Professional Documents
Culture Documents
HALLAÇ
"Kurtarın Beni Tanrı'dan"
9 2 2 yılında Bağdat'ta devrin halife ve
ulemasının ortak kararıyla şehit edilen
Hallaç, o günden bugüne, bir efsane olarak
hem halkın arasında dilden dile dolaşmakta,
hem saray şairlerinin hem de halk
ozanlarının eserlerinde varlığını
sürdürmektedir. Doğu'da ve Batı'da hiçbir
İslam mutasavvıfı onun kadar aksiseda
bulmamıştır.
Hallac'ı bilen herkes onun cezbe halinde
söylediği meşhur "Ene'l-Hakk" (Ben Yaratıcı
Hakikatim) sözünü de bilir. Vahdet-i vücudu
yaşayan birinin, içten gelen haykırışı olan
bu söz yanlış anlaşılmış, onun "Ben
Tanrı’yım" dediğini sananlar dinlerini
korumak adına ona düşman olmuşlardır.
Oysa Hallac'ı Ahmed Yesevi'nin, Mevlânâ
Celâleddin Rumi’nin gözünden görmek
gerekir. Onlara göre Hallaç rahmete ve
kurtuluşa ermiş bir âlimdi.
Hallaç, varlığını İslam'ın mutlak tek Tanrı
inancına adayan bir dervişti. O bütün
varlığıyla buna tanıklık etmek istiyordu;
bunun için de bilinçli olarak her türlü çileyi
sineye çekiyordu. Onun, şahsi Tanrı
tecrübesini ve Tanrı'yı arayış çabalarını dile
getirdiği şiirleri ve paradoksları bugün de
okuyucuyu cezbetmekte ve düşünmeye
sevketmektedir. Şimdi okuyucunun önünde
iki seçenek var: Hayatın gerçek mânâsını
derinleştirmek üzere kendini kor gibi yanan
Tanrı ateşine bırakmak ya da Hallac'ı
tehlikeli bir m uhalif olarak görüp mahkûm
eden zihniyetin yanında yer almak.
HALLAÇ
“Kurtarın Beni Tanrı’dan”
Annemarie Schimmel
m
2 5 . YIL
Gri Yayın Dizisi: 75
A l-H alladsch
“O Leute, rettet m ich vor G o tt”
Texte islam ischer M y stik edited by A nnem arie Schim m el
ISBN 9 7 8 -9 9 4 4 -3 9 6 -9 4 -3
Pan Y ayıncılık
Barbaros Bulvarı 18/4 Beşiktaş 3 4 3 5 3 İSTANBUL
• Tel (0 2 1 2 ) 261 80 72 -2 2 7 56 74
• Faks: (0 2 1 2 ) 227 56 74
w w w .pankitap.coni
İn ternet satışlarım ız için: w w w .p and uk kan.com
A nnem arie Schim m el, (1 9 2 2 -2 0 0 3 ) Alm anya’da, Erfurt’ta doğdu. Babası
kend isini m istisizm ve felsefe alanlarmda yetiştirm iş bir posta görevlisiydi. A n
nesi ise d enizcilik yapan bir aileye m ensuptu.
15 yaşm dayken Hans Ellenberg’den Arapça öğrenm eye ve aynı zamanda
Fredrich Sebiller Ü n iversitesi’ndeki eğitim ine başladı.
1941 yılında Berlin Ü n iversitesi’nde İslam m edeniyeti ve dilleri üzerine
doktora yaptı. 194 6 -5 4 yılları arasında Marburg Ü niversitesi’nde, 1954-59 yılla
rı arasında da Ankara tlâhiyat F akültesi’nde Dinler Tarihi dersleri verdi. Bu ara
da (1 9 5 4 ) dinler tarihi konusunda ikinci doktorasını tamam ladı. Bonn ve Har-
vard Ü niversitelerinde çalıştı.
Schim m el, Bonn Ü niversitesi’nden onursal profesörlük unvanı; Pakistan
hü kü m etind en İslam, Tasavvuf ve M uham m ed İkbal’e ilişkin çalışm alarından
ötürü H ilal-i İm tiyaz olarak bilin en en yük sek dereceli sivil ödü lü almıştır. İs
lam edebiyatı ve kültürü, tasavvuf alanlarmda yazdığı pek çok kitap ve Farsça,
Urduca, Arapça, Türkçe dillerinden İngilizce ve Alm ancaya yaptığı çevirileri b u
lunmaktadır.
Batı’da İslam tasavvufunu en iyi bilen ve h issed en çok saygın bir bilim ada
m ı olan Annem arie Schim m el’in Türkçede yayım lanm ış kitaplarından bazıları
şöyledir:
Ben R üzgârım Sen A teş / M evlânâ Celâleddin R um î / B ü yü k M utasavvıfın H a
y a tı ve Eseri, R uhum B ir K adındır, Yunus E m re İle Yollarda, D inler Tarihine Giriş,
Tasavvufun B oyutları, Sayıların G izem i, Çağın M evlânâ’sı M uham m ed İkbal, İsla-
m ın M istik Boyutları, A şk M evlânâ ve M istisizm , T a n n ’n m Y eryüzündeki İşaretle
ri, H alifenin R üyaları - İslam da R üya ve R üya Tabiri, Şark Kedisi, M uham m ed İk
bal, H azreti M uham m ed, D inler Tarihi.
içindekiler
Bu kitap yayım a hazırlanırken, “Aman bir yerde bir yanlışlık yapıp Büyük
Hallac’a karşı bir kusur etm eyelim .” diyerek çırpınan Işık ve Ferruh Gençer’e kat-
kılanndan dolayı teşekkür ediyorum . Bu çalışmada onların em eği daha fazladır.
Daha doğrusu ve güzelini bulabilm ek için hem en hem en her cüm leyi, bazen ke
lim eleri tartıştık. Çünkü burada sözkon usu olan m etin, zat-ı şahsına m ünhasır bir
üslup sahibi Annem arie Schim m crin diliyle “Hallaç el-esrar” ile ilgiliydi!
o b ir dini değil, b ü tü n yaratılm ışları kapsayan m ü şterek bir
gayeyi, ru h u n nih ai hedefi İlâhî aşkı telkin ediyor; daha doğrusu
onu b ir sem bol o larak yaşıyor. Aynı zam anda bir aile babası olan,
yani aile so ru m lu lu ğ u taşıyan bir “in sa n ” olarak H allac’ın, hiçbir
şahsi hesap y ap m ad an canı pahasına haksızlığa karşı baş k ald ır
m ası, İslam d in in i ilkel ırkçı siyasî em ellerine alet eden bir yö n e
tim in zu lm ü altın d a ezilen m azlu m u n yanında yer alm ası, ideal
insan için güncelliğini h içbir zam an kaybetm eyen b ir m otivasyon
u n su ru d u r.
Hallaç, inançta dürüstlüğün, fedakârlığın ve h er şeyden önce
cesaretin sem bolüdür: “Elleri bağlı b ir insanın ellerini kesm ek k o
laydır. Er o d u r ki, sıfat elini arşın üzerinden çeke ve kese.” O n u n
telkin ettiği inanç tarzı olağanüstü hüm anisttir. O na göre ana gaye
insandır, insanın Tanrı aşkında yanıp “yok” olm ası, daha doğrusu
cüzi n u ru n M utlak N u r’da ebedîleşm esi veya o n u n ifadesiyle “fani
likten k u rtu lu p ezelîde fena bulm ası”dır. Bu anlam da insan h er
hangi bir d in için yaratılm am ıştır, bilakis ortaya çıkış sebebi insan
olan her bir din, vasat insanı T anrı’ya yaklaştıran bir yardım cı u n
surd u r, bir yoldur, b ir öğretidir; daha fazlası değildir. Zira, onun
bin yıl önce dediği gibi, “İlâhî H akikat’i din ışığı ile arayan kim se,
güneşi yıldızların ışığı ile arayan insana benzer.”
H allac’m telk in ettiği inanç k o rkuya değil, akla ve gönüle
bağlıdır. D u y g u -akıl-hakikat onda iç içe, b ir b ü tü n d ü r. Bazen,
“T anrım , ya b en i b en d e n al, ya beni b an a geri ver ki, b en h u zu ra
kavuşayım .” şeklinde feryad-ı figan ederek in san ın duygularını
altü st ederk en , b azen kısa ve öz, “O ’n d a n O ’n u n la k u rtu l!” diyor.
“Elleri bağlı denize attı ve seslendi: D ikkat et, su ıslatm asın
sen i!” A ltaylılar da hayatı bir akar suya benzetiyorlar. B edenleşen
ru h u n hayat d en izin d en ıslanm adan çıkm ası m ü m k ü n m ü? Bu
sem bolik ikilem nasıl aşılacak?
Hallac’ı o k u d u ğ u zam an insanın aklına şu soru geliyor: Kim,
Kim’dir? Hallaç cevap veriyor; “Ben, Ü ’yııın, benim sevdiğim O,
ve O, b enim sevdiğim O, Ben’im .” Hazmı zor bir söylem! tn san m
şaşkm iığı geçm eden o devam ediyor: “O ’nu lan n n ak iddiası, ceha
lettir. O’na daim a h izm et ettiğini d ü şünm ek, saygı eksikliğine işa
rettir. O ’n u n la m ü cadeleden sakınm ak iddiası, deliliktir. O ’n u n
h u z u ru n a k anm ak, ahm aklıktır. O ’n u n sıfatlarını tartışm ak, şaş
kınlıktır. O ’n u tanıdığını söylem em ek (bu k o n u d a susm ak) k o r
kaklıktır. O ’na yaklaşm aya çalışm ak, cesarettir. O ’n u n uzaklığına
şükredip m em n u n kalm ak, basit (aşağı) bir zih n iy ettir.”
H allac’ın diğer b ir ilginç y ö n ü de o n u n T ürklere d u y d u ğ u ya
kın lık tır. O n u n H orasan T ü rk leri ve o devirde H alife’n in o rd u
su n d a paralı ask erler olarak çalışan T ü rk kökenli askerler arasın
da çok sayıda d o stların ın o ld u ğ u n u biliyoruz; örneğin Bağdath
ü n lü su filerden T ü rk istan k ö k en h Şibh de b u n lard a n biridir.
Hallaç, T ü rk b o ylarının Islam ın duygusal-m istik yüzüyle ta
nışm a ve b u yüzü sevm e sü recin in öncü sü d ü r. YesevîUk ve Bekta
şîlik gibi T ü rk k ö k en h akım ların ilham kaynağıdır. îpek Yolu l ’i
yazarken,* Doğu T ü rk istan ’ın en ü cra köşelerinde H allac’m izleri
ne rastladığım da ken d im e şu soruyu sordum : Acaba Hallaç gibi
b ü y ü k b ir İslam sufisinin T ürklerle bu d en h ilgilenm esinin sebe
bi neydi? Şeriat İslam ı’na ve hilafete m uhalif görüş ve aykırı dav
ranışlarıyla çevresini ü rk ü ten , ik tid ar kaygısı taşıyan halifeliği
k o rk u tan ve so n u n d a Halife’n in ve ulem anın m üşterek kararıyla
h u n h arca katledilen b u dervişin T ü rk istan ’ın “kâfir T ü rk leri”yle
ne alâkası olabilirdi? Ç ünkü T anrı âşığı bu dervişin bizim anladı
ğım ız m ânâda dinlerle, in anm ak veya inanm am akla bir işi yoklu.
Ve nitekim diyor ki: “Ben dinlerin ne olduğu k o n u su n u çok d ü
şün d ü m . N eticede g ö rd üm ki, dinler, bir k ö k ü n çeşitli d a lla rıd ır.''
G. A hm etcan Asena
10
Giriş
“Eğer İslam tasavvufunu gerçekten anlam ak istiyorsanız, Hal-
lac’ı ve eserlerini tetkik ediniz." dem işti hocam Prof. H einrich
Schaeder. Ben o zam an genç bir öğrenciydim . Profesör Schaeder
de yıllar önce H allaç ü zerine çalışm ış ve o n u n h ak k ın d a şunları
yazmıştı:
“H allac’m İslam d in in in d erin h k le rin d e ifadesini b u lan k a
bullen m e ve sak lam an ın en son ve en saf so n u cu olan T anrı’n m
birliğine m ü k em m el b ir aşk ile teslim olm aktaki m aksadı, gizli
d en ve sadece k en d i için erm işlik m ertebesine ulaşm ak değil, b i
lakis o n u an latm ak, on d a yaşam ak ve o n u n için ö lm ek ti.”
O g ü n d en beri Hallac’a duyduğum hayranlık hiç bitm edi. Ö lü
m ü n ü n üzerin d en geçen bin yıl içinde sayısız sufi, şair, m ünekkid
ve ilim adam ım büyüleyen Hallaç, beni de büyülem işti. 922 yılın
da vahşice şehit edilen sufi h er an h er yerde varlığını sürdürm üş,
o n u n “Ene’l-H ak” (Ben Yaratıcı H akikatim ) feryadı, İslam dünya
sında ve bilhassa T ü rk ve İran kültürlerinde, H indistan’ın m ahallî
lehçelerinde, yüzlerce ve binlerce esrik dizede aksiseda bulm uştur.
M ehtaplı akşam larda Sind vadisinin en ücra köşelerinde.
11
rin d e b ir p an teist olarak gösterilm iştir. Asıl anlam ı “Ben Yaratıcı
H ak ik atim ” olan “E ne’l-H ak” sözü de, “Ben T anrı’y ım ” şeklinde
yo ru m lan m ış ve İslam m ilk d ev irlerin d en beri tasavvuf çevrele
rin d e A llah’ın en güzel 99 ism in d en biri olan H ak sözcüğü,
H allac’a istin ad en , A llah yerine kullanılm ıştır.
H allaç sadece sufilerin arasında değil h alk arasında da tan ı
nıp bilin m ek ted ir. Bir defasında, İstan b u l’da yataklarım ızın keçe
leşen p am u k ların ı, yay ve to km ağının ritm ik vuruşlarıyla çözüp
ayıran b ir hallaçtan. H allaçlar Loncası’n m piri sayılan Büyük
M ansur’u n yaşadığı ızdırabı ve acıklı ö lü m ü n ü b ü tü n teferruatı
ile dinlem iştik. Çileyi ve zu lm ü bilerek ve isteyerek sineye çeken
Hallaç, m o d ern Şark şairlerine göre, yerleşik âdetlerin dışında k a
lan ve kişisel d in d arlığ ı yaşarken belli sosyal reform ları da ger
çekleştirm ek isteyen ilerici d in d arlar için bir ö rnektir. Kelim esi
kelim esine d o ğ ru olm asa da, H allac’m yap tık ların ın b u m o d ern
y o ru m u , o n u n çağdaş en telek tü eller arasında bu k adar yaygın bir
etkisi olm asına b ir n ed endir. M uhalif görüşleri y ü zü n d e n H int
yarım adasında yargılanan veya hapse atılan ilerici yazarlar ise,
“darağacı ve yağlı ip”in gerçek âşıkların (veya daha iyi bir gelece
ğin kavgasını veren in san ların ) bir kaderi olduğu ve olacağı d ü
şüncesiyle k en d ilerin i teselli etm işlerdir. Z aten, H allaç da, varo
lan d ü ze n in kavram adığı veya kavram ak istem ediği şeyleri söyle
m em iş m iydi?
12
19. yüzyılda. M irza E. Galib* D elhi’de yazdığı bu dörtlükle,
eski b ir m otifi işlem iştir: H allaç İlâhî aşka dayalı tevhid sırrım
açıkladığı için yargılanm ıştır. Zira T anrı ile insan arasındaki aşk
sırrın ın bu şekilde ifşası yasaktır. V uslat üzerine alenen k o n u ş
m ak edebe aykırıdır. Tasavvuf! yorum a göre “E ne’l-H ak” cesur
bir sözdür. Ve Hallaç, b u n u n bedeli olarak ölü m ü tatm ak z o ru n
dadır. Sel gibi taşan aşk, saliki coştursa bile, şeriat o n u n susm ası
nı gerektirir.
Aynı nedenle, “m u ted il” sayılan tarikatlara m en su p sufiler de
dahil olm ak üzere, çok sayıda m ü n ek k id , H allac’m “E ne’l-H ak”
diye h aykırm asını o n u n ham lığının b ir işareti olarak y o ru m la
m ışlardır. O nlara göre Hallaç, şayet gerçek vahdete (T anrı’yla b ir
lik) erm iş olsaydı, susardı. Zira “K azan, içindeki su tam kayna
m adığı sürece g ü rü ltü çık arır.” ve “Kervan, hedefe v ard ık tan so n
ra çan sesleri su sar.” Öyleyse H allaç aslında A llah’ın cezbesine
kapılm am ıştır. O, ilâhı vahyin ağırlığını kaldırm aya m u k ted ir ol
m ayan sığ b ir k ap tır, b u yü zd en de çabuk taşm ıştır!
Daha so n rak i yüzyıllarda yaşayan b irço k sufi, H allac’ı p a n te
ist olarak k abul etti ve o n u n m eşh u r sö zü n ü de “bütün varlıkla
rın hirliği”n in b ir ifadesi şeklinde yorum ladılar. Bu nedenle de,
H allac’m 17. yüzyıldan itib aren tanınm aya başlam asıyla birlikte
ilk A vrupalI araştırm acılar da, o n u “katıksız bir panteist” olarak
gördüler. Yapılan bu ilk y o ru m ların kaynağı olan p ro testan din
adam ı F.A.D. T h o lu ck ’u n 1821’de yayım lanan Ssufismus sive ihc-
13
osophia persarum pantheistica adlı eserinin başlığında bile İslam
tasav v u fu n u n “p an teist k a ra k te rin d e n ” yola çıkılm aktadır. Ve bu
eserde H allac’ın “inanılm az b ir cesaretle alenen p an teizm in peçe
sini y ırttığ ı” ileri sü rü lm ek ted ir. Bu düşünceler, T h o lu ck ’u n fay
dalandığı kaynaklarla ilgilidir. O n u n elinde, Bağdatlı şehidin
p an teist o ld u ğ u n u iddia eden, geç devirlerde yazılm ış Farsça
eserler vardı.
Vaktiyle A lm anya’n ın ilk b ü y ü k Arap filologu Jo h a n n Jacob
Reiske (ö. 1774), H allac’ın T anrı’ya şirk k o ştu ğ u n u iddia eder
ken, Fransız B artholom e d ’FIerbelot, Bibliotheque Orientale adlı
eserinde H allac’ı “gizli b ir H ıristiyan” olarak gösterm iştir. Bu gö
rüş d aha so n ra A ugust M üller ve A dalbert M erx gibi bilim cilerce
de b en im sen m iştir. Bu görüş H allac’ın İnsanî ve ilâhı fıtrat h a k
kın d a söylediklerine dayanır. Bir süre önce Teoloji b ö lü m ü n d e
bu d o ğ ru ltu d a sayfa sayısı epey k abarık bir do k to ra tezi de ya
yım lanm ıştır. T ezin sahibi N. M. D ahdal, H allac’ı, H ıristiyanvari
düşü n celeri y ü z ü n d e n katledilen gizli b ir H ıristiyan olarak gös
term eye çalışm ıştır. H allac’ı akıl hastası olarak gören bilim in san
ları da vardır. (V aktiyle Hz. M uham m ed’i de bir p sik o p at olarak
g ören lerin çıktığı gibi!) Başka b ir grup bilim ci de, H allac’m elde
kalan az sayıdaki sözlerinde, katıksız bir m onizm * o ld u ğ u n u id
dia etm işlerdir. A. vo n K rem er ve daha çok M ax H orten, H allac’ın
“E ne’l-H ak” sözü ile U panişadların “Aham Brahm asm i” (ben
B rahm a’yım ) arasın d a b ir paralellik k u rm u şlard ır. Bu eğilim e za
m an zam an b u g ü n de rastlan m ak tad ır, özellikle de bazı M üslü
m an H in t b ilim ciler a ra s ın d a ...
H allac’ı d o ğ ru b ir şekilde anlam ak, Louis M assignon’u n bir
ö m ü r boyu sü re n çalışm aları neticesinde m ü m k ü n olm uştur.
M assignon, H allac’m b ü tü n risalelerini -bulabildiği kadarıyla- ya
yım layarak, b ü y ü k sufin in İslam tasavvufu içindeki ro lü k o n u
14
su n d a y e n i b ir an lay ışın o lu şm asın ı sağ lam ıştır. A ncak,
M assignon’u n , eserinde, H allaç gerçeğinin tarih î bo y u tu ile daha
ilk devirlerde ortaya çıkan ve gelişen efsanevî b o y u tu n u h er za
m an b irb irin d en ayırm am ış olm ası, N. M. D ahdal tarafından eleş
tirilm iştir. A ncak ilk devir Arap k ay naklarındaki sayısız tarih î b il
giye rağm en şeh it H allac’ın gerçeğe u y g u n b ir biyografisini h az ır
lam ak h em en h em en im kânsızdır.
E lim izde, H allac’ın oğlu H am d’d an kalm a bir hayat hikâyesi
var. Bu belge, tarih î gerçeğe en yak ın olanıdır, ancak bu da riva
yetlerle takviye edilm iştir. Diğer b ir kaynak da M assignon’u n yıl
larını vererek topladığı şiirlerdir. B unlar H allac’m m istik d en e
yim lerini an lam ak açısından çok önem hdir. Bu şiirlerde, Hal-
lac’ın, T an rı’ya y ak ın lık ve uzaklık arasında nasıl ızdırap çektiği;
bu ızdırabı nasıl can-ı g ö n ü ld en arzuladığı ve n ad ir vuslat an ları
nı nasıl dile getirdiği, güzel ve İlâhî b ir dille anlatılm aktadır. Eli
nizdeki k itap ta yer alan bilgiler H am d’ın kısa biyografik n o tları
n ın yanı sıra M assignon ve Paul K raus’u n Ekber el-Hallac adlı
eserde to p ladıkları b ilgilerden kaynaklanm ıştır.
H allac’m hayatıyla ilgili sathî bilgileri şöyle sıralam ak m ü m
k ü n d ü r; Hallaç, yaklaşık 858 yılında İran ’ın güneyindeki Fars eya
letinde, Beyza’da doğdu. P am u k çu lu k b akım ından zengin olan
T ustar veya V azit’te büy üdü. Hallaç m ahlası, baba m esleğinden
kaynaklanm ış olabileceği gibi, gençliğinde gösterdiği bir keram e
te de bağh olabilir. Oğlu H am d’a göre. Hallaç, kalpleri tam am en
“altü st” ettiği için sevenleri arasında Hallaç el-esrar şeklinde isim
lendirilm iştir. T akriben iki yıl Şeyh Sehl bin A bdullah et-Tüste-
rî’ye (ö. 896) şakirdlik yaptı. Şeyh T ü ste rfn in İslam tasavvufuna
en ön em h katkısı, ezelî n u r teorisini geliştirm iş olm asıdır. Bu te
oriye göre, Hz. M u ham m ed’in n u ru , ezelî n u r olarak kabul edilir
ve b ü tü n yaratılışın sebebi olarak görülür. Hallaç, bu düşünceyi
daha sonra Kitab et-Tavasin adlı risalesinde şiirsel b ir dille ele al
15
m ıştır. Bir sü re sonra, aşağı yukarı on sekiz yaşlarındayken Bağ
dat’a giden Hallaç, bu rada zam anın iki önem li sufisine şakirdlik
yaptı. Abbasi Halifeliğinin başkenti olan Bağdat aynı zam anda İs
lam dini içindeki tasavvuf akım ının da m erkeziydi.
Bu akım , hızla b ü y üyen ve zenginleşen İslam İm p arato rlu
ğun d a, d ün y ap erestliğ in yaygınlaşm asına şüphe ile b akan ilk d e
vir M ü slü m an ların ın katı çileciliğinden d o ğup gelişm işti. K endi
lerin i K ur’a n ’m d erin lik lerin e b ırak an ve d in î vecibeleri içselleş
tirip d erinlem esine yaşayan bu zahitler, m u h tem elen Suriye, Irak
ve L ü b n an ’ın H ıristiyan rahipleri ile İslam to p rak la rın ın doğu sı
n ırın d a yer alan Kuzey A fganistan’ın Baktirya bölgesinde yaşayan
B udist rah ip lerd en ve diğer d inlerde göze çarpan çileci ak ım lar
dan da etkilenm işlerdi. M üslüm an zahitlerin b ir kısm ı H ıristiyan
m ü n zev iler gibi y ü n d en yapılm ış elbiseler giyerlerdi; hattâ bu n a
istin ad en o n lara sufi (suf yani y ü n ) adı verildiği tah m in ediliyor.
F akat o n lar safiyet k ö k ü n d en tü rettik leri safa kavram ını k u llan
m ayı tercih etm işlerdir.
K aranlık çilecilik dünyasına saf T anrı aşkı düşüncesi, bilebil
diğim iz kadarıyla, Rabia adlı b ir k adın sufi (ö. 801) tarafından so
k u lm u ştu r. Rabia, ceh ennem k o rk u su n u veya cen n et ü m id in i ak
lına g etirm ed en T an rı’ya yönelm iş ve ilk defa m u tlak T anrı sevgi
sini dile getirm işir. Rabia’m n düşünceleri k e n d in d en sonra gelen
sufileri d erin d e n etkilem iş ve 9. yüzyılda Kuzey İran ’d an M ısır’a
kad ar İslam d ü n y asın ın h er tarafında tasavvuf akım ları yayılm a
ya başlam ıştır. M ürşitler m ü ritlerin e nefse hiçbir kolaylık tan ım a
yan en sert özd en etim i telkin ediyorlardı. İnsan ile Allah arasın
daki aşkı h er zam an incelikli kelim elerle tanım ladılar. Oysa gayet
iyi biliyorlardı ki “A şktan daha latif h içbir şey y o k tu r ve kavram
lar sadece kav ram ın k en d isin d en daha latif birşeyle ifade edilebi
lir. Bu y ü zd en de aşk ifade edilem ez.” (S üm m ün el-M uhib, ö.
900). İlâhî Bir’liğin gittikçe daha derinlerine inen sufiler, İslam
16
ılc (bilhassa tasavvufî İslam ), özellikle Pers etkisiyle Irak ’ta yay
gınlaşan du alist Z erdüşt öğretisi ve H ıristiyan teslis öğretisi arası
na net sın ırlar çektiler. Fiilin tek Fail’i O ’d u r, evet, O ’n u n Bir’liği
o kadar saftır ki, O tek M evcuddur.
T evhidin bu tü r sırları Bağdat’ta k ü çü k ezoterik çevrelerde
konuşuluyordu. A ncak sufiler b u sırları, u zu n ve çileli bir hazırlık
sürecinden geçm em iş, o nların dili ile, tarikatın hâl ve m ertebele
rini yaşam am ış; tövbe edip tevekkül, sabır, k orku ve üm ide sığın
mamış; m u tlak “h u z u r”u n basam aklarını takdir-i İlâhîyle çıkm a
mış; ister rahm et, ister ceza şeklinde olsun, O ’n u n tarifi m ü m k ü n
olm ayan ra h m etin d en başka bir şeye ü m it bağlam am ış ham kim
selere açm anın ne k adar tehlikeli o ld u ğ u n u n idraki içindeydiler.
Bu arada tarik at yo lunda ilerlem enin ru h sal m ertebeleri aşa
ğı yukarı sistem atize edilm işti. S onunda genelde T anrı aşkı veya
T anrı id rak i vardı. Sufinin nihai hedefi “F ena fillah”, yani “Tan-
rı’da fanı o lm ak ” idi. Bu hâl O rtaçağ A lm an m istik lerin in isabet
li bir şekilde T an rı’da yok olm ak (Entwerden) olarak isim len d ir
dikleri hâldir. O n ların hedefleri var olm adan önceki hâllerine,
yani “sadece T an rı’m n var o ld u ğ u ”, yani özne ile nesne arasın d a
ki ayrılığın olm adığı. T anrısal birliğe (tevhid); T a n n ’n m y aratıl
m am ış ru h lara h itap ettiği âna geri dönm ekti. T anrı o zam an r u h
lara şöyle so rm u ştu : “Ben sizin Rabbiniz değil m iyim ?” ve onların
cevabı, ‘'...Evet Rabbimizsin, şahidiz...” (Sure 11112)* olm uştu. Bu
elest b ezm inde ru h ların tek T anrı’ya hizm et etm eleri, O ’n u n
birliğine inanm ayı ve hem hayatta, hem de kıyam et g ü n ü n d e
O ’n u n Bir’liğine şah ad et etm eyi ta a h h ü t ettikleri bu “ezelî akit",
sufilerin d ü n y a g ö rü şü n ü n esasını o luşturm aktadır.
Z am anın yön etim i sufilere şüpheyle baktığı için, Bağdatlı
* Araf suresi, 172. ayet. Kadim and’ın içildiği an; Tanrı’nm ruhlara; “Eles-
tü bi-rabbiküm ?” (Ben sizin Rabbiniz değil m iyim ?) diye sorduğu gün. (Kur’an-
1 Kerim’den yapılan tüm aimtılar, Elmalılı Hamdi Yazır m ealinden alınm ıştır.)
(ç.n.)
17
m ü rşitler İlâhî sırların alenen k o n u şu lm asın ın ne kad ar tehlikeli
o ld u ğ u n u biliyorlardı. “Ben dem ek hakkı, sadece T a n n ’y a mahsus
tur.” diyen H arrâz ve özellikle o n u n daha genç çağdaşı Bağdatlı
C ü neyd gibi m ü rşitler m ü ritlerin e, k o n u şm aların d a telm ih ve
tevcih y o lu n u tu tm aların ı telkin ediyorlardı. Ö nceki sufilerin
eserlerinde gö rü len p arad o k slar da gerçeği alenen söylem ek yeri
ne gizlem ek çabası olarak görülebilir. Üç harfli k ö k lerd e n ü re ti
len ve isten en istikam ette türetilebilen, a n c a k b u n a rağm en k ö
k ü n d ek i farklı m ânâları tam am en kaybetm eyen A rap dili, ü stü
kapalı ifade tarzı için ideal b ir araçtı. Z aten eski tasavvufî m etin
leri tercüm e etm en in zorluğu da b u rad a yatm aktadır. Kaldı ki, bu
tü r m etin lerin edebî dil güzelliğini çevirilerde aynen verm ek de
m ü m k ü n değildir.
G enç H üseyin ibn M ansur el-Hallac, işte böyle bir ortam da
Bağdatlı m ü rşitlerin arasına girdi. O nlardan ders aldı ve içlerinden
b irin in kızıyla evlendi. A ncak çok geçm eden kayınpederi kızını
“çok k u rn az bir sihirbaz ve sefil bir kâfir”le evlendirdiğini anladı!
Diğer m ürşitlerle de geçinm ekte zo rlu k çeken Hallaç, hac niyetiy
le M ekke’n in y o lu n u tu ttu . O rada sü rd ü rd ü ğ ü riyazet hayatı çok
geçm eden çağdaşlarını dehşete düşürdü. Rivayetlere göre, Bağ
dat’a d ö n d ü k ten sonra bir gün tasavvufî bir m eseleyi danışm ak
üzere C ü neyd’in kapısını çalan Hallaç, o n u n “Kim o?” sorusuna,
“Ene’l-H ak” cevabını verir. B unun üzerine C üneyd onu, “Bakahm
kam nla hangi darağacım lekeleyeceksin” şeklinde lanetler.* Bu ola
yın 896 yılında, yani Hallaç otuz sekiz yaşlarındayken v u k ü b u l
duğu tah m in ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki, h alkın Hallac’a teveccü
18
hü çağdaşlan ve bilhassa Bağdatlı sufiler arasında kıskançlıklara
yol açm ıştı. Bağdat’ı ve ailesini terkeden Hallaç, bir kaç sene İslam
İm p arato rlu ğ u n u n kuzeydoğusunu gezer; Doğu İran, T ürkistan
ve Sistan’ı d olaştıktan sonra G üney İran üzerin d en geri döner. Ah-
vaz ü zerin d en Basra’ya geçer. G ittiği yerlerde sürekli vaaz eder ve
halkı Allah yo lu n a çağırır. Rivayete göre, Basra’dan d ö rt yüz m ü
ridi ile b irlikte ikinci hac yolculuğuna çıkar.
Bir süre sonra Bağdat’a geri döner. Ahvaz’daki ailesini yanm a
getirtir ve kendi ifadesiyle, “kâfirler diyarına giderek halkı Hak y o
luna çağırmaya” k arar verir. Hallac’ın düşm anları o n u n H indistan’a
ü n lü ip o y unu gibi H int büyülerini öğrenm ek için gittiğini ileri sü
rerler. Gemiyle Basra’dan G ucerat’a geçen Hallaç, Sind vadisini d o
laşarak Pencap’a ve m uhtem elen Keşm ir üzerinden T ürkistan’a*
geçer. Seyahatleri esnasında ne kadar insanın İslam dinine geçm e
sini sağladığını bilm iyoruz. Fakat Sind, Pencap ve Keşm ir gibi böl
gelerin m istik halk şiirinde Hallaç adına diğer bölgelere nispeten
daha çok rastladığım ızı söyleyebiliriz. H er ne kadar bu yörelerin
edebiyat eserleri daha sonraki devirlerde yaratılm ışsa da, biz o n u n
ektiği to h u m ların insanları ilâhı aşk ve birlik fikirlerine hazırlam ış
old u ğ u n u kabul edebiliriz. Hallac’ın faaliyetlerini şüpheyle takip
eden m erkezi idare, o n u n Sind vadisini gezerken o devirlerde İs
lam dünyasının h er tarafında ortaya çıkan ve tehlikeli bir h u z u r
suzluk kaynağı olarak görülen aşırı Şii grubu K arm atlar ile irtibat
ku rm u ş olabileceğinden endişeleniyordu. Zira K arm atların ezote-
rik öğretisi siyasî bir darbeyi hedefliyordu.
Oğlu H am d’m bildirdiğine göre, Bağdat’a dönen Hallaç, dünya
nın dört bir yanından m ektuplar alm aya başlar. Hallac’a esrarengiz
Hallac’ın Türkistan (Kaşgar üzerinden Uygurların bugünkü Turfan ya
kınlarındaki başkenti K oço, daha sonra oluşacak olan Karahanlılar devletinin
ilk başkenti Balasagun ve benzeri önem li yerleşim m erkezlerini) b ölgesin i gez
diği ve Türkler üzerinde halen canlılığını koruyan derin bir etki bıraktığı biUn-
m ektedir. Yesevîlik ve Bektaşîlik gibi büyük l ürk tarikatlarında Hallac’ın özel
bir yeri vardır, (ç.n .)
19
ad ve unvanlarla hitap edilen bu m ektupların arasında O rta As
ya’daki M aniheistlerin* zengin desenli el yazm alarında olduğu gibi
çok kıym etli kağıtlara yazılmış olanlar da vardı. Tabii bu arada m u
halif sufilerin çekem em ezliği iyice artm ıştı; yönetim de o n u n faali
yetlerini yakın takibe almıştı. Hallac’m böyle bir ortam da yeniden
hacca gittiğini görüyoruz. O rada iki sene kaldıktan sonra tekrar
Bağdat’a döner. Burada bir arsa ahr ve m eşhur vaazlarına başlar.
Bağdat pazarlarını gezerken anlaşılm ası güç ifadelerle halkı kendi
ni öldürtm eye çağırması, m utaassıp M üslüm anları şaşırtan sözleri,
haykırışları, yüksek sesle ağlam aları ve uluorta gülm eleriyle halkı
dehşete düşürm esi Hallac’m farklı veçheleri olarak rivayet olunur.
D üzen yan lıların ın H allaç aleyhinde olm alarını anlam ak
m ü m k ü n d ü r. Bu sırada “p lato n ik ” aşk üzerine bir kitap yazan en
katı m ezhebin tem silcileri de Hallac’a düşm an oldular ve b ir iftira
ile on u saraya ih b ar ettiler. Zira Hallac’ın m u tlak T anrı aşkı ve in
sanın, vecdin n ad ir anlarında yaşadığı yaratılm ış İnsanî ru h ile ya
ratılm am ış (yani ezelden var olan) ilâhı R uh arasındaki aşk ve
vuslat öğretisi, ilâhiyatçılara ve ulem aya göre caiz ve m ü m k ü n de
ğildi. Bir yandan da siyasî d u ru m , Hallaç gibi şüpheli kişilerin üze
rindeki d en etim in yoğunlaştırılm asını gerektiriyordu. Sürekli de
ğişen ve b irb irin e d ü şm an h ü k ü m et üyelerine bağım lı genç H ali
fe, ülkedeki S ü n n î ve Şii grupları k o n tro l altında tu tm an ın gayre
ti içindeydi. F akat m alî d u ru m u n da kötü olm ası, ülkede yöneti
m i zorlaştırıyordu. Hallaç tasavvuf çevrelerinden yeni m uhalifler
edinince, beklenen oldu ve yönetim H allac’m tutuklanm asına ka
rar verdi. Bunu önceden haber alan Hallaç kaçtı, fakat kısa sürede
yakalandı. A yaklarına zincir vurularak zindana atıldı. İlk yargılan
m asından sonra nispeten yum uşak m uam ele gördü ve bir zin d an
dan ötekine nakledildi. Hallac’ın, b ir hastalığım tedavi ettiği tah-
20
m in edilen H alifenin an nesinin araya girm esi neticesinde, m ah k û
m iyet hayatı kolaylaştırıldı ve m abeyinci N asr el-K uşûrî, Hallac’ın
sadık b ir dostu olarak kalm aya devam etti. 919 yılından sonra,
belki de yaşanan b ü y ü k m alî kriz neticesinde siyasî şartlar da iyi
ce ağırlaşm ıştı. Bu sırada Hallaç altı ya da yedi yıldır hapisteydi.
H allac’m , m abeyinci K uşûrî’n in adam ların ın yanı sıra b ir çok
gardiyan ve cezaevi hizm etlisine, “ölüleri diriltm eye m uktedir ol
duğunu ve ruhların ona hizm et ettikleri”ni anlatm ası, vezir Ha-
m id ’in de kulağına gitti. H allac’m evi arandı. V erilen bilgilere gö
re, “aramalar esnasında bazıları altın m ürekkeple Çin kağıdına y a
zılıp brokar ve ipekle ciltlendikten sonra kaliteli deriyle kaplanmış
çok sayıda risale ele geçirildi. Bunların arasında içlerinde garip ör
neklerin y e r aldığı ya zışm alar vardı. M ektuplarda Hallaç arkadaş
larının dünyanın dört bir yanına dağılmalarını istiyordu. İnsanları
onun yoluna çağırmalarını; kendisinin onlara öğrettiği gibi, nihaî
hedefe varıncaya kadar ilmi hâlden hâle, mertebeden mertebeye
adım adım aktarm alarını ve bunu yaparken de herkese kendi akıl ve
anlayış, algılama ve itaat ölçülerine göre hitap edilmesini öğütlüyor-
du. Ayrıca kendisine sorulan sorulara verilen cevaplar da bu risale
lerde ye r alıyordu. Bunların pek çoğunda sadece ya za n ve yazılan
kişilerin anlayabileceği sembolik ifadeler kullanılm ıştı. Tom ar
hâlindeki kağıtların bazılarında resimler, resimlerin içine bir çem
ber şeklinde A lla h ’ın (cc) adı ve bunun içine de “A li’y e rahm et” cüm
lesi öyle itina ile işlenmişti ki, bunu ancak dikkatle inceleyen ve dü
şünen kim se çözebilirdi."
N ihayet vezir başkadıyı H allac’m ölüm kararın ı im zalam ası
için ikna etm eyi başardı. K arar ayrıca seksen d ö rt şahide im zala
tıldı ve 23 Z ilkade 3 09’da (26 M art 922) infaz edildi.
Elde kalan rap o rların çoğunda H allac’m darağacı ve ça rm ıh
taki ö lü m ü ü ze rin d e d u ru lm ak tad ır. T am o n u n arzuladığı b ir
ölüm o lm uştu; halk ı sü rekli olarak -dinin m üdafaası için- k e n d i
21
ni öld ü rtm ey e teşvik eden o değil m iydi! Zira halk, H allac’ı öl
d ürm ek le, işlediği hay rm m ükafatm ı alacak; H allaç da hasretiyle
yam p tu tu ştu ğ u T anrısm a kavuşacak, O ’n d a fena bulacaktı. Aca
ba b u rad a M assignon’u n dediği gibi, “kendini başkaları için kur
ban etme ülfeüsü”n d e n söz edilebilir m i, bilm iyorum . F akat H al
laç, çağdaşlarından b irin in ifade ettiği gibi, ö lü m ü sevgiliye g ö tü
ren b ir k ö p rü gibi gören, u z u n şehit sufiler zin cirin in ilk h alkası
dır. O g ü n d en itib aren H allac’m adı, aşk yo lu n d a k en d in i m u tla k
aşka k u rb a n eden ve âşıkm m aşu k tan gelen h er cefaya severek
katlan d ığ ın ı ve h attâ b u cefayı hararetle arzuladığını ö rn e k alan
ve bu y ü zd en d u ygusuz din adam ları ve zalim yö n etim ler tarafın
dan ö ld ü rü len h erk es için bir sem bol olm uştur.
İşte H allaç m enkıbede karşım ıza bu şekilde çık m ak tad ır ve
b u şekildeki b ir H allaç efsanesini yıkm ak p ek de kolay bir iş d e
ğildir -o n u n aleyhinde ve h attâ ona düşm an yeni ve eski devre ait
b u k ad ar kaynağa rağm en!- T u tu cu S ünnî çevreler daim a o n u n
sözlerine karşı olm uşlardır. Bir kısım çağdaşları gibi daha so n ra
ki devirlerde yaşayan bazı y o ru m cu lar da o n u n T an rı’n ın ikih ta
biatını an latan gizli b ir H ıristiyan o ld u ğ u n u zannetm iş olabilirler.
Fakat H allac’m H ıristiyanlığa özgü terim leri k ullanm ış olm ası,
kesinlikle b u in an cın b ir ispatı olarak gösterilem ez. U n u tu lm a-
m ah d ır ki, H ıristiyan d ü şü n ü ş tarzı o çağda Yakın D oğu’da çok
yaygındı ve o çevrelerde geliştirilen term inolojinin b ir bölü m ü
b ü tü n d in â lim le ri ve su file r a ra sın d a k u lla n ılm a k ta y d ı.
M assignon, H allac’m K ur’an-ı K erim ’deki Hz. İsa m enkıbesini
kendine ö rn e k aldığını g österm ektedir; fakat Hallaç, “A llah’ın
Peygam beri”n d e n söz ettiği zam an, N. M. D ahdal’in iddia ettiği
gibi Hz. İsa’yı değil, daim a d erin saygı duyd u ğ u Hz. M uham m ed’i
k astetm ek ted ir. H er sufi gibi H allaç da kesin b ir biçim de
K ur’an ’ın em irlerin e göre yaşam aktaydı; h attâ k ü ç ü k b ir kısm ı
g ü n ü m ü ze k ad ar ulaşan b ir de K ur’an tefsiri yazm ıştı. K ur’an ’la
22
yaşam ak o n u n için “kıyam et g ü n ü n ü yaşam ak”tı. Ç ü n k ü A llah’m
kelâm ı olan K ur’an, olm uş ve olacak her şeyi ihtiva etm ektedir.
Sufinin gayesi, o n u n m ânâsının derin lik lerin e inm ek ve daim a
yeni m ân âlar keşfetm ektir. P eder Nwyia haklı olarak, tam ve k e
sin m ânâsıyla K ur’a n ’a göre ve K ur’a n ’da yaşayan ilk devir sufile-
ri için “hafızanın K ur’an’la ştm lm a sı”ndan söz etm iştir. Aynı şey,
“T a n n ’n ın en sevgili k u lu ” Hz. M uham m ed’e d u y u lan sevgi ve
saygı için de geçerlidir. Hallaç, m ürşidi T ü ste rfn in Hz. M uham -
m ed h ak k ın d ak i “ezelî nur” teorisini ele alarak şiirsel b ir üslupla
yen id en işlem iştir. Ve sıradan b ir din âlim i, Peygam ber’in hadis
ve sü n n etlerin i rivayet yoluyla gittikçe uzayan bir zincir hâlinde
b irb irin d en ö ğ ren irk en , H allac’m Rivayet adlı risalesinde b ild ird i
ğine göre, o b ü tü n b u bilgileri kaynağından ve h attâ K ur’a n ’da ol
m ayan T anrı k elâm ını İlâhî güçlerden öğreniyordu.
H allac’ta en çok dik kati çeken yön, o n u n T anrı iradesine bu
derece canh iştirakidir. T anrı, hiç şü p h e y o k tu r ki, ulaşılm ası
m ü m k ü n olm ayandır. Y aratılanın h er b o y u tu n u n ü stü n d ed ir.
Yücedir. H er şeyden m ü nezzehtir. L ah u ttu r, b ü tü n zam an lard an
ve h er y aratılm ıştan önce vardı ve dolayısıyla ulaşılm ası m ü m k ü n
değildir. F am in san ı O ’n d an ayıran, ezeliyet öncesidir. F akat H al
lac’m telk in ve tecrü b esine göre, lah u t olan T anrı’n ın b ir de na-
su t (insanlık) tarafı v ard ır ki, bu  dem ’in yaratılm asında tecelli
etm iştir. Bu y ü zd en  dem karşım ıza, T anrı’da saklı n a s u tu n u n
aynası olarak, “h ü v e h ü v e ” (o, o) şeklinde çıkm aktadır. Hallaç,
sık sık zik red ilen b ir b eytinde şöyle dem ektedir:
23
M assignon’u n söylediği gibi, başta Bağdatlı C üneyd olm ak
üzere, H allac’ın çağdaşı b ü y ü k sufilerin nazarında T anrı ile birlik
hâli an cak “ulaşılm ası m ü m k ü n olm ayan İlâhî b irlik güneşi ile
k av ru lu p yo k o lu n d u k ta n so n ra ” m ü m k ü n d ü r. H allac’a göre k u t
sallık T an rı’d an gelen h er şeye bile isteye katılm aktır. Hallaç,
k en d i irad esin in T anrı iradesi içinde şekil değiştirm esi için gay
re t etm iştir. İn san irad esinin T anrısal iradeyle tam olarak birleş
m esin in y o lu n u da “çileyi özlem ek ve ona tah am m ü l etm ek te”
b u lm u ştu r. T an rı iradesine b u derece canh k atılım sayesinde su-
fi, “İlâhî rahmet hâllerini yaşam ış, T a n n ’y a dokunm uş" ve böylece
“Hz. M uham m ed’in vahiy esnasındaki ruh hâlini o da tatmıştır."
M uhaliflerinin K ur’a n ’ın k ö tü bir taklidi olarak g ö rd ü k leri Riva
y e t risalesi ve m u h telif d in î vecibelerin yerine o anda daha fayda
lı am eller işlenebileceği yolu n d ak i öğretisi, b u yaklaşım la açıkla
nabilir. Hallaç, hac ziyareti yerine yetim çocukların doyurulm ası
gibi başka hayırlı b ir işin de yapılabileceği görüşündedir! Söylen
tiye göre, H allac’m b u ve benzeri iddiaları o n u n m ah k û m iy et k a
rarı k o n u su n d a bardağı taşıran son dam la olm uş.
Hallaç, yaratıcı İlâhî H akikat ile d o ğ ru d an irtibat hâlinde ol
d u ğ u n d an em in o lduğu için “Ene’l-Hak" (Ben Yaratıcı H aki
katim ) dem iştir. Bu “teopatik ifade”, yani şath veya H ıristiyan
m istik lerin in diliyle söylem ek gerekirse, bu “p arad o k s”, H allac’m
inan ç sistem in in ö zü n ü teşkil etm ektedir. O na göre, v uslatın n a
d ir an ların d a yaratılm am ış İlâhî Ruh, yaratılm ış İnsanî ru h a o k a
d ar y ak laşm ak tad ır ki, o n u (İnsanî ru h u ) kaplam akta ve bu so h
b et esnasında b ir özne değişim i v u k ü b u lm ak tad ır -O an d a T anrı
k en d in e d u y d u ğ u sevgiyi yani, “k en d isin in in san tab iatın ın su re
tine d u y d u ğ u yaratılm am ış sevgiyi izhar eder.- A ncak b u arada
k en d in d ek i ezelî su ltan lığ ın aşkm iığı ne o rtad an k alkar ne de
azalır. Bu hâl M assignon’a göre, “apokaliptik adaletin* bir ferya-
24
di”, diğer b ir ifadeyle, “T anrı’nın , beni dahil her şeyini... elinden
aldığı” b ir in san ın feryadıdır. B urada söz edilen, İnsanî ve İlâhî
Zat’ın b irlik te davranm asıdır; yoksa daha sonraki çağların m istik
akım ve edebiyatlarında tek rar tek rar y o ru m lan an in san ve Tan-
rı’n m neticed e b ir ö zü n iki yüzü olduğu bir tevhid görüşü değil
dir. Bu g ö rüş nedeniyle H ak k elim esinin T anrı olarak tercüm e
edilm esi âd et o lm u ştu r; fakat u n u tm a m a k gerekir ki, H allaç h iç
b ir zam an “Ene A llah” (Ben T an rı’yım ) dem em iştir. Ç ü n k ü böy
le b ir ifade gerçek b ir şirk olurdu.
Hallaç eserlerinde ayrıntılı b ir şekilde şeytanla da m eşgul ol
m uştu r. İslam iyet’e göre, ibUs veya şeytan, A llah’ın b ü tü n m elek
ve ru h lara Hz. A dem ’e secde etm eleri y o lu n d ak i em rine itaat et
m ediği için lanetlenm iştir. Vaktiyle “m eleklere ö ğ retm en ”lik ya
p an ve ü stelik ateşten yaratılm ış olduğu için g u ru r duyan şeytan,
b u em re itaat etm ez ve lanetlenir. H allaç ve o n d an so n rak i bir çok
sufi, şeytanı, birliği tanıyan yegâne yaratık olarak övm üşlerdir.
Şeytan, T an rı’d an başkasına nasıl secde edebilirdi? B urada o ld u k
ça girift b ir m esele ile karşı karşıyayız. T anrı, şeytanın  dem ’e
secde etm esini em retm işti; fakat, k en d isin d en başka kim seye sec
de edilm em esini em red en de O değil m iydi! Şeytan b u ikilem den
nasıl sıyrılabilirdi? Ö zü nde şeytanın itaatsizlik etm esini isteyen
T anrı idi; yoksa o k en d i iradesiyle em re itaatsizlik edem ezdi.
G erçek âşık, sevgiliye itaatk ârd ır ve sevgiliden yüz çevirm ek ye
rine, o n u n lan etin i b ir şeref nişanesi olarak kabul eder. H allac’m
b azen k en d in e de atfettiği şu m ısralar, şeytanın çıkm azını tasvir
etm ek açısından d ik k ate şayandır:
25
Kitab et-Tavasin adlı eserinde bu k o n u y u geniş bir biçim de
işlem esi, o n u n , ilâhı irade ve İlâhî em ir ikilem i karşısında ne k a
d ar b ü y ü k ızdırap çektiğini gösterm ektedir. O b u rad a k en d in i
şeytanın ve F irav u n ’u n yanm a koym aktadır; çü n k ü b u rad a adı
geçen h erk es “Ben” dem iştir. Şeytan: “Ben o n d an (Â dem ’den) d a
ha ü s tü n ü m .” dedi. F iravun ise “Benim en b ü y ü k R abbiniz.” (Su
re 79/24).* Hallaç: “Ben Yaratıcı H akikatim .” dedi. Bu “Ben” sö
z ü n ü n ark asın d ak i sır, H allac’tan so n rak i sufilerin daim a zih in le
rini karıştırm ıştır. İslam ’ın en b ü y ü k m istik şairi M evlânâ Celâ-
ledd in R um î’n in de M esnevi’de, H allac’ın “Ben”i ile F irav u n ’u n
“Ben”ini karşılaştırdığı m eşh u r b ir şiiri vardır.**
R um î’n in M esnevisi’nd ek i karşılaştırm aya istin ad en bir şiir
yazan F ried rich R ückert, şiirinin son b ö lü m ü n d e şöyle seslen
m ektedir:
26
o an bir ses duydu:
“Firavun o sözü söylediğinde
Ben’i unutmuştu,
Sadece kendini düşünm ekteydi.
Hallaç ferya t ettiğinde ise,
Sadece Ben’i düşünüyordu
Kendini tamamen unutmuştu.
Ve bu nedenle
Firavun’un ağzındaki “B en”e
Lanet ettim
Hallac’ın ağzındaki “B en”e ise
R ahm et!”
27
rüşlerini içerir: Hz. M uham m ed için yazılm ış b ü y ü k m ethiye, şey
tanı savunm ası ve ilk defa burada karşım ıza çıkan, sonradan İran
lirizm inde en çok işlenen konu olan pervane ve m um m otifi gibi.
Çeşitli eserlerin Batı dillerine tercüm e edilm esinden sonra G oethe,
Rahmet Hasreti adlı şiirinde bu m otifi kullanm ıştır.
Ö te y an d an aynı eserden H allac’ın B ağdatlıları nasıl h ayretler
içinde b ıraktığını, ib ad et esnasında h alk ın alışık olm adığı davra
nışlarda b u lu n d u ğ u n u , örneğin am uda kalkarak ibadet ettiğini de
(m u h tem elen b u rad a yoga etkisi söz k o n u su d u r) öğreniyoruz.
H allac’m zam an zam an bilerek yaptığı aykırı h arek etler insanları
rahatsız ediyordu. İn sanın aklına şöyle b ir soru geliyor: Acaba
b u g ü n . H allaç gibi, m u tla k ilâhı birliği arayan ve d in in radikal bir
biçim de içselleştirilm esini talep eden ve b u n ları h asret dolu hay
kırışlarla g ö steren garip bir in san çıkıp gelse, ona nasıl davranı-
hrdı? O in an an ları im tih an a çağırırken, o n u n çağında B ağdat’ta
b ir ilâhiyatçı veya sade b ir vatandaş olsaydık, tepkim iz ne o lu r
du? Ne derdik? O n u n vaazlarını inanılm az b ir k ü stah lık olarak
m ı g ö rü rd ü k , yoksa m e c n u n lu k m u sayardık?
H allaç efsanesini b u k adar can h tu tan , belki de o n u n b u tah
rik edici karak terid ir. H in t İslam m ın ıslahatçısı ve P akistan’ın
m anevî m im arı M u h am m ed İkbal (ö. 1938), başlangıçtaki tered-
d ü tü n d e n sonra, H allac’m heyecanlı şahsiyetini id rak etm iş ve
o n u adeta, k en d i ideah olan, “M anevî Ö lülerin D irilişi”n in bir
m odeli o larak benim sem iştir. M assignon’u n H allaç biyografisini
İngilizceye tercü m e eden A m erikalı yazar H erbert M ason, şehit
sufiye karşı beslediği d uyguları sadece k ü ç ü k bir dram ada dile
getirm ekle kalm am ış, 1966 yılında yazdığı b ir şiirle H allac’ı çağ
daş in san için belki de biraz daha anlaşılır b ir hâle getirm iştir:
28
Sahne hazırlanm ıştı; belki bir cilvesiydi
Önce tutuklanm ana ve sonra ölümüne
Sebep olan mazinin: “Dedesi m ecusi”,
Belki, “isyanda görülm üştün kölelerle”,
Belki, “fa z la beraber olmuştun sim yacılarla”.
Belki, Hindistan gezisi - veya başka şeyler...
29
Yasanın dediği gibi; lâkin O idi,
Seni seven; bir emir, bir düstur değil.
Duruşmada kıskanç bir sufi,
Mecnun ilan etti seni.
O “erm iş’tir ” dedi bir m uhafazakâr.
Resmî m akam ların gözünde ikisi de suçtu
30
1
I
I
I
1
ii
iI Dualar - Şiirler - Rivayetler
i
iI
I
i
I
I
i
[E]
İşte buradayım, benim sırrım, sırdaşım!
Buradayım, emrine amade, gayem, arzum.
Sana sesleniyorum; aslında seslenen Sen’sin hana
Sen benimle konuşmasan bir şey söyleyebilir m iyim ben
Sana?
33
Bâtınım ı kaplayan O sevgiliden gayri;
Sadece O biliyor çektiğim çileyi benim:
O’nun iradesindedir ölüm üm ve hayatım.
Ey en büyük arzum , misafirim, hasretim.
Hayatın ruhu, dünyam , inancım!
“Seni azat ettim !’’ de, kulağım, gözüm!
Neden tereddüt ediyorsun. Sana uzağım diye mi?
Sana uzaktakilerin gözlerine perde çeksen de
Kalbim Sen’i uzaktan da görüyor çok uzaktan
34
Bir dost anlatıyor:
Bayda so k ak ların d a ark asın d an gidiyordum . Bir d am ın ü ze
rind en b irin in gölgesi ü zerine dü şü n ce, Hallaç gölgenin sahibini
görm ek için başını y u k arı kaldırdı. G ölgenin sahibi güzel b ir k a
dındı. Sonra H allaç b an a d ö n d ü ve “Bu kısacık an y ü zü n d e n b a
şıma gelecek belaları g ö receksin.” dedi. A radan yıllar geçti. Hal-
iac’ı çarm ıha g erd iklerinde, b en de to p lan an kalabalığın içindey
dim ve ağlıyordum . Bir ara göz göze geldik. Bana şöyle seslendi:
“M usa, sen in de şah it o ld u ğ u n gibi kim başını göğe k ald ırır da ca
iz olm ayan b ir şeye bakarsa, o da böyle b en im gibi h alk ın bakış
larına m aru z k alır.”
1 Bu, sadece Ramazan ayında oruç tutm ak farz olm asm a rağm en, H allac’ın
M ekke’de sürekli oruç tuttuğu şeklinde yorum lanabilir.
35
İbrahim ibn Seybani anlatıyor:
Ebu A bdullah el M ağribi ile M ekke’ye geldik. Bize H allac’ın
Ebu Kubeys d ağında o ld u ğ u n u söylediler. O raya gitm ek üzere
yola koy u ld u k . Öğle saatlerinde H allac’ın b u lu n d u ğ u yere vardık.
Hallaç b ir kayanın ü zerinde o tu ru y o rd u . O kad ar terlem işti ki,
ü zerin d e o tu rd u ğ u kaya tam am en ıslanm ıştı. Bu hâli gören Ebu
A bdullah, geri d ö n d ü ; bize de geri dönm em izi işaret etti, biz de
geri d ö n d ü k . Sonra Ebu A bdullah, “İbrahim , eğer ö m rü n kifayet
ederse, o y u k arıd a g ö rd ü ğ ü n adam ın başına neler geleceğini gö
receksin. Hallaç, T anrı ile sabır yarışına girm iş. T anrı, hiçbir
m ah lu k atm dayanam ayacağı b ir bela verecek o n a .”
36
Hallaç bir gün bir davette birkaç m uam m a okudu. Orada hazır
bulunanlar Hallac’ın sözlerini tasvip etmediklerini hissettirdiler.
Ev sahibi İbn H a ru n ’u n ölüm cül hastalığı olan bir oğlu var
dı. H allac’a, “O ğlum için dua e t.” diye ricada b u lu n d u . Hallaç,
“K orkm ana gerek yok. O ğlun artık iyileşm iştir.” cevabını verdi.
O anda ço cu k san k i hayatında hiç h asta olm am ış gibi içeri girdi.
Herkes h ay retler içinde kaldı. İbn H arun, ağzı m ü h ü rlü bir kese
getirdi ve H allac’a u zatarak, “Şeyhim , b u kesen in içinde üç bin
d in ar var. İstediğin gibi dağıt.” dedi. O anda m isafirler n e h rin k e
narındaki b ir odada toplanm ışlardı. Hallaç, keseyi aldı ve Dicle’ye
attı! Sonra şeyhlere dö nerek, “Siz benim le tartışm ak istiyorsu
nuz, am a ne hak k ın d a? Ç ü n k ü ben, sizin haklı o ld u ğ u n u zu , b e
nim haksız o ld u ğ u m u b iliy o ru m .” dedi ve çekip gitti.
E rtesi gü n İbn H aru n akşam ki k o n u k ların ın hep sini y eniden
çağırdı. Keseyi o n ların ö n ü n e koydu ve şu n ları anlattı: “D ün H al
lac’a ne verdiğim i d ü şü n d ü m ve pişm an o ld u m .” A radan bir saat
bile geçm em işti ki, H allac’ın dervişlerinden b iri çıktı geldi ve d e
di ki: ‘Şeyhin sana selam ı var. Sana şu n ları iletm em i istedi: Piş
m anlık duym a, kesen işte burada! Ç ü n k ü T anrı’ya itaat edene,
karalar ve d enizler itaat ed e r!”
37
Bir dost anlatıyor:
Z erd ü şt B ehram ibn M arzuban, b ir gece yarısı bana geldi; çok
varlıklı b ir kişiydi. İçinde iki bin d in ar b u lu n a n bir keseyi bana
uzatarak , “Beni H allac’a g ö tü rü r m üsün? Belki sana olan saygısı
n ın hatırın a, bu keseyi sen in elinden kabul ed er.” dedi. K alktık,
b erab er H allac’ın evine gittik. Seccadenin ü zerin d e o tu rm u ş, y ü k
sek sesle K ur’an ok u y o rdu. B uyur etti, o tu rd u k . “Bu saatte neye
ihtiyacınız v ar?” diye sordu. O lanları anlattım . Parayı alm ayı re d
detti; fakat b en çok ısrar ettim . Beni çok sevdiği için, kıram adı.
Keseyi aldı ve b an a dö n erek, “Sen bu rad a kal, gitm e.” dedi. Ben
kaldım , Z erd ü şt B ehram gitti.
Sonra Hallaç ayağa k alktı ve beraberce M ansur C am ii’ne git
tik. D ervişler içeride uyuyorlardı. O nları uyandırdı. K esesinin
içindeki b ü tü n parayı o nlara dağıttı. Ben, “Şeyhim , n için sabaha
kadar sab retm ed in ?” diye sordum . “G erçek fakirler için geceyi
N isibin^ akrepleriyle geçirm ek, bu kad ar parayla geçirm ekten d a
ha iyidir.” diye cevap verdi.
^ N isibin akrepleri çok zehirli olurlar. Cebinde parayla bir gece geçirm ek
eski bir sufi gelen eğin e göre yasaktır.
38
Ebu Yakup en-Nehracüri anlatıyor:
H üseyin ib n M ansur, M ekke’ye ikinci gelişinde yan ın d a d ö rt
yüz kişi vardı. Şehre g ird ik ten sonra etrafa dağıldılar; sadece k ü
çü k b ir g ru p o n u n y an ın d a kaldı. A kşam old u ğ u n d a ona, “M ü rit
lerin iftara n e yiyecekler?” diye sordum . Bana, onları Ebu K ubeys
dağına g ö tü rm em i, söyledi. G ö tü rd ü m . Y anım ızda iftarım ızı aça
cak b ir şeyler vardı. O ru c u m u zu b o z d u k tan sonra. Hallaç, “Biraz
tatlı yesek nasıl o lu r? ” dedi. “F akat biz h u rm a y ed ik ” cevabını
verdik. O da, “Ben ateşte pişm iş b ir şey yem ek istiy o ru m .” dedi.
Sonra b ir an kayboldu. G eri geldiğinde, elinde çeşitli tatlılar
la do lu b ir tepsi vardı. Ş üphelendim . Bir parça tatlı aldım sak la
dım , so n ra pazara g ö tü rd ü m ; b ü tü n tatlıcılara gösterdim , kim se
bu tatlıyı tanım adı. “M ekke’de b u tü r tath yapılm az!” dediler.
Sonra tatlıyı gösterdiğim b ir k ad ın aşçı, “Bu tatlıyı sadece Za-
b id ’de^ yaparlar. F akat b u n u n taşınm ası m ü m k ü n değildir. B ura
ya k adar nasıl getirildi, an lam ıy o ru m .” dedi. Ş üphem iyice arttı.
Kadın da Z abid’e gideceğini söyleyince, ona, Z abid’e vardığında,
b ü tü n tatlıcıları gezm esini ve tath do lu bir tep sin in kaybolup
kaybolm adığını öğren m esini tem bihledim . K adından b ir kaç gün
sonra b ir m ek tu p aldım . G erçekten de bir tatlıcının tath do lu bir
tepsisi yok olm uş. O an d an itibaren H allac’ın k a n u n dışı fiiller
den de çekinm eyen b ir sihirbaz old u ğ u n a inanm aya başladım ; ta
ki k ad ın d an ik in ci b ir m ek tu p alıncaya kadar. İkinci m ek tu p ta,
H allac’ın tathcıya tep sin in ve tath ların parasını fazlasıyla ödediği
yazılıydı. B u n u n ü zerin e H allaç h ak k ın d ak i k ö tü d ü şü n ce le r kal
b im d en silindi ve b u n u n o n u n k eram etlerin d en biri o ld u ğ u n u
anladım .
3 Zabid, Y em en’in Tihama sahillerinde yer alan, din âlim leriyle m eşhur e s
ki bir yerleşim m erkezidir. M ekke’den Zabid’e günlerce süren yolcu lu k tan so n
ra varılabilir.
39
Ebu îshak el-Hulvanî anlatıyor:
H allac’a on yıl süreyle hizm et ettim . O na en yakm in san lar
d an biriydim . H ak k m d a sürekli d ed ik o d u lar d u y uyordum ; suçla
n ıy o rd u , kâfir o lduğu söyleniyordu. E tki altında kalarak b en de
şüpheye dü ştü m . Bir g ü n bu d ed ik o d u lard an ona bah settim ve
d edim ki, “Şeyhim , b âtın ı ilim ler k o n u su n d a biraz bilgi sahibi ol
m ak istiy o ru m .” “Sahte bâtını m i, gerçek bâtını m i?” diye sordu.
Ben d ü şü n ü rk e n o devam etti;
“G erçek bâtını: B unun zahiri şeriattır. H er kim hak ik ati şeri
atın zah irin d e d ikkatlice arar ve b u lu rsa, ona b u n u n b âtın ı da açı
lır. İşte b u b âtın T an rı’yı bilm ektir. Am a sahte b âtm îh ğ in içi dı
şın d an daha ç irk in d ir ve dışı içinden daha iğrençtir. B ununla
m eşgul olm a!... Şim di sevgili oğlum , ben sana, şeriatın zahirini
nasıl yaşadığım ı anlatm ak istiyorum : Ben hiçbir m ezhebin hiçbir
k o lu n a tâbi olmadım;"^ bilakis o nların h ep sin in en zo r ve en ağır
taraflarını aldım ve b u n lara uydum . H içbir zam an gusletm eden
ve abdest alm adan nam az kılm adım . Ve şu anda karşında d u ru
yorum . Yetmiş yaşında ve ö m rü m ü n son elli yılında bin yılın iba
d etin i yapm ış b ir hâlde... Ve h er ibadetim , b ir önceki hatalı iba
d etim in yerine geçm ek ü ze re.”5
^ G enel olarak M üslüm anlar dört büyük m ezh ep ten birinin takipçisi olur.
Bu m ezhepler arasmda ayrmtılarda kü çü k farklar vardır. Ve bu farklar g en ellik
le h u k u k î ve ibadete yön elik sorulara verilen cevaplardan kaynaklanır. Hallaç,
bu dört m ezh eb in uyulm ası en zor kaidelerini kabul etm iş böylelikle şeriatı en
m ük em m el şekilde yerine getirmiştir.
5 Beş vakit nam az sırasında ön em h bir hata yapılır veya dikkat dağılırsa
kural, nam azın tekrarlanmasıdır. Hallaç, namazlarında gerçek bir sufinin vara
bileceği en so n noktayı yani kalbin her şeyden arındırılarak Tanrı’ya odaklan
m asını ve cezbe için d e B irliğe ulaşm ayı hedeflerdi. Buna ulaşam adığını
düşünüp nam azlarının hep eksik oldu ğunu düşünürdü.
40
1
I
II
iI
iI
s Tevhid Üzerine
II
s Tevhid, Tanrı’nın B irliğini bilmektir.
^ “Tanrı’dan başka ilâh y o k tu r ” inancının özüdür.
I
I
iI
Ii____________„
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Bir g ü n H allac’m yanına gittim ve “Bana tevhid h ak k ın d a bir
öğ ü t v er.” dedim . “T evhid, k eh m elerin ötesindedir; b u yüzden
tevhidi kelim elerle ifade edem ezsin.” dedi. “O hâlde ‘Lâ ilâhe il-
lallah’ın m ânâsı n e d ir? ” diye sordum .
“Bu O ’n u n , gerçek tevhid ehliyle karışm asın diye, avam ı m eş
gul ettiği b ir ifadedir. T evhid in an cın ın şeriatın ö tesindeki izahı
b u d u r.” diye cevap verdi.
Sonra yan ak ları k ızardı ve dedi ki: “Söylediklerim i kısaca
özetlem em i ister m isin ?” Evet, dedim . “H er kim T anrı’n m Bir’li-
ğine şah ad et ettiğini iddia ederse, o b u n u n la T a n n ’ya şirk koşm uş
olur. ”6
43
Bir dost anlatıyor:
N ahrevan C am ii’n d e H allac’ı gördüm . Bir köşede, iki rekât
nam azda K ur’a n ’ı hatm ediyordu. E rtesi g ü n selam verdim ve b a
na tevhid h ak k ın d a birşeyler öğretm esini rica ettim . “Bilesin ki,
insan T an rı’n m B irliğ in e şahadet ettiği zam an, k en d i varhğm ı da
teyit etm iş o lu r ve k endi varhğm ı teyit eden kim se, gizli pu tp e-
re sth k yapm ış olur. H er şeyden m ü n ezzeh -u lu T anrı, yarattıkları
arasın d an seçtiği b irin in dih ile k endi birliğine şahadet eder. Eğer
O b en im d ilim d en k en d i B irliğine şah ad et ederse. O, O ’d u r ve bu
O ’n u n işidir. Yoksa, O ’n u n B irliğine şahadet etm ek benim ne
h ad d im e?”
44
Kim, T anrısallığın beşeriyete karıştığını veya beşeriyetin
Tanrısallığa karıştığını söylerse, kâfirdir. Zira, h er şeyden yüce
T anrı, k en d i zat ve sıfatlarını, y arattık ların ın zat ve sıfatlarından
tecrit etm iştir. O, o n lara hiçbir şekilde benzem em ektedir. O nlar
da T a n n ’ya asla benzem ezler. Ezelî ile fanî arasında b en zerlik ol
duğu nasıl dü şü n ü leb ilir?
Ve kim Yaratıcı’n m bir m ek ân ın içinde veya ü stü n d e veya bir
m ekâna bağlı o ld u ğ u n u veya b âtın olarak k en d in i göstereceğini
veya hayal edilebileceğini veya tasavvur edilebileceğini ileri sü
rerse, T an rı’ya şirk koşm uş olur.
45
O ’n u tanım ış olm anın işareti, dünya ve ahiretten el çekm ektir.
46
İnsanlığın vasıfları, ebediyetin vasıflarının bâkîliğinin ispatı
n ın d elilidir ve bâkîliğin vasıfları, insanlığın vasıflarının geçicili
ğini gö steren delildir. H er ikisi de, gerçek tevhidin tem eli olan
ezelî sebebin id rak in e g ö tü ren yollardır.
47
Hallaç, bir öğrencisine yazdırıyor:
A nd olsu n ki, R ahm an ve R ahim olan T anrı -H am d O ’na
m ah su stu r- m u tla k h âkim olarak ken d i k en d in e var olm uş bir öz
d ü r, ezeliyetiyle k en d i olm ayan h er şeyden tam am en ayrılm ış ve
k en d i d ışındaki h er şeyden tecrit olm uştur. H içbir şey O ’nu n la
karışm az ve h içb ir şey O ’n u n la karıştırılam az. H içbir m ekân O ’n u
içine alam az ve h içbir zam an O ’n u kavrayam az, hiçbir d ü şünce
O ’n u tah m in edem ez, h içbir şey O ’n u tasavvur edem ez, hiçbir b a
kış O ’na ulaşam az, h içbir y o rg u n lu k ona yaklaşam az.
Sonra k o n u ştu :
48
Bir tanık anlatıyor:
Hallac’ın Bağdat pazarında şöyle bağırdığını duydum:
Ey M ü slüm anlar, yardım edin bana! O, ne ru h u m la yakın lıir
ilişki k u rm am a izin veriyor, ne de ru h u m u alıyor ki, k u rtu lu p
h u zu ra kavuşayım . Bu b enim katlanam ayacağım b ir cilve.
Sonra o kudu:
49
Sükun ve sonra sessizlik ve sonra dilsizlik,
Ve bilmek ve sonra bulm ak ve sonra göm m ek
Ve toprak, üzerinde ateş ve sonra bir pırıltı.
Ve soğukluk, sonra bir gölge ve sonra güneş.
Ve kayalık ve sonra düzlük ve sonra çöl.
Ve ırm ak ve sonra deniz ve sonra kurum ak,
Ve sarhoşluk ve sonra ayılm a ve sonra hasret.
Ve ya k ın lık ve sonra buluşma ve sonra aşinalık
Sıkıntı, sonra kurtuluş, sonra yokoluş
Ve ayrılık, sonra vuslat, sonra tükeniş
Yakalama, sonra bir itme, sonra cezbe.
Tasvir, sonra perdenin kalkm ası, sonra örtü.
Boş sözler bunlar; bu dünyayı değeri olmayan
bir bakır akçeyle bir tutanlara.
Kapı ardındaki sesler bunlar; zira insana ait
kelimeler yakınlaştıkça dönüşür fısıltıya.
Ve insanın m enzile ulaştıktan sonra hatırladığı
En son şey, “B en”dir, “Benim kısm etim ”;
Zira m ahlukat arzuların kuludur.
Ve Tanrı’nın hakikati “U lu’d u r”.'^
^ Hallaç, bu şiiri ile seyr-i sülûkta yaşanan farklı tecrübelere işaret etm ek
tedir.
50
1
iI
I
iI
im Tanrı’ya Yakınlık - Tanrı’ya Uzaklık
i
I
I
iI
iI
iI
i_______ ,
Hallaç, bir defasında yatsı nam azının selamından sonra şöyle
dua etti:
Ya Rabbim ! B ü tü n iyilikler Sen’dendir; b ü tü n iyiliklerin ü m it
kaynağı Sen’sin. Sen, h er önem li k o n u d a m ü racaat edilensin; her
ihtiyacm giderilm esi için eller Sana açılır; Sen’in h er şeyi kapla
yan lü tfuna, affına, ve m erh am etin e sığınılır. Sen tanırsın, fakat
tanınm azsın. Sen g ö rü rsü n , fakat görünm ezsin. Y arattıklarının
kalp lerin in en ü cra kö şelerindeki en k ü ç ü k duyguları bilirsin ve
Sen h er şeye kadirsin. Ben ise, Sen’in aşkının n esim in d en bir
esinti ve Sen’in yak ın lığ ından bir nebze k o k u b u ld u ğ u m için, y ü
ce dağları alçak, gökleri ve yerleri k ü ç ü k görüyorum . A nd olsun
ki, b ir an lık cezbe hâli veya ateşh nefesim in bir lahzası karşılığın
da b ana cen n eti satm ak istesen, alm am . Ö nüm e Sen’in b ü tü n ce
zalarını ihtiva eden ceh ennem i koysan, o n u n ateşine tah am m ü l
etm ek Sen’in b an a k en d in i gösterdiğin anlara tah am m ü l etm ek
ten daha kolaydır. Y arattıklarının h ep sin i affet, beni affetm e; o n
lara m erh am etli ol, b an a m erh a m et etm e! Sen’d en k en d im için
bir şey istem iyorum ve Sana ken d i haklarım için yalvarm ıyorum
- ben k en d im i Sana teslim ettim , bana istediğini yap!
53
N okta, h er çizginin başlangıcıdır; çizgi ise, bir araya gelm iş
n o k talard an oluşur. Dolayısıyla, n e çizgi n o k tad an vazgeçebilir,
ne de n o k ta çizgiden. Ve h er çizgi, ister düz, ister eğri olsun, bir
noktayla başlar. Ve in san ın gözü nereye ilişirse ilişsin, orası iki
n o k ta n ın arasında b ir n oktadır.
Ve bu hâl, gözle m ü şahade edilebilen h er şeyden ilâhı H aki-
kat’in z u h u r ettiğ in in ve gözle görülebilen h er şeyden parladığı
n ın işaretidir. B unun için “İçinde T an rı’yı görm ediğim hiçbir şey
g ö rm ü y o ru m .” diyorum .
54
u fu k ta ışıklarını gösterir sadece.
Nasıl? Sadece zahiriyle bilinir o “N a sıl”.
Bâtını ise özün özüyle.
Kör karanlıkta şaşırır m ahlukat.
Onu ararken izlerden başka birşey göremez,
T anrı’y a, hedefe yönelir zan ve hayalle
Havaya dönüp yü zünü, semayla konuşur
Halbuki Tanrı daima onların arasındadır
Ve her an onların hallerini değiştirir
Ah, O’ndan u za k olm adıklarım bir bilseler
Ve O ’nun onları asla terketmeyeceğini
55
3
Ii
I
I
I
I
I İman ve İmansızlık
ii
I
I
1
I
I
i
i
[£ l
İbrahim ibn Fatîk anlatıyor:
Bir gece H allac’ın y anına gittim . N am az kılıyordu; Bakara su
resini okum aya başlam ıştı. Sonra kaç rek ât nam az kıldı bilm iyo
ru m , b ek lerk en u y kuya dalm ışım . U yandığım da, F ussilet su resi
n i (41. Sure) o k u y o rd u . O zam an anladım ki, K ur’an ’ı h atm etm ek
istiyor.® K ur’an ’m b ü tü n ü n ü b ir rek âtta o k u d u . İkinci rek âtta d a
ha fazlasını. N am azını b itird ik te n sonra bana d ö n d ü ve gü lü m se
yerek dedi ki: “O ’n u n rızasını k azanm ak için m i nam az kıldığım ı
zan n ed iy orsu n ? O ’n u n rızasını ibadetleriyle kazanacağını sanan
kim se O ’n u n h o şn u tlu ğ u için b ir fiyat biçm iş o lu r.”
Sonra gü lerek devam etti:
® Rekât, nam azın kıyam , rükû ve secdelerden oluşan bölüm leridir. Her re
kâtta Fatiha suresi ve nam az sureleri okunur. İki, üç veya dört rekâttan oluşan
vakit nam azlarına istenirse fazladan rekâtlar ilave edilebilir. Vasat M üslüm anlar
belli sureleri okurken, dindar olanlar, özellik le de tasavvuf ehli, u zun sureleri
okum ayı seçerle; hattâ, P eygam berim izin kılm akla yük üm lü olduğu ancak ü m
m etin e tavsiye ettiği (sü n n et) gece nam azlarında (teh eccü d ) bü tün bir Kur’an-ı
Kerim’i hatm ederler.
^ Hallac’ın sık sık zikredilen bu beyti, bilhassa katı dindar çevrelerce sü
rekli tenkit edilm iştir. Beytin farklı varyantları vardır. Burada Hallaç, cezbe
hâlindeyken nam azın insanı bu hâlden çekip alarak, dindarların şeriat çerçeve
sindeki dünyasına geri getirm ekte olduğunu; diğer bir deyişle, Tanrı’dan k op
mak, ayrılmak m ânâsına geld iğini anlatm ak isliyor.
39
Bir dost anlatıyor:
Bir gece çölde dolaşm aya çıktım . Baktım ki, H allaç bana doğ
ru geliyor. Yaklaşınca, selam verdim . Bana, “B urada bir aç köpek
var. Bana kızartılm ış b ir k u zu ve iki pide al getir; bu rad a bekliyo
ru m .” dedi. G ittim , b ir şeyler aldım getirdim . O, köpeği, kendi
ayağına bağladı ve k u zu ile pideleri ö n ü n e koydu. Et ve pideyi ye
d ik ten sonra, köpeği serbest bıraktı. K öpek g ittik ten sonra bana
d ö n d ü ve şöyle ko n u ştu: “G ü n lerd ir nefsim in b en d e n istediği
b uydu. Ben h ep d iren d im ; ancak bu gece nefsim in istediklerini
b u lm ak üzere dışarı çıktım . A ncak ulu T anrı beni o n u n ü zerinde
m uzaffer k ı l d ı . S o n r a cezbe hâlinde okum aya başladı:
Rivayetlerde nefs, sık sık m ücadele edilm esi gereken ve daha iyi şeyler
yapabilmesi için terbiye edilm esi gereken bir kara köpek şeklinde tasvir edilm ek
tedir. (Bazen de nefs, binilerek terbiye edilm esi gereken inatçı bir ata benzetil
mektedir.) Sufilere göre, “en büyük cihat”, nefse karşı sürdürülen cihattır.
Hanbelî m ezhebinin kurucusu olan Ahmet bin Hanbel (ö. 85 7 ), zamaran-
da gelenekçi din âlim lerinin hderiydi. Kur’an’m, “yaratılmamış Tann kelâm ı” oldu
ğu yolundaki iddiasında ısrar ettiği için, bir ara yönetim in takibatına maruz kaldı.
Çünkü o devirde yaklaşık otuz yıl iktidarda kalan M utezile hareketi için Kur’an,
şüphesiz Tann kelâmıydı, lâkin yaratılmıştı. Sonraları Suudi Arabistan’da hüküm
süren Vahhabilik akımı da Hanbelî m ezhebinin içinden çıkmıştır. Hanbel’in Bağ
dat yakınlarındaki türbesi bugün halen her m ezhepten ziyaretçinin uğrak yeridir.
60
ruy o rd u . O farkına varm adan yanm a yaklaştım . H üseyin ibn
M ansur o ld u ğ u n u gördüm . A ğlayarak şöyle diyordu: “Ah, beni
aşkıyla sarh o ş eden ve yakınlığıyla şaşkına çeviren Sen! Ezeliye-
tinle h er şeyden m ü n ezzehsin ve tek başına hak ik at tah tın a o tu r
m uşsun. Sen’in o tah tta o tu rm an , yerin orası olduğu için değil,
adil o lan ın o o ld u ğ u içindir. Sen’in uzaklığının sebebi farklı ol-
m an d an d ır, yoksa k en d in i u za k laştırm an d an değil. Sen’in h u z u
ru n d a olm ak, Sen’i tanım akla m ü m k ü n d ü r, m ekân değiştirm ekle
değil. Sen’in gaybm , k en d in i perdelediğin içindir, uzaklara gitti
ğin için değil. Ü stü n d e Sana gölge d üşürecek, altında Sen’i kaldı
racak h içb ir şey y o k tu r. Ö n ü n d e Sen’i sınırlayacak, ark an d a Sana
yetişecek h içb ir şey y oktur.
Sana yalvarıyorum . Sen’in kab u l b u y u rd u ğ u n bu m ezarların
ve b en im aradığım m ak am ların yüzü suyu hü rm etin e: Beni b e n
den k o p arıp ald ık tan sonra, b eni bana geri verm e. Beni b en d en
gizledikten sonra, b en i bana b ir daha gösterm e. Beni öldürm eye
kalkacak k u lların ın ve dü şm an larım ın sayısını a rtır!”
Beni farkedince, d ö nüp baktı ve gülüm sedi; sonra başını geri
çevirdi ve dedi ki: “İçinde b u lunduğum hâl, m üridin ilk m ertebesi
dir!” Ben hayretler içinde sordum : “Şeyhim, sen diyorsun? Eğer bu
m üridin ilk m ertebesi ise, o n u n m ürşidinin m ertebesi nedir?”
“Yalan söyledim . Bu, M ü slüm am n olm anın ilk m ertebesidir.
Hayır, yine yalan söyledim . Bu daha çok kâfirin ilk m erteb esid ir.”
cevabını verdi.
Sonra üç defa haykırdı ve yere düştü. A ğzından k an gelm eye
başladı. Eliyle bana uzaklaşıp gitm em i işaret etti. O nu o hâlde bı
raktım ve gittim . Ertesi sabah onu M ansur Cam ii’nde gördüm .
Elim den tu ttu . Beni b ir köşeye çekti ve dedi ki: “Sana Tanrı adına
and veriyorum . D ün gece gördüklerini kim seye anlatm a!”
61
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Bağdat pazarın d a b ir Y ahudi ile tartışıyordum . Nasıl oldu bil
m iyorum . Bir an farkında olm adan Y ahudi’ye, “Seni k ö p ek !” de
dim . O an d a H allaç yan ım ızdan geçiyordu. Kızgın bakışlarla b a
na b akarak, “K öpeğine sahip ol, havlam asın.” dedi ve hızla biz
d en uzaklaştı. Kavga bitince H allac’ın yanına gittim . İçeri girdim .
Beni g ö rü n ce y ü zü n ü öte tarafa çevirdi. Beni bağışlam asını rica
ettim . B u n u n ü zerin e y en id en sakinleşti ve şöyle konuştu;
“Sevgili oğlum. Bütün dinler, ulu T an n ’m n dinleridir. T ann, her
bir dini ile ayn bir insan topluluğunu meşgul etm ektedir. İnsanlar
inandıkları dinleri kendileri seçmediler; bilakis Rahm an ve Rahim
olan T ann, insanlan inandıkları dinler için seçmiştir. Eğer bir kimse
başka bir kimseyi inandığı dinin doğru olmadığı iddiasıyla kınarsa,
bu hareketiyle o insanın kendi iradesiyle bir tercih yapm ış olduğu yo
lunda bir h ü k ü m vermiş olur. Bu da ashnda. Kadercilerin tarzıdır ve
Zerdüştler böyle bir dinî topluluktur (yani bunlar düalisttir).i2
Bilesin ki, Y ahudilik, H ıristiyanlık ve diğer dinler, sadece çe
şitli san lar ve farkh isim lerdir; fakat hepsinde m aksat aynıdır,
farklı değildir.
Ben d in lerin ne old uğu k o n u su n u çok d ü şü n d ü m . N eticede
g örd ü m ki, d inler, b ir k ö k ü n çeşitli dallarıdır. Bir insandan, onu
alışk an lık ların d an alıkoyan ve b ağlarından k o p aran b ir din seç
m esini talep etm e. O zaten varlığın sebebini ve yüce gayelerin
m ânâsını k en d isin in en iyi anladığı şekilde arayacaktır!
Zahirde inanç ve inançsızlık arasında sadece bir isim farkı var
dır. H akikatte ise, b u n ların ikisi arasında hiçbir fark y o k tu r.”
62
Hallac’ın yeğeni anlatıyor:
D ayım ın el yazısıyla yazılm ış şu sözleri görm üştüm : “İm an
sızlık ile im an arasında fark gözeten im ansızdır ve h er kim im an
sız (kâfir) ile im anlı (m ü m in) arasında fark gözetm ezse, o kişi de
im an sızd ır.”
63
Hallac’m bir mektubundan:
R ahm an ve R ahim olan T a n n ’m n adıyla.
O istediğine h er şeyde tecelli eder. T anrı’n m selam ı üzerine
olsu n , oğlum .
T anrı sana, şeriatın zah irin i kap atsın ve im ansızlığın gerçek
m ah iy etin i açsın; zira şeriatın zahiri gizli im ansızlıktır, im ansızlı
ğın gerçek m ahiyeti ise açık idraktir.
Ayrıca, T an rı’ya şü k ü rler olsun ki, O, dilediğine bir iğnenin
u c u n d a z u h u r eder. Biri ne kad ar “Lâ ilah e” veya b ir diğeri “Lâ
ilahe illâllah” diyerek şahadet ederse etsin, eğer O g ö rü n m ek is
tem ezse, k en d in i yerlerde ve göklerde gizler. Lâkin, ne b irin in “O
değil” dem esi reddedilebilir, ne de diğerinin “O ’d u r” yolundaki
şahitliği övgüye layıktır.
Bu m ek tu p tak i m aksadım , sana şunları tavsiye etm ektir:
T an rı’d an dolayı hayal kırıklığına uğram a; O’n d a n şüpheye d ü ş
me. O ’n u n aşk ın ın peşine d ü şm ü y o rsan ve O ’na âşık olm adığın
için m u tsu zlu k d u y m u y orsan, asla O ’n u n varhğm a şahadet etti
ğini söylem e ve O ’n u yadsım aya m eyletm e. Ve O ’n u n Bir’liğini
tan ım ak tan sakın! T an rı’ya em anet ol!
64
1
I
I
I
II
I
^ Tanrı Sevgisi
i
I
I
I
iI
1
1
iI____________________________ ^
Kendine kalbim i m ekân seçtin
O, Sen’in sırlarınla dolu şim di
Evine hoşgeldin, um arım
Komşu olm ak hoşuna gider
Şimdi orada Sen’den başka
Bir sır y o k benim bildiğim
Kendi gözlerinle bak,
D avetsiz bir m isafir var mı orada?
Sen’in benden ayrıldığın gece,
İster u zun olsun, ister kısa
Sevgili yoldaşlarım kalır burada.
H atıralar ve um ut
Eğer hoşuna gidiyorsa felaketim
Ben de m em nunum hâlimden
A h beni öldüren! Sen benim için
N e istersen ben de onu isterim
67
Bir tanıdık anlatıyor:
Hallac’ın b u lu n d u ğ u bir cam iye girdim ; bir g ru p insan o n u n
etrafm da toplanm ıştı. O nlara h itab en ko n u şu y o rd u . Şunları söy
lediğini duydum :
“Eğer kalbim de o lanın bir zerresi yery ü zü n d ek i dağların ü ze
rine atılsa, dağlar b u n a dayanam az, erirdi ve şayet kıyam et günü
ceh en n em ateşine atılacak olsam , cehennem ateşini yakarım ;
cen n ete girecek olsam , ce n n etin tem elini çö k e rtirim .”
Vaazlarından birinde:
“B ütün övgüler T a n n ’yadır. O, ahadiyetiyle h er şeyden m ü
nezzehtir; eşi ve b en zeri yoktur. K endine o rtak edinm em iştir.
R uh güvercinleri, O ’n u n m u tlak kudretiyle beden gölgelerine
iner, beklerler; O ’n u n rah m et rüzgârı hasret çekenlerin üzerine
öyle b ir eser ki, onlar, O ’na olan m u h ab b etlerin d e n ce n n et sevin
cini kıyam et g ü n ü n d e n önce yaşarlar. O h erk esin farkedebileceği
Hızır, sır dolu bir nebî ve ermiştir. Hiç durmadan yeryüzünde gezer, in
sanlara yardım eder ve onlara ilham verir. İslam kaynaklarında ölüm sü z old u
ğu ve herkese yardım elini uzattığı rivayet olunan Hızır, Rückert’in Chidher
isim li şiiri sayesinde Alm an edebiyatında yakından tanınmaktadır.
68
kadar aşikârdır. Öfke kasırgasıyla kendisine kayıtsız kalanların
kalbine öyle b ir üfler ki o n lar yok olu p giderler. Ve âşıklar vecd
hâlindeyken O, tev ec cü h ü n ü n nesim in d en öyle b ir eser ki onlar
vecdden yayılan kokuyla yok olup giderler! Ve biz şahadet ediyo
ruz ki, T a n n ’d an başka İlâh y o k tu r, O ’n u n eşi benzeri, ortağı y o k
tur, R ahm an ve R ahim dir ve şahadet ediyoruz ki, M uham m ed
O ’n u n k u lu ve elçisidir; T anrı’n ın rah m eti d in lerin ve halkların
öğü tçü sü M u h am m ed ’in üzerine o lsu n !”
69
Hallaç, nam azdan sonra selam verdi ve şöyle dedi:
Ey T anrım , Sen o Bir’sin ki, Sen’in sayende m ü k em m el olm a
yan h içbir sayı m ü k em m el olamaz.* Sen o T ek’sin ki, hangi d e
rinliğe inerse in sin hiç kim se basiretiyle Sana ulaşam az. “O gök
te de ilâh, yerde de ilâhtır. H âkim O ’d u r, h er şeyi bilen O ’d u r.”
(Sure 43/84)** Y üzünün, Sen’i tanıyanların kalplerini n u rlan d ı-
ran ve asilerin ru h ların ı k arartan ışığı h ü rm etin e Sana yalvarıyo
rum ; Sen’i Sen’in dışındaki h er şeyden m ükem m el kılan ve Sen’i
Sen’in d ışın d ak i h er şeyden tecrit eden kud siy etin h ü rm e tin e Sa
na yalvarıyorum ; b en i şaşkınlığın so n su zlu ğ u n d a şaşkın şaşkın
gezdirm e. Beni zan u ç u ru m u n d a n k urtar. Beni bu fanî dünyaya
yabancılaştır. Beni içten sohbetlerinle k en d in e aşina et; ey Ra
him lerin R ahim i!”
Bir sü re s u stu k ta n sonra, ken d i kendine tere n n ü m etti; sesi
ni y ü k seltti ve k o nuşm aya başladı;
“Ey âşıkların fena b u ld u ğ u ve nim etleriyle zalim leri k andıran
Sen!.. İn san ın tasavvuru, Sen’in varlığının d erin h k le rin e inem ez
ve ü lk en in sak in leri Sen’in bilginin nihayetine ulaşam azlar.
Sen’inle b en im aram da, Sen’in T anrılığın ve m u tlak hâkim olarak
ik tid arın d an başka h içb ir fark y o k tu r!”
K o n u şu rk en gözlerinden kan dam lıyordu.
' Dem ek isteniyor ki: O’nun Bir’inin yaratılmış sayılarla hiçbir alâkası yoktur!
'* Zuhruf suresi, 84. ayet, (ç.n.)
70
Sen’in ruhun benim kiyle karıştı.
Rayihalı m iskin amberle karıştığı gibi:
Sana dokunan, bana da dokunur,
O halde Sen bensin - ayrılm az B ir’lik!
71
Ey beni O ’na âşığım diye kınayan, daha ne kadar sürecek bu
kınama?
Kastımı bilseydin eğer kınayabilir m iydin beni hâlâ
Avam hacca gider -ben Sevgili’y e gidiyorum!
Kurbanı koyundur onların - ben canımı sunuyorum !
Kimileri bedenleri olmadan tavaf eder Kâbe’nin binasını
T a n n ’yı^"^ tavaf etm ektedir onlar, Kabe’y e yo k tu r
ihtiyaçları
72
Bir dost anlatıyor:
H allac’ı, Bağdat’ın el-H atice sem tin in pazarında gördüm . Ağ
lıyor ve halka yalvarıyordu: “Ey insanlar, beni T an rı’d an k u rta
rın! Ey in san lar, b en i T anrı’d an k u rtarın ! Ey insanlar, b eni Tan-
n ’d an k u rtarın ! Ç ü n k ü , O, beni b en d e n aldı ve b eni bana geri
verm iyor ve g ü cü m bu hâli kaldırm aya yetm iyor ve b en ayrılık
tan, O’n u n h u z u ru n d a olm am aktan ve O ’n d an m ah ru m kalm ak
tan k o rk u y o ru m . Vay o k im senin hâline ki, h u zu rd a b u lu n d u k
tan so n ra kısm eti ayrılık o lsu n ve Bir o ld u k tan sonra ayrı d ü ş
sü n !”
H allac’ın etrafına to planan h alk da ağlıyordu. H allaç da. Bu
hâl A ttab C a m i i ’n i n ^ ^ ö n ü n e kad ar devam etti. Hallaç, cam inin
kap ısın ın ö n ü n e gelince d u rd u ve konuşm aya başladı. Söyledik
lerin in b ir kısm ı anlaşılıyor, b ir k ısm ın ın m ahiyeti p ek anlaşılm ı
yordu. A nlaşılabilenlerin bazıları şunlardır:
“Ey insanlar! D oğrusu O ’n u n yarattıklarıyla konuşm ası lüt-
fundandır. O, o nları terbiye etm ek için, onlara g ö rü n m ek te ve
tekrar sak lan m ak tad ır. O, k en d in i zam an zam an aşikâr kılm asa
herkes inançsız o lu rd u ve O, k en d in i perdelem ese, herkes yoldan
çıkardı. B unun için O, b u hâllerin h içb irin i devam lı kılm ıyor. Be
nim hâlim ise, başkadır! O, hiçbir an k en d in i b en d e n saklam ıyor.
Öyle ki, b en im in sanlığım O ’n u n T anrılığında kaybolana kadar
ve b enim bed en im O ’n u n varlığının n u ru n d a eriyip yokolana k a
dar, b en h içb ir an h u z u r bulam ıyorum . Şim di b enim ne cevherim
ne de izim , ne su re tim ne de bilgim v ar!”
Attab, Bağdat’ta çok sayıda dokum acının bulunduğu bir sem tin adıdır.
73
Sultanım ı gönül gözüyle gördüm
“Sen kim sin?” diye sordum: “Sen.” dedi
Nerede sorusu ne nereyi ne bir m ekânı ifade edebilir
S öz konusu Sen’sen nerede diye sorulam az
Sen’in nerde olduğunu bildirecek
Resimler hayalim izde bile beliremez
Yokluğa kadar bütün neredeleri
K ucaklayan Sen’sin. Peki Sen neredesin?
74
Sen’de bir mânâ var, ruhları cezbeden,
Bir işaret, Sen’den Sana doğru
Benim gönül gözüm çok açık
Ve bütün bunların hepsi elinde Sen’in.
75
1
I
I
I
I
I
I
^ Çile Hasreti
iI
I
I
I
I
I
i
i ____________________________
Bir dost anlatıyor:
A kşam ve yatsı nam azları arasında H allac’ı ziyaret ettim ; dua
ediyordu... N am azını b itirip selam v erd ik ten sonra, secdeye k a
pandı ve o gü n e k ad ar böylesini duym adığım şeyler söyledi. D ua
esnasında k e n d in d e n geçti; sanki vecd halindeydi. Sesini yü k sel
terek k o nuşm aya başladı: “Ey tan rıların T anrısı, ey padişahların
Padişahı; Sen, O ’su n ki, ‘...O’n u ne gaflet basar, ne de u y u r...’ (Su
re 2/255)* Beni b an a geri ver. Ver ki, Sen’in k u lların b en im y ü
zü m d en şeytana uym asınlar. Ey, O olan b en ve b en olan O! Be
nim benliğim ile Sen’in zatın arasında, bakilik ve fanilikten başka
bir fark y o k tu r!”
79
Sen’i düşündüğümde hasretin beni titretir
Sen’i unutursam, azap ve keder
Ben sadece incinmeyi arzulayan
Bir kalbe dönüştüm- beni titreten acıya koşan
Sen’i istiyorum, beni m ükâfatlandırm an için değil
Sen’i sadece beni cezalandırman için istiyorum.
Zira ben dilediğim her şeyi elde ettim
A zabıyla beni kendine hayran bırakan Sevgili dışında.
80
Bir dost anlatıyor:
Hallaç dedi ki; “T anrı, vahdaniyetine şahadet edilm esini b u
y u rm u ştu r ve zatm m d erinliğinin tasvir edilm esini yasaklam ıştır
ve k alplerin O ’n u n nasılhğına dalm alarına izin verm em iştir ve
O’n u n T an rılığını kavrayacak fikir kıvılcım larını aciz kılm ıştır.
M ahlukata O ’n d a n b ir h aber dışında h içb ir şey z u h u r etm ez. Bu
haber d o ğ ru da olabilir, yanlış da. H am d ü senalar o lsu n O ’na; O,
uludur. İstediğine hiçb ir sebep olm adan g ö rü n ü r, istem ediğinden
nedensiz saklanır.
81
öğrencilerinden biri anlatıyor:
Hallac’m Bağdat P azan ’n d a şöyle dediğini duydum :
82
Başka bir öğrencisi anlatıyor:
Hallac’ı, M ansur Camii’ne girerken gördüm . İçerideki kalabalı
ğa hitaben: “Ey cemaat, beni dinleyin, size bir sözüm var.” dedi.
Çok sayıda insan etrafına toplandı. B unların arasında onu sevenler
de vardı, o nu reddedenler de. Ve o konuşm aya başladı: “Bilin ki, ulu
Tanrı benim kanım ı size helâl kılmıştır; artık beni ö ld ü rü n !”
Bazıları ağlam aya başladı. Ben kalabalığın içinden seslendim :
“Şeyhim , nam az kılan, o ruç tu tan ve K ur’an o kuyan b ir T anrı k u
lu n u nasıl ö ld ü reb iliriz?”
“D ostum , k an akıtılm a sebebinin derin m ânâsı, nam az kılm a
nın, oruç tu tm an ın ve K ur’an okum anın ötesindedir. A rtık beni öl
d ü rü n ki, siz hakettiğiniz ödüle, b en de huzura kavuşayım . Siz din
m ücahidi olacaksınız, b en de şehit olacağım .” diye cevap verdi:
Etrafta toplananlar ağlarken, o gitti. Evine kadar arkasından
gittim ve “Şeyhim, bu söylediklerinin m ânâsı nedir?” diye sordum .
O, “D ünyada M üslüm anlar için beni katletm ekten daha önem li bir
şey yo k tu r.” diye cevap verdi. Ben tekrar sordum : “Allah’a giden yol
nasıldır?” “Yol ikiliğin arasındadır ve hiçbir şey Ben’imle Bir değil
dir.” dedi. Bunu bana açıkla dedim . “Telm ihlerim izi anlam ayana bi
zim açıklam alarım ız da yol gösterem ez” dedi ve devam etti:
Zenitin zıddı olan nadir, bir yıld ızın yörüngesinin en alçak noktasıdır.
83
A h Sen’inle benim aramda, bir ben duruyor bana azap veren.
Sen’in “B en”inle benimkini kaldır aradan!
84
Bir dost anlatıyor:
Hallac’ı, el-K atiya pazarında cam inin ö n ü n d e d u ru rk e n gör
düm . E traftaki insanlara sesleniyordu; “Ey cem aat, şayet Tanrı
bir kalbe h ak ik ati b ild irm ek isterse, o kalbi, O’n u n dışındaki her
şeyden tem izler. Ve eğer O daim a biriyle beraberse, onda. Kendi
dışındaki h er şeyi yok eder. Ve O k u lların d an birini severse, di
ğer k u lların ı sevdiği kula karşı düşm anlığa zorlar ki o, O ’n a daha
çok m eyletsin ve O ’na d aha çok yaklaşsın. Ve b en ne hâldeyim ?
Ben, n e T an rı’n ın b ir nebze o lsu n k o k u su n u duyabildim , ne de
O’na b ir lahza d ah i olsa yakınlık bulabildim . F akat b u n a rağm en,
halk devam lı b an a d ü şm an lık ediyor.”
Sonra ağladı, pazar halkı da ağlam aya başladı. O nlar ağlarken
H allaç gülm eye başladı; ard ın d a n yürekleri parçalayan feryatlar
etti ve b ir kaç beyit söyledi.
85
“M enzile varm ak isteyen, dünyayı arkasında b ırak sın .” dedi
Hallaç ve so n ra aşağıdaki dizeleri okudu:
İlâhî H akikati d in ışığı ile arayan kim se, güneşi y ıldızların ışı
ğı ile arayana benzer.
86
0
iI
I
II
I
i
^ Esaret ve Ölüm
ii
I
I
I
I
iI
i___________________ „
0 igjSjgjSJ5JHJ5J5l5JSJ5J5J5J5J5JSf5fSJ5J5JMlH5J5J
İbrahim ibn Fatik anlatıyor:
Bir g ü n habersiz H allac’ın tu tu k lu b u lu n d u ğ u hücreye gittim ;
baktım ki, başm ı secdeye koym uş konuşuyor:
“Yakm o lduğu zam an daim a b en im ru h u m d a b u lu n a n , u zak
olduğu zam an, ezelî ile faninin b irb irin e uzak olduğu kad ar b e n
den u zak d u ra n Sen! Sen’in h er şey o ld u ğ u n u d ü şü n en e kadar,
g ö zü m ü n ö n ü n d e p arıld ıy o rsu n ve Sen’in olm adığına şahadet
edinceye k adar k en d in i b en d en saklıyorsun. Ne Sen’in uzaklığın
beni canlı tu tu y o r, ne y akınlığın bana b ir hayır sağlıyor; Sen’inle
savaş b ana b ir y arar sağlam ıyor ve Sen’inle barış bana güven v er
m iy o r.”
Beni farkedince, kalktı o tu rd u ve b an a d ö n erek , “Yakm a gel,
çek in m e.” dedi. Yakınına gittim , karşısına o tu rd u m . G özlerinden
sanki alev fışkırıyordu. K onuşm aya başladı:
“Sevgili oğlum , bazıları b en im kâfirliğim e, bazıları erm işliği
m e tan ık lık ediyorlar. Lâkin, b enim kâfirliğim e tan ık lık edenler,
hem T anrı n ezd in d e hem de benim nezdim de, b en im erm işliğim e
tanık lık ed en lerd en d aha m ak b u ld ü rler.”
B unun sebebini sordum .
“Ç ü n k ü b en im erm işliğim e tanıklık edenler, b u n u , benim
hak k ım d a iyi d ü şü n d ü k le rin d e n dolayı yapıyorlar; oysa b eni k â
firlikle ith am ed en lerin h arek et noktası, dinlerine olan bağlılıkla
rıdır. Ve T an rı’n ın y anında, dinine önem veren b ir kim se, birisi
hak k ın d a iyi niy et besleyen b ir k im sed en daha evlâdır.”
Sonra şöyle devam etti:
“Söyle bakalım , b en im çarm ıha gerildiğim i, ö ld ü rü ld ü ğ ü m ü
ve yakılarak k ü lü m ü n göğe sav ru ld u ğ u n u g ö rd ü ğ ü n d e h âlin nice
olacak? - Ve b u b en im hayatım ın en m u tlu g ü n ü olacak!”
Bir sü re su stu , so n ra “D aha fazla oturm a, kalk git; T an rı’ya
em an et ol.” dedi.
89
Bir ziyaretçi anlatıyor:
Bağdat cezaevinde tu tu k lu b u lu n a n kardeşim i ziyarete gitti
ğim gecelerin b irin d e, güzel bir d u a duydum . K ulak verdim ; d u
acı, u y k u su z b ir kalp ve gören bir dille konuşuyordu:
“Ey b en im D ostum , istediğinde b eni k o ru rsu n ve bu Sen’in
elindedir. En b ü y ü k m usibetlerle bana eziyet etm elerini, Sen’in
en güzel ra h m e tle rin in bir ifadesi olarak görüyorum ; zira kalbin
d erin in d ek i n u r şuaları, zahiri hâlleri çoktan yakıp yok etti.”
O n u n şun ları söylediğini de duydum :
“Ey T anrım , g ü n ah k â r old u ğ u m için Sen’den k o rk u y o ru m ,
am a m ü m in o ld u ğ u m için u m u tlu y u m ; affına sığındığım için
Sen’in inayetine güv en iyorum ve Sen’in h ak k ın d a güzel şeyler
d ü şü n d ü ğ ü m için u z u n u z u n dua ed iy o ru m .”
B unun ü zerin e d ua eden kişinin kim o ld u ğ u n u sordum . H ü
seyin ibn M ansur el-H allac o ld u ğ u n u söylediler.
90
Bir tanık anlatıyor:
H allac’m katledileceği sab ah tan b ir önceki geceydi. O, tu tu k
lu b u lu n d u ğ u h ü cred e ayağa kalktı, h ırk asın ı sırtına aldı y ü zü n ü
kıbleye d ö n d ü . E llerini göğe açtı ve konuşm aya başladı. Söyledik
lerinin hep si h atırım d a kalm adı; h atırlad ık larım ın b ir kısm ı şöy-
ledir:
“Biz Sen’in tanıklarınız. Sen’in k u d re tin in n u ru n a sığınıyoruz
ve biz de Sen k e n d in d en gösterm ek istediğin kadarım gösterebi-
lesin diye b u n u rla nu rlanıyoruz. T ahtı gökte olan Sen’sin ve “O
gökte de ilâh, yerde de ilâh tır...” (Sure 43/84)*
Sen -irad en d o ğ ru ltu su n d a- istediğin gibi ‘en güzel b içim
de’. tecelli edersin. R uh da b u biçim içinde bilgi, y o ru m , k u d
ret ve ispat yoluyla işler. Sonra B en-olan tanığına O -olan varlığı
nı sunarsın.
Yaratıcı sözüm le ezeliyetim in tah tın a doğru arşa yükselirken.
Sen m erteb elerim in so n u n d a bana b en zerk en ve bana benim va
sıtam la h itap ed erk en ve ilm im in ve m ucizem in h ak ik atin i aşikâr
ederk en Sen’de n eler oluyordu?
Beni yakaladılar ve tu tsak ettiler ve buraya getirdiler ve çar
m ıha gerdiler ve ö ld ü rd ü ler ve yaktılar ve göğe savrulan parçala
rım ı d ö n e d ö n e esen rü zg ar alıp g ö tü rd ü . Ve an d o lsu n ki,
tecellilerimin** m ab ed in in sü tu n u olan Yecüc’ün üzlüğünün^^ bir
atom u bile m ıh lan m ış d ağlardan daha k u d re th d ir!”
91
Sonra devam etti:
92
H allac’ı, elleri ve ayakları zincire v u ru lm u ş b ir hâlde şehrin
m ey d an ın a getirdiler. Bu hâliyle sem a eder gibi dönm eye başladı.
H em gülüyor, h em de şiir okuyordu:
93
İbrahim ibn Fatik anlatıyor:
H allac’ı çarm ıh ın ö n ü n e getirdiklerinde, b ir çarm ıha baktı,
bir çivilere bak tı ve so n ra gözlerinden yaşlar gelinceye k ad a r gü l
m eye başladı. Sonra etrafta to p lan an kalabalığa d öndü. K alabalı
ğın içinde d u ra n ŞibU’ye şöyle dedi: “E bubekir, seccaden yanında
m ı?” Şibli: “E lbette, Şeyhim ” dedi. Hallaç, rica etti: “Öyleyse onu
b en im için yere ser.” Hallaç, Şibli’n in yere serdiği seccade ü ze rin
de iki rek ât nam az kıldı. Ben yakınındaydım . İlk rek âtta Fatiha
suresini, ark asın d an Bakara su resin in 155. ayetini okudu: “Ç are
siz sizleri biraz k o rk u , biraz açlık, biraz m aldan, candan ve ü rü n
lerd en eksiklik ile im tih an edeceğiz. M üjdele o sabırlılara.”
İkinci rek âtta ise, yine önce F atiha suresini, ark asın d an Âl-i
İm ran su resin in 185. ayetini okudu: “H er nefis ö lüm ü tadacak
tır...” Ve selam v erd ik ten sonra bir d u a etti, çoğunu h atırım d a tu
tam adım ; h atırlad ık larım ın bir kısm ı şunlardır:
“Ey T anrım , an d olsun ki, Sen h er y ö n d en tecelU ed en sin ve
h er y ö n d en m ü n ezzeh sin. Sen’in b en im hakkım ı korum aya söz
v erm en in karşısında, b enim Sen’in h ak k ın ı korum aya söz v er
m em ... A slında b en im Sen’in h ak k ın ı korum aya söz verm em le,
Sen’in b en im h ak k ım ı korum aya söz verm en birbiriyle çelişiyor.
Zira Sen’in h ak k ın ı k o ru m ak için benim vereceğim söz b en im in
san tabiatım dan, h alb u k i b enim h ak k ım için Sen’in vereceğin söz
Sen’in ilâhı tab iatın d an kaynaklanm aktadır. Ve nasıl benim in
sanlığım Sen’in T anrısallığına karışm adan yükseliyorsa, Sen’in
T anrısallığın da b en im insanlığım a hiç d o k u n m ad an o n u ezip ge
çiyor.
Sen’in ezeliyetinin karşısında benim faniliğim ... Faniliğim ,
Sen’in ezeliyet ö rtü n ü n altında. B unun için Sana sonsuz şü k ü rler
olsu n ki b aşk aların d an gizlerken. C em alinin tecellilerini bana cö
m ertçe b ah şe ttin ve başkalarına yasakladığın en d erin sırlarını
görm em e izin verdin. Bu k u lların Sen’in d inine olan bağhhklarm -
94
d an dolayı beni ö ld ü rm ek için toplandılar. Böylece Sana daha ya
kın o lm ak istiyorlar. O nları affet! Ç ü n k ü , bana g österdiklerini
o nlara gösterm iş olsaydın, o n lar b u işe niyetlenm ezlerdi. Ve eğer
Sen, o n lard an gizli tu ttu k la rın ı b en d e n gizli tu tm u ş olsaydın, b e
nim de başım a böyle b ir m usibet gelm ezdi. Sen yaptığın h er şey
için övgüye layıksın; Sen, arzuladığın h er şey için övgüye layık
sın .”
Sonra su stu ve b ir süre için d en duaya devam etti...
95
istirahat ediyorum tuzlu toprakta,
Ve karanlık m ezarda yatarak!
Hayret, benim annem
Hayat vermiş kendi babasına.
Ve benim küçük kızlarım
Kardeşlerim gibi etrafımda
Bunun sebebi
N e aldatma, ne de devir değişimi.
Toplayın bir araya bütün parçalarımı
Işıklı bez parçaları arasından.
Havadan ve ateşten,
Yanıbaşınızdaki canlı pınardan!
E kin onları ihtimamla,
Tozlu ve düm düz toprağa.
Ve sulayın onu, ah dostlarım:
Bırakın dönsün süzülerek kadehler!
Bırakın doldursun hizm etkârlar.
Fışkırsın çeşmelerden sular!
Bakın, yedi gün sonra burada
Yükselecek asil bir funda!
96
Şibli anlatıyor:
H allac’ın yanına yaklaştım . Elleri ve ayakları kesilm iş, gövde
si b ir direğe bağlanm ıştı. “T asavvuf n e d ir? ” diye sordum .
Dedi ki: “B urada g ö rd ü ğ ü n , o n u n en alt m ak am ıd ır.” “Ö yley
se en y ü k sek m akam h an g isid ir?” diye sorunca, şu cevabı verdi:
“Senin için oraya yol yoktur. F akat o n u yarın göreceksin. Be
nim g ö rd ü ğ ü m gayb âlem in d ed ir ve b u yü zd en sen d en sak lıd ır.”
Ve akşam nam azı vakti geldiğinde, halifeden, b o y n u n u n v u ru l
m ası için izin çıktı. B u nun üzerine bekçi “A rtık b u g ü n akşam ol
du. Bu işi y arına b ırak alım !” dedi.
Sabah olunca, bağlı b u lu n d u ğ u d irek ten o n u çözdüler ve
b o y n u n u v u rm ak üzere, ön tarafa getirdiler. Hallaç o an d a y ü k
sek sesle şöyle söyledi: “Vecde kap ılan ın nasibi, Bir’in o n u Bir’li-
ğe geri g ö tü rm esid ir.”^!
Sonra K ur’an-ı K erim ’in Şûra su resin in (42) 18. ayetini o k u
du: “O na (K ıyam ete) in anm ayan im ansızlar o n u n çabuk gelm esi
ni isterler, in an an lar ise gerçek o ld u ğ u n u b ilirler de o n d an k o r
kar ve sakınırlar. İyi bil ki kıyam et h ak k ın d a tartışanlar, uzak
(derin ) b ir sapıklık için d ed irler.”
Şehit sufinin bu son sözleri farklı şekillerde rivayet olunm uş, dolayısıyla da
farklı şekillerde tercüme edilmiştir. İlk kez Hallac’tan bahseden protestan ilâhiyatçı
Tholuck (1821) bu sözleri yanlış aktarmış ve Hallac’m öğretisine büttinüyle ters
sonuçlar çıkarmıştır. Bu rivayetlerin içinde en isabetli olanın burada alıntıladığımız
ifade olduğunu düşünüyoruz. Bu da H.H. Schaeder’e aittir. Bir başka versiyon da
Arapçadaki son sözleridir ve “Bir’i tecrit etm ek” anlamına gelir. Bir başka deyişle
“Cezbe hâlinde olan, sadece Bir’i, Yegâne olanı görür.” demektir.
97
Attar anlatıyor:
H alk H allac’ı taşlam aya başladı. Şibli de onlara uy m ak için
b ir gül attı. Hallaç, “a h ” ederek inledi. “H alk b u k ad ar taş attı.
Taşlar sana d eğ erken inlem edin de, niçin Şibli gül atınca inle
d in ? ” diye sordular.
Hallaç, “N e yaptık larını bilm eden yapanlar m azurdurlar. Fa
kat o n u n gül atm ası zo ru m a gitti. Ç ü n k ü atm am ası gerektiğini
b iliy o rd u .” dedi.
O n u darağacm a getirdiklerinde, evvel m erdiveni ö ptü, sonra
ayağını bastı. “N asılsın?” diye so rd u lar “G erçek eren lerin m iracı,
darağacm m tep esid ir.” dedi.
E llerini kestiler. Hallaç güldü. N için g ü ld ü ğ ü n ü so rd u k la rın
da, “Elleri bağlı b ir in san ın ellerini kesm ek kolaydır. Er o d u r ki,
sıfat elini arşın ü ze rin d en çeke ve k ese.”
Sonra ayaklarını kestiler. Tebessüm etti ve dedi ki: “Bu ayak
larla dünyayı gezerdim . Benim başka ayaklarım da var onlarla iki
dünyada da seyahat edebilirim . Elinizden geliyorsa, onları kesin!”
Sonra kesik b ilek lerin d en akan kanı, kolları ve yüzü kan
içinde kalana k ad ar y ü zü n e sü rd ü . “N için böyle yap ıy o rsu n ?” d i
ye sordular:
Cevap verdi: “Ç ok kan kaybettim . Biliyorum ki, şim di benzim
sararm ıştır. K orkudan rengim in sarardığını zannedeceksiniz. Kanı
yüzüm e sü rd ü m ki, gözünüze yüzüm kırm ızı (şerefli) görünsün.
Yiğitlerin gül rengi k an larıdır.” “Y üzünü niçin kızarttığını anladık
peki neden kanını dirseklerine kadar sü rd ü n ?” diye sorulunca:
“Aşk abdesti alıyorum .” dedi. “Nasıl bir abdest?” dediler. “Kanla
alınm ayan abdestle kılınan iki rekât nam az tam değildir.” dedi.
98
Şibli, H allac’ın ö ld ü rü ld ü ğ ü g ü n ü n gecesi T anrı’ya yalvararak
dedi ki: “Ya Rabbim , d aha ne zam ana kad ar âşıkları ö ld ü rm ek is
tiy o rsu n ?” C evap geldi: “O nlar b enim diyetim i bu lan a k ad a r.”
“Senin d iyetin n ed ir?” so ru su n a, “Â şıkların diyeti. Benim le ve Be
nim güzelliğim le karşılaşm aktır.” cevabını aldı.
99
0
1
Ii
I
Ii
i
I
m Kitab et-Tavasin’den
I
ii
I
iI
i
ii
i I __________________
[5] |gjgfgfgfgjgjıgigjgjgjgfgfgfgjg]gjgig]BfgigigiBigiıtğl
idrak Üzerine
O ne ışıkla yetiniyordu,
Ne de onun sıcaklığı ile,
Kendisini alevin içine atıverdi.
Arkadaşları onun dönüşünü beklediler.
Gördüklerini onlara anlatsın diye.
O bilgi ile yetinm ediği için.
Yanmış kül olmuş, dağılmıştı.
Ondan geriye ne bir işaret ne bir beden
Ne bir isim ne de bir iz kaldı.
103
Neden tekrar bir biçime girsin ki
O hâli kazandıktan sonra
Görmeyi başaran artık bilginin peşine koşm az
Görülene erişen ise görmenin derdine düşmez.
104
“Rivayef’ten (Aktarımlar)
105
Göğe ve yere dair:
B unların ik isin in fıtratı, k u d re tte n , yakınlığın azam etinden
ve u lu T an rı’dandır.
Ben’d en başkasını d ü şünm eyen ve Ben’im b ü y ü k lü ğ ü m ü ,
k u d retim i, rah m etim i ve lü tfu m u d ü şü n en k u lu m la beraber o lu
rum . Bir k u lu m d ard ayken Ben’i çağırırsa, yanına giderim ; eğer
m üm in se o n u duyarım . Ve Ben, ana ve babasını elinden aldıy-
sam , b ü y ü yünceye k adar o yetim in yanında kalırım . Ben şanım ı,
kud retim i, kuvvetim i ve b ü y ü k lü ğ ü m ü d ü şü n en m eleklerin ya
nındayım . Ben’i sevenlerin k alplerine yakınım . Bana bakanlara
b en de bakarım . Benim sözlerim e k u lak verirlerse ilm im i ve ya
kınlığım ı, onlara d ö n d ü rü rü m .
Sarih îd rak ’e, şanı yüce Kur’an ’a, T anrı’n m elçisi M uham -
m ed’e, C ebrail’e, T anrı’ya dair - ham düsena O na’dır ve O yücedir!:
F anî dünyayı bilen, Ben’i bilm ez. M ahlukata güvenen, Ben’i
sevm ez. Ben’i seven, b u âlem in ne ra h atın ı bilir, ne ızdırabım .
Ben b ir sadık k u lu m u seyrettiğim zam an, o n u , m eleklerim den b i
risi gibi, n u ra n î b ir m ah lu k olarak görürüm .
106
yana kadar, v erdiklerim i de alırım . P işm anlık d u y d u ğ u zam an
ona Ben, o gü n e k adar giym ediği b ir göm lek giydiririm . P işm an
lık duym adığı takdirde, rahm etim i o n u n ü zerin d en çekerim ve
o n u ceh en n em in b ir köşesine, h içb ir zam an nazar etm eyeceğim
b ir yere koyarım . V erdiğim n im etle rd en Bana bir hediye vereni
-hele b u n u Bana olan sevgisinden dolayı verm işse- faninin hiçbir
zam an yol bulam ayacağı b ir im paratorluğa h ü k ü m d a r yaparım .
107
Kur’an Tefsirî’nden
108
rü zg ârları m üjdeleyiciler olarak gönderm esi de O ’n u n
a y e ü erin d en d ir.” (Sure 30/46)*
 şıklarının kalplerine lü tfu n d a n esintiler gönderm ek, O ’n u n
m u tla k h âk im iy etin in alâm etlerin d en b irid ir ve âşıkları çek in m e
d en m u h ab b et h alısın ın üzerine gelsinler diye onlara çekingenlik
perd elerin i y ırtm an ın sevinçli m ü jd esin i verir. O , bu h alın ın ü ze
rind e o n lara aşinalık şarabı içiriyor ve o n ların ü zerin d e kerem
rüzgârları estiriyor ve O, onları b ü tü n sıfatlarından arın d ırd ık tan
sonra, k en d i sıfatları ve vasıflarıyla yaşatıyor. A yrılık sın ırın d a
kalan kim se, b ü tü n yaratılanların b ir o ld u ğ u n u anlayana kadar
ve olm ayanın niçin olm adığını; so n u gelm eyenin niçin s o n u n u n
gelm ediğini anlayana kadar, T anrı’n ın h ak ik at halısına oturam az.
109
Kalbimdeki bütün düşünceler
Sen’in etrafında dönüyor,
Dil, Sen’in aşkından başka
Hiçbir şey söylem iyor
Y üzüm ü doğuya çevirsem
doğudan nur saçıyorsun
Y üzüm ü batıya çevirsem
gözüm ün önünde duruyorsun
Y üzüm ü göğe çevirsem
görüyorum ki Sen ondan yücesin;
Y üzüm ü yere çevirsem
Burada her ye r Sen’sin.
Her şeye mekân veren Sen’sin
fa k a t Sen onun mekânı değilsin;
Her şeydeki küll Sen’sin,
A m a bizim gibi geçici değilsin.
Benim kalbim, vicdanımsın
Düşüncem, ruhumsun
Nefesin ritmi Sen’sin
Kalbimdeki düğüm Sen’sin.
110
A vrupa D ille r in d e Y ayım lanan E serlerd en Seçm eler:
113
H. H. Schaeder, Besprechung von M assignons “Passion”, Der İslam XV,
1926.
Cari W. Ernst, Words o f Ecstasy in Sufism (Albany, NY, 1985) adh ese
rinde sufilerin “paradoksu” ve İslam zındıkları yargılama problem i
ni incelemiştir.
114
Şark Edebiyat ve Sanatında Hallaç adlı eserinde Hallac’ın İslam k ü l
türü üzerindeki etkilerini irdelem ekte ve Hallac’ın “Divan”ma yeni
bir yorum getirm ektedir.
Mısırlı şair Salah aş-Şabur’u n M a’sat al-Halladsch adlı eseri İngilizce ola
rak Brill Yaymevi’nce (1972) yayım lanm ıştır. Hallac’ın idealini ve
hayatını dram atize eden H erbert M ason’u n eseri The Death of al-
Hallaj, University of Nötre Dame Press yayınları arasında yayım lan
mıştır (N ötre Dame, ABD). A donis’in ve Abdelvahab al Bayati’nin,
Hallaç üzerine yazdığı m odern Arap şiiri örneklerinin Almancaları
için bkz. A. Schimmel, Zeitgenössische Arabische Lyrik, Tübingen,
1975.
115
F ayd alan ılan Kaynaklar:
117