
yüzyılı biçimlendirmeye başladı. Ayrıca 1980’lerde
başlayan küresel çevre felaketlerinin yarattığı do- • Sanatçıya odaklanan kuramlar: Ruh bi-
ğaya ve çevreye duyarlık hareketleri de edebiyat ve limsel (psikanalist) ve yaşam öyküsel (biyog-
sanat eserlerinde çevre bilincini esas ölçüt olarak rafik) kuramlar, yazarın ya da şairin yaşamı,
almayı gerektiren çevreci kuramları yarattı. eserini yaratma süreçleri, yaşamıyla eseri
Çok kabaca değerlendirdiğimiz tarihsel akış arasındaki bağları çözmek üzerine odakla-
gösteriyor ki insanlığın her tarihsel dönemeci kendi nan kuramlardır. Metindeki karakterlerin
sanat ölçütlerini yaratıyor ama kuram, moda değil- ruhsal çözümlemesi, karakterler ve metin-
dir, sanat akımı değildir. Dönemsel değişimler gös- deki diğer kurmaca gerçeklerle sanatçının
terse bile her kuram, ortaya çıktığı dönemden baş- yaşamı arasındaki ilişkileri çözümlemek, bu
ka dönemlerin eserlerine dair değerlendirmelerde türden kuramların araştırma alanına girer.
bulunmaya açık yöntemler sunar. Cinsiyet odaklı • Okura odaklanan kuramlar: Alımlama
kuramlarla Tanzimat Dönemi metinleri de incele- estetiği, okur odaklı eleştiri gibi kuramlar,
nebilir; gösterge bilimsel kuramla divan şiiri me- bir metnin ancak okurunun elinde anlam
tinlerini incelemek çok sağlam sonuçlar verebilir; ve değer kazanacağını, okurun yorumlarıyla
çevreci kuramla Türk halk şiirine bakılabilir. Ayrıca var olabileceğini öne sürer. Aslında bu ku-
kuramın hangi dönemde, hangi ülkede ortaya çık- ramlar, metne odaklanan kuramların bir
tığı değil, metne bakışta bize yeni bir şey getirip ge- sonucudur. Çünkü metnin göstergelerinin
tirmediği önemlidir. Biçimselcilik, metinler arasılık ancak o göstergeleri anlayan, yorumlayan
Rusya’dan Fransa’ya ve tüm Avrupa’ya yayılmıştır; okurla çözümlenebileceğini öngörürler.
yeni tarihselcilik İngiltere’den başlamıştır; çevreci Okurun deneyimi, bilgisi, beklentisi, met-
kuramlar ise Amerika’da filizlenmiştir. Kuramlar nin anlamını belirler.
bize metinleri yeniden farklı gözlerle okuma yön- • Metin dışına odaklanan kuramlar: Tarih-
temlerini getirir. Bu da edebiyat biliminin her bi- selci, yeni tarihselci, arketipçi, toplumcu,
lim dalı gibi gelişimci, ilerlemeci, karşılaştırılabilir, Marksist, feminist, toplumsal cinsiyetçi,
nesnel özellikleriyle ilgilidir. queer, çevreci (ekolojik) kuramlar, metnin
Edebiyat kuramlarını dört temel grupta incele- oluşum süreçlerinde ve amaçlarında tari-
yebiliriz. hin, toplumun, cinsiyetin etkisini araştıran

14
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ve tartışan kuramlardır. Bir metnin köken- nel bakabilmek için ilkeler önermek esastır. Metin
lerindeki kültürel kodları çözümlemek, okuma, yaratıcı ve gelişimli bir eylemdir. Kuram,
metinde cinsiyet (kadınlık, erkeklik, eş cin- bu eylemin bilimsel temellerinin olmasını sağlayan
sellik...) konusundaki tavırları sorgulamak, güçlü bir araçtır. Tarih boyunca yeni kuramların
metinde dorudan ya da dolaylı olarak işle- gelişmesi, metinlerin daima yeniden değerlendiril-
nen doğa yitimlerini ve canlılar hakkındaki mesini sağladığı için çok önemlidir. Dün yeterince
tutumu belirlemek, tarihin kurmaca metne anlaşılamayan, genel akışın ya da ortak beğeninin
dönüşümünü araştırmak, edebiyat eseriyle dışında kalan bir metin bugünün kuramları ışığın-
toplumu belirli bir düşünce konusunda bi- da okunduğunda çok değerli ve önemli sonuçlar
çimlendirme ve bilinçlendirmeye dair tes- verebilir. Edebiyat bilimi, dünün ve bugünün eser-
pitlerde bulunmak, bu türden kuramların lerine aynı nesnel mesafede durarak bakabilmeyi,
temel araştırma konularıdır. metinleri yeniden ve farklı gözlerle okuyabilme
zenginliğini kuramlara borçludur.
Kuramlar, metin eleştirisinin yöntemsel da-
Metin dışına odaklanan kuramlar, edebi- yanağıdır. Parçalar arasındaki ilişkileri çözmemizi
yat ile diğer bilim dallarının ilişkisinden sağlayan bir çizelgedir. Kuramın ışığında metin
kaynaklanmıştır. çözümleme işiyse akademik eleştirinin görevlerin-
dendir.

Kuramlar bir yandan toplumsal, tarihsel, bilim- Edebiyat Eleştirisi


sel, siyasal gelişmelerle bir yandan da başka bilim
Her dönem kendi beğeni anlayışlarını berabe-
ve sanat dallarıyla edebiyat arasındaki ilişkilerle
rinde getirir. Buna sanat ve edebiyat beğenisi de
bağıntılıdır. Kadın hareketleri feminizmi, çevre
dâhildir. Eleştiri, belirli bir düşünce, ilke, yaklaşım,
felaketleri ve çevre eylemleriyse çevreci kuramları
belirli bir anlayış, düşünüş, belirli bir beğeni, moda
yaratmıştır. Biyoloji, psikoloji bilimlerinin doğuşu
vb. doğrultusunda bir eseri değerlendirme yoludur.
edebiyat eserlerine genetik, evrimci, ruh bilimsel
Bazen akademik yolla bazen kişisel yorum yoluyla
bakış açılarını getirmiştir. Ancak unutulmamalıdır
bir eser, bir sanatçı, bir anlayış hakkında eleştiride
ki kuramlar edebiyatı biçimlendirmez, edebiyat
bulunulabilir. Bu eleştiri, o sanat eserinin ya da o
eserlerini daha iyi anlamamız için bize yardımcı
sanatçının kendi devrinde beğenilmesini, izlenme-
olur. Örneğin, alışılagelmiş tarih görüşleriyle 20.
sini, çok satmasını sağlayabilir ya da eleştirmen-
yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılmış tarihsel
lerce beğenilmediği için kendi içine kapanmasına,
romanları çözümleyebilmemiz çok zordur. Post-
ürettiği eserleri yayımlamamasına neden olabilir.
modern dünyanın postmodern yazarlarını anlaya-
Ancak eleştiri, bir yanıyla çok kişisel ve dönemsel
bilmek için yeni bir tarih görüşü gerektiği için yeni
bir beğeniyi de yansıtabilir. Bir dönem eleştirmen-
tarihselci kuram doğmuştur. Benzer şekilde, her ne
lerce ve okurlara çok beğenilen, çok satan yazarla-
kadar kadınların sosyal, siyasal varlık mücadelesi ve
rın/şairlerin bugün edebiyat tarihlerinde adları bir
feminist hareketler sürüyorsa da toplumsal düzeyde
cümleyle geçerken belki aynı dönemde kimsenin
cinsiyet konusunda bir üst bilinç aşamasına erişil-
okumadığı, tanımadığı, eleştirmenlerin adını bile
mesi, bunun sadece bir kadınlık meselesi olmadığı
anmadığı yazarlar, şairler, edebiyat tarihinin dö-
toplumun cinsiyet kalıplarıyla ilişkili olduğunu or-
nemeçlerini oluşturabilir. Kafka ve eserleri, ikinci
taya koymuştur. Bu da feminist kuramın toplum-
duruma açık bir örnektir.
sal cinsiyet kuramını ve queer kuramı yaratmasını
sağlamıştır. Demek ki kuram canlı bir bilgi alanı Antik Yunan ve Roma Dönemlerinde, bir ese-
yaratmakta ve çevresini saran tüm bilgi evreninden rin tragedya veya komedyanın yapı ve öz bakımın-
beslenmektedir. Yine de unutmamalıyız ki kuram dan kesinleştirilmiş kurallarına uyup uymaması, o
tek başına değil, edebiyatla birliktedir. eserin başarılı olup olmadığına dair bir ölçüt oluş-
turuyordu. Bu anlayış klasisizm için de geçerliydi.
Kuramın amacı, metne belli ölçütler aracılığıyla
Romantizmden bu yana, edebiyat eserinin nasıl
ve yöntemli bakarak doğru bilgilere erişmektir. Bu-
olması gerektiğine dair ölçütler bu denli kesin ve
rada A metninden B metnine değişen değerlendir-
keskin değildir. Dolayısıyla edebiyat eleştirisinin
meler ortaya koymak değil, A ya da B metnine nes-

15
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

ölçüleri ve ölçütleri de o kadar belirgin değildir. dergilerinden izlenebilir. Bu dergilerde eleştirilerini


Ama bu belirsizlik edebiyat eleştirisini yok etmez. yayımlayan yazarlar, çağın ve dönemin edebiyat
Çünkü sanatta her zaman bir konuda beğenisini görüşünün de bir ölçüde belirleyicisidir. Nurullah
ya da beğenmezliğini ifade eden kişilere gereksi- Ataç, Türk edebiyatında herkesin üzerinde birleşti-
nim vardır. İlk anda rahatsız edici gibi gelse de ği çok değerli bir eleştirmenimizdir. Hüseyin Cön-
eleştiri sanatı bir yandan besleyen bir yandan ge- türk, Adnan Benk, Doğan Hızlan, Feridun Andaç,
liştiren bir eylemdir. Semih Gümüş edebiyatımızın önemli eleştirmen-
Sanatta ve edebiyatta hem üreten hem de tüke- lerindendir. Bir şair ya da bir yazar aynı zamanda
ten açısından kişisel beğeni söz konusu olduğuna çok iyi bir eleştirmen olabilir. Baudelaire, Orhan
göre, eleştirinin nesnelliğinden nasıl söz edebiliriz? Veli, Behçet Necatigil hem üstün birer şair hem iyi
Üstelik çeşitli edebiyat dönemleri kendi eleştiri an- birer eleştirmendir. Onların başka metinler üzerine
layışlarını da beraberinde getirmiş, başarı ölçütleri- yazdıkları eleştiri yazıları da birer edebiyat eseri in-
ni de ona göre kesinleştirmiştir. Örneğin toplumcu celiğinde ve estetiğindedir.
sanat anlayışının öne çıktığı dönemlerde bireye “Akademik edebiyat eleştirisi” ise güncel ede-
odaklanan metinler başarısız bulunmuştur. Şiirde biyat eleştirisine göre daha nesnel ve ölçünlü bir
biçimin çok önemsendiği dönemlerde biçimsel yaklaşım sunmaktadır. Üniversitelerin edebiyat ve
özellikleri reddeden, hafife alan, önemsemeyen şa- filoloji bölümlerinde gerçekleştirilen araştırmaların
irler başarısız bulunmuştur ancak bu türden ölçüt- bir bölümü, sanatçılar ve eserler hakkında günün-
lerin de gerçekten bir edebiyat eserinin başarısını de yapılmış eleştirileri de göz önünde bulundura-
ya da başarısızlığını belirleyemeyeceği ortadadır. rak o sanatçının ve eserlerinin Türk edebiyatı tarihi
Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet tarafından içindeki yerini ve değerini belirlemek yönündedir.
dergilerde yayımlanan ölçüsüz şiirleri o günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Türk
olumsuz değerlendiren eleştirmenlerin pek de ön- edebiyatına hem akademik hem de eleştirel bir yak-
görülü olmadığını edebiyat tarihi bize gösterir. laşım getiren kişilerdir.
Bu durumda “güncel edebiyat eleştirisi”nin her
zaman geçerli ve değişmez doğrular ortaya koydu-
ğunu söylemek zordur. Çünkü edebiyat eleştirmeni,
kendi yaşadığı çağın, dönemin, edebiyat ortamının dikkat
vb. bakış açısıyla yine kendi yaşadığı dönemin ede- Akademik eleştiri bazen de belirli
biyat eserine, sanatçısına bakmaktadır. Burada ne bir sorun çerçevesinde bir eserin
kadar nesnel ölçütler koymaya çalışsa da eleştirmen irdelenmesi yönünde olabilir. Bir
çağıyla, dönemiyle sınırlı kalabilir. Yayımlanmış eserde bir ayrıntının ortaya kon-
bir esere dair beğeni ya da beğenmezliğini yazarak ması, bir yazarın/şairin bütün eser-
paylaşan edebiyat eleştirmeni, o günün okurunu o lerinin bir odak sorun çerçevesinde
metne yönlendirmiş veya metinden uzaklaştırmış değerlendirilmesi gibi.
olabilir. Güncel eleştiri, edebî öngörü ve sezgi ge-
rektiren özel bir alandır. Bir eleştirmen sayesinde
henüz ilk kitabını yayımlamış gelecek vadeden bir Akademik eleştiri kapsamında yapılan çalışma-
yazarı tanıyabiliriz, olgunluk dönemindeki bir sa- ların bir bölümü de eserlerin eleştirel yöntemler ve
natçının yeni eserinin diğer eserlerine göre başarılı edebiyat kuramları ışığında incelemesi yönündedir.
ya da başarısız yanları hakkında bilgi sahibi olabi- Aslında akademik eleştiri, büyük ölçüde edebiyat
liriz, çok reklamı yapılan bir yazarın göz boyayan kuramlarından beslenir. Bir eleştiri yöntemi, belirli
ihtişamını aralayabiliriz... Böylece güncel bir eleş- bir ölçüt ya da bir edebiyat kuramı doğrultusunda
tirmenin tespit ve tahlilleriyle hâlihazırda akıp gi- bir ya da birkaç eserin değerlendirilmesi, akademik
den edebiyat dünyasına dair birçok şey öğrenebilir, eleştirinin başlıca işlevlerindendir. Kuramın sun-
kişisel okuma evrenimizi oluşturabilir, yeni eserlere duğu yöntemi ve bakış açısını kullanarak bir eseri
ve yeni sanatçılara fırsat tanıyabiliriz. Çoğu yazarın inceleme ve onun değerini ortaya koyma yönünde-
ve eserin akıbetini güncel eleştirmenlerin belirledi- ki çalışmalara edebiyat eleştirisi diyoruz. Örneğin,
ğini unutmamak gerekir. Edebiyatın değişken, sü- feminizm kuramı ışığında Duygu Asena’nın Kadı-
rekli hareket hâlindeki canlı yüzü, edebiyat-sanat nın Adı Yok kitabını incelemek, çevreci eleştiri ışı-

16
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ğında Cengiz Aytmatov’un bir romanına eğilmek, Edebiyat biliminin kurucu değerleri olan ede-
yeni tarihselcilik ışığında Kemal Tahir’in ya da biyat tarihi, kuram ve eleştiri, birbirinden kesin
Attilâ İlhan’ın bir romanını değerlendirmek gibi. çizgilerle ayrılmayan, birbirini tamamlayan ince-
Bu türden bir okuma, metnin üzerine yoğun bir leme alanlarıdır. Çünkü edebiyat biliminin ama-
dikkatle eğilmeyi, ayrıntıları yakalayıp birleştirme- cı, edebiyat eserlerinin daha iyi ve daha doğru
yi, eseri derinlemesine irdelemeyi gerektirir. Edebi- anlaşılmasına, hak ettiği değere ulaşmasına yol
yatta eleştiri, metindeki kusurları ortaya çıkarmak göstermektir.
anlamına gelmez; metni enine boyuna incelemek,
Sözün büyüsü olarak nitelendirebileceğimiz
eksikleri kadar üstünlüklerini de açıkça ortaya koy-
edebiyat, bireyleri birbirine bağlayan bir araç
mak, kuramın ışığında nesnel bir mesafede durarak
olan dille yaratılmış sanat eserlerinin bütünüdür.
metne yoğunlaşmak anlamına gelir.
Edebiyat, insanları hem toplumsallaştıran hem
Edebiyat kuramlarında olduğu gibi, edebiyat bireyselleştiren hem de evrenselleştiren bir sanat
eleştirisinde de yaklaşımlar dört grupta ele alınabilir:
dalıdır. Yazarken ve okurken tek başına görünü-
• Metne odaklanan eleştiri: Biçimselci eleş- rüz ama yazarak ve okuyarak yarattığımız kalaba-
tiri, yapısalcı eleştiri, gösterge bilimsel çö- lık ve geniş bir iç dünyada dolaşırız. Bu gezinti
zümleme, yapı bozucu eleştiri, metinler ara- bizi bir yandan birey olarak zenginleştirir, çoğal-
sılık, yorum bilimsel eleştiri, yeni eleştiri... tır, olgunlaştırır bir yandan da üyesi olduğumuz
• Sanatçıya odaklanan eleştiri: Ruh bilimsel topluluğun ve insanlık evreninin bir parçası kılar.
(psikanalist) eleştiri, yaşam öyküsel (biyog- Diğer sanat dalları gibi edebiyat da bizi derinleş-
rafik) eleştiri... tirir, güçlendirir. Yazar ve şair, söze bizden başka
• Okura odaklanan eleştiri: Alımlama este- bakabilen, sözle bizden daha fazlasını gerçekleşti-
tiği, okur odaklı eleştiri... rebilen kişidir. Deyiş (üslup) dediğimiz bu kişisel
• Metin dışına odaklanan eleştiri: Tarihsel- kullanım özellikleri, edebiyat eserinin özgünlü-
ci eleştiri, yeni tarihselci eleştiri, arketipçi ğünü ve estetik yüksekliğini oluşturur. Edebiyat
eleştiri, toplumcu eleştiri, Marksist eleştiri, bilimiyse tarih, kuram ve eleştiri yoluyla edebiyat
feminist eleştiri, toplumsal cinsiyetçi eleşti- eserlerinin kalıcılığını sorgulamamızı sağlar; on-
ri, queer eleştiri, çevreci (ekolojik) eleştiri... ların gerçek değerinin anlaşılması için çabalar.

araştırmalarla
ilişkilendir
Yazınsal Okuma Süreçleri lınkat bir yorum değil, tam tersine, metnin görün-
Neden bazı metinler “yazın”, yani edebiyat adı meyen, soyut katmanlarından somut, biçimsel,
altında toplanır? Neden bu metinler özel bir dikkatle yazılı ve/ya da sessel katmanlarına dek çıkan çok
birkaç kez okunur? Bu sorulara yanıt vermek kolay yönlü, çok zengin bir tek anlamdır. Anlam met-
değildir, üstelik “yazın”ın sınırları da tartışmalıdır. nin içinde, metinle oluşur. Hiçbir metin anlamını
Ancak bazı metinlerin ilk okunuşta tüketilemeyen doğrudan ver(e)mez. Nasıl yazar metni yaratırken,
özel bir anlam zenginliğine sahip oldukları bir ger- yazarken oluşturursa okur da okuma sürecinde
çekliktir; bu da okura özel bir okuma zevki sunar. kendi çabasıyla anlamı yaratır. Anlamın değişik
yüzleri ve katmanları, çeşitli okuma yöntemleriyle
Bir romana farklı biçimlerde yaklaşabiliriz. sergilenebilir, ama hiçbir zaman tümüyle tüketile-
Yaklaşımımız ne olursa olsun, her yaklaşım met- mez. Aynı okurun farklı zamanlarda yaptığı farklı
nin tekrar tekrar okunmasını gerektirir. Bu da okumalar aynı metnin farklı biçimlerde yorumlan-
bize bir yandan metnin ilk okunuşu ile ikinci, masına neden olur. Her yeni yorum bu karmaşık
üçüncü okunuşları arasındaki farkları görmeyi, anlamın yeni bir yüzünü yansıtır.
öte yandan da metinde anlamın yeni yüzlerini
Bir yazarın metnine bir anlam yüklemesi de-
keşfetmeyi, yeni hazlar almayı sağlar. mek, o anlamın başka boyutları, yüzleri olmadığı
Bir metnin bir tek anlamı vardır. Ancak bu anlamına gelmez. Ayrıca bir yazar da yarattığı an-
anlam, metin yüzeyinden sıyrılıp alınabilecek ya- lamı belli bir ölçüde denetleyebilir. Yaratıcı okur,

17
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

bu anlamın başka yüzleri keşfedebilir. Demek (...)


ki anlamın bir yüzünün varlığı, diğer yüzünün Belki de herhangi bir yazarın, romanını ya-
varlığını dışlamaz. Tam tersine bu değişik anlam zarken sözcüklerinin her birini tartıp tartmadığı-
boyutları bir bütün olan anlamı değişik bakış açı- nı, önerdiğimiz ve önereceğimiz yorumları düşü-
larıyla okumamızı sağlar. nüp düşünmediğini kendi kendimize sorabiliriz.
Anlam tektir, ama değişik bakış açılarıyla de- Bir gün ünlü Fransız şairi P. Valéry, şiirlerinden
ğişik bağlamlarda okunduğunda çok anlamlıdır. birinin çözümlemesinin yapılacağı Sorbonne
Bu nedenle metni okumak, anlam(lar) üretmek- Üniversitesi’nde bir derse dinleyici olarak çağ-
se, tüm varsayılan anlamların da olanaklı olma- rılır. Dersin sonunda öğretim üyesi, P. Valéry’e,
dığını söylemek gerekir. Bir metin birçok anlam önerilen bu yorumlar konusunda ne düşündüğü-
içerebilir; ama bunla herhangi bir anlam değildir. nü sorar. Oda şu yanıtı verir: “Şiirime tüm bu
Okumak, bu anlamlar arasında bir seçim yapmak söylediklerinizi koyup koymadığımı bilmiyorum.
anlamına da gelmez. Az önce belirttiğimiz gibi, Ama siz tüm bu söylediklerinizi şiirimde buldu-
metnin tek bir anlamı ve bu anlamda değişik ğunuza göre, demek ki, koymuşum”. İşte üzerin-
yüzleri vardır. İşte okuma edimi, anlamın değişik de düşünülmesi gereken bir yanıt.
yüzlerinden, katmanlarından birini ya da birkaçı- P. Valéry, okura etkin ve yaratıcı okuma hakkı
nı yeniden zihinsel olarak üretmektir. tanımıştır. Bir metnin iki yazarı vardır: Onu yazan
Okumak, aslında yavaş yavaş metnin deği- kişi, yazar ve onu okuyan kişi, okur. Önemli olan,
şik anlamlarını oluşturmaktır. Bunun için bazı okurun kendini anlam üreticisi olarak hissetme
hazzını tatması ve bu ayrıcalığı kullanabilmesidir. J.
gereçlere gereksinim vardır: Sözceleme/sözce, ya-
Joyce’dan beri, romanda okurun yeri ve işlevi değiş-
zar/anlatıcı, okur/dinleyici, kurmaca/öyküleme,
miştir. Bugün okurdan istenen artık bir kahrama-
zaman/uzam, kahramanların adları, özellikleri
nın yaşadığı serüvenlerde, aşklarda kendini bulması
gibi farklılıkları gösteren gereçler. Bunlarla bir
değil, yazarın kendisiyle özdeşleşmesidir. Okumak,
anlatının kişilerinin/kahramanlarının uzam ve
yaratıcının yerini almak, dünya görüşünü paylaş-
zamanının keşfedilmesini sağlayan yollar, yakla- mak, dil kullanımını benimsemek, kısacası kurma-
şımlar oluşturulur. Saydığımız gereçler metinleri cayı yeniden üretme, yeniden yaratmaktır. Çağdaş
karşı-anlamlara karşı da korurlar. Bu gereçlerin romanın bu beklentisi okur açısından bir değişimi
kullanımı son derece ciddi yöntemler, bakış açıla- gerektirir, ondan bir dilbilimci olmasını bekler. Yazın
rı gerektirdiği için, bir metnin çözümlenmesinde, evreninde her şey açıklan(a)maz. Yapıtların tüken-
anlamlara ilişkin varsayımlar ileri sürme olanağı mez yazınsal ve anlamsal zenginliğini anlamak bilgi,
sağlarlar; daha sonra da, okurun bu varsayımla- yetenek ve beğeniye bağlıdır. Protagoras’ın öznelli-
rın doğruluğunu denetlemesi için sürekli olarak ğine geri dönülür, çünkü her şeyin ölçüsü insandır
metne dönmesini gerektirirler. Bir anlatı, ikinci ama bilgili, bilinçli insan ve okur.
ya da üçüncü kez okunduğunda, ilk okumada
algılanamayan olayların eklemlenişi, betimleme- Kaynak: Kıran, A. E. ve Kıran, Z. (2011). Ya-
lerin irbirini izleyişi gözlemlenebilir. zınsal Okuma Süreçleri. Ankara: Seçkin. s. 15-17.

Öğrenme Çıktısı

3 Bir bilim dalı olarak edebiyat bilimini tanımlayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Türk edebiyatında Tanzi-


Edebiyat bilimi ile fen bi- Edebiyat biliminin diğer
mat Dönemi’nden önce
limleri arasındaki ilişkileri sosyal bilimler arasındaki
edebî eleştiri ürününde ve-
değerlendirin. yerini anlatın.
rilen eserleri araştırınız.

18
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Bir sanat dalı olarak edebiyatı


açıklayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Edebiyat, günlük iletişim aracımız olan dilin sanat eserine dö-
Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat nüşmüş hâli, dilin estetiğidir. Yazar ya da şairin kendine ve çev-
resini saran dünyaya, tarihe, topluma, doğaya vb. dair duygu,
düşünce, izlenim, çağrışımlarını dil aracılığıyla yeniden yarat-
ması, tasarlamasıdır. Sanatçının, herkesin kullanımında olan
dili yeni, özel ve benzersiz bir ürüne dönüştürmesidir. Sözlü
veya yazılı olarak dili yeniden biçimlendirme sanatı olan ede-
biyat, yaratıcısı için de okuru için de estetik bir haz kaynağıdır.
Okur, edebiyat metnini kendi dünyasında etkin olarak yeniden
biçimlendiren kişidir.

Edebiyat eserlerinde özgün ve


2 kişisel dil kullanımı olan deyişin
özelliklerini dile getirebilme

Her sanatçı eserinin dilini kendine özgü bir yapıyla kurar. De-
Edebiyat ve Deyiş yiş (üslup), edebiyat eserlerinde dilin estetik ve özgün kullanı-
mıdır. Deyiş, sıradan bir konuşma cümlesini estetik bir söyleme
dönüştürmedir. Sözcüklerin kişiye özgü bir yolla bir araya gel-
mesidir. Edebiyat metnini oluşturan düşünsel, duyuşsal özel-
liklerin yanı sıra sessel, söz dizimsel özelliklerdir. Her şairi, her
yazarı diğerlerinden ayıran, deyiş (üslup) özellikleridir. Deyiş
bilim ise sanat eserinde anlamsal, biçimsel, düşünsel bağların
dışında dilin estetik kullanım özelliklerini temel ölçütler çerçe-
vesinde çözmeyi amaçlayan bir dil bilim alanıdır.

3 Bir bilim dalı olarak edebiyat


bilimini tanımlayabilme

Edebiyat bilimi, edebiyat eserlerini yöntemli bir derinlik ve ge-


Edebiyat Bilimi nişlikte incelemek demektir. Edebiyat tarihi, edebiyat eleştirisi
ve edebiyat kuramı olmak üzere üç ana başlıkta değerlendire-
bileceğimiz edebiyat bilimi, eserleri nesnel bir bakış açısıyla,
kanıtlanabilir verilerle okumak anlamına gelir. Edebiyat tarihi,
eserlerle tarihsel gerçekler arasındaki bağı kurar: Sanatının ya-
şamını tüm ayrıntılarıyla ortaya koymamızı, eserin yaratıldığı
tarihsel dönemin esere etkisini araştırmamızı, eserde anlatılan
olaylarla tarihsel gerçekler arasındaki bağı belirlememizi sağlar.
Edebiyat eleştirisi, eserin kendi çağında ve sonraki dönemlerde
yerini ve konumunu belirlemeyi amaçlar. Eleştiri, belirli bir öl-
çüt doğrultusunda bir eseri değerlendirme yoludur. Akademik
ya da güncel olabilir. Akademik eleştiri, yöntemsel yaklaşımını
edebiyat kuramından alır. Edebiyat kuramı, edebiyat eserlerini
incelemek için sunulan yöntemler, kurallar, sistemler, kavram-
lar bütünüdür ve sanatçı, eser, okur, dış dünya (toplum) arasın-
daki ilişkileri çözümlemeye yarar.

19
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

1 Edebiyat ve dil arasındaki ilişkiye dair aşağı- 6 Aşağıdakilerden hangisi edebiyat tarihinin
daki ifadelerin hangisi yanlıştır? ilgilendiği alanlardan biri değildir?
neler öğrendik?

A. Dil olmazsa edebiyat olmaz. A. Eserin yazılış tarihini kesin olarak belirlemek
B. Edebiyat olmazsa dil olmaz. B. Eserin hangi tarihsel koşullar altında yaratıldı-
C. Edebiyat olmazsa dil gelişmez. ğını araştırmak
D. Dil, edebiyatın üretim aracıdır. C. Eserin yazıldığı sıralarda başka hangi eserlerin
E. Edebiyat, dilin estetik kullanımıdır. olduğuna dikkat etmek
D. Eserin işlediği olaylarla tarihsel gerçekleri karşı-
laştırmak
2 Aşağıdaki ifadelerden hangisi edebiyatın özel- E. Eseri sanatçının diğer eserleriyle biçim ve içerik
liklerinden biri değildir? bakımından karşılaştırmak
A. Duygu ve yaşantılardan beslenir.
B. Gözlem ve izlenimlere dayanır. 7 Aşağıdakilerden hangisi edebiyat eleştirisi ile
edebiyat kuramının ortak noktalarından biridir?
C. Gerçeklerden uzaktır.
D. Gelecek tasarımı içerir. A. Olumsuzlayıcılık B. Duygusallık
E. Eleştirel bir tutum taşıyabilir. C. Yöntemlilik D. Öznellik
E. Karşılaştırmacılık
3 Edebiyat ve edebiyat bilimi arasındaki bağı 8 Edebiyat kuramı, edebiyat eserine bakışta ne
aşağıdakilerden hangisi açıklar? kazandırır?
A. Edebiyat bilimi edebiyat eserlerindeki yanlışları A. Esere yöntemli ve derinlikli bakış
açıklar. B. Esere kişisel ve olumlu bakış
B. Edebiyat bilimi edebiyatı yönlendirir. C. Eseri edebiyat tarihinde doğru bir yere yerleştirme
C. Edebiyat bilimi sayesinde edebiyat nesnelleşir. D. Eseri diğer eserlerle karşılaştırabilme
D. Edebiyat, edebiyat biliminden doğar. E. Eserin güçlü yanlarını belirleyebilme
E. Edebiyat bilimi edebiyat eserlerinin yöntemli
incelemesidir. 9 Deyiş ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi
doğrudur?
4 Aşağıdakilerden hangisi edebiyat biliminin A. Toplumsal dil kullanımlarının genel adıdır.
özelliklerinden biri değildir? B. Sanatçının dili kendine özgü estetik kullanımıdır.
A. Nesnellik C. Edebiyat eserleri için temel bir değer sayılmaz.
B. Duygusallık D. Dilin duygusal ve betimsel özelliklerinin tümüdür.
C. Gerçekçilik E. Tarihsel bir çizgiyle dünden bugüne doğru izlenebilir.
D. Yöntemlilik
E. Eleştirellik 10 Aşağıdakilerden hangisi edebiyat tarihinin
görevlerinden biridir?
A. Edebiyat eserini tarihçilerin de okumasına yol
5 Edebiyat eleştirisinin gerekli olmasının nede- açmak
ni aşağıdakilerden hangisidir? B. Eserlerden hareketle tarihsel gerçeklerin yanlış-
A. Eserleri daha iyi anlayabilmek için lığını ortaya koymak
B. Eserleri tarihsel çizgiye oturtabilmek için C. Edebiyatın tarihten kopukluğunu eserlerle so-
C. Eserleri önem sırasına koyabilmek için mutlaştırmak
D. Edebiyat eserlerini nesnel bir zamansal dizgeye
D. Eserlerin yaratıcılarını daha iyi tanıyabilmek için
yerleştirmek
E. Okurların eserler hakkındaki görüşlerini belir- E. Eserlerden yola çıkarak tarihin yeniden yazıl-
lemek için masını sağlamak

20
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1. B Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat” konusunu ye- 6. E Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Tarihi” konu-
niden gözden geçiriniz. sunu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Eleştirisi” ve
2. C Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat” konusunu ye- 7. C
“Edebiyat Kuramı” konusunu yeniden göz-
niden gözden geçiriniz.
den geçiriniz.

3. E Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Bilimi” konu- 8. A Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Kuramı” konu-
sunu yeniden gözden geçiriniz. sunu yeniden gözden geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Bilimi” konu- 9. B Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat ve Deyiş” ko-
sunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. A Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Eleştirisi” ko- 10. D Yanıtınız yanlış ise “Edebiyat Tarihi” konu-
nusunu yeniden gözden geçiriniz. sunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
1 Anahtarı

Aslında edebiyat, hava gibi, su gibi, yiyecek gibi yaşamsal bir gereksinim de-
ğildir. Edebiyat eserleri olmadan da yaşamımızı doğallıkla sürdürebiliriz ama
şiirler, romanlar, öyküler, oyunlar sayesinde başka yaşamları görme, öğrenme
şansımız olur. Bu, bize olaylara farklı bakış açılarından yaklaşma fırsatı verir.
Böylece bir şeye katıksız inanmak yerine herhangi bir olayı başka açılardan dü-
Araştır 1 şünme gücümüz olur. Ne kadar renkli ve zengin bir yaşamımız olursa olsun,
bir insan ömrüne sığabileceğinden çok daha fazla deneyimi kitap okuyarak
ediniriz. Bu bize geniş ve zengin bir hayal gücü kazandıracağı gibi, benzer du-
rumlarda ne yapabileceğimize dair düşünme şansı da verir. Şiirler, romanlar,
öyküler okuyarak dilimizi çok daha etkili ve incelikli kullanmayı da öğreniriz.
Bütün bu değerler, bizim daha olgun, daha donanımlı, daha bilgili ve değerli
bireyler olmamızı sağlar.

Edebiyat, bir sanat dalıdır. Sanatçının yaratıcı gücüyle ve dehasıyla sözcükle-


rin birleşiminden doğar. Sanatçının eserinin değerini belirlemek, onu tarihsel
dizgede doğru yere yerleştirmek, metnin görünen anlamlarının ötesine geçe-
Araştır 2 bilmek, edebiyat biliminin sunduğu yöntemler ve kuramlarla mümkündür.
Edebiyat bilimi, bize edebiyat eserlerini derin okumaya tabi tutma fırsatı ta-
nır. Edebiyat tarihi, edebiyat eleştirisi ve edebiyat kuramı çalışmaları, eserle
ilgili tüm ayrıntıların ortaya çıkmasını ve eserin gerçek değerinin ortaya kon-
masını sağlar.

Osmanlı edebiyatında yazılan tezkirelerde konu edinilen şairlerin hem biyog-


rafileri hem de bu şairlerin şiirlerinin eleştirisi de yer alır. Bu anlamda söz ko-
Araştır 3 nusu dönemde yer alan tezkireleri eleştiri anlayışının ilk örnekleri olarak her
ne kadar sayabilsek de bu ürünlerin Batılı anlamda eleştiri anlayışından uzak
oldukları özellikle vurgulanmalıdır.

21
Bir Sanat ve Bilim Dalı Olarak Edebiyat

Kaynakça
Abasıyanık, S. F. (1979). Bütün Eserleri 6: Havuz Başı, Moran, B. (1981). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri.
Son Kuşlar. Ankara: Bilgi. İstanbul: Cem.
Aytaç, G. (2003). Genel Edebiyat Bilimi. İstanbul: Say. Oktay Rifat (2007). Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı
Calvino, I. (2008) Klasikleri Niçin Okumalı? Kemal Kredi.
Atakay (Çev.). İstanbul: Yapı Kredi. Özünlü, Ü. (2001). Edebiyatta Dil Kullanımları.
Eagleton, T. (1990). Edebiyat Kuramı. Esen Tarım İstanbul: Multilingual.
(Çev.), İstanbul: Ayrıntı. Pospelov, G. (1995). Edebiyat Bilimi. Yılmaz Onay
Felskı, R. (2010). Edebiyat Ne İşe Yarar? Emine Ayhan (Çev.), İstanbul: Evensel Kültür.
(Çev.). İstanbul: Metis. Uygur, N. (1985). İnsan Açısından Edebiyat. İstanbul:
Göktürk, A. (1988). Okuma Uğraşı:Yazın Metninin Remzi.
Kavranışında Okur-Metin-Yazar. İstanbul: İnkılâp. Wellek, R., Warren, A. (2015). Edebiyat Teorisi. Ömer
Kanık, O. V. (1991). Bütün Şiirleri. İstanbul: Adam. Faruk Huyugüzel (Çev.) İstanbul: Dergâh.
Kıran, A. E. ve Kıran, Z. (2011). Yazınsal Okuma Yunus Emre (1965). Risâlat al-Nushiyye ve Divân.
Süreçleri: Dilbilim, Göstergebilim ve Yazınbilim Abdülbaki Gölpınarlı (Haz.) İstanbul: Eskişehir
Yöntemleriyle Çözümlemeler. Ankara: Seçkin. Turizm ve Tanıtma Derneği.

22
Bölüm 2
Şiir Sanatı
öğrenme çıktıları

1 2
Şiir Türleri
Şiir Nedir? 2 Lirik, epik ve dramatik şiir türlerinin nasıl
1 Şiirin ne olduğunu dile getirebilme ayrıştırıldığını açıklayabilme

3 4
Şiir Eleştirisi
Şiirin Yapısı 4 Nesnel şiir eleştirisinin özelliklerini kavrayıp
3 Şiirin yapısını yorumlayabilme tartışabilme

Anahtar Sözcükler: • Şiir • Lirik • Epik • Dramatik • İmaj • Ses • Ritim • Anlam • İfade Tonu
• Anlamsızlaşma • Şiir Eleştirisi

24
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ sesleri “işitsel” bir etki uyandırabilir ama aynı za-


Bu ünitede şiir sanatı üzerine kapsamlı bir bilgi manda sözcükler, “görme”, “koku alma”, “tat alma”
verilmesi hedeflenmektedir. Şiirin mevcut tanımla- ve “dokunma” duyularını da harekete geçirebilir.
rı, türleri ve yapısal özellikleri, bu sanatın anlaşıl- Bunlardan, özellikle görsel olanı, şiirde işitsel imaj-
ması için gerekli bilgilerdir. Şiir sanatı okuru alış- lar kadar dikkat çeker ve bu yüzden “görsel imaj-
kın olduğu yaşantıdan çıkarıp farklı bir ruh hâline lar” şiir alanında yaygın bir tartışma konusudur.
büründürür. Bu nedenle roman ve öyküye nazaran Şiirde sözcük seçimi, söz dizimi ve duyularımıza
bir şiiri çözümleyip yorumlamak çok daha güçtür. hitap eden imajlar belirli bir anlam üretir. Ama bu
Şiirde dil, iletişim kurmak için değil, estetik bir etki anlam, birincil önceliği iletişim olan günlük dil-
üretmek için kullanılır; böylelikle şiirde anlamın den farklıdır. Dilde farklı iletişim tarzları vardır.
oluşumu, metnin türü ve yapısal özelliklerinden Günlük konuşmada “Ben kaplandan korkarım”
bağımsız düşünülemez. Bir şiiri anlamak, onun tü- diyebiliriz ve bu ifade yırtıcı bir hayvandan ürken
rünü, ses ve ritim örgüsünü, imajlarını tespit edip bir insanın doğal bir tepkisi olarak görülür. Kaplan
bunların anlam ve ifade tonuyla olan bağlantılarını hakkında bilimsel bilgi edinmek için bir kaynağa
keşfetmek anlamına gelir. Böyle bir okuma beceri- gittiğimizde, “Kaplan kedigiller familyasından etçil
si ancak belli bir şiir eğitiminden geçerek kazanı- bir memeli türüdür.” cümlesini okuyabiliriz. Ancak
labilir. Bu eğitimin amacı bir şiir okurken yapılan bir şair “Kaplan, kaplan, ışıl ışıl yanan / Gecenin
temel hataları ortadan kaldırmak ve nesnel bir şiir ormanlarında. / Hangi ölümsüz el ya da göz / Senin
eleştirisi için gerekli teknik bilgileri sağlamaktır. biçiminin o korkunç düzenini kurabildi?” gibi bir
soru sorduğunda günlük veya bilimsel dil yerine bir
şiir dili karşısında olduğumuzu hissederiz. Çünkü
ŞİİR NEDİR? William Blake “Kaplanın akıl almaz korkunçluğu
Şiir evrensel bir söz sanatıdır. Her çağda ve top- karşısında hem dehşete hem de hayranlığa kapıl-
lumda, insanlar şiir söylemiş, yazmış, dinlemiş veya mıştır” ve bu nedenle bu duygusal yoğunluğu ce-
okumuştur. Bu nedenle Goethe “Şiir insanlığın ev- vap beklemediği sorularla dile getirmiştir (Urgan,
rensel ortak malıdır, her yerde ve her zaman bin- 2008, s. 549-550). “Şiir, güçlü duyguların kendi-
lercesi, yüzlerce insan tarafından ortaya koyulur” liğinden taşmasıdır” (Abrams, 1971, s. 47) sözü
demiştir (Damrosch, 2013, s. 1). Her ulusun şiiri bilinen şiir tanımlarından biridir ki Blake’in dizele-
yerel motifler taşımakla birlikte, aslında şiir, dilin rinde bu coşkuyu görebiliriz. Günlük dilin aksine
özel bir kullanımıdır. Şiir, dinleyici ya da okurda okura bir kaplan karşısında duyabileceği heyecanı
belirli bir duygusal etki uyandırır, ona belirli bir ancak bu türden bir şiir dili verebilir. Bu dizele-
deneyimi aktarır, kimi zaman düz yazısal form- rin anlamını tam olarak kavrayamayabiliriz ama
lardan farklı bir üslupla bir hikâye de anlatabilir. kaplan hakkında hayvan biliminin sunamayacağı
Şair elde etmek istediği şiirsel etkiyi uyandıracak kadar içten ve anlamlı bir bilgi ediniriz. Bu bilgi
sözcükleri seçer ve onları uygun bir söz dizimiyle belirli bir duygusal deneyimin aktarımıdır ve gün-
bir araya getirir. Dizeler oluşturur; bunları kıta şek- lük iletişim veya bilim dilinin aksine, şiir dili öznel
linde düzene koyar. Şiire ritim ve melodik bir yapı yaşantılara yoğunlaşır; bu nedenle şiir, insan dilinin
kazandırmak için vezin ve kafiye kullanabilir. Bazı vazgeçilmez bir parçasıdır. T.S. Eliot “Şiir, anlamı
şairler ise kalıba dökülmüş ritim unsurları yerine anlaşılmadan önce iletişim kurabilir” derken şiirin
özgün ritimler geliştirebilir. Öte taraftan bir şair anlaşılan değil, hissedilen bir ifade tarzı olduğunu
daha rafine bir müzikal etki üzerinde de çalışabilir. ima eder (Friedrich, 1974, s. 3). Çünkü şiirdeki
Bu etkiyi arttırmak için sözcüklerin içinde var olan anlam iletişim dilinden farklı olarak deneyime da-
seslerin şiirin bütününde tek tek nasıl tınlayacağını yanır ve okurda belirli bir duygusal etki uyandırır.
da hesaba katabilir; bu da o şairin sözcük seçimi- Şiir, duyusal imajlar, ritim ve anlamın edebî bir
ni doğrudan belirler. Bu şekilde yazılan şiirler için üslupla kaynaştırıldığı bir sanat olduğu için, “Şiir
“dudak musikisi” yakıştırması yapılmıştır (Eag- edebiyatın en yoğun ve rafine biçimidir.” tanımı
leton, 2007, parag. 8) ki bu tanımlama, müzikal yapılmıştır (Perrine, 1982, s. 9). Öyleyse şu söyle-
etkinin azami noktaya çıktığı şiirler için doğrudur. nebilir: Şiir yazımında öne çıkan ana motivasyon,
Öte yandan şiirin etkisi sadece seslerin muhatabın- dilin, anlaşmak amacıyla değil, okur üzerinde belli
da yarattığı hissiyata indirgenemez. Bir sözcüğün bir duygusal etki yaratma amacıyla kullanılmasıdır.

25
Şiir Sanatı

Şiiri belli biçim özellikleriyle tanırız; an-


cak bazı şairler geleneksel kalıpları yıkar ve
özgün biçim özellikleri getirir.

Şiirin en önemli özelliği anlamın iletişim


dilinden farklı olmasıdır. Şairin amacı
okura doğrudan bir şey söylemek değil,
estetik bir etki ortaya koymaktır. Şiirde
Resim 2.1 anlam, bu estetik etkiyle birlikte ele alınır,
yorumlanır.

Öğrenme Çıktısı

1 Şiirin ne olduğunu dile getirebilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Alman şair Novalis “Şiir


tamamıyla şahsidir, bu yüz-
den tasviri gayri kabildir
ve tarif edilemez. Şiirin ne
olduğunu doğrudan doğ- Bir okur olarak okuduğu-
ruya bilmeyen, hissetmeyen Şiir ile mensur şiir arasında- nuz metnin şiir olduğunu
kişiye hiçbir kavram onu ki ilişkiyi değerlendirin. nelere bakarak anladığınızı
öğretemez.” demiştir. Bu anlatın.
cümlede öne sürülen dü-
şünceyi “Şiir tanımlanabilir
mi?” sorusu çerçevesinde
araştırın.

ŞİİR TÜRLERİ
Bir şiiri doğru değerlendirebilmek için öncelikle onun türünü tespit etmek gerekir. Eğer bir şiirin ait
olduğu bağlamı, yani edebî türünü tespit edebilirsek o şiiri anlamamız kolaylaşır. Çünkü her şiir türünün
kendine has bir yapısı vardır; türlerin yapısal özellikleri bilinirse anlamlı bir şiir eleştirisi için gerekli ilk
adım atılmış olur. Tür kavramı çeşitlidir; ama burada, temel anlatı kiplerine yer vereceğiz. Bunlar “lirik”,
“epik” ve “dramatik”tir. Kuşkusuz bu türlerin alt türleri de vardır. Örneğin; “mistik”, “ironik” ve “ro-
mantik” gibi anlatı türleri de “lirik”, “epik” ve “dramatik” başlıkları altında ele alınabilir. Çünkü sözünü
ettiğimiz ana anlatı kipleri birer edebî tema, tarz veya akım değil, yapısal olarak ayırt edilebilir anlatı mo-
delleridir. Bu anlatı modellerini T.S. Eliot “Şiirin Üç Sesi” başlıklı makalesinde şu sözlerle özetler:
Seslerin ilki kendi kendine konuşan ya da hiç kimseyle konuşmayan şairin sesidir. İkincisi, küçük ya
da büyük, bir dinleyici grubuna hitap eden şairin sesidir. Üçüncüsü, şairin, nazım biçiminde konuşan bir
dramatik karakter yaratmaya giriştiği zamanki sesidir, yani kendisi olarak ne söyleyeceği değil, yalnızca baş-
ka bir hayalî karakter aracılığıyla konuşan ve gene hayalî bir karakterin sınırları içinde ne söyleyebileceği.

26
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Birinci ve ikinci ses, yani kendi kendine konuşan Şiir ve belagat, duygunun telaffuzu ya da dışa
şairle başkalarına hitap eden şair arasındaki ayrım vurulması bakımından benzerdir; ama eğer bir
şiir aracılığıyla konuşup anlaşmanın problemine antitez mazur görülürse belagatin dinlendiğini,
işaret eder. Gerek kendi sesiyle gerekse takma bir ancak şiire kulak misafiri olunduğunu söylememiz
sesle başkalarına seslenen şair ile hayalî karakterle- gerekir. Belagat bir dinleyici varsayar. Bize öyle ge-
rin birbirlerine hitap ettiği konuşmaları icat eden liyor ki şiirin özgünlüğü, şairin bir dinleyiciden
şair arasındaki ayrım, dramatik, az çok dramatik ve tamamen habersiz olmasında yatmaktadır. Şiir
dramatik olmayan nazım arasındaki fark meselesine yalnızlık anlarında kendi kendisine içini döken
işaret eder (Eliot, 1953). bir duygudur. Tam biçimi şairin zihninde olan bu
duygunun en yakın olası temsili, simgelerde teces-
Eliot’a göre bir şiirin türünü belirlemek için şi- süm eder. Belagat kendisini öteki zihinlere doğru
irde kimin konuştuğu ve bu konuşan kişinin kime döker, onların sempatisini gözetir, onların inanç-
hitap ettiği hayati bir önem taşır. Onun bu yoru- larını etkilemeye ya da onları ihtiras duymaya ve
mundan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Eğer bir eyleme geçirmeye çalışır. (Mill, 1860, s. 95)
şair kendi kendine veya hayalî bir varlıkla konuşu-
yorsa lirik, bir dinleyici grubuna bir hikâye anlatı- Burada şiirle kastedilen lirik şiirdir. Bir şair lirik
yorsa epik, kendisi yerine karakterler yaratıp onları şiir söylediğinde aslında bir iç monolog yapıyordur.
konuşturuyorsa dramatik anlatı modelini kullanı- Okur sadece bu iç monoloğa kulak misafiri olmak-
yor demektir. Bu türleri aşağıda ayrıntılarıyla in- tadır. Bu da şiiri mahrem ve gizemli bir hâle ko-
celeyeceğiz: yabilir. Çünkü lirik şiir, okura doğrudan seslenilen,
onunla sanki bir kamusal ortamdaymış gibi açık-
ça diyaloğa girilen bir üslup değildir. Lirik bir şiir
Lirik okurken yaşadığımız duygusal yoğunluğun sebeple-
Lirik sıfatı, duygusal coşkunun yoğun olduğu, rinden biri de şairin iç dünyasına gizemli bir şekilde
müzikal bir yapısı olan, konusunu genellikle aşk, ortak oluşumuz olabilir. Oysa belagatli sözler, yani
yalnızlık, ölüm ve metafizik hassasiyetten alan şi- manzumeler, şairin doğrudan okura seslenip onun
irleri tanımlamak için kullanılır. Ancak daha ayırt görüşlerini manipüle etmeye çalıştığı bir edebî üs-
edici bir tanıma ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü bu luptur. Başka bir deyişle, nutukvari bir üslupla be-
özellikler lirikte baskın olsa da öteki türlerde de lirli bir görüşü savunan şiirler, lirik değildir. Liriğin
kısmen bulunabilir. Odaklanılması gereken nok- bu özelliğini ayrıntılı bir şekilde tartışan Northrop
ta, epik ve dramatikte var olmayan ama lirik şiire Frye olmuştur. Frye’a göre lirik şair okuyuculara sır-
özgü bir anlatıcı sesidir. Bu anlatıcı sesinden ilk söz tını döner, kendi kendisiyle veya hayalî varlıklarla
edenlerden biri, John Stuart Mill’dir. Mill, “Tho- konuşur; okura düşen ise şairin bu iç monoloğun-
dan haz duymaktır. “Lirik şair genelde kendi kendi-
ughts on Poetry and Its Varieties” (Şiir ve Çeşitleri
siyle konuşurmuş gibi yapar ya da başka herhangi
Üzerine Düşünceler) başlıklı yazısında, şiir ile be-
bir kişiyle: Doğanın ruhu, bir ilham perisi, kişisel
lagati birbirinden ayırır. Bu ayırım Türk edebiyatı
bir arkadaş, bir âşık, bir Tanrı, kişiselleştirilmiş bir
eleştirisinde sık kullanılan şiir/manzume ayırımı- soyutlama ya da doğal bir nesne… Şair sanki din-
na benzer ki bu yaklaşım şiiri, lirik olarak tanımla- leyicilere sırtını dönmüştür” (Frye, 1966, s. 249).
maya eğilimlidir. Şöyle söylüyor:
Şimdi aşağıdaki örnekleri Frye’ın bu yorumları
açısından irdeleyebiliriz:
• Tabiat yokluğunu düşünürken ben neyim, /
Şiir/Manzume Ayırımı
Birer siyah servidir ruhum, aşkım, her şeyim.
Manzume, vezinli, kafiyeli eser demektir. (Dağlarca, 2011, s. 35) (Şair kendi kendine
Oysa şiir estetik niteliğini sadece vezin konuşuyor).
gibi bir biçim özelliğinden almaz. Bir met-
• Sade bunlar mı Cahit Külebi! / Doğup büyüdü-
nin şiir olarak görülebilmesi için o metnin
ğün Niksar’da / Kadınlar görmedin mi? (Külebi,
okuru bildik anlam dünyasından çıkarıp
1998, s. 73) (Şair kendi kendisiyle söyleşiyor).
yeni bir bakış açısıyla tanıştırması gerekir.
• Bir gün dolarsa çillemiz ey Rabb-ı zü’l-Celâl
/ Bir şer bırakma der-kef-i mîzân edilmedik.
(Beyatlı, 2009, s. 63) (Burada şair Allah’a
dua ediyor).

27
Şiir Sanatı

• Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli! / Gi- müzikal bir iç yapıya sahip olduğu söylenebilir. Aşa-
dişin seçtiğin akşam saatinden belli. (Beyatlı, ğıdaki şiiri bu bakış açısıyla okuyunuz:
2009, s. 279) (Şair burada bir nesneye ses-
leniyor).
• Gün bitti lambayı hazırla; Işık kalmadı gire- Ritüel
cek odamıza. / Çek perdeleri sevdiceğim; Ka- Dinî ayin ve pratiklere ritüel denir. Lirik
nadı kırık bir akşam / Zonkluyor durmadan şiirin kökeninde bu tür mistik ritüellerin
dışarda. (Altıok, 2011, 901) (Burada şair olduğu hep söylenmiştir.
sevgilisine hitap ediyor).
• Kalbim, göller bölgesindesin / Ne olur, gölgeli
yollardan yürü (Günçe, 2011, s. 887) (Bu-
rada şair kalbini kişileştirip onunla diyaloğa Sözsüz müzik dinlerken dilsel anlam olma-
giriyor). dığı için melodi ve ritmin bizde yarattığı
duyguya odaklanırız. İletişim dilinde doğ-
Bu dizeleri okuduğumuzda, şiirde bir iç sesin
rudan anlama odaklanmak zorundayızdır.
olduğunu ve bu sesin okurla doğrudan diyaloğa
Oysa şiir bu ikisi arasında durur. Hem şi-
girmediğini anlarız. Ama bir okur olarak bir iç mo-
irdeki ritim ve müzikal etkiyi hisseder hem
noloğa şahit olur ve etkileniriz. Başka bir ifadeyle
de anlamı tayin etmeye çalışırız; şiirin etkisi
şiirde ortaya çıkan hassasiyete katılır ve ondan pay
bu iki durumun, yani müzikal hissiyat ve
alırız. Şairin doğrudan okura seslenmemesi ve oku-
anlamın kaynaştığı noktadan doğar.
run dışında gizemli bir varlık ya da kişiye hitap et-
mesi, lirik şiir ile bilinç akışı tekniği arasında bir bağ
kurulabilmesine olanak tanır. Bu nedenle lirik şiir, Nereye
doğrudan güncel ve politik meselelerden çok psiko-
Nereye sevdiğim benim, inandığım nereye
lojik ve mistik yönü ağır basan bir edebî tür olarak
Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden,
görülebilir. Lirik şiir, çoğunlukla bilinç eşiğinin al-
tında, insanın ruhani yönüne hitap eden, müphem Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum,
ve çağrışımlara dayalı anlam bağlantılarıyla yüklü Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben.
bir edebî biçim olarak görülür. Lirik şiirlerin köke- Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum
ninde ritüellere özgü müzik ve dansın bulunması da O nasıl bir adaydı, nasıl bir deniz.
bu görüşü pekiştirir. Belirli ruhsal özelliklere sahip Gök, bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru,
şaman ve benzeri ozanların ya da toplum nezdinde Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz.
ruhanilik atfedilmiş kişilerin, kendilerinden geçerek
söyledikleri sözlerde de, izleyici bu ritüalistik diya- Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten sesiyle
loğa ortak olur. Dans ve müzik, söylenen sözlerin
Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan.
doğrudan ya da çağrışımsal anlamı dışında, ritim ve
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum,
melodiyle iç içe geçen sözlerin sezgisel bir biçimde
hissedilmesine yol açar. Böylelikle lirik şiir, etkisini Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan.
müzikal ve ritmik bir performansla elde eder; başka Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı,
bir deyişle, okurun bu performansa tanık olması, Ki başka birisi yok beni duyan.
onu tecrübe etmesi sağlanır. Anlam melodik ve rit- Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum;
mik bir bağlama oturunca, şiirin sözleri de okurun Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan. (Dağlar-
bilinçdışına bu müzikal arka planla birlikte âdeta ca, 2011, s. 108)
işlenir. Günümüzde lirik şiir, belirli bir çalgıyla söy-
lenmez ancak tarihsel kökeninde var olan bu olgu, Şiir cevabı beklenmeyen retorik sorularla ilerli-
zamanla lirik şiirlerin yazılışını belirlemiştir. Sem- yor. Bu üslubun ana özelliği, şairin bir iç monolog
bolizm ya da sonrası gelişen modern lirik şiirlerde yapıyor olmasıdır. Şiirde seslenilen kişi ya da varlığın
müzikal arka planın önemi bundan kaynaklanır. kimliğini açıkça bilemiyoruz. Ancak şiirdeki ifade
Öyleyse lirik şiirin belirleyici vasıfları olarak, şairin tonu, gizemli bir sevgiliyi ya da mistik bir varlığı işa-
doğrudan okura hitap etmediği, soyut ya da somut ret ediyor. Müphem bir içerik ve ancak çağrışımlara
müphem bir varlıkla söyleştiği ve bu şiir türünün yatkın bir anlam örgüsü, şiirin anlaşılmak için değil,

28
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

hissedilmek için yazılmış olduğunu gösteriyor. Bu dır; orada yaşar ve yeniden üretilir. Epik bir ya-
şiir, belirli kuramsal yaklaşımlarla çözülebilir ama zılı edebiyat ürünü hâline geldiğinde de ozan ile
tam anlamıyla tüketilemez. Çünkü kapalı üslubu dinleyici kitlesi arasındaki bu doğrudan ilişkinin
muhtemel başka yorumları teşvik edebilir, onlara bir şekilde korunduğu söylenebilir. Epik bir şiir
kapı aralayabilir. Şiirde lirik şiirin ana özelliklerinden okuduğumuzda şairin doğrudan bize hitap ettiğini
biri olarak müzikal bir iç yapı da fark edilir. “Nereye” düşünürüz. Aslına bakılırsa edebiyatta “doğrudan
ve “nasıl” sözcüklerinin ritmik tekrarı, “ey” nidası ve hitap” (direct adress) diye bir şey olamaz; ne kadar
şiirin fonetik örgüsünün bir şarkı gibi mırıldanmaya inandırıcı olursa olsun, her okur, hikâye ile gerçek-
uygun yapısı, bu şiirin hem içerik hem de biçim açı- lik arasındaki farkı hisseder. Ancak bir epik şair,
sından bir lirik olduğuna işaret etmektedir. sanki izleyiciye doğrudan hitap ediyormuş gibi ya-
par; yani doğrudan hitabı taklit eder (mimesis of
direct adress) (Frye, 1966, s. 250). Böylelikle epik
Epik
eserlerin ozan ile dinleyici arasındaki doğal yakın-
Epik; uzun, anlatısal şiirlere denir. Fetih, iş- lığı koruduğu söylenebilir. Çünkü epik eserlerde
galden kurtuluş gibi savaşa ve mücadeleye daya- temel nokta, ozanın belli bir olayı hikâye etmesi,
lı bir konuyu, belirli bir mitik veya efsanevi bir yani tahkiye yapmasıdır (narration). Epik ile lirik
kahraman etrafında işleyen şiirler, epik olarak sı- arasındaki belirgin fark, liriğin belirli bir hissiyatın
nıflandırılır. Epik şiirler, bir toplumun, siyasi, dinî dışavurumu olması, epiğin ise başı, ortası ve sonu
ve kültürel değerlerinin ana parçalarından biridir belli bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. Epikte olay
(The New Princeton Encyclopedia Poetry and Poe- örgüsü kurmak esas amaç olduğu için, hikâye ve
tics, 1993, s. 361). Öyle ki sözlü kültürde gelişir roman gibi kurmaca türlerin atası olarak da kabul
ve uluslaşma süreci içinde yazılı kültüre aktarıla- edilebilir. Bu nedenle epikte müzikalite ve ritim,
rak bir halkın birlikte yaşama iradesini pekiştirici lirikte olduğu ölçüde baskın değildir. Daha çok
bir işlev görebilir. Kahraman ilahi bir güce sahip şair tercih ettiği vezni bir olayı manzum olarak
olabilir veya diğer insanlardan üstün bir mücade- hikâye etmesine yarayacak bir araç olarak düşünür.
le azmi taşır; böylelikle içinden çıktığı topluma Bu yüzden epiğe özgü ritmin, genellikle monoton
örnek olur, hatırlanır. Epik şiirler bir toplumun bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Şair ritim
ortak hafızasına yerleştiği için bireysel bir iç mo- ve ses düzenlemelerinde süslemeye gitmek yeri-
nologdan çok kamusal bir hikâye anlatma tarzı- ne, tıpkı bir hikâye yazarı gibi, anlatmak istediği
na tekabül eder. Bunun anlamı, epik şiirin anlatı hikâyenin olay örgüsüne odaklanır. Süsleme, ses ve
kipinin lirik bir iç sesi değil; dışa dönük, doğru- ritmik çağrışımlar yaratma çabası varsa bile, bun-
dan okura hitap eden bir edebî üslubu kullanma- lar ikinci plandadır. Öte taraftan vezin gibi klasik
sıdır. Lirik şiirin aksine, epik şiirler, “türkü gibi yapı unsurlarının modern dönemde kullanılma-
söylenmez, yüksek sesle okunurdu” (Thompson, dığı da bilinir; tıpkı diğer şiir türlerinde olduğu
1996, s. 37). Ayrıca epik şiirlerde, lirikteki gibi gibi. Bu yüzden modern epik eserlerde şair vezin
muhayyel bir varlığa seslenmek, onunla söyleş- kullanmayabilir ancak bu şairlerin kıta, kafiye ve
mek yerine, doğrudan bir hikâye anlatılır. Epiğin diğer yapı ögelerinden tamamen vazgeçmedikleri
bir diğer özelliği, hikâyedeki karakterlerin sadece de belirtilmelidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şe-
anlatıcının gösterdiği şekliyle bilinebilmesidir. Li- hitler Destanı modern epik için uygun bir örnektir.
rik şiirde nasıl “okur” ya da “izleyici” gizlenmişse Aşağıdaki şiir bu destandan alınmıştır:
epikte de karakterler gizlenmiştir (Frye, 1966, s.
249). Geleneksel epik şairlerin halkın karşısına
çıkıp doğaçlama olarak kahramanlık hikâyeleri
anlattıkları bilinir. Mesela Kırgız halk ozanları, Doğaçlama
şenliklerde, ellerinde kopuz adı verilen geleneksel Sözlü kültüre özgü bir performans sana-
çalgılarıyla bir kahramanın doğuşunu, büyüyü- tıdır. Ozan bir şiiri hafızasından aktardı-
şünü, silahların yüceliğini, savaşları anlatır ancak ğı için her seferinde esere farklı unsurları
ozan her seferinde, ana hikâyeyi kaybetmeden, dâhil edebilir. Ancak anlatının ana çerçe-
parçaları farklı şekillerde birleştirme ve doğaçlama vesi sabit kalır.
yapma özgürlüğüne sahiptir (Thompson, 1996, s.
39). Çünkü sözlü kültürün ana teknolojisi hafıza-

29
Şiir Sanatı

“Ecel de Bizim, Tepe de” lı konuşmaları oluşturur. Bu nedenle anlatı formu,


Yuttu bir top mermisini ağzından mest oldu, serâpa, “anlatma” (diegesis) değil, “gösterme” (mimesis)
İhtiyat zabit vekili Naim. üzerine kuruludur. Karakterlerin her biri kendi
adına konuşarak kendilerini temsil etme imkânı
Çağırdı mülazım Ahmet ve Şükrü Efendileri,
bulur ki bu durum, dramatik şiir ile tiyatro oyu-
Lale bahçelerine, kim bilir kim? nu arasındaki bağlantıya işaret eder. Dramatik bir
şiirde her karakter kendi adına konuşur; bu da
Yüzbaşı İlhami Bey hâlâ öndeydi, bir karakterin konuşma tarzı ile yaşı, cinsiyeti ve
İlk gün aldığı yaralarla, topal topal. statüsü arasında bir uyumu zorunlu kılar. Çünkü
Kiminin yüzü sargılı, kiminin kolu askılı, bir âlem, drama sanatında ana ilke, “uygunluk ilkesi”dir
(Gr. To prepon, Lat. Decorum). Uygunluk ilkesi,
Bir masal. bir şiirde konuşan kişilerin inandırıcı görünmesi-
ni sağlar. Eğer bir karakter yüksek sınıftan biriyse
Fırladık Üç Şehitlerimiz’e,
alt sınıftan biri gibi konuşmaz veya davranmaz.
İliklerimize kadar şahadetle tok. Bunun tam tersi de geçerlidir. Bir kral, bir köle,
Yel gibi ulaştık doruğa, bir şövalye, bir din adamı, bir erkek, bir ev kadı-
Düşman yok. (Dağlarca, 1964, s. 45) nı, kendilerine has davranış kalıplarına, dil, üslup
ve jeste sahip olmalıdır; eğer bu karakterlerin va-
Bu şiiri okuduğumuzda, lirik şiirlerde olduğu sıfları ayrışmazsa dramatik şiirin karakter kurma
gibi şahsi bir dışavurum yerine, bir toplumun geç- özelliği zarar görür. Bu tekniğin kusurlu yanı,
mişiyle ilgili bir olayın anlatıldığını görürüz. Böy- karakter özelliklerinin fazlaca klişelere yaslanma
lelikle şiirde konuşan ses, bir iç monolog yapmak tehlikesidir. Örneğin; Aristoteles, kadınların ce-
yerine, anlattıkları tarihî olaylarla kaderleri çizilmiş saretli gösterilmesinin bu ilkeye aykırı düşeceğini
olan halka hitap eder. Epik şiirlerin diğer bir özelli- öne sürmüştür (Aristoteles, 2016, s. 41). Hâlbuki
ği yekpare bir anlatıma sahip olmasıdır. Parça parça bir kadın da cesaretli olabilir; üstelik Yunan tra-
şiirler hâlinde bile olsa ana olay örgüsü bu şiirleri gedyasının en ünlü karakterlerinden biri olan
birbirine koparılamaz bir şekilde bağlar. Bu özel- Antigone, cesur biridir. Öte yandan, ayrıntıya
liği Dağlarca’nın epik şiiri, Üç Şehitler Destanı’nda inildiğinde, bu üslubun önemi yadsınamazdır. Şu
da görürüz. Bu şiir, Kurtuluş Savaşı’ndan bir kesiti cümleler, uygunluk ilkesinin nasıl uygulanabilece-
anlattığı için bütün bir topluma hitap etmekte ve ğini gösterebilir: “Günümüzde standart eğitimli
insanların içinde yaşadıkları ülkenin olağanüstü bir bir İngiliz’in konuşması, uzun soyut ve teknik söz-
mücadele sonucunda kurulduğunu anlatmaktadır; cükler ve bunların kısa olanlarının ağır vurgusuyla
başka bir deyişle bu şiirin amacı, bir ulus bilinci çok heceli bir gürültülü laflamadır ki bu nazımdan
yaratmaktır. Destandan alınan bu parça, Üç Şehit- çok düzyazıya uygun düşer” (Frye, 1966, s. 270).
ler Tepesi’nde yaşanan korkunç savaşın yalnızca bir Demek oluyor ki uygunluk ilkesi, bir eserdeki ka-
bölümüdür; bu bölüm ancak şiirin öteki parçala- rakterlerin tipine göre, biçimin belirlenmesinde
rıyla anlamlı bir bütün hâline gelebilir. dahi bir rol oynayabilir. Uygunluk ilkesi, rafine bir
üslupta, karakterin duygusal durumuyla da ilgili
olabilir. Örneğin, ailesinden birinin ölüm acısını
Dramatik bağrında hisseden bir insanın konuşma üslubun-
Bir şiirde şair yerine onun yarattığı karakterler daki vurguların yarattığı ritim ile sakin bir koyda
konuşuyor ve bu karakterler arasında bir diyalog mehtaba karşı mırıldanan bir insanın konuşma üs-
gelişiyorsa o şiirin dramatik bir şiir olduğu söyle- lubundaki vurguların yarattığı ritim aynı değildir.
nebilir. Nasıl lirikte dinleyici, epikte karakterler Bunun anlamı şudur: Bir şair veya tiyatro yazarı,
gizlenmişse dramatikte de şair gizlenmiştir. Okur, yarattığı karakterlerin sadece duygusal tepkilerini
şairi veya onun yerine konuşan bir persona yeri- değil, bu duygusal tepkilere uygun konuşma biçi-
ne, karakterleri izler; bu yüzden okur bir tiyatro mini de önceden belirlemelidir. Aşağıda, Mehmet
izliyormuş hissine kapılır ki zaten dramatik şiir ile Âkif Ersoy’un “Küfe” başlıklı şiirinden bir bölüm
tiyatro oyunu arasındaki fark çok azdır. Dramatik okuyacaksınız. Bu bölüm, dramatik şiire uygun
şiirde anlatının ana yapısını, karakterlerin karşılık- bir örnektir:

30
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Benim içim yanıyor: dağ kadar babam gitti…


—Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Bir şiirde ne kadar fazla diyalog varsa o şiir
o ölçüde bir tiyatro eserine yaklaşır. Dra- Adamcağız sana bak hâl dilince söylerken…
matik şiir, bu nedenle şiir ile tiyatro eseri —Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben…
arasında bir yerde durur. Adın nedir senin, oğlum… (Ersoy, 1985, s. 550)

On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden; Mehmet Âkif, bu şiirinde belirli bir olayı di-
Gerildi tekmeyi indirdi öyle bir küfeye: yaloglar aracılığıyla anlatıyor. Babası vefat edince,
Teker meker küfe bî-tâb düştü tâ öteye. ondan kendisine kalan küfeye nefretle bakan bir
çocuğun hüzünlü hikâyesini okuyoruz bu şiirde.
—Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Çünkü babasını öldüren, ekmek parası için sırtına
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha! aldığı bu küfedir ona
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın göre. Bu hikâyenin
Göründü: şiir formunda ve di-
—Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın! yaloglarla anlatılması,
bu şiiri dramatik şiir
Ne istedin küfeden yavrum? Ağzı yok, dili yok,
yapan üslup özellik-
Baban sekiz sene kullandı… Hem de derdi ki: “Çok leridir. Âkif bu şiirde
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz…” vezni günlük konuşma
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz! Türkçesine uygun bir
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini, şekilde kullanmış ve
karakterleri, yaş ve ruh
Bebek misin, daha öğrenmedin mi sen işini?
hâllerine uygun bir şe-
Dedim ki ben de:
kilde konuşturmuştur.
—Ayol dinle annenin sözünü! Böylelikle şair; gerçek- Resim 2.2 Mehmet Akif
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü: çi diyaloglar eşliğinde, Ersoy (1873-1936)
—Sakallı, yok mu senin işin? Git, cehennem ol toplumsal bir sorunu
okurlarına dramatik Kaynak: https://
şuradan!
bir üslupla aktarmayı tr.wikipedia.org/wiki/
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan? Mehmet_%C3%82kif_Ersoy
başarmıştır.

Öğrenme Çıktısı

2 Lirik, epik ve dramatik şiir türlerinin nasıl ayrıştırıldığını açıklayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Epik şiir anlatı, dramatik


şiir ise diyaloglar aracılığıyla
belirli bir olay örgüsü sun- İstiklal Marşımızın hangi Bir şiirin birden çok şiir tü-
maktadır. Öyleyse bu tür şiir türüne girebileceğini rüne dâhil edilip edilemeye-
eserleri niçin hikâye gibi değerlendirin. ceği konusunu anlatın.
kurmaca bir türe değil de
şiire dâhil ediyoruz?

31
Şiir Sanatı

ŞİİRİN YAPISI karşılıklarıdır. Diyelim sokaktayız, yoldan geçen


Bir şiirin anlatı kipini bulduktan sonra, onun bir otomobilin rengini görüyor, o aracın korna se-
anlatı yapısına odaklanmak gerekir. Yukarıda be- sini işitiyor, bir pastaneden aldığımız simidin ko-
lirtildiği üzere, bir şiirin türü, şiirde kimin konuş- kusunu duyuyor, o simidi yerken tadını alıyor ve
tuğu ve kime hitap ettiğiyle ilgilidir. Anlatı yapısı bu simidi elimizde tutarken onun susamlarının pü-
ise bir şiirin dokusunu oluşturan ana bileşenlerden türlü yapısını hissediyoruz. Bütün bunlar, beş du-
oluşur. Bunlar “imaj”, “ses”, “ritim”, “ifade tonu” yumuzun zihnimizde yarattığı etkiden kaynaklanı-
ve “anlam”dır. Bir şiiri anlamlandırmak bu yapısal yor. Bu açıdan bakıldığında imaj, insan doğasının
ögelerin birbiriyle olan ilişkilerini kavramak de- dış dünyayı algılama biçimidir diyebiliriz. Sanatsal
mektir. Anlamca müphem olsun olmasın, her şii- imaj ise beş duyuyla algıladığımız imajlardan yola
rin ne anlattığını değil, nasıl anlattığını anlamaya çıkarak “suni” veya “kurmaca” imajlar yapmak an-
çalışmak gerekir. Çünkü şiir bir biçim sanatı oldu- lamına gelmektedir. Edebiyatta imaj dil aracılığıyla
ğu için, “Nasıl anlatıyor?” sorusuna verilen cevap oluşturulur; bu nedenle tanımı şöyledir: “Nesne-
muhakkak “Ne anlatıyor? sorusuna verilen cevapla leri, eylemleri, duyguları, düşünceleri, ruh hâlini,
ilişkilidir veya nitelikli şiirlerde bu genellikle böyle- duyusal veya duyu ötesi tecrübeyi temsil etmek
dir. Bir şiirin yapısını anlamak, bir şiirdeki anlamın amacıyla dilin kullanılmasına imaj sanatı (imagery)
sadece sözcüklerin söylediği şey olmadığını fark et- diyoruz” (Cuddon, 1999, s. 413). Bu noktada,
mektir. Çünkü anlam, bir şiiri okurken kullanılan nesnel imajlar ile edebî imajlar arasında önemli bir
imajlara, bu imajlar yardımıyla elde edilen mecaz- fark olduğu görülür. Edebî imajlar kurmaca oldu-
lara, ses ve ritim özelliklerine bağlı olarak gelişir. ğu için günlük konuşma diliyle tam olarak ifade
İfade tonu ise şiirde söylenen ile kastedilen veya edemediğimiz bir hissiyatı, fikri veya duyu ötesi bir
ima edilen arasındaki farka tekabül eder. Bir şiirin sezgiyi anlatabilmeye veya ima yoluyla sezdirmeye
ifade tonu; hüzünlü, öfke dolu, ironik, kibirli vb. olanak tanır. Böylelikle edebî imajların, sadece sa-
olabilir. İşte bu nedenle bir şiiri anlamak, metni ya- natsal değil, aynı zamanda, insanın kendisini dışa-
pısal ögelerine ayrıştırmayı ve bu işlemden yola çı- vurma yollarından biri olduğu anlaşılır. Bu nedenle
karak bir yorum yapmayı gerektirir. Şimdi sırasıyla edebî imajların gerçekliğin kendisinden bile daha
bu yapısal ögeleri irdeleyelim. gerçekçi bir izlenim verebileceği söylenmiştir: “Söz-
cükler, iyi seçildiklerinde, öyle bir güce sahip olur-
lar ki bir tasvir, sıklıkla, bize şeylerin görünüşünden
çok daha canlı tasarımlar verir” (Mitchell, 1984, s.
514). Bunun nedeni şu olabilir: İnsan tecrübesi, bir
anda gerçekleşmeyen, uzun yıllar içinde gelişen bir
olgudur. Bir insanın bu tecrübeyi edinmesi yıllar
alır; oysa bir şair dış gerçeklik, toplumsal yaşantı ve
varoluşsal sezgi üzerine edindiği bir tecrübeyi bir-
kaç imajda toplayabilir ve okura bunu aktarabilir.
Resim 2.3 Bu yüzden şiirsel bir imaj, insani bilgi ve tecrübe-
nin aktarılmasına yardımcı olabilir. Bunun çarpıcı
bir örneğini, “İmajist” şiir üzerine kurallar gelişti-
Şiirde anlam iletişim dilinde olduğu gibi ren modernist şair Ezra Pound’da bulabiliriz.
sadece söylenen şey değildir. Şiirde anlam, Pound imajı şöyle tanımlıyor: “İmaj, zihinsel
imaj, ses ve ritim özelliklerinin bir arada ve duygusal bir bileşimi bir anlık zamanda ortaya
değerlendirilmesiyle anlaşılır. koyan [sunan, takdim eden] bir şeydir” (Pound,
1913, s. 200). Öte yandan bu tanımın resim sana-
tındaki tasvirciliğe tekabül etmediğini de söylüyor
İmaj Pound. Ona göre Shakespeare “Şafak kuru yaprak
İmaj kavramını anlamak için öncelikle nesnel kırmızısı pelerinini kuşandı” derken bir ressamın
imajlarla edebî imajlar arasındaki farkı bilmek ge- sunduğundan farklı bir şey sunar okura. Niçin?
rekir. Nesnel imajlar “görme”, “işitme”, “koklama”, Bizce bunun nedeni bu imajın doğayı tasvir etmek
“tatma” ve “dokunma” duyularımızın zihnimizdeki yerine olgular arasındaki analojik ilişkileri sergile-

32
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

mesidir. Şafak, güneşin doğuşudur ama bu dizede, • Tat İmajı: “Damakta serçe gibi seken bir şa-
kırmızı pelerin kuşanan birine benzetilmiştir. Dize- rap şimdi” (Cemal Süreya, 1995, s. 84).
de hem güneşin doğuşu hem de kırmızı pelerinini • İşitsel İmaj: “Kanatları parça parça bu ağus-
omzuna atmış biri geliyor akla. Böylece şair bu iki tos geceleri / Yıldızlar kaynarken / Şangır şun-
imajı çağrışım yoluyla tek bir imaja dönüştürür ve gur ayaklarımın dibine dökülen / sen” (Attila
okura yorumlayabileceği bir sahne sunar. Türk şii- İlhan, 1997, s. 566).
rinden bir örnek vermek gerekirse “Bir aşka vuran
• Görsel İmaj: “Güneşin tellerini geren bisik-
güneş kolayca batmıyor / Yanıyor bin kollu şam-
letçi” (Oktay Rifat, Bütün Şiirleri II, 2007,
danı, tutuşuyor” dizelerinde güneşin bir şamdana
s. 365).
benzetildiğini görürüz (Oktay Rifat, Bütün Şiirle-
ri I, 2007, s. 522). Güneşin ışınları, şamdanın da
kolları vardır ve her ikisi de ısı ve ışık yaymaktadır.
Tabii asıl önemli olan, güneş ve bin kollu şamdan
analojisinin bir doğa tasviri değil, aşkın kalıcı şid-
detini anlatmak için kurgulanmış bir imaj olması-
dır. Dikkat edilecek olursa şair çağrışım yoluyla iki
nesnel imajı zihninde birleştiriyor ve ortaya kuru
bir doğa tasvirinden fazlası çıkıyor. Pound’ın “In
a Station of the Metro” (Bir Metro İstasyonunda)
başlıklı şiiri de bu açıdan incelenebilir: “Kalaba-
lıkta bu yüzlerin hayaleti / Islak, kara bir dalda,
taçyaprakları” (The apparition of these faces in the
crowd / Petals on a wet, black bough). Pound bu şi-
iri nasıl yazdığını anlatırken kalabalık bir metro is-
tasyonunda gördüğü güzel kadın ve çocuk yüzlerini
şiire dökmek istediğini ve bunun için uzun uzadıya
dizeler kurmak yerine bu fikri tek bir imajda topla- Resim 2.4 Ezra Pound (1885-1972)
dığını söylemiştir (The Norton Anthology of Modern Kaynak: http://www.english.illinois.edu/maps/poets/
and Contemporary Poetry, 2003, s. 351). Böylelikle m_r/pound/bio.htm
şairin zihninde bir dış dünya tasarımı olarak var
olan insan yüzleri, zihinsel bir işlemle ıslak, siyah Ses ve Ritim
bir dalda duran taç yapraklarına dönüşür. Ama bu
Bir dili konuşur veya okurken belli sesleri belli
analojinin bir adım ötesi, bu yüzlerin hayaletleri
bir ritimle telaffuz ederiz. Şiir sanatı dilin bu iki
andırmasıdır. Bu nedenle bu dizeler hakkında şöyle
özelliğinden olabildiğince yararlanır. Bu nedenle
bir yorum da yapılmıştır: Tren metro durağına gü-
ses ve ritim, şiirin yapısal bütünlüğünün ayrılmaz
rültülü ve hızlı bir şekilde girdiğinde öyle bir etki
parçalarıdır. Ses dendiğinde, bir şiirde sesten söz
yaratır ki insan yüzlerini (yani taç yapraklarını) sa-
edilmesini değil, o şiiri okurken işittiğimiz sesi kas-
vuruyor gibidir. Şair bu yüzlere “hayaletler” diye-
tediyoruz. “Havai fişekler atılıyor” cümlesi, bir ha-
rek, bir yeraltı mekânı olan metro ile bir mitolojik
vai fişek gösterisinin temsilini hem bir görsel imaj
yeraltı mekânı olan Hades’i tek bir imaj içinde kay-
hem de bir ses imajı olarak aklıma getiriyor. Ama
naştırır (Marsh, 2013, s. 54). Buradan şunu çıkara-
bu imajlar cümlenin anlam örgüsünün bir parça-
biliriz: Nesnel dünyadan kalkarak tasarlanan edebî
sıdır. Bu cümleyi okuduğumuzda, eğer daha önce
imajlar kültür tarihinin çeşitli yönleriyle bağlantılı
bir havai fişek gösterisi izlemiş veya onun canlı bir
bir şekilde de yorumlanabilir.
anlatımına şahit olmuşsak, böyle bir sahneyi zihni-
Aşağıdaki imajları inceleyiniz: mizde görsel ve işitsel imaj olarak yeniden kurabi-
• Dokunma İmajı: “Kalbini ısırmadan okşa- liriz. Oysa şiir aynı zamanda bir ses ve ritim sanatı
yamam derini” (Çağlar, 2015, s. 139). olduğundan, şairler sıklıkla okuru, metnin anlamı-
• Koku İmajı: “Giyilmemiş çamaşırlar nasıl na değil, dokusuna odaklanmaya teşvik eder. Bir
kokar bilirsin / Sandık odalarında” (Kanık, cümleyi telaffuz ettiğimizde, anlamı bir anlığına
2005, s. 102). gözardı edip cümledeki sesleri ve bu seslerin iniş

33
Şiir Sanatı

çıkışlarının yarattığı ritmi duyabiliyorsak, o cüm- Jonathan Culler, bu cümlenin etkisini şu sözlerle
lenin dokusunu hissediyoruz demektir. Bu nok- özetler: “Burada, sözcük oyunu yoluyla, beğenilen
ta, “düzyazı dili” ile “şiir dili” arasında bir ayrım nesne (‘Ike’) ile beğenen nesne (‘I/Ben’) eylem için-
yapmamıza imkân verir. Düzyazı dilinde amaç bir de sarmalanır: Hem ben hem de Ike beğenmek için-
iletişimin gerçekleşmesidir; bu nedenle bu dili kul- de birleştirilmişken ben nasıl olur da Ike’dan hoş-
lanırken seslerin estetik bükülüşleri dikkatimizin lanmam?” (Culler, 2007, s. 49). Burada, Culler’ın
ana odağı değildir. Oysa şiirde dil bu sanatın ham şu gözlemini vurgulamak gerekir. “I like Ike”ın
maddesi olarak görüldüğünden onun maddi doku- önemi, bir sözcüğün içerdiği seslerin tekrar edil-
su öne çıkarılır (Eagleton, 2004, s. 127) ve bu doku mesi gibi basit bir ilkeden kaynaklanmaz. Bu cüm-
artistik bir dokunuşla organize edilir. Şimdi, ses ve lenin önemi, dildeki seslerin anlamı pekiştirici bir
ritmin şiirdeki işlevine daha yakından bakalım: işleve sahip olmasıdır. Culler’ın “dilin bütünleşme-
Şiirde sesin maddi bir öge olarak öne çıkması iki si olarak edebiyat” dediği şey budur. Bir reklam slo-
türlü olabilir. Bunların ilki, sesin anlamla etkileşi- ganı ile şiir arasındaki ortak üslup da sesin anlamla
me girmeden dikkati üstüne çekmesidir. Bu tür bir kurduğu bu temsili ilişkidir. “Can kraker herkesin
ses tercihi biçim ile anlamın kaynaşmasına katkıda canı çeker” reklam sloganında, “k”, “r”, “s”, “ç” ses-
bulunmadığı için yeterince şiirsel bir etki vermeye- leri, kraker yiyen birinin ağzından çıkan seslerin bir
bilir. Zaten sesin bu şekilde işitilmesine tekerleme taklididir (Moran, 2004, s. 182). Bu teknik şiirde
gibi basit söz oyunlarında da rastlıyoruz. Örneğin; kullanıldığında, seslerin temsil edici işlevi okura
“Bir berber bir berbere gel birader Berberistan’da belli bir sahneyi deneyimleme imkânı sunar. Ör-
bir berber dükkânı açalım demiş” tekerlemesi, oku- neğin; Yahya Kemal’in, “Çini bir kâsede bir Çin
ra bir şiir hazzı vermez. Şiirde sesin işlevi hakkında çayı içmekteydi” (Beyatlı, 2009, s. 347) dizesinde
öne sürülmüş şu yorum bu bakımdan çarpıcıdır: tekrarlanan “ç” sesi, bir çay kaşığının fincanda çı-
“Sözcüklerin anlamsal içeriği bu taklidî potansiyeli kardığı sesi taklit etmekte; böylelikle dizede anlatı-
açığa çıkarmak ve bu taklidî potansiyele odaklan- lan çay içme sahnesini pekiştiren bir üslup ortaya
mak zorundadır. Eğer anlamsal ögede böyle bir çıkmaktadır. Bu şiiri okuyan bir okur, bu çay içme
durum yoksa, o zaman seslerin birbirleriyle ilişki- sahnesini sadece okuyup zihninde kurmaz, aynı za-
leri pek çok örnekte etkisiz kalacaktır” (Beum ve manda o sahnede yer alması gereken “çın”, “çın”
Shapiro, 2006, s. 15). Öyleyse bir şiirde ses örgüsü sesini doğrudan telaffuz eder. Şiir okurunun yaşa-
anlamla kaynaşmalı, ses; anlamın, anlam da sesin dığı bu tecrübe, dilin anlamla bütünleşmesinden
ayrılmaz bir parçası olmalıdır. kaynaklanır. Başka bir ifadeyle bir şiirde kullanılan
İşte bu neden- sesler, anlatılan konuyla ilgili bir temsil kabiliyetine
le sesin ikinci türlü sahip olmalıdır. Şiirin reklam sloganından farkı, ses
öne çıkması daha şi- ve anlamın şiirde daha rafine bir şekilde kaynaş-
dikkat irsel bir üsluba kapı ması ve şiirin duygusal ve zihinsel içeriğinin daha
Bir şiirdeki ses tekrarları aralar. Böylelikle ses yoğun olmasıdır.
anlamı pekiştiriyorsa işlev- dalgalanışları anlam- Bir şiirdeki atmosferi sezmek için o şiirin rit-
seldir. la bütünleşip kulak mini de hissetmek zorundayız. Çünkü biz farkın-
ve zihin arasındaki da olmasak da bir ritim içinde yaşarız. İçinde ya-
bağlantıya yerleşir. Şiirde sesin maddi bir değer ola- şadığımız dünyanın belli bir dönüş ritmi vardır;
rak nasıl ortaya çıktığını tartışmak için dilbilimci saat, gün, hafta, mevsimler, yıl; yani zamanı fark
Roman Jakobson’un verdiği örnek de bunu doğ- etmemiz bu ritimle gerçekleşir. İnsan belli bir ri-
rular. Jakobson, Dwight D. Eisenhower’ın 1952 timle yürür, kalbi belli bir ritimle atar; kısacası ri-
Amerikan başkanlığı yarışında kullandığı bir slo- tim insanın varoluşsal yaşam pratiklerinden biridir.
gandan söz eder: “I like Ike (Ike’ı beğeniyorum)”. Bir dili konuşurken ortaya çıkan ritim de bunun
Jakobson bu cümlenin olumlu etkisini fonetik dü- bir parçasıdır. İki kişiyi karşılıklı sohbet ederken
zenlenişinde bulur ki temelde bu düzenleme şiirsel dinlediğimizde, bir an ne söylediklerini görmezden
bir işleve sahiptir. “I like Ike”, Eisenhower’ın lakabı gelirsek, bu sohbetin akışı sırasında süregiden bir
olan “Ike” sözcüğü ile beğeni bildiren “like” fiilini ritmi fark edebiliriz. İnsanoğlu bu ritmi, ritüellere
iç içe geçirir; üstelik “Ike” ve “like” sözcüklerinin ve eğlenceye de dönüştürmüştür. Şiir söylediğinde
her birinde, “I”, yani “Ben” zamiri bulunmaktadır. de onu bir ritim içinde tasarlamış; anlamın belli

34
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

bir ritim içinde ifade edilmesinden haz duymuştur. bu esnetilmiş ritmik kompozisyonda yatmakta-
Esasen ritim dendiğinde akla hemen vezin, yani dır. Benzer bir örneği Türk şiiri bağlamında veren
ölçü gelecektir ama ritim bundan fazlasıdır. Terry Yahya Kemal olmuştur. Ona göre, Nedim’in “Dö-
Eagleton bunu şu sözlerle anlatır: külen mey kırılan şîşe-i rindân olsun” dizesinin
Şiirde ritim ile ölçü aynı şey değildir. Ölçü, ritmi, aruz vezninden, yani mekanik ritimden kay-
vurgulu ve vurgusuz hecelerin oluşturduğu düzenli naklanmaz (Beyatlı, Edebiyata Dair, 2005, s. 5).
bir motiftir, ritim ise daha az forma bağlıdır. Şiirin Çünkü bu dizeyi aruza göre telaffuz ettiğimizde,
düzensiz salınımı ve akışı anlamına gelir, konuşan “Dökülen mey / kırılan şî / şe-i rindâ / n’olsun”
sesin bükülmelerini takip ederkenki dalgalanmala- şeklinde kesik kesik bir ritim ortaya çıkmaktadır.
rı ve titreşimleridir. İngilizce şiirin etkisinin büyük Çünkü aruz vezni Arap ve Fars edebiyatına özgü,
bölümü, bunlardan birini diğerine karşı kullanma- hecelerin uzunluk ve kısalıklarına dayanan bir ve-
sından gelir. Shakespeare’in The Merchant of Veni- zindir. Aruza uygun bir şiir okuma tarzı kesintili
ce’deki (Venedik Taciri) Shylock’un şu dizesi: bir ritim yaratır. Böyle bir ritim günlük konuşma
diline has doğal tonlamayı bozar. Bu da muhte-
Nasıl da yaltaklanan bir hancı gibi görünüyor melen okuyana şiirsel bir haz vermez. Ama bu di-
(How like a fawning publican he looks) zeyi, anlamına ve okura duyurmak istediği ruhsal
Beşli ölçüyle yazılmış bir ‘iambic pentameter’dır, coşkuya uygun bir şekilde telaffuz ettiğimizde, asıl
vurguların motifi şu şekildedir (koyu renk heceler ritim ortaya çıkar ve aruz da, Eagleton’ın vurgu-
vurgulu olanlardır): ladığı gibi, arkaplanda belli belirsiz bir partisyon
olarak kalır. Bu dizede, bir bezm sırasında, şişenin
How like a fawning publican he looks! kırılması ve şarabın dökülmesi üzerine, o ânın ne-
şesi içinde yükselen bir nida var. Dizeyi, “Dökülen
Ancak dizeleri bu şekilde seslendiren bir oyun-
mey… / kırılan… / şîşe-i rindân olsun” şeklinde
cu, hiç kuşkusuz seyircileri mest edemeyecektir.
bölerek okuyabilir ve dizeye bezmin coşku dolu
Bunun yerine dizeyi şu şekilde seslendirebilir:
ruh hâline uygun bir dramatik ton katabiliriz. Bu
How like a fawning publican he looks! dramatik tonlama sayesinde dize, veznin mekanik
etkisinden kurtulur ve günlük konuşmaya özgü bir
Burada dizeyi seslendirme biçimi, konuşan se- doğal ritim kazanır.
sin eğimine yapışır. Ancak ölçü, çok sayıda ihti-
mali açık bırakır. Şiirin temposu, onu seslendiren
kişinin okuması esnasında arka planda sönük bir Her türlü konuşmanın bir ezgisi vardır.
zonklama gibi duyulabilir, sesin serbest stil cam- İnsan kendi ana dilinde, sözcüklerin vur-
bazlıklarının dikkat çekebileceği sabit bir arka plan gularını farkında olmadan yapar ve bir
oluşturmuştur. Sanki ölçü, ritmin emprovizasyon ezgi ortaya çıkar. Şair bu ezgiyi olabildi-
yapabileceği partisyonu sağlıyormuş gibidir (Eagle- ğince öne çıkarıp ondan duygusal ve este-
ton, 2011, s. 214). tik bir etki yakalamaya çalışır.
Bu alıntıda söz edilen mesele şöyle izah edilebi-
lir: Vezin bir şiire belli bir düzen sağlayabilir ama Hece vezni, Türkçenin yapısına daha uygun ol-
bu durum o şiirin ritminin vezinden kaynaklan- duğundan günlük konuşmada kullanılan tonlama
dığı anlamına gelmez. Ritim, vezinden farklı ola- ve ritim bu vezinde daha rahat yakalanabilir. Çün-
rak, belli bir kalıba dayanmaz ve doğal konuşmaya kü her vezin dilin yapısından doğar (Dilçin, 2000,
özgü tonlamaya bağlı olarak gelişir. İngilizce şiirin, s. 39). Bu vezin dizelerin hece sayısına dayanır; bu
genel olarak vurgulu ve vurgusuz hecelerin ritmine nedenle eskiler bu vezni, “vezn-i benân”, “hesâb-ı
dayandığı düşünülürse dizenin ilk okunuşundaki benân” olarak adlandırmıştır. Hece ölçüsünün esası
vurguların mekanik bir ritim etkisi verdiği söylene- bir şiirdeki bütün dizelerin hece sayısının eşit ol-
bilir. Zira Eagleton da bu dramatik şiirin sahnede ması demektir. Bir şiirin dizelerinde 7 hece varsa,
söylendiği esnada, bu vurguların pek hoşa gitmeye- o şiirin vezni 7’li, 11 hece varsa 11’li olarak anılır.
ceğini vurguluyor. Oysa ikinci ritim, ana kalıptan Eğer dizede yabancı bir sözcük varsa ona da Türkçe
tam anlamıyla ayrılmadan, onu doğal konuşmaya sözcük muamelesi yapılır ve onun da heceleri sayı-
uygun bir şekilde esnetir. Bir şiirin asıl ritmi, işte lır. Hecenin en önemli özelliği ise dizenin belli bir

35
Şiir Sanatı

yerindeki duraklardır ki bu vezne ritim kazandıran Bazı ruhum kararır kefenlerden, mezardan
da bunlardır. Cem Dilçin hecenin bu özelliğini şu Yok mu Rabbim, ölümün bir güzel şekli? derdim
sözlerle anlatıyor: O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman
Hece ölçüsünde dizenin belli bölümlere ay- Hayâlimde ölüme en güzel şekli verdim.
rılmasına durgulanma, bu bölüm yerlerine de
durak denir. Hece ölçüsünde durak, aruzdaki Başka bir gözyaşını dudaklarınla silsen
takti’in karşılığı olarak kabul edilebilir. Takti’de Ürpererek bu, derdim, mezardan bir nefestir,
sözcükler ortalarından bölünebildiği hâlde, hece Buna kıskançlık deme, bence yalnız değil sen,
ölçüsünde sözcükler bölünerek durak yapılamaz. Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir.
Durak ancak, kulakta uyumlu bir izlenim bıra-
kan anlamlı söz öbekleri arasında olur. Sözün Kimse karşında belki titremez gönlüm kadar
akışına göre durak gerekli ve doğal olmalıdır. Bense hâlâ korkarım dizinde ağlamaktan.
Bunun için de dize içinde anlamlı söz öbekle- Temâsı korku veren tatlı bir ölüm kadar
rinin kendiliğinden tamamlanması ve yeni bir Daha hoştur kalbime görünüşün uzaktan…
anlamlı söz öbeğinin başlaması gerekir. Bundan (Dilçin, 2000, s. 56)
başka, vurgulu hecelerden biri durağın sonuna
getirilerek de durgulanma yapılabilir. Az heceli Bu şiiri okuduğumuzda dizelerdeki ritmin gün-
kısa dizelerin kalıpları genellikle tek duraklıdır. lük konuşma dilinin ritmine ne kadar uyduğunu
Bu da dizenin sonunda bulunur. Durakları her fark ederiz. “Fırtınadan saçların / çözülmüş bir de-
dizede değişen şiirlerin dizelerindeki hece sayısı metti” dizesini yedişer hece olarak ikiye böldüğü-
eşittir fakat duraksız sayılırlar. Bununla birlikte müzde, böyle bir cümlenin günlük konuşmadaki
aynı kalıp içinde, değişik duraklı dizeleri, belli bir tonlamadan farklı olmadığını görürüz. Böylelikle
düzenle şiire yerleştirmek, ölçünün tekdüzeliğini heceyle yazılmış lirik bir şiir için de uygunluk ilke-
yok ettiği gibi, kulağa hoş gelen güzel bir uyum sinin hayati bir önem taşıdığını anlarız.
da yaratabilir (Dilçin, 2000, s. 40). İster aruz ister hece olsun, bütün vezinler ritim
Hece vezninde dizelerin sözcük ortalarından açısından şaire sınırlı bir yaratıcılık alanı sunar. Şa-
bölünmemesi, günlük konuşma diline özgü doğal irler bu sınırlı alanı olabildiğince etkili kullansalar
tonlamayı bir kesintiye uğratmaz. Bu nedenle hece, da modern şiirde vezinlerin çizdiği çitin ötesine
aruza göre Türkçe tonlamaya daha yatkın bir öl- geçilir ve her şair kendi yaratıcılığını kullanarak
çüdür. Çünkü hece günlük Türkçede kurduğumuz özgün ritimler yakalamaya çabalar. Vezinsiz, yani
cümlelerin yapısında bulunan ezgiden yararlanır. belli bir ölçüye bağlı kalmadan ritim yaratmak, şa-
Dilçin’in, 7+7 duraklı hece için verdiği örnekler- irin her şiir için özgün bir ritim bulması demektir.
den biri, Faruk Nafiz Çamlıbel’in, “Ölümü Hatır- Bu üslubun Türk şiirinde öncüleri vardır ve
latan Kadın” adlı şiiridir: özellikle Nâzım Hikmet, özgün ritim kurgulayan
şairlerin başında gelir. Onun “Salkımsöğüt” şiiri,
Kayalıklarda gördüm seni, bir sisli günde ritimde özgünlüğün sağladığı yaratıcılık imkânını
Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti. göstermesi açısından irdelenebilir:
O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde
Akıyordu su
Çöllerden âşık dönen bir genç intihar etti…
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Seni her nerde, artık, her ne sûrette görsem Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Bir gölgenin duyarım rûhuma düştüğünü. Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
Ben de o âşık gibi burda bir gün ölürsem koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Tanrım mukaddes etsin seni gördüğüm günü! Birden
bire kuş gibi
Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin vurulmuş gibi
Halkı seni karanlık rüyâlarında görmüş. kanadından
Ey yâdı gönlümüzden çıkmayan âfet senin yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş. Bağırmadı,

36
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

gidenleri geri çağırmadı, lıkla canlanabiliyor. Atından düşen süvari, yavaş


baktı yalnız dolu gözlerle yavaş ölürken öteki atlılar da ufukta kaybolmaya
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! yüz tutuyor. Süvarinin ölüm anı belli bir zaman
zarfına yayılmış; bu esnada diğer atlıların gözden
Ah ne yazık! kayboluşu ile kendisinin ölümü arasında bir pa-
ralellik kurulmuştur. Bu noktada Nâzım Hikmet,
Ne yazık ki ona
şiirin ritmini âdeta ölmekte olan birinin yavaşlayan
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yat- nabzı hâline getirir ve tipografiden de yararlanarak
mayacak, nabzın düşüşü ile ritimdeki düşüşü eşleştirir. Rit-
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! min yavaşlayıp sönmesi, atlının ölümü demektir.
Bu tür bir ritim, anlam ile ritmik kompozisyon ara-
Nal sesleri sönüyor perde perde, sında bir uyuma işaret eder. Böylelikle ritim sadece
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! bir tempo olmakla kalmaz, aynı zamanda anlamı
destekleyen bir anlatım aracı hâline de gelir; yani
Atlılar atlılar kızıl atlılar, içerik ile biçim kaynaşmış olur.
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.


Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
Resim 2.5 Nâzım Hikmet (1902-1963)
mavi gözlerine,
Kaynak: http://www.internethaber.com/nazim-hikmetin-
sarktı salkımsöğütler
en-guzel-resimli-siirleri-ve-sozleri-1598832h.htm
sarı saçlarının
üzerine! Anlam
Ağlama salkımsöğüt
Şiirde anlam, her türlü iletişim dilinden farklı
ağlama, bir yapı arz eder. Günlük bir konuşmada, bir ga-
Kara suyun aynasında el bağlama! zete, televizyon haberinde, bir söylevde, ana amaç,
el bağlama! ötekine nesnel, anlaşılır bir şey söylemektir. İnsan-
ağlama! (Nâzım Hikmet, 2010, s. 30) larla her günkü konuşmamız, okulda dinlediğimiz
ders, bir kaza, cinayet haberi, bir politikacının
Bu şiir epik özel- söylevi ve her türlü benzeri dil kullanımı, iletişim
likler taşıyan bir diline aittir. İletişim dilinin açık ve anlaşılır oldu-
dikkat ağıttır. Şiirde bir sü- ğu düşünülür ama anlam sadece gramerin doğru
Tipografi harflerin grafik vari grubu içinden kuruluşundan gelmediği için anlaşılır olmaktan ne
özellikleridir. Bazı şairler bir atlının yaralanıp kastedildiği kimi zaman belirsizdir. “Bayram yine
bu özelliklerden bir anlatım atından düşmesi ve can aldı.” sözü, ancak belirli bir “bağlam” içinde
aracı olarak yararlanır. ağır ağır ölmesi an- anlamlıdır. Bu cümledeki anlamı hemen anlarız
latılmaktadır. Nâzım fakat bunun için zihnimizin bir dizi ayıklamayı
Hikmet şiirdeki bu olay örgüsü kesitini ritmik bir hızlı bir şekilde yaptığını belirtmeliyiz. Nasıl? Bu
düzenlenişle okurun hayal gücüne sunar. Şair öyle cümleyi okur okumaz, Türkiye’de belli bayramların
bir ritim kurguluyor ve buna öyle sinematografik bir haftayı aşkın uzun tatil sürelerini kapsadığını,
imajlar ekliyor ki okurun zihninde bu kesit kolay-

37
Şiir Sanatı

insanların memleketlerine veya tatil yörelerine kara ması gerekir; sanat, nesnenin oluşunu hissetme
yolu aracılığıyla akın ettiğini, bu yoğunluğa, dik- aracıdır; daha önce ‘olmuş’ olanın, sanat için bir
katsizlik ve aşırı hız eklendiğinde ölümlü kazaların önemi yoktur (Şklovski, 1995, s. 72).
sık yaşandığını ve bu olayların yayın organlarına bu Bu cümleler bir şiirdeki anlamın kavranması
ve benzeri klişe söz öbekleriyle yansıdığını biliyor zor niteliğine vurgu yapıyor. Günlük yaşamda dili
olmamız gerekir. İşte bu bilgilerin tamamı, “Bay- otomatik bir şekilde, sosyal kodlara uygun bir bağ-
ram yine can aldı.” cümlesinin bağlamını oluştu- lamda kullanır ve iletilen mesajı çabucak anlarız.
rur. Eğer böyle bir bağlam yoksa anlam belirsizleşir Oysa şiir dili bu kodları kasten manipüle eder ve
ve bu cümle muhtelif yorumlara açık bir hâle gelir. metnin alıcısını bir şiir okuru olmaya doğru iter.
Örneğin; hayvanların yaşam hakkı konusunda aşırı Bu da elbette bir şairin sözcükleri bildik anlamla-
hassas ve et yemez biri, kurban bayramına eleşti- rının ötesinde kullanması sayesinde gerçekleşir. Bir
rel bir gözle bakıp böyle ironik bir cümle kurabilir. şiirdeki sözcükler kendi anlamlarının ne kadar uza-
Bayram’ın hapisten salıverilmiş bir seri katil oldu- ğına işaret ediyorsa o şiirin anlamı o kadar belirsiz-
ğunu düşünün, bu kez cümle bambaşka bir anlama leşir, okur da bu şiiri anlamakta zorlanır. Öyleyse
bürünecektir. Bağlam bir çıpa gibi anlamı belirli şiir, günlük yaşamın tekdüzeliğini yıkan, okuru ta-
bir yere olabildiğince sabitleyen şeydir. Şiir ise ge- nıdığı bir nesne veya olgu karşısında her seferinde
nellikle bu tür çıpaları kullanmaz; böylelikle anlam şaşırtmayı başaran bir sanattır: “Nesne önümüz-
yüzer gezer bir şey hâline gelir, yani sabitlenemez. dedir, biliriz, ama artık görmeyiz onu” (Şklovski,
Bu mesele, dilde doğrudan anlam (denotation) ile 1995, s. 72). İşte farklılaştırma tekniği, nesneleri
çağrışımsal anlam (connotation) arasındaki ayırı- ve olguları kendi olağan kullanımlarından çıkarıp
ma tekabül eder. Bunlardan ilki bir sözcüğün söz- onlara farklı bir gözle bakmamızı sağladığı için şi-
lük anlamı, diğeri ise çağrışımsal anlamıdır. irin temel araçlarından biridir. Nesne ve olguların
Bir sözcüğün doğrudan mı yoksa çağrışımsal anlam açısından nasıl yabancılaştırıldığını sistema-
bir şekilde mi kullanıldığı sorusu da bağlamın an- tik bir şekilde kavramak için iletişim dilinden şiir
laşılmasıyla yanıt bulur. Örneğin; güvercin sözcü- diline doğru nasıl bir geçiş olduğunu örnekler eş-
ğünün sözlük anlamı kuş, simgesel anlamı barıştır. liğinde inceleyebiliriz. Bunun için, öncelikle meto-
Ancak bu örnekteki çağrışımsal anlam da kalıplaş- nimi ve metafora yer vereceğiz. Bunlar şiirde en sık
mış ve bir klişeye dönmüştür; yani sabit bir bağlam karşılaşılan mecazlardır ve dilin şiirsel işlevine fark-
kazanmıştır. Çünkü güvercin ne zaman politik bir lı düzeylerde katkıda bulunurlar. Öte taraftan dili
bağlamda zikredilse hemen herkesin aklına barış olabildiğince anlamdan soyutlayan şiirler de vardır.
kavramı gelecektir. Oysa şiir, özellikle lirik şiir, sa- Bunlar çeşitli mecazlara bağlı olarak geliştirilebil-
bit bağlamları yıkıp sözcükleri özgürleştirir; böyle- diği için bu tip şiirlere genel olarak anlamsızlaşma
likle okur, yeni bir ifade tarzı karşısında olmaktan örnekleri diyeceğiz.
dolayı haz duyar. Bu nokta Rus Biçimcilerinin
“farklılaştırma etkisi” (Rus. Ostranenie; İng. defa-
miliarization) dediği bir edebî üsluptur. Bu üslup Şair dili günlük bağlamından çıkarıp söz-
okurun günlük yaşamda alışkın olduğu dil kulla- cüklerin çağrışım alanını kullanır. Böylece
nımını bozar, değiştirir ve ona şiire özgü bir tuhaf- dünyayı yeni bir bakış açısıyla görmemize
lık katar. Eğer bir metni belli bir bağlama oturtup olanak tanır.
anlamak konusunda zorlanıyorsak bunun için za-
man harcamak zorunda kalıyorsak o metinde bir
şiirsellik olması muhtemeldir. Aslına bakılırsa bu, Metonimi
bütün sanatlar için geçerlidir. Viktor Şklovski şöyle Metonimi dış dünyanın gerçekliğine tam an-
söylüyor: lamıyla yabancılaşmadan yapılan bir mecaz tü-
Sanatın amacı, nesne duyusunu görünen şey rüdür. Bir nesne veya olguya adıyla atıf yapmak
olarak vermektir, tanınan, bilinen olarak değil; yerine onunla doğrudan ilişkili olan bir şeyle
sanatın tekniği nesneleri farklılaştırma (yabancı- atıf yaptığımızda metonimi yapmış oluruz. Bir
laştırma), biçimi anlaşılmaz kılma, algılamanın gazetede “Ankara, sınırdaki durumdan rahatsız”
güçlüğünü ve süresini artırma tekniğidir. Sanatta cümlesini okuduğumuzda, Ankara’nın, Türkiye
algılama edimi, kendi başına bir erektir ve uzatıl- Cumhuriyeti hükûmetini temsil ettiğini anlarız.

38
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Bu cümlede bir mecaz vardır ama anlatım günlük Metafor


dilden kopmamıştır. Metonimi dış dünyadan ve Bir şeye adıyla değil, başka bir adla atıf yaptı-
iletişim dilinden kopmaz ancak bu durum şiirde ğımızda metafor yapmış oluruz. “Sevgilim kırmızı
yaratıcı metonimi örnekleri göremeyeceğimiz an- bir gül gibidir” sözü yalın bir benzetmedir. Oysa
lamına gelmez. Şairler hep dilin çağrışım olanak- “Sevgilim kırmızı bir güldür” ifadesi bir metafor-
larını değerlendirmek istedikleri için metonimiyi dur. Metafor yaparken bir şeyin başka bir şey “gibi”
de bu yönde kullanmaktan geri durmazlar. Örne- olduğunu söylemeyiz. Çünkü metaforda aslolan bir
ğin, Behçet Necatigil’in “Çalar Saat” başlıklı şii- şeyin yerine bir başkasını geçirmektir. Halk dilinde
rinin bir bölümünde metonimi ana mecaz olarak “Kız fidan gibi ince” ifadesine sık rastlarız. Bu da
yer alır: yalın bir benzetmedir. Oysa Erzurumlu Emrah’ın
“Sabahtan uğradım ben bir fidana / dedim mah-
Koştu yokuş aşağı rengi atmış bir şapka
mur musun dedi ki yok yok” dizelerinde “fidan”,
Çanta, gözlük. “genç kız”ın yerine kullanılmıştır. Fidanın inceliği
Bir eski atkı, adımları yavaş, ve tazeliğiyle genç kıza benzetildiğini bilen bir okur
Uçar gibi hafif, bir küçük önlük. burada kastedileni kolaylıkla anlayacaktır (Aksan,
(Necatigil, 2013, s. 164) 1999, s. 126). Şair sözcük dağarcığı içinden genç
bir kızın özelliklerini hatırlatan bir sözcük seçip
Bu şiir sabahın erken saatlerinde işe, okula ye- genç kız yerine o sözcüğü, yani fidanı kullanmıştır;
tişmek için sokağa çıkmış farklı insanları konu alı- ki bu sözcük gül de olabilirdi.
yor. İlk iki dizede, işe yetişmek için koşturan biri- Metafor ilk bakışta basit bir zihinsel işlem gibi
sini görürüz. Bu kişi, rengi atmış, yani yıpranmış görülebilir ama bu sanat yaratıcı şairlerin elinde şa-
bir şapka takıyor, çanta taşıyan gözlüklü bir kişi şırtıcı sonuçlar verebilir. Örneğin Necatigil’in “Bir
bu. Şiirde söylenen, yokuş aşağı bir şapka, çanta sürü örtü kılıf kan görünmez ki (Necatigil, 2013,
ve gözlüğün koştuğudur ama okur bu parçalardan s. 184) dizesinde, insan vücudundaki kanın deri ve
bütüne hayal gücünü kullanarak gidecektir. Şair damarla örtülü olduğu için görülemediği söylenir.
bu kişinin kimliği hakkında bazı ipuçları veriyor. Burada deri ve damar yerine, “örtü” ve “kılıf” me-
“Çanta”, “gözlük” ve “rengi atmış şapka” sözcük- taforları kullanılmıştır. Aynı şiirde geçen “Ak sütlerle
leri ile sabah telaşını birleştirdiğimizde, işe koştu- geçer soydaki huylar” (Necatigil, 2013, s. 184) dize-
ran orta sınıftan bir memur akla gelebilir. Üçüncü sinde ise soya çekime vurgu yapılırken kullanılan “ak
dizede, eski bir atkı takan, ağır ağır yürüyen bi- süt” sözcüğü spermin yerini tutan bir metafordur.
risini görüyoruz. “Eski atkı” ile “adımları yavaş”
Metafor sanatının imkânları geniştir. Bazı şiirler
ifadeleri, yaşlı bir insanı çağrıştırıyor. Burada
tek bir metaforun çözümlenmesine bağlı olabilir.
“eski” sözcüğü ile “yaşlı” arasındaki kavramsal ya-
kınlık, bu yorumu destekler. Son dizedeki imaj ise Necatigil’in bir başka şiiri buna uygun bir örnektir:
çok daha açık: “Uçar gibi hafif, bir küçük önlük” Siz hiç eski tahtalara yağlı boya yaptınız mı?
dizesi, okula giden küçük bir çocuğu anlatıyor. Bütün iş ilk çekilen boyadadır, astarda.
Dikkat edilecek olursa Necatigil, iletişim diliyle Astar düzgün değilse tepserir boya
kolaylıkla tanıtabileceği kişileri, metonimik bir Islak duvarlar gibi dökülür pul pul
eksilti kullanarak veriyor ve okuru bu kişilerin Bir hava kabarcığı alttan doğru yavaş
kılık kıyafetlerine, hâl ve tavırlarına yöneltiyor. Taşır bazı şeyleri dipten yüze.
Böylelikle okur, bu insanlar için verilen nesnel
Çıkar suya yukarı, döner bir zaman yavaş
imajları geliştirebilir; eksik parçaları hayal gücüy-
Söner suyun üstünde.
le tamamlayabilir. Burada şairin yapmak istediği,
şiir ile okur arasında bir etkileşim yaratmaktır. Daha demin titrek dokuyordu aşkı
Yani şair okura hazır bir imaj vermek yerine, ek- Konuşan bakışlar, ince gülüşler
siltili bir imaj sunar; kalanını onun hayal gücüne Daha demin vardı.
bırakır. Böylelikle okurun şiirin anlamına hemen Sustunuz ikiniz de, gözleriniz daldı:
ulaşması engellenmiş olur; algılama süresi az da Boğdu sevincinizi sularda kıskanç
olsa uzar. Bir hava kabarcığı. (Necatigil, 2013, s. 195)

39
Şiir Sanatı

Şair boya yapılırken en önemli işin astar atmak olduğunu söylüyor. Eğer bir tahta boyanırken yüzey
temizlenip üstüne astar çekilmezse kirli yüzey zamanla boyayı kabartacak ve boya pul pul dökülecektir.
Şiirde astar atmak bir metafor olarak kullanılmıştır. Nasıl bir tahta (veya duvar) boyanırken önce astar boya
çekiliyorsa, bir aşk ilişkisinde de atılacak ilk adım karşı tarafa güven vermektir. Öyle ki kıskanç bir hava
kabarcığı birden ortaya çıkıp aşk sevincini boğmasın. Necatigil’in astar metaforu o kadar esnektir ki her
başlangıca uygulanabilir; yani bu şiirden hareketle her işe sağlam bir temel atarak başlamamız gerektiğini
düşünebiliriz. Böylelikle astar metaforunun anlam evreni genişler; bu metafor her işin sağlam bir temel
üstüne kurulması fikrini anlatan bir simge değeri kazanır.

Anlamsızlaşma
Anlamsızlaşma kavramı, okurun sözcükler arasında ilgi kurmakta zorlandığı mecazlar için kullanılabi-
lir. Sözcüklerin neyin yerini tuttuğu belli değildir ya da zaten böyle bir şey amaçlanmamıştır. Anlam varsa
da rastlantısaldır. Bu tür bir şiir okura geniş bir çağrışım alanı açar ve anlamı oldukça müphem olduğun-
dan kolaylıkla tüketilemez. Örneğin; Oktay Rifat’ın, “Uykusuz camların kırmızı boynuzlu öküzü ellerimi
yaladı mı yemyeşil kesilirim. Alnımın kuşları havalanır” (Oktay Rifat, Bütün Şiirleri I, 2007, s. 203) dize-
leri bir anlamsızlaşma olarak kabul edilebilir. Çünkü bu dizeleri okuduğumuzda sözcükler arasında anlamlı
bir bağıntı kuramayız ve nesnel dünyadan kopup dilin rastlantısal çağrışımlarıyla baş başa kaldığımızı
hissederiz. Bu tarz şiirlerde okurun anlam üretmek için bulabileceği bir dayanak noktası ya hiç yoktur ya
da çok az vardır. Şunu da eklemek gerekir: Bu tür örnekler, her ne kadar onlara az rastlasak da anlamdan
bağımsız olma iddiası taşıyan dilsel düzenlemenin sınırlarını görmek açısından işlevseldir.

İfade Tonu
İfade tonu şiirde konuşan sesin duygusal içeriği demektir. Bu içerik anlamın kavranmasında hayati bir
öneme sahiptir. Eğer ifade tonundaki hissiyat anlaşılmazsa o şiir hakkında akla yatkın bir yorum yapmak
güçleşir. Çünkü şiirin dil bilgisel anlamı ile ona yüklenen duygusal yük arasında bir fark vardır. Orhan
Veli, ifade tonuna ağırlık veren şairlerimizden biridir. Örneğin; onun “Dedikodu” başlıklı şiirinde, şehirli
çapkın bir gencin kadınlarla olan ilişkisinin ironik bir üslupla sergilendiğini görürüz. Şiirin ifade tonu bu
profili taşıyacak şekilde oluşturulmuştur. Şiire bakalım:

Kim söylemiş beni


Süheylâ’ya vurulmuşum diye
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melâhat’i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Gûya bir de Galata’ya dadanmışız;;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Muallâ’yı sandala atıp,


Ruhumda hicranın’ı söyletme hikâyesi? (Kanık, 2005, s. 44)

40
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Bu şiirde yaptığı çapkınlıkların açığa çıktığını anlayıp hem bundan örtük bir şekilde gurur duyan
hem de toplumsal açıdan eleştirilmek endişesinden dolayı bunu inkâr etme telaşında olan bir gencin
sesindeki heyecanı işitiyoruz. Şiirde konuşan kişi yaptıklarını inkâr eder ama bunu yaparken yaşadığı
maceralarla ilgili dedikoduların ayrıntılarını vermekten de kaçınmaz. Şiiri okuduğumuzda, heyecan,
telaş ve neşeyle karışık bir ruh hâlini bize hissettiren bir tını işitiyoruz. Şiirdeki sahneyi zihninde can-
landırmak isteyen bir okur, bu sözlerdeki edayı süzüp böyle bir ruh hâlini tanıyabilirse şiirin ifade tonu
işlevini gerçekleştirmiş olur.
Öğrenme Çıktısı

3 Şiirin yapısını yorumlayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Şairler sizce anlamı niçin Şiirin yapısı ile romanın


Şiirin içeriği ile yapısı ara-
kasten belirsizleştirmekte- yapısı arasındaki ilişkiyi de-
sındaki ilişkiyi anlatın.
dirler? Araştırın. ğerlendirin.

ŞİİR ELEŞTİRİSİ irde anlatılandan çok, onun yapısına odaklanmak


Bir şiirin yorumlanması hem eğlenceli hem de zorunda kalır. Şiirin bir anlamı elbette vardır ama
güç bir iştir. Okuru şaşırtıp ona haz veren bir şiir, bu anlam metnin edebî kompozisyonuna işlenmiş-
yoğun bir zihinsel emekle kaleme alınmıştır; bu du- tir. Bu nedenle bir şiir okuru, incelediği şiirin mi-
rum, okurun da bir şiiri anlamak için emek harca- marisi ile anlamı arasındaki kaynaşmayı görmek ve
ması gerektiği anlamına gelir. Nasıl bulmaca çözmek yorumunu bu bileşik yapıdan yola çıkarak yapmak
zorundadır. Böyle bir çözümleme becerisi ciddi bir
keyifli ve zor bir işse bir şiirin çözümlenmesi de aynı
edebî eğitimi gerekli kılar. Bu eğitimin ilk basamağı
ölçüde keyifli ve zordur. Bu zorluk şiirin yapısından
bir şiiri yorumlarken yapılan temel hataları tespit
kaynaklanır. Şiir hem günlük konuşma dilinden
etmektir. Bu hataları fark edip önlemini alan bir
öteki türlere nazaran daha fazla uzaklaşır hem de
okur, bir şiiri anlamak için gerekli edebî hazırlığını
biçimsel özellikleri daha fazla öne çıkarır. Roman
yapmış demektir.
ve hikâyede de çağrışımsal bir dile rastlarız fakat bu
dil şiirin ana malzemesidir. Şiir; anlam ile biçimi
kaynaştırma, biçimsel özellikleri, anlamı taşıyan bir
araç hâline getirme sanatıdır. Böyle olunca, bir oku- “Yeni Eleştiri” (New Criticism) 20. yüz-
run yapması gereken bir şiirin ne anlattığını değil, yılın ilk yarısında ortaya çıkan ve etkisini
neyi, nasıl anlattığını çözmek olmalıdır. Modern günümüze dek sürdüren biçimci bir ede-
şairlerin şiirin mimarisine daha fazla önem verme- biyat eleştiri ekolüdür.
leri, günümüz okurunun işini biraz daha zorlaştır-
maktadır. Bu bakış açısı, metnin anlamından ziyade Bir şiirin anlaşılmasını zorlaştıran pek çok et-
dokusunu öne çıkardığı için modern eleştiri şiiri bir men vardır. Buna rağmen kültürünü kavramak
estetik nesne olarak görme eğilimindedir. Örneğin; isteyen her toplum bu güçlüğü aşmak zorundadır.
Archibald Macleish’in “Ars Poetica” adlı şiirinde ge- Eleştirmen I.A. Richards bu meseleyi titizlikle ele
çen “A poem should not mean / But be” (Şiir [bir alıp incelemiştir. Richards, Practical Criticism (Pra-
şey] kastetmemeli, olmalı) dizesi, modern şiir eleş- tik Eleştiri) adlı eserinde, bir şiirin anlaşılmasını en-
tirisinin önde gelen ekollerinden “Yeni Eleştiri”nin gelleyen ana sorunları ortaya çıkartıp bunlarla nasıl
ana ilkelerinden biri olmuştur (Buchbinder, 1991, baş edileceğini göstermeye çalışır. Richards, Camb-
s. 23). Şiirde sözcük seçimi, söz dizimi, imaj, ses ridge Üniversitesinde edebiyat öğretmenliği yaptığı
ve ritim özellikleri o kadar ağır basar ki okur, şi- yıllarda öğrencileri üzerinde bir deney yapmış. Bu

41
Şiir Sanatı

öğrencilere aralıklarla on üç şiir dağıtmış ve onlar- irin ifade tonunu ve bu tonla taşınan duyguları da
dan bu şiirler hakkında yazılı yorum istemiş. Dene- tanıyamaz. Ayrıca bu okurun, edebî bilgi eksikliği
yin sonuçları göstermiş ki bir şiiri anlamak, okurun nedeniyle bir şiirin yapısını oluşturan imaj, ses ve
içine düştüğü bazı hatalı bakış açıları yüzünden ritim gibi özellikleri fark etmesi de mümkün de-
zorlaşmaktadır. Richards’ın bu kitabı hakkında bir ğildir. Bu sorunlar genel kültür seviyesinde bir ek-
makale yazan Engin Sezer, bu hataları şu sözlerle sikliğin sonuçlarıdır. Bazı okurlar ise bir şiire nasıl
özetler: yaklaşılması gerektiğini bilmedikleri için bir şiir
Richards kitabın ilk bölümünün sonunda, öğ- çözümlemesinin üstesinden gelemezler. Örneğin;
rencilerinin eleştirilerinde gördüğü anlama hatala- bir okur, incelediği şiirin biçim ve anlam evreni-
rını on maddede toplamış. Bunlar (1) şiirin düz an- ni bir kenara bırakıp sadece metnin çağrışımlarını
lamını, yani yüzeysel olarak neden söz ettiğini, ne takip ediyorsa, muhtemelen metnin dokusundan
hakkında olduğunu anlamamanın yanı sıra şiirin uzaklaşmıştır. Çünkü bu okur, şiirdeki anlamı bıra-
ifade tonunu, amacını, taşıdığı duyguları da anlaya- kıp kendi hayatının anlamına odaklanmış olabilir.
mamak. (2) Kelimelerin taşıdığı ahenk, tempo vb. Okur bir şiiri çözümlerken kişiliğinden tamamıyla
beş duyuyla algılanabilecek özellikleri tanıyama- soyutlanamaz belki ama şiirdeki duygular ile şah-
mak. (3) Bir şiirdeki imajları—ki bunların başında si duyguları arasında bir ayırım yapabilmeli; yani
nesnel, yani mecazi olmayan imajlar gelir—kendi özne ile nesne arasındaki farkı ayırt edebilmelidir.
istediği gibi yorumlayıp şiirin amaçlarının dışına Bazı duygulara sempati veya antipati besleyebiliriz
çıkmak. (4) Şiirde anlatılan bir konuyu kendi yaşan- ama günlük yaşamda bu duygularla karşılaştığı-
tısı ile karıştırmak ve yorumu bu yöne kaydırmak. mızda verdiğimiz hazır tepkilerin bir şiir analizini
(5) Belli konu ve ifadelere karşı okurun zihnindeki bozacağını aklımızda tutmamız gerekir. Şiirdeki bir
sıradan tepkiler (stock responses) ve bunların şiir- duyguya aşırı tepki vermek kadar o duyguya tep-
de rastlanan örneklerine otomatik olarak olumlu kisiz kalmak da o şiirin ifade tonunu anlamamı-
ya da olumsuz tavırlar almak. (6) Aşırı ya da ye- za engel teşkil edebilir; bu da muhtemelen hayat
tersiz duygusallık göstermek. (7) İnhibisyon, yani tecrübemizle ilgili bir meseledir. Bunların yanı sıra
anlayış ve duyarlılıkta eksiklik göstermek. (8) Dinî, bir şiir incelemesi yaparken kalıplaşıp günlük tep-
siyasi vb. doktriner bağımlılıkların getirdiği değer kilerimize sinmiş kanaatlerimizi, dinî, siyasi ve ide-
yargıları ve beklentilerin ölçüleriyle şiire bakmak. olojik görüşlerimizi veya şiir ufkumuzun belirlediği
(9) Şiirde belirli biçim özellikleri konusundaki bek- edebî yargıları ölçü olarak alırsak, o şiiri anlamamız
lentilerin, yorumları imkânsızlaşır. Çünkü bu şekilde şiirin özgün yapı-
doğrudan etkilemesi. sından uzaklaşmış ve onu ait olmadığı bir bağlam-
(10) Şiirin doğası ve da değerlendirmiş oluruz. Öyleyse bir şiir eleştiri-
dikkat işleviyle ilgili önce- si yapabilmek için öncelikle duygusal, zihinsel ve
Şiir eleştirisi yapabilmek den belirlenmiş peşin kültürel bir hazırlık evresinden geçmeli, ardından
için ilk adım, temel şiir eleştiri yargılarının şiirin yapısına özgü temel kavramları öğrenmeliyiz.
okuma hatalarını öğren- olumlu ya da olum- Modern şiir kuramları, bu hatalardan kaçınma-
mek ve bunları ortadan kal- suz yorumlarda etkili nın yolunu, metin merkezli bir eleştiri yönteminde
dırmaya çalışmaktır. olması (Sezer, 2009, bulmuştur. Bu yaklaşım, olabildiğince nesnel bir
s. 124). şiir eleştirisi için ilk adım olarak görülebilir. Çün-
Bu tespitleri incelediğimizde bir şiirin anla- kü metin merkezli eleştiri, yukarıda sayılan hatala-
şılmasını önleyen eğitim kusurları ve yanlış bakış rı büyük ölçüde ortadan kaldırdığı için tutarlı ve
açılarının karmaşık doğasını görürüz. İnsanlar ko- anlamlı bir şiir yorumuna olanak tanıyabilir. Me-
nuşup yazdıkları dilde yazılan her şeyi anladıklarını tin merkezli eleştirinin mantığı şuna dayanır: Bir
düşünürler ama bu doğru değildir. Eğer bir okurun edebî metin okurun karşısında âdeta bir nesne gibi
sözcük dağarcığı yetersiz, edebî bilgisi zayıf ve ha- durmaktadır. Yazardan, üretildiği çevrenin koşul-
yat tecrübesi eksikse, dilin rafine bir şekilde kulla- larından ve okurun şahsi eğilimlerinden bağımsız-
nıldığı şiir sanatını anlaması olası değildir. Bu ne- dır. Ama bu yaklaşımın aşmak zorunda olduğu iki
denle pek çok okur bir şiirin yüzeysel olarak neden temel sorun vardır: Bunların ilki, okurun, yazarın
söz ettiğini anlamakta güçlük yaşayabilir. Böyle bir kendi eseri hakkında söylediklerine aşırı önem ver-
okur, bir şiirdeki düz anlamın ötesine geçip bu şi- mesi ve onun bakış açısının dışına çıkmaktan çe-

42
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

kinmesi, diğeri ise yukarıda da belirttiğimiz gibi, gelip unutmak istedikleri duygu ve düşüncelerin,
okurun yorum yaparken şahsi duyguları ile şiirdeki onların arzusu hilafına, şiirlerine sızdığını öne sü-
duygular arasındaki farkı ayırt edememesidir. Şiir- rebiliriz. Şairler elbette anlamlı bir kompozisyon
de anlatılan şeyin en iyi şairin kendisi tarafından oluşturma çabası içinde olabilirler ama zihinsel ve
açıklanabileceği düşüncesi ilk bakışta okura makul duygusal malzeme sanıldığı kadar sabit değildir ve
gelebilir. Ne de olsa kaynak odur ve eser ona aittir. şairler çoğu örnekte kendi şiirlerinde ne söyledik-
Bir şiirin okur ondan ne anlıyorsa o anlama geldiği leri konusunda emin değildirler. Şairler bir makale
düşüncesi de ilk bakışta bize akla yatkın görünür. yazarı gibi belli bir akıl yürütme yöntemini takip
Ne de olsa şiir bir sanattır ve estetik çözümlemeler- etmedikleri, kendilerini çoğunlukla çağrışımla-
de göreceli yorumların olması doğaldır. Oysa her ra bıraktıkları için, yaşadıkları duygu ve düşünce
iki yaklaşımın da bir şiir çözümlemesinde ne dere- sağanağını sözcüklere döktüklerinde, dilde tam
ce hatalı sonuçlar verebileceği gösterilmiştir. Buna olarak nasıl bir anlamın oluştuğunu izah etmeleri
göre, bir şairin şiirini herkesten daha iyi açıklaya- kolay değildir. Bir şairin eserini yazarken yaşadığı
bileceği düşüncesi “eser ile onun kökenini birbiri- karmaşık duygusal ve zihinsel süreçler artık ortada
ne karıştırmak” okurun bir şiiri şahsi duygularının yoktur; şair o süreci hatırlamak istese bile o anların
izini sürerek yorumlayabileceği düşüncesi ise “eser sadece soluk izlerini bulabilir. Bu nedenle okur, in-
ile onun etkilerini birbirine karıştırmak” anlamı- celediği şiirin oluşum anlarına ilişkin belli belirsiz
na gelir (Wimsatt ve Beardsley, 1954, s. 21). Bu izleri, yankıları takip etmek yerine, elinde somut
iki eğilimin ortak kusuru, okurun bakışını metnin bir şekilde duran metne odaklanmalıdır. Bu bakış
yapısal özelliklerinden kaçırmasıdır. Çünkü bu iki açısını pekiştiren bir başka nokta ise samimiyet
hata yüzünden okur ya şaire ya da kendi iç dünya- meselesidir. Bir şair kendi şiiri hakkında yorum ya-
sına saplanıp kalır. Her iki durumda da okur şiirin parken nesnel bir tavır takınabilir mi? Şair ile eseri
dokusuna odaklanamaz ve şiirin yapısal özellikle- arasındaki uyumu ısrarla vurgulayan Behçet Neca-
rinden kaynaklanan anlamı keşfedemez. tigil bile bu konuda şüphe duymuş ve şu çözümü
önermiştir:
Aslında bir şairin sanat görüşü, şiirlerinin bü-
Niyetsel hata, eleştirinin yazarın görüşleri- tününden çıkarılmalıdır. Bu gibi konuşmalarında,
ne dayanılarak yapılmasıdır. anketlere verdiği cevaplarda o, kendini, çağının
ağır basan moda görüşlerine bağlama telaşları için-
Bu iki yaklaşım- de, kaçamak, içtenliksiz, sahte şeyler söyleyebi-
dan kaynaklanan lir. Söylediklerinin eseriyle ne derece bağdaştığını
sorunları biraz daha görüp göstermek ise, kendisinin değil, ancak bir
dikkat açabiliriz. Bir şairin yorumlayıcının, bir eleştirmenin işidir. (Necatigil,
Bir şiiri ancak şairinin doğ- kendi şiirini doğru 1997, s. 48)
ru dürüst bir şekilde açık- bir şekilde açıkla- Necatigil’in bu yorumu, bir şiir çözümlenirken
layabileceği düşüncesi bir yabileceği düşünce- o şiirin şairine başvurmanın ne ölçüde sakıncalı bir
eleştiri hatasıdır. si gerçekten doğru bakış açısı olabileceğini göstermek bakımından an-
mudur? Bu soruya lamlıdır. Bir şairin kendi şiirine tarafsız bir gözle
olumlu yanıt vermek zordur. Çünkü bir şairin ese- bakması oldukça zordur; bu nedenle onun yorum-
rini kaleme alırken kastetmek istediği anlamın ne ları açıklayıcı olmak şöyle dursun, yanıltıcı dahi
olduğunu ve başlangıçtaki hedefini gerçekleştirip olabilir. Oysa bir şiir eleştirmeni, tarafsız ve nesnel
gerçekleştirmediği tespit edilemez. Bir şair yazım olmayı, şairin kendisinden daha kolay bir şekilde
aşamasında fikrini değiştirmiş; kendisini sözcük- başarabilir; sahip
lerin yarattığı çağrışımların etkisine bırakmış; mü- olduğu teknik do-
zikal bir etki elde etmek isterken kurmak istediği nanımla bir şiiri çok
dikkat
anlamdan taviz vermiş olabilir. Ayrıca bir şiir asla daha rahat bir şekilde
Bir şiirdeki anlam boşlukla-
belli bir mantık zincirinin sonucu olarak doğmaz. çözümleyebilir.
rını okurun kendi hayatın-
Şairlerin ilhamla yazdığı hep söylenir ki bugün il- Şimdi ikinci so- dan giderek doldurması bir
ham yerine psikanalitik bir kavram olan bilinçdışı- ruya geçelim: Bir eleştiri hatasıdır.
nı tercih edebilir; şairlerin bastırdıkları, görmezden okurun bir şiiri her

43
Şiir Sanatı

koşulda doğru açıklayacağı düşüncesi doğru mu- bu bilgilerin yönlendirdiği okur, şairin kişisel özel-
dur? Bu soruya da olumlu bir yanıt vermek zor- likleri, dünya görüşü ve çevre koşullarına sempati
dur. Eğer bir okur metne şöyle bir bakıp kendini veya antipati besleyebilir; şairin kendi şiiriyle ilgili
çağrışımların akışına bırakıyorsa, metnin kendisi yorumlarından etkilenebilir veya o şair hakkında
yerine, metnin kışkırttığı duygu ve düşüncelere öne sürülmüş kanaatlerin peşine takılabilir; böyle-
odaklanıyorsa, metnin anlamı ile metnin etkisiyle likle metinden uzaklaşabilir. Oysa nesnel eleştiride
girdiği ruh durumu arasındaki farkı ayırt edemi- okurun işlevi, metnin dokusuna odaklanmak, bu
yorsa, o okurun şiiri değil, şiirden yansıyan kendi dokunun gerektirdiği çözümlemeyi icra etmeye ça-
imgesini okuduğunu söyleyebiliriz. Bu hatanın ana lışmaktır. Çünkü bir şiir, metnin dışından getirilen
sonuçlarından biri, bir şiirdeki anlamın o şiiri oku- bilgilerle üzerinde öylesine konuşulabilecek bir şey
yan kişiye göre değiştiği gibi bir göreceliliğe sapma değildir. Okur, şiiri bir bilim insanı gibi incelemeli
tehlikesidir. Türk şiirinden örnek vermek gerekirse, ve elde ettiği sonuçlar üzerinde bilimsel bir yorum
Ahmet Haşim’in, “Şiir Hakkında Bazı Mülahaza- yapabilmelidir. Öznel bakış açısını bir kenara ko-
lar” başlıklı yazısının son bölümünde geçen gö- yup her metnin belli bir bakış açısını talep ettiğini
recelilik, tam anlamıyla böyle bir yorum hatasını fark eden okur, adım adım bir şiirin nasıl nesnel bir
içinde barındırır. Çünkü Ahmet Haşim “Bir şiirin şekilde incelenebileceği konusunda uzmanlaşabilir.
anlamı başka bir anlam olmaya uygun oldukça her Eleştiride metnin
okuyan ona kendi hayatının da anlamını verir” de- eğilimleri baskın bir
mektedir (Ahmet Haşim, 2011, s. 187). Bu bakış unsur olduğunda,
üstü kapalı bir şekilde de olsa bizi şu aykırı fikre dikkat
okurun sabit bir eleş-
götürür: Eğer bir şiirin anlamı onu okuyana göre Her metnin kendine has bir
tiri tarzına saplanıp
değişiyorsa, bu durumda o şiirin nesnel bir anla- anlam yapısı ve teknik özel-
kalması düşünüle-
mı da olamaz. Oysa bir şiir sınırlı sayıda sözcüğe likleri vardır. Okur, inceledi-
mez. Bu nedenle bir
ve anlam olanaklarına sahiptir. Başka bir ifadeyle ği şiirdeki bu ayrıntıları fark
şiir okuru zihinsel
bir şiirin birden fazla yorumu olabilir ama sınırsız edip ortaya çıkarmalıdır.
açıdan kıvrak olmalı,
sayıda yorumu olamaz (Eco, 1997, s. 34). Bunun her şiire uygun bir
nedeni, yazarın niyeti ile okurun öznel yorumu dı- yaklaşım tarzı geliştirecek ölçüde esnek bir bakış
şında kalan bir üçüncü olasılığın varlığıdır. Bir şiir açısına sahip olmalıdır. Böyle bir okurun elinde,
belli bir iç bütünlüğe sahip olduğuna göre, yorum işitsel imajlarla dolu bir şiir olduğunu varsayalım.
da onun bu iç bütünlüğüne dayanmalı, yani met- Bu şiirin eleştirel okuru, işitsel imajları ayırt edip
nin olası niyetine uygun bir şekilde geliştirilmelidir sınıflandırabilmeli ve bunların anlamla olan muh-
(Eco, 1997, s. 75). temel bağlantısı üzerine bir yorum geliştirebilmeli-
Bu durumda şöyle bir soru da gelebilir akla: dir. Nesnel eleştirinin merkezinde metnin kendisi
Okurun yer almadığı bir yorum süreci olamayaca- olduğuna göre, okur bu metnin anlam evrenine
ğına göre, nasıl olur da okurun değil, metnin niye- dahil olabilecek her bilginin izini sürmelidir. Ör-
tinden söz edebiliyoruz? Bu sorunun yanıtı, belli neğin; bir şiirde öteki metinlere atıf yapılmışsa,
özelliklere sahip bir okur profili çizilerek verilebilir. okurun bu metinleri tespit etmesi ve bunların şi-
Böyle bir okur, metin dışı faktörler yerine doğrudan irin anlam örgüsüne olan katkısını hesaba katması
metne odaklanabilen, ön yargılarından sıyrılmış ve gerekir. Eğer şiirde farklı bir disipline örneğin ant-
anlık ruh hâlinin edebî değerlendirmesi üzerinde ropolojiye bir atıf varsa, okur bu atfı çözebilecek
etki yaratmasına izin vermeyen biri olmalıdır. Bu ölçüde bu alanın bilgisini edinir ve yorumuna bu
okurun bakış açısı, şiirin yapısı ve anlam örgüsüne bilgiyi de katar. Yani okur, eline aldığı şiire özgü ay-
bağlı olarak değişebilmelidir. Başka bir ifadeyle bir rıntıları, o şiirdeki özgün buluşları, atıfları veya ör-
şiir incelemesinde izlenecek yol, okurdan değil, me- tük anlamları fark edip inceleyebilecek bir nitelikli
tinden gelmelidir. Çünkü bir şiirin yapısı öyle kur- okura dönüşmelidir ki bu da aslında okurun kendi
gulanmıştır ki ancak o şiirin talep ettiği bir yaklaşım şahsi eğilimlerini bir yana bırakması anlamına ge-
tarzı onun çözümlenmesine yardımcı olabilir. Bu lir. Çünkü her şiir farklı bir bilgi, beceri ve tavır
nedenle nesnel eleştiri yapan bir okur, şairin öz geç- gerektirir; bu nedenle okur, belli bir yönteme veya
mişini, şiirin yazıldığı çevre ve koşulları bilir ancak yaklaşıma bağlanmak yerine, inceleyeceği şiirin ta-
bunları şiir eleştirisinin merkezine koymaz. Çünkü leplerine uygun bir eleştirel yaklaşımı bulmalıdır.

44
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Nesnel eleştiri, okuru metnin yapısına uygun bir entelektüel donanım geliştirmeye doğru iter. Böyle-
likle okur, okuduğu her şiir için ayrı bir eleştirel tavra bürünecek, yani şiir okudukça zenginleşen bir edebî
kültüre sahip olacaktır. Eğer bir okur böyle bir zihinsel ve kültürel donanımı edinip elde ettiği beceriyi
doğal bir şekilde gerçekleştirmeye başlarsa, nesnel eleştiri yapabilen bir okur olmayı başarmış demektir.
Ama şunu da akılda tutmak gerekir: Şiir eleştirisi bir kere öğrenilip her seferinde aynı şekilde uygulanan
bir etkinlik değildir. Aksine şiir eleştirisi, her şiirde yeniden başlayan bir sürekli edebî eğitim işidir. Okur,
bu sürekli eğitimin bir öğrencisidir.

araştırmalarla
ilişkilendir
BİR ŞİİR NASIL OKUNUR? Böyle bir gözlem hiç de göründüğü kadar işe
Bütün edebî sanatlar içinde insanın gözünü yaramaz değildir. Dwight D. Eisenhower, Ameri-
en çok korkutan şiirdir. Bugünlerde edebiyat öğ- ka Birleşik Devletleri Başkanlığı’na aday olurken,
rencileri bile şiirden uzak duruyor ve heyecanlı 20. yüzyılın en saygın edebiyat eleştirmenlerin-
bir Conrad hikâyesini Kayıp Cennet’in zorluk- den Roman Jakobson, mikroskobik bir yakın sö-
larına tercih ediyorlar. Bir çoğu bir şiirde cinsel zel okuma analiziyle “I like Ike” sloganının niçin
ayırımcılık ifade eden bir klişeyi bulabilir, ama oy verenler üzerinde olumlu bir etki bıraktığını
bir çoğu da “sıradanlığa düşme” (bathos) ya da açık seçik bir biçimde ifade etmişti.
“hafife alma” (understatement) örneğini seçemez. Oysa, genel olarak, böyle bir analizi gereğin-
Bunun nedeni kalın kafalı olmaları değildir elbet; den fazla sömürmemek daha doğru olur. Birisi
onların öğretmenleri ya da en azından genç ku- kalabalık bir tiyatro salonunda kalkıp “Yangın
şaktan olanları da bunları beceremez. Şiir gitgide var!” (Fire!) diye bağırdığında, aramızda sadece
edebiyat balosunun kötü perisi hâline geliyor; ve bu işten hayatını kazananlar, keskin delici “F”
öğrenciler arasında nitelikli şiir eleştirisi de nere- konsonantının vurgusu ile arkasından gelen uzun
deyse eskiden takunyalarla yapılan halk dansları inlemeli seslerin yangının nasıl bir patlama ile or-
kadar nadir olmaya yüz tutmuş durumda. taya çıktıktan sonra ıslık çalarak yayıldığını taklit
Bu da tuhaf; çünkü İngiltere baştan başa kötü ettiğini durup düşünebilir. Birçok insan sadece
amatör şairlerle dolu. Ama şairler genellikle şiir balkondan aşağı salona atlamaya çalışmaktadır.
eleştirisinin en candan taraftarları da değildirler. Her türlü gündelik ifadeye şiir parçaları ola-
Nispeten daha değerli olanları da eleştirmenlerin, rak bakılabilir. Edebiyat eğitimi almış bir sütçü,
şairleri kesip açarak onların ruhsal iç organları- kapı eşiğine bırakılmış, “iki yağı alınmış ve bir
nı inceleyen ruhsuz, beyaz önlüklü teknisyenler tam kaymaklı” şeklindeki yazının bir iambic pen-
olduklarını düşünür. Şairler içleri çiğ libidinal tameter vezninde olduğunu fark edebilir. Böylesi-
enerjiyle dolu büyük tüylü Dionysosçu hayvan- ne aşırı bir sözel duyarlılık, gündelik yaşamı son
lardır; eleştirmenler ise mutsuz, önleri ilikli birer derece yavaşlatacaktır. Eğer canlanan bir ekono-
Apolloncudurlar ve onların şairlerle ilişkisi tıpkı mi istiyorsanız, etrafta çok fazla şiir eleştirmeni-
hadım bir harem ağasının sultanla ilişkisi gibidir. nin bulunmaması çok iyi olur.
Şiir niçin bu kadar korkunç? Şiirin insan di- Sıradan konuşma dilinde, biz dili saydam bir
linin bütün kaynaklarını harekete geçirmesi bu şey olarak kullanırız, ama şiir onu opak bir şey
sorunun yanıtlarından biridir; ve bu da bizim olarak değerlendirir. Dile bakıp içindeki anlamı
günlük hayatta yaptığımız bir şey değildir. Ço- görmek yerine, şiir, sözcüklerin bir değer olarak
ğumuz zaman zaman How do you do? (Nasılsı- kendi içlerinde var olan lezzeti tadar. Aslında,
nız?) cümlesini kullanıyoruz; ama pek azımız bu şiir, içinde “ton”, “eda”, “ritim”, “kafiye”, “tını”
cümlenin “staccato” (kesik kesik çalınan parça) (pitch), “tempo” ve “doku” gibi anlamın parçası
içerdiğini ve vurgusunun düzenli bir biçimde “üç olan şeyleri barındıran lafzın tuhaf bir türüdür.
içsel hece” ve “bir yarım kafiyeli tek sesli hece” Bu tür bir dil, bizim “ne söylendiği” ile “nasıl
üzerinde olduğunun farkındayızdır. söylendiği”ni ayırmamızı imkânsız hâle getirir.

45
Şiir Sanatı

“Ortası yumuşak olanı alacağım” demenin bir- Modern çağda böyle bir büyülenmeyi sür-
kaç yolu vardır, ama “Thou still unravished bride dürmek hayli zordur; bu kadar çok insanın şi-
of quietness” (sen, hâlâ, sessizliğin bozulmamış irden tedirgin olması da bunun bir sonucudur.
gelini) gibi şiirsel bir ifade ancak tek bir şekilde Bizimki gibi ticari ve bürokratik toplumlarda,
söylenebilir. dil artan bir hızla bayat ve soyut bir hâle geli-
“Şair çocuktur” ifadesi en yakın analojidir. yor. Sözcükler aşınmış ve lekelenmiş bir hâle
Şairler anlaşılmaz sözlerin duyusal heyecanlarıy- dönüşüyor, aşırı sıklıkta elden ele dolaşan bo-
la asla başa çıkamayan gelişmemiş yaratıklardır. zuk paralar gibi. Kâr payı yüksek projeleri di-
Olgun erkek ve kadınlar dili hisse senedi satın al- namik bir şekilde hayata geçirecek en pratik
mak ve savaş ilan etmek için kullanırken, şairler çözümlerin koordine bir şekilde temin edilme-
dildeki sözcüklerin biçiminden ve lezzetinden tad si hakkında konuşan kimseler şiir konusunda
almayı severler; ki bu Seamus Heaney’in “dudak bakirdirler.
müziği” dediği şeydir. Şiir bir tür ilkel sihirdir; Belli ki onlar yaşamları boyunca bir cümle-
ve orada sözcüklerle nesneler gizli bir ilişkiyi pay- nin ezgisinden ve dokusundan asla heyecan duy-
laşırlar. Aslında, şiir, sözcükleri “nesneler” hâline mamışlardır. Şiirin işi, can çekişmekte olan bir
gelecekleri bir noktaya iter; artık orada sadece so- dile, kullananların dudaklarında ve zihinlerinde,
yut işaretler yoktur, hissedilebilir, somut (palpab- yeniden hayatiyet kazandırmaktır.
le) deneyimler vardır.
Medenileşmiş tipler dilin penceresinden dı- Kaynak: Eagleton, Terry. Bir Şiir Nasıl Oku-
şarıdaki dünyaya öylece baktıkları hâlde, şairler nur? Alphan Akgül (Çev.) The Times, 20 Ocak
pencere camı üzerindeki çukurlarla, tırnak izle- 2007
riyle ya da camın parmak uçlarında bıraktığı so-
ğuk hislerle büyülenirler.

Öğrenme Çıktısı

4 Nesnel şiir eleştirisinin özelliklerini kavrayıp tartışabilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Nesnel şiir eleştirisi ile öznel


Şiir çözümlemesi için kulla-
şiir eleştirisi arasındaki fark- Osmanlı şiirindeki eleştiri
nılan diğer kuram ve yakla-
lılıkların nedenlerini değer- anlayışını anlatın.
şımlar nelerdir? Araştırın.
lendirin.

46
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Şiirin ne olduğunu dile


getirebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Şiir her dilde var olan evrensel bir söz sanatıdır. Bu dilin en
Şiir Nedir? ayırt edici özelliği her gün kullandığımız iletişim dilinden farklı
olmasıdır. İletişim diliyle belli bir duygu veya olayı karşımızda-
kine anlatırız. Oysa şiir dili anlatılmak istenen duygu veya olaya
ait bir tecrübeyi okura hissettirir. İletişim dilinde bize anlatılanı,
anlarız; oysa şiir dili anlatmak istediği şeyi okura sezdirir. Böyle-
likle okur, anlatılan duygu veya olayı doğrudan tecrübe etmiş,
hissetmiş gibi olur. Şiir dilini bu şekilde kullanabilmek şairin
bu alanda belli bir ustalığa sahip olmasını gerektirir. Bununla
birlikte, şairin sadece şiir dilini ustaca kullanan biri olduğu sa-
nılmamalıdır. O aynı zamanda ulaştığı duygusal ve zihinsel yo-
ğunluğu en uygun ifadelerle dışavurmak isteyen biridir. Çünkü
bu yoğunluğu ancak dili düzenleyerek şiire dönüştürebilir; onu
şair yapan da bu özelliğidir. Okur, bu bölümü okuduğunda, şiir
hakkında bazı tanımların ne anlama geldiğini, iletişim dili ile
şiir dili arasındaki farkın ne olduğunu ve şairin nasıl bir ruh hâli
içinde yazdığını anlayabilir ve bu konularda yorum yapabilir.

Lirik, epik ve dramatik şiir


2 türlerinin nasıl ayrıştırıldığını
açıklayabilme

Bir şiirin anlaşılabilmesi için onun türünün bilinmesi hayati


Şiir Türleri bir öneme sahiptir. Lirik, epik ve dramatik türler, en genel şiir
türleri olarak görülebilir. Bu türleri birbirinden ayırt eden te-
mel özellik, şiirde konuşan sesin ifade tarzıdır. Şiirlerde farklı
şiir kişileri görürüz. Bazıları bir okur veya dinleyici yokmuş
gibi davranıp sadece bir iç monolog yapar; bazıları bir topluluk
önünde söylev veriyormuş gibidir; kimi şiir kişileri ise kendile-
rini gizleyip karakterleri konuşturur. Öte taraftan bu türler, ile-
tişim diline yakınlaşıp uzaklaşmalarına göre de ayrışabilir. Lirik
şiir ses ve ritme ağırlık verirken epik şiirde öyküleme, dramatik
şiirde ise günlük konuşma dili baskındır. Bu bölümde okur, şiir
türleri hakkında bilgi edinip onların birbirinden nasıl ayırt edi-
lebileceğini öğrenebilir.

47
Şiir Sanatı

3 Şiirin yapısını yorumlayabilme


öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Şiir dilsel bir kompozisyondur. Şairler genellikle anlam ile biçi-


Şiirin Yapısı mi kaynaştırmayı hedefler. Yani, söylenen şey ile söyleme biçimi
arasında bir uyum ararlar. Onlar için sıradan dil kullanımı ile
şiir arasındaki fark, anlamın sanatsal bir biçimle verilebilmesi-
dir. Şair şiirsel bir kompozisyonda, dilin ses ve ritim özellikleri-
ni harekete geçirir; çeşitli imajlar oluşturur ve bütün bunların
yanı sıra, şiirde konuşan sese bir ifade tonu yükler. Şiirde anlam
bu karmaşık dilsel kompozisyonun her bir parçasının yerli ye-
rine oturtulup çözümlenmesiyle anlaşılabilir. Okur, bu bölümü
okuduğunda, şiirde dilsel kompozisyonun nasıl işlediğini fark
edecek ve bir şiiri bu açıdan değerlendirip yorumlayabilecektir.

4 Nesnel şiir eleştirisinin


özelliklerini kavrayıp tartışabilme

Şiir eleştirisi, bir şiirin türünü, ses ve ritim özelliklerini, imaj ör-
Şiir Eleştirisi güsünü, anlam ve ifade tonunu çözebilmek için gerekli donanı-
mı sağlar. Bir şiiri nesnel bir şekilde ele alıp irdeleyebilmek için,
öncelikle metin merkezli bir yaklaşım geliştirmek gerekir. Bir
okurun bunu yapabilmesi için de yazar ve okur merkezli teori-
lerin metinden uzaklaştırıcı etkilerine karşı koyabilmesi gerekir.
Bu bölümü okuyan bir okur, metin merkezli nesnel eleştirinin
ilkelerini öğrenir; bir şiiri ayrıntılı bir şekilde çözebilmesi için
gerekli becerileri kazanır.

48
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Şiir dilinin günlük konuşma dilinden farklı 4 “Dramatik şiirde şair gizlenmiş, karakterler
olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir? sahneye çıkmıştır” cümlesi ile anlatılmak istenen

neler öğrendik?
A. Şiir dilinde, günlük konuşma dilinde kullanılan aşağıdakilerden hangisidir?
sözcükler kullanılmaz. A. Dramatik şiir, sahneye çıkan oyuncular tara-
B. Şiir dili günlük dilden gramer olarak farklıdır. fından yazılır; bu şiirlere dramatik denmesinin
C. Günlük konuşma dilinde mecaz kullanılmaz. nedeni budur.
D. Şiir dili okurda estetik ve duygusal bir etki bıra- B. Dramatik şiirlerde şairler kendilerini gizler;
kır; önceliği iletişim değildir. çünkü bu tarz şiirlerle anılmak, popüler olmak
E. Günlük konuşma dilinde ana hedef estetik bir istemezler.
etki bırakarak iletişim kurmaktır; şiirde eksik C. Dramatik şiirde şair bir iç monolog yapmaz;
olan iletişimdir. bir olayı nakletmez; onun yerine karakterleri
konuşturur.
2 Lirik şiirin tanımı aşağıdakilerden hangisidir? D. Dramatik şiirde karakterlerden biri şairdir ama
biz onun hangisi olduğunu asla bilemeyiz; çün-
A. Lirik şiirde şair bir iç monolog yapmaktadır. kü kendisini gizlemiştir.
Okur bu iç konuşmaya kulak misafiri olur. E. Bir dramatik şiirde karakterlerin hepsi şairin
B. Lirik şiir hitap ettiği topluluğun görüşlerini bi- farklı yönlerini temsil eder. Şair hep kendisini
çimlendirmek için yazılır. anlatır aslında.
C. Lirik şiire özgü müzikal yapı okuru düşündür-
mek amacıyla düzenlenir. 5 Nesnel ve edebî imaj arasındaki fark aşağıda-
D. Lirik şiirde konuşan kişi, günlük bir sohbet ha- kilerden hangisidir?
vasındadır. Okurda uyandırdığı duygusal etki-
nin sebebi budur. A. Nesnel imajlar sanatın bütün dallarında kulla-
nılabilir. Oysa edebî imajlar sadece edebiyata
E. Eğer bir lirik şiirde bir soru sorulmuşsa, bu so-
özgüdür.
runun bir araştırma yapılarak yanıtlanması ge-
rekir. B. Edebî imajlar yalnızca lirik şiirlerde görülür;
epik ve dramatik şiirlerde hep nesnel imajlar
kullanılır.
3 Epik şiir ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi C. Divan şairleri edebî, modern şairler nesnel
yanlıştır? imajlar kullanır.
A. Epik şiirde fetih, işgal, kurtuluş gibi, savaşa ve D. Nesneleri anlatırken nesnel, kavramları anlatır-
mücadeleye dayanan konuları ele alır. ken edebî imajlar kullanırız.
B. Epik şiirde hayali bir varlıkla konuşmak, iç mo- E. Nesnel imajlar beş duyumuzla algıladığımız
nolog yapmak yerine, bir olay anlatılır; dinleyi- her şeydir; edebî imajlar ise beş duyuyla algıla-
ci veya okura açıkça hitap edilir. nan imajların sanatsal bir amaçla yeniden üre-
C. Epik şiir bir toplumun geçmişine atıf yapar; bir tilmesidir.
kültürel bellek oluşturur.
D. Epik şiirler müzikal etki yaratmak, okurda 6 “I like Ike” cümlesi şiirin hangi yönünü an-
müphem duygular oluşturmak amacıyla yazılır. latmak için kullanılmamıştır?
E. Epik şiirde parça güzelliği yerine bütünden çı- A. Şiirde sesin öne çıkmasını
karılacak anlam önemlidir. B. Anlam ile biçimin kaynaşmasını
C. Slogan ile şiir dili arasındaki kesişmeyi
D. Şiirde ses tekrarlarının önemini
E. Şiirdeki en önemli ögenin anlam olmasını

49
Şiir Sanatı

7
Şiirde tonlamayı en doğru tarif eden tanımla- 9 Aşağıdakilerden hangisi bir şiirin anlaşılması-
ma aşağıdakilerden hangisidir? nı zorlaştıran etmenler arasında yer almaz?
neler öğrendik?

A. Vezin kalıplarından gelen ahenk A. Edebiyat tarihi kitaplarında yapılmış şiir yo-
B. Bir dizeyi sesli bir şekilde okuduğumuzda duy- rumlarını ezberlemeden bir şiiri çözmeye çalış-
duğumuz ezgi mak.
C. Kafiye sayesinde sağlanan yapı bütünlüğü B. Kelimelerin taşıdığı ahenk, tempo ve benzer
D. Aliterasyon sayesinde elde edilen müzikal etki yapı özelliklerini tanıyamamak.
E. Bir şiirdeki bütün dizelerin aynı hece sayısında C. Şiirde anlatılan konuyu kendi yaşantımızla ka-
olması ve bu düzenin okurda üzerinde yarattığı rıştırıp şahsi yorumlar yapmak.
ritmik etki D. Şiire, dinî, siyasi veya ideolojik eğilimlerin ge-
tirdiği beklentilerle yaklaşmak.
8 Şiirde anlamı en doğru şekilde tarif eden ifa- E. Şiirin doğası ve işleviyle ilgili önceden belirlen-
de aşağıdakilerden hangisidir? miş yargılara peşinen katılmak ve her şiiri bu
değer yargılarıyla incelemeye çalışmak.
A. Şiirde anlamlar çağrışımsaldır ve bu anlamın
temel amacı okuru alışkın olduğu olgulardan
uzaklaştırıp dünyayı farklı bir bakış açısıyla gö- 10 Metin merkezli eleştiri aşağıdaki cümlelerin
rebilmesini sağlamaktır. hangisinde en doğru şekilde tanımlanmıştır?
B. Bir şiirin anlamı her okur tarafından farklı bir A. Yazarın biyografisi ile metin arasında anlamlı
şekilde anlaşılabilir; şiirin anlamı belirsizse okur bağlantılar kurup bu yakınlıkları yorumlamak.
eksiklikleri kendi yaşantısından yola çıkarak B. Okurun bir şiir karşısında hissettiği duygu-
doldurmalıdır. lardan yola çıkarak ayrıntılı çözümlemeler
C. Şiirde anlam, anlamsızlıktır. Anlam iletişim di- yapmak.
linde olur; bir şiiri okuduğumuzda hiçbir şey C. Metnin var olan sözcüklerden yola çıkarak
anlamıyorsak, o şiirin nitelikli olduğunu söyle- okurun arzu ettiği her türlü yapabilmesi.
yebiliriz. D. Bir metni yorumlarken yazarın ve okurun niyet
D. Şiirde anlam ses tekrarlarıyla sağlanmalıdır. Bir ve eğilimleri yerine metnin niyetini ve anlam
şiirde ses tekrarı yoksa, anlam da oluşmaz. olanaklarını ortaya çıkarmaya çalışmak.
E. Şiirin anlamı, yazarı neyi kastetmek istediyse E. Yazarın bir şiiri hangi duygularla yazmış olabi-
odur. Anlamın oluşumunda okurun hiçbir işle- leceğini metne bakarak tespit etmeye çalışmak.
vi yoktur.

50
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1. D Yanıtınız yanlış ise “Şiir Nedir?” konusunu 6. E Yanıtınız yanlış ise “Şiirin Yapısı” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


2. A Yanıtınız yanlış ise “Şiir Türleri” konusunu 7. B Yanıtınız yanlış ise “Şiirin Yapısı” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Şiir Türleri” konusunu 8. A Yanıtınız yanlış ise “Şiirin Yapısı” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

4. C Yanıtınız yanlış ise “Şiir Türleri” konusunu 9. A Yanıtınız yanlış ise “Şiirin Yapısı” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

5. E Yanıtınız yanlış ise “Şiirin Yapısı” konusunu 10. D Yanıtınız yanlış ise “Şiir Eleştirisi” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
2 Anahtarı

Sanat ile bilim arasındaki en temel fark, ilkinin somut ve sezgisel, diğerinin ise
soyut ve kavramsal olmasıdır. Bu nedenle bir sanat eseri, belli formüllere in-
dirgenip tanımlanamaz. Şiir de, tıpkı diğer sanatlar gibi, kişilerin şahsi tecrü-
beleriyle doğrudan bağlantılıdır. Şairler hem insanın varoluşu hakkında derin
bir iç görüye hem de bu tecrübeyi edebî dile aktarabilecek bir beceriye sahip
Araştır 1 kişilerdir. Okur ise bir şairin şahsi iç görüsüyle hayattan damıttığı imajları
tanımalı, onları değerlendirebilecek bir donanıma sahip olmalıdır. Eğer bir
okur, yeterince şiir okuyup yorumlamamışsa soyut ve kavramsal şiir tanımları,
şiir hakkında ona herhangi bir fikir veremez. Çünkü bir şiir kavramsal değil,
elle tutulur, nesnel ve tekil bir olgudur.

Epik ve dramatik eserler, tarih boyunca, vezin ve kafiye gibi şiirsel formlara
bağlı kalınarak yazılmıştır. Günümüzde vezin ve kafiye bir metnin şiir olarak
kabul edilmesi için yeterli bir koşul değildir. Şiirin ana özelliği, bir duygu veya
olayı anlatırken anlam ve iletişimle sınırlı kalmaması, sözel dokuyu da öne
çıkarma güdüsüne sahip olmasıdır. Eğer bir epik veya dramatik şiirde, sözel
Araştır 2 doku tamamen ihmal edilmiş; sadece anlama ve iletişime odaklanılmışsa, o za-
man bu eserlerin şiir türüne dâhil edilip edilemeyeceği sorusu anlam kazanır.
Ancak, epik ve dramatik bir şiirde de sözel doku sanatlı bir üslupla ele alınıp
işlenmiş olabilir. Böyle bir durumda, bu şiirlerin şiir alanına dâhil edilmesi bir
sorun teşkil etmez.

51
Şiir Sanatı

Araştır Yanıt
2 Anahtarı

Şairlerin anlamı kasten belirsizleştirmesi, çok anlamlılık yaratmak ve bu saye-


de okurun farklı şiirsel tecrübeleri yaşamasını sağlamaktır. Böylelikle edebiya-
Araştır 3 tın günlük yaşamın sıradanlığından okuru kurtarması, ona alternatif bir bakış
açısı kazandırması beklenir. Şair dili iletişim için değil, estetik etki üretmek
için kullandığı için, dile deneysel yaklaşır ve çoğul anlam olanaklarını araştırır.

Nesnel eleştiri bir şiir çözümlemesi için genel bir ilke olarak kabul edilebilir.
Bu ilke sadece belli bir eleştiri geleneği bağlamında ele alınmamalıdır. Yir-
minci yüzyıla bakıldığında, geleneksel yorum ve eleştiri uygulamalarıyla iç içe
geçmiş; onları dönüştürmüş veya tam anlamıyla bu çağın ürünü olan pek çok
eleştirel kuram olduğu görülür. Psikanalitik, Marksist, Arketipik, Yapısalcı,
Postyapısalcı, Postkolonyal eleştirel kuramlar bunlardan bazılarıdır. Bir şiir
yukarıda adı geçen kuramlar aracılığıyla da nesnel bir şekilde çözümlenebilir.
Araştır 4 Çünkü her kuram belli kavramlarla işler ve bu kavramlar şiire uygulandığında
kendi içinde tutarlı yorumlar ortaya çıkabilir. Kuramsal yaklaşımların çeşitlili-
ği, okurun şiirin anlamsal olanaklarını değerlendirebilmesi için geniş bir alan
açmaktadır. Bu sayede okur, inceleyeceği şiir için en açıklayıcı kuramı seçebilir
veya bir şiiri birden fazla kuram aracılığıyla farklı şekillerde yorumlayabilir.
Sizler de yukarıda adı geçen kuramlar hakkında araştırma yapıp eleştirel yet-
kinliğinizi arttırabilirsiniz.

Kaynakça
Abrams, M. H. (1971). The Mirror and the Lamp. Beyatlı, Y. K. (2005). Edebiyata Dair. İstanbul:
Londra ve Oxford: Oxford University. İstanbul Fetih Cemiyeti.
Ahmet Haşim. (2011). Şiir Hakkında Bazı Buchbinder, D. (1991). Contemporary Literary
Mülahazalar. Bir Günün Sonunda Arzu. İstanbul: Theory and the Reading of Poetry. Melbourne: The
Can. (173-87). Macmillan.
Aksan, D. (1999). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili. Ankara: Cemal Süreya. (1995). Sevda Sözleri. İstanbul: Yapı
Engin. Kredi.
Altıok, M. (2011). Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (2. Cuddon, J.A. (1999). Dictionary of Literary Terms &
Cilt). Memet Fuat (Haz.). İstanbul: Adam. Literary Theory. Londra: Penguin Books.
Aristoteles. (2016). Poetika. Ari Çokona ve Ömer
Culler, Jonathan. (2007). Yazın Kuramı. Hakan Gür
Aygün (Çev.). İstanbul: İş Bankası.
(Çev.). Ankara: Dost Kitabevi.
Attila İlhan. (1997). Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri
Antolojisi. Ataol Behramoğlu (Haz.). İstanbul: Çağlar, B. K. (2015). Modern Türkçe Şiir Antolojisi.
Sosyal. Orhan Kahyaoğlu (Haz.). İstanbul: Ayrıntı.

Beum, Robert ve Karl Shapiro. (2006). The Prosody Dağlarca, F. H. (2011). Çocuk ve Allah. İstanbul: Yapı
Handbook: A Guide to Poetic Form. Mineola ve Kredi Yayınları.
New York: Dover Publications. Dağlarca, F.H. (1964). Üç Şehitler Destanı. İstanbul:
Beyatlı, Y. K. (2009). Bütün Şiirleri. İstanbul: İstanbul Kitap Yayınları.
Fetih Cemiyeti.

52
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Damrosch, D. (2013). Dünya Edebiyatı Nedir? Moran, B. (2004). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri.
Oğul Köselioğlu (Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi İstanbul: İletişim.
Üniversitesi. Nâzım Hikmet (2010). Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı
Dilçin, C. (2000). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Cem Kredi.
Dilçin. Ankara: Türk Dil Kurumu. Necatigil, B. (1997). Bile/Yazdı. İstanbul: Yapı Kredi.
Eagleton, T. (2004). Edebiyat Kuramı. Tuncay Birkan Necatigil, B. (2013). Behçet Necatigil: Bütün
(Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Eserleri. İstanbul: Yapı Kredi.
Eagleton, T. How to Read a Poem. The Times, 20 Ocak Oktay Rifat (2007). Bütün Şiirleri I. İstanbul: Yapı
2007. Kredi.
Eagleton, T. (2011). Şiir Nasıl Okunur? Kaya Genç Oktay Rifat (2007). Bütün Şiirleri II. İstanbul: Yapı
(Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı. Kredi.
Eco, U. (1997). Yorum ve Aşırı Yorum. Kemal Atakay Oktay Rifat (1992). Şiir Konuşması. İstanbul: Adam.
(Çev.). İstanbul: Can Yayınları. Perrine, L. (1982). Sound and Sense: An Introduction
Eliot, T.S. (1953). Şiirin Üç Sesi, “Three Voices of to Poetry. New York, NY: Harcourt, Brace.
Poetry”, Engin Sezer (Çev.). National Book Pound, E. (1913). Bir İmajistten Bazı Kaçınılacak
League [Millî Kitap Birliği], 1953’te sunulmuş Noktalar (‘A Few Don’ts by and Imagiste’).
ve N.B.L. için Cambridge University Press
tarafından yayımlanmıştır. (Özgün dipnotu). Sezer, E. (Çev.). Poetry, 1/6. [Yayımlanmamış Çeviri].
[Yayımlanmamış Çeviri]. Sezer, E. (2009). Pratik Eleştiri I. Hece, 13/153, 121-37.
Ersoy, M.Â. (1985). Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi. Şklovski, V. (1995). Teknik Olarak Sanat. Yazın
Kenan Akyüz (Haz.). İstanbul: İnkılap. Kuramı. Mehmet Rifat & Sema Rifat (Çev.).
Friedrich, H. (1974). The Structure of Modern Poetry. İstanbul: Yapı Kredi.
Evanston: Northwestern University. The New Princeton Encyclopedia Poetry and Poetics.
Frye, N. (1966). Anatomy of Criticism. New York: (1993). Alex Breminger, T.V. F. Brogan (Ed.).
Atheneum. Princeton ve New Jersey: Princeton University.
Günçe, E. (2011). Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (2. The Norton Anthology of Modern and Contemporary
Cilt). Memet Fuat (Haz.). İstanbul: Adam. Poetry (2003). Jahan Ramazani ve diğer (Ed). New
York- London: Norton & Company.
Kanık, Orhan Veli. (2005). Bütün Şiirleri. İstanbul:
Yapı Kredi. Thompson, G. (1996). Epik. Marksizm ve Şiir.
Mehmet H. Doğan (Çev.). İstanbul: Adam.
Külebi, C. (1998). Bütün Şiirleri. İstanbul: Adam.
Urgan, M. (2008). İngiliz Edebiyatı Tarihi. İstanbul:
Marsh, A. (2013). Ezra Pound. Şahika Tokel (Çev.). Yapı Kredi.
İstanbul: Yapı Kredi.
Wimsatt, W.K. & Monroe C. Beardsley. (1954). The
Mill, J. S. (1860). Thoughts on Poetry and Its Varieties. Verbal Icon. The University Press of Kentucky.
The Crayon 7/4.
Mitchell, W. J. (1984). What is an Image?, New
Literary History, 15/3.

53
Bölüm 3
Roman Sanatı
öğrenme çıktıları

1 2
Batı’da Roman Türünün Gelişim Evreleri Kurmaca/Anlatı Olarak Roman
1 Batı’da roman türünün tarihsel kökenini 2 Roman türünün kurmaca özelliklerini ifade
açıklayabilme edebilme

3
Roman Teknikleri
3 Romanlarda kullanılan başlıca teknikleri
dile getirebilme

Anahtar Sözcükler: • Roman • Modernist Roman • Postmodernist Roman • Modernite • Anlatı


• Anlatının Ögeleri • Roman Teknikleri

54
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ İlk Çağ’dan Orta Çağ’a: Romanın


Roman, Avrupa kökenli bir türdür. Batı dışı Kökeni
toplumların Batı’dan örnek alarak kendi edebi- Eski Fransızcada “romanz” olarak kullanılan
yatlarında benzerlerini oluşturdukları roman, her roman teriminin kökeni eski Latincede “Romen
toplumun kendi kültür ve edebiyat dünyasında tarzında” anlamındaki “romanice”dir. Yüksek dil
yoğrularak biçim değiştirmiş olsa da Batı moderni- olarak kabul edilen Latince yanında halk dilini ni-
tesinin yarattığı bir tür olarak daima modernizmin telendirmek için kullanılan bu kelimeden türemiş
taşıyıcısı olmuştur. Bu da Batı dışında yaratılan her olan “romancier” fiili “halk dilinde yazmak, halk
romanda Avrupalılık damgasının az ya da çok his- diline çevirmek” anlamına gelir. Roman sözcüğü,
sedilmesine neden olur. XII. yüzyıldan sonra halk dilinde yazılmış anlatı-
ları; XIV. yüzyıldan itibaren de önce nazım, daha
Epik çağlardan bu yana her toplumun bir sonra nesir olarak yazılan şövalye romanlarını ifade
anlatı edebiyatı vardır. Roman da bir anlatıdır. etmekte kullanılmıştır.
Ancak Avrupa’nın belli bir çağdaki özgül koşul-
Batı’da romanın tarihsel kökeninde, Antik Yu-
larının yarattığı bir anlatı türüdür. Bu koşullar o
nan edebiyatındaki epik tür (manzum kahraman-
kadar Avrupa’ya özgüdür ki değişime en açık tür lık anlatıları) ile fabl ve masallar bulunur. Bunların
olmasına rağmen, hangi toplumda örneği verilir- içinde en önemlisi MÖ II. yüzyılda yaşadığı sa-
se verilsin, roman doğuşundaki genetik özellikleri nılan Aristides’in Miletos Masalları’dır. Bu eserin,
taşıyarak gelir. Bu konuya açıklık getirmek üzere modern romanın prototipi sayılan, Ksenophon’un
Avrupa’da romanın ortaya çıkış, oluşum ve geli- Siropedi’si, Petronius’un Satirycon’u ve Apuleius’un
şim evrelerini “Batı’da Roman Türünün Gelişim Altın Eşek (Métamorphoses) anlatısı gibi eserler üze-
Evreleri” başlığı altında ele aldık. rinde önemli bir etkisi olmuştur.
Romanın bir kurmaca anlatı olarak yapısının ve Roman türünün gelişiminde, Orta Çağ’da feodal
temel türsel özelliklerinin işlendiği “Kurmaca/An- dönemin kendine özgü koşulları içinde ortaya çıkan
latı Olarak Roman ve Yapısı” bölümünde amacı- şövalye romanlarının büyük payı vardır. XI. ile XII.
mız her şeyden önce romanın yapısal bir bütün ol- yüzyıllarda, şövalye çağı edebiyatının ilk evresinde
duğunu göstermektir. Romanın yapısını oluşturan savaşları konu alan kahramanlık anlatıları ortaya
temel ögeler ve işlevleri bu perspektiften hareket çıkmıştır. Fransız edebiyatında Chanson de Roland,
edilerek ele alındı. Romanda kullanılan tekniklere Anglo-Sakson edebiyatında Beowulf, Alman ede-
ise romanın değişim sürecindeki çeşitlenmelerini biyatında Nibelungen, İspanya’da El-Cid destanları
gösterecek biçimde “Roman Teknikleri” bölümün- Orta Çağ Avrupa edebiyatının karakteristiği olan
de değinildi. manzum anlatılardır ( Lafitte-Houssat, 1966, s. 23).
Türk ve dünya romanını daha iyi anlayabilmek Başlangıçta, romanlar görünüş itibarıyla des-
için öncelikle romanın ortaya çıkış ve gelişim sü- tanlara benzemektedir. Ancak destanlar gerçek dışı
recini bilmek gerekir. Diğer yandan tarih içinde ögelerle süslenmiş olsalar da tarihî olayları ve ya-
evrilerek türsel değişime uğrayan ve özgünlüğünü şamış kahramanları konu alıyordu. Romanlar ise
de bu değişime borçlu olan romanın temel özel- tamamen hayalîydiler. Destanlardan romanı ayıran
en belirgin nitelik ise romanlarda aşk ve kadının
liklerini kavramak ve romanda kullanılan teknikler
yer almasıdır. Şövalye çağı edebiyatının ikinci evre-
hakkında bilgi sahibi olmak, çağımızın üstünde en
sinde, kahramanlık destanlarından kadın ve aşkın
çok tartışılan türlerinden birini anlamak açısından
yer aldığı, “saray aşkı” kavramı çerçevesinde oluşan
önem taşır. romanlara geçiş yapılır. Aristokrat kesime ait ma-
ceraları anlattığı için “saray romanı” (Le Roman
BATI’DA ROMAN TÜRÜNÜN Courtois) olarak da adlandırılan bu anlatılara konu
GELİŞİM EVRELERİ olan aşk yüceltilerek mistik bir değer kazanmış-
Bu başlık altında romanın prototipi sayılan ilk tır. Bu kavramın doğuşunda aristokrat kadınlarla
şövalyelerin bir araya gelmesini sağlayan ortamlar
ürünlerden postmodern romanlara kadar Batı’da
etkili olmuştur.
roman türünün gelişimi genel hatlarıyla konu edi-
Saray romanlarının temel kalıbı şöyledir: Ro-
lecektir.
man kahramanı şövalye, efendisi olan soylu kadı-

55
Roman Sanatı

na (dame) platonik bir aşkla bağlıdır. Savaşlarda Modern romanın ortaya çıkışı, Orta Çağ’ın
gösterdiği üstünlüğü ve kahramanlığı sevdiği ka- sonlarında orta sınıf olarak da adlandırılan bur-
dın için gerçekleştiren şövalye, kendisini yüksek juvazinin genişlemeye başlaması ve Rönesans’tan
erdemlerle donatarak ona layık olmaya çalışır (La- sonra hızla yükselişe geçmesiyle bağlantılıdır. Ro-
fitte-Houssat, 1966, s. 23). Çoğunun tarihsel ger- man türünün gelişimiyle burjuva değerlerinin ege-
çekliği olan şövalyelerin hayatının efsaneleştirildiği men olmaya başlaması arasında ilginç bir koşutluk
bu anlatılarda yaşanan maceralar olağanüstüyle ka- gözlemlenir. Burjuvazi sayesinde gelişen ticaret, za-
rıştırılarak anlatılır. manla, kapalı bir ekonomi ve toplum sistemi olan
Orta Çağ’da, Antik Yunan-Roma Dönemi’nden feodalitenin çözülmesine yol açarak Rönesans’la
halkın belleğinde kalmış anlatıların etkisiyle orta- birlikte yeni bir toplum algısının ve dünya görü-
ya çıkan Antik romanlar; Büyük Britanya kralı şünün ikamesine sebep olur. Daha gerçekçi ve
Arthur’un efsaneleşmiş hayatını anlatan Brötanya ayakları yere basan Rönesans insanının sahneye
romanları (Yuvarlak Masa Şövalyeleri) ile bazı aşk çıkmasıyla şövalye romanları içerdikleri olağanüstü
ve macera hikâyeleri şövalye çağı romanları grubu- ve gerçek dışı boyutları yüzünden itibar kaybeder.
na girer (Vardar, 1968, s. 26, 27).
Şövalyelik çağının birinci evresinde kolektif
duyguları yansıtan kahramanlık destanlarına kar- Modernite ve Roman
şılık, ikinci evrede bireysel duyguları yansıtan ve Avrupa’da Rönesans’la birlikte, Orta Çağ’ın dü-
romans olarak da adlandırılan şövalye romanları şünce ve inanç dünyasından kopuşun gerçekleştiği
modern romanı hazırlayan anlatılar olmuştur. Orta yeni bir süreç başlar. XVII. yüzyılda Descartes ve
Çağ’da Fransa dışında da büyük rağbet gören bu Pascal gibi rasyonalist filozofların düşünce hayatına
eserlerden İngiliz edebiyatında en ünlü olanı XIV. yaptıkları köklü katkının yanı sıra, gelişmekte olan
yüzyılda yazılan Sir Gawain ve Yeşil Şövalye’dir. pozitif bilimler yeni bir dünya görüşünü hazırlamış-
İspanyol edebiyatında ise Garci Rodriguez de tır. Rönesans’la başlayıp XVIII. yüzyıl Aydınlanma
Montalvo’nun 1508’de basılan Galyalı Amadis’i en felsefesiyle çerçevesi çizilen ve Avrupa medeniyetini
çok okunan romanların başında gelir. belirleyecek olan bu sürecin adı modernitedir.
Orta Çağ’da Avrupa’da Fransız dilinin dolayısıyla Modernitenin başlangıcı olarak kabul edilen
edebiyatının etkisi büyük olmuştur. Burjuva edebiya- Rönesans döneminde, her alanda yaşanan kök-
tının ürünü olan ve sosyal eleştiri içeren Tilkinin Ro- lü değişiklikler yeni bir zihniyetin oluşumuna yol
manı (Le Roman du Renart) ile kilise tarafından des- açar. Bu çağın büyük dönüşümünü yaratan temel
teklenen alegorik/didaktik bir eser olan Gülün Romanı olgularıyla, modern romanın ortaya çıkışı arasın-
(Le Roman de la Rose) dönemin Avrupa’sında sevilerek daki bağlantı roman tarihi açısından büyük önem
okunmuş anlatı edebiyatı ürünleridir. Söz konusu taşır. Burjuvazinin hızla yükseldiği bu çağda, soy-
eserler XIV. yüzyılda İtalya’da Boccacio’nun yazdı- luların dışındaki insanların dünya görüşlerini, ya-
ğı Decameron ile İngiltere’de Chaucer’ın Canterbury şama tarzlarını değiştiren önemli olaylar olmuştur.
Tales’inin kaynağı olmuştur. Her ikisi de Doğu’nun Burjuvazinin lehindeki ekonomik gelişmeler, Yeni
Binbir Gece’si gibi çerçeve hikâye tekniğiyle yazılan bu
Dünya’nın keşfiyle Avrupa’ya değerli madenlerin
hikâyeler roman türüne geçişte bir basamak oluşturur.
akışı, bilim alanında, özellikle doğal bilimlerdeki
ilerlemeler ve en önemlisi de matbaanın bulunuşu
bu olayların başında gelir. Matbaanın ilk yılların-
dan itibaren Antikite eserleri yanında romanlar da
Gülün Romanı’nın birinci bölümünü,
basılıp yayımlanır ancak roman bir alt tür olarak
saray aşkı dünya görüşüne uygun olarak
kalmaya devam eder.
aşkın bir amaç olduğunu savunan Guilla-
ume de Lorris yazmıştır. İkinci bölüm ise
doğacı dünya görüşüne bağlanan ve aşkın
nesli sürdürmek için bir araç olduğunu ile- İspanya’dan diğer Avrupa ülkelerine de
ri süren Jean de Meung tarafından kaleme yayılan pikaresk roman, gerçekçi karakte-
alınmıştır. Böylece bu eserde iki farklı dün- riyle bir bakıma modern romanın çıraklık
ya görüşü karşı karşıya getirilir. dönemini yansıtır.

56
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

larına kaynaklık etmişlerdir: İngiltere’de Daniel


Defoe’nun Moll Flanders’i (1722), Fielding’in Tom
Jones’u (1749); Fransa’da Lesage’ın Gil Blas (1715-
1735) ve Diderot’nun Jacques le Fataliste’i (Kaderci
Jacques, 1765) ile Marivaux’nun Le Paysan parvenu
(Sonradan Görme Köylü 1734-1735) adlı romanları
pikaresk karakter taşır.
Roman tarihi, modernitenin ürünü olan ro-
manı, burjuva sınıfının oluşumu ve kapitalizmin
gelişimi sonucunda bireyin ortaya çıkmasıyla eş
zamanlı olarak görür. Orta Çağ’da hayatın her anı-
nı, her eylemini düzenleyen din, artık yükselmekte
olan orta sınıfın, yani burjuvazinin taleplerini kar-
şılamıyordu. XVI. yüzyıla gelindiğinde Kilise güve-
nilir bir kurum olmaktan çıkmıştı. Artık Tanrı’nın
değil, insanın kendisinin merkez olduğu bir öğre-
tiyi kurma yolunda Antikite düşüncesi ile beslenen
Resim 3.1 Miguel de Cervantes (1547-1616) bilimsel çabalar; Leonardo da Vinci, Copernicus,
Kepler, Galileo gibi çoğu burjuva ailelerden gelme
Rönesans’la Orta Çağ destanlarının, olağanüs- bilim adamlarının buluşlarıyla insanların ufukları-
tüyü içeren şövalye romanlarının kısacası masal nın alabildiğine genişlemesi ve doğanın sırlarının
dünyasının sonu gelmiştir. Rönesans insanı bundan çözülmeye başladığı inancının verdiği güven, mo-
böyle ayaklarının üstünde durmak istemektedir. Bu dern insanın bundan sonraki yolunu çizer. Bireysel
çağın yerinde duramayan, göçebe insanının tutku- akla duyulan güven ve doğaya hâkim olma yolunu
su hayatı öğrenmek, doğayı ve insanı keşfetmektir. açan bilimin gelişmesiyle seküler dünya görüşünün
Aristokrasi karşısında bilginin kendisi için tek güç temelleri atılır.
olduğunu anlayan burjuva sınıfı bilgiyi talep etmek- XVI. yüzyılda bu görüşün temsilcisi olarak
tedir. Çoğu kendi kendini yetiştirmek için uğraşan Fransa’da Rabelais, Gargantua ve Pantagruel adlı
bu insanların bilgiye susuzluklarını gidermekte fantastik eserleriyle romana yeni bir boyut getirir.
matbaanın nasıl bir işlev gördüğü tahmin edilebilir. Bir dev ailesinin serüvenlerinin anlatıldığı, köhne-
Bilginin geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağladığı miş değerleri ve kurumları hicveden eser, özellikle
için matbaa, bilimin gelişmesine yol açmıştır. An- kilise ve yargıya yöneltilmiş eleştirilerle doludur.
cak bilimsel zihniyetin gelişmesi daha çok zaman Modern romana geçiş çizgisinde Rabelais öncü
alacaktır. bir şahsiyet olarak belirirken ondan yaklaşık yüz-
Bu yıllarda, özellikle İspanya’da büyük rağbet yıl sonra gelen Cervantes modern romanın doğuş
bulan ve en çok orada gelişme gösteren şövalye ro- noktasında yerini alır.
manlarına tepki yine İspanya içinde doğmuştur. XVII. yüzyıl, Klasik Edebiyat Dönemi’nde,
Cervantes’in Don Kişot’uyla şövalye romanlarını Antik düşünceye bağlılığın bir sonucu olarak tra-
hicvetmesinden önce, XVI. yüzyılın ortalarında pi- gedya, komedya gibi edebî türlerde verilen eserler
karesk roman ortaya çıkar. Avare, gezgin serseri anla- önem kazanır. Roman alanında dikkat çeken iki
mına gelen le picaro bu romanlara adını veren mar- eser vardır: Biri, yüzyılın başında, Don Kişot’la aşa-
jinal tiptir. Düzenin dışında ve gerçekçi bir hayatı ğı yukarı aynı yıllarda yayımlanan ve çok sevilen
olan bu tiple, Lazarillo de Tormes’un Hayatı (La Vie pastoral bir roman olan Astrée (1607)’dir. Yazarı
de Lazarillo de Tormes) adlı eserde, Mateo Aleman’ın Honoré d’Urfé, geçmişe özlemin bir ifadesi olarak
Guzman d’Alfarache’ında ve Quevedo’nun El Bus- çoban ve şövalye hikâyelerini 5500 sayfalık bu dev
con adlı ünlü İspanyol pikaresk romanlarında kar- eserde yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Diğeri
şılaşılır. Bu romanlar, XVIII. yüzyılın ünlü roman- ise Klasik Dönemde yazılan, Don Kişot’u ayrı tu-

57
Roman Sanatı

tarsak, yüzyılın en önemli kitabı olan, Madame ret eden modernliğin taşıyıcısı olma yeteneğine ve
de la Fayette’in, insan tabiatını ve kadın ruhunu her dönüşüm evresinde kurallarını yenileyebilme
inceleyen psikolojik romanı Princesse de Clèves’dir. gücüne sahip dinamik bir tür olduğu için, moder-
Bu roman, yüzyıla damgasını vuran Descartes’ın nite öncesi roman geleneğinden ayrılan eser “mo-
gösterdiği yolu izleyerek tutkuları kontrol altına dern roman” olarak nitelendirilir.
alabilen ölçü ve dengeye dayanan aklın zaferini ilan Roman her çağda, her kriz anından sonra
eder (Arslan, 2007, s. 33). kendini kendinden, farklı görünümler altında
yeniden doğuran, tıpkı modernizmin kendisi
gibi bir önceki durumuna eleştiri getirerek ge-
Roman tarihinde en çok okunan ve adın- lişen bir türdür. Bakhtin, bir dönem çok rağbet
dan en çok söz edilen Don Kişot, modern gören belli bir roman biçiminin parodileştiril-
romanın başlangıcı olarak kabul edilir. mesini romanın bu eleştirel yönüne bağlar. “Ro-
manın (…) tarihi boyunca, tür modeli olmaya
çalışan başat ve modaya uygun romanların sü-
Roman tarihçisi, kuramcı ve eleştirmenleri mo- rekli parodileştirilmesi veya alaycı bir şekilde ters
dern romanın doğuşunu ittifakla Cervantes’in Don yüz edilerek taklit edilmesi söz konusu olmuş-
Kişot (asıl adı, La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don tur” diyen Bakhtin, Don Kişot’ta şövalye roman-
Quijote) adlı eserine bağlar. Edebiyat bilimcileri larının parodisinin yapılmasını örnek vererek bu
Rabelais’nin eserini İlk Çağ’dan Orta Çağ sonuna yargısını destekler (Bakhtin, 2001, s. 168).
kadar roman olarak adlandırılan anlatılardan ayır- George Lukács, Avrupa edebiyatının üstünde
maktadır. Kuşkusuz modern romanın oluşumunda yükseldiği felsefenin de daima iç ve dış arasında bir
önceki çağların bu romanesk edebiyatının varlığı rol çatlağın işareti, ruh ve eylem arasındaki uyumsuz-
oynamıştır. Ancak Orta Çağ değerlerini ve gelenek- luğun ve “ben” ile dünya arasında esasta bir fark-
sel kurumlarının eleştirilebilir olduğunu gösteren lılığın göstergesi olduğunu, bu yüzden de mutlu
ve insanın içgüdülerine, haz duygusuna dolayısıyla zamanların felsefesi olmadığını belirtir. Ona göre,
Hristiyanlığın görmezden geldiği insan bedenine felsefe gibi roman da “ben” ve dünya arasındaki
yer veren Rabelais’nin eseri, Avrupa’da doğmakta uyumsuzluğu ele alır. Bir farkla ki felsefe genel so-
olan Yeni Dünya görüşünü temsil ederek önceki nuçlara ulaşmaya çalışırken roman bireyin öznel
romanesk gelenekten kesin bir çizgiyle ayrılır. Don dünyasından hareket eder.
Kişot ise bireyin ortaya çıkışını haber vererek mo- Modern Çağ’la birlikte sorulara cevap veren
dern romanın temel karakteristiğini taşıması bakı- inanç ve bilgi sistemi, iç ve dış dünya arasındaki
mından bir ilktir. Bundan böyle roman, eskiyen de- dengeyi sağlayan kilise inanılırlığını kaybetmiş,
ğerler ile yeni değerlerin arasında kalmış, tek başına destan çağı sona ermiştir. İnsan yalnız ve dolayı-
kaderini yapmaya çalışan bireyin serüveni olarak sıyla mutsuzdur. Yeni bir dönüşüm evresindeki bu
yoluna devam eder. Feodal düzenin egemen olduğu kriz anını “romanın yolu Modern Çağın tarihine
çağın şövalye romanlarının sonu gelmiştir. Burjuva koşut gibidir” diyen Milan Kundera, Don Kişot ro-
sınıfının aristokrasi karşısında güç kazanmasının en manı üzerinden alegorik biçimde açıklar:
kesin yolu olan bilim alanında yükselme, mevcut Tanrı evreni ve değerler düzenini yönettiği, iyiyi
dünya görüşünün değişmesine yol açmıştır. Aklın kötüden ayırdığı, her şeye bir anlam verdiği yeri yavaş
ve bilginin karşısında olağanüstüye inancın yeri kal- yavaş terk ederken Don Kişot evinden çıktı ve artık
mamış, Rönesans’la bilginin nesnesi gözlemlenen dünyayı tanıma gücünden yoksundu. Don Kişot yüce
doğa olmaya başlamış, metafizik ikinci plana atıl- yargıcın yokluğunda, birdenbire korkunç bir karma-
mıştır. Don Kişot romanı, Avrupa’da bu dönüşümün şıklığın içinde ortaya çıktı; tek tanrısal doğru, insan-
yaşandığı yıllarda ortaya çıkar. Birinci cildi 1605’te, ların paylaştığı yüzlerce görece doğruya ayrıştı. Böyle-
ikincisi 1617’de yayımlanır. ce Modern Çağla birlikte roman imgesi ve modeli de
Burada şu soru sorulabilir: Modern roman kav- doğmuş oldu. (Kundera, 1989, s. 14)
ramından ne anlamalıyız? Sürekli bir değişime işa-

58
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Burjuvazinin yükselişi sonucunda gerçekleşen uyuşmayışı yapar. Don Kişot, şövalyelik ruhunu
bilimsel devrimler insanın kendisine inancını pe- yaratan çağın değerlerinden kopamadığı için deği-
kiştirmiş, insanlık gururunun yüceltilmesine yol aç- şen dünyaya ayak uyduramaz. Dünyanın değiştiği-
mıştır. Bu da Tanrı’ya olan inancın sonu olmuştur. ni, şövalyelik değerlerinin artık geçerli olmadığını
Bir bütünlüğün parçalanışı söz konusudur. Toplum bir türlü kabul etmek istemez. Bu da onun gerçek-
artık birlikte düşünmemekte, aynı inançları pay- le bağının giderek kopmasına neden olur. Roman
laşmamaktadır. Tanrı’ya duyulan inancın yerini bu bölünmenin eseridir. Burada anlatı, bir önceki
“insan”a, “insanlık”a duyulan inanç almıştır. Artık çağın değerlerinin son bulduğunu anlamayan kah-
insan tek başınadır. Bir bireydir ve her zamankin- ramana ve okura olduğu kadar romans türüne de
den daha çok kendisini ifade etmek ihtiyacı içinde- eleştiriyi içermektedir. Ayrıca bu roman hem hayal
dir. Roman, bu “yeni insan”ın, kendi başına kalan ve gerçeğin birbirine karıştırılmasına eleştiri oldu-
insanın, kendisini anlatma, kendisini seyretme ihti- ğu gibi hem de okura elinde tuttuğu kitabın kur-
yacından doğmuştur. maca olduğunu ima etmesi açısından çift yönlü bir
Orta Çağ Avrupa’sında dini temsil eden ruhban eleştiri içerir. Bu bakımdan çağımızın postmodern
sınıfı, yani Kilise, toplum ve kültür hayatının, siya- romanının çekirdeğini içinde taşıdığı söylenebilir.
setin belirlenmesinde en önemli rolü oynuyordu.
Oysa Yeni Dünya düzeni ve düşüncesi tanrı kavra-
mını yavaş yavaş hayatın içinden çıkarır. René Gi-
rard, “iki ya da üç yüz yıldır birbirini izleyen tüm
Batı öğretilerinin ardında her zaman aynı ilke var-
dı: Tanrı ölmüştür, yerini insan almalıdır” sözüy-
le romanın merkezinde yer alan bireye işaret eder
(Aktaran Arslan, 2007, s. 34).
XVII. yüzyılda Don Kişot’la ortaya çıktığı kabul
edilen romana gelinceye kadar, bireysel bir anlatı
özelliği taşımayan, destansı niteliklere sahip, olağa-
nüstü ve sıra dışı olaylara ya da bol tesadüflere yer
veren ve genel şablonlara göre üretilmiş, şövalye ro-
manlarının da içinde yer aldığı anlatılar çoğu zaman
romans olarak adlandırılır. Bu da bireyin hikâyesini
anlatan ve özgül bir tür olan Modern Çağ’ın roma-
nını ayırt etmek açısından elverişli bir yoldur. Gü-
nümüzde roman teriminin –daima eleştiri içermesi
ve her yazarın kendine özgü bir biçim yaratması açı-
sından tek oluşuyla- modernitenin bir ürünü olarak
kullanıldığına şüphe yoktur. Roman, eleştirelliği
özünde taşıdığı için daima bir önceki roman anlayı-
şına karşı çıkarak bir anlamda kendini yok edip sü-
rekli “kendi külleri”nden yeniden doğan bir türdür.
Resim 3.2 Don Quijote (Don Kişot)
Bu anlamda roman tarihinin başlangıcında yer
aldığını belirttiğimiz La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade
Don Quijote adlı eser şövalye romanlarına bir eleş- XVIII. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nda, doğadaki
tiri olarak doğar. Türkçede Don Kişot olarak bilinen olayların gözlemlenmesi sonucu deneylerle doğ-
romanın aynı adlı kahramanı, şövalye romanlarını rulanmış olgulara ulaşılması determinist anlayışın
okuyarak gerçek hayatla romanlardaki hayatı bir- kabulüne, pozitif bilimlere dayalı rasyonalist bir
birine karıştıran ve okuduklarını kendi hayatında felsefenin ortaya çıkmasına imkân verdi. Bu çağın
gerçekleştirmek isteyen su katılmamış bir romans felsefesi, bilimi mutlak bir inanç kaynağı olarak gö-
okuyucusudur. Don Kişot’un dramını, gerçek ha- rüyordu. İnsanın ve doğanın gerçekliği bilimin ko-
yatla romanın dünyasının çakışmamasından öte, nusuydu ve dil bu gerçekliği temsilin bir aracıydı.
kendisinin içinde bulunduğu çağın değerleriyle

59
Roman Sanatı

İnsan, duyuları ve aklı aracılığıyla madde dünyasını Turgenyev’in Rudin ve Gonçarov’un Oblomov’u,
keşfedebilir ve dil aracılığıyla bu dünyanın gerçek- kahramanın olumsuz yöndeki değişimini gösteren
liğini estetik düzlemde yansıtabilirdi. Kelimelerin örneklerdir. Bizde Sabahattin Ali’nin İçimizdeki
şeylere birebir tekabül ettiği yolundaki Aristoteles’e Şeytan romanının kahramanı da gereksiz adam fi-
dayalı mimetik sanat anlayışı bu dönemin romanı- gürünü hatırlatan bir örnektir.
nın dayandığı estetik zemin olmuştur. Ancak XVI- XIX. yüzyıl gerçekçi romanının bu başat eğilimi
II. yüzyıldan itibaren gerçeklik, klasik edebiyatın Darwin, Claude Bernard, Prosper Lucas gibi bilim
tümel gerçeklikler anlayışından ayrılarak tikel, bi- adamlarının buluşlarından hareket eden Émile
reysel bir gerçeklik olarak yansıtılır. Zola’nın, insanın davranışlarını, fizyolojik yapı-
Modernitenin insanı, aklını kullanabilen, ar- sının, soya çekimin ve kendisinin seçme imkânı
zularını gerçekleştirmek üzere dünyadaki yol- olmadan içinde doğduğu doğal ve toplumsal çev-
culuğuna çıkmak isteyen özgür bir birey olmayı renin belirlediği yolundaki görüşlerine dayanan
arzu ediyordu. Aydınlanmanın insan haklarına ve natüralizmle birlikte çöker. XIX. yüzyıl sonların-
demokrasiye vurgusu, bireyin kendisi ve yaşadığı da natüralizmin doğa bilimlerine dayanarak orta-
toplumla ilgili hak talebinde bulunmasını sağla- ya koyduğu bu karamsar görüş, gerçekçi romanın
yacak kendisine ait bir özgürlük alanı olduğuna kahramanını, madde dünyasının çizdiği bilimsel
inanmasına neden oldu. Bu çağın düşüncesi, in- bir kaderciliğe mahkûm eder. Realist romanda
sanı, aklını ve duygularını yönetme onuruna sa- kaderini kendi çizme irade ve özgürlüğüne sahip
hip bir birey olarak görüyordu. Kant’ın meşhur olduğunu düşünerek karşılaştığı engellerle müca-
“Aydınlanma Nedir?” makalesinde belirttiği üzere dele eden kahramanın yerini edilgin bir karakter
“bireyin aklını kullanma cesareti” (Sapere Aude!) almıştır. Natüralist roman bu karakteri ve onun
onun özgürlüğünün ve erişkinliğinin temelidir. doğal, toplumsal çevresini en ufak detaylarına ka-
Fransız Devrimi’ni hazırlayan bu zihniyet, XIX. dar betimleyerek yansıtmacı gerçekçilik geleneğini
yüzyılda birey olarak kendini gerçekleştirme savaşı (mimesis) en uç noktasına taşır.
veren insanı roman kahramanı yaptı. Almanların
bildungsroman olarak adlandırdıkları XIX. yüzyıl
Modernizm ve Modernist Roman
gerçekçi romanları, bu tür kahramanların dün-
bugün-yarın çizgisinde gelişimini, ruhsal ve zihin- Modernitenin tanımını yaparak sanatla ara-
sel oluşumunu gösteren romanlar oldu. Hemen sındaki ilişkiye ilk değinen sanatçı Fransız şairi
hemen tüm XVIII. ve XIX. yüzyıl gerçekçi romanı Baudelaire’dir. 1863’te yayımlanan “Modern Ha-
bu oluşumu işleyen örneklerle doludur. Söz geli- yatın Ressamı” yazısında, sonradan hep tekrarla-
mi, Goethe’nin Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları, nacak olan şu tanımı verir: “Modernite sözüyle,
Henry Fielding’in Tom Jones, Charles Dickens’ın bir yarısı sonsuz ve değişmez olan sanatın, gelip
David Copperfield ve Büyük Umutlar, Charlotte geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı olan diğer
Bronte’nin Jane Eyre, Stendhal’in Kırmızı ve Siyah, yarısını kastediyorum” (Baudelaire, 2004, s. 214).
Balzac’ın Goriot Baba ve Flaubert’in Duygusal Eği- Baudelaire’in geçmişin sanatı ile modern sanat ara-
tim romanlarında bu eğilim görülür. Ancak roman sındaki farkı belirttiği bu yazısı “modernist” sanat
kahramanının bu değişim ve dönüşümleri olum- anlayışının başlangıcı kabul edilir.
lu ya da olumsuz yönde olabilir. Türk romanında Modernite ile ortaya çıkan modernizmin iki
Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu adlı eserinde kavram alanı vardır. Birincisi, “Aydınlanma çağı ile
Nihal’in, Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil’in geçir- gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji
dikleri değişim bu olumsuzluğa örnek verilebilir. ve yaşam biçimi”dir (Demir ve Acar, 1993, s. 251).
Bu değişim sürecinde kahraman, bir ideale ulaş- İkincisi, Batı toplumlarında XIX. yüzyıl sonu ve
ma çabasını gösterebildiği gibi hayat karşısında bir XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan sanatsal
mücadeleye girme konusunda kendisini yetersiz ve kültürel hareketlerdeki ortak yönelimdir. Bu an-
hissederek içe kapanabilir ya da edilginleşir. Rus lamda Batı sanatında ve edebiyatında modernizm,
romanında “gereksiz adam” figüründe somut- XIX. yüzyıl sonlarına doğru, geleneksel sanata kes-
laştığı gibi. Örneğin, Puşkin’in Yevgeniy Onegin, kin bir karşı koyuş sonucu tam bir kırılma yaşan-

60
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

masıyla ortaya çıkan bir paradigma değişikliğini hâline gelen sanat eserleri, pazar ekonomisinin ku-
ifade eder. Görsel sanatlar ve şiirde bu paradigma rallarına tabi olmuştur. Modern sanatçının ikilemi
değişikliği, öncü (avant-garde) olarak nitelenen fü- de burada başlamaktadır: Hem üretim aracı olma-
türizm, Dadaizm, kübizm, sürrealizm gibi akımlar ya, faydacılığa direnmek hem de piyasa koşullarına
tarafından gerçekleştirilmiştir. Modernist roman bağlı olarak rekabet ortamına girmek. Modern sa-
da bu paradigma değişiminin sonucudur. natçı bu ikilemi özgün eser üretme yoluyla aşmaya
Geleneksel gerçekçi sanatın dış gerçekliği yan- çalışır. Ancak üretilen her eser, yeniden üretim so-
sıtma işlevi, burjuvazi dünya görüşüne uygundu. nucu özgünlüğünü kaybettiğinden, özgünlük ara-
Sanat eserleri burjuvazi için toplumsal statünün bir yışı, sanatçının büyük kitleden kopmasına ve elitist
göstergesiydi. Kopyaladığı gerçeklik, burjuvazinin bir sanat yaratmasına neden olacaktır. Sürekli ola-
getirdiği kapitalizmle giderek metalaşan hayatın rak farklılığı vurgulayan bu değişme, sürekli olarak
yansımasıydı. Natüralist roman eleştirel bakışını, da eskiye bir tavır alma şeklinde kendini gösterir.
toplumun alt tabakalarını odağına alıp bu hayatı Avangart nitelemesi modernizmin bu özelliğine
olanca ayrıntısıyla göstermeye çalışarak ortaya koy- bağlı olarak ortaya atılmıştır ve aynı zamanda seç-
du. Ancak süreç içinde kapitalizmin aldığı boyut, kinci bir sanat anlayışına gönderme yapar.
basit burjuva toplumunun özelliklerini geride bı- Modernist avangart, bilgi ve sanatın giderek
rakarak çok daha karmaşık bir yapı kazanır. XX. demokratikleşmesini, bunun gerçek kültürel ge-
yüzyıl romancısının karşısında eskisinden çok daha lenekleri değersizleştirdiği ve estetik hayal gücünü
kaotik bir dünya vardır. Aydınlanmacı rasyonaliz- öldürdüğü düşüncesiyle hor gördü. Modern en-
mi ve pozitivist dünya görüşünü sarsan bilimsel düstriyel toplum ancak horgörüye layıktı çünkü
gelişmeler ise bu çağın sanatçısını gerçekliğin bil- sanat ve bilginin tahammül edilemez bir şekilde
gisinin güvenilirliğini sorgulamaya yöneltti. M. metaya indirgenmesini özendirmiş ve geniş kitle-
Planck’ın kuantum kuramı, Einstein’ın görelilik ve lere modernize bir dağıtımla çabuk kâr getirecek
Heisenberg’in belirsizlik kuramlarını geliştirmesi, şekilde ulaştırılacak görüşler imal etmişti. (Lucy,
Newton fiziğine dayalı bilimsel anlayışın değişme- 2003, s. 42)
sine yol açtı. Özellikle Newton’un mutlak zaman Tüm bu değişimlerin kavşağında, dünya hak-
fikrinin yıkılarak Einstein’ın ortaya koyduğu göreli kındaki bilgisi ters yüz olan, “Gerçeklik hakkında
zaman anlayışının Bergson felsefesinde ve Freud’un ne biliyorum?” sorusuyla yüzleşerek gerçekliğin
bilinç dışı kavramında karşılığını bulması, insan tek bir bakış açısından ele geçirilmezliğini fark
zihni ve bilinci üzerine yeni bir dünya görüşünün eden romancı, yeni tekniklerin ve biçimlerin de-
geliştirilmesini zorunlu kıldı. Bergson, Aydınlan- ney alanı olarak modernist romanı yaratır. Mo-
macı bilginin kaynağı olarak görülen ampirik ger- dernist roman, anlamsal bütünlüğün yok olması,
çekçilik ve akılcılık karşısına sezgiyi koyarak klasik gerçekliğin parçalanarak çok boyutlu hâle gelmesi
mutlak zaman kavrayışına karşı çıktı. Zamanın ve bütün olarak algılanamamasının bir sonucu-
insan bilincinin dışında değil, bilincinin gelişim dur. Dünya hakkındaki bilgilerin karmaşıklığı ve
süreci içinde olduğunu ileri sürmesi yeni bir zaman tutarsızlığından dolayı nesnel gerçekliğe ulaşma-
algısının ortaya çıkmasına neden oldu. nın mümkün olmadığını gören modernist roman-
Diğer yandan Hegel ve Marx’ın diyalektik fel- cılar, farklı bakış açılarına göre değişen gerçekliği
sefe ve yöntemleri de bilimsel paradigmanın değiş- yansıtmak istediklerinden çoklu (ya da çoğul)
mesinde farklı bir rol oynadığı gibi Nietzsche’nin bakış açısını kullandılar. Aynı olay ve durumu,
çağını, geleneksel düşünceyi ve sanatı sorgulayan anlatıcı ve farklı roman kişilerinin ya da çok sa-
aykırı yorumları ve varoluşçu yaklaşımları moder- yıda anlatıcının bakış açısından anlatma yolunu
nist dünya görüşünün oluşumuna katkı sağladı. seçerek gerçekliğin farklı algılarını sunmaya çalış-
Bütün bu köklü değişimlerin yanı sıra piyasa tılar. Böylece gerçekliğin birden çok öznel bakış
ekonomisinin sanatçılar ve sanat eserlerinin oluşu- açısından yansıtılması okurun da farklı bakış açı-
mu üzerindeki etkisine de değinmek gerekir. Bü- larından olaylara ve olgulara bakabilmesini sağ-
yük kitleler için sürekli bir yeniden üretim ürünü layacaktı. Dış gerçeklikle uğraşmak yerine içine
dönen, bilincin derinliklerindeki “ben”ini arayan

61
Roman Sanatı

modernist romancı, bilinç akışı ve iç monolog ya-


nında, insandaki iç zamanın (duygusal zamanın)
fiziksel zamanla ayrılığını yansıtmak için klasik
romandaki çizgisel zamanın (geçmiş-şimdi-gele-
cek) akışını parçalayarak zamanda ileri, geri sıç-
ramaları gösteren teknikler kullanır. Modernist
romanın biçimciliği “dilin yaratıcı bir özgürlük
içinde kullanımı”na dayanır. Bu yeni estetik an-
layışının ortaya çıkışında dilin göreceliliği etkili
olmuştur (Şaylan, 2009, s. 94).
Entelektüelin ve sanatçının kendi içine çeki-
lerek topluma yabancılaşması modernist roman-
ların başlıca temasıdır. Belirsizlik, çok anlamlılık,
bireysellikle ya da özel hayatla toplum arasındaki
gerilim bu romanların temel unsurları olmuştur.
Modernist romanda, toplumla uyuşamayan bire-
yin iç dünyası, kendi iç gerçekliği önem kazanır.
Bu iç gerçekliği anlatmanın güçlüğü, modernist ya-
Resim 3.3 Franz Kafka
zarı sembolik, alegorik anlatımlara ve mitolojiden,
efsanelerden, fantezilerden yararlanmaya götürerek
Zaman kavramını on beş ciltlik Geçmiş Zamanın
anlaşılması güç metinlerin ortaya çıkmasına neden
İzinde eserinin teması yapan Marcel Proust başta
olur. Dış gerçeklik ve çevre önemini kaybeder. Do-
olmak üzere, yine romansal zamanı, bilinç akışı, iç
layısıyla gerçekçi romanda olduğu gibi mekânların
monolog gibi tekniklerle deneyselleştiren Virginia
betimlenmesi önem taşımaz. Modernist roman-
Woolf, James Joyce, William Faulkner ve Thomas
cılar bu özellikleriyle somut gerçeklikten koparak
Mann, Andreï Biély, W. B. Yeats, F. S. Fitzgerald,
soyut bir dünyayı yansıtırlar. Modernist romancı,
Gertrude Stein, Luigi Pirandello, D. H. Lawren-
realist romancının gerçek olarak sunduğu şeylere
ce, Katherine Mansfield, Jaroslav Hašek, Samuel
kuşkuyla bakar, bununla birlikte gerçeğin var oldu- Beckett modernist romanın önde gelen isimleridir.
ğuna hâlâ inanır ve içinde kaybolduğu karanlık la- Modernist yazarlar gerçekliğin yeni yüzünü mime-
birentlerde umarsızca onu arar. Örneğin, Kafka’nın tik araçlarla göstermenin mümkün olmadığını gör-
Şato ve Dava romanlarındaki kimliği belirsiz kah- düklerinden “bu karmaşık gerçekliği soyut düzleme
ramanları (protagonist) zamanın belirsizleştiği taşımaktan başka çıkar yol” bulamayarak “biçimci
mekânlarda asla menziline ulaşmayan bir arayış bir estetik” yaratmışlardır (Ecevit, 2006, s. 29). Bu
içinde çırpınırlar. Doğru bilgi ve gerçek arayışının bağlamda Türk romanında modernizmin kendisi
hayal kırıklığıyla sonuçlanmasının karşısında mo- değilse de etkileri bazı eserlerde gözlemlenir. Abdül-
dernist romancı, hayat karşısındaki olumsuz algısı- hak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz, Çamlıcadaki
na rağmen gerçeği aramaktan vazgeçmez. Eniştemiz, Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyh-
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı, modernite- liği; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u bu etkiyi
nin bütün değerlerini sarsan güvensizlik ortamı ve hissettiren eserlerdir. Tanpınar’ın Saatleri Ayarla-
karamsarlık da modernist romanı ortaya çıkaran en ma Enstitüsü, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam, Ana-
önemli etkendir. Franz Kafka ve Robert Musil’in yurt Oteli, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar, Adalet
romanları bu karamsarlığı ve kuralları, değerle- Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesi gibi eserlerde
ri belirsizleşen dünyada kahramanın romandan bu etkinin genişlediği gözlemlenir.
silinişini gösteren örnekler yaratırlar. Böylece na-
türalist romanda edilginleşmiş, kaderin oyuncağı Postmodernist Roman
olmuş roman kahramanından, kimliğini ve etkisini İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan post-
kaybetmiş modernist roman öznesine geçilir. modernizm, modernizm sonrası, modernizm ötesi
anlamlarına gelir. Jean-François Lyotard, Jacques Der-

62
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

rida, Roland Barthes, Michel Foucault, Jean Baudril- savaşının kaynağı olmuştu. Görünürde özgürlük
lard, Herbert Blau ve İhab Hassan gibi düşünürlerin bağışladığı bireyi çarkları içinde işlevsizleştirerek
öncülüğünde, XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya edilginleştirmiş, gelecekçi ve ilerlemeci olması bi-
çıkan yapısalcılık, postyapısalcılık, yapı-bozumculuk, reyin daha büyük hayal kırıklıklarına düşmesinden
neopragmatizm, perspektivizm, postanalitik gibi çeşit- başka bir işe yaramamıştır. Bütün bunların sonucu,
li felsefi akımların etkisiyle küreselleşen dünyanın yeni mahiyeti icabı -daima yeni olmak zorunda olduğu
bir yorumunu yaparak yaygınlık kazanır. için- modernizmin kendisine yönelik eleştiriyi hiç
durdurmaması postmodernizmin ortaya çıkışının da
sebebidir. Modernist dünyanın her alanına yönelti-
Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon len kökten ve sarsıcı bir sorgulama olan postmoder-
adlı kitabında ortaya koyduğu, kitle ile- nizm şöyle tanımlanmaktadır:
tişim araçları aracılığıyla gerçekliğin sanal Modernliğin parametrelerine, bilimsel bilginin
biçimde yeniden üretilmesi demek olan üstünlüğüne, pozitif bilimlere, doğrusal gelişmeye,
simülasyon kuramıyla postmodern çağda ulus-devlet anlayışına, endüstriyalizme, kapitaliz-
gerçekliğin trajik kaybına işaret eder. me, demokrasiye, laikliğe, insan haklarına, tekno-
lojiye, bürokrasi ve uzmanlaşmaya karşı gelen ve
onları sorgulayan; buna karşın belirsizliğe, parça-
Modernizmin radikal bir eleştirisini içeren post- lılığa, farklılığa, etnikliğe, alt-kültürlere, kültürel
modernizm, modernizmin içinden doğmuştur. Bu çoğulculuğa, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına,
nedenle modernizmden kesin bir kopuş olarak dü- yerel bilgiye, yerelliğe, özgünlük ve özgürlüklere ay-
şünmek zordur. Modernizmi henüz tamamlanmamış rıcalık tanıyan bir hareket (Kızılçelik, 1996, s. 28).
bir proje olarak gören Habermas ile bu Yeni Dünya Modernist edebiyatta, yaşanılan çağın epis-
görüşünün modernliğin ileri bir aşaması olduğunu temolojisine, siyasi ve toplumsal kurumlarına
ileri süren Antony Giddens gibi neo-modernistler, duyulan kuşku, gerçeğe ulaşamamanın yarattığı
modernizmi eleştirmekle birlikte, postmoderniz- bunaltı, anlam yitiminin getirdiği sessizlik, post-
mi yeni bir süreç olarak görmezler. Lyotard, 1979 modern anlayışta bir çeşit aldırmazlığa dönüşür.
yılında yazdığı Postmodern Durum adlı kitabında, Çünkü postmodernist edebiyatta gerçeğin var
modernizm ile postmodernizm arasındaki temel ay- olup olmamasının bir önemi kalmamıştır. Moder-
rımı, iletişim, enformasyon ve bilişim teknolojisinin nist romancı, kendisini hapsettiği bilincinden bi-
sonuçlarına dayanarak yapar. Modern toplumlarda linç dışı derinliklere doğru yol alarak kendi öznel,
bilginin durumu, niteliği, yayılma hızı ve meşru- psikolojik gerçekliğini bütün çıplaklığıyla kurma-
iyeti konuları üzerine getirdiği görüşlerin yanı sıra ya çalışırken zorunlu olarak yeni anlatım biçimle-
modernist döneme ait “büyük anlatılar”ın sonunun ri yaratmıştı. Deneysellik üzerine kurulu moder-
geldiğini ilan eder. “Büyük anlatılar” sözüyle Aydın- nist roman zor anlaşılır oluşuyla kitlesel edebiyata
lanma doktrinini, Marksizm, faşizm gibi XX. yüzyılı meydan okuyarak kendi seçkin okur topluluğunu
etkileyen kuram ve ideolojileri kasteden Lyotard, var etmiştir. İçerikteki anlam katmanlarının ente-
çağın tüketim toplumunda hiçbir büyük idealin lektüel okur tarafından keşfedilmeyi beklediği bu
var olamayacağı görüşünü ileri sürer. Postmodern roman biçiminin hedefi yüksek sanattır. Bu yüz-
dönemde Aydınlanma düşüncesi üzerinde yükselen den de hayattan koparak soyutlaşır. Postmodern
modernizmin bütüncü ve Batı merkezli dünya görü- romancı tam da bu elitist anlayışın karşısında ta-
şü parçalanmıştır. Toplumlar, başta televizyon olmak vır alır ve bütün hiyerarşileri alt üst ederek popü-
üzere kitle iletişim araçlarının güdümünde sanal bir ler kültüre, farklı bilgi türlerine, Batı dışı ya da alt
gerçeklik içinde yaşamaya başlamışlardır. Ayrıca, tü- kültürlere kapı açar:
ketim ekonomisinin aracı olarak medya modernist
Modernist roman biçime ve yenilikçiliğe önem ve-
dönemin değerler hiyerarşisini alt üst etmiştir.
rir, elitisttir; varolan sistemleri yıkıp ideal, yeni bir
Sanayileşme, ulus-devletlerin ortaya çıkışı, laik düzen getirme arzusu taşır; yazmanın anlamsızlığına
devlet anlayışı ve tamamen rasyonel temeller üzerine saplantılıdır; geçmiş onun kâbusu, şimdiki zaman
oturmuş bir bürokrasi, kentleşme, eğitimin kitlesel- melankolisi ve depresyonunun sebebi; gelecek ise he-
leşmesi ve kapitalist para ekonomisi üzerinde yükse- vesle tasarladığı ve yenilikçi ruhuyla/deneysellikle
len modernite, insan haklarına vurgusu ve demokra- üzerinde çalıştığı şeydir. Postmodernizm ise moder-
sinin gelişimine katkısına rağmen iki büyük dünya

63
Roman Sanatı

nist dogmaların bazılarına, örneğin sanatın otonom niği aracılığıyla eklektik bir özellik kazandırmak;
ve yaşamdan kopuk olması gerektiğine; bireysel öznel- öneriler, tezler, çözümler getirme ve yargılama gibi
liğe olan vurgusuna; kitle kültürü ve burjuva yaşam kendisine toplumsal bir rol biçme yerine misyoner
tarzına duyduğu tiksintiye karşı çıkar. Huyssen’in de kimlikten uzaklaşıp salt sunmayı amaçlayan be-
belirttiği gibi postmodernizm yüksek sanat ve elitizm timleyici bir tutuma sokmak postmodernist sana-
ile kitle kültürü ve popu birleştirir. Her ikisine de hi- tın genel seçenekleri olarak gösterilebilir (Sazyek,
yerarşik yaklaşmaz, birini ötekinden üstün görmez. 2002, s. 493).
Bu yüzden de modernist romanın aksine postmoder- Postmodern roman tarzının temel özellikleri
nist roman hep çoksatarlar arasında yer bulur. Mo-
“üstkurmaca, metinler arasılık, polisiye/gerilim ve
dernizmden devraldığı özellikler ise özbilinç, kendini
tarihe yönelme” olarak sayılmakla (Sazyek, 2002,
yansıtma/üstkurgu, ironik ikilemler, geleneksel ger-
s. 493) birlikte postmodern romanlara genel olarak
çekçi temsil moduna karşı çıkışıdır (Aktaran Antak-
bakıldığında şu özelliklerin öne çıktığını söylemek
yalıoğlu, 2013, s. 152).
mümkündür:
Eleştiriyi değişimin bir aracı olarak kullanan
Kendi kendini yansıtma, merkezleri yıkma, ironi
ve ilerlemeyle özdeşleşen modernizm, farklı olanı
ilerleme düşüncesi içinde yok etmektedir. Bu yö- ve parodi kullanma, metnin içine eleştirel, politik, sos-
nüyle de en başta geleneğe veya gelenekçiliğe karşı yal vs. yorumlar yerleştirme, kendi sürecini romanın
bir tepkidir ve ilk olarak onunla çatışmaya girer. asıl süreci olarak gösterme, roman kahramanlarının
Modernizm bilimi ve aklı toplumsal hayatın mer- birer hayal ürünü ve dilin bir parçası olduğunu açık-
kezine yerleştirirken dine sadece kişisel alanda yer lama, alternatif dünyalar yaratma, mitolojik, efsanevî
bırakır. Postmodernizm ise geleneğe de tarihe de ve tarihsel unsurları gerçek gibi görünen gerçek ötesi bir
ön yargıyla bakmaz “hem realizmin hem de moder- ortamda sunma ve efsanevîleştirme öğesini vurgulama,
nizmin geleneklerini işine geldiği şekilde kullanır. intertextuality (metinler arasılık) kullanma, boş ve
Bu yüzden aynı anda hem tarihsel hem üstkurgu- kara sayfalar koyma, hiç sayfa düzeni koymama, anla-
sal; hem bağlamsal hem kendine dönük, özyansıt- tılan öyküyü bitirmeme veya romana birden fazla ‘son’
macı [self-reflexive] bir anlatı hâline gelir” (Aktaran yazma, yazarın ortadan kaybolması, yazarın ısrarla
Antakyalıoğlu, 2013, s. 163). romanın gidişatına ve kahramanların işine müdahale
Tarihsellik, çoğulculuk, doğaya ve çevreye etmesi, süreksizlik ve romanın düzenini parçalama, ro-
uyum postmodernizmin temel ilkeleridir. Postmo- manın bir hayal ürünü olduğunu vurgulama ve okura
dernizm, bütün yerine parçayı öne çıkarır; bütün- sorular yöneltme. (Oppermann, 1992, s. 247-248)
lük ve aynılık yerine çoğulculuğu esas alır. Yıldız Postmodernist roman, modernizmin tekçi,
Ecevit, postmodernizmin ana eğiliminin hem ha- merkezci anlayışını reddederek çeşitlilik ve çoğul-
yatta hem de sanatta çoğulculuk olduğunu, hatta culuğu esas alır. Çeşitli tarih kesitlerinden birden
bunun postmodernizmin tek felsefesi olduğunu fazla sanat akımının, birden fazla biçemin yan yana
öne sürer. Ona göre, postmodernizm için çoğulcu- getirilmesiyle oluşan “eklektik/çoğulcu bir yapı”yı
luk “…akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji benimser. Böylece sanatsal olan ile olmayan arasın-
ve mitosun, burjuva dünya görüşü ile toplum dışı daki sınırlar ortadan kalkar; kurmaca ya da değil
marjinalliğin yan yana/eş zamanlı var olduğu bir tüm yazı ürünleri bir araya gelir (Ecevit, 2001,
yaşam biçiminin adıdır.” (Ecevit, 2001, s. 66). s. 68). İçeriğinden diline, biçiminden türüne ka-
Postmodernizm bütün alanlarda olduğu gibi ede- dar eserin tamamını kuşatan bu çoğulcu anlayış,
biyatta da her türlü kural ve kurallaşmaya dolayısıyla postmodern edebiyatın en belirgin özelliklerinden
genel-geçer standartların oluşmasına karşı olmasına olan metinler arasılık ile ilişkilidir. Postmodern
rağmen postmodern romanda yine de belli başlı ilke romanın, metinler arası ilişkileri rastlantısal değil,
ve niteliklerin varlığı tespit edilir. Postmodernizmin bilinçli bir teknik olarak kullanması ve farklı türler-
temel ilkelerini şöyle ifade edebiliriz: den alıntıları bünyesinde taşımasından dolayı farklı
Postmodernizmin sanattaki karşı çıkıcılığı mo- söylemler iç içe geçerek melez bir metin ortaya çı-
dernist sanatın özgünlük, seçkincilik, misyonerlik kar. Bu söylem çeşitliliğini içinde barındırmasıyla,
gibi temel değerlerine yönelmiştir. Elitist tavrın romanı diyalojik ve çok sesli bir tür olarak gören
yerine sanatı popülerleştirmek (pop-art); kolaj tek- Bakhtin’in diyalojizmine yaklaşır.

64
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Postmodernist roman, insanlık tarihi boyunca farklı din, ideoloji ve felsefi ekollerin önerdiği “gerçek”in
çok ötesine geçerek gerçek ve gerçek dışının iç içe olduğu bir fantezi ve imajlar dünyası sunar. Mekân ve za-
man arasındaki bütünlüğü yok ederek kronolojik zamanın parçalandığı, olaylar arasında sebep-sonuç iliş-
kisinin ortadan kalktığı bir anlatıya dönüşür. Dünyanın gerçekliğinin temsil edilebilme konusunu sorun-
sallaştıran postmodernist roman, her fırsatta kurmaca olduğunu hatırlatarak realite ile metnin gerçekliği
arasındaki sınırı çizer. Romanda sunulanlar, gerçekliğin temsili değil, bu gerçeklik hakkındaki söylemlerin
temsilidir (Antakyalıoğlu, 2013, s. 167).
Bu bakımdan, postmodernist roman, üstkurmaca içeren bir metin olarak roman kuramını kendi içinde
işlemesiyle dikkati çeker esas olan dünyanın gerçekliğinin yorumu değil, metindir. Aslında her şey metindir:
Tarih, gerçeklik, yazar, söz, varlık ve Tanrı’ya kesin anlama ulaşmak için verilen otorite geri alındığında elde
kalan şey metinsellik(tir). Sonunda “anlamın verili değil de kurgulanmış bir olgu olduğu, yazının sözün önüne geç-
tiği ve gösterenlerle yapılan bir oyundan ibaret olduğu, bunun sonucunda da yeniden yorumlamanın tek devamlı
eylem olabileceği gerçeğiyle baş başa kalırız. (Aktaran Antakyalıoğlu, 2013, s. 177)
Postmodern romanın gerçekliği metnin gerçekliği olduğundan, metnin dil dışı dünyayla ilişkisi ancak
gerçekliğin bir simülasyonu olarak vardır. Bu da metnin kurgusunun oyunla özdeşleştirilmesi sonucunu
getirmiştir. Postmodern yazara göre ne doğru keşfedilebilir bir şeydir ne de dil bize doğruyu gösterebilir
bir olgudur dolayısıyla geriye oyunbazlık, parodi ve ironinin hâkim olduğu sonuçsuz metinler kalır (Ak-
taran Antakyalıoğlu, 2013, s. 177).
Postmodern romandaki oyunsu metinleri kurmak için kullanılan başlıca teknikler ise üstkurmaca, me-
tinler arasılık, parodi, pastiş ve kolaj gibi tekniklerdir. Bunlardan “Roman Teknikleri” başlığı altında söz
edeceğiz.

Öğrenme Çıktısı

1 Batı’da roman türünün tarihsel kökenini açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Batı’da roman türünün ge-


Romanın dönüşümleriyle lişimiyle Türk edebiyatında Batı’da roman türünün ge-
tarihsel gelişmeler arasında- roman türünün gelişimi lişimiyle tarihsel ortam ara-
ki ilişkiyi belirtiniz. arasındaki farklılık ve ben- sındaki bağlantıyı anlatın.
zerlikleri değerlendirin.

KURMACA/ANLATI OLARAK ROMAN


Roman yazınsal bir biçimdir. Bu biçimin yapısı analiz edildiğinde temel ögeler olarak anlatıcı, kişiler,
olay örgüsü, zaman ve mekân kavramlarıyla karşılaşılır. Romanın tarihsel gelişim sürecinde ortaya çıkan ör-
neklerde kimi zaman olaylar, kimi zaman kişiler, kimi zaman da mekân ya da zaman önem kazanmış olmak-
la birlikte, bu ögeler romanın değişmez yapı taşlarıdır. Klasik roman çözümlemelerinde söz konusu ögeler
romanın bütünlüğünden koparılarak ayrışık biçimde ele alınıyordu. Ancak Rus Biçimcilerinin çalışmaları,
ardından yapısalcılık ve gösterge bilimle klasik çözümleme yöntemleri değişmiş, anlatı bilimin (naratoloji)
gelişmesiyle roman metinleri yeni bir perspektifle ele alınmaya başlanmıştır.

65
Roman Sanatı

Romanın Yapısı ve Ögeleri kavramı olarak belirlediler. “Fabula” anlatıdaki


Anlatı bilim, yapısalcılığın “bir yapı, ögeleri anlatılan olaylar dizisini, “syuzhet” ise bu içeriğin
birbirine ve kendisine bağlı olan, ama ögelerinin biçimlendirilişini ifade etmektedir. T. Todorov ve
toplamından daha fazla bir şey oluşturan bir bü- G. Genette bu ayrımı daha da netleştirerek anla-
tündür” temel ilkesinden hareket ederek anlatı tı kuramını geliştirdiler. Todorov, “fabula” yerine
biçimlerini ögelerine ayırırken bir bütünün bir- “histoire” (hikâye), “syuzhet” yerine de “discours”
biriyle ilişkili parçaları olarak bütünlüğünden ko- (söylem) kavramını getirdi. Genette ise buna, bu
parmadan incelemeyi esas alır. Örneğin, Todorov iki düzlem arasında geçişi ifade eden “narration”
bir anlatı metnini inceleme yöntemini yapısalcı (tahkiye=öyküleme) eylemini eklemiştir. Öyküle-
dil bilime dayandırarak geliştirmiştir. Ona göre me, anlatıcının varlığıyla gerçekleştiğinden anlatı
“bir öykünün tüm metni, özel adların, fiillerin metinlerinin çözümlenmesinde anlatıcının işle-
ve sıfatların birbirine bağlanmasından meydana vinin belirlenmesi esastır. Genette de buna işaret
gelen büyütülmüş bir cümleye benzer.” (Moran, etmiştir.
1994, s. 177). Aynı şey roman için de geçerlidir. Anlatı ögelerinin işlevsel konumlarını netleş-
Nasıl ki dil, ögeleri kendi başlarına bir gerçeklik tirmek için bu yaklaşımdan hareket etmek, bir
taşımayan ancak başka ögelerle kurdukları bağın- anlatı metni olarak romanın yapısının kavranma-
tılar içinde kavranabilen bir göstergeler dizisi ise sında bir anahtar olacaktır. Olabildiğince yalınlaş-
bir romanın (ya da diğer anlatıların) ögeleri de tırmaya çalışacağımız yapısal anlatı bilime göre,
kurmaca içindeki diğer ögelerle bağlantısı için- bir kurmaca/anlatı olan roman ve öykü, “hikâye”
de kavranabilir. Yani metinsel yapıyı oluşturan ile “söylem” düzlemlerinin çakışmasından olu-
parçalar kendi başlarına bir gerçeklik ifade etmez şur. Burada “hikâye” ile olayların tarih sırasına
ancak yapıyı oluşturan diğer parçalarla ilişkile- göre, çizgisel akışı kastedilmektedir. Anlatıcının
rine göre değer kazanırlar. Öykü, masal, roman “öyküleme/tahkiye” edimiyle, bu hikâye biçim-
gibi anlatmaya dayalı kurmaca metinler anlatıcı, lendirilerek “söylem” hâline getirilir. Anlatıcı öy-
kişiler, olaylar dizisi, zaman ve mekân gibi aynı küleme sırasında, kişileri zaman ve mekân içine
temel ögelere sahip olmalarından dolayı ortak bir yerleştirir, görünüşleri, davranışları, psikolojileri
yapıya sahiptir. Kuşkusuz çok katmanlı, hacimli, ile tanıtır, olaylar dizisini sebep ve sonuç ilişki-
diyalojik kapasiteye sahip olmasıyla roman, daha sine göre birbiriyle bağlantılandırır. Öyküleme
basit kuruluştaki öykü ve masaldan ayrılır. Burada esnasında olayların zaman sırasını değiştirebilir.
kısaca diyalojik kavramına değinmek gerekiyor. Bütün bunları dilin çeşitli imkânlarından, reto-
Diyaloji, Rus edebiyat kuramcısı M. Bakhtin’e ait riğinden yararlanarak gerçekleştirir. Öykülemede
bir kavramdır. Romanda anlatıcının ve kişilerin kullanılan anlatı kipi de anlatıcının bakış açısına
farklı söylemlerinin yanı sıra farklı dil ve anlatım göre değişir. Böylece bir hikâye öyküleme sıra-
biçimlerine ait söylemlerin bir araya gelmesi an- sında biçim ve boyut kazanır. Aynı hikâye farklı
cak hiçbirine bir üstünlük verilmemesiyle yara- yazarlar tarafından çok farklı söylemlerle sunula-
tılan çok sesliliği ifade eder. Yazar bu anlatılarda bilir. Söylem için hikâyenin sunuluş biçimi de di-
nötr kalarak her biri farklı fikirlere, duygulara sa- yebiliriz. Genette, hikâye/söylem ilişkisini anlatı
hip kişilerin kendilerini ifade etmesine imkân ve- kipi ve zaman boyutunda ele alır. Anlatıların esası
rirken anlatıcı da dâhil olmak üzere hiçbirine di- bu zamansallıktır. Romanın biçimi de zamanın
ğerlerine göre bir ayrıcalık tanımaz. Diğer yandan biçimselleştirilmesine dayanır. Bu nedenle önce
Fransızcada metinler arasılık terimiyle karşılanan öyküleme edimiyle romanı biçimlendiren “anlatı-
diyalojizm, farklı metinlerin dolayısıyla farklı cı” kavramını ele aldıktan sonra hikâye ve söylem
söylemlerin bir arada söyleşmesinden doğan çok düzlemlerinin zaman boyutundaki geçişimi üze-
sesliliği belirtmekte kullanılır. Farklı söylemlerin rinde duracağız.
birbiriyle çelişmesi ya da birbirini onaylaması Diğer kurmaca anlatılar gibi roman da anla-
mümkündür. Ancak esas olan romanın hiyerarşi- tı söylemiyle dramatik söylemin iç içe geçtiği bir
leri yıkarak diyalojiye (söyleşime) imkân sağlayan yapı gösterir. Roman, anlatma esasına dayalı bir
bir tür olmasıdır. metin olmakla birlikte gösterme/sahneleme tek-
Kurmaca/anlatı metinlerin yapısına ilişkin ilk niğini kullanmasıyla da mimetik (yansıtmacı) ka-
temel ayrımı Rus Biçimcileri “fabula/ syuzhet” rakter taşır.

66
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Sıfır odaklayım: Tanrısal bakış açısı olarak da ad-


landırılır. Dış-öyküsel yani üçüncü tekil kişi anlatıcı
Anlatıcının neyi, nasıl ve hangi bakış açı- eğer anlattığı olayın nerede, ne zaman, nasıl geçtiği,
sından anlatacağı roman türünün temel
kişilerin tüm özellikleri, iç dünyaları hakkında ge-
meselelerinden biri olarak ilk defa 1884’te
rekli olan her bilgiye sahip “her şeyi bilen, her yerde
Henry James tarafından ele alınmıştır.
olabilen” bir anlatıcı ise tanrısal konumda bir anla-
tıcı olarak adlandırılır. Bu anlatıcı için belli bir odak
Anlatıcı ve Bakış Açısı noktası yoktur. Her noktadan görebilir. Bu bakış
açısına sıfır odak(layım) denir. XVIII. ve XIX. yüzyıl
Roman kurgusunun temel ögelerinden olan an-
romancılarının çoğu bu anlatıcı bakış açısını kullan-
latıcı (narrateur), yazarın hikâyeyi anlatmakla görev-
mışlardır. Anlatıcının anlatıya müdahalesinin asga-
lendirdiği metinsel figürdür. Metnin dışında ve ger-
riye indirilmesi ve gerçekçi gözlemlere dayanarak
çek dünyaya ait olan yazarla karıştırılmaması gerekir.
sebep sonuç bağlantılarının kurulmasıyla romanın
Anlatıcı sadece dilsel bir varlık olarak hikâyeyi biçim-
gerçeklik etkisi uyandırması ve nesnellik kazanması
lendirerek (söylem/discours hâline getirerek) anlatan
kısmen sağlanabilse de bu tarzın, anlatıcı arkasında
soyut figürdür. Tiyatro oyunlarında ve sinemada ki-
yazarın varlığının, dünya görüşünün hissedilmesi
şiler eylemleriyle ve konuşmalarıyla seyirci tarafından
gibi sakıncaları vardır. Bununla birlikte Stendhal,
aracısız olarak algılanır. Oysa kurmaca metinlerde ki-
Balzac, Tolstoy gibi büyük yazarların eserlerinde tan-
şilerin hangi zaman ve mekânda neler yaşadıklarını, iç
rısal konumlu anlatıcı yer alır.
dünyalarında olup bitenleri, zihinlerinden geçenleri,
geçmişi, şimdiyi, gelecek zamanı kapsayacak biçimde Dış-odaklayım: Dış-öyküsel anlatıcı eğer tan-
aktaracak bir anlatıcıya ihtiyaç vardır. Okurun me- rısal konumda değil de anlattığı içeriği sınırlı bir
tinle iletişime geçmesini sağlamakta aracı olmasından bakış açısından aktarıyorsa dış–odaklayım söz ko-
dolayı anlatıcının anlatma eylemine bağlı kurmaca nusudur. Bu anlatıcının bir mevcudiyeti ve gerçek-
metinlerde varlığı zorunludur. liği yoktur. Kişisiz, yalnızca bir ses olarak düşünü-
lebilir. Bu bakış açısındaki anlatıcı, olayları olduğu
Büyük çoğunlukla anlatılar ya birinci tekil kişi
gibi, yani nesnel ve yorumsuz yansıtır. Kişilerle
(“ben” diyen anlatıcı) ya da üçüncü tekil kişi (“o”)
ilgili bilgiler ortaya konulan davranışlarından çıka-
ağzından anlatılır. Anlatıcının birinci tekil kişi ya
rılır. Anlatıcı bu bakış açısında, romandaki kişilerin
da üçüncü tekil kişi olarak belirtilmesi bile onun dil
kendi haklarında bildiklerinden daha az bilir.
bilimsel bir öge olduğunun altını çizer. Anlatıcı bi-
rinci tekil kişi konumunda olduğunda kurmacanın İç-odaklayım: Bu anlatı konumunda iki türlü
içinde, üçüncü tekil kişi konumunda ise kurmaca- anlatıcının varlığından söz edilmelidir:
nın dışında yer alır. Bu durum anlatıcının kurmaca • İç-öyküsel anlatıcı konumunda, kurma-
ile ilişkisini belirleyen temel ayrımdır. Anlatı bilim canın merkezindeki kahraman/başkişinin
kuramcısı Gérard Genette, bu ayrımı şöyle for- kendi kendisine odaklanarak anlatıyı yü-
mülleştirir: Anlatıcı kurmacaya dâhil değilse “dış- rütmesi iç-odaklayım olarak adlandırılır.
öyküsel anlatıcı” (heterodiegetik) eğer kurmaca ki- Burada iki düzey fark edilir: Anlatıcı, an-
şisi olarak kurmacaya dâhilse “iç-öyküsel anlatıcı” latının aynı zamanda hem öznesi hem de
(homodiegetik) olarak tanımlar. Bununla basitçe nesnesi durumundadır. Örneğin, Reşat
kurmacanın dışında kalan ya da tersine kurmacaya Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’nda anlatıcı ve
dâhil olan anlatıcıya işaret edilmektedir. Anlatıcı kahraman aynı kişidir. Ancak Feride’nin
ister dış-öyküsel isterse iç-öyküsel anlatıcı olsun günlüğü ile başlayan roman, son bölümde
olay, kişi, mekân ve zamanı, belli bir konumdan dış-öyküsel, sıfır odaklayım bakış açısıyla
belli bir görüş noktasından anlatır. Yani hikâyeyi anlatan anlatıcıya yerini bırakır.
belli bir bakış açısından sunar. Genette, bakış açısı • İç-öyküsel anlatı konumunda olup da ikincil
kavramıyla ilgili olarak da üçlü bir tasnif yapar: Sı- düzeyde (yine “ben” diyen) bir kişinin anlatı-
fır odaklayım, dış odaklayım, iç odaklayım (Kıran- cı olması durumu vardır. Bu anlatıcı ise anla-
Kıran, 2002, s. 104). tısını olaylara tanıklık ederek, başkişi ve diğer

67
Roman Sanatı

kişilerle ilişkisine dayanarak anlatır. Cengiz bakış açısıyla birinci kişi anlatıcı bakış açısını bir
Aytmatov’un Cemile adlı küçük romanının arada götüren bir anlatı tutumudur.
anlatıcısı asıl kahramanlara göre ikincildir. Yansıtıcı bilinç, özellikle bir romanda yalnızca
Bu iç-odaklayım bakış açısına tanık anlatıcı kahramanın ya da diğer bir kişinin bakış açısını yan-
bakış açısı da denir. On beş yaşlarında bir sıtmak yerine birden fazla kişiye dağıtılarak çoğul
çocuğun gözünden anlatılan asıl hikâyenin bakış açısı yaratmada kullanılır.
yanında, anlatıcının kendi hikâyesi bir alt
Çerçeve hikâye tekniğine göre anlatıcı konum-
anlatı olarak romanda yerini alır.
ları: Binbir Gece, Decameron gibi anlatılarda kul-
Yansıtıcı bilinç ya da kişisel anlatı konumu: lanılan çerçeve hikâye tekniğinde bir esas anlatı
İç-öyküsel konumda olan bir başka anlatıcı, ve onun anlatıcısı vardır. Bir de anlatı içindeki
yansıtıcı bilinç olarak da çevrilen (central cons- hikâyelerin anlatıcı ya da anlatıcıları yer alır.
ciousness) anlatıcı tipidir. Bu anlatıcı, kurmaca-
Bir anlatıda tek anlatıcı kullanıldığı gibi bir-
nın kahramanı/kişileriyle aynı dünyayı paylaşır
den fazla anlatıcı da kullanılır. Mektup, günlük
ancak kurmacaya ait bir kişi değildir. “Kişisel
gibi türlerin romana dâhil olmasıyla çoklu anlatı-
anlatım konumu” olarak da adlandırılan bu ba-
cıya geçildiği gibi, olaylar iki ya da daha çok an-
kış açısıyla anlatımda, anlatıcı yokmuş duygusu
latıcı tarafından anlatılabilir. Böylece farklı bakış
hâkimdir. Anlatıcı, olaylara müdahale etmez ve
açıları karşı karşıya gelecek ve anlatı çok seslilik
varlığını okurun hissetmeyeceği biçimde karak-
kazanacaktır. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kır-
terlerin arkasına gizler. Okur ise sanki kendisi
mızı romanında olduğu gibi. Yazar otoritesinin
olay yerindeymiş duygusuna kapılarak olup bi-
sarsılmasını sağlayan bu tutum modernist roman-
tenleri bir kahramanın gözünden, daha açık bir
la başlamış, özellikle postmodern yazarlar tarafın-
ifade ile onun yansıtıcı bilinci aracılığıyla göz-
dan benimsenmiştir.
lemler (Tepebaşılı, 2008, s. 389).
Bir romanda anlatıcı nasıl soyut bir figürse bu
Öyleyse bir romanda üçüncü tekil kişi anlatı-
anlatıcının hitap ettiği yine soyut bir figür olan
cının, roman kahramanının ya da kişilerin zihni
okur (narrataire) vardır. Gerçek dünyaya ait olan
aracılığıyla, onların gördüklerini, düşündüklerini
yazarın hitap ettiği okur ise gerçek dünyaya aittir.
aktarması durumuna yansıtıcı bilinç denir. Tanrısal
Bir romanı eline alıp okuyan kişilerdir.

Öğrenme Çıktısı

2 Roman türünün kurmaca özelliklerini ifade edebilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Geleneksel romanlardaki an- Şiir türündeki anlatıcıyla ro-


Anlatıcı ile yazar kavramla-
latıcı ile postmodern roman- man türündeki anlatıcı ara-
rının eş değer olup olmadı-
lardaki anlatıcı arasındaki iliş- sındaki bağlantıyı anlatın.
ğını tartışınız.
kiyi değerlendirin.

68
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Zaman mine aittir (hikâyenin zamanı). Bu zamanın anlat-


Yukarıda “Romanın yapısı ve ögeleri” başlı- ma (öyküleme) sırasında düzenlenmesiyle söylem
ğı altında, romanın yapısal bir ögesi olarak zaman düzlemine ait zaman kavramı (söylemin zamanı)
kavramını “hikâye” ve “söylem” düzlemleri ilişkisi- ortaya çıkar.
ne dayandırarak açıklayacağımızı belirtmiştik. Bir Anlatıcı hikâyeyi nasıl anlatacağını bir zaman
kurmaca anlatı söz konusu olduğunda akla gelen üç tasarımı içinde belirler. Anlatıcı ile hikâye arasında
temel zaman kavramı vardır: zamansal bir mesafe vardır. Anlatıcı geçmişte ya-
1. Nesnel zaman: Kozmik zaman, takvimsel şanmış ya da gelecekte yaşanacak olayları anlatacağı
zaman. gibi, olayları eş zamanlı olarak da anlatabilir. Aynı
2. Hikâyenin zamanı (olaylar dizisinin tak- anlatıda geçmiş, gelecek ve eş zamanlı olay anlatı-
vimsel zamana uygun akışının düzeni: an- mı karma olarak da kullanılabilir. Buna “anlatım
latılan zaman) zamanı” denir. Anlatılan olayların geçmiş, şimdi
ya da gelecekte olmasına göre doğal olarak anlatı
3. Söylemin zamanı (olayların anlatının için-
kipleri değişir.
deki dizilişinde yapılan değişikliklerle or-
taya çıkan zamansal düzenleme: anlatım/ Romanda olaylar hangi sıraya göre, ne kadar
kurmaca zamanı) sürede ve ne sıklıkta anlatılacaktır? Anlatıcı, öykü-
leme sırasında, günler, aylar ve yıllarla ifade edilen
Bu kavramların farklılığı ve birbiriyle ilişkisi yu-
hikâye zamanını satırlarla sayfalarla ifade edilen bir
karıda “hikâye” ve “söylem” olarak belirttiğimiz iki
düzleme aktarır. Örneğin, Adalet Ağaoğlu’nun Bir
düzlemin ayrıştırılmasıyla ortaya çıkar.
Düğün Gecesi’nde olay beş, altı saatlik bir zaman
Bir anlatıda geçen olaylar tarihsel olarak belli bir diliminde geçer. Anlatıcı, bu kurmaca zamanı,
zamana gönderme yapabilir. Örneğin “1915 yılı Ka- geçmişi hatırlamalar, iç konuşmalarla genişleterek
sım ayında….” ya da “II. Dünya Savaşı’ndan son- anlatır. Bunun tersi olarak bir romanda olaylar
ra…” gibi. Bu nesnel bir zamandır. Nesnel zaman, çok uzun bir zaman içinde gerçekleşmiş olabilir.
romanın yani kurmacanın dışında var olan zaman- Örneğin, Orhan Pamuk’un bir ailenin üç kuşak
dır. Bir romanda nesnel zaman açıkça belirtilebilir
hikâyesini anlattığı Cevdet Bey ve Oğulları roma-
ya da belirtilmez. Bunun yapısal bir zorunluluğu
nında çok uzun bir süreyi kapsayan olaylar kısalt-
yoktur. Genellikle realist ve natüralist romanlar-
ma, özetleme ve eksiltilerle anlatılmıştır.
da gerçeklik etkisini artırmak için olayların geçtiği
tarihlerin belirtilmesi tercih edilir. Balzac, Goriot Hikâye düzlemindeki olaylar dizisinin öyküle-
Baba’nın girişinde, “…bu dramın başladığı tarihte, me sırasında düzenlenişini Genette “düzen” (ord-
1819’da, orada bir genç kız bulunuyordu” (Balzac, re), “süre” (durée) ve “sıklık” (fréquence) başlıkları
2014, s. 35) cümlesiyle nesnel zamana işaret eder. altında ele alır.
Kırmızı ve Siyah’ın giriş kısmında da şöyle bir cümle Düzen: Hikâyedeki olaylar takvime göre bir
vardır: “M. de Rênal, bir fabrikatör olduğuna 1815 akış (kronoloji) içindedir. Bu olayların sırasıyla
yılından beri utanır: 1815’te belediye başkanı oldu ilgili olarak anlatıcı öyküleme esnasında üç türlü
da ondan”. Cevdet Perin, Kırmızı ve Siyah çevirisin- düzenleme yapabilir:
de bu cümleye dipnotta açıklama getirerek M. de 1. Hikâyedeki olayların takvime göre akış sıra-
Rênal’in fabrikatör olmaktan utanmasının dönemin sı söylem düzleminde de korunur.
siyasal koşullarına bağlı olduğunu belirtir (Stendhal,
2. Geri dönüş (analepse) ile olayların akış sıra-
1968, s. 11). Gerçekçi romanlarda nesnel zamana
sı bozulur.
işaret edilmesi tarihsel bağlamı ortaya koyduğundan
romanın anlamını kurmada büyük önem taşır. 3. İleri sapım (prolepse) ile olayların akış sırası
bozulur.
Yazarın niyeti tarihsel bağlamla ilişki kurmak
değilse nesnel tarihin belirtilmesi zorunlu değil, ya- Bu düzenlemeler, anlatıcının hikâyenin olayla-
zarın seçimine bağlıdır. Bununla birlikte her roman rını kronolojik, yani zaman sırasıyla ya da geri dö-
belli bir zaman diliminde geçer. Bu süre birkaç saat, nüşlerle, kimi zaman da ileri gidişlerle anlatmasını
bir gün, beş yıl vb. daha çok ya da daha az ola- gösterir.
bilir. Bunun bir sınırı yoktur. Belli bir süre içinde Süre: Her anlatının bir ritmi vardır. Öyküleme
geçen bu olaylar dizisinin zamanı “hikâye” düzle- sırasında kurmaca içinde geçen süre, bazı işlemlerle

69
Roman Sanatı

söylem hâline getirilirken anlatının hızı (ritmi) deği- üslup değişiklikleri ya da doğrudan tekrarlarla yapı-
şir. Zamanın hızlandırılmasıyla, üç dört yüz sayfalık labilir. Örneğin, Çehov’un “Memurun Ölümü”nde
bir romana, birkaç kuşağın ömrü sığabileceği gibi üç öykü, Çerviakov’un, Brizjalov’dan defalarca özür
dört saat süren bir olayın anlatımı zamanın yavaş- dilemesi üzerine kuruludur. Aynı eylemi tekrarlayıp
latılmasıyla gerçekleştirilir. Hikâyede geçen zaman durması, Çerviakov’un kişiliğini göstermeye dayalı
saniye, dakika, saat vb. ile ölçülür. Anlatının (roma- olduğu gibi, Rus bürokrasisindeki hiyerarşinin ya-
nın) zamanı satır, paragraf, sayfa ile ölçülür. Bu ikisi rattığı psikolojiyi de ima eder.
arasındaki ilişki, yani hikâyedeki zamanın dilsel za- Özetlersek bir romanın hikâyesinin zamanı-
mana aktarılması dört biçimde gerçekleştirilir: nın çeşitli yollarla biçimlendirilmesiyle anlatının
1. Özetleme (sommaire): Uzun bir süreyi söylemi oluşur. Yazarın, hikâyesinin zamanını bi-
kapsayan olaylar birkaç satırla özetlenerek çimlendirme yöntemi, neyi vurgulamak istediğine
anlatılabilir. Kurmaca için ayrıntısı önem bağlı olarak değişir. Dış dünyanın gerçekliğinin
taşımayan fakat anlatıdaki sebep-sonuç iliş- gösterilmesinin esas alındığı romanlarda, özet-
kisinin kurulması ve bazı geçiş anlarının be- leme, betimleme ve açıklamalar daha ağır basar.
lirtilmesi açısından bazı olaylara değinmek Betimlemeler ayrıntılı ve uzundur. Sahneleme de
gerekir. Bu durumda olaylar özetlenerek kişilerin düşüncelerini, duygularını açıklamada
anlatılır. Bu işlem anlatının hızını artırır. ve olayların akışını göstermede kullanılır. Moder-
2. Sahneleme (scène): Olaylar gösterme yo- nist romanda sahneleme iç dünyanın dolaysız bir
luyla eş zamanlı olarak anlatılır. Eylem an- biçimde gösterilmesi amacına hizmet eder. Kişi-
larının betimlenerek diyalogların verilmesi, nin iç konuşması ve bilinç akışı da bir sahneleme
okurun eş zamanlı olarak anlatıya katılma- (gösterme) yöntemidir.
sını sağlar. Anlatı, sahneleme sırasında ya- Klasik gerçekçi, modernist ve postmodernist
vaşlar, günlük hayattaki akış hızında ilerler. romanlar zamanın biçimlendirilişiyle birbirlerin-
Okur, bir tiyatro ya da sinema seyircisi gibi den ayrılırlar. Realist roman, yansıtmacı (mime-
anlatma yoluyla gösterilen olayı izler. tik) ve öykülemeci (diegetik) anlatım yöntemlerini
3. Duraklama (pause): Olayların akış süresin- kullanarak dış gerçekliği nesnel biçimde vermeyi
de duraklamalar, betimlemeler ve açıklama- amaçladığından kronolojik zamana bağlı kalır ve
lar yoluyla yapılır. Bu kısımlarda olayların anlatının zamanını tarihsel bağlamla ilişkili kılar.
akışı kesintiye uğrar. Modernist romanda ise kahramanın iç zamanı an-
latıya hâkim olur. Bu roman tarzında, insanın iç
4. Eksilti (ellipse): Anlatıdaki bazı olaylardan
gerçekliğini vermek için serbest çağrışımların buy-
hiç söz edilmez. Eksiltiler genellikle anla-
ruğu doğrultusunda kullanılan bilinç akışı ya da iç
tının bütünlüğünü bozmayacak biçimde
konuşma ile kişilerin iç dünyası gösterilirken çizgi-
yapılır, olayların dizilişi eksiltili anlatımı
sel zaman parçalanır. Dün ve yarın bugünün için-
bir boşluk olmaktan kurtarır. Okur anlamı
dedir; geri dönüşler ve ileri sıçramalarla anlatının
kendisi tamamlar. Bu da anlatının hızını
düzenlenmesinde ortaya çıkan anakroni (zamansal
artıran bir yöntemdir. Postmodernist ro-
uyumsuzluk), modernist romanda temel bir anlatı
manda ise eksiltinin bütünlüğü parçalamak
tutumu hâline gelir.
maksadıyla kullanıldığı görülmektedir.
Sıklık (fréquence): Bir anlatıda hikâyenin zama- Postmodernist romanda ise anakroni bir anlatı
nı ile anlatının zamanı arasında ayrıca sıklık yönün- düzenlemesi olmanın ötesine geçerek anlatılanla-
den farklılıklar ortaya çıkar: Anlatıcı, bir defa olan rın gerçek değil kurmaca olduğunu vurgulamakta
bir olayı bir defa anlatabileceği gibi birkaç defa da üstkurmacanın parçası hâline gelir. Postmodernist
anlatma imkânına sahiptir. Birçok defa olan bir ola- romanda zamanın çizgiselliği bilerek kırılır, bir
yı da bir defada anlatabilir. Bu yöntemlerin işlevi, amaca göre seçilmiş belli dönemler bir kolaj ola-
hikâyedeki hangi olaylara daha çok önem verildiği rak sunulur. Farklı zaman katmanları üst üste ge-
ya da anlatıda ekonomi ile açıklanabilir. Örneğin, tirilerek mantığa uygun zaman anlayışı terk edilir.
“Her akşam yedide geliyor, kapımın önünde bekli- Zamanın öznel ve bireysel bir mantıkla ele alındığı
yordu” cümlesi her akşam yapılan eylemi bir defada çağdaş roman “saatin tiktaklarına savaş açmış” ro-
anlatır. Bir olayın birçok defa anlatılması, bakış açısı, mandır (Parla, 2003, s. 264).

70
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Kişiler vesidir. Roman kahramanının toplumsal ilişkileri,


Romanın en temel ögesi olan kişilerle ilgili olaylar karşısında tepkileri ve seçimleri, romancı-
farklı bakış açılarına göre sınıflandırılmalar, yeri ve nın bilinçli ya da bilinçsiz olarak yansıttığı çağın
önemi konusunda farklı değerlendirmeler vardır. toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal dinamik-
Biz burada temel bazı yaklaşımlara göre romanda lerinden doğan gerçekliklere bağlı olacaktır. Rea-
kişiler kavramına değineceğiz. Bir romanın olay list romanın bu çerçevede biçimlendirdiği roman
örgüsü içinde eylemleri, davranışları, duygu ve dü- kahramanı, natüralist romanda bilimsel bir obje
şünceleriyle öne çıkan temel kişiler ile olayların ge- olarak ele alınır. Bu akımda, soyaçekimin, insanın
lişiminde geri planda bulunan ikincil kişilerin oluş- fizyolojik yapısının, fiziksel ve toplumsal çevre ko-
turduğu bir kişi kadrosu vardır. Gerçek hayattan şullarının belirlediği bir kader karşısında kişisel ira-
temsiller olan kişiler arasındaki ilişkiler, kahraman denin payı yok denecek kadar azalmış, kahramanın
ya da başkişinin eylemleri zaman ve mekân boyutu eylemlerinin bir anlamı kalmamıştır.
içinde, belli bir tema etrafında örgütlendiğinde bir Natüralist romanda böyle bir dönüşüme uğra-
roman ortaya çıkar. Bundan dolayı romanda önce- mış olan kahraman, modernist romanda iyiden iyi-
likle kahraman kavramını ele almak gerekir. ye edilgin, silik bir karakter hâlini alır. Modernist
romanı belirleyen en temel özellik de kahramanın
bu pozisyonudur. Epik kahramandan modern bi-
Kahraman Kavramı reye dönüşen roman kahramanı, natüralizmde, ha-
Romanın tarihsel gelişimi içinde bakıldığında yat karşısında yenilmiş, iradesine doğuştan engeller
roman kahramanının ilginç bir değişim geçirdi- konmuş olumsuz kahramana dönüşmüştür. XX.
ği gözlemlenir. XVIII. yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyılda ise modernist romanla birlikte, topluma
yüzyılda roman, içinde bulunduğu toplumla ara- yabancılaşmış, yalnız ve içe dönük, eylem ve etki
sındaki çatlağı derin biçimde fark eden bireyin gücü azalmış roman kişisi artık “kahraman” kavra-
uyum arayışını konu eder. Destanlarda ya da ro- mının içini dolduramamaktadır.
manslarda, çözülmeyen sırlarıyla baş edilemeyen
doğa ve bilinmezliklerle dolu dünya karşısında,
üyesi olduğu ve bütünleştiği toplumun devamını Tip ve Karakter
sağlamak için mücadele eden, olağanüstü özellik- Tip “ayırıcı özellikleri olan bir zümrenin, bir
lere sahip bir kahraman vardır. Modern romanda grubun, bir sınıfın temsilcisi konumundadır. Ro-
sanayileşmiş şehir toplumunun karmaşık yapısı mandaki kimliğiyle üzerinde taşıdığı özellikler
içinde yalnızlaşmış, toplumun üyelerinden her- olumlu ya da olumsuz olabilir. Tip, temsilcisi oldu-
hangi biri olarak sıradanlaşmış, bununla birlikte ğu sosyal grubun medeniyet, kültür ve dünya görü-
birey olarak kendi otonom kişiliğini kurmak, va- şünün âdeta bir sisteme kavuştuğu kişidir. Birbiri-
roluşunu gerçekleştirmek ideali taşıyan yeni bir ne az çok benzer insanların temel özelliklerini, ana
kahraman modeli yer alır. Bu kahramanın savaşı niteliklerini toplayan, temsil eden kişidir.” (Çetin,
hem kendisine karşı hem de modern toplumun 2003, s. 183).
karmaşık ilişkiler ağı içinde kendini konumlandır- Tip soyut bir kavramın taşıyıcısıdır genellikle.
mak, kendine bir yer edinmek için topluma karşı Fedakârlık, kıskançlık, cimrilik gibi. Deyim yerin-
olacaktır. Onun durduğu noktadan, ona göre her deyse tip kavramından kahramanın bu tür bir so-
biri “öteki” olan toplumun diğer bireyleriyle ara- yut niteliğe indirgenmesi, diğer tüm karakteristik
sındaki uçurumu aşma, hemcinsleriyle arasında özelliklerinin gölgede kalması anlaşılmalıdır. Ör-
bir uyum kurma mücadelesidir bu. Savaşın biçi- neğin; Oblomov, tembelliği, eyleme geçememezliği
mi ve içeriği değişmiş, destan kahramanının yerini temsil eden bir tiptir. Hatta, nasıl Don Kişot’tan
modern roman kahramanı almıştır. Don Kişotluk kavramı türediyse Oblomov’dan da
XVIII. yüzyılda İngiltere’de başlayarak XIX. Oblomovluk kavramı ortaya çıkmıştır. Oysa ya-
yüzyılda tüm Batı dünyasında gelişme gösteren kından bakıldığında Oblomov’un tek yanlı bir tip
geleneksel gerçekçi romanın merkezinde bu kah- olmadığı, karakteristik özelliklere de sahip olduğu
raman vardır. Romanın kurulu olduğu esas zemin, görülür. Bu bakımdan gerek Don Kişot olsun ge-
kahramanın bireysel ve toplumsal mücadelesi ve rekse Oblomov tipik karakterlerdir. Belirgin, öne
bunun tarihsel, toplumsal koşullarla ilişkili çerçe- çıkan bir özellikleri onları yaşadıkları çağa, toplu-

71
Roman Sanatı

ma, belli bir sınıfa bağlayarak toplumsal arka planı cı kişiler de olay örgüsü içinde ikincil düzeyde kal-
açıklamaya imkân verir. Jale Parla, G. Lukács’ın tip malarına rağmen yine tip ya da karakter olabilirler.
kavramını bu yönüyle ele alır: Bu nedenle merkezî kişinin, tip ve karakterden ayrı
bir kategori olarak ele alınması doğru değildir.

Bir roman kahramanına tip olsun, ka- İşlevlerine Göre Roman Kişileri
rakter olsun canlılık kazandıran yazarın Yapısalcılar, anlatı kişilerini birer yapı taşı ola-
ustalığıdır. Bir roman kahramanı, tip ya rak olay örgüsündeki işlevlerine göre sınıflandır-
da karakter olsun, bir kişilik olarak temsil mışlardır. V. Propp’un olağanüstü Rus masalları
edilebiliyorsa canlılık kazanır. üzerine yaptığı çalışma çıkış noktası olmuş, A. J.
Greimas, Propp’un tasnifini geliştirerek “eyleyensel
örnekçe” olarak adlandırdığı bir şema oluşturmuş-
Lukacs, modern romanda bütün kahramanları tur. Söz konusu şema, anlatının olay örgüsündeki
üç tip altında toplar: Birincisi, en mükemmel ifade- kişiler arasındaki ilişkilerin, kişilerin eylemlerine
sini Don Kişot’ta bulmuş olan roman kahramanıdır. göre belirlenişini gösterir. Bu değişmeyen ortak
Bu kahraman, dünyayı kendi soyut idealizmine göre şemada kişilerin anlatı içindeki rolleri (işlevleri)
değiştirmeye azmetmiş kahramandır; gördüğüne “eyleyen” (actant) kavramıyla işaret edilmektedir.
inanmaz, bildiğine inanır. Ve bildiği de şudur: Ger- Zira, eyleyen kavramı kişi kavramından daha geniş
çek onun kafasında tanımladığı gibidir; gözüne gö- kapsamlıdır. İnsan da olabilir, soyut bir kavram da.
ründüğü gibi değil. Don Kişot’un tam karşısında ise Bundan dolayı “eyleyeni bir varlıktan çok belirli bir
bu dünyadan umudunu kesmiş, düş kırıklığı yüzün- ‘bağıntının ögesi’ olarak tanımlamak gerekir. A. J.
Greimas kişiyi ne olduğuyla değil, ne yaptığıyla de-
den tamamen içine kapanmış, kendi gerçekliğine sı-
ğerlendirir.” (Kıran ve Kıran, 2000, s. 216).
ğınmış Oblomov’lar vardır; iki zıt kişiliğin bir sente-
zini oluşturmaya çalışan karakterler de yok değildir Bu anlayışa göre, bir anlatıda bir özne ve bu-
elbette: bunların en mükemmel örneği Goethe’nin nun ulaşmak, ele geçirmek istediği bir nesne vardır.
Wilhelm Meister’ıdır (Parla, 2005, s.78). Özneyi bu nesneye bir gönderen (kişi de olabilir,
arzu, aşk, hastalık, fedakârlık, zenginlik, namus vb.
Bir roman kişisini tip yapan baskın özellik soyut soyut bir kavram da olabilir) vardır. Göndericinin
bir temsil olarak kalsa da tipleştirme özgün olabi- karşısında bir alıcı (öznenin eyleminin sonucundan
lir. Ancak tipik kahramanlar kopya edilmeye daha yararlanan) yer alır. Özne, nesnesini ele geçirme
müsait olduğundan bir süre sonra kalıplaşarak tek- eylemi sırasında yardımcı ve engelleyici figürlerle
rar edilmeye başlanır. Model olarak alınan, kalıp- karşılaşır. Bu anlayışa uygun olarak şema şu şekilde
laşan bu tiplere “stereotip” denir. Örneğin, Türk oluşturulmuştur:
edebiyatında alafranga züppe tipi, imam, hoca, ağa
tipleri birer stereotiptir. Gönderici Nesne Alıcı
Karakter bir bireyin diğerinden ayrılmasını sağ-
layan özelliklere denir. Karakter, kendine özgü bir Yardımcı Özne Engelleyici
hayatı, iç dünyası olan, farklılığıyla diğerlerinden
ayrılan bireyin temsilidir. Tümel özelliklerin taşı- Anlatının yapısı içindeki işlevlerine göre belirle-
yıcısı, belli bir kavrama indirgenmiş olan tipe kar- nen bu şematik kişiler, yalın birer anlatı ögesidirler.
şılık tikeldir ve daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu altı ögeden, özne ve nesne dışındakilerin hepsi
Karakter biricik oluşuyla benzer özelliklere sahip bir arada bir anlatıda yer almayabilir. Örneğin, bir
kişilerin temsili olan tipten ayrılır. gönderici ya da alıcı bulunmayabilir. Bazen sadece
yardımcı, bazen engelleyici, bazen ikisi de anlatıya
Nurullah Çetin, roman kişilerini başlıca dört dâhil olmayabilir ya da ayrı işlevlerin tek bir kişi
kategoriye ayırır: Merkezî kişi, tip, karakter ve yar- tarafından üstlenildiği görülür. Çok katmanlı bir
dımcı kişiler (Çetin, 2003, s. 182). Merkezî kişiden yapıya sahip olan romanda kişi sayısı artar, iç içe
kastedilen olay örgüsünün kendisine bağlandığı ilişkilerle aynı işlevleri yerine getiren eyleyenler
kahraman, başkişi ya da protagonist olarak adlan- farklı anlatı düzeylerinde konumlandırılır. Böyle
dırılan temel figürdür. Aslında merkezî kişi tip ya bir yapı içinde anlatının iskeleti sayılabilecek bu
da karakter olabilir ya da tipik bir karakter. Yardım- şematik örgüyü belirlemek güçleşir.

72
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Bu yaklaşıma göre, özne genellikle kahraman, açık mekânların bulunmasına yol açmıştır. Ro-
başkişidir. Diğer kişiler anlatı içindeki işlevlerine mantik edebiyatta, içeriğe bağlı olarak sonbahar,
göre, daha çok özneye göre belirlenirler. Anlatı- sisli, bulutlu, karamsar doğa manzaraları, mün-
nın derin yapısında yer alan bu soyut ögeler, söy- zevi romantiğin sığınağı olan ıssız mekânlar öne
lem düzleminde somutlaşır. Ancak yapısalcı anlatı çıkar. Realist roman, insanı çevreleyen açık ya da
bilimciler anlatıyı, dolayısıyla romanı sadece bir kapalı her mekânı seçme yapmaksızın gerçekliği
metin olarak ele alıp metnin ögelerini de metnin yansıtmanın aracı olarak kullanır. Bu yüzden rea-
kendi içinde değerlendirdiklerinden, kişileri yalnız- list romanda mekân betimlemelerine ağırlık verilir.
ca bir işlev olarak görürler. Ne var ki bu durumda Birey, romandaki dinamizmini içinde bulunduğu
anlamsal boyut görmezden gelinir. Oysa bir roman çeşitli mekânların karşıtlığı (açık/kapalı, özel/ka-
dünyayı çağrıştırır. Roman kişileri de dünyada ve musal, gerçek/hayali vb.) içinde kazanır. Anlatıda
okuduğumuz kitaplardaki benzerlerini bize hatır- kişiye hareket imkânı veren yer değişiklikleridir.
lattığından, onları istesek de zihnimiz sadece met-
nin maddi dünyasına hapsedemez. Natüralist romanda mekân, anlatının temel
kurucu ögesi olmuştur. Natüralizmin temsilcisi
Öyküleme esnasında kişilerin özellikleri, psi-
Émile Zola romanlarında, insanın soya çekimin,
kolojik derinlikleri, betimleme ve çözümlemelerle;
kendi fizyolojik yapısının ve çevrenin eseri oldu-
karşılıklı ilişkileri eylemler ve diyaloglarla verilir.
ğu tezini kanıtlama amacını güdüyordu. Yaşanan
Yapı içinde işlevsel özelliklerine göre belirlenen ey-
mekânların, çevrenin insan hayatındaki rolünü
leyenler, söylem düzleminde ete kemiğe bürünerek
somutlaşır, tip ya da karakter olarak temsili özellik- gösterme niyetiyle Zola, romanlarında mekânları
ler kazanır. Her ne kadar bu kişiler dil düzeyinde olanca gerçekliğiyle yansıtma çabası içine girer.
var olmuş, kâğıttan varlıklar olsalar da anlamsal bo- Aldığı notlar, çizdiği krokilerle gerçek mekânların
yutlarıyla canlılık kazanarak dünyamıza girer, âdeta romanlarında âdeta bir izdüşümünü yansıtmaya
tanıdıklarımızdan biri oluverirler. çalışır. Romandaki karakterin toplumsal statüsünü
belirginleştiren de yaşadığı mekânların tasviridir.
Yoksul, aşağı tabaka insanlarının yaşadıkları yer-
Mekân lerin tasviri, kişileri gerçekçi bir biçimde somut-
Romanda olaylar ve kişiler, zaman ve mekân laştırdığı gibi toplumsal eşitsizliği ve çarpıklığı da
bağlantısı içinde konumlandırılarak sunulur. gözler önüne sermesinden dolayı natüralist roman-
“Olaylar zamanla, kişiler de mekânla bağıntılıdır” da önem kazanmıştır. Kuşkusuz Zola’nın amacı
(Chatman, 2008, s. 89). Romandaki mekân, ger- yalnızca mekânın gerçekliğini değil, bu gerçekliğin
çek mekânlara gönderme yapsa da kurmacadır. An- neyi ifade ettiğini gösterebilmekti.
latının zamansal düzenlenmesi sırasında mekânın Romanın tarihsel gelişiminde bir sonraki aşa-
sunuluşu da gerçekleşir. Mekânı zamanla ilişkisin- ma olan modernist romanda mekân, dış gerçekli-
den soyutlayarak ele almak yanıltıcı olur. Mekânın ği yansıtmanın aracı olmaktan çıkarak kendi içine
değişmesi zaman boyutundaki değişmeyi de bera- kapanan bireyin karamsar, bunaltılı iç gerçekliğini
berinde getirir. Romandaki mekânın analizi, roma- yansıtan sembolik bir araç hâlini aldı. Örneğin,
nı anlamlandırmada önemli veriler sunabilir. Kur- Kafka’nın Şato romanında mekân, belirsizliği, ula-
maca anlatıların temel unsurlarından olan mekânın şılmazlığı ve kendisine ulaşmak için verilen çabala-
önemi ve işlevi ise romandan romana değişir. rın boşuna oluşuyla modern hayatın bir metaforu
Eski anlatılarda belirsiz olan mekân, modern ro- ve romanın asıl teması olur. XX. yüzyılın başındaki
manla birlikte gerçekliği yansıtmanın en önemli ara- insanın bunalımının alegorisi olarak bu roman-
cı olmuştur. Birey gerçekliğini tarihsel boyutundan, larda daha çok kapalı mekânlar yer alır. Modern
zaman içinde konumlanmasından daha çok, ayakla- dünyanın karmaşıklığı içinde, umarsızca gerçekli-
rını bastığı yerin, gerçek bir mekân olduğu izlenimi ği arayan modern insanın mekânı labirent meta-
vermesiyle kazanır. Romanın gerçekliğini en iyi vur- foruyla verilir (Alain Robbe-Grillet’nin Labirentte
gulayan, anlatıya görsellik kazandırarak mekânı göz romanında olduğu gibi). Kafka’nın Dava romanın-
önünde canlandırmayı sağlayan ise betimlemelerdir. da da mekânlar bir labirenti hatırlatır. Postmodern
Gerçek mekânların romanda yerini alması pi- romanda ise mekân, kurgunun diğer tüm ögeleri
karesk romanla başlar. Romantik romanda doğaya gibi gerçekliğin yalnızca dil ile yaratılmış kurmaca
dönüş, kır hayatını benimseme, romanda daha çok bir gerçeklik olduğunu vurgular.

73
Roman Sanatı

Romanın bir zaman sanatı olduğu sık sık belir- Savaş ve Barış romanında yarattığı genişlik
tilir. Bu yüzden de anlatı bilim kuramcıları zaman duygusuna işaret ederek bu romanda hâkim
üzerinde durdukları kadar mekân üzerinde durma- olanın zaman değil, mekân olduğunu belir-
mışlardır (Bourneuf, 1970, s. 78). Oysa Bachelard, tir (Forster, 1985, s. 76).
Mekânın Poetikası adlı kitabında “Mekân, petekle- • Mekân değişikliklerinin fazla olduğu ro-
rinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak manlar genellikle olay/eylem üzerine ku-
tutar” sözüyle mekân ve zamanın ayrılmazlığına ruludur. Macera romanları, yolculuk, savaş
vurgu yapar (1996, s. 36). temalı romanlar gibi.
Bir mekân içindeki objelerle birlikte düşü- • Mekân sembolik bir anlamda kullanılabilir.
nülmelidir. Açık bir mekân, bir doğa parçası söz Kafka’nın romanlarında olduğu gibi.
konusu olduğunda anlatıcı ya da kişilerin bakış
• Açık/kapalı, dar/geniş, yukarı/aşağı, sağ/sol,
açısından görülen “şey”lerin anlatıda geçiyor ol-
burası/başka yer, şehir/köy-doğa vb. karşıt-
ması bunların bir işlevi olduğuna işaret eder. Aynı
lıklar hem fiziksel hem de sembolik değer-
şey kapalı mekânlar için de söz konusudur. Bu
ler olarak tematik yapının oluşumuna etki
“şey”lerin ne oldukları kadar algılanma biçimleri de
ederler. Örneğin şehir, mekân olarak kendi
kültürel bir arka planı işaret etmesi açısından önem
içinde taşıdığı karşıtlıklarla, farklı ırktan, sı-
taşır. Mekân, romandaki maddi boyuta işaret etse
nıftan, ulustan kişilerin bulunması, tesadüf
de atmosfer yaratma, kişilerin ruh hâlini yansıtma
zenginliği, yalnızlık, adaletsizlik gibi çeşitli
işleviyle tinsel boyutu getirir. Mekânın işleniş biçi-
kavramları içermesiyle birçok tematik imkân
mi gerçekliği kurar ya da tersine gerçek dışı boyut-
sunar. Diğer yandan bir kültür ve uygarlık
lara kapı açar. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi
karşılaştırması olarak Doğu-Batı karşıtlığını
mekânın anlatıda nasıl işlendiği ve işlevselliği önem
işleyen romanların bir mekân romanı oldu-
kazanır:
ğunu söylemek de yanlış olmaz. Kiralık Ko-
• Mekânlar kişileri konumlandırmak mak- nak ve Huzur romanları gibi. Kiralık Konak
sadıyla olayın akışı içinde birkaç fırça dar- romanında Naim Bey’in konağı, Osmanlı
besiyle belirtilerek geçildiği gibi yoğun bir kültürünün Batı kültürüyle sentezlenmeye
biçimde belirtilmek üzere olayların akışı çalışıldığı Tanzimat Dönemi’nin dünya gö-
kesilerek betimlenir. Bu kısımlar anlatma rüşünü temsil etmektedir. Naim Bey’in oğlu
zamanındaki durmaları gösterir. Servet Bey’in çocuklarıyla taşındığı Şişli’deki
• Mekân, bir dekor olma işleviyle anlatıda yer apartman dairesi ise bütünüyle Batı kültürü-
alabilir ya da bir görünüm olarak sunulur. ne göre şekillendirilmiş oluşuyla terk edilen
Burada anlatıcının ve kişilerin bakış açısı geleneksel değerleri sembolize etmek üzere
önem kazanır. Görünümler kahramanın kullanılmıştır. İstanbul medeniyetinin değer-
ruh durumunun ifadesi olabilir. Kahrama- lerinin mekân ve eşya üzerinden okunduğu
nın mekânla arasında kurduğu bağ -roman- Huzur romanında da aynı şekilde konak ve
tiklerde olduğu gibi- öne çıkar. apartman Doğu-Batı karşıtlığını temsil eder.
• Bazen de mekân, kahramanın psikolo- • Bunların dışında bir anlatıya girmeden
jik durumunu ya da karakterini ele veren önce de mekânların bizatihi sembolik de-
ipuçlarını taşır. Örneğin, aşırı düzenlilik ğerleri vardır. Örneğin, korku edebiyatının
gösteren bir mekânın obsesif bir kişiliği ele mekânı olan şatolar, harabeler, sonsuzluk
vermesi; kapalı, karanlık mekânların ka- duygusu uyandıran okyanus, çöl, yücelik
ramsarlık duygusu uyandırması, neşeli bir duygusu uyandıran ya da ayrılığı vurgula-
karakterin renkli, aydınlık mekânlar içinde yan dağlar (özellikle Anadolu kültüründe),
verilmesi gibi. din duyguları ve değerleriyle ilgili olarak
• Mekân bir atmosfer yaratmak amacıyla kul- mabetler, katedraller böyledir.
lanılabilir. Örneğin, açık mekânların baskın Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi bir roman-
olduğu bir romanın yarattığı etkiyle kapalı daki mekânın haritasını çıkarmak, sembolik değer-
mekânlardaki bir değildir. Yazarlar bu fark- lerini araştırmak anlatının yapısının kavranmasın-
lılıkları göz önüne alarak mekânın kullanı- da ve anlam katmanlarının çözülmesinde önemli
mını gerçekleştirirler. Forster, Tolstoy’un bir anahtar durumundadır.

74
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Olay Örgüsü
Olay örgüsü, Fransızcada “intrigue”, İngilizcede “plot”, Rusça “sjuzhet”, Türkçede olgu ya da vaka ku-
ruluşu terimleriyle de karşılanır. Bir anlatıda hikâye düzlemindeki olayların düzenlenerek söylemin oluştu-
rulmasına olay örgüsü denir. Bu yapısalcı yaklaşımın kökleri, olayların düzenleniş biçimini mythos olarak
adlandıran Aristoteles’in Poetika’sına kadar dayanır. Chatman, olay örgüsünü şöyle açıklar:
Sunuş düzeni (söylem), öykünün (hikâye) doğal mantığının düzeniyle aynı olmak zorunda değildir. İşlevi
belli öykü olaylarını vurgulamak ya da önemsizleştirmek, bazılarını yorumlamak bazılarını çıkarsamaya bı-
rakmak, göstermek ya da anlatmak, yorum yapmak ya da sessiz kalmak, bir olayın ya da karakterin şu veya bu
yönüne odaklanmaktır. Yazar “bir öyküdeki olayları sayısız yolla düzenleyebilir. Bazı olayları ayrıntılarıyla ele
alırken, diğerlerinden çok az bahsedebilir, hatta Sofokles’in Tebai’deki salgından önce Oidipus’un başına gelen
her şeyi atlaması gibi bahsetmeden geçebilir. Kronolojik sırayı dikkate alabilir ya da onu bozabilir, haberciler,
geri dönüşler kullanabilir. Her düzenleme farklı bir olay örgüsü üretir ve aynı öyküden sayısız olay örgüsü üre-
tilebilir (Chatman, 2008, s. 39).
Ernest Forster, olay örgüsünü neden-sonuç ilişkisine dayandırır. Onun “hikâye” ve “olay örgüsü”nü
ayırmakta kullandığı örneğini hatırlayalım. Forster “Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü” sözünün
“hikâye”ye; “Kral öldü, sonra üzüntüsünden kraliçe de öldü”nün ise “olay örgüsü”ne karşılık geldiğini
belirterek ikinci cümlede aradaki nedensellik bağına işaret eder. Ancak örneklerin bu yönde bolluğu açı-
sından haklı olan bu değerlendirme, nedensellik bağı olmayan anlatıları açıklamakta yetersiz kalır. Sazyek,
Roman Terimleri Sözlüğü’nde bu tür anlatıların anekdot/epizot dizisi ile kurgulanmış olduğunu belirtir.
Bu tür romanlarda, roman kişileri üzerine anlatılan anekdotların bir araya gelmesinden bir olay örgüsüne
ulaşılır. Bazen de birbirleriyle kesin bağlarla bağlı olmayan olaylar, bölüm bölüm anlatılır. Olaylar arasında
güçlü bir nedensellik bağının olmadığı gevşek bağlı olaylar dizisinden oluşan bu tür anlatılarda karakte-
rin fazla değişmediği gözlemlenir. Örneğin, pikaresk roman örneği olan Lazarillo de Tormes bu nitelik-
teki ilk eserdir. Jonathan Swift’in Gulliver’in Gezileri, Henry Fielding’in Tom Jones’u, Virginia Woolf ’un
Orlando’su bu türe örnek verilebilir. Türk romanında Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz, Çamlı-
ca’daki Eniştemiz ve Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği de bu tarza verilecek örnekler arasındadır.

Öğrenme Çıktısı

3 Romanlarda kullanılan başlıca teknikleri dile getirebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Metinler arasılığın modern Modern ve postmodern ro-


Bilinç akışı tekniğinin mo-
ve postmodern romanlar- manlardaki anlatım tekniği
dernist romanla ortaya çıkış
daki kullanımı arasındaki arasındaki benzerlik ve fark-
nedenlerini tartışınız.
ilişkiyi değerlendirin. lılıkları anlatın.

ROMAN TEKNİKLERİ
Romanın başlıca beş temel tekniği vardır: Öyküleme, özetleme, gösterme (sahneleme), betimleme ve
açıklama. Bir romanda kullanılan teknikler büyük ölçüde zamanla bağlantılıdır. Bu nedenle bu tekniklere
“romanda zaman” başlığı altında, anlatıyı oluşturmada işlevleri bakımından yer vermiştik. Bir romanda
bazen öykülemenin (diegesis) bazen de göstermenin (mimesis) ağır bastığını görürüz. Yani “anlatısal

75
Roman Sanatı

söylem” (discours narratif ) ile “dramatik söylem” İç Konuşma (monologue interieur) ve


(discours dramatique) arasındaki geçişlerle anlatı Bilinç Akışı
ilerler. Öyküleme ağırlıklı anlatılarda özetleme, Tiyatroya özgü bir terim olan monolog, oyun-
eksilti, açıklama, betimleme ve dolaylı iç çözüm- cunun aklından geçirdiklerini, gizli duygularını,
leme teknikleri; gösterme ağırlıklı anlatılarda ise düşünce ve hayallerini seyirci ile yüksek sesle pay-
sahneleme (dramatik metot) yani diyaloglar ve laşmasıdır. Bu durumda oyuncu genellikle sahnede
olayın/eylemin betimlenmesi, doğrudan iç çözüm- tek başına ya da diğer oyunculardan uzakta olur. Bu
leme, iç konuşma, bilinç akışı teknikleri öne çıkar. teknik romana uygulandığında iç monolog (mo-
nologue interieur) adını almıştır. Türkçede günü-
İç Çözümleme müzde iç konuşma karşılığı kullanılmaktadır. XX.
İç çözümleme, roman kişisinin aklından geçen- yüzyıl romanında sözü doğrudan, aracısız, yorum
leri üçüncü tekil kişi anlatıcı tarafından doğrudan, ve açıklama olmaksızın roman kişisine söyletme ih-
dolaylı ya da serbest dolaylı anlatı kipinde aktarıl- tiyacı doğunca iç konuşma tekniği ortaya çıkmıştır.
ması yöntemidir. Doğrudan iç çözümlemede anla- Artık romancı susmakta, kişiler iç seslerinin akışına
tıcı, kişinin içinden geçirdiklerini dolaysız aktarır: göre serbest biçimde konuşmaktadır. İç konuşma-
[Bazen kendi kendine düşünür: “Hayatımın en gü- yı ilk olarak Édouard du Jardin Les Lauriers sont
zel, hani şu balayı denilen zamanı işte bu!” derdi.] coupés (Kesik Defneler, 1887) romanında kullan-
(Flaubert, 1982, s. 56). Dolaylı iç çözümlemede mıştır. Ancak bu roman tekniğinin döneminde pek
dış-öyküsel anlatıcı, kişinin aklından geçeni ken- az etkisi olur. James Joyce Ulysses romanında aynı
disi araya girerek aktarır: “Ama Charles isteseydi, teknikten yararlanınca iç konuşma Birinci Dünya
sezseydi, bakışı bir kerecik olsun onun düşüncesini Savaşı ertesinde edebiyatın gündemine düşer (Stal-
arasaydı, Emma’ya öyle geliyordu ki, o zaman olgun loni, 2006, s. 148).
yemişlerin el değer değmez düştüğü gibi, kendinin İç konuşma, bir roman kişisinin aklından ge-
de gönlü coşuverecekti” (Flaubert, 1982, s. 57). çenlerin anlatıcının aracılığına ihtiyaç duymaksızın
(Bu örnekteki italik vurgu, anlatımdaki dolaylılı- aktarılmasıdır. Okur dolaysız biçimde roman kişi-
ğı göstermektedir). Serbest dolaylı anlatı kipinde- sinin düşünce dünyasının ve psikolojik durumları-
ki çözümlemeler ise kahramanın iç konuşmasını nın tanığı olur. Basit olarak kişinin kendi kendisiyle
onun bilincinin içindeymişçesine izleyen anlatıcı- konuşmasının metinde doğrudan verilmesi tekniği
nın (yansıtıcı bilinç) çözümlemeleridir. Flaubert, olarak tanımlayabiliriz. [“Bu akşam onu göreceğim
Madame Bovary’de bu tekniği sık kullanarak özgün ve bir daha beni aramamasını söyleyeceğim” diye
bir anlatım yaratmıştır: “Oğlan istiyordu; gürbüz, karar verdi.] yerine [“Bu akşam onu göreceğim ve
esmer olacak, adını Georges koyacak; dünyaya ge- bir daha beni aramamasını söyleyeceğim”] denme-
tireceği çocuğun bir erkek olması fikri sanki geç- siyle anlatıcı aradan çekilmiş olur. Şüphesiz kurgu-
mişteki aczlerinin intikamını aldıracak bir ümitti.” nun içinde bu tekniğin böyle basitçe uygulandığını
(Flaubert, 1982, s. 100). söylemek istemiyoruz. Romancının iç konuşmaları
Dolaylı ya da dolaysız iç çözümlemeler realist kurguyu bozmayacak biçimde vermesi ustalık iste-
ve natüralist yazarların sıklıkla kullandığı yöntem- yen bir durumdur.
lerdir. Serbest dolaylı anlatım, kahramanın dü- Kişinin iç dünyasını göstermeyi öncelikli amaç
şünceleri daha doğrudan veriliyormuş hissi yaratır. edinmiş romanlarda (modernist roman gibi) iç
Anlatıcının aradan çekildiği izlenimini yaratan, konuşma başat bir teknik olarak kullanılır. İç çö-
kişininkiyle anlatıcının sesinin çoğu zaman ayırt zümlemede anlatıcı, kişinin aklından geçirdikle-
edilemez olduğu bu anlatım biçimi, okurun roman rini kendi mantıksal düzeni içinde aktarır. Oysa
kahramanın içinden geçirdiklerine daha dolaysız bir iç konuşma kişinin kendi mantığına dayalıdır ve
şekilde tanık olmasını sağlayarak nesnellik etkisini spontandır “…konuşma dilinin bilinçli serbest-
artırır. Serbest dolaylı anlatım modernist romana liğinin getirdiği bir doğallığa yaslanan cümlelerle
geçişte önemli rol oynamıştır. uygulanır”(Sazyek, 2008, s. 170).

76
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Bilinç akışı modernist romancıların kullanıma Genellikle hikâyenin yani kurmacanın süresi en
sokmasıyla önem kazanmış yazınsal bir tekniktir. aza indirgenmiştir. V. Woolf ’un Mrs. Dalloway’i
Bazı kuramcılar bilinç akışını iç konuşma başlığı kahramanın bir günde yaşadıklarının anlatımıdır.
altında ele almaktadır. Bireyin belli bir andaki tüm Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesi’ndeki
zihinsel faaliyetlerini aracısız yansıtma iddiasına ya üç romanı da kısa zaman dilimlerinde geçer. Ja-
da çabasına dayanan bu teknik de iç konuşmada mes Joyce’un Ulysses’inde de olay zamanı bir günü
olduğu gibi kişinin aklından geçenleri dolaysız ser- bulmaz. Bu romanlarda iç konuşma ve bilinç akışı
gilemektir. İç konuşmadan en önemli farkı, kişinin yöntemleriyle anlatma zamanı uzatılır.
çağrışımların yönlendirdiği düşüncelerinin dü-
zensiz akışını veriyor olmasıdır. Bu noktada bilinç
akışı tekniğini yaratan ya da kullanmayı gerektiren
Metinler Arasılık
niyetin ne olduğunu sormak gerekir. Modernist Metinler arasılık (intertextuality/intertextualité)
romanda birey, dış gerçeklikten el çekip kendisine ilk kez Julia Kristeva’nın postmodern eleştiri alanın-
yöneldiğinde, kendi gerçekliğini tüm boyutlarıyla da kullandığı bir kavram olmakla birlikte, yazınsal
kavrama ve buradan hareketle insanın bilinmeyen, ya da yazınsal olmayan tüm metinleri de içerecek
karanlık yönlerini deşifre etme çabası içine girer. biçimde tarihsel boyut taşır. Kristeva’nın metinler
Kendisine ulaşmanın yolu da Freud’un öğretisin- arasılığı tanımı da bu tarihsellik üzerine kurulu-
den kaynaklanan id-ego-süperego ilişkisi içindeki dur: “Her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur,
benliği çözümlemektir. Kendisini serbestçe dü- her metin kendi içinde başka bir metnin eritilmesi
şüncelerinin, hislerinin akışına bırakan, deyim ye- ve dönüşümüdür” (Aktulum, 1999, s. 41) derken
rindeyse kendi üzerinde süperegonun kontrolünü bu tarihselliğe işaret edilir. Tarih boyunca metinle-
kaldıran kişi mantıksal düşünce zincirinden de kur- rin önceki metinlerden izler taşıdığı, hiçbir metnin
tulur. Kontrolsüz düşünme, çağrışımların etkin rol saf bir kendilik taşımadığını ileri süren bu anlayışa
oynamasına yol açar. Böylece kişi belleğinin sınır- göre her yazma eylemi, yani bir metin oluşturma,
ları içinde bir andan diğerine, bugünden geçmişe, yeniden yazma (réecriture) işlemidir. Ancak metin-
geçmişten geleceğe sıçramalarla düzensizlik içerir ler arasılık kavramının adı postmodern dönemde
ancak kesintisiz bir düşünme eylemi gerçekleştirir. konmuştur ve bu dönemde metinler arasılık rast-
Bilinç akışı tekniği bu düşünme eyleminin dolaysız lantısal değil, bilinçli bir metin kurma yöntemi
bir biçimde yansıtılmasıdır. Bu yönüyle iç konuş- olmuştur. Metinler arasılık çeşitli teknikleri için-
mayla birbirine karışır. Aradaki fark, iç konuşmada de barındırarak postmodern romanın en belirgin
mantıksal düşünce silsilesinin korunmasına karşı- özelliği hâline gelmiştir. Aslında metinler arasılık
lık, bilinç akışında mantıksal kopmaların ağırlıklı içinde zikredilen teknikler de roman tarihi boyun-
olmasıdır. İç konuşma doğal günlük konuşmadaki ca kullanılan tekniklerdir. Postmodernist romanda
mantıksal düşünce zincirine uyarken bilinç akışı ise metinler arasılık, biçimsel bütünlüğün yok edi-
kısa cümleler, tek tek kelimeler, bir düşünceden lerek anlamın çoğulluğuna ve parçalılığına dikkati
diğerine atlamaların getirdiği çelişkiler içeren bir çekmek üzere, kurguyu oyunlaştırmanın bir parça-
üslupla verilir. sı olarak kullanılır. Metinler arasılık, alıntı/montaj,
yeniden yazma, parodi, kolaj, pastiş gibi farklı tek-
Bilinç akışı tekniği, anlatıcı arada yokmuş ya-
niklerden yararlanılarak oluşturulur.
nılsaması yaratarak insanın iç gerçekliğini teşhir
etmenin bir yoludur. Hiç kuşkusuz yazarın kontrol Bu teknikler arasında en bilineni olan alıntı/
ve yönlendirmesi ne kadar aza indirilmiş, anlatıcı montaj, yazarın başka bir yazara ait bir parçayı -ge-
ne kadar geriye çekilmiş olursa olsun, son tahlilde, nelde kimden aldığını da belirterek- eserinde aynen
yine de metnin arkasında yazar vardır. kullanmasına dayanır.
Bilinç akışının başarısı yazarın yarattığı kişiyle Yeniden yazma (réecriture) yöntemi ise yazarın
kurduğu empatiye dayanır. Bilinç akışıyla sergile- bir başka metnin parçalarını yeniden yorumlayarak
nen iç dünyalar, kişiyle okur arasında yazarın ve yazması ve kendi metninin bütünlüğü içinde har-
anlatıcısının aracı olmadığı doğrudan bir ilişki ku- manlaması yoluyla gerçekleşir.
rulmasını sağlar. Alıntı/montaj tekniğine benzeyen kolaj, kübist
Bilinç akışı tekniğinde romanın hikâye zama- ressamlardan Picasso, Braque ve Matisse’in resme
nıyla öyküleme zamanı arasındaki ilişki önemlidir. getirdikleri tekniğe dayanır. Dadaizm, fütürizm

77
Roman Sanatı

ve sürrealizm gibi avangart sanatın kullandığı bir Pastiş ise bir sanatçının bütün bir eserini veya
tekniktir. Resimde kolaj, önceden var olan farklı onun bir bölümünü alıp üslup bakımından taklit
bütünlerin parçalarını, örneğin sıradan bir tablo- edilmesi ve ona benzer bir eser yazılması esasına da-
nun, bir fotoğraf ya da gazete yazısının yeni bir yalıdır. Aslında postmodernizm öncesinde bir yaz-
yaratma eyleminde kullanılmasıdır. Bir romanda, ma kusuru olarak kabul edilen bu durum, postmo-
farklı roman türlerinden (tarihî, popüler aşk, serü- dernizmin özgünlüğü ortadan kaldırmak amacıyla
ven, fantastik, polisiye) ya da edebî olsun olmasın, bilinçli bir biçimde kullandığı bir teknik hâlini
farklı türden metinlerden, söz gelimi, reklam, ilan almıştır. Postmodern romancı pastişi, taklit ettiği
metinleri, gazete haberleri, köşe yazıları, mektup- sanatçının kusurlarını göstererek alay etme veya
lar, hatıralar, gezi broşürleri, ansiklopediler vb. takdir ettiği bir sanatçının üslubunu örnek alarak
metinlerden alınan parçaların kurmacanın içinde metnini zenginleştirme amacıyla kullanmaktadır.
dizayn edilmesiyle ortaya çıkar. Bu tekniğin kulla-
nılma amacı, gerçekliğin ve anlamın bütünlükten
uzak olduğunu çoğul anlamlar yaratacak biçimde
Üstkurmaca
göstermektir. Üstkurmaca (metafiction) bir roman terimi
olarak 1960’tan sonra kullanılmış, postmodernist
Diğer bir teknik olarak parodi (yansılama) ön-
romanın en belirgin karakteristiği olmuştur. Bir
ceki çağlarda basit bir retorik işlem iken çağdaş
romanda kurmaca ve gerçeklik ilişkisini sorgula-
romanın yaratıcı pratiklerinden biri olarak önem
ma, roman kuramını kurmacanın içinde tartış-
kazanmıştır. En yalın anlamıyla, bir metni başka bir
ma, romanın yazılışını roman içinde konu etme,
amaçla kullanmak, ona yeni bir anlam yüklemektir
yani yazma eylemini metnin parçası hâline getir-
(Aktulum, 1999, s. 117). Parodi daha çok hicvetme
me gibi tutumlar üstkurmaca olarak adlandırılır.
ya da gülünç kılma amacıyla bir metni model alarak
Özellikle postmodernist romanlarla ilişkilendiri-
farklı bir anlam bağlamında onu dönüştürmeye da-
len bir yöntem olmakla birlikte, roman tarihinde
yalı bir yöntemdir. Eski retorikte, metindeki ciddi
postmodern dönemden önce de üstkurmacanın
ya da yüksek anlamı gülünç ya da değersiz kılarak
kullanıldığı örneklere rastlanır. Bununla birlikte,
dönüştürmek anlamına geliyordu. İlk olarak Rus
terimin kavramsallaştırılması postmodern döneme
Biçimcileri bu metinler arası yöntemi, model alı-
aittir ve postmodern anlatının kuramsal temelinde
nan önceki metnin biçimsel olarak yıpranmışlığını
üstkurmacanın çerçevesini belirleyen yapısalcılık
ve yeni metindeki farklılaşmayı göstermek amacıyla
ve postyapısalcılık yer alır. Dil-gerçeklik ve anlam
kullanılan bir teknik olarak ele aldılar. Parodi farklı
sorunsalı üzerinden hareket edilen postmodernist
söylem biçimlerini karşı karşıya getirmesi açısından
edebiyatta, dilin gerçekliği temsil ettiğini söyleyen
Bakhtin’in diyalojik kuramının da kurucu ögele-
mimetik anlayıştan da dilin anlamı kendi sistemi
rinden biridir. Postmodernist romanda, başka bir
içinde gerçekleştirdiğini söyleyen Saussure’ün yak-
yazarın eserini alay etmek ve eleştirmek amacıyla
laşımından da önemli bir sapma gerçekleşmiştir.
taklit ederek yeniden kurgulanmasına dayanmak-
Dilin gerçekliği ile dünyanın gerçekliğini ayıran ya-
tadır. Çoğu zaman da metnin/metinlerin kurmaca
pısalcı dilbilimin yaklaşımını postyapısalcılık daha
olduğunu vurgulamak amacıyla kullanılır. Parodi
ileri götürerek yapısalcılığın gösteren-gösterilen
ayrıca, postmodernistlerin geçmişin izlerini yeniden
ilişkisinde varsayılan tam örtüşmenin, dolayısıyla
canlandırma amaçlarına uygun olarak kullandıkları
mutlak anlama ulaşılmasının imkânsızlığını ileri
bir tekniktir (Aron, Saint-Jacques &Viala, 2002, s.
sürer. Üstkurmaca bu kuramsal alt yapı üzerinde
550). Diğer yandan parodinin postmodernizmde
şekillenen ve metinlerde temsil ediliyor görülenin
sıklıkla faydalanılan bir teknik oluşu, postmoder-
ya da ulaşıldığına inanılan anlamın ancak ve sadece
nist romancının kendisinden önceki romancıların
kurmaca olduğunu göstermeye dayalı postmodern
aksine, modern dünyanın olumsuzlukları, kaotik
bir roman tekniğidir. Üstkurmacanın hangi biçim-
görünümü karşısında karamsar olmak yerine bu
lerde kullanıldığına gelince şöyle özetlenebilir:
durumu alaya alarak önemsizleştirmesiyle de ilgili-
dir. Parodide model alınan metnin sayfalarca olması 1. Metnin yazılma süreci aynı zamanda roma-
gerekli değildir. Mahiyeti gereği daha çok kısa alın- nın konusu hâline getirilir.
tıların dönüştürülmesine dayanır. 2. Mimetik geleneği sürdüren gerçekçi ro-
manlarda inandırıcı olma kaygısının yerini

78
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

nesnel gerçeklik ve kurmaca ilişkisi/çelişki- kullanılmadığı anlamına gelmez. Hatta yepye-


sini belirginleştirme çabası alır. ni bir teknik olarak kullanılanların bile geçmişin
3. Modern yansıtmacı ve modernist tarzlarda metinlerinde iddiasız biçimde var olduklarını gör-
kimliği ve işlevi örtükleştirilen anlatıcı et- mek şaşırtıcıdır. Roman, kurallara hapsedilmeyen,
kin figür hâline getirilir (Sazyek, 2013, s. özgür bir tür olmasıyla romancının yaratıcılığına
311-315). sayısız imkânlar sunar. Bakhtin “ebedî bir yeniden
düşünme ve yeniden değerlendirme” olarak gör-
Sonuç olarak roman teknikleriyle ilgili şunu
düğü romanı “gelişmesini tamamlamamış bir tür”
söyleyebiliriz: Roman genellikle kriz anlarında insa-
olarak değerlendirirken onun potansiyel olarak
nı ve evrenini yorumlamada yeni anlatım ve temsil
içinde taşıdığı, her çağdaki, her dönemdeki deği-
biçimleri bulma, teknikler yaratma dinamizmine
şimleri karşılayacak yenilenme imkânlarına işaret
sahip bir türdür. Bu çerçevede Recaizade Mahmut
eder. Zaman zaman dile getirilen “Roman ölüyor
Ekrem’in Araba Sevdası’nda bilinç akışı ve iç ko-
mu?” sorusu, romanın değil ancak belli modelle-
nuşmayı kullanmasını, Ahmet Midhat Efendi’nin
rinin ölümünden duyulan telaşı ifade eder. Jacqu-
Müşahedât’ta natüralist romana öykünürken yo-
es Laurent, sorular cevap bulduğunda ya da sorun
lunun üst kurmacaya çıkmasını, romanın bir tür
çözümlendiğinde birey yeni bir sorunsalla karşı
olarak potansiyelinde taşıdıklarının keşfedilerek
karşıya gelinceye dek romanın kaybolduğuna işaret
dinamik hâle getirilmesi girişimleri olarak değer-
ederek “Romanın doğması ve yeniden doğması için
lendirmeliyiz. Belli bir dönemde belli tekniklerin
bu belirsizlik gerekir.” der (Laurent, 1977, s. 59).
daha görünür olması, bu tekniklerin daha önce

79
Roman Sanatı

1 Batı’da roman türünün tarihsel


kökenini açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Roman türü Avrupa’da, tüm toplumlarda ortaklık gösteren ge-


Batı’da Roman Türünün
Gelişim Evreleri leneksel anlatı köklerinden ayrılarak Rönesans Dönemi’nden
XX. yüzyıla kadar öznel ve bireysel bir anlatı biçimine dönüşme
süreci geçirdi. Antik Yunan ve Latin kaynaklarından başlayarak
Orta Çağ’da şövalye romanlarına kadar geleneksel dünya görü-
şünü yansıtan anlatıların köklü değişime uğraması modernitey-
le ilişkilidir. Burjuva dünya görüşünün bir yansıması olarak di-
ğer dünya kültürlerindeki anlatılardan farklı olan roman, özgün
bir edebî tür oluşunu ve gelişimini Avrupa medeniyetinin özel
koşullarına borçludur. Modern romanın ilk tipik örneği olan
Don Kişot’tan günümüze roman, modernist ve postmodernist
evrelerden geçerek dönüşüme uğramaya devam etmektedir.

2 Roman türünün kurmaca


özelliklerini ifade edebilme

Roman, diğer anlatı türleri gibi beş temel ögeden oluşur. Bunlar;
Kurmaca/Anlatı Olarak Roman
anlatıcı, kişiler, olay örgüsü, zaman ve mekândır. Bir romanın
yapısını kavramak, bu ögelerin kendi aralarındaki bağıntılarını
ve bütün içindeki işlevlerini belirlemekle mümkün olur. Roman
uzun, karmaşık bir örgüye sahip olmasıyla diğer anlatı türlerin-
den ayrılır. Kişi sayısının ve olayların geçtiği mekânların çokluğu,
uzun bir zamana yayılan olaylar dizisi klasik romanın özellikleri-
dir. Modernist roman akımında roman, hacimli yapısını nicelik
yerine niteliğe ağırlık vererek korur. Dar zaman ve mekânlarda
kişilerin iç dünyalarının yansıtılması, ayrıntıların aşırı önem ka-
zanmasıyla bu romanlar katmanlı bir yapı kazanır. Postmoder-
nist romanlarda ise nicelik ve niteliğin sürekli yer değiştirerek
kurmaca metnin bir oyun alanı olarak kullanıldığı görülür.

3 Romanlarda kullanılan başlıca


teknikleri dile getirebilme

Roman teknikleri romanın tarih içindeki dönüşümlerine uyarak


Roman Teknikleri
değişmiş, çeşitlenmiştir. Klasik romanlardaki öyküleme, özetle-
me, sahneleme, betimleme, eksilti gibi temel teknikler modernist
ve postmodernist romanlarda varlığını korumakla birlikte, yeni
içerikleri yansıtabilmek için yeni anlatım teknikleri keşfedilmiş-
tir. Bunlar da iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı, metinler
arasılık, üstkurmaca gibi tekniklerdir.

80
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Aşağıdakilerden hangisinde roman türünün 4 “Luigi Pirandello, Marcel Proust, Virginia


tarihsel dönüşümü sırası ile doğru olarak verilmiştir? Woolf, James Joyce, William Faulkner ve Thomas
A. Destanlar-şövalye romanları-pikaresk roman- Mann”

neler öğrendik?
Don Kişot-realist ve natüralist roman-moder- Yukarıda adları verilen romancılar hangi roman
nist roman-postmodernist roman akımının temsilcileridir?
B. Destanlar-Don Kişot-şövalye romanları-realist
A. Postmodernist roman
ve natüralist roman-modernist roman-postmo-
dernist roman B. Natüralist roman
C. Pikaresk roman-şövalye romanları-Don Kişot- C. Realist roman
realist ve natüralist roman-modernist roman-
postmodernist roman D. Pikaresk roman
D. Destanlar-şövalye romanları-realist ve natüra- E. Modernist roman
list roman-Don Kişot-modernist roman-post-
modernist roman
E. Destanlar-şövalye romanları-Don Kişot-realist 5 “Bu anlatım biçimi anlatıcı yokmuş duygusu
ve natüralist roman-pikaresk roman-postmo- uyandırır. Anlatıcı, olaylara müdahaleden vazgeç-
dernist roman-modernist roman miştir, varlığını okurların hissedemeyeceği bir şe-
kilde karakterlerin arkasına gizlemiştir. Okur, olup
bitenleri, kahramanla birlikte, onun gözünden gör-
2 “Kendi iç dünyasına kapanan birey, gerçekliği düğü duygusuna kapılır.”
bilincinin derinliklerinde arar.”
Yukarıdaki parçada sözü edilen anlatıcı konumu
Yukarıda sözü edilen kahraman tanımı hangi ro- aşağıdakilerden hangisidir?
man akımına aittir?
A. sıfır odaklayım
A. Şövalye romanları
B. yansıtıcı bilinç
B. Natüralist roman
C. dış odaklayım
C. Modernist roman
D. intradiegetik
D. Postmodernist roman
E. iç odaklayım
E. Pikaresk roman
6 Aşağıdakilerden hangisi romanda mekânın
3 Romanın yapısındaki değişmez ögeler aşağı- işlevlerinden biri değildir?
dakilerden hangisinde yer almaktadır?
A. Kişilerin konumlandırılmasını sağlar.
A. Anlatıcı-mekân-zaman-kişiler-betimlemeler B. Kahramanın psikolojisini yansıtır.
B. Anlatıcı-kişiler-olay örgüsü-mekân-zaman C. Sembolik bir değer olarak kullanılır.
C. Kişiler-olay örgüsü-mekân-zaman-epizotlar D. Anlatıcının bakış açısını belirler.
D. Kişiler-olay örgüsü-mekân-zaman-diyaloglar E. Atmosfer yaratılmasını sağlar.
E. Anlatıcı-kişiler-iç çözümlemeler-mekân-zaman

81
Roman Sanatı

7 Bir sanatçının eserini üslup bakımından tak- 9 Postmodernist roman ile ilgili olarak aşağıda-
lit ederek benzerini yazmaya ne ad verilir? kilerden hangisi yanlıştır?
A. Yeniden yazma A. İroni ve parodi kullanma
neler öğrendik?

B. Üstkurmaca B. Kendi yazılış sürecini anlatma


C. Kolaj C. Okura sorular sorma
D. Pastiş D. Seçkinci bir tavır alma
E. Parodi E. Kurguda parçalılık

8 Aşağıda verilen roman girişlerinin hangisinde 10 “........................ insanlık tarihi boyunca farklı
üstkurmaca tekniği kullanılmıştır? din, ideoloji ve felsefi ekollerin önerdiği “gerçek”in
A. Daha genç olduğum ve daha kolay etkilendi- çok ötesine geçerek, gerçek ve gerçekdışının iç içe ol-
ğim yaşlarda, babamın bana verdiği bir öğüt, o duğu bir fantezi ve imajlar dünyası sunar. Mekân ve
gün bugündür hiç aklımdan çıkmaz. zaman arasındaki bütünlüğü yok ederek kronolojik
B. Bilincim yavaş yavaş yerine geliyor olmalıydı. zamanın parçalandığı, olaylar arasında sebep-sonuç
Göğsümde korkunç bir acı ile sırtüstü yatıyor- ilişkisinin ortadan kalktığı bir anlatıya dönüşür.”
dum. Gözlerim açıktı ama hiçbir şey göremi-
yordum. Yukarıdaki parçada boş bırakılan yere aşağıdakiler-
den hangisi getirilmelidir?
C. Roman bir tren istasyonunda başlıyor, bir lo-
komotif solumakta, bir pistondan çıkan buhar A. Modernist roman
kitabın bölüm başını kapatıyor, bir duman bu- B. Natüralist roman
lutu da birinci paragrafı gizlemekte. C. Realist roman
D. Son Granada hükümdarı Abdullah, atalarının D. Postmodernist roman
ülkesinden ayrılırken, Padul dağının tepesinde E. Avangart roman
durdu. Bu yüksek yerden deniz görünüyordu.
E. Hatırlıyor… Bir akşamdı… Oda loş… Kafes
delikleri mavi… Gündüzün son ışıklarıyla be-
raber, sanki, odadan eşya da çekiliyordu.

82
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Yanıtınız yanlış ise “Batı’da Roman Türünün


1. A 6. D Yanıtınız yanlış ise “Mekân” konusunu yeni-
Gelişim Evreleri” konusunu yeniden gözden
den gözden geçiriniz.
geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Batı’da Roman Türünün
2. C 7. D Yanıtınız yanlış ise “Postmodernist Roman”
Gelişim Evreleri” konusunu yeniden gözden
konusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

3. B Yanıtınız yanlış ise “Romanın Yapısı ve Öge- 8. C Yanıtınız yanlış ise “Üstkurmaca” konusunu
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Modernizm ve Moder- Yanıtınız yanlış ise “Postmodernist Ro-
4. E 9. D
nist Roman” konusunu yeniden gözden ge- man” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
çiriniz.

5. B Yanıtınız yanlış ise “Anlatıcı ve Bakış Açısı” 10. D Yanıtınız yanlış ise “Postmodernist Roman”
konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

83
Roman Sanatı

Araştır Yanıt
3 Anahtarı

Roman türünün temelinde epik dönemin anlatıları olan destanlar, fabl ve


masallar bulunur. Orta Çağ’da şövalye romanları feodal toplum düzenini yan-
Araştır 1 sıtan eserlerdir. Feodalitenin oluşum evresinde manzum kahramanlık anlatı-
ları (destanlar) ortaya çıkar. Savaşların azaldığı ikinci evresinde ise kadına ve
aşka yer veren Saray Aşkı (Le Roman Courtois) romanları doğmuştur. Roma-
nın gelişiminde önemli payı olan bu anlatılar, Orta Çağ’ın dinî ve ahlaki de-
ğerlerini olağanüstüyle karışık bir örgü içinde sunar. Rönesans’la Avrupa yeni
bir dünya görüşüne açıldığında yeni bir insan tipi sahneye çıkar. Dış dünyaya
yönelen, daha gerçekçi, daha akılcı bu insan, Orta Çağ’ın olağanüstüyü, pla-
tonik aşkı içeren şövalye romanlarına ilgi göstermez. Bu değişimi en iyi ifade
ederek iki çağ arasındaki dünya görüşü farkını somutlaştıran Cervantes’in
Don Kişot adlı eseri ilk modern roman olarak tarihte yerini alır.
Orta Çağ’ın sonlarından itibaren, ekonomik bağımsızlığa erişme yolunda
ilerleyen burjuva sınıfının genişlemesi, matbaanın bulunuşuyla bilgiye ulaşı-
labilmesi, rasyonalist felsefeyle bireysel aklın devreye girmesi sonucunda bi-
reyleşme gerçekleşir. Modern roman artık bireyin macerasını anlatmaktadır.
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda roman, bilimsel ve toplumsal gelişmeler, sana-
yileşme gibi olgular nedeniyle köklü değişimlere uğramış yeni toplumsal
düzen içinde bireyin kendini var etme savaşını anlatır. XX. yüzyıla gelindi-
ğinde Newton fiziğine dayalı bilimsel paradigma, M. Planck’ın kuantum,
Einstein’ın görelilik ve Heisenberg’in belirsizlik kuramlarının ortaya çıkı-
şıyla değişir. Bu arada ortaya çıkan Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı sar-
sıntılarla dünya görüşlerinde büyük değişiklik olur. Artık bilimin ve ilerle-
menin getirdiklerine kuşkuyla bakılmaktadır. Birey, burjuvazi değerlerinin
ve piyasa kurallarının hâkim olduğu, kendisini ezen, dışlayan bu dünyanın
gerçekliğine sırtını dönerek bakışlarını iç dünyasına çevirir. Gerçek belki
de sadece kendisindedir. Yalnızlaşma ve yabancılaşma böylece modernist
romanın ana temaları olur. Bu noktada, Freud’un bilinç dışını keşfi, mo-
dernist romancıya bireyin iç gerçekliğini göstermede yardımcı olacaktır.
Böylece, modernizme yönelik bir öz eleştiri olan modernist roman elitist
bir anlayışla kendi estetiğini kurar.
XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra, modernizme kökten bir eleştiri getirecek
olan postmodernizmdir. Bilgi ve iletişim teknolojisi ile tüketim ekonomisinin
egemenliğindeki toplumların çıkmazlarını, modernizmin bütün değerlerini
ters yüz ederek göstermek isteyen postmodernist anlayışın yarattığı yeni ro-
man biçimi, roman tarihindeki dönüşümlerin son halkasını oluşturur. Bilgi
biçimlerinden başlayarak modernizmin tüm hiyerarşilerine karşı çıkan bu
anlayış, belirsizliği, parçalılığı, farklılıkları, kültürel ve bilimsel çoğulculuğu
tercih ederek özgürlüklere öncelik verir. Bu bakış açısından doğan postmo-
dernist roman, içerikte olduğu gibi biçimde de hiyerarşileri yıkmış, çoğulcu
dünya görüşünü yansıtacak biçimde yapılanmıştır. Metinler arası ilişkileri
öne çıkararak romanda kurgulanan hayatın kurmaca olduğunu ve tek ger-
çeğin metinsellik olduğunu vurgulayan postmodernist roman günümüzde
etkisini sürdürmektedir.

84
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Araştır Yanıt
3 Anahtarı

Anlatıcı, gerçek hayata ait olan roman yazarının, romanın hikâyesini belli bir
düzen içinde anlatmakla görevlendirdiği soyut, metinsel bir varlıktır. Yalnızca
Araştır 2 romanın kurmaca yapısına ilişkin bir gerçekliği vardır. Hiçbir zaman metne
ait olan anlatıcı ile gerçek bir hayatı olan yazar eş değer varlıklar değildir. Bir
romanda anlatıcı kendisi olarak, yazar kimliğini de taşıyan bir anlatıcı olarak
yer alabilir. Ahmet Midhat Efendi’nin Müşahedat’ında, Proust’un Geçmiş
Zamanın İzinde adlı kitabında olduğu gibi. Adları Ahmet Midhat ve Marcel
(Proust) olan bu anlatıcıların kurmaca dünyadaki varlıkları sadece kurmaca-
dır. Gerçek kimlikleriyle romandaki temsilleri arasında ortak noktalar olması
onları kurmaca olmaktan kurtarmaz.

XX. yüzyıl başındaki bilimsel, toplumsal ve siyasal değişimler karşısında birey,


dünyadaki yerini yeniden sorgulamaya başlar. Toplumsal yapının çok daha
karmaşık hâle geldiği bu dünya eskisinden çok daha kaotik bir hâl almış-
tır. Aydınlanmacı rasyonalizmi ve pozitivist dünya görüşünü sarsan bilimsel
gelişmeler ise bu çağın sanatçısını gerçekliğin bilgisinin güvenilirliğini sor-
gulamaya yöneltmiştir. Bilimsel paradigmanın değişimiyle gerçekliğin bilgisi
konusundaki kuşkulu tavır, piyasa koşullarının bireyi ve sanatçıyı değersizleş-
tirmesi modernist romancının toplumdan uzaklaşmasına, kendine dönmesi-
ne ve sanatı bir direnme aracı olarak yüceltmesine yol açar. Özgün bir sanat
yaratma amacında olan modernist romancı yeni teknikler arayarak romanı
Araştır 3 deneyselleştirir. Bu tekniklerden en önemlisi bilinç akışıdır. Kendi iç dünyası-
na yönelen ve Freud’un bilinçdışıyla ilgili buluşlarından yararlanan modernist
romancı bilinç akışı tekniğini keşfetmiştir.
Modernist romanda birey, kendi iç dünyasına sığınıp kendi iç gerçekliğini
kavramaya çalışırken dış zamanın baskısından kurtularak iç zamanının buyru-
ğu altına girer. Kendisini serbestçe düşünce ve duygularının akışına bırakarak
mantıksal düşünce zincirinden kurtulur. Bu da serbest çağrışımların devreye
girmesine yol açar. Kişinin geçmişten geleceğe sıçramalarla düzensizlik içeren
fakat kesintisiz bir düşünme eylemi gerçekleştirmesinin dolaysız bir biçimde
yansıtılması olan bilinç akışı tekniği bireyin topluma ve anlamını çözemediği
dünyaya yabancılaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

85
Roman Sanatı

Kaynakça
Ağaoğlu, A. (2005). Bir Düğün Gecesi. (10. Baskı). Güntekin, R. N. (2016) Çalıkuşu. İstanbul: İnkılap.
İstanbul: YKY.
Girard, R. (2001). Romantik Yalan ve Romanesk
Aktaş, Ş, (1991). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Hakikat. Arzu Etensel İldem (Çev.). İstanbul:
Giriş. Ankara: Akçağ. Metis.
Aktay, Y. (2008). Kavramsal Açıdan Modernizm ve Hassan, İ. (2008). Bir Postmodernizm Kavramına
Postmodernizme Bakmak. Hece Dergisi Özel Sayısı, Doğru. İshak Yetiş (Çev.). Hece Dergisi Özel Sayısı,
138/139/140, 8-16. 138/139/140, 267-277.
Aktulum, K. (2000). Metinlerarası İlişkiler. Ankara: Kant, I. (1983). Aydınlanma Nedir? Nejat Bozkurt
Öteki. (Çev.), Yazko Felsefe Yazıları, 6, 139-148. (Özgün
eser 1784 tarihlidir).
Aron, P., Saint-Jacques, D.,Viala, A. (2002). Le
Dictionnaire du littéraire. Paris: PUF. Kıran, Z., Kıran, A. E. (2000). Yazınsal Okuma
Süreçleri. Ankara: Seçkin.
Antakyalıoğlu, Z. (2013). Roman Kuramına Giriş.
İstanbul: Ayrıntı. Kızılçelik, S. (1996). Postmodernizm Dedikleri. İzmir:
Saray.
Bachelard, G. (1996). Mekânın Poetikası. Aykut
Derman (Çev.). İstanbul: Kesit. Kundera, M. (1989). Roman Sanatı. İsmail Yerguz
(Çev.). İstanbul: Afa.
Bakhtin, M. (2001). Karnavaldan Romana. Sibel Irzık
(Der.) Cem Soydemir (Çev.), İstanbul: Ayrıntı. Lafitte-Houssat, J. (1966). Troubadours et Cours
d’Amours, (3. é.), Paris: Üversitaires de France.
Balzac, H. de. (2014). Goriot Baba, Şerif Hulusi
(Çev.), İstanbul: İletişim. Laurent J. (1977). Roman du Roman. Paris: Gallimard.
Baudelaire, C. (2007). Modern Hayatın Ressamı. Ali Lucy, N. (2003). Postmodern Edebiyat Kuramı, Aslıhan
Berktay (Çev.). İstanbul: İletişim. Aksoy (Çev.). İstanbul: Ayrıntı.
Bourneuf, R. (1970). L’Organisation de l’espace dans Lukács, G. (1975). La Théorie du Roman. Jean
le roman. Études littéraires, 3/1, 77-94. DOI: Clairevoye (trad. par.). Paris: Gonthier.
10.7202/500113a.
Meyer, M. (1992). Langage et Littérature. Paris: Univ.
Chatman, S. (2009). Öykü ve Söylem, Filmde ve de France.
Kurmacada Anlatı Yapısı. Özgür Yaren (Çev.).
Moran, B. (1983). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış.
Ankara: De Ki.
İstanbul: İletişim.
Çetin, N. (2003). Roman Çözümleme Yöntemi.
Moran, B. (1994). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri.
Ankara: Öncü.
İstanbul: Cem.
Demir, Y. (2002). Zaman Zaman İçinde, Roman
Parla, J. (2000). Don Kişot’tan Bugüne Roman.
Roman İçinde. İstanbul: Dergâh.
İstanbul: İletişim.
Ecevit, Y. (2006). Türk Romanında Postmodernist
Parla, J. (2005). Edebiyatta Karakter ve Tip. Kitap-lık,
Açılımlar. İstanbul: İletişim.
83, 77-80.
Flaubert, G. (1982). Madame Bovary. N. Ataç, S.E.
Pernoud, R. (1992). Les Origines de la Bourgeoisie.
Siyavuşgil (Çev.). İstanbul: Morpa.
Paris: PUF.
Forster, E. M. (1985). Roman Sanatı. (2. baskı). Ünal
Rey, P.L., (1997). Le Roman. Paris: Hachette.
Aytür (Çev.). İstanbul: Adam.

86
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Stendhal. (1968). Kırmızı ve Siyah. Cevdet Perin Tek, A. (2013) “Çarşıya İnemem” O Kadar. Sait Faik
(Çev.). İstanbul: Remzi. Abasıyanık. Yalçın Armağan (Ed.). Ankara: Kültür
ve Turizm Bakanlığı.
Sarup, M. (2010) Post-Yapısalcılık ve
Postmodernizm:Eleştirel Bir Giriş. Abdülbaki Tepebaşılı, F. (2008). Stanzel ve Romanda Anlatım
Güçlü (Çev.). İstanbul: Kırk Gece. Konumu. Selçuk Üniversitesi SBE Dergisi, 20,
381-396.
Stalloni, Y. (2006). Dictionnaire du Roman. Paris:
Armand Colin. Uçan, H. (2008). Derrida ve Dil Bağlamında
Postmodernizm. Hece Dergisi Özel Sayısı,
Sazyek, H. (2002). Türk Romanında Postmodernist
138/139/140, 467-488.
Yöntemler ve Yönelimler. Hece Türk Romanı Özel
Sayısı, 65/66/67, 493-508. Vardar, B. (1998). Fransız Edebiyatı Tarihi. İstanbul:
Multilingual.
Sazyek, H. (2013). Roman Terimleri Sözlüğü. Ankara:
Hece. Watt, I. (2006). Roman’ın Yükselişi. Ferit Burak Aydar
(Çev.). İstanbul: Metis.
Şaylan, G. (2009) Postmodernizm. İstanbul: İmge.

87
Bölüm 4
Kısa Öykü Sanatı
Kısa Öykünün Tanımı ve Türün Sınırları
Meselesi Kısa Öykü ve Gelenek İlişkisi

1
öğrenme çıktıları

2
1 Kısa öykü türünün tanımlanmasında 2 Kısa öykü türünün geleneksel temeli
karşılaşılan sorunlar ve türe ait tanım olarak görülen hikâyeyle arasındaki ilişkiyi
önerilerini dile getirebilme değerlendirebilme

Olay Öyküsü-Durum Öyküsü ve Öyküde


Öykünün Ögeleri Yeni Yönelimler
3 Öykünün ögeleri olan; olay örgüsü, kişiler,

4
4 Öykünün gelişim çizgisi içerisinde yer

3
mekân ve zamanın tür içerisinde nasıl alan olay, durum öyküsü ve küçürek
kullanıldığını ve bunların arasındaki ilişkiler öykünün yapısını ana çizgileriyle ifade
bütününü yorumlayabilme edebilme

Öykü ve Diğer Türler

5
5 Öykü ve öyküye yakın türler olarak kabul
edilen roman ve şiir arasındaki benzerlik
ve farklılıkları tartışabilme

Anahtar Sözcükler: • Öykü • Geleneksel Hikaye • Şiir • Roman • Olay Örgüsü • Mekân • Zaman • Tür
• Olay Öyküsü • Durum Öyküsü • Küçürek Öykü

88
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ başlarından itibaren Amerikan eleştirisinde öykü-


Bu ünitede kavram olarak kısa öykü üzerinde nün, romanla kıyaslandığında “olay örgüsünün,
durulmaktadır. Türün pek çok yazar ve edebiyat toplumsal kaygının ve ideolojinin yokluğu” gibi
eleştirmeni tarafından tanımlanmaya çalışılmasına nedenlerle (May, 1987, s. 6) üç açıdan zayıflık
rağmen bu konudaki belirsizlikler ele alınan temel gösterdiği vurgulanır.
mesele olacaktır. Adlandırma ve tanım sorunlarıyla Kısa öykü tanımlamalarında karşımıza çıkan yö-
birlikte gündeme getirilen bir diğer konu ise öykü- nelimlerden biri türü ifade etmeye çalışırken onun
nün geleneksel türlerle arasındaki bağlantıdır. Bu ne olduğundan çok ne olmadığının tartışılmasıdır.
bakımdan öyküyle geleneksel hikâye arasında var Söz konusu eğilim zorunlu olarak ortaya çıkıyor
olduğu öne sürülen bağ da çeşitli görüşlerden ha- görünmektedir. Türün ilk tanımlayıcılarından Ed-
reketle tartışmaya açılacaktır. Türün yapısını oluş- gar Allan Poe’dan itibaren görülen bu tanım sorunu
turan ana ögeler olarak kabul edebileceğimiz olay yine en genel-geçer ifadesini bu yazarın satırlarında
örgüsü, kişiler, mekân ve zaman da yeri ve işlevleri bulur. Poe bu tanımda kısa öykünün bir oturuş-
bakımından konu edilmektedir. Kısa öykünün bir ta okunabilecek uzunlukta olduğunu ifade eder.
tür olarak edebiyat sahasında ortaya çıkışı ve diğer Kısa öyküdeki bu “kısalık” vurgusunun anlatılanlar
türlerle arasındaki ilişkiler bütünü ana çizgileriyle kadar, hatta belki daha da çok anlatılamayanların
değerlendirilecektir. Bu bağlamda özellikle öykü- etkisiyle oluştuğu tür eleştirmenlerinin birleştikleri
roman ve öykü-şiir arasındaki benzerlik ve farklılık- konulardandır. Öykü yazarı çeşitli seçim ve eleme-
lar da temas edilen bir diğer tamamlayıcı husustur. lerle öyküde anlatılanları kurgusallaştırır.

KISA ÖYKÜNÜN TANIMI VE


TÜRÜN SINIRLARI MESELESİ
Kısa öykü iki yüzyıldan biraz daha uzun geçmi-
şiyle edebiyat tarihinde kısmen genç bir tür olarak
görülmektedir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren tü-
rün gelenekten uzak, modern ve müstakil bir alan
olduğu sıklıkla vurgulanmıştır. Türün yaygınlaş-
masıyla birlikte hem yazarlar hem de edebiyat bi-
limciler tarafından öykünün tanımı ve sınırlarının
belirlenmesiyle ilgili çeşitli çabalar ortaya konmuş- Resim 4.1 Edgar Allan Poe (1809-1849)
tur. Ancak bu çabaların ne yazık ki bir uzlaşmayla Kaynak: http://historythings.com/edgar-allan-poe-a-
sonuçlandığı söylenemez. Edebî türlerin ana so- man-of-mystery/
runlarından biri olan ortak tanımların yokluğu ya
da edebî eserin tabiatından kaynaklanan temel me-
seleler kısa öykünün kuramsal kaderini de etkiler.
Kısa öyküyü tanımlama çabalarının en başında Edgar Allan Poe:
türün sınırlarının belirlenmesi ve diğer yakın ve 19. yüzyıl Amerikan roman-öykü yazarı
benzer türlerle aralarındaki ayrım noktalarının tes- ve edebiyat eleştirmeni. Kısa öyküye getir-
piti gelir. Burada boyut yani “kısa”lık türün belir- diği tanımlama yaklaşımları günümüzde
leyici niteliğidir. Öykü kısa olması bakımından ro- de geçerliğini korumaktadır.
mandan ayrılırken yine kısa olması yönüyle başka
anlatılara yaklaşır. Öykü kuramcılarının bu açıdan
ilk vurguladıkları noktalardan biri kısa öykünün, “Ancak kısa öyküde anlatılamayanlar içsel olay-
kısa olan diğer türlerden ayrılmasının gereklili- lardır. Anlatıcı her zaman her şeyi bilmez; görüş
ğidir. Bu da türün en belirgin niteliği olmasına alanı genellikle ancak kişilerin dış görünüşlerine
rağmen boyutun, onu ayırıcı kılmaya yetmediğini ulaşabilir; gözlemleri nesneldir; görülebilir ve duyu-
gösterir. Kısa öykünün tanımı etrafında tartışılan labilir olana yöneliktir; sonuç çıkarmaktan kaçınır.
konuların başında türün roman karşısındaki yeter- Belirtileri saptar ama tanı koymaktan kaçınır (…)
sizlikleri gelmektedir. Özellikle yirminci yüzyılın kısa öykü anlatıcısı, dünyasının tüm yapı taşlarını

89
Kısa Öykü Sanatı

taşıyıp binayı okurun önünde kurarak (…) dünya- ve tercihleriyle ilişkilendirmektedir. Dolayısıyla
yı dolaysız değil dolaylı olarak yorumlar.” (Neuse, bazen konunun bazen de yazarın etkisiyle öykünün
1990, s. 45). Öykü okuru kendisine sunulanlardan boyutları belirlenir. Kısa bir olayın veya kesitin de
bir sonuç ya da insan hayatına dair bir yargı çıkar- sunumu kısa olabilmektedir. Yazarın tercihlerini
ma görevini yerine getirir. Öykünün, geleneksel ise sezgi, alışkanlık, bilinçli tercih ya da bunların
olandan küçürek öyküye doğru ilerleyişinde oku- birleşiminin yönlendirdiği düşünülmektedir. Yazar,
run konumunun da değiştiği ortadadır. Gelenek- olayların ve kahramanının gelişiminin tamamlan-
sel hikâye, eserden çıkarılabilecek anlamı, daha dığını düşündüğü noktada öyküyü sonlandırır. Fri-
doğrusu hayat dersini okurun sorumluluğu olarak edman, başka araştırmacıların da işaret ettiği gibi
görmez. Bu dönem yazarı, mesajını, okurun yan- olaya dayanan öykülerin durum öykülerinden daha
lış anlamasına ihtimal bırakmayacak bir açıklıkla uzun olabileceğini ifade eder. Durum öykülerinin
ortaya koyar. Modern öykü, realizmin de etkisiyle görece daha kısa olması ise öykü malzemesinin sı-
hem mesajı hem de doğrudan yazarın varlığını gi- nırlılığına bağlanabilir. Durum veya kesit öyküleri-
derek geri plana çeker. Sözlü edebiyatın hem üreten nin daha kısa oluşu kısa öyküden küçürek öyküye
hem sunan sanatçısı yazılı edebiyatta yazara, yazar doğru gidişi ve türün daha da kısalmasını da bir
da yerini anlatıcıya bırakır. Kısa öyküde bu anlatıcı bakıma açıklamaktadır.
ana noktaları, temeli kurduktan sonra işin önem-
li kısmını okura devreder. Bu nedenle kısa öyküye
dair araştırmalarda okurun yerinden ve öneminden
sıklıkla söz edilir. Kısa öykü tanımlarındaki temel
kavramlar da örneğin tek etki, öykü-okur ilişkisinin
önemini gözler önüne serer.
Türü tanımlayan başlıca nitelik olan “kısalık”
öncelikle öykünün, örneğin romandan ayrışması-
nı sağlayan en belirgin nitelik olarak görülmüştür.
Belirgin olmasına rağmen bu niteliğin etrafında da
bazı tartışmaların hâlâ sürdüğünü söylemek müm-
kündür. Çünkü hemen ardından bir öykünün ne
uzunlukta olması, yaklaşık olarak kaç kelimeden
oluşması gerektiği gibi tartışmalar ve araştırmalar
da yürütülmüştür. Bir öyküyü kısa bir romandan Öykü tanımlamalarında sıklıkla karşımıza
ayırma meselesinde kısalık kavramının bir ölçüt çıkan kavramlardan bir diğeri “ekonomi” ya da
olarak yetmediği açıktır. Bu bakımdan “kısalık” öy- “tasarruf ”tur. Farklı bir disipline ait bir terimin
küyü tanımlarken kullanılan ama tek başına yeterli bir edebî tür için kullanılıyor oluşu öncelikle öykü
olmayan bir tasnif ölçütüdür. kuramlarına uzak okur için ilginç gelebilmektedir.
Öykünün kısa oluşunun onun ayırıcı niteliği Burada kastedilen öykü türünün kısalığına sebep
olarak algılanmayışının yanında bir zorunluluk, olarak gösterilen, yazarın anlatmak istediklerini,
hatta bir yetersizlik olarak görüldüğü de vakidir. anlatmayı tercih ettiklerini metne yansıtma
Bu durum türün, roman karşısındaki konumuyla sürecindeki tutumudur. Öykünün özellikle de 19.
ilişkilendirilmiş; öykünün romanın büyüklüğüne yüzyıl sonrası modern öykünün hayatın tamamını
ve tamamlanmışlığına karşın eksik sayılmasına ele almak, metne yansıtmak kaygısından uzak
yol açmıştır. Oysa bunun bir eksiklikten ziyade durduğu vurgulanmaktadır. Romanın konusu
öykünün yapısal bir unsuru olarak kabul edilmesi olarak değerlendirilen bu geniş çerçeve yerine
gerekir. Nitekim öykünün kısa olmasına iki insanın gündelik hayatının herhangi bir anından
temel sebep bulunmaktadır. İlki malzemenin doğan kesitlere yer vermek tercih edilmiştir.
kendisinin dar bir kapsama sahip oluşu, diğeri ise Tasarruf ilkesi bu bakımdan ilk adımda öykü
malzemenin genişleme imkânına rağmen estetik yazarının, konu ve sahne seçimlerinden başlamak
etkiyi çoğaltmak adına kısaltılmasıdır (Friedman üzere, “gereksiz ayrıntılardan uzak durmak”,
1958, s. 106). Friedman bunlardan ilkini “ihtiyaca karşılık gelecek şekilde hareket etmek”
sunulan unsurlarla ikincisini ise anlatım tutum eylemlerinde kendisini göstermektedir. Bununla

90
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ifade edilmeye çalışılan ilk şey yazarın zihninde bir sahneyi ya da insani durumu konu edinen kısa
tasarladığı, okura ulaştırmak istediği duygu veya paragraflar şeklinde kurgulanmaktadır. İçerik ola-
düşünceye uygun düşecek bir konuyu, öyküye rak da bir kısa öykünün ana fikrini çağrıştırmak-
taşıma eylemidir. Bu da ilginç ancak konuyla ilgisiz tadır. Bu açıdan yaklaşıldığında kısa öykünün yo-
ve öykünün yoğun etkisini azaltacak sahnelerin ğunluğunun daha da arttığını ifade etmek gerekir.
kurguya dâhil edilmemesi gerekliliğidir. Öykü yazarları ve eleştirmenleri, öykünün
Tanım meselesi, türün kökeninin ne olduğu so- hep bir meselesi olduğu konusunda ısrarcıdırlar.
rusuyla da çok yakından ilgilidir. Hem Doğu hem Yazarların anlatmaya, okurların ve eleştirmenlerin
de Batı edebiyatlarında geleneksel hikâyenin kısa çözümlemeye çalıştığı meselelerin merkezinde
öykünün ana kökeni olup olmadığına dair sorular toplumsal ve bireysel bütünlüğüyle insan vardır.
sıklıkla gündeme gelmiştir. Bu bakımdan “Kısa Öykü, insanı insana anlatmaya çalışan, onun
öykü ile geleneksel hikâye ne ölçüde birbirine ben- kendisini tanıma ve tanımlama sürecine farklı
zemekte ve ne ölçüde birbirlerinden ayrışmakta- bakış açılarıyla yardımcı olan bir edebî türdür.
dır?”, “Bu biçimler iki ayrı edebî tür sayılabilecek Tanımların yetersizliği düşüncesi geçerliliğini
derecede farklılık göstermekte midir?” gibi pek çok korumakla birlikte James Cooper Lawrence’a ait
soru türle ilgilenen araştırmacıların gündeminin bir öykü tasnifinden de söz etmek gerekir. Buna
odak noktalarıdır. Geleneksel hikâyeyle öykü ara- göre öyküler içerik ve tür olarak iki ayrı tasnif
sındaki farkları birkaç noktada toplamak müm- başlığı altında düşünülmektedir:
kündür. Bu farkların kaynağında da insanın deği- Öncelikle içerik olarak:
şimi yatar. Toplumlar sosyal ve ekonomik anlamda
A. Gerçek öyküler
değiştikçe, geleneksel toplum işleyişi yerini modern
olana bıraktıkça insanı ve toplumu anlatan edebi- B. Hayalî öyküler
yatın da biçim ve içerik olarak dönüşümü kaçınıl- İkincisi tür olarak:
mazdır. Bu dönüşüm neticesinde insanların oku- A. Tarihî olarak anlatılanlar
ma alışkanlıklarına bağlı olarak türlerin boyutları, B. Duygulara bağlı olarak (dramatically) anla-
toplumsal kaygılara göre eserlerin içerikleri, estetik tılanlar
beğenilere göre de anlatım üslupları değişmektedir.
C. Ahlaki yönden eğitici olarak anlatılanlar
Geleneksel hikâyeyle öykü arasında da bu türden
(Lawrence, 1917, s. 276).
bir ayrışma söz konusudur. Yıllar içerisinde gele-
neksel anlatıcı yazara, toplumsal varlık olarak insan İkinci sınıflamanın içerisinde yer alan
bireye, olay örgüsünün aktarımı durum öykülerine “duygulara bağlı olarak (dramatically) anlatılanlar”
yerlerini bırakır. bizim kısa öykü olarak nitelediğimiz edebî türe,
anlatım biçimine denk gelmektedir. Öykünün
Gelenekten kopan öykünün yaşadığı bir diğer
içeriğinin gerçeğe dayanıp dayanmadığı günümüz
ayrışma daha yakın zaman diliminde gerçekleş-
okuru için bir merak unsuru olmakla birlikte
miştir. Öykünün çağın okurunun eğilimlerinden
bir beklenti değildir. Ancak geleneksel okurun
doğan ya da onun ihtiyaçlarına cevap olmak adına
dinlediği, muhatap olduğu hikâyenin gerçek olması
ortaya çıkan farklı biçimlerinden de söz etmek ge-
gerektiğine dair bir beklentisi mevcuttur.
rekir. “(…) kısa öykü, devrimsel bir eğilimle kısa
öyküyü daha basit, daha ekonomik ve daha ger- Sonuç olarak ifade etmek gerekirse öykünün en
çekçi yazmaya yönelen yazar nesillerinin bir ürünü temel sorunlarının başında türe özgü kapsamlı ku-
olmakla birlikte aynı zamanda okurlar, toplumsal ramsal yaklaşımların yokluğu gelmektedir. Türün
genişleme (…) gibi şeylerle de şekillenir.” (May, şiir ve roman kadar ilgi görmemesi, sınırlarının be-
1987, s. 79). Okurun daha kısa metinlere yönel- lirsiz olarak nitelendirilmesi kuramsal yaklaşımlara
mesi, çarpıcılığından ve yoğunluğundan dolayı girişilmemesinin ana sebepleridir. Kuramın yok-
aforizmatik ifadeleri tercih edişi kısa öyküyü daha luğu, öykülerin çözümleme yöntemlerinin ortaya
da kısalmaya yöneltmiştir. Bu da Batılı literatürde konmasının da önünü keser. Öyküler türe özgü
“short-short story” olarak yerleşen, bizde ise “kü- metotlarla değil; romana öykünerek uyarlanan şah-
çürek öykü” terimiyle karşılanan yeni bir anlatıya si yaklaşımlarla çözümlenmektedir. Kuramsal yak-
kapı aralamıştır. Bu öyküler, öykünün günlük ha- laşımlar ne yazık ki öykünün türler arasındaki yeri,
yatın kesitlerden yola çıkmasına karşılık olarak tek ilişkileri ve dönemleriyle sınırlı kalmıştır.

91
Kısa Öykü Sanatı

Öğrenme Çıktısı

1 Kısa öykü türünün tanımlanmasında karşılaşılan sorunlar ve türe ait


tanım önerilerini dile getirebilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Kısa öykünün uzunluğu-


Kısa öykü türünün tanım-
Kısa öykü ile roman arasın- nun ne olması gerektiği ko-
lanmasında karşılaşılan zor-
daki ilişkileri değerlendirin. nusundaki düşüncelerinizi
lukları araştırın.
anlatın.

kurma sorumluluğudur (bk. Özgül, 2000). Ge-


KISA ÖYKÜ VE GELENEK İLİŞKİSİ leneksel hikâyeden modern öyküye geçiş ise Türk
edebiyatının romantizmden realizme yönelmesiyle
Geleneksel hikâyenin dünya edebiyatlarında
birlikte gözlemlenir. Türk romanının da kurucu
gelişiminin birbirine benzer bir seyir izlediğini söy-
ismi olarak kabul edilen Halid Ziya, Batı edebiyat-
lemek mümkündür. Doğu ve Batı hikâye geleneği
larında önemli mesafeler katetmiş öyküyü kısmen
temelini sözlü edebiyatlardan alır. Sözlü ürünlerin
Samipaşazade Sezai’den gelen eklerle temellendir-
belirli dönemlerde yazıya geçirilmesiyle hikâye me-
me işini üstlenir. Türk öyküsü Halid Ziya’yı takip
tinleri bu geleneği somutlaştırmıştır. Türk edebiya-
eden yıllarda geleneksel unsurlarla bağını zamanla
tında 19. yüzyıla gelene kadar hikâyenin benzer bir
koparacaktır (bk. Hançerlioğlu, 1957).
şekilde geliştiği görülür. Uzun bir sözlü geleneğin
ardından 15. yüzyıldan itibaren yazılı edebiyatta Geleneksel hikâyede “anlatıcı”, “dinleyici” kav-
da hikâyelere rastlamak mümkündür. Halk ede- ramlarının ve ilişkisinin yerini öyküde “yazar” ve
biyatında sözlü gelenek devam ederken divan ede- “okur” ilişkisi alır. Bu değişim sözlü ve yazılı kültür
biyatında bu edebiyatın niteliklerine uygun olarak arasındaki farkları ortaya koyar. Geleneğin sözlü
mensur ve manzum hikâyeler kaleme alınmıştır. olarak temsil edilmesi, yani hikâyelerin yazılmaktan
Modern Türk edebiyatının ilk adımları varsaydı- çok anlatılması bu “anlatma, dile getirme” isteğini
ğımız çevirilerle birlikte Batı roman ve hikâyesi farklılaştırmaz. Geleneksel hikâyelerin de temelinde
Türk edebiyatında daha kapsayıcı tesirini gösterir. öyküye benzer biçimde “anlatma” isteği yatar. Yalnız
İlk adımlar geleneksel hikâye anlayışıyla Batılı ör- anlatma biçimleri örneğin meddahlık geleneğinde,
neklerin harmanlanmasıyla atılır. Temel tür roman her bir icracının bakış açısına ve dikkatine bağlı ola-
olmakla birlikte hikâye de türe özgü niteliklerini rak değişmektedir. Geleneğin temsilcileri dinleyiciy-
bulmaya başlar. Özellikle Tanzimat Dönemi me- le etkileşim hâlindedirler. Dinleyici kitlesinin yaş,
tinlerinde yazarların merkezî kaygısı yeni ve müm- kültür ve yaşadıkları coğrafya gibi değişken nitelik-
kün olduğunca özgün bir insan tipi ve Batı-Doğu leri meddahın hikâyesini de her bir topluluğa uygun
sentezinden oluşan bir toplum vücuda getirmektir. olarak dönüştürmektedir. Hikâye aynı topluluğa bir
Bu temel amaçlar neredeyse tüm edebî metinlerin ikinci kez anlatıldığında bile her iki icra arasında
kurgulanışını ve içeriğini etkiler. Dönem içerisinde farklılıklar görülmektedir. Bu durum sadece gelenek-
gerek romanın gerekse hikâyenin yapısını belirle- sel hikâyelerle sınırlı tutulabilecek bir nitelik değildir
yen, bu türlere öncelikle “kıssadan hisse” görünü- ve sözlü kültürün kendine özgü yapısıyla doğrudan
münü veren de yazarların estetik gayenin öncesin- bağlantılıdır. Gelenekte dinleyici kitlesinin hikâye
de hissettikleri, toplumu değiştirme ve yeniden icra edilirken yani oluşturulurken görülen belirle-
yici etkisi öykü ve okur ilişkisinde daha geç ortaya

92
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

çıkar. Okur öyküyle öykü kurgulandıktan, yani ka- rında yer bulan, “günlük hayattan parçalar” içerdiğine
lıplaştıktan sonra karşılaşır. Modern yazılı metinler- dair yorumlar da öykünün bu evresi esas alınarak dile
de anlatma zamanı ve okuma zamanı gibi ayrımlar getirilmektedir. Geleneksel hikâye anlatıcılığının ve
bu duruma bağlı olarak belirlenmektedir. Okurun romanın toparlayıcı işlevine, olay örgüsüne yer ver-
geleneksel dinleyiciye görece geç başlayan etkileşimi mesine ve bir sona ulaştırmasına alışkın okur için
onun öyküye yaklaşımını da belirleyecektir. Katılım- hayattan “kesitler veya durumlar” aktarmayı kendine
cı dinleyicinin yerini alan okur, öykü metnini oku- hedef belirlemesi şaşırtıcı gelebilmektedir. Öykünün
manın dışında ondan sonuçlar ve dersler çıkararak ya da genel anlamıyla kurmacanın “olay anlatma”yı
yorumlama düzeyinde benzer bir etkileşim kurma- vadettiği okurun kısa öykü hakkında olumsuz yargı-
ya çalışır. Öykü, yazarının elinden çıktıktan sonra lara kapılmasına da neden olur. Oysa olay örgüsünü
okurların elinde tekrar tekrar yorumlanacaktır. artık “gerçekdışı ve yapay” (Bader, 1945, s. 110) bulan
yazar okurun modern öyküden, geleneksel olandan
farklı şeyler beklemesini istemektedir. Öykü anlatım
tutumunu değiştiren yazar, bu yeni türün hitap ettiği
Meddahlık Geleneği:
okurun esere katılımını ve rolünü yeniden ele alma-
Meddah adı verilen hikâye anlatıcısı tara-
sını bekler. Kısa öykü okuru tıpkı roman okuru gibi
fından seyircilere sunulan kısmen gerçekçi
değişmeli, yazarın öyküde ona sunduğu “mozaiğin
anlatılarla oluşan seyirlik gelenek.
anahtar parçası”ndan hareketle bütünü kendi yorum
ve hayal gücüyle tamamlamalıdır. Bu bakımdan mo-
dern kısa öykünün okuru daha katılımcı olmalı, ta-
Geleneksel hikâye anlatımından moderne geçişte
mamlanmadığını düşündüğü öyküyü kendi zihninde
okurun açıkça görebildiği bazı değişimler gerçekleş-
sona erdirmelidir (Bader, 1945, s. 90).
mektedir. Bu değişimlerden biri de öykü yazarının
geleneksel yazarlardan farklı olarak giderek bir “olay” Geleneksel hikâyeyle modern olanı birbirinden
anlatmaktan kaçınmasıdır. Olay öyküsünden durum ayırmak nispeten kolaydır. Ancak modern dönemde
öyküsüne geçiş olarak nitelendirdiğimiz süreç bu yö- geçişler bulanıklaşır. Öyküye yaklaşımlar ve özellikle
nelimin en açık ifadesidir. Olay hikâyesinde yazar bir de yazarların anlatım tutumları farklılaşır. Anlatım
ya da birkaç çatışmadan meydana gelen ve öykü iler- tutumundan kastımız hem yazarın hikâyesini nasıl
ledikçe çözüme ulaşan bir olay örgüsüne yoğunlaşır. anlattığı hem de hikâyesinin içeriğini nasıl belirledi-
Öykünün geleneksel anlatıya, anlatım biçimlerine ğidir. Bu bakımdan geleneksel anlatıcı dış dünyayı
yakın durduğu bu türde kurgu başlangıç, gelişme ve ve başka insanların hikâyelerini, modern yazar dış
bitiş bölümlerinden oluşur. Öykü sonunda olay ör- dünyanın insan ruhunda bıraktığı etkileri modern
güsü, okurun merakını giderecek cevaplar sunularak sonrası yazar ise iç dünyasının parçalı ve ayrıksı ya-
bitirilir. Durum öyküsü ise olaydan çok kesit ve du- pısını anlatmalarıyla ayrışırlar. Gelenekten çağımıza
rumların anlatılmasını hedefler. Öykü tanımlamala- doğru yazarın ilgisi dış dünyadan zamanla kopar.
Öğrenme Çıktısı
2 Kısa öykü türünün geleneksel temeli olarak görülen hikâyeyle arasındaki ilişkiyi
değerlendirebilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Kısa öykü ile geleneksel Kısa öyküde anlatıcının ko-


hikâye arasında aktarım dü- Meddahlık geleneğinin ni- numunun nasıl olması ge-
zeyindeki en önemli farkı teliklerini değerlendirin. rektiğine dair görüşlerinizi
tartışınız. paylaşın.

93
Kısa Öykü Sanatı

ÖYKÜNÜN ÖGELERİ ket, giyim ve arka fonu, adım adım ortaya çıkarta-
Kısa öykü türü, bir kurmaca metin olarak ger- bilir ya da bunları özetleyerek öne çıkan noktalara
çek dünyayla benzeşen ya da bazı durumlarda ona işaret edebilir” (Friedman, 1958, s. 115). Burada
alternatif sunan bir içeriğe sahiptir. Bireyin gün- yapılanların amacı okurun dikkatini odaklayabil-
lük hayatıyla benzeşen bu dünyada gerçeklik algısı mektedir. Yazarın asıl göstermek istediği sahne ya
oluşturmak için gerçek yaşamın yapısını meydana da kişinin üzerinde yoğunlaşması gereken dikkati
getiren ana ögeler yer alır. Olaylar, kişi, mekân ve dağıtabilecek her unsurun bu amaç doğrultusun-
zaman kavramları kurmacada kendilerine ait bir da ayıklanması, eğer gerekiyorsa daha kuvvetli bir
bütünlük içerisinde yeniden yorumlanır. Kurgu izlenim bırakanlarla yer değiştirmesi peşi sıra gelen
olarak da tanımlayabileceğimiz bu bütünlük, öy- adımlardır. Ayıklama ve yerine bir başkasını dâhil
küde anlatılanların hayata benzer yönlerini olduğu etme işlemleri yine sözünü ettiğimiz tasarruf kav-
kadar hayattan ayrılan taraflarını da ifade etmek ramına karşılık gelir. Bu da ister istemez öykünün
için kullanılan bir terimdir. Çünkü edebî bir eser- kısalma eğilimi göstermesine yol açar. Günümüz
de ögelerin düzenlenişi, olayların ve zamanın akışı öyküsünde özellikle küçürek öyküde bu ilkenin yo-
gibi unsurlar yaşamdaki biçimlerinden farklıdır. ğun olarak kullanıldığına tanıklık ederiz. Küçürek
öykü yazarı etkiye hizmeti dokunacak malzemeden,
Kısa öyküde olay örgüsü, tüm yönleriyle de-
en kullanışlıları kalma kaydıyla feragat etmektedir.
ğil ancak yazarın öyküdeki amacına hizmet ettiği
kadarıyla yer almaktadır. Öykünün türe özgü bu Öykünün kişiler dünyası birçok karmaşık
tasarrufu bir zorunluluk hatta daha ötesinde bir ek- ilişkiyi de beraberinde getirir. Kurmaca kişileri,
siklik olarak nitelendirilmemelidir. Kısa öyküde yer öykünün temelinde yer alır. Hem anlatıcı hem
alan her vaka halkası tasvirî ve teknik gereklilikler de öykü kişisi eserdeki insani tarafı oluşturur.
sonucunda esere dâhil olur. Seçme olarak da ad- Gelenekte ve modern öyküde hayvanlara ilişkin
landırılabilecek bu süreç metinlerin yoğunluğunu anlatılar bulunsa da türün şahıs kadrosunu insanlar
belirler. Kısa öykünün sunduğu bu yoğunluk öykü meydana getirir. Zaten gelenekteki hayvanları
metinlerinin romanlardan daha kısa olmasının ana konu edinen hikâyelerde de insan hayatına ilişkin
nedenlerindendir. dersler, sonuçlar çıkarılması amaçlanmaktadır.
Öyküde insani meselelerin ele alınması bu türün
başlangıcından günümüze doğru değişkenlik
gösterir. Olay öykülerinde adından da anlaşıldığı
üzere bir olayın anlatımı merkezdedir. Bu olay
bir insanın ya da insanların başından geçtiği için
de insan ögesi olayın hemen arkasından ikincil
önemde görülür. Olay örgüsü ilerlerken öykü
kahramanı da belirli noktalarda değişim geçirir.
Yaşananlar kişinin iç dünyasında bir iz bırakır.
Durum öyküsüyle birlikte öykünün merkezî ko-
numundaki olay örgüsü yerini kişilere bırakır. Bu
Olay ya da kesit seçiminin hemen ardından öykülerde çoğunlukla tercih edilen “kahraman
seçilen unsurların içerisinde ayıklama yapmak anlatıcı” bireyin öyküde öneminin arttığının bir
kurgunun bir sonraki aşamasıdır. “Bir kere hangi göstergesidir. Birey, “insanlık durumlarını” anlatıcı
bölümler olduğuna karar verdikten sonra yazarın olarak ifade eder. Bunlardan bir sonuç ya da ders
neleri ne ölçüde göstereceğine dair ikinci bir seçe- çıkarılmaz. Bu görev okurun sorumluluğuna düş-
neği vardır. Verilen bir olay, parçaların genişletil- mektedir. Okur, bir insan olarak kendisine sunulan
mesiyle anlatım esnasında uzayabilir ya da daraltı- durumları yorumlamakta özgürdür. Günümüze
larak kısaltılabilir. Tüm bu şeylerin ima ettiği şey, gelindiğinde ise durum öyküsünün de yerini içe-
bir sahnede var olan ya da var edilen sahnenin, rik olarak farklı anlatılara bıraktığı görülür. Olay
örneğin bir diyalog, iç konuşma, jest, fiziksel hare- örgüsünün birincil önemini dışlayan durum öykü-

94
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

sünde “insani durumlar”ın anlatımından da uzak- dekor olabileceği gibi daha işlevsel tarzda da kul-
laşılmaktadır. “(…) bu öykülerde bir olay ya da lanılabilir. Mekânın olay örgüsüne sahne oluştur-
durum anlatımının/betimlemesi [yoktur] Belki de ma işlevi onun öyküler de dâhil olmak üzere edebî
en belirgin özelliği de budur. Daha çok bölük pör- eserlerdeki temel işlevidir. İlk dönem öykücüleri,
çük, biraz şiirsellik, biraz da denemevari, gittikçe roman yazarlarına benzer kaygılarla vakanın “ne-
kısalan, biçimselleşen ‘öyküsel metinler’ şüphesiz rede” geçtiğine dair ayrıntılara yer vermeyi temel
bu ‘Yeni Öykü’ tarzının en genel geçer ölçütleridir” görevleri kabul etmişlerdir. Olayın sahnesine dair
(Akçay, 2000, s. 97). ayrıntıları sunmak, bunları sunarken de gerçek
mekânlara mümkün olabildiğince benzetme isteği
öyküdeki gerçeklik izlenimini kuvvetlendirmiştir.
Mekâna verilen yer bu bakımdan realizmin yük-
Durum öyküsü:
Olay örgüsünden çok günlük hayattan ke-
selişiyle yakından ilgilidir. Realizm hayata benze-
sitleri ve kahramanların duygu durumları- yen kurgusal metinler ortaya konulmasını önceler.
nı ön plana alan öykülerdir. Mekân ve nesneler dünyası da okurun kendi haya-
tında yaşadığı mekânların ve çevresini saran nes-
nelerin benzerlerini gösterme isteğini karşılayacak
biçimde kurgulanır. Modern öykünün 19. ve kıs-
Öykünün bir diğer ögesi mekân ve nesneler
men 20. yüzyılda mekâna karşı böyle bir anlayışla
dünyasının ancak olayın gelişimini ve şahıs
yaklaştığını söylemek mümkündür.
kadrosunu aydınlatmaya yetecek kadar yer aldığı
tür eleştirmenleri tarafından üzerinde birleşilen Mekânın sahne oluşturmasının dışındaki bir
bir konudur. Mekân ve nesnelere romanda olduğu diğer işlevi ise insanın eylemlerini ve iç dünyasını
gibi geniş yer verilmemesinin başlıca nedeni yine aydınlatmada görev üstlenmesidir. Öykü kişisinin
türün hacme bağlı zorunluluklarıdır. Romanın mekân hakkındaki düşünceleri, mekândaki konu-
temel niteliklerinden biri olan mekân tasvirleri, mu onun iç dünyasına dair ipuçları sunar. Bu da kı-
mekân ve insanın iç dünyası arasındaki etkile- sıtlı bir biçimde çok şey anlatmak isteyen yazar için
şimler öyküde de bulunur. Ancak romanlarda bu mekânı işlevsel bir öge yapar. Mekân sadece sahne
sahneleri sayfalarca ifade etme olanağı bulunan ro- işlevini üstleniyorken onu iç ve dış mekân olarak iki
man yazarına nazaran öykücü birkaç cümleyle bu temel kategoriye ayırırız. Ancak mekân-insan ilişki-
ilişkilere işaret eder. Bu zorunluluğun bir eksiklik lerinde bu ayrım tümüyle farklılaşır. Burada mekâna
anlamına gelmediğini, türün bir gerekliliği oldu- has nitelikler değil insanın algısı asıl belirleyicidir.
ğunu tekrar ifade etmekte yarar vardır. Nasıl ki bir Buradaki temel kategori ise kapalı-açık mekândır.
lirik şiir yeterince uzun yazılmadığı için epik şiir Ramazan Korkmaz mekânı fiziksel özelliklerinin ya-
karşısında eksik görülemezse öykü de kendisine nında olgusal anlamda da değerlendirmekte ve yeni
özgü nitelikler bakımından yetersiz sayılmamalı- anlam kategorileri önermektedir. Buna göre açık
dır. Nitekim öyküdeki mekân tasvirleri de yoğun- mekân bireyin kendini ifade etmesine ve eylemleri-
lukları ile göze çarpar. ne olanak tanıyan, kapalı mekân ise bunun tersine
insanı her yönüyle kuşatan mekânlardır (Korkmaz,
Mekân ögesinin durumunu belirleyen önemli
2007, s. 399-415). Burada mekânın, fiziksel özellik-
bir etken eserin bir durum öyküsü mü, olay öy-
leriyle karşıt bir tablo da oluşabilir. Örneğin; tüm
küsü mü olduğudur. Olay öyküleri klasik roma-
açıklığıyla deniz, eğer bir sandalda mahsur kalınmış-
nın yapılanışına benzer biçimde kurgulanmıştır.
sa, bireyin kurtuluşuna imkân vermeyen kapalı bir
Bu yüzden bu öyküler daha belirgin bir zaman
mekâna; bir hapishane hücresi de eğer birey orada
ve mekân algısına sahip görünmektedir. Mekân
kendi iç dünyasını, ruhsal huzuru bulabilmişse açık
çoğunlukla giriş bölümünden itibaren ana hat-
bir mekâna dönüşebilir. Bu bakımdan mekânın iş-
larıyla resmedilir. Geniş bir çerçeveyi anlatmakla
levlerinden de söz etmek gerekir. Bunlar öykü kişisi-
başlayan yazar âdeta mekâna tuttuğu kameranın
nin eylemlerine yönelik olarak yardımcı, engelleyici
açısını daraltarak odağı olayların asıl başlayacağı
sahne görevleridir.
yere kadar çevirir. Bu tür öykülerde mekân sadece

95
Kısa Öykü Sanatı

Olay öyküsünden durum öyküsüne geçişte Zaman kavramı felsefeden başlayarak pek
öykünün geçirdiği yapısal değişikliklerin mekân çok sosyal bilimin ve doğa bilimlerinin inceleme
ögesinde de belirleyici olduğu söylenebilir. Durum konuları arasındadır. Gerek evrenin zaman kav-
öyküsünde eylemin hareketliliği yerini çoğunluk- ramlarına bağlı olarak açıklanan pek çok yönü
la insani durumlara bırakır. Mekân da belirginli- gerekse modernleşmeyle birlikte kazandığı bo-
ğini gittikçe kaybeder. Öykülerde sahneler birkaç yutlar zamanı ilgi çekici bir unsur yapar. Toplum
cümleyle ya da kelimeyle ifade edilmeye başlanır.
hayatındaki ekonomik gelişmeler zamanı bölebi-
Bununla birlikte çağdaş öyküde mekânın bir tema
lir ve yönetilebilir bir öge hâline getirir. Tarım
olarak kullanılması söz konusudur. Kentleri ve
kent insanını konu edinen öykücülerin eserlerinde toplumları, Sanayi Devrimi öncesinde, doğadaki
giderek yalnızlaşan birey ve onun hızla değişen çev- değişimlere dayanan kozmik zamanı dikkate al-
resiyle ilişkisi önemli bir çatışma konusu olmaya maktadır. Ancak ekonomik sistemin değişmesi
başlar. Şehirler büyüdükçe mekân otantik doku- kozmik zamanın konumunu takvim zamanına
sunu, insan da tabiatla doğrudan ilişkisini yitirir. bırakmasıyla sonuçlanır. Çalışma hayatı da bu
Mekânın yapılaşması insan ruhunu derinden etki- takvimsel zamanın ana belirleyicisidir. Zaman ve
ler. Öykü kişileriyle yazar bu duruma bazen karşı insan arasında hızla değişen bu ilişkiler günlük
koyarak bazen de yenilerek çatışma kurar. Böyle- hayatta baş edilmesi gereken sorunlara da dö-
likle mekân da klasik öykü anlayışındaki teknik nüşebilmektedir. Günlük hayatın gittikçe artan
işlevinden daha tematik bir göreve doğru evrilmiş hızı, insanı zamanı durdurması gereken ve kendi
olmaktadır. İnsanın tabiat ve mekânla ilişkisi yeni aleyhinde işleyen bir çark olarak görmesini bera-
boyutlar kazandıkça bu ögenin farklı kullanışlarıyla
berinde getirir. İnsan, akışın gerisinde kaldıkça
karşılaşmak da olasıdır.
da asıl sorumlu olarak kabul ettiği zamanı suçlar.
Kısa öyküdeki zaman ögesini de tıpkı mekânda Bu ilişkiler öykü yazarlarının da modernleşmey-
olduğu gibi hem teknik hem de tematik işlevselli-
le birlikte yöneldiği konular olur. Zaman baskıcı
ğiyle ortaya koymakta yarar vardır. Zaman, roman
ve öyküde teknik açıdan ortak kavramlar içermek- niteliğiyle bireysel dünyayı daraltırken öyküler-
tedir. Bu bakımdan zaman söz konusu olduğunda de de bu döngüye dur demeye çalışan karakter-
vaka zamanı, anlatma zamanı ve okuma zamanı ler ortaya çıkar. İnsanın kendi eliyle kurduğu bu
kavramlarını açıklamak gerekir. Vaka zamanı öy- zaman anlayışının karşısında giderek ezilmesi
küde anlatılan olayın meydana geliş zamanını ve ve kurbana dönüşmesi ironik bir durumdur. Bu
süresini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. nedenle öykünün çatışmasını zenginleştirici bir
Anlatma zamanı ise belirli bir sürede gerçekleşen özellik gösterir. Diğer taraftan yine zamanın in-
olayın kurgu içerisindeki süresidir. Vaka zamanıyla san aleyhine işleyen yıkıcı etkisi de öykü kişile-
anlatma zamanı örneğin tarihî romanlarda oldukça rinin baş etmeye çalıştığı sorunlardandır. Yaşlılık
belirgindir. Yazar uzun bir sürede ve uzak bir geç- ve bundan duyulan korku, çocukluk yıllarına öz-
mişte gerçekleşen bir olayı, çeşitli açıklamalar yapa- lem de zamanla ilgili olarak yazarların yöneldiği
rak kendi zamanının insanına anlatmaktadır. İster
durumlar arasındadır.
roman isterse öykü yazarı gerçek hayata yakın bir
zaman algısı kurmaya çalışırken belirli noktalarda Kısa öykünün zaman sınırlaması için öne sürü-
ayrılmak zorunda kalır. Olayları gerçekleştikleri sü- len “an” kavramı bazı kuramcılar tarafından yanıl-
reye uygun olarak anlatmak neredeyse imkânsızdır. tıcı bulunmaktadır. Buna karşılık önerilen kavram
Bu nedenle olay örgüsünde bazı atlamalar, eksilti- ise “durum”dur (Neuse, 1990, s. 43). An, öyküyü,
ler, geriye dönüşler yapmak kaçınılmazdır. Özel- romanla öykü arasında yer alan ve kısalık bakı-
likle olay öykülerinde zaman üzerindeki bu tür mından türle benzeşen diğerlerinden ayırma ama-
uygulamalar daha belirgindir. Okuma zamanıyla cı güden bir kavram olarak görülmektedir. Ancak
kastedilen ise öykü metnini okurun okuduğu za- öykülerin ele aldıkları zaman “an”dan daha geniş
man ve süredir. Okuma zamanı öyküde türü ta- birimlere karşılık gelmektedir.
nımlayacak bir nitelik olacak kadar önemli bir un-
sur görülmüştür.

96
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Öğrenme Çıktısı

3 Öykünün ögeleri olan; olay örgüsü, kişiler, mekân ve zamanın tür içerisinde nasıl
kullanıldığını ve bunların arasındaki ilişkiler bütününü yorumlayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Öykünün ögeleri arasında


Modern ve postmodern öy-
Kısa öyküde mekânın nasıl bir ilişkinin olup olmaması
küde zaman ögesinin kulla-
bir işlevi vardır? Araştırın. gerektiği konusunu değer-
nımını anlatın.
lendirin.

OLAY ÖYKÜSÜ-DURUM ÖYKÜSÜ derinleştikçe insan dikkati toplumdan ve dış dün-


VE ÖYKÜDE YENİ YÖNELİMLER yadan kendi içinde derinleşen katmanlaşan ruhsal
Kısa öykünün kritik dönüşüm tarihi olarak bir- ve zihinsel dünyaya kayar. Bu durumun anlatı-
çok araştırmacı 19. yüzyılın sonunu işaret etmekte- cı figürünü de değiştirmesi kaçınılmazdır. Kendi
dir. Bu tarih türün kendi özgün formunu bulduğu “ben”ini anlatan anlatıcı, öykünün içeriği de dâhil
dönemi genel sınırlarıyla ifade eder. Türün değişi- tüm yapıyı dönüştürür. Böylelikle öykünün tema-
minde bir diğer etki faktörü ise modernizm olarak ları bireyselleşir, duygu durumlarına daha çok yer
değerlendirilebilir. Genel manada modernizm ve verilir ve dolaylı bir etki olarak da öyküde kısalma
bu kavramın insan hayatında, ruhunda ve zihinsel eğilimi baş gösterir.
dünyasında bıraktığı etkiler tüm türleri tesiri altına Öykü türünün Batı’da gösterdiği gelişim evreleri
almıştır. Modernizmin izlerinin en geniş manasıyla giderek tüm dünya edebiyatları üzerinde belirleyici
romanda görüldüğü ifade edilmekle birlikte hayat- olmuştur. Her edebiyatın kendi geçmişinden
taki ve insandaki değişimlerden etkilenmesi kaçı- getirdiği hikâye etme sanatı ve geleneksel tutum
nılmaz olan kısa öykü de içerik ve teknik itibarıyla Batı’da modern öykünün doğuşuyla birlikte yavaş
farklılaşmıştır. yavaş terk edilir. Geleneksel hikâyeler modern
19. yüzyılda öykü türünün gelenekten uzaklaş- öyküye evrilir. Tür kendisine Batı temelli yeni bir
maya başladığı ve 20. yüzyılda ciddi dönüşümler gelenek üretir. Özellikle 20. yüzyılın başlarından
geçirdiği vurgulanmıştı. Ancak bu dönüşümün itibaren öykünün Batı edebiyatlarındaki yönelimi
birdenbire olduğu söylenemez. Olay öyküsün- diğer edebiyatların da izlediği ana akım hâline
den durum öyküsüne geçişi sağlayan süreç, insa- gelir. Modernizmi kuran sonrasında da onun
nın ve toplumsal hayatın da gelenekten moderne ürettiği hayattan bunalan Batılı insan için öykü
doğru değişimiyle zamanla gerçekleşmiştir. Ede- iç çalkantıları, ruhsal bunalımları, en önemlisi
biyatla toplum arasındaki etkileşim öykü türünü de yalnızlaşan bireyin önlemli ifade araçlarından
de bu doğrultuda belirler. Her şeye hâkim olan biri olur. Hemen ardından da diğer dünya
anlatıcının değişimi de insanın dış dünyaya dö- edebiyatlarındaki dönüşüm başlar.
nük ilgisinin iç dünyaya yönelmesiyle başlar. Top- Modern öyküdeki içerik ve estetik değişimlerin
lumsallıktan uzaklaşan, özgürleşen birey modern üç önemli tarihî kesitte değiştiğine dair ortak bir
psikolojinin insan ruhu ve zihni hakkında sağladığı kabul bulunmaktadır (Kostelanetz, 1966, s. 217).
bilgiler iç dünyaya dair yeni ufuklar açar. İç dünya Bu değerlendirmeye göre 1920 öncesinde öykü-

97
Kısa Öykü Sanatı

lerde olaylar, düşünceler ve temaların daha açıkça ister istemez boyutun genişlemesi anlamına
ifade edilmesi söz konusudur. Öykü kahramanları gelmektedir. Durum öyküsünde kendisini bir olay
sıradan değildirler; onları sıradanlıktan uzaklaştı- nakletme daha geniş manada da olay örgüsü kurma
ran ayırıcı vasıflara sahiptir. Öykünün anlamı, dile mecburiyetinde hissetmeyen bir yazarla karşılaşırız.
getirdiği olayla bağlantılıdır ve bunlar çoğunlukla Bu tür öykülere adını veren “kesit” kavramının bir
kronolojiye sadık kalınarak anlatılır. Genel tutum getirisi de hacim ve anlatıcı unsurlarını geleneksel
ise realisttir. 1920’lerden itibaren olay örgüsü içer- anlatılardan farklı kılmasıdır. Durum öyküsünün
meyen öyküler ortaya çıkar. Her ayrıntı sanatsal “çatışma” kavramından tamamen uzaklaştığını
önem kazanmaya ve hiçbir şey tesadüfi olmama- söylemek yanıltıcıdır. Daha durağan bir anlatıma
ya başlar. Modern öykü tanımlarında sıkça karşı- sahip olması herhangi bir anlatının ögelerini
laşılan kavramlar da bu yeni dönemin ürünleridir. içermediği anlamına gelmez. Olaylar ve çatışmalar
Duygusal karmaşa, sunumun kısalması öykü yazar- “olay öyküsü”nde olduğu kadar belirgin değildir.
larını sembolik anlatıma yönlendirir. “Çatışma vardır, fakat okura çok açık görünmez,
Bu devrede değişime uğrayan unsurların başın- yazarın asıl amacı okurun görmesini ve anlamasını
da da öykü kahramanları gelir. Bunlar ayırıcı nite- sağlamaktır” (Bader, 1945, s. 91).
liklerini yitirmiş, sıradan insanlara dönüşmüşlerdir. Öykü kuramcıları, türün giderek kısalmasına etki
Kalabalıktan ayırt edici niteliklerini kaybederler. eden faktörlerden biri olarak zaman unsurunu ele
Toplum yapısının uğradığı değişim toplumsal ya- almışlardır. Öyküde anlatılacakların kapsadığı süre
pıdan ve birbirinden uzaklaşmış insanlar olarak azsa buna göre kurgu düzenlenmekte ve çoğunlukla
kendini gösterir ve bu yalnızlaşan, yalıtılmış hisse- daha kısa boyutlu bir öykü ortaya çıkmaktadır.
den bireyler öykü dünyasında kendilerine geniş yer “Ekonomi ilkesi yazara, öykünün temeli bir saatlik
bulurlar. Anlatıcı birinci tekil şahsa dönüşür, olay- süreyi kapsıyorsa o zaman tek bir sahnenin iş
ların içinden konuşur. 1940’lı ve 1950’li yıllar kü- göreceğini söyler. Aynı şekilde birkaç saati, günü
çük çaplı değişimlerin ve teknik arayışların dışında ya da haftayı kapsıyorsa bir epizota, ayları ya da
1920’lerin öyküsünden büyük ölçüde sapılmayan yılları kapsıyorsa bütün bir olay örgüsüne ihtiyaç
yıllardır. Asıl dramatik değişimin ise 1960’larda duyulmaktadır” (Friedman, 1958, s. 115). Buna göre
başladığı ifade edilmektedir. Olaydan ve kronolo- çok istisnai durumlar hariç yaşanması kısa süren, yani
jiden tümüyle uzaklaşılan bu dönem ve sonrası öy- vaka zamanı dar olayların anlatımı da kısa olmaktadır.
külere “izlenimler” hâkim olmaya başlar. Bilinçaltı Burada seçimin yerini öykünün temel malzemesinin
açığa çıkmaya, metinler kısalmaya başlar. Zaman, gerektirdiği koşullar devreye girmektedir.
sahne ve bakış açısındaki geçişler belirsizleşir. Öykü Hacim konusunda dile getirilen bir diğer belir-
kahramanları bir önceki dönemin sıradanlığından leyici ise öykü anlatıcısının tutumu ve onun sahip
marjinalliğe doğru evrilirler. Bu dönem ayrıca öy- olduğu bakış açısının zamanla değişmesidir. Öykü
küde sembolizmin etkin biçimde görüldüğü evre anlatıcısının dikkatine çarpan ve bakış açısının
olarak kabul edilmektedir. Nesnelerin, kahraman- dışında kalanlar, yani öykü metnine dâhil edilme-
ların ve olayların sembolik boyutlara sahip olduğu yenler anlatının boyutunu belirlemektedir. Tabii ki
da dönem öyküsünde tespit edilen bir diğer özellik- anlatıcıyı konumlandıran da yazarın kendisidir en
tir (Kostelanetz, 1966, s. 217-218). başta. Bir öyküde seçilen hâkim bakış açısı ve an-
“Öykü günümüze doğru neden kısalma latıcı bütün olaylara, kişilerin hem iç dünyalarına
eğilimi göstermektedir?” sorusunun cevabı olay hem de gözlemlenebilir davranışlarına dair tanrısal
örgüsünün zorunluluklarının durum öyküsünde ve bir bilgiye sahiptir. Bu da yansıtılabilecek, okura
günümüzde küçürek öyküde bulunmaması olarak anlatılabilecek unsurların fazlalığına işaret eder.
verilebilir. Olay örgüsünde hacmi büyüten şey Eğer yazar anlatıcı olarak bir kahramanı ve bakış
ister istemez bir olayın anlatılmasıdır. Öyküde olay açısı olarak da onun bakış açısını seçerse içeriğin,
örgüsüne hazırlık, vakanın sunulması belirli bir kahramanın ulaşabildiği bilgi doğrultusunda belir-
gerilime ulaşılması ve nihayetinde çözümlenmesi lenmesi gerekir. Gerçek yaşamda bir insanın hayatı

98
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

kişiler ve olaylar hakkındaki bilgisi gözlemlerine, bir değişim durumunu da beraberinde getirirler.
duyumlarına ve ölçüde de sezgilerine dayanmakta- Öykünün başındaki fiziksel, ruhsal durumları ya
dır. Bunların da sınırları bellidir. Dolayısıyla bakış da konumları öykünün sonunda değişime uğramış
açısının sağladığı bilgi kısıtlıysa anlatıcının yansıt- hâldedir. Buna sebep ise öykü süresince başların-
tıkları da sınırlanacaktır. Bu da öykü metninin bo- dan geçen olay ya da durumlardır.
yutlarının küçülmesi anlamına gelmektedir. Bu hareketli kahramanlara karşıtlık oluşturmak
Kısa öykünün küçülme eğilimi zamanla mo- üzere çok daha popüler bir kısa öykü türü hare-
dern kabul edilen durum öyküsünün geleneksel- ketsiz karakterlerin etrafında inşa edilir, tüm sah-
leşmesine yol açacaktır. Bu noktada ortaya çıkan nelerin kazara oluştuğunu düşünen kahramanın
ve öykü yazarına yeni anlatım olanakları sağlayan etrafında. Burada olaylar artık sebep ve sonuç ye-
biçim ise “küçürek öykü”dür. “Öncelikle küçü- rine merkezi karakterin duygusal dengesini bozan
rek öykülerin bir hikmeti nakletme, bir düşünce- ve onda belirli türde bir değişim meydana getiren
yi vülgarize ederek anlaşılır kılma (Sadi’nin veya şeyler gibi görünür. Bu tür öykülerde “kahraman”
Mevlana’nın Mesnevi’sindeki meseller biçimiyle), -bildiği şey çoğu zaman yanlış olsa da- bilinçsizlik-
birilerine ders/öğüt verme gibi görünür amacı ve ten kendi ve diğerleri hakkında bilinçli olma duru-
işlevi yoktur. Zaten tezli bir yaklaşım oluşturup muna geçer (Stroud, 1956, s. 96).
sürdürebilecek hacim ve zamana da sahip olmayan Karakteri merkeze alan öykülerin bir kısmında
küçürek öyküler, bir bakıma anlatı kişilerinin za- yazar sadece günlük hayattan belirli bir kesiti ele
mansızlık ve yurtsuzluk sorunlarının metinleşmesi aldığı için herhangi belirgin bir değişim görülmez.
gibidir” (Korkmaz, Deveci, 2011, s. 12). Öykü- Bu durum, öykü yazarının eserini gündelik hayata
nün yeni insanla birlikte yükselişine mukabil bu benzetme çabasından ileri gelmektedir. Öykü ya-
tür öyküler de kendi çağlarının bireyinin kaygıla- zarı gerçek hayatta ani değişim ve dönüşümlerin
rına odaklanmaktadırlar. sıklıkla bir insanın başına gelmeyeceğinin farkında-
dır. Dolayısıyla gerçek hayattan örneklediği öykü
kahramanına da böyle bir dönüşümü öykü anlatı-
Küçürek Öykü mı süresince yaşatmaz. Öykü kahramanı öykünün
20. yüzyılın sonlarında örnekleri ortaya başlangıcında tam olarak nasılsa bitiminde de aynı
konan, short-short story olarak adlandırı- durumdadır.
lan biçime Ramazan Korkmaz ve Mutlu
Stroud bir başka öykü tarzının “tematik” öykü-
Deveci’nin önerdiği terimdir.
ler olduğunu belirtmektedir (Stroud, 1956, s. 98).
Alegorik bir temele dayanan bu tür öykülerde yaza-
Kısa öykülerin ayrımında, tasnifinde genel ka- rın temel amacının okurun ahlaki algılarında belirli
bule dönüşen olay/durum öyküsü ayrımının dışın- bir etki yaratmak, onu zenginleştirmek olduğunu
da dikkate alınabilecek bir diğer yöntem bunları ileri sürmektedir. Bu tür öykülerde yazar bir öngö-
“karakter” ve “tema” merkezli olarak değerlendir- rü ya da ön yargıyla işe başlar. Okuyucuya ulaştı-
mektir. Stroud, “Kısa Öyküye Eleştirel Bir Yakla- rılmak istenen mesaj olarak da değerlendirilebile-
şım” adlı makalesinde “karakter merkezli” olarak cek bu ön kabule göre öykünün içeriği belirlenir.
nitelenebilecek öykülerde iki farklı kahraman tutu- Öykünün ilerleyişi ve özellikle de sonu bu “tezi”
munun belirlenebileceğini ifade eder. Bunlar eyle- kanıtlamak üzere düzenlenir. Çeşitli sembolik kul-
me dönük (active) ve haraketsiz (pasive) karakterle- lanımlar okurun mesaj aldığından emin olunması-
ridir. Eyleme dönük hareketli kahramanlar öyküye nı sağlayacak diğer unsurlar olarak karşımıza çıkar.

99
Kısa Öykü Sanatı

Öğrenme Çıktısı

4 Öykünün gelişim çizgisi içerisinde yer alan olay, durum öyküsü ve küçürek öykünün
yapısını ana çizgileriyle ifade edebilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Öykü türünde niceliksel


Kısa öykü türünde görülen
Küçürek öykü ile şiir arasın- açıdan giderek bir
değişimin olası sebeplerini
daki ilişkiyi değerlendirin. kısalmanın olup olmadığını
araştırın.
anlatın.

ÖYKÜ VE DİĞER TÜRLER sorulabilecek bir soru öyküyle roman arasında var
Kısa öykünün doğuşundan itibaren türün olduğu öne sürülen bu bağın, neden diğer kurmaca
kendi nitelikleri kadar başka türlerle olan kesişim türler, örneğin tiyatro için geçerli olmadığıdır.
noktaları da üzerinde durulan konular arasında ol- Tiyatronun ayrı bir sanat dalı bulunuşu, metnin
muştur. Genel eğilim öyküyü pek çok ögeyi kul- kendisinden çok sahnelenmesinin dikkate alınması
lanma noktasında benzeştiği ancak hacimce ondan onu salt edebî metin olmaktan uzaklaştırır. Oysa
ayrıldığı romanla kıyaslamaktır. Bu kıyaslamanın öykü ve roman yola aynı araçlarla çıkmışlar, okuma
türün özgünlüğüne yönelik ortaya çıkarabilece- eyleminin doğrudan merkezinde yer almışlardır.
ği sorunlarla birlikte son dönemlerde öykü ve şiir “Minyatür roman” olarak görülmesi belki roman
arasında kurulan bağ da bu bölümde ele alınacak türü açısından değil ama sınırları ve türler sırala-
konulardır. masındaki konumu bakımından öykünün aleyhine
bir yaklaşımdır. Bir türü başka bir türe dayanarak
tanımlamak söz konusu alanın kendine özgülüğü-
Öykü-Roman İlişkisi nün yok olması anlamına gelmektedir. Bu durum
Öykü, tarihçesi dikkate alındığında romandan öyküyü, romanın gerisinde kalmış ikincil bir tür
çok daha eski bir türdür. Geleneksel anlamda olma sakıncasıyla da karşı karşıya getirir.
“anlatılan, söylenen” bu tür; insanın anlatma, ken- Kavramlaştırmaya dayanan ve iki türü birbi-
dini ifade etme ihtiyacından doğmuştur. Roman rinden ayırmada ilk ölçüt olarak görülen boyut
ortaya çıktıktan sonra geleneksel biçiminden uzak- meselesinin bazı sakıncalarına da işaret etmek ge-
laşarak da olsa varlığını korur. Bu durum romanla rekir. Boyut tartışması romanın uzun, öykünün
öykünün farklı türler olduğunun bir başka kanı- ise kısa metinler olduğu ve olması gerektiği temel
tıdır. Hâlâ öykü yazmanın ve okumanın insanın anlayışından doğmuştur. Aslında ilk bakışta basit
kendini ifade etme ihtiyacının bir aracı olarak sür- bir ölçü olarak her iki türü birbirinden ayırmada
mesi romanla öykünün birbirlerinden ayrı “mesele- fayda sağlayacağı düşünülen ölçütün zamanla öy-
leri” olduğunu gösterir. künün aleyhine bazı algılamalara yol açtığı ortaya
Öykünün, okurlar ve eleştirmenler tarafından çıkmıştır. Bunların başında da daha büyük bir hac-
“minyatür roman” olarak kabul edildiği bir me sahip olan eserlerin daha küçük olana nazaran
gerçektir. Bunun temel sebebi her ikisinin de daha iyi olacağı kabulüdür. Bu durumda roman
kurmaca metinler olmaları ve bu bakımdan olay öykü karşısındaki hacmiyle öncül tür, öykü de yine
örgüsü, şahıs kadrosu, anlatıcı, zaman ve mekân bu gerekçeyle ikincil tür olarak sıralanmaktadır.
gibi unsurları temel alarak kurulmalarıdır. Burada Roman ve öykü arasındaki bu gözle görünür farkı

100
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

yadsımakla, yok saymamakla birlikte tür üzerinde ladığı da öykünün, bu merkezî meseleye dikkat
çalışanlar boyutun tek ölçüt olarak değerlendi- kesilen okurda anlatılanın yarattığı tesirdir. “Kısa
rilmemesi gerektiğinde hemfikirdirler. Özellikle romanla roman arasında boyut bakımından bir ay-
Norman Friedman roman ve öyküyü kelime sayı- rılık söz konusudur. Romanla kısa öykü arasındaki
ları açısından sınıflandırmanın yanıltıcı olduğunu ilişki ise bir tür farklılığıdır. Ve bu iki türü birbi-
vurgular. “Yanıltıcıdır, çünkü okuru ve tür araştır- rinden ayıran en önemli şey okurda oluşturduğu
macılarını sebepten çok sonuca yönlendirir. Asıl etkinin tekliğidir.” (May, 1987, s. 52).
dikkate alınması, merkezileştirilmesi gereken hu- Romanla öykü arasındaki temel farkın uzunluk-
sus kısa öykünün ‘neden kısa olduğu’ sorusuna ve kısalık olmadığının öncelikle altını çizmek gerekir.
bunun cevaplarına yönelmektir. Ancak böylelikle Her iki tür de hayatı, toplumu ve insanı anlatmayı
türle ilgili özgün yargılara ulaşılabilir” (Friedman, amaç edinirken benzer konulara odaklanmakta-
1958, s. 117). dır. Ancak temel ayrım anlatılmak istenen olayın
Roman, bir başı, ortası ve sonu olan, kayda kapsamının türe uygun olup olmadığıdır. Roman
değer bir süre okuyucunun zihnini alternatif bir olma potansiyeli taşıyan herhangi bir konu öyküye
dünyaya odaklayan bütünlüklü bir yapıdır (May, dönüştürülemeyeceği gibi öykü bütünlüğü taşıyan
1987, s. 5). Öykü romana kıyasla okurunu bu dün- bir vakanın da romana dönüştürülmesi mümkün
yanın içerisinde daha kısa bir zaman diliminde tu- değildir. “(…) Kimi hikâyeler vardır ki bunlar da
tar. Okumanın nispeten daha kısa sürmesi, roma- ancak romanlaştırılabilir. (…) öykü romandan bir
na alışkın okur için yarıda kalmışlık hissi doğurur parça romanın hikâyesinden bir bölüm değildir.
ve öykünün aleyhine değerlendirmelere yol açar. Ve tabii doğal olarak da öykülerin bir araya geti-
Okurun temel yanılgısı iki farklı türden aynı bek- rilmesiyle roman oluşmaz” (Tosun, 1998, s. 7).
lentiler içerisinde olmasıdır. Aynı yanılgıya zaman Bu durum, yapılamayacağı manasına gelmez. Bir
zaman eleştirmenler de düşmektedir. Bu noktada roman konusunu ziyan etmeme düşüncesiyle onu
yapılması gereken, öykü ve romanın aynı anlatım öykü hâlinde kuran ve başarılı bir kısa öykü ko-
unsurlarını kullansalar da birbirinden bağımsız iki nusunu romana dönüştüren yazarlar vardır. Ancak
ayrı alan olduğunun kabulüdür. Bu ilk adımın ar- kısa öykü ve romanın şartları dikkate alındığında
dından öykünün günlük hayattan kesitler sunma- bu tercihlerin başarısız roman ve kısa öyküler üret-
sının bir eksiklik değil bir tercih olduğunun altının mekle sonuçlanması da kaçınılmazdır.
çizilmesi gelmelidir. Brander Matthews’ün roman ve kısa öykü ara-
Ayrımı daha netleştirmek için yapısal bir soru sında gördüğü ayrım her iki türün aşk temasına
sormak gereklidir: Öykü niçin romanın geniş pers- karşı yaklaşımında yatar. Roman türünün aşkı ve
pektifine karşın daha sınırlı bir zaman dilimini ve kadın-erkek ilişkilerini kullanmadaki ısrarı her iki
olay örgüsünü ele almayı seçmektedir? Bu sorunun tür arasında içerikle alakalı olmak üzere böyle bir
cevabı bizi öykü yazmanın amacına, öykü yazarı- farklılığı ortaya koymasına neden olmuştur. Robin-
nın meselesine doğru yönlendirir. Öykü ve roman, son Crusoe gibi hem türün başında bir ilk örnek
anlatının merkezine insan ve toplumu yerleştirir. olarak duran ve aşktan söz etmeyen romanların bu
Ancak her iki türün yazarının bu konuları ele alış kaideye birer istisna teşkil ettiğini, hemen bütün
biçimleri ve konulara yaklaşım tarzları farklıdır. roman yazarlarının bu temaya kayıtsız kalmadığı-
Modern öykü yazarı insan ögesinden hareketle nı iddia eder. Öykü, aşk olmadan ayakta kalırken
topluma, özden hareketle genel olana ulaşmayı romancı istemeden de olsa eserine bir aşk öyküsü
amaç edinir. Bir öyküde tek bir insani meselenin yerleştirmek zorundadır (May, 1987, s. 53). Bu se-
ele alınması söz konusudur. Yazarın sadece bu me- çimin bir nedeni de olay örgüsünü bir arada tutacak
seleye yoğunlaşma isteği öyküyü romanda olduğu böyle merkezî bir öyküye duyulan ihtiyaçtır. Kısa
gibi genişlemeden, birden fazla konuyu içermekten öyküyse farklı kesitlere odaklanabildiği ve her şey-
alıkoyar. Okur, romanda birbiriyle içi içe geçmiş den önce kısa olduğu için bütünleştirici bu ögeye en
olayları ve insani ilişkileri takip eder, öykü söz ko- azından bu amaç için ihtiyaç duymamaktadır.
nusu olduğunda ise okurun tek bir mesele üzerinde Kısa öykü ve roman arasında ortaya konan ay-
derinleşmesi gerekir. Poe’nun “tek etki”yle vurgu- rımlardan biri de her iki türdeki eserlerin bitiş bi-

101
Kısa Öykü Sanatı

çimidir. Roman ve öykü metinlerinin farklı sonlara de insanı ve yaşamı konu almalarına rağmen yer
sahip olmalarının ana nedeni büyük ölçüde içer- verdikleri, odak noktası hâline getirdikleri insanın
dikleri olaya bağlıdır. Durum öyküsü olarak nite- niteliklerinde ciddi ayrımlar yattığı görünür. Bu
lendirdiğimiz eserlerde öykünün tamamlanmadığı, ayrımı en açık ortaya koyan kuramcıların başında
açık uçlu kaldığı ifade edilir. “Bununla söylenmek Frank O’Connor gelmektedir (May, 1987, s. 84).
istenen, kısa öykünün, ortaya konan soruna çoğun- O’Connor’ın çıkış noktası Turgenyev’in “Hepimiz
lukla bir çözüm getiremediğidir, Turgenyev iyiler Gogol’un Palto’sundan çıktık.” sözüdür. Bu ifade
ödüllendirilip kötüler cezalandırılmaz, masumlar bir klişe olarak modern kısa öykünün doğuşuyla
yıkıma uğrar ya da tıpkı öykünün başında olduğu ilgili olarak yerleşmiş ve öykü yazarlarının gelenek-
gibi hâlâ aynı görevle karşı karşıyadır ve ne yapaca- lerinin doğuş noktasını işaret etmiştir. Palto öy-
ğını bilmemektedir” (Neuse, 1990, s. 48). küsü sıradan bir anlatı olmasına rağmen bir edebî
türün şekillenmesine hizmet edecek ne gibi özel-
likleri vardır sorusunu soran O’Connor, belki de
roman ve öykü arasında hayati bir ayrım noktası
Ivan Turgenyev bulmuş gibidir. Gogol’un “Palto”su ve Çehov’un
19. yüzyıl Rus şair ve yazarı. Babalar ve “Memurun Ölümü” öyküleri O’Connor’a göre
Oğullar romanını yazmıştır. “küçük insan”ın ve onun öyküsünün başladığı
dönüm noktalarına karşılık gelmektedir. Peki ro-
manın anlattığı “küçük insan”la öykünün anlattığı
küçük insan arasında nasıl bir farklılık vardır ve bu
fark her iki türü nasıl birbirinden ayıran bir nite-
liğe dönüşebilir? Bu soruya O’Connor, “öykünün
insanın romandaki benzerinin aksine “kahraman”
olmaya çalışmamaktadır” karşılığını verir. Sıra-
dan ve olağandır bu insan ve edebiyat genel an-
lamda farklı ve çarpıcı olanla ilgileniyorken öykü
bu sıradanlıkta orijinal gördüğünün peşine düşer.
Roman kahramanı destansı kahramanlara özgü
niteliklerini modern çağlarla birlikte kaybetmiş
görünmektedir. Ancak yine de roman kahramanı
kişisel özellikleriyle okurun kendine örnek ola-
rak almak isteyebileceği özelliklerle donatılmıştır.
Kahraman toplumdan dışlanmış, ayrıksı, yalıtılmış
bir birey veya bir anti-kahraman da olsa okur ve
roman kahramanı arasında özdeşleşme isteği hep
mevcuttur. Oysa öykü kahramanı “ideal” değildir.
Bu kahraman ne dikkatten kaçacak kadar sıradan
ne de öykünme isteği oluşturacak kadar idealdir.
Resim 4.4 Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852)
Öykü yazarının böyle bir insan üzerine eğilmesi
Kaynak: http://en.gogolcenter.com/authors/details/ öykünün konu çerçevesini de belirlemektedir. Bu
nikolai-gogol
tür bir kahraman kendi sıradan ve insani hayatını
da kurguya taşımaktadır. Oysa “(…) roman, okur
Roman türünün zaman geçtikçe daha dar bir ve kahraman arasında bir tanımlama süreciyle yü-
süreyi ve sınırlı bir şahıs kadrosuyla onların etrafın- kümlüdür” (May, 1987, s. 85).
da gelişen belirli olayları içerdiği, bu bakımdan da Kısa öykü, özellikle Batı literatüründe sadece ro-
öyküyle benzeştiği düşünülebilir. Ancak romanın mandan ayrılan yönleriyle değil; öyküyle roman ara-
maddi boyutları böyle bir eğilimin benzeşmeden sında kalan diğer türlerle ilişkisi bakımından da değer-
öteye gitmesini engeller. Roman, tek bir insanı an- lendirilmiştir. Bunlardan biri de novella (kısa roman)
latsa bile onunla birlikte geniş ve karmaşık ilişkiler dır. Kısa roman ve uzun öykü arasındaki ayrım çizgi-
ağını kurguya taşımaktadır. Bu açıdan her iki tür leri günümüzde de birçok yönden belirsizdir. İki tür

102
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

arasındaki ayrımı ortaya koyabilmek amacıyla kelime Öykünün şiirle ilgisinin gündeme gelmesi
sayımı da dâhil pek çok çalışma yapılmıştır. Ancak eleştiri tarihinde nispeten yeni bir tartışmadır.
bundan ziyade teknik ve içeriğe dair ayrılıkları tespit Öykünün amacının ve yerinin ne olduğunun
etmek daha kabul edilebilir sonuçlar vermektedir. gündeme getirildiği 20. yüzyılın ikinci yarısında
“Novella’da gerilim daha güçlüdür. Okuma zamanı roman-öykü arasındaki bağdaştırmalar yerini
kısa öyküdekinden çok uzun olmayabilir ama içerik öykü-şiir benzerliklerinin ele alındığı kuramsal
zamanı novella’da genellikle çok daha uzundur; yaklaşımlara bırakmaya başlar. Şiirde kurgusal bir
en büyük gerilim ise romandadır. (…) Novella’da yapıdan çoğunlukla uzak durulduğu, bir “olay”
anlatıcı, kişilerini bize göstermeden önce haklarında anlatan şiirlerin, şiirselliği zedelediği noktasında
konuşarak tanıtırken, kısa öyküde kişiler hemen yaygın ve ortak bir kanı bulunmaktadır. Dolayısıyla
ortaya çıkar” (Neuse, 1990, s. 43-45). öykü, olay anlatmaktan uzaklaştığı, duygu veya
Öykünün, tanımlanmaya çalışıldıkça elden insana özgü durumları içerdiği ölçüde şiirin alanına
kayıp giden bir tür olduğuna dair yargılar yaklaşmaktadır.
sanıldığından daha çoktur. Ancak aynı sorunun Öykü ve şiir arasında kurulan benzerlikler
daha belirgin sınırlara ve tanıma sahip olduğu türün ilk tanımlama çabalarında kendisini gösterir.
farz edilen roman için de geçerli olduğu iddia Edgar Allan Poe’nun öykünün okur üzerinde
edilmiştir. H. E. Bates, Edward Garnett’in “Roman bıraktığını söylediği “tek etki”nin bu yakınlığa
onu kullanan ellerde her şeye dönüşebilir.” sözüne ilk işaret eden tutum olduğu çeşitli kuramcılar
dayanarak aynı durumun öykü için de pekâlâ tarafından öne sürülmüştür. Buna göre şiirin yine
mümkün olduğunu söyler. “Kısa öykünün estetik okuruna hissettirdiği “tek duygu” öykünün yoğun
çekiciliği, kuruluş biçimlerindeki değişkenlikte anlatımından doğan “tek etki” aynı şeye işaret
yatar. Bu da belki kısa öyküyü tanımlamayı etmektedir ve bu yönüyle öykü şiir ile rekabet
güçleştiren nedenin ta kendisidir” (Neuse, 1990, hâlindedir (Stroud, 1956, s. 91). Şiirsel anlatımın
s. 49). Kısa öykünün her türlü konuyu işlemeye temel amaçlarından biri anlatımda dili gerekmeyen
imkân vermesi konu çeşitliliğinin yanında yazara tüm sözcüklerden arındırarak oluşturulmak istenen
farklı teknik imkânlar da verir. duygunun saf bir ifadesine dönüştürmektir.
Öykü kuramlarında da sözü edilen “ekonomi”
Öykü-Şiir İlişkisi ilkesi aynı şekilde bu türün şiire benzer bir
yoğunluğa ulaşma çabasının bir benzeri olarak
Öykünün geleneksel anlatım biçimlerinden
nitelenebilir. “Ekonomi” ilkesiyle kastedilen kelime
uzaklaşması insan ve edebiyat ilişkisinin değişi-
tasarrufudur. Bu tasarruf sadece öykü metnini kısa
miyle birlikte gerçekleşir. Edebiyat genel manada,
tutmakla alakalı bir çaba değildir. Anlatıma ihtiyaç
dış dünyadan insanın zihnine ve ruhsal boyutuna
duyulmayan kelimeleri ve ifadeleri dâhil etmemek
yönelirken öykü de olay anlatmaktansa “insanın
sonuçta yazarın öykünün okunduğunda ortaya
daha derin kaygıları ve bağlarıyla” (May, 1987, s.
çıkaracağı etkiyi -bu bir duygu ya da mesaj olabilir-
6) ilgilenmeye başlar. Olaydan iç dünyaya ve insani
vurgulama çabasından kaynaklanır. Bu çaba çoğu
duygu durumlarına dönüş, türün şiirle yakınlaş-
zaman şairin gayretiyle bir tutulur ve her iki tür
ması sonucunu doğurur. Öykü, romanla olay ör-
arasındaki yakınlığın bir diğer delili kabul edilir.
güsü temelinde birleşirken artık şiirle “duyguların
öznel ifadesi” olmaları bakımından benzeşmekte- Öykü ve şiir arasında var olduğu öne sürülen
dir. Öykünün, yazarının iç dünyasının yansıması- yakınlıklardan biri de “sembolik dil”dir (Stroud,
na dönüştüğü noktada şiirle olan yakınlığı türün 1956, s. 117). Öykü yazarı tarafından okurun çözmesi
tanımında da yer bulmaya başlar. Bu bir taraftan ve metni tamamlaması için kullanılan sembollerin
öyküye yeni açılımlar getirir, onun yeni insanın ih- gittikçe artan kullanımı şiiri anlatım araçlarına
tiyaçlarına da cevap vermesine olanak tanır. Ancak yöneltmektedir. Bazı kısa öykülerdeki “ben dili”
öykünün bağımsızlığı açısından olumsuz bir geliş- ve “diyalogların azlığı” türü, şiire yaklaştıran diğer
medir. Öykü, roman karşısında verdiği özgünlük benzerlikler olarak değerlendirilmiştir (Friedman,
mücadelesine şiirle de girişir. Türün tanımı farklıla- 1958, s. 135). Özellikle durum öyküsü olarak
şır ama öykü yine başka bir alana referans verilerek adlandırılan ve durağan bir seyir izleyen metinlerde
tanımlanmaya devam eder. görülen bu nitelikler her iki türün aynı ifade
araçlarına sahip olduklarını düşündürmektedir.

103
Kısa Öykü Sanatı

İç dünyanın ve bazı duygu durumlarının ifade yazarların anlatım tarzlarını da buna bağlı olarak
edildiği öykülerde, dil de değişime uğrar. Anlatının değiştirir. Öykü tahlillerinde yazarların üslubu için
temel niteliklerinden olan, olayların sebep-sonuç sıklıkla kullanılan “şiirsel” ifadesi bu değişimi içten
ilişkisine dayandırılarak aktarımı yerini duygu içe vurgulamaktadır. Modern dönemde şiirle öykü
durumlarının ya da zihin akışının aktarımına arasındaki yakınlaşma mensur şiir tanımına karşı-
bırakır. Öykü ve şiir duygularını estetik bir dille lık gelecek bir seyir izlemektedir. Kısa öykünün ta-
paylaşan ben’in ifadesinde benzeşirler. Diyalog, nımında yer alan “birey” ve “gündelik hayattan ke-
metne hareketlilik sağlayan ve metni yönlendiren sit” unsurlarının alanı daralmaya başlamakta, birey
önemli anlatım araçlarından biridir. Diyalogla bir- kendini toplumdan soyutlamış yalnız insana, hayat
likte şiirin ben dilinden uzaklaşılır. Kahramanlar kesitleri ise izlenimlere dönüşmektedir. Bu durum,
arasındaki diyalogların yerini monologların ya da öykünün konusu itibarıyla olaydan duruma oradan
iç konuşmanın aldığı yerde ise öykü dili şiir diliyle da izlenime evrilen bir gelişim gösterdiği sonucunu
benzeşmeye başlamaktadır. doğurur.
İki tür arasında gündeme getirilen ortaklıklar
geleneksel hikâyeden çok çağdaş öyküler,
günümüzde ise küçürek öyküler için söz konusu
Mensur şiir
olmaktadır. Şiirin bir duygu durumu veya ruh hâliyle
Genel anlamda duygu durumlarını ve ha-
ilgilenmesine mukabil kısa öykülerin de içerik
yalleri şiir ahengini muhafaza ederek düz
olarak olay örgüsünü geri plana alarak durağanlaşma
yazı olarak ifade eden tür. Türk edebiyatın-
her iki türün benzer eğilimlerin peşinde olduğunu
da Halit Ziya ve Mehmet Rauf tarafından
düşündürmüştür. İçeriğin durağanlaşması, durum
kaleme alınmış örnekleri bulunmaktadır.
veya kesitin öykünün omurgasını oluşturması

yaşamla ilişkilendir

Havuzbaşı Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri


Beyazıt havuzunun kenarındaki kanepeler- 12´yi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tram-
den birine oturmuş, sizi bekliyorum. Yaşını almış vay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir ta-
bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, nıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp
sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünü- baktı?.. Yoksa kimselerin oturmadığı kanepeler-
yorum: Belki bir geç olma hadisesi. Belki de bir de bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur?
çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma te- Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir
mayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek
alamet değil. Kış müthiş olacak, kar yolları kapa- mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?
yacak, bembeyaz ovada ölülük uzayıp gidecek... Önce yanımdaki kanepeye oturdular. Biri
Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey kadın, öteki erkekti. Erkek bana gülümsedi. Ha-
koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle lim yok gülmeye; yoksa tatlı tatlı gülümsemesine
sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dün- karşılık verilmeyecek adam değildi. Bu selam ye-
yayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşı- rine geçen gülümsemeye neden cevap vermedim?
lardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi Sizi bekliyordum. Hâlâ sizi bekliyordum. Belki
sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım. Her- de, bugün, bu saatte buradan çıkmayacaktınız...
kes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Yoksa hasta mıydınız? Bir ara bir başkasında saç-
Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geç- larınızı, yürüyüşünüzü seyreder gibi olmuş, siz
miş gibi gözüme yaş doldu. Soğuktan mı titriyor- olmadığınızı görünce yeniden merak etmiş, üzül-
dum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. müş; sonra, belki de benim burada oturduğumu
tahmin etmiştir de öteki kapıdan çıkmıştır şüphe-

104
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

sine düşmüştüm. Bu şüpheden çabucak caydım. -Her halde ıraktır, dediler.


O kadar ehemmiyet verilmeye değer miydim? -Yok, pek ırak değil, dedim.
Ya hasta iseniz!.. Sanki hasta idiniz. Koşup Adam ellisini aşmıştı. Toprak rengi yüzünde
yatağınızın başucuna gelmiştim. Gözlerinizi açtı- alışılmamış çizgiler vardı.
nız. Alnınız terli idi. İki açık sarı tel terli alnınızın
-Bunu getirdim köyden, dedi.
üstüne yapışmıştı. “Ateşim düşmüyor” demişti-
niz. Şehre küsmüştüm. Karaborsalardan ilaçlar Çarşaflı kadını gösterdi: Sütlaç gibi buruşuk,
getirmiştim. İyileşmiştiniz. Rıhtım boyunca yü- ufacık gözleri ile yanaklarının elmacık kemiklere
rümüştük. Taze, kırmızı idiniz. Alnınız terli idi. rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri bembeyaz, yü-
Gülüyordunuz. Alay ediyordunuz. Koşuyordu- züne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum.
nuz, yakalayamıyordum. Allah esirgesin! Hasta Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan
olmayın! akıyordu kim bilir...
Dört beş saniye içinde bunları düşündüğüm- -Hiç İstanbul görmedi bu. Bakıyor, hoş-
den adamın selamına karşılık vermemiştim. Dört lanıyor da gülügülüveriyor. Hoşlanıyor pek.
beş saniye bir gecikmeden sonra ben de güldüm. Biz Lüleburgaz´lıyız. Ben geldim birkaç defa
Bunun üzerine adam yerinden kalktı, yanıma İstanbul´a. Bu gelmemişti. Camileri gezdiriyor-
geldi: dum.
- Bu caminin ismi ne? - Taksim´e de bir gidin.
Bir türlü bulamadım caminin ismini, der- - Gideceğiz. Beyoğlu´nu da görürüz ha? O
sem, inanır mısınız? Hâlâ sizinle beraberdim. da, Taksim’e ulaşmadan değil mi?
Hayır, hasta filan değildiniz, çok şükür! Beni gör- - Evet.
memek için arka yollardan gidişinizi görür gibi - Tramvayla mı gidelim?
oldum. İçimi mütevekkil bir sıkıntı sardı. Kıza- - Tramvayla gidin, ya!
mıyorum size... Dünyaya kızıyorum. En iyi arka-
- Ama biz, Tünel’den geçmek istiyoruz.
daşıma kızıyorum.
- Tünel işlemiyor, kapalı.
-Yok a...
Yaa, Tünel kapalı demek... Tünel’in kapalı
Bu mayıstan başka her şeye benzeyen soğuk
olmasına beraberce üzülüyoruz. Kadın, elinde
bin dokuz yüz kırk altı mayısına kızıyorum. Size
gazete kâğıdına sarılmış bir şeyi bana gösteriyor:
kızamıyorum. Arka sokaklardan beni görmemek
için kaçtı ise, beni düşünerek gitmiştir, diyorum. -Bakır ucuzlamış, ucuza aldık.
Hatırladım caminin ismini: - Kaça aldınız?
-Beyazıt camii, canım! - Kilosuna... Ne verdikti?.. 450 kuruştan
Kadın da yerinden kalktı. Adamın mühim verdiler. Te, bak şuna, 310 kuruş verdik. Pahalı
bir sual sorduğunu, cevabının bütün karışık me- değil, değil mi?
seleleri halledeceğini bağıran pek mütecessis bir -325 kuruş verdik. 700 gram geldi.
yüzle yanımıza geldi. Yanına oturdu adamın. Bu -Sen beş lira verdin. Ne geri verdi sana ba-
sefer o sordu: kırcı?
- Ali Sofya hangisi? Hesap ettiler. Önce anlaşamadılar. Sonra
-Şu tarafta... Bir işaretle sol tarafı gösterdim. anlaştılar. 310 kuruşa almışlardı tencereyi. Ben
Anlayamadılar ne taraftadır Ali Sofya... Elimin senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dik-
gösterdiği istikameti bir türlü kestiremediler. miştim. Onlar, hesaplarını yapmış, havuzu seyre-
Gösterdiğim yerde kocaman binalar, birbiri- diyorlar. Ben geçmenizden ümidi kesmişim. Sizi
ni kesen, biçen yollar, dükkânlar vardı. Oradan nerede bulabileceğimi: “Bana bakın! Beni dinle-
Ayasofya´yı nasıl bulacaklar? Ama ne yapsınlar, yin, nolur? Bırakın da bir gün samimi olayım.
çaresiz kabullendiler. Zahir oralardadır, diye akıl- Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz. Dinleyecek-
larından geçmiş gibi yüzüme baktılar. Son bir lerimi dinletmiyorsunuz. Bırakın anlatayım...”
defa daha:

105
Kısa Öykü Sanatı

-Bu, dibinden mi kaynar? mız bitiyor. Konuşmuyoruz bir zaman. Ben, size
-Yok canım? Babacığım, bu pınar mı? Boruy- bir mısra bulup söylemek istiyorum. Yağmurlu
la içine terkos gelir. havalardan, dağ yollarından, katırlardan, çıngı-
raklardan bahseder mısralar yok mu yeryüzünde?
Adam yanındakine dönüyor:
Bu sırada adam, kadınına Kızkulesi’ni,
-Borularla doldururlarmış. Dibine boru dö-
Haydarpaşa’yı, Selimiye Kışlası’nı anlatıyor... Bir
şemişler, senin anlayacağın.
ara üçümüz de susuyoruz. Mühim şeyler düşü-
Bana: nüyor gibiyiz. Hele ben, neler düşünmüyorum:
-Pekii, hani bu, suları fışkırtırmış? Kapıdan çıkıyorsunuz. Koşa koşa yanıma geliyor-
-Bayramlarda, sıcak havalarda... Hava soğuk sunuz. Kolunuza bile giriyorum. Tam bu sırada
da ondan fışkırtmıyorlar. adam:
Adam, kadına: -Kışın donar mı bu su?
-Hava soğuk soğuk da ondan fışkırtmıyorlar, Ne diyeyim ben şimdi? Üzüntüm yine dağı-
anladın mı? Sıcak havalarda fışkırtırlar da insan- lıyor:
ları serinletir... -Donar, diyorum, donar da çocuklar üstün-
Bana da dönüyor: de kayarlar.
- Peki... diyor. Hani üstüne top korlar da su- Kadına dönüyor adam:
lar lastik topu havaya fırlatır, oynatır durur; öyle -Donarmış; çocuklar üstünde kayarlarmış,
de yaparlar mı? diyor. Ne dersin sevgilim, Beyazıt Havuzu kışın
Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın.. fıs- donar mı? Murtaza çavuşla karısı Hacer anaya
kiyeler, toplar... Onlar, benden de çocuk. Seni ben, donar, dedim.
görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum.
Kadın eğilip beni dinliyor. Taksim’den, öte- Kaynak: Abasıyanık, S. F. (2013). Havuz
ki camilerden, meydanlardan, Boğaziçi’nden, Başı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür. s. 1-6.
Kızkulesi’nden söz açıyoruz. Sonunda lakırdıları-

Öğrenme Çıktısı

5 Öykü ve öyküye yakın türler olarak kabul edilen roman ve şiir arasındaki benzerlik ve
farklılıkları tartışabilme

Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Kısa öykü ve romanı birbi- Öyküde, şiire ait metafor,


rinden ayıran teknik ve içe- Öykü ile mensur şiir arasın- metonimi ve imge gibi öge-
riğe dair nitelikler nelerdir? daki ilişkiyi değerlendirin. lerin kullanımının işlevini
Araştırın. anlatın.

106
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Kısa öykü türünün tanımlanmasında


1 karşılaşılan sorunlar ve türe ait tanım
önerilerini dile getirebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Kısa Öykünün Tanımı ve Türün
Sınırları Meselesi

Kısa öyküyle ilgili değerlendirmeler öncelikle tanım probleminden başlar ve öykünün ileriki yıllarda
nasıl bir forma bürüneceğine kadar sürer. Öykünün tanımlanmasının zorluğu türün doğrudan hayatla
bağlantılı oluşundan kaynaklanır. Genel anlamda edebî türlerin hemen hepsinde var olan kesin sınır ve
tanımlardan yoksunluk bu bakımdan öyküde daha ciddi bir sorun biçiminde karşımıza çıkar. Olay ör-
güsü, kişi, zaman ve mekân unsurları onu roman, kısa roman gibi anlatma esasına dayalı türlere yaklaş-
tırırken yoğun ve sembolik diliyle de şiirle benzeşir. Buna bağlı olarak da türün diğer türler karşısındaki
istiklali zedelenir, tanımlanması güçleşir.

Kısa öykü türünün geleneksel temeli


2 olarak görülen hikâyeyle arasındaki
ilişkiyi değerlendirebilme

Kısa Öykü ve Gelenek İlişkisi

Kısa öykü edebiyat geleneklerinde farklı kısa anlatılarla benzeştiği ve zaman zaman da bu anlatılardan tü-
rediği iddia edilmekle birlikte bugünkü anlamdaki niteliklerine 19. yüzyıl sonlarında ulaşmıştır. Bu benzer
türlerin başında da geleneksel hikâye ve roman gelmektedir. Geleneksel hikâyeyle çağdaş öykü arasındaki
geçiş süreci birçok edebiyatta benzer bir seyir izlemiştir. Olayların nakledilmesini, nakil esnasında dinleyi-
cide heyecan ve merak duygularının uyandırılmasını hedefleyen bu türle öykü arasında temelde ortaklıklar
mevcuttur. Ancak kısa öykü kuramcıları ve eleştirmenleri hikâyenin başka bir çağa ait olduğu konusunda
ısrarcıdırlar. Hikâye, geleneğe bağlı kalmış ancak kısa öykü, modern çağlarla birlikte insanın ve toplumun
dönüşümüne paralel biçimde çağın ihtiyaçlarından doğal olarak doğmuştur. Bir bakıma hikâye-öykü ara-
sındaki ilişki insanın giderek sosyal yapı içerisindeki konumunun değişimine ve tabiattan kopuşuna da
karşılık gelmektedir. Hikâye, daha toplumsal kişilerin çoğu zaman anonim maceralarıdır. Oysa öykü yüz-
yılı aşkın bir zamandır daha da daralan ve iç dünyaya yönelen bireyin ifade olanaklarını içerir.

Öykünün ögeleri olan; olay örgüsü, kişiler, mekân ve


3 zamanın tür içerisinde nasıl kullanıldığını ve bunların
arasındaki ilişkiler bütününü yorumlayabilme

Öykünün Ögeleri

Kısa öykü, zamanla belirli farklılaşmalar yaşanmasına rağmen bir olay örgüsü ve olay örgüsünün temel
unsurları olan kişi, zaman ve mekân gibi unsurları içermektedir. Kısa öyküyü bu ögeleri içeren diğer tür-
lerden farklı ve kendine özgü yapan ise bunların eserlerde yer alış biçimleridir. Bir öykü yazarı bu ögeleri
türün zorunluluklarına uygun düşecek biçimde kullanmaktadır. Burada temel belirleyen ise hacimdir.
Buna göre kısa öyküde olay örgüsü çoğunlukla tek bir çizgi hâlinde ilerlemektedir. Yazar bu olayı kendi
belirlediği sınırları hesaba katarak fazla bölünmesine ve dağılmasına izin vermeyerek söz konusu merkez-
de tutmaktadır. Dolayısıyla şahıs kadrosu da olay örgüsünün tek merkezliğine uygun biçimde bir veya
birkaç kişiyi içerir. Kişilerin hayatlarından kısa anlardan evrensel insanlık durumlarına doğru bir açılma,
genişleme söz konusu edilir. Hacim zorunlulukları yoğunlukla aşılır. Mekân ve zaman ögeleri de kısa
öykü metinlerinde hem teknik hem tematik işlevleriyle yer alırlar.

107
Kısa Öykü Sanatı

Öykünün gelişim çizgisi içerisinde yer alan


4 olay, durum öyküsü ve küçürek öykünün
yapısını ana çizgileriyle ifade edebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Öykü sembolikleşen ve yoğunlaşan bir dille çağın ve insanın


Olay Öyküsü-Durum Öyküsü
ve Öyküde Yeni Yönelimler değişimine ayak uydurmakta, bu süreci kayıt altına almaktadır.
Bu görevi üstlendiği ilk dönemlerde tümüyle insanın başından
geçenlere yani olaylara odaklanmıştır. Bunlar günlük hayatın
içerisinden çeşitli çıkarımlar yapılabilecek ya da bireyle ilgi-
li birtakım insani sonuçlara, derslere ulaşılabilecek olaylardır.
Dönemin edebî anlayışına ve bireyine uygun bu yönelim za-
manla değişir. Günümüze yakın bir zamana kadar ise olaydan
çok durumun, anların ve kesitlerin anlatımı öykünün temel
motivasyonu olur. Bu tercih beraberinde hacme bağlı kısalma
eğilimini de belirginleştirir. Anlatım dili yoğunlaşır ve öykünün
hızı durağanlaşır. Söz konusu durumda çağın yapısının ve bi-
reyin bu yeni dünya içerisindeki anlam arayışının büyük etkisi
bulunmaktadır.

Öykü ve öyküye yakın türler olarak kabul


5 edilen roman ve şiir arasındaki benzerlik ve
farklılıkları tartışabilme

Öykü söz konusu edilen edebî türlerden ayrılırken bazı içerik


Öykü ve Diğer Türler ve biçimsel farklılıklarından söz edilmiştir. Öyküyü romandan
ayıran en önemli biçimsel nitelik kısalıktır. Bu nitelik günü-
müze yaklaştıkça daha da belirginleşmiş ve birkaç sayfalık öy-
külerden birkaç satırlık “küçürek öykü”ye doğru bir evrilme
söz konusu olmuştur. Öykünün hacmi, içerikle de doğrudan
etkileşim hâlindedir. Bu döngüsel bir ilişkidir. Seçilen konula-
rın romana göre sınırlılığı hacmi küçültmüş diğer taraftan da
öykünün “bir oturuşta okunan” metinler oluşu yazarların konu
seçimlerine yön vermiştir. Bunun dışında kurgunun ögelerinde
de boyuta bağlı zorunluluklar nedeniyle yazar ayrıntıdan uzak
seçimler yapmaktadır. Öykünün şiirle olan ilişkisinde üzerin-
de durulan temel kesişim noktaları “şiirsel dil” ve “anlatımda
yoğunluk”tur. Bu bakımdan eleştirmenlerce öykü, şiirin anla-
tım olanaklarından faydalandıkça aralarındaki benzerlikler de
artmaktadır.

108
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Aşağıdakilerden hangisi kısa öykünün tanımı 4 Aşağıdakilerden hangisi gelenek ve kısa öykü
hakkında ulaşılabilecek doğru bir yargıdır? ilişkisi açısından yanlış bir yargıdır?

neler öğrendik?
A. Kısa öykünün en kapsayıcı tanımına türün ro- A. Geleneksel hikâyede ve kısa öyküde insanın ken-
manla karşılaştırılması sonucunda ulaşılmıştır. disini edebiyat aracılığıyla ifadesi söz konusudur.
B. Kısa öykü tanımlarında öykü yazarlarının dü- B. Okur, dinleyicinin aksine metne oluşum anın-
şüncelerine giderek daha fazla yer verilmektedir. da müdahale etme imkânına sahip değildir.
C. Kısa öykü Doğu ve Batı edebiyatlarında gelenek- C. İcra ve anlatıcı-dinleyici ilişkisi geleneksel
sel hikâyelerle ilişkisi bakımından ele alınmıştır. hikâyenin ayırıcı vasıflarından biri olarak kabul
D. Kısa öykü okurunun türe karşı olumsuz yakla- edilmektedir.
şımları öykünün tanımlanmasını da geciktir- D. Durum öyküsüyle geleneksel hikâye arasında
mektedir. içerik bakımından benzerlikler olduğu ortaya
E. Kısa öykü tam anlamıyla Batı kaynaklı bir tür konulmuştur.
olduğu için tanımlama çabaları da bu edebiyat- E. Dünya edebiyatlarında geleneğin yerini mo-
larda geniş yer tutar. dern olana bırakma süreci benzer bir seyir izle-
mektedir.
2 Aşağıdakilerden hangisi kısa öykünün temel
nitelikleri açısından doğru bir yargıdır? 5 Aşağıdakilerden hangisi öykünün ögeleri
dikkate alındığında doğru bir yargıdır?
A. Kısa öykünün ögelerinin kurguya aktarılma-
sında ana belirleyicilerden biri öykü yazarının A. Öyküdeki zamanın akışı gerçek hayattakinden
tercihleridir. daha hızlı olmakta ve olaylar daha hızlı ilerle-
B. Kısa öykü yazarının başvurduğu tasarruf ilkesi- mektedir.
nin son yıllarda yeterince uygulanmadığı göz- B. Öykü yazarı öyküsüne konu edeceği olayları dö-
lemlenmektedir. nem okurlarının ilgilerine göre belirlemektedir.
C. Kısa öykünün “kısa” olarak değerlendirilmesi C. Kısa öykülerde diyalogların oranı arttıkça öykü-
türün gelişmesini engellemektedir. nün sürükleyiciliği de aynı oranda artmaktadır.
D. Kısa öykünün hacminin belirlenmesinde en gü- D. Öykünün daha yoğun bir içeriğe sahip olması-
venilir yöntem kelime sayımı olarak kabul edilir. nın nedenleri arasında olaylara fazla yer verme-
E. Kısa öykü içerik olarak toplumsal olaylara yer mesi sayılabilir.
vermez, bunun yerine bireyin iç çalkantılarına E. Kısa öykü, bireyin yaşadığı durumları ve zaman
odaklanır. zaman da açmazları gündeme getiren bir anlatıdır.

3 Aşağıdakilerden hangisi geleneksel hikâye-


6 Aşağıdakilerden hangisi öyküde mekân kul-
lanımı açısından doğru kabul edilebilir?
öykü kavramları hakkında doğru bir ifadedir?
A. Mekân tasvirleri öykünün gelişiminde giderek
A. Öykünün Batı edebiyatındaki gelişimi Doğu
belirleyici bir rol üstlenmektedir.
edebiyatlarından farklı bir yol takip etmiştir.
B. Mekân, öykü kişilerinin ruhunu çözümlemede
B. Öykü sadece yazılı edebiyatın, hikâye ise yal-
okura yön gösteren bir unsurdur.
nızca sözlü edebiyatın bir ürünü olarak kabul
edilmektedir. C. Öykü yazarlarının öncelikle olayların geçtiği
yeri belirlemeleri gerekmektedir.
C. Hikâye, sözlü olarak da icra edilebilen, geleneğin
parçası olan edebî türlerden biri sayılmaktadır. D. Yazarlar çoğunlukla öykü kişileri ve mekân ara-
sında uzak bir ilişki kurarlar.
D. Öykülerin yazarı belliyken, hikâye anonimleş-
miştir, kesin olan tek şey anlatıcının kimliğidir. E. Öykü yazarları artık hayalî mekânlara değil
gerçek mekânlara yönelmektedirler.
E. Modernizmin insan hayatındaki dayatmaları
hikâyenin modern çağlara ulaşamamasının ana
nedenidir.

109
Kısa Öykü Sanatı

7 “Günlük yaşamdan çekip çıkardığım ke- 9 Aşağıdakilerden hangisi kısa öykü-roman


sitlerin, anların beni nerelere götürebileceğinin ilişkisi hakkında doğru bir yargıdır?
farkındayım. Öykülerim kısalıyor olabilir ama
neler öğrendik?

A. Roman ve öykü olay örgüsü, kişi, mekân gibi


yoğunlaşıp derinleştiklerini de okurlarım gözden ögeleri paylaşır.
kaçırmamalıdır. Durum öyküleri bir merkezden
B. Roman yazarı öykücünün değinmediği konu-
öykü kişilerimin çok katmanlı ruh dünyalarına
lara değinmektedir.
doğru uzanıyor.” diyen bir yazar aşağıdaki ifadeler-
den hangisini söylemiş olamaz? C. Roman kısa öyküye göre daha fazla kişiye yer
vermektedir.
A. Öyküdeki zamanın daralmasını bir sorun ola- D. Öykü, romanla karşılaştırıldığında daha kar-
rak algılamadığımı söylemeliyim. maşık olaylar içerir.
B. Uzun olay anlatımlarının kişileri resmetmedeki E. Roman, öykünün aksine okur tarafından daha
yararı göz ardı edilmesin istiyorum. fazla sevilmektedir.
C. Mekânlar sıkışıyormuş izlenimi duyabilirsiniz
öykülerimde ama bu sizi özgürleştirecek.
D. Öykü unsurlarından tasarruf ettikçe bireyin iç
10 Aşağıdakilerden hangisi kısa öykü-şiir ilişkisi
benliğine doğru yeni kapılar açılacaktır. hakkında doğru bir yargıdır?
E. Genç yazarlara küçülen anları anlatmaktan ka- A. Mensur şiirler öykü türünün bir devamı olarak
çınmamalarını öğütleyebilirim. kabul edilmektedir.
B. Kısa öykü şiirsel dili ve yoğunluğu bakımından
şiire yaklaşır.
8 Aşağıdakilerden hangisi durum-olay öyküsü
ve küçürek öykü için doğru olarak kabul edilebilir? C. Şiir yazmak isteyen gençler işe öykü kaleme
alarak başlamaktadırlar.
A. Küçürek öykü günümüz insanının edebiyattan D. Öykünün şiire en yakın olduğu dönem 19.
uzaklaşmasının bir sonucu olarak ortaya çık- yüzyıl olmuştur.
mıştır. E. Öyküdeki yönelim türün şiirin yerini alabilece-
B. Küçürek öykü, durum öykülerindeki mekân ğini göstermektedir.
tasvirlerinin metinlerden çıkarılmasıyla oluş-
muştur.
C. Olay öyküleri durum öykülerine nazaran okur-
lar tarafından daha çok sevilmiştir.
D. Durum öykülerinin doğuşuyla birlikte yazarlar
olay öyküleri yazmayı bırakmışlardır.
E. Olay öyküleri diğer biçimlere nispetle roman
türüne daha yakın kabul edilmektedir.

110
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykünün Tanımı


1. C 6. B Yanıtınız yanlış ise “Öykünün Ögeleri” ko-
ve Türün Sınırları Meselesi” konusunu yeni-
nusunu yeniden gözden geçiriniz.
den gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykünün Tanımı Yanıtınız yanlış ise “Olay Öyküsü-Durum
2. A 7. B
ve Türün Sınırları Meselesi” konusunu yeni- Öyküsü ve Öyküde Yeni Yönelimler” konu-
den gözden geçiriniz. sunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Olay Öyküsü-Durum


3. C Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykü ve Gelenek 8. E
Öyküsü ve Öyküde Yeni Yönelimler” konu-
İlişkisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
sunu yeniden gözden geçiriniz.

4. D Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykü ve Gelenek 9. A Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykü-Roman İliş-
İlişkisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. kisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. E Yanıtınız yanlış ise “Öykünün Ögeleri” ko- 10. B Yanıtınız yanlış ise “Kısa Öykü-Şiir İlişkisi”
nusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
4 Anahtarı

Kısa öykünün tanımlanmasındaki problemlerin ilki edebî türlerin genel özel-


likleriyle ilgilidir. Edebî eserlerin, kesin tanımlar ve belirgin sınırlarla anlatıl-
masında yaşanan güçlükler kısa öykünün tarifinde de belirgindir. Bunun yanı
Araştır 1 sıra türün hacimle ilgili nitelikleri de bu zorluğu besleyen bir diğer neden ola-
rak görülmelidir. Kısa öykünün tanımlanması noktasındaki meseleler, romana
özgü terminoloji kullanılarak aşılmaya çalışılmış ancak bu tutum da başka
dezavantajları beraberinde getirmiştir.

Geleneksel hikâyeyle kısa öykü arasındaki temel farklardan en öne çıkanı her
ikisinin aktarımında seçilen tutum olarak değerlendirilmektedir. Geleneksel
hikâyede, meddah geleneğine benzer biçimde anlatıcı-dinleyici ilişkisinin temel
Araştır 2 bir unsur olduğu açıktır. Öykü ise edebî eserlerin modern yönelimlerinden etki-
lenmiş, neredeyse tüm dünya edebiyatlarında anlatıcı-okur ilişkisine doğru evril-
miştir. Kısa öyküde yazar, varlığını giderek görünmez kılmış, oluşturduğu metne
anlatıcıyı yerleştirerek okurla kendi arasına belirli bir mesafe koymuştur. Dola-
yısıyla hikâye ve öykünün kurguya ve okura karşı yaklaşımı temelde ayrışmıştır.

Kısa öykülerde mekân teknik ve tematik bakımdan çift yönlü bir işlev görmek-
tedir. Öncelikle mekânla kastedilen öyküdeki olayların geçtiği sahnelerdir. Bu
sahnelerin tanımlanması ve tasvir edilmesi öyküye yaşamla benzeşen bir gerçeklik
izlenimi kazandırmaktadır. Bunun ötesinde öykü yazarı bu tasvirlerin aynı za-
manda öyküde seyreden olaylara ve yer alan kişilere ışık tutacak birtakım ipuçları
Araştır 3 içermesine de dikkat etmektedir. Böylelikle mekâna yüklenen işlevsellik yazarın
hacimle ilgili kaygılarını da en aza indirir. Bir öge birden fazla işlev yüklenerek
metnin kısa olmasını kolaylaştırır. Mekân ve mekâna bağlı değerler öykülerde
bir tema olarak da görünebilir. Belirli mekânlara duyulan özlem, bazı yerlerden
uzaklaşma isteği ya da şehirleşmenin, doğal yaşamdan uzaklaşmanın bireyde bı-
raktığı olumsuz tesirler gibi farklı içerikler mekân vasıtasıyla öyküye dâhil edilir.

111
Kısa Öykü Sanatı

Araştır Yanıt
4 Anahtarı

Kısa öykü diğer edebî metinlerde olduğu gibi insanın bireysel ve toplumsal
yönüyle etkileşim hâlindedir. Dolayısıyla bu cephelerdeki kısa ve uzun vadeli
her değişim kısa öykünün dünyasına da yansır. Bireyin eylem ve tutumları bu
Araştır 4 bakımdan öyküdeki konu seçiminden anlatım tekniğine varıncaya dek etkile-
me kabiliyetine sahiptir. Bunun yanı sıra edebiyatın kendi iç dinamikleri, yeni
arayışlar, edebî akımlar gibi pek çok unsur da hem edebiyatın diğer türlerinde
hem de kısa öykünün yeni yönelimlerinde tesir gösterebilmektedir.

Kısa öykü ve roman genel kanı açısından birbirine yakın türler olarak değer-
lendirilmişlerdir. Bu kanının oluşmasında roman ve öykünün ortak kurgusal
ögelere sahip bulunması rol oynar. Olay örgüsü, kişiler, zaman, mekân gibi
ögeler anlatma esasına dayalı türlerin kullandığı teknik unsurlardır. Bu un-
surların ortaklığı, öykünün romandan ayrılmış bir anlatım biçimi olduğunu
Araştır 5 düşündürür. Ayrıca içerik bakımından da her iki türün toplumu ve insanı
anlatıyor oluşu onları aynı çerçevede buluşturmaktadır. Her iki tür de konu-
larını ve tematik içeriklerini bireyin şahsi ve sosyal dünyasından alır. Roman
içeriğini genişletme imkânına sahipken kısa öykü anlatımını yoğunlaştırarak
ana hatları gündeme getirir. Ancak her ikisi de okura ulaştırmak istediği duy-
gu, düşünce ya da fikri kendi olanakları çerçevesinde başarıyla aktarır.

Kaynakça
Akçay, A. S. (2000). Türk Öyküsünün Yeni Çehresi: Kostelanetz, R. (1966). Notes on the American Short
Yeni Öykü ya da Bireysiz Öykü. HECE Türk Story Today. Minnesota Review, 5, 214-221.
Öykücülüğü Özel Sayısı, 46/47, 96-105.
Lawrence, J. C. (1917). A Theory of the Short Story.
Bader, A. L. (1945). The Structure of the Modern North American Review, 205, 274-286.
Short Story. College English, 7, 86-92.
May, C. E. (1987). A Survey of Short Story Criticism
Demir, A. (2011). Mekânın Hikâyesi Hikâyenin in America. Short Story Theories. (ed. Charles E.
Mekânı. İstanbul: Kesit. May,) Ohio University Press, 6. baskı, 3-12.
Doğan, M. C. (2000). Şiir ve Hikâye. HECE Türk Neuse, E. K. (1990). Kısa Öykü: Modern Yazında
Öykücülüğü Özel Sayısı. 46/47, 132-138. Biçim Deneyi. Çağlar Tanyeri Ergand (çev.), Metis
Çeviri, 12, 42-49.
Friedman, N. (1958). What Makes a Short Story
Short?. Modern Fiction Studies. 4, 103-117. Özgül, M. K. (2000). Hikâyenin Romanı. HECE
Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, 46/47, 31-39.
Hançerlioğlu, O. (1957). Türk Hikâyeciliği. İstanbul:
Kardeşlik Mahfili. Stroud, T. A. (1956). A Critical Approach to the Short
Story. The Journal of General Education, 9, 91-100.
Korkmaz, R. (2007). Romanda Mekânın Poetiği.
Dil ve Edebiyat Yazıları. Mustafa İsen’e Armağan Tosun, N. (1998). Öyküde Kısalık Neye Tekabül
içinde (s. 399-415). Ankara: Grafiker. Eder? Hece, 17, 7-9.
Korkmaz, R.-Deveci, M. (2011). Türk Edebiyatında
Yeni Bir Tür Küçürek Öykü. Ankara: Grafiker.

112
Bölüm 5
Tiyatro Sanatı
öğrenme çıktıları

1 2
Tiyatro Kavramı ve Tiyatronun Türleri
1 Tiyatro türünün tanımını yaparak tiyatro Tiyatronun Tarihsel Süreci
türlerinin niteliklerini sıralayabilme 2 Tiyatronun tarihsel kökenini açıklayabilme

3
Tiyatronun Teknik Özellikleri
3 Tiyatronun teknik özelliklerini ifade
edebilme

Anahtar Sözcükler: • Tiyatro • Tragedya • Komedya • Tiyatro Tarihi • Tiyatro Tekniği


• Klasik-Dramatik Yapı • Epik Yapı

114
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ
Tiyatro, Tanzimat dönemiyle birlikte Batı kanalıyla Türk edebiyatının tanıştığı yeni edebî türlerden
biridir. Bu dönemde gazeteler ve çeviriler yoluyla ilgi duyulan ve giderek telif eserler verilmeye başlanan bu
edebî türün kavramsal olarak ne ifade ettiği, kendi içinde ne gibi türlere ayrıldığı, Batı’daki tarihsel serüve-
ni, teknik özellikleri gibi konular, bu ünite kapsamında aydınlatılmaya çalışılacaktır.

Resim 5.1 Tiyatro Sahnesi


Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Capitol_Theatre_(Windsor)#/media/File:Capitol_Theatre_Lobby_ca_1989_08.jpg

TİYATRO KAVRAMI VE TİYATRONUN TÜRLERİ


Tiyatro, oyun (dramatik metin), oyuncu, sahne tasarımı, sahne giysisi, sahne tekniği, sahneleme gibi
her biri başlı başına sanatsal bir etkinlik alanı olan ögelerden oluşmuş, bileşken bir sanattır (Çalışlar, 1992,
s. 185). Tiyatro terimi köken olarak Yunanca theastai (görmekten) theatron (genel görüş) sözcüklerine
dayanır. Antik Yunan’da seyircilerin oturdukları yer anlamına gelirken bugün genel olarak bütün drama-
tik gösterilerle ilgili çalışma alanını kapsamaktadır. Türkçe-
ye ise tiyatro terimi İtalyanca teatro sözcüğü ile girmiştir.
Tiyatro, dram kavramına karşıt olarak bir temsilin metin Mimesis (Taklit)
dışında kalan bütün yönlerini belirtir. Dram ise Yunancada Antik estetiğin ve drama kuramının temel
bir şey yapmak ya da yapılan bir şey anlamına gelir. Dram kavramı; yansıtma kuramının temelini
ve tiyatro birbiriyle iç içe olan kavramlardır. Dram sanatı, oluşturan sanat kategorisi, sanatın özgül-
tiyatronun kuramsal ve yazınsal yanını ifade ederken tiyat- lüğünü açıklamak amacıyla ortaya konmuş
ro sanatı, deneysel ve görsel-işitsel yanını kapsar. Dram sa- estetik kavram (Çalışlar, 1992, s. 118).
natının seyirci karşısında gerçekleşmesi tiyatro sanatı saye-
sinde olur (Nutku, 1983, s. 7). Tiyatronun temelinde taklit
(mimesis) kavramı yatmaktadır.
Dram, vodvil, fars vb. yaygınlık kazanan tiyatro türlerinden bahsedilebilse de biz burada iki ana tür
üzerinde duracağız: Tragedya (trajedi) ve komedya (komedi). Tiyatro türleri kendi içlerinde farklı alt türle-
re ayrılsalar da temelde bu iki türe dayanmaktadırlar. Tragedya ve komedyanın ne anlama geldiği ve tarihsel
seyri içerisinde kazandıkları özellikler şöyle açıklanabilir:

115
Tiyatro Sanatı

Tragedya çekte olduğundan daha iyi olması beklenen oyun


Tragedya, konusunu mitolojiden ya da tarihten kişisi, her şeyden önce ahlak değerleri bakımından
alan ve bir kahramanın kendi çevresindeki şartlarla üstün nitelikler taşımalıdır. Bu, ortalamadan daha
çatışmasını, mücadele edip trajik bir biçimde ye- iyi olan karakterin bir hatası olmalıdır. Bu hata (ha-
nik düşmesini anlatan bir tiyatro türüdür. Traged- martia), iyi bir insanın, bilmeden yaptığı yanlış ha-
yanın, Antik Yunan uygarlığının MÖ VII. ve VI. reket ya da ahlaki olmayan bir zayıflıktır ve kişi bu
yüzyılları arasında Tanrı Dionysos adına yapılan hatası yüzünden yıkıma uğrar. İyi bir kişinin bil-
törenlerde söylenen dithirambos şarkılarından meden yaptığı bir hareket yüzünden ya da küçük
doğduğu kabul edilmektedir. Dionysos’un kutsal bir zaafa kapıldığı için yıkıma uğraması, seyircide
hayvanı sayılan teke kılığına giren kişiler, bu kutsal korku ve acıma duyguları uyandırır ve istenen tra-
törende şarkılar söyleyerek dans ederler. Söylenen jik etki elde edilmiş olur (Şener, 2006, s. 37-38).
koro şarkıları giderek belli bir kalıba göre ifade edil- Böylece tragedyada olay örgüsünün mutlu başlayıp
meye ve şiirsel bir nitelik kazanmaya başlar. Böyle- yıkımla sonuçlanması beklenir. Olaylar kusursuz
ce Yunanca teke anlamına gelen tragos sözcüğü ile bir dille, manzum şekilde sergilenir. Çirkinlikler,
ezgi anlamına gelen aoide sözcüğünün birleşmesi kabalıklar arka planda kalır. Dövüşme, vuruşma,
ile ortaya çıkan tragoidia (tragedya) adı, zamanla yaralanma, cinayet, intihar gibi olaylar sahne arka-
dinsel törenin bir parçası olmaktan çıkarak bir sa- sında gerçekleşir ve bunlar sahneye gelen haberciler
nat hâline dönüşür (Şener, 2006, s. 16). Tragedya yoluyla öğrenilir.
MÖ V. yüzyılda Atina’da gelişimini sürdürür. Bu Aristoteles’e göre tragedya, yaşamı taklit eder,
yüzyılın önemli tragedya yazarları arasında Aiskh- fakat yaşamın genel, tipik ve evrensel yanını, akla
ylos, Sophokles, Euripides sayılabilir. uygun ve olası olanı ele alır. Ayrıca yaşamı olduğu
gibi değil, olması gerektiği gibi yani düzeltip yet-
kinleştirerek yansıtır. Aristoteles iyi bir tragedyada
Dithyrambos olay dizisinin yalın değil, karmaşık olması gerek-
Dionysos şenliklerinde, Dionysos’u ulu- tiğini belirtir. Bahtın kötüden iyiye değil, iyiden
lamak için koro tarafından okunan dinsel kötüye doğru dönmesi daha doğrudur. Tragedya
tören ezgisi (Çalışlar, 1992, s. 47). yazarları güncel konulardan kaçındıkları gibi oyun-
larının konusunu tarihten, efsaneden almışlardır.
Tragedyanın seyirci açısından işlevi, korku ve mer-
Tiyatro hakkındaki ilk kuramsal bilgileri veren
hamet duygularını uyandırarak ruhunu arındırmak
Aristoteles, Poetika adlı eserinde tragedyayı şöyle ta-
ve onu huzura kavuşturmaktır. Aristoteles’in Poe-
nımlar: “Tragedya, ahlaksal bakımdan ağırbaşlı, başı
tika’sında tragedya üzerine koyduğu ilkeler, Röne-
ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan bir eyle-
sans Dönemi’nde güçlenmekle birlikte günümüze
min taklididir; sanatça güzelleştirilmiş bir dili vardır;
kadar da etkisini sürdürmüştür.
içine aldığı her bölüm için özel araçlar kullanır; ey-
lemde bulunan kişilerce temsil edilir. Bu bakımdan Antik Yunan’da ilkeleri belirlenen tragedya, te-
tragedya, salt bir öykü (mythos) değildir. Tragedya- mel niteliklerini korumakla birlikte yaşanan çağa ve
nın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla toplum yapısına göre de yüzyıllar içerisinde farklı şe-
ruhu tutkulardan temizlemektir (katharsis).” (Aris- killerde işlenir. Örneğin, tragedyanın kahramanları
toteles, 2006, s. 22). artık soylu kimseler değil, yaşam içinde çok da göze
Aristoteles eserinde tragedyanın ilkelerini de çarpmayan sıradan kişiler olur. Antik Yunan’dan
belirler. Buna göre, tragedya türünün özellikle- bugüne tragedya sahasında çok önemli isimler ye-
rinden biri, ortalamadan daha iyi kişilerin taklit tişmiştir. Orta Çağ’ın başlarında, oynanması güç
edilmesidir. Tragedya kişileri bilinen, tanınmış ki- ve okunmak için yazıldıkları izlenimi veren yapıt-
şilerdendir. Dolayısıyla bu kişiler, soylu ve erdemli larıyla dikkat çeken önemli tragedya yazarı olarak
olma özelliğine sahiptirler. Ortalamadan ya da ger- Seneca’yı görürüz. Rönesans’ta Elizabeth dönemi-

116
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

nin en önemli tragedya yazarı ise Shakespeare’dir. lanır. Roma Dönemi yazarlarından Cicero da
17. yüzyılda Fransız tragedya yazarları olarak öne komedya üzerine verdiği bilgilerle dikkat çeker.
çıkan iki isim, Corneille ve Racine’dir. 18. yüzyılın Ona göre, komedyada sergilenen kusur, acı ve za-
başlarında İngiltere’deki en önemli tragedya yaza- rar verici olmamalıdır. Komedyaya uygun tipler;
rı ise Dryden’dir. Modern tragedya ise 19. yüzyılın huysuz, evhamlı, kuşkucu, budala gibi gülünç ol-
sonlarından itibaren, yani İbsen’in ortaya çıkışından maya elverişli kusurları olan tiplerdir. Komedyada
günümüze kadarki süreçte şekillenir. güldürme yolları, kelime oyunları, söz ustalıkları,
yanlış anlama, şaşırtma gibi anlatıma dayalı ola-
bileceği gibi umutların yanlış çıkması, karikatür-
leştirme, çirkin ve utanç verici olana benzetme,
ironi, uyumsuz bileşim, saf görünme numarası
gibi düşünceye dayalı güldürme biçimleriyle de
yapılabilmektedir (Şener, 2006, s. 58).
Komedya konusunu günlük yaşantıdan alır.
Komedyada tragedyanın aksine kurgusal kişiler
bulunur. Yine tragedyanın tam tersi yönde gelişen
olaylar örgüsüne göre, komedyada mutsuzlukla ya
da karmaşık bir düzende başlayan öykü, mutluluk-
la son bulur. Komedyanın dili de konuşulan, gün-
delik dildir. Komedyanın seyirci açısından işlevi ise
oyun kişilerinin kusurlu ya da eksik nitelikleriyle
gülünç olanı öne çıkararak seyircinin söz konusu
olan kusurlardan kaçınmasını sağlamaktır. Antik
Çağ’ın önemli komedya yazarları Aristophanes,
Plautus ve Terentius’tur. Komedya türünün dünya
Resim 5.2 Aristoteles (MÖ 384-MÖ 322) yazınındaki en önemli isimleri ise Shakespeare ile
Kaynak: http://www.odevi.org/dosyalar/ Molière’dir.
icerik/3573/5845/45_aristoteles-poetika.jpg Komedyanın da kendi içinde farklı adlandır-
malarla anılan türleri vardır. Belli bir tezi olan ve
Komedya komik olanı karakterden değil de durumlardan
Komedya, kişilerin, olayların ve durumların çıkaran komedya türüne durum komedyası; her
gülünç yanlarını ele alıp işleyen tiyatro türüdür. türlü hareketi gösterişli ve abartılı olan oyun ki-
Komedyanın Tanrı Dionysos için düzenlenen bağ şisinin, olayların merkezinde yer aldığı ve gülünç
bozumu şenliklerinden ve phallos şarkılarından durumlara düşmesine rağmen bunu kendine gül-
doğduğu kabul edilir. Bolluğu ve üremeyi kutsa- dürmeden anlatıldığı komedyaya “kahramanlık
yan geçit törenlerine komos adı verilir. Komedya, komedyası”; olma olasılığı çok düşük olan bir
halkın bu eğlenceli geçit törenlerinde yapılan açık olayın inandırıcı bir biçimde sunulduğu, kılık
saçık taklitlerin düzenli bir biçim kazanmasıyla değiştirmeler, aşk ve dövüş sahnelerinin sıklıkla
oluşur. Komedya başlangıçta ciddiye alınmamış- görüldüğü komedyaya “romantik komedya”; bel-
tır. Komedya da tragedya gibi MÖ V. yüzyılda li bir karakter özelliğinin abartılarak güldürünün
Atina’da gelişir. konusu hâline getirilmesine dayanan komedyaya
“karakter komedyası”; toplumun gülünç ve aksa-
Tragedyanın aksine komedya, ortalamadan
yan yönlerini anlatan komedyaya “töre komedya-
daha aşağı kişileri taklit eder. Yani bu türde, soy-
sı”; bir burjuva komedyası türü olan, eğlendirmek
lu olmayan, kusurlu kişiler ele alınır ve oyundaki
yerine duygulara seslenerek içlendirmeye çalışan,
gülünçlük bir kusurdan, bir eksiklikten kaynak-

117
Tiyatro Sanatı

sonu uzlaşmayla, iç rahatlama ve ders vericilikle sonuçlanan


komedyaya “içli komedya”; entrika komedyası olarak da anı-
lan ve olayların çeşitli dolantılarla ilerlediği, odak noktasının
kişilerin üzerinde değil, kişilerin çevirdiği türlü dalaverelerde
olduğu komedyaya “dolantı komedyası” denir.
Tragedya ile komedyanın farklı özellikler taşıdığı ve ke-
sinlikle birbirinden ayrılması gerektiği düşüncesi uzun süre
tiyatro tarihinde kabul görmüştür. Özellikle klasik dönemin
hâkim düşüncesi hâline gelen bu anlayış, türler arasındaki
kesin ayrıma karşı çıkan bazı yazarlar tarafından tür tanım-
larında daha esnek hareket imkânı tanımaya başlar. Klasik
Çağ’ın önemli düşünürlerinden François Ogier, İtalyanların
trajikomiği başlattıklarını, trajik ile komiğin karışımının hoşa
gittiğini, yalnız bu çeşit tür karışımlarında oyun kişilerinin
her türün ayırıcı özelliğine uygun olarak konuşması gerektiği-
ni ileri sürer (Şener, 2006, s. 105).
Resim 5.3 Molière (1622-1673)
Kaynak: http://www.nkfu.com/moliere-
resimleri/
Öğrenme Çıktısı

1 Tiyatro türünün tanımını yaparak tiyatro türlerinin niteliklerini sıralayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Tragedya ve komedyadan Tiyatro türlerinin diğer edebî Tragedya ile komedya türle-
başka tiyatronun alt türleri türlerde de kullanılıp kulla- rinin estetiği etkileyen özel-
hakkında bilgi veriniz. nılmadığını değerlendirin. liklerini anlatın.

TİYATRONUN TARİHSEL SÜRECİ


Tiyatronun temellerini Antik Yunan’a kadar götürmek mümkündür. Tarihsel seyir içerisinde Roma, Orta-
çağ, Rönesans, Klasik, Romantik, Gerçekçi (Realist) / Doğalcı (Naturalist), Sembolist dönemler şeklinde iler-
leyen tiyatro sanatı, 20. yüzyıla yön veren eğilimler sayesinde yeni bir boyuta erişir. Modern çağda gelecekçi
(fütürist) tiyatro, gerçeküstücü (sürrealist) tiyatro, dışavurumcu (ekspresyonist) tiyatro, politik amaçlı tiyatro
(epik-diyalektik tiyatro), absürt tiyatro, çağdaş tiyatro anlayışlarıyla farklı bakış açıları kazanır. Bu bağlamda
tiyatronun tarihsel süreci içinde dönemlere göre nasıl gelişmeler kaydettiği gözler önüne serilmiştir:

Antik Yunan Dönemi


MÖ V. ve IV. yüzyıllar, tragedya ve komedya türünün olgun örneklerinin verildiği ve Yunan uygarlı-
ğının en parlak dönemini yaşadığı yıllardır. Güçlü ekonominin ve demokratik hayatın hüküm sürdüğü
Antik Yunan’ın bu özgürlükçü ortamında, tiyatro sanatı da gelişmiş ve uzun yüzyıllar etkisini sürdürecek
klasik-dramatik yapının temelleri atılarak ilkeleri belirlenmiştir. Bir önceki bölümde bahsedilen tragedya

118
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ve komedya türlerinin birbirinden ayrı iki tür ol- Roma Dönemi


duğu hükmü ve bu türlerin biçimsel kuralları da Roma’da tiyatro anlayışı başlangıçta Yunan ti-
bu dönemde şekillenmiştir. “Tiyatronun Türleri” yatrosunun devamı niteliğindedir. Daha sonra
başlığı altında bu kurallar üzerinde durulduğu için Roma’nın kendine özgü yaşam anlayışı, kültürü, eko-
bu konuya burada ayrıca yer verilmeyecektir. nomik durumu Greko-Romen sentezini yaratmıştır
Tiyatro türü ile ilgili ilk bilgiler için Antik (Şener, 2006, s. 55). Yunan Dönemi’nde tanrısal
Yunan’a kadar uzanmak gerekir. Bu konuda ilk sis- olana yaklaştırılan tiyatro sanatı, Roma Dönemi’nde
günlük yaşama katkıda bulunduğu ölçüde önem
temli düşünce içeren eser olarak Aristoteles’in Po-
kazanır. Roma tiyatrosunda günlük ilişkiler sergile-
etika’sını görmekteyiz. Antik Yunan’daki tragedya
nirken bu ilişkiler içinde kişinin nasıl davranması
ve komedyaların, çağının önemli sorunlarını, de- gerektiği gösterilmektedir. Tiyatrodan kazanılacak
ğer yargılarını, toplum yapısının çelişkilerini dile eğitimin amacı, seyirciyi tüm davranışlarında dinin,
getirirken halkı bilhassa ahlak konusunda eğitme ahlakın ve yasaların kurallarına uyan, disiplinli bir
işlevine büründükleri görülür. Özellikle tragedya yurttaş yapmaktır (Şener, 2006, s. 60). Bu dönemin
karakterine yüklenen ahlaki değerlerin oyunun öne çıkan tiyatro yazarları daha çok komedya türün-
ilerleyen yerlerinde zaafa düşmesi, seyircide bazı de eser vermeleriyle dikkat çeken Plautus, Terentius
heyecanların uyandırılmasına yol açtığı kabul ve Cicero’dur. Roma Dönemi’nde tiyatro eleştirisi ve
edilir. Böylelikle tragedyanın başarısı da seyircide kuramı ile ilgili en önemli eser ise Horatius’un Ars
ne derece etki uyandırdığı ile ölçülür. Bu nokta- Poetika’sıdır. Eserin MÖ 24-20 yıllarında yazıldığı
da yine Aristoteles’in Poetika’sındaki “katharsis” tahmin edilmektedir. Horatius’un tiyatrodan bek-
kavramını hatırlamakta fayda vardır. Katharsis, lentisi de pratik yaşamın düzenlenmesiyle ilgilidir.
Ona göre, yurttaşların geleneksel değerler açısından
korku ve acıma gibi ruha zararlı heyecanları bo-
eğitilmesi ön planda olmalıdır. Böylece Roma tiyat-
şaltarak rahatlama anlamına gelir (Şener, 2006, s.
rosu günlük gerçekleri dile getirirken günlük yaşama
45). Seyirci önce bu heyecanlarla uyarılmakta, üst da katkıda bulunur. Tiyatronun görevi eğlendirmek
üste yaşanan bu heyecanlar tüketilmekte ve sonun- ve öğüt vermek olmalıdır.
da yerini boşalmadan kaynaklanan bir rahatlama,
arınma ve dinginlik duygusuna bırakmaktadır.
Böylece tiyatro, insan ruhu için sağlıklı (daha den-
geli, daha olgun) bir etki yaparak işlevini yerine
getirmiş sayılır. Seyirciden beklenen de izledikleri
sayesinde düşünen, bilinçli, erdemli ve sorumlu
bir vatandaş olması yönündedir.

Aristoteles (MÖ 384-322) ve Poetika


Antik Yunan tiyatro kuramcısı ve bir filo-
zof olan Aristoteles, Poetika adlı eserinde
özellikle tragedya üzerinde durmakta ve
tiyatro türü ile ilgili ilk kuramsal bilgile-
ri vermektedir. Bu eserde tiyatro türünün
tanımı, nitelikleri ve bölümleri kaydedil-
mekte; Antik Yunan oyun yazarlarının
eserlerinden örnekler verilerek tiyatro tü-
rünün destan geleneğinden farkına işaret
edilmektedir. Resim 5.4 Horatius (MÖ 65-MÖ 8)
Kaynak: https://uofuhistoryoftheatre.files.wordpress.
com/2013/09/480225712_c61016a1f6_o.jpg

119
Tiyatro Sanatı

Orta Çağ Dönemi Klasik Dönem


Orta Çağ’da tiyatronun gelişimi sekteye uğrar. Klasik anlayış, XVII. yüzyılda Fransa’da orta-
Bu dönemde kilise, tiyatroya karşı suçlayıcı bir ta- ya çıkmış ve XVIII. yüzyılda yaygınlık kazanarak
vır sergiler. Genel kanı, trajik sahne oyunlarının birçok ülkede hâkim olan bir tiyatro akımı hâline
ayartıcı olduğu, ruhu tuzağa düşürüp yozlaştırdığı, dönüşmüştür. Pierre Corneille, Jean Racine, Jean
bazı heyecanları bastıracak yerde beslediği, dolayı- Baptiste Poquelin Molière gibi büyük oyun yazar-
sıyla sakıncalı olduğu yönündedir. Bu dönemdeki larının yetiştiği klasik dönem, Fransız tiyatrosunun
anlayışa göre tiyatro, gerçek olmayana yer verdiği da en parlak dönemidir. Bu anlayışın Fransa ve
ve kutsal ruha, ahlaka aykırı düştüğü için de teh- İngiltere’de krallık otoritesinin güçlendiği yıllarda
likelidir. Orta Çağ’da tiyatronun yasaklanması ve geliştiği görülür. Dolayısıyla tiyatro sanatının bu
din adamlarının tiyatronun zararları üzerine bildi- yıllarda sarayın desteği, gözetimi ve denetimi altın-
riler yayımlamaları, tiyatro düşüncesinin ve yazarlı- da ilerlemesi dikkat çekicidir. Bu dönemde tiyatro,
ğının gelişmesini olumsuz yönde etkiler. Hristiyan dünya görüşünü benimsemiş, bu dünya
görüşü ile krallık değer yargılarını sanatsal bütün
Rönesans Dönemi içinde bir araya getirmiştir. Soylu ve yüksek tabaka-
Bu dönemdeki tiyatro anlayışı, Antik Yunan ya hitap ettiği için de anlatımın incelikli olmasına
ve Latin tiyatro anlayışının devamı niteliğindedir. özen gösterilmiştir.
Ancak tiyatronun yeni konular, yeni biçimlemeler XVII. yüzyılın Akıl Çağı olarak adlandırılma-
kazanması da bu döneme rastlar. XV. ve XVI. yüz- sından dolayı, tiyatronun da bu anlayışa göre şe-
yıllarda İspanya’da Lope de Vega gibi, İngiltere’de killendiği görülür. Buna göre akılcılık ve ölçülülük
Christopher Marlowe, William Shakespeare gibi klasik akımı belirleyen hususlar olarak öne çıkar.
usta yazarlar yetişir. Tiyatro binalarında, sahne dü- Klasik tiyatro anlayışı, akla, toplumsal davranış
zenlemelerinde, oyunculukta ve yazarlıkta barok kurallarına, ahlak değerlerine bağlılık, biçim kural-
üslup hâkimdir. Rönesans tiyatrosunun öne çıkan larına uygunluk anlamını taşır. Tiyatronun eğitici
özelliklerinden biri okunmak için değil, oynanmak görevi ve biçim kalıpları konusunda tutucudur.
için yazılmış olmasıdır. Bir diğer özellik, tiyatroda Sınırların dışına çıkılmasından hoşlanmaz. Biçim
gerçeğe benzerlik gözetilmesi gerektiğidir. Antik değişikliklerini, özgün anlatımları kuşku ile karşılar
Yunan’da önerilen denge, uzunluk, üç birlik kura- (Şener, 2006, s. 90).
lı, neden-sonuç ilişkisi vb. biçimleme kurallarına Oyunların konuları genellikle mitolojiden se-
bu dönemde de uyulduğu görülür. Komedya ve çilir. Düşündürücü ve ibret verici olmaya önem
tragedyanın yanı sıra melodram ve trajikomedya verilir. Böylece kurulu düzenin ahlak anlayışı des-
gibi yeni türler ortaya çıkmaya başlar. Rönesans teklenir. Aykırı tutkular, ölçüsüz davranışlar, taş-
Dönemi’nde de tiyatronun görevi eğiterek yarar kınlıklar eleştirilir. Oyunlarda hareket azalmış, dış
sağlamak, eğlendirerek zevk vermektir. eylemin yerini iç çatışmalar almıştır. Klasik tiyat-
ro, didaktik olmasının yanı sıra durağandır (Şener,
2006, s. 94). Antik Yunan’da benimsenen yazgısına
Barok Üslup karşı sonuna kadar savaşan onurlu bireyin yerini,
Resim, heykel, mimarlık gibi sanatlarda arkai- klasik tiyatroda kendini kurban ederek toplumun
ki izleyen klasikten sonra son üslup basamağı. düzenini koruyan toplum üyesi almıştır (Şener,
Genel bir üslup adı olduğu hâlde, daha çok Av- 2006, s. 114). Oyun kurgusunun merak uyandı-
rupa’daki 1600-1750 yılları arasındaki resim, racak şekilde düzenlendiği dikkati çeker. Klasik
heykel ve mimarlık üslubu için kullanılmıştır. dönemde Antik Yunan ve Latin kuramcılarından
Barok sözcüğü, Portekizce “düzenli olmayan hareketle öne sürülen biçim kurallarını şöyle sırala-
inci” anlamına gelen “barocco”dan yapılmıştır. mak mümkündür:
Barok üslubu, dağınık, yüklü, şişkin biçimlerin • Arılık, yalınlık: Olay dizisinde, kişilerde,
aşırı ölçüde yığılmasıyla kendini gösterir. 17. konuşmalarda azla yetinilmesi, özlü olun-
yüzyılda Avrupa’da kuvvetlenen krallık gösteriş masıdır.
severliğinin gereksindirdiği bir büyüklük, gör- • Belli uzunluk, tamamlanmışlık: Oyunun
kemlilik, renklilik ayrıca bu üslubun özellikle- serim, düğüm, gelişim ve sonuç bölümleri-
ridir (Turani, 1968, s. 138). ni içermesidir.

120
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

• Organik bütünlük: Olayların düzenlenme-


sinde sağduyuya uygun ve organik bir tertip
aranmasıdır. Üç Birlik Kuralı
• İnandırıcılık, tutarlılıktır. Antik Çağ’da öne çıkan hareket birliği ve za-
man birliği kuralları daha sonraki çağlarda
• Üç Birlik: Eylemde, zamanda ve yerde bir-
da (özellikle klasik akım içinde) benimsenen
lik gözetilmesidir.
önemli bir uygulama olmakla birlikte, bu iki
• Beş perde: Oyunun beş perdeli olmasıdır. kurala bir de yer birliği kuralının eklenmesiyle
• Üç oyun kişisi: Bir sahnede üç kişiden fazla tiyatro tarihinde üç birlik kuralı diye anılan
konuşan oyun kişisinin bulunmamasıdır. uygulama ortaya çıkmıştır. Üç birlik kuralı
• Kanlı olayların sahnede gösterilmemesi: 20. yüzyılda önemini yitirmiştir.
Ölüm, acı çekme, adam öldürme gibi sah-
nelerin göz önünde yer almamasıdır (Şener, Hareket (Eylem) Birliği
2006, s. 99-100). Olayların belli bir konu çevresinde toplanma-
Klasik dönemde de tiyatronun ahlaktan yana sı, birbirini olasılık ve zorunluluk kurallarına
olması gerektiği, hatta yazarlar açısından bunun göre izlemesi demektir. Rastlantısal olana ve
bir görev olduğu düşüncesi hâkimdir. Bir tiyatro asıl konu ile ilişkisi olmayan olaya yer veril-
oyununun, ahlak açısından eğitici olması için top- mez. Eylem birliğini oluşturan olaylar birbi-
lumun değer yargılarını savunması gerekir. Yapıt rine neden-sonuç bağı ile bağlıdırlar. Öykü,
bunu üç yolla gerçekleştirecektir: iyiyi ödüllendirip sadece bir olay dizisini içermelidir.
kötüyü cezalandırmakla, erdemi sevdirip kötülük-
ten nefret ettirmekle, tutkuları dizginletmek ve kö- Zaman Birliği
tüye pişmanlık duyurmakla (Şener, 2006, s. 108). Sahnede canlandırılan olaylar yirmi dört saat-
Tiyatro eseri hem yararlı hem de zevk verici olma- lik bir zaman dilimini kapsamalıdır.
lıdır. Buna göre bir eser, eğitici olduğu için zevk
verir, zevk verdiği için de eğiticidir. Zevkle eğitme Yer Birliği
anlayışı, kaba ahlak dersinin yerine güzellik yolu ile Tüm eylem tek bir yerde geçmelidir.
insanı inceltmek, onu daha iyi bir insan yapmak
düşüncesini getirmiştir (Şener, 2006, s. 111).

Resim 5.5 Jean Racine (1639-1699) Resim 5.6 Pierre Corneille (1606-1684)
Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/ Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
commons/5/5f/Jean-Baptiste_Racine.PNG commons/thumb/2/2a/Pierre_Corneille_2.jpg/220px-
Pierre_Corneille_2.jpg

121
Tiyatro Sanatı

Romantik Dönem
Romantik dönem, tiyatroda XVIII. yüzyılın
sonlarında ortaya çıkan, XIX. yüzyılın ilk yarısında
parlak dönemini yaşayan ve aynı yüzyılın ortaların-
da etkisini yitirmeye başlayan bir dönemdir. Bu an-
layış, önce Almanya’da, sonra Fransa ve İngiltere’de,
daha sonra da Doğu Avrupa ülkelerinde yaygınlık
kazanır. Romantik tiyatro, klasikçilerin soylu, akıl-
cı, öğretici sanat anlayışına karşı çıkar. Romantik
düşünce ulusçuluk ilkesini benimser. Klasik akı-
mın Antik Yunan hayranlığına tepki gösterir. Ti-
yatroda Yunan mitolojisinden alınan konular, yeri-
ni yerli efsanelerden alınan konulara bırakır. Helen
hayranlığının yerini ise Orta Çağ’a duyulan ilgi
almıştır (Şener, 2006, s. 134).
Romantikler, özdeki gerçeği düş gücü ile kav- Resim 5.7 Victor Hugo (1802-1885)
ramaya çalışırlar ve düşsel, fantastik olanı sahneye Kaynak: https://media1.britannica.com/eb-
getirebilmek için mit, simge, imge, alegori, benzet- media/40/1340-004-BFC7E8C1.jpg
me gibi dolaylı anlatım yollarını kullanırlar. Bu ti-
yatro anlayışında, duygulara ve heyecanlara ağırlık Gerçekçi (Realist)/Doğalcı
verilir. Bu dönemdeki sanatçılar, klasik biçim ku- (Naturalist) Dönem
rallarına da karşı çıkmışlardır. Klasik biçimciliğin Gerçekçi anlayış, XIX. yüzyılın ikinci yarısında
yaratma özgürlüğünü kısıtladığı görüşündedirler. etkin bir tiyatro akımı olarak gündeme gelir. Bu
Bu dönemde öne çıkan romantik anlayış, biçimsel tiyatro düşüncesi, öncelikle yaşamdan kopukluğu,
kısıtlamaları aşma ve düş gücüne özgürlük tanıma toplum sorunlarına karşı ilgisizliği, aşırı duygu-
açısından modern tiyatronun yolunu açmıştır (Şe- sallığı ve yapaylığı gerekçeleriyle romantik tiyatro
ner, 2006, s. 162). Romantik tiyatro doğruya ve anlayışına ve popüler tiyatro uygulamasına karşı
iyiye yönelerek insanın uygarlaşmasına katkı sağla- tavır sergiler. Gerçekçi tiyatro anlayışında, günlük
dığı sürece görevini yerine getirmiş sayılır. Gerçeğe yaşam gerçeklerini ön plana çıkarmak, bilimsel
ulaşmak da seyircide düş gücünün, sezginin uyarıl- yönteme dayanmak ve bunları süssüz, yalın bir an-
masıyla, duyguların harekete geçirilmesiyle doğru latımla seyirciye sunmak esastır. Bu düşüncede, bi-
orantılıdır. çimden çok öze ağırlık verilmiş, toplumun yaşayan
sorunlarına yönelmek kıstas alınmıştır.
Fransa’da romantik tiyatronun başlıca temsilci-
Gerçekçiliğe öncülük eden yazarlar arasında
leri Victor Hugo, Prosper Mérimée ile Alfred de
Almanya’da Georg Büchner, Friedrich Hebbel;
Vigny’dir. Bu dönemde klasik sınırlamaları aşan, Rusya’da Nikolay Vasilyeviç Gogol, Aleksandr Ost-
özgür yaratma gücüne sahip olan, ulusal tarihi ve rovski gibi isimler dikkati çeker. Gerçekçiliğin ilk
mitolojiyi başarıyla kullanan bir kişi olarak kabul adımları ise Fransa’da atılmıştır. Èmile Zola ve Gon-
edilen Shakespeare’e romantik yazarların hayranlı- court Kardeşlerin tiyatro anlayışları naturalizm doğ-
ğı, romantik tiyatronun ayırıcı özelliklerinden biri rultusundadır. Alexandre Dumas Fils ve Èmile Au-
olarak görülür (Şener, 2006, s. 161). gier, toplum eleştirileri ve tezli oyun anlayışları ile

122
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

öne çıkarlar. Henrik İbsen, August Strindberg, An-


ton Çehov, Maksim Gorki, George Bernard Shaw,
Eugene O’Neill gibi usta oyun yazarlarının oyunları
gerçekçi tiyatroyu, gücünü günümüze dek koruyan
bir akım düzeyine getirirler (Şener, 2006, s. 166).
XIX. yüzyılın Avrupa’sında görülen toplumsal,
ekonomik, kültürel değişimler gerçekçi anlayışın
yaygınlaşmasında temel etken olarak belirir. En-
düstri Devrimi, dokumacılık, buharlı makineler,
kanalların, yolların yapılması, haberleşmenin ko-
laylaşması, rekabetin artması gibi gelişmeler, top-
lum yaşayışında ve düşünce yapısında da bir de-
ğişim sürecini başlatır. Yazarlar toplumun yaygın
sorunlarına el atarlar. Sömürüye, ezici tutkulara,
ahlaki değerlerin yitirilmesine karşı tepki gösterilir.
XIX. yüzyılda tiyatroyu etkileyen bir başka etken
de bilimdeki gelişmelerdir. İdealist felsefenin yerini
artık materyalist felsefe almıştır. Ruha karşı madde, Resim 5.8 Henrik İbsen (1828-1906)
Tanrısal gerçeğe karşı duyusal gerçek, sezgiye kar- Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
şı gözlem önem kazanır, dinsel inançlara karşı laik commons/2/23/Henrik_Ibsen_portrait.jpg
düşünceler gelişir (Şener, 2006, s. 168). İnsan varlı-
ğını sürdürmek ve onurunu korumak için çetin bir
Gerçekçi tiyatroda dış hareket de azalmış, ko-
savaş vermek zorundadır; ne kadar direnirse diren-
nuşma önem kazanmıştır. Konuşmalar estetik
sin bu savaşta yenik düşecektir. Koşullarına yenik
bir etki yaratmak için değil, gerçekleri açıklamak
düşmeye yazgılı olan insan, çevresini saran ve tanı- içindir. Anlam ağırlık kazandıkça sözün görevi bu
makta güçlük çektiği güçlerle sonuna dek savaşır. anlamı kolay, açık ve anlaşılır biçimde iletmek ol-
Dramatik olan, bireyin yaşamını sürdürmek için muştur. Dolayısıyla oyun yazarları oyun kişilerinin
verdiği mücadelede görülür. İbsen’in, Strindberg’in, günlük dille konuşturulması konusunda görüş
Çehov’un, Hauptmann’ın, O’Neill’in oyunlarının birliği içindedirler (Şener, 2006, s. 205). Gerçekçi
ana teması bu çerçevede ilerler. dönemde oyun yazarı, seyircisini toplum gerçekle-
Somut yaşam gerçeğinin yansıtılması ilkesi, ri konusunda aydınlatma ve düşündürme görevini
oyunun yalnız konusu, kişileri, dili değil, görün- üstlenir.
tüsünün de gerçeğe benzemesi anlamını taşır. Bu Doğalcı (naturalist) eğilimde olan yazarlar ise
yüzden bu anlayışla sahnelenen oyunlarda, deko- insanı bir doğa parçası gibi madde yanı ile ele alır,
run, giysilerin, makyajın, kullanılan eşyanın, ışık- bu maddeyi bilim yöntemi ile incelemeye özen gös-
landırmanın gerçeğe benzer olmasına, gerçeği tıpa- terirler. Ahlak ve töre kurallarına aykırı da olsa do-
tıp yansıtmasına dikkat edilmiştir (Şener, 2006, s. ğal gerçeğin hiç saptırılmadan serimlenmesinden
174). Yansıtılan gerçeğin inandırıcı olması sahnede yanadırlar. Ayrıntıya eğilir, bilgi verme görevini
yaratılan illüzyona da bağlıdır. Amaç, seyirciyi ken- üstlenirler. Tiyatroda naturalizmi tıpkı romanda
di dünyasından çıkarıp onun sahne ile özdeşleş- olduğu gibi Èmile Zola savunur. August Strindberg
mesini sağlamaktır. Gerçekçi tiyatroda yanılsama de oyunlarında özellikle doğa yasalarının belirleyi-
(illüzyon) sağlamak için oyunun sıkı dokulu ve ciliği ile bu tiyatro anlayışına yakın durmaktadır.
gerilimli olması gerekir. Yani olayın gelişim çizgisi Naturalist tiyatro uygulamasında kalıtımla geçen
gerilimlidir ve üzerinde kriz noktaları vardır. Konu, hastalıklara, ruhsal ve bedensel bozukluklara yer
gelişen olayların sonuna yakın bir noktada başla- verilir; bunların insanı koşulladığı belirtilir. Bu
makta, geçmiş olaylar serimlenmektedir. Ayrıntılar defa insanın yazgısı tanrılar tarafından değil, doğal
titizlikle işlenir ve işlevsel olmayan ayrıntıdan kaçı- ve toplumsal koşullar tarafından belirlenmektedir
nılır (Şener, 2006, s. 191). (Şener, 2006, s. 176-178).

123
Tiyatro Sanatı

Resim 5.9 Eugene O’Neill (1888-1953) Resim 5.10 Èmile Zola (1840-1902)
Kaynak: http://belvoir.com.au/news/strange-interlude/ Kaynak: http://1000kitap.com/yazar/Emile-Zola
attachment/photo-eugene-oneill/

Sembolist (Simgeci) Dönem yöntemleri kullanılır. Amaç soyut ve gizli olanı


Somut yaşam gerçeği yerine soyut, tinsel, biçim- sezdirmektir. Bunun için imge, simge, benzetme,
sel olana ilgi duyan, tiyatronun toplumsal bir gö- çağrışım yapma gibi şiirin hünerleri olan dolaylı
revle yükümlü tutulmasına karşı çıkan yeni roman- anlatım yollarına başvurulmalıdır. Sahnede bir at-
tizm, estetikçilik (estetizm) gibi yeni eğilimlerden mosfer yaratılarak bir düş ortamı gerçekleştirilir ve
biri de sembolist tiyatro anlayışıdır. Bu anlayışta bu ortamda evrenin gerçek anlamı, gizemi ve güzel-
dolaylı anlatım hünerlerinin, estetik biçimlemenin liği sezdirilmeye çalışılır (Şener, 2006, s. 226-227).
ve düşlemenin önemi üzerinde durulur. Somut ya- Tiyatroda simgecilik eğiliminin belirginleşme-
şam gerçekliğine en güçlü tepki Fransız sembolist- sinde Richard Wagner’in kuramsal yazılarının ve
lerinden gelir. Fransa’da Stéphane Mallarmé, Mau- yapıtlarının etkisi olmuştur. Ayrıca şiirde simge-
rice Maeterlinck, Paul Claudel, Edmond Rostand, ci akımın öncüsü olan Mallarmè de iki kısa şiirli
Alfred Jarry oyun yazarlığı alanında yenilik geti- oyunuyla ve kuramsal yazıları, eleştirileri yoluyla
ren güçlü sanatçılardır. İngiltere’de Oscar Wilde, tiyatroyu etkilemiştir. Maeterlinck ise oyunlarının
Almanya’da Hugo von Hofmannsthal bu anlayışın yanı sıra kuramsal yazıları ile de simgeci akımın ti-
temsilcisi olurlar (Şener, 2006, s. 220-221). yatrodaki en başarılı temsilcisi sayılır (Şener, 2006,
Gerçekçi tiyatronun biçimsel kalıpları kırılmalı, s. 226-227). Sembolist dönemde, sanatın asıl ama-
gerçeğe benzerlik kuralı aşılmalı, yeni estetik dü- cı güzellik yaratmak ve estetik zevk vermektir. Bu,
zenlemeler aranmalıdır (Şener, 2006, s. 230). Artık onun en yüce görevidir. Güzeli gerçekleştirebilen
sanatın ve dolayısı ile tiyatronun konusu somut, sanat, yaşam gerçeğini kopya etmekten çok daha
güncel, yaşanan gerçek değil, soyut, düşsel, büyü- soylu bir iş yapmış olur. Dolayısıyla bu anlayışa
lü olanın dünyasıdır. Gerçekçi tiyatronun yöntemi göre tiyatro yapıtı, bir görevle koşullu olmamalıdır
olan yansıtma yerine de ifade etme, dile getirme (Şener, 2006, s. 228).

124
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Resim 5.11 Richard Wagner (1813-1883) Resim 5.12 Stèphane Mallarmè (1842-1898)
Kaynak: https://www.wagner-tuba.com/richard- Kaynak: http://www.apophtegme.com/COUPS%20
wagners-life/ DE%20COEUR/100-person.htm

20. Yüzyıla Yön Veren Eğilimler layan ve savaş sırasında gücünü yitiren kısa ömürlü
20. yüzyılın öne çıkan sanat yönelimlerine bak- öncü sanat akımlarından biridir. Bu sanatın başlıca
tığımızda, temelde somut gerçekçiliğe karşı çıkmak özelliği hızlılık olarak saptanmıştır. Bu düşünce bi-
ve görünen gerçeğin ardındakine ulaşmak çabasının çimi, devingenlik coşkusu içinde geleneksel yaşam
öne çıktığı görülür. Bu dönemde yeni bir güç kay- biçimine, kültür değerlerine, sanat kurallarına karşı
nağı olarak insanın bilinçaltı önem kazanır. Sahne- çıkar. İnsanı geçmişe bağlayan tutucu kurumların
seyirci ilişkisi üzerinde durulması, sözün öneminin yok edilmesinden yanadır. Akıl ve sağduyu yolun-
azalmasına karşın görsel iletişimin değer kazanması, dan, ölçülülükten ayrılmayan klasik sanat anlayı-
görüntüde hareket ve çarpıcılık sağlanması, oyun şına da duyumsal gerçeği taklitle yetinen gerçekçi
yapısının parçalanması, oyuncunun fiziksel yapısı sanata da karşıdır. Sembolizmi hayatın gerçeğine
ile varlık göstermesi bu dönemin öne çıkan yeni- uzak düştüğü için yetersiz bulur.
likleri arasındadır (Şener, 2006, s. 237). 20. yüzyıla Gelecekçilere göre, yeni olanın özünde, insan
yön veren tiyatro eğilimlerinin amaçları birbirinden gücünü simgeleyen makine dinamizmi yatmakta-
farklı olsa da bu yönelimlerin ortak özelliği, oyun dır. Sanat, bu dinamizmi özgürce ifade edecek bi-
yazarlığında, sahneye koyuculukta çok yeni ve çar- çimler bulmalıdır. Fütürist tiyatro, mekanik tiyatro
pıcı teknikler kullanmaları, sanatçının öznel duygu biçimi olarak sirk ve kabare tekniklerini, ışık ve şok
ve düşüncelerinin son derece özgür biçimler içinde etmenlerini, fotomontajı, mekanik baleyi, gürültü
ifade edilmeleridir (Şener, 2006, s. 248). Tiyatro- müziğini, anlamdan yoksun soyut şiir okumayı içe-
nun 20. yüzyıl itibarıyla edebi yönünden çok, görsel rir (Çalışlar, 1992, s. 71). 1913’te İtalyan şair ve ya-
yönü ile değer kazanmaya başladığı görülür. zar Filippo Marinetti’nin öncülüğünde hazırlanan
“Fütürist Oyun Yazarları Bildirgesi”nde şu görüşler
öne sürülür:
Gelecekçi (Fütürist) Tiyatro
• Tiyatroda alışılagelmiş çalışmalara karşı çı-
Bu anlayışta, gerçekçi tiyatronun bilgi, akıl, kılmalı, tiyatroya yenilik getirilmelidir.
mantık ölçülerine karşı çıkılmakta; daha canlı,
daha devingen bir tiyatro düşüncesi savunulmak- • Geleceğin tiyatrosu, kendine örnek olarak
tadır. Gelecekçilik, I. Dünya Savaşı öncesinde baş- gece kulüplerini, müzikholleri, sirk gösteri-
lerini almalıdır.

125
Tiyatro Sanatı

• Tiyatro, gerçeğin taklidini değil, ruhunu yansıtmalı ve bu öze popüler eğlence türlerinin biçimini
uygulamalıdır.
• Böyle bir tiyatronun özelliği, çeşitli gösteri araçlarının ögelerini bir araya getirmesi, genel olarak de-
vingen bir görüntü sağlaması, oyuncular arasında canlı bir alışveriş kurması ve kaygısız bir atmosfer
yaratmasıdır.
Gelecekçilik, sahnede harekete verdiği önemle, oyuncu ile seyirciyi kaynaştırma girişimiyle, eş zaman-
lılık ve çok odaklılık deneyimleri ile çağdaş tiyatronun gelişimine katkı sağlar. Bu anlayışta tiyatro uygu-
laması ve düşünceleriyle önemli bir aşama kaydeden kişi Rus yazar Vsevolod Meyerhold olmuştur (Şener,
2006, s. 238-241).

Resim 5.13 Phillippo Marinetti (1876-1944) Resim 5.14 Vsevolod Meyerhold (1874-1940)
Kaynak: http://alchetron.com/Filippo-Tommaso- Kaynak: http://old.meyerhold.ru/en/biography/
Marinetti-1241034-W

Gerçeküstücü (Sürrealist) Tiyatro arar. Bilinçaltının karanlıklarına yönelir. Bilinçaltı


Kalıplaşmış egemen toplumsal yaşam değerle- gerçeğinin hiç saptırılmadan ortaya çıkarılabilmesi
rine, sığ burjuva sanat anlayışı ve düşünce tarzına için insanı tutsak eden koşulların aşılmasını, ahlak,
karşı köktenci bir hareket olarak Dadacı tiyatro, akıl, mantık, estetik kurallarının kırılmasını zo-
özellikle Berlin’de güçlü siyasal–anarşist eğilim runlu görür. İnsanı bağımlı kılan makineleşmeye,
göstermiş; Paris’te gerçeküstücü sanat ve tiyatroya otomatizme öfkeyle karşı çıkar. Bu anlayış, psika-
öncülük etmiştir (Çalışlar, 1992, s. 42). I. Dünya nalizme olan eğilimi ile Freud etkisinde olduğunu
Savaşı sırasında ve sonrasında Dadaizm ile başlayan gösterir ve insanı karmaşık bir bütün olarak kabul
yeni bir sanat arayışı savaş sonrasında gerçeküstücü- eder (Şener, 2006, s. 242-243).
lük akımını oluşturmuştur. Bu anlayış, savaş sonra- Dadacı tiyatro anlayışı ile Freud’un bilinçaltı
sının düş kırıklığını, kuşkularını, güvensizliğini ifa- kuramı etkisinde, gerçekçi tiyatroya karşı, avangart
de etmek için yeni anlatım yolları arayan bir yenilik bir antitiyatro olan gerçeküstücü tiyatro, mantık
hareketidir. Tiyatro sanatını, biçimsel denemeleri ve akıldışı olanı, düş ve hayal dünyasını, bilinçaltı
ile etkilemiş, özellikle sahnenin görüntü diline çar- saplantıları, cinsellik içgüdüsünü ortaya çıkarmaya,
pıcı yenilikler getirmiştir (Şener, 2006, s. 241). gerçekliği yıkarak düş ile gerçek arasındaki ayrımı
Gerçeküstücülük yaşamın anlamsızlığı ve günün ortadan kaldırmaya çalışır. Oyunu bilinçaltı çağrı-
sanatının yetersizliği karşısında, görünen gerçeğe şım ve imge dünyası içinde ele alır. Olayların düşte
sırtını dönerek mutlak olanı ruhun derinliklerinde görüldüğü gibi kesikli bir kurgu içinde verilmesi,

126
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

üst üste bindirilmiş karşılıklı ve kendi kendine ko- tadan kaldırılmıştır. Seyirci oyun yerinin ortasında
nuşma düzeni gerçeküstücü tiyatronun özellikle- oturur. Oyun, onun çevresinde oynanır. Hareketli
rindendir (Çalışlar, 1992, s. 75). sandalyeler seyircinin istediği yöne dönerek oyu-
Gerçeküstücü tiyatronun görüntü dilinin or- nu izlemesini sağlar. Dekor yoktur fakat kostümler
tak özelliği, zamanın ve mekânın mantık bağını renkli ve gösterişlidir. Işık; titreşimleri, patlamaları
koparması, sahnede şekilleri bozması, çarpıtma- ile sihirli bir etki sağlanır. Müzikten, sesten yararla-
sı, değiştirmesidir. Yeni anlatım olanakları arayışı nılır (Şener, 2006, s. 247-248).
içinde komiklik, müzik, dans, ışık, renk karışımı ile
şaşırtıcı etkiler yaratılmakta, akrobatlığa, komedya,
tragedya, burlesk türlerinin ögelerine bir arada yer
verilmekte, bu tutarsız karışım ile şaşırtıcı etkiler
sağlanmaktadır. Jean Cocteau’nun bale, pando-
mim, tiyatro düzenlemeleri gerçeküstücü sahne
sanatının en ilginç örneklerini oluşturur (Şener,
2006, s. 244). Başlıca gerçeküstücü oyun yazarla-
rı arasında Jarry, Apollinaire, E. Satie, T. Tzara, A.
Breton, L. Aragon, J. Cocteau sayılabilir.
Bu dönemde gerçeküstücü tiyatro üzerine gö-
rüşleriyle dikkat çeken en önemli isim ise Fransız
yazar Antonin Artaud’dur. Artaud, gerçeküstücü
sanat anlayışının yanı sıra günümüz öncü tiyatro
anlayışına da etki eden önemli bir isimdir. “Kıyı-
cı tiyatro” olarak adlandırdığı tiyatro konusunda-
ki görüşlerini ve mektuplarını topladığı Tiyatro ve Resim 5.15 Antonin Artaud (1896-1948)
İkizi (1944) adlı çalışması, tiyatroya getirdiği yeni Kaynak: http://www.thefamouspeople.com/profiles/
yaklaşımı gözler önüne serer. Artaud, alışılmış ti- antoine-marie-joseph-artaud-749.php
yatro biçimlerine, Avrupa tiyatrosu geleneğine karşı
çıkarak tiyatronun yeniden ilkel büyü törenlerin-
deki niteliklerine ve bu törenlerdeki etki gücüne Dışavurumcu (Ekspresyonist) Tiyatro
kavuşturulmasını ister. Tiyatronun toplumu değiş- 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, gerçekçi, doğalcı
tirme gücüne inanmış bir kişidir. Ona göre, ilkel tiyatro anlayışına, yeni romantikçiliğe ve anlamsız
büyülere dönmek, büyü ile, kendinden geçme ile piyasa oyunlarına karşı çıkan bir akım olarak dik-
insanın içindeki gizli güçlere ulaşmak gerekir. İlkel kati çeker. 1912-1925 yıllarında tiyatroyu etkiledi-
büyü törenlerinin asıl niteliğini taşıyan bir tiyatro, ği görülür. Özellikle de Alman tiyatrosunda etkin
acılı bir yaşantıyı da beraberinde getirir. Kıyıcı ti- olan dışavurumculuk, en başarılı örneklerini de
yatroda acının kaynağı insanın bilinçaltıdır. Orada Alman tiyatrosunda verir. Başlangıçta iç gerçeğin
bastırılmış istekler, heyecanlar, tutkular yaşamak- özgürce ifade edilmesi görüşünü benimseyen dı-
tadır. Tiyatro büyüsel işlemi ile bu gizli dürtüleri, şavurumcular, giderek daha iyi bir dünya yaratma
içgüdüleri, heyecanları acıta acıta ortaya çıkarır. Bu ereğine yönelmiş, siyasal ve toplumsal yönü ağırlık
acılı işlem bir sağaltma, bir iyileştirme işlemidir. Kı- taşıyan oyunlar yazmışlardır (Şener, 2006, s. 249).
yıcı tiyatro insanın gizil ötesi güçlerini tanıma süre- Dışavurumcu tiyatro uygulamasında, olayların,
ci olur. Tiyatro bunu sağlayabilmek için bu gizli ve sahnelerin mantıklı bağlantısı, konuşmaların nor-
gizemli işleri sahnede nesnelleştirerek somut olarak mal akışı parçalanmış, gittikçe daha çok önem ka-
görüntüler. Kıyıcı tiyatro çağın özelliği olan gergin- zanan sahne görüntüsünde biçimler çarpıtılmıştır.
liği, huzursuzluğu, sözde uygarlaşmış insanın gerçek Oyun kişileri simgesel tiplere indirgenmiş, yazarın
tutkularını dile getirecek konular seçer. Toplumdaki ya da sahne koyucunun düşüncesi ön plana geçmiş,
kargaşayı, doğal güçler, ırklar ve halklar arasındaki oyunun tezi kalın ve etkili çizgilerle dile getirilmiştir
mücadeleyi, yazgının, talihin yarattığı çatışmayı dile (Şener, 2006, s. 248). Dışavurumcu tiyatroda dü-
getirir. Bunu yaparken yalnız görünen gerçeklerden şünce ögesi öne çıkmaktadır. Oyunun olay örgüsü,
değil, düşten, imgelemden yararlanır (Şener, 2006, oyunun vermek istediği bildiriye göre düzenlenir.
s. 246). Kıyıcı tiyatroda sahne ile salon ayrımı or- Sahnede birbirini mantıklı olarak izleyen olaylar ye-

127
Tiyatro Sanatı

rine, yan yana, eş zamanlı olarak sunulan olaylar ve Politik Amaçlı Tiyatro Dönemi
durumlar yer alır. Oyunun tek önemli kişisi vardır. Bu eğilim, I. Dünya Savaşı sonrasında
Olaylar onun bakış açısından verilir. Bu baş oyun ki- Almanya’da ortaya çıkan ve politik sorunların tar-
şisi, maddesel değerlere düşkünlüğün, yalanın, kötü- tışıldığı bir tiyatro anlayışına dayanır. Tiyatro bu
lüğün kurbanı olur. Sözde, görüntüde, anlamda kar- dönemde, sanatçının politik görüşlerine yaygınlık
şıtlıklardan yararlanılır. Gerçek ile fantezi, Tanrısal kazandırmak için bir propaganda aracına dönüşür.
olanla dünyevi olan, kısa anlatım ile uzun monolog, Toplum sorunlarının irdelendiği ve hatta siyasal sa-
düzyazı ile şiirsel söyleyiş yan yana getirilir. Karşıt- vaşta bir silah olarak kullanılması görüşü benimse-
lık, devinim, ivedilik, dünyanın anarşik durumunu nir (Şener, 2006, s. 256).
sergiler. Günlük, olağan gerçek görünümü bozmak,
Bu anlayışa göre oyunun konusu yalın olma-
yeni bir izlenim yaratabilmek için biçimlerde, renk-
lıdır. Tiyatro, siyasal bir görüşü savunur ve konu-
lerde çarpıtma yapılır (Şener, 2006, s. 252).
sunu da bu doğrultuda belirler. Buna göre konu,
Bu anlayışın tiyatroda ilk önemli yapıtı, Rein- güncel olaylardan seçilirken sınıf çatışması da en
hard Johannes Sorge’un Dilenci adlı oyunu kabul çok irdelenen konular arasındadır. Dolayısıyla se-
edilir. Strindberg ile Wedekind’in öncülük ettiği yirciyi etkileme gücü temel hedeflerdendir. Bunun
dışavurumcu tiyatronun başlıca yazarları arasında için de çeşitli sahne düzenlemeleri, anlatım araçla-
R. J. Sorge, Georg Keiser, Ernst Toller, Karel Çapek rının kullanımında farklılıklar öne çıkar. Tiyatroda
sayılabilir. Dışavurumcu tiyatro anlayışına göre, bi- gelişmiş ışıklama sistemi, dönen, yürüyen sahneler,
reyin bilinçaltında biriken itilimlerin, sanat yoluyla rampalar, akrobatik hareketler ile sahne devinimi
boşaltılması bireyin ruh sağlığı ve yeni toplumsal sağlanırken belgeler ve fotoğrafların yanı sıra sine-
uyumlar kurabilmesi için gerekli olan ilk aşamadır. ma, projeksiyon, hoparlör gibi görüntüyü destekle-
Sanat bireyin iç dünyasına yönelmekle onu toplum yici mekanizmalar, seyirciyi etkilemek adına kulla-
ilişkilerinden soyutlamamıştır. Bilinçaltının kar- nılan teknik bulgular olarak dikkati çeker.
maşasını çözmek, parçalanmışlığı onarmak, insanı
Bu tiyatro düşüncesinde hedef kitle de farklı-
topluma kazandırmak içindir (Şener, 2006, s. 250).
lık arz eder. Tiyatronun geniş kitlelere, özellikle
emekçi kesime yönelik bir sanat olması yolunda
bir fikir birliği vardır. Politik tiyatroda oyun kişi-
leri de çok kalın hatlarıyla çizilen tiplerden oluşur.
Bu kişiler, temel karşıt güçleri temsil eden tiplerdir.
Konuşmalar yalın ve kısa cümleciklerden oluşur.
Bu dönem oyunlarında yazılı metin de iyiden iyiye
önemini yitirmiş, konuşmanın yerini giderek hare-
ket almıştır. Bu bağlamda politik tiyatronun ayırt
edici özelliğinin teknik yenilik, sahne düzenlemesi
ve hareket olduğu söylenebilir. Politik tiyatro dü-
şüncesinin ilk kuramcısı Alman tiyatro yönetmeni
Erwin Piscator’dur. Kavram olarak ilk kez Piscator
tarafından Politika Tiyatrosu (1929) adlı kitabında
ortaya atılır. Piscator, tiyatro uygulamasına getirdi-
ği görüntüsel iletişim araçları gibi alternatif yeni-
liklerle politik tiyatro, epik tiyatro, belgesel tiyatro,
bütüncül (total) tiyatro kavramlarını geliştirir.

Epik-Diyalektik Tiyatro
Resim 5.16 August Strindberg (1849-1912) Bertolt Brecht’in teorisini geliştirdiği ve sahne-
Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/ ye koyduğu epik tiyatro, toplumsal ilişkilerin diya-
File:August_Strindberg_by_Robert_Roesler_ lektik yapısını ve bu yapıyı tarihsel koşullar içinde
about_1881-2.jpg göstermeye çalışarak seyircinin bu konularda dü-

128
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

şünmesini ve bilinçlenmesini temel alır. Olaylara karşıt, kendi epik tiyatrosunu tanımlamak için an-
uzak açıdan ve eleştirel bir bakışla bakmayı sağla- timetafizik, maddeci, Aristotelesçi-olmayan tiyatro
yacak biçimde kurgulanır. Bu anlayışa göre tiyatro; kavramlarını kullanır (Çalışlar, 1992, s. 16).
işsizlik, açlık, savaş, ekonomik bunalım gibi sorun- Politik tiyatronun görevi, seyirciyi önceden ko-
ları ele almalı; somut ve görünen gerçeğin altında şullandığı kalıplardan kurtarmak ve durumlara,
yatan nedenleri ortaya çıkartmaya çalışmalıdır. Do- olaylara yeni bir gözle bakmasını, gerçekleri doğru
layısıyla epik tiyatro, halkçı ve toplumcu bir sanat bir biçimde algılamasını sağlamaktır. Bu tiyatro bi-
anlayışı içindedir. Brecht, halkı gelişim sürecine çimi; görsel, işitsel yeni anlatım olanaklarını kulla-
katkıda bulunan, tarihi yapan, kendini ve dünya- narak kitleleri etkilemek ve onları harekete geçir-
yı değiştiren, savaşan, geleceği etkileyen potansiyel mek çabasındadır. Brecht, bilim çağının tiyatrosu
güç olarak görür. Epik tiyatro seyircisinden bekle- olarak gördüğü epik tiyatro sayesinde insanın dün-
nen de onun oyunda kendisine sunulanları olduğu yayı etkileyebileceğini ve değiştirebileceğini göster-
gibi kabul etmemesi; olaylara eleştirel, yorumlayıcı mek ister. Bu bağlamda tiyatronun da temel işlevi,
bir tavırla yaklaşması ve söz konusu durumun de- dünyayı açıklamakla yetinmeyip onu değiştirmeyi
ğişebilirliğini görüp harekete geçmesi yönündedir. sağlayacak itici kuvveti oluşturmaktır.
Artık gerçeğe kuşkuyla yaklaşmak ve yeni bir bakış-
la bakmak söz konusudur.
Epik tiyatronun en önemli biçimsel yeniliği
ise klasik-dramatik tiyatronun geleneksel yapısını
alt üst eden ve sahnedeki yanılsamayı (illüzyonu)
kıran yadırgatma (yabancılaştırma) yöntem ve tek-
nikleridir. Seyirci karşısındakinin bir tiyatro oyunu
olduğunu bilerek seyredecektir. Sahne ile seyirci
arasında diyalektik bir ilişki kurulması yolu ile se-
yircinin çelişkileri görmesi sağlanır. Oyunculukta,
müzik, ışık, dekor, kostüm vb. kullanımında çe-
lişkilerin gösterilmesine odaklanılır. İllüzyonun
bozulması ile sahnede yaşanılanlarla özdeşleşme de
engellenmiş olur.
Epik tiyatroda her biri kendi içinde bütünleşmiş
olan kısa epizotlar vardır. Bunlar birbirine neden
sonuç bağı ile bağlı olmadıkları gibi klasik-drama-
tik yapıda olduğu gibi belli bir kriz noktasına doğ-
ru gelişmez. Her epizot ayrı bir durumu gösterir ve
her birinin kendi başına ilettiği bir düşünce vardır.
Bu epizotlar anlatımla birbirine bağlanmışlardır.
Anlatıcı sürecin aşamalarını belirtir. Epik tiyatro- Resim 5.17 Bertolt Brecht (1898-1956)
nun asal ögesi de karakter değil, öyküdür. Kaynak: http://rihtimdergi.com/wp-content/
Epik tiyatroda teknik donanımın kullanımın- uploads/2014/10/Bertold-Brech.jpg
da yadırgatma sağlayacak uygulamalardan birkaçı
ise şöyledir: Sahnede bol ve parlak ışık kullanılır
ve yanılsama yaratmasını önlemek için ışık siste- Absürt (Saçma) Tiyatro
mi seyircinin görebileceği yere yerleştirilir. Gizli, Absürt tiyatro, II. Dünya Savaşı sonrasında yı-
görünmeyen yerlerden gelen müzik sesi yerine se- kılan insani değerler karşısında bir karşı sanat anla-
yircinin gözünün önünde çalınan müzik söz konu- yışı olarak ortaya çıkar. 1950’lerde önce Fransa’da,
sudur. Ayrıca olay akışını bozan müzik kullanım- sonra diğer Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik
ları da yadırgatma yaratır. Sahne müziği, ışıklama, Devletleri’nde yaygınlık kazanır. Bu tiyatro eğilimi,
dekor ve tüm teknik donanımın kullanımı çelişki Samuel Beckett, Eugene Ionesco, Jean Genet, Ha-
yaratacak ve yadırgatma sağlayacak şekilde bilinçli rold Pinter, Edward Albee gibi yazarlar tarafından
düzenlenir. Brecht, Aristotelesçi tiyatro anlayışına benimsenir. Absürt tiyatro, geleneksel, bilinen her

129
Tiyatro Sanatı

türlü sanatsal uyumu bozarak sahneye koyar. İn- lü bir biçimde kullanılmaktadır. Absürt tiyatroda
sanlar arası herhangi bir dil birliği ve uyum kurula- önceki tiyatro geleneklerinde vazgeçilmez kabul
mayacağı görüşüne dayanır (Çalışlar, 1992, s. 14). edilen pek çok unsur hiçe sayılır. Ionesco’nun ta-
Yaşamın akla aykırılığını, gerçeğin anlaşılmayan ve nımlamasıyla geleneğin dışında yer alan bu tiyatro
açıklanamayan bir karmaşa olduğunu göstermeye anlayışı, “karşı-tiyatro”, “karşı-oyun”, “antitiyatro”
çalışır. Oyunun yapısında, konuşma biçiminde, gibi adlandırmalarla da anılmıştır. Absürt tiyatro
anlatım tekniklerinde yeni ve us dışı düzenlemeler aynı zamanda avangart bir tiyatrodur.
yapılır. Oyunda seyirciyi şaşırtmayı, rahatsız etme-
yi hatta acıtmayı amaçlayan yöntemler geliştirilir.
Absürt tiyatronun amacı, dünyanın uyumsuz-
Avangart Tiyatro
luğunu, toplumun karmaşıklığını, bireyin aklıyla
Genel geçerlik kazanmış anlatım tarzla-
değil, ilkel güdüleriyle hareket ettiğini göstermek
rını yeni biçim ve anlatım denemeleriyle
ve böylesi bir süreç içerisinde insanın kendini avut-
kökten aşmaya yönelik tiyatro hareketleri,
mak yerine saçmanın bilincine varmasını ve kendi
deneysel yenilikçi tiyatro uygulamaları. 19.
gerçeği ile yüz yüze gelmesini sağlamaktır. Absürt
yüzyılın sonlarında görülmeye başlar ve ka-
tiyatro kötümserdir, umarsızdır. İletişimsizlik, ya-
lıplaşmış egemen burjuva tiyatrosuna karşı
bancılaşma, uyumsuzluk, korku, kuşku gibi kav-
tavır sergiler. Dadacılık, gerçeküstücü ti-
ramlar absürt tiyatro düşüncesini ifade etmede öne
yatro, dışavurumcu tiyatro, fütürist tiyatro,
çıkar. Bu tiyatro anlayışı, insanın korku ve kuşku-
saçma tiyatrosu avangart tiyatro kavramı
larını, iletişimsizliğini, yabancılaşmışlığını, yalnız-
lığını, çevresine karşı uyumsuzluğunu vurgulayarak içinde yer alırlar (Çalışlar, 1992, s. 18).
bu dünyadaki sürgün yaşantısını fark etmesinden
doğan trajik durumu göstermeye çalışır.
Gerçek sanılan şey ise aldatmacadan, kandırma- Çağdaş Tiyatro
cadan başka bir şey değildir. Bunun ortaya çıkarıl- Çağdaş tiyatro anlayışında, yaşamla tiyatroyu
ması için ise gerçeklik algısının yitimine, kökünden birbirine yakınlaştırmaya yönelik çabaları olan, bir
sarsılmasına, parçalanmasına ilişkin sahne uygula- başkaldırı ve arayış tiyatrosu olarak da nitelenebi-
maları öne çıkar. Oyunlarda olay dizisinin, diyalog len ve olay tiyatrosu, ritüel tiyatro, yaşayan tiyatro,
düzeninin dışına çıkılır. Zaman ve yer ögeleri man- bütüncül tiyatro, yoksul tiyatro, dolaysız tiyatro
tık sınırlarının ötesine işaret eder, bazen de hiç bun- gibi adlandırmalarla öne çıkan tiyatro eğilimleri
lardan bahsedilmez. Oyun kişilerinin özellikleri, görülmektedir. Bu tiyatroların ortak niteliklerine
hatta adları bile belli değildir. Olaylar örgüsünde, bakıldığında, geleneksel oyun yapısının bozuldu-
oyun kişilerinin hareketlerinde, zaman-mekân kul- ğu, zaman ve mekân kullanımında akıl dışı düzen-
lanımında tutarlılık gözetilmez. Oyun kişilerinin lemelerin olduğu, olayların gelişiminde mantıksal
sunumunda abartmaya, karikatürleştirmeye, alay bir çizgi aranmadığı, oyun kişilerinin de psikolojik
etmeye, taşlama ve aşağılama yöntemlerine başvu- derinlikleriyle sunulmadığı görülür. Çağdaş tiyat-
rulur. Böylece insanın şaşkınlığı, budalalığı, güve- roda tüm türler birbirine karışmıştır. Trajik olanla
nilmez oluşu, korkaklığı, umarsızlığı sergilenmeye komik olan bir arada bulunur. Traji-komedi, kara
çalışılır. Dolayısıyla böyle bir tiyatroda seyircinin komedi gibi türler en çok tercih edilen türlerdir.
sahnedeki oyun kişisiyle özdeşleşmesi de mümkün Seyircinin sarsılması, şaşırtılması ve onda kalıcı
değildir. Bu durum, Brecht’in epik tiyatroda öne etkiler bırakma isteği de çağdaş tiyatronun hedef-
sürdüğü yabancılaştırma, yadırgatma kavramlarını lerindendir. Bunun için sahnede çarpıcı görüntü-
akla getirse de bunlar absürt tiyatroda daha güç- lerden, batıcı seslerden, tonlamalardan yararlanılır.

130
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Öğrenme Çıktısı

2 Tiyatronun tarihsel kökenini açıklayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

20. yüzyıla kadar gelişen Tiyatronun Batı’da ortaya


Tiyatronun tarihsel kökeni
tiyatro anlayışlarında, tiyat- çıkış koşulları ile Türkiye’de
ile romanın tarihsel kökeni
ronun seyirci ve okuyucu ortaya çıkış koşulları arasın-
arasındaki ilişkiyi değerlen-
açısından etkilerini ve işlev- daki benzerlik ve farklılıkla-
dirin.
lerini karşılaştırınız. rı anlatın.

TİYATRONUN TEKNİK “benzetmeci”, “Aristotelesçi”, “yanılsamacı ti-


ÖZELLİKLERİ yatro” gibi adlandırmalarla da anılır. Bu anlatım
yöntemi, sahnede gerçekliğin benzerinin yara-
Bu başlık altında tiyatro türüne ait belli başlı
teknik kavramlara ve bu kavramların özelliklerine tılmasına çalışır. Böylece yaşamın yanılsaması
yer verilecektir. oluşturulur. Eyleme ve taklide dayanır. Oyunda
her sahne neden-sonuç ilişkisi içerisinde bir son-
rakini belirler. Oyunun ekseni, kahraman ve kar-
Oyunun Bölümlenmesi şıt kahramanların varlığıyla biçimlenir. Oyunda
Tiyatro eserinin kesitlere ayrılarak sunulması kullanılan dil, seçkin bir dildir ve yüksek düzey-
anlamını taşır. Perde, sahne, bölüm, epizot gibi ad- de konuşmalarla verilir. Oyun kendi içine kapalı,
landırmalarla bu bölümleme sağlanır. Perde, sahne merkezleşen bir biçimde gelişir. Orantı, simetri,
ya da bölüm, bir oyunda konunun ana parçaların- uyum, kurallılık ve düzen, oyunda kullanılan
dan her biridir. Temelde bir tiyatro yapıtında olay tüm ögelere hâkimdir. Sahne ile seyirci arasında
dizisinin ana kesimlerini oluşturan ve kendi içinde uzaklık değil, doğrudan iletişim vardır. Seyircinin
bütünlüğü olan bölümler akla gelir. Tiyatronun ilk sahnede olup bitenleri yaşaması beklenir. Sahnede
kez Seneca tarafından beş perde olarak bölümlen- kullanılan her şey (ışık, kostüm, müzik vb.) ya-
diği görülür (Taner ve diğerleri, 1966). nılsamayı sağlamak için vardır. Klasik dönemde
ortaya çıkan bu tiyatro anlayışı, Aristoteles’ten 19.
Oyunun Anlatım Yöntemi yüzyıl sonuna kadar tüm burjuva tiyatrosunu be-
lirtmek için kullanılır.
Oyunlar sahneye konurken tekniği oluşturan
anlatım araçları ve bu araçların kullanımı seçilen
yönteme göre farklılık gösterir. Sahnede gerçek ya- Epik Yöntem
şamı benzetme yoluyla yansıtan “klasik-dramatik”
Klasik-dramatik yapıya ilk kez sistemli bir bi-
yöntem ve gerçek yaşamın yabancılaştırılarak, ya-
çimde karşı çıkan ve 20. yüzyılda epik-diyalektik
dırgamaya uğratılarak, uzak açıdan gösterilmesine
tiyatro anlayışıyla dikkat çeken Bertolt Brecht, epik
dayanan “epik” yöntem, bu bağlamda öne çıkan
yöntemin yaygınlaşmasını sağlar. Yaşamın yaban-
anlatı yapılarıdır.
cılaştırılarak, yadırgamaya uğratılarak, uzak açıdan
gösterilmesine dayanan epik yöntem, yer, zaman
Klasik-Dramatik Yöntem çokluğu, olay çeşitliliğiyle tarihsel süreci gösterme-
Seyircide yanılsama yaratacak şekilde kulla- ye yöneliktir. Açık biçim/göstermeci/Aristotelesçi
nılan ve yer-zaman-olay bütünlüğüne dayanan olmayan/dramatik olmayan biçim gibi adlandır-
klasik-dramatik anlatım yöntemi, “kapalı biçim”, malarla da anılan epik yapı, sahneler arasında her-

131
Tiyatro Sanatı

hangi bir neden-sonuç ilişkisinin olmadığı, her Düğüm


sahnenin kendi içinde var olduğu bir yapıyı işaret Oyunda çatışmanın oluşmaya başladığı kısım
eder. Yabancılaştırma etmeni sayesinde sahne ile olarak da ifade edilebilir. Kapalı oyun biçiminin
seyircinin özdeşleşmesini yıkan ve seyirci ile oyun- başlıca özelliklerinden biridir. Aristoteles’e göre,
cular arasında uzaklık yaratan bu biçim, nesnel ger- tragedyada baht dönüşüne kadar olan olaylar dizi-
çekliği eleştirel kılmaya çalışır. si düğüm bölümünü oluşturur. Epik tiyatroda ise
baht dönüşü olmadığından ve her sahne kendisi
Oyunun Öyküsü ve İletisi için var olduğundan düğüm söz konusu değildir
Oyunlarda kurgulanan öykü ile verilmek iste- (Çalışlar, 1992, s. 56). Oyunda aksiyonun geliş-
nen ileti, yazarın dünya görüşü ve üslubu ile ilgili mesi ve doruğa yükselmesi “çatışma” bölümünde
olmakla birlikte; konu, hedef kitle, iletişim ortamı gerçekleşir. Serimde seyirciye açıklanan olayların
ve eldeki malzemenin nasıl kullanıldığı ile de ilgi- ve kişilerin çatışmaya girerek geliştiği yer burasıdır.
lidir. Farklı tiyatro anlayışlarına göre yazarlarca ve- Olay dizisini geliştiren herhangi bir maddi ya da
rilmek istenen iletiler de çeşitlilik arz eder. Örneğin ruhsal karşıtlık, engeller, geciktirmeler, tartışmalar
politik tiyatro anlayışı ile sembolik tiyatro anlayı- çatışma kapsamına girer (Nutku, 1983, s. 67).
şında yazılan iki tiyatro metninin vermek istedikle- Olay dizisindeki düğümler serisinin en üst nok-
ri ileti de birbirinden farklı olacaktır. tası ise “doruk” adını taşır. Bir değişimin yaşandığı
ya da heyecanın doruğa ulaştığı nokta olarak da
görülür (Nutku, 1983, s. 72). Doruk, kapalı oyun
Olay Örgüsü biçiminin ayrılmaz yapısal ögelerinden biridir. Ka-
Konunun, tema-tür-kişiler vb. ögeleriyle nasıl palı oyun biçimi, kendi içinde sürekliliği gerektir-
örüldüğü, işlendiği, kurgulandığı, gelişiminin hangi diğinden, ayrıca eylem, oyun kahramanının davra-
aşamalardan geçtiği, oyunun nasıl başlayıp sonlan- nışlarıyla belirlendiğinden ve her sahne bir sonraki
dığı, oyun kişileri arasındaki ilişkiler düzeni gibi ko- sahne için var olduğundan, doruktan geçilmeksizin
nular olay örgüsü içinde bir araya gelir. Bir anlamda çözüme gidilemez. Epik tiyatroda ise doruk yoktur
tiyatro yazarının öyküsünü düzenleme işi olay örgü- (Çalışlar, 1992, s. 51).
sünü meydana getirir. Bu aynı zamanda neden-so-
Aristoteles Poetika adlı eserinde, bu başlık altın-
nuç ilişkisi ve mantıksal gelişim içinde belli bir yerde
başlayan, gelişen ve sonlanan bir bütünü ifade eder. da ele alabileceğimiz üç ögeden bahseder. Bunlar-
Bazı yazarlar olay sırasına göre bir düzenleme gelişti- dan ilki “peripeteie” (baht dönüşümü) kavramıdır.
rirken bazıları ortadan başlayarak geriye dönüş yapa- Olayların mutluluktan mutsuzluğa ya da tersi yön-
rak, bazısı da sondan başlayıp başa dönerek öyküyü de gelişmesi olayıdır. Bir diğeri ise “anagnorisis”
düzenleyebilir. Olay dizisinin gelişimi yazarın inisi- diye adlandırılır. Oyunun başkişisinin baht dönü-
yatifine bağlı olduğu gibi oyunun yazıldığı dönemin şünü algılamasına “tanınma” anlamında anagno-
teknik anlayışından da etkilenir. Alman oyun yazarı risis denir. Bu kavram bilgisizlikten bilgiye geçiş
Gustav Fraytag, olay örgüsünü bir piramite benzetir olarak da tanımlanır. Doğuştan insan vücudunda
ve beş temel bölüme ayırır: 1. Tanıtma, 2. Yükseliş, bulunan belirtiler, yara izleri, andaç eşya gibi şeyle-
3. Doruk, 4. Geri dönüş ya da düşüş, 5. Yıkım. Olay re bakarak tanıma, rastlantısal tanıma, anımsama,
örgüsünü oluşturan bu temel ögeler genelde serim, düşünerek bulma anagnorisis çeşitleridir (Şener,
düğüm ve çözüm gelişimsel sırasına göre dizilir. 2006, s. 35). Aristoteles son olarak “pathos”tan
bahseder. Pathos, acı veren eylem, yıkıcı, ıstırap
verici bir hareket olarak tanımlanır. Acı çekme, öl-
Serim dürme, yaralama gibi.
Oyunun başında verilen ek bilgidir. Oyun baş-
lamadan önceki olayların da seyircinin bilgisine
sunulduğu, kişileri tanıtma yoluna gidildiği, oyu- Çözüm
nun teması hakkında bilgi verildiği bölüm olarak Oyunun son bölümüdür. Burada olay dizi-
görülür. Özellikle Antik döneme ait oyunlarda bir sinde ortaya çıkan sorunlar, çatışmalar aşılarak
ön konuşma ile tanıtma gerçekleşir. Bu bölümde düğümler çözüme ulaştırılır. Farklı tiyatro anla-
oyunun yeri, zamanı, mekânı, oyun kişileri gibi ko- yışlarında çözüme yaklaşım da farklılaşmaktadır.
nularda bilgi verilir. Örneğin, klasik tragedyada çözüm acı bir sonla

132
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

gerçekleştirilirken komedyada seyredene düşün- Zamanın kullanımında yanılsama/özdeşleşme ya


me payı bırakan bir mutlu sonla verilecektir. Epik da uzaklık/yabancılaşma sağlanması, seçilen anlatı
tiyatroda, çelişmelerin çözümü izleyiciye bırakılır; yöntemiyle de doğru orantılıdır. Tiyatroda zaman,
oyunda eylem ve çatışma ile izleyici arasında ya- geçmişi ya da geleceği şimdileştirmeyi içerir (Çalış-
bancılaştırma etmeni yoluyla yaratılan uzaklık so- lar, 1992, s. 222).
nucunda, izleyicinin nesnel gerçekliği algılaması,
eleştirmesi ve yargılaması istenir. Absürt tiyatroda
ise çatışma olmadığı için çözüm de yoktur; çö- Oyunun Dili
zümsüzlük oyunun en başından verilir (Çalışlar, Oyunun dili, olay örgüsünü geliştirme, sahne
1992, s. 41). üzerindeki aksiyonu beslemenin yanı sıra sahne-
nin dışında yaşananlar hakkında seyirciyi haberdar
etme misyonu da taşır. Oyunun dili ile ilgili ola-
Oyun Kişileri rak tiyatronun tarihsel seyri içerisinde dönem dö-
Oyunun özüne uygun olarak bir eserin gelişi- nem farklılaşan kullanımlar söz konusudur. Klasik
mini sağlayan temel ögelerden biri de kişilerdir. dönemde görülen güzel söz söyleme, edebî değeri
Bilinen kalıplara göre işlenen oyun kişileri “tip” olan, ağır tempolu oyun dili, gerçekçi oyunlarda
özelliği gösterirler. Bunlar psikolojik ayrıntılarıyla yerini daha güncel ve inandırıcı bir oyun diline
verilmezler. Olay örgüsü boyunca hiç gelişmez ve bırakır (Nutku, 1983, s. 76-77). Tiyatro metninin
değişmezler. Oyunun başında nasıl davranıyorlarsa bölümlenmesinde ve kişilerin konuşturulmasında
oyunun sonunda da aynıdırlar. Kendine özgü nite- öne çıkan bazı terimler de oyunun dili başlığı al-
likleriyle öne çıkan oyun kişisi ise “karakter” özelliği tında ele alınabilir.
gösterir. Bu oyun kişilerinin kendilerine özgü dav-
ranışları, düşünceleri, eğilimleri, tepkileri vardır.
Ayrıntılı ve derinlemesine ele alınırlar. Tragedyalar- Prolog (Öndeyiş)
da karakter uygulaması görülürken komedyalarda Antik Yunan tiyatrosunda, eylemin başında
tiplere daha çok rastlanır (Nutku, 1983, s. 74-75). koronun giriş konuşmasıdır. Antik Yunan’dan gü-
Daha önce tragedyanın ortalamadan daha iyi ka- nümüze kadar gelmiş olan proloğun, özellikle epik
rakterleri, komedyanın ise ortalamadan daha kötü tiyatro ile belgesel tiyatroda kullanıldığı görülür.
karakterleri taklit ettiğini söylemiştik. Aristoteles Temel işlevlerini şöyle sıralamak mümkündür: 1.
karakterde iyilik, tipine uygunluk, benzerlik, tutar- Bir oyunun başlangıç bölümü olarak oyuna ilişkin
lılık ve üstünlük gibi nitelikler arar. Antik Yunan bilgilendirme ya da açıklamada bulunma; 2. Bakış
tiyatrosunda bu niteliklere sahip ve birinci oyuncu açısını etkileyen bir yapısal öge olarak izleyicinin
anlamına gelen kişi “protagonist” diye adlandırılır. eylemle özdeşleşmesini ya da eyleme yabancılaşma-
Oyunun kahramanıyla çatışan, onun karşısında yer
sını sağlama; 3. İzleyicilerin yapıtla ilgili düşüncele-
alan kişiye ise “antagonist” denir.
rine hazırlık oluşturma, dramaturjik-iletişimsel bir
rol taşıma; 4. Bilgi verici, eleştirici bir işlevi yerine
Mekân getirme; 5. Epilogla ilişki içinde eylemi bütünleme
Oyunda olay örgüsü -sahneler arasında fark- (Çalışlar, 1992, s. 150).
lılık gösterebilse de- genellikle belli bir mekânda
gerçekleşir. Sahne olanakları çerçevesinde oyunda Epilog
yer alan kapalı ya da açık mekânlar, olay örgüsüne,
kişilerin psikolojilerine ve sahnelerin yapılanışına Oyunda son söz anlamına gelir. Antik Roma ti-
göre çeşitlilik gösterebilmektedir. yatrosunda, Plautus tarafından oyunun oynanması
ve anlamı üstüne izleyiciye son sözün söylenmesi
biçiminde getirilmiştir (epilogos). Epik tiyatroda
Zaman ise taşlama nitelikli, yabancılaştırma işlevinde, pro-
Oyunda zaman da mekân gibi eylemin algılana- log ve eylemle diyalektik bağ içinde ortaya konan
bilmesini sağlar. Tiyatro tarihi içinde, bütün tiyat- açık oyun biçiminin yapısal bir ögesi olarak kulla-
rolar kendi özgül zamansallıklarını getirmişlerdir. nılır (Çalışlar, 1992, s. 63).

133
Tiyatro Sanatı

Monolog
Monolog, konuşan kişiye ilişkindir. Tek bir gönderme düzlemi vardır. Karşı konuşma gerektirmez.
Dolaylı biçimde doğrudan izleyiciye yönelimlidir (Çalışlar, 1992, s. 121).

Diyalog
Söyleşme anlamına gelen diyalog (dialogos), monoloğa (tekil konuşma) karşıt, iki (duolog) ya da daha
çok kişi (polylog) arasında geçen karşılıklı konuşmadır. Oyun dilinin temel var olma biçimi olan diyalog,
eylemi taşır; oyunda eylemin gelişmesi ile oyun kişilerinin biçimlenmesi, oyun yapısının sözel kuruluşu,
diyalog aracılığıyla gerçekleştirilir (Çalışlar, 1992, s. 49).

Öğrenme Çıktısı

3 Tiyatronun teknik özelliklerini ifade edebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Anlatı biçimlerinden kla-


Tiyatro türündeki teknik
sik-dramatik yapı ile epik Tiyatro türündeki anlatıcı ile
özelliklerin farklı edebî tür-
yapının tarihsel süreç içinde roman türündeki anlatıcı ara-
lerde de var olup olmadığını
hangi tiyatro anlayışlarında sındaki ilişkiyi değerlendirin.
anlatın.
kabul gördüğünü araştırınız.

134
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Tiyatro türünün tanımını yaparak tiyatro


türlerinin niteliklerini sıralayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Tiyatro; oyun, oyuncu, sahne tasarımı, sahne giysisi, sahne tek-
Tiyatro Kavramı ve Tiyatronun
Türleri niği, sahneleme gibi her biri başlı başına sanatsal bir etkinlik
alanı olan ögelerden oluşmuş, bileşken bir sanattır ve temelin-
de taklit özelliği bulunur. Tiyatro türleri kendi içlerinde farklı
alt türlere ayrılsalar da temelde iki türe dayanmaktadırlar: Tra-
gedya, konusunu mitolojiden ya da tarihten alan ve bir kahra-
manın kendi çevresindeki şartlarla çatışmasını, mücadele edip
trajik bir biçimde yenik düşmesini anlatan bir tiyatro türüdür.
Tragedyada ortalamadan daha iyi kişilerin taklit edilmesi esas-
tır. Tragedya kişileri bilinen, tanınmış kişilerdendir. Dolayısıyla
bu kişiler, soylu ve erdemli olma özelliğine sahiptirler. Kişiler,
ahlak değerleri bakımından üstün nitelikler taşımalıdır. Tra-
gedyada olay örgüsünün mutlu başlayıp yıkımla sonuçlanması
beklenir. Olaylar kusursuz bir dille, manzum şekilde sergilenir.
Çirkinlikler, kabalıklar arka planda kalır. Tragedyanın işlevi,
korku ve merhamet duygularını uyandırarak kişinin ruhunu
arındırmak ve onu huzura kavuşturmaktır.
Komedya ise kişilerin, olayların ve durumların gülünç yanlarını
ele alıp işleyen tiyatro türüdür. Ortalamadan daha aşağı kişi-
leri taklit eder. Yani bu türde, soylu olmayan, kusurlu kişiler
ele alınır ve oyundaki gülünçlük bir kusurdan, bir eksiklikten
kaynaklanır. Komedya konusunu günlük yaşantıdan alır. Ko-
medyada mutsuzlukla ya da karmaşık bir düzende başlayan
öykü, mutlulukla son bulur. Komedyanın dili de konuşulan,
gündelik dildir. Komedyanın işlevi ise oyun kişilerinin kusurlu
ya da eksik nitelikleriyle gülünç olanı öne çıkararak seyircinin
söz konusu olan kusurlardan kaçınmasını sağlamaktır.

135
Tiyatro Sanatı

2 Tiyatronun tarihsel kökenini


açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Tiyatronun Tarihsel Süreci

Tiyatro türü ile ilgili ilk bilgiler için Antik Yunan’a kadar uzanmak gerekir. Bu konuda ilk sistemli düşünce kay-
deden eser Aristoteles’in Poetika’sıdır. Bu dönem tiyatrosunda çağın önemli sorunlarını, değer yargılarını, toplum
yapısının çelişkilerini dile getirirken halkı özellikle de ahlak konusunda eğitme işlevi öne çıkar. Roma’da tiyatro
anlayışı günlük yaşama katkıda bulunduğu ölçüde önem kazanır. Roma tiyatrosunda günlük ilişkiler sergilenirken
bu ilişkiler içinde kişinin nasıl davranması gerektiği gösterilmektedir. Orta Çağ’da tiyatronun gelişimi sekteye
uğrar. Bu dönemde kilise, tiyatroya karşı suçlayıcı bir tavır sergiler. Genel kanı, trajik sahne oyunlarının ayartıcı
olduğu, ruhu tuzağa düşürüp yozlaştırdığı, bazı heyecanları bastıracak yerde beslediği, dolayısıyla sakıncalı olduğu
yönündedir. Rönesans döneminde tiyatro binalarında, sahne düzenlemelerinde, oyunculukta ve yazarlıkta barok
üslup hâkimdir. Denge, uzunluk, üç birlik kuralı, neden-sonuç ilişkisi vb. biçimleme kurallarına bu dönemde de
uyulduğu görülür. Rönesans Dönemi’nde de tiyatronun görevi eğiterek yarar sağlamak, eğlendirerek zevk ver-
mektir. Klasik tiyatro anlayışı ise XVII. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkar. Soylu ve yüksek tabakaya hitap ettiği için
anlatımın incelikli olmasına özen gösterilir. Akılcılık ve ölçülülük esastır. Akla, toplumsal davranış kurallarına,
ahlak değerlerine bağlılık, biçim kurallarına uygunluk aranır. Oyunların konuları genellikle mitolojiden seçilir.
Düşündürücü ve ibret verici olmaya önem verilir. Romantik tiyatro, XIX. yüzyılın ilk yarısında etkindir. Tiyat-
roda Yunan mitolojisinden alınan konular, yerini yerli efsanelerden alınan konulara bırakır. Özdeki gerçeği düş
gücü ile kavramaya çalışırlar ve düşsel olanı, fantastik olanı sahneye getirebilmek için mit, simge, imge, alegori,
benzetme gibi dolaylı anlatım yollarını kullanırlar. Duygulara ve heyecanlara ağırlık verilir. Gerçekçi anlayış, XIX.
yüzyılın ikinci yarısında etkindir. Günlük yaşam gerçeklerini ön plana çıkarmak, bilimsel yönteme dayanmak ve
bunları süssüz, yalın bir anlatımla seyirciye sunmak esastır. Biçimden çok öze ağırlık verilmiş, toplumun yaşayan
sorunlarına yönelmek öne çıkmıştır. Doğalcı eğilimde olan yazarlar ise insanı bir doğa parçası gibi madde yanı ile
ele alır, bu maddeyi bilim yöntemi ile incelemeye özen gösterirler. Ayrıntıya eğilir, bilgi verme görevini üstlenirler.
Bu tiyatro uygulamasında kalıtımla geçen hastalıklara, ruhsal ve bedensel bozukluklara yer verilir; bunların insanı
koşulladığı belirtilir. Sembolist tiyatroda, dolaylı anlatım hünerlerinin, estetik biçimlemenin ve düşlemenin öne-
mi üzerinde durulur. Amaç soyut ve gizli olanı sezdirmektir. Bunun için imge, simge, benzetme, çağrışım yapma
gibi şiirin hünerleri olan dolaylı anlatım yollarına başvurulur. Sembolist dönemde, sanatın asal amacı güzellik
yaratmak ve estetik zevk vermektir. 20. yüzyılın öne çıkan tiyatro anlayışlarından biri gelecekçi tiyatrodur. Bu
anlayışta, daha canlı, daha devingen bir tiyatro düşüncesi savunulur. Gelecekçiliğin başlıca özelliği hızlılık olarak
saptanmıştır. Bu düşünce biçimi, devingenlik coşkusu içinde geleneksel yaşam biçimine, kültür değerlerine, sanat
kurallarına karşı çıkar. İnsanı geçmişe bağlayan tutucu kurumların yok edilmesinden yanadır. Gerçeküstücü tiyat-
roda, savaş sonrasının düş kırıklığını, kuşkularını, güvensizliğini ifade etmek için yeni anlatım yolları aranır. Bu
anlayışta, biçimsel denemeler öne çıkmış, özellikle sahnenin görüntü diline çarpıcı yenilikler getirilmiştir. Olayla-
rın düşte görüldüğü gibi kesikli bir kurgu içinde verilmesi, üst üste bindirilmiş karşılıklı ve kendi kendine konuş-
ma düzeni gerçeküstücü tiyatronun özelliklerindendir. Özellikle de Alman tiyatrosunda etkin olan dışavurumcu
tiyatro ise giderek daha iyi bir dünya yaratma ereğine yönelmiş, siyasal ve toplumsal yönü ağırlık taşıyan oyunlarla
öne çıkmıştır. Oyunun olay örgüsü, oyunun vermek istediği bildiriye göre düzenlenir. Sahnede birbirini mantıklı
olarak izleyen olaylar yerine, yan yana, eşzamanlı olarak sunulan olaylar ve durumlar yer alır. Sözde, görüntüde,
anlamda karşıtlıklardan yararlanılır. Politik amaçlı tiyatro eğilimi ise, I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da or-
taya çıkan ve politik sorunların tartışıldığı bir tiyatro anlayışına dayanır. Brecht’in teorisini geliştirdiği ve sahneye
koyduğu epik tiyatro da bir tür politik tiyatrodur. Bu tiyatro, toplumsal ilişkilerin diyalektik yapısını ve bu yapıyı
tarihsel koşullar içinde göstermeye çalışarak seyircinin bu konularda düşünmesini ve bilinçlenmesini temel alır.
Epik tiyatronun en önemli biçimsel yeniliği, sahnedeki yanılsamayı kıran yadırgatma yöntem ve teknikleridir. Bu
tiyatro biçimi görsel, işitsel yeni anlatım olanaklarını kullanarak kitleleri etkilemek ve onları harekete geçirmek
çabasındadır. Absürt tiyatro, II. Dünya Savaşı sonrasında yıkılan insani değerler karşısında bir karşı sanat anlayışı
olarak ortaya çıkar. Geleneksel, bilinen her türlü sanatsal uyumu bozarak sahneye koyar. Yaşamın akla aykırılığını,
gerçeğin anlaşılmayan ve açıklanamayan bir karmaşa olduğunu göstermeye çalışır. Oyunun yapısında, konuşma
biçiminde, anlatım tekniklerinde yeni ve usdışı düzenlemeler yapılır. Oyunda seyirciyi şaşırtmayı, rahatsız etmeyi
hatta acıtmayı amaçlayan yöntemler geliştirilir. Çağdaş tiyatro anlayışında, geleneksel oyun yapısının bozulduğu,
zaman ve mekân kullanımında us dışı düzenlemelerin olduğu, olayların gelişiminde mantıksal bir çizgi aranma-
dığı, oyun kişilerinin de psikolojik derinlikleriyle sunulmadığı görülür. Çağdaş tiyatroda tüm türler birbirine
karışmıştır. Traji-komedi, kara komedi gibi türler en çok tercih edilen türlerdir.

136
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

3 Tiyatronun teknik özelliklerini


ifade edebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Oyunun bölümlenmesi, tiyatro eserinin kesitlere ayrılarak su-
Tiyatronun Teknik Özellikleri nulması anlamını taşır. “Perde”, “sahne”, “bölüm”, “epizot” gibi
adlandırmalarla bu bölümleme sağlanır. Sahnede gerçek yaşamı
benzetme yoluyla yansıtan, seyircide yanılsama yaratacak şekil-
de kullanılan ve yer-zaman-olay bütünlüğüne dayanan “kla-
sik-dramatik yöntem” ve gerçek yaşamın yabancılaştırılarak,
yadırgamaya uğratılarak, uzak açıdan gösterilmesine dayanan
“epik yöntem” öne çıkan anlatı yapılarıdır. Oyunlarda kurgula-
nan “öykü” ile verilmek istenen “ileti” ise yazarın dünya görüşü
ve üslubu ile ilgili olmakla birlikte; konu, hedef kitle, iletişim
ortamı ve eldeki malzemenin nasıl kullanıldığı ile ilgilidir.
“Olay örgüsü” de konunun, tema-tür-kişiler vb. ögeleriyle na-
sıl örüldüğü, işlendiği, kurgulandığı, gelişiminin hangi aşama-
lardan geçtiği, oyunun nasıl başlayıp sonlandığı, oyun kişileri
arasındaki ilişkiler düzeni gibi konuları kapsar. “Serim”, oyun
başlamadan önceki olayların da seyircinin bilgisine sunulduğu,
kişileri tanıtma yoluna gidildiği, oyunun teması hakkında bil-
gi verildiği bölümdür. Kapalı oyun biçiminin başlıca özellik-
lerinden biri olan “düğüm” ise oyunda çatışmanın oluşmaya
başladığı kısımdır. Olay dizisindeki düğümler serisinin en üst
noktası ise “doruk”tur. “Peripeteie” (baht dönüşümü) olayların
mutluluktan mutsuzluğa ya da tersi yönde gelişmesi olayıdır.
Oyunun başkişisinin baht dönüşünü algılamasına tanınma an-
lamında “anagnorisis” denir. “Pathos”, acı veren eylem, yıkıcı,
ıstırap verici bir hareket olarak tanımlanır. “Çözüm”, oyunun
son bölümüdür. Burada olay dizisinde ortaya çıkan sorunlar,
çatışmalar aşılarak düğümler çözüme ulaştırılır. Bilinen kalıp-
lara göre işlenen oyun kişileri “tip” özelliği gösterirler. Kendine
özgü nitelikleriyle öne çıkan oyun kişisi ise “karakter” özelliği
gösterir. Antik Yunan tiyatrosunda bu niteliklere sahip ve bi-
rinci oyuncu anlamına gelen kişi “protagonist” diye adlandı-
rılır. Oyunun kahramanıyla çatışan, onun karşısında yer alan
kişiye ise “antagonist” denir. Oyunda olaylar örgüsü -sahneler
arasında farklılık gösterebilse de- genellikle belli bir “mekân” ve
“zaman”da gerçekleşir. “Oyunun dili”, olay örgüsünü geliştir-
me, sahne üzerindeki aksiyonu beslemenin yanı sıra sahnenin
dışında yaşananlar hakkında seyirciyi haberdar etme misyonu
taşır. Antik Yunan’dan günümüze kadar gelmiş olan “prolog”un,
özellikle epik tiyatro ile belgesel tiyatroda kullanıldığı görülür.
Oyuna ilişkin bilgilendirme, izleyicinin eylemle özdeşleşmesi-
ni ya da eyleme yabancılaşmasını sağlama gibi işlevleri vardır.
Oyunda son söz anlamına gelen “epilog” ise epik tiyatronun
yapısal bir ögesi olarak kullanılır. “Monolog”, konuşan kişiye
ilişkin, tek bir gönderme düzlemi olan yapıdadır. Söyleşme an-
lamına gelen “diyalog”, monoloğa karşıt, iki ya da daha çok kişi
arasında geçen karşılıklı konuşmadır.

137
Tiyatro Sanatı

1 Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi doğrudur? 6 Hareketin, devingenliğin, ritmin, hızın di-


ğerlerine göre daha fazla hâkim olduğu tiyatro an-
A. Anagnorisis - Öndeyiş
layışı aşağıdakilerden hangisidir?
neler öğrendik?

B. Pathos - Acı çekme


C. Peripeteie - Arınma A. Dışavurumcu tiyatro
D. Antagonist - Hata B. Absürt tiyatro
E. Katharsis - Karşıt kahraman C. Gerçekçi tiyatro
D. Gelecekçi tiyatro
E. Gerçeküstücü tiyatro
2 Klasik-dramatik tiyatro anlayışına ilk kez sis-
temli bir biçimde karşı çıkan tiyatro anlayışı aşağı-
dakilerden hangisidir? 7 Aşağıdakilerden hangisi klasik-dramatik an-
latım yönteminin özelliklerinden biri değildir?
A. Absürt tiyatro
B. Dışavurumcu tiyatro A. Sahnede gerçekliğin benzerinin yaratılmasına
C. Epik tiyatro çalışır.
D. Gerçeküstücü tiyatro B. Eyleme ve taklide dayanır.
E. Gelecekçi tiyatro C. Her sahne kendi içinde var olur.
D. Simetri ve uyum oyuna hâkimdir.
E. Sahne ile seyirci arasında uzaklık yoktur.
3 Toplumun gülünç ve aksayan yönlerini anla-
tan komedya türü aşağıdakilerden hangisidir?
A. Karakter komedyası
8 Aşağıdakilerden hangisi sembolist tiyatroda
oyun dilinin karakteristik özelliklerinden biri de-
B. Dolantı komedyası ğildir?
C. Durum komedyası
D. İçli komedya A. İmge kullanımı
E. Töre komedyası B. Simge kullanımı
C. Benzetmeye dayalı dil kullanımı
D. Çağrışımlara dayalı dil kullanımı
4 Tarihsel süreç içerisinde tiyatro aşağıdaki dö- E. Politik dil kullanımı
nemlerin hangisinde diğerlerinden farklı bir geli-
şim göstermiştir?
A. Antik Yunan dönemi
9 Aşağıdakilerden hangisi tragedya yazarların-
dan biri değildir?
B. Roma dönemi
C. Orta Çağ dönemi A. Euripides
D. Rönesans dönemi B. Aristophanes
E. Klasik dönem C. Seneca
D. Racine
E. İbsen
5 Aşağıdaki tiyatro anlayışlarından hangisi, ti-
yatroya yüklenen işlev bakımından diğerlerinden
farklıdır? 10 Kıyıcı tiyatro olarak adlandırdığı çalışmasıyla
tiyatroya yeni bir soluk getiren yazar aşağıdakiler-
A. Sembolist tiyatro
den hangisidir?
B. Klasik tiyatro
C. Gerçekçi tiyatro A. Cocteau
D. Epik tiyatro B. Aragon
E. Dışavurumcu tiyatro C. Tzara
D. Artaud
E. Apollinaire

138
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Teknik


1. B 6. D Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Tarihsel Sü-
Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge-
reci” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
çiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Teknik Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Teknik
2. C 7. C
Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge-
çiriniz. çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Tiyatro Kavramı ve Ti-


3. E 8. E Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Tarihsel Sü-
yatronun Türleri” konusunu yeniden gözden
reci” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Tiyatro Kavramı ve Ti-


4. C Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Tarihsel Sü- 9. B
yatronun Türleri” konusunu yeniden gözden
reci” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

5. A Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Tarihsel Sü- 10. D Yanıtınız yanlış ise “Tiyatronun Tarihsel Sü-
reci” konusunu yeniden gözden geçiriniz. reci” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
5 Anahtarı

Tragedya ve komedyanın yanı sıra tiyatronun pek çok alt türü olduğunu söy-
Araştır 1 lemek mümkündür. Bunlardan birkaçı fars, melodram, trajikomedya, bur-
lesk, kabare, skeç, vodvil, opera, operet vb.dir.

Antik Yunan’daki tragedya ve komedyaların çağının önemli sorunlarını, top-


lum yapısının çelişkilerini dile getirirken halkı özellikle de ahlak konusunda
eğitme işlevine büründükleri görülür. Tiyatronun insan ruhunu arındırarak
sağlıklı bir etki yaptığı görüşü hâkimdir. Roma Dönemi’nde ise tiyatronun
işlevi pratik yaşamın düzenlenmesiyle ilgilidir. Yurttaşların geleneksel değerler
açısından eğitilmesi ön planda olmalıdır. Görevi eğlendirmek ve öğüt vermek-
tir. Orta Çağ döneminde ise kilise tiyatronun zararları üzerinde durur. Buna
Araştır 2 göre tiyatro, gerçek olmayanı kurguladığı, susturulması gereken heyecanları
uyardığı, ahlaka ve inançlara aykırı olduğu, kişiyi ayarttığı için zararlıdır. Rö-
nesans dönemi ile Klasik Çağ’da da tiyatronun görevi eğiterek yarar sağlamak,
eğlendirerek zevk vermektir. Romantik sanatta seyirci, düş gücünün, sezgisi-
nin uyarılması oranında temeldeki gerçeğe yaklaşmış varsayılır. Gerçekçi dö-
nemde oyun yazarı, seyircisini toplum gerçekleri konusunda aydınlatma ve
düşündürme görevini üstlenir.

Aristoteles ile başlayan klasik-dramatik yapının ilkeleri, Antik Yunan, Roma,


Rönesans, klasik, gerçekçi tiyatro döneminde hâkim anlayışken 20. yüzyıla
doğru gelindiğinde epik yapının etkisi görülmeye başlar. Brecht’in politik ti-
Araştır 3 yatro kapsamında öne sürdüğü epik-diyalektik anlayışın yanı sıra gerçeküstü-
cü ve absürt gibi avangart tiyatrolar ile çağdaş tiyatronun da epik yapıyı öne
çıkardığı görülür.

139
Tiyatro Sanatı

Kaynakça
Acarlıoğlu, A. (2003). Saçmanın Tiyatrosu. İstanbul: Kesting, M. (1985). Tarihte ve Çağımızda Epik Tiyatro.
Mitos-Boyut. Yılmaz Onay (Çev.). İstanbul: Adam.
Arıkan, Y. (2006). A’dan Z’ye Tiyatro Kılavuzu. Nutku, Ö. (1963). Modern Tiyatro Akımları. Ankara:
İstanbul: Pozitif. Dost.
Aristoteles (2007). Poetika. İsmail Tunalı (Çev.). ________ (1983). Dram Sanatı. İzmir: Dokuz Eylül
İstanbul: Remzi. Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi.
Brecht, B. (1993). Tiyatro İçin Küçük Organon. Ahmet ________ (2000). Dünya Tiyatro Tarihi. İstanbul:
Cemal (Çev.). İstanbul: Mitos Boyut. Mitos Boyut.
________ (1997). Epik Tiyatro. İstanbul: Cem. İpşiroğlu, Z. (1992). Tiyatroda Yeni Arayışlar. İstanbul:
Düzlem.
Brockett, O. (2000). Tiyatro Tarihi. İnönü Bayramoğlu
(Haz.). Ankara: Dost. __________ (1996). Uyumsuz Tiyatroda Gerçekçilik.
İstanbul: Mitos Boyut.
Candan, A. (2003). Yirminci Yüzyılda Öncü Tiyatro.
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi. __________ (2004). Tiyatroda Alımlama Boyutları ve
Çeşitlemeleri. İstanbul: Papirüs.
Carlson, M. (2008). Tiyatro Teorileri: Yunanlılardan
Bugüne Tarihsel ve Eleştirel Bir İnceleme. Eren Özön, M. N., Dürder B. (1967). Türk Tiyatrosu
Buğlalılar, Barış Yıldırım (Çev.). Ankara: De Ki. Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi.
Çalışlar, A. (1966). Çağdaş Tiyatro. İstanbul: Kitapçılık Pignarre, R. (1974). Tiyatro Tarihi. İstanbul: Gelişim.
Limited Ortaklığı.
Shakespeare, W. (1989). Macbeth. Orhan Burian
_________ (1980). Gerçekçi Tiyatro Sözlüğü. İstanbul: (Çev.). Ankara: MEB.
May.
Steiner, G. (2011). Tragedyanın Ölümü. Burç İdem
_________ (1992). Tiyatro Kavramları Sözlüğü. Dinçel (Çev.). İstanbul: İş Bankası.
İstanbul: Boyut.
Şener, S. (2003). Yaşamın Kırılma Noktasında Dram
_________ (1993). 20. Yüzyılda Tiyatro. İstanbul: Sanatı. Ankara: Dost.
Mitos Boyut.
Şener, S. (2006). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi.
Çapan, C. (1992). Değişen Tiyatro. İstanbul: Metis. Ankara: Dost.
Dilligil, T. (1953). Tarih Boyunca Tiyatro: Renaissance’a Taner, H., And M., Nutku Ö. (1966). Tiyatro
Kadar. Ankara: Seçilmiş Hikâyeler Dergisi Terimleri Sözlüğü. Ankara: TDK.
Kitapları.
Tuncel, B. (1938). Tiyatro Tarihi. İstanbul: Devlet
Esslin,M. (1996). Dram Sanatının Alanı. İstanbul: Basımevi.
YKY.
Turani, A. (1968). Güzel Sanatlar Terimleri Sözlüğü.
Fischer, E. (2012). Sanatın Gerekliliği. Cevat Çapan Ankara: TDK.
(Çev.), İstanbul: Sözcükler.
Vsevolod, M. (2014). Tiyatro Üzerine. Tuğçe Kanbur
Fuat, M. (1984). Başlangıcından Bugüne Dünya ve (Çev.). İstanbul: Agora.
Türk Tiyatro Tarihi. İstanbul: Varlık.
Gerçek, S. N. (1944). Tiyatro Bilgisi. İstanbul:
Türkiye.

140
Bölüm 6
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Deneme Eleştiri

1 2
öğrenme çıktıları

1 Deneme türünün tanımı, özelliklerini, 2 Eleştiri türünün genel özellikleri ile birlikte
Batı’da ve Türk edebiyatındaki Batı’da ve Türk edebiyatında gelişimini
görünümünü açıklayabilme ifade edebilme

Mektup
3 Mektup türünün farklı edebiyatlardaki

3
görünümünün yanı sıra edebî bir anlatım
tekniği olarak nasıl bir işlev yüklendiğini
yorumlayabilme

Anahtar Sözcükler: • Deneme • Eleştiri• Mektup • Tür• Eleştirel Deneme • Klasik Eleştiri
• Neoklasik Eleştiri • Romantik Eleştiri• Modern Tenkit • Anlatım Tekniği Olarak Mektup

142
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ Deneme: Tanım ve Özellikleri


Bu ünitede, temel olarak öncelikle deneme, Deneme sözcüğü Fransızca “essai”den gelir. Bu
eleştiri ve mektup türlerinin, tür olarak tanımları, başlık altında yer alan metinlerin birbirlerinden
sınırları ve özelliklerine değinilecek, daha sonra ise farklı biçimsel ve tematik özellikler göstermeleri
Batı ve Türk edebiyatında bu türlerin nasıl gelişim nedeniyle deneme tanımlanması en güç edebî tür-
gösterdikleri konusu ele alınacaktır. İlk olarak de- lerden birisidir. Adını ve kesin biçimini 16. yüzyı-
neme türünün nitelikleri incelenecektir. lın ikinci yarısında Montaigne’in Denemeler (1580)
adlı eserinden sonra alır. Deneme âdeta özgür dü-
şüncenin savunulduğu, kalıplaşmış düşüncelere
karşı çıkılan bir dönemde yazının da kendi özgür-
lüğünü ilan edişidir.
17. yüzyılda “deneme/essai” kelimesi orta
uzunlukta, samimi bir üslupla yazılmış metinleri
tanımlamak için kullanılır. Yazarlar bazen tevazu
göstermek bazen de ele aldıkları konuyu fazla de-
rinleştirmeden yazmak için deneme başlığını kul-
lanmayı tercih ederler. Konuları itibarıyla çeşitlilik
gösteren bu yazıların ortak özelliği, kısa olmaları ve
belli bir planla yazılmamalarıdır.
Deneme, 18. ve 19. yüzyılda bir edebî tür
olarak gelişmesini sürdürür, özellikleri ve tanımı
netleşir. Tek bir konuya bağlı kalmayan, belirli bir
plan üzerinden yazılmayan, kişisel görüş ve düşün-
celerin delillerle ispat etme kaygısı duyulmadan,
DENEME kesin hükümler verilmeden ortaya konulduğu
Bu başlık altında denemenin tanımına, özellik- bir edebî tür olarak tanımlanır. Zaman içinde bi-
lerine Batı ve Türk edebiyatında deneme türünün yografiler, anılar, gazete yazıları, eleştirel metinler
gelişim evresine yer verilecektir. (Sartre, M. Butor, Schopenhauer, Kierkegaard
örnekleri), diyaloglar (Platon, Diderot örnekleri)
gibi birbirinden çok farklı içerikleri olan metin-
ler de bu başlık altında anılmaya başlar. Özellikle
eleştiri, mektup ve hatırat gibi türlerde denemenin
özellikleriyle karşılaşılır.

Nurullah Ataç denemeyi tanımlarken türün öze-


liklerini ve mektup türü ile yakınlığını şöyle ifade
eder: Montaigne’den öyle alıştığımız için olacak,
her denemede bir dertleşme havası bekliyoruz. İn-
giliz yazarlarından biri, her yazının bir mektup
olduğunu söyler: Uzaklardan, belki yüzyıllar ara-
sından bir dosta, biz tanımasak da o bizi seçmiş
olan bir dosta yolladığımız bir mektup... Dene-
me, mektuptan da yakındır. Yalnız kaldığımız
bir saatte yanımıza sokulan, elini omzumuza
Resim 6.1 Michel de Montaigne (1533-1592)
koyup : ‘Kardeşim, yaşamak denen serüveni dene-
Michel de Montaigne, 1533-1592 yılları arasında yaşamış yen kardeşim! Senin gibi ben de yaşadım, ben de
deneme türünün yaratıcısı olarak kabul edilen Fransız güldüm, ben de ağladım. Dinle benim geçirdik-
yazardır. lerimi!’ diyen bir kimsenin sesidir (Ataç, 1954,
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Michel_de_ s. 107).
Montaigne#/media/File:Michel_de_Montaigne_1.jpg

143
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Deneme “ben’in kitabı”dır. Antik Dönem’den 339-346). Ancak deneme türünün dünya edebiya-
günümüze denemeler, farklı zamanlarda farklı ki- tında öncülüğünü yapan Fransız yazar Montaigne
şilerin kalemlerinde şekillenmiş, bir diğer ifade ile (1533-1592) olur.
“farklı ben’lerin eserleri”dir. Ancak hepsinin birleş-
tiği ortak payda Antik Dönem’den modern zaman-
lara uzanan bir süreci barındıran bir hafıza ile ferdî
İslam dünyasında Eflatun olarak bilinen
hayatın kültürel bir zemin üzerinden anlatılmasıdır
Platon, MÖ 427-347 yılları arasında yaşa-
(Demougin, 1985, s. 528-529).
mış, Antik klasik Yunan filozofu, matema-
Reşat Nuri Darago, denemenin belli bir tekniği tikçi ve Atina akademisinin kurucusudur.
olmadığını, demeç tekniğine yakın, makale ya da
anı defteri havası taşıyan bir tür olduğunu söyler.
“Yazarı uykudan uyanıp gördüğü düşü kâğıda ge-
Montaigne’in Denemeler’i yazdığı dönemi ve
çiren adam gibidir” dediği denemeyi bir tür mono-
edebî çevresini inceleyen P. Villey Denemeler’i
log olarak görür. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın
çağa karşı bir tepki, “Rönesans ile yeniden doğan
başında Anatole France, Rémy de Gourmont, Juli-
insan”ın kendini ifadesi; H. Friedrich ise “an-
en Benda, Aldous Huxley gibi yazarların da roman-
tiskolastik bir özgürlük hareketi” olarak niteler.
larına deneme havası verdiklerini belirtir (Darago,
Friedrich’e göre Montaigne kitabına başlık ola-
1962, s. 677-678).
rak deneme/essai adını veren ilk yazardır. Böylece
20. yüzyılda artık denemenin “zaman üstü” ve dogmalardan hareket etmediğini hissettirir ve tec-
ütopik olma özellikleri vurgulanır. Deneme farklı rübeyle hayatı tanımanın ve insanın kendini tanı-
kültürlere göndermeler yaparak, referans alanları masının önemine işaret eder (Demougin, 1985, s.
yaratarak okurda yeni düşünce kanalları açan ve 528-529). Engin bir hayat tecrübesiyle çevresini
kişinin kendini keşfetmesini sağlayan bir türdür. gözlemleyen Montaigne, akla gelebilecek her ko-
Zaman içinde bu özellikleri diğer türleri de etkiler. nuda bir sohbet üslubuyla yazarken okurlarını öz-
Şair, roman/öykü yazarı, eleştirmen vb. tüm sanat- gürce düşünmeye yöneltmektedir. Aynı yüzyılda
çılar, şiir, roman, öykü gibi türlerde yazmanın yanı yaşayan Bacon (1561-1626) İngiliz edebiyatında
sıra bu türlerin kendilerine tanımadığı bir özgürlük denemeleriyle ünlüdür.
alanı buldukları denemeden de vazgeçemezler.
İnsan ve toplumu ilgilendiren her şey denemenin
konusudur. Genelde birinci tekil şahıs kullanan
yazar, bir konudan diğerine geçerek serbest bir
tavır içinde yazar. Amacı öğretici olmak, okuru
bilgilendirmek değildir. Bir sohbet havası içinde
fikirlerini, hayat tecrübelerini paylaşan yazar, okura
farklı bakış açıları kazandırmayı, okurun düşünce
dünyasını geliştirmeyi hedefler. Akıcı bir üslupla
yazılan denemeler okurun dilden haz almasını
sağlama işlevini de yüklenirler (Özdemir, 1990,
s. 82-83). İnsanı merkeze alan ve onun hayatla
ilişkisini ele alan bu metinler evrensel bir özellik
taşırlar, zaman içinde değerlerini yitirmezler.

Batı Edebiyatında Deneme


Deneme türünün ilk örneklerine Yunan ve La-
tin edebiyatlarında rastlanır. Eflatun’un (MÖ 429-
347) bazı diyalogları, Epiktetos’un (MS 50?-125?)
Resim 6.2 Platon (MÖ 428-MÖ 348)
sohbetleri, Cicero’nun (MÖ106-43) bazı eserleri,
Seneca’nın (MÖ 4?- MS 65) bazı diyalog ve mek- Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Platon#/media/
tupları deneme özelliği gösterirler (Kudret, 2003, s. File:Plato-raphael.jpg

144
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

18. yüzyılda Montesquieu’nün Mes Pensées (Dü- sütunlarında “Musâhabe” başlığı altında yer alan
şüncelerim) adlı eseri el yazması üç defterden ve fıkra ya da sohbet olarak adlandırılan örneklerde
günlük notlarından oluşur. Çeşitli konulardaki göz- denemenin özellikleri görülür. Türk edebiyatında
lem, düşünce ve görüşlerini kapsayan eser deneme deneme türünün ilk örnekleri olarak niteleyeceği-
özelliği gösterir. Bu notlar yazarın gözlemlerini, top- miz fıkra, sohbet gibi örnekler önce gazete sütunla-
lum, siyaset, tarih ve edebiyat gibi çeşitli konularda- rında yer alır, daha sonra kitap hâline getirilir. Dil,
ki düşüncelerini, tasarılarını anlattığı akıcı bir dille edebiyat, felsefe, kültürel, sosyal ve siyasi konular
yazılmış metinlerdir (Vardar, 1998, s. 282- 283). başta olmak üzere çeşitli konularda yazılan dene-
meler edebiyat tarihimizde zengin bir birikim oluş-
turmaktadır.
Montesquieu, 1689-1755 yılları arasında Ahmet Rasim (1864-1932), köşe yazıları, soh-
yaşamış Fransız politik düşünürüdür. betleri, Gülüp Ağladıklarım (1926), Falaka (1927),
Muharrir Bu Ya (1927) adlı denemeleri; Ruşen Eş-
ref (1892-1959), Ayrılıklar (1923), Damla Damla
Voltaire’in büyük devlet adamlarına, sanatçılar, (1929), Boğaziçi Yakından (1938), Atatürk’ü Özle-
düşünürler ve dost çevresine yazdığı mektuplar da yiş (1957), İstiklâl Yolunda (1960) gibi denemele-
“eleştirel deneme”ler olarak değerlendirilir. İronik riyle türün örneklerini verirler.
bir üslupla tarih, siyaset ve toplum meselelerine Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları, mektup ve de-
değinen bağnazlık başta olmak üzere dönemin neme türlerine örnek olabilecek özellikte bir eserdir.
toplumsal sorunlarını bu mektuplarda ele alan İçerdiği yazılar İstanbul ile ilgili çeşitli meseleleri özel
Voltaire, mektup formunu kullanarak “eleştirel bir üslupla işleyen ve geniş bir okur kitlesine hitap
deneme”nin özgün ve gelişmiş örneklerini verir. edebilen örneklerdir. Mektup formunu kullanarak
Asıl adı Emile Chartier olan Alain (1868-1951) okurlarıyla sohbet eden ve belli konulardaki gözlem
“Propos d’Alain” (Söyleşiler) adı altında gazete ve ve düşüncelerini onlarla paylaşan Ahmet Rasim,
dergilerde yayımlanan yazılarında insana ve toplu- mektup ile denemenin özelliklerini birleştirir. Plan-
ma özgü sorunları ele alır. Propos de Littérature’de sız, özgür ve samimi bir ifade aracı yaratır. Dene-
(Edebiyat Söyleşileri) söz ettiği yazarlar ve eserler me ve fıkralarıyla Osmanlı bürokrasi geleneğindeki
hakkında kişisel görüşlerini ifade eder. Deneme tü- “vilayet mektupçuluğu”na karşı “şehir mektupçulu-
rünün özelliklerinden yararlanarak alışılmış “ağır- ğu” diye fahri bir görev yaratır (Akbayar, 1992, s.
başlı eleştiri”ye renk katar. Akıcı bir dil kullanır ve 5). Yaşadığı kentin sorunlarını dile getirir. Ahmet
az sözle çok şey söylemeye özen gösterir. Çeşitli ko- Rasim’in kendine yakıştırdığı “şehir mektupçusu”
nularda binlerce propos (söyleşi) yazan Alain, Türk adı okurlar tarafından da benimsenmiş ve uzun yıl-
edebiyatında başta Mehmet Kaplan olmak üzere lar Ahmet Rasim bu isimle anılmıştır.
birçok sanatçının düşünce tarzı ve deneme anlayı- Yazıları nedeniyle halk arasında aldığı tepkiler
şını etkilemiş bir düşünce adamıdır. aslında onun deneme özelliği taşıyan mektupları-
Asıl sanat eserlerini şiir, roman, hikâye vd. tür- nın ne kadar ilgiyle izlendiğini göstermektedir. Dö-
lerde veren edebiyatçılar, kendilerini daha özgür ifa- nemin entelektüelleri tarafından da izlenen mek-
de ettikleri deneme türünde de eser verirler. Dünya tup formundaki bu yazılar Tanpınar üzerinde de
edebiyatında Paul Claudel, Paul Valéry, André Gide, etkili olur. Bu etkiyi “Ahmet Rasim’in eski İstanbul
T. S. Eliot, Albert Camus, Marcel Proust, Roland mahallesinin gecesini anlatan bir yazısını hatırlıyo-
Barthes ve Amin Maalouf gibi yazarlar diğer türlerde rum. İstanbul’dan o kadar uzakta bu yazı bana o
verdikleri eserlerin yanı sıra edebiyat, sanat, toplum- yaşta hayatımın üzerine dönmeği öğretti.” (Tanpı-
sal meseleleriyle ilgili görüşlerini, “ben” öykülerini nar, 1996, s. 347) ifadeleriyle açıklayan Tanpınar,
yansıtan denemeleriyle de ünlüdürler. bu yazıların kendisine yeni bir bakış açısı kazan-
dırdığına işaret etmektedir. Mustafa Kutlu da Şehir
Mektupları (1995) adlı eserinde yer alan “insan-
Türk Edebiyatında Deneme şehir-mekân” ilişkisini irdeleyen denemelerinde
Türk edebiyatına “tecrübe-i kalemiye” adıyla gi- Ahmet Rasim’in çizgisini sürdürür ve kendine özgü
ren deneme gazetelerle birlikte gelişir. Tercüman-ı üslubuyla 20. yüzyılın İstanbul’unu anlatır.
Ahval’in (1860) yayın hayatına başlamasıyla gazete

145
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Ahmet Haşim, gerçeği “harikuladeye dönüştü- kavramlara getirdiği farklı yorumlarla okurların
ren” estetik bir bakış açısıyla yazdığı denemelerini dikkatini çeker. Nurullah Ataç; Ahmet Haşim, Yah-
Gurabahâne-i Laklakan (1928), Bize Göre (1928) ya Kemal ve tercüme hakkındaki görüşlerini içeren
ve Frankfurt Seyahatnamesi’nde (1933) toplar. denemelerini Günlerin Getirdiği’nde (1946); 1953-
Haşim’in denemelerinde onun şiir estetiğinde de 1957 yılları arasında yazdığı denemeleri Günce’de
etkisi görülen Rémy de Gourmont ve Alain’in iz- (1960) toplar. Diğer denemeleri Karalama Defteri
leri vardır. İnci Enginün, Haşim’in denemelerini (1952), Sözden Söze (1952), Ararken (1954), Diye-
“Üslubu gerçekten eşsizdir. Şiirler ile denemeleri lim (1954), Söz Arasında (1957), Okuruma Mektup-
arasındaki yakınlık ikisinde de sembollerin, fante- lar (1958), Söyleşiler (1964), Dergilerde (3C.1980)
zinin ve esrarlı havanın bulunmasıdır. Esrarlı hava, vd. kitaplarda toplanmıştır.
yazarın genellikle yerleşik görüşlere karşı çıkma- Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yaşadığım Gibi’de
sıyla sağlanır. Bu denemelerde fantezinin ışığında, yer alan yazıları, çeşitli dergi ve gazetelerden der-
gerçeğin çizgileri daha da belirginleşir” ifadeleriyle lenmiş onun şair, hikâyeci, romancı ve edebiyat
değerlendirir (Enginün, 2005, s. 388). tarihçisi olarak kültür ve edebiyat hakkındaki gö-
İsmail Habib Sevük’ün gezi notlarını ve rüşlerini, fikirlerini yansıtan örneklerdir. Tanpınar,
gözlemlerini içeren O Zamanlar (1936), Tuna’dan yaşadıklarını, izlenimlerini bir şair ve kültür adamı-
Batı’ya (1935), Yurttan Yazılar (1945 ) adlı eserleri; nın estet tavrı ile deneme formundaki bu yazıları-
Reşat Nuri Güntekin’in 2 cilt hâlinde yayımlanan na yansıtır. Yazarın özgürce kalem oynattığı, engin
Anadolu Notları (1936, 1966) adlı eseri, yazarları- kültür birikimini yansıtan bu yazılar; tarih, sanat,
nın izlenimlerini ayrıntılı bir gözlem ve akıcı bir edebiyat, memleket meseleleri gibi farklı konula-
dille okuruyla sohbet eder bir eda ve eleştirel bir rı işler. Beş Şehir’de (1946), Türk tarihi açısından
bakış açısıyla anlattığı deneme örnekleri arasında önem taşıyan, mimari, coğrafi ve kültürel özellikle-
sayılır. ri ile öne çıkan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve
Deneme, Türk edebiyatında asıl kimliğine “de- İstanbul gibi şehirleri “tarih ve medeniyet” merkez-
neme ‘ben’in ülkesidir” diyen Nurullah Ataç’ın ka- li bir bakış açısı ve estetik bir yaklaşımla gözlemler
leminde kavuşur. Edebiyat dünyasına Ahmet Ha- ve tasvir eder. Ankara, Erzurum ve Konya coğrafi
şim hakkında yazdığı bir yazı ile Dergâh’ta başlayan konumları ve tarih içinde süregelen mücadeleleri
Ataç’ın dil konusundaki tavrı onun dil devriminin ile öne çıkarken Bursa ve İstanbul, zaman ekse-
öncüsü olarak anılmasına yol açar. Divan edebiyatı, ninde “tılsımlı aynadaki şehir” (Bursa), “zamanın
halk ve Avrupa edebiyatlarına hâkimiyeti ile okur- tılsımlı kuyusu” (İstanbul) gibi nitelemelerle Türk
larına sunduğu fikir çeşitliliği ve insanlığın ortak ve Müslüman kimlikleri de vurgulanarak işlen-
değer ve davranışlarını akıcı bir dille ifade etmesi mektedir. Denemelerde tarihî ve kültürel bir pers-
denemelerinin belirgin özellikleridir. Dil ve edebi- pektiften değerlendirilen şehirler âdeta bir kronik
yata özel bir ilgi duyan yazar denemelerinde sadece gibi okunur (Kefeli, 2012, s. 211-220). Tanpınar’ı
denemeci değil; aynı zamanda bir eleştirmendir. Türk edebiyatının en büyük denemecilerinden biri
Böylece eleştirel bir deneme anlayışı da metinlerine ve en zengin kültürlü yazarı olarak niteleyen Meh-
hâkim olur. Çeşitli süreli yayınlarda çıkan deneme- met Kaplan’ın yorumuyla Yaşadığım Gibi ve Beş
lerini kitaplarda toplayan Nurullah Ataç, bunları Şehir’deki yazıları -diğer eserleriyle birlikte- “kültür
neden kitaplaştırdığını şöyle açıklar: “Edebiyata milliyetçiliği” bağlamında önemli bir yer tutmak-
inanırım da onun için çıkarıyorum. Yıllardır yaza- tadır (Kaplan, 2015, s. 261-263).
rım, benden de bir şey kalsın istiyorum. Bir umut. Yahya Kemal, Aziz İstanbul’da (1964) tarihî,
Bu yazıları gönlümce sevecek belki birkaç kişi bu- coğrafi ve mimari özellikleriyle İstanbul’un farklı
lunur umudu.” (Aktaran Enginün, 2005, s. 395). semtlerini tasvir eder. Deneme özeliği taşıyan bu
Dil, edebiyat ve günlük meseleler hakkında ya- yazılarında şehrin kültürel zenginliklerini, estetik
zan Ataç geniş kültürü, samimi yaklaşımları, zaman bir duyuş, sağlam bir gözlem ve tarih bilgisiyle ge-
zaman da öfkeli tavrı, kültür meselelerine ve sosyal lecek kuşaklara aktarır.

146
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Suut Kemal Yetkin’in Edebiyat Konuşmaları türüyle belirli bir okur kitlesine seslenen, özel bir
(1944), Edebiyat Üzerine (1952), Günlerin Gö- deneme yazarıdır. Başlıca deneme eserleri arasında
türdüğü (1958), Düşün Payı (1960), Şiir Üzerine Kendimle Konuşmalar (1972), Seyirci Sahneye Çıkı-
Düşünceler (1969), Denemeler (1972 ) adlı ki- yor (1975), Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (1979), Paf
tapları edebiyat konulu denemelerinden oluşur. ve Puf (1981), Bir Zavallı Sarı At (1985), Nezle-
Montaigne’in Denemeler’ini sık sık okuduğunu li Karga (1991), Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu
belirten Yetkin, Montaigne’in şahsi tecrübelerin- (1992) sayılabilir.
den yola çıkarak hayatı anlattığı bu kitabın sırrı- “Salâh Bey Tarihi” başlığı altında topladığı de-
nı yazarının samimi ve akıcı üslubunda ve “her neme kitaplarında yaşadığı dönemin tanıklığını ya-
birimizin bir köşesine dokunuşunda” bulduğunu par. Bu grupta Kahveler Kitabı (1976), Ah Beyoğlu
belirtir. Kendi denemelerinde Montaigne’in çizgi- Vah Beyoğlu (1976), Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980),
sinden giden Suut Kemal Yetkin, zengin bir kültür Sergüzeşt-i Nono Bey (1982), İstanbul-Paris (1983),
birikimini akıcı bir dille yansıtan deneme örnekleri Yaşlılık Günlüğü (1986), Aynalar Günlüğü (1988),
vermiştir. Gece Yarısı Mektupları (1991) gibi kitaplar yer al-
Montaigne’in tarzını Türk edebiyatında sürdü- maktadır.
ren bir diğer isim onun Denemeler’inden seçtiği Alain’in “yazarak düşünmek” metodunu kulla-
örnekleri Türkçeye çeviren Sabahattin Eyüboğlu nan Mehmet Kaplan da fikir yazılarını daha çok
olur. Mavi ve Kara (1961), Sanat Üzerine Dene- deneme türünde yazar. Deneme onun için bir dü-
meler (1974) adlı kitaplarında kültürel meselelere şünme aracıdır. Kavramları, toplumsal ve edebî
değinir. Klasik kültürün ölçütlerini Türk kültürüne meseleleri yazarak düşünür ve okurlarıyla payla-
uygulayan, halk kültürümüzün değerlerini yeni bir şır. Nesillerin Ruhu (1967), Büyük Türkiye Rüyası
bakış açısıyla yorumlayan ve onları Batı kültürü ile (1969), Edebiyatımızın İçinden (1978), Kültür ve
karşılaştıran Eyüboğlu, denemelerinde yerli olanın Dil (1982) adlı deneme kitapları vardır. Kaplan’ın
nasıl evrensel hâle gelebileceğinin örneklerini ver- “Ahmet Hamdi Tanpınar” konulu denemeleri Zey-
mektedir (Enginün, 2005, s. 404). nep Kerman tarafından hazırlanan Yavaş Yavaş Ay-
Keyifli dili, dil oyunları ve ironik yaklaşımı ile dınlanan Tanpınar adlı kitapta yer almaktadır (Ker-
dikkati çeken Salâh Birsel, Türk edebiyatının dik- man, 2015, s. 193-236).
kate değer deneme yazarlarından birisidir. Deneme Fethi Naci eleştirmen kimliğinin yanı sıra de-
anlayışını “Benim Sözcüklerim” adlı denemesinde neme türünde de eserler verir. Edebiyatı günü gü-
şöyle ifade eder: nüne izler ve yorumlarını günlük şeklinde dergi ve
Denemelerimde tuttuğum yolu sorarsanız o, gazetelerde yazdığı deneme özelliği gösteren yazıla-
biraz ya da oldukça değişiktir. Onları daha çok da rı aracılığıyla okurlarıyla paylaşır. İnsan Tükenmez
uzunlarını parça parça çiziştirir, sonradan birbirine (1956), Gerçek Saygısı (1959), Az gelişmiş Ülkeler
eklerim. Nedir bu parçalar kafamda çok önceden ve Sosyalizm (1965,1966), Atatürk’ün Temel Görüş-
belirlenmiştir. Yalnız kurguya yani birbirleri içine leri (1968,1970), On Türk Romanı (1971), Edebi-
boca etmeye geçerken parçaların yerini değiştirdi- yat Yazıları (1976), 100 Soruda Türkiye’de Roman
ğim, onları böldüğüm çok olur. Parçaları gün ışığı- ve Toplumsal Değişme (1981), Eleştiri Günlüğü
na çıkarmak için de uzun çalışmalara yatarım.(...) (1981), Gücünü Yitiren Edebiyat (1990) gibi eserle-
Denemelerimin bir özelliği de olayları konuştur- rinde bu denemeleri bulmak mümkündür.
mamdır. Kendi düşüncelerimi çıplak ve sevimsiz Çağdaş Türk ve dünya edebiyatlarında
bir suratla öne süreceğime, onları seçtiğim olayla, deneme, yazarların çeşitli konulardaki duygu ve
olaylara verdiğim çeki düzenle anlatmayı yeğlerim. düşüncelerini, eleştirel görüşlerini paylaşırken tercih
(...) Denemelerime “olaylar mozaiği” adı takılsa ye- ettikleri bir türdür. Eleştiri, gezi yazıları, mektup
rinde olur (Birsel, 1988, s. 142-147). ve güncelerle yakınlık kurarak “özgürce yazmak,
Farklı tekniği ve dili yer yer okuru zorlasa da her konuda yazmak” gibi geniş bir çerçeve içinde
(Enginün, 2005, s. 406) Salâh Birsel zengin kül- edebiyat dünyasında varlığını sürdürmektedir.

147
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Öğrenme Çıktısı

1 Deneme türünün tanımını, özelliklerini, Batı’da ve Türk edebiyatındaki görünümünü


açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Deneme türünün yazarlar Deneme türü ile gazete köşe Deneme türünün yazara
tarafından seçilme nedenini yazıları arasındaki ilişkiyi sağladığı yazma özgürlüğü-
yorumlayınız. değerlendirin. nü anlatın.

ELEŞTİRİ içerik, biçim, zaman ve mekâna özgü özelliklerini


Eleştiri, bir sanat ya da düşünce eserini belli es- belirler, estetik ölçütler çerçevesinde inceler ve de-
tetik ölçütler çerçevesinde sistemli bir biçimde de- ğerlendirir (Demougin, 1985, s. 397-398).
ğerlendiren, ait olduğu toplumun sanat ve düşünce
dünyası içindeki yerini belirleyen yazıdır. Bir edebî
tür olmasının yanı sıra eleştiri, sanatçının yaratıcılı-
ğını tamamlayan bir olgu, bir zihin faaliyeti olarak
da tanımlanır. Guy Michaud’ya göre eser, yaratılış
sürecinde sayısız olasılığın kesişme noktasındadır.
Estetik unsurları tamamlandıkça eser bu olasılıklar
kavşağından özgün biçimine doğru yol alır. Doğu-
muna neden olan bir “kriz noktasından” onu ta-
mamlayacak olan ikinci aşamaya, eleştiri aşamasına
yönelir (Michaud- Fraenkel, 1950, s. 9).
Eleştiri kelimesinin Batı’daki karşılığı olan “cri-
tique”, Yunanca “krites”den gelir. “Krites”, “hü-
küm”, “krinein”; hüküm vermek anlamındadır.
“Kritikos” MÖ 4. yüzyılda “edebiyat hükmü” anla-
mında kullanılır. Yunan medeniyeti ile başlayan ve
Avrupa’da Rönesans’tan sonra hızla gelişen eleştiri
anlayışı “yargılama” ve “hüküm verme” olguların-
dan hareket eder. Türk Edebiyatında Eleştiri/Tenkit
Farklı anlamlar yüklenmiş bir kavram olan Kavramı
“eleştiri”, günlük dilde “yergi” anlamında da kul- Eleştiri/tenkit, Türkçede Fransızca “critique”
lanılmaktadır. Bu anlamda, bireysel veya toplum- kelimesinin karşılığı olarak kullanılır. Tanzimat’tan
sal alanda bir kişi ya da kurumu eleştirmek, onun önce “ilm-i nakd”, Tanzimat’tan sonra Arapçada
olumsuz yanlarını sıralamak demektir. Hangi alana “nakd” kökünden gelen, “bir şeyin değerini ver-
uygulanırsa uygulansın eleştiri iki temel işlev yük- mek” anlamında kullanılan “intikad” ve “muâheze”
lenir: bilgilendirme (information) ve tahlil (analiz). gibi kelimelerle karşılanır. Tahir-ül Mevlevî’de ilm-i
Bilgilendirme işlevi çerçevesinde eleştirmen; kitap, nakd; “nazmın kusurlarını bildiren ilimin adı” ola-
tiyatro, resim ya da müzik gibi estetik bir ürünü rak açıklanır (Mevlevî, 1973, s. 113.).
tanımlar ve değerlendirir. Analiz, daha akademik
düzeyde bir işlevdir. Eleştirmen, bir sanat eserinin

148
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Namık Kemal, tenkit sözünü “kritik” yerine ortaya atan ilk kişi Platon olur. Edebiyatı ahlaki ba-
kullanmanın doğru olmadığını belirtir, “muâheze” kımdan zararlı bulur ve sanatçının kendine has bir
ile tercüme etmeyi tercih eder (Ercilasun, 1977, s. bilgi alanı olmadığı gerekçesiyle edebiyatın öğretici
2-7). Servet-i Fünun Dönemi’nde “critique” karşı- olamayacağı görüşündedir (Moran, 1994, s. 15-22).
lığı olarak “nakd” kökünden gelen “tenkad, tenak- Aristo, Platon’un taklit fikrini değişik sanatlara
kud, intikad, tenkid” gibi farklı kelimeler kullanılır. uygulayarak ve tasnif ederek sanatın prensiplerini
Dönemin sanatçıları “tenkid” ile “intikad” kelime- belirler. “Şairin ödevi, gerçekten olan şeyi değil,
lerinden birini tercih konusunda zaman zaman tersine olabilir olan şeyi yansıtmaktır.” der (Moran,
anlaşamazlar. Şemseddin Sami hem “tenkid” hem 1944, s. 28). Sanat ve şiir üzerine düşünceleri, şiir
“intikad”ı kullanırken Muallim Naci “tenkid”den sanatı ve trajedideki taklit unsurları etrafında şekil-
yanadır. Ancak bu dönemde çoğunlukla “tenkid” lenen Poetika adlı eseri edebiyat teorisi çalışmaları-
tercih edilir. Zaman içinde tenkit ve eleştiri eş an- nın ilk örneği ve edebî tenkidin başlangıcı olarak
lamlı sözcükler olarak kullanılmaya başlanır. görülür. Bu dönemde felsefeye dayalı olarak gelişen
eleştiri hitabet, tiyatro ve şiir üzerinde yoğunlaşır.
Batı Edebiyatında Eleştiri İskenderiye Okulu (MÖ 300-146) felsefeden
Batı edebiyatında eleştiri; klasik, neoklasik, uzaklaşarak daha çok bilime ve filolojiye dayalı bir
romantik ve modern tenkit olarak dört dönemde tenkit anlayışına yönelir. Aristo’nun eserleri kaybolur.
incelenebilir. Sanat-taklit ilişkisi etrafında geliştirilen fikirler yerini
daha farklı görüş ve tartışmalara bırakır. Trajedi
gibi türler yerine élegie (mersiye) ve idylle (kır
şarkıları) gelişir. Sanat eserlerinin dili ve metaforik
Sokrates, MÖ 469-399 yılları arasında ya- bağlamları üzerinde durulmaya başlanır. Giderek bu
şamış ve Yunan felsefesinin kurucuların- tavır “kelimecilik”e dönüşür. MÖ 146’dan itibaren
dan biri olarak kabul edilmiştir. Latinlerde gramer ağırlıklı bir eleştirel bakış açısı
gelişir. Askerlik ve siyasetten hoşlanan Romalılar
felsefeden uzaklaşarak hitabet sanatını geliştirirler.
Klasik eleştirinin tarihçesi ilk çağlara uzanır. Latin hitabet sanatının prensiplerini sistemleştiren,
Eski Yunan ve Latin dönemlerini kapsar ve sanatın hitabet nesri ile tarihî nesri karşılaştıran Cicero’nun
tabiatın taklidi olduğu görüşü üzerine temellenir. alana önemli katkıları olur. Horace, yeniden eski
Sanatın en belirgin özelliği insanı, tabiatı yani ger- Yunan doktrinlerine döner, Ars Poetica’yı yazar.
çekliği yansıtmasıdır. Eski Yunan’da etkileyici söz Orta Çağ’dan 18. yüzyıla kadar etkili olan eleşti-
söyleyene sofist adı verilir. Sofistler söz sanatları ile ri anlayışı neoklasik eleştiri başlığı altında değerlen-
güçlendirilmiş bir hitabet şeklinin etkili olduğunu dirilebilir. Edebî eserin yapısını, okur izlenimlerinin
savunurlar. Böylece sanatın etkisi üzerinde düşünül- prensiplerini dikkate alan bir eleştiri anlayışı gelişir.
meye başlanır. Bu ilk adımı Sokrates’in kelimelerin Aristo’nun sanat eserinin bütün olduğu görüşü, ye-
anlamı ve kavramlar üzerindeki dikkati izler. Diya- rini eseri biçim ve içerik olarak inceleme eğilimine
log kavramını geliştiren, tek seslilik ve tek düşünce- bırakır. Orta Çağ’da eleştiri alanında kayda değer
ye karşı çıkan Sokrates farklı düşüncelere ve kişiler bir gelişme görülmez. Hristiyanlıkla uyuşmayan gö-
arasında fikir alışverişine yönelerek “özgür yaratma” rüşler yüzünden Orta Çağ’da Yunan ve Latin kültü-
konusunda önemli bir gelişmeye neden olur. Ancak rü bir süre ihmal edilir. Rönesans ile Antik kültüre
Tanrıların monolitik/tek sesli hükümlerine karşı in- yönelen anlayış onları keşfeder ve yeniden yorum-
sanları kışkırttığı gerekçesiyle idam edilir. Öğrencisi lamaya başlar. 16. yüzyılda Rabelais, çağdaşlarından
olan Platon onun diyaloglarını derler ve düşüncele- farklı olarak gramerci yaklaşımdan uzaklaşıp met-
rinin devam etmesini sağlar. Hakikat nedir sorusuna nin kendisine yönelmenin gerekli olduğunu öne sü-
odaklanan Platon ilk kez “taklit” ifadesini kullanır. rer. Bu görüş “bir okumanın diğer okumaları gerek-
Yeryüzünde görünen her şeyin ideler âlemindeki siz kılmayacağı” tezi ile gelişerek “çoğul okuma”nın
varlıkların bir kopyası olduğu, sanat eserlerinin de yolunu açar. Umberto Eco’nun açık yapıt olarak ad-
onların kopyası olduğunu ve bu kopyaların asılları- landırdığı “metni ‘çoğul okuma’ ile okuyarak daha
na uygunlukları nispetinde güzel olduklarını söyler. geniş bir çözümleme yapılabileceği” görüşüne kadar
Sanat eseri üzerinde sistemli düşünen ve nazariyeler uzanır (Yücel, 2012, s. 105-106).

149
Deneme, Eleştiri ve Mektup

19. yüzyılın önemli tenkitçilerinden birisi olan


Sainte Beuve (1804-1868) bilimin etkisinden sıyrı-
Fransız yazar François Rabelais, Gargan-
lıp sezgilerinden yararlanan tavrıyla çağdaşlarından
tua adlı kitabıyla modern Avrupa edebi-
ayrılır. Şair ve romancı olmayı hayal eden ancak
yatının kurucularından biri olarak kabul
başarılı olamayan Sainte Beuve’ün başkalarının
edilmektedir.
sanat ve yetenekleri üzerinden kendisini ifade ettiği
görüşü yaygındır. Pazartesi Konuşmaları adlı ese-
riyle sanatkârane eleştirinin başarılı bir örneğini
17. ve 18.yüzyıla Aristo’nun görüşlerine bağlı verir. Yazar veya eserleri yargılamaktan çok onları
bir eleştiri anlayışı hâkim olur. Aydınlanma Çağı psikolojik, edebî ve ahlaki bir çerçevede tanımla-
filozofları dinin kesin kurallarına karşı çıkar, farklı mayı tercih eden Sainte Beuve, romantiklerin savu-
düşüncelere yönelirler. Kant ve Lessing’in felsefesi- nucusudur. Eleştiri ona göre, yargılamak, anlamak
ni de etkileyecek olan estetik bilimi gelişir. Mada- ve aydınlatmaktır.
me de Staël, Edebiyatın Sosyal Kurumlarla İlişkileri Hippolythe Taine (1828-1893) ırk, çevre ve an
Bakımından İncelenmesi adlı eserinde din, gelenek üzerinden eseri değerlendiren yaklaşımı ile eleştiri
ve yasaların edebiyat üzerindeki etkilerini inceler. anlayışına yeni bir soluk getirir. Irk ile kastedilen
Madame de Staël’in bu yaklaşımı ile bir eseri de- yaradılışından itibaren insanda var olan ve kalı-
ğişmeyen evrensel kriterlere göre inceleme yöntemi, tım yoluyla geçen özelliklerdir. Çevre, bir insanın
yerini eseri içinde doğduğu sosyal, siyasi, coğrafi vd. /milletin yaşadığı sosyal, siyasi, coğrafi koşullar;
şartları dikkate alarak inceleme yöntemine bırakır. an, bir insanın/milletin gelişim sürecinde ulaştığı
19. yüzyılda neoklasik eleştiri anlayışına karşı ro- son nokta, geçmişin şimdiki zaman/hâl üzerindeki
mantik eleştiri gelişir. Bu eleştiri anlayışı 1800’lü yıl- etkisi olarak tanımlanır. Bu üç temel kavram ya-
larda Almanya’da Schlegel, İngiltere’de Coleridge ile zarın yetenekleri çerçevesinde gelişir. Eleştirmenin
başlar. Klasik-romantik tartışmaları döneme damgası- bu üç kavram üzerinden yaptığı çözümleme hem
nı vurur. Victor Hugo’nun Cromwell ön sözü (1827) sosyolojik hem de psikolojik bir eleştiri anlayışı-
ve Hernani piyesi (1830) Fransa’daki romantik hare- dır. Psikolojik eleştiri, bir metni/yazarı anlamanın
kete ivme kazandıran edebî metinledir. Tıpkı roman- onun psikolojisini anlamakla mümkün olacağını
tik akım gibi romantik eleştiri de Avrupa edebiyatla- savunan Paul Bourget (1852-1935) ile gelişir. Paul
rında birbirinden farklı gelişme evreleri gösterir. Bourget’ye göre eleştirmen “deney ve tarihten top-
lumların sağlık yasalarını çıkarmak için çaba har-
camalıdır. Öyleyse edebî çözümleme toplumsal
çözümlemeye o da siyasal çözümlemeye götürecek-
tir.” (Carloni vd, 2000, s. 54-55).
Brunetière’in (1849-1907) objektif eleştiri ile
tekâmül teorisini birleştirme deneyimleri eleştiri ta-
rihi açısından önem taşır. Eleştirinin işlevini “edebî
eserleri yargılamak, sınıflandırmak ve açıklamak”
olarak belirler. Açıklamak, bir eserin edebiyat ta-
rihi, kendine özgü kuralları, içinde doğduğu çevre
ve yazarıyla olan ilişkilerini belirtmektir. Edebî tür-
lerin gelişmesi hususuna önem verir. 19. yüzyılın
sonunda eleştiri anlayışı Sainte Beuve, Hippolythe
Taine ve Brunetière gibi tenkitçilerin görüşleriyle
belirli bir seviyeye ulaşır.
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başından itiba-
Resim 6.3 François Rabelais (1494-1553) ren yeni eleştirel bakış açıları oluşur. Fransa’da Jules
Lemaître (1853-1914), Anatole France (1814-
Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
1924), Remy de Gourmont (1858-1915), André
commons/8/8d/Francois_Rabelais_-_Portrait.jpg
Gide (1869-1951) gibi isimlerin temsilcisi olduğu
izlenimci (empresyonist) eleştirinin etkili olduğu

150
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ve diğer eleştirel bakış açıları ile zenginleşen bu dö-


nem modern eleştiri dönemi olarak adlandırılabilir.
Tanpınar 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ne
İzlenimci eleştirinin örneklerini veren Jules yazdığı ön sözde metot açısından yarar-
Lemaître (1853-1914), edebî eserlerin insan landığı kaynakları şöyle ifade etmektedir:
ruhu üzerindeki etkilerini merkeze alan subjektif “Brunetière’in ‘nevilerin gelişmesi’ ana
eleştiri anlayışını geliştirir. İzlenimci eleştiri, fikrine dayanan metoduyla, devir veya asır
eleştirmenin şahsi görüşlerini esas alan, sanat eseri bölümlerini esas alan oldukça klasikleşmiş
ile eleştirmen arasında dolaysız bir ilişki kuran edebiyat tarihi metodunu, Almanlardan
yaklaşımdır. Bilimden uzaklaşır, doğruluktan Petersen ve Wechssler’in, Fransızlardan
çok güzelliğe yönelir. Ferdî tespitler öne çıkar. eserlerini yakından tanıdığımız Albert
İzlenimcilik eleştirel bir yargının nesnel olarak Thibaudet’nin nesiller görüşüne ve Taine’in
temellendirilemeyeceği kanısına bağlanır. Kişi bilhassa zaman ve muhit fikirlerine sık sık
başkalarından söz ederken kendisinden sıyrılamaz. başvurduk.” (Tanpınar, 2010, s. 15).
Bu durumda eleştiri aydın kişilerin “tatlı söyleşi”si
olacaktır (Carloni vd, 2000, s. 59-60). İzlenimci
eleştiriyi benimseyen André Gide “ben” merkezli
bir eleştiriye yakındır. “Kendisi için yazmak,
başkalarının eserlerini de yalnızca kendi kendini Gustave Lanson, Edebiyat Tarihinde Usûl
aramak için incelemek ister.” (Carloni vd, 2000, adlı kitabıyla Fuat Köprülü’nün edebiyat
s. 62-64). tarihi konusundaki görüşlerini büyük öl-
çüde etkiler.
Gustave Lanson (1857-1934) bir milletin ede-
biyatının tarihini yazmak için, edebiyatı dönemle-
re ayırmak, dönemlerdeki eğilimleri tespit etmek,
olaylar ve edebî türler arasındaki ilişkileri değerlen- Alman filoloğu, Roman dilleri ve edebiyatları
dirmek, edebî olaylar ile sosyal, siyasi, kültürel ve uzmanı ve metin yorumcusu olan Erich Auerbach
tarihî koşulları ilişkilendirerek değerlendirme gibi (1892-1957) bir metni açıklayıp onu diğer metinler-
şartları sıralar. Bu şartlar edebiyat tarihini yazma- le karşılaştırma yöntemini Mimesis’te dener (1946).
nın ön koşulu olarak yazarı ve eserini iyi anlamak Batı edebiyatının Homeros’tan Virginia Woolf’a
ve eser hakkında hüküm verebilmenin önemine kadar uzanan bir süreçte yer alan temel metinlerini
işaret eder. Derin bilgiyi esas alan bu yaklaşımın yazarların gerçekliği temsil ediş biçimleri, biçim ve
öne sürdüğü koşullar iyi bir edebiyat tarihçisinin üsluptaki evrim ve değişimlerle ilgili tespitler yapar
iyi bir eleştirmen olmasını da zaruri kılmaktadır. (Rifat, 2004, s. 23). Karşılaştırmalı bir bakış açısıyla
Lanson’un yazarların biyografilerine, beslendikleri yaptığı metin çözümlemelerinde Avusturyalı filolog
kaynakları ve bu kaynakların etkilerine dayanan Léo Spitzer’in etkisi görülür. Spitzer bireyin üslu-
tarihsel yöntemi Sainte Beuve ve Taine’in eleştirel bunu çözümlerken Auerbach “yeri ve öznesi Avru-
bakış açılarından farklıdır (Rifat, 2004, s. 58,59). pa olan” bir süreci çözümlemeyi hedeflemektedir.
Sainte Beuve’ün yazarların biyografilerini eleştiri- Edebî eserin anlamına eserin biçimsel yapısını çö-
nin neredeyse bütünü hâline getirdiğini; biyogra- zümleyerek ulaşmak ister. Ona göre üslup (biçem)
finin eseri değil, eserin biyografiyi oluşturması için kişisel bir dünya görüşüdür (Rifat, 2004, s. 83).
kullanmasını eleştirir.
Sartre’ın tesirinde kalan Roland Barthes (1915-
Albert Thibaudet (1874-1936), zekâ ile sezgiyi 1980) müzik, edebiyat ve dil bilimle ilgilenir. Ya-
bileştiren bir yaklaşımın temsilcisidir. Bergson’dan zının Sıfır Derecesi (Le Degré Zérodel’écriture)
izler taşıyan bu yaklaşımda süreklilik esastır. Dö- adlı eserinde edebî dili siyasal ve toplumsal açıdan
nem ve eğilimler yerini nesil fikrine bırakır.
değerlendirir. 1954-1956 yılları arasındaki yazıları-
Lanson’un görüşünü sürdüren ama derin bilgiyi
nı Mythologies (1957) adlı eserinde toplar. Çağdaş
sezgi ile destekleyerek yaratıcı bir eleştiri anlayışına
dünyada insanı çevreleyen çağdaş mitleri eleştirel
yönelen Thibaudet karşılaştığı eserle duygudaşlık
bir yaklaşımla ele alırken Fransız edebiyatında eleş-
kurma eğilimindedir. Bu tavrıyla da yeni bir eleştiri
anlayışının yolunu açar. tiri ile denemeyi birbirine yaklaştıran yeni bir tarz
dener. Bu kapsamdaki yazılarını Eleştirel Denemeler

151
Deneme, Eleştiri ve Mektup

(1964) başlıklı eserinde toplar (Rifat, 2004, s. 29, Gérard Genette (1930- ) anlatı bilim (narrato-
30). S/Z adlı eserinde (1970) Balzac’ın “Sarrasine” logie) ve yazın bilimin (poétique) önemli temsilci-
adlı uzun öyküsünü metnin farklı anlam katmanla- lerindendir. Söylemin var olan özelliklerinden yola
rına ulaşmayı amaçlayan öznel bir yaklaşımla okur. çıkarak çeşitli anlam olasılıklarına ulaşmak (Rifat,
1960-1970’li yıllar özelikle Fransa’da yapısal 2004: 41) görüşüne dayalı bir eleştirel yaklaşım ge-
yöntem ve dil bilimsel yaklaşımların geliştiği bir liştirir. Anlatı teknikleri, anlatı zamanı, anlatı süresi
dönemdir. Roland Barthes yapısal anlatı çözümle- ile okuma süresi, anlatı hızı, anlatı kişileri, metin-
melerine örnekler verirken bir yandan da gösterge ler arası ilişkiler gibi kavramlara dayanarak metne
bilimsel yaklaşım üzerinde çalışmaktadır. Göster- yaklaşır. Genette, 1980 sonrasında sanat eserlerinin
geler İmparatorluğu (L’Empire des Signes) (1970); var oluş biçimleri ve işlevleri gibi konulara yönelir.
metinden haz almayı ön plana alan bir eleştirel Julia Kristeva (1941- ) Bulgar asıllı Fransız gös-
yönteme işaret eden Metnin Verdiği Haz (Le Pla- terge bilimcisi ve metin kuramcısıdır. Gösterge bilim
isir du Texte) (1973) gibi çalışmalarıyla eleştiri kuramlarıyla psikanalizin yöntemlerini birlikte kulla-
tarihinde Barthes’ın özel bir yeri vardır. Son eseri nan Kristeva, üreten metinle üretilmiş metin arasın-
Aydınlık Oda (La Chambre Claire) (1980) eleştirel daki ilişkileri inceleyen gösterge çözüm (sémanalyse)
yaklaşımlar açısından özgün bir çalışmadır. Geçmi- adını verdiği kendine has bir gösterge bilim yönte-
şi barındıran ve yaşatan bir özne olarak fotoğrafı ele mi oluşturur. Saussure’den ve Bakhtin’in diyalojizm
alır ve fotoğrafı okumanın önemine dikkati çeker. kavramından yararlanan Kristeva, yeni bir metin
1957’den itibaren toplumsal bir olgu olarak gördü- yorumlama anlayışının öncüsü olur. 21. yüzyıl eleş-
ğü fotoğrafla ilgili konulara yazılarında yer veren tiri tarihindeki yönelişlere önemli bir katkı sağlar.
Barthes, fotoğrafın kuramsal bir tanımını yapmak Kristeva’nın ortaya attığı ve 1960’tan sonra metin çö-
ister ve fotoğrafı gösterge bilimsel bir kaynak ola- zümlemelerinde sıklıkla kullanılan metinler arasılık
rak kullanır (Aktulum, 2004, s. 270-286). iki ya da daha çok metin arasındaki alışveriş, söyleşim
Jacques Derrida (1930-2004) ise metinlerin olarak tanımlanır. Ancak kavram bir yeniden yazma
“artık bütünselleştirilemeyecek, toplam haline eylemi (réecriture) olarak da kullanılmaktadır. Me-
getirilemeyecek anlamlar üretimi olarak” okun- tinler arasılıkta her metnin kendisinden önceki me-
masını önerir. Metni parçalayarak tutarsızlıkların, tinlerden bağımsız olamayacağı bazen de çağdaşı ya
çelişkilerin peşine düşer. Göstergeleri “söker”. Dil da daha önce yazılmış bir metne cevap verebileceği
bilimcilerin ses merkezci yaklaşımını (phonocent- görüşü hâkimdir (Aktulum, 1999, s. 17-19, 25).
risme) eleştirerek yazının yeni bir mantığını geliş- Metinler arasılık kavramı temelini Mihail
tirir. Yazı bilimi (grammatologie) ve yapı bozma Bakhtin’in söyleşimcilik (dialogisme) kavramından
(déconstruction) çalışmalarının öncülerindendir alır. Metnin içinde farklı söylemlerin bulundu-
(Rifat, 2004, s. 37, 38). ğunu, metnin başka metinlerle kurduğu ilişkinin
İtalyan gösterge bilimci, tarihçi, eleştirmen ve yanı sıra tarihî ve toplumsal olgularla da etkileşim
yazar Umberto Eco (1932-2016) düşüncenin dil hâlinde olduğunu savunur. Bu tezi ile metni ken-
ve gösterge boyutunu ele alır. Metin eleştirisinde di içinde çözümlemeye çalışan Rus Biçimcileri ile
gösterge bilimsel yaklaşımın örneklerini geliştirir. çelişir. Bu görüşlerini Rabelais ve Dostoyevski’nin
Metnin okurda geliştiği tezi üzerinde duran Eco, eserlerine uygular.
yazarın kendi metinlerdeki derinliklere inebilecek,
katmanları aralayabilecek bir “örnek okur”
tasarlar. Örnek okur, metnin gerçekleştirilmesine Metinler arasılık
yorumlarıyla katkıda bulunacak, yazarla iş birliği Bir bakıma okurun tarih içinde yaptığı bir
yapacaktır. Bir aktif okur önerisi ile yola çıkan Eco, yolculuktur. Yazar eski (önceki) metinleri
gösterge bilimsel düşünceyi kurabilmek için Klasik güncelleyerek yeni metinler/anlamlar üre-
Çağ dil felsefesine yönelmenin ve dil felsefesinin yanı tirken okur da gizlenmiş metinlerin arayı-
sıra göstergeleri inceleyen çalışmalar ile gösterge, şındadır (Aktulum, 1999, s. 270).
gösterilen, simge, düzgü (kod) gibi kavramların
önemine değinir (Rifat, 2004, s. 38-41).

152
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Metne bir anlam vermek ilk çağlardan beri sü- 1860’lı yıllardan sonra Batılılaşma hareke-
regelen bir çabadır. “Yazar-eser-okur” üçgeninde ti çerçevesinde yoğun bir çeviri faaliyeti görülür.
eleştirmenin de katkılarıyla günümüze değin geli- Batı edebiyatındaki akımlar yakından izlenmeye
şerek süregelen eleştirel yaklaşımlar içinde bulun- başlanır. Avrupa edebiyatını şekillendiren yazarlar
duğumuz çağın koşulları ve gereksinimleri doğrul- ve eleştirmenlerin eserlerinden yapılan çevirilerle
tusunda yeni yöntemlerle zenginleşmektedir. beslenen eleştirel fikirler yayılmaya, benimsenmeye
başlar. Ancak Batılı anlamda bir eleştiri anlayışının
Türk Edebiyatında Eleştiri oluşması için daha çok beklemek gerekecektir.
Eski edebiyatın edebî eleştiri bağlamında en Tanzimat sonrası edebiyat eleştirisinde iki tavır
önemli kaynağı tezkirelerdir. Tezkireler, devrin şa- dikkati çeker: 1-Divan edebiyatı adı verilen eski
irleri ile ilgili bilgi, yorum ve değerlendirmeler içe- Türk edebiyatının bütünüyle reddi veya eleştiril-
rir. Aynı zamanda devrin edebiyat anlayışı ve değer mesi 2- Bu dönem edebiyatçılarının tanıyabildik-
sistemini de aktaran kaynaklarıdır (Tolasa, 1983, leri kadar da olsa Batılı edebî örneklerle benzer
s. VIII-IX). yeni bir edebiyat kurulması hususundaki çabalar.
1860-1880 döneminde Şinasi, Namık Kemal,
Divan edebiyatında eleştiri ile ilgili eserler:
Ziya Paşa ile Recaizade Ekrem ve Muallim Naci
Şuâra tezkireleri, şairlerin divan, divançelerinin ön
çeşitli konulardaki eleştirileri ile öne çıkarken bu
sözlerinde yer alan sanat ve edebiyatla ilgili görüşle-
dönemdeki sosyal faydaya yönelik edebiyat anla-
ri, bazı bölümleri edebî eleştiri özelliği taşıyan eser-
yışına paralel bir eleştiri anlayışı geliştirirler. Beşir
ler, edebiyat tarihi ve belagat kitaplarıdır. Vefayat
Fuad ve Ahmet Midhat Efendi realizmi savunan,
kitapları, biyografi kitapları, şehir monografileri,
daha sistemli bir eleştiri anlayışı ortaya koyar (Uç-
nazire ve şiir mecmuaları, seyahatnameler, mek-
man, 2003, s. 48).
tuplar, tereke kayıtları, umumi tarihler de eleştiri
ile ilgi kaynaklar arasında sayılırlar. Namık Kemal, Şinasi’den sonra ciddi eleştiri
örnekleri verir. Yeni Türk edebiyatının beyanname-
Şuara tezkireleri vefat etmiş veya hâlen
si olarak kabul edilen “Lisan-i Osmânînin Edebi-
yaşayan şairler hakkında bilgi verir, şairin şiirinin
yatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” başlıklı
değerlendirmesini yapar, dönemin şiir anlayışını
makalesi, “Bâhar-i Dâniş Mukaddimesi”, “İntibah
yansıtırlar (Çavuşoğlu, 1985, s. 15).
Mukaddimesi”, Tahrîb-i Harâbât, Ta’kib risaleleri,
Divanların ön sözü anlamındaki “divan dibace-
Ta’lim-i Edebiyat Üzerine Bir Risâle ve “Celâl Mu-
leri” şairler ve onların şair ve şiirle ilgili görüşlerini
kaddimesi” gibi eleştirel görüşlerini içeren örnekler
içerir. Dibaceler şairlerin poetikaları olarak da nite-
eleştiri tarihimiz açısından önemlidir. Ziya Paşa’nın
lenirler (Üzgör, 1990).
birbiriyle çelişen görüşler içeren “Şiir ve İnşa” ma-
Eleştiri konusunda en önemli kaynak eserlerden kalesi ile “Hârâbât Mukaddimesi” de eleştiri tarihi-
birisi de edebiyat terim ve kavramları hakkında bil- mizde önemli merhalelerdir.
gi veren ansiklopedi veya sözlük mahiyetindeki be-
Mizancı Murad edebî eleştiriyle ilgili görüşle-
lagat kitaplarıdır.
rini gazetesi sütunlarında yer alan “Üdebâmızın
Tezkirelerde rastlanmayan bazı bilgileri içeren Nümune-i İmtisalleri” başlıklı seri yazılarında,
nazire mecmuaları şairler arasındaki yakınlıkları, “Musâhabe-i Edebiye” sütununda ve Turfanda mı
kuşaklar arası etkileşimleri gösterirler. Ali Nihat yoksa Turfa mı? (1891) adlı romanının ön sözünde
Tarlan’ın Necatî Beg Divanı’na (Tarlan 1992) yaz- ortaya koyar. Mizancı Murad, bir eserin belirli eleş-
dığı ön söz sanatçıların kendi eserlerinin de eleş- tiri ölçüleri çerçevesinde olumlu ve olumsuz yönle-
tiri tarihini aydınlatacak veriler taşıdığını gösteren riyle değerlendirilmesi gerektiğini belirtir.
bir örnektir. Ön sözde yer alan “sanatkâr eserinin
Tanzimat Dönemi’nde eleştiri tarihinin önde
arkasından gelir... (...) yaşayan eserdir, metindir”
gelen isimlerinden birisi de Recaizade Ekrem’dir.
görüşü tenkit tarihinde metni esas alan farklı bir
1878/79’da yayımlanan Talim-i Edebiyat adlı eseri
yaklaşımı işaret eder.
ile Tanzimat sonrasında gelişen edebiyatın estetiğini

153
Deneme, Eleştiri ve Mektup

kurmaya çalışır. Eleştiri yazılarında romantik ede- adlı eseri üzerine de geniş bir inceleme yapar. Hü-
biyatın ilkelerini savunan Ekrem’in Takdir-i Elhan, seyin Cahit ile birlikte Batılı tenkitçileri tanıtır ve
Kudemadan Birkaç Şair gibi eleştiri eserleri vardır. onların görüşlerini eleştirel bir bakış açısıyla ele alır.
Abdülhak Hâmid’in 1883’te Tercüman-ı Servet-i Fünun dönemi, Türk edebiyatında
Hakikat’te yayımlanan “Bir Şairin Hezeyanı”, “he- eleştirinin gelişme sürecinde Batı edebiyatındaki
zeyan” hâlinde söylenmiş, tabiatı yücelten ve akla eleştiri anlayışına yaklaşılması ve sistemli bir eleş-
karşı bir tavrın, romantizmin ifadesi olarak nitele- tiri anlayışının oluşmasına katkıları bakımından
nir. “Makber Mukaddimesi” (Birkaç Perişan Söz) önemli bir evredir. Sainte Beuve, Madame de Stael,
(1885) Türk edebiyatında romantizmin beyanna- Brunetière, Emil Faguet, Anatole France gibi Batı
mesi olarak görülür. Tanpınar, Makber ile ferdî ede- edebiyatının önemli tenkitçilerinin görüşlerinden
biyatın başladığına işaret eder. yararlanılır. 19.yüzyıl Avrupa eleştirisinde dikkati
çeken romantik eleştiri bütün özellikleri ile bu dö-
nemde görülür (Ercilasun, 1981, s. 350-351). Batı
Hiçbir devirde edebî hadise garptan yapıl- edebiyatı akımları ve kuramsal yaklaşımlar üzerin-
mış ilk edebî tercümelerin başladığı 1859 de daha sistemli bir biçimde duran Servet-i Fünun
yılıyla Makber’in çıktığı 1885 yılı arasında Dönemi edebiyatçıları, Batılı anlamda bir eleştiri
olduğu kadar içtimaî karakter taşımaz. Ta- anlayışının yerleşmesinde etkili olurlar.
bii şartlar altında sadece zevkin ve ferdin İkinci Meşrutiyet sonrasında (1908) millî
ifadesi olan sanat eserinin ehemmiyeti edebiyat, dilde sadeleşme ve şiirin biçimsel
birdenbire bu yıllar arasında büyür ve ce- özelliklerinin değişmesi gibi yönelişlerle millîlik
miyet için çok şümullü bir mânâ kazanır kavramı etrafında gelişir. Ali Canip Yöntem
(Tanpınar, 2010: s. 15). eserin ruhsal ve toplumsal açılardan ve nesnel
olarak incelenmesinden yanadır. Ömer Seyfettin,
eleştirinin düzenleyici, derleyip toplayıcı bir
Fikir ve tenkit tarihimiz açısından Tanzimat işlev yüklendiğine dikkati çeker. Eski edebiyatın,
Dönemi’nin en dikkate değer isimlerinden biri de Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti’nin millî bir edebiyat
Beşir Fuat’tır. Romantizmi eleştiren, Batı edebiya- yaratamadığını belirtir. “Yazılarımız sade, beyaz,
tındaki realizmi Türk edebiyatına getiren ve pozi- muhteşem, kavi ebediyete namzed, mermerden
tivizmi benimseyen ve tanıtan Beşir Fuad yeni bir abideler olsun.” ifadeleriyle sade ve sağlam bir
devir açmıştır. Servet-i Fünun Dönemi’nde eleştiri dille “beyaz Türkçe” ile yazmayı önerir. Bu görüş
anlayışının en önemli kaynağı Hippolyte Taine’dir. Yahya Kemal’de devam eder. Ömer Seyfettin’in dil
Bu dönemde eleştiri, yeni ve bağımsız bir edebî tür ve edebiyatta millîleşme hareketine Genç Kalemler
olarak görülür. Amacı eserin estetik değerini ortaya dergisinin kadrosu, Celâl Sahir, Hamdullah Suphi
koymaktır. En büyük ve yanılmaz tenkitçi zaman- vd. destek olur.
dır. Zaman ebedîdir; edebî eserin gerçek değeri de Ziya Gökalp, Tanzimat’tan sonraki dönemde
zamana dayanabilmesiyle ortaya çıkar (Ercilasun, memleket ve toplum meselelerini sistemli ve me-
1981, s. 98-103). totlu bir şekilde ortaya koyan, çevresi ve kendinden
Servet-i Fünun Dönemi tenkit anlayışının sonra gelen nesiller üzerinde etkili olmuş bir fikir
en önemli ismi olan Ahmet Şuayb, Taine’in ve adamıdır. “Fert yok, cemiyet var; hak yok, vazife
Flaubert’in görüşlerinden etkilenir. Hayat ve Ki- var” düsturunu benimser (Yücel, 1989, s. 245). Dil
taplar (1901) adlı eserinin önemli bir bölümünü konusundaki görüşleri Ömer Seyfettin gibidir. Yeni
Taine’e ayıran Şuayb, Taine’in ırk, muhit, an görü- hayatın yeni bir duyuş tarzı, yeni bir ruhu olacağını;
şünün önemini vurgular. Aynı zamanda bu görüşü millî bir hayat olan ‘yeni hayatın’, yeni toplumun
eleştirir (Uçman, 2003, s. 62). Flaubert’in edebiyat yeni değerler üzerine kurulması gerektiğini söyler.
anlayışı üzerinde duran ve onun objektif tavrını 1923 yılından itibaren sanatçılar, imparator-
vurgulayan Ahmet Şuayb yazarın Madame Bovary luktan ulus devlet sürecine geçişte eskiden kopuk,

154
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

yeni bir edebiyat anlayışına yönelirler. Milliyetçi- Tanpınar roman konusundaki görüşleriyle ilgi
lik ve çağdaşlık bu dönemin temel kavramlarıdır. çekerken bu görüşlerini kuramsal bir çerçeveye ta-
Siyasi ve sosyal alanlarda gerçekleştirilen devrim- şıyamaz. Peyami Safa’nın romanın biçimi, tekniği
ler edebiyata yansır. Eleştirmenlerin görüşleri üç ile ilgili görüşlerinin yer aldığı yazılar döneminde
grupta tasnif edilebilir: 1- Eskiyi toptan reddeden roman sanatı açısından yol gösterici olur. Nahit
ve her şeyi ile yeni bir edebiyat anlayışının benim- Sırrı Örik ise esere yönelik eleştirileri, uygulama-
senmesi gerektiğine inananlar 2- Geçmişin öne- ları ile dikkat çeker (Özçelebi, 2003, s. 243-245).
mine inanan ancak yeni bir edebiyat yaratma aşa- Cumhuriyet’in ilk yıllarında eleştiri büyük ölçüde
masında eskiden yararlanmanın doğru olmayacağı Fuad Köprülü tarafından sistemleştirilen edebiyat
kanaatini taşıyanlar 3- Edebiyatın da toplumlar tarihçiliğinden etkilenir. Sınıflandırma ve tarihî
gibi birbirini izleyen dalgalanmalarla geliştiğini ve perspektif bu dönemin eleştiri anlayışının belirgin
süreklilik arz ettiğini bu nedenle de yeni bir baş- özelliğidir.
langıç aramanın doğru olmayacağını dolayısıyla Roman eleştirisinde bu işi kendisine meslek edi-
eski edebiyatın yok sayılamayacağını düşünenler nen tek eleştirmen olan Suat Derviş’in özel bir yeri
(Özçelebi, 2003, s.211). vardır. 1939-1950 döneminde nesnel ve bilimsel
Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmail Habib Sevük, bir yaklaşımla yapılacak eleştirinin ancak edebiyatı
Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu eski edebiya- geliştireceğine inanılmasına rağmen kuramsal açı-
tı, edebiyat–toplum ilişkisi içinde değerlendirerek dan önemli bir gelişme kaydedilmez. Esere yönelik
“edebiyatın tarihsel ve doğal gelişimine müdahale eleştiriler çoğunluktadır. Eleştiri tarihinin temelini
edilemeyeceği” hususuna dikkat çekerler (Özçele- Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Sabahat-
bi, 2003, s. 211). tin Eyüboğlu, Mehmet Kaplan, Yaşar Nabi, Suut
Eski edebiyat karşısında alınan bu tavırla şe- Kemal Yetkin, Orhan Burian, Lütfi Ay, Vedat Gün-
killenen eski-yeni tartışmaları 1923-1938 yılları yol, İsmail Habib Sevük gibi isimlerin incelemeleri
arasında siyasi ve sosyal değişimlerden etkilenen ve görüşleri belirler ve yönlendirir. 1950’li yıllardan
eleştiri anlayışını yönlendirir. Daha çok öznel sonra da bu anlayış Hüseyin Cöntürk, Mehmet
değerlendirmelerin görüldüğü bu devrede edebî Fuat, Fethi Naci, Adnan Benk, Tahir Alangu, Asım
eleştiriye sistemli bir bakış açısıyla yaklaşanların Bezirci, Cevdet Kudret gibi eleştiriyi kendilerine
sayısı azdır. meslek edinen şahsiyetlerin kaleminde gelişmesini
sürdürür (Özçelebi, 2003, s. 284).
Kazım Nâmi Duru, İsmail Hakkı Baltacıoğlu
gibi isimler “inkılâp edebiyatı” kavramı çerçevesin- Tanzimat’tan itibaren edebî tartışmalar, eser
de ve pozitivist yöntemi eleştiriye uygulayan isim- değerlendirmeleri çerçevesinde gelişen eleştiri
lerdir (Özçelebi, 2003, s.212). henüz kuramsal bir eleştiriye dönüşemese de bir
disiplin olma yolunda önemli bir ilerleme kaydet-
Yedi Meşale topluluğu, Beş Hececiler “kuru bir
miştir. Nurullah Ataç’ın öznel izlenimci yaklaşı-
memleket edebiyatı” görüşüne karşı çıkarak yeni
mına daha nesnel ve bilimsel bir anlayışla karşı çı-
bir edebiyat anlayışının habercisi olurlar. Yeni şiir
kan Asım Bezirci, Fransız edebiyatından beslenen
anlayışının kaynaklarını Kâzım Nami gibi halk
sistemli yaklaşımı ile eleştiri tarihimiz için önemli
şiirine dayandıranların yanı sıra Ahmet Hamdi
bir isim olan Adnan Benk gibi isimler eleştirinin
Tanpınar ve Peyami Safa gibi bu görüşe sıcak bak-
60’lı yıllarda ve sonrasında daha kuramsal hâle
mayanlar vardır. Eski-yeni tartışmalarının yanı sıra
gelmesinde rol oynayan şahsiyetlerdir. Kuramsal
hece-aruz tartışmaları ve serbest nazım taraftarları-
yaklaşımlarla yapılacak eser incelemeleri/çözüm-
nın ortaya attığı görüşler, dönemin eleştiri anlayışı-
lemeleri eleştiri tarihini zenginleştirmelerinin
nı yönlendiren temel hususlardır. Şiir eleştirisinde
yanı sıra edebiyat tarihine de nitelikli edebî eserler
özgün yaklaşımları ile dikkati çekenler yine Ahmet
kazandıracaktır.
Hamdi Tanpınar, Sabahattin Eyüboğlu ve Mark-
sizmden gelen bir tesiri yansıtan eleştiri anlayışıyla
Nazım Hikmet’tir.

155
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Öğrenme Çıktısı
2 Eleştiri türünün genel özellikleri ile birlikte Batı’da ve Türk edebiyatında gelişimini ifade
edebilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Eleştiri ve edebiyat tarihi Batı’da ve Türk edebiyatın- Eleştiride nesnelliğin ne ka-


kavramları arasında nasıl bir da eleştirinin ortaya çıkma dar mümkün olabileceğini
farklılık olduğunu araştırın. koşullarını değerlendirin. anlatın.

MEKTUP Bir edebî tür olarak mektupların en belirgin


Mektup, insanların birbirleriyle yazılı olarak özelliği samimi ve yapmacıksız bir dille yazılma-
haberleşmelerini sağlayan bir vasıtadır. Zaman larıdır. Her mektup yazarının şahsiyetini yansıtan
içinde yazarının duygu ve düşüncelerini, bir konu bir belge olarak görülür. Aynı zamanda roman ve
hakkındaki görüşlerini aktaran bir edebî tür hâline hikâyelerde beklenmedik bir anda olayın akışını
gelir. Edebiyat ve fikir adamlarının çevreleri ile iliş- değiştiren, entrikanın açıklanmasında bir yardımcı
kilerini, iç dünyalarını, sanat anlayışlarını samimi unsur olarak kullanılarak da özel bir işlev de yükle-
bir ifade ile dile getirdikleri özel mektupları ede- nirler. Fransız trajedilerindeki “iç monolog”dan bi-
biyat tarihi için değerli belgelerdir. Hatıratlar ve linç akışı tekniğine geçiş sürecinde iç monologların
güncelere benzer özellikler taşıyan yer yer deneme yerini alan bir anlatım tekniği olarak nitelenirler.
tarzında da yazılan mektuplar edebiyat tarihine ışık Her mektup bir itiraf, kahramanın iç dünyasının
tutan, sanatçıların eserlerini, şahsiyetlerini aydınla- tahlil eden özel bir metindir âdeta.
tan bilgiler içerirler. Mektupların dikkati çeken bir diğer özelliği de
Avrupa’da Antik Dönem’den itibaren şekillen- kadın yazarlar tarafından “özel mektup” ve “anla-
meye başlayan, Orta Çağ ve Rönesans’ta gelişimi- tım tekniği olarak mektup” kapsamında ustalıkla
ni sürdüren mektup, 17. yüzyılda yaygınlaşır. 17. kullanılmış ve zenginleştirilmiş olmalarıdır. Mek-
yüzyılda gelişen ve kültür hayatının merkezi olarak tup, edebiyat dünyasında kadının “itiraf ve itiraz
görülen edebî salonlar ve buralarda yaşanan olaylar, dili” olarak özel bir önem taşır. Lady Montagu,
dedikodular mektupları besleyen ve yazışmaların Madame de Sévigné, Katherine Mansfield gibi ka-
artmasına neden olan kaynaklardır. 18. yüzyılda dın yazarların mektupları türün dünya edebiyatın-
Aydınlanma Dönemi yazarlarının elinde farklı içe- daki en güzel örneklerindendir.
riklerle zenginleşir ve bir edebî tür olarak gelişimini İslam edebiyatlarında mektup, süslü nesir
19. yüzyılda tamamlar. Daha önce toplum hayatı- örnekleri olarak görülür. İmam Rabbanî, Gazalî,
nı anlatan bir çeşit “tarih belgeleri” olarak görülen Mevlâna gibi büyük mütefekkirler için mektup
mektuplar bu yüzyıldan itibaren bazen birbirinden bir iletişim vasıtası, duygu ve düşünceleri ileten bir
uzak insanların özlemlerini duygu ve düşünceleri- araç olmanın yanı sıra bir eğitim ve terbiye vasıtası
ni aktaran samimi metinler bazen de diplomatik olur.
meselelerin, siyasi ya da edebî tenkitlerin, seyahat
izlenimlerinin aktarıldığı belgeler olarak karşımıza
çıkarlar.

156
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Batı Edebiyatında Mektup


Latin edebiyatında hicivden sonra en gelişmiş
tür olarak nitelenir. Romalılar mektup türünde
eski Yunan’dan daha güçlü örnekler verirler. Çeşitli
nedenlerle şehirden uzakta olanlar merkez ile iliş-
kilerini mektuplar aracılığıyla sürdürürler. Politik,
toplumsal düşünceleri ileten mektupların yanı sıra
güzel bir üslupla kaleme alınmış özel mektuplara
da rastlanır.
Cicero’nun sayıları oldukça kabarık olan po-
litik, toplumsal içerikli mektupları, Horatius’un
toplum ile ilgili görüşlerini yansıttığı Mektuplar adlı
eseri, Ovidius’un sürgünde yazdığı Karadeniz’den
Mektuplar’ı edebî ve siyasal açıdan önem taşıyan
Seneca’nın mektupları türün ilk gelişmiş örnekleri
arasındadır (Varinlioğlu, 1974, s. 392-393).
Mektup, Avrupa edebiyatlarında değişen sosyal
ve kültürel koşullara bağlı olarak bir edebî tür ve
anlatım tekniği olarak birbirinden farklı biçimler-
de gelişir.

Richardson’un Clarissa Harlow ve Pame- İngiliz Edebiyatında Mektup


la örnekleri Jean Jacques Rousseau’nun İngiliz edebiyatında mektup türünün ilk
La Nouvelle Heloise adlı mektup-romanı; örnekleri Paston, Cely, Stoner adlı üç ailenin 15.
Laclos’un Tehlikeli İlişkiler; Goethe’nin yüzyıldan kalma özel mektuplarıdır. Paston Letters,
dünya edebiyatının romantik eserleri ailedeki üç kuşağın 1420-1503 yılları arasındaki
arasında yerini alan Genç Werther’in Acı- yazışmalarını kapsar. Yazılışlarından yaklaşık üç
ları; Montesquieu’nün İran Mektupları, yüz yıl sonra 1823’te yayımlanan mektuplar özen-
Balzac’ın İki Yeni Gelinin Hatıraları; tisiz, sade, doğal bir dil ile tarihî ve sosyal meseleleri
Dostoyevski’nin bir memurun yaşamını, dile getirirler. Cely Papers’da Cely ailesinin yazışma-
hayatındaki zorlukları ele alan ve dev- ları yer alır. Bu mektuplar sosyal birer belge olarak
ri eleştiren İnsancıklar isimli eseri dünya devrin meselelerine ışık tutarlar. Bu üç ailenin özel
edebiyatındaki önemli mektup romanlar- mektupları yazışanların kültürlü kişilikleri, ayrıntı-
dır (Kefeli, 2002, s. 167-168). lı gözlem ve değerlendirmeleri ve üslupları ile ince-
lenmeye değer vesikalardır.
Thomas More’un (1478-1535) Londra Kule-
si’ndeki tutsaklığı sırasında kızı Margaret’e bir kö-
M. Nusret Tura’nın Mektuplar (1995) mür parçasıyla yazdığı mektup bir edebiyatçının
adlı eseri mektup şeklinde yazılmış yet- kaleminden çıkan ilk özel mektuptur.
miş tasavvuf yazısından oluşur. Müridinin
efendisine rüyalarının tabirini danıştığı ve
18. yüzyıl, İngiliz edebiyatında mektup türünün
gurbetteki sıkıntılarını paylaştığı 13. yüz-
altın çağıdır. Bu yüzyılda John Dryden’ın (1631-
yıla ait Asiye Hatun’un Rüya Mektupları’nı
1700) öncülüğüyle Latincenin izlerini, üslup özel-
(Haz. Cemal Kafadar, 1994) hatırlatan
liklerini ve türlerini benimseyen bir nesir çağı açı-
son dönem örneklerinden birisidir (Kefe-
lır ve bu nesir anlayışı ilk önce deneme ve mektup
li, 2002, s. 9-10).
türlerinde görülür. Ayrıca gerek sosyal, gerek felsefi
gerekse edebî yaşamda ve sanatın tüm dallarında
“ben”in öne çıkması ve romantizmin etkilerinin
hissedilmesi de mektup türünün gelişmesinde et-

157
Deneme, Eleştiri ve Mektup

kili olur. Her mektup, yazarının “ben”ini kendi üs- 20. yüzyılda İngiliz edebiyatının en büyük mek-
lubuyla ifşa eden, sırlarını dünyaya açan bir vesika tup yazarı D. H. Lawrence’dır (1885-1930). Aldous
şeklini alır. Huxley tarafından derlenen ve 1932’de yayımlanan
Jonathan Swift’in (1667-1745) mektupları, mektupları Lawrence’ın yaşam sevincini, öfkesini ve
açık saçık şakalar, alaylar, saldırılar ve sevimli ço- canlı kişiliğini gösteren belgelerdir. George Bemard
cuksu deyişlere dek her türlü anlatımı ve çeşitli Shaw (1865-1950), Katherine Mansfield (1888-
konuları kapsar. Altı cilde ulaşan Journal to Stella 1923), James Joyce (1882-1941), Aldous Huxley
(1710-1713) çocuksu bir dille yazılmış bir mek- (1894-1963) gibi yazarlar bu yüzyılın mektuplarıy-
tup-güncedir. la ünlü yazarlarıdır (Göktürk, 1974, s. 513-516).
İngiliz edebiyatının bir diğer ünlü mektup
yazarı da Samuel Richardson’dur (1689-1761). Fransız Edebiyatında Mektup
Hiç eğitim görmeyen ve yoksul bir marangozun Orta Çağ’da Latince ve Fransızca yazılmış
oğlu olan Richardson, Londra’da bir basımevinde mektuplara sıkça rastlanmakla birlikte bunların
çırak olarak çalışırken çalışkanlığı ve dürüstlüğü muhtevası daha çok siyasi ve tarihîdir. 16. yüzyıl-
sayesinde Avam kamarasının resmî matbaacılığına da Montaigne’in şüpheci görüşlerini dile getirdiği
kadar yükselir. Pamela (1740-1741) ve Clarissa mektuplar dikkati çeker. Edebiyat dünyasında ye-
Harlow (1747-1748) adlı mektup biçiminde yazdı- rini alacak mektuplar 17. yüzyılda yazılanlardır.
ğı romanlar İngiliz edebiyatının ilk romanları üze- Fransız edebiyatında bir edebî tür olarak mektup
rinde etkili olur (Urgan, 2013, s. 447-448). türünün en önemli temsilcisi Madame de Sévigne
Lord Chesterfield’in (1694-1773) evlilik dışı olur. Evlendikten sonra kendisinden ayrılan biricik
oğluna yazdığı mektupları ise ölümünden sonra ka- kızına yazdığı, hasret ve sevgisini dile getiren mek-
rısı tarafından Letters To His Son adı altında yayım- tupları, Mme de Sevigne’yi Fransız edebiyatının
lanır. Horace Walpole da yine toplumsal ve politik ölümsüz isimleri arasına yerleştirir. Günlük hayatın
meseleleri işleyen bir mektup yazarı olarak anılır. basit meselelerinden, bahçesinden, bahçıvanından
Kocasının İstanbul’da elçi olarak bulundu- ince ve duygulu bir ifade ile bahseden yazar, hayatla
ğu 1716-1717 yıllarında İngiltere’deki dostlarına ilgili gözlemlerini de bu satırlar arasına ustaca yer-
yazdığı mektuplarla Osmanlı hayatını ve İstanbul leştirmeyi ihmal etmez.
ile ilgili gözlemlerini anlatan Lady Mary Wortley 18. yüzyılın mektup ustaları Voltaire ve Diderot’dur.
Montagu (1689-1762) Türkiye Mektupları’nın Samimi bir dil ile sosyal, felsefi, politik meseleleri dile
(Turkish Letters) yazarıdır. Geniş yankı uyandıran getiren, dostları ile fikirlerini paylaşan bu yazarların bir
bu mektupların Türkiye açısından önemi Batılı edebî tür olarak mektubun gelişmesinde önemli rolü
okura gerçek Türk yaşayışını tanıtmış olmasıdır. vardır. Voltaire’in sayıları yirmi bini aşan mektupları
19. yüzyılda mektup yazarlarının sayıları hızla 18. yüzyıl Fransa tarihini ve sosyal hayatını aydınlatan
artmaya devam eder. William Wordsworth (1770- vesikalardır.
1850), Samuel Taylor Coleridge (1722-1834), Diderot’nun Sophie Volland’a yazdığı mektup-
Shelley (1792- 1822), John Keats (1795-1821), lar, onun çağdaşları ile ilişkileri, karısıyla kavgala-
Robert Southey (1774-1843) gibi romantik yazar- rı, zaafları, karşılaştığı haksızlıklar, günlük hayatın
lar mektuplarıyla ünlüdürler. Bu yazarlar yazdıkları meseleleri, duygu ve düşünceleri ile Diderot’nun
mektuplarda devrin sosyal yaşamını dile getirirken hayatını anlatan, yüzyılın düşüncelerini, fikir
iç dünyalarını da okuyucularına açarlar. akımlarını ortaya koyan vesikalardır.
Charles Dickens’ın (1812-1870) mektupları ya- 19. yüzyılda Merimée, Flaubert, Stendhal ve
zarın hayal dünyasının zenginliğini gösteren değerli Proust mektuplarıyla Voltaire ve Diderot’yu izler-
kaynaklardır. Elizabeth Barret Browning’in (1806- ler. Ünlü eleştirmen Thibaudet, Flaubert’in mek-
1861) bozuk sağlığı yüzünden kuramadığı dost tuplarını yazarın eserlerinin arka planını aydınlatan
ilişkilerini, mektuplarla yürütmesi kendisinin iyi önemli belgeler olarak değerlendirir. Geniş bir kül-
bir mektup yazarı olmasına sebep olmuştur. Yazar türün izlerini taşıyan Marcel Proust’un mektupla-
ve tarihçi Thomas Carlyle (1795-1881) ile eşi Jane rı ile eserleri bir bütünün parçaları olarak birlikte
Welsh’in (1801-1886) mektupları ise ünlü aşk mek- okunduğunda mektuplar yazarın eserlerini aydın-
tuplarının klasikleşmiş örnekleri arasında sayılır. latan bir mahiyet kazanırlar. Yazarın özel hayatının

158
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

sırlarını taşıyan mektup artık yazarın eserini açıkla- tik edebiyatın etkili isimlerinden olan Puşkin ve
yan önemli bir kaynak hâline gelmiştir. Lermontof ’un yakın çevrelerine yazdıkları çoğu
Rémy de Gourmont’un Lettres â Amazone isim- Fransızca olan mektuplar bu alanın en tanınmış
li eseri; Paul Claudel’in memleketini temsil etmek örnekleridir. 1861’de Avrupa dönüşü Yasnaya
için gittiği yerlerden yazdığı gözlemlerini, duygu- Polyana’ya yerleşen Tolstoy, burada kendini felse-
larını dile getiren mektupları; André Gide ve Paul feye ve halkın eğitimine verir. Rusya’nın çeşitli yer-
Valéry’nin mektupları 20. yüzyılın önemli mektup lerinden kendisine gönderilen mektuplara cevaplar
örnekleridir. yazar. Bir eğitimci, danışman görevini üstlenen ya-
zarın mektupları edebî, felsefi ve sosyal muhtevalı,
Alain-Fournier ile Jacques Rivière’in mektup-
devri eleştiren önemli belgelerdir.
ları ise I. Dünya Savaşı öncesi fikir ve sanat ha-
yatını anlatan kaynaklar olarak değerlendirilirler.
II. Dünya Savaşı sonrasında Bernanos’un İngiliz-
lere Mektuplar, Albert Camus’nün Bir Alman Dosta
Mektuplar, Saint-Exupéry’nin Bir Tutsak’a Mektuplar,
Cocteau’nun Amerikalılara Mektuplar gibi eserleri de
tüm insanlığa hitaben yazılmış birer açık mektup-
turlar (Tuncel, 1974, s. 210-214).

Alman Edebiyatında Mektup


Alman edebiyatında Orta Çağ’da din adamları
arasındaki yazışmalarda kullanılan mektup daha
sonra insanların duygularını ifade etmek için kul-
landıkları bir vasıta hâline gelir. Rahipler manas-
tırlarda Allah’a bile mektup yazıp bağlılıkları ve
hayranlıklarını dile getirir, isteklerini bildirirler. Bu
mektuplara mistik bir ruh hâkimdir. 16. yüzyılda
ise artık mektuplar günlük hayatı anlatırlar. 17. yüz-
yılda Fransız edebiyatının da etkisiyle mektuplarda
doğallıktan gittikçe uzaklaşan bir üslup benimsenir.
Resim 6.4 L. N. Tolstoy (1828-1910)
18. yüzyılda mektuplar artık tutkuların, ihtiras-
ların ve günlük hayatın meselelerinin dile getirildi- Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
ği yazılardır. Romantizmin de etkisiyle bakışlar dış- commons/c/c6/L.N.Tolstoy_Prokudin-Gorsky.jpg
tan içe çevrilir. Kendini incelemek ve içini dökmek
ihtiyacı sanatlı mektupları oluşturur.
Lessing, Edebiyat Mektupları’nı; Herder Hümanizm Lev Nikolayeviç Tolstoy, 1828-1910 yılla-
Mektupları’nı yazar. Schiller’in insanın estetik eğitimi rı arasında yaşamış, Anna Karenina, Savaş
üzerine yazdığı mektupları da bu alanda ünlüdür. ve Barış gibi dünya edebiyatında ses getir-
Alman edebiyatında bu türün en önemli temsilci- miş romanların yazarıdır.
leri arasında Goethe, Schiller, Lessing, Hölderlin,
Novalis, Nietzsche, Rilke, Zweig, Hesse, Kafka gibi
yazarlar yer alır. Caroline Sehlegel ve Bettina von 19. yüzyılda Rus edebiyatında eleştiri alanında
Arnim ise romantikler arasında mektuplarıyla tanı- tanınan Belinski’nin çağdaşlarına yazdığı mektup-
nan kadın yazarlardır (Özgü, 1974, s. 290-301). lar tenkit tarihi açısından önem taşırlar. Gorki’nin
mektupları ise dil ve içerikleri ile dönemin dikkate
Rus ve Amerikan Edebiyatlarında değer örnekleridir.
Mektup Amerikan edebiyatında mektup 18. yüzyılda
Rus edebiyatı mektup yönünden Avrupa ede- önem kazanır. Gazetelerin de yaygınlaşmasıyla po-
biyatları kadar zengin değildir. Ancak roman- litik ve sosyal konuların tartışıldığı bir tür hâline ge-

159
Deneme, Eleştiri ve Mektup

lir. Zaman içinde bu mektuplar yerlerini yazarının mektuplar, “tartışma ve eleştiri içerikli mektuplar”,
duygu ve düşüncelerini dile getiren daha ferdî içe- “mektup-gezi yazıları”, roman ve öykülerde bir
rikli örneklere bırakırlar. Benjamin Franklin (1706- anlatım tekniği gibi farklı işlevlerle kullanılır. Tan-
1790) mektup şeklinde kaleme aldığı yazılarında zimat, Servet-i Fünun, Meşrutiyet ve Cumhuriyet
politik meselelere değinir. Amerikan düşünürü Wal- dönemi edebiyatlarında ayrı bir araştırma konusu
do Emerson’un yazışmaları da yine mektup edebiya- olacak kadar geniş ve özel bir yer tutar. Tanzimat
tının önemli örnekleri arasındadır. Bir diğer mektup yıllarının mektubun gelişme sürecindeki etkisi dik-
ustası şiir ve öyküleriyle tanıdığımız Edgar Allan kate alınarak tür “Tanzimat Öncesi” ve “Tanzimat
Poe’dur. Poe, şiirlerinin üçüncü baskısına yazdığı ve Sonrası” ana başlıkları altında incelenmektedir.
hayal gücünün mantıkla denetlenmesine karşı çık-
tığı ön sözünü “Letter to M. B.” hitabıyla mektup
şeklinde yazmıştır.
Tanzimat Öncesinde Mektup
Edebiyatımızda mektup türünün ilk örnekleri
Amerika’da ünlü devlet adamlarının mektupla-
münşeat mecmualarında görülür (Gültekin, 2015,
rının yayımlanmasına da özel bir önem verilmiştir.
s. 98-242). Kâtiplere, ihtiyaç duyanlara yol göster-
Mark Twain, roman üzerindeki görüşlerine ve sa-
me gibi pratik bir amaçla hazırlandıklarından ma-
natına ışık tutan mektuplarıyla Henry James, çev-
kam sahibi kişilere hitaben yazılan tezkere, arz-ı hâl
resindeki dostlarını ve genç yazarları destekleyen
ve istida gibi resmî içerikli mektuplardan oluşurlar.
mektuplarıyla Ezra Pound 20. yüzyılın belli başlı
Yazarlarının şahsi görüşlerini yansıtan örnekler ba-
mektup ustaları arasında sayılırlar.
kımından zengin değildir ve bu manada bir konu
çeşitliliği de arz etmez (Akün, 1972, s. III).
Türk Edebiyatında Mektup Mektûbât-ı Şeyh Aziz Hüdaî, Mektûbât-ı Sezâi,
II. Mahmut devrinde ilk posta teşkilatının ku- Mektûbât-ı Niyâzi’i Mısrî gibi eserler sadece mektup-
rulmasına kadar mektup edebî ve sosyal hayatı- lardan oluştuğu için “mektûbât” adı altında top-
mızda yaygın değildir. Ulaklar vasıtasıyla sağlanan lanırlar. Ancak bunlar tarih bakımından önemli
iletişim daha çok resmî makamlar tarafından kulla- olmakla birlikte dil ve üslup açısından bir özellik
nılmakta; diğer insanlar özel mektuplarını yolcular göstermezler. Günümüze kadar ulaşan münşeâtlar
vasıtasıyla, tesadüfi imkânlarla ilgili yerlere ulaş- arasında büyük edebiyatçılara ait olanların sayısı
tırmakta, bu durum da emniyetli olmamaktadır. pek fazla değildir. Nergisî, Kâni gibi asıl ünlerini
Posta sisteminin gelişmesi ile Abdülmecit devrinde inşa sahasında yapmış olanların dışında münşeât
mektuplaşmalar artar, Abdülaziz’in saltanatının ilk mecmualarının çoğu edebiyat tarihinde pek ismi
yıllarında mektubun pul usulü ile devlet mükellefi- anılmayan kimselere aittir.
yet ve taahhüdü altına girmesi ile daha da yaygınla- 16. yüzyılda Fuzulî’nin evkaftan kendisine bağ-
şır (Akün, 1972, s. II). lanan maaşın bir türlü verilmemesi üzerine Nişancı
Türk edebiyatında mektup türü, genel olarak Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye yazdığı Şikâyetnâme,
“inşa” adı altında anılan düzyazının içinde ele alı- mektup edebiyatı içinde önemli bir yer tutar. Dev-
nır. İnşa “belirli kurallara uyularak mektup yazma rin resmî dairelerinin çalışma tarzını ortaya koyan,
işi, mektup yazma üslubu, sözü belagate uygun sosyal tenkit olarak nitelenen bu örnek Fuzulî’nin
söyleme sanatı” anlamında kullanılır (Gültekin, mizah gücünü ortaya koyan “mektup-eleştiri”dir.
2015, s. 244). Münşî adı verilen düzyazı yazan ki- Tanzimat Dönemi’ne kadar yazılmış mektuplar
şilerin yazıları, özel veya resmî mektuplar da içinde arasında noktasız harflerle, belli bir konu üzerin-
olmak üzere “münşeat” adı verilen kitaplarda topla- de, dil bilgisi, müzik terimleri, kuş, meyve ve çiçek
nır. Türk edebiyatı tarihi, edebiyatçıların özel mek- adları, müstezatlı ifadelerle baştan sona aynı harfin
tupları bakımından Batı edebiyatları kadar zengin ayağına bağlı seci’ler vb. hünerlerle yazılmış örnek-
değildir. 19. yüzyıldan önce devrin şartları ve ede- ler görülür. Tanzimat öncesindeki bu örnekler, mo-
biyatçılarımız arasında pek rağbet görmemesi ne- dern edebiyattaki bazı yönelişlerin tarihlerinin ne
deniyle zayıf kalır (Akün, 1972, s. 1-21). kadar eskiye dayandığını göstermeleri bakımından
Asıl gelişmesi 19. yüzyılın ikinci yarısında olur. önem taşımaktadır. Ancak Batı edebiyatında en be-
Tanzimat’tan sonra sadece bir haberleşme aracı lirgin özelliği “uzaktaki bir kimse ile sohbet etmek
olmaktan çıkan mektup, özel mektuplar, resmî amacıyla ve konuşur gibi yazılmak” olan mektup,

160
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

eski edebiyatta görülen örneklerde yazarlarının çe- Mektubât (1305); Muallim Naci ile Ahmet Mid-
şitli dil oyunları ve dil hünerlerini gösterme arzula- hat Efendi’nin yazışmalarından oluşan Muhâberât ve
rı nedeniyle bu özellikten uzaklaşmıştır. Böylece bu Muhâverât (1895/1311) gibi eserler görülür.
yıllarda yazarının iç dünyasını aksettiren, görüş ve Muallim Naci’nin Mektuplarım (1886) adlı kita-
düşüncelerini yansıtan bir mektup geleneği gelişe- bı bizzat kendisi tarafından derlenen ve yayımlanan
memiştir (Akün, 1972, s. II-VI). bir mektup derlemesi olması bakımından önem ta-
şır. Ahmet Hamdi Tanpınar Mektuplarım’ın bazı
Tanzimat Sonrasında Mektup parçalarında yazarın dikkatini şehir hayatına çevir-
meye çalıştığını; Şehzadebaşı kahveleri için yazdığı
Türk edebiyatında bir edebî tür olarak mektup
bölümlerin ilk şehir kronikleri olarak nitelenebile-
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Batı edebiyat-
ceğini belirtir. Bu denemelerin Ahmet Rasim’i ha-
larının özellikle de Fransız edebiyatının tanınması,
zırladığını düşünür (Tanpınar, 2006, s. 544 ).
yeni kavramlarla karşılaşma ve toplumda yaşanan
değişikliklere paralel olarak gelişir. Devrin önemli Ahmet Midhat’ın Corneille’in Le Cid adlı tra-
şahsiyetlerinin İstanbul’dan uzaklaştırılması, çeşitli jedisini özetleyerek tercüme etmesinden sonra Sait
tartışma ve eleştirilerin mektuplar aracılığıyla sür- Bey ile aralarında başlayan tartışma mektuplar ara-
dürülmesi türün gelişmesinde rol oynayan etken- cılığıyla devam eder. Bu mektuplar Sait Beyefendi
lerden birisidir. Hazretlerine Cevap (1898) adlı kitapta toplanmıştır.
Ahmet Midhat Efendi’nin ironik bir üslupla yaz-
Eski münşeat zihniyeti ve hazır kalıplar yerini
dığı mektuplar tercüme edebiyatı tarihi açısın-
içeriği esas alan sade bir mektup tarzına bırakır. Bu
dan önemlidir. Hall’ül-Ukad (1892) adlı eserin-
tarz ilk olarak Şinasi’nin annesine yazdığı mektup-
de Schopenhauer’un Hikmet-i Cedidesi (1304),
ta (1851) görülür. Akif Paşa’nın resmî bir dil ile
Ahbar-ı Âsara Ta’mim-i Enzâr (1307) isimli eser-
yazılan ve münşeat kitaplarında görülen örnekleri
lerinde de Ahmet Midhat Efendi zevk ve merakla
hatırlatan mektuplarının yer aldığı Münşeât-ı Elhac
okunmaları için mektup türünden yararlanır.
Akif Efendi (1846) ve yazarın sürgün yıllarında çek-
tiği sıkıntıları anlattığı Muharrerât-ı Hususiye-i Akif Ali Canip Yöntem’in “sade lisan” ve Türkçülük
Paşa (1885) isimli eserler mektup edebiyatının ilk meselelerini dile getiren mektupları da Millî Edebi-
örneklerindendir. yat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım (1918) adlı
eserde yer almaktadır.
Bu dönemde mektup, her konuyu işleyebilen,
yer yer deneme özelliği taşıyan bir tür olarak ge- Bu örneklerde edebî tartışmalar, mektuplar
lişir, konu ve üslup bakımından çeşitlilik gösterir. aracılığıyla sürdürülür. Dikkati uyanık tutarak
Tanzimat’tan günümüze uzanan süreçte mektupla- okuyucunun ilgisini çeken bu yönteme günümüze
rı konuları itibarıyla ana hatlarıyla üç ana başlık al- kadar yazarların eleştirel bakış açılarını yansıtmak-
tında ele alabiliriz: 1- Edebiyat tartışmalarını konu ta sıklıkla başvurdukları görülür. Edebiyatçıların
alan mektuplar 2- Edebî, sosyal, siyasi ya da ferdî mektupları birbirlerinin sanat anlayışlarını eleştir-
gözlem ve izlenimleri betimleyen/eleştiren mek- dikleri, fikir alışverişinde bulundukları, edebiyat
tuplar 3-Roman ve hikâyelerde anlatım tekniği tarihini ve metin incelemelerini yönlendirecek
olarak mektuplar. ipuçlarıyla doludur.

Edebiyat Tartışmalarını Konu Alan Edebî, Sosyal, Siyasi, Ferdî


Mektuplar Gözlem ve İzlenimleri Konu Alan
Edebiyat tartışmalarını konu alan belli başlı
Mektuplar
mektup örnekleri arasında Muallim Naci ile Şeyh Bu başlık altında yazarlarının edebiyat, siyaset,
Vasfi arasında Osmanlı şiirinin durumunu ele alan toplumsal meseleler hakkındaki görüşlerini, eleşti-
mektupları (12 mektup) içeren Şöyle Böyle (1886); rilerini, hayatla ilgili tecrübe ve gözlemlerini, sanat
Muallim Naci ile Beşir Fuad’ın birbirlerine yaz- anlayışlarını, seyahat izlenimlerini mektup türü-
dıkları, Beşir Fuad’ın Victor Hugo monografisini nün kendilerine sağladığı imkânlarla dile getiren
ele alan mektuplardan oluşan İntikad (1887); Beşir mektup örneklerine yer verilmiştir.
Fuad ile Fazlı Necip’in mektuplaşmalarını içeren

161
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid edebiyat ta- derleyen ve inceleyen bir eserdir. Gökalp’in izle-
rihimizde en çok mektup kaleme almış yazarlarımız- nimlerini aktaran kısa ve eğitici mektuplar felsefi,
dır. Ömer Faruk Akün bu iki yazarın bu kadar çok sosyal, edebî içerikleriyle dikkati çeker.
sayıda mektup yazmış olmasını diğer edebiyatçıları- Refik Ahmet Sevengil’in Hüseyin Rahmi Gürpı-
mızdan çok farklı olan hayat tecrübelerine ve uzun nar (1934, 1944) adlı kitabında yer alan Hüseyin
süre gurbette kalmalarına bağlar. Türk edebiyatında Rahmi’nin mektupları ise romancının şahsiyeti ve
mektup türünün gelişmesinde, kalıplaşmış yapısın- roman anlayışına dair bilgiler vermeleri bakımın-
dan uzaklaşarak samimi bir ifade vasıtası hâline gel- dan önemlidir (Demiray, 1974, s. 91).
mesinde Namık Kemal’in önemli bir katkısı vardır.
Yazarların gezi izlenimlerini okuyucularına
Abdülhak Hâmid’in Namık Kemal, Recaizâde aktardıkları örnekler arasında Ahmet Rasim’in I.
Mahmut Ekrem, Sami Paşazade Sezai gibi yazarlara Dünya Savaşı sırasında (1916-1917) Romanya’ya
yazdığı mektuplar edebî açıdan önem taşıyan ve şa- gazeteci olarak gittiği dönemin izlenimlerini mek-
irin eserlerini, duygu dünyasını, sanat anlayışını ay- tup-günlük arası bir sunuş ve kendine özgü ironik
dınlatan kaynaklardır. Bulunduğu farklı coğrafya- bir üslupla anlattığı Romanya Mektupları (Yakın,
lardaki izlenimlerini ve hayat tecrübelerini Namık 1988, s. 23-24) Falih Rıfkı Atay’ın Londra Kon-
Kemal’den farklı olarak daha ağır bir dil ve süslü feransı izlenimlerini topladığı Londra Konferansı
ifade ile dile getiren Hâmid’in mektupları kültür Mektupları sayılabilir. Yahya Kemal’in Mektuplar
ve edebiyat tarihimiz açısından önemli vesikalardır. Makaleler adlı kitapta yer alan mektupları ise En-
dülüs seyahatini, İspanya hatıralarını (1929-1930)
(Beyatlı, 1990, s. 7-23), Roma izlenimlerini ve şiir-
dikkat le ilgili görüşlerini içeren örneklerdir.
Sohbet ve hatıra yazarı olarak tanınan Ahmet Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ziya’ya Mektuplar; Yaşar
Rasim pek çok gazete ve dergide yazdığı yazıla- Nabi’nin hazırladığı Dost Mektuplar (Nayır, 1972)
rını kitap hâlinde toplar. Bu yazılarda İstanbul edebî önem arz etmektedir.
hayatını kendine özgü bir üslup ve ayrıntılı bir Atatürk’ün Özel Mektupları (Borak, 1970) Kur-
gözlemle okurlarıyla paylaşır. Deneme örneği tuluş Savaşı sırasında, öncesi ve sonrasında bazı
olarak da değerlendirilebilecek bu yazılarda devlet adamlarının yazdığı mektuplardan oluşur,
yer yer mektup türünden yararlanması onun siyasi bir içerik taşır.
“şehir mektupçusu” olarak da anılmasına ne-
Türkiye’de anarşinin başladığı, Marksist dü-
den olur. Şehir Mektupları (1912) İstanbul’un
şüncenin üniversite gençliği arasında yaygın oldu-
çeşitli semtlerini, dil ve kültür özelliklerini tas-
ğu günlerde yayımlanan Peyami Safa’nın Kızıl Ço-
vir eden zengin içerikli mektupları ihtiva eder
cuğa Mektupları (Safa, 1971) adlı eseri de mektup
(Enginün, 2006, s. 145-155).
türünün kullanıldığı ilginç bir örnektir (Kefeli,
2002, s. 28).
Servet-i Fünun Dönemi’nde yazarların özel Nâzım Hikmet’in Kemal Tahir’e gönderdiği
mektupları kitap hâlinde yayımlanmaz. Mektuplar mektuplar Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar
dergi ve mecmuaların sütunlarında kalır. adıyla yayımlanır (Ran, 2016). Memet Fuat, Na-
II. Meşrutiyet’ten sonra (1908) yazılan edebî zım Hikmet’in kendisine yazdığı mektupları Nâzım
mektup sayısı, Tanzimat Dönemi’ne oranla daha Hikmet ile Piraye (1978) adlı kitapta toplar. Bu
azdır. Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in mektupla- mektuplar, Nâzım Hikmet’in iç dünyasını ve haya-
rı ancak Cumhuriyet Dönemi’nde yayımlanabilir. tından bir kesiti dile getiren orijinal belgelerdir.
Ömer Seyfettin’in dilin sadeleşmesi, hikâyelerinin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Antalyalı Genç
yayımlanması ve meseleleri ile ilgili düşüncelerini Kıza Mektup” (Tanpınar, 2007, s. 315-321) adıyla
içeren mektuplarının birkaçı Ali Canip tarafından bilinen mektubu, yazıldığı kişiye gönderilip gön-
hazırlanan Ömer Seyfettin (Demiray, 1974, s. 90) derilmediği bilinmeyen edebiyat tarihimizin ünlü
adlı kitapta yer almaktadır. Fevziye Abdullah Tan- mektup örneklerinden birisidir. Yazarının şiir an-
sel tarafından hazırlanan Ziya Gökalp Külliyatı II, layışının ipuçlarını veren bir kaynak olarak değer-
Limni ve Malta Mektupları (1965) Ziya Gökalp’in lendirilir. Tanpınar’ın Zeynep Kerman tarafından
Malta’dan, Limni’den ailesine yazdığı mektupları derlenen mektupları (Tanpınar, 2007) ise şair,

162
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

romancı, hikâyeci, denemeci ve edebiyat tenkitçi büyüteç altına alıp izlemek, küçük şeyler üzerinde
kimliği ile tanıdığımız Tanpınar’ın hayatını, sanat hassasiyetle durmak mektubun özellikleri arasında-
anlayışını ve eserlerini aydınlatan vesikalardır. dır. Mektup-günlükler, küçük şeylere dikkat üze-
Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir) mektupla- rinden mazide yaşanmış ama dikkatlerden kaçmış
rı (Erhat, 1976), Behçet Necatigil’in özel mektupları ayrıntılara yeniden bakarlar. Maziye bugünden
(Necatigil, 2000), Yaşar Nabi’nin Dost Mektuplar’ı bakmak bir tür hesaplaşmayı getirir. Hatıra, gün-
mektup edebiyatımızın önemli örnekleridir. lük veya mektup romanların ortak noktası kişinin
kendisiyle hesaplaşmasını sağlamalarıdır.
Mehmet Kaplan’ın sınıf arkadaşı Âli
Ölmezoğlu’na yazdığı 67 mektup ve bazı gün- Mektup romanlar basitten karmaşığa doğru
lük notların derlendiği Âli’ye Mektuplar (Kaplan, gelişir. Tek sesten çok sesliliğe yönelir. Tek kişinin
1992) yazarın, hayata bakışını, sanat ve estetik yazdığı mektuplar üzerine kurulan mektup-roman-
anlayışını dile getiren mektup örneklerinden olu- lar “tek sesli”; farklı kişilerin farklı üsluplarla yaz-
şur. Bazı mektuplarda Türkoloji alanında çalışacak dığı mektuplardan oluşan mektup-romanlar “çok
genç araştırmacılara nasihatler yer almaktadır. sesli” olarak adlandırılırlar (Kefeli, 2002, s. 34-36).
Bu örneklerde romancı susar, kahramanları mek-
Cemal Süreya’nın On Üç Günün Mektupları
tuplar aracılığıyla konuşur. Artık anlatıcı ve yazar
(Süreya, 1990) adlı eserinde yer alan mektuplar
olmayan romancının elinde bir “mektup oyunu”
yazarın eşi Zühal Hanım’ın geçirdiği bir ameliyat
vardır. Onları istediği gibi sıralar, yerlerini değişti-
sırasında eşinden ayrı kaldığı on üç gün süresince
rir. Bulduğu mektupları oldukları gibi yayımladığı-
yaşadıklarını, hissettiklerini, eşine duyduğu sevgiyi
nı söylerken ise yazar sadece bir çevirmendir. Okur,
anlatan ve yazarın duygulu ve vefakâr kişiliğini orta-
bir “mahrem metin” olarak nitelenen mektuplar
ya koyan, mektup-günce özelliği taşıyan bir örnek-
aracılığıyla kahramanların iç dünyalarına ulaşır.
tir. Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire, (Behramoğlu
ve Özel,1995) İsmet Özel’in Ataol Behramoğlu ile Batı edebiyatının da tesiriyle, edebiyatımızda
mektuplaşmaları gençlik anıları, sanat anlayışları ve Tanzimat’tan sonra mektup, roman ve hikâyelerde
birbirleriyle ilgili değerlendirmeleri içerir. bir anlatım tekniği olarak kullanılır. İlk örneğini
Ahmet Midhat Efendi’nin Felsefe-i Zenan (1870)
Abdülhak Şinasi Hisar, Ziya Osman Saba, Ni-
adlı eserinde görürüz. Bu örneği Fatma Aliye
yazi Berkes, Yaşar Nabi, Oktay Rifat, Behçet Ne-
Hanım’ın kız kardeşi Emine Semiye Hanım kadın-
catigil gibi edebiyat dünyamızın değerli şahsiyetle-
ları eğitmek, hayata hazırlamak amacıyla kaleme
rinin 1928-1990 yılları arasında Cevdet Kudret’e
aldığı Bîkes (1897); Nigâr Hanım’ın Safahat-ı Kalb
yazdıkları mektupları (160 mektup) bir araya geti-
(1898-1899), Fatma Aliye Hanım’ın Levayih-i Ha-
ren Cevdet Kudret’e Mektuplar (Kudret-İnci, 1995)
yat (1899) adlı eserleri izler.
sanatçının kişiliğini aydınlatma ve edebiyat dün-
yasının birçok meselesine ışık tutması bakımından
önem taşır.
Safahat-ı Kalb, Fuad Köprülü’nün değer-
lendirmesine göre bir roman olmaktan
Anlatım Tekniği Olarak Mektuplar çok aşk mektuplarının derlemesidir. An-
Mektubun anlatım tekniği olarak kullanıldığı cak mektupların zaman ve mekân bakı-
romanlara “mektup-roman” adı verilir. Yazar, mek- mından birbirlerine bağlı olmaları, eserin
tupları derleyen kişi olarak kendisini tanıtırken kurgusu zayıf da olsa bir roman olarak
“yayıncı” ibaresini kullanır. Bu ibare zaman zaman kabul edilmesine neden olur (Bekiroğlu,
gezip gördüğü yerlerdeki izlenimlerini anlatan, yö- 1998, s. 292-296).
resel hikâyeleri derleyip aktaran, seyyahlar tarafın-
dan da kullanılmaktadır.
Mektubu anlatım tekniği olarak kullanan ro- Fatma Âliye Hanım’ın Levayih-i Hayat (1899)
man ya da hikâyelerde mektuplar aracılığıyla bir adlı romanı ile Balzac’ın bir mektup roman örne-
duygunun nüanslarını, gelişimini ve değişimini ği olan İki Yeni Gelinin Hatıraları adlı eseri ara-
izlemek mümkündür. Her mektupta günlüğü an- sındaki paralellik dikkat çekicidir (Kefeli, 1998,
dıran bir taraf vardır. Önemsiz görünen olayları s. 309-315). Kadın kahramanların birbirleriyle

163
Deneme, Eleştiri ve Mektup

mektupları üzerine kurulan romanda aile, evlilik, Reşat Nuri’nin Bir Kadın Düşmanı’nda (1927)
eşler arasındaki sevgi, saygı, sadakat, uyum, eğitim, olaylar mektuplarla sergilenir ve roman kahraman-
farklı eğitim almış eşlerin ilişkileri ve erkeklerin sa- larının gerçek yüzleri mektuplar aracılığıyla göste-
dakatsizliği gibi temalar işlenir. Kadın kahramanla- rilir (Kefeli, 2002, s. 77-81).
rın hayal kırıklıklarını, ümitsizliklerini mektuplar Yakup Kadri, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket
aracılığıyla birbirleriyle paylaştıkları bu romanda Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Haldun Taner, Oğuz
Felsefe-i Zenan’da da mektuplar aracılığıyla sağla- Atay gibi yazarlar anlatım tekniği olarak mektuptan
nan “polyscopic” yaklaşım hâkimdir. Bu yaklaşımla gerçeğin farklı boyutlarını ortaya koyan, insanların
kadının “bastırılmış” duyguları/sorunları farklı ka- görünmeyen yüzünü/iç dünyalarını aydınlatan bir
dınların bakış açılarından işlenmektedir. Kadının araç ve bir sosyal eleştiri aracı olarak yararlanırlar.
iç sesini yansıtan, kadına özgü bir itiraf dili olarak
Leyla Erbil’in Aşk Mektupları (1989) adlı roma-
kullanılan mektuplar, roman kahramanlarının his-
nı, 1970 sonrası Türkiye’sinde gençler arasındaki
lerini, duygu ve düşüncelerini anbean izleyen, tah-
siyasi çatışmaları, bölünmeleri ele alır. Üniversiteli
lil eden belgelerdir.
yedi gencin aşklarını anlatan, aşkı ve hayatı, top-
Servet-i Fünun Dönemi’nde, siyasi koşullar lumsal meseleleri sorgulayan mektuplarından olu-
nedeniyle toplumsal meselelerden uzaklaşan, iç şur. Mektuplar gençlerin ilişkilerini, iç dünyalarını
dünyalarına ve doğaya yönelen; ‘sanat için sa- aydınlatan bir vasıta aynı zamanda öz eleştiri ara-
nat’ prensibini benimseyen edebiyatçılar kendi cıdır. Farklı teknik özellikleri ile de dikkati çeken
“ben”lerini en iyi ifade eden bir vasıta olarak mek- eser Handan’dan sonra edebiyatımızdaki başarılı
tuptan yararlanırlar. Romantik unsurların ağırlıklı mektup romanlardandır.
olduğu, ayrıntılı tasvir ve tahlillerle aşk, evlilik ve
Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken, Ne Evet Ne Ha-
ihanet temalarını işleyen eserlerde -Bafralı Yanko,
yır, Bir Mektup, Babama Mektup adlı öykülerinde
Safveti Ziya, Faik Ali, Ahmet Hikmet Müftüoğlu,
mektup ustaca kullanılmış bir tekniktir. Kahraman-
Halid Ziya Uşaklıgil, Mehmed Rauf vd. yazarların
larının iç dünyalarına yönelen, yalnızlıklarını, yaban-
eserlerinde psikolojik içeriği destekleyen bir tek-
cılaşmalarını “mektupla dilekçe, itirafla itiraz arasın-
niktir artık mektuplar (Kefeli, 2002, s. 103-131).
da salınan bir ton”la ifade eder (Parla, 2015, s. 189).
Mektup, Cumhuriyet Dönemi romanlarında gizli
kalmış duyguları açığa çıkarmak ve konuyu fark- Dünya edebiyatında ve Türk edebiyatında eski
lı açılardan irdeleyebilmek amacıyla kullanılır. Bu bir geçmişe ve zengin bir içeriğe sahip olan mek-
dönemde Halide Edib Adıvar, Şükûfe Nihal, Hali- tuplar, güncelerle birlikte, her dönemde insanın iç
de Nusret Zorlutuna, Güzide Sabri; yakın dönem- dünyasına ışık tutan, yaşan(a)-mamışları, söylen(e)
de ise İnci Aral, Ayşe Kilimci, Ayfer Tunç, Leyla memişleri ifade eden, hayatı ve hayatın kaosu için-
Erbil gibi kadın yazarların kaleminde olgunlaşır. deki insanı ve onların iç yolculuklarını anlatan
belgeler; şair ve yazarların sanat anlayışları ve eser-
Halide Edib’in Handan (1912) adlı romanı
lerindeki otobiyografik unsurlarla ilgili ipuçlarını
edebiyatımızdaki en gelişmiş mektup-romanlardan
veren önemli kaynaklardır.
birisidir. Romanda farklı kişiler tarafından yazılan
mektupların her biri Handan’ı farklı bir yönüyle Söylemini hikâye, roman, deneme, gezi yazısı,
tanıtır. Handan’ın yazdığı ama göndermediği mek- eleştiri gibi diğer türlere ödünç veren mektup, bi-
tuplar ise kendini tahlil ettiği, iç dünyasını yansıtan reyi merkez alan, itiraf ve itirazlarını yansıtan bir
metinlerdir (Kefeli, 2002, s. 69-77). “özgür düşünce” aracı olarak her türün yararlana-
bileceği özel ve samimi bir araçtır.

164
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

yaşamla ilişkilendir

İnsan ve Ötesi (Deneme Türü) Biz insanlar öteki yaratıkların ne üstünde ne


Kendini beğenmek insanın özünde, yaradı- altındayız. Bilge der ki, göklerin altındaki her şey,
lışında olan bir hastalıktır. İnsan yaratıkların en aynı kanunun ve aynı kaderin buyruğundadır.
zavallısı, en cılızıdır; öyleyken en mağduru da Indupedita suis fatalibus omnia vinclis.
odur. Şurada, dünyanın çamuru ve pisliği içinde Her şey, kırılmaz zincirleriyle bağlı kaderin.
oturduğunu, evrenin en fena, en ölü, en aşağı ka-
Bazı ayrılıklar, seviyeler ve dereceler vardır;
tında, göklerin kubbesinden en uzakta, üç nişten
ama her şeyde aynı doğanın yüzü görülür.
yaratıkların en kötü haldekileriyle birlikte, dünya
evinin en alt katına bağlı ve çakılı olduğunu bi- Res quoeoue suo ritu procedit, et ommes
lir, görür ve yine hayaliyle, aydan yukarılara çı- Foedere naturae certo discrimina servant
kıp gökleri ayaklarının altına indirmek sevdasıyla Her şey kendine göre gelişir ve hepsi
yaşar. Aynı hayal gücüyle kendini Tanrı’ya bir Sürdürür doğa düzeninin ayrılıklarını.
görür; kendine Tanrısal özellikler verir; kendini
Lucretius
öteki yaratıklar sürüsünden ayırıp kenara çeker,
arkadaşları, yoldaşı olan varlıklara yukarıdan ba- Kitap II, Bölüm XII
kar; her birine uygun gördüğü ölçüde güçler ve Kaynak: Montaigne (2000). Denemeler. Sa-
yetenekler dağıtır. bahattin Eyüboğlu (Çev.). İstanbul: İş Kültür. s.
46-47.

yaşamla ilişkilendir

Ben ve Ben (Deneme Türü) çukta da uyanılmış ve saatin yine kestirildiği gibi
Sabahları uyanıp da, daha yatakta, akıl tası- olduğu görülmüştür. Artık yeniden uyku tutma-
mın kapağını kaldırdığım vakit binlerce fırtlak ve yacağı anlaşıldıktan sonra ise hemen kalkılmış,
düşünce, bir gün önce yada daha eski bir zaman- en aşağı bir saat dış dünyanın saldırısına kucak
da gönül gözüme takılmış tırandaz bir deniz par- açılmıştır.
çası, çırpı bacak bir satıcı, kargacık-burgacık bir Bu beklenti saatleri, önceki günlerde baş-
Fransızca ile yazılmış bir mektup, bir kitap cildi, lanmış ama daha bitirilmemiş bir yazının yada
sopalanmış bir köpek, cırtlak sesli bir dolmuş şo- Salah Bey Tarihi’nin -gerçekte yakası beyaz ipek
förü, kendi halinde bir pimpirik, üstü başı akmış işlemeli parçaların- tezgahlandığı saatlerdir. Sekiz
ama yine de dilenmeyen bir yoksul topluca, yada rüzgara karşı balık istifleri sağlanınca hemen yazı
birer birer içeri atlayıp beynimi mıncıklamaya masasına koşulacak ve yazıya taze kan verecek
başlar. tümceler hemen kağıda dökülecektir. Yada aynı
Saat sekiz yada dokuzdur bu. saatlerde, yeni bir denemenin afyon ve tiryakı ha-
zır edilecektir.
Gece, ikide yatılmış, bir süre sonda uyanılıp
saatin üç buçuk olduğu kestirilmiş ve elektrik fe-
neri yakılıp bakılınca da saatin üç buçuk olduğu Kaynak: Birsel, Salah (1983). Amerikalı
saptanmıştır. Daha sonra dört buçuk ve yedi bu- Tolstoy. İstanbul: Yazko. s. 67-68.

165
Bölüm Adı

araştırmalarla
ilişkilendir
İntibah (Eleştiri Türü) ise, baştan sona kadar psikolojik sebeplere göre
İntibah, yapı bakımından Felâtun Bey’le Ra- değişen, muayyen bir kriz noktasına ulaştıktan
kım Efendi’den tamamiyle farklı bir romandır. sonra, tamamiyle tersine dönerek bir faciayla ne-
Felâtun Bey’le Rakım Efendi muayyen bir sosyal ticelenen bir vakalar silsilesinden ibarettir. Fakat
davranış ve zihniyeti ortaya koyan bir karakter vakalar kişilerin içinde bulundukları anlara ve ruh
veya tip romanı, İntibah ise ferdî bir hayat tecrü- hâllerine sıkı sıkıya bağlıdır. İntibah’ın önsözünde
besini hikâye ve tahlil eden dramatik ve psikolo- Nâmık Kemal hikâyecinin vazifesi “muhatabının
jik bir eserdir. İki romanın kahramanları birbir- ıslah etmek veya eğlendirmek için münasebetli
lerinden ayrı hüviyette insanlardır. Felâtun Bey’le münasebetsiz, akla ağza ne gelirse söylemek tarz-ı
Rakım Efendi roman boyunca aslî hususiyetlerini kudemâ-perestânesini terk ile tabiat-ı beşeriyenin
muhafaza ettikleri hâlde, İntibah’taki şahıslar mi- tahliline çalışmaktır” der. Eski hikâyelerde vakalar
zaçları ve içine düştükleri durum dolayısıyla hem ve şahıslar arasında sıkı bir münasebet olmadığı
psikolojileri, hem de birbirleri karşısında aldıkları gibi, “tabiat-ı beşeriyeyi tahlil” maksadı da yoktur.
tavırlar bakımından değişirler. Onlar ya okuyucuya kuru öğüt vermek, ya da onu
eğlendirmek gayesini güder. Nâmık Kemal, edebî
Bu değişiklik İntibah’ın planına olduğu kadar,
eserlerin insan ruhu üzerinde terbiyevî bir tesir
üslubûna da derin surette tesir etmiştir. Felâtun
icra ettiğine kanidir.”
Bey’le Rakım Efendi romanında yazarın gayesi,
muayyen bir vakayı hikâye etmek değil, çizgile-
ri iyice belli ve sabit olan karakterlerin muhtelif Kaynak: Kaplan, Mehmet (2004). Türk Ede-
cephelerini göstermektir. Bundan dolayı, yazar za- biyatı Üzerine Araştırmalar 2. İstanbul: Dergâh.
man ve mekânı istediği gibi kullanmıştır. İntibah s. 110.

araştırmalarla
ilişkilendir
Huzur (Eleştiri Türü) çirkinlikleri, sefillikleri Tanpınar’ın romanında
Huzur (1949), Türkçede okuduğum en gü- birer birer soyunarak özündeki güzelliği, tarihle
zel aşk romanı. Üstelik sadece tek aşkın, bir er- tabiatın sarmaş dolaş olduğu o erişilmez uyumu
keğin kadına olan aşkının romanı da değil, iç gözler önüne serer. Tanpınar, dünyanın en güzel
içe iki aşkın romanı, birbirini besleyen, gelişti- “striptiz”ini yaptırır İstanbul’a. Ve biz onun gö-
ren iki aşkın: Mümtaz, Nuran’a olduğu kadar, züyle Beyazıt’ı, Sahaflar’ı, Bitpazarı’nı, Ada’yı,
İstanbul’a da âşıktır. Huzur’da İstanbul sadece Boğaz’ı, Üsküdar’ı, Çekmeceler’i, birtakım cami-
bir güzel şehir, roman kişilerinin içinde yaşadığı leri, medreseleri yeniden görürüz.
bir çevre değildir; başlı başına bir roman kişisi- “Aşk romanı”… Bir bu değil, elbette, Hu-
dir, bir sevgilidir. Ne diyordu Beş Şehir’de Ahmet zur. Birtakım sorunların özellikle tartışıldığı,
Hamdi Tanpınar: “İstanbul, ya hiç sevilmez; ya- temel sorunun Doğu-Batı çatışması biçimin-
hut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir. Yani her de görüldüğü bir tarihsel dönem içinde gerçek
haline, her hususiyetine ayrı bir dikkatle çıldıra- bir “huzur”suzluğu yaşayan bir aydın kuşağının
rak.” Mümtaz da şöyle der: “Birbirimizi mi, yok- (Cumhuriyet’in yetiştirdiği aydınları olmasalar
sa Boğaz’ı mı seviyoruz?” (Huzur, Tercüman’ın da bunlara, görüş ufukları bakımından, “Cum-
1001 Temel Eser Dizisi, s. 187). “…artık ne huriyet aydınları” denebilir, bence) kendilerince
İstanbul’u, ne Boğaz’ı, ne eski musikiyi, ne de bir yeni bileşime varmak çabalarının çok belirgin
sevdiği kadını birbirinden ayırmaya imkân bula- olduğu bir roman…
mazdı.” (s. 188) Böyle bakar Tanpınar İstanbul’a;
bir Mümtaz gibi, bir Nuran gibi, bir İhsan gibi
Kaynak: Naci, Fethi (2000). Yüzyılın Yüz
anlatır İstanbul’u. Ama ne güzel anlatır… Tev-
Romanı. İstanbul: Adam. s. 245-246.
fik Fikret’in “facire-i dehr”i, üzerindeki yüzeysel

166
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Öğrenme Çıktısı

3 Mektup türünün farklı edebiyatlardaki görünümünün yanı sıra edebî bir anlatım tekniği
olarak nasıl bir işlev yüklendiğini yorumlayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Mektup ve deneme türleri


arasındaki yakınlığın hangi Mektup türünün Batı’da ve Mektup türünün edebî
özellik ya da özelliklerinden Türk edebiyatında kullanım eserlerde neden kullanılmış
kaynaklanıyor olabileceğini özelliğini değerlendirin. olabileceğini anlatın.
araştırın.

167
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Deneme türünün tanımını, özelliklerini,


1 Batı’da ve Türk edebiyatındaki
görünümünü açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Deneme

Fransızca “essai”den gelen deneme, orta uzunlukta, samimi bir üslupla yazılmış metinleri tanımlamak
için kullanılır. Konuları itibarıyla çeşitlilik gösteren bu yazıların ortak özelliği, kısa olmaları ve belli bir
planla yazılmamalarıdır.
Deneme türünün ilk örneklerine Yunan ve Latin edebiyatlarında rastlanır. Adını ve kesin biçimini 16.
yüzyılın ikinci yarısında Montaigne’in Denemeler (1580) adlı eserinden sonra alır. Deneme, 18. ve
19.yüzyılda bir edebî tür olarak gelişmesini sürdürür, özellikleri ve tanımı netleşir. 19. yüzyılın sonu ve
20. yüzyılın başında Anatole France, Rémy de Gourmont, Julien Benda, Aldous Huxley gibi yazarlar
romanlarına deneme havası verir. 20. yüzyılda ise artık denemenin “zaman üstü” ve ütopik olma özel-
likleri vurgulanır.
Türk edebiyatına “tecrübe-i kalemiye” adıyla giren deneme gazetelerle birlikte gelişir. Tercüman-ı
Ahval’in (1860) yayın hayatına başlamasıyla gazete sütunlarında “Musâhabe” başlığı altında yer alan
fıkra ya da sohbet olarak adlandırılan örneklerde denemenin özellikleri görülür. Ahmet Rasim, Ah-
met Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç gibi yazarlar deneme tarzının Türk edebiyatında
önemli ve öncü isimleridir. Suut Kemal Yetkin ve Sabahattin Eyüboğlu, Montaigne tarzının Türk ede-
biyatındaki öncü isimleridir.

Eleştiri türünün genel özellikleri ile


2 birlikte Batı’da ve Türk edebiyatında
gelişimini ifade edebilme

Eleştiri

Eleştiri, bir sanat ya da düşünce eserini belli estetik ölçütler çerçevesinde sistemli bir biçimde değerlen-
diren, ait olduğu toplumun sanat ve düşünce dünyası içindeki yerini belirleyen yazıdır. Bir edebî tür
olmasının yanı sıra eleştiri, sanatçının yaratıcılığını tamamlayan bir olgu, bir zihin faaliyeti olarak da
tanımlanır. Eleştiri kelimesinin Batı’daki karşılığı olan “critique”, Yunanca “krites”den gelir. “Krites”,
“hüküm”; “krinein”, hüküm vermek anlamındadır.
Farklı anlamlar yüklenmiş bir kavram olan “eleştiri”, günlük dilde “yergi” anlamında da kullanılmakta-
dır. Bu anlamda, bireysel veya toplumsal alanda bir kişi ya da kurumu eleştirmek demek, onun olum-
suz yanlarını sıralamak demektir. Hangi alana uygulanırsa uygulansın eleştiri iki temel işlev yüklenir:
Bilgilendirme (information) ve tahlil (analiz).
Eski edebiyatın edebî eleştiri bağlamında en önemli kaynağı tezkirelerdir. Tezkireler, devrin şairleri ile
ilgili bilgi, yorum ve değerlendirmeler içerir. 1860’lı yıllardan sonra Batılılaşma hareketi çerçevesinde
yoğun bir çeviri faaliyeti görülür. Batı edebiyatındaki akımlar yakından izlenmeye başlanır. Avrupa
edebiyatını şekillendiren yazarlar ve eleştirmenlerin eserlerinden yapılan çevirilerle beslenen eleştirel
fikirler yayılmaya, benimsenmeye başlar. 1860-1880 döneminde Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ile
Recaizade Ekrem ve Muallim Naci çeşitli konulardaki eleştirileri ile öne çıkarken bu dönemde sosyal
faydaya yönelik edebiyat anlayışına paralel bir eleştiri anlayışı geliştirirler. Beşir Fuad ve Ahmet Midhat
Efendi realizmi savunan, daha sistemli bir eleştiri anlayışı ortaya koyar. Servet-i Fünun Dönemi’nde
eleştiri, yeni ve bağımsız bir edebî tür olarak görülür. Amacı eserin estetik değerini ortaya koymaktır.

168
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Mektup türünün farklı edebiyatlardaki


3 görünümünün yanı sıra edebî bir anlatım tekniği
olarak nasıl bir işlev yüklendiğini yorumlayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Avrupa’da Antik Dönem’den itibaren şekillenmeye başlayan,
Mektup Orta Çağ ve Rönesans’ta gelişimini sürdüren mektup, 17. yüz-
yılda yaygınlaşır. 17. yüzyılda gelişen ve kültür hayatının mer-
kezi olarak görülen edebî salonlar ve buralarda yaşanan olaylar,
dedikodular mektupları besleyen ve yazışmaların artmasına ne-
den olan kaynaklardır. 18. yüzyılda Aydınlanma Dönemi yazar-
larının elinde farklı içeriklerle zenginleşir ve bir edebî tür olarak
gelişimini 19. yüzyılda tamamlar. Daha önce toplum hayatını
anlatan bir çeşit “tarih belgeleri” olarak görülen mektuplar bu
yüzyıldan itibaren bazen birbirinden uzak insanların özlemle-
rini duygu ve düşüncelerini aktaran samimi metinler bazen de
diplomatik meselelerin, siyasi ya da edebî tenkitlerin, seyahat
izlenimlerinin aktarıldığı belgeler olarak karşımıza çıkarlar.
Bir edebî tür olarak mektupların en belirgin özelliği samimi
ve yapmacıksız bir dille yazılmalarıdır. Her mektup yazarının
şahsiyetini yansıtan bir belge olarak görülür. Aynı zamanda
roman ve hikâyelerde beklenmedik bir anda olayın akışını de-
ğiştiren, entrikanın açıklanmasında bir yardımcı unsur olarak
kullanılarak da özel bir işlev yüklenirler. Fransız trajedilerin-
deki “iç monolog”dan bilinç akışı tekniğine geçiş sürecinde iç
monologların yerini alan bir anlatım tekniği olarak nitelenirler.
Mektupların dikkati çeken bir diğer özelliği de kadın yazarlar
tarafından “özel mektup” ve “anlatım tekniği olarak mektup”
kapsamında ustalıkla kullanılmış ve zenginleştirilmiş olmaları-
dır. Mektup, edebiyat dünyasında kadının “itiraf ve itiraz dili”
olarak özel bir önem taşır.
Mektubu anlatım tekniği olarak kullanan roman ya da
hikâyelerde mektuplar aracılığıyla bir duygunun nüanslarını,
gelişimini ve değişimini izlemek mümkündür. Mektup roman-
lar basitten karmaşığa doğru gelişir. Tek sesten çok sesliliğe
yönelir. Tek kişinin yazdığı mektuplar üzerine kurulan mek-
tup-romanlar “tek sesli”; farklı kişilerin farklı üsluplarla yazdığı
mektuplardan oluşanlar mektup-romanlar “çok sesli” olarak
adlandırılırlar.

169
Deneme, Eleştiri ve Mektup

1 Kısa olup belli bir planda yazılmayan, konu 5 Aşağıdakilerden hangisi romantik eleştirinin
itibarıyla da çeşitlilik gösteren samimi bir üslupla temsilcilerinden biridir?
yazılmış metinlere ne ad verilir?
neler öğrendik?

A. Sainte Beuve
A. Mektup B. Anatole France
B. Deneme C. Remy de Gourmont
C. Eleştiri D. André Gide
D. Gezi Yazısı E. Jules Lemaître
E. Seyahatname

2 Mektup formunu kullanarak eleştirel deneme 6 Sartre’ın etkisinde kalan bu eleştirmen mü-
türünün yetkin örneklerini veren yazar aşağıdaki- zik, edebiyat ve dil bilimle ilgilenir. Yazının Sıfır
lerden hangisidir? Derecesi (Le Degré Zérodel’écriture) adlı eserinde
edebî dili siyasal ve toplumsal açıdan değerlendirir.
A. Platon 1954-1956 yılları arasındaki yazılarını Mythologies
B. Aristo (1957) adlı eserinde toplar. Çağdaş dünyada insanı
C. Epiktetos çevreleyen çağdaş mitleri eleştirel bir yaklaşımla ele
D. Cicero alırken Fransız edebiyatında eleştiri ile denemeyi
E. Voltaire birbirine yaklaştıran yeni bir tarz dener.
Yukarıda sözü edilen eleştirmen aşağıdakilerden
3 Aşağıdakilerden hangisi Montaigne’nin tarzı- hangisidir?
nı Türk edebiyatında sürdüren yazarlardan biridir? A. Leo Spitzer
A. Suut Kemal Yetkin B. Erich Auerbach
B. Salâh Birsel C. Roland Barthes
C. Ahmet Haşim D. Jacques Derrida
D. Yahya Kemal Beyatlı E. Umberto Eco
E. Ahmet Hamdi Tanpınar
7 Metin eleştirisinde gösterge bilimsel bir yak-
laşım geliştirerek örnek okur kavramını ileri süren
4 Aşağıdaki yazar-eser eşleştirmelerinden han- modern eleştirinin İtalyan temsilcisi aşağıdakiler-
gisi yanlıştır? den hangisidir?
A. Ahmet Haşim- Gurabahâne-i Laklakan A. Gérard Genette
B. Ahmet Rasim-Şehir Mektupları B. Umberto Eco
C. Sabahattin Eyüboğlu-Mavi ve Kara C. Roland Barthes
D. Mehmet Kaplan-Yaşadığım Gibi D. Julia Kristeva
E. Fethi Naci-İnsan Tükenmez E. Mihail Bakhtin

170
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

8 Servet-i Fünun edebiyatının eleştiri konusun- 10 Söz konusu roman, 1970 sonrası Türkiye’sin-
daki en önemli temsilcisi olan ve Fransız eleştirmen de gençler arasındaki siyasi çatışmaları, bölünme-
Taine’in görüşlerinden etkilenen yazar aşağıdaki- leri ele alır. Üniversiteli yedi gencin aşklarını anla-

neler öğrendik?
lerden hangisidir? tan, aşkı ve hayatı, toplumsal meseleleri sorgulayan
mektuplarından oluşur. Mektuplar gençlerin iliş-
A. Hüseyin Cahit Yalçın kilerini, iç dünyalarını aydınlatan bir vasıta aynı
B. Tevfik Fikret zamanda öz eleştiri aracıdır.
C. Cenap Şehabettin
Yukarıda sözü edilen roman aşağıdakilerden han-
D. Ahmet Şuayb
gisidir?
E. Halit Ziya Uşaklıgil
A. Korkuyu Beklerken
B. Bir Kadın Düşmanı
9 Balzac’ın bir mektup roman örneği olan “İki C. Aşk Mektupları
Yeni Gelinin Hatıraları” adlı eseriyle arasında para-
lellikler gözlemlenen eser aşağıdakilerden hangisidir? D. Handan
E. Suzan Defter
A. Levayih-i Hayat
B. Felsefe-i Zenan
C. Bir Kadın Düşmanı
D. Korkuyu Beklerken
E. Şöyle Böyle

171
Deneme, Eleştiri ve Mektup

1. B Yanıtınız yanlış ise “Deneme: Tanım ve Özel- 6. C Yanıtınız yanlış ise “Batı Edebiyatında Eleşti-
likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. ri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

2. E Yanıtınız yanlış ise “Batı Edebiyatında De- 7. B Yanıtınız yanlış ise “Batı Edebiyatında Eleşti-
neme” konusunu yeniden gözden geçiriniz. ri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. A Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında De- 8. D Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Eleş-
neme” konusunu yeniden gözden geçiriniz. tiri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. D Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında De- 9. A Yanıtınız yanlış ise “Anlatım Tekniği Olarak
neme” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Mektup” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. A Yanıtınız yanlış ise “Batı Edebiyatında Eleşti- 10. C Yanıtınız yanlış ise “Anlatım Tekniği Olarak
ri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Mektup” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
6 Anahtarı

Deneme türü, yazarlara yazma konusunda tanıdığı geniş imkân nedeniyle bir-
çok sanatçı tarafından tercih edilmiştir. Yazarlar; eleştiri, mektup, gezi yazısı
Araştır 1 gibi türlerle de yakınlık kurarak özgürce her konuda yazma imkânı bulmak
için deneme türünden yararlanmışlardır.

Eleştirinin edebiyat tarihinden ayrılan en temel özelliği, daha çok tekil bir
özellik arz etmesidir. Bir başka deyişle daha çok bir tek eser ya da yazar mer-
Araştır 2 keze alınarak gerçekleştirilmesidir. Ele alınan eser ya da yazar ise tahlil edilerek
bir son noktada okura bir hüküm verilir. Edebiyat tarihi ise daha çok eserler ve
yazarları temel alarak genellemeler yapar, sınıflandırmalara, terkiplere ulaşır.

Mektup ile deneme türü arasındaki en temel yakınlık her iki türün de “dertleşme
havasında” yazılmasıdır. Nurullah Ataç’ın alıntılanan düşünceleri de göz önünde
Araştır 3 bulundurulduğunda, denemenin kim olduğu belli olmayan bir dosta yollanan
mektuplara benzediği düşünülebilir. Denemede yazarın başından geçenleri, his-
settiklerini samimi bir dille anlatması bahsedilen yakınlığı ortaya çıkarır.

172
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Kaynakça
Abacı, T. (2015). Mektuptan E-Postaya. Sözcükler, Darago, Reşat N. (1962). Deneme. Türk Dili. 128.
55, 7-16. Demougin, J. (Ed.) (1985). Essai. Dictionnaires des
Akün, Ö. F. (1972). Namık Kemal’in Mektupları. Littératures Française et étrangères. Paris, Ed. La-
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül- rousse.
tesi. Emil, B. (1958-59). Servet-i Fünuncular ve Deka-
Aktulum, K. (1999). Metinlerarası İlişkiler. Ankara: danlık Meselesi. İ.Ü. Türkiyat Entitüsü. 524.
Öteki. Enginün İ. (2005). Cumhuriyet Dönemi Türk Ede-
Aktulum, K. (2004). Roland Barthes ve Fotoğraf. biyatı. İstanbul: Dergâh.
Parçalılık Metinlerarasılık. Ankara: Öteki. Enginün, İ. (2006). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Ali, S. (2016). Canım Aliye Ruhum Filiz. Sevengül (1839-1923) Yeni Türk Edebiyatı. İstanbul:
Sönmez (Haz.). İstanbul: Yapı Kredi. Dergâh.
Arif, A. (2013). Leylim Leylim Ahmed Arif ’ten Leyla Esen, N. (1995). İki Gözüm, Aziz kardeşim, Efendim
Erbil’e Mektuplar. Kaya Tokmakçıoğlu (Haz.). – İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Edebiyatçı
İstanbul: İş Bankası Kültür. Mektupları. İstanbul, YKY.
Ataç, N. (1954). Ölüm Üzerine. Ararken. İstanbul: Ercilasun, B. (1981). Servet-i Fünûn’da Edebî Ten-
Varlık. kit. Ankara: Kültür Bakanlığı.
Auerbach, E. (1944). Roman Filolojisine Giriş. Sü- Fuat, M. (1978). Nazım ile Piraye. İstanbul: De.
heyla Bayrav (Çev.). İstanbul: İstanbul Üniver- Göktürk, A. (1974). İngiliz Yazınında Mektup.
sitesi Edebiyat Fakültesi. Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 274, 513-516.
Auerbach, E. (1968). Mimésis la Représentation de la Gökyay, O. Ş. (1974). Tanzimat Dönemine Değin
réalite dans la littérature occidentale. Paris: Gal- Mektup. Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 274, 17-
limard. 23.
Barthes, R. (1996). S/Z. Tahsin Yücel (Çev.). İstan- Gültekin, H. (2015). Türk Edebiyatında İnşâ. An-
bul: Yapı Kredi. kara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı.
Barthes, R. (1996). Göstergeler İmparatorluğu. Tah- Gür, M. (1997). Süleyman Nazif ’in Hususî Mek-
sin Yücel (Çev.). İstanbul: Yapı Kredi. tupları. Türklük Araştırmaları 8, 199-232.
Behramoğlu, A.,Özel, İ. (1995). Genç Bir Şairden Halikarnas Balıkçısı (1976). Mektuplarıyla Hali-
Genç Bir Şaire. İstanbul: Oğlak. karnas Balıkçısı. Azra Erhat (Haz.). İstanbul:
Bekiroğlu, N. (1998). Şair Nigâr Hanım. İstanbul: Çağdaş.
İletişim. Kanık, O. V. (2014). Yalnız Seni Arıyorum Na-
Beyatlı, Y.K. (1990). Mektuplar Makaleler. İstan- hit Hanım’a Mektuplar. Murat Yalçın (Haz.).
bul: İstanbul Fetih Cemiyeti. İstanbul: Yapı Kredi.
Birsel S. (1988). Benim Sözcüklerim. Kediler içinde Kaplan, M. (1992). Âli’ye Mektuplar. Kerman, Z.,
(s.142-147). İstanbul: Bağlam. Enginün, İ. (Haz.), İstanbul: Dergâh.
Borak, S. (1961) . Atatürk’ün Özel Mektupları. Kaplan, M.(2015). Tanpınar’ın Denemeleri Hak-
İstanbul: Varlık. kında Birkaç Söz. Yavaş Yavaş Aydınlanan Tan-
Demiray, K. (1974). Tanzimat’tan Günümüze pınar. İstanbul: Dergâh.
Değin Mektup. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Kefeli, E. (1998). İki Farklı Toplumda Kadın ve
Mektup Özel Sayısı, 274, 90. Evlilik Temalarını İşleyen İki Mektup-Roman.
Carloni, J. C.-Filloux J.C. (2000). Eleştiri Kuramla- Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Ens-
rı, Tahsin Yücel (Çev.), İstanbul: Multilingual. titüsü Yayınları, 10, 309-315.
Çavuşoğlu, M. (1981). Divanlar Arasında. Ankara: Kefeli, E. (2002). Anlatım Tekniği Olarak Mektup.
Umran. İstanbul: Kitabevi.

173
Deneme, Eleştiri ve Mektup

Kefeli, E. (2006). Karşılaştırmalı Edebiyat: Tanım, Özgül, M.K. (1996). Bigâne Durmayın Âşinânıza:
Yöntem ve İncelemeler. Türkiye Araştırmaları Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Mektup Şiir ve Gün-
Literatür Dergisi, 4/8, 331-350. lükleri. Ankara: MEB.
Kefeli E. (2012). Yazarlar ve Kentler: Tanpınar ve Özön, M.N. (1954). Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü. İs-
Beş Şehir Örneği. Edebiyatımızın Zirvesinden tanbul: İnkılâp.
Üç İsim Namık Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Kemal Tahir. Kâzım Yetiş (Ed.) İstanbul: Elgin- Parla, J. (2015). Türk Romanında Yazar ve Başkala-
kan Vakfı. şım. İstanbul: İletişim.
Kefeli, E. (2013). Mehmet Kaplan’ın Eleştirel Ba- Ran, N.H. (2016). Kemal Tahir’e Mapushaneden
kış Açısını Yönlendiren Kaynaklar: Léo Spitzer Mektuplar. Selçuk Aylar (Ed.). İstanbul: İthaki.
ve Erich Auerbach. İnci Enginün-Yakup Çelik Rasim, A. (1988). Romanya Mektupları. Rıdvan Ya-
(Ed.). Mehmet Kaplan içinde (s. 327-334), An- kın (Haz.). İstanbul: Arba.
kara: Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Rasim, A (1992). Şehir Mektupları. Nuri Akbayar
Kerman, Z. (1986-1993). Süleyman Nazif ’ten Oğ- (Haz.). İstanbul: Arba.
luna Mektuplar. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XXVI, 263-288. Rasim, A. (1912). Şehir Mektupları. İstanbul: Der-
saadet Matbaası.
Kerman Z. (2015). Yavaş Yavaş Aydınlanan Tanpı-
nar. İstanbul: Dergâh. Rifat, M. (2004). Eleştirel Bakış Açıları. İstanbul:
Kudret C. (2003). Örneklerle Edebiyat Bilgileri 2. Dünya.
İstanbul: İnkılâp. Safa, P. (1971). Kızıl Çocuğa Mektuplar. İstanbul:
Kudret, İ., İnci, H. (1995). Cevdet Kudret’e Mektup- Millî Ülkü.
lar. Ankara: Ümit. Seyfettin, Ö. (1990). Sanat ve Edebiyat Yazıları.
Michaud G.- Fraenkel E. (1950). İntroduction à Ankara: Bilgi.
Une Science de la Littérature. İstanbul: Pulhan Starobinski, J. (1970). Léo Spitzer et la lecture
Matbaası. stylistique. Leo Spitzer, Etude de Style. Paris,
Montaigne. (2013). Denemeler. Sabahattin Eyü- Gallimard.
boğlu (Çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür.
Süreya, C. (1990). On Üç Günün Mektupları. İstanbul:
Moran, B. (1994). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. Can.
İstanbul: Cem.
Tahirü’l-Mevlevî. (1973). Edebiyat Lügatı. İstanbul:
Nayır, Y. N. (1972). Dost Mektuplar. İstanbul: Var-
Enderun.
lık.
Okay, O. (1931). Beşir Fuad: İlk Türk Pozitivist ve Tanpınar, A. H. (1996). Yaşadığım Gibi. Birol Emil
Naturalisti. İstanbul: Dergâh. (Haz.). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Okay, O. (2014). Edebiyat ve Edebî Eser Üzerine. Tanpınar, A. H. (2007). Tanpınar’ın Mektupları.
İstanbul: Dergâh. Zeynep Kerman (Haz.). İstanbul: Dergâh.
Özçelebi, B. (2003). Cumhuriyet Döneminde Edebî Tanpınar, A. H. (2006). 19.Asır Türk Edebiyat Tari-
Eleştiri 1923-1938. Ankara: MEB. hi. İstanbul: Yapı Kredi.
Özçelebi, H. (2003). Cumhuriyet Döneminde Edebî Tansel, F. A. (1964). Türk Edebiyatında Mektup.
Eleştiri 1939-1950. Ankara: MEB. Tercüme Dergisi Mektup Özel Sayısı, 16, 77-80.
Özdemir, E. (1990). Deneme. Örnekli Açıklamalı Tarhan, A. H. (1995). Abdülhak Hâmid’in Mektup-
Edebiyat Bilgileri Sözlüğü içinde (s. 82-83). ları. İnci Enginün (Haz.). İstanbul: Dergâh.
İstanbul: Remzi.
Tarlan, A. N. (1992). Necatî Beg Divanı. Ankara:
Özgü, M. (1974). Alman Edebiyatında Mektup. Akçağ.
Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 274, 290-301.

174
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Tolasa, H. (1983). Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezki- Varinlioğlu, G. (1974). Roma Yazınında Mektup.
relerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 274, 392-393.
Eleştirisi. İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fa- Wellek, R.- Warren A. (2013). Edebiyat Teori-
kültesi. si. Ömer Faruk Huyugüzel (Çev.). İstanbul:
Tuncel, B. (1974). Fransız Edebiyatında Mektup. Dergâh.
Türk Dili Mektup Özel Sayısı, 274, 210-214. Yetiş, K. (1996). Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve Ede-
Uçman, A. (2003). Tanzimat ve Servet-i Fünun Dö- biyat Nazariyâtı Sahasında Getirdiği Yenilikler.
nemi Türk Edebiyatında Eleştiri. Hece, 77-78-79, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi.
48-70. Yücel, Hasan A. (1989). Edebiyat Tarihimizden.
Urgan, M. (2013). İngiliz Edebiyatı Tarihi. İstanbul: İletişim.
İstanbul: Yapı Kredi. Yücel, T. (2012). Eleştiri Kuramları. İstanbul: İş Ban-
Üzgör, T. (1990). Türkçe Divân Dîbâceleri. Ankara: kası Kültür.
Kültür Bakanlığı.
Vardar B. (1998). Fransız Edebiyatı. İstanbul, Mul-
tilingual.

175
Bölüm 7
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı
öğrenme çıktıları

Özyaşamöyküsü Yaşamöyküsü

1 2
1 Özyaşamöyküsü türünü tarihsel gelişimi 2 Yaşamöyküsü türünün tarihsel gelişimini
ile birlikte biçim ve içerik bakımından açıklayıp biçim ve içerik özelliklerini
açıklayabilme sıralayabilme

Anı

3
3 Anı türünün tarihsel gelişimiyle birlikte
biçim ve içerik bakımından özelliklerini dile
getirebilme

Anahtar Sözcükler: • Özyaşamöyküsü • Yaşamöyküsü • Anı • Nesnellik • Öznellik • Yaşam Yazını


• Geçmiş

176
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ
Belleğine ve kalemine güvenen pek çok kişi,
son yıllarda anılarını ya da yaşamını yazıyor, aile
büyüklerinin mektuplarını derleyip yayımlıyor;
sevdiklerinin yaşamöykülerini kaleme alıyor. Böy-
lece onların ve kendilerinin bir zamanlar bir yerde
bir yaşam sürdüğünü unutturmamayı amaçlıyor.
Geçmişte kalmış yaşantıları anımsayarak kendinin
veya diğer insanların yaşamını anlatmak, gözlem
ve tanıklıklarını yazarak “Oradaydım, gördüm.”
deme gereksinimi, sanıldığı kadar yeni değil.
Her insan kendine özgü bir yaşamın ve dene-
yimin bütünüdür. Birinin deneyim, gözlem, izle-
nim ve yaşantısı, tam o anda tam orada olan bir
diğerininkiyle aynı olamaz. Tarihin bir dönemini
Resim 7.1
birlikte geçiren insanların o döneme, o kişilere, o
olaylara dair görüş ve duyguları birbirinin aynısı
olamayacağı içindir ki herkes kendi anısını yaz- Andreas Huyssen, Alacakaranlık Anıları: Bellek
mayı, anlatmayı seçer. Birinin anımsamadığı bir Yitimi Kültüründe Zamanı Belirlemek adlı kitabının
ayrıntı, diğerinin anlattıklarıyla tamamlanır, biri- girişinde geçmişin belleğin içinde yalın bir hâlde bu-
nin mutlu olduğu bir an diğerine acı vermiş olabi- lunmadığını, anı hâline gelmesi için dile getirilmesi
lir. İşte anılar, özyaşamöyküleri ve yaşamöyküleri gerektiğini belirtir (Huyssen, 1999, s. 13). Bu dile
bu ayrılıklardan ve bu kişisellikten doğar. Birinin dökme süreci elbette öznelliği de beraberinde geti-
rir. Huyssen’in deyimiyle “belleğin alacakaranlığı”,
anılarını veya yaşamını yazmasının kime, ne fay-
özyaşamöyküsünü, anılarını ya da birinin yaşamını
dası olacağı bilinmez ama yazanların çoğunlukla
sözle, yazıyla anlatan kişinin anımsadıklarına, aktar-
kendi deneyimlerini geleceğin bilgisine dönüştür-
dıklarına ne ölçüde güvenebileceğimizi tartışmaya
mek istediği açıktır. Hiç kimse okuduğu, dinle- açar. Bir kişinin kendi yaşamı ya da birinin yaşamı
diği bir anının izleğinde kendi yaşamını kurgula- hakkında anlattıklarının doğruluğu, yanlışlığı, ek-
mazsa da bu dolaylı bilgiden kendini tamamen de sikliği, fazlalığı konusunda sabit, güvenilir, değişmez
soyutlayamaz. bir ölçütümüz yoktur. Bir başkasının o anı, o dö-
Genel olarak “yaşam yazını” olarak değerlen- nemi, o olayı başka bir açıdan ve başka bir şekilde
dirilen anı, yaşamöyküsü, özyaşamöyküsü türün- yaşamış, görmüş, duymuş olması mümkünken sa-
deki eserlerde ortak yan, “ben”den yola çıkarak dece bir anlatıcının aktardıklarına nasıl ya da neden
yaşamı yazmaktır. Kendi yaşamını, anılarını ya da güvenelim? Bu sorunun açık ve kesin bir yanıtı yok.
birinin yaşamını yazan kişi, kendini ya da yaşa- Binlerce yıllık insanlık tarihinin şimdiye dek doğru
mını anlattığı kişiyi o kişi yapan ve diğerlerinden kabul edilmiş bütün tarihsel metinlerinin güvenilir-
ayıran özellikleri ortaya koymayı ister. Buna kendi liği, 20. yüzyılın son çeyreğinden beri tartışılmaktay-
geçmişinden yola çıkarak bugüne dair tespitlerini ken ve tarihin nesnelliği öznelliği sorgulanırken tek
tek bireylerin anıları nasıl tamamen doğru ve güve-
ve geleceğe dair önerilerini paylaşma isteği, an-
nilir kabul edilebilir ki? Bu durumda yaşam yazını
lattıklarıyla onu okuyan veya dinleyenlere yararlı
metinlerini değerlendirirken doğruluk, gerçeklik öl-
olabilme isteği de eklidir aslında. Böylece benden
çütünü tartışmasız bir çizgiye yerleştirmek mümkün
yola çıkarak sana ulaşmak ister yazar. Anı ve özya- görünmüyor. Bu durumda anı, özyaşamöyküsü, ya-
şamöyküsü doğrudan ben üzerine kuruluyken ya- şamöyküsü gibi türlerin gerçekten var olmuş birinin
şamöyküsü diğerinin yaşamını anlatmaya dayanır yaşamına dair anlatılar olduğu noktasında karar bir-
ama üçünde de amaç değişmez: Geçmişte kalmış liğine varmak zorundayız. Onları roman, öykü gibi
anlar ve izlenimlerle bir yaşamı anlatmak. kurmaca yazın ürünlerinden ayıran da bu noktadır.

177
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

İster bir döneme dair anılar olsun ister bir ki- bireysel yaşamına, özellikle kendi kişisel gelişiminin
şinin yaşamının kendisince ya da başkasınca akta- hikâyesine odaklanan geçmişe dönük (retrospektif )
rılması yoluyla olsun, geçmişi anımsayarak yazılı/ düzyazı anlatı” (1989, s. 4) olarak tanımlamıştır.
sözlü bir şekilde anlatmak, sadece bireyleri değil, Lejeune bu tanımın dört temel madde içerdiğini
toplumları da ilgilendirir. Sosyal tarihin, kültürel belirtir:
belleğin, anonim anlatıların, ortak belleğin oluş- • Dilsel biçim
masında kendinin ve ailesinin geçmişini anımsayan
• Anlatı
bireylerin her birinin anlattıkları değerlidir. Çünkü
kendi yaşamını, kişiliğinin oluşumunu yazılı/sözlü • Düzyazı
olarak bir başkasına -okura- anlatan kişi; günlük • Sorun: Bireysel yaşam
yaşamı, sosyal tarihsel, sıradan gerçekleri, davra- • Yazarın konumu
nış kalıplarını, üretim-tüketim ilişkilerini, çevre ve • Yazar
mekânı, dünya ve ülke gündemini de bu anlatının
• Anlatıcı
görünür/görünmez bir parçası hâlinde kendiliğin-
den aktarır. Böylece anlatan/yazan kişi, kendi yaşa- • Anlatıcının konumu
mı kadar çevresindeki yaşamın da bir anlatıcısına • Anlatıcının temel kişi olması
dönüşür. Geçmişin gerçekleri, bugünün ve yarının • Anlatının geçmişe dönük bakış açısı
gerçekleriyle ortak da olabilir ayrı da. Yaşantı me- Odak noktaya bireysel yaşamı alan özyaşamöy-
tinlerinde anlatan/yazan ben ile dinleyen/okuyan küsünün anı, portre, günlük, deneme gibi diğer
ben, zamanın geçişine birlikte tanık olurlar. Bu kişisel türlerle bağıntısı vardır ancak özyaşamöykü-
ünitede yaşam yazını kapsamında değerlendirilen sünde bir kişiliğin oluşum süreci esastır. Özyaşa-
özyaşamöyküsü, yaşamöyküsü, anı türleri incelene- möykülerinde daha çok birinci kişi anlatımı (ben
cek ve Türk edebiyatında tarihsel gelişimi değerlen- anlatı) benimsenir, ikinci (sen) veya üçüncü kişili
dirilecektir. (o) anlatıma çok az rastlanır. Birinci kişinin anla-
tımıyla yazılmış özyaşamöykülerindeki “ben”, hem
ÖZYAŞAMÖYKÜSÜ konuşan kişiye hem de bir kimliğe işaret eder. Le-
Özyaşamöyküsü, bir kişinin kendi yaşamını jeune özyaşamöyküsünde yazar, anlatıcı ve başkişi-
kendisinin yazılı olarak anlatmasıdır. Bazen kendi- nin “aynı”lığına dikkat çeker ve “yazar”ın kimliğini
sine anlatılmış olaylardan yola çıkarak yaşamının ayrıştırmak için ciddi bir çaba sarf eder. Lejeune’e
hiç bilmediği başlangıcıyla birlikte bazen geriye dö- göre yazar, daha önce yayımlanmış metinlerde adı
nüp anımsayabildiği ilk andan itibaren kendi yaşa- olan bir kişidir ve kitabın üzerindeki bu ad onun
mını kendisi anlatan kişi, bu anlatıyı yine kendi is- gerçekliğine işaret eder. Kapakta adı olan kişi (ya-
tediği bir noktaya kadar getirir. Bu nokta kimi kez zar), kitabın içindeki kurmaca kişi (karakter) ve bu
o kişinin eserini kaleme almaya başladığı/bitirdiği kurmacanın aktarıcısı/tasarlayıcısı olan kişi (anlatı-
noktadır kimi kez yaşamının evlilik, ayrılık, emek- cı) aynıdır (1989, s. 12).
lilik, büyük bir kayıp gibi belirli bir dönemecidir.
Kendi yaşamını çoğunlukla “ben” diliyle anlatan
kişi; onu bugünkü kişiye dönüştüren ve yaşamın-
da yer tutan birçok olayı, duyguyu, kişiyi ve izleri
aktarır.

Özyaşamöyküsü sözcüğünün Batı dille-


rindeki karşılığı otobiyografidir.

Türün kuramsal temellendirmesinde çok


önemli bir yere sahip olunan Philippe Lejeune,
özyaşamöyküsünü “Kendi deneyimleriyle ilgilenen
gerçek bir kişi tarafından yazılmış, yazanın- kendi Resim 7.2

178
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Aslında birinin kendi hayatını her şeyiyle tasta- İlk sorunun yanıtı, hayatının belirli bir noktasına
mam yazabilmesi neredeyse olanaksızdır. Bilmedik- (bu çoğu kez bir başarı veya olgunluk noktası ya da
leri, anımsayamadıkları, yanlış anımsadıkları, eksik bir yaş dönümüdür) gelmiş kişinin kendi yaşadık-
ya da hayal meyal anımsadıkları, anımsadığı ama larını paylaşma ve geçmişini canlandırma arzusu
kimsenin doğrulamadığı, herkes hatırlasa da yaza- geçirdiği büyük bir değişimi, evrimi aktarma iste-
nın anımsamadıkları... O nedenle kapakta adı olan, ği ya da itirafta bulunma isteği olabilir. Nitekim
eserde imzası olan ve kendi hayatını yazan kişi, el- özyaşamöyküleri, yazanın kendiyle ve çevresinde-
bette kendi anımsadıkları ve bildikleri oranında kilerle, yaşamıyla, geçmişiyle bir iç hesaplaşmasını
kendi yaşamını yazmaktadır. Dolayısıyla anlattıkla- içerir. Geriye dönüp baktığında metinde kişiliği-
rı, kendi yaşamı üzerinden kurguladığı bir kişinin nin oluşumunda iz bırakan olayları, anları, kişile-
yaşamına dair yeni bir anlatıdır. Bu epey karmaşık ri, mekânları, anımsamanın hazzı, hüznü, sevinci,
acısı, öfkesi birbirine karışır. Elbette yazar olayları
görünen yazar/anlatıcı/anlatılan kişi düğümü, özya-
kaleme alırken özneldir. Yazar bazen zamansal bir
şamöyküsü türünün gerçekliği odağında en önemli
sıralamayla bazen de aklına geldiği gibi parça bölük
sorunlardan biridir. Yine de okurken kendi yaşamı-
anlatabilir ama anlatırken anımsadıklarıyla çoğu
nı yazarak bir kitap hâline getiren kişinin anlattık- kez dün ve bugün bir aradadır. Bu da beraberinde
larına güvenme ve “gerçek” sayma eğilimindeyizdir. bir iç muhasebeyi getirir. Yaptığı muhasebenin so-
Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez adını ver- nuçlarını kendisini tanımak isteyen kişilerle, ünlü
diği üç ciltlik özyaşamöyküsünün son cildinde öz- bir sahne sanatçısıysa izleyenleriyle, bir sanayiciyse
yaşamöyküsünü “kendini anlattığını belli etmeden genç girişimcilerle, siyasal bir kimlikse kendisini
kendini anlatmak, (...) kendini kendine anlatmak” destekleyenlerle paylaşmak ve onu bugüne dek ge-
olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “İnsanın özyaşa- tiren süreci okurlarına aktarmak, yazarın en büyük
möyküsünü yazması, kendi yüzünü bakıp görmesi amacıdır. Tam bu noktada ikinci soru da yanıtını
demektir. Bunun için en başta yüreklilik, gördü- bulur: Herhangi bir nedenle yakınlık ya da ilgi
ğünü yazabilmesi için de sınırsız içtenlik gerekir.” duyduğu birinin özyaşamöyküsünü okumak, oku-
(Nesin, 2011, s. 266-267). Burada özyaşamöykü- run merak duygusunu harekete geçirdiği gibi örnek
sünün temel sorunsallarının hepsi ifadesini bul- alma, öğrenme gibi deneyimsel bilgiye yönelik ar-
muştur: Kendini koruma, yapmacıklık, övünme, zularını da tatmin eder.
aşırı tevazu, içtenlik, doğruluk, gerçekçilik... En
önemlisi de yüzleşme cesareti. Üstelik de yazarak!.. Özyaşamöyküsü Türleri
Özyaşamöykülerini “yapısına” ve “amacına
göre” alt türlere ayırmak mümkündür:
Belgesel özyaşamöykülerinde bilgi ve belge ak-
dikkat tarma, kendini tanıtma kaygısı öndedir. Bu neden-
Bazen sanatçıların kesitler ya da belli be- le daha nesnel sayılabilir. Genellikle siyaset, basın,
lirsiz izler hâlinde bireysel yaşamından, askerlik dünyasından kişilerin kendilerini başarıya
geçmişinden olayları kurmaca eserlerine götüren koşulları, olayları anlattıkları, görünenin
aktardığı görülür. Bir yazarın eserlerin- ardındaki gerçekleri dile getirme ya da tarihin bir
de yaşamının yansımalarını belirlemek, anına, bir döneme tanıklık etme, ölmeden bu ta-
edebiyat araştırmacılarının çalışma alan- nıklıklarını anlatarak bilginin kaybolmasına engel
larından biridir. Bu türden bir araştır- olma isteğinin bir sonucudur. Günlük tutulmuş
maya örnek olarak Yıldız Ecevit’in Oğuz
notların, saklanmış belge ve fotoğrafların, haber
metinlerinin desteğinde kaleme alınmıştır. Yazanın
Atay’ın eserleri hakkındaki “Ben Bura-
anlattıklarıyla sosyal tarih koşut olarak okunabilir.
dayım...”: Oğuz Atay’ın Biyografik ve
Yazan, anlatan, anımsayan “ben”; kişisel duygu ve
Kurmaca Dünyası (2005) adlı çalışması
izlenimlerinden çok akıp gitmiş zamanın tanığı
verilebilir.
“ben” konumundadır. Yazanın hesaplaşması; ken-
dinden çok sosyal, siyasal, tarihsel olarak içinden
geçtiği dönemle ilgilidir. Belki de bu nedenle içsel
Bu noktada iki önemli soru daha belirir: 1. Kişi
“ben”den çok sosyal ve tarihsel bir kimlik olarak
neden kendi yaşamını yazarak anlatma isteği duyar?
“ben” ön plandadır.
2. Diğerleri neden birinin yaşamını okumak ister?

179
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

nın hazzını duymasıdır. Yani sanatçı özyaşamöykü-


sü aracılığıyla kendiyle geçmişiyle hesaplaşsa da bir
Özyaşamöyküsü türüyle özyaşamöyküsel
yandan da yazınsal bir eser yaratma çabasındadır.
anlatım arasındaki ayrıma dikkat etmek
gerekir: Özyaşamöyküsel anlatım, roman,
Başka eserlerini (romanlarını, öykülerini, şiirleri-
öykü gibi kurmaca bir yazınsal metinde ni…) yaratırken taşıdığı estetik kaygıları burada
olayların birinci kişi (kurmacanın kişile- da sürdürür. Anlattıklarında “kendi olma” öyküsü
rinden biri olan ben anlatıcı) tarafından ve ağırlıklıdır. “Ben” olma bilincinin en yüksek olarak
kendi yaşamöyküsü biçiminde anlatılması hissedildiği, geçmişle ve kendiyle hesaplaşmanın en
olarak düşünülebilir. Özyaşamöyküsün- derin olarak ifade edildiği metinlerdir. Adalet Ağa-
deyse metnin anlatıcısıyla yazarı aynıdır ve oğlu (Göç Temizliği, 1984), Nedim Gürsel (Sağ
gerçektir, yazar eserinin temel konusunu Salim Kavuşsak: Çocukluk Yılları, 2004), Nezihe
kendi yaşamını başından itibaren anlat- Meriç (Çavlanın İçinde Sessizce, 2004) gibi.
maya ayırmıştır.

Türk Edebiyatında Özyaşamöyküsü


Eğitsel özyaşamöyküleri, yazanın yaşamı
Türünün Tarihsel Gelişim Süreci
boyunca önüne çıkmış fırsatları değerlendirerek
karşısında çıkmış engelleri aşarak başardığı büyük Dünyada ilk özyaşamöyküsel anlatımlara MÖ
işlere odaklanmış metinlerdir. Yazan ben, kendiyle 1991-1962 yıllarında eski Mısır’da rastlansa da bu-
hesaplaşmaktan çok yaşamla hesaplaşma ve zaferini gün anladığımız hâliyle özyaşamöyküsü türünün
görünür kılma çabasındadır. Bulunduğu noktaya başlangıcını Batı edebiyatının metinlerinde aramak
yükselme öyküsünü anlattığı için şu andaki duru- gerek. Birçok kaynakta Batı edebiyatının bilinen ilk
mundan memnundur. Öğretmenlerin, sanayicile- özyaşamöyküsel metni olarak İlk Çağ Hristiyanlı-
rin, bilim insanlarının, belirli bir ideale baş koymuş ğının en büyük düşünürü Augustinus’un 398’de
kişilerin, engellilerin kaleme aldıkları yaşamöyküle- yazdığı İtiraflar’ı anılır. Arap edebiyatında 9. yüz-
ri, başkalarına örnek olmayı, benzer durumdakilere yıldan itibaren, Avrupa’da 11-12. yüzyıldan itiba-
umut vermeyi amaçlar. Hüsnü Feridun (Eğitimle ren, yaşantısal eserlerle karşılaşılır. Jean Jacques Ro-
Bir Ömür, 2000), Sakıp Sabancı (İşte Hayatım, usseau, Benjamin Franklin, Goethe gibi düşünür,
1985, Bıraktığım Yerden Hayatım, 2005) gibi. yazar veya devlet adamlarının kendi yaşamlarını
Popüler özyaşamöyküleri, bir alandaki (sahne, anlattıkları eserleri türün 20. yüzyıla kadarki gelişi-
televizyon, sinema, spor vs.) tanınırlığından yola mi açısından önemlidir. Batı edebiyatında özyaşa-
çıkan kişilerce yazılmış özyaşamöyküleridir. Yaza- möyküsü türünün gelişimindeki en büyük etken-
nın estetik, toplumsal ya da eğitimsel bir kaygısı lerden biri, Hristiyanlığın itiraf ve günah çıkarma
yoktur; onu seven ve daha yakından tanımak iste- kültürüdür. Bireyin önem kazanmaya başladığı,
yen hayran kitlesinin beğeni ve beklentilerini kar- edebiyatta eğiticiliğin yerini öznelliğin aldığı, dev-
şılamak üzere kaleme alınmış metinlerdir. Yazan, rimci yenilikler çağı 20. yüzyılda basın, sahne, ede-
anlatan “ben”, bireysel geçmişini anımsarken bir biyat ve siyaset dünyasında ünlü pek çok kişinin
iç hesaplaşma derdinde değildir. Toplum nezdinde özyaşamöyküsünü yazdığı ve bu kitapların yüksek
bir şekilde tanınmış, ünlü olmuş kişinin kendi ba- satış rakamlarıyla okurlara ulaştığı görülür. 20.
şarı öyküsüne odaklanmış bir yapı taşır. Okunması yüzyılda bu türün ciddi ölçüde yükselişini, popüler
kolay, göndermeleri açık, anlatanın yaşamına dair
kültürün yükselişiyle koşut düşünmek gerekir. Bir-
magazin haberlerine koşut bir çizgide ilerleyen me-
birine karşıt gibi görünen tekilliğin ve çoğulluğun,
tinlerdir. Türkân Şoray (Sinemam ve Ben, 2013),
itiraf ve rahatlama ile merakın, geçmişle geleceğin
Haldun Dormen (Anılar: Sürç-ü Lisan Ettikse,
Antrakt, İkinci Perde, 2013) gibi. birlikteliği, özyaşamöykülerinin hem yazılmasının
hem de okunmasının sebebini açıklar.
Yazınsal özyaşamöyküleri ise daha çok yazar/
şair kimliğiyle tanınan kişilerin kaleme aldığı me- Türk edebiyatı tarihinde özyaşamöyküsü türü-
tinlerdir. Sanatçı, sadece kendini anlatmakla ye- nün değilse de özyaşamöyküsel anlatımın ilk örneği
tinmez aynı zamanda estetik bir haz yaratmayı da olarak Orhon Yazıtları’ndan söz edilebilir. Orhon
amaçlar. Yazınsal özyaşamöykülerinin en önemli Yazıtları’nda güçlü bir hükümdarın halkına sesle-
özelliği, okurun sanatçıyı yakından tanıma imkânı nirken öznelliğe sapmadan ana çizgileriyle kendi
elde ederken aynı zamanda bir sanatsal eser okuma- yaşamını ve yaptıklarını anlattığı görülür. Türk hal-

180
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

kının başından geçenlerle kendi başından geçenleri eserleri Türk edebiyatının klasik dönemdeki özya-
birleştirerek tekil birinci kişi (ben) ifadesiyle anlatan şamöyküsü örneği saymak mümkündür. Bunlara
kağan, halkına hem hesap hem öğüt verir. Ancak firakname, hecrname, hicretname, sefername, esa-
bu yazıtları gerçek birer özyaşamöyküsü olarak de- retname, zindanname, halname gibi türler de ek-
ğerlendirmek elbette doğru olmaz. Çünkü öncelikle lenebilir. Klasik Türk edebiyatında bazı divanların
yazıtlar birer siyasetname örneğidir aslında; kağan dibacelerinde de şairlerin kendilerine dair bilgiler
halkına “ben” olarak seslenirken bile bir lider ve yö- verdiklerine rastlanabilir fakat bunlara özyaşamöy-
netici olmanın ağırlığını ve yüceliğini taşımaktadır. küsü demek pek mümkün değildir.
Ayrıca Kül Tigin Yazıtı’nı Bilge Kağan diktirmiştir.
Bilge Kağan Yazıtı’ysa Bilge Kağan’ın ağzından an-
latılan olay çizgisine sahiptir; yazıtı aslında kağanın
oğlu diktirmiştir. Sadece vezir Tonyukuk, kendi ya- Dibace
zıtını kendi diktirmiştir. Demek ki yazıtlarda yer yer Divan edebiyatında genellikle eserlerin
özyaşamöyküsel bir anlatımla karşılaşılsa da yazan yazılma nedeninin belirtildiği başlangıç
kişiyle hayatı anlatılan kişi aynı olmadığı için on- kısmı, ön sözdür.
ları özyaşamöyküsü türünün değil, özyaşamöyküsel
anlatımın ilk örnekleri saymak daha doğru olur. Ya-
zıtlarda “ben” diliyle siyasal ve tarihsel bir değerlen-
dirme yapılmış olması önemlidir. 19. yüzyıl sonuna dek yazılmış bazı kitapların
başında veya sonunda yazarların kendi yaşamlarını
Türk halk şiirinde “yaş destanı, yaş türküsü,
kısaca anlattıklarına rastlansa da özyaşamöyküsü
ömür destanı, hayat destanı, vücudname, mahras-
olarak değerlendirilebilecek nitelikte eserlerden söz
name” gibi adlarla da anılan ve destan biçiminde
edemeyiz.
söylenen yaşnameler, bir anlamda özyaşamöykü-
sel metinler sayılabilir. Yaşnamelerde ozan kendi 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si-
yaşam çizgisini ana hatlarıyla dile getirir; kaderci nin başında ve aralarda kendi yaşamından söz et-
bir kabullenmeyle yaşamın zorluklarıyla, dünyayla, mesini de bu arada önemle anmak gerekir. Kırk
çağıyla şiirin olanakları çerçevesinde hesaplaşır. Bu yılı aşkın bir süre boyunca hemen hemen bütün
şiirler elbette modern bağlamda birer özyaşamöy- Osmanlı ülkesini ve pek çok memleketi dolaşarak
küsü sayılmazlar ama şairin kendi hayat çizgisini yazdığı seyahatnameye kendi hayatından izleri de
şiirsel olarak dile getirmesi açısından diğer şiirler- açıkça yansıtan Evliya Çelebi’nin gerçek yaşamı
den ayrılır. hakkında bilinenlerin çoğu, bu dev eserine daya-
nır. Evliya Çelebi’nin gezdiği yerlere dair verdiği
Çağatay edebiyatının üstün eserlerini vermiş
ayrıntılı bilgiler hem o devre ait yerel bilginin kay-
büyük bir sanatçı ve Babürlü Devleti’nin kurucusu
da geçmesi hem de tarihî olayların nakli açısından
olan Babür, Babürname olarak tanınan eserinde on
önemlidir. 18. yüzyılda Temeşvarlı Osman Ağa’nın
iki yaşında tahta çıkışından (1494) başlayarak ölü-
seferler bağlamında kendi yaşamını anlattığı kita-
münden bir yıl öncesine kadarki hayatını (1529)
bını da özyaşamöyküsünün gelişiminde anabiliriz:
anlatmıştır. Babür, kendi yaşamıyla ülkesinin si-
Asker olarak savaşlara katılan, Avusturyalılara esir
yasal gelişimini birbirine koşut olarak anlatırken
düşen, birçok zorluktan sonra özgürlüğüne kavu-
Türkçenin ilk şaheseri olan Orhon Yazıtları’ndan
şan ve Viyana’dan Belgrad’a oradan da Temeşvar’a
beri süregelen siyasetname geleneğini, özyaşamöy-
dönen, resmî tercüman ve kâtip olarak devlete hiz-
küsüyle birleştirmiştir.
met eden Osman Ağa; başından geçenleri anlattığı
Klasik Türk edebiyatındaysa yaşantıya dayalı kitabını 1724’te İstanbul’da tamamlamıştır.
bir tür olarak sergüzeştnameler, bir bölümü kur-
Türk edebiyatında Batılı anlamda özyaşamöy-
maca da olsa sanatçının başından geçen ya da ta-
küsü türünden metinlere asıl olarak 19. yüzyıl
nık olduğu olayları kendi bakış açısından aktardığı
sonundan itibaren rastlanır. 19. yüzyılda bir yan-
manzum anlatılardır ve hem yazıldıkları döneme
dan Batı’dan gelen örnekler çerçevesinde yeni ya-
dair taşıdıkları ipuçları hem de yansıttıkları sivil
zınsal türler hayatımıza katılırken bir yandan da
tarih bilgisi açısından son derece değerlidir. Yazarı-
klasik türler değişim geçirmektedir. Seyahatname,
nın/şairinin kişisel maceraları ve yaşamının aşama-
sefaretname gibi türlerde çok sayıda eserler karşı-
ları hakkında bilgiler içerdiği için bu türde verilmiş

181
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

laşılmakta, anı türünde sayısal artış gözlenmekte, adlı eserinin ilk cildi 1966’da, ikinci cildi 1976’da,
yazarların günlükleri ya da defterleri arasında ken- üçüncü cildi 1996’da yayımlanmıştır. Mizahi ve ger-
di yaşamlarına dair uzun metinlerle karşılaşılmak- çekçi üslubunu kendi yaşamını içtenlikle anlatırken
tadır. Muallim Naci’nin çocukluğunu anlattığı de koruyan yazar, hatırladığı ilk anlardan itibaren
Ömer’in Çocukluğu, Yusuf Akçura’nın Ta Kendim yaşamını bütün açıklığıyla ortaya koymuş, yazarlığa
yahut Defter-i A’malim, Nigâr Hanım’ın yaşamının yönelişinin adımlarını okuruyla paylaşmıştır. Aziz
ilk yirmi beş yılını anlattığı “Mukadderat” başlıklı Nesin epey uzun soluklu olan özyaşamöyküsünde
yazısı gibi metinler, 19. yüzyılın özyaşamöyküleri- hem kendiyle, geçmişiyle, hatalarıyla yüzleşmiş hem
ne örnek sayılabilir. de insanlığın ve Türk toplum yapısının, inanç ve
20. yüzyılın başlarında Ali Ekrem Bolayır, İsma- geleneklerinin, eğitim sisteminin eksiklerini eleştir-
yıl Hakkı Baltacıoğlu, Rıza Nur, Ebubekir Hazım miştir. Ölümüne dek her gününü yazarak kesintisiz
Tepeyran, Halid Ziya Uşaklıgil gibi yazarlarımızın bir süreklilikle kendini anlatan Aziz Nesin’in özyaşa-
kendi yaşamlarına odaklanarak çocukluklarını, möyküsü, Türk edebiyatında bu türün en sağlam ve
gençliklerini anlattıkları eserleriyle karşılaşılır. en yalın örneklerindendir.
Türk edebiyatında özyaşamöyküsü türünün çok
önemli bir dönüm noktası, Halide Edib’in Mor Sal-
kımlı Ev (1963) adlı eseridir. Halide Edib, İngiliz-
ce kaleme aldığı ve Memoirs of Halide Edib adıyla
1926’da Londra’da yayımlanan eserini yıllar sonra
Türkçe olarak yeniden yazmıştır. Önceki örnekler-
le karşılaştırıldığında Halide Edib’in özyaşamöykü-
sü, kendinin bilincinde bir kadının geçmişine ve
bugününe dair bir iç muhasebesini içermesi bakı-
mından türün bugünkü tanımına epey uygundur.
Halide Edib çocukluğundan 1918’e kadarki yaşa-
mını, içinde büyüdüğü çevreyi, annesinin erken
ölümünü, babasının uzaklığını, kalabalık bir ailede
hem geleneksel ve Osmanlı hem modern ve Batılı
tarzda yetiştirilmesinin ilerideki yaşamında gözle-
diği etkilerini, kırklı yaşlarındayken geri dönüşlerle
anlatmış ve bir boyutuyla kendiyle hesaplaşmıştır.
İngilizce olarak yazılışından neredeyse otuz yıl sonra
ilk kez Türkçe yayımlanırken öz olarak aynı bıraksa
da eseri kısaltıp değiştirdiğini açıkça söyleyen Halide
Edib’in, Mor Salkımlı Ev’in özellikle ilk bölümlerin-
de gayet içten olduğu söylenebilir. Bu bölümlerde
yazarın kendinden “küçük kız” olarak söz etmesi ve
o anlatıyı benimsemesi, ilerleyen bölümlerde ben
anlatıcı konumuna geçmesi, eserin çok dikkat çekici Resim 7.3 Halide Edib Adıvar (1884-1964)
bir anlatım özelliğidir. Yazar, 1918-1923 arasındaki Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/
yaşamının Kurtuluş Savaşı yıllarını da Türk’ün Ateş- commons/e/e8/Halide_Edib_Ad%C4%B1var_b3.jpg
le İmtihanı adıyla 1962 yılında yayımlamıştır. Mor
Salkımlı Ev, her açıdan bir özyaşamöyküsü özelliği
taşırken Türk’ün Ateşle İmtihanı, ulusal kurtuluş mü- 1980’lerden itibaren Türkiye’de sadece yazar-
cadelemize odaklanmış bir anı kitabı niteliğindedir. ların, siyasetçilerin değil; her kesimden insanın
20. yüzyılın ikinci yarısında kitap hacminde pek yazdığı özyaşamöykülerinde artış fark edilir. Bu
çok özyaşamöyküsüyle karşılaşılır. Şevket Süreyya bağlamda özyaşamöyküleri, “yazanların niteliğine
Aydemir (Suyu Arayan Adam, 1959), Halikarnas göre” şöyle gruplandırılabilir:
Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) (Mavi Sürgün, • Yazar ve şairlerin özyaşamöyküleri: Aziz
1961) gibi. Aziz Nesin’in Böyle Gelmiş Böyle Gitmez Nesin (Böyle Gelmiş Böyle Gitmez 1966,

182
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1976, 1996), İlhan Berk (Bir Uzun Adam, • Yaşamın her alanından ve çeşitli meslekler-
1982), Zülfü Livaneli (Sevdalım Hayat, den kişilerin özyaşamöyküleri: 2000’lerden
2009) gibi. itibaren yaşamın her alanından kişilerin özya-
• Öğretim üyelerinin ve öğretmenlerin öz- şamöykülerini yayımlaması da çok önemlidir.
yaşamöyküleri: Hasan Âli Yücel (Geçtiğim Bunlar arasında memurlar, doktorlar, avukat-
Günlerden, 1990), Nermin Abadan Unat lar, gezginler, sporcular, bedensel engelliler,
(Kum Saatini İzlerken, 1996), Mina Urgan sivil toplum gönüllüleri, yayıncılar, ticari işlet-
(Bir Dinozorun Anıları, 1998) gibi. me sahipleri, gaziler, diplomat eşleri gibi çok
farklı alanlardan ve çok farklı niteliklerdeki
• Sanayici ve işadamlarının özyaşamöyküle-
kişilerle karşılaşılır: Sabiha Gökçen (Atatürk’le
ri: Vehbi Koç (Hayat Hikâyem, 1983), Vitali
Geçen Bir Ömür, 1981), Gültekin Yazgan
Hakko (Hayatım Vakko, 1997), Kadir Has
(Kör Uçuş, 2002) gibi.
(Vatan Borcu Ödüyorum, 2002) gibi.
Özyaşamöyküsü türü içinde nehir söyleşilerini
• Sanatçıların özyaşamöyküleri: Sanat ve
de ayrıca anmak gerekir. 2000’lerde başlayan bir
sahne dünyasından kişilerin yazdığı özyaşa-
eğilim olarak alanında tanınmış, Türkiye’de ve/veya
möyküleri, Türkiye’nin 20. yüzyılda tiyatro,
dünyada belirli bir yere ve saygınlığa sahip kişilerle
plastik sanatlar, sinema, popüler müzik alan-
yapılan kitap hacmindeki söyleşiler, o kişinin yaşa-
larındaki gelişimine de ışık tutmaktadır.
mını birçok ayrıntısıyla kavramayı sağlar. Söyleşiyi
• Tiyatro oyuncuları, yönetmenleri: gerçekleştiren bir araştırmacının uzun ön çalışma-
Muhsin Ertuğrul (Benden Sonra Tufan sına ve söyleşiyi yönlendirmesine dayalı olduğu
Olmasın: Anılar, 1989), Müjdat Gezen için diğerlerinden ayrılır. Sorulara yanıt veren kişi,
(Galiba Ben Sanatçıyım, 2003 ve Ko- yaşamını kendi ağzından aktarır. Bu yönüyle nehir
mikler Ağlamaz, 2014), Gülriz Sururi söyleşiler özyaşamöyküsü türü içinde değerlendiri-
(Bir An Gelir, 2003 ve Kıldan İnce Kılıç- lebilir. Diğerlerinden farklı olarak kişinin kendiy-
tan Keskince, 2005) gibi. le ve geçmişiyle hesaplaşması amacı ve gerekliliği
• Sinema sanatçıları ve film yönetmen- yoktur. Türkiye’de kendi alanında öne çıkmış, top-
leri: Nubar Terziyan (Ne İdim Ne Ol- lumun saygısını ve sevgisini kazanmış sanatçılar,
dum, 1995), Hulki Saner (Bu da Benim bilim adamları, sanayiciler, doktorlar, düşünürlerle
Filmim, 1996), Cüneyt Arkın (Fakir yapılan nehir söyleşiler; son yıllarda kapsamlı bi-
Gencin Hikâyesi, 2014) gibi. rer kitap olarak yayımlanmaktadır. Şimdiye dek
• Ressamlar, heykeltıraşlar, fotoğraf sa- yayımlanmış nehir söyleşilerden bazıları şunlardır:
natçıları, mimarlar: Abidin Dino (Kısa Nam-ı Diğer Kaptan:
Hayat Öyküm, 2007), Bedri Baykam Attilâ İlhan’ı Dinle-
(Harika Çocuk, 2009) gibi. dim (2002, Söyleşen:
• Müzisyenler: Alpay Nazikioğlu (Eylül- Selim İleri), Çivi Çi- dikkat
de Gel, 2004), Ali Kocatepe (Hey Gidi viyi Söker: Muazzez Yaşamöyküsü türünün
Dünya Hey, 2011) gibi. İlmiye Çığ Kitabı Batı dillerinden aktarılan
(2003, Söyleşen: Ser- karşılığı biyografidir; Türk
• Gazetecilerin, milletvekillerinin, siyaset-
hat Öztürk), Güneş edebiyatındaki eski adlan-
çilerin, bürokratların ve askerlerin özya-
Umuttan Şimdi Do- dırması tercüme-i hâl ya da
şamöyküleri: Kâzım Taşkent (Yaşadığım
ğar: Türkân Saylan hâl tercümesidir. Kaynak-
Gibi, 1980 ve Duygularım, Düşüncelerim,
Kitabı (2004, Söyle- larda hayat hikâyesi olarak
İnançlarım, 1989), Uğur Dündar (İşte Ha-
şen: Mehmet Zaman da geçer.
yatım, Haz. Nedim Şener, 2010), Kâmran
Saçlıoğlu) gibi.
İnan (Bir Ömür, 2010) gibi.

183
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

Öğrenme Çıktısı

1 Özyaşamöyküsü türünü tarihsel gelişimi ile birlikte biçim ve içerik bakımından açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Özyaşamöyküsünün kur- Özyaşamöyküsünde yazarın


Özyaşamöyküsünü değerli
maca kavramıyla ilişkisini tamamıyla nesnel olup ola-
kılan sizce nedir? Araştırın.
değerlendirin. mayacağını anlatın.

YAŞAMÖYKÜSÜ
Yaşamöyküsü; bilimsel, sanatsal, eğitimsel, ekonomik, toplumsal, siyasal alanlarda başarı göstermiş,
önderlik etmiş, ülkesine veya insanlığa hizmet etmiş kişilerin yaşamının anlatıldığı kısa veya uzun me-
tinlere verilen genel addır. Yaşamöyküsü yazılan kişi, belirli bir okur kitlesi tarafından çeşitli özellikleriyle
merak edilen bir kişidir. O kişinin yaşamının ve yaptıklarının anlatılması yoluyla hem tanıtılması hem
de bilinmeyen yanlarının ortaya konması beklenir. Okur; ilgi ve merak duyduğu kişinin, çeşitli yönlerini
keşfetmek, onu daha yakından tanımak, onun yaşamı ve kişisel özellikleri hakkındaki ayrıntıları öğrenmek
ister. Birinin yaşamöyküsünü yazan kişi, ailesinden biri, yakını ya da arkadaşı olabileceği gibi, o kişinin
yaşamını merak ettiği için araştıran biri de olabilir.

Yaşamöyküsünde Nesnellik ve Öznellik


Yaşamöyküsü türünde verilen eserler kendi içlerinde bazı ayrımlar taşır. Yaşamöyküsü, bilimsel ve nes-
nel bir tavırla kaleme alınabileceği gibi çok öznel ve duygusal bir yaklaşımla da yazılabilir. Buna bağlı
olarak yaşamöyküsü türünden eserleri kendi içinde alt türlere ayırmak mümkündür:

Nesnel Bakış Açısıyla Yazılmış Yaşamöyküleri


Bunlar içinde en kısa, en genel, en açık ve kesin dille yazılanlar ansiklopedik yaşamöyküleridir. An-
siklopedilerde ülkesinde ve dünyada herhangi bir nedenle iz bırakmış, eser vermiş kişilere dair maddeler
yer alır. Genel hatlarıyla ve çok kısaca o kişinin yaşamı nesnel olarak ve temel düzeyde aktarılır. Ayrıntı-
lara, özel yaşamına, karakterine girilmeden eserleri ve yaptığı önemli işler belirtilir. Amaç, okurun bilgiye
en hızlı, açık ve kesin biçimde ulaşmasıdır. Meydan Larousse, Ana Britannica, İslam Ansiklopedisi, Who
is Who, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi gibi basılı başvuru kaynaklarıyla Wikipedi, Türk
Edebiyatı İsimler Sözlüğü gibi sanal başvuru kaynaklarındaki madde başları hem içerikleri hem de hitap
ettikleri okur kitlesinin çeşitliliği açısından çok genel ve geniş kapsamlı örneklerdir. Bir de belirli bir alanla
sınırlanmış ansiklopedik kaynaklar vardır ki Türk edebiyatıyla ilgili olarak ilk akla gelen örnekler arasında
Aziz Çalışlar’ın Türk ve Dünya Edebiyatçıları Sözlüğü, Behçet Necatigil’in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü
sayılabilir.
Belgesel yaşamöyküleri, bir kişinin yaşamı ve eserleri üzerine üniversitelerdeki araştırmacılar, gazeteci
yazarlar ve diğer araştırmacılar tarafından hazırlanan kapsamlı çalışmalardır. Bunlarda nesnel ve mesafeli
bir yaklaşımla birinin yaşamının belgelere, kaynaklara dayanarak bütün yönleriyle ve ayrıntılarıyla nesnel
olarak ortaya konması amaçlanır. Kenan Akyüz’ün Tevfik Fikret, Niyazi Akı’nın Yakup Kadri Karaosma-

184
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

noğlu, Bilge Ercilasun’un Ahmet İhsan Tokgöz, Şerif ve bilimsel çalışmalarına dair bilgiye dair nesnel bir
Aktaş’ın Refik Halit Karay, Nazan Bekiroğlu’nun bütüne ulaşmak, alana katkısını açıkça ortaya koy-
Şair Nigâr Hanım adlı çalışmalarını üniversiteler- mak amaçlanır. Fuat Köprülü Armağanı, Suut Ke-
deki araştırmacılar tarafından hazırlanmış belge- mal Yetkin Armağanı, Bedrettin Cömert Armağanı,
sel yaşamöykülerine örnek verebiliriz. Bu ve ben- Berna Moran’a Armağan gibi.
zeri çalışmalar, o konuyla ilgili araştırma yapacak Televizyon ve radyo yayınları için hazırlanan
kişiler için temel kaynak durumundadır. Asım yaşamöyküsü belgesellerinin metinlerini de bu kap-
Bezirci’nin, Muzaffer Uyguner’in, Memet Fuat’ın samda değerlendirmek mümkündür. Geniş izleyici
Türk şair ve yazarları hakkında hazırladıkları ça- kitlelerine hitap eden belgesellerde, sanatçıların, bi-
lışmalar, bu kişilerle ilgili olarak araştırma yapan, lim adamlarının, siyasetçilerin ve ünlü kişilerin ya-
ansiklopedik bilgiden biraz daha fazlasına erişmek şamöyküleri, görsel malzemelerle aktarılırken arka
isteyen her düzeyden okura yardımcı eserlerdir. planda akan bir metin vardır. Bu metinler bazen ki-
Beşir Ayvazoğlu’nun Ömrüm Benim Bir Ateşti: Ah- tap hâlinde yayımlanabilir. Nebil Özgentürk tarafın-
met Haşim’in Hayatı, Estetiği ve Dramı, Eve Dönen dan hazırlanan Bir Yudum İnsan belgesel dizisi, yaşa-
Adam: Yahya Kemal, Peyami; İpek Çalışlar’ın Latife möyküsü belgesellerinin en tanınmışlarındandır.
Hanım, Halide Edib; Zeynep Oral’ın Tutkunun Ro-
manı: Leyla Gencer gibi belgesel yaşamöyküleriyse
araştırmacı yazarlar tarafından kaleme alınmış eser-
lerdir. Araştırma ve belgelere dayanmakla birlikte
dikkat
yarı kurgusal anlatımla yazılmış, geniş okur kitlesi-
Bir sanatçının/siyasetçinin/bilim adamı-
ne hitap eden, okurların estetik zevkini de gözeten
nın yaşamöyküsünün sadece fotoğraf-
metinlerdir.
larla anlatıldığı “fotobiyografi” denilen
çalışmalar da bulunmaktadır. Bu tür-
den çalışmalarda yazınsal nitelikten söz
edilemezse de bir kişinin yaşamının fo-
dikkat toğraflardan takip edilerek belgelenmesi
Bir sanatçının yaşamı, sanatı, eserleri
açısından değerlidirler.
bağlamındaki çalışmalara “monografi”
denmesi Türkiye’de yaygın bir alışkan-
lıktır. Monografiler bir sanatçının eser- Yazar/şair sözlükleri, Türk edebiyatında şim-
lerinde belirli bir konunun araştırılma- diye dek görülen örneklerine bakarak belli bir öl-
sını ya da bir konunun/sorunun çeşitli çüde yaşamöyküsel eserler sayılabilir. Yazar/şair
sanatçıların eserlerinde incelenmesini de sözlüklerinin bir kısmı sanatçının eserlerinde kul-
içerebilir. landığı sözcük evrenini betimleyen çalışmalardır.
Bir kısmıysa sanatçının yaşamında önem taşıyan
ayrıntıları, kişileri, yerleri, eserleri alfabetik sırayla
Çalışmalarıyla alanına yenilik getirmiş bilim aktarmaya yöneliktir. Bu türden yazar/şair sözlük-
adamlarına duyulan saygıyı ve minneti ifade et- leri, sanatçının yaşamöyküsünü zaman dizinsel ola-
mek üzere dostları, meslektaşları ve öğrencileri ta- rak aktarmadıkları için ilk anda yaşamöyküsü gibi
rafından hazırlanan “armağan kitaplar”da o bilim değerlendirilmezler ancak sanatçının yaşamındaki
adamının akademik yaşamı ve eserleri ayrıntılı ve önemli noktaları kısaca açıkladıkları için bir çeşit
tam bir döküm hâlinde yer alır. Armağan kitaplar- yaşamöyküsü saymak gerekir. A’dan Z’ye İlhan Berk,
da o bilim adamıyla aynı alanda çalışan diğer bilim A’dan Z’ye Cemal Süreya, A’dan Z’ye Edib Cansever
adamlarının çeşitli makaleleri de bulunur. Bilim gibi kitapçıklarda, Türk edebiyatının önemli kişi-
adamıyla yapılmış söyleşiler, onunla ilgili anılar ve lerinin yaşamına dair alfabetik ve zamandizinsel
diğer kişisel yazılar, yaşamının çeşitli dönemlerine oluşturulmuş bilgiye ve eserlerinden kısa alıntılara
dair fotoğraflar eğer ölmüşse hayattayken çeşitli ne- erişilebilir. Yazar/şair sözlüklerinin daha kapsamlı
denlerle yayımlayamadığı yazıları, bazen de maka- ve yaşamöyküsel bilgiyi geniş ölçüde içeren örnek-
lelerinin tamamı o armağanda toplanır. Böylece o leri de vardır: Beşir Ayvazoğlu’nun Yahya Kemal
bilim adamıyla ilgili akademik bir yaşamöyküsüne Sözlüğü, Memet Fuat’ın Nazım Hikmet Sözlüğü

185
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

gibi. Bu çalışmalarda sözlüğü hazırlayanların, sa- edebî bir değer taşıyacak şekilde kurmaca olarak
natçının eserlerini de kapsayacak şekilde geniş öl- kaleme alınmasıdır. Roman şeklinde kaleme alınan
çekli bir araştırma ortaya koydukları, yaşamöyküsel yaşamöykülerine “yaşamöyküsel roman” (biyogra-
bilgide epey ayrıntıya girdikleri görülür. fik roman) adı verilir. Burada yazarın araştırmacı
kimliğiyle yaratıcı kimliği birleşir. Belge ve bilgiler
kurmacaya dönüşür, bu da okuru metne bağlar. İn-
Öznel Bakış Açısıyla Yazılmış sanların bir özelliği nedeniyle gözlerinde yücelttik-
Yaşamöyküleri leri, hayranlık duydukları, yaşamını merak ettikleri
Araştırma ve belgelerden çok, birinci derece kişilerin gerçek yaşamını, duygusal dünyasını yazar,
tanıklıklara dayanarak yazılan “anı yaşamöykü- gerçeklere bağlı kalarak ve öyküleyerek anlatır. Ba-
leri” vardır ki bunlar bir yanıyla anı sayılabilirler. zen de yazar, pek tanınmamış bir kişinin yaşamını,
Baba-kız, anne-kız, anne-oğul, baba-oğul ilişkisi- başarılarını gözler önüne sererek o kişinin hak etti-
ne dayanarak yazılan bu tür yaşamöykülerinin ilki ği saygının oluşmasını sağlamak, onun erdemlerini
Fatma Aliye Hanım’ın Ahmet Cevdet Paşa ve Za- örnek göstermek amacındadır. Yazar, yaşamını an-
manı adlı eseridir. Cumhuriyet döneminde Meral lattığı kişiyi kurmacanın olanakları çerçevesinde ele
Ataç’ın Babam Nurullah Ataç, Gülsün Bilgehan’ın almakla birlikte, kurmacadan farklı olarak o kişiyle
Mevhibe, Ayşe Sarısayın’ın Çok Şey Yarım Hâlâ: ilgili topladığı bilgi ve belgelere dayanarak eserini
Ayşe Sarısayın Babası Behçet Necatigil’i Anlatıyor, yazar. Bir yandan elindeki verilere sadık kalırken
Gündüz Vassaf ’ın Annem Belkıs gibi eserleri örnek bir yandan da kendi sanatsal kimliğini ortaya koy-
gösterilebilir. Bu eserlerde Türk siyasetinde, edebi- ma çabasındadır. Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının
yatında, biliminde önemli yere sahip olan kişilerin Romanı: Mustafa İnan adlı eseri, tamamen belge-
yaşamöyküleri, tanıklıklara dayanarak ve zaman di- lere sadık kalarak yazdığı yaşamöyküsel romandır.
zinsel anlatılırken anı, gözlem ve izlenimlere yer ve- Nezihe Araz (Fatih’in Derunî Tarihi, Mevlana...),
rilir. Yazarlık konusunda herhangi bir iddiası olma- Ayşe Kulin (Adı Aylin, Füreya...), Hıfzı Topuz (Ba-
yan ama anne babalarının yaşamının bilinmeyen şın Öne Eğilmesin: Sabahattin Ali’nin Romanı, El-
yanlarını yazarak başkalarına aktarmayı amaçlayan bet Sabah Olacaktır: Özgürlük Şairi Tevfik Fikret’in
kişiler tarafından kaleme alınmış bu tür yaşamöy- Romanı, Hava Kurşun Gibi Ağır: Nazım Hikmet’in
külerinin değeri, belgelere değil birinci derece göz- Romanı, Vatanı Sattık Bir Pula: Namık Kemal’in
lemlere dayalı olmasındadır. Bundan dolayı tam Romanı...) Türk edebiyatında yaşamöyküsel ro-
anlamıyla nesnel bir yaklaşımla yazılmamışlardır. manlarıyla tanınmış yazarlarımızdır. Nazlı Eray,
Fakat kurgusal da değildirler. Aydaki Adam Tanpınar’da fantastik anlatı özellik-
leriyle yaşamöyküsel romanı birleştirerek Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın yaşamını anlatmıştır.
Birinin ölümünden hemen sonra ya da
ölümünün yıl dönümlerinde gazete ve
dergilerde yayımlanan ve biyografik bil- Bazen de yazarlar, yaşamına yakından
giler nekroloji olarak bilinir. Bu tür ya- tanıklık ettiği ya da hakkında ciddi araş-
zılardan kişinin yaşamöyküsünün tamamı tırma yaptığı birinin yaşamöyküsünden
değil ayrıntıları hakkında bilgi edinilebi- esinlenebilir, belgelerden yararlanarak bir
lir. Türkiye’de özellikle kültür, sanat, basın kurgu yaratabilir. Yazar, bu esinlenmeler-
ve edebiyat alanlarında tanınmış kişilerin den açık ya da örtülü olarak söz etse de
ölümünün hemen ardından gazete ve bu türden eserler yaşamöyküsel roman
dergilerde anma sayfaları ayrılması, çeşitli kapsamında değerlendirilemez. Erendiz
köşe yazarlarının yazılar yazması geleneği Atasü’nün, Dağın Öteki Yüzü; Necati
yaygındır. Cumalı’nın Viran Dağlar; İlhan Selçuk
Yüzbaşı Selahattin’in Romanı adlı eser-
leri gibi.
“Yazınsal yaşamöyküleri”, ünlü bir kişinin (ya-
zar, sanatçı, devlet adamı, lider, pop şarkıcısı, bi-
lim adamı, sinema yıldızı, model…) yaşamının

186
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Tezkireler, yaşamöyküsü türünün klasik Türk


edebiyatındaki en belirgin karşılığıdır. Bunlarda
bir meslekten insanların, peygamberlerin, evliya-
Gerçekten yaşamamış/kurgusal birinin yaşa- ların, padişahların, devlet adamlarının, bilginlerin,
mının başından sonuna dek anlatıldığı ro- sanatçıların ve şairlerin hayatları anlatılır, eserlerin-
manlar yaşamöyküsel roman değildir. Bun- den örnekler verilir. Tezkireler, hazırlayan kişinin
lara “gelişim (oluşum) romanı” adı verilir. belirli bir ortak özellik (yaşadıkları dönem, doğ-
Yaşar Kemal’in İnce Memed romanı gibi. dukları kent, meslek, dinsel kimlik, sanat gibi) çev-
resinde birleştirdiği kişilerin yaşamlarına dair bilgi
veren bir çeşit ansiklopedi olarak da düşünülebilir.
Tezkirelerden sanatçıların, devlet adamlarının, din
Bir kişinin bütün yaşamını değil de yaşamının
büyüklerinin vb. ailesi, lakabı, doğduğu yer ve ta-
sadece belirli bir bölümünü ya da belirli bir yanını
rih, eğitimi, yetişme koşulları, ana hatlarıyla yaşa-
anlatan yaşamöyküsel eserlere de rastlanır. Nezihe
mı, ölümü, mezarının yeri hakkında bilgi edinilir.
Araz’ın Bir Zamanlar O da Çocuktu, Adı: Mustafa
Eserleri, başarıları, örnek aldıkları kişiler, takip-
(1999) adlı eseri Atatürk’ün sadece çocukluk dö-
çileri öğrenilir. Bazen o kişi hakkında birkaç olay
nemini, Hıfzı Topuz’un Gazi ve Fikriye (2001) ro-
aktarılır. Tezkirelerde belirli bir konu çevresinde
manı Atatürk’ün Fikriye Hanım’la tanışmasından
toplanan çok sayıda kişinin yaşamı anlatılır, belirli
Fikriye Hanım’ın ölümüne kadarki süreyi, Zeke-
bir kişi üzerinde yoğunlaşılmaz, ayrıntıya girilmez.
riya Sertel’in Nazım’ın Son Yılları adlı eseri Nazım
Hikmet’in 1950’den sonra Sovyetler Birliği’ndeki Doğu uygarlıklarında Molla Câmî’nin,
hayatını anlatan eserlerdir. Devletşah’ın, Feridüddin Attar’ın tezkireleri hem
sonraki tezkirelere hem de Türk edebiyatına ya-
pısal bir örnek oluşturmuştur (İpekten, İsen vd.
Türk Edebiyatında Yaşamöyküsü 2002, s. 7-11). Tezkirelerin Türk edebiyatındaki en
Türünün Tarihsel Gelişim Süreci eski örneği, Ali Şir Nevai’nin Çağatay Türkçesiyle
Herhangi bir nedenle toplumda iz bırakan, yazdığı Mecalisü’n-Nefais (1491-92) adlı eseridir.
merak uyandıran, öldüğü için anılmak istenen bi- Batı Türkçesiyle yazılmış ilk tezkireyse Sehi Bey’in
rinin hayatını tüm yönleriyle anlatmaya dayanan Heşt Behişt (1538) adlı eseridir. Sehi Bey, eserin-
yaşamöyküsünün temelleri yazıtlara, mezar taş- de devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, diğer
larına, destanlara, kahramanlık hikâyelerine, ev- padişah ve şehzadeler, devlet adamları ve vezirler,
liya ve enbiya menkıbelerine (Avrupa’da azizlerin bilginler, eseri yazdığında ölmüş şairler, hayatta
hikâyelerine), ağıtlara dayandırılabilir. Bu türlerin olan ve görüştüğü şairler, yetenekli bulduğu genç
hepsinde bir kahramanın, bir liderin, bir hüküm- şairler hakkında kısaca bilgi vermiş; eserlerinden
darın, toplumsal ya da dinsel açıdan önemli biri- örnekler aktarmıştır (Levend, 1984, s. 257-261).
nin hayatının anlatılması ve övülerek yüceltilerek 16. yüzyıl ve sonrasında Latifî’nin, Âşık Çelebi’nin,
topluma örnek gösterilmesi amaçlanır. Bugünkü Kınalızade Hasan Çelebi’nin tezkireleri sayılabilir.
yaşamöykülerinin başlangıcı olarak eski Yunan’da Nevai’den itibaren Türk edebiyatında 34 tezkire
Plutarkhos’un Hayatlar adlı eseri gösterilir. kaleme alınmıştır. Kâtip Çelebi de Arapça yazdığı
Türk sözlü kültürünün en önemli ürünlerinden Keşfü’z-Zünun adlı eserinde on bin kadar yazar, on
olan Oğuz Kağan Destanı’nı, Türk edebiyatının yazılı beş bine yakın eser hakkında bilgi vermiştir.
ilk edebî ürünleri olan Orhon Yazıtları’nı belirli bir 19. yüzyılda yazılan tezkirelerin bazıları eski ge-
oranda yaşamöyküsü çerçevesinde değerlendirmek leneği sürdürürken bazıları da yenilikler getirmiş-
de mümkündür. Bazen ağıtlardan, bazen de mezar tir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın hâlâ önemli
taşlarından bir kişinin yaşam bilgilerine ana hatlarıy- bir başvuru kaynağı niteliğindeki Son Asır Türk Şa-
la erişilebilir. Ayrıca evliyaların hayatlarından çizgiler irleri (1930-1942) adlı eseri, son tezkireler arasın-
taşıyan menakıbnameleri, peygamberlerin hayatının da en tanınmışıdır. İnal, Türk tezkireciliğinin son
anlatıldığı siyerleri, ölenlere dair yazılan vefeyatna- büyük temsilcisidir. Eserleri sadece belgelere değil,
meleri, Türk edebiyatında yaşamöyküsü türünün ilk hayatını yazdığı kişilerle ilgili çoğu zaman bireysel
örnekleri arasında sayabiliriz. Bununla birlikte hiçbiri gözlem ve yaşantılarına dayandığı için ayrıca de-
yazınsal anlamda gerçek birer yaşamöyküsü sayılmaz. ğerlidir. Bugün unutulmuş birçok kişinin hayatına

187
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

dair en önemli bilgilere onun yazdıkları sayesinde Emre’nin hayatları bütün ayrıntılarıyla ve belgelere
ulaşabiliyoruz. dayandırılarak anlatılmıştır. 1920’li yıllardan itiba-
Tanzimat’tan itibaren tezkireler yavaş yavaş ren Mustafa Nihat Özön, Agâh Sırrı Levend, İsma-
ömrünü tamamlamış ve yerini antolojilere (der- il Habib Sevük, Hasan Âli Yücel, Ali Nihat Tarlan,
leme/güldeste) bırakmıştır. Bunlar arasında Kude- Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmail Hikmet Ertaylan,
madan Birkaç Şair (Recaizade Mahmut Ekrem), İsmail Hâmi Danişmend, Abdülbaki Gölpınar-
Osmanlı Şairleri (Muallim Naci), Numune-i lı gibi büyük araştırmacıların yazdıkları edebiyat
Edebiyat-ı Osmaniye (Ebüzziya Tevfik), Osmanlı tarihleri, eser incelemeleri, ansiklopedi maddeleri,
Edebiyatı Numuneleri (Mehmed Celal) gibi eserler akademik yaşamöyküsü yazımında çok değerlidir.
sayılabilir. Daha yakın tarihli antolojilere Kenan 1930’larda ve 1940’larda Hasan Âli Yücel,
Akyüz’ün şairlerin yaşamöykülerine de geniş yer Ali Canip Yöntem Sadettin Nüzhet Ergun’un ve
veren eseri Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi ör- İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın eserleri yaşa-
nek verilebilir. möyküsü türünün gelişiminde önemli bir yer tu-
Modern Türk edebiyatında yaşamöyküsü ba- tar. İbnülemin Mahmut Kemal İnal Son Asır Türk
ğımsız bir türe dönüşmüştür. Bu anlamda ilk Şairleri’nden başka Osmanlı Devrinde Son Sadra-
yaşamöyküsü denemeleri, Tanzimat dönemin- zamlar, Son Hattatlar, Hoş Seda adlı kapsamlı eser-
deki birçok yenilikte payı ve emeği olan Namık leri de yazar. Bu yıllarda Mithat Cemal Kuntay’ın,
Kemal’e aittir. Namık Kemal’in yaşamöyküsü Necip Fazıl Kısakürek’in, Fevziye Abdullah
türünde verdiği eserler onun tarihçiliğinin do- Tansel’in, Kadircan Kaflı’nın, Kenan Akyüz’ün,
ğal bir uzantısıdır. Selahaddin Eyyubî’nin, Fatih Mehmet Kaplan’ın eserlerinden söz etmek gerekir.
Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in, Emir Akyüz ve Kaplan, yeni Türk edebiyatı incelemele-
Nevruz’un yaşamöykülerini anlatmıştır. Tanzimat rinin sistematik bir hâl almasını sağlamıştır. Ahmet
yazarlarından Ebüzziya Tevfik, bilim, edebiyat ve Hamdi Tanpınar’ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi
siyaset tarihinden kişilere dair on yedi yaşamöy- (1949) adlı eseri, sanatçıların yaşamöykülerini de-
küsü kaleme almıştır: Benjamin Franklin (1882), virleri içinde aktarması ve eserlerinin anlaşılması
Galile (1882), Napolyon (1882), Jean Jacques bakımından çok özel bir yere sahiptir.
Rousseau (1886), (1882), Namık Kemal (1887 1940’lı yıllardan başlayarak 1980’e kadar Hilmi
ve 1889) gibi. Bu dönemde Beşir Fuat’ın Victor Yücebaş, Asım Bezirci, Muzaffer Uyguner, Memet
Hugo (1885) ve Voltaire (1886) adlı eserleri, yaşa- Fuat gibi yazarlar, popüler nitelikli, kolay anlaşı-
möyküsü türünün bizdeki gelişiminde çok önem- lır, çabuk erişilir başvuru kitapları niteliğinde ya-
lidir. Beşir Fuat’ın ölümünün hemen ardından da şamöyküleri yazmış ve Türk edebiyatının klasik ve
Ahmet Midhat onun yaşamını yazmıştır. Ahmet çağdaş sanatçılarını tanıtmıştır. Bu dönemde Türk
Midhat, yakından tanıdığı ve desteklediği ilk ka- edebiyatında yaşamöyküsel anlatılar giderek art-
dın yazarlarımızdan Fatma Aliye’nin yaşamını da mıştır: Hasan Âli Yücel, Falih Rıfkı Atay, Nezihe
Fatma Aliye Hanım yahut Bir Muharrire-i Osma- Araz, Şevket Süreya Aydemir’in eserleri gibi. Şev-
niyenin Neşeti adıyla yazmıştır. ket Süreya Aydemir’in Tek Adam ve İkinci Adam,
Fatma Aliye, yenileşen Türk edebiyatında hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda en önemli
yaşamöyküsü yazılan ilk kadın hem de bu türde eser tarihsel kişilikler olan Mustafa Kemal Atatürk’ü ve
yazan ilk Türk kadınıdır. Fatma Aliye’nin Müslü- İsmet İnönü’yü ele alan kapsamlı yaşamöyküsel ro-
man kadınları tanıtmak üzere yazdığı Nâmdârân-ı manlardır.
Zenân-ı İslâmiyân (1899-1901), filozofların hayat- Bu arada mutlaka anılması gereken çok önemli
larını aktardığı Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife (1899- bir araştırmacı da, Behçet Necatigil’dir. Necatigil,
1900) ve babasını anlattığı Ahmet Cevdet Paşa ve ilk baskısını 1960 yılında çıkardığı Edebiyatımızda
Zamanı (1912-1913) türün gelişimi açısından da İsimler Sözlüğü’nü 1979’da ölene dek genişleterek
önemli eserlerdir. yayımlamıştır. Necatigil, alfabetik olarak düzenle-
Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mu- diği sözlüğünde sanatçıların hayatı ve eserleri hak-
tasavvıflar (1918) adlı eseri, Türkiye’de bilimsel kında çok kısa bilgi verirken özellikle çağdaşı sanat-
anlamda yaşamöyküsü yazımının ilk ve en önem- çılar hakkında eserlerine dayanarak az ama etkili
li örneğidir. Eserde Ahmed Yesevi’nin ve Yunus yorumlar da yapmıştır. Bu yorumlardan bazıları bir
süre sonra o sanatçılarla âdeta özdeşleşmiştir. Cahit

188
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Külebi için yazdığı “Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan
rahatlığı ve temiz bir dil ile zaman zaman kötümser, güvensiz
kendi türküsünü söyledi” (Necatigil, 1991, s. 196) yorumu gibi.
Yaşamöyküsü türünde Türk edebiyatının en önemli eserle-
rinden biri, Oğuz Atay’a aittir. Atay’ın Bir Bilim Adamının Ro-
manı: Mustafa İnan (1975) adlı eseri, belgesel bilgiye dayalı bir
yaşamöyküsü romanıdır. Prof. Dr. Mustafa İnan, Oğuz Atay’ın
üniversitede hocası olmuş çok değerli bir bilim adamıdır. Eserde
Mustafa İnan’ın İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki eğitim yaşa-
mı, bilim adamı olma süreci, kişiliği, eğitmenliği, yöneticiliği,
zevkleri, yaşam ilkeleri, eşiyle, arkadaşlarıyla ve öğrencileriyle
ilişkileri, çevresindekilerden derlenen bilgiler ışığında, roman
kurgusunda anlatılmıştır.
1980’lerden bugüne modern Türk edebiyatında yaşamöy-
küsü türünde verilen eser sayısı hızla artmıştır. Romancılar ya
da gazeteci yazarlar tarafından kaleme alınan yaşamöyküle-
rinden bazıları Türkiye’de ve dünyada tanınmış kişiler üzeri-
nedir. Zeynep Oral’ın, İpek Çalışlar’ın, Beşir Ayvazoğlu’nun,
Hıfzı Topuz’un eserlerini örnek verebiliriz. Yaşamöyküsü ro-
Resim 7.4 Oğuz Atay (1934-1977) manların bazıları da pek bilinmeyen, sadece belirli bir çevre
Kaynak: https://upload.wikimedia.org/ tarafından bilinen kişiler hakkındadır: Ayşe Kulin’in Adı Ay-
wikipedia/tr/1/17/O%C4%9Fuz_Atay.jpg lin, Gündüz Vassaf ’ın Annem Belkıs, Liz Behmoaras’ın Maz-
har Osman gibi.
2000’li yıllarda Türkiye’de toplumun sürekli olarak gündeminde olan kişilerin yaşamöykülerini anlatan
kitaplar sıklıkla yayımlanmaktadır.

Öğrenme Çıktısı

2 Yaşamöyküsü türünün tarihsel gelişimini açıklayıp biçim ve içerik özelliklerini sıralayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Daha önce adını bile duy- Osmanlı ve modern Türk


Yaşamöyküsünün roman
madığımız birinin yaşa- edebiyatında yaşamöyküsü
türünden farklı özelliklerini
möyküsünü okumak bize türünde verilen eserler ara-
değerlendirin.
ne katar? Araştırın. sındaki farkları anlatın.

ANI
Anılar, bir kişinin kendi yaşamı boyunca tanık olduğu olayları, tanıdığı kişileri kendi bakış açısıyla
anlattığı yaşantı metinleridir. Özyaşamöyküsünden farklı olarak odak noktası kendi yaşamı ve kendi iç
hesaplaşması değil, bir parçası olduğu ya da gözlediği olaylar, tanıdığı kişiler, içinden geçtiği süreçlerdir.
Anılar, anların, olayların, kişilerin bireyde yarattığı izlenimlerin, etkilerin, duyguların anlatımıdır. Değeri
ve önemi de buradadır. Anılar sayesinde tarihin insana özgü yanları ortaya çıkar. Anılar, özyaşamöyküleri
gibi öznel bir anlatı türüdür. Üzerinden bir zaman geçtikten sonra geçmişte bir zamanda, bir yerde olanlara
dair birinin hatırladıkları elbette kişiseldir ve özneldir.

189
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

Anılar, zamanın geçişine ve yaşananların unu- yazdıklarının farkında olmayabilir. Anı demek hem
tulması isteğinin bir ürünüdür. Çünkü tarihin en alışkanlıklara daha uygun düşer hem de kendine
büyük olayları bile üzerinde geçen zamanla belir- odaklanmaktan daha korunaklı gibidir sanki. O ne-
sizleşir. Bir olaya, bir döneme ya da bir kişiye dair denle anılarla özyaşamöykülerini ayırmak gerçekten
anılarını anlatan kişi, hem kendi varlığını hem de çok zordur. Çünkü her ikisinde de çoğunlukla “ben
anlattığı şeyin varlığını kalıcı kılma çabasındadır. anlatıcı” hâkimdir. Metinde “ben” kişisinin nerede
Anı, unutmanın/unutulmanın karşıtıdır.
durduğu ve ne kadar anlatıldığı, iki türü ayırmakta
tek ölçüt sayılabilir: Ben, odak kişi durumundaysa
ve kişi geçmişiyle hesaplaşma içindeyse o metni öz-
yaşamöyküsü saymak; metindeki anlatıcı ben olan
bitenleri izleyen konumundaysa ve kendi de dâhil
olmakla birlikte daha çok başkalarına odaklanmışsa
o metni anı saymak doğru bir ayrım sayılabilir.
Anılarla özyaşamöykülerinin benzeştiği nokta-
lardan bir diğeri, her ikisinin de olayların üzerinden
zaman geçtikten sonra yazılmasıdır. Bu durumda,
ben anlatıcı, yazarken belli bir deneyimin ardından
o olayları yeniden canlandırmaktadır. Geçmiş ve
Resim 7.5 şimdi bir anlamda iç içe geçmektedir. Yazan, bugü-
nün bilgisiyle dünü anlatmaktadır. Bu, bazı ayrıntı-
Bir kişi kendisinin bizzat yer aldığı bir döneme, ların silinmesi bazılarının belirginleşmesi anlamına
bir sürece, bir olaya ya da çok yakından tanıdığı, bir- gelebilir ve yazara geçmişteki bir olayın yıllar için-
likte zaman geçirdiği önemli bir kişiye dair yaşan- deki sonuçlarını, olumlu ve olumsuz yanlarını gör-
tılarını aktarabileceği gibi, etkin rol almadığı ama menin bilgisiyle o olayı değerlendirme şansı verir.
dikkatle gözlemlediği bir dönem veya bir kişiye dair Dolayısıyla anılarını yazanlar da özyaşamöykülerini
yaşantılarını da aktarabilir. Önemli bir görevde ya yazanlar da geçmişi değerlendirirken aradan geçen
da özel bir konumda olan kişi, anılarını o görevden/ zamanın sağladığı sağduyuya, dinginliğe ve göreli
konumdan ayrıldıktan sonra topluma bir hesap ver- bir nesnelliğe sahiptir.
me olarak da düşünebilir. Çünkü özellikle siyasetçi- Anılar bazen gezi notlarıyla benzeşebilir. Gezi
lerin, devlet adamlarının, bürokratların ve askerlerin yazılarında da anlatıcı, gittiği yerlere dair gözlem ve
anıları, geleceğe kalacak belgeler niteliğindedir. Bu izlenimlerini çoğu kez ben diliyle anlatır. Nitekim
görevleri sürdürürken notlar tutan kişiler, bu sürecin anı türünün tarihsel gelişiminde gezi yazıları önemli
bitiminde kendi yaptıklarını ve yapamadıklarını ser- bir yer tutar. Tarihte birçok kişi, bireysel merakları
gilemek hem tarihe not düşmek hem de belki kalıcı ya da resmî görevleri nedeniyle gittiği yeni ve farklı
olmak için anılarını kaleme alır. yerleri yazarak anlatmayı seçmiştir. Ama öznellikte
Anılarda ölçüt, bir kişinin ya bizzat yaşadığı, birleşmelerine rağmen anılarla gezi yazıları birbirin-
tanık olduğu ya da kendisine anlatılmış bir olay den ayrıdır. Her ne kadar bireysel bir yaşantı ve de-
dizisini aktarmasıdır. Yani anı, “ben”den çok “ben neyim aktarımıysa da gezi metinlerinde odaklanılan
ve diğerleri” hakkındadır. O kişinin kendine dair nokta, gidilen yerin coğrafyası, iklimi, tarihi, kültü-
anlattıklarıyla iç içe geçse de anılar daha çok o ki- rü, insanlarıdır. Anlatan kişinin gözleriyle, anlatan
şinin diğerlerine dair gözlem, izlenim, duyguları kişinin deneyimleriyle o kenti, o ülkeyi, o bölgeyi
içerir. Bu, anılarla özyaşamöyküleri arasındaki ince tanıyan okur aslında gezi izlenimlerini yazan/anla-
çizgidir. Nitekim hem türün tarihinde hem de ve- tan kişinin bireysel yaşantısının değil, onun anlattı-
rilen eserlerde ben ve diğerleri çoğu kez birbirine ğı yerin bilgisinin peşindedir. Elbette bu, kişisel ve
karışır. Hatta yazarlar, eserlerine anı adını -veya alt öznel bir bilgidir ama gezi yazısı okuyan kişi de o
başlığını- verirken bile aslında özyaşamöykülerini kişisel bilgiyi arzular.

190
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Anılarını yazan kişi tüm yaşamını esas alabile- öğüt vermek, olan bitenleri kendi açısından bütün
ceği gibi sadece belirli bir dönemi (siyasal bir döne- açıklığıyla sergileyerek tarihe not düşmek, bu sa-
mi, bir kişiyle birlikte geçirdiği zamanı, belirli bir yede ilerideki araştırmalara kaynaklık etmek gibi
görevde geçirdiği süreyi vb.) de anlatabilir. Böylesi toplumsal amaç ve ilkelerle harekete geçebilir. Kimi
anılarda amaç, çoğunlukla hakkında konuşulan kez de çok sevdiği birini kaybetmiş olmanın acısıy-
dönem veya kişiyi farklı yönleriyle sergilemektir. la ona duyduğu özlemi gidermek için o kişiye dair
Bir döneme, bir kişiye, bir yere dair anılarını yazan anılarını kaleme alabilir: bir eş, bir baba, bir evlat.
kişinin temel amacı, geçen zamanın değiştirdiği, İster kişisel ister toplumsal düşüncelerle yola çıksın,
eksilttiği, yok ettiği şeylere karşı bireysel hafızasıyla anıda salt gerçek, katıksız gerçek, nesnel gerçek ara-
direnmek, unutmamak ve unutturmamaktır. Belki mak yanlış olur. Tarihin bir anında, bir yerde yaşa-
yalnız kendisinin bildiği bazı şeyleri de anlatarak mış bir kişinin verdiği kararlar, yaptığı işler, elbette
tarihe not düşmektir. Bu, bazen bir öz savunma ni- kendi doğrularının ve o zamanki koşulların bir so-
teliği taşıyabilir bazen de fazlasıyla taraflı olabilir. nucudur. Yirmi yaşınızda verdiğiniz bir karar, yirmi
Ama anı, özü itibarıyla kişisel bir tarih anlatımıdır. yaşınızın doğrularıyla sınırlıdır. Çoğu kez olgunluk
Dolayısıyla anının gerçeği, özneldir. Yazan tarihin çağlarındayken anılarını yazmaya başlayan kişi, ya-
bir anında bir yerde bulunuşuna dair bilgisini, zarken ister istemez yirmili yaşlarının doğrularını da
yorumunu aktarır; okuyan da tarih kitaplarından sorgular. İşte anıları değerli kılan da bu tartışmadır.
alamayacağı renklilikte, canlılıkta ve bireysellikte Okur, yazarın yanlışlarından ve doğrularından ken-
bir bilgiye ulaşır. Böylece tarih, insani boyut kaza- dine pay çıkarır. Yazarın bir amacı da budur. Anısını
nır. Demek ki anılar bir yandan bireysel ve öznel yazan kişi, başarı ve başarısızlıklarının farkında ol-
bir yandan da toplumsal ve ortak bir bilgiyi içerir. masa bile, okur bunu fark edecektir.
Nitekim hiç bilmediğimiz tarihsel dönemlere dair Anlatılanların içeriğine bağlı olarak anıları alt
anıları okuduğumuzda sadece o anıların yazarının türlere ayırmak mümkündür: siyasetçilerin anıları,
yaşamına ve çevresine dair bilgiler edinmiş olma- savaş ve esirlik anıları, belirli bir mesleğe dair anı-
yız, o dönemde dünyaya, insanlara, insanlığa dair lar, yazarların anıları, kentlere dair anılar, gündelik
pek çok şey öğreniriz. yaşam kültürüne dair anılar, belirli bir döneme, bir
Anılarda yazarlar hem zaman dizinsel hem de dil kuruma veya özel bir olaya dair anılar, özel bir ki-
ve üslup bakımından özgür ve rahattır. Anlattıkla- şiye dair anılar.
rının sırasını istediği gibi değiştirebilir, çağrışımlara Bu noktada bir yanıyla anıya dâhil olan, bir ya-
göre olaylar arasında ileri geri sıçrayabilir, isterse nıyla özgün bir noktada duran portreler üzerinde
konuşma üslubunu yeğleyebilir. Olaylara ve kişilere durmak gerekir. Yazınsal bir tür olarak portre, re-
bakış açısı, doğal olarak özneldir. Yazar duygusal ve simdeki portre anlayışının bir uzantısı olarak düşü-
taraflı olmakta özgürdür. Bu, anının içten ve kişisel nülebilir. Portreler bir yazarın değerli ya da dikkat
anlatımının bir parçasıdır. çekici bulduğu kişi ya da kişiler hakkında yazdığı
Kişiyi, anılarını kaleme almaya yönelten etken, kısa soluklu yazılardır. Portresi çizilen kişinin ya-
kendine, hayata, topluma veya bir kişiye duyduğu şamöyküsünden çok o kişinin fiziksel ve ruhsal
sorumluluk olabilir. Amacı başından geçenleri, ta- özellikleri, karakterinin belirgin yanları betimlenir.
nık olduklarını anlatarak eleştirilere yanıt vermek, Portreyi kaleme alan kişinin, anlattığı kişiye dair
kendini savunmak, doğru olduğuna inandığı değer- görüşleri, izlenimleri, yaşantıları da eklenir. Kişi-
lerin arkasında durmak, vaktinde söyleyemedikleri- nin gerçek bir insan olarak okurun gözünde can-
ni şimdi yazarak ifade etmek, yaşamındaki insanlara landırılması amaçlanır. Portre yazmak sadece insan
vefa borcunu ödemek, bildiklerini tarihe aktarmak betimlemek değildir. Gerçekten yaşamış birini,
ve böylece “Ben de yaşadım” diyebilmek de olabi- hatırasını incitmeden zarafetle anlatmak, gözlem
lir. Yazar bazen de anıları yoluyla bir gerçeğe dikkat gücü ve bilgi kadar kültürel donanım ve görgü de
çekmek, bir soruna açıklık kazandırmak, kendi ba- gerektirir. Türk edebiyatında portre türü metinle-
şarıları ya da başarısızlıkları yoluyla insanlara ders/ re Yahya Kemal’in Siyasi ve Edebi Portreler, Cemal

191
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

Süreya’nın 99 Yüz, Çetin Altan’ın Bir Avuç İnsan, Voltaire gibi sanatçıların, prenslerin, saray men-
Haldun Taner’in Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi De- suplarının yazdığı anılar türün modern anlamda
ğil adlı eserleri örnek verilebilir. Remzi İnanç, 1980 başlangıcı olarak kabul edilmektedir. 19. yüzyıldan
sonrası Türk edebiyatında portre yazarı olarak adını itibaren yaygınlaşan türe ait birçok örnek görül-
anabileceğimiz çok önemli bir sanatçımızdır. Gün mektedir: Chateaubriand, Ernest Renan, Alexan-
Gördüm Yüzler Gördüm (1998), Kar Altında Güller der Dumas, August Strindberg, Tolstoy, Victor
Var (2002), Ortak Belleğimizdir Dostlar... (2016), Hugo, Stendhal, Flaubert, Verlaine, Berlioz gibi
yazar ve yayıncı Remzi İnanç’ın gençliğinden itiba- sanatçılar, Vambery gibi bilim adamları, Bismarck
ren tanıdığı sanatçıları incelikle ve vefa duygusuyla gibi komutanlar anılarını yazmıştır. 20. yüzyılday-
anlattığı eserleridir. Portreler sayesinde kamuoyu- sa Gandhi, Tagore, Nehru gibi Doğu’nun bilgeleri;
nun yakından tanıdığı, takip ettiği kişilerin pek Limon van Sanders, Churchill, De Gaulle, Eisen-
bilinmeyen özellikleri sergilendiği gibi bu türden hover, Kruşçev, Truman, Adenauer gibi askerler ve
bir tanınırlığı olmayan ama ilginç kişiler de yaza- devlet adamları; Martin Luther King gibi liderler;
rın gözüyle tanıtılabilir. Bu hâliyle portreler; insa- George Orwell, Faulkner, George Moore, Gorki,
nın tekilliğinin, özgünlüğünün, benzemezliğinin Ehrenburg, Stanislavski, Edith Piaf, Salvador Dali
bir kanıtıdır aslında. Anılarla ortak yanı, yazarın gibi sanatçılar; Freud gibi bilim adamlarının anı-
deneyimlerinden, gözlemlerinden beslenmesidir. larıyla karşılaşılmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bk.
Anılardan ayrılan yanıysa geçmiş olayların öykü- Birsel 1972).
lenmesinden çok, yazarın ilginç bulduğu kişinin Türk edebiyatında vakayinameler, seyahatna-
betimlemesine odaklanmasıdır. meler, sergüzeştnameler, sefaretnameler, gazavat-
nameler, yazanın kişisel gözlem ve deneyimlerini
içeren bireysel anlatılar olarak anı türünün yeri-
ni tutmuştur. 16. yüzyılda Zaîfî’nin Sergüzeşt-i
dikkat Zaîfî’si, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Gazavat-ı
Bazen yazarlar kurmaca bir yapıyı, ör- Hayreddin Paşa’sı, Me’mun Bey’in hatıraları, türün
neğin bir romanı anı üslubunda kale- Türk edebiyatındaki erken örnekleri arasında sayıl-
me alabilirler; Flaubert’in Bir Delinin maktadır (Okay 1997: 446). Bu metinlerin çoğun-
Anıları gibi. Bazen de yazarlar kişisel da bugünkü anlamda anı türünün özelliklerini tam
yaşamlarına dair anıları romanlarında olarak görmek mümkün değildir.
kullanabilirler; Gorki’nin Çocukluğum,
19. yüzyılda Keçecizade İzzet Molla’nın
Ekmeğimi Kazanırken, Benim Üniversi-
Mihnet-i Keşan, Ziya Paşa’nın Defter-i A’mal, Cev-
telerim romanları, August Strindberg’in
Yazar romanı gibi. Bunları anıdan ayır-
det Paşa’nın Tezakir ve Maruzat, Namık Kemal’in
mak, kurmaca kabul etmek gerekir. Magosa Mektupları, Ahmet Midhat’ın Menfa, Mu-
allim Naci’nin Medrese Hatıraları, Sami Paşazade
Sezai’nin Londra Hatıraları, Recaizade Mahmut
Ekrem ve Abdülhak Hamid Tarhan’ın anıları anı
Türk Edebiyatında Anı Türünün türünün bizdeki ilk modern örnekleri arasında
Tarihsel Gelişim Süreci düşünülebilir. Bu dönemde mektup, günlük, anı
Batı edebiyatında anı türünün ilk örnekleriyle arasında kesin tür ayrımı henüz oluşmadığından,
Antik Yunan ve Roma dönemlerinde karşılaşılır- yazarların kendi yaşantılarına dair yazdıklarını anı
sa da bugün anladığımız anlamda anının başlan- gibi kabul edebiliriz.
gıcı 16-17. yüzyıla dayandırılmaktadır. Arap ve 20. yüzyıl başında anı türü bizde hızla yaygın-
İran edebiyatlarında gezi notları, günlükler, siyasal laşmıştır. Bunda Avrupa edebiyatının ve sanatının
notlar anı türünün ilk örneklerini oluşturmakta- etkisini de göz önünde tutmak gerekir. Halid Ziya
dır. Orta Çağ’da yazılan kronikler ve tarih kitap- Uşaklıgil’in sarayda geçen görev süresine dair Sa-
ları, anıları içerse de 17. yüzyıldan itibaren Saint ray ve Ötesi başlıklı ciltlerce süren anıları, Mehmed
Simon, La Rochefoucault, La Fayatte, Goldoni,

192
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Rauf ’un Edebî Hatıralar’ı, Ahmet Rasim’in Fuhş-ı


Atik, Eşkâl-i Zaman, Şehir Mektupları, Muharrir,
Şair, Edib gibi eserlerinde etraflıca betimlediği
İstanbul’un günlük yaşayışı, gelenekleri, renkli si- Kimi anılar gazete ve dergilerde kalmış-
malarına dair anlatıları, anı türünün Türkiye’deki tır. Arşivlerde çalışarak bu anıları derleyip
gelişiminde çok önemli dönüm noktalarıdır. Ahmet toplamak edebiyat araştırmacılarının gö-
İhsan Tokgöz Matbuat Hatıralarım’da, Hüseyin revlerindendir.
Cahit Yalçın Kavgalarım’da ve Edebi Hatıralar’da
hem siyasal tarihimize hem de yazınsal tarihimize
ışık tutmuşlardır. Yazarların kaleme aldığı anılar,
tarihsel bir tanıklık olduğu kadar yazınsal ve estetik
açıdan da olgun eserlerdir. II. Meşrutiyet Dönemi, dikkat
Bazen birinin anıları o kişinin ölümün-
Balkan Savaşları, Kurtuluş Savaşı gibi önemli sü-
den sonra yakınları veya araştırmacılar
reçleri yaşayan ve gözleyen siyasetçiler, komutanlar, tarafından kişisel notlarından yararlanı-
devlet adamları, gazeteciler, yazarlar anılarını kale- larak yayımlanabilir: Kâmil Yazgıç, Ah-
me almıştır. met Mithat Efendi, Hayat ve Hatıraları
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilk yılla- (1940), Afet İnan, M. Kemal Atatürk’ün
rın heyecanı, yeni kurumların inşası, tek partili Karlsbad Hatıraları (1970) gibi.
hayattan çok partili hayata geçiş süreçleri, 1960,
1970, 1980 askerî ihtilalleri, Kıbrıs Barış Harekâtı,
Kore’ye asker gönderilmesi gibi önemli siyasal ve Bugüne dek Türkiye’de yazılmış ve yayım-
toplumsal dönemeçler, 1980 sonrasında hızla ya- lanmış anılara, içerikleri ve yazarları açısından
şanan ekonomik dönüşüm süreçleri, bu aşamalara baktığımızda şöyle bir sınıflandırma yapmak
tanık olan birçok kişinin anılarını kaleme almasını mümkündür:
sağlamıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren gazeteci-
lerin, yazarların, askerlerin, siyasetçilerin anılarını
yazdığı dikkat çekmektedir.
Bazen de bir kişiye, bir kuruma, bir ola-
Türkiye’de hemen her alandan, her sosyal ko- ya dair anılar, farklı kişilerden derlene-
numdan kişinin anılarını kaleme aldığı söylene- rek birleştirilebilir. Ruşen Eşref Ünay-
bilir. Bunda özyaşamöyküsüne oranla anının bir dın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki
yanda daha korunaklı ve daha geniş çerçeveli bir (1960), Kadın Yazarlar Derneği, Tanıklar-
tanıklık anlatısı olmasının payı vardır. Siyasal ve/ la 12 Eylül: Kadınlar Anılarını Paylaşıyor
veya toplumsal baskı dönemlerinde başlarından (2010) gibi. Burada amaç, o kişinin, kuru-
geçenleri, gördüklerini, hissettiklerini yazan ama mun ya da olayın farklı bakış açılarından
yayımlayamayan kişilerin arkalarında bıraktığı ortaya konmasıdır.
defterler, sonraki yıllarda çocukları ya da araştır-
macılar tarafından gün ışığına çıkarılmaktadır.
Böylece kişisel tanıklıklarla her tarihsel süreç yeni Siyasetçilerin, devlet adamlarının, bürok-
bir boyut kazanmaktadır. Anılarını yazan kişinin ratların anıları: Halit Ziya Uşaklıgil, Saray ve
çok ünlü, tanınmış biri olması, eserin satış oranla- Ötesi (1940-1942), Ahmet Reşit Rey, Gördükle-
rını doğal olarak artırır. Ama tanınmamış biriyle rim Yaptıklarım (1890-1922) (1945-1947), Ya-
ünlü birinin anıları, tarihe tanıklık bakımından kup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada Kırk Beş Yıl
aynı yüksek değerdedir. (1966) gibi.

193
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

Savaş ve askerlik anıları: Yakup Kadri Kara- Onların ve askerlerin anılarında resmî dil, nesnel
osmanoğlu, Vatan Yolunda (1958), Kâzım Karabe- anlatım açısı belirgindir. Anlattıklarını belgelendir-
kir, İstiklal Harbimiz (1960), Halide Edib Adıvar, me, kanıtlama çabası dikkat çeker. Askerlerin anı-
Türk’ün Ateşle İmtihanı (1962) gibi. ları çoğunlukla bir savaşa dair bilinmeyenleri dile
Esirlik, hapishane ve sürgün anıları: Recep getirmeyi amaçlamaktadır. Onların savaş anıları
Bilginer, Hapishane Penceresi (1959), Şahat Tan, sayesinde tarihe sadece sayı ve galibiyet-mağlubiyet
İsrail Zindanlarında Bir Türk Subayı (1967) gibi. olarak geçecek savaşların, ne büyük bir yıkım ya
da ne büyük bir mücadele olduğunu anlayabiliriz.
Meslek ve görev anıları: Yakup Kadri Karaos-
Esaret anıları daha çok savaş sırasında esir düşmüş
manoğlu, Zoraki Diplomat (1955), Zeki Velidi To-
askerlere ait metinlerdir. Sürgün ve hapishane anı-
gan, Hatıralar (1969) gibi.
larıysa gazetecilerin, yazarların ve aydınların siyasal
Yazarların anıları: Mehmed Rauf, Edebi Hatı- baskı dönemlerinde susturulmak üzere hapsedil-
ralar (1997), Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatı- dikleri ya da ülkeden ayrılmak zorunda kaldıkla-
ralarım: 1888-1923 (1930), Hüseyin Cahit Yalçın, rı dönemlere dairdir. Kent anılarının bir kısmı o
Edebi Hatıralar (1935) gibi. kentte doğup büyümüş kişilerce kaleme alınmıştır,
Kentlere, semtlere, ülkelere dair anılar: Samet bir kısmıysa yazarın çeşitli nedenlerle bir süre yaşa-
Ağaoğlu, Strasburg Hatıraları (1933), Yunus Nadi, dığı yabancı ülkelere dairdir. Kent anılarının gezi
Ankara’nın İlk Günleri (1955), Ahmet Yorulmaz, yazılarından farkı, sadece bir kent rehberi içeriğin-
Ayvalık’tan Cunda’dan (2007) gibi. de olmaması, o kentte geçen yaşamı kişisel yanla-
Gündelik yaşam kültürüne dair anılar: Ah- rıyla da anlatmasıdır. Doğup büyüdüğü kente veya
met Rasim, Eşkâl-i Zaman (1334), Abdülhak Şi- semte dair anılarını yazanlar, o kentin/semtin artık
nasi Hisar, Boğaziçi Yalıları (1954), Geçmiş Zaman yitip gitmiş güzelliklerini, kent rehberlerinde bu-
Köşkleri (1956) gibi. lunamayacak özelliklerini ve öykülerini anlatarak
kentlerin tarihine ruh katarlar. Özel bir kişiye dair
Bir kuruma, özel bir olaya veya belirli bir dö-
anılarda, Atatürk başta olmak üzere büyük devlet
neme dair anılar: Ruşen Eşref Ünaydın, Türk Dili
adamları, büyük sanatçılar öne çıkmaktadır. Bu
Tedkik Cemiyeti’nin Kuruluşundan İlk Kurultaya
türden anılar sayesinde idealleştirilen, bazen aşırı
Kadar Hatıralar (1943), Afet İnan, Gazi Mustafa
derecede yüceltilen, bazen sadece bir yönleriyle ta-
Kemal Atatürk ve Türk Tarih Kurumu (1953) gibi. nınan kişiler; gözümüzde gerçek birer insan olarak
Özel bir kişiye dair anılar: Ruşen Eşref Ünay- canlanırlar. Hüzünleri, acıları, sevinçleri, çocuk-
dın, Tevfik Fikret: Hayatına Dair Hatıralar (1919), lukları, yanlışları ve doğrularıyla o kişileri sanki be-
Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları raber yaşamışız gibi tanıma şansımız olur.
(1955), Çankaya (1969), Abdülhak Şinasi Hisar, İster bir yazar tarafından yazılmış olsun ister ilk
Yahya Kemal’e Veda (1959) gibi. ve tek kitabı olarak anılarını yazmış birince kale-
Politikacıların ve devlet adamlarının anıların- me alınmış olsun, anılar sosyal tarihin en önemli
da, görev yaptıkları dönemlere dair hesap verme, ögesidir. Çünkü tarih, insanoğluna özgü bir büyük
uğradıkları haksızlıklara karşı kendilerini savunma, anlatı; anılarsa bireylere özgü küçük anlatılardır.
getirdikleri yenilikleri ve elde ettikleri başarıları öne Büyük anlatıyı kurabilmek ve anlayabilmek, küçük
çıkarma gayesi kendini daha çok göstermektedir. anlatılarla mümkündür.

194
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

yaşamla ilişkilendir

Örnek Metin (Özyaşamöyküsü) bahçeye bakmayan ve camlarının arkasından mor


“İçimde mor salkımlı bir ev var, Beşiktaş ta- salkım desteleri görünmeyen odalar, çocukta garip
raflarında idi. bir sıkıntı yaratır. Bu defa bu korkuyu azdıran şey,
yüzüne dokunan iki uzun siyah saç örgüsüdür. An-
Çocukluğum o evde geçti, gittim aradım,
nesinin arkası dönüktür, fakat kımıldandıkça saçlar
bulamadım, yanmış...
hareket eder ve küçük kıza canlı, isimsiz birer tehli-
Onu yazacağım.” keli hayvan tesiri yapar, daha sonraları, küçük kızın
Her insana var olduğunu ilk defa idrak etti- hayatında bu saç örgülerinin uyandırdığı tesiri, yı-
ren başka başka vakalar vardır. Etraftaki eşyanın lan uyandırmıştır.
veya hadiselerin zaman zaman hafızada çakıp sö- (...)
nen bir şimşek ışığı içinde göründüğü yaş, galiba
Küçük kız bu günlerde, kendisinin doğmuş oldu-
şahsa göre değişiyor. Bu küçük kızın kafasında
ğu söylenen, pencerelerinden mor salkımlar sarkan
çakan şimşekler, inanılmayacak kadar erken baş-
odada yatardı. Bahçeye bakan üç büyük pencerenin
lar fakat çok fasılalıdır.
altında beyaz örtülü uzun minder vardı. Perdeleri
Hafızasında hayat, kendini kayda başladığı beyaz patiska idi. Bu perdeler hiç kapanmazdı, zira
ilk devrin hiç unutamayacağı zemini, Beşiktaş’ta, mor salkımlar birer güneşlik vazifesi görürdü. Bah-
doğduğu evde başlar. Bu ev, Ihlamur’a giden çeden gelen kokuların, gözü okşayan tabiat renkleri-
uzun caddeye inen, birbirine muvazi dik yokuş- nin arasında küçük kızın içi şevkle dolmuştu.
lardan birinin hemen tepesindedir. Bu evden
(...)
sonra gelen kocaman kırmızı kâgir konak, bu
yokuşun son evidir. Tepenin solu koyu yeşil çam- Bundan sonra küçük kızın hikâyesi artık benim
lar, nazlı söğütler arasında Abdülhamid’in Beyaz oldu, çünkü o zamana kadar hatırladıklarım hep
Saray’larını görürken sağ tarafı Adalar Denizi’nin rüyaya, hayale benzeyen şeylerdir. Halbuki ondan
mavi sularına bakar. sonraki olaylar kendi şuurumun temelini teşkil
eden hisleri meydana çıkardılar. Evvelâ aynada Ha-
Evin kendisi, çocuğun hafızasında Mor Sal-
lide denen mahlûka baktığım zaman, içimde hasıl
kımlı Ev yaftasını taşır. Bu ev, yarım asırdan ziya-
olan garip bir his vardır. Bu yüzü yadırgadım; bu
de, bazan da her gece bu küçük kızın rüyalarına
yüz bana yabancı yüzlermiş gibi, garip ve yepyeni
girmiştir. Arka taraftaki bahçeye nazır pencereler,
bir mahlûkmuş gibi geldi.
çifte merdivenlerin sahanlıklarındaki ince uzun
pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam Yine aynı zamanda kendi içimde sarahatle his-
güneşinde mor çiçekler arasında camlar birer ateş settiğim şey, İngilizlerin humour dedikleri, bizim
levhası gibi parlar. daha fazla halkta görülen bir nevi mizahî his, bazan
ağlatacak vak’alar karşısında dahi beliren ruhun te-
(...)
bessümüdür. Bu his beni insanlara hem yaklaştırır
Acaba ilk varlığını idrak ettiren sahne kaç hem de aynı zamanda beni onlardan uzaklaştırırdı...
yaşına vaki olmuştur? Her halde dört yaşından
Başka bir his de hareketsiz bir suya benzeyen,
önce olacak. Çünkü bu devirde hafızasında ça-
bazı günlerde boğazı tıkayan, gözlerimden yaşlar
kan şimşeklerin aydınlattığı sahnelerde zaman
akmasına sebep olan bir iç sızlamasıdır.
zaman annesi de görünür ve küçük kız, annesini
üç ilâ dört yaşları arasında kaybetmiştir.
İşte hafızasında çakan bir şimşek daha... Sokak Kaynak: Adıvar, H. E. (2011). Mor Salkımlı Ev.
üstünde büyük bir odada, bir yer yatağında beyaz İstanbul: Can. s. 17-47.
gecelikli bir kadınla koyun koyna yatmaktadır. Ço-
cuğun içinde zamanın hatırasını silemediği bir kor-
ku, derin bir huzursuzluk vardır. Esasen pencereleri

195
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

yaşamla ilişkilendir

Örnek Metin (Yaşamöyküsü) dının kanaviçesiyle uğraştığı gibi, kelime kelime


Daracık, rutubet kokan bir oda burası. Ke- uğraştığı bir şiir. Bir rüya parçası... Ölümlülüğü-
dilerle dolu, ortasında ağaç olan bir avluya ba- nü hatırlatana bir iki dize.
kıyor. Yarı karanlıkta, girerken gördüm. Ürkütü- Sıkıntı, umutsuzluk vesvese... Her şey barı-
cü, karanlık bir yer aslında. Kapı oldukça eski, nabilirdi bu odada. Gece gelen evhamlar, ölüm
pencere yarıya kadar inmiş bir demir kepenkle düşünceleri için müsait bir yerdi burası.
kapatılmış. Alışmıştım odaya. Bütün ayrıntıların fotoğ-
Odanın içinde karmakarışık kitaplar, dergi- rafını çekmeye çalışıyordum gözlerimle.
ler, kâğıtlarla yüklü dünya ilk gördüğüm an şaşırt- Birden aklıma geldi. Cep telefonumla oda-
tı beni. Ürktüm ve heyecanlandım. Tanpınar’ın nın gerçek fotoğraflarını çekebilirdim.
dünyası... Geceleri uyuduğu, rüyalarını gördüğü,
İçerideki bu eski zamana sıkışmış atmosfer
o rüyaları günlüğüne not ettiği oda. Bir kâğıt,
beni şaşırtmıştı; yanımda cep telefonum olduğu-
sigara izmariti, plak, gazete, kitap ve defter kar-
nu bir an için unutmuştum.
maşası. İki yanda yükselen yığınlar odanın bü-
yük bir kısmını kaplamıştı. Masanın üstünde bir Çıkardım telefonumu ve köşedeki sedirimsi
iki eski ilaç şişesi... Bir tanesini usulca elime alıp yatağın, üstü karmakarışık yazı masasının, yerler-
baktım. Bir mide ilacı olmalıydı. Dikkatle aynı den yukarılara uzanan kâğıt ve gazete yığınları-
yere koydum. nın, Eski Türkçe bir iki notun, kepenkli pencere-
nin fotoğraflarını çektim.
Bu odanın tüm karmaşıklığına karşın kendi-
ne özü bir düzeni olduğuna emindim. Belki de bunlar, bu odanın çekilen ilk fotoğ-
raflarıydı.
Ama birden Tanpınar’ın Paris’e gitmek üze-
reyken pasaportunu birtakım müsveddelerle bir- Çevreme bakınıyor, unutmuş, kaçırmış ola-
likte çöpe atmış olduğunu hatırladım! bileceğim ayrıntıları arıyordum.
Fakültede ona kahvesini getiren Çeşminur Kapının yanına giderek, bütün odayı içine
Hanım, çöpü karıştırarak, zar zor bulmuştu pa- alacak şekilde bir fotoğraf daha çektim.
saportunu. Garip şey. Gelen giden yoktu. Öylece, yalnız
Bu oda sanki bir hapishaneydi. Narmanlı bırakılmıştı bu tuhaf oda, bu gece vakti. Yavaşça
Yurdu’nun çok eskiden Rus hapishanesi olarak kapıyı açtım. Işığı söndürerek dışarı çıktım.
kullanıldığını anımsadım o an. (...)
Bu atmosfer, bu darlık, pencerelerdeki bu Çevremde göz gezdiriyordum. Cami, minare
kepenkler... Yanılmamıştım. sessiz; köprünün ışıkları yanmış.
Ahmet Hamdi Bey’in kendi deyimiyle Dolunay yavaş yavaş karşı tepelerin ardında
“ahır”ı, hapishane odası idi burası. yükselmeye başladı. Sihirli bir görüntüydü bu;
Bu odanın gece gündüz Beyoğlu’nun bo- gözlerimi hafifçe kısmış, ağır ağır yükselen altın
hemleriyle dolup taştığını da okumuştum bir bir tabağı andıran aya bakıyordum.
yerde. Birden umulmadık bir şey oldu. Yeniden
Kalabalıklar içindeydi bu karmakarışık kü- dikkatle baktım. Doğru görüyordum.
çük odada yazar; geceler boyu içkinin ve kokai- Dolunay’ın üstünde küçük, ince Eski Türkçe
nin insanların maskelerini nasıl düşürdüğünü iz- yazıyla uzun uzun bir şeyler yazılıydı sanki.
lemeyi seviyordu belli ki. Masanın üstünde belki Bulut olmalıydı bu.
yarım kalmış bir şiiri vardı. Üstünde yaşlı bir ka-

196
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Daha dikkatli bakıyordum şimdi. Doluna- Karanlığın içinde tek başımaydım. Önümde
yın üstündeki ince çizgiler bulut gölgesi değildi. dolunay. Üstünde Tanpınar’ın yazısı.
Eski Türkçe bir karalama belirmişti. Çok net gö Kimsecikler görmüyordu bu akıl almaz ola-
rünüyordu yazı şimdi. yı. Hayretler içinde kalmıştım.
Şaşkına dönmüştüm. Köprünün üstündeki trafik düzenli olarak
Böyle bir şey nasıl olabilirdi? akıyordu.
Biraz daha dikkatle baktığımda, bu yazının Hiç yana çekilmiş duran bir araba, gökyü-
Ahmet Hamdi’nin Tünel’deki, Narmanlı Yur- zünü izleyen bir kalabalık, bir insan kümesi gö-
du’ndaki odasında gördüğüm yazı masasının remiyordum.
üstünde açık duran bir defterdeki yazının aynısı “Sükût suikastı.”
olduğunu farkettim.
Birden bu sözü gelmişti aklıma Tanpınar’ın.
Kuşkum yoktu. Aynı yazıydı bu. Dolunayın
Sükût suikastı.
üstündeydi işte. Ne yazdığını görüyor ama anla-
yamıyordum. Suskunluk. Çevresindeki, yapıtlarına karşı
olan sessizlik, tepkisizlik. Kimsenin bir şey yaz-
Ay Boğaz’ın üstünde pırıl pırıl yükseliyordu.
maması, ağzını açıp bir şey söylememesi.
Üstünde Ahmet Hamdi’nin günlüğüne karaladı-
ğı Eski Türkçe notlarla. “Sükût suikastı” demişti buna Tanpınar.
Etrafıma bakındım. Acaba benden baş- Şimdi su Alay Emini Sokağı’nda, Kuruçeşme
ka biri de fark etmiş miydi bunu? Çevre sakin- sırtlarında aynı şeyi büyük bir şaşkınlıkla görü-
di, görünürlerde hiç kimse yoktu. Alay Emini yordum.
Sokağı’nın üst kısımlarına doğru yürümeye Kendi el yazısı dolunayın üstündeydi. Bütün
başladım. Sokakta tek tük kedi vardı. Bir tanesi dünyadan görülüyordu kuşkusuz. Ama hiç kim-
bacaklarıma süründü. Yeniden baktım aya. Ora- seden bir ses çıkmıyordu.
daydı. Tanpınar’ın güncesinden yarım sayfa, o
ince yazısıyla, sola doğru eğik, oradaydı işte. Bü- Kaynak: Eray, N. (2014). Aydaki Adam
tün bu yarıküredekiler görüyor olmalıydılar bu Tanpınar. İstanbul: Doğan Kitap. s. 19-20,
yazı parçasını şimdi. 26-28.
Ama çevremde hiçbir heyecan, hayret veya bu
yazının görüldüğüne dair herhangi bir belirti yoktu.

197
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

yaşamla ilişkilendir

Örnek Metin (Anı) kendi kafamızla değil de onların öğrettiği yolda, ille
Devlet, babamın büyük hizmetlerine karşılık, onlar gibi düşünmeğe alıştırmalarına isyanımı belir-
beni parasız yatılı olarak Galatasaray Lisesi’nde okut- tip, attım imzamı.
tu. Bu okula da çok şey borçluyum. “Batıya açılan bu Sıfır da alsam umurumda değildi. Yaz uzantısını
pencere” benim de görüşümü genişletti. Galatasaray’da bırakıp okula tıkılmak kafamı bozmuştu. Ertesi haf-
daha çok spordu en çok sevdiğim. Her sınıfın çalış- ta hoca notları okurken bir de ne göreyim, en yüksek
kanları vardır, şair olma heveslileri vardır, tiyatro me- notu ben almışım. Oysa sınıfta ne üslup meraklısı, ne
raklıları vardır; bizim merakımız atletizmdi. Bu alan- edebiyatçı arkadaşlar vardı. Hepsi de bu işe benim ka-
da ağabeylerimiz de daha sonra Türkiye rekortmenleri dar şaştılar. Üstelik benim metnimde en az yirmi kadar
olan Mehmet Ali Aybar’la Semih Türkdoğan’dı. Arka da Fransızca yanlış vardı. Onlarınkinde hemen hemen
bahçede tanrının günü koşar, engel atlar, çalışırdık. yanlış yoktu. Bunun nedenini hocadan sorduklarında
Ben 110 engelli koşardım. Bir merakım da dekatlon- şu yanıtı aldılar: “Fransızca düzelebilir, önemli olan o
du. Yazar olmak ilkin aklımın kıyısından geçmezdi. değil. Yazıda başkalarında görmediğim bir kişilik ve
Ama rahat yazıyor olmalıyım ki, kompozisyonda hep yüreklilik gördüm. Külfetsiz, ıkınmasız, rahat da bir
iyi not alırdım. Hatta yazamayanlar içinde kompozis- anlatışı var. Notu bunlara verdim.”
yon ödevi yapardım. Bir keresinde, başkası için yazdı- Yıllar sonra aynı hoca uluslararası bir tiyatro
ğım özenli ödevden çok daha iyi not almıştı. kongresinde beni karşısında Türkiye delegesi olarak
Bendeki yazarlık kıvılcımını ilk keşfeden Fran- görünce elimi hararetle ve iki eliyle sıktı: Arada ül-
sızca edebiyat hocamız M. Dard olmuştu. Sonra- kemin iyi kötü tanınmış bir yazarı olduğumu, kimi
dan UNESCO’da önemli yönetici mevkilere atanan yapıtlarımın da yabancı antolojilere geçtiğini bildiği
bu hoca bize şöyle bir kompozisyon ödevi vermişti: için, çocuk yaşta bana kondurduğu yazarlık yetene-
Okullar açıldı, ne duyumsuyorsunuz, bunu yazın. ği teşhisini yalancı çıkarmadığıma nerdeyse teşekkür
Herkes hocanın gözüne girmek için, yeni bir hevesle edecekti.
çalışma açlığını belirtirken ben içimden geldiği gibi
döşendim: Dünyanın en güzel olduğu güz mevsimin-
Kaynak: Taner, H. (1980). Çocukluk Yılları: Ya-
de bizleri denizden, doğadan, gönlümüzce bunların
zarlarımızın Çocukluk Anıları. Mehmet Seyda (Der.).
tadını çıkaraktan koparıp bu sıkıntı verici dört duvar
Ankara: Türk Dil Kurumu. s. 248-250.
arasına, somurtuk hocaların klişe laflarını dinlemeye,

Öğrenme Çıktısı
3 Anı türünün tarihsel gelişimiyle birlikte biçim ve içerik bakımından özelliklerini dile
getirebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Anıların edebî bir değer ta-


Anı türüyle özyaşamöyküsü
Anıların tarihe, tarihin şıması için nasıl bir özelliğe
arasındaki ilişkiyi değerlen-
anılara katkısını araştırın. sahip olması gerektiğini an-
dirin.
latın.

198
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Özyaşamöyküsü türünü tarihsel


1 gelişimi ile birlikte biçim ve içerik
bakımından açıklayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Genel olarak yaşam yazını olarak değerlendirebileceğimiz özyaşa-
Özyaşamöyküsü möyküsü, yaşamöyküsü ve anı, bir kişinin yaşamı boyunca görüp
geçirdiklerine, tanıklıklarına, izlenimlerine ve duygularına dair
metinlerdir. Hepsinin ortak yanı geçmiş yaşamı yazmak, zamanın
hızla akışına ve unutmaya direnmek, bildiklerini ve gördüklerini
kendi açısından anlatarak okurlarla paylaşmaktır.
Özyaşamöyküsü, bireyin kendi yaşamını kendi kalemiyle anlatma-
sıdır; bu metinlerde yaşayan, anımsayan, yazan, anlatan aynı kişi-
dir. Anımsadıkları daha çok kendi yaşamına odaklanarak anlattığı
geçmiş zaman yaşantıları ve izleridir. Bir kişinin kendi yaşamını
yazması, kendiyle ve geçmişiyle hesaplaşması anlamına da geleceği
için cesaret ister. Her özyaşamöyküsü, kendine özgü bir biçim ve
yapı taşır. Türün incelenmesine ve benzer türlerden ayrılan yönleri-
ni belirlemeye yönelik çalışmalar, 1970’lerde başlamıştır. Batı ede-
biyatında türün başlangıç noktası olarak Augustinus’un İtiraflar’ı
anılır ve 11.-12. yüzyıldan itibaren pek çok örneğine rastlanır.
Türk edebiyatındaysa özyaşamöyküsel anlatım tarzının örneği ola-
rak Orhon Yazıtları’ndan söz etmemiz gerekir. Klasik edebiyatta
ve halk edebiyatında özyaşamöyküsel metinler vardır ama Türk
edebiyatında Batılı anlamda özyaşamöyküsü türünden metinlere
asıl olarak 19. yüzyıl sonundan itibaren rastlanır. 20. yüzyılın son
çeyreğinden itibaren sayıları ve çeşitleri hıza artar.

Yaşamöyküsü türünün tarihsel


2 gelişimini açıklayıp biçim ve içerik
özelliklerini sıralayabilme

Yaşam yazını türünün diğer kolu olan yaşamöyküsü ise bir yaza-
Yaşamöyküsü rın veya bir araştırmacının gerçekten yaşamış bir kişinin yaşamını
anlattığı eserlerdir. Bilimsel, sanatsal, eğitimsel, ekonomik, top-
lumsal, siyasal alanlarda başarı göstermiş, belirli bir alanda yeni-
likler getirmiş, toplumca tanınmış kişilerin gerçek yaşamı, pek
çok kişi tarafından merak edilir. Yaşamöyküsü, o kişinin yaşamına
yakından tanıklık etmiş biri tarafından yazılabileceği gibi bir ga-
zeteci, bir araştırmacı veya bir romancı tarafından araştırmalara,
görüşmelere, belgelere ve başkalarının anılarına dayanarak yazıla-
bilir. Burada amaç, sadece bir ya da birkaç yanıyla tanınmış ünlü
bir kişinin yaşamının bilinmeyen yanlarını da ortaya koymaktır.
Böylece o kişinin yaşam serüveni tüm yönleriyle aktarılmış olur.
Bazen de toplum tarafından yeterince tanınmayan, bilinmeyen
birilerinin yaşamı anlatılabilir. Burada amaç ise o kişinin yaşamı-
nın ve yaptıklarının anlatılması yoluyla hak ettiği ilgiye, tanınırlı-
ğa kavuşmasını sağlamak olabilir. Kimi yaşamöyküleriyse sadece
yazarın yaşamı için önemli kişilere aittir; bir annenin, bir eşin,
bir arkadaşın yaşamöyküsünün ayrıntılarıyla anlatılması da en az
diğerleri kadar ilgi çekici ve değerlidir. Ansiklopedilerde, sözlük-
lerde genel başvuru kaynaklarında ve akademik araştırmalarda
nesnel bakış açısıyla yazılan yaşamöykülerinin yanında yazınsal
dille kaleme alınan yaşamöyküleri de vardır. Özellikle ünlü kişile-
rin yaşamlarını merak edenler, bu tür eserleri okumaktan büyük
zevk alırlar. Yaşamöyküsel (biyografik) romanlar hem dünyada
hem Türkiye’de son yıllarda çok yaygındır.

199
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

Anı türünün tarihsel gelişimiyle


3 birlikte biçim ve içerik bakımından
özelliklerini dile getirebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Anılar, sadece anlatıcının kendi yaşamına odaklanmayan, bir ola-


Anı ya, belirli bir döneme, bir mekâna, bir kişiye dair anımsananların
anlatıldığı metinlerdir. Anılar, birinin unutmak istemediği şeyleri
yazma arzusunun bir sonucudur. Mutlaka yazısal bir dille kaleme
alınması gerekmez. Yazanın amacı, tanık olduğu olayların unutul-
mamasını sağlamaktır. Anılar, bir olaya, bir döneme, bir kişiye, bir
kuruma dair öznel bir tanıklıktır aslında. Resmî tarihte, belgelerde
vs. yer almayan ya da önem verilmeyen birçok ayrıntı, bilgi, yorum
ve gözlem, anılar sayesinde tarihe geçmiş olur. Belki de bu nedenle
özellikle devlet adamları, siyasetçiler, bürokratlar, askerler görev sü-
releri bittikten sonra anılarını yazarak topluma hesap vermek isteği
duyarlar. Anı içinde özel bir yer tutan portrelerse bir yazarın, de-
ğerli ya da dikkat çekici bulduğu kişinin daha çok fiziksel ve ruhsal
özelliklerini, karakterini betimlediği yazılardır. Batı edebiyatında
anı türünün ilk örnekleriyle Antik Yunan ve Roma dönemlerinde
karşılaşılırsa da bugün anladığımız anlamda anının başlangıcı 16-
17. yüzyıla dayandırılmaktadır. Arap ve İran edebiyatlarında gezi
notları, günlükler, siyasal notlar anı türünün ilk örneklerini oluş-
turmaktadır. Türk edebiyatında da anı, çok yaygın bir yere sahiptir
ve ilk örnekleri olarak vakayinameler, seyahatnameler, sergüzeştna-
meler, sefaretnameler, gazavatnameler gibi yazanın kişisel gözlem
ve deneyimlerini içeren bireysel anlatıları anmamız gerekir. 19.
yüzyıldan itibaren başta yazarlar olmak üzere pek çok kişi anılarını
kaleme almıştır ve özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
hızla gelişip yaygınlaşmıştır.
Yaşam yazını türünden eserlerin gelişmesi, bireyin bir değer ola-
rak öne çıkmaya başlamasıyla yakından ilişkilidir. Rönesans
Dönemi’nden itibaren ve özellikle 18. yüzyıl sonundan itibaren
hızla gelişen bu türden eserler, Türk edebiyatında da özel bir yer
tutar ve özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitlenir.
Genel olarak yaşam yazını olarak adlandırılan özyaşamöyküsü, ya-
şamöyküsü ve anı arasında birbirine geçişli birçok özellik vardır, en
önemli ortaklıksa yaşamın anlatılmasıdır. Bu üç tür arasındaki te-
mel ayrım noktalarınıysa şöyle belirleyebiliriz: Özyaşamöyküsünde
odak, yazanın kendi yaşamıdır; yaşayan kişi, yazan kişi ve yaşa-
mı anlatılan kişi aynıdır. Anı, birinin kendi yaşamını da katarak
tanıklıklarını anlatmasıdır. Anının yazarı, sadece kendi yaşamına
değil, çevresindeki kişilere, belirli bir döneme, duruma, mekâna,
kuruma, kişiye, mesleğe vb. odaklanarak anlatabilir. Yaşamöyküsü
ise birinin başka birinin yaşamını anlatmasıdır. Bir başka önemli
fark da şudur: Özyaşamöykülerinde bireyin kendiyle ve geçmiş ya-
şamıyla hesaplaşması beklenir, yaşamöyküsünde ve anıda böyle bir
beklenti yoktur. Birinin yaşamını anlatmanın, kendi yaşamını ve
anılarını anlatmaya göre daha nesnel olduğu düşünülebilir.
Bu ünitede özyaşamöyküsü, yaşamöyküsü, anı türleri iç özellik-
leriyle, birbiriyle kesişen ve ayrılan yanlarıyla incelenmiştir. Batı
edebiyatında türlerin önemli örneklerine değinilerek özellikle
Türk edebiyatındaki gelişimi ele alınmıştır.

200
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Özyaşamöyküsünün en yalın karşılığı aşağı- 6 Aşağıdakilerden hangisi yaşam yazını kavra-


dakilerden hangisidir? mının dışında kalır?

neler öğrendik?
A. Kişinin kendi yaşamını yazmasıdır. A. Tarih
B. Kişinin bir başkasının yaşamını yazmasıdır. B. Gezi
C. Kişinin bir devri anlatmasıdır. C. Anı
D. Kişinin çevresindeki insanları anlatmasıdır. D. Yaşamöyküsü
E. Kişinin dünya görüşünü anlatmasıdır. E. Özyaşamöyküsü

2 Özyaşamöyküsünde yazarın konumu aşağı-


7 Yazarların kaleme aldığı anı, yaşamöyküsü
ve özyaşamöyküsü türünden eserlerin diğer kişiler
dakilerden hangisinde doğru ifade edilmiştir? tarafından kaleme alınanlardan temel farkı aşağı-
A. Yazar = Okur = Anlatıcı dakilerden hangisidir?
B. Yazar = Gözlemci = Anlatıcı A. Tartışmaya açık tutum
C. Yazar = Yaşayan = Anlatıcı B. Doğrulara sadakat
D. Yazar = Söyleşen = Anlatıcı C. Sanatsal üslup ve estetik haz
E. Yazar = Öğreten = Anlatıcı D. Araştırmacı tavır
E. Duygusal bağlılık
3 Anının özyaşamöyküsüyle kesişme noktası 8 Aşağıdakilerden hangisi anılarla gezi yazıları-
nedir? nın benzeşim noktalarından biri değildir?
A. Tarihsel bilgilendirme A. İzlenimleri aktarma
B. Toplumsal sorgulama B. Duygusal tutum
C. Etik tartışma C. Kişisel yaklaşım
D. Bireysel yaşantı D. Araştırmaya dayanma
E. Eğitsel çaba E. Öznel tavır

9 Birinin yaşamöyküsünü yazan kişi aşağıdaki-


4 Aşağıdakilerden hangisi insanları anılarını lerin hangisini amaçlamaz?
yazmaya iten etkenlerden biri değildir?
A. O kişinin yaşamı sayesinde topluma olumlu bir
A. Topluma hesap verme isteği örnek sunma
B. Kendini haklı çıkarma çabası B. O kişiye duyduğu sevgiyi, saygıyı ve vefayı dile
C. Gördüğü yanlışları dile getirme arzusu getirme
D. Geleceğe ışık tutma çabası C. Tam ve ayrıntılı bilgilerle o kişinin yaşamını
anlatma
E. Ünlü olma gayreti
D. Yaşamını yazdığı kişinin daha yakından tanın-
masını sağlama
5 Anılarını yazan kişinin anlatım tutumu aşağı- E. Tanınmış birinin yaşamını yazarak kamuoyun-
dakilerden hangisidir? da ünlü olma
A. Nesnel
B. Öznel 10 Portreleri anılardan ayıran özellik aşağıdakiler-
den hangisidir?
C. Kavgacı
D. Umutlu A. Sadece bir kişiyi anlatır.
E. Öğretici B. İzlenimleri içerir.
C. Betimleyicidir.
D. Sorgulayıcıdır.
E. Öyküleyicidir.

201
Özyaşamöyküsü, Yaşamöyküsü, Anı

1. A Yanıtınız yanlış ise “Özyaşamöyküsü” konu- 6. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni-
sunu yeniden gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

Yanıtınız yanlış ise “Yaşamöyküsü” ve “Öz-


2. C Yanıtınız yanlış ise “Özyaşamöyküsü” konu- 7. C
yaşamöyküsü” konusunu yeniden gözden
sunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Özyaşamöyküsü” ve 8. D Yanıtınız yanlış ise “Anı” konusunu yeniden
“Anı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.

4. E Yanıtınız yanlış ise “Anı” konusunu yeniden 9. E Yanıtınız yanlış ise “Yaşamöyküsü” konusu-
gözden geçiriniz. nu yeniden gözden geçiriniz.

5. B Yanıtınız yanlış ise “Anı” konusunu yeniden 10. A Yanıtınız yanlış ise “Anı” konusunu yeniden
gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
7 Anahtarı

Özyaşamöyküsü, olgunluk çağındaki bireyin kendi yaşamına dönüp bakmasıdır. Doğ-


duğu andan itibaren onu var eden tüm değerleri kendi bakış açısıyla değerlendirmesi-
dir. Bireyin yazarak kendisiyle hesaplaşmasıdır. Doğruları ve yanlışları içeren bu öz he-
Araştır 1 saplaşmada, bireyin kendini içtenlikle ortaya koyması, okuyan kişinin kendine dönüp
bakmasını sağlayabilir. Hem yazan kişi için hem de başkasının yaşamını okuyan kişi
için, bu kendine dönüş daha iyi, daha olgun insan olmanın bir aracıdır.

Hiç tanımadığımız birinin yaşamöyküsünü okumaya istekli olmayabiliriz. Oysa her


insan değerli, özel ve özgündür. Ve tanımadığımız birinin yaşamöyküsü de en az hay-
ranlık ve merak duyduğumuz kişilerinki kadar özel, değerli ve ilginçtir; en az o kadar
Araştır 2 heyecan verici, öğreticidir. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birinin yaşamını okuya-
rak yeni şeyler öğrenebilir, bir sanatçının, bir bilimcinin, bir toplum gönüllüsünün,
bir eğitimcinin, bir sanayicinin yaşamı boyunca neler yaptığını öğrenerek ülkemizin
ve insanlığın mütevazı değerleriyle tanışma şansına kavuşabiliriz.

Tarih, bize olayları resmî ve nesnel bir bakış açısıyla anlatan bilim dalıdır. Tarih ki-
taplarında olaylar, sayısal değerlerle ve belgelerle anlatılır. Tarihsel anlatılar, tek tek
insanlara dair öyküleri içermez. Oysa tarihin o anında, orada bulunmuş hiçbir kişi o
anı aynı şekilde yaşayıp hissetmez. Anılar sayesinde o anda orada bulunmuş bir kişinin
o olaya, o ana dair bütün duygu ve bilgilerini öğrenebiliriz. Çünkü anılar, tarihin
kişisel boyutudur. Böylece tek tek kişilerin anılarıyla tarihin gerçekleri yeni boyutlar
kazanır. Elimizdeki tarihsel veriler de o kişinin anılarında yazdıklarını doğrulamamızı
Araştır 3 ya da tersini kanıtlamamamızı sağlar. Kısacası tarih anıları nesnelleştirir, onların güve-
nilirliğiyle ilgili bir ölçüt oluşturmamızı sağlar. Anılarsa tarihi öznelleştirir. Örneğin;
savaştaki her bir kaybın bedeniyle, ruhuyla hayalleriyle, sevdikleriyle, yaşamıyla bir
insan olduğunu; basit bir siyasal anlaşmanın perde arkasında yaşanan tüm diploma-
tik görüşmeleri; bir kurumun hayalden gerçeğe dönen öyküsünü Atatürk gibi büyük
bir asker ve öncünün bir dost, bir evlat, bir öğrenci olarak özelliklerini öğrenmemizi
sağlar. Anılar, bireylerin belleğinin kaybolmasını önleyerek tarihin yapıcı değeri olan
insanı öne çıkarır.

202
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Kaynakça
Andrews, W. (2007). Osmanlı Şair Biyografileri İsen, M. (2007). Şair Biyografileri: Tezkireler. Türk
(Tezkireler) ve Osmanlı Edebiyat Eleştirisi. Edebiyatı Tarihi II içinde Talat Sait Halman,
Yurdanur Salman (Çev.), Türk Edebiyatı Tarihi Osman Horata, Yakup Çelik vd. (Ed.). İstanbul:
II içinde (s. 117-120) Talat Sait Halman, Osman Kültür ve Turizm Bakanlığı, s. 107-116.
Horata, Yakup Çelik vd. (Ed.). İstanbul: Kültür ve
Lejeune, P. (1989). On Autobiography: Theory and
Turizm Bakanlığı Yayınları.
History, Minneapolis: The University of Minnesota
Birsel, S. (1972). Anı Üzerine. Türk Dili 246, 377- Press.
397.
Levend, A. S. (1984). Türk Edebiyatı Tarihi I: Giriş.
Çelebioğlu, S. (2007). Türk Edebiyatında Modern Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Biyografinin Doğuşu. (Yayımlanmamış yüksek
Necatigil, B. (1991). Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü.
lisans tezi). Boğaziçi Üniversitesi / Sosyal Bilimler
İstanbul: Varlık.
Enstitüsü, İstanbul.
Nesin, A. (2011). Böyle Gelmiş Böyle Gitmez. İstanbul:
Enginün, İ. (2006). Yeni Türk Edebiyatı: Tanzimat’tan
Nesin Vakfı.
Cumhuriyet’e (1839-1923). İstanbul: Dergâh.
Okay, O. (1997). Hatırat. TDV İslam Ansiklopedisi,
Enginün, İ. (2003). Cumhuriyet Dönemi Türk
XVI: 445-449.
Edebiyatı. İstanbul: Dergâh.
Olgun, İ. (1972a). Anı Türü ve Türk Edebiyatında
Gökalp, A., G. (2016). Özyaşamöyküsünde Yazarın
Anı. Türk Dili, 246, 403-427.
Yeniden Doğuşu. Ankara: Ürün.
Olgun, İ. (1972b). Anı Kaynakçası. Türk Dili, 246,
Huyssen, A. (1999) Alacakaranlık Anıları: Bellek
662-682.
Yitimi Kültüründe Zamanı Belirlemek. Kemal
Atakay (Çev.). İstanbul: Metis. Yumru, D. (1999). Bir Anlatı Türü Olarak Anı.
(Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Mersin
İpekten, H.; İsen, M.; Kılıç, F.; Aksoyak, Eyduran, A.;
Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin.
İ. H. (2002). Şair Tezkireleri. Ankara: Grafiker.

203
Bölüm 8
Metin Çözümlemeleri
Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri” Adlı Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu Adlı
Şiirinin Çözümlenmesi Romanının Çözümlenmesi

1
öğrenme çıktıları

2
1 Şiirin yapısı hakkındaki kuramsal bilgileri 2 Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı
Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri” adlı romanını roman türünün genel özellikleri
şiiri üzerinde uygulayabilme kapsamında tartışabilme

Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile


Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ
Pınarının Suyu Adlı Tiyatro Oyununun
Çözümlenmesi
Sait Faik Abasıyanık’ın “Havuz Başı” 4 Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile Şirin,
Öyküsünün Çözümlenmesi Mehmene Banu ve Demirdağ Pınarının

3 4
3 Sait Faik’e ait olan “Havuz Başı” öyküsünün Suyu adlı tiyatro oyununu tiyatro türünün
analiziyle birlikte öykünün teknik ve tematik temel ögelerini göz önünde bulundurarak
yapısını ana hatlarıyla değerlendirebilme inceleyebilme

Anahtar Sözcükler:• Roman • Şiir • Öykü • Tiyatro • Metin • Çözümleme • Behçet Necatigil
• Sergi İzlenimleri • Reşat Nuri Güntekin • Çalıkuşu • Sait Faik Abasıyanık• Havuz Başı • Nâzım Hikmet
• Ferhad ile Şirin

204
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

GİRİŞ arasında anlam bağlantılarının eksik bırakılması,


Bu ünitede şiir, roman, öykü ve tiyatro türle- bu eserin yorumlanmasını güçleştiren etmenler
rine ait verilen teorik bilgiler çerçevesinde örnek olarak sayılabilir. Bu tarz şiirler farklı okur tiplerin-
metin incelemeleri yapılacaktır. Şiir türünde Beh- de farklı tecrübelere neden olabilir. Şiirin duygusal
çet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri”; roman türün- etkisine katılmak, sözel dokudan haz duymak is-
de Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu; öykü türün- teyen bir okur, bu şiiri ayrıntılı bir çözümlemeye
de, Sait Faik’in “Havuz Başı”; tiyatro türünde ise tabi tutmadan da onu takdir edebilir. Oysa ideal
Nâzım Hikmet’in Ferhad ile Şirin, Mehmene Banu okur bu şiirin anlamı ve biçimi arasındaki kat kat
ve Demirdağ Pınarının Suyu adlı metinleri örnek bağlantıları açıp onun sanatsal olanaklarını daha
seçilmiştir. Böylelikle daha önce teorik planda ve- fazla tüketmek isteyebilir. Böyle bir çözümleme
rilmiş bilgilerin uygulaması da somut olarak görül- belli bir sıra takip etmeli, belli bir sonuca varmalı
müş olacaktır. Bir ünitenin sınırları gözetildiği için ve şiirin tamamı, çözümleme sonucu öne sürülecek
daha önemli olduğu genel kabul gören dört türe anlamın bir parçası olmalıdır. “Sergi İzlenimleri”ni
bağlı kalınmıştır. incelediğimizde bu şiirin sanatın belli başlı açmaz-
larına odaklandığını, bunu yaparken de anlam ile
biçim arasında bir bağlantı kurduğunu görürüz.
BEHÇET NECATİGİL’İN “SERGİ Şimdi, adım adım, şiirdeki bu sözel dokunun nasıl
İZLENİMLERİ” ADLI ŞİİRİNİN kurulduğunu çözümleyelim.
ÇÖZÜMLENMESİ

“SERGİ İZLENİMLERİ”
Ağlar lâke duvarlarda gri bir grizu
Ve irin yeşili bir trahom
Gelir en lüks çiçekçiden çiçekler,
Asılı çocuksa çullar içinde
- - Açıldı, geldiler.

Onlar çarmıhlarında birer İsa idiler:


Çivi yaralarından sızarken mavi kan Resim 8.1 Behçet Necatigil (1916-1979)
- - Ellerde tuzlu badem, dudaklarda içki, teyp Kaynak: http://kozbon.com/wp-content/
uploads/2015/01/behcet-necatigil-kimdir-edebi-
Rimel, ruj, floresan... - -
kisiligi1.jpg
Başlarını yavaşça biraz daha eğdiler

Biz hep böyle okuduk en acıklı yazıları Bir şiiri okumaya başladığımızda öncelikle,
Perlon ve astragan… onun başlığını anlamlandırmaya çalışırız. Bir şiir
kendi içinde tutarlı bir yapı olduğu için, başlık şiire
İçkili, yarım göz ve ikindi vakti - -
dâhildir ve çözümleme dışı tutulamaz. “Sergi İzle-
Sonra gösteri bitti, konfora koştuk nimleri”, Necatigil’in, bir şiirin organik yapısına
Onlarsa en lüks kâğıtlara geçti. verdiği önemi gösterir. Çünkü bu başlık, şiirin içe-
(Necatigil, 2013, s. 319) riğini tam anlamıyla yansıtmaktadır. “İzlenim” söz-
cüğü, “Bir şeyin duyular yoluyla insan üzerinde bı-
Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri” baş- raktığı tesir, intibâ” anlamına gelmektedir (Misalli
lıklı şiiri hem içeriği hem de biçimi bakımından Büyük Türkçe Sözlük, 2005, s. 1485). Bu sözcüğün
modern Türk şiirinin kavranması güç şiirlerinden başlıkta tercih edilmesi iki açıdan şiirin anlamını
biridir. Bu zorluk birkaç nedenden kaynaklanır: pekiştirir. Bunlardan ilki, bir resim sergisindeki or-
Günlük yaşamda az kullanılan sözcüklerin seçimi, tamı gözlemleyen bir kişinin izlenimlerine tekabül
Necatigil’in şiirlerinde sık sık başvurduğu iki kısa etmektedir. Öte taraftan resim, görme duyusuyla
çizginin bu şiirde dört kez kullanılması ve dizeler algılanan ve insan üzerinde duygusal bir tesir, in-

205
Metin Çözümlemeleri

tiba bırakan bir sanattır. İzlenim sözcüğü bu bağ- eklediğini, grizu sözcüğünü nitelerken renk olarak
lamda da şiirin içeriğine uygundur. Öte taraftan bu özellikle griyi tercih ettiğini; böylece şiirin organik
sözcük şiirde konuşan kişinin ruhsal ve entelektüel bütünlüğünü pekiştirdiğini de söylememiz gerekir.
durumuyla da doğrudan ilgilidir. Çünkü şiiri oku- “Ve irin yeşili bir trahom” dizesi iki farklı an-
duğumuzda, şiir kişisinin hem duygusal tepkilerini lam katmanı yaratır. Bunlardan ilki, “irin yeşili”
hem de entelektüel kapasitesini görürüz. Öyleyse ifadesinin bir resme ait olma ihtimalidir. Yeşilin
şu sorular akla geliyor: Şiirde konuşan kişi kimdir, “irin” sözcüğüyle nitelenmesi bir tespitten ziyade
kime hitap etmektedir? Şiirde konuşan kişinin kul- duygusal bir tepkiyi anlatır. Yeşilin tonlarına çeşit-
landığı ifadeler, onun sanatın değerini takdir eden li sözcüklerle atıf yapılabilir ama “irin” sıfatı, ilti-
entelektüel biri olduğunu göstermektedir. Şiirde haplı bir dokuyu işaret ettiği için duygusal açıdan
doğrudan veya dolaylı bir muhatap göremiyoruz. hoşa gitmeyen bir görüntüyü akla getirecektir. Bu
Bu nedenle, şiir kişisinin eleştirel bir tavırla kendi dize, şiirin öznesinin duygusal patlamasına, tiksinti
kendine söylendiği, bir tür iç monolog yaptığı akla duygusu uyandırabilecek bir imajı ekler; böylelik-
daha yatkın gelmektedir. le şiirin anlamsal bütünlüğü korunarak duygusal
Şiirin öznesi, ilk kıtada, sergi ortamını, duygusal yoğunluğun şiddeti arttırılmış olur. Dizenin ikinci
tepkilerini de işin içine katarak tasvir etmektedir. anlam katmanı ise şiirin bütününe yayılan bir baş-
“Ağlar lâke duvarlarda gri bir grizu” dizesini oku- ka anlamın taslağını verir. “Trahom” körlüğe sebep
duğumuzda, öncelikle “lâke” sözcüğü dikkati çe- olan bakteriyel bir göz hastalığıdır. Bu anlam, yeşil
ker. Bu sözcük bir sıfattır ve Fransızcada “laqué”, için neden “irin” sıfatının seçildiğini anlatır ama
İngilizcede “lacquered” olarak söylenir. Bu sıfat daha önemlisi, bu sözcük, şiirde, resim sergisini
verniklenip cilalanarak pürüzsüz bir hâle getirilmiş gezenlerin ilgisizliğine yönelik bir eleştirinin ilk
yüzeyleri anlatmak için kullanılır. Şiirde konuşan adımı olarak yorumlanabilir. Çünkü bakterilerin
kişi, bir resim sergisinin lüks ve şık ortamını, du- sebep olduğu bir hastalık nedeniyle ortaya çıkan
var yüzeylerine uygulanan bu işleme atıf yaparak körlük ile sanat karşısındaki körlüğe varan ilgisiz-
göstermektedir. Bunun yanı sıra, bu dizede, şiirin lik arasında kurulan bu bağlantı, şiirdeki anlam
öznesinin bir sanat eseri karşısında verdiği duygusal örüntüsünün ana bileşenlerinden biridir. Bütün bu
ve entelektüel tepkiyi de görüyoruz. “Ağlar” sözcü- kötücül içerik “Gelir en lüks çiçekçiden çiçekler”
ğü, bir resimden çıkarılabilecek anlamın duygusal dizesiyle yumuşamakta; gri bir grizu ve irin yeşili
boyutudur. “Gri bir grizu” ise duvarda sergilenen trahomun sert içeriği, steril ve lüks bir havayla da-
bir resme iki şekilde atıf yapıyor olabilir: “Grizu” ğıtılmaktadır.
sözcüğü, kömür ocaklarında metan gazının havaya Şiirin öznesi, “Asılı çocuksa çullar içinde” ifa-
karışarak yarattığı patlamalara denir ve bu ifade “ağ- desiyle, bir resim sergisinin bağlamına uygun bir
lar” sözcüğünün duygusal içeriğine uygundur. Du- başka tasvir çiziyor. Resimler duvara asılır; asılı ço-
varda asılı bir resmin izleyici üzerinde duygusal bir cuk sözü ise duvara asılacak resimdeki bir çocuk
patlamaya neden olması uzak bir ihtimal değildir. imajına tekabül edebilir ki bu yorum şiirdeki an-
Öte taraftan, bu sanatsal coşkunun kimyevi arka lam örüntüsüne ters düşmez. Çünkü ikinci kıtada,
planı olan bir sözcükle verilmesi, resim sanatının Batı resminin ikonografisini oluşturan İsa konulu
bağlamına uygundur. Resimde renkler, boyaların eserlere bir atıf vardır ki bu resimlerin önemli bir
birbirlerine karıştırılmasıyla, yani kimyasal bir iş- bölümü “Çocuk İsa” tasvirleridir. “Çullar içinde”
lemle elde edilir. Bu açıdan bakıldığında resmin ifadesi de bu bağlama eklenebilir çünkü resimler
yapısı ile grizunun oluşumu arasındaki kimyasal bir galerilere taşınırken yıpranmasınlar diye belli mal-
ilgi vardır. Ama asıl çarpıcı olan, şiirde konuşan ki- zemelere sarılarak getirilirler. Tam da bu noktada
şinin, bu kimyasal anlam evreni üzerine, duygusal bir alt dizeye (- -) simgesiyle geçilmesi anlamlıdır.
bir patlamayı eklemesidir. Böyle bir üslup resimden Niçin?
kaynaklanan duygusal coşkunun elle tutulur bir “- - Açıldı, geldiler” dizesi, bir resmin sarıldığı
tasvirini vermektedir okura. Çünkü grizu sözcüğü, kumaş veya kâğıt gibi koruyucu bir malzemeden
doğal nedenleri olan bir patlama olayına atıf yap- çıkarılmasını anlatıyor. Ancak bu yorum dizedeki
makta, böylelikle şiirin öznesinin yaşadığı duygusal (- -) simgesinin işlevini açıklamaz. Öyleyse şimdi
patlama okur nezdinde nesnel bir içerik kazanmak- buna odaklanalım: Necatigil, kendisiyle yapılan
tadır. Şairin bu anlamsal uyuma ses uyumunu da bir söyleşide, bu işaretle ilgili şunları söyler: “Bizde

206
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

gerçi yok. Alman yazını kuralları arasında düşün- bu dizenin İsa’nın el ve ayaklarından sızan kan ile
ce çizgisi denen işaretler vardır. Bunlar iki küçük başka bir şey arasında bir bağlantı kurulduğunu
çizgidir. Ne üç noktadır, ne beş noktadır, ne uzun gösterir. Bu dize tablolar çakılırken duvarda oluşan
çizgi. O, kısalığı gösterir. Orada şair cümleyi ta- çatlaklardan akan boyayı ima ediyor olabilir ki bu
mamlamamıştır. Kim tamamlayacaktır? Okuyucu” yorum da şiirin anlam örgüsüne ters düşmez. Öte
(Necatigil, 2013, s. 1779). Bu simge şairin bıraktığı taraftan şiirin ilk kıtasına dönecek olursak tablolar-
boşluğun okurun zihninde tamamlaması gerektiği- daki imajların da acı çekmeyle ilgili oldukları öne
ni işaret etmektedir. Şairin neden üç nokta yerine sürülebilir. “Ağlar” fiili ve “Grizu” ifadelerinin işaret
iki çizgiyi tercih ettiği sorusuna verilen bir yanıtı ettiği duygusal patlamanın bu acının bir göstergesi
şöyle özetleyebiliriz: Üç nokta zaman içinde ka- olabileceğini belirtmiştik. İşte bu noktada, trahom
nıksanmış olduğu için okurun dikkatini yeterince sözcüğündeki körlüğün anlamı önem kazanır. Kör-
çekmeyebilir. Oysa bir şiirde iki çizgi görmek alış- lük tablolardaki figürlerden çok izleyicilerin ilgisiz-
kın olduğumuz bir şey değildir; bu nedenle okuru liğine atıf yapmaktadır. Necatigil’in şiirleri üzerine
anlam boşlukları hakkında düşünmeye daha kolay yapılan kapsamlı bir çalışmada, şiirin bu kıtasıyla
sevk edebilir (Tarım, 2002, s. 216). Necatigil’in şii- ilgili şu çarpıcı yorum yapılmıştır: “İsa’nın çarmıha
rinde sık sık karşılaşılan bu simge hakkında yapılan gerilişi sırasında kendisini duygusuzca seyredenler
çarpıcı yorumlardan bir diğeri ise şu şekilde özet- ile bir resim sergisindeki insanların resimlerde tas-
lenebilir: Her şiirin farklı bir anlam ve imaj örün- vir edilen acılı portreler karşısındaki duyarsızlıkları
tüsü vardır. Bu nedenle, iki çizgi, kullanıldığı şiire arasında bir koşutluk kurulmaktadır” (Taşçıoğlu,
göre farklı anlamlar kazanabilir (Taşçıoğlu, 2006, 2006, s. 212).
s. 114-116). Öyleyse şu soru anlam kazanıyor: İki
çizgi, “Sergi İzlenimleri”nde ne anlama gelmek-
tedir? Bu şiirin bağlamı bir resim sergisidir ve bu Şiirde iki çizgi gibi grafik simgeler, kulla-
simgenin karşımıza çıktığı ilk yer, bir resmin ko- nıldığı şiirin bağlamına göre anlam kaza-
ruyucu kılıfından çıkarıldığı noktadır. Dolayısıyla nır. İki çizgi, tek başına sadece iki çizgidir.
bu çizgilerin bir tablo görüntüsünü temsil etmek Ama bu şiirde iki çizgi, anlamla bütünleşir
amacıyla kullanılmış olması, şiirin imaj örgüsüne ve bir resim sergisindeki tabloların yerini
uygundur. İdeal okur, “- - Açıldı, geldiler” dizesi- tutar.
ni görsel açıdan yorumlayıp duvara asılmak üzere
olan (veya çıkarılıp duvara asılmış olan) bir tabloyu
gözünün önüne getirebilir. Şiir hakkında yapılan bu yorumu bir adım öte-
Şiirin ikinci kıtasına geçtiğimizde, resim sa- ye taşıdığımızda şöyle bir yorum yapılabilir: (- -)
natının temel figürlerinden birini görüyoruz. İsa simgesi, duvardaki resimleri temsil etmektedir: “ - -
peygamberin çarmıha gerilme sahneleri, Batı resim Ellerde tuzlu badem, dudaklarda içki, teyp / Rimel,
tarihi içinde farklı ressamlar tarafından defalarca ruj, floresan… - -” ifadelerine baktığımızda, resim
çizilmiş; böylelikle ikonografik bir nitelik kazan- sergisinde bulunan insanların belirli özelliklerini
mıştır. Başka bir ifadeyle, çarmıhtaki İsa portreleri, işaret eden sözcüklerin, iki yandan, (- -) simgesiyle
neredeyse resim tarihiyle özdeşleşmiştir denebilir. çevrelendiğini görürüz.
Necatigil’in resim sergisini konu alan bir şiirde Başka bir ifadeyle, toplumun burjuva kesimin-
çarmıha gerilmiş İsa sahnesine atıf yapması, onun, den oldukları anlaşılan bu insanlar, müzik dinleyip
şiirin anlam ve imaj yönünden tutarlılığını özenle ellerinde tuzlu badem ve içki kadehiyle tabloların
korumak istemesinden kaynaklanmaktadır. Ancak arasındadır ama onlara bakmaksızın vakit geçirmek-
şiirin öznesi, bu motife ilginç bir açıdan yaklaşıyor tedirler. Floresan sözcüğü de bu ortamın çiğ bir ışıkla
ve tabloların duvara asılmaları ile İsa’nın çarmıha aydınlatıldığını gösterir. Bu noktada, şiirde konuşan
gerilmesi arasında bir bağlantı kuruyor. Nasıl İsa kişinin işlevi ortaya çıkar. Şiirin öznesi, bir sergide
çarmıha el ve ayaklarına çiviler çakılarak gerilmişse bulunan insanların ilgiyle resimleri inceleyip anla-
tablolar da duvara çiviler çakılarak asılır. Bu bakış maya çalışmak yerine, bir sanat galerisini bir eğlenti
açısı, tabloların fiziksel olarak acı çeken varlıklar yeri olarak görmelerini eleştirmektedir. Vakit geç-
olarak tasvir edildiğini göstermektedir. Bunun yanı tikçe sergidekiler resimlere olan ilgilerini daha fazla
sıra çivi yaralarından sızan kanın “mavi” olması, yitirirler: “Başlarını yavaşça biraz daha eğdiler” dize-

207
Metin Çözümlemeleri

si, bu insanların tablolara karşı ilgisizliğinin geldiği Şiirde konuşan kişinin ana eleştirisi bir resim
noktayı nesnel bir imajla gösterir. Çünkü ziyaretçiler sergisindeki ziyaretçilerin tablolara olan ilgisizliğini
artık tabloları göremeyecek ölçüde başlarını—belki anlatmaktır. Şiir kişisinin sözlerinden eleştirdiği ke-
de içkinin tesiriyle—öne doğru eğmişlerdir. simin burjuva sınıfı olduğunu anlıyoruz. Aslına ba-
Şiir kişisi, son kıtada, sanat ve kültüre karşı göste- kılırsa sanat galerileri ticari kuruluşlardır ve onların
rilen yetersiz veya yapmacık ilgiyi eleştirirken kendi- müşterileri de varlıklı insanlardır. Batı sanatının ge-
ni dışarıda tutmaz. “Biz hep böyle okuduk en acıklı lişimine bakıldığında zengin ailelerin sanata hami-
yazıları” dizesi, şiirde konuşan kişinin ait olduğu lik ettiği görülür. Başka bir ifadeyle, şiir kişisi, bur-
toplumsal kesime yönelik eleştirel bir tutum içinde juva sınıfının resim sanatının gelişimindeki tarihî
olduğunu gösterir. Bu noktada, şiirdeki sert eleştirel rolünü, bu kesimin sadece olumsuz yönlerine vurgu
bakışın bir toplumsal çatışmanın tezahürü olmadı- yapmak istediği için, ihmal etmektedir. Bir resim
ğını, içeriden yapılan bir eleştiri olduğunu söylemek galerisinin kaliteli ortamı, örneğin duvarların cilala-
akla yatkın görünüyor. Bu kıtanın son dizelerinde nıp parlatılmış olması, en lüks çiçekçiden çiçeklerin
de eleştirel ton devam eder: “Perlon ve astragan…” gelmesi, insanların şık görünmesi ve tabloların lüks
kâğıtlara basılması, esasında sanata verilen bir öne-
sözcükleri burjuva kesiminin üste başa verdiği öne-
mi de gösterebilir. Şiir kişisinin bu lüks ve konforun
me işaret eder. Perlon, ilk olarak Almanya’da üretilen
sanatın içeriğiyle ilgili olmadığını vurgulaması an-
sentetik bir kumaştır. Perlon kazaklar, bu şiirin yazıl-
lamlıdır ancak bir resim sergisinin başka bir şekil-
dığı tarihler için gözde giysilerden biridir. Astragan
de açılma olasılığı da sanat piyasasının mantığına
ise pahalı bir kürk çeşididir. Şiir kişisi, “biz” dediği
aykırıdır. Öte taraftan, şiir kişisi, resim sergisindeki
insanların günün modasına uygun ve pahalı kıya-
insanların sanat karşısında yeterince hassas olma-
fetler giydiğini söylüyor. “İçkili, yarım göz ve ikindi
dıklarını iddia ederken başka bir noktada kendisi de
vakti - -” dizesi ise sergidekilerin sanat karşısındaki
eleştirdiği kesime karşı eksik bir duyarlılıkla yaklaş-
umursamaz tavrının bir tekrarıdır ki bu dizede de
maktadır. Dikkat edilecek olursa şiir kişisi, sergide-
duvardaki tabloları simgeleyen (- -) işaretini görü-
ki insanların kılık kıyafetine, kadınların makyajına,
rüz. “Sonra gösteri bitti, konfora koştuk / Onlarsa içki içip müzik dinlemelerine odaklanmakta; yani
en lüks kâğıtlara geçti” dizeleri, serginin sona erme- onlara karşı yüzeysel bir bakış açısı geliştirmektedir.
siyle birlikte insanların konforlu yaşamlarına dön- Başka bir deyişle, şiir kişisi, resimlere karşı duyarlı
düğünü, sergilenen resimlerin ise lüks baskı katalog ama insanlara karşı duyarsız davranmaktadır.
kitaplara girdiğini ima etmektedir.
Şiirdeki bir başka çatışma, sanatın sadeliği ve
Şiirin dizelerini çözümleyip belli bir anlam ve duygusal yönü ile sergilendiği ortamın aşırı lüks ve
imaj örüntüsünü açığa çıkardık. Şimdi yapmamız suni olmasıdır. Aslına bakılırsa şiir kişisinin dikkat
gereken bu çözümlemeden elde edilen sonuçla- çektiği tezat da budur. Şiirde, tabloların sarıp sar-
rı yorumlamaktır. Yaptığımız çözümlemeden çı- malandığı kılıflardan “çul” diye bahsedilmektedir.
karılabilecek ana sonuç bu şiirin bir dizi çatışma Çul, bilindiği üzere, kıldan yapılma kaba kumaştır
üzerine kurulu olmasıdır. Bu çatışmalar üç başlık- ki sadelik ve basitliği ilke edinen dervişlerin giydi-
ta toplanabilir: a) Şiir kişisinin burjuva kesiminin ği örtülere de bu ad verilmektedir. Oysa serginin
tablolara olan ilgisizliğini eleştirirken bu kesimin ziyaretçileri, perlon ve astragan gibi günün moda-
sanat tarihindeki rolünü görmezden gelmesi, b) sına uygun, gösterişli ve pahalı kıyafetler içindedir.
Resim sergisindeki tabloların çul ve çivi gibi ba- Üstelik bu tablolar duvara çiviyle asılmaktadır; bu
sit nesnelerle, sergideki insanların ise gösterişli ve da İsa peygamberin çileli yaşantısına yapılmış bir
pahalı nesnelerle simgelenmesi, c) Tabloların ser- atıf olarak yorumlanabilir. Kısaca, bir resim ser-
gide dikkat çekmemesi fakat sergi sonrasında lüks gisinin birincil ögesi olan tablolar tevazuyu, bu
kâğıtlara basılması. Bu üç çatışma da bir kişi veya serginin ikincil ögesi olan ziyaretçiler ise gösterişi
nesnenin ait olmadığı bir yerde durması veya aynı temsil etmektedir. Bunun yanı sıra sergideki re-
yerde duran varlıkların birbirine tezat oluşturması- simlerin duygusal içeriğine “grizu” sözcüğüyle atıf
na tekabül etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki şiirdeki yapılırken ziyaretçilerin sadece dış görünüşlerine
bu çatışmalar, okurun sanat ve günlük yaşam ara- atıf yapılmaktadır. Ayrıca sergideki ortam ışığının
sındaki farkı hissedebilmesi için kurgulanmıştır. “floresan” olarak verilmesi de resim dışındaki her
Şimdi bunlara bakalım: şeyin suniliğini gösterir.

208
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Çul ve çivi gibi basit nesnelerle atıf yapılan tablo- o eserin fiziksel dokusu, örneğin boyanın kimyevi
ların, sergi sonrası lüks kâğıtlara basılacak olmaları, yapısından kaynaklanan bazı özellikleri algılanamaz
şiirdeki gördüğümüz bir diğer çatışmadır. Sergiye olur. Böylelikle o eser biricikliğini, otantik varoluşu-
getirilen tablolar çullarından çıkarılır, çivilerle du- nu yitirir (Benjamin, 2004, s. 53-54).
vara çakılır, hatta bu işlem duvarda veya tablonun Sonuç olarak Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenim-
çerçevesinde yaralar açabilir. Aslına bakılırsa bir ser- leri” başlıklı şiiri, bir resim sergisindeki ortama eleş-
ginin hazırlanma süreci, zenaat dediğimiz türden bir tirel bir gözle yaklaşan bir şiir kişisinin izlenimlerini
el işçiliğine karşılık gelmektedir. Oysa sanat piyasası, ve bu izlenimlerden doğan açmazları işlemektedir.
bir tablonun doğal ortamıyla yetinmeyecek, onun Şiirde bu açmazlar; sanat, sanatseverler ve sanat pi-
lüks kâğıtlara basılıp daha fazla kitleye ulaşması yasası arasındaki tarihsel ve güncel ilişkilerin bir dö-
için çaba harcayacaktır. Ama bu noktada, modern kümüdür. Bu şiirin bir başka özelliği de bütün bu
sanat piyasasının tekniğin olanaklarını kullanması çatışmaları işlerken anlam ile biçimi kaynaştırması,
nedeniyle ortaya çıkan olumsuz bir yönüne dikkat sözel doku ile görsel doku arasında bir ilgi kurma-
çekmek gerekir: Sanatın baskı yoluyla çoğaltılması, sıdır. Şiirin her kıtasında kullanılan (- -) iki çizgi,
bir sanat eserinin doğal atmosferinin, yani aurasını duvara asılı tabloları simgelemekte, böylelikle bir re-
kaybetmesine yol açar. Bir sanat yapıtı bir sergiden sim sergisini anlatan bir şiir, yapı itibarıyla bir resim
evimize kitaba basılı bir imaj olarak geldiğinde, sergisine dönüşmektedir.

Öğrenme Çıktısı

1 Şiirin yapısı hakkındaki kuramsal bilgileri Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri” adlı şiiri
üzerinde uygulayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bir şiirin sanat ile insan ara-


sındaki ilişkileri ele alması Şiirde biçim ve içerik arasın- Şiirde edebî sanatların yeri-
onun bir fikir ileri sürdüğü- daki ilişkiyi değerlendirin. ni anlatın.
nü gösterebilir mi?

REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN ÇALIKUŞU ADLI ROMANININ


ÇÖZÜMLENMESİ
Bir metin çözümlemesinde ilk yapılacak olan metin türünü belirlemektir. Reşat Nuri Güntekin’in Çalı-
kuşu romanı genel metin sınıflamasında betimleyici, bilgilendirici, açıklayıcı, kanıtlayıcı gibi metin türleri
arasında öykülemeci, yani anlatı metinleri kategorisine girer. Öyleyse önce anlatı metninin ne olduğunu
açıklamak gerekir. Bir anlatı metni, bir ya da daha çok kişinin başından geçen olayları sebep-sonuç bağının
gözetilerek belli bir biçim altında anlatılması demektir. Aşağıda bir anlatı metni olarak Çalıkuşu romanının
altı aşamada çözümlemesi yapılacaktır:

209
Metin Çözümlemeleri

1. Aşama: Çalıkuşu Kitabı

Bir metnin ilk çözümleme aşamasında metnin türü, niteliği, yazarı, konusu vb. ile ilgili bilgileri kapsa-
yan ve “paratexte” kavramıyla ifade edilen kitaba ait bilgileri değerlendirmek olmalıdır. Bir metnin basılı
hâli bize birtakım ön bilgiler sunar. Elimizde incelemek üzere olduğumuz Çalıkuşu romanının bir baskısı
var. Bu kitabın ön kapağından aşağıdaki bilgilere ulaşılmaktadır.
Bu kapak yazısı, başka romanlar da yazan Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı eserinin roman tü-
rüne ait olduğunu bize bildiriyor. İç sayfaya geçtiğimizde bu kitabın M. Fatih Kanter danışmanlığında
İnkılap yayınevi tarafından 2016’da yapılan son baskısı olduğunu anlıyoruz. İkinci iç kapak sayfasında
Çalıkuşu romanının 1939’da yapılan beşinci baskısının röprodüksiyonu ile karşılaşıyoruz. Bu sayfanın
solundaki sayfada bir not var:
“Çalıkuşu ilk kez 1922 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilmiş ve aynı yıl kitap olarak basılmıştır. Beşin-
ci baskısından sonra eser, 1939 yılında bizzat yazar tarafından ele alınıp bazı değişiklikler yapıldıktan sonra
tekrar yayımlanmıştır. Bu kitap söz konusu baskısından yararlanılarak aslına uygun hazırlanmıştır.”
Arka kapak yazısında ise romanın konusu ve yazar hakkında bilgi verilmiştir. Kitap hakkındaki bu ön
bilgiler (paratexte), bu baskıyı eline alan okuru nasıl bir metin okuyacağı konusunda hazırlar. Eserin baş-
lığı da bu çerçevede önem kazanır. Çalıkuşu başlığı, romanın baş kahramanı Feride’nin takma adı olarak
onun kişiliğiyle ilgili metaforik bir göndermedir. Romanın tematik özünün kahramanın yolculuğu ve
kişiliğinin gelişimine odaklı olduğundan başlığın kahramanla ilgili olması doğaldır.
Bazı romanlarda paratexte kapsamı içinde yazarın belli bir amaçla yazdığı bir ön söz bulunur. Örneğin
Namık Kemal’in İntibah’ının meşhur mukaddimesi, Türk edebiyatında roman denemelerinin ilk birkaç
örneğinden biri olarak bu yeni tür için okura bir bekleme ufku hazırlama amacı taşır. Çalıkuşu’nda ise bir
ön söz yoktur. İlk baskısının yapıldığı 1922 yılına kadar birçok roman örneğiyle karşılaşmış Türk okuru
roman türü hakkında belli bir bekleme ufkuna sahiptir artık. Kuşkusuz her ön söz tür hakkında bilgi
vermez. Bazı ön sözler asıl metinle organik bağa sahip olmalarıyla ayrı bir değerlendirmeyi hak eder.

2. Aşama: Okuma Sözleşmesi (contrat de lecture, reading contrat)


Okurun, okuyacağı kitabın türü, içeriğiyle ilgili az çok bilgi sahibi olduğu ilk aşamadan sonra, esas
metne girilir. Metnin girişi yani romanın ilk cümleleri, okuru içerik ve sunum hakkında bir fikir sahibi
yapan en kritik bölümüdür. Bu kısma “incipit” denir. Yazarın okurla sözleşmesi bu ilk satırlarda gerçek-
leşir. Okuma sözleşmesi olarak adlandırılan bu sözleşme bazen birkaç satır, bazen birkaç paragraf bazen
de birkaç sayfaya kadar uzayabilen incipit bölümünde saklı, okurun önceki okuma tecrübelerinin sonucu
metinler arası bir boyutu olan bir olgudur. İncipitler yazarın, anlattığı hikâyeyi nasıl bir sunumla verdi-
ğinin ilk ipuçlarını taşır. Söz gelimi okur, gerçekçi mi, hayalî ya da fantastik bir roman mı, ironik mi,
polisiye mi yoksa bir romans mı okuyacağını anladığı andan itibaren okuma yönelimini belirlemiş olur.

210
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Yazar ve okur arasındaki okuma sözleşmesinin an- BİRİNCİ KISIM, XIV alt bölüm (s. 7-143=
lamı budur. Bu aşamada okur, romanın dünyasına, toplam 136 s.)
onun kendine ait iç gerçekliğine dalar. Bazı zaman- İKİNCİ KISIM, VI alt bölüm (s.145-
larda okur, beklentilerine ve önceki okumalarından 347=202 s.)
edindiği tecrübelerine hiç uymayan bir anlatım bi-
ÜÇÜNCÜ KISIM, I alt bölüm (s. 349-399=
çimiyle karşılaşabilir. Roman ilerledikçe bu uyum-
50 s.)
suzluk devam ediyorsa okurun, avangart (öncü) bir
romanla karşı karşıya olduğundan söz edilebilir. DÖRDÜNCÜ KISIM, I alt bölüm (s. 401-
480= 79 s.)
Çalıkuşu romanının incipit kısmını bu gözle
inceleyelim: BEŞİNCİ KISIM, XI alt bölüm (s. 481-
541=60 s.)
Dördüncü sınıfta idim. Yaşım on iki kadar ol- Bu tabloya bakıldığında bölümler arasında
malıydı. Fransızca muallimimiz Sör Aleksi, bir denklik ya da simetrinin olmadığı, yazarın bu
gün bize yazı vazifesi vermişti. “Hayattaki ilk noktada biçimsel bir yaklaşımı öncelemediği an-
hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım, neler laşılır. Bölümler arası geçişle içerik arasında bir
bulacaksınız? Sizin için güzel bir hayal temrini ilişki olup olmadığı sorusunu ise şöyle yanıtla-
olur,” demişti.
yabiliriz: BİRİNCİ KISIM, romanın kahramanı
Hiç unutmam, yaramazlığımdan, gevezeliğim- Feride’nin çocukluğundan başlayarak Dame de
den bıkan Sör’ler, o sınıfta beni arkadaşlarımdan
Sion’dan mezun olduğu zamana kadar (yirmi ya-
ayırmışlar, bir köşede tek kişilik bir küçük sıraya
oturtmuşlardı.
şına kadar) olan, Feride-Kâmran aşkının başlayıp
geliştiği ve Feride’nin Kâmran’ın ihanetini öğren-
dikten sonra evi terk ettiği zaman dilimini içerir.
Bu ilk satırları okuyan okur, normal olarak ger-
İKİNCİ KISIM, Feride’nin öğretmenliğe başvu-
çek hayata gönderme yapan birinci ağızdan bir an-
rup Bursa’nın Zeyniler Köyü’ne, oradan da Bursa
latı karşısında olduğunu anlayacak, okumasını bir
kahramanın başından geçmiş gerçek bir hikâyeyi Darülmuallimatına tayin olduğu bir yılı geçen bir
öğrenmek güdüsüyle sürdürecektir. Böylece okur, süre içinde başından geçenleri anlatır. ÜÇÜNCÜ
rahibelerin yönettiği yabancı bir kız okulunda oku- KISIM, Çanakkale’ye tayin olup burada geçir-
yan, “ben” diyen anlatıcıyı ve onun hikâyesini me- diği yaklaşık bir yıllık dönemi; DÖRDÜNCÜ
rak edecektir. KISIM, İzmir ve Kuşadası’nda geçen bir yılı ve
BEŞİNCİ KISIM arada iki yıl atlandıktan sonra,
Feride’nin Tekirdağ’a ailesini görmeye gittiği bir-
3. Aşama: Romanın Bölümleri kaç haftayı içerir. Feride’nin hayatındaki önemli
Saf okuma gerçekleştirecek olan meraklı okur değişikliklerin mekân değişikliklerine sebep ol-
bundan sonra sayfaları birbiri ardına açarak oku- duğunu bölümler arası geçişin buna bağlı olarak
masını hızla sürdürür. Ama bizim gibi edebî bir düzenlendiğini tespit ederek bundan sonraki aşa-
metin inceleme/çözümlemesi yapmak isteyen oku- maya geçebiliriz.
run tavrı farklı olacaktır. Biçim ve içerik arasındaki
ilişkileri ortaya çıkarmak için anlatı metnini yapı
4. Aşama: Hikâye ve Söylem
ögeleri başta olmak üzere çeşitli etkenlerin ışığında
incelemek gerekecektir. Romanın bölümlenmesine Düzlemleri
biçimsel düzenleme hakkında ilk bilgileri almak Her romanın bir hikâyesi vardır. Öyküleme edi-
üzere bakarız. mi sırasında anlatıcının yönetiminde bazı anlatma
Çalıkuşu romanı “KISIM” olarak belirtilmiş teknikleri seçilerek hikâye zamanı, söylem zamanına
beş ana bölümden ve romen rakamlarıyla belir- dönüştürülür. Bu değişiklikleri Çalıkuşu romanında
tilmiş alt bölümlerden, onlar da kendi içlerinde göstermek için önce romanı kimin anlattığı, sonra
yıldız işaretiyle ayrılmış küçük alt bölümlerden da hikâye düzlemini belirleyerek bu hikâyenin nasıl
oluşmuştur: söylemleştirildiğini açıklığa kavuşturmak gerekir.

211
Metin Çözümlemeleri

a. Kim anlatıyor? çimi de diyebiliriz. Genette, hikâye düzlemindeki


Romanın anlatıcısı Feride, başta da belirttiği- olaylar dizisinin öyküleme sırasındaki düzenlenişini
miz gibi romanın başkahramanıdır. Dolayısıyla “düzen” “süre” ve “sıklık” başlıkları altında ele alır.
iç-öyküsel konumdaki iç-odaklayım bakış açısına Biz de bu yolu izleyerek Çalıkuşu’ndaki hikâye düz-
sahip ben-anlatıcı romanın ilk dört ana bölümü- lemini ardından da söylem düzlemini göstererek
nün anlatıcısıdır. Günlük türü anlatım tekniğin- ayrıştırmaya çalışacağız.
den yararlanılarak anlatılan bu bölümlerden sonra, Hikâye düzlemi: Romanın kahramanı Feride
son bölümde iç-öyküsel anlatıcı yerini dış-öyküsel annesini küçük yaşta kaybeder. İstanbul’da otu-
konumdaki sıfır-odaklayım bakış açısına sahip ran büyükannesi ve teyzeleri tarafından büyütülür.
tanrısal anlatıcı dediğimiz figüre bırakır. Merkezî Dokuz yaşındayken babası onu Dame de Sion’a
kişi olan kahraman üzerine odaklanmış anlatıya yatılı verir. Birkaç yıl sonra babası ölür. On altı ya-
Feride’nin kişiliği hâkimdir. Okur, ilk dört bölüm- şındayken teyzesinin oğlu Kâmran ile nişanlanır.
deki olayları öyküleme edimini günlüğü üzerinden Kâmran sefaret kâtipliği göreviyle Avrupa’ya dört
gerçekleştiren başkahraman Feride’nin bakış açısın- yıllığına gider. Feride okulu bitirir. Kâmran döner.
dan değerlendirmek durumundadır. Günlük türü- Düğünlerinden birkaç gün önce yabancı bir kadın,
nün özelliklerinden biri olan anlatımdaki içtenlik Kâmran’ın başka bir kadınla ilişkisi olduğunu bil-
kahramanla okurun özdeşleşmesini ve ona inanıp dirir. Feride evi terk eder. Öğretmenlik göreviyle
güvenmesini sağlar. Anadolu’ya gider. Bursa Zeyniler Köyü’nde, Bursa
Çalıkuşu romanında ilk 480 sayfalık dört bö- içinde Darülmuallimmatta, Çanakkale’de, İzmir ve
lümü anlatan kahraman anlatıcı ile 60 sayfa tutan Kuşadası’nda toplam üç yıl görev yapar. Zeyniler’de
son bölümü anlatan tanrısal anlatıcının öyküleme Munise adlı bir çocuğu evlat edinir. Gittiği yerlerde
edimi romanın hikâyesinin söylem hâline getirilir- kötü niyetli insanlarla karşılaşır, asılsız dedikodula-
ken okura iki farklı bakış açısı sunar. ra uğrar. Yaşlı bir doktor olan Hayrullah Bey, genç
kızın namusuna dil uzatıldığını görerek nikâhı al-
b. Hikâye ve Söylem düzlemleri tına alır. İki yıl süren evlilik sırasında Hayrullah
Diğer anlatılar gibi roman da “hikâye” ile “söy- Bey hastalanır. Ölmeden önce Feride’den ailesinin
lem” düzlemlerinin çakışmasından oluşur. Bu iki yanına gitmesi sözünü alır. Feride bu sözü yerine
düzlemin geçişimini sağlayan öyküleme/anlat- getirir fakat Hayrullah Bey’in öldüğünü ailesine
ma (narration) edimidir. Anlatılan hikâye dilin söylemez. Bu arada Kâmran’ın karısı ölmüştür. Bir
imkânlarından, edebî teknik ve retorik araçlardan çocuğu vardır. Feride, kaybolduğunu sandığı gün-
yararlanılarak öyküleme süreci sırasında söyleme lüğünün içinde olduğunu bilmediği bir paketi ve
dönüştürülür. Bir anlatı metni (roman, hikâye, Hayrullah Bey’in ölmeden önce Kâmran’a veril-
masal, otobiyografi vb.) bu iki düzlemin (hikâye- mek üzere yazdığı mektubu getirmiştir. Mektubu
söylem) ayrıştırılması sonucu söylem özelliklerinin ve paketi, teyzesinin kızı Müjgân’a kendisi evden
açığa kavuşturulmasıyla çözümlenir. Aşağıdaki ayrıldıktan sonra Kâmran’a vermesi sözünü alarak
şema hikâye düzlemi-öyküleme (anlatma) edimi- verir. Müjgân bu sözü tutmaz. Kâmran, Feride’nin
söylem düzlemi ilişkisini göstermektedir: başından geçenlerin tümünü öğrenerek geri dön-
mekte kararlı olan Feride’nin gitmesine izin vermez
Hikâye ve evlenirler.
Anlatı Öyküleme Söylem düzlemi: Çalıkuşu’nda zaman sırası-
na göre belirttiğimiz bu başlıca olaylar romanın
Söylem hikâyesidir. Daha ayrıntılı olarak verildiğinde bir
iki sayfayı tutmayacak olaylar dizisi yaklaşık dört
Romanda zamanın kurgulanışı “hikâye” ve yüz sayfalık bir roman olmuştur. Bu dört yüz sayfa-
“söylem” düzlemleriyle ilişkilidir. Romanda anlatı- da okunan, “hikâye”nin “söylem”e dönüştürülmüş
lan hikâye belli bir zaman diliminde geçen olayları hâlidir. Romanda gönderme yapılan nesnel zaman,
kapsar. Nesnel takvim zamanıyla ifade edilirse bir Birinci Dünya Savaşı yıllarını kapsayan 1908-1918
hikâyede söz gelimi yirmi yıl süren olaylar öyküle- tarihleri arasıdır. Kurmacanın zamanı ise Feride’nin
me esnasında satırlara, sayfalara aktarılarak söylem yirmi beş yıllık hayatını kapsar. Bu süre, öyküleme
düzlemi oluşur. Buna kurmaca zamanın sunuluş bi- sırasında özetlemeler, sahnelemeler, betimlemeler

212
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

ve eksiltilerle, zamanda geri dönüşlerle anlatısal özetleyerek öyküler. On altı yaşında Kâmran ile ni-
söylem hâline getirilir. Hikâye düzleminde belirtil- şanlanana kadar olan olayların anlatımı ise yer yer
meyen sebep–sonuç ilişkileri anlatma (öyküleme) özetlemeler, eksiltilerle olsa da sahnelemelere daha
edimi sırasında olaylar arasında bağıntıların sağlan- ağırlık verilerek sürdürülür. Nişandan kısa bir süre
masıyla söylem düzlemine aktarılır. sonra Kâmran’ın yurt dışına gidişi ve orada geçir-
Genette, öyküleme edimiyle hikâyenin zamanı- diği dört yıllık süre zarfında Feride’nin yaşadıkları
nın söylem zamanına dönüştürülmesi işlemini üç anlatılmadan atlanır. Anlatılarda bu tür atlamalara
başlık altında ele alır: Düzen, süre, sıklık. eksilti denir. Romanda bu sürenin geçişi “Mamafih
bu dört sene Müjgân’ın korktuğundan çok daha
Düzen, olayların anlatımının zamanın çizgisel
çabuk geçti. Kâmran tekaüt olan amcasıyla beraber
akışına göre (kronolojik) mi, geri dönüşlerle mi,
büsbütün İstanbul’a döndüğünde ben bir ay evvel
yoksa ileri sapmalarla mı gerçekleştirileceğine karar
mektepten çıkmış bulunuyordum” (Güntekin,
vermektir. Çalıkuşu’nda anlatının düzeni olayların
2016, s. 128) şeklinde verilir. Birinci kısım düğün
akışının genel olarak kronolojik verilmesiyle ger-
hazırlıkları ve Feride’nin Kâmran’ın ihanetini öğ-
çekleştirilmiştir. Birkaç yerde geri dönüşlerle olay-
renerek evden ayrılmasıyla son bulur. Feride’nin
ların akış sırası değiştirilir. Çalıkuşu’nda ilk geriye
hayatının ilk yirmi yılını kapsayan bu bölüm 143
dönüş, Feride’nin Bursa’da bir otelde günlüğüne
sayfadır. Yani 143 sayfa/20 yıl anlatının hızını gös-
anılarını yazmasıyla yapılır. Günlükte anlatılan-
termektedir. Roman 541 sayfa olduğuna göre geri
lar bundan sonra –ana çizgi olarak- son bölüme
kalan 5 yıl 398 sayfada anlatılmıştır. Kabaca şu so-
(Beşinci Kısım) kadar zaman sırasına uygun akış- nuca varabiliriz: Birinci Kısım’da ortalama bir yıl
la verilir. “Dördüncü Kısım” sonunda Feride’nin 7,1 sayfaya tekabül etmektedir. İkinci Kısım 202
günlüğü bitmiş, kahraman anlatıcı yerini tanrısal sayfalık en uzun bölüm olmakla birlikte, burada
anlatıcıya bırakmıştır. Bu son kısımda Feride’nin anlatılan zaman bir yıldan biraz fazladır sadece. Bu
defterin sayfası bittiği için kapak üzerine yazdıkla- da yaklaşık bir yıllık zamanın 202 sayfada anlatıl-
rının Kâmran ve Müjgân tarafından okunmasıyla, dığını göstermektedir. Buna göre İkinci Kısım’da
iki yıl önce Feride’nin Hayrullah Bey’le evlendiği anlatının hızının Birinci Kısım’a kıyasla çok düşük
düğün gecesine dönülür. Bu çok belirgin geri dö- olduğunu tespit ediyoruz. Anlatma yavaşlamıştır.
nüşler dışında daha kısa süreli geri dönüşler de ro- Bundan da Birinci Kısım’da anlatının özetleme
manda yer alır. Ancak bütüne bakıldığında roman- ve eksiltilerle daha hızlı olduğu, İkinci Kısım’da
da anlatılan zamanın genel olarak çizgisel akışla, sahneleme, betimleme ve ayrıntılı iç dünya anali-
kronolojik bir düzen içinde verildiği görülür. ziyle anlatının yavaşladığı sonucunu çıkarırız. 541
Süre, anlatının ritmini, hızını tayin etmektir. sayfalık romanda tüm anlatılan zamanın 25 yıl
Bu da öyküleme sırasında özetleme, sahneleme, olduğunu hesaba katarsak anlatının bütünündeki
duraklama ve eksiltili anlatma yöntemleriyle ger- anlatma hızı 21/1’dir. Yani her 1 yıllık sürenin or-
çekleştirilir. “Özetleme” uzun süren bir olayın bir- talama 21 sayfa içinde anlatıldığı bilgisine ulaşırız.
kaç cümleyle anlatılması; “sahneleme”, olayların Romanın bütününü çok ayrıntılı inceleyerek an-
gösterme yoluyla eş zamanlı olarak anlatılması; latının hızının nerede düştüğünü, nerede arttığını
“duraklama”, açıklama ve betimlemeler yapılma- belirleyebiliriz. Ancak anlatının hızı bölümler ara-
sı; “eksilti” ise bazı olayların anlatılmadan geçil- sında aynı düzen içinde gitmediği gibi, bir cümle
mesidir. ile dört yıllık bir sürenin geçtiğini öğrendiğimizi
Buna göre Çalıkuşu’nda, “Birinci Kısım”daki düşünürsek yazarın bu planlamayı ne amaçla ve
hikâyenin süresiyle, söylemdeki süreyi karşılaş- nasıl yaptığını ayrıca araştırmak ve detaylandırmak
tırarak bu bölümdeki anlatının ritmini bulabi- gerekir. Bizim burada niyetimiz yalnızca hikâyede
liriz. Feride bu bölümde, ilk çocukluk yıllarını, gönderme yapılan gerçek zaman kavramından sa-
kendisine anlatılanlarla ve parça parça anılarına tır ve sayfalarla anlatılan zaman kavramına nasıl
dayanarak geri dönüşle anlatır. Babasının görevli geçildiğini örneklemektir.
gittiği Musul’da annesinin hastalanışını, babasının Çalıkuşu romanında, kişiler arasında diyalog-
neferi Hüseyin’i, annesinin ölümünü, İstanbul’a larla olay anının eş zamanlı olarak yansıtıldığı sah-
Hüseyin’le gönderilişini, anneannesine verilişini, neleme sık başvurulan bir işlemdir. Aynı şekilde,
sonra babasının onu Dame de Sion’a yazdırdığını öyküleme sırasında zamanın akışının durdurulma-

213
Metin Çözümlemeleri

sı demek olan betimlemeler, bu romanda durma sine ulaşmasından yararlanacak olan (alıcı) yine
(mola) şeklinde olmaktan çok kahramanın bakış Feride’dir. Feride’nin nesnesine ulaşma macerasın-
açısına bağlı olarak olayların akışı içinde anlatımı da “engelleyici”ler ihanetiyle Kâmran, bu ihanete
yavaşlatmakla birlikte durdurmadan yer almıştır. sebep olan Münevver ve düğün öncesi ihanet ola-
Bu şekilde, uzun boyutlu olmayan betimlemelere yını Feride’ye haber veren kadındır. “Yardımcı”lar
romanda sıkça yer verilmiştir. ise Hayrullah Bey, Müjgân ve Aziz Enişte’dir. An-
Öykülemenin doğasında olan eksiltili anlatımın latının öznesi Feride başkahraman ve aynı zamanda
Çalıkuşu’nda en belirgin biçimde bölüm geçişleri esas anlatıcı olarak romanın merkez kişisidir.
sırasında yapıldığını görürüz. Feride’nin her yer de- Feride karakter ve tip ayrımında nerede duruyor?
ğiştirmesinde (bir şehirden başkasına gitmesi) yeni Feride, karakteristik özelliklere sahip bir roman ki-
bir bölüme geçilir. Yeni bir mekânda hayata başla- şisidir. Başkalarına benzemeyen kendine özgü bir
nıldığını gösteren bu geçişlerde yolculuk, taşınma, karakteri vardır. Bunun yanı sıra Türk toplumu-
yerleşme gibi olaylar atlanır. Eksiltili anlatıma bir nun ideallerine uygun bir genç kız tipidir ve aynı
diğer tipik örnek de Munise’nin ölümünden sonra zamanda idealist öğretmen tipi olarak okurlarını
geçen on yedi gündür. Feride’nin hastalanıp ken- etkilemiştir. İkincil kişi olduğu hâlde, Hayrullah
dini bilmeden yattığı bu günler kahramanın bakış Bey bir karakterdir. Buna karşılık romanın ikinci
açısının dışında kaldığı için atlanmıştır. kahramanı konumunda olan Kâmran silik bir tiptir.
Bir birey olarak belirmez. Feride’nin aşkını taşıyan
Sıklık: Anlatı türünde hem anlatının hızına bir askı gibidir. Romanın kişi kadrosu içinde ikinci
tesir eden hem de eserdeki tematik özü ya da ese- derecede öneme sahip pek çok kişi bulunmaktadır.
rin yapısı ve üslubuyla ilgili başka oluşumları or-
Çalıkuşu romanının XVIII. ve XIX. yüzyıl Batı
taya çıkarması açısından anlatımdaki sıklığın nasıl
romanında pek çok örneği olan kahramanın ol-
kullanıldığı önemlidir. Birçok kere tekrarlanan bir
gunlaşma sürecini anlatan bildungsroman türüne
olayın bir kere anlatılması anlatıyı hızlandırır. Ör-
dâhil etmek yanlış olmaz. Feride anne ve babasını
neğin, “Nişanlılığımın ilk haftaları herkesten kaç-
kaybetmiş, anneanne ve teyzelerinin şefkati ve hi-
makla geçti” cümlesi Feride’nin insanlardan kaçma
mayesinde, babasının ölmeden önce onu yerleştir-
eylemini tekrar ettiği hâlde bu cümleyle bir kerede
diği Fransız kız okulunda okumuş bir genç kızdır.
bu sıklığı ifade edebilmesi anlatıdaki frekansı gös-
Okulu bitirdikten sonra nişanlısının onu aldattığı-
terir. Buna karşılık Kâmran’ın ona “Feridem” diye
nı öğrenince evden kaçması, öğretmenlik mesleği-
seslenişi için “Bir küçük feryada benzeyen bu ses
ne atılarak Anadolu’ya gitmesi ve kendi ekmeğini
hâlâ kulağımdadır” sözü Feride’nin bu olayı birçok
kazanmaya başlamasıyla olgunlaşma süreci başlar.
kez hatırladığını, yani bir kere olanın tekrarlanma
O zamana kadar ele avuca sığmaz, hayat hakkın-
ifade edecek bir biçimle anlatılmasıdır. daki fikirleri, üst düzey ailelerin çocuklarının oku-
Örneklemeye çalıştığımız gibi, hikâye zamanı- duğu yatılı okulun ve teyzesinin köşkünün dar
nın söylem zamanına aktarılması yani takvim za- çevresinde oluşmuş bu genç kızın yaşadığı ülkenin
manının satırlara, sayfalara dönüştürülmesi hikâye sorunlarıyla karşı karşıya gelmesi, özellikle bürok-
ve söylem düzlemlerinin bir kâğıdın iki yüzü gibi iç rasi ve eğitimle ilgili gözlemleri, Anadolu insanı ve
içe geçmiş olduğunu göstermektedir. hayatını tanımaya başlaması onu değiştirir. Yıllarca
Kâmran’a karşı duyduğu öfke yatışır. Hayatı ve ha-
taları daha anlayışla, daha sabırla karşılamayı öğre-
5. Aşama: Kişiler ve İşlevleri
nir. Feride’nin olgunlaşma yolculuğu aile yuvasın-
Çalıkuşu romanının yapısı içinde kişilerin iş- dan kaçışıyla başlar ve oraya dönüşüyle son bulur.
levlerini Greimas’ın “eyleyenler örnekçesi”ne göre
belirleyebiliriz:
6. Aşama: Mekânlar ve İşlevi
Gönderici Nesne Alıcı Çalıkuşu’nda mekânların anlatının yapısı içinde
Yardımcı Özne Engelleyici Feride’nin iç ve dış yolculuğunu belirlemede önemli
bir işlevi vardır. Anlatıdaki beş bölümün her biri bir
Feride, bu anlatının “özne”sidir. “Nesne”si yer değişikliği ile başlar. Çözümlememizin “Roma-
âşık olduğu Kâmran’dır. Feride’yi bu nesneye nın Bölümleri” aşamasında buna işaret etmiştik. Bir
“gönderen” ise aşk duygusudur. Öznenin nesne- kurmacanın ortaya çıkabilmesi için mevcut durum-

214
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

daki denge hâlinin bozulması gerekir. Gösterge bilimciler buna dönüştürücü öge derler. Çalıkuşu’nun bütü-
nü içinde düşünüldüğünde anlatıdaki esas dönüşüm noktası Feride’nin Kâmran’ın kendisini aldattığını öğ-
renerek evden ayrılmasıdır. Bu olay kurmacayı oluşturan diğer olaylar dizisinin yolunu açacaktır. Feride’nin
eve dönüşüyle bu olaylar dizisi son bulacak, Feride’nin Kâmran’a dönmesiyle denge yeniden kurulmuş
olacak ve roman sonuç aşamasına geçecektir. Bütün içindeki bu yapısal şemanın her bölüm için de geçerli
olduğunu görüyoruz. Örneğin, İkinci Kısım’da Feride Bursa’daki görevine başlamayı bekler. Ancak Maarif
Müdürü ve çevresindekilerin kendisini kandırmasıyla ücra bir köy olan Zeyniler’e atanmayı kabul eder.
Evinden kaçıp öğretmenliğe atanarak geçici bir denge hâline kavuşan Feride’nin hayatının dengesi yeniden
bozulmuş, kimselerin gitmediği Zeyniler’de en zor şartlar altında öğretmenliğe başlamıştır. Tam bu köye alı-
şıp hayatını dengeye kavuşturmuşken okul kapatılır, Bursa’ya geçer. Her bölüm önce bir denge durumuyla
başlar, denge bozulur ve olaylar art arda gelir. Bütün bu olumsuzluklar hep mekân değişikliğiyle şekillenir.
Mekânların içerik yönden önemi ise bir İstanbul kızı olan Feride’nin gezdiği yerlerde Anadolu’nun çe-
şitli cepheleriyle karşılaşmasını sağlamasıdır. Romanda şehir olarak mekânlar yalnızca baş harfleriyle verile-
rek gizlenmiştir. Şehirlerle ilgili geniş tasvirlere rastlanmaz. Romanda daha çok Feride’nin bakış açısından
dış dünyanın duygusal tasvirlerine rastlanır.

Öğrenme Çıktısı

2 Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanını roman türünün genel özellikleri
kapsamında tartışabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bir roman metninin çö- Bir romanda tarihî kişilerin Bir romanda seçilen
zümlenmesinde ilk adımlar yer almasının nasıl bir işlevi mekânın olaylar ve kişiler
neler olmalıdır? Araştırın. olabileceğini değerlendirin. üzerindeki etkisini anlatın.

SAİT FAİK ABASIYANIK’IN


“HAVUZ BAŞI” ÖYKÜSÜNÜN
ÇÖZÜMLENMESİ
Kısa öykü analizlerinde metne hem teknik hem
de tematik açıdan yaklaşmak öykünün unsurlarını
bu başlıklar altında değerlendirmek mümkündür.
Bu bölümde Sait Faik’e ait olan “Havuz Başı” öykü-
sünün bir analizi yapılacaktır. Öykünün anlaşılma-
sına ve yazarın bu öyküyü yazma nedenine dair bazı
değerlendirmelere yer verilecektir. Resim 8.2 Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)
Kaynak: http://www.edebiyathaber.net/61-sait-faik-
abasiyanik-hikaye-armaganini-kazanan-belli-oldu/

dikkat
Bu öykü, kitabınızın dör- “Havuz Başı” öyküsü basit ama genişlemeye ve
düncü ünitesinde Yaşamla yorumlanmaya müsait bir içeriğe sahiptir. Olay ör-
İlişkilendir başlığıyla yer güsü birkaç vaka halkasından oluşmaktadır. Öykü,
almaktadır.

215
Metin Çözümlemeleri

anlatıcı kahramanın bir havuz başında sevdiği ki- hâlde bulunur, diğer iki kişinin olay örgüsüne dâhil
şiyi beklediği sahneyle açılır. Kaygı ve umut dolu olmasıyla birlikte dikkat iç dünyadan dış dünyaya
bekleyişini eğer sonuca ulaşırsa duyacağı mutlulu- yönelir. Böylelikle okur tek bir kahramanın düşün-
ğu tasvir eder kahraman. Kaygı, sevgisine karşılık ce ve duygu akışından küçük bir grubun arasında
bulamama ihtimalinin doğurduğu duygudur. An- yaşanan iletişim ve etkileşime yönelir. Bu yöneliş
laşılan beklenen kişi karşılıksız sevilmektedir. Ge- olayların hızında bir değişim yapmamakla birlik-
çenlerin arasında sevgilinin görülmemesi umudu te çerçeveyi genişletir, Murtaza Çavuş’la Hacer
üzüntüye bırakır. Kahramanın duygu durumunu Ana’nın hayatlarından bir kesit de içerir. Öykünün
ifade etmek için kullandığı “Bayramım, çocukluk belki de doruk noktası olarak ifade edebileceğimiz
bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş dol- kısmı da Murtaza Çavuş’un anlatıcı kahramana
du.” ifadesi kısa öykülerin temel aldığı yoğun anla- selam vermesi ve ardından yanına gelerek konuş-
tıma dair dikkat çekici bir örnektir. Anlatıcı okura masıyla başlayan bölümdür. Durum öykülerinde
duygularını, özellikle de hayal kırıklığını, somut bir daha önce de ifade edildiği gibi olay örgülerinde
benzetmeyle, okurların da yaşaması muhtemel bir ani değişimler ve kırılmalar yaşanmaz. Bu öyküler-
tecrübeyle aktarmaktadır. Kederini uzun uzadıya deki değişimler günlük hayatta sıradan bir insanın
anlatmak yerine tek ve yoğun bir cümleyle ifade et- yaşayabileceği ya da şahit olabileceği durumlara
miştir. Bir taraftan da sevdiği insandan söz ederken benzer bir gelişim çizgisindedir. Gerçek bir insan
çoğunlukla ondan “siz” olarak bahsetmesi her ikisi hayatında şaşırtıcı ya da hayatını tümüyle alt üst
arasındaki mesafeye de bir işarettir. Anlatıcı kah- eden olaylarla ne kadar seyrek karşılaşıyorsa bu tür
raman bu mesafeden, ona yaklaşamamaktan duy- öykülerde de kişilerin ani ve büyük boyutlu dö-
duğu üzüntüyü hitap şekliyle de vurgulamaktadır. nüşümler yaşaması o kadar olasıdır. Dolayısıyla
doruk noktası olarak nitelendirdiğimiz hususun
bir selam veya diyalog başlangıcı olması okuru şa-
şırtmamalıdır.
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) çağdaş
Türk edebiyatının önde gelen öykü yazar-
Öykünün temelinde yatan çatışma gerçek in-
larındandır. Türk öykücülüğüne kazandır-
san ilişkileriyle hayalî olan arasında geçmektedir.
dığı eserlerle tür için bir dönüm noktası
Anlatıcı kahraman öykünün başından önemli bir
teşkil eder.
kısmına kadar kendi zihninde, hayalî sevgilisinin
peşindedir. Kahramanın duyduğu sevginin karşı-
lıksız olabileceğine hatta böyle bir sevgilinin mev-
Bu sahnenin ardından zaman zaman etrafına cut olmadığına dair kuvvetli bir izlenim ediniriz.
da bakan kahraman kendisine selam veren bir ada- Bir taraftan da anlatıcıyı dış dünyaya, gerçek haya-
mı fark eder. Ancak daldığı düşünceler bu selama ta çağıran bir de çift vardır. Önce kahraman bu ses-
hemen karşılık vermesine engeldir. Dalgınlığından lenişi üstünkörü yanıtlar ve kendi hayallerine dön-
ve gecikmeden dolayı üzülür, selama karşılık verir, mek için direnir. Ancak bu direnişi onların ısrarı
böylelikle öykü de asıl gelişeceği noktaya ulaşır. Bu karşısında kırılır. İstanbul’a dair sorularına cevap
selam sahnesi öykünün yön değiştireceği, diğer iki vermek, onların, küçük insanın kaygılarına ortak
öykü kişisinin de esere dâhil olacağı andır. Durum olmak mecburiyetinde kalır. Bu noktada gerçeğin
öykülerinde kişiler şans ya da tesadüf eseri olarak çağrısından, bu ortaklıktan rahatsızlık duyan bir
değil gerçekçi nedenlerle anlatıda yer almaktadırlar. kahraman da ortaya konabilirdi. Ama Sait Faik’in
Öykü anlatıcısıyla Lüleburgaz’dan İstanbul’a gelen insan karşısındaki genel tutumu bu aşamada da
yaşlı çiftin buluşması da gerçekçi bir çerçeveye yer- kendini gösterir. Kahraman zayıf bir tepkiden son-
leştirilmiştir. Murtaza Çavuş ve Hacer Ana olduk- ra kurduğu hayalleri, kendi kaygılarını bir kenara
larını son kısımda öğrendiğimiz bu yaşlı karı koca bırakır ve onların saf bir ölçüde de çocuksu buldu-
anlatıcı kahramanla konuşmaya başlarlar. ğu gerçekliklerine ortak olur.
Öykünün akış hızı bakımından durağan yapı- “Havuz Başı” öyküsünün dört kişi etrafında
da olduğunu söylemek mümkündür. Öykü kişileri oluştuğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki öyküyü
hareket hâlinde değildir. Olaya hız kazandıran şey de anlatan ana kahramandır. Öyküde konu edilen
bu üç kişi arasındaki diyalogların varlığıdır. Önce olaylar doğrudan bu kişiyle ilgilidir. Diğer kişiler;
anlatıcı kahraman kendi iç dünyasına yönelik sevgili, Murtaza Çavuş, Hacer Ana onunla müna-

216
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

sebetleri vasıtasıyla anlatıda yer alırlar. Hem kişiler cık kemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri
hem de olaylar bu merkez kişinin bakış açısı ve an- bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar
latımıyla sunulur. Bu bakımdan onun anlatım me- gibi oldum.” ifadesi de bir taraftan kadının yine ait
safesi metin için belirleyicidir. Anlatıcı kahraman olduğu coğrafyaya ilişkin bilgilere diğer yandan da
kendisini ve çevresini, kısa bir sürede gelişen olay içindeki yaşam enerjisine göndermelerde bulunur.
örgüsünü aktarır. Bunların yanı sıra asıl anlatılan Nitekim bu yaşam enerjisi “Elli yaşında adam, elli-
kendi yaşadığı dönüşümdür. Öykülerde öykü kişi- sine yakın kadın, fıskiyeler, toplar... Onlar, benden
sinin bir başlangıç durumundan bir başka duruma de çocuk.” yargılarıyla da pekiştirilecektir.
geçmesiyle öykünün sonlanması söz konusudur. Anlatıcı kahramanın bu yaşlı karı kocaya gide-
Bu değişim, farklılaşma çoğu zaman, özellikle de rek artan bir sevgi ve şefkat duyduğu belirgindir.
durum öykülerinde çok ani değişimler şeklinde or- Benzer bir sevgi ilişkisi Murtaza Çavuş’la Hacer
taya çıkmaz. Gerçek bir birey, herhangi bir olay ya Ana arasında da vardır. Onu İstanbul’a camileri ve
da durum karşısında ne kadar değişebilirse, duy- Beyoğlu’nu görmeye getirişinde çocuksu bir sevinç,
guları ne kadar farklılaşabilirse öykü kişisi de aynı heyecan ve merak duygularının etkisi vardır. Mur-
oranda değişebilir. Bu, öyküde gerçekliğin sağlan- taza Çavuş, İstanbul’u daha önce görmüş olmaktan
ması için zorunludur. Bireyin hayatından ani kı- ötürü belirsiz bir güven duyar. Aynı duyguları eşine
rılmalar nadiren yaşanır, dolayısıyla öykülerde de de yaşatmak ister. Hacer Ana’ya yaklaşımında alt-
bu kırılmalara neredeyse hiç yer verilmemektedir. tan alta şehir insanının kaybettiği bazı değerler bu-
Kahramanların yaşadığı ciddi değişimler daha çok lunmaktadır. Nitekim anlatıcı kahramanla hayalî
geleneksel anlatılarda ve geçiş dönemi eserlerinde sevgilisi arasında yaşandığı var sayılanlarla Murtaza
görülmektedir. Genel anlamda Sait Faik de bu ba- Çavuş’la Hacer Ana arasında yaşanan gerçeklik ara-
kımdan günlük hayatın akışına uyum gösterir. An- sında karşıt bir durum vardır. Biri hayalî ve mesa-
latıcı kahraman öykünün başında “dünyayı kederle feliyken diğeri gerçek ve samimidir.
yeniden inşa edecek” bir ruh hâlindedir. Ancak di- Öykünün mekânı söz konusu olduğunda ilk
ğer iki kahramanla konuşmaları, onların dünyasına yapılacak işlerden biri fiziksel çevrenin tanımlan-
dâhil olması neticesinde onun ruh durumunda bir masıdır. Bunun için işe genel sorularla başlamak
değişim gözlenir. yararlıdır. “Öykü nerede geçmektedir?” “Burası bir
Öykülerin sıradan ya da “küçük insan”ın dün- iç mekân mıdır yoksa dış mekân mıdır?” Bu temel
yasına odaklandığı bunun da durum öykülerinin soruların cevabı bize kurguda kullanılan sahneyi
temel belirleyenlerinden biri olduğu ifade edil- genel hatlarıyla verecektir. Ancak öykülerde mekân
mişti. Anlatıcı kahramanın yarıda bırakılan aşk sadece bir sahne olarak bulunmaz. Özellikle mo-
öyküsünden çok Murtaza Çavuş’la Hacer Ana ara- dern öyküler mekân-insan ilişkilerinin çok yön-
cılığıyla bu kaygıların öyküye girdiğini söyleyebili- lü ele alındığı anlatılardır. Bu nedenle belirlenen
riz. Lüleburgaz’dan İstanbul’a gelişleri, İstanbul’u mekânın ne amaçla kullanıldığı, kişilerle ya da te-
görme istekleri bunlardan bazılarıdır. Bir de alış- mayla nasıl bir ilişki içerisinde kurgulandığı soru-
veriş yapmışlardır. Anlatıcı kahramana bu alışı- ları da hemen ardından sorulmalıdır. Bu noktada
verişlerinin kârlı olduğunu onaylatma ihtiyacı mekânın sadece fiziksel durumuyla yetinmemek
duyarlar. Bu sahne onların portrelerini tamam- mekânın birey tarafından algılanışına da dikkat et-
larken okurun söz konusu kahramanlara daha da mek gerekir. Biz de “Havuz Başı” öyküsünü mekân
yakınlık duymasını sağlar. Öykü böylelikle sadece açısından değerlendirmek adına bu sorulardan ha-
şehirdeki küçük insanın değil toplumun her kesi- reket ederek ögenin görünümünü değerlendirmeye
mindeki kişileri kapsayıcılığını gösterir. Bu öykü çalışalım.
kişilerinin tasvirinde de ait oldukları coğrafyaya ve Mekân öyküye adını vermektedir. Öykülerin
meşguliyetlerine dair ayrıntılar bulunur. Murtaza adları yazarlar tarafından bilinçle seçilirler. Böyle-
Çavuş’u ifade etmek için kullanılan “toprak rengi likle, öykünün adından itibaren okuyucu, yazarın
yüz” kişinin ait olduğu mekânla bütünleşmesine, onun dikkatini nereye yönlendireceğini kestirebilir.
şehre olan yabancılığına, bir taraftan da yaşamı- Bu bakımdan mekân ögesinin öyküde kilit bir rol
nın muhtemel zorluklarına işaret etmektedir. Aynı üstleneceği ilk adımda belirginleşir. Önce öykü-
şekilde Hacer Ana’yla ilgili tasvirde geçen “Sütlaç nün anlatıcısı bir bekleyiş hâlinde karşımıza çıkar.
gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elma- Havuzun etrafındaki banklardan birinde gelmesini

217
Metin Çözümlemeleri

umut ettiği sevgilisini beklemekte ya da en azından nüp baktı?.. Yoksa kimselerin oturmadığı kanepe-
onu kısa da olsa görmeyi ummaktadır. Bu bakım- lerde bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur?
dan sevgilisinin geçiş güzergâhındadır. Mekân ilk Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir
teknik işlevini burada yerine getirir. Bilinçsiz bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi,
tercih olmadığı böylelikle vurgulanmıştır. Ancak yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?” ifadeleri
kendi iç dünyasına dalmış anlatıcıyı bir bekleyiş insani duyguların hele aşkın şaşkınlıkla karşılandığı
noktası olması dışında bu yerin pek de ilgilendir- bir topluma yönelik söylenmiştir. Kahramanın bu
diği söylenemez. Onun mekâna dikkati iki kişinin seslenişi tek bir insani durumdan hareketle öykü-
daha olay örgüsüne dâhil olmasıyla gerçekleşir. nün toplumsal eleştiriye ulaşmasının kayda değer
Bunlar Lüleburgazlı yaşlı bir karı-kocadır. Anlatı- bir örneğidir. Herkes hayatın akışında, bu koşuş-
cının tersine tüm dikkatleri mekâna yönelmiştir. turmanın ve yalıtılmışlığın sembolik ifadesi olabi-
İstanbul’u gezmek için gelmiş olmalarıyla onla- lecek tramvaydan kahramana yadırgayan bakışlarla
rın dikkatlerinin sebebi de ortaya konur. Öyküde bakmaktadır.
yazarın, banktan başlayarak mekân açısından bir
Öyküde anlatım tekniği olarak diyalogtan ya-
genişlemeye gittiği açıktır. Çiftin İstanbul’la ilgili
rarlanıldığı görülür. Bu diyalogların öykünün iler-
sorularıyla birlikte anlatıcı dikkatini kendi iç dün-
leyişinde önemli bir rolü vardır. Fakat en çok da
yasından dışarıya doğru yönelttikçe sahneye yeni
öykü kahramanlarının özellikle de karı-kocanın
mekân ögeleri girmeye başlar. Önce Ayasofya sonra
anlatımında önemli işlev görür. Diyaloglar, bu iki
Beyoğlu, Taksim dâhil olur.
öykü kahramanının anlatıcı kahraman tarafından
Havuzun etrafında anlatıcının oturduğu bank çizilen portrelerini destekler. Kahramanın yakla-
merkezî noktadır. Öykü burada başlar ve noktala- şımında sevecen bir tutum vardır. Diyaloglar da
nır. Sahne genişlese de odak noktası öykü boyunca aynı sevecenliğin, sevginin okur tarafından da his-
değişmez. Yazar mekânı anlatmak amacında değil- sedilmesini sağlar. Hacer Ana’nın Ayasofya’ya Ali
dir; mekândan hareketle insan sevgisine, hayal ve
Sofya deyişi ve anlatıcı kahramanın da bu yanlışı
gerçeklik arasındaki karşıtlık gibi insani meselele-
düzeltmeyerek kelimeyi onun gibi tekrarlayışı gibi
re değinir. Mekân kişiler arası iletişimi başlatmak
ayrıntılarla bu sevecen tutum kurulur. Bu ayrıntılar
açısından teknik bir öneme de sahiptir. Murtaza
kahramanın diğer kişilere yaklaşım mesafesini de
Çavuş’un İstanbul hakkındaki sorularıyla üçü ara-
gösterir.
sındaki iletişim başlar. Bu yüzden öyküye “Havuz
Başı” isminin verilmesi de karşılığını bulmaktadır. Öyküde zamana ilişkin bazı ayrıntılara yer veril-
Yazar kurgu için sahneyi çizmekle kalmamış bu miştir. Anlatıcı kahraman satır arasında tarihi “bin
sahneye kişileri bir araya getirici bir işlev yüklemiş dokuz yüz kırk altı mayısı” olarak verir. Bu öykü-
ve buradan da temayı ortaya koymuştur. Öyküdeki nün genel çerçevesidir. Bir de kapının saatinin on
mekân unsuru olay örgüsü açısından kilit bir öne- ikiyi geçtiği gibi belirgin bir ayrıntıyı da ifade eder.
me sahiptir. Üç kahramanın yollarının kesişmesine Kahramanın saate dikkatini yöneltmesinin temel
oturmuş oldukları bank neden olmuştur. Bu teknik sebebi sevgilisinin geçişini kaçırmama isteğidir. İş
yanına işaret eder. Bir taraftan da öykünün bu sah- çıkışında onu bulacak, en azından uzaktan da olsa
nesine bakıldığında yalıtılmış bir durum da söz ko- görebilecektir. Zamanın geçişi onun beklentilerini
nusudur. Bunu ilk belirginleştiren ayrıntı anlatıcı boşa çıkarır. Sevdiği insan gelmemiş, saat geçmiştir.
kahramanın tek başına bulunmasıdır. Kendi hayal Öykü kişisinin saate bağlı bir bekleyiş hâlinde bu-
dünyasına dalmıştır. Sadece sevdiği insanı düşün- lunması öykünün temelindeki çatışmalardan biriy-
mekte onu dış dünyaya çağıran her türlü sese kulak le de ilgilidir. Anlatıcı kahramanla birlikte okur da
tıkamaktadır. Ancak bir taraftan da yalıtılmışlık sa- bir süre sevgilinin gelip gelmeyeceğini bekler. Bu
dece kahramanın kendi hayal dünyasına dalmasıyla bekleyişin heyecanı çıkış saati gelene kadar yükse-
sağlanmaz. Anlatıcının bankta oturuşunu yadırga- lir. Ancak sonrasında anlatıcı kahraman da beklen-
yan bakışlara yönelttiği “Ne diye öyle dönüp dö- tinin boşunalığını anlar.

218
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Öğrenme Çıktısı

3 Sait Faik’e ait olan “Havuz Başı” öyküsünün analiziyle birlikte öykünün teknik ve tematik
yapısını ana hatlarıyla değerlendirebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Öykü kişileri, öykü sürecin- Herhangi bir öyküde anla- Romanlarda mekânın kulla-
de iç dünyalarında belirgin tımda yoğunluğu sağlama- nımıyla öykülerde mekânın
bir değişim yaşamakta mı- nın vasıtalarının ne olabile- kullanımı arasındaki farklı-
dırlar? Araştırın. ceğini değerlendirin. lık ve benzerliği anlatın.

NÂZIM HİKMET RAN’IN FERHAD İLE ŞİRİN, MEHMENE BANU


VE DEMİRDAĞ PINARININ SUYU ADLI TİYATRO OYUNUNUN
ÇÖZÜMLENMESİ
Geleneksel halk hikâyelerinden Ferhad ile Şirin’i çağdaş bir
oyun kimliğine kavuşturan Nâzım Hikmet, gelenekteki anlatı-
yı tiyatroya uyarlayarak aşkı farklı düzlemlerde ele alır. Oyunda,
sevgilisine kavuşmak için dağı delmek zorunda olan geleneksel
halk kahramanının yeniden ve farklı bir biçimde yorumlandığı
görülür. Gelenekteki hikâye uyarlanırken ana fikir değişime uğ-
radığı gibi birbirine kavuşamayan sevgililerin trajik hikâyesi, in-
sanlığın kurtuluşu için direnen, idealize edilmiş bir kahramanın
hikâyesine dönüşmüştür.

Oyunun Bölümlenmesi
Oyun, ilk iki perdesi ikişer sahneye bölünmüş üç perdeden
oluşmaktadır. Her perdenin başına, olayın serimini yapan oyun
kişilerinin bulunduğu “Prolog” bölümü konmuştur. Oyunun bö-
lümlenmesine bakıldığında şöyle bir tabloyla karşılaşılır:

Resim 8.3 İlk Baskının Kapağı (1965)


Uyarlama
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/
• Özgün esere bağlı kalarak uyarlama,
Ferhad_ile_%C5%9Eirin_(oyun)
• Serbest uyarlama:
İlkin özgün eser, tema ve konusunun ana çizgileri korunarak,
yeni kişiler ve olaylar eklenmeden uyarlanır (Necati Cumalı – R.
N.Güntekin, Çalıkuşu). Serbest uyarlama, özgün eserin içerdiği
malzemeden yararlanarak, eseri örselememeye de özen göstererek,
az-çok bir eser yazmak demektir. Konuda bazı değişiklikler yapıla-
bilir, yeni kişiler ve sahneler eklenir vb. (T. Özakman-R. N. Günte-
kin, Sarıpınar - 1914 [Değirmen]) (Özakman, 1998, s. 288, 289).

219
Metin Çözümlemeleri

1. Perde: Zaman: Belirtilmez, ancak Ferhad ve Şirin’in


Prolog: buluşmalarından kısa bir süre öncesidir.
Kişiler: Münadi Olay: Mehmene Banu’nun dadısı, oğlu Şe-
rif Ağa’ya sanatının sırrını vermesi karşılığında,
Mekân: Arzen şehri
Ferhad’ı Şirin’le buluşturur.
Zaman: Bir gündüz vakti olduğu anlaşılmak-
1. Sahne:
tadır. Şirin’in hastalığına çare arandığı bir sonraki
sahne ile eş zamanlı olarak boy gösterir. Kişiler: Ferhad, Şirin.
Olay: Münadi, Mehmene Banu’nun fermanını Mekân: Şirin’in odası.
halka duyurur. Zaman: Gece. Ferhad’ın Şirin’i görmesinin üze-
rinden dört ay geçmiştir.
1. Sahne:
Olay: Ferhad ve Şirin, Şirin’in odasında bulu-
Kişiler: Mehmene Banu, Vezir, Hekimbaşı,
şurlar. Birbirlerine olan aşklarını dile getirirler. Şi-
Müneccim, Dadı, Servinaz, Gelen, Şirin.
rin, Ferhad’a kaçmayı önerir; Ferhad kabul eder ve
Mekân: Mehmene Banu’nun sarayında Şirin’in iki âşık kaçarlar.
hasta yattığı oda. Çırağlar yanmaktadır.
2. Sahne:
Zaman: Gece.
Kişiler: Mehmene Banu, Vezir, Dadı, Şirin,
Olay: Mehmene Banu, veziri, dadısı, münec- Ferhad.
cimi, hekimbaşısı ve hizmetlisi Servinaz ile has- Mekân: Mehmene Banu’nun sarayında taht sa-
ta yatan Şirin’in başında bir mucize beklerken lonu.
içeri giren Gelen, Mehmene Banu’ya üç şartını
Zaman: Akşam vakti. İkinci sahne boyunca taht
kabul ettiği takdirde kız kardeşini iyileştireceği-
salonu önce akşamın kızılca, sonra alaca, sonra loş-
ni vadeder. Tüm koşulları kabul eden Mehmene
luğu ve en son karanlığıyla dolacaktır.
Banu’nun güzelliği yüzünden çekilir ve Şirin de
sağlığına kavuşur. Olay: Vezir iki sevgilinin cezalandırılması ko-
nusunda Mehmene Banu’yu ikna etmeye çalışır.
2. Sahne:
İki sevgili yakalanarak Mehmene Banu’ya getirilir.
Kişiler: Derviş, Behzad, Ustabaşı, Şerif, Ferhad, Mehmene Banu, Dadı ve Şerif ’le birlikte iki âşığa
Boyacı, İşçiler, Çıraklar, Müneccim, Dadı, Meh- da bir şey yapmaz. Ancak Şirin’i Ferhad’a vermek
mene Banu, Şirin. için tek koşul öne sürer: Ferhad Demirdağ’ı de-
Mekân: Şirin’e yapılan köşkün bahçe içindeki lip şehre su getirecektir. Ferhad Şirin’in aşkıyla,
cephesi. Kapısına geniş merdivenlerden çıkılmakta- Demirdağ’dan suyu getirmeyi kabul eder.
dır. Bahçede, yemişi üstlerinde elma ağaçları vardır. 3. Perde
Zaman: Şirin’in iyileşmesinin ardından on bir Prolog:
ay geçmiştir. Bir gündüz vaktidir. Kişiler: Şerif, Semerkantlı, Arzenliler (Meşaleli
Olay: Şirin için yapılan köşk tamamlanmak Erkek, Yanındaki Erkek, Çocuklu Kadın, Çocuk-
üzeredir. Köşkün nakış işlerinde Behzad Usta ile lu Kadının Kocası, Kısa Boylu Adam, Uzun Boylu
oğlu Ferhad da çalışmaktadır. Mehmene Banu’nun Adam, Birinci Genç Kız, İkinci Genç Kız).
dadısının oğlu Şerif, nakış sanatındaki ustalığın- Mekân: Ferhad’ın çalıştığı Demirdağ’a bir saat-
dan dolayı Ferhad’ı kıskanır. Köşkü görmeye gelen lik uzaklıkta bir yer.
Mehmene Banu ve Şirin görür görmez Ferhad’a Zaman: Ferhad’ın Demirdağ’ı delmeye başlayı-
âşık olurlar. Mehmene Banu Ferhad’ı saraya baş- şının onuncu yılı bitmiştir. Şafak sökmek üzeredir.
nakkaş olarak atar. Ferhad yalnızken Şirin yanına
Olay: Arzenliler Demirdağ’da çalışan Ferhad’ı
gelir, ağaçtan kopardığı bir elmayı Ferhad’ın sırtına
görmeye giderler.
atar, Ferhad da Şirin’i görür görmez ona tutulur.
1. Sahne:
2. Perde:
Kişiler: Ferhad, Kavak, Gürz, Demirdağ, Çoban-
Prolog:
yıldızı, Işıyan Karanlık, Karacalar, Geyikler, Bülbül,
Kişiler: Şerif, Ferhad, Dadı. Gülen Nar, Ağlayan Ayva, Şerif, Behzad, Semer-
Mekân: Şirin’in odasının önü. kantlı, Zaman, Şirin, Çocuklu Kadın, Arzenliler.

220
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Mekân: Demirdağ’da yayla. Solda dipte, pına- dokuludur. Olayın gelişim çizgisi gerilimlidir ve
rın kaynağı ve Ferhad’ın içinde çalıştığı mağaranın üzerinde kriz noktaları vardır. Seyirci/okuyucu,
ağzı. Ağaçlık. Uzaklarda orman. Ön planda boyları olaylar ve durumlar içinde sıkışmış olan oyun kişi-
gitgide küçülen, sırayla dikilmiş on bir kavak. On si ile kendini özdeşleştirebilir. Oyunda, olaylar ara-
birinci kavak henüz fidan hâlindedir. sındaki neden-sonuç bağı, olasılık ve kaçınılmazlık
Zaman: Erken şafak vakti. duygusu, olayların “düğüm”ün atılması bakımın-
Olay: Ferhad, aradan geçen on yılın sonrasında dan ilk sahnedeki mistik havanın yaratılması gibi
on birinci kavağını dikmektedir. Çalıştığı seneler okuyucuyu/seyirciyi sahne atmosferine sokacak ve
içerisinde yaptığı işle bütünleşen Ferhad; Kavak’la, çekim alanına alacak bir düzenleme yapılmıştır.
Gürz’le, Demirdağ’la, Işıyan Karanlık’la, Karacalar Oyunun kişileri etraflıca tanıtılmış, çabaları, sa-
ve Geyikler’le, Bülbül’le, Çobanyıldızı’yla, Gülen vaşımları, olaylar üzerindeki etkileri, duygu birliği
Nar ve Ağlayan Ayva’yla, Zaman’la konuşur. Beh- yaratacak biçimde sergilenmiştir.
zad, on yıl sonra ilk kez oğlu Ferhad’ı görmeye Dramatik yapının benimsemiş olduğu kimi
gelir, baba oğul hasret giderirler. Şirin, Mehmene özelliklerin yanı sıra oyunda epik yapı içinde yer
Banu’nun koşulunu kaldırdığını ve artık birlikte alacak kimi özelliklere de rastlanır. Böylelikle kimi
olabileceklerini müjdelemeye gelir. Ferhad kabul sahnelerde olaylara uzak açıdan ve eleştirel bir ba-
etmez, dağı delmeyi bırakıp Şirin’le birlikte dön- kışla bakmayı sağlayacak olanaklar sağlanmıştır.
mez. Ferhad ile Şirin vedalaşırlar; Şirin, Ferhad’ı Kaderci görüşe karşı çıkan epik tiyatronun, insanın
Demirdağ’ı delinceye kadar bekleyeceğine söz verir. yazgısını değiştirecek toplumsal eylemin gücüne
Arzenliler Ferhad’ı izlemeye, gürzünün sesini din- inanması oyunun merkezine oturtulmuş bir dü-
lemeye gelirler; gürzün sesi duyulmaya devam eder. şünce yapısı olarak görünmektedir. Oyunda birin-
Oyunun bölümlenmesine bakıldığında, karşıt- ci, ikinci ve üçüncü perdenin başındaki “Prolog”
lık ilişkisi gösteren bir yapıyla karşılaşılır. Olay; gece bölümleri ile seyirci/okuyucuya bir sonraki sahne
sarayda, Şirin’in hasta yattığı odada başlamakta ve hakkında ön bilgi verilmesi, epik yapının özellikle-
on bir seneyi geçkin bir sürenin sonunda, bir dağ rindendir. Mehmene Banu’nun büyüsel bir işlemle
başında, bir şafak vakti sona ermektedir. İlk sahne- yok olan güzelliği, Ferhad’ın dağda cansız nesneler-
deki hasta odasının buhranlı havası ile son sahne- le kurduğu iletişim de ancak bir masal gerçeğinde
nin açık, temiz havası, yabanıl doğası hikâyenin an- olası olan ve epik yapının olanaklarıyla gerçekleşe-
lamına uygun bir karşıtlık oluşturur. İlk sahnedeki cek sahnelerdendir.
baskının, tehdidin, korkunun, kuşkunun, kinin,
yalanın, öfkenin, acının yerini, son sahnede gü-
ven, hoşgörü, sevgi, saygı, umut alır. Oyun kişileri
Oyunun Hikâyesi ve İletisi
saraylılar ile halktan kişiler olmak üzere iki karşıt Oyun Mehmene Banu, Şirin ve Ferhad üçge-
kümede toplanmışlardır. İlk sahnede ilgi odağına ninde gelişir. Oyunda, gelenekteki hikâyenin en
oturtulmuş olan Mehmene Banu’nun yerini gide- temel eylem motifiyle asal kişilerin en bilindik
rek Ferhad’ın alması, zalim hükümdar ile başlayan özellikleri ele alınmış; bunun dışındaki kişiler ve
hikâyenin halkın gönlünü fethetmiş bir âşık ile olaylar tamamen kurmaca olarak oyuna yerleşti-
sonlandırılması oyunda karşıtlıklardan ustalıkla ya- rilmiştir. Saraylıların Demirdağ pınarından getirt-
rarlanıldığını göstermektedir. tikleri tatlı, şeker, şerbet, buz gibi suyun yanında,
çeşmelerden akan irin gibi suyla yetinmek zorunda
olan ve susuzluktan ölülerine ağlayan Arzenlilerin
Anlatım Yöntemi Olarak Klasik durumu, oyunda işlenen saraylı/soylu halk ile alt
Dramatik Yapı ile Epik Yapının tabakadaki insanların yaşam standardını da ortaya
Oyundaki Görünümü koymaktadır. Su, insanlığı mutluluğa kavuştura-
Gelenekteki biçiminde, birbirlerine âşık olan, cak, yenileyici yönüyle halkın refah içinde yaşama-
sınıfsal farklılıklarından dolayı önüne engeller çı- sına olanak sağlayacaktır. Gelenekteki hikâyede su,
kan, bunun için mücadele eden sevgililerin sonun- kahramanın yiğitliğinin sınanması için kullanılmış
da kavuşamadıkları ve acı bir sonla biten hikâyeleri bir motiftir; burada suya olan gereksinim keyfî
gibi, oyundaki hikâyenin yapısı da dramatik ya- iken oyunda Arzen halkı için suyun hayati bir öne-
pıyla kurgulanmaya müsaittir. Oyunun yapısı sıkı mi vardır.

221
Metin Çözümlemeleri

Yazar, gelenekten aldığı bu konuyu günlük ya- masına neden olan Şirin’e ve Mehmene Banu’nun
şamın gerçekleri bağlamında ve yaşanılan toplum gizliden gizliye âşık olduğunu bildiği Ferhad’a kin
sorunlarını da içerecek şekilde işler. Aşk, karşı cinse duymaktadır. Yazar, oyunun asal kişileri arasında-
duyulan beşeri bir kara sevda olmaktan çıkarılmış, ki aşk ilişkilerine; Şerif ’in nakkaş olma tutkusunu,
emekle işlenen toplumsal bir mücadeleye dönüş- Dadı’nın ana sevgisini, olağanüstü yeteneklere sahip
müştür. Oyunda işlenen karşı cinse duyulan aşk te- bilge Gelen’in mucizelerini de eklemiş ve bu kişiler,
masının toplumsal sevgiye dönüşmesinin eksenin- gerçekleştirdikleri eylemlerle olaylar örgüsündeki
de; anne sevgisi, sanat sevgisi, kardeş sevgisi, baba ilişkiler düzeninin, gelişim, çatışma ve düğüm sah-
oğul sevgisi, arkadaş sevgisi, doğa sevgisi, yaşam nelerinin hazırlayıcısı olmuşlardır. Oyun umutsuz-
sevgisi gibi farklı düzlemlerde sevginin her türlüsü- lukla başlar ve umuda yolculuğun hikâyesini anlatır.
nü de görmek mümkündür. Oyundaki temayı des- Gelenekteki ölümün yerini oyunda umut almıştır.
tekleyen bir diğer yaklaşım, kişiler arası ve kişinin Dağın bir gün delineceğine ve çeşmelerden temiz
kendisiyle yaşadığı çatışmalarla dramatik yapının su akacağına olan inancın, Ferhad’ın ve ona inanan
ortaya konuşudur. Oyunda aşk, gücünü hasretten Arzen halkının umuduyla biter oyun. Gelenekteki
alır. Ulaşılmazlık kişilerde bıkkınlık, karamsarlık gibi kronolojik bir sırayla verilen olaylar dizisinin
duygusu yaratmaz; aksine, hasretini duydukları sonunda, belirsizlikle biten açık uçlu bir son yaşan-
şeye ulaşma arzusunu körükler ve onlar bu yolda maktadır. Bu, okuyucuyu/seyirciyi düşünmeye, eleş-
her türlü engeli aşma gayreti içindedirler. Vezir tirmeye yönelten, işlevi olan bir sondur.
Mehmene Banu’ya, Mehmene Banu Ferhad’a, Fer-
had Şirin’e, Şirin Ferhad’a, Şerif nakkaşlığın sırrına,
Servinaz özgürlüğe, Derviş kurtuluşa, Behzad oğ-
luna, Arzenliler suya hasrettirler ve tüm insanlığın
hasretini duyduğu şey –Demirdağ’ın ardındaki su-
kişisel hasretlerin üzerindedir. Oyunda nakkaşlığın
incelikleri üzerine ayrıntılı bilgi verilerek Ferhad’ın
sanata ve güzelliğe karşı duyarlılığı ve duruşu da
ortaya konur. Ferhad nakşetmenin nasıl bir özen,
nasıl bir emek gerektirdiğini bilir. Ferhad’ın nakış
aşkı önce karşı cinse duyulan aşka ve gitgide doğa
aşkı, yaşam aşkı ve toplumsal aşka dönüşür.

Olaylar Örgüsü
Olaylar örgüsü, oyunda kişiler arası sevgi/aşk
ilişkileri üzerine kurgulanır. Oyunun merkezinde
olan Mehmene Banu, Ferhad, Şirin aşk üçgenine Resim 8.3 Ferhad ile Şirin Tiyatro Afişi
Vezir’in Mehmene Banu’ya olan aşkı da eklenirse Kaynak: http://www.tiyatronline.com/oyunlar/749/
oyunda dört kişinin birbiriyle olan çatışmalarının ve Ferhat-ile-sirin.html
aşk dolambacının işlendiği görülür. Ferhad ile Şirin
birbirlerini gördükleri anda severler. İki sevgilinin
arasına giren Mehmene Banu’nun Ferhad’a duydu- Oyun Kişileri
ğu gizli aşktır. Mehmene, kız kardeşini bir abla-anne Oyundaki kişiler, Mehmene Banu, Şirin, Vezir,
gibi sevmektedir. Şirin ona emanettir. Hasta olan Hekimbaşı, Müneccim, Dadı gibi saray halkından
kardeşini yaşama döndürmek için, kendi güzelliği- olan kişiler; Ferhad, Behzad, Ustabaşı, Şerif, Boyacı
ni vermekten kaçınmaz. Ama bu özverisi yüzünden gibi sanat ehli olan halktan kişiler; Derviş, Meşaleli
Ferhad’ı kendisine çekebilmek için kadınlığını kul- Erkek, Çocuklu Kadın, Kısa Boylu Adam gibi Ar-
lanma olanağını da bulamaz. Aşkı güzelliğini kay- zen halkından olan kişiler; Kavak, Demirdağ, Ka-
betmesinin acısıyla birleşince Mehmene Banu, iki racalar, Geyikler, Bülbül, Gülen Nar, Ağlayan Ayva
sevgili arasına toplumsal kaygıyı –Demirdağ engeli- gibi doğa varlıkları ile Gürz, Çobanyıldızı, Işıyan
ni- koyar. Vezir de içten içe Mehmene Banu’yu sev- Karanlık, Zaman gibi kişileştirilen kimi kavramlar-
mektedir. Sevdiği kadının güzelliğinin elinden alın- dan oluşur. Geleneksel hikâyedekine göre kişi kad-

222
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

rosunun kalabalık oluşu, oyunun toplumsal işlevine tir. Aslında Ferhad’ın Şirin’e duyduğu sevgi boyut
de uygunluk gösterir. Yazar oyunda, başkişileri iç değiştirerek toplum sevgisi ve sorumluluğuyla bir-
hesaplaşmalarıyla yansıtmış ve gelenekte var olan leşmiştir. Bu sevgi anlayışı oyunun sonunda top-
hikâyenin kalıp tiplerine karmaşık kimlikler yük- lumsal bir eyleme dönüşür, nitelik değiştirir. Artık
lemiştir. Oyundaki kişiler karaktere ve tipe oturtu- Ferhad, Demirdağ’ı Şirin’i elde etmekten çok; çeş-
lurken yaş, cinsiyet, sınıfsal konum, sosyal işlev de melerden akan zehirli su yüzünden salgın hastalık-
dikkate alınmıştır. Kişiler oyunun iletisini vurgu- tan kırılan şehir halkını, temiz suya kavuşturmak
layacak şekilde seçilmiştir. Olumlu ya da olumsuz için kazmaktadır. Ferhad’ın Şirin’e duyduğu sevgi,
niteliklerle donatılmış kimi oyun kişileri, olay akışı doğa sevgisi, yaşama sevgisi, insan sevgisiyle bir
içerisinde değişime uğramakta ve oyunun sonun- olmuştur. Ferhad için sevdiğine kavuşmak, suyu
da yeni bir kişilikle kendilerini göstermektedirler. kente getirmekle özdeştir. Mehmene Banu iki sev-
Oyundaki bu kalabalık kadroyu tek tek ele almak gilinin arasındaki engeli kaldırsa da durum değiş-
incelemenin sınırlarını aşacağından, burada yalnızca mez. Ferhad, Demirdağ’ı delmeyi ve suyu kente
oyunun iletisini güçlendiren üç isim olarak Ferhad, ulaştırmayı kafaya koymuştur. Ferhad’ı götürmeye
Şirin ve Mehmene Banu üzerinde durulacaktır: gelen Şirin, elinde gürzü ile doğaya karşı mücade-
le eden bir kahraman, halkın sevgilisi olmuş bir
yiğitle karşılaşır. Ferhad eski Ferhad değildir ar-
Ferhad
tık. Ferhad, Arzen halkını sayrılıktan kurtarmak
Geleneksel Ferhad tipi oyunda birtakım deği- için girdiği savaşımda bilinç düzeyine ulaşmış ve
şikliklere, dönüşümlere uğramıştır. Yine gözü pek, doğayı değiştirirken kendi de bu değişimden et-
yine yiğit, yine âşıktır. Aynı zamanda sorumlu, kilenmiş biridir. Oyunun kahramanı, geleneksel
umutlu, bilince ulaşmış, var olanla yetinmeyen, bağlamından çıkarak çağdaş bir boyuta ulaşmak-
ileri görüşlü bir insan olmuştur oyunda. Topluma tadır oyunda.
yararlı, mücadeleci bir karakter yaratır Ferhad. İn-
sanlığın menfaati için kendi iradesiyle bu zor sa-
vaşımı seçen; ayrılığı ve ölümü göze alan, direncin Şirin
sembolü olan bir kahramandır. Şirin, hükümdar Mehmene Banu’nun kardeşi,
Oyunda Ferhad’ın nakkaşlığının yanı sıra “âşık, on beş yaşında güzel bir genç kızdır. Oyunda, ne-
sevdalı” bir adam oluşunun altı çizilir. Ferhad’ın deni bilinmez bir hastalığa tutulur ve bir tansıkla
-gelenekte de olduğu gibi- sevdiği kız Şirin’le ara- Mehmene Banu’nun yüz güzelliğini vermesi karşı-
sında aşılması zor bir sınıfsal fark vardır. Ferhad, lığında sağlığına kavuşur. Şirin, Ferhad’ı görür ve
Şirin’le ilk karşılaştığında elleriyle yüzünü kapatır. sever. Halk hikâyelerindeki bilinen Şirin tipi gibi
Bu davranışın Mehmene Banu’nun saray kadın- davranmaz; sevgisini eyleme dönüştürür. O da Fer-
larının yüzüne bakma yasağından kaynaklandığı had ve Mehmene Banu gibi olayların akışı sırasında
açıktır. Ancak Ferhad, Şirin’i gördüğünde her tarafı bilinç düzeyine ulaşmış, değişime uğramıştır. Şirin,
çözülür ve dile gelmeye başlar. Ferhad, aşkı uğruna varlığını Ferhad’a adar. Onsuz bir hayat düşüne-
her şeyden vazgeçer. Şirin’i görebilmek için, baba- mez. Onunla var oluncaya, ona kavuşuncaya kadar
sına bile vermediği sanatının gizini Şerif ’e verir. direnecektir.
Onun sayesinde Şirin’le gizlice buluşan Ferhad, Oyunun sonunda Şirin, Mehmene Banu’nun
sevdiğini gördüğünde insan yüzünün nakıştan da şartını geri çekmesi üzerine Ferhad’ı götürmeye gel-
güzel olduğunu düşünür. Ferhad Şirin’i gördükten diğinde, aldığı red cevabına hiçbir anlam veremez.
sonra nakış yapamaz olur, Şirin’e olan aşkını nak- Ancak bu işin Ferhad için, Mehmene Banu’nun
kaşlığın üzerinde tutar. Sonunda Ferhad’a aşkını şart koşmasından öteye geçerek insanlık meselesi
sınama şansı yaratılır. Önüne Demirdağ gibi bir hâline geldiğini anladığında, artık beklemesini de
engel koyan Mehmene Banu, öne sürdüğü koşu- öğrenmiş biri olarak geldiği köşke geri dönmek zo-
lunu yerine getirmesi karşılığında Şirin’i Ferhad’a runda kalır. Gelenekte, sevdiğinin ölüm haberini
vereceğini söyler. aldıktan sonra kendi canına kıyan Şirin’in acı biten
Şirin’e kavuşabilmek için Demirdağ’ı delmeye sonunun yerini; oyunda suskun ve dirençli bir bek-
başlayan Ferhad’ın Şirin’e olan sevgisi, aradan geçen leyişi üstlenerek Ferhad’ın eyleminin de destekçisi
uzun senelere rağmen azalmamış, aksine güçlenmiş- olan Şirin alır.

223
Metin Çözümlemeleri

Mehmene Banu ortam içinde öne çıkan duygulardır. Toplumdan


Oyunun başında çaresiz, ümitsiz, hasta yatan soyutlanmış, kendi kabuğuna çekilmiş, hâkimiyeti
kardeşi için ne yapacağını bilemeyen, duyarlı bir elinde bulunduran kesimin mekânıdır bu. Dış
abla vardır sahnede. Kardeşine karşı ne kadar şef- mekânın geçtiği sahnelerde ise doğanın getirdiği
katli ve hoşgörülüyse emrinde çalışan saray halkına özgürlük duygusuyla birlikte hoşgörünün, öz güve-
karşı o kadar acımasız bir tablo çizer. Saray halkı nin, yaşama sevincinin hâkim olduğu bir atmosfer
zalim Mehmene Banu’nun hışmına uğramaktan yaratılır.
korkar. Mehmene Banu güçlü, başat kişiliği ve en Birinci perdenin ilk sahnesinde mekân, Meh-
önemlisi gösterdiği fedakârlıkla oyunun içindeki mene Banu’nun sarayında Şirin’in hasta yattığı
dramatik çatışmanın ekseninde yer alan kişilerden odadır. Bu dört duvar arasındaki kapalı mekân,
biridir. Oyunda özverinin simgesi hâline gelmiş- oyun kişileri arasında sıkışmışlık duygusu yaratır.
tir. Şirin, Mehmene Banu’ya emanettir ve onun Sahnede gece olması dolayısıyla çırağların yanması
Şirin’den başka kimsesi yoktur. Mehmene Banu da masal ortamına uygundur.
hasta yatan kardeşi Şirin’in iyileşmesi yolunda her Birinci perdenin ikinci sahnesinde mekân, Şi-
şeyinden vazgeçmeyi göze alır. Gelen -Şirin’i iyileş- rin için yapılan köşkün bahçe içindeki cephesinin
tirecek tılsımlı güç- belki de son umuttur. Gelen’in olduğu yerdir. Oyunda Gelen’in şartıyla yapılan
şartı, hiçbir kadının kolaylıkla kabullenemeyeceği köşk, gelenekteki gibi Ferhad ve Şirin’in karşılaş-
bir şarttır. Mehmene Banu sevgisinin derinliğini malarına vesile olacak olan yerdir. Ayrıca Ferhad’ın
sınayan bu sınavı kabullenir ve Şirin’in sağalması nakkaşlık hünerini gösterdiği, sadece kendisinin
karşılığında kendi güzelliğinden vazgeçer. Sihirli bildiği çeşitli boyaların, lale çizgilerinin dile geldiği
bir törenle değişim gerçekleşirken Şirin iyileşir fa- yerdir. Bu mekânda nakış sanatının güzellikleri ile
kat ablası korkunç bir acuzeye dönüşür. sanat ehlinden olan kişiler vardır.
Mehmene Banu, Ferhad’ın aşkı ile kardeş sev- İkinci perdenin birinci sahnesindeki mekân
gisi arasında bölünmüştür. Kardeşinin onun için ise Şirin’in daha önceki odasıdır. Hasta odasının
aynı şeyi yapacağından kuşku duyar, kendisi kadar o buhranlı, sıkıntılı havasının yerinde bu kez, sa-
özverili olamayacağını düşünür. Ferhad’a duyduğu bırsızlığın, aşkın, sevdanın hâkim olduğu roman-
aşkı saklamaya çalışır. Ama kardeşi uğruna feda et- tik bir ortam vardır. Ferhad, gizli merdiven yolu-
tiği güzelliğini kaybetmeseydi sevdiği erkeği elde nu kullanarak Şirin’in odasına girmiştir. Ferhad
edebileceğini de düşünmeden edemez. Ferhad ve Şirin’in odasına girmekle işlediği suçu, onu kaçır-
Şirin yakalanıp getirildiklerinde onları cezalan- makla daha da perçinler.
dırmakla bağışlamak arasında duraksar. Ferhad’ın
İkinci perdenin ikinci sahnesinde mekân,
boynunu vurdurmaz, fakat Şirin’den ayırmaktan ve
Mehmene Banu’nun sarayındaki taht salonudur.
önüne yeni bir engel koymaktan da geri kalmaz.
Mehmene Banu taht sahibidir; ama mutlu değil-
Mehmene Banu karmaşık bir kişiliktir, ani ruh de-
dir; pişmanlık, korku, öfke duygularını bir arada
ğişimleri yaşar, karasızlıkta ve ikilemde kalır. O da
yaşar. Sahne boyunca Mehmene Banu, girdiği ruh
diğer kişiler gibi oyun sürecinde değişime uğrar.
durumuna göre salonun pencerelerini bir açar, bir
kapar.
Mekân Oyunun son perdesinde Demirdağ’da yayla;
Oyun monarşik yönetim şeklinin uygulan- solda dipte, pınarın kaynağı ve Ferhad’ın içinde
dığı Arzen ülkesinde geçer. Oyunun geneline çalıştığı mağaranın ağzı vardır. Ferhad’ın doğa var-
bakıldığında, saray halkından olan kişiler kapa- lıklarıyla olan konuşmalarında da dış mekânla ilgili
lı mekânlarda; sanat ehli olan kişilerle Arzen hal- ayrıntılar göze çarpar. Oyunun başındaki karamsar
kından olan kişilerse açık mekânlarda görülür. İç ortamı tetikleyen, buhranlı, insanın içine kasvet ve-
mekânın içinde geçen sahnelerde kişiler, tedirginlik ren mekânın yerini; oyunun sonunda doğayla baş
ve bilinmezlik yaşarlar. Ölüm korkuları, iki yüzlü- başa, gelecek güzel günlerin habercisi, umudun ye-
lükler, pişmanlıklar, öfkeler, kıskançlıklar böyle bir şerdiği bir mekân –Demirdağ- alır.

224
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Zaman Üçüncü perdenin birinci sahnesine bakıldığın-


Oyunda olaylar kronolojik bir sırayla sunul- da, ortalık erken şafak vakitlerinin aydınlığı için-
makla birlikte, kimi kez zaman kırılmaları görü- dedir. Ferhad gün ışırken çalışmaya başlar. Sabrın,
lür. Birinci perdenin ilk sahnesinde zaman gecedir. umudun, inancın, özlemin zamanıdır bu. Ferhad
Şirin’in ölüm yatağında olduğu ve başında bekle- bu sahnede kişileştirilen Zaman’la da konuşur.
yenlerin çaresiz, umutsuz hâllerinin sergilendiği Çeşmelerin suya, kendinin de Şirin’e kavuşma-
sahnede, yaşanılan durumla gece zaman dilimi sı için Zaman’ın çabuk geçmesini ister. Sahnenin
örtüşür. Hastalıkların geceleri nüksettiği düşünü- sonunda Demirdağ’da çalışan Ferhad’ın gürzünün
lürse buhranlı, sıkıntılı bir hasta nöbeti atmosferi sesi duyulmaya devam eder. Zaman akışı da devam
için uygun bir zaman seçimidir. Bu, gerilimin artıp etmektedir. Ferhad, sonsuz bir zaman gibi sonu bi-
yoğunlaştığı ruh hâllerine de uygun bir zaman di- linmezliklerle dolu bir uğraşıya vermiştir kendini.
limidir. Sessiz bir bekleyişin hâkim olduğu sahne-
de; kişiler iç konuşmalarıyla türlü hesaplarını, gizli Oyunun Dili
emellerini, tutkularını, korkularını ve güvensizlik-
Oyunda karşılıklı konuşmaların çoğu şiirsel
lerini açığa vururlar.
söyleyişlerin kullanıldığı düz anlatımlardır; nazım
Birinci perdenin ikinci sahnesinde ise bir önce- olarak verilen yerler ise Müneccim’in söylediği
ki sahnenin ardından yaklaşık bir sene geçmiştir. rubailerdir. Oyun, konu itibarıyla birtakım deği-
İlk sahnede Gelen tarafından şart koşulan köşk, şikliklere uğrasa da oyunda halk deyişlerine özgü
ikinci sahnede tamamlanmak üzeredir. Ferhad ve üslup ve söz dizimi fazla değişmez. “Karlı dağlar
Behzad ustalar ile bu sahnede karşılaşılır. aşmak”, “turnalardan haber sormak”, “gerdanından
İkinci perdenin birinci sahnesine gelindiğinde, öpmek”, “zindanlara düşmek” gibi söyleyiş kalıp-
zaman yine gecedir ve bir önceki sahneden bu yana ları halk hikâyeciliğine özgü niteliklerdir. Oyunda
dört ay geçmiştir. Bir önceki sahnede karşılaşıp bir- sevgililerin karşılıklı konuşmaları, birbirlerine söy-
birlerine âşık olan Ferhad ve Şirin, dört ay sonra ledikleri sevda sözleri de gelenekteki kalıplara uy-
bir gece vakti Şirin’in odasında gizlice buluşurlar. gun düşer. Bu söyleyişler ayrıca şiirsel yaklaşımla
Yine zaman kırılmasının yaşandığı oyunda, bu dört da ele alınmıştır. Ayrıca oyunda tasvir yapılırken
ay boyunca neler yaptıkları sözle dile getirilir. Dadı -özellikle kişilerinkinde- divan yazınındaki söyleyiş
Kalfa’nın yardımıyla gizli bir merdivenle Şirin’in kalıplarından ve benzetme sanatından yoğun şekil-
odasına giren Ferhad kızı kaçırır. Gizli buluşma- de yararlanıldığı görülür.
nın, kaçma girişiminin gece vakti yapılmış olması Genel anlamda şiirsel bir dille yazılan oyunda,
da sevgililerin işini kolaylaştırmış, oyunda olayların eksiltili cümlelerle kesintiye uğratılan konuşma-
akışı hız kazanmıştır. lar, sözcüklerin hecelere bölünerek konuşulduğu
İkinci perdenin ikinci sahnesindeki zaman ise sahneler, sık kullanılan tekrarlar, yabancı sözcük
akşamdır. Oyunda sahne boyunca, taht salonunun seçimi ve abartılı söyleyişler, oyun dilini gündelik
ilk önce akşamın kızılca, sonra alaca, sonra loşluğu konuşmalardan uzaklaştırmıştır. Oyun kişilerinin
ve en son karanlığıyla dolacağı ifade edilir. Akşam aklından geçen düşüncelerinin seslendirildiği sah-
vaktinin giderek daha da karanlığa dönüşmesi, neler, şiirselliğe katkıda bulundukları gibi durağan
sahne süresince öfke, güvensizlik, korku, tedirgin- sahneleri de zenginleştirirler. Bunlar monolog ola-
lik duyan, Ferhad ile Şirin arasında ikilemde kalıp rak sunulmuş; bu teknikle kişilerin ikilemleri, kor-
iç hesaplaşma yaşayan Mehmene Banu’nun ruh kuları, öfkeleri gibi ruhsal durumları ifade edilme-
hâllerindeki değişimiyle de örtüşür. ye çalışılmıştır.

225
Metin Çözümlemeleri

araştırmalarla
ilişkilendir
Yorum ve Aşırı Yorum her zaman bir Açık Yapıt’tır. Yaratıcı metinlerde
Halihazırdaki bir görüşe göre, bilimsel (ya da –bir anlamda bilimsel metinlerden daha az çevri-
akademik veya kurumsal) olarak nitelenebilecek lebilir niteliktedirler- dilin oynadığı kendine özgü
bazı metinlerle, yaratıcı olarak tanımlanabilecek rol, sonucu tam olarak belirlememe, dilin belir-
bazı metinler yazdığımın farkındayım; ancak ben sizliği ve nihai anlamın ele geçmezliği aracılığıyla
bu tür bir kesin ayrıma inanmıyorum. Aristoteles’in yazarın önyargılarını bulandırma gereksiniminden
Sophokles, Kant’ın ise Goethe kadar yaratıcı ol- kaynaklanır. Valery’nin “il n’y a pas de vrai sens d’un
duğuna inanıyorum. Çok sayıda ve seçkin “Şiir texte” (metnin kesin bir anlamı yoktur) ifadesine
Savunucuları”na karşın, bu iki yazma tarzı arasında karşı çıktım, ancak bir metnin birçok anlamı ola-
gizemli bir ontolojik farklılık yoktur. Farklılıklar, bileceği ifadesini kabul ediyorum; ben bir metnin
her şeyden önce, yazarların önermesel tutumu ço- her anlamı olabileceği ifadesini yadsıyorum.
ğunlukla metinsel aygıtlarca ortaya konur, böylece Şurası açıktır ki, “yaratıcı” kategori kapsamı-
metinlerin önermesel tutumları hâline gelir. na giren felsefi metinler olduğu kadar, “yaratıcı”
Kuramsal bir metin yazdığımda, bağlantı- adı verilen, ancak didaktik olarak bir sonucu
sız bir deneyimler yığınından tutarlı bir sonuca dayatan –dilin bir açıklık durumu gerçekleştire-
ulaşmaya çalışır ve bu sonucu okurlarıma öneri- mediği- metinler de vardır, ancak ben Idealtypen
rim. Önerdiğim sonuca katılmazlarsa ya da so- çiziyorum, somut metinleri sınıflandırmıyorum.
nucu yanlış yorumladıkları izlenimini edinirsem, Christine Brooke-Rose “palimpsest metinler”den
okurun yorumuna karşı çıkarak tepki gösteririm. söz etti; bu metinlerin yalnızca ve daha açık ola-
Bunun tersine, bir roman yazdığımda, (olasılıkla) rak kendi iç çelişkilerini belirgin kıldıklarını ya
aynı deneyimler yığınından yola çıkarsam bile, bir da yalnızca bir psikolojik karşıtlığı değil (eski
sonucu kabul ettirmeye çalıştığımı bilirim: Bir çe- gerçekçi romanlarda olduğu gibi), aynı zamanda
lişkiler oyunu sergilerim. Sonuç olmadığı için bir kültürel ve entelektüel bir karşılığı ortaya koy-
sonu dayatmıyor değilimdir; aksine, olası birçok duklarını düşünüyorum. Yazma ediminin ken-
sonuç vardır (çoğunlukla bu sonuçların her biri, disindeki karşıtlığı ortaya koyduklarında, bu ro-
bir ya da daha çok karakterce canlandırılır). Seç- manlar bir üstmetin statüsüne ulaşır, yani kendi
mek istemediğim için değil, yaratıcı bir metnin içsel ve radikal açıklamalarından söz ederler.
işlevi, sonuçlarının çelişkili çoğunluğunu ortaya
koymak, okurları seçme konusunda özgür bırak- Kaynak: Eco, U. (1997). Yorum ve Aşırı
mak olduğu için, bunlar arasında bir seçimi dayat- Yorum. Kemal Atakay (Çev.). İstanbul: Can. s.
maktan kaçınırım. Bu anlamda yaratıcı bir metin 154-155.

Öğrenme Çıktısı

4 Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ Pınarının Suyu adlı
tiyatro oyununu tiyatro türünün temel ögelerini göz önünde bulundurarak inceleyebilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Kültürel değerlerin günü-


müze nasıl modernize edile- Tiyatroda kullanılan edebî Bir yazarın tiyatro metnini
rek uyarlandığını, geleneksel
dil ile roman ve öyküde kul- roman ya da öyküye tercih
içeriğin ne ölçüde değiştiril-
lanılan edebî dil arasındaki etme nedenlerinin neler
diğini Nâzım Hikmet’in Fer-
had ile Şirin oyunundan ha- farklılıkları değerlendirin. olabileceğini anlatın.
reketle araştırın.

226
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Şiirin yapısı hakkındaki kuramsal bilgileri


1 Behçet Necatigil’in “Sergi İzlenimleri” adlı
şiiri üzerinde uygulayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Behçet Necatigil’in “Sergi Şiir hakkındaki kuramsal bilgileri Behçet Necatigil’in “Sergi
İzlenimleri” Adlı Şiirinin İzlenimleri” başlıklı şiiri üzerinde sınadığımızda şu sonuçlara
Çözümlenmesi
varılabilir: Necatigil’in bu şiirinde iç monolog yapan bir kişi
vardır. Bu şiir kişisi bir resim sergisinde, burjuva kesimini, tab-
lolarla yeterince ilgilenmedikleri için eleştirmektedir. Böylelikle
şiirdeki ifade tonunun eleştirel olduğu ve bu tonun şiirin anla-
mını belirlemede tayin edici olduğu söylenebilir. Öte taraftan
bu şiirin yapısına baktığımızda, şairin, anlattığı konuya uygun
bir tekniği harekete geçirmiş olduğunu anlarız. Necatigil, bu
şiirinde, görsel imajları hem tablolardaki duygusal yoğunluğu
hem de burjuva kesiminin kılık kıyafetini ve davranış şekillerini
canlandırmak için kullanır. Ama asıl çarpıcı olan, şairin sık sık
kullandığı iki kısa çizgiye bu şiirinde verdiği yenilikçi roldür.
Çünkü bu şiirde iki kısa çizgi, bir resim sergisinin duvarında
asılı duran tabloları simgelemektedir. Nesnel çözümleme bu şii-
rin anlamı ile biçimsel yapısı arasındaki örtüşmeyi ortaya koyar
ve eleştirmene metne bağlı bir yorum geliştirme imkânı sunar.
Şiirde elde edilen veriler yorumlandığında, bu şiirin bir dizi sa-
natsal çatışmayı açığa çıkardığı söylenebilir. Kısaca ifade etmek
gerekirse bu incelemeyi okuyan bir okur, nesnel eleştirinin nasıl
uygulandığı hakkında bir fikir sahibi olacak; bir şiir hakkında
nasıl yorum yapması gerektiğini öğrenmiş olacaktır.

Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı


2 romanını roman türünün genel özellikleri
kapsamında tartışabilme

Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu


Çalıkuşu romanı üzerine yaptığımız bu çözümleme anlatıbilim
Adlı Romanının Çözümlenmesi yöntemlerine dayalı olarak metin odaklı yapılmıştır. Bu çalış-
ma daha geniş, daha ayrıntılı, dil ve üslup özelliklerini kapsa-
yacak biçimde yapıldığında, bu roman metninin özgünlüğü
içinde kendisine ait özellikleri açığa çıkarılmış olur. Diğer yan-
dan, Türk romanının klasiklerinden olan Çalıkuşu, neredeyse
yayımlanışı üzerinden yüzyıla yakın bir süre geçmiş olmasına
rağmen Türk edebiyatında en çok okunan roman olmaya de-
vam etmesiyle sosyolojik açıdan değerlendirilmeyi de hak et-
mektedir. Hâlâ büyük okur kitlesine hitap etmesi bu romanın
popülist yaklaşımların ötesinde Türk toplumunun öz değerle-
rine cevap veren bir roman olduğunu gösterir. Çalıkuşu büyük
bir roman değildir belki, ama çok yerli bir duygu dünyasına
seslenir. Feride yapay bir idealin temsili değil, kendine özgü bir
kişiliğe sahip karakteristik özellikleri olan yerli bir tiptir. Onun
Türk okurunun kalbinde işgal ettiği yeri henüz hiçbir roman
kahramanı alamamıştır.

227
Metin Çözümlemeleri

Sait Faik’e ait olan “Havuz Başı” öyküsünün analiziyle


3 birlikte öykünün teknik ve tematik yapısını ana hatlarıyla
değerlendirebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Sait Faik Abasıyanık’ın “Havuz


Başı” Öyküsünün Çözümlenmesi

Öykü analizi temelde kurgusal ögelerin -olay örgüsü, kişiler, zaman, mekân, anlatıcı ve anlatım teknikleri vd.-
tespiti ile eserin içeriği konusunda değerlendirmelere dayanmaktadır. Öykünün kurgusal yapısının analizi, yaza-
rın gerçek hayata karşılık olarak inşa ettiği dünyayı okurun görebilmesini sağlar. Yazar bu dünyanın, okuyucuya
hem gerçeklik izlenimini duyuracak bir tasarım hem de kurmaca olarak ulaşmasını hedeflemektedir. Öyküde
konu ve tema olarak beliren içerik ise dış dünyayla ilgili bulunabilir ya da bireyin iç dünyasına tutulan bir ayna
işlevi görebilir. Sait Faik, Türk öykücülüğünde bireyi, iç ve dış dünyanın söz konusu bütünselliği içerisinde veren
çok önemli bir yazardır. Gündelik meselelerden insana dair evrensel çıkarımlara ulaşması öykülerini türün kla-
sikleri hâline getirir. Analiz kısmında konu edilmiş olan “Havuz Başı” öyküsü türe mahsus, -yoğunluk, ekonomi,
kısalık gibi- nitelikleriyle öne çıkmaktadır. Öyküyle ilgili yapılan değerlendirmelerde özellikle yazarın bireyi tüm
yalınlığıyla ortaya koyması üzerinde durulmuştur.

Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile Şirin, Mehmene Banu ve


4 Demirdağ Pınarının Suyu adlı tiyatro oyununu tiyatro türünün
temel ögelerini göz önünde bulundurarak inceleyebilme

Nâzım Hikmet Ran’ın Ferhad ile Şirin, Mehmene


Banu ve Demirdağ Pınarının Suyu Adlı Tiyatro
Oyununun Çözümlenmesi

Oyunun bölümlenmesine bakıldığında, üç perdenin kendi içinde sahnelere ayrıldığı görülür. Oyunun gelişimi
bu kesitlemeye bağlı olarak daha kolay izlenir. Ana bölüm başlıklarının en başında “prolog” adı altında, olayın
serimini yapan oyun kişilerinin yer aldığı, bölümler arası geçişi sağlayan, olay örgüsünden ayrı ancak onu destek-
leyecek şekilde işlev gören bölüm yer alır. Oyun kişilerinin derinlemesine işlendiği, çabaları, olaylar üzerindeki
etkileri seyirci ya da okuyucu üzerinde duygu birliği yaratacak şekilde sergileyen, oyun kişisiyle özdeşim kurarak
yanılsama sağlayan klasik-dramatik yapının yanı sıra oyunda, olaylara uzak açıdan ve eleştirel bir bakışla bakmayı
sağlayacak olanakları ve gerçeğin yeni bir gözle değerlendirilmesini sağlayan epik yapının da kullanıldığı görülür.
Oyunda yüzey yapıda bir aşk öyküsü anlatılırken derin yapıda eleştirel bir tavırla savunulan ülkü gözler önüne
serilir. Bireysel aşk için yola çıkmışken toplumsal kaygının göz ardı edilemeyeceği vurgusu oyunun ana düşün-
cesi olarak öne çıkar. Olay örgüsü açısından bakıldığında ise yeni dünya görüşünün etkisiyle daha realist bir
bakış açısı dikkati çekerken olay diziminde neden-sonuç ilişkisinin yoğun olarak kullanıldığı görülür. Oyunun
asal kişileri de daha içe dönük, çok boyutlu işlenmiş, karmaşık yapıda ele alınmıştır. Ayrıca iç hesaplaşmalarıyla
yansıtılan öykünün bilindik tiplerine karmaşık kimlikler yüklenmiştir. Oyun kişilerinin karakteristik nitelikleri
özellikle oyunun ideolojik işlevine kaynaklık eder. Ferhad oyunda gelenekten farklı olarak toplumsal sorumluluk
bilincine bürünür. Şirin ise Ferhad’ın mücadelesinin destekleyicisi olarak onun yanında yer alır. Karakteri en az
Ferhad ve Şirin kadar derinlikli işlenen Mehmene Banu ise olayların seyrini belirleyişi yönünden kurgusal ola-
rak asal kişiler kadar ağırlık kazanır. Anlatı geriliminin bir ögesi olan Mehmene Banu, özverinin timsali olarak
da boy gösterir. Gelenekteki geniş mekân duygusu yerini, sahne sınırları içinde daha gerçekçi ve daha işlevsel
mekânlara bırakır. Oyunda saray, köşk, mağara, taht salonu gibi iç mekânların yanı sıra yayla, ağaçlık gibi dış
mekânlar kullanılır. İç mekânda kişiler tedirginlik ve bilinmezlik yaşarken onların ruh durumlarında da bir içe
kapanma hissedilir. Kıskançlıklar, öfkeler, pişmanlıklar, iki yüzlülükler, korkular iç mekânda öne çıkan duygular-
dır. Doğanın getirdiği özgürlük ve sonsuzluk duygusuyla birlikte hoşgörü, güven ve yaşama sevinci de dış mekân
içerisinde kendini gösterir. Oyunda gerçeklik gözetilerek sahnelere yerleştirilmiş zamanlar; gece, akşam, erken
şafak vakti, bir sene sonra, dört ay sonra gibi belirli zaman dilimleridir. Oyunun dilinde ise halk deyişlerine özgü
üslup ve söz dizimi fazla değişmez. Sevgililerin karşılıklı konuşmaları, birbirlerine söyledikleri sevda sözleri, gele-
nekteki kalıplara uygun düşer. Şiirsel bir dille yazılan oyunda, eksiltili cümleler, sözcüklerin hecelere bölünmesi,
tekrarlar, abartılı söyleyişler, oyun dilini gündelik konuşmalardan uzaklaştıran yapılar olarak görülür.

228
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

1 Çalıkuşu romanının ilk dört bölümünde yer 5 Nâzım Hikmet’in gelenekteki hikâyeden
alan anlatıcı figürün özellikleri aşağıdakilerden uyarladığı Ferhad ile Şirin oyunu ile ilgili aşağıda-
hangisinde birlikte doğru olarak verilmiştir? kilerden hangisi yanlıştır?

neler öğrendik?
A. Dış-öyküsel konumda/sıfır odaklayım bakış A. Yazar oyunda serbest uyarlama yapmıştır.
açısına sahip/ tanrısal anlatıcı B. Yazar gelenekteki ana iletiyi değiştirmiştir.
B. İç-öyküsel konumda/dış odaklayım bakış açısı- C. Yazar gelenekteki dağ delme motifini oyundan
na sahip/yansıtıcı bilinç çıkarmıştır.
C. Dış-öyküsel konumda/ dış-odaklayım bakış D. Yazar oyunun sonunu açık uçlu olarak değiştir-
açısına sahip/o-anlatıcı miştir.
D. İç-öyküsel konumda/ iç-odaklayım bakış açısı- E. Yazar oyunun dilinde genel olarak geleneksel
na sahip/ben-anlatıcı kalıplara bağlı kalmıştır.
E. İç öyküsel konumda/ iç-odaklayım bakış açısı-
na sahip/yansıtıcı bilinç 6 “Havuz Başı” öyküsünde kahramanlar arası
konuşmaların işleviyle ilgili olarak aşağıdakilerden
2 Çalıkuşu romanında mekânların işleviyle ilgi- hangisi doğrudur?
li olarak belirtilenlerden hangisi en doğrudur? A. Yazar, kısa öykünün boyutunu göz önüne ala-
A. Genellikle Feride’nin ruh hâlini yansıtır. rak diyalogları en aza indirgemiştir.
B. Olayları sunmada dekor görevi görür. B. Öyküde diyaloglardan ziyade dış dünyanın tas-
C. Kişilerin toplumsal statüsünü belirtir. viri geniş yer tutmaktadır.
D. İstanbul ve taşra karşılaştırmasını sağlar. C. Yazar diyalogu, kahramanların daha iyi anlaşıl-
E. Olay örgüsünde dönüşümleri belirler. ması amacına yönelik kullanır.
D. Öyküde yer alan diyaloglar eserdeki mizah un-
3 Aşağıdakilerden hangisi Nâzım Hikmet’in surunu ön plana çıkarmaktadır.
Ferhad ile Şirin oyunundaki epik yapı özelliklerin- E. Öykü kahramanları kendilerini diyalogla değil
den biri değildir? iç konuşmalarla ifade etmektedir.

A. Mehmene Banu’nun büyüsel bir işlemle güzel- 7 Öykülerde mekânın kurgusal anlamda bü-
liğinin yok olması
yük önemi bulunmaktadır. “Havuz Başı” öykü-
B. Ferhad’ın dağda cansız nesnelerle iletişim kurması sünde bu ögenin işleviyle ilgili olarak aşağıdakiler-
C. Oyunda prolog bölümünün uygulanması den hangisi doğrudur?
D. Şirin’in Ferhad’ı bekleme sürecinde seyircinin
onunla duygu birliği yaşaması A. Yazar, mekânı, öykü kişilerinin aralarındaki ile-
tişimi başlatmak için kullanmıştır.
E. Ferhad’ın toplumsal eylemin gücünü gösteren
yapıda kurgulanması B. Mekân, anlatıcı kahramanın toplum tarafın-
dan dışlandığını gösteren bir sahnedir.
C. Öyküde, mekânlar üzerinden şehir-taşra çatış-
4 Aşağıdakilerden hangisi Nâzım Hikmet’in ması ortaya konulmaktadır.
Ferhad ile Şirin oyununun çağdaş bir kimliğe ka-
vuşmasındaki önemli etkenlerden biridir? D. Öykü kişileri kendilerini çevrelerinden soyutla-
mış, iç dünyalarına dönmüşlerdir.
A. Şirin, ablası Mehmene Banu’nun engellemesi E. Kurgudaki dış mekân kişilerin iç bunalımlarını
yüzünden Ferhad’dan ayrı düşer. tüm yalınlığıyla yansıtır.
B. Ferhad, insanlığın kurtuluşu için direnen, idea-
lize edilmiş bir kahramandır.
C. Mehmene Banu da Şirin gibi Ferhad’a âşıktır.
D. Ferhad’ın Şirin’e kavuşması için önünde De-
mirdağ engeli vardır.
E. Ferhad ve Şirin birbirlerine ilk görüşte âşık
olurlar.

229
Metin Çözümlemeleri

8 Aşağıdakilerden hangisi “Havuz Başı” öykü- 10 “Sergi İzlenimi” adlı şiirde anlam ile biçim
sünün sonuçlanışı ile ilgili yanlış bir çıkarımdır? arasındaki kaynaşmayı gösteren en uygun örnek
aşağıdakilerden hangisidir?
A. Anlatıcı kahraman öykü sonunda başlangıçtan
neler öğrendik?

daha farklı bir ruh hâline sahiptir. A. Şiir kişisinin eleştirel bir tavır takınması ile şii-
B. Yaşlı çiftin yaklaşımı anlatıcının iç dünyasında- rin ifade tonu arasındaki ilişki.
ki değişimde kilit rol oynamıştır. B. Tabloların duygusal yoğunluğu ile şiirdeki renk
C. Çevresindeki insanların tavırları anlatıcı kahra- kullanımı arasındaki uyum.
manı tepkisel davranmaya itmiştir. C. Resim sanatı ile şiir sanatı arasındaki yakın iliş-
D. Öyküde, anlatıcı kahraman-sevgili arasındaki ki.
ilişki açık bir sonuca ulaşmamıştır. D. Şiirde, (- -) iki kısa çizgi ile duvardaki tablolar
E. Anlatıcı kahramanın kurgu sonunda ulaştığı arasında temsilî bir ilişki kurulması.
iyimserlik geçici bir duygudur. E. Sergideki insanların sanat karşısındaki umursa-
maz tavırlarının şiir kişisinin eleştirel sözlerine
9 “Sergi İzlenimi” adlı şiirde konuşan kişinin sebebiyet vermesi.
ifade tonu aşağıdaki duygulardan hangisine daha
yakındır?
A. İronik
B. Dramatik
C. Trajik
D. Kederli
E. Sitemkâr

230
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Yanıtınız yanlış ise “Reşat Nuri Güntekin’in Yanıtınız yanlış ise ““Sait Faik’in “Havuz
1. D 6. C
Çalıkuşu Adlı Romanının Çözümlenmesi” Başı” Öyküsünün Çözümlenmesi” konusu-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. nu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Reşat Nuri Güntekin’in Yanıtınız yanlış ise ““Sait Faik’in “Havuz
2. E 7. A
Çalıkuşu Adlı Romanının Çözümlenmesi” Başı” Öyküsünün Çözümlenmesi” konusu-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. nu yeniden gözden geçiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Nâzım Hikmet Ran’ın 8. E


Ferhad, Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ Yanıtınız yanlış ise “Sait Faik’in “Havuz
Pınarının Suyu Adlı Tiyatro Oyunu Üzeri- Başı” Öyküsünün Çözümlenmesi” konusu-
ne Bir İnceleme” konusunu yeniden gözden nu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Nâzım Hikmet Ran’ın 9. E


Ferhad, Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ Yanıtınız yanlış ise “Behçet Necatigil’in Sergi
Pınarının Suyu Adlı Tiyatro Oyunu Üzeri- İzlenimleri Adlı Şiirinin Çözümlenmesi” ko-
ne Bir İnceleme” konusunu yeniden gözden nusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

5. C Yanıtınız yanlış ise “Nâzım Hikmet Ran’ın 10. C


Ferhad, Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ Yanıtınız yanlış ise “Behçet Necatigil’in Sergi
Pınarının Suyu Adlı Tiyatro Oyunu Üzeri- İzlenimleri Adlı Şiirinin Çözümlenmesi” ko-
ne Bir İnceleme” konusunu yeniden gözden nusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

231
Metin Çözümlemeleri

Araştır Yanıt
8 Anahtarı

Şiir belli bir ruh hâlini neden-sonuç ilişkileri kurarak kavramsal bir üslupla
dile getirmez. Daha çok belli bir ruh hâlini ortaya döker, sergiler. Bu şiirde,
sanat ile insan arasındaki ilişkilerden duyduğu rahatsızlığı dile getiren birinin
Araştır 1
şahsi dışavurumunu görüyoruz. Bu nedenle bu şiir tezli değildir, ama okur
şiirde konuşan kişinin sergilediği ruh hâlinden bir fikir çıkarabilir; şiire bir
tez atfedebilir.

Roman, kurmaca bir anlatıdır. Anlatı türleri içinde en uzun olduğu gibi kar-
maşık bir yapıya sahiptir. Kısa anlatı metinlerindeki şematik yapı romanda da
mevcuttur. Bu yapı, romanda hikâyenin en yalın hâle indirgenmesiyle kavra-
nır. Bir romanı çözümlemek için öncelikle metnin söylediklerine kulak ver-
melidir. Bu da en önce metnin içinde verildiği kitabı tanımakla başlar. Bu ilk
aşamada kitabın ön ve arka kapak yazıları, iç kapak yazıları dikkatle incelenir.
Romanın başlığı, romanın içeriği hakkında bize ipuçları vermesi bakımından
önemlidir. Bir anlamda metnin kapısıdır. Bir binanın kapısı açıldığında kar-
Araştır 2 şımıza çıkan ilk görüntüler nasıl o bina hakkında bir fikir veriyorsa metnin
girişi de okur üzerinde uyandırdığı ilk izlenimlerle büyük önem taşır. İncipit
olarak adlandırılan giriş cümleleri, okur ve yazar arasındaki okuma sözleşme-
sinin imzalandığı kısımdır. Okur, nasıl bir metnin karşısında olduğunu bu ilk
cümleleri yorumlayarak anlar. Bu kısım, okuduğu metin hakkında okurun
önceki tecrübelerine dayanan bilgiler sunduğundan okumayı yönlendirecek
bir yol haritası niteliği taşır. Okur burada, romanı kimin anlattığını öğrenir,
roman kişilerinden en azından birini tanır. Bundan sonraki aşama romanın
kaç bölümden oluştuğu yani nasıl biçimlendirildiği olmalıdır. Daha sonra ro-
mandaki olay örgüsünün düzenlenişinde zaman unsurunun anlatıya aktarılı-
şı, mekânların işlevi incelenmeli, kişi ve karakterlerin oluşumunda bütün bu
ögeler arasındaki karşılıklı ilişkinin analizi yapılmalıdır.

Modern öykü klasik hikâye ve romandan farklı yönelimler göstermektedir. Bu


yönelimlerin öne çıkanlarından biri de öykülerin dış dünyadan çok kişilerin
iç dünyasına, ruhsal anlamda yaşadıklarına odaklanma isteğidir. Kısıtlı bir ha-
Araştır 3 cimde bir öykü kişisini başlangıç durumundan bir değişime doğru yönlendir-
mek, bu süreci mümkün olduğunca ayrıntılı biçimde dile getirmek öykünün
edebî ve kurgusal açıdan başarısını göstermektedir. Nitekim yer verdiğimiz
öyküde de anlatıcı kahramanın belirli bir duygu durumundan bir başkasına
geçtiğini, dış dünyaya dair algısının farklılaştığını görmek mümkündür.

232
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Araştır Yanıt
8 Anahtarı

Nâzım Hikmet’in Ferhad ile Şirin, Mehmene Banu ve Demirdağ Pınarının


Suyu adlı eseri, uyarlamadan özgün yapıta doğru gelişen bir çizgide ele alın-
mıştır. Gelenekteki hikâyeden oyuna geçilirken oyunlaştırma; kişiler, olaylar
örgüsü, anlatım dili, uzam ve zaman yönünden tiyatroda kullanılabilecek olan
yanlarıyla gerçekleşirken farklı bir yazın biçimini yeni bir yapıya uydurmanın
güçlükleri yanında, olayların sahnede eylemle canlandırılması da hikâyeden
alıntılanan yapılarda sınırlılığa gitmeyi gerektirmektedir. Oyunun iletisine ba-
kıldığında, evrensel bir konu olan aşk olgusunun gelenekteki hikâyenin bakış
açısından yola çıkılarak ele alındığı görülür. Ferhad ile Şirin’in aşkının işleni-
şinde halk hikâyesindeki idealize edici yaklaşım varlığını sürdürür. Ferhad da
Şirin de aşkları uğruna birçok zorluğu ve fedakârlığı göze almıştır. Oyunda
Ferhad’ın yaşamla mücadele ederek aşkının gücünü kanıtlaması dikkati çe-
ker. Bu, gelenekten tiyatroya uyarlamada değişmeyen bir yaklaşımdır. Deği-
şen, zorluğun aşımında kullanılan araçların biçimi, coğrafyaların gerçekliği,
yardımcı rolündeki kişilerin özellikleridir. Ferhad ile Şirin hikâyesinin tiyat-
ro metni hâline dönüştürülmesinden sonraki önemli farklardan biri idealiz-
Araştır 4 min biraz gerçekçi bir perdenin ardından kendini göstermesidir. Gelenekteki
hikâyenin ideolojik bir hedef için araç olarak kullanıldığı bu oyunda önem-
li bir değişim çizgisi görülür. Masalsı aşktan yaşanılır aşka, daha karmaşık,
içsel, derin bir aşka yöneliş söz konusudur. Yazarın amacı, Ferhad ile Şirin
hikâyesindeki aşkı toplumsal ve düşünsel bir iletinin aktarılmasında araç ola-
rak kullanmaktır. Bireysel aşk için yola çıkmışken toplumsal kaygının göz ardı
edilemeyeceğinin anımsatıldığı oyun, Ferhad ile Şirin hikâyesi çerçevesinde
yaşanılan çağa uygun yepyeni bir anlamla donatılır. Uyarlanan oyunda oyu-
nun asal kişileri de daha içe dönük, çok boyutlu işlenmiş, karmaşık yapıda ele
alınmıştır. Ayrıca iç hesaplaşmalarıyla yansıtılan hikâyenin bilindik tiplerine
karmaşık kimlikler yüklenmiştir. Hikâyedeki fiziksel eylemin yanı sıra oyun-
larda duygusal eylem de kendini gösterir. Bireye dönüşen hikâye kişileri, halk
anlatı kalıplarının modern dünyaya uyarlanmasında kırılmaya başlandığının
da bir göstergesidir. Oyun kişilerinin karakteristik nitelikleri özellikle oyunun
ideolojik işlevine kaynaklık etmektedir. Asal kişilerin nasıl bir çevrede yetiş-
tikleri, mücadele güçleri, idealist bakış açıları gibi ön plana çıkan özellikleri,
oyunun vermek istediği düşünceye de hizmet eder niteliktedir.

233
Metin Çözümlemeleri

Kaynakça
Abasıyanık, S. F. (2013). Havuz Başı. İstanbul: Türkiye Karacabey, S. (1995). Nazım Hikmet’in Oyun
İş Bankası Kültür. Yazarlığı. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi).
Ankara Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Akçay, A. S. (2000). Türk Öyküsünün Yeni Çehresi:
Ankara.
Yeni Öykü ya da Bireysiz Öykü. HECE Türk
Öykücülüğü Özel Sayısı, 46/47, 96-105. Kavas, E. (2007). Ferhat ile Şirin Öyküsünden
Uyarlanan Oyunlar. (Yayımlanmamış yüksek
Aktulum, K. (1999). Metinlerarası İlişkiler. Ankara:
lisans tezi). Anadolu Üniversitesi / Sosyal Bilimler
Öteki.
Enstitüsü, Eskişehir.
Babayev, E. (1976). Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nazım
Kıran, Z., Kıran, A. E. (2000). Yazınsal Okuma
Hikmet. İstanbul: Cem.
Süreçleri. Ankara: Seçkin.
Bader, A. L. (1945). The Structure of the Modern
Korkmaz, R. (2007). Romanda Mekânın Poetiği. Dil
Short Story. College English, 7, 86-92.
ve Edebiyat Yazıları. Mustafa İsen’e Armağan, 399-
Benjamin, W. (2004). Pasajlar. Ahmet Cemal (Çev.). 415.
İstanbul: Yapı Kredi.
Korkmaz, R.-Deveci, M. (2011). Türk Edebiyatında
Binyazar, A. (2003). Halk Anlatıları. İstanbul: Can. Yeni Bir Tür Küçürek Öykü. Ankara: Grafiker.
Boratav, P. N. (1946). Halk Hikâyeleri ve Halk Kostelanetz, R. (1966). Notes on the American Short
Hikâyeciliği. Ankara: MEB. Story Today. Minnesota Review, 5, 214-221.
Chatman, S. (2009). Öykü ve Söylem, Filmde ve Lawrence, J. C. (1917). A Theory of the Short Story.
Kurmacada Anlatı Yapısı. Özgür Yaren (Çev.). North American Review, 205, 274-286.
Ankara: De Ki.
May, C. E. (1987). A Survey of Short Story Criticism
Deleon, J. (1986). Ferhad ile Şirin. Hürriyet Gösteri. 62. in America. Short Story Theories içinde (s. 3-12).
Demir, A. (2011). Mekânın Hikâyesi Hikâyenin Charles E. May, (Ed.) Ohio University Press.
Mekânı. İstanbul: Kesit. Misalli Büyük Türkçe Sözlük (2005). İlhan Ayverdi
Doğan, M. C. (2000). Şiir ve Hikâye. HECE Türk (Haz.). İstanbul: Kubbealtı.
Öykücülüğü Özel Sayısı. 46/47, 132-138. Münir, S. (1937). Ferhat ile Şirin Hikâyesi. İstanbul:
Friedman, N. (1958). What Makes a Short Story Yusuf Ziya Balçık Kitabevi.
Short?. Modern Fiction Studies. 4, 103-117. Necatigil, B. (2013). Necatigil’de Radyo Oyunu-Şiiri
Genette, G. (2001). Anlatının Söylemi, Yöntem İlişkisi. Söyleşiyi yapan. Doğan Hızlan. Behçet
Hakkında Bir Deneme. Ferit Burak Aydar (Çev.). Necatigil: Bütün Eserleri içinde (s. 1777-1782).
İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi. Murat Yalçın (Haz.). İstanbul: Yapı Kredi.

Günay, D. (2001). Metin Bilgisi. İstanbul: Necatigil, B. (2013). Behçet Necatigil: Bütün Eserleri.
Multilingual. Murat Yalçın (Haz.). İstanbul: Yapı Kredi.

Güntekin, R. N. (2016). Çalıkuşu. İstanbul: İnkılap. Neuse, E. K. (1990). Kısa Öykü: Modern Yazında
Biçim Deneyi. Çağlar Tanyeri Ergand (Çev.),
Gürsel, N. (2002). Doğumunun Yüzüncü Yılında Metis Çeviri, 12, 42-49.
Dünya Şairi Nâzım Hikmet. İstanbul: Can.
Oflazoğlu, T. (1991). Ferhad ile Şirin ya da Sevgi ve
Hançerlioğlu, O. (1957). Türk Hikâyeciliği. İstanbul: Toplumculuk. Türk Dili. 473.
Ekin.
Özakman, T. (1998), Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği.
İpşiroğlu, Z. (2002). Bugünün Açısından “Ferhat Ankara: Bilgi Yay.
ile Şirin”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Özgül, M. K. (2000). Hikâyenin Romanı. HECE
Dergisi. 1. Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, 46/47, 31-39.

234
Yeni Türk Edebiyatına Giriş I

Ran, N. H. (1965). Ferhad, Şirin, Mehmene Banu ve _______ (2002). Nazım Hikmet’in Oyun Yazarlığı.
Demirdağ Pınarının Suyu. Memet Fuat (Haz.). Ankara: Kültür Bakanlığı.
İstanbul: De. Tarım, R. (2002). Kültür, Dil, Kimlik: Behçet
_________ (1993a). Kemal Tahir’e Mapusaneden Necatigil’in Şiir Dünyası. İstanbul: Özgür.
Mektuplar / Mektuplar 3. Memet Fuat (Der.). Taşçıoğlu, Yılmaz (2006). Dar Vakitlerde Geniş
İstanbul: Adam. Zamanlar. İstanbul: 3F.
_________ (1993b). Nâzım ile Piraye / Mektuplar 1. Tosun, N. (1998). Öyküde Kısalık Neye Tekabül
Memet Fuat (Der.). İstanbul: Adam. Eder?. Hece, 17, 7-9.
Sav, A. (1992). Bir Masal-Oyun, Bir Aşk Üçgeni. Tunç, G. (2011). Çağdaş Mesnevinin Peşinde. Ankara:
Milliyet Sanat Dergisi, 302. Kadim.
Türkiye Komünist Partisi-Nazım Kültürevi Kitaplığı
Stroud, T. A. (1956). A Critical Approach to the Short (2002). Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar Nazım
Story. The Journal of General Education, 9, 91-100. Hikmet Paneller. İstanbul: Dünya.
Şener, S. (2006). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Uraz, M. (1978). Hüsrev ve Şirin – Ferhat ile Şirin
Ankara: Dost. Hikâyeleri. Türk Folklor Araştırmaları. C. 17, 342.

235

You might also like