You are on page 1of 117

ANNEMARIE SCHIMMEL

HALLAÇ
"Kurtarın Beni Tanrı'dan"
9 2 2 yılında Bağdat'ta devrin halife ve
ulemasının ortak kararıyla şehit edilen
Hallaç, o günden bugüne, bir efsane olarak
hem halkın arasında dilden dile dolaşmakta,
hem saray şairlerinin hem de halk
ozanlarının eserlerinde varlığını
sürdürmektedir. Doğu'da ve Batı'da hiçbir
İslam mutasavvıfı onun kadar aksiseda
bulmamıştır.
Hallac'ı bilen herkes onun cezbe halinde
söylediği meşhur "Ene'l-Hakk" (Ben Yaratıcı
Hakikatim) sözünü de bilir. Vahdet-i vücudu
yaşayan birinin, içten gelen haykırışı olan
bu söz yanlış anlaşılmış, onun "Ben
Tanrı’yım" dediğini sananlar dinlerini
korumak adına ona düşman olmuşlardır.
Oysa Hallac'ı Ahmed Yesevi'nin, Mevlânâ
Celâleddin Rumi’nin gözünden görmek
gerekir. Onlara göre Hallaç rahmete ve
kurtuluşa ermiş bir âlimdi.
Hallaç, varlığını İslam'ın mutlak tek Tanrı
inancına adayan bir dervişti. O bütün
varlığıyla buna tanıklık etmek istiyordu;
bunun için de bilinçli olarak her türlü çileyi
sineye çekiyordu. Onun, şahsi Tanrı
tecrübesini ve Tanrı'yı arayış çabalarını dile
getirdiği şiirleri ve paradoksları bugün de
okuyucuyu cezbetmekte ve düşünmeye
sevketmektedir. Şimdi okuyucunun önünde
iki seçenek var: Hayatın gerçek mânâsını
derinleştirmek üzere kendini kor gibi yanan
Tanrı ateşine bırakmak ya da Hallac'ı
tehlikeli bir m uhalif olarak görüp mahkûm
eden zihniyetin yanında yer almak.
HALLAÇ
“Kurtarın Beni Tanrı’dan”

Annemarie Schimmel

Çev. G. Ahmetcan Asena

m
2 5 . YIL
Gri Yayın Dizisi: 75

A l-H alladsch
“O Leute, rettet m ich vor G o tt”
Texte islam ischer M y stik edited by A nnem arie Schim m el

© Verlag Herder Freiburg im Breisgau, 1995


© Pan Yayıncılık, 2009

ISBN 9 7 8 -9 9 4 4 -3 9 6 -9 4 -3

• Birinci Baskı; Şubat 2011


• İkinci Baskı: M ayıs 2011
• Yayın Yönetm eni: Işık Tabar G ençer
• Baskı Hazırlık: Fatma Tulum
• Kapak Grafiği: İrem Ela Yıldızeli
• Baskı: Ayhan Matbaası (0 2 1 2 ) 4 4 5 32 38
M ahm utbey Mah, D eve Kaldırım Cad. G elincik Sok.
No: 6 Kat: 3 Bağcılar - İSTANBUL

Pan Y ayıncılık
Barbaros Bulvarı 18/4 Beşiktaş 3 4 3 5 3 İSTANBUL
• Tel (0 2 1 2 ) 261 80 72 -2 2 7 56 74
• Faks: (0 2 1 2 ) 227 56 74
w w w .pankitap.coni
İn ternet satışlarım ız için: w w w .p and uk kan.com
A nnem arie Schim m el, (1 9 2 2 -2 0 0 3 ) Alm anya’da, Erfurt’ta doğdu. Babası
kend isini m istisizm ve felsefe alanlarmda yetiştirm iş bir posta görevlisiydi. A n­
nesi ise d enizcilik yapan bir aileye m ensuptu.
15 yaşm dayken Hans Ellenberg’den Arapça öğrenm eye ve aynı zamanda
Fredrich Sebiller Ü n iversitesi’ndeki eğitim ine başladı.
1941 yılında Berlin Ü n iversitesi’nde İslam m edeniyeti ve dilleri üzerine
doktora yaptı. 194 6 -5 4 yılları arasında Marburg Ü niversitesi’nde, 1954-59 yılla­
rı arasında da Ankara tlâhiyat F akültesi’nde Dinler Tarihi dersleri verdi. Bu ara­
da (1 9 5 4 ) dinler tarihi konusunda ikinci doktorasını tamam ladı. Bonn ve Har-
vard Ü niversitelerinde çalıştı.
Schim m el, Bonn Ü niversitesi’nden onursal profesörlük unvanı; Pakistan
hü kü m etind en İslam, Tasavvuf ve M uham m ed İkbal’e ilişkin çalışm alarından
ötürü H ilal-i İm tiyaz olarak bilin en en yük sek dereceli sivil ödü lü almıştır. İs­
lam edebiyatı ve kültürü, tasavvuf alanlarmda yazdığı pek çok kitap ve Farsça,
Urduca, Arapça, Türkçe dillerinden İngilizce ve Alm ancaya yaptığı çevirileri b u­
lunmaktadır.
Batı’da İslam tasavvufunu en iyi bilen ve h issed en çok saygın bir bilim ada­
m ı olan Annem arie Schim m el’in Türkçede yayım lanm ış kitaplarından bazıları
şöyledir:
Ben R üzgârım Sen A teş / M evlânâ Celâleddin R um î / B ü yü k M utasavvıfın H a­
y a tı ve Eseri, R uhum B ir K adındır, Yunus E m re İle Yollarda, D inler Tarihine Giriş,
Tasavvufun B oyutları, Sayıların G izem i, Çağın M evlânâ’sı M uham m ed İkbal, İsla-
m ın M istik Boyutları, A şk M evlânâ ve M istisizm , T a n n ’n m Y eryüzündeki İşaretle­
ri, H alifenin R üyaları - İslam da R üya ve R üya Tabiri, Şark Kedisi, M uham m ed İk ­
bal, H azreti M uham m ed, D inler Tarihi.
içindekiler

Her şeyde Tann’yı Görmek! 7


Giriş 11

Dualar - Şiirler - Rivayetler 31


Tevhid Üzerine 41
Tanrı’ya Yakınlık - T ann’ya Uzaklık 51
İman ve İmansızlık 57
Tanrı Sevgisi 65
Çile Hasreti 77
Esaret ve Ölüm 87
Kitab et Tavasin’den 101

Avrupa Dillerinde Yayımlanan Eserlerden Seçmeler 113


Faydalanılan Kaynaklar 117
Her şeyde Tann’yı Görmek!
R ahm etli Prof. A nnem arie Schim m el ile takriben yirm i sene
önce b ir arkadaşım vasıtasıyla tanışm ıştım . Bir akşam ona m isafir
olduk; b u ağırlıklı olarak İslam ın m istik boyutları ve İslam m
güncel soru n ları ü zerin d e yoğunlaşan bir sohbet akşam ıydı. Ay-
rıh rk en , gülüm seyerek, “Bir çocuğum daha o ld u .” dem işti; yeni
çıkan b ir kitabını kastederek. H atırladığım kadarıyla Şark Kedisi
adlı kitabıydı. H allaç h ak k ın d a yazdığı hacm i k ü çü k , içeriği b ü ­
y ü k kitapçığı da yeni çıkm ıştı veya çıkacaktı.
H allaç k o n u su n d a bilinçsiz bir gönül bağını saym azsak, bir
b ü tü n lü k arzetm ey en sın ırlı bilgiye sah ip tim . S ch im m el’in
“H allaç” derlem esini b ü y ü k b ir heyecanla okudum . Bir daha o k u ­
dum ; so n ra T ürkçeye çevirdim ve k endim e sakladım . E linizdeki
kitap çık b u heyecanın bir yan sonucudur.*
H allac’ın b ü y ü sü n e k apılm am ak elde değil. O n u n son nefesi­
ne k adar sergilediği asil d uruş, adem in yaratılış fikrinin ark asın ­
daki T anrısal gayenin b o y u tu n a dair b ir işaret olm alıdır. Ö lüm
anın d a şöyle diyor: T anrım , “Şim di Sen’in bu k u lların to p lan d ı­
lar, din lerin e b ağ lıh k larm d an dolayı beni ö ld ü rm ek ve böylece
Sana daha yakın o lm ak istiyorlar. O nları affet!...” Bu sözleri b ü ­
tü n h u k u k ve ah lak k u ralların a aykırı b ir şekilde h u n h arca şehit
edilen b ir “in sa n ” darağacında söylüyor! Hallaç, adem için erişil­
m esi olanaksız b ir ö lçü d ü r - asalet, hoşgörü, fedakârlık, sadakat,
sabır ve İlâhî aşk k o n u su n d a: “M usibetlerle b eni pare pare etsen
de, Sen’i h er zam an d aha fazla seveceğim !”

Bu kitap yayım a hazırlanırken, “Aman bir yerde bir yanlışlık yapıp Büyük
Hallac’a karşı bir kusur etm eyelim .” diyerek çırpınan Işık ve Ferruh Gençer’e kat-
kılanndan dolayı teşekkür ediyorum . Bu çalışmada onların em eği daha fazladır.
Daha doğrusu ve güzelini bulabilm ek için hem en hem en her cüm leyi, bazen ke­
lim eleri tartıştık. Çünkü burada sözkon usu olan m etin, zat-ı şahsına m ünhasır bir
üslup sahibi Annem arie Schim m crin diliyle “Hallaç el-esrar” ile ilgiliydi!
o b ir dini değil, b ü tü n yaratılm ışları kapsayan m ü şterek bir
gayeyi, ru h u n nih ai hedefi İlâhî aşkı telkin ediyor; daha doğrusu
onu b ir sem bol o larak yaşıyor. Aynı zam anda bir aile babası olan,
yani aile so ru m lu lu ğ u taşıyan bir “in sa n ” olarak H allac’ın, hiçbir
şahsi hesap y ap m ad an canı pahasına haksızlığa karşı baş k ald ır­
m ası, İslam d in in i ilkel ırkçı siyasî em ellerine alet eden bir yö n e­
tim in zu lm ü altın d a ezilen m azlu m u n yanında yer alm ası, ideal
insan için güncelliğini h içbir zam an kaybetm eyen b ir m otivasyon
u n su ru d u r.
Hallaç, inançta dürüstlüğün, fedakârlığın ve h er şeyden önce
cesaretin sem bolüdür: “Elleri bağlı b ir insanın ellerini kesm ek k o ­
laydır. Er o d u r ki, sıfat elini arşın üzerinden çeke ve kese.” O n u n
telkin ettiği inanç tarzı olağanüstü hüm anisttir. O na göre ana gaye
insandır, insanın Tanrı aşkında yanıp “yok” olm ası, daha doğrusu
cüzi n u ru n M utlak N u r’da ebedîleşm esi veya o n u n ifadesiyle “fani­
likten k u rtu lu p ezelîde fena bulm ası”dır. Bu anlam da insan h er­
hangi bir d in için yaratılm am ıştır, bilakis ortaya çıkış sebebi insan
olan her bir din, vasat insanı T anrı’ya yaklaştıran bir yardım cı u n ­
surd u r, bir yoldur, b ir öğretidir; daha fazlası değildir. Zira, onun
bin yıl önce dediği gibi, “İlâhî H akikat’i din ışığı ile arayan kim se,
güneşi yıldızların ışığı ile arayan insana benzer.”
H allac’m telk in ettiği inanç k o rkuya değil, akla ve gönüle
bağlıdır. D u y g u -akıl-hakikat onda iç içe, b ir b ü tü n d ü r. Bazen,
“T anrım , ya b en i b en d e n al, ya beni b an a geri ver ki, b en h u zu ra
kavuşayım .” şeklinde feryad-ı figan ederek in san ın duygularını
altü st ederk en , b azen kısa ve öz, “O ’n d a n O ’n u n la k u rtu l!” diyor.
“Elleri bağlı denize attı ve seslendi: D ikkat et, su ıslatm asın
sen i!” A ltaylılar da hayatı bir akar suya benzetiyorlar. B edenleşen
ru h u n hayat d en izin d en ıslanm adan çıkm ası m ü m k ü n m ü? Bu
sem bolik ikilem nasıl aşılacak?
Hallac’ı o k u d u ğ u zam an insanın aklına şu soru geliyor: Kim,
Kim’dir? Hallaç cevap veriyor; “Ben, Ü ’yııın, benim sevdiğim O,
ve O, b enim sevdiğim O, Ben’im .” Hazmı zor bir söylem! tn san m
şaşkm iığı geçm eden o devam ediyor: “O ’nu lan n n ak iddiası, ceha­
lettir. O’na daim a h izm et ettiğini d ü şünm ek, saygı eksikliğine işa­
rettir. O ’n u n la m ü cadeleden sakınm ak iddiası, deliliktir. O ’n u n
h u z u ru n a k anm ak, ahm aklıktır. O ’n u n sıfatlarını tartışm ak, şaş­
kınlıktır. O ’n u tanıdığını söylem em ek (bu k o n u d a susm ak) k o r­
kaklıktır. O ’na yaklaşm aya çalışm ak, cesarettir. O ’n u n uzaklığına
şükredip m em n u n kalm ak, basit (aşağı) bir zih n iy ettir.”
H allac’ın diğer b ir ilginç y ö n ü de o n u n T ürklere d u y d u ğ u ya­
kın lık tır. O n u n H orasan T ü rk leri ve o devirde H alife’n in o rd u ­
su n d a paralı ask erler olarak çalışan T ü rk kökenli askerler arasın­
da çok sayıda d o stların ın o ld u ğ u n u biliyoruz; örneğin Bağdath
ü n lü su filerden T ü rk istan k ö k en h Şibh de b u n lard a n biridir.
Hallaç, T ü rk b o ylarının Islam ın duygusal-m istik yüzüyle ta­
nışm a ve b u yüzü sevm e sü recin in öncü sü d ü r. YesevîUk ve Bekta­
şîlik gibi T ü rk k ö k en h akım ların ilham kaynağıdır. îpek Yolu l ’i
yazarken,* Doğu T ü rk istan ’ın en ü cra köşelerinde H allac’m izleri­
ne rastladığım da ken d im e şu soruyu sordum : Acaba Hallaç gibi
b ü y ü k b ir İslam sufisinin T ürklerle bu d en h ilgilenm esinin sebe­
bi neydi? Şeriat İslam ı’na ve hilafete m uhalif görüş ve aykırı dav­
ranışlarıyla çevresini ü rk ü ten , ik tid ar kaygısı taşıyan halifeliği
k o rk u tan ve so n u n d a Halife’n in ve ulem anın m üşterek kararıyla
h u n h arca katledilen b u dervişin T ü rk istan ’ın “kâfir T ü rk leri”yle
ne alâkası olabilirdi? Ç ünkü T anrı âşığı bu dervişin bizim anladı­
ğım ız m ânâda dinlerle, in anm ak veya inanm am akla bir işi yoklu.
Ve nitekim diyor ki: “Ben dinlerin ne olduğu k o n u su n u çok d ü ­
şün d ü m . N eticede g ö rd üm ki, dinler, bir k ö k ü n çeşitli d a lla rıd ır.''

* Bkz. G .A hm etcan Asena, îp ek Yolu 1: Çin-Doğu T ürkistan, İstanbul, ICO*


** Altay inancında da, “dinler sağlıklı bir bedenin gerekli uzuvlarıdır” de­
niliyor.
Bir in san d an , o n u alışkanlıklarından alıkoyan ve bağlarından k o ­
paran b ir din seçm esini talep etm e. O zaten varlığın sebebini ve
yüce gayelerin m ânâsını kendisinin en iyi anladığı şekilde araya­
caktır!
İran ’ın H orasan bölgesinde yoğunlaşan eski bir T ü rk b o y u ­
n u n a d ın ın h alen Halac (Kalac) olm ası ü z e rin d e d u rm ay a
değm eyecek b ir tesad ü f m ü d ü r? H allac’ın b irtak ım fikirleri ile es­
ki T ü rk Tengriciliği arasında ana h atlar itibarıyla ilginç paralel­
likler dik k ati çekiyor. T esadüf m ü yoksa m ü şterek hafıza mı?
A raştırm aya değer b ir konu!
H allac’m d ah a çok yanlış y o ru m lan an “E ne’l-H ak” sözüyle
özdeşleştirilm esi, o n u n daha geniş kitleler tarafından anlaşılm ası­
na engel oluyor; oysa bana göre Hallaç o lg u su n u n an ah tarı “İçin­
de T a n n ’yı görm ediğim hiçbirşey g ö rm ü y o ru m .” sö züdür. H alk
dilin d e de “H ak’tan geldik, H akk’a gideceğiz” d enilm iyor m u?
Hallaç ne güzel söylem iş: “Ah T anrım , Sana şü k re tm ek te n aciz
old u ğ u m u biliyorsun; o hâlde benim yerim e Sen k en d in e şükret;
zira gerçek şü k ü r sadece b u d u r.”

G. A hm etcan Asena

10
Giriş
“Eğer İslam tasavvufunu gerçekten anlam ak istiyorsanız, Hal-
lac’ı ve eserlerini tetkik ediniz." dem işti hocam Prof. H einrich
Schaeder. Ben o zam an genç bir öğrenciydim . Profesör Schaeder
de yıllar önce H allaç ü zerine çalışm ış ve o n u n h ak k ın d a şunları
yazmıştı:
“H allac’m İslam d in in in d erin h k le rin d e ifadesini b u lan k a ­
bullen m e ve sak lam an ın en son ve en saf so n u cu olan T anrı’n m
birliğine m ü k em m el b ir aşk ile teslim olm aktaki m aksadı, gizli­
d en ve sadece k en d i için erm işlik m ertebesine ulaşm ak değil, b i­
lakis o n u an latm ak, on d a yaşam ak ve o n u n için ö lm ek ti.”
O g ü n d en beri Hallac’a duyduğum hayranlık hiç bitm edi. Ö lü­
m ü n ü n üzerin d en geçen bin yıl içinde sayısız sufi, şair, m ünekkid
ve ilim adam ım büyüleyen Hallaç, beni de büyülem işti. 922 yılın­
da vahşice şehit edilen sufi h er an h er yerde varlığını sürdürm üş,
o n u n “Ene’l-H ak” (Ben Yaratıcı H akikatim ) feryadı, İslam dünya­
sında ve bilhassa T ü rk ve İran kültürlerinde, H indistan’ın m ahallî
lehçelerinde, yüzlerce ve binlerce esrik dizede aksiseda bulm uştur.
M ehtaplı akşam larda Sind vadisinin en ücra köşelerinde.

Âşıklara sorun, aşk ne bekler


Şayet bana inanm azsanız,
M ansur misali olanlar söyler!

dizeleriyle karşım ıza çıkabilen H allaç bazen de K eşm ir’de b enze­


ri şarkılarda veya P encap ve D ekkan’m h ayranlık uyan d ıran m ü ­
ziğinde, ço ğ u n lu k la b ab asının adıyla, yani “M an su r” olarak tek ­
rar tek rar dile gelm ektedir. İslam ile im ansızlık arasındaki sm ırm
ötesine geçebilen ve cezbe halinde sadece H akikat’i söyleyen ay­
kırı sufilere h er zam an bir ö rn e k olan Hallaç, b u sufilerin eserle­

11
rin d e b ir p an teist olarak gösterilm iştir. Asıl anlam ı “Ben Yaratıcı
H ak ik atim ” olan “E ne’l-H ak” sözü de, “Ben T anrı’y ım ” şeklinde
yo ru m lan m ış ve İslam m ilk d ev irlerin d en beri tasavvuf çevrele­
rin d e A llah’ın en güzel 99 ism in d en biri olan H ak sözcüğü,
H allac’a istin ad en , A llah yerine kullanılm ıştır.
H allaç sadece sufilerin arasında değil h alk arasında da tan ı­
nıp bilin m ek ted ir. Bir defasında, İstan b u l’da yataklarım ızın keçe­
leşen p am u k ların ı, yay ve to km ağının ritm ik vuruşlarıyla çözüp
ayıran b ir hallaçtan. H allaçlar Loncası’n m piri sayılan Büyük
M ansur’u n yaşadığı ızdırabı ve acıklı ö lü m ü n ü b ü tü n teferruatı
ile dinlem iştik. Çileyi ve zu lm ü bilerek ve isteyerek sineye çeken
Hallaç, m o d ern Şark şairlerine göre, yerleşik âdetlerin dışında k a­
lan ve kişisel d in d arlığ ı yaşarken belli sosyal reform ları da ger­
çekleştirm ek isteyen ilerici d in d arlar için bir ö rnektir. Kelim esi
kelim esine d o ğ ru olm asa da, H allac’m yap tık ların ın b u m o d ern
y o ru m u , o n u n çağdaş en telek tü eller arasında bu k adar yaygın bir
etkisi olm asına b ir n ed endir. M uhalif görüşleri y ü zü n d e n H int
yarım adasında yargılanan veya hapse atılan ilerici yazarlar ise,
“darağacı ve yağlı ip”in gerçek âşıkların (veya daha iyi bir gelece­
ğin kavgasını veren in san ların ) bir kaderi olduğu ve olacağı d ü ­
şüncesiyle k en d ilerin i teselli etm işlerdir. Z aten, H allaç da, varo­
lan d ü ze n in kavram adığı veya kavram ak istem ediği şeyleri söyle­
m em iş m iydi?

Kalpte saklı olan sırrı


İfşa etmeyeceksin
Darağacında söyleyebilirsin.
Fakat minberde asla!

12
19. yüzyılda. M irza E. Galib* D elhi’de yazdığı bu dörtlükle,
eski b ir m otifi işlem iştir: H allaç İlâhî aşka dayalı tevhid sırrım
açıkladığı için yargılanm ıştır. Zira T anrı ile insan arasındaki aşk
sırrın ın bu şekilde ifşası yasaktır. V uslat üzerine alenen k o n u ş­
m ak edebe aykırıdır. Tasavvuf! yorum a göre “E ne’l-H ak” cesur
bir sözdür. Ve Hallaç, b u n u n bedeli olarak ölü m ü tatm ak z o ru n ­
dadır. Sel gibi taşan aşk, saliki coştursa bile, şeriat o n u n susm ası­
nı gerektirir.
Aynı nedenle, “m u ted il” sayılan tarikatlara m en su p sufiler de
dahil olm ak üzere, çok sayıda m ü n ek k id , H allac’m “E ne’l-H ak”
diye h aykırm asını o n u n ham lığının b ir işareti olarak y o ru m la­
m ışlardır. O nlara göre Hallaç, şayet gerçek vahdete (T anrı’yla b ir­
lik) erm iş olsaydı, susardı. Zira “K azan, içindeki su tam kayna­
m adığı sürece g ü rü ltü çık arır.” ve “Kervan, hedefe v ard ık tan so n ­
ra çan sesleri su sar.” Öyleyse H allaç aslında A llah’ın cezbesine
kapılm am ıştır. O, ilâhı vahyin ağırlığını kaldırm aya m u k ted ir ol­
m ayan sığ b ir k ap tır, b u yü zd en de çabuk taşm ıştır!
Daha so n rak i yüzyıllarda yaşayan b irço k sufi, H allac’ı p a n te ­
ist olarak k abul etti ve o n u n m eşh u r sö zü n ü de “bütün varlıkla­
rın hirliği”n in b ir ifadesi şeklinde yorum ladılar. Bu nedenle de,
H allac’m 17. yüzyıldan itib aren tanınm aya başlam asıyla birlikte
ilk A vrupalI araştırm acılar da, o n u “katıksız bir panteist” olarak
gördüler. Yapılan bu ilk y o ru m ların kaynağı olan p ro testan din
adam ı F.A.D. T h o lu ck ’u n 1821’de yayım lanan Ssufismus sive ihc-

* Mirza E. Galib (1 7 9 7 -1 8 6 9 ), H indistan’da Türk Babilr lnıparau>rluj>u'nun


siyasî ve ekonom ik bakım dan çökm eye başladığı bir dönem de yaşadı, 9, yüzyıl
da G azneli M ahm ut ile başlayan, sonra Babür ve oğullarıyla yaygınlaşıp sağlam
laşan Türk asıllı yönetim in 19. yüzyılın ortalarında (1 8 5 8 ) yıkılm asıyla, llin d ıs
tan’daki bin yıllık Türk ve M üslüm an hâkim iyeti de son buldu. Türk asıllı bir su ­
bayın oğlu olarak dünyaya gelen Mirza Galib, şiirlerini Urdu dilinde (Türk(,c,
Farsça, Sanskritçe, Arapça vs. karışımı bir dil; bugün Pakistan’ın resmf dilitlir.)
yazmıştır. Ç oğunlukla tasavvuf içerikli olan şiirleri, bugün hâlâ Pakistan ve H in­
distan’da okunm akta ve yaşamaktadır, (ç.n.)

13
osophia persarum pantheistica adlı eserinin başlığında bile İslam
tasav v u fu n u n “p an teist k a ra k te rin d e n ” yola çıkılm aktadır. Ve bu
eserde H allac’ın “inanılm az b ir cesaretle alenen p an teizm in peçe­
sini y ırttığ ı” ileri sü rü lm ek ted ir. Bu düşünceler, T h o lu ck ’u n fay­
dalandığı kaynaklarla ilgilidir. O n u n elinde, Bağdatlı şehidin
p an teist o ld u ğ u n u iddia eden, geç devirlerde yazılm ış Farsça
eserler vardı.
Vaktiyle A lm anya’n ın ilk b ü y ü k Arap filologu Jo h a n n Jacob
Reiske (ö. 1774), H allac’ın T anrı’ya şirk k o ştu ğ u n u iddia eder­
ken, Fransız B artholom e d ’FIerbelot, Bibliotheque Orientale adlı
eserinde H allac’ı “gizli b ir H ıristiyan” olarak gösterm iştir. Bu gö­
rüş d aha so n ra A ugust M üller ve A dalbert M erx gibi bilim cilerce
de b en im sen m iştir. Bu görüş H allac’ın İnsanî ve ilâhı fıtrat h a k ­
kın d a söylediklerine dayanır. Bir süre önce Teoloji b ö lü m ü n d e
bu d o ğ ru ltu d a sayfa sayısı epey k abarık bir do k to ra tezi de ya­
yım lanm ıştır. T ezin sahibi N. M. D ahdal, H allac’ı, H ıristiyanvari
düşü n celeri y ü z ü n d e n katledilen gizli b ir H ıristiyan olarak gös­
term eye çalışm ıştır. H allac’ı akıl hastası olarak gören bilim in san ­
ları da vardır. (V aktiyle Hz. M uham m ed’i de bir p sik o p at olarak
g ören lerin çıktığı gibi!) Başka b ir grup bilim ci de, H allac’m elde
kalan az sayıdaki sözlerinde, katıksız bir m onizm * o ld u ğ u n u id ­
dia etm işlerdir. A. vo n K rem er ve daha çok M ax H orten, H allac’ın
“E ne’l-H ak” sözü ile U panişadların “Aham Brahm asm i” (ben
B rahm a’yım ) arasın d a b ir paralellik k u rm u şlard ır. Bu eğilim e za­
m an zam an b u g ü n de rastlan m ak tad ır, özellikle de bazı M üslü­
m an H in t b ilim ciler a ra s ın d a ...
H allac’ı d o ğ ru b ir şekilde anlam ak, Louis M assignon’u n bir
ö m ü r boyu sü re n çalışm aları neticesinde m ü m k ü n olm uştur.
M assignon, H allac’m b ü tü n risalelerini -bulabildiği kadarıyla- ya­
yım layarak, b ü y ü k sufin in İslam tasavvufu içindeki ro lü k o n u ­

Var olan her şeyin bir olduğu öğretisi, (ç.n.)

14
su n d a y e n i b ir an lay ışın o lu şm asın ı sağ lam ıştır. A ncak,
M assignon’u n , eserinde, H allaç gerçeğinin tarih î bo y u tu ile daha
ilk devirlerde ortaya çıkan ve gelişen efsanevî b o y u tu n u h er za­
m an b irb irin d en ayırm am ış olm ası, N. M. D ahdal tarafından eleş­
tirilm iştir. A ncak ilk devir Arap k ay naklarındaki sayısız tarih î b il­
giye rağm en şeh it H allac’ın gerçeğe u y g u n b ir biyografisini h az ır­
lam ak h em en h em en im kânsızdır.
E lim izde, H allac’ın oğlu H am d’d an kalm a bir hayat hikâyesi
var. Bu belge, tarih î gerçeğe en yak ın olanıdır, ancak bu da riva­
yetlerle takviye edilm iştir. Diğer b ir kaynak da M assignon’u n yıl­
larını vererek topladığı şiirlerdir. B unlar H allac’m m istik d en e­
yim lerini an lam ak açısından çok önem hdir. Bu şiirlerde, Hal-
lac’ın, T an rı’ya y ak ın lık ve uzaklık arasında nasıl ızdırap çektiği;
bu ızdırabı nasıl can-ı g ö n ü ld en arzuladığı ve n ad ir vuslat an ları­
nı nasıl dile getirdiği, güzel ve İlâhî b ir dille anlatılm aktadır. Eli­
nizdeki k itap ta yer alan bilgiler H am d’ın kısa biyografik n o tları­
n ın yanı sıra M assignon ve Paul K raus’u n Ekber el-Hallac adlı
eserde to p ladıkları b ilgilerden kaynaklanm ıştır.
H allac’m hayatıyla ilgili sathî bilgileri şöyle sıralam ak m ü m ­
k ü n d ü r; Hallaç, yaklaşık 858 yılında İran ’ın güneyindeki Fars eya­
letinde, Beyza’da doğdu. P am u k çu lu k b akım ından zengin olan
T ustar veya V azit’te büy üdü. Hallaç m ahlası, baba m esleğinden
kaynaklanm ış olabileceği gibi, gençliğinde gösterdiği bir keram e­
te de bağh olabilir. Oğlu H am d’a göre. Hallaç, kalpleri tam am en
“altü st” ettiği için sevenleri arasında Hallaç el-esrar şeklinde isim ­
lendirilm iştir. T akriben iki yıl Şeyh Sehl bin A bdullah et-Tüste-
rî’ye (ö. 896) şakirdlik yaptı. Şeyh T ü ste rfn in İslam tasavvufuna
en ön em h katkısı, ezelî n u r teorisini geliştirm iş olm asıdır. Bu te­
oriye göre, Hz. M u ham m ed’in n u ru , ezelî n u r olarak kabul edilir
ve b ü tü n yaratılışın sebebi olarak görülür. Hallaç, bu düşünceyi
daha sonra Kitab et-Tavasin adlı risalesinde şiirsel b ir dille ele al­

15
m ıştır. Bir sü re sonra, aşağı yukarı on sekiz yaşlarındayken Bağ­
dat’a giden Hallaç, bu rada zam anın iki önem li sufisine şakirdlik
yaptı. Abbasi Halifeliğinin başkenti olan Bağdat aynı zam anda İs­
lam dini içindeki tasavvuf akım ının da m erkeziydi.
Bu akım , hızla b ü y üyen ve zenginleşen İslam İm p arato rlu ­
ğun d a, d ün y ap erestliğ in yaygınlaşm asına şüphe ile b akan ilk d e­
vir M ü slü m an ların ın katı çileciliğinden d o ğup gelişm işti. K endi­
lerin i K ur’a n ’m d erin lik lerin e b ırak an ve d in î vecibeleri içselleş­
tirip d erinlem esine yaşayan bu zahitler, m u h tem elen Suriye, Irak
ve L ü b n an ’ın H ıristiyan rahipleri ile İslam to p rak la rın ın doğu sı­
n ırın d a yer alan Kuzey A fganistan’ın Baktirya bölgesinde yaşayan
B udist rah ip lerd en ve diğer d inlerde göze çarpan çileci ak ım lar­
dan da etkilenm işlerdi. M üslüm an zahitlerin b ir kısm ı H ıristiyan
m ü n zev iler gibi y ü n d en yapılm ış elbiseler giyerlerdi; hattâ bu n a
istin ad en o n lara sufi (suf yani y ü n ) adı verildiği tah m in ediliyor.
F akat o n lar safiyet k ö k ü n d en tü rettik leri safa kavram ını k u llan ­
m ayı tercih etm işlerdir.
K aranlık çilecilik dünyasına saf T anrı aşkı düşüncesi, bilebil­
diğim iz kadarıyla, Rabia adlı b ir k adın sufi (ö. 801) tarafından so­
k u lm u ştu r. Rabia, ceh ennem k o rk u su n u veya cen n et ü m id in i ak ­
lına g etirm ed en T an rı’ya yönelm iş ve ilk defa m u tlak T anrı sevgi­
sini dile getirm işir. Rabia’m n düşünceleri k e n d in d en sonra gelen
sufileri d erin d e n etkilem iş ve 9. yüzyılda Kuzey İran ’d an M ısır’a
kad ar İslam d ü n y asın ın h er tarafında tasavvuf akım ları yayılm a­
ya başlam ıştır. M ürşitler m ü ritlerin e nefse hiçbir kolaylık tan ım a­
yan en sert özd en etim i telkin ediyorlardı. İnsan ile Allah arasın­
daki aşkı h er zam an incelikli kelim elerle tanım ladılar. Oysa gayet
iyi biliyorlardı ki “A şktan daha latif h içbir şey y o k tu r ve kavram ­
lar sadece kav ram ın k en d isin d en daha latif birşeyle ifade edilebi­
lir. Bu y ü zd en de aşk ifade edilem ez.” (S üm m ün el-M uhib, ö.
900). İlâhî Bir’liğin gittikçe daha derinlerine inen sufiler, İslam

16
ılc (bilhassa tasavvufî İslam ), özellikle Pers etkisiyle Irak ’ta yay­
gınlaşan du alist Z erdüşt öğretisi ve H ıristiyan teslis öğretisi arası­
na net sın ırlar çektiler. Fiilin tek Fail’i O ’d u r, evet, O ’n u n Bir’liği
o kadar saftır ki, O tek M evcuddur.
T evhidin bu tü r sırları Bağdat’ta k ü çü k ezoterik çevrelerde
konuşuluyordu. A ncak sufiler b u sırları, u zu n ve çileli bir hazırlık
sürecinden geçm em iş, o nların dili ile, tarikatın hâl ve m ertebele­
rini yaşam am ış; tövbe edip tevekkül, sabır, k orku ve üm ide sığın­
mamış; m u tlak “h u z u r”u n basam aklarını takdir-i İlâhîyle çıkm a­
mış; ister rahm et, ister ceza şeklinde olsun, O ’n u n tarifi m ü m k ü n
olm ayan ra h m etin d en başka bir şeye ü m it bağlam am ış ham kim ­
selere açm anın ne k adar tehlikeli o ld u ğ u n u n idraki içindeydiler.
Bu arada tarik at yo lunda ilerlem enin ru h sal m ertebeleri aşa­
ğı yukarı sistem atize edilm işti. S onunda genelde T anrı aşkı veya
T anrı id rak i vardı. Sufinin nihai hedefi “F ena fillah”, yani “Tan-
rı’da fanı o lm ak ” idi. Bu hâl O rtaçağ A lm an m istik lerin in isabet­
li bir şekilde T an rı’da yok olm ak (Entwerden) olarak isim len d ir­
dikleri hâldir. O n ların hedefleri var olm adan önceki hâllerine,
yani “sadece T an rı’m n var o ld u ğ u ”, yani özne ile nesne arasın d a­
ki ayrılığın olm adığı. T anrısal birliğe (tevhid); T a n n ’n m y aratıl­
m am ış ru h lara h itap ettiği âna geri dönm ekti. T anrı o zam an r u h ­
lara şöyle so rm u ştu : “Ben sizin Rabbiniz değil m iyim ?” ve onların
cevabı, ‘'...Evet Rabbimizsin, şahidiz...” (Sure 11112)* olm uştu. Bu
elest b ezm inde ru h ların tek T anrı’ya hizm et etm eleri, O ’n u n
birliğine inanm ayı ve hem hayatta, hem de kıyam et g ü n ü n d e
O ’n u n Bir’liğine şah ad et etm eyi ta a h h ü t ettikleri bu “ezelî akit",
sufilerin d ü n y a g ö rü şü n ü n esasını o luşturm aktadır.
Z am anın yön etim i sufilere şüpheyle baktığı için, Bağdatlı

* Araf suresi, 172. ayet. Kadim and’ın içildiği an; Tanrı’nm ruhlara; “Eles-
tü bi-rabbiküm ?” (Ben sizin Rabbiniz değil m iyim ?) diye sorduğu gün. (Kur’an-
1 Kerim’den yapılan tüm aimtılar, Elmalılı Hamdi Yazır m ealinden alınm ıştır.)
(ç.n.)

17
m ü rşitler İlâhî sırların alenen k o n u şu lm asın ın ne kad ar tehlikeli
o ld u ğ u n u biliyorlardı. “Ben dem ek hakkı, sadece T a n n ’y a mahsus­
tur.” diyen H arrâz ve özellikle o n u n daha genç çağdaşı Bağdatlı
C ü neyd gibi m ü rşitler m ü ritlerin e, k o n u şm aların d a telm ih ve
tevcih y o lu n u tu tm aların ı telkin ediyorlardı. Ö nceki sufilerin
eserlerinde gö rü len p arad o k slar da gerçeği alenen söylem ek yeri­
ne gizlem ek çabası olarak görülebilir. Üç harfli k ö k lerd e n ü re ti­
len ve isten en istikam ette türetilebilen, a n c a k b u n a rağm en k ö ­
k ü n d ek i farklı m ânâları tam am en kaybetm eyen A rap dili, ü stü
kapalı ifade tarzı için ideal b ir araçtı. Z aten eski tasavvufî m etin ­
leri tercüm e etm en in zorluğu da b u rad a yatm aktadır. Kaldı ki, bu
tü r m etin lerin edebî dil güzelliğini çevirilerde aynen verm ek de
m ü m k ü n değildir.
G enç H üseyin ibn M ansur el-Hallac, işte böyle bir ortam da
Bağdatlı m ü rşitlerin arasına girdi. O nlardan ders aldı ve içlerinden
b irin in kızıyla evlendi. A ncak çok geçm eden kayınpederi kızını
“çok k u rn az bir sihirbaz ve sefil bir kâfir”le evlendirdiğini anladı!
Diğer m ürşitlerle de geçinm ekte zo rlu k çeken Hallaç, hac niyetiy­
le M ekke’n in y o lu n u tu ttu . O rada sü rd ü rd ü ğ ü riyazet hayatı çok
geçm eden çağdaşlarını dehşete düşürdü. Rivayetlere göre, Bağ­
dat’a d ö n d ü k ten sonra bir gün tasavvufî bir m eseleyi danışm ak
üzere C ü neyd’in kapısını çalan Hallaç, o n u n “Kim o?” sorusuna,
“Ene’l-H ak” cevabını verir. B unun üzerine C üneyd onu, “Bakahm
kam nla hangi darağacım lekeleyeceksin” şeklinde lanetler.* Bu ola­
yın 896 yılında, yani Hallaç otuz sekiz yaşlarındayken v u k ü b u l­
duğu tah m in ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki, h alkın Hallac’a teveccü­

* Attar’m Tezkiret Ül-Evliya’da naklettiği rivayete göre, iki sufi arasındaki k o


nuşm a şöyle devam ediyor: Bunun üzerine Mansur cevap verdi; “Beni ağaca astık­
ları gün, sen de suretini değiştiresin, başka elbise giyesin ve benim katlime fetva
veresin.” Hallac’ın ölüm fetvası ayrıca 8 4 şahide imzalatıldı. Attar, bunlann ara­
sında Bağdatlı Cüneyd’in de bulunduğunu rivayet ediyor: Cüneyd’e de yaz dedi­
ler. Cüneyd, derviş hırkasını çıkardı, ulem a hırkasını giydi ve dedi ki: “Biz onun
zahirine hüküm veriyoruz ki, katledilmelidir. Bâtınını Tanrı bilir.” (ç.n.)

18
hü çağdaşlan ve bilhassa Bağdatlı sufiler arasında kıskançlıklara
yol açm ıştı. Bağdat’ı ve ailesini terkeden Hallaç, bir kaç sene İslam
İm p arato rlu ğ u n u n kuzeydoğusunu gezer; Doğu İran, T ürkistan
ve Sistan’ı d olaştıktan sonra G üney İran üzerin d en geri döner. Ah-
vaz ü zerin d en Basra’ya geçer. G ittiği yerlerde sürekli vaaz eder ve
halkı Allah yo lu n a çağırır. Rivayete göre, Basra’dan d ö rt yüz m ü ­
ridi ile b irlikte ikinci hac yolculuğuna çıkar.
Bir süre sonra Bağdat’a geri döner. Ahvaz’daki ailesini yanm a
getirtir ve kendi ifadesiyle, “kâfirler diyarına giderek halkı Hak y o ­
luna çağırmaya” k arar verir. Hallac’ın düşm anları o n u n H indistan’a
ü n lü ip o y unu gibi H int büyülerini öğrenm ek için gittiğini ileri sü ­
rerler. Gemiyle Basra’dan G ucerat’a geçen Hallaç, Sind vadisini d o ­
laşarak Pencap’a ve m uhtem elen Keşm ir üzerinden T ürkistan’a*
geçer. Seyahatleri esnasında ne kadar insanın İslam dinine geçm e­
sini sağladığını bilm iyoruz. Fakat Sind, Pencap ve Keşm ir gibi böl­
gelerin m istik halk şiirinde Hallaç adına diğer bölgelere nispeten
daha çok rastladığım ızı söyleyebiliriz. H er ne kadar bu yörelerin
edebiyat eserleri daha sonraki devirlerde yaratılm ışsa da, biz o n u n
ektiği to h u m ların insanları ilâhı aşk ve birlik fikirlerine hazırlam ış
old u ğ u n u kabul edebiliriz. Hallac’ın faaliyetlerini şüpheyle takip
eden m erkezi idare, o n u n Sind vadisini gezerken o devirlerde İs­
lam dünyasının h er tarafında ortaya çıkan ve tehlikeli bir h u z u r­
suzluk kaynağı olarak görülen aşırı Şii grubu K arm atlar ile irtibat
ku rm u ş olabileceğinden endişeleniyordu. Zira K arm atların ezote-
rik öğretisi siyasî bir darbeyi hedefliyordu.
Oğlu H am d’m bildirdiğine göre, Bağdat’a dönen Hallaç, dünya­
nın dört bir yanından m ektuplar alm aya başlar. Hallac’a esrarengiz
Hallac’ın Türkistan (Kaşgar üzerinden Uygurların bugünkü Turfan ya­
kınlarındaki başkenti K oço, daha sonra oluşacak olan Karahanlılar devletinin
ilk başkenti Balasagun ve benzeri önem li yerleşim m erkezlerini) b ölgesin i gez­
diği ve Türkler üzerinde halen canlılığını koruyan derin bir etki bıraktığı biUn-
m ektedir. Yesevîlik ve Bektaşîlik gibi büyük l ürk tarikatlarında Hallac’ın özel
bir yeri vardır, (ç.n .)

19
ad ve unvanlarla hitap edilen bu m ektupların arasında O rta As­
ya’daki M aniheistlerin* zengin desenli el yazm alarında olduğu gibi
çok kıym etli kağıtlara yazılmış olanlar da vardı. Tabii bu arada m u ­
halif sufilerin çekem em ezliği iyice artm ıştı; yönetim de o n u n faali­
yetlerini yakın takibe almıştı. Hallac’m böyle bir ortam da yeniden
hacca gittiğini görüyoruz. O rada iki sene kaldıktan sonra tekrar
Bağdat’a döner. Burada bir arsa ahr ve m eşhur vaazlarına başlar.
Bağdat pazarlarını gezerken anlaşılm ası güç ifadelerle halkı kendi­
ni öldürtm eye çağırması, m utaassıp M üslüm anları şaşırtan sözleri,
haykırışları, yüksek sesle ağlam aları ve uluorta gülm eleriyle halkı
dehşete düşürm esi Hallac’m farklı veçheleri olarak rivayet olunur.
D üzen yan lıların ın H allaç aleyhinde olm alarını anlam ak
m ü m k ü n d ü r. Bu sırada “p lato n ik ” aşk üzerine bir kitap yazan en
katı m ezhebin tem silcileri de Hallac’a düşm an oldular ve b ir iftira
ile on u saraya ih b ar ettiler. Zira Hallac’ın m u tlak T anrı aşkı ve in ­
sanın, vecdin n ad ir anlarında yaşadığı yaratılm ış İnsanî ru h ile ya­
ratılm am ış (yani ezelden var olan) ilâhı R uh arasındaki aşk ve
vuslat öğretisi, ilâhiyatçılara ve ulem aya göre caiz ve m ü m k ü n de­
ğildi. Bir yandan da siyasî d u ru m , Hallaç gibi şüpheli kişilerin üze­
rindeki d en etim in yoğunlaştırılm asını gerektiriyordu. Sürekli de­
ğişen ve b irb irin e d ü şm an h ü k ü m et üyelerine bağım lı genç H ali­
fe, ülkedeki S ü n n î ve Şii grupları k o n tro l altında tu tm an ın gayre­
ti içindeydi. F akat m alî d u ru m u n da kötü olm ası, ülkede yöneti­
m i zorlaştırıyordu. Hallaç tasavvuf çevrelerinden yeni m uhalifler
edinince, beklenen oldu ve yönetim H allac’m tutuklanm asına ka­
rar verdi. Bunu önceden haber alan Hallaç kaçtı, fakat kısa sürede
yakalandı. A yaklarına zincir vurularak zindana atıldı. İlk yargılan­
m asından sonra nispeten yum uşak m uam ele gördü ve bir zin d an ­
dan ötekine nakledildi. Hallac’ın, b ir hastalığım tedavi ettiği tah-

* Hunünkü Dojîu I ürkislan bölgesinde m eskûn başta Uygurlar olm ak üzer


hiı lakını I Hı k boylan, 1lırisliyan-M azdcist karışımı Mani dinine inanmaktaydılar.
(V.n.)

20
m in edilen H alifenin an nesinin araya girm esi neticesinde, m ah k û ­
m iyet hayatı kolaylaştırıldı ve m abeyinci N asr el-K uşûrî, Hallac’ın
sadık b ir dostu olarak kalm aya devam etti. 919 yılından sonra,
belki de yaşanan b ü y ü k m alî kriz neticesinde siyasî şartlar da iyi­
ce ağırlaşm ıştı. Bu sırada Hallaç altı ya da yedi yıldır hapisteydi.
H allac’m , m abeyinci K uşûrî’n in adam ların ın yanı sıra b ir çok
gardiyan ve cezaevi hizm etlisine, “ölüleri diriltm eye m uktedir ol­
duğunu ve ruhların ona hizm et ettikleri”ni anlatm ası, vezir Ha-
m id ’in de kulağına gitti. H allac’m evi arandı. V erilen bilgilere gö­
re, “aramalar esnasında bazıları altın m ürekkeple Çin kağıdına y a ­
zılıp brokar ve ipekle ciltlendikten sonra kaliteli deriyle kaplanmış
çok sayıda risale ele geçirildi. Bunların arasında içlerinde garip ör­
neklerin y e r aldığı ya zışm alar vardı. M ektuplarda Hallaç arkadaş­
larının dünyanın dört bir yanına dağılmalarını istiyordu. İnsanları
onun yoluna çağırmalarını; kendisinin onlara öğrettiği gibi, nihaî
hedefe varıncaya kadar ilmi hâlden hâle, mertebeden mertebeye
adım adım aktarm alarını ve bunu yaparken de herkese kendi akıl ve
anlayış, algılama ve itaat ölçülerine göre hitap edilmesini öğütlüyor-
du. Ayrıca kendisine sorulan sorulara verilen cevaplar da bu risale­
lerde ye r alıyordu. Bunların pek çoğunda sadece ya za n ve yazılan
kişilerin anlayabileceği sembolik ifadeler kullanılm ıştı. Tom ar
hâlindeki kağıtların bazılarında resimler, resimlerin içine bir çem ­
ber şeklinde A lla h ’ın (cc) adı ve bunun içine de “A li’y e rahm et” cüm ­
lesi öyle itina ile işlenmişti ki, bunu ancak dikkatle inceleyen ve dü­
şünen kim se çözebilirdi."
N ihayet vezir başkadıyı H allac’m ölüm kararın ı im zalam ası
için ikna etm eyi başardı. K arar ayrıca seksen d ö rt şahide im zala­
tıldı ve 23 Z ilkade 3 09’da (26 M art 922) infaz edildi.
Elde kalan rap o rların çoğunda H allac’m darağacı ve ça rm ıh ­
taki ö lü m ü ü ze rin d e d u ru lm ak tad ır. T am o n u n arzuladığı b ir
ölüm o lm uştu; halk ı sü rekli olarak -dinin m üdafaası için- k e n d i­

21
ni öld ü rtm ey e teşvik eden o değil m iydi! Zira halk, H allac’ı öl­
d ürm ek le, işlediği hay rm m ükafatm ı alacak; H allaç da hasretiyle
yam p tu tu ştu ğ u T anrısm a kavuşacak, O ’n d a fena bulacaktı. Aca­
ba b u rad a M assignon’u n dediği gibi, “kendini başkaları için kur­
ban etme ülfeüsü”n d e n söz edilebilir m i, bilm iyorum . F akat H al­
laç, çağdaşlarından b irin in ifade ettiği gibi, ö lü m ü sevgiliye g ö tü ­
ren b ir k ö p rü gibi gören, u z u n şehit sufiler zin cirin in ilk h alkası­
dır. O g ü n d en itib aren H allac’m adı, aşk yo lu n d a k en d in i m u tla k
aşka k u rb a n eden ve âşıkm m aşu k tan gelen h er cefaya severek
katlan d ığ ın ı ve h attâ b u cefayı hararetle arzuladığını ö rn e k alan
ve bu y ü zd en d u ygusuz din adam ları ve zalim yö n etim ler tarafın­
dan ö ld ü rü len h erk es için bir sem bol olm uştur.
İşte H allaç m enkıbede karşım ıza bu şekilde çık m ak tad ır ve
b u şekildeki b ir H allaç efsanesini yıkm ak p ek de kolay bir iş d e­
ğildir -o n u n aleyhinde ve h attâ ona düşm an yeni ve eski devre ait
b u k ad ar kaynağa rağm en!- T u tu cu S ünnî çevreler daim a o n u n
sözlerine karşı olm uşlardır. Bir kısım çağdaşları gibi daha so n ra­
ki devirlerde yaşayan bazı y o ru m cu lar da o n u n T an rı’n ın ikih ta­
biatını an latan gizli b ir H ıristiyan o ld u ğ u n u zannetm iş olabilirler.
Fakat H allac’m H ıristiyanlığa özgü terim leri k ullanm ış olm ası,
kesinlikle b u in an cın b ir ispatı olarak gösterilem ez. U n u tu lm a-
m ah d ır ki, H ıristiyan d ü şü n ü ş tarzı o çağda Yakın D oğu’da çok
yaygındı ve o çevrelerde geliştirilen term inolojinin b ir bölü m ü
b ü tü n d in â lim le ri ve su file r a ra sın d a k u lla n ılm a k ta y d ı.
M assignon, H allac’m K ur’an-ı K erim ’deki Hz. İsa m enkıbesini
kendine ö rn e k aldığını g österm ektedir; fakat Hallaç, “A llah’ın
Peygam beri”n d e n söz ettiği zam an, N. M. D ahdal’in iddia ettiği
gibi Hz. İsa’yı değil, daim a d erin saygı duyd u ğ u Hz. M uham m ed’i
k astetm ek ted ir. H er sufi gibi H allaç da kesin b ir biçim de
K ur’an ’ın em irlerin e göre yaşam aktaydı; h attâ k ü ç ü k b ir kısm ı
g ü n ü m ü ze k ad ar ulaşan b ir de K ur’an tefsiri yazm ıştı. K ur’an ’la

22
yaşam ak o n u n için “kıyam et g ü n ü n ü yaşam ak”tı. Ç ü n k ü A llah’m
kelâm ı olan K ur’an, olm uş ve olacak her şeyi ihtiva etm ektedir.
Sufinin gayesi, o n u n m ânâsının derin lik lerin e inm ek ve daim a
yeni m ân âlar keşfetm ektir. P eder Nwyia haklı olarak, tam ve k e­
sin m ânâsıyla K ur’a n ’a göre ve K ur’a n ’da yaşayan ilk devir sufile-
ri için “hafızanın K ur’an’la ştm lm a sı”ndan söz etm iştir. Aynı şey,
“T a n n ’n ın en sevgili k u lu ” Hz. M uham m ed’e d u y u lan sevgi ve
saygı için de geçerlidir. Hallaç, m ürşidi T ü ste rfn in Hz. M uham -
m ed h ak k ın d ak i “ezelî nur” teorisini ele alarak şiirsel b ir üslupla
yen id en işlem iştir. Ve sıradan b ir din âlim i, Peygam ber’in hadis
ve sü n n etlerin i rivayet yoluyla gittikçe uzayan bir zincir hâlinde
b irb irin d en ö ğ ren irk en , H allac’m Rivayet adlı risalesinde b ild ird i­
ğine göre, o b ü tü n b u bilgileri kaynağından ve h attâ K ur’a n ’da ol­
m ayan T anrı k elâm ını İlâhî güçlerden öğreniyordu.
H allac’ta en çok dik kati çeken yön, o n u n T anrı iradesine bu
derece canh iştirakidir. T anrı, hiç şü p h e y o k tu r ki, ulaşılm ası
m ü m k ü n olm ayandır. Y aratılanın h er b o y u tu n u n ü stü n d ed ir.
Yücedir. H er şeyden m ü nezzehtir. L ah u ttu r, b ü tü n zam an lard an
ve h er y aratılm ıştan önce vardı ve dolayısıyla ulaşılm ası m ü m k ü n
değildir. F am in san ı O ’n d an ayıran, ezeliyet öncesidir. F akat H al­
lac’m telk in ve tecrü b esine göre, lah u t olan T anrı’n ın b ir de na-
su t (insanlık) tarafı v ard ır ki, bu  dem ’in yaratılm asında tecelli
etm iştir. Bu y ü zd en  dem karşım ıza, T anrı’da saklı n a s u tu n u n
aynası olarak, “h ü v e h ü v e ” (o, o) şeklinde çıkm aktadır. Hallaç,
sık sık zik red ilen b ir b eytinde şöyle dem ektedir:

Ben, O’y u m , benim sevdiğim O,


ve O, benim sevdiğim O, Ben’im.

B unun m ânâsı da şudur: “Tanrı ezelî nazarı ile ezelî suretini


temaşa etm ektedir.”

23
M assignon’u n söylediği gibi, başta Bağdatlı C üneyd olm ak
üzere, H allac’ın çağdaşı b ü y ü k sufilerin nazarında T anrı ile birlik
hâli an cak “ulaşılm ası m ü m k ü n olm ayan İlâhî b irlik güneşi ile
k av ru lu p yo k o lu n d u k ta n so n ra ” m ü m k ü n d ü r. H allac’a göre k u t­
sallık T an rı’d an gelen h er şeye bile isteye katılm aktır. Hallaç,
k en d i irad esin in T anrı iradesi içinde şekil değiştirm esi için gay­
re t etm iştir. İn san irad esinin T anrısal iradeyle tam olarak birleş­
m esin in y o lu n u da “çileyi özlem ek ve ona tah am m ü l etm ek te”
b u lm u ştu r. T an rı iradesine b u derece canh k atılım sayesinde su-
fi, “İlâhî rahmet hâllerini yaşam ış, T a n n ’y a dokunm uş" ve böylece
“Hz. M uham m ed’in vahiy esnasındaki ruh hâlini o da tatmıştır."
M uhaliflerinin K ur’a n ’ın k ö tü bir taklidi olarak g ö rd ü k leri Riva­
y e t risalesi ve m u h telif d in î vecibelerin yerine o anda daha fayda­
lı am eller işlenebileceği yolu n d ak i öğretisi, b u yaklaşım la açıkla­
nabilir. Hallaç, hac ziyareti yerine yetim çocukların doyurulm ası
gibi başka hayırlı b ir işin de yapılabileceği görüşündedir! Söylen­
tiye göre, H allac’m b u ve benzeri iddiaları o n u n m ah k û m iy et k a­
rarı k o n u su n d a bardağı taşıran son dam la olm uş.
Hallaç, yaratıcı İlâhî H akikat ile d o ğ ru d an irtibat hâlinde ol­
d u ğ u n d an em in o lduğu için “Ene’l-Hak" (Ben Yaratıcı H aki­
katim ) dem iştir. Bu “teopatik ifade”, yani şath veya H ıristiyan
m istik lerin in diliyle söylem ek gerekirse, bu “p arad o k s”, H allac’m
inan ç sistem in in ö zü n ü teşkil etm ektedir. O na göre, v uslatın n a ­
d ir an ların d a yaratılm am ış İlâhî Ruh, yaratılm ış İnsanî ru h a o k a­
d ar y ak laşm ak tad ır ki, o n u (İnsanî ru h u ) kaplam akta ve bu so h ­
b et esnasında b ir özne değişim i v u k ü b u lm ak tad ır -O an d a T anrı
k en d in e d u y d u ğ u sevgiyi yani, “k en d isin in in san tab iatın ın su re­
tine d u y d u ğ u yaratılm am ış sevgiyi izhar eder.- A ncak b u arada
k en d in d ek i ezelî su ltan lığ ın aşkm iığı ne o rtad an k alkar ne de
azalır. Bu hâl M assignon’a göre, “apokaliptik adaletin* bir ferya-

* Kıyam et günü tecellisi beklenen adalet, (ç.n.)

24
di”, diğer b ir ifadeyle, “T anrı’nın , beni dahil her şeyini... elinden
aldığı” b ir in san ın feryadıdır. B urada söz edilen, İnsanî ve İlâhî
Zat’ın b irlik te davranm asıdır; yoksa daha sonraki çağların m istik
akım ve edebiyatlarında tek rar tek rar y o ru m lan an in san ve Tan-
rı’n m neticed e b ir ö zü n iki yüzü olduğu bir tevhid görüşü değil­
dir. Bu g ö rüş nedeniyle H ak k elim esinin T anrı olarak tercüm e
edilm esi âd et o lm u ştu r; fakat u n u tm a m a k gerekir ki, H allaç h iç­
b ir zam an “Ene A llah” (Ben T an rı’yım ) dem em iştir. Ç ü n k ü böy­
le b ir ifade gerçek b ir şirk olurdu.
Hallaç eserlerinde ayrıntılı b ir şekilde şeytanla da m eşgul ol­
m uştu r. İslam iyet’e göre, ibUs veya şeytan, A llah’ın b ü tü n m elek
ve ru h lara Hz. A dem ’e secde etm eleri y o lu n d ak i em rine itaat et­
m ediği için lanetlenm iştir. Vaktiyle “m eleklere ö ğ retm en ”lik ya­
p an ve ü stelik ateşten yaratılm ış olduğu için g u ru r duyan şeytan,
b u em re itaat etm ez ve lanetlenir. H allaç ve o n d an so n rak i bir çok
sufi, şeytanı, birliği tanıyan yegâne yaratık olarak övm üşlerdir.
Şeytan, T an rı’d an başkasına nasıl secde edebilirdi? B urada o ld u k ­
ça girift b ir m esele ile karşı karşıyayız. T anrı, şeytanın  dem ’e
secde etm esini em retm işti; fakat, k en d isin d en başka kim seye sec­
de edilm em esini em red en de O değil m iydi! Şeytan b u ikilem den
nasıl sıyrılabilirdi? Ö zü nde şeytanın itaatsizlik etm esini isteyen
T anrı idi; yoksa o k en d i iradesiyle em re itaatsizlik edem ezdi.
G erçek âşık, sevgiliye itaatk ârd ır ve sevgiliden yüz çevirm ek ye­
rine, o n u n lan etin i b ir şeref nişanesi olarak kabul eder. H allac’m
b azen k en d in e de atfettiği şu m ısralar, şeytanın çıkm azını tasvir
etm ek açısından d ik k ate şayandır:

Elleri bağlı denize attı ve seslendi:


D ikkat et, su ıslatmasın seni!

25
Kitab et-Tavasin adlı eserinde bu k o n u y u geniş bir biçim de
işlem esi, o n u n , ilâhı irade ve İlâhî em ir ikilem i karşısında ne k a ­
d ar b ü y ü k ızdırap çektiğini gösterm ektedir. O b u rad a k en d in i
şeytanın ve F irav u n ’u n yanm a koym aktadır; çü n k ü b u rad a adı
geçen h erk es “Ben” dem iştir. Şeytan: “Ben o n d an (Â dem ’den) d a ­
ha ü s tü n ü m .” dedi. F iravun ise “Benim en b ü y ü k R abbiniz.” (Su­
re 79/24).* Hallaç: “Ben Yaratıcı H akikatim .” dedi. Bu “Ben” sö­
z ü n ü n ark asın d ak i sır, H allac’tan so n rak i sufilerin daim a zih in le­
rini karıştırm ıştır. İslam ’ın en b ü y ü k m istik şairi M evlânâ Celâ-
ledd in R um î’n in de M esnevi’de, H allac’ın “Ben”i ile F irav u n ’u n
“Ben”ini karşılaştırdığı m eşh u r b ir şiiri vardır.**
R um î’n in M esnevisi’nd ek i karşılaştırm aya istin ad en bir şiir
yazan F ried rich R ückert, şiirinin son b ö lü m ü n d e şöyle seslen­
m ektedir:

Cezbe hâlinde Bir’liğe kavuştuğunu


Sanarak övünen kimse,
Bir gün kendinden geçtiğinde
T a n n ’y a sordu
“N için Firavun’u
‘Ben T a n n ’y ım ’ dedi diye
Yaktın azap ateşinde?
Halbuki Hallac’ı,
Göklere yükselttin.
Oysa o da aynısını söylemişti.
‘Ben Tanrı’y ım ’ dem işti!”
* N aziat suresi, 24. ayet, (ç.n.)
** “Firavun, ben H akk’ım dedi, alçaldı; Mansur, ben Hakk’ım dedi, kurtul­
du, Firavun’u n “b en ” dem esinin arkasında T anrının laneti vardı; Hallac’ın
“Ben” dem esin in arkasında Tanrı’nın rahm eti var.”
M olla Cami de N e fh a t’ül Üns adlı eserinde aynı k on uyu şöyle işlemiştir:
“Firavun, sadece kend isini görm üş ve Ben’i (yani T an n ’yı) kaybetm işti; oysa
M ansur, sadece Ben’i görm üş ve kendisini kaybetm işti.” (ç.n.)

26
o an bir ses duydu:
“Firavun o sözü söylediğinde
Ben’i unutmuştu,
Sadece kendini düşünm ekteydi.
Hallaç ferya t ettiğinde ise,
Sadece Ben’i düşünüyordu
Kendini tamamen unutmuştu.
Ve bu nedenle
Firavun’un ağzındaki “B en”e
Lanet ettim
Hallac’ın ağzındaki “B en”e ise
R ahm et!”

Hallaç, cezbe an ın d a kolaylıkla yanlış anlaşılabilecek sözler


ve m ısralar söylerdi. K ullandığı dil güzel olduğu kad ar da zordu;
o n u n ifadelerindeki ince farkları kolaylıkla kabalaştırm ak m ü m ­
k ü n d ü . B unlar sah ib in in kâfirliği k o n u su n d a kolayca delil olarak
kullanıldı veya d ah a so nraki çağlarda o n u n pan teist veya m ono-
istliğinin ispatı şeklinde yorum landı. M assignon, b ü y ü k em ek
harcayarak o n u bu tü r p an teist y o ru m lard an k u rtarm ış ve o n u n
klasik İslam a has kişisel m istisizm i, varm ası gereken m an tık lı so ­
nuca g ö tü rd ü ğ ü n ü gösterm iştir.
Hallaç ve o n u n acıklı sonu, on u n la ilgilenen herkesi hu zu rsu z
etm iş ve çok ü zm ü ştü r. O nun, h er yerde var olan ve hiçbir yerde
olm ayan, istediğine g ö rü n en ve istem ediğine görün m eyen ezelî
Yaratıcı ve T anrı’ya seslenişleri, sevgi ve hasret doludur. İlâhî b ir­
liğe d uyduğu hasreti ve cezbe anında zam an zam an gerçekleştiği
anlaşılan vuslat anlarını dile getirdiği çoğunlukla sade m otiflerle
süslü m ısralarının sedası insanı kendisine hayran bırakır. Hal-
lac’m ö lü m ü n d en sonra derlenm iş olsalar da Kitab et-Tavasin'in
kafiyeli bölüm leri büyüleyicidir ve Hallac’m çok önem h bazı gö­

27
rüşlerini içerir: Hz. M uham m ed için yazılm ış b ü y ü k m ethiye, şey­
tanı savunm ası ve ilk defa burada karşım ıza çıkan, sonradan İran
lirizm inde en çok işlenen konu olan pervane ve m um m otifi gibi.
Çeşitli eserlerin Batı dillerine tercüm e edilm esinden sonra G oethe,
Rahmet Hasreti adlı şiirinde bu m otifi kullanm ıştır.
Ö te y an d an aynı eserden H allac’ın B ağdatlıları nasıl h ayretler
içinde b ıraktığını, ib ad et esnasında h alk ın alışık olm adığı davra­
nışlarda b u lu n d u ğ u n u , örneğin am uda kalkarak ibadet ettiğini de
(m u h tem elen b u rad a yoga etkisi söz k o n u su d u r) öğreniyoruz.
H allac’m zam an zam an bilerek yaptığı aykırı h arek etler insanları
rahatsız ediyordu. İn sanın aklına şöyle b ir soru geliyor: Acaba
b u g ü n . H allaç gibi, m u tla k ilâhı birliği arayan ve d in in radikal bir
biçim de içselleştirilm esini talep eden ve b u n ları h asret dolu hay­
kırışlarla g ö steren garip bir in san çıkıp gelse, ona nasıl davranı-
hrdı? O in an an ları im tih an a çağırırken, o n u n çağında B ağdat’ta
b ir ilâhiyatçı veya sade b ir vatandaş olsaydık, tepkim iz ne o lu r­
du? Ne derdik? O n u n vaazlarını inanılm az b ir k ü stah lık olarak
m ı g ö rü rd ü k , yoksa m e c n u n lu k m u sayardık?
H allaç efsanesini b u k adar can h tu tan , belki de o n u n b u tah ­
rik edici karak terid ir. H in t İslam m ın ıslahatçısı ve P akistan’ın
m anevî m im arı M u h am m ed İkbal (ö. 1938), başlangıçtaki tered-
d ü tü n d e n sonra, H allac’m heyecanlı şahsiyetini id rak etm iş ve
o n u adeta, k en d i ideah olan, “M anevî Ö lülerin D irilişi”n in bir
m odeli o larak benim sem iştir. M assignon’u n H allaç biyografisini
İngilizceye tercü m e eden A m erikalı yazar H erbert M ason, şehit
sufiye karşı beslediği d uyguları sadece k ü ç ü k bir dram ada dile
getirm ekle kalm am ış, 1966 yılında yazdığı b ir şiirle H allac’ı çağ­
daş in san için belki de biraz daha anlaşılır b ir hâle getirm iştir:

28
Sahne hazırlanm ıştı; belki bir cilvesiydi
Önce tutuklanm ana ve sonra ölümüne
Sebep olan mazinin: “Dedesi m ecusi”,
Belki, “isyanda görülm üştün kölelerle”,
Belki, “fa z la beraber olmuştun sim yacılarla”.
Belki, Hindistan gezisi - veya başka şeyler...

Hiçbir ya ra r sağlamadı, nüfuzlu kişilerin


Davan için mücadelesi, veya âlimlerin
İstişareleri veya m üritlerinin gösterileri -
Sadece sonu daha aşikâr k ıld ı...
M aksadın şöhret değildi. Islahattan konuşuyordun
Lâkin hususi - Önce kendini ıslah ederek...
M amaafih “hususi” ne demek bilen yoktu.
D ikkatleri çekm iştin sen, vergilerin istismarına-
ön la rın gidip kayboldukları hususi ceplere -
İşaret etm iştin sen ahlâksızlığa
Bir m utabakatm ış gibi kam u adına işlenen günahlara.

Sorun bu değildi. Alışılm ıştı vaazlara,


Etkileri kalm am ıştı dünya işlerindeki sarsıntılar gibi
Bir defa başladıktan sonra, unutulanlar
Senin içindeki ahlâk ve adalet değildi;
H akikatperestliğin değildi, hikm et sahiplerini
Kıskandıran, hüküm darları öfkelendiren -

Hayır, şendeki o A ş k ’tı - O ’nun sana gelişi.


Senin esaret yoldaşın ve Dostun,
Sana, eşinden ve çocuklarından daha yakın.
Düşünceden daha şahsi
Asla terketmedi seni O - teslim oldun O sevdi.

29
Yasanın dediği gibi; lâkin O idi,
Seni seven; bir emir, bir düstur değil.
Duruşmada kıskanç bir sufi,
Mecnun ilan etti seni.
O “erm iş’tir ” dedi bir m uhafazakâr.
Resmî m akam ların gözünde ikisi de suçtu

Zindanda d okuz yıl. Asla terketmedi O seni,


Darağacına götürdüklerinde,
Sen O’na Ben diye seslendin
Seni hiçbir zaman terk etmeyen hiçbir zaman ölmeyen.

îran lı b ü y ü k İslam sufisi F erid ü d d in A ttar (ö. 1220), tak ri­


ben sekiz yüz yıl önce m anevî m ü rşid i H allac’m hayatı ve ö lü ­
m üyle ilgili, d ah a so n rak i yüzyıllarda k a n u n h ü k m ü k azanan bir
şerh yazm ıştır. A ttar, T ezkiretü’l Evliya adlı eserinde çileyi bile
isteye çeken şeh it su fin in T anrı aşkının belki de en kısa özetini
yapm ıştır:
Bir derviş zin d an d a H allac’a “A şk nedir?” diye sordu.
Hallaç, “A şkın ne olduğunu bugün, ya rın ve öbür gün görecek­
sin” dedi. O g ü n o n u k atlettiler. Ertesi g ü n ateşte yaktılar. Ü ç ü n ­
cü g ü n k ü lü n ü göğe savurdular.

30
1
I
I
I
1
ii
iI Dualar - Şiirler - Rivayetler

i
iI
I
i
I
I
i
[E]
İşte buradayım, benim sırrım, sırdaşım!
Buradayım, emrine amade, gayem, arzum.
Sana sesleniyorum; aslında seslenen Sen’sin hana
Sen benimle konuşmasan bir şey söyleyebilir m iyim ben
Sana?

Ö züm ün Ö z’ü, çabalarımın hedefi


Benim sözüm, dilim ve dilsizliğim!
Bütünlüğüm ün bütünü, gözüm ve kulağım
Elim kolum ve suretim ve her şeyim

Kendinden geçen ruhum un sarıldığı Sen,


Vecd içinde -oradaydın benim yanım da
Sana boyun eğdim, vatandan uzak ağlıyorum
Kendi çileme -düşm anım yardım ediyor bana bu yolda.
Yaklaşıyorum, lâkin korku uzaklaştırıyor
Titretiyor içimde derin kök salan hasretin.
Gönülden bağlıyım bir dosta ne yapayım ?
Usandı doktor, bulamadı derdime çare.
D iyorlar ki: “O’ndan O ’nunla ku rtu l!” - lâkin
Dertten dertle kurtulur mu insan
Beni aciz ve hasta eden aşkıdır O’nun -
N asıl şikâyetçi olayım ben O’na O’ndan?
Kalbim tanıyor O ’nu, hazzını duyuyorum
Lâkin sadece gözlerim söz edebilir O’ndan

Vay benim ruhum un hâline, ruhumun elinden!


Vay hâlime! Ç ektiğim azabın sebebi benim!
Boğulan biri gibi - görünen sadece yardım çağıran
Elidir -ve batar denizin derinliklerine.
K imse bilm iyor başıma musallat olan derdi.

33
Bâtınım ı kaplayan O sevgiliden gayri;
Sadece O biliyor çektiğim çileyi benim:
O’nun iradesindedir ölüm üm ve hayatım.
Ey en büyük arzum , misafirim, hasretim.
Hayatın ruhu, dünyam , inancım!
“Seni azat ettim !’’ de, kulağım, gözüm!
Neden tereddüt ediyorsun. Sana uzağım diye mi?
Sana uzaktakilerin gözlerine perde çeksen de
Kalbim Sen’i uzaktan da görüyor çok uzaktan

34
Bir dost anlatıyor:
Bayda so k ak ların d a ark asın d an gidiyordum . Bir d am ın ü ze­
rind en b irin in gölgesi ü zerine dü şü n ce, Hallaç gölgenin sahibini
görm ek için başını y u k arı kaldırdı. G ölgenin sahibi güzel b ir k a­
dındı. Sonra H allaç b an a d ö n d ü ve “Bu kısacık an y ü zü n d e n b a ­
şıma gelecek belaları g ö receksin.” dedi. A radan yıllar geçti. Hal-
iac’ı çarm ıha g erd iklerinde, b en de to p lan an kalabalığın içindey­
dim ve ağlıyordum . Bir ara göz göze geldik. Bana şöyle seslendi:
“M usa, sen in de şah it o ld u ğ u n gibi kim başını göğe k ald ırır da ca­
iz olm ayan b ir şeye bakarsa, o da böyle b en im gibi h alk ın bakış­
larına m aru z k alır.”

Ebu Yakup en-Nehracûrî anlatıyor:


Hallaç, ilk defa M ekke’ye geldiğinde, tam b ir yıl cam inin av­
lusu n d a o tu rd u . A bdest alm anın ve Kâbe’yi tavaf etm en in dışın ­
da, hiç y erin d en k ıp ırdam adı. O tu ru rk e n ne gü n eşten k o ru n d u ,
ne de y ağm urdan. H er akşam ona b ir ibrik su ve b ir M ekke pide-
si^ getirildi. Sabah o ld u ğ u n d a, pideyi ibriğin üzerine k o n m u ş b ir
şekilde b u lu rlard ı; p id ed en sadece ü ç d ö rt lokm a yenm iş olurdu.
Her sabah ib rik ve p id e öylece geri g ö tü rü lü rd ü .

1 Bu, sadece Ramazan ayında oruç tutm ak farz olm asm a rağm en, H allac’ın
M ekke’de sürekli oruç tuttuğu şeklinde yorum lanabilir.

35
İbrahim ibn Seybani anlatıyor:
Ebu A bdullah el M ağribi ile M ekke’ye geldik. Bize H allac’ın
Ebu Kubeys d ağında o ld u ğ u n u söylediler. O raya gitm ek üzere
yola koy u ld u k . Öğle saatlerinde H allac’ın b u lu n d u ğ u yere vardık.
Hallaç b ir kayanın ü zerinde o tu ru y o rd u . O kad ar terlem işti ki,
ü zerin d e o tu rd u ğ u kaya tam am en ıslanm ıştı. Bu hâli gören Ebu
A bdullah, geri d ö n d ü ; bize de geri dönm em izi işaret etti, biz de
geri d ö n d ü k . Sonra Ebu A bdullah, “İbrahim , eğer ö m rü n kifayet
ederse, o y u k arıd a g ö rd ü ğ ü n adam ın başına neler geleceğini gö­
receksin. Hallaç, T anrı ile sabır yarışına girm iş. T anrı, hiçbir
m ah lu k atm dayanam ayacağı b ir bela verecek o n a .”

Dostlarından biri anlatıyor:


Yedi sene H allaç ile beraber kaldım . Katık olarak tu zd an ve
sirk ed en başka b ir şey yediğine şahit olm adım . Sırtında yam alı bir
giysi, başında b ir takkesi vardı. B eklenm edik b ir an d a b ir giysi
hediye edilse, alır ve h em en başka birine verirdi. G eceleri u y u ­
m ak âdeti değildi, sadece g ü n d ü zleri biraz kestirirdi.

36
Hallaç bir gün bir davette birkaç m uam m a okudu. Orada hazır
bulunanlar Hallac’ın sözlerini tasvip etmediklerini hissettirdiler.
Ev sahibi İbn H a ru n ’u n ölüm cül hastalığı olan bir oğlu var­
dı. H allac’a, “O ğlum için dua e t.” diye ricada b u lu n d u . Hallaç,
“K orkm ana gerek yok. O ğlun artık iyileşm iştir.” cevabını verdi.
O anda ço cu k san k i hayatında hiç h asta olm am ış gibi içeri girdi.
Herkes h ay retler içinde kaldı. İbn H arun, ağzı m ü h ü rlü bir kese
getirdi ve H allac’a u zatarak, “Şeyhim , b u kesen in içinde üç bin
d in ar var. İstediğin gibi dağıt.” dedi. O anda m isafirler n e h rin k e­
narındaki b ir odada toplanm ışlardı. Hallaç, keseyi aldı ve Dicle’ye
attı! Sonra şeyhlere dö nerek, “Siz benim le tartışm ak istiyorsu­
nuz, am a ne hak k ın d a? Ç ü n k ü ben, sizin haklı o ld u ğ u n u zu , b e­
nim haksız o ld u ğ u m u b iliy o ru m .” dedi ve çekip gitti.
E rtesi gü n İbn H aru n akşam ki k o n u k ların ın hep sini y eniden
çağırdı. Keseyi o n ların ö n ü n e koydu ve şu n ları anlattı: “D ün H al­
lac’a ne verdiğim i d ü şü n d ü m ve pişm an o ld u m .” A radan bir saat
bile geçm em işti ki, H allac’ın dervişlerinden b iri çıktı geldi ve d e­
di ki: ‘Şeyhin sana selam ı var. Sana şu n ları iletm em i istedi: Piş­
m anlık duym a, kesen işte burada! Ç ü n k ü T anrı’ya itaat edene,
karalar ve d enizler itaat ed e r!”

Hallaç, R am azan’ın ilk g ü n ü oruca niyet eder ve o ru c u n u


bayram g ü n ü bozardı. K ur’an ’ı, geceleri iki rekât, g ü n d ü zleri ise
yüz rek ât nam az içinde tam olarak hatm ederdi. Bayram g ü n ü k a­
ra b ir h ırk a giyer ve şöyle derdi: “Bu hırka, am eli geri çevrilen bi­
rin in h ırk asıd ır.”

37
Bir dost anlatıyor:
Z erd ü şt B ehram ibn M arzuban, b ir gece yarısı bana geldi; çok
varlıklı b ir kişiydi. İçinde iki bin d in ar b u lu n a n bir keseyi bana
uzatarak , “Beni H allac’a g ö tü rü r m üsün? Belki sana olan saygısı­
n ın hatırın a, bu keseyi sen in elinden kabul ed er.” dedi. K alktık,
b erab er H allac’ın evine gittik. Seccadenin ü zerin d e o tu rm u ş, y ü k ­
sek sesle K ur’an ok u y o rdu. B uyur etti, o tu rd u k . “Bu saatte neye
ihtiyacınız v ar?” diye sordu. O lanları anlattım . Parayı alm ayı re d ­
detti; fakat b en çok ısrar ettim . Beni çok sevdiği için, kıram adı.
Keseyi aldı ve b an a dö n erek, “Sen bu rad a kal, gitm e.” dedi. Ben
kaldım , Z erd ü şt B ehram gitti.
Sonra Hallaç ayağa k alktı ve beraberce M ansur C am ii’ne git­
tik. D ervişler içeride uyuyorlardı. O nları uyandırdı. K esesinin
içindeki b ü tü n parayı o nlara dağıttı. Ben, “Şeyhim , n için sabaha
kadar sab retm ed in ?” diye sordum . “G erçek fakirler için geceyi
N isibin^ akrepleriyle geçirm ek, bu kad ar parayla geçirm ekten d a­
ha iyidir.” diye cevap verdi.

^ N isibin akrepleri çok zehirli olurlar. Cebinde parayla bir gece geçirm ek
eski bir sufi gelen eğin e göre yasaktır.

38
Ebu Yakup en-Nehracüri anlatıyor:
H üseyin ib n M ansur, M ekke’ye ikinci gelişinde yan ın d a d ö rt
yüz kişi vardı. Şehre g ird ik ten sonra etrafa dağıldılar; sadece k ü ­
çü k b ir g ru p o n u n y an ın d a kaldı. A kşam old u ğ u n d a ona, “M ü rit­
lerin iftara n e yiyecekler?” diye sordum . Bana, onları Ebu K ubeys
dağına g ö tü rm em i, söyledi. G ö tü rd ü m . Y anım ızda iftarım ızı aça­
cak b ir şeyler vardı. O ru c u m u zu b o z d u k tan sonra. Hallaç, “Biraz
tatlı yesek nasıl o lu r? ” dedi. “F akat biz h u rm a y ed ik ” cevabını
verdik. O da, “Ben ateşte pişm iş b ir şey yem ek istiy o ru m .” dedi.
Sonra b ir an kayboldu. G eri geldiğinde, elinde çeşitli tatlılar­
la do lu b ir tepsi vardı. Ş üphelendim . Bir parça tatlı aldım sak la­
dım , so n ra pazara g ö tü rd ü m ; b ü tü n tatlıcılara gösterdim , kim se
bu tatlıyı tanım adı. “M ekke’de b u tü r tath yapılm az!” dediler.
Sonra tatlıyı gösterdiğim b ir k ad ın aşçı, “Bu tatlıyı sadece Za-
b id ’de^ yaparlar. F akat b u n u n taşınm ası m ü m k ü n değildir. B ura­
ya k adar nasıl getirildi, an lam ıy o ru m .” dedi. Ş üphem iyice arttı.
Kadın da Z abid’e gideceğini söyleyince, ona, Z abid’e vardığında,
b ü tü n tatlıcıları gezm esini ve tath do lu bir tep sin in kaybolup
kaybolm adığını öğren m esini tem bihledim . K adından b ir kaç gün
sonra b ir m ek tu p aldım . G erçekten de bir tatlıcının tath do lu bir
tepsisi yok olm uş. O an d an itibaren H allac’ın k a n u n dışı fiiller­
den de çekinm eyen b ir sihirbaz old u ğ u n a inanm aya başladım ; ta
ki k ad ın d an ik in ci b ir m ek tu p alıncaya kadar. İkinci m ek tu p ta,
H allac’ın tathcıya tep sin in ve tath ların parasını fazlasıyla ödediği
yazılıydı. B u n u n ü zerin e H allaç h ak k ın d ak i k ö tü d ü şü n ce le r kal­
b im d en silindi ve b u n u n o n u n k eram etlerin d en biri o ld u ğ u n u
anladım .

3 Zabid, Y em en’in Tihama sahillerinde yer alan, din âlim leriyle m eşhur e s­
ki bir yerleşim m erkezidir. M ekke’den Zabid’e günlerce süren yolcu lu k tan so n ­
ra varılabilir.

39
Ebu îshak el-Hulvanî anlatıyor:
H allac’a on yıl süreyle hizm et ettim . O na en yakm in san lar­
d an biriydim . H ak k m d a sürekli d ed ik o d u lar d u y uyordum ; suçla­
n ıy o rd u , kâfir o lduğu söyleniyordu. E tki altında kalarak b en de
şüpheye dü ştü m . Bir g ü n bu d ed ik o d u lard an ona bah settim ve
d edim ki, “Şeyhim , b âtın ı ilim ler k o n u su n d a biraz bilgi sahibi ol­
m ak istiy o ru m .” “Sahte bâtını m i, gerçek bâtını m i?” diye sordu.
Ben d ü şü n ü rk e n o devam etti;
“G erçek bâtını: B unun zahiri şeriattır. H er kim hak ik ati şeri­
atın zah irin d e d ikkatlice arar ve b u lu rsa, ona b u n u n b âtın ı da açı­
lır. İşte b u b âtın T an rı’yı bilm ektir. Am a sahte b âtm îh ğ in içi dı­
şın d an daha ç irk in d ir ve dışı içinden daha iğrençtir. B ununla
m eşgul olm a!... Şim di sevgili oğlum , ben sana, şeriatın zahirini
nasıl yaşadığım ı anlatm ak istiyorum : Ben hiçbir m ezhebin hiçbir
k o lu n a tâbi olmadım;"^ bilakis o nların h ep sin in en zo r ve en ağır
taraflarını aldım ve b u n lara uydum . H içbir zam an gusletm eden
ve abdest alm adan nam az kılm adım . Ve şu anda karşında d u ru ­
yorum . Yetmiş yaşında ve ö m rü m ü n son elli yılında bin yılın iba­
d etin i yapm ış b ir hâlde... Ve h er ibadetim , b ir önceki hatalı iba­
d etim in yerine geçm ek ü ze re.”5

^ G enel olarak M üslüm anlar dört büyük m ezh ep ten birinin takipçisi olur.
Bu m ezhepler arasmda ayrmtılarda kü çü k farklar vardır. Ve bu farklar g en ellik ­
le h u k u k î ve ibadete yön elik sorulara verilen cevaplardan kaynaklanır. Hallaç,
bu dört m ezh eb in uyulm ası en zor kaidelerini kabul etm iş böylelikle şeriatı en
m ük em m el şekilde yerine getirmiştir.
5 Beş vakit nam az sırasında ön em h bir hata yapılır veya dikkat dağılırsa
kural, nam azın tekrarlanmasıdır. Hallaç, namazlarında gerçek bir sufinin vara­
bileceği en so n noktayı yani kalbin her şeyden arındırılarak Tanrı’ya odaklan­
m asını ve cezbe için d e B irliğe ulaşm ayı hedeflerdi. Buna ulaşam adığını
düşünüp nam azlarının hep eksik oldu ğunu düşünürdü.

40
1
I
II
iI
iI
s Tevhid Üzerine

II
s Tevhid, Tanrı’nın B irliğini bilmektir.
^ “Tanrı’dan başka ilâh y o k tu r ” inancının özüdür.

I
I
iI
Ii____________„
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Bir g ü n H allac’m yanına gittim ve “Bana tevhid h ak k ın d a bir
öğ ü t v er.” dedim . “T evhid, k eh m elerin ötesindedir; b u yüzden
tevhidi kelim elerle ifade edem ezsin.” dedi. “O hâlde ‘Lâ ilâhe il-
lallah’ın m ânâsı n e d ir? ” diye sordum .
“Bu O ’n u n , gerçek tevhid ehliyle karışm asın diye, avam ı m eş­
gul ettiği b ir ifadedir. T evhid in an cın ın şeriatın ö tesindeki izahı
b u d u r.” diye cevap verdi.
Sonra yan ak ları k ızardı ve dedi ki: “Söylediklerim i kısaca
özetlem em i ister m isin ?” Evet, dedim . “H er kim T anrı’n m Bir’li-
ğine şah ad et ettiğini iddia ederse, o b u n u n la T a n n ’ya şirk koşm uş
olur. ”6

F an in in (zam ana bağlı olarak yaratılm ışın) ezelîden ayrılm a­


sı ve sonra, faniden yüz çevirip ezelîye dönm esi - işte tevhid in a n ­
cının zahiri b u d u r. F akat b u n u n esası, fanîhkten çıkıp bakîde fe­
na b u lm ak tan ibarettir. G erçek tevhid inancına gehnce: Bu sade­
ce A llah’ın R esulü M u h am m ed ’e (s.a.v.) m ahsustur!

T anrı’n ın k en d isin d en başka kim se T anrı’n m Bir’liğine şah a­


d et getirem ez. O ’n u n R esulü’n d e n başka kim se tevhid in an cın ın
gerçek m ah iy etin i bilem ez.

® “Ben” dem ek hakkına sadece Tanrı sahiptir. Hallac’tan yaşça büyük


çağdaşı Harraz’m da ifade ettiği gibi, prensip olarak insanın kend isi, “Şahadet
ediyorum ki, Allah’tan başka Tanrı yoktu r.” (Lâ ilâhe illallah) inancını dile
getirem ez. Çünkü b öyle bir inancı dile getiren insan, o anda kend i varlığını da
teyit etm iş ve bununla Tanrı ya şirk koşm uş olur.

43
Bir dost anlatıyor:
N ahrevan C am ii’n d e H allac’ı gördüm . Bir köşede, iki rekât
nam azda K ur’a n ’ı hatm ediyordu. E rtesi g ü n selam verdim ve b a­
na tevhid h ak k ın d a birşeyler öğretm esini rica ettim . “Bilesin ki,
insan T an rı’n m B irliğ in e şahadet ettiği zam an, k en d i varhğm ı da
teyit etm iş o lu r ve k endi varhğm ı teyit eden kim se, gizli pu tp e-
re sth k yapm ış olur. H er şeyden m ü n ezzeh -u lu T anrı, yarattıkları
arasın d an seçtiği b irin in dih ile k endi birliğine şahadet eder. Eğer
O b en im d ilim d en k en d i B irliğine şah ad et ederse. O, O ’d u r ve bu
O ’n u n işidir. Yoksa, O ’n u n B irliğine şahadet etm ek benim ne
h ad d im e?”

K im O’na götüren rehber olarak aklı bilirse


Tanrı, onu şaşkın şaşkın gezdirir dağda bayırda
İçi aldatmacalarla dolup taşar
Şaşırıp “Ah, O var m ı?” diye sorana kadar

44
Kim, T anrısallığın beşeriyete karıştığını veya beşeriyetin
Tanrısallığa karıştığını söylerse, kâfirdir. Zira, h er şeyden yüce
T anrı, k en d i zat ve sıfatlarını, y arattık ların ın zat ve sıfatlarından
tecrit etm iştir. O, o n lara hiçbir şekilde benzem em ektedir. O nlar
da T a n n ’ya asla benzem ezler. Ezelî ile fanî arasında b en zerlik ol­
duğu nasıl dü şü n ü leb ilir?
Ve kim Yaratıcı’n m bir m ek ân ın içinde veya ü stü n d e veya bir
m ekâna bağlı o ld u ğ u n u veya b âtın olarak k en d in i göstereceğini
veya hayal edilebileceğini veya tasavvur edilebileceğini ileri sü ­
rerse, T an rı’ya şirk koşm uş olur.

Kim, ezeliyet (b ü tü n zam anlardan önce) ile sonu olm ayan


ebediyeti (b ü tü n zam an lardan sonra) m üşahade eder ve b u n ların
arasındaki h e r şeye gözlerini kaparsa; o, tevhidi teyit etm iş olur.
Ve kim gözlerini ezeliyet ve so n u olm ayan ebediyete karşı k ap a­
tır ve b u n ların ikisi arasında olu p b iten i m üşahade ederse; o, iba­
det etm iş olur. Ve kim o nların arasın d an ve iki u c u n d a n u zak d u ­
rursa; o, h ak ik atin k u lp u n d a n yakalam ış olur.

O ’n u tan ım ak iddiası, cehalettir. O ’na daim a hizm et ettiğini


dü şü n m ek , saygı eksikliğine işarettir. O ’n u n la m ücadeleden sa­
k ınm ak iddiası, d elihktir. O ’n u n h u z u ru n a kanm ak, ahm aklıktır.
O ’n u n sıfatlarını tartışm ak, şaşkınlıktır. O ’n u tanıdığını söylem e­
m ek (bu k o n u d a susm ak) k orkaklıktır. O ’na yaklaşm aya çalış­
m ak, cesarettir. O ’n u n uzaklığına şü k red ip m em n u n kalm ak, b a­
sit (aşağı) b ir zihniyettir.

45
O ’n u tanım ış olm anın işareti, dünya ve ahiretten el çekm ektir.

O ’n u tanıyan, O ’n u tasvire kalkışm az; O ’n u tasvire kalkışan,


O ’n u tan ım ıy o r dem ektir.

A nd o lsu n ki, k alpler O ’n u kavrayam az. Bakışlar O ’na ulaşa­


maz. M ekânlar O ’na değem ez. İstikam etler O ’n u gösterem ez. O,
tasavvur ve tahayyül edilem ez. Ve O, bir N asıl’a gelem ez. Ve O,
tasvir yoluyla vasıflandırılam az ve anlatılam az. A ncak O seninle
olm adığı sürece, sen kıpırdayam az, dinlenem ez, nefes alam azsın.
Nasıl yaşadığına b ir bak! İşte avam ın k o nuşm a tarzı b u d u r. H al­
b u k i, havassın d ilinde kelim eler yoktur. Ve İlâhî h ak ik at h ak tır
ve in san bâtıldır. H akikat ve bâtıl b ir araya geldiğinde, şöyle söy­
lenm elidir: “H ayır, Biz h ak k ı b âtılın tepesine fırlatırız da beynini
parçalar, b ir de g ö rü rsü n ki, (bâtıl) o anda yok olup gitm iştir! Al­
lah’a isnat ettiğiniz o sıfadar y ü zü n d e n vay sizlere!”(Sure 21/18)*

Enbiya suresi, 18. ayet.

46
İnsanlığın vasıfları, ebediyetin vasıflarının bâkîliğinin ispatı­
n ın d elilidir ve bâkîliğin vasıfları, insanlığın vasıflarının geçicili­
ğini gö steren delildir. H er ikisi de, gerçek tevhidin tem eli olan
ezelî sebebin id rak in e g ö tü ren yollardır.

Tırm andım bir zirveye ayaklarım olmadan,


Başkaları için çıkılm ası zo r bir noktaydı bu
Daldım bir denize, ayaklarım batmadan suya,
Ruhum un dalmasıydı bu, oysa kalbimin umudu
Derinliklerde dinleniyor bir inci ellerden uzak -
Kavrayabilir onu tefekkürün elleri ancak
A ğzım olmadan içmiştim onun suyundan -
Ezelde içmemiş miydi ağzım ız o kaynaktan?
Onun susuzluğuyla yanm ıştı ruhum ezelden.
Bedenim onu hissetmişti henüz şekillenmeden.
Ben öksüzüm , lâkin babam da var benim;
U zakta olduğu için daim a gamlı gönlüm
Hem kör, hem görenim; hem akıllı, hem deli
istesem de dönüşü y o k tu r sözüm ün
Sadece ehl-i hâller bilirler, benim bildiğimi
Evet, onlar benim iyilikten zengin dostlarımdır
Yaratılıştan önce de tanırlardı birbirlerini
Onların güneşleri parlar; zam an kararır.

47
Hallaç, bir öğrencisine yazdırıyor:
A nd olsu n ki, R ahm an ve R ahim olan T anrı -H am d O ’na
m ah su stu r- m u tla k h âkim olarak ken d i k en d in e var olm uş bir öz­
d ü r, ezeliyetiyle k en d i olm ayan h er şeyden tam am en ayrılm ış ve
k en d i d ışındaki h er şeyden tecrit olm uştur. H içbir şey O ’nu n la
karışm az ve h içb ir şey O ’n u n la karıştırılam az. H içbir m ekân O ’n u
içine alam az ve h içbir zam an O ’n u kavrayam az, hiçbir d ü şünce
O ’n u tah m in edem ez, h içbir şey O ’n u tasavvur edem ez, hiçbir b a ­
kış O ’na ulaşam az, h içbir y o rg u n lu k ona yaklaşam az.

Sonra cezbeye k ap ılarak şöyle dedi:

Deliliğim dir Sen’i kutlu yapan,


H akkında ne düşünüyorsam şaşkınlıktan.
Ah, en sevdiğim aklım ı başımdan aldı
Ve y a y gibi bir kaş.
Ve aşk zaten
Yakınlığın bir yanılgı olduğuna
İşaret ediyordu

Sonra k o n u ştu :

O ğlum , kalb in i O ’n u d ü şü n m ek ten ve d ilini O ’n u zik retm ek ­


ten sakın; am a b u n ların h er ikisini de daim a O ’n a şü k retm ek için
kullan: Zira O ’n u n varlığı h ak k ın d a d ü şü n m ek ve O ’n u n sıfatla­
rını hayal etm ek ve O ’n u kelim elerle tasdik etm ek, en ağır g ü n ah ­
lardan ve en b ü y ü k kibirlerdendir.

48
Bir tanık anlatıyor:
Hallac’ın Bağdat pazarında şöyle bağırdığını duydum:
Ey M ü slüm anlar, yardım edin bana! O, ne ru h u m la yakın lıir
ilişki k u rm am a izin veriyor, ne de ru h u m u alıyor ki, k u rtu lu p
h u zu ra kavuşayım . Bu b enim katlanam ayacağım b ir cilve.

Sonra o kudu:

Ulu Tanrım! Varlığımın bütünüyle


Sen’in aşkına sarıldım.
Sen perdeleri kaldırdın ta ki
Sen’i ruhumda sandım
Kalbimi Sen’den gayrı her şeyden çekip aldım
Her şey bana yabancı, hiçbir şey göremiyorum
Sen’in bana gösterdiklerinin dışında

Burada, hayat zindanında


Sen’den uzak, tutsağım
Çek al beni bu zindandan Tanrım,
Sana kavuşayım

49
Sükun ve sonra sessizlik ve sonra dilsizlik,
Ve bilmek ve sonra bulm ak ve sonra göm m ek
Ve toprak, üzerinde ateş ve sonra bir pırıltı.
Ve soğukluk, sonra bir gölge ve sonra güneş.
Ve kayalık ve sonra düzlük ve sonra çöl.
Ve ırm ak ve sonra deniz ve sonra kurum ak,
Ve sarhoşluk ve sonra ayılm a ve sonra hasret.
Ve ya k ın lık ve sonra buluşma ve sonra aşinalık
Sıkıntı, sonra kurtuluş, sonra yokoluş
Ve ayrılık, sonra vuslat, sonra tükeniş
Yakalama, sonra bir itme, sonra cezbe.
Tasvir, sonra perdenin kalkm ası, sonra örtü.
Boş sözler bunlar; bu dünyayı değeri olmayan
bir bakır akçeyle bir tutanlara.
Kapı ardındaki sesler bunlar; zira insana ait
kelimeler yakınlaştıkça dönüşür fısıltıya.
Ve insanın m enzile ulaştıktan sonra hatırladığı
En son şey, “B en”dir, “Benim kısm etim ”;
Zira m ahlukat arzuların kuludur.
Ve Tanrı’nın hakikati “U lu’d u r”.'^

^ Hallaç, bu şiiri ile seyr-i sülûkta yaşanan farklı tecrübelere işaret etm ek­
tedir.

50
1
iI
I
iI
im Tanrı’ya Yakınlık - Tanrı’ya Uzaklık
i
I
I
iI
iI
iI
i_______ ,
Hallaç, bir defasında yatsı nam azının selamından sonra şöyle
dua etti:
Ya Rabbim ! B ü tü n iyilikler Sen’dendir; b ü tü n iyiliklerin ü m it
kaynağı Sen’sin. Sen, h er önem li k o n u d a m ü racaat edilensin; her
ihtiyacm giderilm esi için eller Sana açılır; Sen’in h er şeyi kapla­
yan lü tfuna, affına, ve m erh am etin e sığınılır. Sen tanırsın, fakat
tanınm azsın. Sen g ö rü rsü n , fakat görünm ezsin. Y arattıklarının
kalp lerin in en ü cra kö şelerindeki en k ü ç ü k duyguları bilirsin ve
Sen h er şeye kadirsin. Ben ise, Sen’in aşkının n esim in d en bir
esinti ve Sen’in yak ın lığ ından bir nebze k o k u b u ld u ğ u m için, y ü ­
ce dağları alçak, gökleri ve yerleri k ü ç ü k görüyorum . A nd olsun
ki, b ir an lık cezbe hâli veya ateşh nefesim in bir lahzası karşılığın­
da b ana cen n eti satm ak istesen, alm am . Ö nüm e Sen’in b ü tü n ce­
zalarını ihtiva eden ceh ennem i koysan, o n u n ateşine tah am m ü l
etm ek Sen’in b an a k en d in i gösterdiğin anlara tah am m ü l etm ek ­
ten daha kolaydır. Y arattıklarının h ep sin i affet, beni affetm e; o n ­
lara m erh am etli ol, b an a m erh a m et etm e! Sen’d en k en d im için
bir şey istem iyorum ve Sana ken d i haklarım için yalvarm ıyorum
- ben k en d im i Sana teslim ettim , bana istediğini yap!

53
N okta, h er çizginin başlangıcıdır; çizgi ise, bir araya gelm iş
n o k talard an oluşur. Dolayısıyla, n e çizgi n o k tad an vazgeçebilir,
ne de n o k ta çizgiden. Ve h er çizgi, ister düz, ister eğri olsun, bir
noktayla başlar. Ve in san ın gözü nereye ilişirse ilişsin, orası iki
n o k ta n ın arasında b ir n oktadır.
Ve bu hâl, gözle m ü şahade edilebilen h er şeyden ilâhı H aki-
kat’in z u h u r ettiğ in in ve gözle görülebilen h er şeyden parladığı­
n ın işaretidir. B unun için “İçinde T an rı’yı görm ediğim hiçbir şey
g ö rm ü y o ru m .” diyorum .

Güneş ne doğar ne batar


Sen’i gönlümde hissetmeden.
İnsanlarla konuşm aya başlamam,
Sözüm ü Sen’in adınla bitirmeden.
Yansam bile bir yudum su içmem,
Bardakta Sen’in suretini görmeden.
Ne kederli, ne m utlu bir soluk almam,
Sen’in adını anmadan.

Sen’in olmadığın bir y e r var mı ki


Sen’i aram ak için göğe çıkıyorlar
A çıkça Sana baktıklarını görüyorsun
Lâkin, onlar kör, Sen’i göremiyorlar

Sevgilimden bir güneş ışığı yükseldi


Gecenin içine ve batm ak bilmeden ışıl ışıldı
Gece de görülebilir gündüzün Güneşi -
Gönüllerdeki Güneş batmayı bilmez.
Bâtının bâtını örtülüdür

54
u fu k ta ışıklarını gösterir sadece.
Nasıl? Sadece zahiriyle bilinir o “N a sıl”.
Bâtını ise özün özüyle.
Kör karanlıkta şaşırır m ahlukat.
Onu ararken izlerden başka birşey göremez,
T anrı’y a, hedefe yönelir zan ve hayalle
Havaya dönüp yü zünü, semayla konuşur
Halbuki Tanrı daima onların arasındadır
Ve her an onların hallerini değiştirir
Ah, O’ndan u za k olm adıklarım bir bilseler
Ve O ’nun onları asla terketmeyeceğini

Sen kalp ile zarı arasında usulca akarsın,


Yaşın göz kapaklarından aktığı gibi.
Ruhun m ekânı nasıl bedense
Sen’in m ekânın da kalbin derinliklerindeki şuurdur,
K ım ıldayam az hiçbir şey- hiçbir cansız
İçlerine gizlenip onları kımıldatmasan.

55
3

Ii
I

I
I
I
I İman ve İmansızlık

ii
I
I
1
I
I
i
i
[£ l
İbrahim ibn Fatîk anlatıyor:
Bir gece H allac’ın y anına gittim . N am az kılıyordu; Bakara su ­
resini okum aya başlam ıştı. Sonra kaç rek ât nam az kıldı bilm iyo­
ru m , b ek lerk en u y kuya dalm ışım . U yandığım da, F ussilet su resi­
n i (41. Sure) o k u y o rd u . O zam an anladım ki, K ur’an ’ı h atm etm ek
istiyor.® K ur’an ’m b ü tü n ü n ü b ir rek âtta o k u d u . İkinci rek âtta d a­
ha fazlasını. N am azını b itird ik te n sonra bana d ö n d ü ve gü lü m se­
yerek dedi ki: “O ’n u n rızasını k azanm ak için m i nam az kıldığım ı
zan n ed iy orsu n ? O ’n u n rızasını ibadetleriyle kazanacağını sanan
kim se O ’n u n h o şn u tlu ğ u için b ir fiyat biçm iş o lu r.”
Sonra gü lerek devam etti:

Sâlik kemalat duygusuna erişince


Kendinden geçer, artık düşünm ez vahdeti
Şahadet eder Hakikate; aşkın ona öğrettiği
N am az, âşıklar için bir küfürdür sadece^

® Rekât, nam azın kıyam , rükû ve secdelerden oluşan bölüm leridir. Her re­
kâtta Fatiha suresi ve nam az sureleri okunur. İki, üç veya dört rekâttan oluşan
vakit nam azlarına istenirse fazladan rekâtlar ilave edilebilir. Vasat M üslüm anlar
belli sureleri okurken, dindar olanlar, özellik le de tasavvuf ehli, u zun sureleri
okum ayı seçerle; hattâ, P eygam berim izin kılm akla yük üm lü olduğu ancak ü m ­
m etin e tavsiye ettiği (sü n n et) gece nam azlarında (teh eccü d ) bü tün bir Kur’an-ı
Kerim’i hatm ederler.
^ Hallac’ın sık sık zikredilen bu beyti, bilhassa katı dindar çevrelerce sü ­
rekli tenkit edilm iştir. Beytin farklı varyantları vardır. Burada Hallaç, cezbe
hâlindeyken nam azın insanı bu hâlden çekip alarak, dindarların şeriat çerçeve­
sindeki dünyasına geri getirm ekte olduğunu; diğer bir deyişle, Tanrı’dan k op ­
mak, ayrılmak m ânâsına geld iğini anlatm ak isliyor.

39
Bir dost anlatıyor:
Bir gece çölde dolaşm aya çıktım . Baktım ki, H allaç bana doğ­
ru geliyor. Yaklaşınca, selam verdim . Bana, “B urada bir aç köpek
var. Bana kızartılm ış b ir k u zu ve iki pide al getir; bu rad a bekliyo­
ru m .” dedi. G ittim , b ir şeyler aldım getirdim . O, köpeği, kendi
ayağına bağladı ve k u zu ile pideleri ö n ü n e koydu. Et ve pideyi ye­
d ik ten sonra, köpeği serbest bıraktı. K öpek g ittik ten sonra bana
d ö n d ü ve şöyle ko n u ştu: “G ü n lerd ir nefsim in b en d e n istediği
b uydu. Ben h ep d iren d im ; ancak bu gece nefsim in istediklerini
b u lm ak üzere dışarı çıktım . A ncak ulu T anrı beni o n u n ü zerinde
m uzaffer k ı l d ı . S o n r a cezbe hâlinde okum aya başladı:

Ben şimdi T anrı’nm dini için kâfir oldum


K âfirlik bana fa rz, lâkin m üminlere haram

Sonra bana, “G eri d ö n ve git, ark am d an gelm e; yoksa zarar


g ö rü rsü n .” dedi.

Öğrencilerinden biri anlatıyor:


M ehtaplı b ir gecede, A hm et bin H anbel’in iı m ezarını ziyare­
te gitm iştim . U zaktan b ir adam gördüm ; yüzü kıbleye d ö n ü k , du-

Rivayetlerde nefs, sık sık m ücadele edilm esi gereken ve daha iyi şeyler
yapabilmesi için terbiye edilm esi gereken bir kara köpek şeklinde tasvir edilm ek­
tedir. (Bazen de nefs, binilerek terbiye edilm esi gereken inatçı bir ata benzetil­
mektedir.) Sufilere göre, “en büyük cihat”, nefse karşı sürdürülen cihattır.
Hanbelî m ezhebinin kurucusu olan Ahmet bin Hanbel (ö. 85 7 ), zamaran-
da gelenekçi din âlim lerinin hderiydi. Kur’an’m, “yaratılmamış Tann kelâm ı” oldu­
ğu yolundaki iddiasında ısrar ettiği için, bir ara yönetim in takibatına maruz kaldı.
Çünkü o devirde yaklaşık otuz yıl iktidarda kalan M utezile hareketi için Kur’an,
şüphesiz Tann kelâmıydı, lâkin yaratılmıştı. Sonraları Suudi Arabistan’da hüküm
süren Vahhabilik akımı da Hanbelî m ezhebinin içinden çıkmıştır. Hanbel’in Bağ­
dat yakınlarındaki türbesi bugün halen her m ezhepten ziyaretçinin uğrak yeridir.

60
ruy o rd u . O farkına varm adan yanm a yaklaştım . H üseyin ibn
M ansur o ld u ğ u n u gördüm . A ğlayarak şöyle diyordu: “Ah, beni
aşkıyla sarh o ş eden ve yakınlığıyla şaşkına çeviren Sen! Ezeliye-
tinle h er şeyden m ü n ezzehsin ve tek başına hak ik at tah tın a o tu r­
m uşsun. Sen’in o tah tta o tu rm an , yerin orası olduğu için değil,
adil o lan ın o o ld u ğ u içindir. Sen’in uzaklığının sebebi farklı ol-
m an d an d ır, yoksa k en d in i u za k laştırm an d an değil. Sen’in h u z u ­
ru n d a olm ak, Sen’i tanım akla m ü m k ü n d ü r, m ekân değiştirm ekle
değil. Sen’in gaybm , k en d in i perdelediğin içindir, uzaklara gitti­
ğin için değil. Ü stü n d e Sana gölge d üşürecek, altında Sen’i kaldı­
racak h içb ir şey y o k tu r. Ö n ü n d e Sen’i sınırlayacak, ark an d a Sana
yetişecek h içb ir şey y oktur.
Sana yalvarıyorum . Sen’in kab u l b u y u rd u ğ u n bu m ezarların
ve b en im aradığım m ak am ların yüzü suyu hü rm etin e: Beni b e n ­
den k o p arıp ald ık tan sonra, b eni bana geri verm e. Beni b en d en
gizledikten sonra, b en i bana b ir daha gösterm e. Beni öldürm eye
kalkacak k u lların ın ve dü şm an larım ın sayısını a rtır!”
Beni farkedince, d ö nüp baktı ve gülüm sedi; sonra başını geri
çevirdi ve dedi ki: “İçinde b u lunduğum hâl, m üridin ilk m ertebesi­
dir!” Ben hayretler içinde sordum : “Şeyhim, sen diyorsun? Eğer bu
m üridin ilk m ertebesi ise, o n u n m ürşidinin m ertebesi nedir?”
“Yalan söyledim . Bu, M ü slüm am n olm anın ilk m ertebesidir.
Hayır, yine yalan söyledim . Bu daha çok kâfirin ilk m erteb esid ir.”
cevabını verdi.
Sonra üç defa haykırdı ve yere düştü. A ğzından k an gelm eye
başladı. Eliyle bana uzaklaşıp gitm em i işaret etti. O nu o hâlde bı­
raktım ve gittim . Ertesi sabah onu M ansur Cam ii’nde gördüm .
Elim den tu ttu . Beni b ir köşeye çekti ve dedi ki: “Sana Tanrı adına
and veriyorum . D ün gece gördüklerini kim seye anlatm a!”

61
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Bağdat pazarın d a b ir Y ahudi ile tartışıyordum . Nasıl oldu bil­
m iyorum . Bir an farkında olm adan Y ahudi’ye, “Seni k ö p ek !” de­
dim . O an d a H allaç yan ım ızdan geçiyordu. Kızgın bakışlarla b a­
na b akarak, “K öpeğine sahip ol, havlam asın.” dedi ve hızla biz­
d en uzaklaştı. Kavga bitince H allac’ın yanına gittim . İçeri girdim .
Beni g ö rü n ce y ü zü n ü öte tarafa çevirdi. Beni bağışlam asını rica
ettim . B u n u n ü zerin e y en id en sakinleşti ve şöyle konuştu;
“Sevgili oğlum. Bütün dinler, ulu T an n ’m n dinleridir. T ann, her
bir dini ile ayn bir insan topluluğunu meşgul etm ektedir. İnsanlar
inandıkları dinleri kendileri seçmediler; bilakis Rahm an ve Rahim
olan T ann, insanlan inandıkları dinler için seçmiştir. Eğer bir kimse
başka bir kimseyi inandığı dinin doğru olmadığı iddiasıyla kınarsa,
bu hareketiyle o insanın kendi iradesiyle bir tercih yapm ış olduğu yo­
lunda bir h ü k ü m vermiş olur. Bu da ashnda. Kadercilerin tarzıdır ve
Zerdüştler böyle bir dinî topluluktur (yani bunlar düalisttir).i2
Bilesin ki, Y ahudilik, H ıristiyanlık ve diğer dinler, sadece çe­
şitli san lar ve farkh isim lerdir; fakat hepsinde m aksat aynıdır,
farklı değildir.
Ben d in lerin ne old uğu k o n u su n u çok d ü şü n d ü m . N eticede
g örd ü m ki, d inler, b ir k ö k ü n çeşitli dallarıdır. Bir insandan, onu
alışk an lık ların d an alıkoyan ve b ağlarından k o p aran b ir din seç­
m esini talep etm e. O zaten varlığın sebebini ve yüce gayelerin
m ânâsını k en d isin in en iyi anladığı şekilde arayacaktır!
Zahirde inanç ve inançsızlık arasında sadece bir isim farkı var­
dır. H akikatte ise, b u n ların ikisi arasında hiçbir fark y o k tu r.”

Cebriyyecilerin aksine K aderiyyeciler, insanın her fiilinden kendisinin


sorum lu olduğu görüşündedirler. Onlara göre en küçük hareketlerin bile ön ce­
den belirlendiği inancı doğru değildir. İnsanı kend inden sorum lu olarak gör­
dükleri için, radikal görüşteki insanlar onları iyi ve kötü yü aynı ağırlıkta kabul
eden düalist Zerdüştlerle kıyaslam ışlardır. K aderiyyeciler de insanı Tanrı’nın
yanında bağım sız bir varlık olarak kabul ederler.

62
Hallac’ın yeğeni anlatıyor:
D ayım ın el yazısıyla yazılm ış şu sözleri görm üştüm : “İm an­
sızlık ile im an arasında fark gözeten im ansızdır ve h er kim im an ­
sız (kâfir) ile im anlı (m ü m in) arasında fark gözetm ezse, o kişi de
im an sızd ır.”

Y eryüzünde h içb ir im ansızlık y o k tu r ki, altında im an saklı


olm asın; itaat y o k tu r ki, altında k en d in d en b ü y ü k isyan sakh ol­
m asın ve k en d in i tam am en ibadete adam a hâli y o k tu r ki, altında
saygıdan feragat hâli olm asın; sevm ek iddiası y o k tu r ki, altında
edepsizlik sak h olm asın. F ak at ulu T anrı, ku lların a istidatlarına
göre m uam ele eder.

63
Hallac’m bir mektubundan:
R ahm an ve R ahim olan T a n n ’m n adıyla.
O istediğine h er şeyde tecelli eder. T anrı’n m selam ı üzerine
olsu n , oğlum .
T anrı sana, şeriatın zah irin i kap atsın ve im ansızlığın gerçek
m ah iy etin i açsın; zira şeriatın zahiri gizli im ansızlıktır, im ansızlı­
ğın gerçek m ahiyeti ise açık idraktir.
Ayrıca, T an rı’ya şü k ü rler olsun ki, O, dilediğine bir iğnenin
u c u n d a z u h u r eder. Biri ne kad ar “Lâ ilah e” veya b ir diğeri “Lâ
ilahe illâllah” diyerek şahadet ederse etsin, eğer O g ö rü n m ek is­
tem ezse, k en d in i yerlerde ve göklerde gizler. Lâkin, ne b irin in “O
değil” dem esi reddedilebilir, ne de diğerinin “O ’d u r” yolundaki
şahitliği övgüye layıktır.
Bu m ek tu p tak i m aksadım , sana şunları tavsiye etm ektir:
T an rı’d an dolayı hayal kırıklığına uğram a; O’n d a n şüpheye d ü ş­
me. O ’n u n aşk ın ın peşine d ü şm ü y o rsan ve O ’na âşık olm adığın
için m u tsu zlu k d u y m u y orsan, asla O ’n u n varhğm a şahadet etti­
ğini söylem e ve O ’n u yadsım aya m eyletm e. Ve O ’n u n Bir’liğini
tan ım ak tan sakın! T an rı’ya em anet ol!

64
1
I
I
I
II
I
^ Tanrı Sevgisi

i
I
I
I
iI
1
1
iI____________________________ ^
Kendine kalbim i m ekân seçtin
O, Sen’in sırlarınla dolu şim di
Evine hoşgeldin, um arım
Komşu olm ak hoşuna gider
Şimdi orada Sen’den başka
Bir sır y o k benim bildiğim
Kendi gözlerinle bak,
D avetsiz bir m isafir var mı orada?
Sen’in benden ayrıldığın gece,
İster u zun olsun, ister kısa
Sevgili yoldaşlarım kalır burada.
H atıralar ve um ut
Eğer hoşuna gidiyorsa felaketim
Ben de m em nunum hâlimden
A h beni öldüren! Sen benim için
N e istersen ben de onu isterim

Sabırlı olm ak istiyordum - lâkin


Kalp u za k yaşa yam az kalpten
Sen’in ruhun benim ruhum a karıştı -
Bir yaklaştı, sonra süzülüp uzaklaştı.
Ben Sen’im, aynen Sen’in Ben
Olduğun gibi; hedefim ve gayem.

67
Bir tanıdık anlatıyor:
Hallac’ın b u lu n d u ğ u bir cam iye girdim ; bir g ru p insan o n u n
etrafm da toplanm ıştı. O nlara h itab en ko n u şu y o rd u . Şunları söy­
lediğini duydum :
“Eğer kalbim de o lanın bir zerresi yery ü zü n d ek i dağların ü ze­
rine atılsa, dağlar b u n a dayanam az, erirdi ve şayet kıyam et günü
ceh en n em ateşine atılacak olsam , cehennem ateşini yakarım ;
cen n ete girecek olsam , ce n n etin tem elini çö k e rtirim .”

Hallaç efsanesi aşağıdaki hikâyeden ortaya çıkmıştır:


Hallaç çarm ıha gerildiği zam an, Hızır^^ y an ın d an geçer. H al­
laç, H ızır’a şöyle seslenir: “T anrı d o stların ın m ükâfatı b u d u r!”
H ızır cevap verir: “Biz o n u (sırrı) sakladık ve sâlim kaldık. Sen
onu ifşa ettin ve ö lü yorsun. Ah Hallaç, b u sabah n asılsın?”
Hallaç, “Ö yle b ir hâldeyim ki, b en d en bir kıvılcım u ç u p git­
se, b u n u n la ceh en n em bekçisini ateşiyle birlikte yakabilir.” dedi.

Vaazlarından birinde:
“B ütün övgüler T a n n ’yadır. O, ahadiyetiyle h er şeyden m ü ­
nezzehtir; eşi ve b en zeri yoktur. K endine o rtak edinm em iştir.
R uh güvercinleri, O ’n u n m u tlak kudretiyle beden gölgelerine
iner, beklerler; O ’n u n rah m et rüzgârı hasret çekenlerin üzerine
öyle b ir eser ki, onlar, O ’na olan m u h ab b etlerin d e n ce n n et sevin­
cini kıyam et g ü n ü n d e n önce yaşarlar. O h erk esin farkedebileceği
Hızır, sır dolu bir nebî ve ermiştir. Hiç durmadan yeryüzünde gezer, in ­
sanlara yardım eder ve onlara ilham verir. İslam kaynaklarında ölüm sü z old u ­
ğu ve herkese yardım elini uzattığı rivayet olunan Hızır, Rückert’in Chidher
isim li şiiri sayesinde Alm an edebiyatında yakından tanınmaktadır.

68
kadar aşikârdır. Öfke kasırgasıyla kendisine kayıtsız kalanların
kalbine öyle b ir üfler ki o n lar yok olu p giderler. Ve âşıklar vecd
hâlindeyken O, tev ec cü h ü n ü n nesim in d en öyle b ir eser ki onlar
vecdden yayılan kokuyla yok olup giderler! Ve biz şahadet ediyo­
ruz ki, T a n n ’d an başka İlâh y o k tu r, O ’n u n eşi benzeri, ortağı y o k ­
tur, R ahm an ve R ahim dir ve şahadet ediyoruz ki, M uham m ed
O ’n u n k u lu ve elçisidir; T anrı’n ın rah m eti d in lerin ve halkların
öğü tçü sü M u h am m ed ’in üzerine o lsu n !”

Öğrencilerinden biri anlatıyor:


Bir g ü n H allac’ın h u z u ru n a çıktım ve dedim ki: “T a n n ’yı ara­
m ak istiyorum ! O ’n u n erede arayabilirim ?”
Birden yanakları kızardı ve şöyle dedi: “İlâhî H akikat yer ve
m ek ân d an m ü n ezzeh tir, zam andan bağım sızdır; kalpten ve ru h ­
tan u zak d u ru r, ortaya çıkm az ve k en d in i y o ru m lard an saklı tu ­
tar ve gözle görülem eyecek ve tasavvur edilem eyecek k adar k u t­
saldır. Ezeliyetiyle k en d in i m ah lu k attan tecrit etm iştir; yaratıklar
da fanilikleri neticesin d e O ’n d an tecrit olm uşlardır. D üşünsene,
bu tü r sıfatlara sah ip olan birine giden yol nasıl aran ab ilir?”
Sonra ağladı ve şöyle dedi:

Ey dostlarım - İşte güneş, demiştim.


Işığı y a k ın -ama ulaşm ak için çok uzak,

69
Hallaç, nam azdan sonra selam verdi ve şöyle dedi:
Ey T anrım , Sen o Bir’sin ki, Sen’in sayende m ü k em m el olm a­
yan h içbir sayı m ü k em m el olamaz.* Sen o T ek’sin ki, hangi d e­
rinliğe inerse in sin hiç kim se basiretiyle Sana ulaşam az. “O gök­
te de ilâh, yerde de ilâhtır. H âkim O ’d u r, h er şeyi bilen O ’d u r.”
(Sure 43/84)** Y üzünün, Sen’i tanıyanların kalplerini n u rlan d ı-
ran ve asilerin ru h ların ı k arartan ışığı h ü rm etin e Sana yalvarıyo­
rum ; Sen’i Sen’in dışındaki h er şeyden m ükem m el kılan ve Sen’i
Sen’in d ışın d ak i h er şeyden tecrit eden kud siy etin h ü rm e tin e Sa­
na yalvarıyorum ; b en i şaşkınlığın so n su zlu ğ u n d a şaşkın şaşkın
gezdirm e. Beni zan u ç u ru m u n d a n k urtar. Beni bu fanî dünyaya
yabancılaştır. Beni içten sohbetlerinle k en d in e aşina et; ey Ra­
him lerin R ahim i!”
Bir sü re s u stu k ta n sonra, ken d i kendine tere n n ü m etti; sesi­
ni y ü k seltti ve k o nuşm aya başladı;
“Ey âşıkların fena b u ld u ğ u ve nim etleriyle zalim leri k andıran
Sen!.. İn san ın tasavvuru, Sen’in varlığının d erin h k le rin e inem ez
ve ü lk en in sak in leri Sen’in bilginin nihayetine ulaşam azlar.
Sen’inle b en im aram da, Sen’in T anrılığın ve m u tlak hâkim olarak
ik tid arın d an başka h içb ir fark y o k tu r!”
K o n u şu rk en gözlerinden kan dam lıyordu.

' Dem ek isteniyor ki: O’nun Bir’inin yaratılmış sayılarla hiçbir alâkası yoktur!
'* Zuhruf suresi, 84. ayet, (ç.n.)

70
Sen’in ruhun benim kiyle karıştı.
Rayihalı m iskin amberle karıştığı gibi:
Sana dokunan, bana da dokunur,
O halde Sen bensin - ayrılm az B ir’lik!

Benim ruhum Sen’inkiyle karıştı.


Şarabın sa f suyla karıştığı gibi.
Sana dokunan şey, bana da dokunur,
Ç ünkü Sen daima ve her yerde bensin.

Ben sevdiğimim; sevdiğim O


O benim -bir bedende iki ruh.
Ve beni görürsen, O’nu görürsün.
Ve O ’nu görürsen, ikim izi görürsün

71
Ey beni O ’na âşığım diye kınayan, daha ne kadar sürecek bu
kınama?
Kastımı bilseydin eğer kınayabilir m iydin beni hâlâ
Avam hacca gider -ben Sevgili’y e gidiyorum!
Kurbanı koyundur onların - ben canımı sunuyorum !
Kimileri bedenleri olmadan tavaf eder Kâbe’nin binasını
T a n n ’yı^"^ tavaf etm ektedir onlar, Kabe’y e yo k tu r
ihtiyaçları

Kalbimde bazı heves ve arzular vardı.


Bir oldular Sen’den sonra, bakışım seçkin
Sen benim sultanım olalı varlıkların sultanıyım ben.
Vaktiyle kıskandıklarım , şimdi beni kıskanıyor
İşte bu yü zd en dostum da düşm anım da beni kınıyor
Zira kim se bilem ez ne büyük bir çile çektiğimi
İnsanları kendi dünyalarına ve inançlarına bırakıyorum
Ben Sen’in aşkın içindeyim-Sen dünyanın ve inancın özüsün

Hallaç, diğer insanlar gibi Kurban Bayramı’nda koyu n kesm ek istem i­


yor, kurban olarak kend ini sunm ak istiyor; burada M ekke’ye yapılan Hac ziya­
reti m anevî bir boyuta çekilm iştir.

72
Bir dost anlatıyor:
H allac’ı, Bağdat’ın el-H atice sem tin in pazarında gördüm . Ağ­
lıyor ve halka yalvarıyordu: “Ey insanlar, beni T an rı’d an k u rta ­
rın! Ey in san lar, b en i T anrı’d an k u rtarın ! Ey insanlar, b eni Tan-
n ’d an k u rtarın ! Ç ü n k ü , O, beni b en d e n aldı ve b eni bana geri
verm iyor ve g ü cü m bu hâli kaldırm aya yetm iyor ve b en ayrılık­
tan, O’n u n h u z u ru n d a olm am aktan ve O ’n d an m ah ru m kalm ak ­
tan k o rk u y o ru m . Vay o k im senin hâline ki, h u zu rd a b u lu n d u k ­
tan so n ra kısm eti ayrılık o lsu n ve Bir o ld u k tan sonra ayrı d ü ş­
sü n !”
H allac’ın etrafına to planan h alk da ağlıyordu. H allaç da. Bu
hâl A ttab C a m i i ’n i n ^ ^ ö n ü n e kad ar devam etti. Hallaç, cam inin
kap ısın ın ö n ü n e gelince d u rd u ve konuşm aya başladı. Söyledik­
lerin in b ir kısm ı anlaşılıyor, b ir k ısm ın ın m ahiyeti p ek anlaşılm ı­
yordu. A nlaşılabilenlerin bazıları şunlardır:
“Ey insanlar! D oğrusu O ’n u n yarattıklarıyla konuşm ası lüt-
fundandır. O, o nları terbiye etm ek için, onlara g ö rü n m ek te ve
tekrar sak lan m ak tad ır. O, k en d in i zam an zam an aşikâr kılm asa
herkes inançsız o lu rd u ve O, k en d in i perdelem ese, herkes yoldan
çıkardı. B unun için O, b u hâllerin h içb irin i devam lı kılm ıyor. Be­
nim hâlim ise, başkadır! O, hiçbir an k en d in i b en d e n saklam ıyor.
Öyle ki, b en im in sanlığım O ’n u n T anrılığında kaybolana kadar
ve b enim bed en im O ’n u n varlığının n u ru n d a eriyip yokolana k a­
dar, b en h içb ir an h u z u r bulam ıyorum . Şim di b enim ne cevherim
ne de izim , ne su re tim ne de bilgim v ar!”

Attab, Bağdat’ta çok sayıda dokum acının bulunduğu bir sem tin adıdır.

73
Sultanım ı gönül gözüyle gördüm
“Sen kim sin?” diye sordum: “Sen.” dedi
Nerede sorusu ne nereyi ne bir m ekânı ifade edebilir
S öz konusu Sen’sen nerede diye sorulam az
Sen’in nerde olduğunu bildirecek
Resimler hayalim izde bile beliremez
Yokluğa kadar bütün neredeleri
K ucaklayan Sen’sin. Peki Sen neredesin?

Ey en büyük arzum ! Bak nasıl


hayret ediyorum sana ve bana
Kaşla göz arası kadar kendine yaklaştırdın beni,
öyle ki Sen’i, gerçekten kendim sandım
Ve vecd hâlinde kaybettiğimde kendimi
Sen’inle Sen’de y o k olmama izin verdin
H ayatım daki en yüce kurtuluş Sen’sin
ölümümden sonra ebedî huzurum sun,
Ve Sen’den başka kim seye güvenemem,
Sen’den başka bir korku,
Sen’den başka bir üm it yo k bana.
Sen’in izlerinin bahçesi çiçekler içinde
saklıyor bütün m arifet ve hikmetleri.
Ve eğer birşey isteyecek olsam ey ben olan Sevgili
Sen’sin her arzum ve hayalim

74
Sen’de bir mânâ var, ruhları cezbeden,
Bir işaret, Sen’den Sana doğru
Benim gönül gözüm çok açık
Ve bütün bunların hepsi elinde Sen’in.

Kalbimin her köşesi Sen’indir


Hiçbir yaratılm ış dokunam az Sen’in yerine
Ruhum deriyle kem ik arasında tutuyor Sen’i
Ya Sen’i kaybersem -söyle ne olur benim hâlim?

75
1
I
I
I
I
I
I
^ Çile Hasreti

iI
I
I
I
I
I
i
i ____________________________
Bir dost anlatıyor:
A kşam ve yatsı nam azları arasında H allac’ı ziyaret ettim ; dua
ediyordu... N am azını b itirip selam v erd ik ten sonra, secdeye k a ­
pandı ve o gü n e k ad ar böylesini duym adığım şeyler söyledi. D ua
esnasında k e n d in d e n geçti; sanki vecd halindeydi. Sesini yü k sel­
terek k o nuşm aya başladı: “Ey tan rıların T anrısı, ey padişahların
Padişahı; Sen, O ’su n ki, ‘...O’n u ne gaflet basar, ne de u y u r...’ (Su­
re 2/255)* Beni b an a geri ver. Ver ki, Sen’in k u lların b en im y ü ­
zü m d en şeytana uym asınlar. Ey, O olan b en ve b en olan O! Be­
nim benliğim ile Sen’in zatın arasında, bakilik ve fanilikten başka
bir fark y o k tu r!”

Sonra başım kaldırdı, bana baktı ve bir kaç defa y ü zü m e gülüm ­


sedikten sonra, şöyle dedi:
“G ö rm ü y o r m u su n , Rabbim , k en d i ezeliyetini nasıl b en im fa­
niliğim in ü zerin e vuruyor? Böylece benim faniliğim O ’n u n ezeli-
yetinde yo k o lu y o r ve bende ezeliyetin sıfatlarından başka hiçbir
sıfat kalm ıyor ve b en b u sıfatla k o n uşuyorum ! L âkin insanoğlu
yaratılıştan fanidir ve fanilikten k o n u şu r. Ve b en ezeliyetten h a ­
reketle k o n u ştu ğ u m d a, beni reddediyor, beni kâfirlikle su çluyor
ve h attâ beni ö ldürm eye yelteniyorlar. L âkin onları b u gayretle­
rin d en dolayı m azu r gö rm ek gerekir; kaldı ki, b an a yap tık ların ın
m ük âfatın ı g ö recek lerd ir.”

* Bakara suresi, 255. ayet, (ç.n.)

79
Sen’i düşündüğümde hasretin beni titretir
Sen’i unutursam, azap ve keder
Ben sadece incinmeyi arzulayan
Bir kalbe dönüştüm- beni titreten acıya koşan
Sen’i istiyorum, beni m ükâfatlandırm an için değil
Sen’i sadece beni cezalandırman için istiyorum.
Zira ben dilediğim her şeyi elde ettim
A zabıyla beni kendine hayran bırakan Sevgili dışında.

Hamdolsun insanlığını (nasut) aşikâr etti


Tanrısallığın (lahut) göz kam aştıran sırrını
O, m ahlukatm da aşikâr olmuştu
“Yiyen ve içenin” suretinde
M ahlukat O ’nu gözleriyle görene kadar
Kirpik kirpiğe bir bakış misali.^^

Anlaşılabileceği gibi H allac’m bu şiiri çok tepki almıştır. Çünkü burada


hem “nasut” (T a n n ’nm İnsanî tarafı) ve “lahu t” (Tanrı’n ın ilâhı tarafı) gibi H ı­
ristiyan term inolojisinden kavramlar kullanılm ış, hem de Kur’an-ı Kerim’de
(Sure 5/7 5 ) “yiyen ve içe n ” sözleriyle anlatılan Hz. İsa’nın tasvirine gönderm e
yapılm ıştır.

80
Bir dost anlatıyor:
Hallaç dedi ki; “T anrı, vahdaniyetine şahadet edilm esini b u ­
y u rm u ştu r ve zatm m d erinliğinin tasvir edilm esini yasaklam ıştır
ve k alplerin O ’n u n nasılhğına dalm alarına izin verm em iştir ve
O’n u n T an rılığını kavrayacak fikir kıvılcım larını aciz kılm ıştır.
M ahlukata O ’n d a n b ir h aber dışında h içb ir şey z u h u r etm ez. Bu
haber d o ğ ru da olabilir, yanlış da. H am d ü senalar o lsu n O ’na; O,
uludur. İstediğine hiçb ir sebep olm adan g ö rü n ü r, istem ediğinden
nedensiz saklanır.

Bütün halkın gözlerinin önünde


H uzuruna çıktım beşeriyetimle
Sen benim Tanrısallığım olmasaydın
Burası yalanlar m ekânı olurdu
İlm in dili sana götüren söze muhtaçtır,
Oysa sözden yücedir gaybın dili
Kimine göründün, kim inden saklandın
Yolunu şaşırmışlardan kendini ayırdın
Lâkin bazen kalpler için, Garp’ta yükselirsin
Ve bazen Ş a rk’ta kalplerden ayrılıp gidersin

81
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Hallac’m Bağdat P azan ’n d a şöyle dediğini duydum :

Haydi dostlarıma haber verin


D enize açılmıştım, parçalandı gemim.
Benim ölüm üm çarmıhın dininde
G itm em artık ne M ekke’y e ne M edine’y e

Sonra o n u n ark asın d an gittim . Evine girdi. “A llah-u E k b er!”


diyerek nam aza başladı. Ö nce F atiha suresini, ark asın d an Şu’ara
su resin d en (26. Sure) Rum (30. Sure) suresine kad ar o kudu.
“K endilerine ilim ve im an verilenler de derler k i...” (R um suresi
30/36) B urada d u rd u ve tekrarladı. Sonra ağlam aya başladı. Se­
lam v erd ik ten sonra, sordum ; “Şeyhim , pazarda b ir kâfir gibi k o ­
n u ştu n . Şim di b u rad a b u şekilde nam aza d u ru y o rsu n ! Sen ne is­
tiyorsun, m ak sad ın n ed ir?” O, eliyle k endisini göstererek, “Bu la­
n etlen m işin k atledilm esini istiy o ru m .” dedi.
“İnsanları böyle b ir bâtıl işe teşvik etm ek caiz m id ir?” diye
sordum . O da, “Hayır; hattâ b en onları H akikat’e teşvik ediyo­
rum . Zira bana göre, (eliyle kendisini göstererek), bu şahsın k at­
li şeriata göre v aciptir ve o n lar b u işten dolayı m ükâfatlandırıla-
caklardır; ç ü n k ü gayretleri dinleri için d ir.” diye cevap verdi.

82
Başka bir öğrencisi anlatıyor:
Hallac’ı, M ansur Camii’ne girerken gördüm . İçerideki kalabalı­
ğa hitaben: “Ey cemaat, beni dinleyin, size bir sözüm var.” dedi.
Çok sayıda insan etrafına toplandı. B unların arasında onu sevenler
de vardı, o nu reddedenler de. Ve o konuşm aya başladı: “Bilin ki, ulu
Tanrı benim kanım ı size helâl kılmıştır; artık beni ö ld ü rü n !”
Bazıları ağlam aya başladı. Ben kalabalığın içinden seslendim :
“Şeyhim , nam az kılan, o ruç tu tan ve K ur’an o kuyan b ir T anrı k u ­
lu n u nasıl ö ld ü reb iliriz?”
“D ostum , k an akıtılm a sebebinin derin m ânâsı, nam az kılm a­
nın, oruç tu tm an ın ve K ur’an okum anın ötesindedir. A rtık beni öl­
d ü rü n ki, siz hakettiğiniz ödüle, b en de huzura kavuşayım . Siz din
m ücahidi olacaksınız, b en de şehit olacağım .” diye cevap verdi:
Etrafta toplananlar ağlarken, o gitti. Evine kadar arkasından
gittim ve “Şeyhim, bu söylediklerinin m ânâsı nedir?” diye sordum .
O, “D ünyada M üslüm anlar için beni katletm ekten daha önem li bir
şey yo k tu r.” diye cevap verdi. Ben tekrar sordum : “Allah’a giden yol
nasıldır?” “Yol ikiliğin arasındadır ve hiçbir şey Ben’imle Bir değil­
dir.” dedi. Bunu bana açıkla dedim . “Telm ihlerim izi anlam ayana bi­
zim açıklam alarım ız da yol gösterem ez” dedi ve devam etti:

Ah ben m iyim , yo ksa SEN mi? İki Tanrı mı var yoksa!


A h uzak, ah çok uzak benden, ikiliği kabul etmek
Benim hiçliğime karşı ebedîdir Sen’in Zatın,
îki katlı bir örtü gibi süregeldi varlığım.
Peki Sen’in varlığın nerde? Görebileceğim uzaklıkta mı?
M ekânın bittiği yere kadar benim varlığım aşikâr
İştiyakla arzuladığım CemaVin nerede?
Kalbin n ad irin d e mi, gözün n ad irin d e mi?ı^

Zenitin zıddı olan nadir, bir yıld ızın yörüngesinin en alçak noktasıdır.

83
A h Sen’inle benim aramda, bir ben duruyor bana azap veren.
Sen’in “B en”inle benimkini kaldır aradan!

O k u d u ğ u m ısraları açıklayıp açıklam ak istem ediğini so r­


dum . Şöyle cevap verdi: “B unun m ânâsı, T anrı’n m h ak ik atin i bi­
len P eygam berine ve o silsileden benim dışım da kim seye em anet
edilm ed i.”

M usibetlerle beni pare pare etsen de, Sen’i h er zam an daha


fazla seveceğim !

84
Bir dost anlatıyor:
Hallac’ı, el-K atiya pazarında cam inin ö n ü n d e d u ru rk e n gör­
düm . E traftaki insanlara sesleniyordu; “Ey cem aat, şayet Tanrı
bir kalbe h ak ik ati b ild irm ek isterse, o kalbi, O’n u n dışındaki her
şeyden tem izler. Ve eğer O daim a biriyle beraberse, onda. Kendi
dışındaki h er şeyi yok eder. Ve O k u lların d an birini severse, di­
ğer k u lların ı sevdiği kula karşı düşm anlığa zorlar ki o, O ’n a daha
çok m eyletsin ve O ’na d aha çok yaklaşsın. Ve b en ne hâldeyim ?
Ben, n e T an rı’n ın b ir nebze o lsu n k o k u su n u duyabildim , ne de
O’na b ir lahza d ah i olsa yakınlık bulabildim . F akat b u n a rağm en,
halk devam lı b an a d ü şm an lık ediyor.”
Sonra ağladı, pazar halkı da ağlam aya başladı. O nlar ağlarken
H allaç gülm eye başladı; ard ın d a n yürekleri parçalayan feryatlar
etti ve b ir kaç beyit söyledi.

Sürekli yeni to p rak lar peşinde koşan b ir h ü k ü m d a r gibi, biz


de b ü tü n yıl b o y u n ca m usibetler aradık.

85
“M enzile varm ak isteyen, dünyayı arkasında b ırak sın .” dedi
Hallaç ve so n ra aşağıdaki dizeleri okudu:

A h ruh, kendini sen teselli edeceksin


Şeref, halvettedir, çilededir!
N uru düşünmelisin, ki onun mihrabı
B âtın’m keşfidir, aydınlanma.
Parçamın bir parçası parçalarımı düşünür;
Bütünüm ün bütününe hasret benim bütünüm.

A rifin işareti, d ü n y ad an ve ah ire tte n kopm asıdır.

M ürit, b aşın d an beri T anrı’yı hedefleyen ve hedefe varıncaya


kadar y o lu n d an sapm ayan bir o kçudur.

K endini T an rı’d an başka h er şeyden m ah ru m b ırak an ve sa­


dece T an rı’n ın gözüyle bak an insana fakir denir.

İlâhî H akikati d in ışığı ile arayan kim se, güneşi y ıldızların ışı­
ğı ile arayana benzer.

Ah T anrım , Sana şü k re tm ek te n aciz old u ğ u m u biliyorsun; o


hâlde b enim yerim e Sen ken d in e şükret; zira gerçek şü k ü r sade­
ce b u d u r.

86
0

iI
I
II
I
i
^ Esaret ve Ölüm

ii
I
I
I
I
iI
i___________________ „
0 igjSjgjSJ5JHJ5J5l5JSJ5J5J5J5J5JSf5fSJ5J5JMlH5J5J
İbrahim ibn Fatik anlatıyor:
Bir g ü n habersiz H allac’ın tu tu k lu b u lu n d u ğ u hücreye gittim ;
baktım ki, başm ı secdeye koym uş konuşuyor:
“Yakm o lduğu zam an daim a b en im ru h u m d a b u lu n a n , u zak
olduğu zam an, ezelî ile faninin b irb irin e uzak olduğu kad ar b e n ­
den u zak d u ra n Sen! Sen’in h er şey o ld u ğ u n u d ü şü n en e kadar,
g ö zü m ü n ö n ü n d e p arıld ıy o rsu n ve Sen’in olm adığına şahadet
edinceye k adar k en d in i b en d en saklıyorsun. Ne Sen’in uzaklığın
beni canlı tu tu y o r, ne y akınlığın bana b ir hayır sağlıyor; Sen’inle
savaş b ana b ir y arar sağlam ıyor ve Sen’inle barış bana güven v er­
m iy o r.”
Beni farkedince, kalktı o tu rd u ve b an a d ö n erek , “Yakm a gel,
çek in m e.” dedi. Yakınına gittim , karşısına o tu rd u m . G özlerinden
sanki alev fışkırıyordu. K onuşm aya başladı:
“Sevgili oğlum , bazıları b en im kâfirliğim e, bazıları erm işliği­
m e tan ık lık ediyorlar. Lâkin, b enim kâfirliğim e tan ık lık edenler,
hem T anrı n ezd in d e hem de benim nezdim de, b en im erm işliğim e
tanık lık ed en lerd en d aha m ak b u ld ü rler.”
B unun sebebini sordum .
“Ç ü n k ü b en im erm işliğim e tanıklık edenler, b u n u , benim
hak k ım d a iyi d ü şü n d ü k le rin d e n dolayı yapıyorlar; oysa b eni k â­
firlikle ith am ed en lerin h arek et noktası, dinlerine olan bağlılıkla­
rıdır. Ve T an rı’n ın y anında, dinine önem veren b ir kim se, birisi
hak k ın d a iyi niy et besleyen b ir k im sed en daha evlâdır.”
Sonra şöyle devam etti:
“Söyle bakalım , b en im çarm ıha gerildiğim i, ö ld ü rü ld ü ğ ü m ü
ve yakılarak k ü lü m ü n göğe sav ru ld u ğ u n u g ö rd ü ğ ü n d e h âlin nice
olacak? - Ve b u b en im hayatım ın en m u tlu g ü n ü olacak!”
Bir sü re su stu , so n ra “D aha fazla oturm a, kalk git; T an rı’ya
em an et ol.” dedi.

89
Bir ziyaretçi anlatıyor:
Bağdat cezaevinde tu tu k lu b u lu n a n kardeşim i ziyarete gitti­
ğim gecelerin b irin d e, güzel bir d u a duydum . K ulak verdim ; d u ­
acı, u y k u su z b ir kalp ve gören bir dille konuşuyordu:
“Ey b en im D ostum , istediğinde b eni k o ru rsu n ve bu Sen’in
elindedir. En b ü y ü k m usibetlerle bana eziyet etm elerini, Sen’in
en güzel ra h m e tle rin in bir ifadesi olarak görüyorum ; zira kalbin
d erin in d ek i n u r şuaları, zahiri hâlleri çoktan yakıp yok etti.”
O n u n şun ları söylediğini de duydum :
“Ey T anrım , g ü n ah k â r old u ğ u m için Sen’den k o rk u y o ru m ,
am a m ü m in o ld u ğ u m için u m u tlu y u m ; affına sığındığım için
Sen’in inayetine güv en iyorum ve Sen’in h ak k ın d a güzel şeyler
d ü şü n d ü ğ ü m için u z u n u z u n dua ed iy o ru m .”
B unun ü zerin e d ua eden kişinin kim o ld u ğ u n u sordum . H ü ­
seyin ibn M ansur el-H allac o ld u ğ u n u söylediler.

90
Bir tanık anlatıyor:
H allac’m katledileceği sab ah tan b ir önceki geceydi. O, tu tu k ­
lu b u lu n d u ğ u h ü cred e ayağa kalktı, h ırk asın ı sırtına aldı y ü zü n ü
kıbleye d ö n d ü . E llerini göğe açtı ve konuşm aya başladı. Söyledik­
lerinin hep si h atırım d a kalm adı; h atırlad ık larım ın b ir kısm ı şöy-
ledir:
“Biz Sen’in tanıklarınız. Sen’in k u d re tin in n u ru n a sığınıyoruz
ve biz de Sen k e n d in d en gösterm ek istediğin kadarım gösterebi-
lesin diye b u n u rla nu rlanıyoruz. T ahtı gökte olan Sen’sin ve “O
gökte de ilâh, yerde de ilâh tır...” (Sure 43/84)*
Sen -irad en d o ğ ru ltu su n d a- istediğin gibi ‘en güzel b içim ­
de’. tecelli edersin. R uh da b u biçim içinde bilgi, y o ru m , k u d ­
ret ve ispat yoluyla işler. Sonra B en-olan tanığına O -olan varlığı­
nı sunarsın.
Yaratıcı sözüm le ezeliyetim in tah tın a doğru arşa yükselirken.
Sen m erteb elerim in so n u n d a bana b en zerk en ve bana benim va­
sıtam la h itap ed erk en ve ilm im in ve m ucizem in h ak ik atin i aşikâr
ederk en Sen’de n eler oluyordu?
Beni yakaladılar ve tu tsak ettiler ve buraya getirdiler ve çar­
m ıha gerdiler ve ö ld ü rd ü ler ve yaktılar ve göğe savrulan parçala­
rım ı d ö n e d ö n e esen rü zg ar alıp g ö tü rd ü . Ve an d o lsu n ki,
tecellilerimin** m ab ed in in sü tu n u olan Yecüc’ün üzlüğünün^^ bir
atom u bile m ıh lan m ış d ağlardan daha k u d re th d ir!”

* Zuhruf suresi, 84. ayet, (ç.n.)


Bu ifade 95. surenin 4. ayetine işaret ediyor. “Biz insanı en güzel
biçim de yarattık.”
** Transfigürasyon: D inî term inolojide Hz. İsa’nın nurlanm ası ve cism ant
varlığından çıkarak sem avî varlıklar arasında yer alm ası h u su sun da kullanılan
bir tabirdir. Herbert M ason’un tercüm esinde (1. cilt, s. 3 00) “transfigüras-
y o n ”un Arapça karşılığı olarak “tecelli” kelim esi verilmiştir, (ç.n.)
Hallaç, gizem li “Y ecüc’ün ü zlü ğ ü ” tabiri ile, m uh tem elen yakılacak olan
bedenini kastetm ektedir.

91
Sonra devam etti:

Ezeliyetin şahitlerine ulaşm ak gayesiyle tanığı


Nerede’nin arkasına gidenler için dert yanıyorum Sana.
Çoktan beri hikm et denizlerini kuşatan vahiy bulutlarından
Kopan kalpler için dert yanıyorum Sana.
Kaybolan ve çoktandır sanki anılarda bile kalmam ış
Tanrı lisanından ötürü dert yanıyorum Sana
Güçlü belagat sahiplerinin bile söz ve idraklerinin aciz kaldığı
Sarih deliller adına dert yanıyorum Sana
O ihtişam ından harabeden başka bir şey kalmayan
Ruhun im alarından ötürü dert yanıyorum Sana.
Senin aşkın adına binek hayvanlarını daima itaat gem iyle
D izginleyenlerin erdemlerinden ötürü dert yanıyorum Sana
Bak, hepsi y o k olup gittiler; izleri de yok, kaynakları da -
Ad kavmi gibi y o k oldular, İrem bağlan gibi m aziye karıştılar.
Sonra karanlıkta el yordam ıyla yol arayan
İnsanlar takip etti onları, hayvanlardan daha kör.
Sadece kör arzularının esiri hayvan sürüleri gibi.

Ad ve İrem: Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde (Sure 7/67, 4 1 /1 4 vs.) adı


geçen Ad kavm i eski bir ulustur; fazla gururlanıp kibirlendikleri için, yerleri ve
yurtları bir tufanla yok edilm iştir. T an n ’nın gazabına uğrayan en büyük yapıla­
rın ve halkların yok olacağına örnek olarak, İrem “sü lu n la n ” da Ad kavm i ile
aynı surede yer alır (8 9 /6 -7 ).

92
H allac’ı, elleri ve ayakları zincire v u ru lm u ş b ir hâlde şehrin
m ey d an ın a getirdiler. Bu hâliyle sem a eder gibi dönm eye başladı.
H em gülüyor, h em de şiir okuyordu:

İşret arkadaşım benim,


zulüm den aridir daima
Cömertçe bâde sundu,
“gel konuğum ol” dedi bana;
Ve başlayınca kadeh devrana,
o saldı bir celladı m eydana -
Böyle olur işte, ejderhayla
bâde içilirse y a z ortasında!

93
İbrahim ibn Fatik anlatıyor:
H allac’ı çarm ıh ın ö n ü n e getirdiklerinde, b ir çarm ıha baktı,
bir çivilere bak tı ve so n ra gözlerinden yaşlar gelinceye k ad a r gü l­
m eye başladı. Sonra etrafta to p lan an kalabalığa d öndü. K alabalı­
ğın içinde d u ra n ŞibU’ye şöyle dedi: “E bubekir, seccaden yanında
m ı?” Şibli: “E lbette, Şeyhim ” dedi. Hallaç, rica etti: “Öyleyse onu
b en im için yere ser.” Hallaç, Şibli’n in yere serdiği seccade ü ze rin ­
de iki rek ât nam az kıldı. Ben yakınındaydım . İlk rek âtta Fatiha
suresini, ark asın d an Bakara su resin in 155. ayetini okudu: “Ç are­
siz sizleri biraz k o rk u , biraz açlık, biraz m aldan, candan ve ü rü n ­
lerd en eksiklik ile im tih an edeceğiz. M üjdele o sabırlılara.”
İkinci rek âtta ise, yine önce F atiha suresini, ark asın d an Âl-i
İm ran su resin in 185. ayetini okudu: “H er nefis ö lüm ü tadacak­
tır...” Ve selam v erd ik ten sonra bir d u a etti, çoğunu h atırım d a tu ­
tam adım ; h atırlad ık larım ın bir kısm ı şunlardır:
“Ey T anrım , an d olsun ki, Sen h er y ö n d en tecelU ed en sin ve
h er y ö n d en m ü n ezzeh sin. Sen’in b en im hakkım ı korum aya söz
v erm en in karşısında, b enim Sen’in h ak k ın ı korum aya söz v er­
m em ... A slında b en im Sen’in h ak k ın ı korum aya söz verm em le,
Sen’in b en im h ak k ım ı korum aya söz verm en birbiriyle çelişiyor.
Zira Sen’in h ak k ın ı k o ru m ak için benim vereceğim söz b en im in ­
san tabiatım dan, h alb u k i b enim h ak k ım için Sen’in vereceğin söz
Sen’in ilâhı tab iatın d an kaynaklanm aktadır. Ve nasıl benim in ­
sanlığım Sen’in T anrısallığına karışm adan yükseliyorsa, Sen’in
T anrısallığın da b en im insanlığım a hiç d o k u n m ad an o n u ezip ge­
çiyor.
Sen’in ezeliyetinin karşısında benim faniliğim ... Faniliğim ,
Sen’in ezeliyet ö rtü n ü n altında. B unun için Sana sonsuz şü k ü rler
olsu n ki b aşk aların d an gizlerken. C em alinin tecellilerini bana cö­
m ertçe b ah şe ttin ve başkalarına yasakladığın en d erin sırlarını
görm em e izin verdin. Bu k u lların Sen’in d inine olan bağhhklarm -

94
d an dolayı beni ö ld ü rm ek için toplandılar. Böylece Sana daha ya­
kın o lm ak istiyorlar. O nları affet! Ç ü n k ü , bana g österdiklerini
o nlara gösterm iş olsaydın, o n lar b u işe niyetlenm ezlerdi. Ve eğer
Sen, o n lard an gizli tu ttu k la rın ı b en d e n gizli tu tm u ş olsaydın, b e­
nim de başım a böyle b ir m usibet gelm ezdi. Sen yaptığın h er şey
için övgüye layıksın; Sen, arzuladığın h er şey için övgüye layık­
sın .”
Sonra su stu ve b ir süre için d en duaya devam etti...

Sonra söyle ko n u ştu :

“Ah dostlarım öldürün beni!


Ç ünkü benim hayatım sadece ölümdedir.
Evet, sadece hayatta bana ölüm vardır,
Ve ölm ektedir hayatım benim!
And olsun, en büyük rahmet,
Nefsi söndürürek süzülm ek göğe,
En kötüsü ise
Yapışıp kalm ak bu bedene.
B ıkkınlık içindedir ruh.
Hâlâ bu harabede yaşam aktan:
Öldürün beni, evet ve ya kın beni.
Uzuvları sefilce titreyen bedenimi!
Sonra geçip gidin yanından
C ansız mezarların
Benim Dostumun sırrını
Bâtınım ın mirasından alın
Görm üyor m usunuz, en y ü ksek m akam lara
Ulaşmak gayretindeki yaşlılardan biriyken
Şim di bir çocuk gibiyim.
Sadece ana memesine düşkün.

95
istirahat ediyorum tuzlu toprakta,
Ve karanlık m ezarda yatarak!
Hayret, benim annem
Hayat vermiş kendi babasına.
Ve benim küçük kızlarım
Kardeşlerim gibi etrafımda
Bunun sebebi
N e aldatma, ne de devir değişimi.
Toplayın bir araya bütün parçalarımı
Işıklı bez parçaları arasından.
Havadan ve ateşten,
Yanıbaşınızdaki canlı pınardan!
E kin onları ihtimamla,
Tozlu ve düm düz toprağa.
Ve sulayın onu, ah dostlarım:
Bırakın dönsün süzülerek kadehler!
Bırakın doldursun hizm etkârlar.
Fışkırsın çeşmelerden sular!
Bakın, yedi gün sonra burada
Yükselecek asil bir funda!

C ellat E bül-H asan tam bu esnada H allac’a yaklaşarak ona öy­


le b ir to k at attı ki, b u rn u k an ad ı ve k an dam la dam la ak sakalın­
d an aşağıya akm aya başladı. B undan çok etk ilen en Şibli, feryat
ederek h ırk asın ı yırttı. E bül-H üseyin el-Vâsıti ve daha bir çok su-
fi bayıldılar ve h alk az daha ayaklanıyordu. F akat askerler yapa­
caklarını yaptılar...

96
Şibli anlatıyor:
H allac’ın yanına yaklaştım . Elleri ve ayakları kesilm iş, gövde­
si b ir direğe bağlanm ıştı. “T asavvuf n e d ir? ” diye sordum .
Dedi ki: “B urada g ö rd ü ğ ü n , o n u n en alt m ak am ıd ır.” “Ö yley­
se en y ü k sek m akam h an g isid ir?” diye sorunca, şu cevabı verdi:
“Senin için oraya yol yoktur. F akat o n u yarın göreceksin. Be­
nim g ö rd ü ğ ü m gayb âlem in d ed ir ve b u yü zd en sen d en sak lıd ır.”
Ve akşam nam azı vakti geldiğinde, halifeden, b o y n u n u n v u ru l­
m ası için izin çıktı. B u nun üzerine bekçi “A rtık b u g ü n akşam ol­
du. Bu işi y arına b ırak alım !” dedi.
Sabah olunca, bağlı b u lu n d u ğ u d irek ten o n u çözdüler ve
b o y n u n u v u rm ak üzere, ön tarafa getirdiler. Hallaç o an d a y ü k ­
sek sesle şöyle söyledi: “Vecde kap ılan ın nasibi, Bir’in o n u Bir’li-
ğe geri g ö tü rm esid ir.”^!
Sonra K ur’an-ı K erim ’in Şûra su resin in (42) 18. ayetini o k u ­
du: “O na (K ıyam ete) in anm ayan im ansızlar o n u n çabuk gelm esi­
ni isterler, in an an lar ise gerçek o ld u ğ u n u b ilirler de o n d an k o r­
kar ve sakınırlar. İyi bil ki kıyam et h ak k ın d a tartışanlar, uzak
(derin ) b ir sapıklık için d ed irler.”

B unların H allac’m d u y u lan son sözleri olduğu söyleniyor.


Sonra b oynu v u ru ld u ; b edeni b ir hasıra sarılarak, ü zerin e k atra n
yağı d ö k ü ld ü ve yakıldı. K ülleri b ir m in aren in üzerine çıkarılıp
rü zg âr alıp g ö tü rsü n diye bırakıldı.

Şehit sufinin bu son sözleri farklı şekillerde rivayet olunm uş, dolayısıyla da
farklı şekillerde tercüme edilmiştir. İlk kez Hallac’tan bahseden protestan ilâhiyatçı
Tholuck (1821) bu sözleri yanlış aktarmış ve Hallac’m öğretisine büttinüyle ters
sonuçlar çıkarmıştır. Bu rivayetlerin içinde en isabetli olanın burada alıntıladığımız
ifade olduğunu düşünüyoruz. Bu da H.H. Schaeder’e aittir. Bir başka versiyon da
Arapçadaki son sözleridir ve “Bir’i tecrit etm ek” anlamına gelir. Bir başka deyişle
“Cezbe hâlinde olan, sadece Bir’i, Yegâne olanı görür.” demektir.

97
Attar anlatıyor:
H alk H allac’ı taşlam aya başladı. Şibli de onlara uy m ak için
b ir gül attı. Hallaç, “a h ” ederek inledi. “H alk b u k ad ar taş attı.
Taşlar sana d eğ erken inlem edin de, niçin Şibli gül atınca inle­
d in ? ” diye sordular.
Hallaç, “N e yaptık larını bilm eden yapanlar m azurdurlar. Fa­
kat o n u n gül atm ası zo ru m a gitti. Ç ü n k ü atm am ası gerektiğini
b iliy o rd u .” dedi.
O n u darağacm a getirdiklerinde, evvel m erdiveni ö ptü, sonra
ayağını bastı. “N asılsın?” diye so rd u lar “G erçek eren lerin m iracı,
darağacm m tep esid ir.” dedi.
E llerini kestiler. Hallaç güldü. N için g ü ld ü ğ ü n ü so rd u k la rın ­
da, “Elleri bağlı b ir in san ın ellerini kesm ek kolaydır. Er o d u r ki,
sıfat elini arşın ü ze rin d en çeke ve k ese.”
Sonra ayaklarını kestiler. Tebessüm etti ve dedi ki: “Bu ayak­
larla dünyayı gezerdim . Benim başka ayaklarım da var onlarla iki
dünyada da seyahat edebilirim . Elinizden geliyorsa, onları kesin!”
Sonra kesik b ilek lerin d en akan kanı, kolları ve yüzü kan
içinde kalana k ad ar y ü zü n e sü rd ü . “N için böyle yap ıy o rsu n ?” d i­
ye sordular:
Cevap verdi: “Ç ok kan kaybettim . Biliyorum ki, şim di benzim
sararm ıştır. K orkudan rengim in sarardığını zannedeceksiniz. Kanı
yüzüm e sü rd ü m ki, gözünüze yüzüm kırm ızı (şerefli) görünsün.
Yiğitlerin gül rengi k an larıdır.” “Y üzünü niçin kızarttığını anladık
peki neden kanını dirseklerine kadar sü rd ü n ?” diye sorulunca:
“Aşk abdesti alıyorum .” dedi. “Nasıl bir abdest?” dediler. “Kanla
alınm ayan abdestle kılınan iki rekât nam az tam değildir.” dedi.

98
Şibli, H allac’ın ö ld ü rü ld ü ğ ü g ü n ü n gecesi T anrı’ya yalvararak
dedi ki: “Ya Rabbim , d aha ne zam ana kad ar âşıkları ö ld ü rm ek is­
tiy o rsu n ?” C evap geldi: “O nlar b enim diyetim i bu lan a k ad a r.”
“Senin d iyetin n ed ir?” so ru su n a, “Â şıkların diyeti. Benim le ve Be­
nim güzelliğim le karşılaşm aktır.” cevabını aldı.

Şibli, H allaç ö ld ü rü ld ü k te n so n ra o n u rüyasında gördü:


“T anrı sana ne yaptı böyle?” diye sordu. H allaç dedi ki: “O beni
h em aşağıladı, h em şereflendirdi!” Şibli sordu: “H angi m ertebede
seni aşağıladı?” H allaç cevap verdi: “K udretine nihayet olm ayan
padişahlar p ad işah ın ın yüce h u z u ru n d a doğrulara has m ecliste!.”
(Sure 54/55)* Şibli, tek rar sordu: “Sana b u n ca eziyet çek tiren hal­
ka ne y ap tı?” Hallaç, “H em b an a iyi davrananları hem bana d ü ş­
m an olanları affetti. Zira bana iyi davrananlar b eni tanıyorlardı ve
A llah rızası için b ana iyi davranıyorlardı. Bana d üşm an olanlarsa
beni tan ım ıy o rlard ı ve A llah rızası için d ü şm an oldular. İşte bu
yüzd en iki tarafı da fazilet sahibi olarak kabul edip onları affetti.”
dedi.

* Kamer suresi, 55. ayet, (ç.n .)

99
0
1
Ii
I
Ii
i
I
m Kitab et-Tavasin’den
I
ii
I
iI
i
ii
i I __________________
[5] |gjgfgfgfgjgjıgigjgjgjgfgfgfgjg]gjgig]BfgigigiBigiıtğl
idrak Üzerine

M ahlukatm idrakinin H a k ik a tle ilgisi yoktur,


Ve H a kika tin de m ahlukatla ilgisi yoktur.
Düşünceler rabıtalardır ve m ahlukatm
Rabıtaları hakikatlere erişemez.
H akikat bilgisini idrak etm ek zordur -
H akikatin H akikati’nin idraki ise - daha zor!
Hak H a kika tin arkasındadır
Ve H akikat H a kk’ın hu yüzüdür.

Pervane sabaha dek mum ışığının etrafında döner,


Sonra arkadaşlarının yanm a gider
A şk sarhoşu kelimelerle;
Yaşadığı m utluluğu onlara anlatır
Sonra kemale ermek için.
Cilveli Güzel ile bir olur.

M um ışığı H akikat bilgisidir.


Sıcaklığı H akikatin Hakikatidir,
Ona erişmek H akikatin H akkidir.

O ne ışıkla yetiniyordu,
Ne de onun sıcaklığı ile,
Kendisini alevin içine atıverdi.
Arkadaşları onun dönüşünü beklediler.
Gördüklerini onlara anlatsın diye.
O bilgi ile yetinm ediği için.
Yanmış kül olmuş, dağılmıştı.
Ondan geriye ne bir işaret ne bir beden
Ne bir isim ne de bir iz kaldı.

103
Neden tekrar bir biçime girsin ki
O hâli kazandıktan sonra
Görmeyi başaran artık bilginin peşine koşm az
Görülene erişen ise görmenin derdine düşmez.

104
“Rivayef’ten (Aktarımlar)

H allac’m Rivayetleri’n in yirm i yedi tanesi g ü n ü m ü ze kadar


ulaşm ıştır. H allaç b u rad a, k ozm ik b o y u tta n ve m istik kavram lar­
dan başlayıp ilâhı H ik m et’in kaynağına kad ar u za n an çok özel bir
ak tarım zin cirin d en faydalanm ıştır. B una karşılık Hz. M uham -
m ed ’in hadisleri, tan ın m ış ve k en d ilerin e güvenilen kişilerden
oluşan n o rm al b ir ak tarım zinciri ü ze rin d en nesilden nesile in ti­
kal etm iştir.
H allac’m zik rettiğ i rivayetlerin çoğu kudsi hadistir. B unlar
K ur’an ’da yer alm ayan T anrı sözleridir ve Hz. M u h am m ed ’e veya
T an rı’n m sevgili ku llarına d o ğ ru d an doğruya gelen vahiylerdir.
H allac’ın söylediği rivayetlerin çoğuna başka kaynaklarda da rast-
lanm ak tad ır; fakat o b ir tek cezbe h âlin d e k en d isin in sah ih ola­
rak id rak ettik lerin i zik retm ektedir. M uhtem elen b u y ü zd en ola­
cak ki, tu tu cu S ü n n î çevreler onu, K ur’a n ’ı taklit etm ekle suçla­
m ıştır. Bu da olabilecek en ağır k ü fü rd ü r.

H ayatın ru h u n a ve in san ın k ulağının ve g ö zü n ü n n u ru n a d a­


ir; b u n la rın ikisi ezelden, u lu T anrı’n ın b âtın ve zah ir isim lerin-
dendir.
 dem o ğ lu n u n , T anrı rızası için yaptığı ib ad etlerin hiçbiri,
gecenin n ih ay etin d e secdeye k ap anarak yapılan d u ad a n daha
m ak b u l değildir.

105
Göğe ve yere dair:
B unların ik isin in fıtratı, k u d re tte n , yakınlığın azam etinden
ve u lu T an rı’dandır.
Ben’d en başkasını d ü şünm eyen ve Ben’im b ü y ü k lü ğ ü m ü ,
k u d retim i, rah m etim i ve lü tfu m u d ü şü n en k u lu m la beraber o lu ­
rum . Bir k u lu m d ard ayken Ben’i çağırırsa, yanına giderim ; eğer
m üm in se o n u duyarım . Ve Ben, ana ve babasını elinden aldıy-
sam , b ü y ü yünceye k adar o yetim in yanında kalırım . Ben şanım ı,
kud retim i, kuvvetim i ve b ü y ü k lü ğ ü m ü d ü şü n en m eleklerin ya­
nındayım . Ben’i sevenlerin k alplerine yakınım . Bana bakanlara
b en de bakarım . Benim sözlerim e k u lak verirlerse ilm im i ve ya­
kınlığım ı, onlara d ö n d ü rü rü m .

Sahih rüyaya, bilge M elek’e, ulu K erubi’ye, Levhi M ahfuz’a,


H ikm et’e dair:
T anrı için, o n u sevm ekten daha hoş bir ibadet yoktur.

Sarih îd rak ’e, şanı yüce Kur’an ’a, T anrı’n m elçisi M uham -
m ed’e, C ebrail’e, T anrı’ya dair - ham düsena O na’dır ve O yücedir!:
F anî dünyayı bilen, Ben’i bilm ez. M ahlukata güvenen, Ben’i
sevm ez. Ben’i seven, b u âlem in ne ra h atın ı bilir, ne ızdırabım .
Ben b ir sadık k u lu m u seyrettiğim zam an, o n u , m eleklerim den b i­
risi gibi, n u ra n î b ir m ah lu k olarak görürüm .

Azat edilen bilgeye, sabit bakışlı m eleğe, tedbirli harek et


eden padişaha, yaşayanlara, duyanlara, görenlere dair;
T anrı - h am d ü sen a O na’d ır ve O yücedir!-diyor ki: V erm edi­
ğim b ir şeyden dolayı B enim le çekişenin elinden, o pişm anlık d u ­

106
yana kadar, v erdiklerim i de alırım . P işm anlık d u y d u ğ u zam an
ona Ben, o gü n e k adar giym ediği b ir göm lek giydiririm . P işm an­
lık duym adığı takdirde, rahm etim i o n u n ü zerin d en çekerim ve
o n u ceh en n em in b ir köşesine, h içb ir zam an nazar etm eyeceğim
b ir yere koyarım . V erdiğim n im etle rd en Bana bir hediye vereni
-hele b u n u Bana olan sevgisinden dolayı verm işse- faninin hiçbir
zam an yol bulam ayacağı b ir im paratorluğa h ü k ü m d a r yaparım .

Vakitlerin vaktine, güzelliğe, iyiliğe, iradeye, T ann’ya dair -ham-


düsena Ona’dır ve O yücedir-:
D ostlarım ın sevgisi. Benim sevgim e işaret eder. Sevgili k u lla­
rım ın iradesi. Benim iradem e işaret eder. E renlerim in arzu su . Be­
nim arzum a işaret eder. Var olan h e r şey. Benim bilgim le, Benim
k u d retim le ve Benim iradem le var olur.

T an rı’n m ren k li p ırıltılı gökkuşağına, güneşin doğuş n o k tası­


na, b u rçların evlerine, k u tu b a, işaret parm ağı (Levhi M ahfuz’a)
ışık ile yazı yazana, d ü şü n en yaratığa, ezelî bilgeliğe, en k utsal ye­
m ine dair:
T anrı, h er şeyin ö n ü n d ed ir. B unu id rak eden, O na yakındır.
T anrı, h er şeyin ü zerin d edir. T anrı, h er şeyin içindedir. B unu b i­
len, T an rı’n m h u zu ru y la kuşatılm ıştır. G üneşe eş olan, T a n n ’m n
şanını tere n n ü m etm ektedir.

107
Kur’an Tefsirî’nden

“Allah göklerin ve yerin n u ru d u r...” (Sure 24/35)*

T ann, göğün ve yerin nurudur. O, n u ru n nurudur. Tanrı n uruy­


la istediği kimseyi kudretine ve kudretiyle bâtınına ve bâtınıyla ev­
veline ve evveliyle ezeliyetine ve ebediyetine ve ezeliyeti ve ebediye­
tiyle Tek’liğine yönlendirir: O’ndan başka varlığına ve kudretine şa­
hadet edilen bir ilâh yoktur. O uludur. O istediği kişinin, tevhid bil­
gisini artırır ve O ’nu her şeyden m ünezzeh bilm esini sağlar; O’n u n
ululuğuna, Bir’liğine m utlak hâkim iyetinin yücehğine dair ilmi
artınr. Tek’tir ve ve m utlak hâkimiyetiyle b ü tü n övgüler O ’na aittir.
Ve ayrıca:
Başta vahyin n u ru , gözler arasındaki gizli sohbetin n u ru , kulak­
ta m utlak bilginin n u ru , dilde tefsirin nuru, kalpte im anın n u ru , ht-
ratm da daim î h am d ü senanın, m eth ü senanın ve kehm e-i şahade­
tin nuru. Ve şayet bu nu rlardan bir şey alevlenip diğer n u r üzerin­
de hâkim iyet kurarsa, onu kendi kudretine kabul eder ve o h u zu r
bulduğu zam an, söz konusu n u ru n kudreti büyür ve eskisinden da­
ha m ükem m el olur ve b ü tü n nurlar alevlendiklerinde, artık “n u ru n
âla n u r” olur; “T an n istediğini kendi n u ru n a yönlendirir.”

“Allah O ’d u r ki sizi yarattı, sonra da size rızık verdi; sonra si­


zi ö ld ü rü r; so n ra sizi d ir iltir ...” (Sure 30/40)**
O sizi k u d retiy le yarattı ve ilm iyle d o y u rd u ve sizde O ’n u n
dışındaki h er şeyin y ok olm asını sağladı ve siz on u n la tek rar h a ­
yat b u ld u n u z.

Nur suresi, 35. ayet, (ç.n.)


Rum suresi, 40. ayet, (ç.n .)

108
rü zg ârları m üjdeleyiciler olarak gönderm esi de O ’n u n
a y e ü erin d en d ir.” (Sure 30/46)*
 şıklarının kalplerine lü tfu n d a n esintiler gönderm ek, O ’n u n
m u tla k h âk im iy etin in alâm etlerin d en b irid ir ve âşıkları çek in m e­
d en m u h ab b et h alısın ın üzerine gelsinler diye onlara çekingenlik
perd elerin i y ırtm an ın sevinçli m ü jd esin i verir. O , bu h alın ın ü ze­
rind e o n lara aşinalık şarabı içiriyor ve o n ların ü zerin d e kerem
rüzgârları estiriyor ve O, onları b ü tü n sıfatlarından arın d ırd ık tan
sonra, k en d i sıfatları ve vasıflarıyla yaşatıyor. A yrılık sın ırın d a
kalan kim se, b ü tü n yaratılanların b ir o ld u ğ u n u anlayana kadar
ve olm ayanın niçin olm adığını; so n u gelm eyenin niçin s o n u n u n
gelm ediğini anlayana kadar, T anrı’n ın h ak ik at halısına oturam az.

“Şüphesiz ki b u apaçık ve kesin bir im tih an d ı, d e d ik .” (Sure


37/106)**

M usibetler de T a n n ’d an gelm ektedir; esenlikler de. Em ir,


O ’n u n şanı yüce azam etidir ve yasak, O ’n u n zilletidir.

* Rum suresi, 46. ayet, (ç.n .)


** Saffat suresi, 106. ayet, (ç.n .)

109
Kalbimdeki bütün düşünceler
Sen’in etrafında dönüyor,
Dil, Sen’in aşkından başka
Hiçbir şey söylem iyor
Y üzüm ü doğuya çevirsem
doğudan nur saçıyorsun
Y üzüm ü batıya çevirsem
gözüm ün önünde duruyorsun
Y üzüm ü göğe çevirsem
görüyorum ki Sen ondan yücesin;
Y üzüm ü yere çevirsem
Burada her ye r Sen’sin.
Her şeye mekân veren Sen’sin
fa k a t Sen onun mekânı değilsin;
Her şeydeki küll Sen’sin,
A m a bizim gibi geçici değilsin.
Benim kalbim, vicdanımsın
Düşüncem, ruhumsun
Nefesin ritmi Sen’sin
Kalbimdeki düğüm Sen’sin.

110
A vrupa D ille r in d e Y ayım lanan E serlerd en Seçm eler:

Louis M assignon, La Passion d’al Hosayn ibn Mansour Al-HaUaj, martyr


mystique de l’Islam, 2 cilt halinde, Paris, 1922; daha sonra genişleti­
lerek 4 cilt halinde Paris, 1976. 4 cilt halinde İngilizce çevirisi: Her-
bert Mason, Al-Hallaj, mystic and m artyr o f İslam, Princeton, 1981.
------------- , Ruzbihan Baqli’nin Farsça tefsiriyle Kitab at-Tavasin'in Arap­
ça m etnini yayım lam ıştır, Paris, 1913.
“Le Divân d’al-Hallâj, Essai de reconstitution” (edition et tra-
duction), Journal Asiafique, 1931, sayfa 1-158.
-------- , “Divân” (traduit et presente), Cahiers du Sud, Paris, 1955 (Divan).
-, Akhbar al-Hallâj, reconstruite et completee par L.M. et
Paul Kraus, Paris 1936, 3. baskı 1957 (A khbar).
------------- , Receuil des textes inedits concernants l’histoire de la mystique
en pay s d’Islam, Paris 1929 (Receuil).
-, Essai sur les origines du lexique technique de la mystique mu-
sulmane, Paris, ikinci baskı 1954 (Essai).
-------- , “La survie d’Hallâj”, Bulletin des Etudes Orientales, Şam, XI,
1945-46.
-------- , “La leğende de Hallaçe M ansur en pays turcs”, Revue des etu­
des islamiques, 1941-46, s. 67-115.
-------- , “L’ceuvre Hallagienne d’A ttâr”, agy, s. 117-144.
-------- , Interferences philosophiques et percees metaphysiques dans la
mystique Hallagienne, Melanges M arechal, Brüksel, 1950, c. II, s.
263 ve devamı.
-------- , “La vie et les oeuvres de Rûzbihân Baqli”, Festschrift Johan-
nes Pedersen'in içinde, Kopenhag, 1953.
-, “Qissat H usayn al-Hallâj”, Donum natalicum H. S. Nyberg,
Stockholm 1954.

Roger Arnaldez, Hallaj ou la religion de la Croix, Paris, 1964.

Nader Musa Dahdal, Al-Husayn İbn Mansûr Al-Hallâg, Vom Mifigeschick


des “Einfachen Sufi” zum Mythos vom Mârtyrer Al-Hallâg, Erlangen
1983.

113
H. H. Schaeder, Besprechung von M assignons “Passion”, Der İslam XV,
1926.

A. Schimmel, Al-Halladsch, Mârtyrer der Gottesliebe, Köln, 1968.


------------- , “Das H allaj-M otiv in d er in d o -p ersisch en L itera tü r”,
Festschrijt Henry Corbin'in içinde, Tahran, 1977.
------------- , “The Martyr-M ystic Hallaj in Sindhi Folk Poetry”, Numen IX,
3, Leiden, 1962.
------------- , Ghalib and Hallaj - a dance in chains, “A dance of Sparks”ın
bir bölüm ü olarak, Delhi, 1978.
-, lqbal and Hallaj, önce Muhammad lqbal (Karaçi, 1939), daha
sonra genişletilm iş haliyle Gabriel’s Wing (Leiden, 1969) adlı eser­
lerin bir bölüm ü olarak. Hafeez Malik, Muhammed Iqbal, Poet-
Philosopher o f Pakistan, New York, 1972 (m aalesef kötü bir
edisyondur).
-------- , “Halladsch-M otiv in der m odernen islam ischen Literatür”,
Die Welt des Islams XXIII-XXIV, 1984.

F. A. D. Tholuck, Su/ismus sive philosophia persarum pantheistica, Berlin


1821.

Ayrıca bkz: A. Schimmel, Mystical Dimensions o f İslam, Chapel Hili


1975 veya Mystische Dimensionen des İslam, Köln, Diederichs, 1985.
(Türkçesi: tslam ’m Mistik Boyutları, çev. E. Kocabıyık, İstanbul,
2004)

Feridüddin A ttar’ın Tezkiret ül-Evliya’sı, İngilizcesi R.A. N icholson ta­


rafından yayım lanm ıştır. Leiden, 1905-07.

Cari W. Ernst, Words o f Ecstasy in Sufism (Albany, NY, 1985) adh ese­
rinde sufilerin “paradoksu” ve İslam zındıkları yargılama problem i­
ni incelemiştir.

İslam dünyasında Iraklı bilim adam ı M. Kâmil aş-Şaybi’nin konuyla il­


gili eserinin altını çizm ek gerekiyor. Yazar, Bir Konu Olarak Arap ve

114
Şark Edebiyat ve Sanatında Hallaç adlı eserinde Hallac’ın İslam k ü l­
türü üzerindeki etkilerini irdelem ekte ve Hallac’ın “Divan”ma yeni
bir yorum getirm ektedir.

Mısırlı şair Salah aş-Şabur’u n M a’sat al-Halladsch adlı eseri İngilizce ola­
rak Brill Yaymevi’nce (1972) yayım lanm ıştır. Hallac’ın idealini ve
hayatını dram atize eden H erbert M ason’u n eseri The Death of al-
Hallaj, University of Nötre Dame Press yayınları arasında yayım lan­
mıştır (N ötre Dame, ABD). A donis’in ve Abdelvahab al Bayati’nin,
Hallaç üzerine yazdığı m odern Arap şiiri örneklerinin Almancaları
için bkz. A. Schimmel, Zeitgenössische Arabische Lyrik, Tübingen,
1975.

115
F ayd alan ılan Kaynaklar:

Divan, Kaside Nr. 1 Receuil, s. 67


Akhbar s. 15, 21, 69, 23, 40, 24, Akhbar 41
42, 1 9 ,6 ,4 9 , 6 3 ,5 7 ,6 2 , 2 5 ,3 1 , Divan, fragman 23
67, 1+ Divan, fragman 15
Tezkiret ül-Evliya 11 139 Akhbar, 1, 15+, 51, 9
Akhbar 37, 29 Divan, fragm anlar 41, 47, 57, 21,
Divan, Kaside 2, şairin geride bı­ 3
raktığı, b ü tü n yaratılm ışların A k h b a r10
ikiliğinden, zam anların bilgi­ Divan, fragman 10
sinden sözeden başlangıç kısmı Divan, Kaside 9
olmadan. Divan, fragm anlar 36, 7
Akhbar 12, 38 A khbar 53
Divan, Kaside 4 Divan, fragman 5
A khbar 44, 27 A khbar 5 2 ,5 0
Divan, fragm an (m ukatta) 31 Tezkiret ül-Evliya 11, s. 152
Divan, fragman 1 A khbar 55, 1+, 3, 8+, 2, 16, 1, 17
Divan, fargman 9 Tezkiret ül-Evliya II, s. 143
Divan, fragman 12 Receuil, s. 77
Divan, fragman 61, Hallac’ın yeni Kitab et-Tavasin, Tasin el-fehm
çıkan aya hitap ettiği son m ısra Essai, s. 337 ilh., s. 359 ilh.
hariç. Divan, fragman 64, başlangıçsız.
Akhbar 43, 66, 5, 45, 35, 48.

117

You might also like