You are on page 1of 52

YÜZYIL SONLANIRKEN KARA GETTONUN

DURUMU VE KADERİ

Sağ kalmaya çalışıyorum, çalışıyorum yaşamaya


Gettoda, gettodan bahsediyorum
Yollar kasisli, ışıklar patlak olsa da
Bağımlılar ölse de çubukla ağızlarında
Eski okul arkadaşlarım çuvallayıp dursa da
Aynı her gün, her gece aynı
Seni vurmam kardeşim ama vururum o salağı
Kafalamak isterse beni, eğer sıkarsa canımı
Hep merak ediyorum nasıl dikeceğim nalları
Bilirim sadece hayatta kalmayı.
Too Short, “The Getto’ 1

Amerikan metropolünün siyah mahallelerinde öfke ateşini yakan


ayaklanm alardan yirmi yıl sonra, 1960lann ortalarında, getto, u lusal
meselelerin ön cephesine geri döndü. Ancak b u sefer, beyaz yetkilile­
re karşı kopan isyanda Afrika kökenli Amerikalılar topluluğu içinde
hızla yayılan olağanüstü karışıklıkların yerini “yavaş isyan” almıştır
(Curtis 1985), yani yerel suç oranlan, toplu yoksulluk ve toplum un
içten çöküşü artmıştır. Gece haberlerinde, temel haklannın tanın­
masını isteyen banşçıl siyah göstericilere devletin şiddetini kusan
beyaz polislerin yer aldığı sahnelerin yerini arabalardan açılan ateşe,
“sosyal yardım bağımlılığına”, yoksul m ahalle “gençlerinin gebelik”
krizine dair korkunç haberler almıştır. Siyah vaizler, siyasetçiler ve
endişeli a n ababalar h âlâ kam unun ilgisini çekmeye çalışıp yerel se­
viyede gösteriler düzenliyorlar, fakat artık dile getirdikleri itirazlar,
düzenledikleri yürüyüşler hükümetten çok getto mahallelerini kor­
k u n u n ve ölüm ün kol gezdiği dehşet sahnelerine çeviren uyuşturucu
tacirlerini, çeteleri Hedef alıyor.
- • /

1 Short Dog’s in the House albümünden, 1990, Zomba Hakçılık Şirketi; Leroy Hutson,
Donna Hathaway, Al Eaton, Todd Shaw; yayım hakkı 1990 Don Pow Müzik; bütün
haklan Peer International Müzik Şirketinde saklıdır; izin dahilinde kullanılmıştır.
58 • Kent Paryaları

IRK AYAKLANMALARINDAN SESSİZ AYAKLANMALARA

Kendi cemaatleri üzerindeki denetimi zorla ele almayı isteyen Zenci


yağmacılar ve Siyah Güç aktivistleri imgelemi (Boskin 1970), insanların
ırklarıyla gurur duyup kendilerine değer vermesi dalgasının sırtına bin­
mişti, şimdi ise yerini aşağılık “smıfaltınm” korkunç imgelemine bırak­
tı; “sınıfaltı” teriminin hedefi, üyelerinin güya davranış bozukluklan ve
kültürel sapkınlık gösterdiği bir siyahi yoksullar kesimini tanımlamaktı
(Auletta 1982; Sawhill 1989). B u tehditkâr kent belası kişileştirilmişti;
küstah ve saldırgan bir çete üyesi olarak erkek resmi, sosyal yardım
alan sefih ve edilgen bir anne olarak kadın resmi çizilmişti. B u ikiz
figürlerin (kendine) zarar verici davranışlarının Amerikan değerlerine
hem fiziki hem de ahlaki bir tehdit oluşturduğu düşünülüyordu.
Altmışlı yıllarda siyahlar topluluğunun seferberliğe geçmesine
eşlik eden, um utların yaşatılm asına yardım eden (McAdam 1981; A.
Morris 1984) toplumsal hareketler dalgası geri çekildi; ne var ki ülke­
nin ırksal eşitsizliklerle savaşm a kararlılığı d a geriledi. B u zayıflama
süreci, kam usal alanda getto hakkında sürdürülen tartışm alarda
kullanılan tabirlerin değişimine yansımıştır. Lyndon B. Johnson’m
“Yoksullukla Savaş” lafının yerine Ronald Reagan ile ardıllarının
“Sosyal Yardım a Karşı Savaş” lafı geçmiştir. B u esnada ırk eşitsizliği,
sınıf eşitsizliği ve yoksulluk arasındaki toplumsal bağlar meselesi,
yoksul mahalle sakinlerinin kişisel sebepleri, aile normları ve aile
değerleri bağlam ında dile getirilir olmuştu; b u ra d a sosyal yardım a
düşen ise kötü adam rolünü oynamaktı. B u anlayış uyarınca kam u
politikalarının hedeflerinin kapsam ı daraltılmıştı: U lusun iki yüzün­
cü yıldönüm ü şerefine 1976’da ulaşılm ası planlanan Büyük Toplum
programının yoksulluğu bitirme hedefini ve ırk ayrımını kararlılıkla
azaltmak amacını kovalam ak yerine, yüzyılın sonuna geldiğimizde
devlet, ilk hedefin alt sınıf siyahların toplandığı harap kent adacıkla-
nyla (ayrıca, en zararlı yoksul mahalle sakinlerini deliğe tıkmak için
1980lerde şaşırtıcı bir hızla inşa edilen hapishanelerle) sınırlanması,
ikinci hedefin ise “iyicil ihm al” politikasından tatmin olm uştur.2

2 Nixon’ın Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Daniel Patrick Moynihan, Kemer Komisyonu’nun


(1968) tavsiyelerine kulak asmamıştır; bu komisyon ırk eşitsizlikleri yapışım dağıtmak
için devletin sonuna kadar müdahale etmesi gerektiği görüşünü savunmuştu. Söz
konusu eşitsizlikler yasal ayrım döneminden miras kalmıştı (1969: 9). Irk meselesinin
“iyicil ihmali Moynihan döneminin” gelmesini istemişti, yani altmışlarda gerçekleştir-
len “atıhm”la “Amerikan Zencileri nicel bağlamda sıra dışı ilerlemeler kaydetmişti, ki
buna da güvenilebilirdi.” Sosyalbilim araştırmacıları bu tezi arımda çürütmüştü (ör-
Yüzyıl Sonlarurken Kam Gettonun Durumu ve Kaderi • 59

Aynı sebepten ötürü, sosyalbilim araştırmalarının odağı, kent­


lerde renkleri ayıran sınırlardan siyah yoksulların bireysel anzala-
nna, etno-ırksal tahakküm ün ve ekonomik zulm ün mekanizması
olarak gettodan (Clark 1965; Liebow 1967, Blauner 1972), kent emek­
çilerinin u lu sal birliğe tam katılımını engelleyen siyasal, ekonomik
ayakbağlanndan, “sımfaltmı” mesken tuttuğu söylenen “patolojilere”,
kam u kaynaklarını istismara varacak şekilde kullanm alarım asgari­
ye indirecek, onları hızla genişleyen d ü şü k ücretli emek piyasasının
dış katm anlarına itecek acilen alınması gereken cezai önlemlere (ör-
neğjîı, Ricketts ve Sawhill 1988; M ead 1989) kaydı.3
Fakat gettonun simgesel düzlemde betimlenmesinde ve gördü­
ğü siyasi muamelede gerçekleşen b u kayma, 1964-1968 ayaklanm a­
larının sebeplerini ve getirilerini inceleme görevi verilmiş olan Sivil
İtaatsizlik üzerine U lusal D anışm a K urulu’n un 1968 yılında yaptığı
m eşum uyarının (Kem er Komisyonu 1968, 1988: 396, 389) gerçeklik
kazandığını unutturmayabilir: “Bü yük Am erikan şehirlerinin getto­
larında yaşayan d ar gelirli, m ağdur Zencilere uygulanan ayrımcılığın
h ızlan m asın ın ” sonucu olarak “ülke birbirinden ayrı, eşit olmayan
iki topluma doğru gitmektedir”. Siyah orta sınıf sıra dışı bir büyüm e
yaşayıp gerçek ilerlemeler kaydederken -k i gerçi b u durum kırılgan­
dır, çünkü çoğunlukla hüküm etin çabalarına, (ikinci derecede) şirket
işverenlerine uygulanan yasal baskıya dayanır (Collins 1983; Landry
1987; Son ve diğ. 1989)- altm ışlara kıyasla siyah kentlilerin yoksul­
luğu dah a d a şiddetli, dah a inatçı olmuş, iyice yoğunluk kazanmıştır
(Wilson 1996). Ayrıca tarihî gettonun kalıntılarında kilitli kalmış halk
ile toplum un geri kalanı arasındaki ekonomik, sosyal, kültürel me­
safe o denli artmıştır ki böylesi ne Am erikan tarihinde ne de öteki

neğin, Cook 1970), ama gelecek otuz yıl boyunca bu tez federal hükümetin politikalan
için kılavuz ilke hizmeti görmüştür.
3 Dolayısıyla seksenler boyunca “kent yoksulluğu” araştırmaları aile meselelerine, sos­
yal yardım ile sapkınlığa sabitlenmişti. Fakat bunun bedeli, Amerikan toplumunun
özelliği olan ırk ayrımının sürmesinin ve sınıf ayrımının derinleşmesinin ihmal edil­
mesi, getto sakinlerinin yaşama şansım cidden azaltan kamu politikalarının (eğitim­
de, barınmada, sağlıkta, kentsel kalkınmada, adalet sisteminde vesairede) hayata
geçirilmesine yol açan siyasi kaymaların görmezden gelinmesi olmuştur. Aile yapısı,
ırk ve yoksulluk meseleleri öylesine birleştirildi ki birbirleriyle eşanlamlı hale geldiler
(Zinn 1989), sanki doğuştan gelen bir nedensellik ilişkisiyle birbirlerine bağlılarmış
gibi. Keza, kent içi çöküş ile ırk aynı kefeye konuldu (R. Franklin 1991: Dördüncü bö­
lüm), öyle ki “kentsel” [urbari\ sıfatı şehirdeki mevcut yoksul siyahlarla, öteki madun
etno-ırksal sınıflarla ilgili meseleleri tarif eden örtülü bir ifade haline gelmiştir.
60 • Kent Paryaları

gelişmiş toplum larda görülm üş şeydir.

Ebedi gettoya elveda


Tarihçi Gilbert Osofsky’nin (1968: 244) sözlerini ödünç alm ak ge­
rekirse, “metropol siyahlarının hayatında sonu gelmeyen, trajik bir
tekdüzelik” olduğunu söylemek ve b u n u n d a “çileli getto” olduğunu
belirtmek, gettonun onlarca yıl değişmeden kaldığı, sanayi sonrası
ekonominin başlangıcındaki kadar ciddi siyasal güçlerden, toplum­
sal eğilimlerden, kapsam lı yurttaşlık haklarının yasallık kazanm a­
sından, pozitif ayrımcılık program larından, kenar mahallelerde n ü ­
fusun seyrelmesi ile şehir merkezinde arsaların değer kazanm asının
oluşturduğu çifte baskının altında metropolün yeniden örgütlenme­
sinden etkilenmediği anlam ına mı gelir? Aslında tersi geçerlidir. Ç ü n ­
k ü ekonomik bakım dan ikinci sınıfa itilmesine, ırk tuzaklarına d ü şü ­
rülmesine devam ediliyor edilmesine ama, seksenlerin, doksanların
gettosu XX. yüzyıl ortasındaki öncülünden oldukça farklıdır. İkinci
D ünya Savaşı’nın hemen ertesindeki döneme ait kom ünal getto, sıkı,
sınırlan belli, birliktelik bilinciyle birbirine bağlanm ış siyah sınıflann
hepsini, neredeyse eksiksiz bir sosyal işbölüm ünü, sınıf yapısında
yukarılara tırmanm a olanaklarını ve temsiliyet im kânlannı bann dı-
ran bir yapıydı. Komünal gettonun yerine yüzyılın sonunda hipergetto
diyebileceğimiz (W acquant 1989) bir yapı geçmiştir. Hipergettonun
m ekânsal düzeni, kurum sal tertibi, nüfus içeriği, kent toplum undaki
yapısal konum u ve işlevi oldukça yenidir. Dahası, gettonun Amerikan
toplum undan aynşm ası sadece görünürdedir: H aberm as’m ([1981]
1984) üzerinde durduğu kavram sal ayrımı kullanm am ız gerekirse,
b u ayrışma “yaşam dünyası” seviyesine aittir, bir “sistem” farkı de­
ğildir. B u ayrışma, getto sakinlerinin somut deneyimleriyle, somut
ilişkileriyle ilgilidir, onları metropol topluluğuna, dışlayıcı bir tarzda
d a olsa, sıkıca demirleyen dip bağlarıyla ilgili değildir. Aslında hem
b u bölüm de hem de bun d an sonraki iki bölüm de, altmışların ilerici
hareketlerinin uyandırdığı şok dalgasına tepki olarak AB D ekonomi­
sinin, sosyal uzamın ve güç alanının çehresini yeniden çizen yapısal
değişimler ile gettonun dönüşüm ü arasında köklü nedensel, işlevsel
bağlantılar olduğunu ileri sürüyorum.
Fordist-Keynesçi dönemdeki ırk tahakküm ü analizlerini, sanki
zam andışı kurum sal bir tertibatmışçasına tekrarlam ak y a d a ge­
nişletmek yerine, A B D m etropolünde gettonun konumunu ve işlevini
tarihselleştirmek ve Yurttaşlık H aklan Hareketinin zirvesinden son­
raki kaderini açıklam ak için fiziki çeperinin ötesine gitmek zorun-
Yüzyıl Sorûamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi »6 1

dayız. Gettoları hakiki evcil “Bantustan”lara4 dönüştürm ek üzere


bir araya gelmiş ekonomik, siyasal güçleri derinlemesine incelemek,
gettoların kendi evrimlerinin ilkesini kendi içinde taşıyan özerk,
sosyom ekânsal uydu lar olmadığını açıklığa kavuşturur. Ayrıca yüz­
yılın sonu nda Am erika K ara Kuşağının içinde b u lu n d u ğu tehlikeli
d urum u n sırf, ekolojik süreçlerin belirlediği emek arzı ve talebi ara ­
sındaki m ekânsal “uyum suzluk” ile işgücü vasfı uyum suzluğunun,
sanayisizleşmenin ya d a nüfus değişimlerinin m ekanik bir sonucu
olmadığını d a gösterir; üstelik bir “yeni sınıfaltını” çıkaracak yu m ur­
ta olmadığım ortaya koyar; sınıfaltı ister doğduğu halinde b u lu n su n
ister Am erikan kent m anzarasının kalıcı donanım ında çoktan “bil­
lurlaşm ış” olsun (Loewenstein 1985; Nathan 1987; M arks 1991), is­
terse de sapkın davranışlarıyla, gelir seviyesiyle, kültürel eğilimleriy­
le y a d a siyasi tecritiyle tanımlansın. B u tehlikeli durum d ah a ziyade
hem hâkim söylemde hem de nesnel gerçeklikte ırksal bölünm enin,
sınıfsal eşitsizliğin ve kentsel mekânın siyasal olarak yeni bir tarzda
eklemlenmesinin ürü n ü dü r.
Dışlayıcı kapatm anın (M ax W eber’in kullandığı anlam da [[1918-
20] 1968]) aygıtı olarak getto h âlâ bizimledir, fakat artık farklı bir
getto tipidir: Ortamıyla birlikte iç dokusu d a değişmiştir, gettoyu aynı
anda Amerikan toplum unun geri kalanına zincirleyen, toplum un
geneli içindeki bağımlı, marjinal konum unu temin eden kurum sal
süreçler de farklılaşmıştır. B u farkları, yüzyılın sonunda gettonun
ne olduğunu, hem dışardakiler hem içerdekiler için ne m anaya gel­
diğini anlam ak için, akademik “sınıfaltı” masalının bir kenara sü -
pürülm esi gerekir. B u masal, şehirde yoksulluk ile ırk kümelerinin
kesişmesine dair tekrar alevlenen tartışmaların sahnesinde boş yere
kalabalık etmiştir; b u m asalı dinlemek yerine bir yan da ırk aynm ı
yapılan kent merkezindeki günlük hayatin ve sosyal ilişkilerin dönü­
şüm ü ile öbü r yan da belirli kast ve sınıf yapılanm alarım , ki hiperget-
to bu n lan n cisimleşmesidir, açıklayan ekonomik, sosyal, siyasal erk
sisteminin im an arasındaki mevcut ilişkileri yeniden düzenlemeliyiz.
B u n a istinaden, b u bölüm , getto sakinlerinin kendilerini (yeniden)
tanımladığı m addi ve simgesel mekânı baştan şekillendiren dış et­
kenlere en önemli mertebeyi vermekte, gettonun özgül sosyal düzeni
ile bilincinin getto içi üretimine ancak dolaylı olarak değinmektedir.
Söz konusu vurgunun nedeni, yapısal kararların grup oluşum u ve

Irkçı yönetim altındaki Güney Afrika’da ve o zamanların Güneybatı Afrikasında (şim­


diki Namibya) siyahlara ayrılan yaşam alanları —çev. notu.
62 • Kent Paryaları

güzergâhını A ’dan Z ’ye belirlediği inancı değildir. Bilakis. B u n u n ye­


rine biri kuram sal biri ampirik iki önermeye dayanır.
İlk önermeye göre metropolün göbeğinde bir topluluğun inşa
edildiği ve kimliğin üstlenildiği nesnel koşulların aydınlatılması, get­
tonun Lebenswelt’ı [yaşam alanı] ile b u alanın içinde göm ülü olan
pratiklerin, anlam ların analizinin sosyolojik ön şartıdır. Getto sa­
kinlerinin kim olduklarını, kim olabileceklerini anlam ak için haya­
ta geçirdiği stratejiler, hem maddesel hem de simgesel konum ların
ve kaynakların b u nesnel m ekânında kök salmıştır. Aşağıdan (daha
doğrusu içeriden) kaynaklanan eylem ve anlam ların yarattığı güçlük­
lere ışık tutan “yerli bir bakış açısının” (Aldon Morris (1984) tarafın­
dan savunulm uştur) yokluğunda b u analizin eksik kalacağı doğru
olsa da, “siyahlığın değerinin”, “m uhalif siyah kültürün” zenginliğinin
halka hoş görünm ek için yüceltilmesi (hooks 1992: 17), Fordist-Key-
nesçi çağın kapanm asının ardından gettonun kaderi ve durum unun
sağlam bir şekilde değerlendirilmesi için ne yedek bir güç ne de güve­
nilir bir fırlatma ram pası temin eder.
B u bölüm ün ikinci önermesi Am erikan toplum unda fiziki, sosyal
ve simgesel bir m ekân olarak getto gerçekliğinin, ister sevilsin ister
sevilmesin, dışarıdan şekillendirildiği, aslında dışardan dayatıldığı
ve getto sakinlerinin kendi toplu ve bireysel kimliklerini üretme va­
sıtalarından gittikçe m ahrum bırakıldığıdır. Soul [ruh] ve “sınıfaltı”
kelimelerinin birbirlerine karşıt kökenlerinin kullanımlarım ve anlam
yüklerini karşılaştırm ak b u anlam da öğreticidir. Soul düşüncesi, ki
altmışların getto ayaklanm alarında geniş kesimlerin ilgisini çekmiş­
tir, “alt sım f kent Zencilerinin kendi “u lusal karakterlerini” anlatan
bir halk kavramıydı” (Hannerz 1968: 454). G rup içi tüketim amacıyla
içeriden üretilen b u kavram, dayanışm anın simgesi olarak hizmet
etmiş, kişisel gururun, grup gururu n u n rozeti olmuştur. Buntın
aksine, “sınıfaltı” statüsü tamamen dışardan (ve yukarıdan) atan­
mıştır; b u statünün varsayılan “üyelerine”, gazeteciler, siyasetçiler,
akademisyenler, hüküm et görevlileri gibi simge üretiminde uzm an
u n surlar tarafından, denetim ve disiplin (Foucault’nun anlayışında
disiplin kelimesi hem tabi hale getirmeyi hem de özneleştirmeyi5 an­
latır) am açlan güdülerek b u statü zorla uygun görülmüştür, üstelik
b u analitik kurgu ürünüyle keyfî olarak kümelendirilen insanların
kendileriyle ilgili anlayışlarına dair en ufak bir endişe dâhi duyulm a­
mıştır. Halk kavramı “soul”, siyah kimliğinin yerel unsurlarca yeniden

Subjectivation aynı zamanda tabi olunan süreçlerle özneleşmedir —ed. notu.


Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 63

değerlendirilmesine doğru yol alan “getto içi diyalogun” bir parçası


olarak olumlu bir anlam taşır, oysa sınıfaltı tabiri aşağılayıcı nitelikli­
dir ve başkalarım yaftalamak dışında kimsenin dile getirmeyeceği ya
d a başvurmayacağı olum suz bir etikettir. Com el W est (1994) gibi “asi”
siyah aydınların bile sınıfaltı tabirini kucaklaması, gettonun hangi de­
receye kadar yabana bir nesne haline geldiğinin göstergesidir; Birleşik
Devletler’in sosyal ve simgesel topraklarında tuhaf ve yabancılaşmış
bir u n su ra dönüşm üştür.

Başlamadan önce üç uyarı


Yüzyılın sonunda Chicago’nun siyah gettosundaki toplum sal koşul­
ların ve günlük hayatın portresini çizmeden önce üç u y an yapm am
yerinde olacaktır, öncelikle vurgulam ak gerekir ki, getto bir topografi
biriminden y a d a yoksul ailelerin, bireylerin bir araya toplanm ala­
rından öte bir şeydir; bu n u n yerine kurumsal bir oluşumdur, yani
etno-ırksal kapatma ve denetim mekanizmalarının bir araya geldiği,
yerleşik bir m ekâna sahip, özgün bir yapıdır. Kısaca söylersek, ideal
tip tanımına göre getto sınırlan belli, hakkında olum suz bir tipleme
yapılmış halklann (Rönesans Avrupasım n prensliklerindeki Yahudi-
ler, Fordist konsolidasyon döneminde Birleşik Devletler’deki Afrika
kökenli Amerikalılar gibi) onlara aynlmış bir bölgeye -k i b u ra d a et-
raflannı saran toplum un baskın kurum lan n a karşı hem koruyucu
bir tampon hem de işlevsel bir yedek görevini yerine getirecek özgül
kurum lar geliştirebilirler- zorla sürülmesiyle doğmuş, etnik bakım ­
d an biteviye sosyomekânsal bir oluşum dur (W acquant 1991). Çoğu
gettonun tarihsel olarak yaygın, bazen de şiddetli m addi sefaletin
mekânı olması, gettonun illa ki yoksul olacağı ya d a yoksulluğun
eşit dağıldığı anlam ına gelmez;6 1940ların “Bronzeville’i” (Chicago
gettosunun sakinleri o zam anlar b u adı takmıştı) Güneyin siyah top­
luluklarının çoğundan kesinlikle dah a varlıklı idi. Dolayısıyla getto,

6 Sakinlerinin yoksulluğu aşın boyutlara varsa bile bütün dar gelirli bölgeleri de getto
değildir. Seksenlerde Kenosha (Wisconsin) ya da Pontiac (Michigan) gibi sanayisini
yitiren Ortabatının beyaz şehirlerini, Mississipi deltası kırsalını, Amerikan Yerlileri­
nin kamplannı ya da Büyük Buhran sırasmda Birleşik Devletlerin büyük kesimini
düşünün. Yoksulluğun büyük oranda, yoğunluklu görüldüğü bölgeleri “getto” olarak
etiketlemek sadece keyfi olmaz (hangi noktada durmak gerekir ve ölçüsü ne olacak­
tır?). Bu yapılırsa, terimin tarihsel anlamı elinden alınmış, sosyolojik içeriği boşaltıl­
mış olur, aynca gettonun ürünü olduğu dışlanmanın iş başındaki mekanizmalarının
ve ölçütlerinin incelenmesine de ket vurur (Wacquant 2002b).
64 • Kent Paryaları

toplumsal anlam da yekpare değildir. A şın bakımsızlıklarına karşın,


birçok yoksul m ahalle bir nebze de olsa mesleki, ailevi çeşitlilik ba-
n ndınr. Getto d a tam am en çorak değildir: Viran arazisinin ortasın­
da, oraya buraya dağılmış nispeten ekonomik, sosyal istikrar içeren
adacıklar mevcuttur, ki b u n lar getto sakinlerine kaçış ve mücadele
stratejileri için kınlgan fakat önemli fırlatma ram palan temin eder;
sosyalleşmenin yeni biçimleri ufalanan sistemin çatlaklannda sürek­
li gelişir.
İkincisi, gettoya yabancı bir yer m uam elesi yapm anın, onu ortak
norm lardan sapan bir u n su r olarak görmenin, kısacası gettoyu egzo-
tikleştirmenin cazibesine karşı konulmalıdır. Örneğin, akadem ik “sı-
nıfaltı” mitinin yandaşlan, gazete haberleriyle {b u haberlerin cazibe­
sine hemen kapılırlar) ve yoksul siyahlara karşı sınıfsal, etno-ırksal
sıradan önyargılarla hoş bir yankı yapan korkunç “antisosyal” davra­
nış m asallann da b u n u yapm ayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Sos­
yolojinin basit bir sosyolojisi, çoğu “sınıfaltı” tanımlamasının aslında
varsayılan am acından ziyade, analistin betimlediği alacalı nüfusla
olan ilişkisine, ırk, sınıf önyargılarına, korkularına ve fantazilerine
dair d ah a çok şeyi açığa vurduğun u gösterecektir; “sınıfaltı bölgeleri­
nin” betimlemeleri, çoğunlukla b u bölgelere asla ayak basm am ış olan
analistlerin görünürde “tarafsız” (yani egemen) ve uzak bakış açısı­
nın belirgin işaretini taşır.7 Medyanın önyargılı algısının pekiştirdiği
imgelerin, b u imgelerin ilham verdiği belirli sosyoloji yaklaşımlarının
aksine, getto sakinleri özel bir adlandırmayı gerektiren ayn bir in­
san soyu değildir; hayatlarını kazanm aya çalışan, m aruz kaldıkları
sıra dışı baskıcı ve sıkıntılı koşullarda ellerinden geldiğince yaşam
koşullarım iyileştirmeye gayret eden sıradan insanlardır. Dışarıdan
bakan aceleci bir yorum cunun durduğu noktadan kültürel şifrele­
ri ve tavırları tuhaf, Donkişotvari hatta sapkın (post-Fordist gettolar
üzerine söylemlerde bu sıfat o kadar çok tekrarlanmıştır ki adeta get-

7 Belki de gözleme dayalı inceleme süsü verilmiş ahlak söylevleriyle, siyasi gevezelikler­
le örülmüş bu tutarsız dokuyu üretmek için gettoyu uzaktan ve yukarıdan, bürokra­
tik araştırma aygıtının güven verici bakışıyla “kuramsallaştırmak1' üzere “sınıfaltı yan­
daşlarının gettodan uzak durmaya gayret etmesi gerekliydi; bu incelemelerin birincil
amacı yoksul siyahların kökünü ulusal gövdeden simgesel olarak kazıyarak “ana da­
mar” toplumu (bir muğlak tanım daha) bunların tehdidinden, zehrinden uzak tutup
korumaktı. Bu mesafenin birçok göstergesinden biri şudur: Konu hakkmdaki büyük
bir konferansta sunulmuş makalelerinin toplandığı The Urban Underdass (Kentsel Sı-
rafaltı] (Jencks ve Peterson 1991) gibi özlü bir başlık atılmış tuğla gibi bir kitapta, yirmi
yedi yazardan sadece bir tanesi getto içinde ilk elden kapsamlı bir gözlem yapmıştı.
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 65

toyla aynı anlam a gelir olmuştur) görünebilir, fakat yakından bakan


yöntemli gözlemler sayesinde, ham m addesini geçmiş deneyimlerden
alan toplumsal gerçeklere uydukları ve yakın çevrelerinin olanakları­
na, kısıtlamalarına gayet uygun düştükleri anlaşılmıştır.8
Amerikan yoksulluk araştırmalarının ana varsayımının aksi­
ne üçüncü uyan, günüm üz gettosunun “toplumsal örgütsüzlükten”
mustarip olmadığının altım çiziyor; alet olduğu yaygın istismarlan
düşünürsek, b u d a sosyalbilimlerden emekli olmayı hakeden ahlakçı
bir terimdir (W acquant 1997a). Aslında örgütsüz değildir; ekonomik "
gerekliliğin, genelinde sosyal güvencenin olmamasının, sonu gelme­
yen ırk düşmanlığının ya d a b u ırka karşı kayıtsızlığın ve siyasi iftira­
ların acımasız baskısına tepki olarak farklı biçimde teşkilatlanmıştır.
B u kitabın ilk kısmında göreceğiz ki hipergetto özgün bir sosyal düzen
içerir, mekânın ırklara göre katı bir şekilde bölünmesi söz konusudur;
“sosyal yırtıcılarla” tıka b a sa dolu bir ortama yayılmış “kıt kaynaklar
için m eydana gelen çatışmaların ve yoğun rekabetin etrafında örgüt­
lenmiştir” (Sânchez-Jankowski 1991: 22, 183-92); siyasal, bürokratik
alanların sıradan işleyişi tarafından hem değersiz hem de değersiz-
leştirici bir yapı olarak m eydana getirilmiştir. B u n u n la ilişkili olarak,
getto sakinleri, kendi içine kapalı ayrı bir grubun parçası değildir,
oysa “sınıfaltı” tezinin savunucuları b u n a inanmamızı yeğlerdi (s&Bf
hiyerarşisinin alt basam aklarında katılım ve üst sınıflara tırmanma
örüntülerinde değişimi gösteren veri olm am asına rağmen). B u nu n
yerine siyah işçi sınıfının vasıfsız ve toplumdan dışlanmış kesimine
aittirler; bu n u n sebebi Afrika kökenli Amerikalılar topluluğunun öte­
ki bileşenleriyle mevcut akrabalık ilişkileri, sosyal bağlan ve kültürel
ilişkileri olduğu kadar ücretli emek çemberinin sım rlanndaki istikrar­
sız konum landır (Aschenbrenner 1975; Petonnet 1985).9

8 Chicago Güney Yakası sokaklarında çalışan uzman bir “üçkağıtçının” günlük dün­
ya görüşünü, gelir yaratma stratejilerini analiz ederek bunu göstermeye çalışmıştım
(Wacquant 1998).
9 Sosyal ilişkiler ağını ele alan gözden kaçırılmış analitik bir çalışmada Melvin Oliver
(1988), kentlerdeki siyahı topluluğun anlamlı bir portresini verir; bu portre, sosyal
yadsınmanın ve patolojilerin yatağı olarak resmedildiği genel temsiliyle çelişen, kişi­
ler arası bağların birbirleriyle bağlantılı kümeleri olarak tasvir eder bu topluluğu. Los
Angeles’m tarihî gettosu Watts’ın sakinleri ile buradan yeni ayrılmış orta sınıfların
semti Crenshaw-Baldwin Hills sakinlerinin benzer sosyal ilişkiler ağlatına (boyut,
ilişki bağlamı, mekânsal yayılım, yoğunluk, başarısızlık ve karşılıklı ilişki olarak ta­
nımlanmıştır) sahip olduğunu, iki bölgede de o bölgelerin sakini olmayan akrabalarla
kurulan bağların eşit derecede geçerlilik taşıdığını göstermiştir. > ■*
66 • Kent Paryaları

50’LERİN “KOMÜNAL GETTOSUNDAN” 90’LARIN HİPERGETTOSUNA

Siyah gettoların oluşm a süreci eskidir ve pekâlâ belgelenmiştir; b a ş­


langıçta ayn bir m ekâna kapatılmış siyahlar, şiddetin getirdiği acı­
larla birlikte buralara yığılmıştır; sonra beyaz n üfusun şehir dışına
kaçmasıyla genişleme başlam ış, b u n u paralel kurum lan n oluşum u
izlemiştir; b u kurum lar getto sakinlerinin hayatım bir kalkan gibi
sarmış, fakat aynı zam anda bir kapan a d a dönüşm üştür; çünkü
zam anla işsizlik, suç oranlarında artış ve toplum sal anlam da yeri­
ni kaybetme baş göstermiştir. B u süreç, XX. yüzyılın ilk yan sın da
etno-ırksal dışlama anlayışının bir kurum u olarak Kara Kuşağın ilk
m eydana getirilişine kadar geri gider.10 Am erikan toplum unda getto-
laşm a sürecine m aruz kalan tek sınıfın siyahlar olduğu pek bilinmez.
Etnik beyaz denen gruplan n (yani ülkenin Anglo-Sakson kurucu lan -
m n dışındaki etno-ulusal kökenli Avrupalı göçmenler: Italyanlar, İr­
landalIlar, PolonyalIlar, Yahudiler vesaire) çoğu başlangıçta heterojen
etnik yığınlar halinde yaşamıştır; gerçi b u ralar varoş olsa da, beyaz
toplumla kaynaşm a yolunda geçici ve çoğunlukla d a gönüllü kalınan
ara duraklardı. W irth’in (1927) ölçüsüne göre b u yerleşim yerleri, iz­
lenimci bir bakış açısı dışında hiçbir anlam da getto değildi. B u ralar­
daki ayrımcılık kısmî idi; ait olunan sınıfın, u lu su n ve yurttaşlığın bir
karışımına dayanıyordu, ö te yandan siyahların tıkıldığı yerler, “ay­
rımcılığın fiilien topyekûn uygulandığı, b u belanın esasen gönülsüzce
çekildiği, üstelik hiç bitmediği” alanlarda sadece Afrika kökenli Am e­
rikalıların oturmasıyla emsalsizdir (Philpott 1978: s. xvi).n Üstelik,
siyahların zorla ayn tutulm ası konutlann ötesine taşmış, eğitimden,
iş im kânlarından kam u hizmetlerine, siyasi temsiliyete kadar uzanan
temel kurum sal arenalan ve yakın temas alanım kapsar olmuştu;

10 Chicago gettosu örneği için bkz. Spear (1968), Philpott (1978), Drake ve Canyon
([1945] 1993). Fordist dönemde Kuzeyin sanayi şehirlerinde siyah mevcudiyetine
kapsamlı bir tarihsel bakış için bkz. Kusmer (1986), Franklin (1980). Kararğettonun
longue durûe [uzun vadeli] ömründe izlediği yolun tarihsel köklerine burada yeterli
yeri ayırmak mümkün değildir. Harekete geçirici sebepler gettonun dışında olsa da,
kara gettonun dönüşümü, her toplumsal oluşumdaki gibi, iç yapısından kaynaklan­
mıştır, öyle ki son evriminin aydınlatılması için yüzyıl geriye, kuluçkaya yatırıldığı
döneme gitmek gerekir demekle yetinelim.
11 örneğin, 1930’da tamamen siyahların yaşadığı Güney Yakası gettosu şehrin Afri­
ka kökenli Amerikalı nüfusunun yüzde doksanından fazlasını banndıyordu. Oysa
Chicago’nun “Küçük İrlanda'sında” yirmi beş farklı ulus mevcuttu, mahallenin sa­
dece üçte biri İrlanda kökenliydi, şehrin İrlanda asıllı sakinlerinin ancak yüzde üçü
burada barınıyordu (Philpott 1978: 141-2).
Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 67

dolayısıyla topluma koşut, neredeyse eksiksiz bir paralel sosyal yapı


geliştirmek durum u n d a kaldılar; yüzünü siyahlara dönen b u yapının
kadrosu siyahlar tarafından dolduruldu, “etnik beyazlarda” ise b u ­
n un bir muadili yoktu.
Metropolde siyahların maıjinalleşmesinin günüm üzdeki ayırt
edici özelliği, öncelikle, gettonun mekânsal olarak merkezsizleşmesi,
aynı zam anda kurum sal olarak farklılaşıp bölünmesidir; sanki bir
yanda genleştikçe yıkıma uğrayan bir altproleter çekirdeği ile öte
yan da şehrin iç çeperinde, gittikçe dah a fazla kent dışında yer alan
işçi sınıfı ve burjuva uydu mahalleleri (çoğunlukla tarihî Kara Ku­
şakla kom şudur) arasında bölünm üştür. Post-Fordist Am erika’d a
siyahların gettolaşmasımn ikinci yeni özelliği, “gettonun merkezinde
gerçekleşen çöküşün yoğunluğu” ile katışıksızlığıdır, aynı zam anda
“adil konut yasalarının yürürlüğe sokulm asının üzerinden geçen yir­
mi yılın ardından b u çarkın hâlâ dönüyor” olması b u n a eklenebilir
(Orfield 1985: 163). Aslında hukuk alanındaki reformların gettoyu
ıslah edeceğinin varsayıldığı bir dönemde, Am erikan metropolünün
Kara Kuşağının göbeği, hızlanan fiziki tahribat, sokak şiddeti, ye­
rel güvensizlik, Bü yük Buhranın en kötü yıllarıyla kıyaslanabilecek
düzeyde ekonomik dışlanm a ve sosyal darlık yüzünden temelinden
çürüm üştür.

Kent merkezinde fiziki çürüme ve tehlike


Chicago G üney Yakası’nın W oodlaw n mahallesinde 63. C adde’de
yürüyün; burası Chicago Üniversitesi kam püsüne taş atımlık me­
safededir; eskiden şehrin en hareketli alışveriş mekânlarından
biriydi. Ayrıca Birleşik Devletler’in siyah gettolarında örneğini gö­
rebileceğiniz ay yüzeyine benzer delik deşik kraterli bir arazisi ol­
duğun u keşfedersiniz;12 New York şehrinde Harlem ile Brownsville
semtlerinde, kuzey Philadelphia’da, Cleveland Doğu Yakası’n da ve
Detroit’te Paradise Valley’de, Boston’d a Roxbury’de, Pittsburgh’d a
Hill District’te hep aynı arazi mecvuttur. Terkedilmiş binalar, m o­
loz, çöp dolu arsalar, kırık dökük kaldırımlar, tahtadan çatılmış önü
dükkân kiliseler, kömürleşmiş dükkânların kalıntıları altmışlardaki

12 Aksi belirtilmedikçe, buradaki gözlemler, söyleşilerden yapılan alıntılar, Chicago Gü­


ney Yakası’nda yürüttüğüm saha çalışmasından gelmektedir. 1988-1991 yıllan arasın­
da gerçekleştirilen bu çalışma, getto boks kültürüyle, ekonomisiyle ilgili bir etnografya
araştırmasının kapsamındadır.
68 • Kent Paryaları

büyük ayaklanm alardan b u yan a yetkililer tarafından çürümeye bı­


rakılmış mahallelerde kilometreler boyunca uzayıp gider.
İkinci D ünya Savaşı’m n hemen ertesinde, caddeden yer, pasta­
dan pay kapm ak için birbirleriyle y an şan yerel esn af 63. C adde’ye
“Mucize Yolu* adını takmıştı.13 Mahallede dükkân sayısı yaklaşık
800’dü; 18 çarpı 4 adet bloktan m eydana gelen bölgede hiç boş arsa
bulunm uyordu. W oodlawn hayatla dolup taşıyordu. Şehrin dört kö­
şesinden akıp gelen insanlar günü n en yoğun saatlerinde öyle bir
izdiham oluşturuyordu ki yer üstü tren istasyonundan inen kişinin
ayaklan kelimenin tam anlam ıyla yerden kesilirdi. Bü yük restoranla­
ra saat başı müşteri akın ederdi; caddenin Cottage Grove bulvanyla
kesiştiği kavşağın yakınındaki iki işlek sokakta en az beş banka, altı
otel mevcuttu; sinemalar, tavernalar, dans salonlan sanki hiç boşal-
mazdı. O dönemden kalmış yegane beyaz dükkân sahibi, Ağustos
1991’de b a n a caddeyi şöyle betimlemişti:
■ . _ . . . -
Savaştan sonraki Berlin’e benziyor şimdi, kahroluyorum. Sokak
bombalanmış gibi, her gün çürüyor. Yüzde yetmişbeşi boş. Maa­
lesef burada iş yapan sadece içki dükkânlan. Onlann da buradaki
insanlara bir hayn yok: (iç geçiriyor) Hep *al, al, al, hiç vermel’ İç
karartıcı. (İç çekiyor) Umutların yeşermediği bir yer burası, yatınm
yapan yok. İnsanlar Woodlawn’a gelmiyor.

Caddenin lakabı ironik, acı bir anlam değişimi geçirmiş diyebiliriz;


çünkü b u ra d a bir iş yerinin tutunabilm esi için artık bir mucize ge­
rekli. TCnerden günüm üze ne bir tiyatro, banka, caz ya d a blues k u ­
lü bü ne de bir tamir atölyesi kalabildi. Mahallede sağa sola serpiş­
tirilmiş kereste depolan, m atbaalar, garajlar, lam ba imalathaneleri
vardı, onlar da ortadan kayboldu (saha çalışması yaptığım üç yılda,
63. C adde’de on blok içinde iki benzin istasyonu, ayn ca iki düzine
dükkân batıp kapandı). Kalan iş yeri sayısı doksandan azdır; b u n ­
ların çoğu yemek yenen ufak yerler, ağır metal kepenklerin ardına
sığınmış marketler, ufak güzellik salonlan, ucuz çamaşırhaneler,
berberler, giysi m ağazalan, ikinci el mobilya satılan yerlerdir; aynca
bol bulun an “nakit bürolan n dan *,14 piyango büfesi görevi de gören

“Mucize Yolu’ takma ismi, “Muhteşem Yol’ adının bir nevi yankısıydı; Chicago neh­
rinin kuzeyinden Michigan gölüne paralel giden Michigan bulvarının bir kısmına
halkın taktığı lakaptı bu; “Muhteşem Yol”, turizmin yol göstericisi, şehrin nirengi
noktalarının ve lüks mağazaların toplandığı yerdi.
Buradaki nakit büroları yoksulların banka işlerini gördüğü yerlerdir. Büyük finans
Yüzyıl Sorûarurken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 69

içki dükkânlarından bahsetmeye gerek bile yok. Bunların h e p s iü K l


olsa bir avuç insana iş sağlayabilir.
Fakat yüzyıl sonu gettosundaki günlük hayata dair öne çıkan
en zalim olgu tartışmasız, sokaklara nüfuz etmiş yoğun güvensizlik
duygusu ve fiziksel tehlikenin yaygınlığıdır. Şiddet, Am erika’daki ırk
ve sınıf siyasetinin sıkıntılı bir tarafıdır. Medyanın klişeleşmiş yasadı-
şılık tanımlarının aşağılık imgelerini gündem e getirmeden b u konuyu
açm ak zordujr. Fakat Chicago Güney Yakası’n da yürütülen etnografi
sah a çalışmaları, hipergettoyu açıklamaya şiddet u n su ru n u ele ala­
rak başlam âk gerektiğine beni ikna etti; çünkü şiddet yoğun şekilde
yaşanm akta, toplum un dokusunda geniş yankılar bulmaktadır. Aynı
zam anda b u şiddetin, şekli, etkisi bağlam ında gazetecilerin ileri sü r­
düğünden oldukça farklı olduğunun d a altı çizilmelidir; yani bu rad a
şiddet, belirli bir kalıba uyar, rutin hale gelmiştir, yayılma eğilimin­
dedir. Dahası, “aşağıdan gelen” b u n u n gibi yıkıcı bir şiddet unsuru,
hipergetto sakinlerinin anlamsız “patolojilerinin” dışavurum u olarak
analiz edilmemelidir; onun yerine devletin b u bölgeye girme derece­
sinin, bölgeye ne ölçüde düzenlemeler getirdiğinin bir fonksiyonu
olarak değerlendirilmelidir. Yukarıdan gelen” farklı şiddet türlerine
karşı m akul bir tepkidir (hem yankı yapm a hem karşılık verme anla­
mında), ayrıca kent merkezinin kaderine terk edilmesi politikasının
anlaşılır bir yan ü rü n ü d ü r.15
Sadece 1980-1985 arasında Chicago polisine bildirilen şiddet suç­
larının sayısı dört kat artıp hayret verici bir orana yükseldi, her 1000
kent sakinine 1300 saldın oranına ulaştı. B u suçlann çoğu getto sa­
kinlerine karşı, getto sakinlerince işlenmişti. 1990 yılında Chicago’da
kayıtlara geçmiş 849 cinayet m aktulünün yüzde yetmişinden fazlası
Afrika kökenli Amerikalı genç erkeklerdi, b u n lan n d a çoğu yoksul
siyah mahallelerinde ateşli silahla vurularak öldürülm üştü. Ülkenin
büyük şehirlerinin tecrit edilmiş merkezlerindeki ölüm oranı, “doğal

kurumlan yoksul mahallelere girmediği için onlann görevlerini yaparlar; böylece ma­
halle sakinleri çeklerini bozdurabilir, faturalanm ödeyebilir, üçüncü şahıslara para
gönderebilir; aynı zamanda belirli kamu hizmetlerine erişimlerini de bu yolla sağlar­
lar, çünkü yerel resmi kurumlar bu bürolara taşeronluk yaptırmaktadır (örneğin yıl­
lık araba vergisinin ödenmesinde). Bütün bu işlemler için yüksek komisyon alınır, bu
oran bozdurulan çekin ya da gönderilen paranın yüzde onuna kadar varabilir. Nakit
bürolarını görmek, kişinin yoksul bir semtte ya da yalanında olduğunun şaşmaz bir
göstergesidir.
Bu nokta, Birinci Bölümde ortaya konan isyanla ilgili savın bir uzantısıdır; Dör­
düncü Bölümden itibaren daha da ayrıntılı değineceğiz.
70 • Kent Paryalan

felaket alanlarına gösterilen ihtimamı hakeden rakam lara” ulaşmıştı


(McCord ve Freeman 1990: 174). Sonuçta, doksanlı yılların başında
Bangladeşli erkeklerin 35 yaşm ı görme ihtimalleri, Harlemli m uadil­
lerinden yüksekti. Ateşli silahların kolayca elde edilebilmesi, ücretli
işlerden uzun süre dışlanmak, uyuşturucu ticaretinin iyice yayılması
gibi etkenler bir araya gelip erkeklerin sokaklarda çatışmasının kural­
larını değiştirmiş, ölümcül saldın olaylannm tırmanmasını ateşleye­
cek şekle sokmuştu. Siyahlann çetesi Disciples’ın eski önderlerinden
biri derin düşüncelere dalmıştır:

Bak, eskiden iki çete elemanı dövüşmek istese, bunlan teke tek
kapıştınrlardı. Fakat artık öyle değil: Benle dövüşmek istersen, eli­
me bir silah alıp seni vururum, anlıyor musun? Eline ne zaman
silah geçse, aklına gelen ilk şey bu olur; banş görüşmelerini falan
iplemez; bu elemanların anlaşmazlıklanm gerçek yetişkinler gibi
kavga edip çözmesini beklemezsin. Bu tüylerimi ürpertiyor çünkü
bu herifler, (sesi öfkeyle yükseliyor) yani diyorum ki bunlar hayata
değer vermiyor; hem de hiç!

Binalar sokaklardan nadiren dah a güvenlidir. Apartmanların, evlerin


pencereleri, girişleri ağır çelik kapılarla, demir parm aklıklarla koru­
nur. Kam u tesisleri ile alanları d a b u n a dahildir. Gettonun yaşlı sa ­
kinleri, sıcaktan bunaldıkları için yazlan cibinliklerin içinde belediye
parklan n da ya d a çatılarda, balkonlarda u yud uklan zam anlan öz­
lemle anıyor. G ünüm üzde çoğu park “gidilmeyecek alandır”, özellik!^
de gün batınım dan sonra. Birçoğu civarda yaşayan gençler için bile
yasak bölgedir buralar; çünkü rakip çetenin hâkimiyet alanına girer­
ler, dolayısıyla b u parklara gidip oralarda oynamak insanın hayatı­
nı tehlikeye atması anlam ına gelir. Chicago Ulaşım M ü d ü rlü ğü ’nün
(CUM ) şehir merkezi ile G üney Yakası arasındaki güzergâhta turla­
yan otobüslerine, saldırılan yıldırmak için özel polis araçlan eşlik
eder, yine de her ay yüzlerce şiddet suçu hadisesi kayıtlara geçer.
C U M ’n ü n Jackson Parkı hattındaki yan m düzine tren istasyonunun
giriş kapılan suç olaylannı dindirmek üzere son çare olarak kapatıl­
mıştır; bu n u n d a bedelini toplu taşım aya erişimlerini kaybeden m a­
halle sakinleri ödemiş oldu (bu istasyonlarda trenden inebilir fakat
trene binemezler). Güvensizlik hali o kadar yaygındır ki kişinin sırf
kam usal m ekâna çıkması bile getto sakinlerinin günlük yaşam ında
büyük bir ikilem yaratmaktadır. Haziran sonuna doğru güneşli bir
günde Güney Yakası’ndan yaşlı bir vatandaşın şu dertli yorum unda
b u duyguyu kuvvetle hissederiz:
Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi »71

Sıcak havaların geri gelmesinden nefret ediyorum. Aslında havarim


ısınmasını severim ama ısınan havayla ortaya çıkan tiplerden hoş­
lanmıyorum: punklar, uyuşturucu bağımlıları; bunların artık evle­
rinden sokaklara dökülmeye başladığını görebilirsiniz. Bunlardan
kimseye hayır gelmez.

Okullar b u resmin dışında tutulamaz. D uvar örülen pencereleriyle,


tahkimatlı metal kapılarıyla askerî kaleler gibi tasarlanıp donatılan
^ Ç h ic a g o gettosundaki birçok devlet okulu, güvenliği sağlam ak için
öğrencilerin anne babalarından milis güçleri m eydana getirir ya da
görev başın da olmayan polisleri kiralarlar. Ateşli silahlar d a dahil
okulda dolaşım a giren her türlü silahın sayısını kısıtlamak için me­
tal dedektörleri kurarlar. G üney Yakası 55. C adde’de b u lu n an bir
ilkokul, bir sene içinde birkaç blokluk alan da beş gencin ateşli silah­
la vurulup öldürülmesi yüzünden 1990 kışında kısa bir süre m an­
şetlere taşınmıştı. İlkokul öğrencilerinin, kendilerini okulun dışında
bekleyip içeri kadar takip eden çete şiddetinin yaşattığı “korkudan
hissizleştiği” anlaşılmıştı, öğretm enlerden biri, çocukların “okula can
korkusuyla geldiklerini” söylediğini itiraf etmişti. “Her sene bililerinin
çocukları sekizinci sınıfi bitiremeden ölüyor”, şikayetini dile getiriyor­
d u bir anne. M üd ürün elinden gelen tek şey, çocuklar binayı terket-
tikten sonra okul güvenliğinin korum a sağlayam am asına üzülmekti
(Chigaco Tribüne 1990).
Yüzyıl sonu hipergettosu, “çocuk olmak için kesinlikle uygun
bir yer. değil”; Chicago’nun yoksul mahallelerini, savaşın böldü­
ğü Kamboçya'nın mülteci kamplarıyla kıyaslayan bir kitabın başlı­
ğı böyleydi (Garbarino ve diğ. 1991). Şiddetin yaygınlıkla görüldüğü
b u ortamda büyüyen gençlerde ciddi duygusal hasarlar oluşur, sa­
vaş gazilerinde rastlananlara benzer travma sonrası stres bozukluk­
ları sergilerler. G üney Yakası’n da yüksek binalardan oluşan sitede
yaşayan bir kiracı (Brune ve Cam acho’d a bahsedilmiştir; 1983: 13)
Chicago’nun b u kısmının “aile kuracak yer olmadığını” kabul eder.
“Havalar ısındığında burası sirke döner. Her zam an kavga dövüş olur.
An geliyor ki çocukları alıp koridorda yere yatırıyoruz, işte buralarda
silahlı çatışmalardan geçilmez”. Toplu konutlarda yaşayan çocukların
neredeyse hepsi beş yaşına geldiklerinde ateş etme, öldürme hadisele­
riyle ilk elden karşılaşmış oluyor. Birçok anne çocuklarım mahallenin
gaddarlığın dan korum ak için onlan şehir dışındaki mahallelere ya d a
G üney eyaletlerindeki akrabalarının yanına yollamayı yeğler.
Amerikan şehirlerinde mekân bazında etno-ırksal ayrım yapılm a­
sı yüzünden gettolarda suç hadiseleri tavan yapmıştır. “Siyah siyaha”
72 • Kent Paryaları

uygulanan şiddet b u kadar çoksa, bu n u n tek sebebi, yoksullaşan


semtlerin sakinlerinin, ekonomik fazlalık olmanın, sosyal yabancılaş­
manın acısını çekmeleri değildir, isimsiz siyah erkeğin, şiddet suçla­
rının, kentlerdeki tehlikelerin herkesçe bilinen simgesi haline gelmesi
başka bir sebeptir (E. Anderson 1990: Altıncı Bölüm). Öyle ki, orta sınıf
kültürüne ait giysileri, süsleri sergilemedikleri müddetçe, beyazların
bölgelerine girmeleri fiilen yasaklanmıştır; b u bölgelerde deri renkleri
yüzünden potansiyel suçlu ya da sorun çıkaran kişi olarak görülürler:

Beyazlann muhitine gidip iş çeviremezsin, çünkü orada görülür­


sen, şüphelenip seni durdururlar. O yüzden kendi çöplüğünde av­
lanmaksın, çünkü burada o kadar kolay dikkat çekmezsin. Kendi
insanlarını soymak zorunda kalırsın. (Blauner’den alınmıştır 1989:
223; aynca bkz. Pettiway 1985).

Nüfus kaybı, proletersizleşme ve örgütlerin kapanması


Fiziki tahribat ile iş imkânlarının azalması sürse de, artan sokak şid­
deti ile çok yönlü güvensizlik ortamı, gettonun sosyoekonomik, k u ­
rum sal dokusun un derinlerdeki dönüşüm ünün yüzeysel tezahürleri­
dir. Ellilerin Bronzeville’inde nüfus, ikinci D ünya Savaşı’nın yaşattığı
ekonomik refah dönemi ve ekonomik bakım dan geri kalmış Güney
eyaletlerinde tanm ın makineleşmesi sayesinde tetiklenen G üney­
li göçmenlerin akufiyTa şişmişti; oysa günüm üz gettosu, beyazlann
kent dışındaki mahallelere sığınmasıyla tarihî Bronzeville çevresinde
boş kalan semtlere nezih bir ortam arayışıyla du ru m u iyi olan ailele­
rin taşınması yüzünden sürekli nüfus kaybetme belasına uğramıştır,
örneğin, Chicago G üney Y akası’m n merkezi, sakinlerinin neredeyse
yansını kaybetmiştir: O aklan d’ın, G rand Boulevard’ın, Washington
Park’m nüfusu 1950 yılında 200.000 iken, 1980’de 102.000’e düşm üş,
yerinde durm ayarak 1990’d a 64.000’e inmiştir. Dahası, b u dönemde
dar gelirliler için yüksek binalar inşa edilmesine rağmen, kundakçı­
lık (yangınlar genelde kendileri o binalarda yaşam ayan ev sahipleri
tarafından çıkartılmıştır, böylece sigortadan para alabilecek, üstüne
yıkıntılar için yıpranm a payını düşebileceklerdi), inşa ettiğinden çok
bina yıkan (siyahlar arasında ‘zenci nakliyesi’ adıyla anılan) bir “kent­
sel dönüşüm ” kam panyasının gündem e getirdiği yıkımlar yüzünden
konut sayısı üçte bir oranında düşm üştür; dolayısıyla gettonun gö­
beğinde nüfus fazlalığı ile yetersiz konutlar hâlâ yaygın sorunlardır.
Yine de Bronzeville’in nüfus yapısındaki en dramatik değişim,
iş sahibi n üfusun hızlı çöküşüdür, b u n u n d a sebebi birbirini pekiş­
Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 73

tiren iki eğilimdir: sınıf hiyerarşisinde saikan kademelere tırmanan


siyah ailelerin gettoyu terk etmesi, arkada kalanlann artan işsizliği.
1950’de G üney Yakası’m n göbeğinde yaşayan yetişkinlerin yan dan
fazlasının ü cretli isi vardı, ki b u oran şehir ortalam asına eşitti. Chi­
cago h âlâ bir sanayi merkeziydi, iş güç sahibi siyahlann yan sı mavi
yakah jgçilerdi. 1980 yılına gelindiğinde, çalışan sakinlerin sayısı
yüzde yetmiş yedi oranında düşm üştü, on altı yaşından büyük her
dört kişiden neredeyse ü ç ü işsizdi. Otuz sene içinde ustaların, işçile­
rin sayısı 35.808’den 4.963’e inmişti; zanaatkârlann sayısı 6.564’ten
1.338’e düşm üştü, b u esn ada evlerde, hizmet işlerinde özel olarak
çalışanlann sayısı 25.181’den 5.203’e inmişti. 1950-1980 yıllan ara­
sında Chicago metropol bölgesinde siyah orta sınıf beş kat büyürken,
Bronzeville’in tarihî merkezinde oturan beyaz yakalı çalışanlann, yö­
neticilerin, uzm anların sayısı ya n yan ya azalmış, 15.341’den 7.394’e
düşm üştü. W oodlaw n’ın eski sakinlerinden biri, eski G üney Yakası
m ahallesinde hali vakti yerinde ailelerin ortadan kaybolm asından
sızlanıyor (gerçi kendisi de çocuklannı sokaklann cazibesinden, şid­
detinden korum ak için kısa süre önce şehrin Kuzey Yakası’n a taşın­
mıştır):

Mahallede tonla öğretmen yaşardı, fakat artık taşmıyorlar, herkes


çıkıp gidiyor... Topluluğumuza bakarsan Louie, çöktüğünü görür­
sün: Burada kimse kalmadı. 63. Cadde’de, burada Maryland’da hiç
öğretmen yok, hiç yok, anlıyor musun? Bilgili insanlar buradan ay­
rılıyor. Bu insanlar kalıp mahalleyi şekillendirmeye yardım etseler,
bunu becerirler, öğretmenler, polisler, itfaiyeciler, iş adamlan gibi
insanlar, bunlann hepsi sorumlu: Herkes mahalleyi terkediyor. Gi­
derken de bütün parayı yanlannda götürüyorlar.

Sınıfsal yapının böyle dramatik şekilde çöküşü nasıl gerçekleşebilir?


İkinci D ünya Savaşı’nın bitiminde, sosyal statüleri ne olursa olsun
Chicago’n un bütün siyahlan zorla aynı sıkışık adacığa tıkıldılar; b u ­
rada birlikte yaşam ak dışında seçenekleri yoktu. Sonra beyazlar şehir
merkezinden kent dışındaki yerleşimlere devletin onayı ve yardımıyla
toplu halde aktığında, kom şu bölgeleri (küçük) burjuvaziden, işçi sı­
nıfının üst katm alanndan gelen siyah ailelere açmış oldular; böylece
getto çeperinde yeni, kısa süre içinde tamamen siyahlaşacak m ahal­
leler yaratıldı. Afrika kökenli Amerikalı n üfusun farklı m ekânlara b u
şekilde dağılması, d ah a sonra gettonun yerleşik kurum lannı d a d a­
74 • Kent Paryaları

ğıttı, sınıfsal farklılaşmayı artırdı.16Aynı zam anda, ırk ayrımının ege­


men modelini sürdürm ek u ğru n a sarfedilen sistemli, kasıtlı bir çaba
kapsam ında, şehir yönetimi yeni toplu konutların tam am en getto­
n u n tarihi sahasında inşa edilmesini temin etmiştir (Hirsch 1983).
B u rad a sadece en m ülksüzler oturmayı hoş görebilirdi. Siyahlarla
beyazlar arasındaki kentsel renk sının yetmişlerin ikinci yan sın a ge­
lindiğinde hükümetin iradesi uyan n ca fiilen sınıfsal bölünme hattı
boyunca yeniden çizilmişti. Kara Kuşağın tarihî merkezinde sosyal
yardım a muhtaç, işsiz insanlar aşın yoğunlaşmıştı, oysa siyah orta
sm ıf ile işçi sınıfının istikrarlı kesimleri ağırlıkla, tarihî gettonun dış
çeperlerinde sıralanan ayn mahallelerde oturuyordu.
Beyazlann devletin desteğini ark alan n a alarak şehir dışı yerle­
şimlere, dış mahallelere akm ası sayesinde sağlam işlere sahip Afrika
kökenli Amerikalı ailelerin dışanya göçü; toplu konutlann, gecekon-
d u lan n zaten b a şa bela olduğu siyahlar bölgesinde yoğunlaşm ası;
kalan getto sakinlerinin hızla proleter olmaktan çıkmalan; b u üç
katmanlı hareketin sonucu, yerel yoksulluğun tırmanması olm uş­
tur. G üney Yakası’nın bir parçası olan G rand Boulevard’ın yaklaşık
50.000 kişilik n üfu sun un yüzde altmış dördü 1990 yılında yoksulluk
sınınnın altında yaşıyordu; oysa on sene önce b u oran yüzde otuz ye­
diydi, ayrıca her dört hane halkının üçünde aile reisi bekâr annelerdi.
Ortalam a aile gelirinin yıllık 8.500 doların altında olduğu b u bölgede
(şehir ortalamasının üçte birinden düşük), hanelerin çoğu resmi yok­
sulluk sınınnın yansına bile ulaşam ıyordu. O n m ahalle sakininden
altısı geçinebilmek için sosyal yardım a muhtaçtı.17
G ünü m üz gettosunun sosyal, ekonomik tecriti, getto sakinlerini
es geçmemiştir. Kent Aile Yaşam ı Araştırm asında elde edilen veriler
b u n u gün ışığına çıkarm aktadır.18 Kaç kişinin kendi mahallesinde

16 Kara Kuşağın ortaya çıkışından beri bu sınıf farklılaşmasının zayıflamış biçimlerde


var olduğu kesindir. Kara Kuşak birlik halinde hareket eden bir topluluk asla ol­
mamıştır, oysa gettonun “altın çağının” özlemini çeken, ki bu hiç olmamıştır, ana­
listler tarafından bu söyleme sıklıkla başvurulur. Beyazlann dayattığı kast ayrımı,
Afrika kökenli Amerikalılar içindeki sınıflar arası sınırlar boyunca yer yer gözüken
iç çatlaklan (deri rengi üzerinde yapılan aynmla yakından örtüşür) asla tıkayama-
mıştır. örneğin, yirmilerde Baptist ve Metodist kiliselerle rekabet eden “dükkân önü
kiliselerinin” yayılmasında (Spear 1968: Dokuzuncu Bölüm) ya da dans ve eğlen­
ce alanının “yol kenan kafeleri” ile “alışveriş merkezleri” diye iki kola ayrılmasında
(Hazzard-Gordon 1991) bu durum görülebilir.
17 Grand Boulevard’ın kapsamlı istatistiksel profili için bkz. Tablo 3.1.
18 Bu anket çalışması 1986-87 tarihlerinde yapıldı (William Julius Wilson’ın yöneti-
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi *75

düzenli bir işi olduğu sorulduğunda, Chicago’n un geleneksel Kara


K uşak (Güney Yakası ile Batı Yakası birlikte) sakinlerinin yüzde elli
beşi “çok az ya d a hiç” yanıtını vermiştir, oysa altproleter, işçi sınıfı,
orta sınıf ailelerin bir karışımım barındıran çeperdeki siyah m ahal­
lelerinde b u oran yüzde yirmi birdi. Katılımcıların en az yansı, böl­
gelerinde iş sahibi olan erkeklerin oranının geçmiş yıllarda azaldığını
belirtmiştir. Dört yetişkinden biri, telefonsuz bir hanede yaşıyordu
(dış siyah mahallelerinde b u oran ona birdir), yüzde seksen altısı ise
odaların kiraya verildiği evlerde oturmaktaydı (tarihî gettonun çevre­
leyen semtlerde yaşayan siyahlann arasındaki oran bir bölü ikidir);
katıhmcılann yaklaşık üçte biri Chicago Konut İdaresi’nin (CHA; Chi­
cago Housing Authority) işlettiği binalarda oturmaktadır; oysa CHA,
şehrin konut ihtiyacının ancak yüzde dördünü karşılamaktadır.
XX. yüzyılın bitiminde, Chicago’nun tarihî gettosundan arta ka­
lanın genelde, b u perişan koşullardan kaçam ayan siyah (alt)proleter-
lerin m ülksüz kesimlerini barındırdığı açıktır. Seçenekleri olduğun­
da, Güney Yakası ile Batı Yakası’nm her dört sakininden ancak biri
mahallesinde kalmayı seçer; dış mahallelerdeki siyah nüfusta ise her
on kişiden dördü kendi mahallesinde kalmayı tercih eder. Mahalle
sakinlerinin sadece yüzde on sekizi mahallelerini yaşam ak açısın­
dan “iyi y a d a çok iyi” olarak niteler, oysa getto çevresindeki siyah
semtlerinde b u oran yüzde kırk ikidir. Katılımcıların yaklaşık yansı
ortam lannın durum u nu n geçmiş birkaç yıl içinde kötüleştiğini bildi­
rir. Çete faaliyetlerinin gettonun merkezinde d ah a belirgin olması d a
şaşırtıcı değildir: Getto sakinlerinin yan sı çetelerin bölgelerinde “b ü ­
yü k sorun” teşkil ettiğini düşünmektedir; çevre mahallelerdeki siyah
nüfusta b u oran üçte birden azdır. Katılımcılanmızın yaklaşık üçte
biri gelecekte mahallelerinin iyileşmeyeceğini öngörüyor, yüzde otuzu
ise durum un kötüleşmeye devam edeceğini düşünüyor.
Dolayısıyla yüzyıl sonunda getto sakinleri, otuz yıl önceki m ua­
dillerinden sadece bireysel olarak dah a yoksul değildir, yani hem ya­
şam standartlan d üşm ü ş hem de toplum un geri kalanı ile aralann da-
ki mesafe açılmıştır; federal yoksulluk sının, altmışlardaki ortalama
ulusal aile gelirinin yan sın a denk geliyordu, oysa 1980’de ancak üçte

mi altında). Chicago’nun yoksul mahalle (1980 federal yoksulluk eşiğinin altında


yaşayan bireylerin en azından yüzde yirmisini içeren nüfus sayımı bölgeleri olarak
tanımlanmıştır; yüzde yirmi şehir ortalamasıdır) sakinlerinden oluşturulan çok aşa­
malı, tesadüfi ömeklemle gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaya 1.184 siyah dahil edil­
miştir; bunların yüzde sekseni anketi tamamlamıştır, üçte biri şehrin Güney Yakası
ile Batı Yakası mahallelerinde yaşıyordu.
76 • Kent Paryaları

birine eşitti (Beeghley 1984: 325). Aynı zam anda, birkaç bakım dan
toplu olarak çok daha yoksuldurlar, öncelikle, son derece muhtaç,
sosyal hiyerarşide gittikçe aşağı düşen ya d a yerinden kıpırdamayan
bir n üfusun içinde yaşıyorlar, dolayısıyla Afrika kökenli Amerikalı
topluluğun öteki bileşenlerinden, örgütlenme konusun da yalıtılmış­
lardır: Altmışlardan sonra siyah orta sınıf tarihî Bronzville’den kaç­
mıştır; takip eden yıllarda d a gettonun dışında çoğalıp büyüm üştür.19
İkincisi, geçmiş senelerin gettosuna iç uyum unu, iç tutarlılığım veren
kurum lara artık güvenemezler. Yüzyılın ortasına ait “Siyah Metropol”
Drake ve Cayton ([1945] 1993) tarafından ayrıntısıyla incelenmiştir.
B urası “şehir içinde emsalsiz, ayn bir şehirdi”, neredeyse eksiksiz bir
işbölüm ü vardı, aynca siyahlann bütün sosyal sm ıflannı b an n d ın -
yordu. Bronzeville’i “siyah Amerika'nın başkenti” yapan “k u ram la­
rın palazlanm ası”, gettonun çevredeki beyaz toplum un örgütlenme
yapışım taklit etmesini sağlam ış (gerçi k usurlu bir şekilde, bariz alt
seviyede), kendi iç düzeninde kısıtlı fakat gerçek akışkanlık yollan
yaratmasını m üm kün kılmıştır.
B u n u n aksine, yüzyıl sonunda hipergetto, b u örgütlenmenin tü­
kenmesiyle yıpranmıştır; ne kapsam lı bir işbölüm ü ne geniş bir siyah
sınıflar yelpazesi içerir ne de kent toplum unun merkezî kuram larının
işe yarar taklitlerini ortaya çıkarabilir, örgütsel altyapısı, yani siyah
basın ile kilise, siyah lokalleri, sosyal kulüpleri, siyah iş yerleri, u z­
manlık hizmetleri, “rakam oyunu” olarak bilinen yasadışı sokak pi­
yangosu gibi kuram lar ellilerin gettosuna kom ünal kişiliği ile gücünü
vermiş, gettoyu toplu dayanışm a ve seferberlik aracı haline getirmişti.
Oysa artık b u altyapı, eskiden şehri birbirine bağlayan karşılıklılık, iş­
birliği şebekelerinin zayıflamasıyla birlikte güçsüzleşmiş, yıpranmıştı
(Mithun 1973). Kore Savaşı’nın yol açtığı tam istihdam, sanayi bolluğu
koşullarında “Bronzeville’in kurum sal yapısı farklı sınıflara m ensup
bireylerce paylaşılan m akul beklentileri temelde tatmin ediyordu”
(Drake ve Cayton [1945] 1993: xliii), oysa günüm üz hipergettosunda

Orta sınıfa, üst sınıfa mensup kentli siyahlann gittikçe büyüyen bir kısmının get­
to yaşamını asla ilk elden tecrübe etmemiş olması (ırk ayrımcılığı uygulamaları­
na, etno-ırksal tahakkümün öteki tezahürlerine onlar da maruz kalırlar; çoğu tec­
rit edilmiş, tamamen siyahlardan meydana gelen bölgelerde yaşasalar bile) kimlik
oluşumu süreçlerini illa ki etkilemektedir. Burjuva kesimi siyahlann gettoya özgü
tabirlere, simgelere (bedensel ve dilsel hexis, müzik tarzı, saç ve giyinme biçimleri)
yüklediği anlamlar, bunlara gettonun yerlisi olarak, aile bağlan aracılığıyla değil de
popüler medya, okul sistemi gibi resmi kaynaklardan dolaylı olarak maruz kaldıkla­
rında farklılaşmaya başlar.
Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 77

öne çıkan işsizlik oranlan ile örgütsel boşluk, getto sakinlerinin en


temel ihtiyaçlarının karşılanmasını bile engellemektedir.
Baskıcı bir ortam olsa d a geleneksel getto Amerikalı Zencilerin
muhiti olmuştu, bu rad a hayatlanna anlam katabiliyorlar (Drake ve
Cayton [1945] 1993: s. XLVI), gettoya bağlılık hissediyor, burasıyla gu ­
ru r duyabiliyorlardı. B u n u n aksine, yüzyıl sonu hipergettosu küçüm ­
senen, nefret edilen bir alandır. Neredeyse herkes buradan kaçmaya
çalışır, “körelen umutların, tükenen emellerin mekânıdır; ulaşılabilen
tek gerçekçi hırsın hayatta kalm ak olduğu yasak şehirdir” (Monroe ve
Goldm an 1988: 251).

“Üçkağıtçılık ” ve kayıt dışı ekonomide günlük geçimi sağlamak


Hipergettoda yüksek işsizlik oranlan ile iş im kânlannın kronik ye­
tersizliği, getto sakinlerini sosyal yardım istemeye iter. Sosyal yar-
dım lann kifayetsizliği, hatta geçinecek parayı bile zar zor sağlam a­
sı, getto sakinlerini, bildirilmeyen y a d a bildirilmesi imkânsız gelir
im kânlannı kovalamaya zorlar (Scharf 1987: 20; Edin 1991).20 D ola­
yısıyla çoğu getto sakininin günlük ekmeğini çıkartmak için ek işte
çalışmaktan, çeşitli hilelerle p ara kazanm aktan ya da türlü yasa dışı
işlere (en tehlikesi am a en kârlısı d a dahil, yani uyuşturucu ticareti)
bulaşm aktan başk a seçeneği pek yoktur. Yüzyılın son yirmi yılında
Birleşik Devletler’in büyük şehirlerinin göbeğinde hem kayıt dışı hem
de yasadışı ekonominin hummalı gelişiminin doğrudan açıklaması,
vasıfsız işlere erişimin kesilmesi, kent merkezinin örgütler bakım ın­
dan çölleşmesi, Sösyal yardımların herkese ulaşm ayı becerememesi
(buTconuya sonraki kısım da döneceğiz) etkenlerinin bileşimidir.
Gettodaki geçim stratejileri, istikrarsız durum daki ailelerin sos­
yal, ekonomik, kültürel kaynaklarının bir fonksiyonu olarak değiş­
kenlik gösterir, aynı zam anda b u ailelerin bileşimleri de önemlidir.
Meteliğe kurşun ahlıyorsa -k i sosyal yardım alanların aylık çekleri
genelde iki hafta içinde harcandığı için çoğu b u d u ru m d ad ır- bekâr
annelerin gözde stratejisi, anne babalardan, sevgililerden ya d a yakın
arkadaşlardan ufak m iktarlarda borç para (5 ila 40 dolar) almaktır.

20 “Düşük yeterlik” (less eligibility) doktriniyle tutarlılık göstermek üzere, Birleşik


Devletlerde sosyal yardım düzeyi son derece düşük tutulmuş, federal yoksulluk sınırı­
nın yansı olarak belirlenmiştir. Dlinois’de, 1996 yılında Çocuklu Ailelere Yardım paketi
üç kişilik aile için aylık azami 377 dolardı, bu rakam ulusal ortalamanın yüzde on beş
altındaydı; bu yardımın gerçek para değeri son çeyrek yüzyıl içinde yüzde altmış düş­
müştü (Malî Tedbirler Komitesi 1997: 443-5).
78 • Kent Paryaları

Birçoklan için kadın akrabalar, acil durum larda en güvenilir p ara


kaynağıdır, bazen de tek kaynaktır (Stack 1970; Edin 1991). Çocuklu
Ailelere Yardım [AFDC; Aid to Families with Dependent Children] p a ­
ketiyle geçinen, şehrin Batı Y akası’ndan dört çocuklu işsiz bir anne
anlatıyor:21

Sıfırı tüketirsem, anneme gidebilirim, annem de bana ufak tefek


yardım eder. Elinden fazlası gelmez, fakat çocuklarımın açlıktan
sürünmesine izin vermez, işte biraz arka çıkar. İşler kötüleşince...
ona derim ki... ona şunu derim, “evde hiçbir şeyimiz kalmadı.” O
da bana bir şeyler bulmaya çalışır.

ö n e çıkan başk a bir seçenek de, kiliselerde y a d a şehir kilerlerinde


bedava yiyecek peşinden koşmaktır. 1987 yılında, Chicago’n un tarihî
Kara K uşağında yaşayan 18 ila 48 yaşlarındaki yetişkinlerin yüzde
yetmişinden fazlası, kendilerini, ailelerini beslem ek için dışardan yar­
dım alm aya muhtaçtı. Yiyecek kuponu vermek, ticarete uygun olm a­
yan tarım fazlalarım, süt ürünlerini gelişigüzel dağıtmak gibi h ü k ü ­
met program larına rağm en kronik yetersi^ beşlenme getto yaşam ının
gerçeğidir; bakm ayı u m u rsa y a n lir ı ç m d e b u sorunu görmek gayet
basittir. Güney Y akası’n da kiliselerin işlettiği aş ocakları talebi kar­
şılamaya yetişemez, aç aileleri sürekli geri çevirmek zorunda kalırlar.
Birçok getto sakini kıtlık çektikleri dönemleri aşm aya yaracak parayı
temin etmek için mallarım (mücevher, elbise, müzik enstrümanları,
mutfak eşyası, elektronik eşya) rehin verir. Diğerleri evlerinde odala­
rına kiracı alır, yardım bürosun dan dağıtılan yiyecek kuponlarını sa­
tarlar (sokaklarda gerçek değerlerinin yan sın a gider) y a d a ellerinde
varsa kıt birikimlerinden tırtıklarlar. Fakat seksenli yıllann sonunda
Chicago gettosu yetişkinlerinin yüzde seksen ikisinin birikim hesabı
yoktu, ancak on kişiden birinin vadesiz hesap açm a imkânı vardı
(gelecek bölüm de göreceğiz). Nakit bürolan ile rehinci dükkânlan,
m ahallede mevcut olmayan (ya d a getto sakinlerini reddeden) banka-
lan n yerini alan yüksek maliyetli yedekleri olarak işlev görür. Güney
Yakası’n da yaşayan üç çocuklu b u annenin belirttiği gibi:

21 Bu kısımdaki görüşme alıntılan Kent Aile Yaşamı Projesi kapsamında elde edilen
verilerden alınmıştır, özellikle dö yazarın Batı Yakası ve Güney Yakası sakinleriyle
evlerinde yaptığı 48 derinlemesine görüşmeden alıntılar yapılmıştır. Bu görüşmeler
sayesinde eşitsizlik ile fırsat sınıflandırma ve algılanna odaklanılarak niceliksel ça­
lışmanın kapsamı genişletilmiştir.
Yüzyıl Şartlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 79

Evlilik yüzüklerimi rehin bırakırım, karşılığında elime az para


geçer. Biraz para bulunca, yüzükleri geri almaya giderim. Şimdi
rehindeler. Onları geri almaya gidebilirdim ama unuttum işte; on­
ları o kadar çok rehin bırakırım ki, sektirmeden her ay...' Rehin
dükkânındaki adam geldiğimi görür, beni hemen tanır! Bir iki yıl­
dır böyle, ne getirdiğimi bilir, ben daha dükkâna varmadan [kayıt
defterine] işlemeye başlar. Ben de her ay oraya gider, her ay yü­
zükleri rehin bırakırım. Korkunç. Yirmi beş dolar pek fazla değil.
İhtiyacım olduğu zaman birkaç paket sigara alabilirim, bu da ke­
sinlikle vazgeçemediğim bir alışkanlığım işte. Çok yardımcı oluyor,
hem de dünyalar kadar.

Fakat günlük geçimin başlıca dayanağı, son yirmi yılda gettoda fi­
lizlenen tuh af meslekler, mpriinal ticaretlerdir. Birçok getto sakini
erzak karşılığında komşularının çocuklarına bak ar ya d a ayak işleri­
ni yapar; saç keserler y a d a elektrikli aletleri onarırlar; yazın çimleri
biçer, kışın karlan kürerler; küçük bir p ara karşılığında alüm inyum
kutu toplarlar ya d a kendilerinden bile bahtsız olanlara satm ak üzere
“yollarda buld uklan çöpleri alırlar”. Kimileri Maxwell Caddesi’nden
toptan fiyatına elbise, parfüm , et ya d a makyaj malzemesi satın alıp
perakende fiyatına satm ak üzere seyyar satıcılık, işportacılık yapar
(Jones 1988). Kimileri kan serum u alan şirketlere kanım satar y a da
geçici iş bulm a umuduyTâ ğünîCOc iş acentalanm n etrafında avare
avare dolaşır. Batı Yakası’ndan uzun süredir işsiz olan bir anne kom-
şu lan n d an bahsediyor:

Handy AndyVe gidiyorlar [günlük iş acentası]. Bu da işe benziyor;


Kuzey Yakası’na gidip günde sekiz saat falan çalışıyorsun, cebine
yirmi dolar giriyor, önceleri bu işi yapmıştım ama değmez, sadece
geçici bir iş.

Near W est Side mahallesinin büyük, cidden köhnemiş toplu konut­


larında annesinin dairesinde oturan 31 yaşındaki Robert, d ü şü k
ücretli, kısa vadeli, geçici işlerden başkasını bilmemiş: “Just Jobs
şirketi için çalışıyorum, neredeyse her gün farklı yerlere gönderiyor­
lar, o kadar d a kötü sayılmaz, istedikleri zam an san a iş buluyorlar;”
restoranlarda bulaşık yıkamak, fabrikada montaj hattında çalışmak,
kimyasal deposunda malzeme taşımak, yapım işleri bitince inşaat
sahasını temizlemek gibi işler. Profesyonel basketbol sezonunun yedi
ayı boyunca Robert, Chicago B u lls ü n sahasında oynadığı m açlarda
basketbol sahasını m aça hazırlam a işini yapıyor (8 dolara dört saat­
lik vardiyalar halinde, haftada iki üç kere). Kapıcı olm ak istiyor, saat
80 • Kent Paryaları

başm a sekiz dolar alacağı günlerin hayalini kuruyor. Fakat eği"'


olmadığından -o k u lu n d a m eydana gelen ölümcül çete savaşlarından
kaçm ak için liseyi terk etm iş- saatine taş çatlasa 3 dolar ödeyen d ü­
zensiz geçici işlerle geçinmek zorunda.
Kendilerini ücret-em ek ekonomisinin en zavallı sahalarında ki­
ralam ak istemeyenler özel binalarda yasadışı faaliyet gösteren gece
kulüplerinde iş bulabilir, “korsan taksi” sürebilir, “korsan” tamirci ya
d a badanacı olabilir, pişmiş yemek ya d a ev yapımı tişört satabilir ya
d a bile bile yaralandıkları a ra b a ya d a otobüs kazalarına sebep olup
(özellikle kötü havalarda) tuzağa düşürdükleri şoförden tazminat
alan “sigorta artistlerinden” biri olabilirler. D ah a d a duygusuzlaşm ış
ve çaresiz bireyler kendilerini hapsettirmek niyetiyle küçük suçlar
işler: Bölge hapishanesinin şiddeti, cezalan ünlüdür, fakat kişinin
yatacak yeri olur, günde üç kere bedava yemek verilir, temel tıbbi b a ­
kım sağlanır; gettoya sıkışmış birçok altproleter için dışardaki d ün ­
yad a bu n lara erişmek aslanın ağzındadır. Sonu gelmez ekonomik be­
lirsizliklere boğulm uş b u çalkantılı düzende, çocuklar yaşam sal bir
kaynaktır, gençlik çağlanna yaklaşır yaklaşm az p ara getirmeleri için
baskı altına alınırlar (aileye yardımcı olmak y a d a kendi ihtiyaçlan-
nı karşılam ak için). Dolayısıyla kış kıyamette 8-10 yaşında oğlanlar
gece gündüz Chicago Güney Yakası’m n benzin istasyonlarda, benzin
doldurm ak y a da camisin silmek için bozuk para isterken y a d a ufak
paralar ya d a yiyecek karşılığında paket taşımak için süpermarketle­
rin dışında beklerken görülebilir.
Geçim strajilerinde son çare ya d a ezici yoksulluğun günlük b a s­
kısından kurtulm ak için geçinmekten ötesini isteyenler için ilk çare,
yasadışı etkinlikleri içerir; b u etkinlikler kum ardan, dükkânlan, de­
polan soymaktan, çalıntı (“arak”) m al alıp satmaktan, sigorta k un ­
dakçılığına, gaspa, kapkaça, silahlı soyguna, fahişeliğe, uyuşturucu
ticaretine kadar uzanır. G ran d Boulevard’daki kom şulannın hayatta
kalm ak için ne yaptığını sorduğum da, 47 yaşındaki posta şirketi pa-
ketlemecisi şöyle yanıtladı:

Çalıyorlar, yaşlı hanından dövüp emekli maaşı çeklerini ellerinden


alıyorlar, örneğin orada, tren istasyonununda. özellikle de insan­
lar sosyal sigorta çeklerini aldığında, orada olurlar, onlan bekler­
ler, çantalarım kapar, her şeylerine el koyarlar. Bu civarda neler
neler oluyor... İlk taşındığımda evime girdiler, o yüzden parmaklık
koydurdum. Teybimi yürütmüşlerdi. Fakat parmaklığı diktiğimden
beri hiç sorun yaşamadım.
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi *81

Komşu W ashington Park semtinden 28 yaşında işsiz, bekar bir anne


içtenlikle şunu ekliyor:

Kahretsin! D olandıncılık yaparlar, uyuşturucu satarlar, ne olur­


sa... herhangi bir şeyi ve her şeyi yaparlar. Bak, herkes kapkaççı
değildir, anlarsın, fakat herhangi bir şey ve her şey olabilir. Ben
kendim, marihuana sattım. Uyuşturucu satıcısı değilim am a iki
yakam ı bir araya getirmeye çabalıyorum... Sofraya ekm ek koym am
lazım: İki bebeğim var.

İşgücü piyasası tarafından tekrar tekrar reddedilenler için ya d a mali


yardım, tatil ya da emeklilik hakkı içermeyen, yoksulluk düzeyinde
ücret veren, aşağılık görevlerle insanın gururu n u çiğneyen, hizmet
işkollanndaki düzensiz “kölelik işlerine” ayak direyenler için yeraltı
faaliyetleri bol miktarda tam zamanlı iş imkânı sunmaktadır. O nlar
için yağmacılık suçlan bir nevi küçük girişimciliktir, sahip olduklan
değerli tek varlığı ortaya koyarlar, yani fiziki hünerlerini, sokak sü p ­
rüntülerinin işe yarar bilgisini sermaye yaparlar (W acquant 1998).
Getto’d a uyuşturucu ticaretiyle elde edilen brüt kazanç, yerel halkın
çektiği ezici yoksullukla, ücretlerin, sosyal yardımın sefil düzeyiyle
karşılaştınldığm da çok fazladır. B u ticaretin alt basam aklan n d a yer
alanlar uyuşturucu değirmeninin öğüttüğü paranın ancak küçük bir
bölüm ünü alsa da, asgari ücretten sadece biraz dah a fazla kazansa­
lar da, ellerine taze nakit para geçiyor olması, bir anda büyük miktar­
larda p ara kazanm a olasılığı, uyuşturucu ticaretini, b u işin getirdiği
yoğun psikolojik stresi, canlarını tehlikeye atacak kad ar çaresiz ya d a
hissizleşmiş insanlar için oynamaya değer bir ekonomi piyangosuna
dönüştürür. Türlü türlü yasadışı işe girip çıktıktan sonra, arad a sı­
rada bir devlet kolejinde bulaşıkçı olarak çalışan, ayrıca zar oynatan
(babasından öğrendiği bir zanaat) bir sokak üçkağıtçısıyla, 28 yaşın­
daki Fivela, yaptığım uzun söyleşinin şu kısm ına bakalım:

LW: Günüm üzde en yaygın uyuşturucu hangisi, hangisi kapış kapış


gidiyor?
Five:J?oc/c [:crack kokain]. On dolar.
LW: On dolara rock alabiliyor musun?
Five:E w et.
LW: Bu malı kim alır?
Five:H er türlüsü; gençler, yaşlılar. Mahalleden, mahalle dışından in­
sanlar. Daha çok dışardan alırlar. En işlek pazar budur, en iyisidir.
LW: Gün içinde ne kadar kazanabilirsin?
Five:Hiç sorma! Çok fazla! Elli bin, yü z bin. Aylık olarak söylersem, bir
ayda yaklaşık ıo B [10 binlik= ıo.ooo] kazanabilirler. Yıl içinde her
ay bu kadar alırsın, bu acaayiiip p ara yapar.

Hipergettonun altproleter ailelerinden gelen genç erkekler için çete­


lerin esas cazibesi, b aşk a imkânların yanı sıra, nakit para getiren,
dolayısıyla bir nebze mali güvenlik getiren şüpheli iş bağlantıları
sağlam asıdır (Sânchez-Jankowski 1991: 40-1). Yasal şirketlerin çe­
kilmesiyle oluşan boşlukta mal çalıp yeniden satmak, sahte belgeler
(sağlık kartlan gibi) kaçakçılığı yapm ak, çalıntı arab alan “parçalan n a
ayırmak”, özellikle de uyuşturucu ticareti yapm ak gibi yasadışı işler,
resmî ekonomide çalışan şirketlerin örgütsel yapısını yansıtan kar­
m aşık teşkilatlara evrilmiş bulunuyor. B u n u n yanı sıra, uyuşturucu
ticareti delikanlılann çoğunlukla bildiği tek iştir, üstelik b u iş ger­
çekten “eşit fırsatlar su nan bir işveren” olm a erdemini taşır (Williams
1989; Sullivan 1989: yedinci bölüm). Dahası, insanlann azıcık terfi
şansı ve minik ücretler için eşek gibi çalıştığı hizmet firmalarının ak ­
sine, uyuşturucu ticareti işleri, sağlam bir iş ahlakı segileyenler için
somut, hızlı ödüller vadeder.22 G üney Y akası’n da bakımsız bir apart­
m an dairesini kapıcı kardeşiyle paylaşan 34 yaşındaki kadın tam d a
b u sebepten ötürü b u işe girmeyi düşünüyor: “O fellah b a n a dedi ki
haftada sağlam 250 dolar kazanırmışım, gerçi b u m ahallede onun
için çalışıp haftada 250 dolar kazanan çok kişi var, yine de yeterince
iyiysem haftada 400 dolara kadar çıkabilirmişim.”
U yuşturucu ekonomisinin toplam etkisinin getto için korkunç
raddede yıkıcı olduğunu söylemeden geçmeyelim. Birçok insana ge­
çici iş ve gelir sağlasa da, fiilen bir nevi yeraltı sosyal yardım siste­
mi gibi işlese de, gençlerin d ü şü k ücretli işlerde çalışm a heveslerini
budam aktadır; çünkü tehlikeli olsa d a görünüşte çekici, alternatif
ekonomik fırsatlar sunm aktadır.23 Hastalık oranlarının yüksek oldu­

22 Buradan anlaşılıyor ki kayıt dışı (büyük oranda da yasadışı) sokak ekonomisi saye­
sinde yaşamlarım kazanan, proleter olmaktan çıkmış getto sakinlerinin ekonomik
durumu ile sosyal statüsü kayıtlı sektörlerde çalışan vasıfsız işçilerden daha iyidir.
Sınai büyüme öncesi Latin Amerikanın büyük şehirlerinde de durum aynıydı (Peat-
tie 1968).
23 Fakat bu düşük ücretli işler çoğunlukla erişilmez değildir: Yevmiye ekonomisinin
aksine, kayıt dışı ya da yasadışı sokak ekonomisi hem “hareket” hem de gelir imkânı
sunar (özellikle de 1989 yılında Chicago’ya crack gelmesiyle birlikte uyuşturucu sa­
tışlarının patlamasından sonra), oysa düşük ücretli işlerin kaynağı dönem dönem
kurur. Dolayısıyla bu iki sektör arasındaki geleneksel zıtlık tersine dönmüştür:
Resmî işler düzensizdir, güvenilmezdir, oysa hepsini bir arada düşünürsek yeraltı
faaliyetleri düzenlidir, güvenilirdir: “Arka sokaklardan çöplenecek bir şeyler her za-
Yüzyıl Sonlarurken Kam Gettonun Durumu ve Kaderi • 83

ğu bir ortam yaratır, erken ölümlerde büy ü k bir etkendir. Akrabalık


ilişkilerini hoşgörülemez baskılara m aruz bırakır, yerel toplumsal
bağlan zayıflatır. Son olarak, uyuşturucu ticareti şiddetin dal budak
salm asına yol açar, şiddet de mahallede güvensizlik halini yaygınlaş­
tırır (Johnson ve diğ. 1990), çünkü beklenmedik ölüm ün kara cenaze
örtüsü insanın karşısına her yerde çıkabilir. Y u k an d a söyleşi yaptı­
ğım zarcı Five, babasım n başım delip geçen bir kurşun la öldüğüne
şahit olmuş. “Ev ahalisinin öldürülmeye başlandığım görünce askere
yazılmaya çalıştım, orduya katılacağım dedim. (Sonunda ne oldu?)
Sınavı geçemedim.” Bulabilse “m arangozluk y a d a duvar ustalığı” gibi
sağlam, onurlu bir meslekte çalışmaktan m em nun olurm uş, b u se­
naryodan bahsedince neredeyse gözyaşlarına boğuluyordu:

Bu Tannrun bir lütfü olurdu! Lüttfen bana yardım et! (yalvaran bir
ses tonuyla, dua eder gibi ellerini birleştirerek) Lütfen bana böyle
bir iş göster, o kadar çok istiyorum ki um arım bu gece olur, ne
dediğim i anlıyor musun?... Çünkü elinde kılıçla yaşayanlar, kılıçla
ölür, ben de ölmek istemiyorum: Bir kızım var, değil mi? Um anm
anlattıklarım ın bir anlam ı vardır, yani sana dediğim şeyler um anm
yeterince basittir. Çünkü diyorum ki insan okulu bitirmezse, böyle
yaşar.
i- '' ■- • ^
B u yaygın, yoğun güvensizlik hali ücretli emek piyasasının gettodan
çekilmesini hızlandırır, getto sakinlerini normal ekonomiden, top­
lum dan iyice uzaklaştırır. M ahalle içi bağlılığın d a altım oyar, asgarî
kaynaklara sahip ailelerin gettonun tarihî merkezinden ayrılışını hız­
landırır, fakat b u aileler gettonun vurdulu kırddı muhitinden çok da
uzağa göç edemez. Dolayısıyla yağmacı suç hadiselerinin uyguladığı
acımasız basınç, Bronzeville’in hızla nüfus kaybetmesini, Bronzevil-
le etrafındaki bölgelerin yoksul siyah ailelerle dolmasını açıklamaya
yardımcı olur (Morenoff ve Sam pson 1997).24
Sokaklardaki uyuşturucu dolaşımının egemen olduğu yasa dışı
ekonominin hızla büyümesi, bir “dehşet kültürünün” billurlaşm ası­
nı d a açıklamaktadır. G ünüm üzde b u kültür hipergetto caddelerini
yutup içine almaktadır. Antropolog Philippe Bourgois, b u karankk

y. ' ■ , -• . ' ; * vv* .\ ‘■ ''t'-* ■


man çıkar, sokakta dolandırıcılıkla para kazanabilirsin Louie: her zaman."
24 Getto merkezi ile çeperinin sosyodemografîk profillerini gelecek bölümde karşılaştı-
nyorum. Amacım, siyah nüfusun toplumsal farklılaşmasının, mekânsal dağılımla­
rına yansıdığım göstermek. Bu dağılım, siyahlar ile beyazlar arasındaki karşıtlığın
Afrika kökenli Amerikalılar içinde de taklit edildiği iki katmanlı bir kent topluluğu
içinde gerçekleşmiştir.
\
84 • Kent Paryaları

alışverişte rutin şiddet gösterilerinin işin gereği olduğunu göstermiş­


tir: İş itibarının kazanılm asına hizmet ederler, rakiplerin işi devral­
masını ya d a saldırganlar, müşteriler, polisler (dördüncü bölümde
bulguların belirttiği gibi, bun lardan bazıları uyuşturucu trafiğinde
gayet pay sahibidir) tarafından soyulmayı engellerler. En temel kay­
nakların tükendiği, sosyal yırtıcıların yüksek yoğunluklu bulun duğu
evrende insanın karşısındakine güvenmesi işe yarar bir seçenek de­
ğildir. Dolayısıyla kendisini şiddetten korum ak isteyen herkes her
an şiddet uygulam aya hazır olmalıdır: “Yoksul mahallelerdeki sokak
şiddeti yalnızca uyuşturucu satıcılarıyla, sokak suçlularıyla sınırlı
değildir; mahallede yaşayıp da özerklik hissine sahip olmak isteyen
herkes bir yere kadar... dehşet kültürüne bir köşesinden katılmayı
faydalı görür, en azından edilgen olarak (Bourgois 1989: 647).

HİPERGETTOLAŞMANIN İKTİSADİ VE SİYASİ KÖKLERİ

Neden fiziksel yıkım ve şiddet, gettoda kam usal alanı neredeyse b ü ­


tünüyle tahrip eden düzeylere ulaştı? Neden gettoda onca yetişkin
normal ekonomi düzeninde sağlam bir yer edinemeyip bu n u n yerine
geçinmek için yeraltı etkinliklerine, yağmacı faaliyetlere y a d a sos­
yal yardımların yetersiz, on ur kinci desteğine bel bağlam ak zorunda
kalır? Neden yetmişlerin ortasından sonra Am erikan metropollerinin
ırklara göre katm anlaşm ış merkezlerinde hem kam u kurum lan-hem
de özel teşkilatlar göze çarpacak biçimde azalmıştır? Yoksul siyah-
lan n sürekli çürüyen b u adacıklarda toplanmasını ne açıklayabilir?
Yoksul mahallelerin hipergettolaşmasınm nedenleri, hem eko­
nomik hem siyasi etkenler içeren karm aşık ve dinamik bir olaylar
zinciriyle ilgilidir. B u etkenler İkinci D ünya Savaşı sonrası dönemin
bütününde iş başındadır, ki böylece “sımfaltı” masalının basite k a­
çan, küçük bir zaman dilimini içeren olaylar örgüsü yalancı çıkarıl­
mış olur. B u etkenlerin illa ki en güçlüsü değil am a en barizi, Ameri­
kan ekonomisinin geçirdiği dönüşüm dür. Kapalı, sıkı sıkıya entegre
olmuş, fabrika merkezli, biröm ek bir kitlesel pazann ihtiyaçlarına
göre üretimi harekete geçiren Fordist sistemden dah a açık, tek mer­
kezden yönetilmeyen, hizmet yoğun bir sisteme geçilmiştir; aynca b u
sistem, gittikçe farklılaşan tüketim örüntüleriyle yakından ilişkilidir.
B u yapısal değişime mesleki yapının ikileşmesi, emek piyasasının dış
katmanlarının ırklara göre bölünüp b u şekilde kemikleşmesi eşlik
etmiştir. Söz edeceğimiz ikinci etken o kadar derinlere kök salmıştır
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 85

ki doğal addedildiği için sıklıkla görmezden gelinir; b u etken, Afrika


kökenli Amerikalıların kati şekilde ayrı yaşam alanlarına sürülm e­
sinin devam etmesidir, yani toplu konut projelerinin büyük şehirle­
rin en yoksul siyah bölgelerine kasten sıkıştırılmasıdır; öyle ki fiilen
kentsel bir apartheid [ırk ayrımı] sistemi kurulm uş olur. Ü çüncü et­
ken, zaten sefil durum daki refah devletinin hızlı ve kapsam lı şekilde
masraflarım kısmasıyla birlikte Am erikan ekonomisinin dönemsel
inişleri çıkışlarının, yetmişli yılların ortasından sonra Kara Kuşak­
taki yoksulluğun sürekli artmasını sağlamasıdır. Dördüncü, son ana
etken geçen yirmi yıl içinde federal politikalar ile yerel kent politi­
kalarının gözden geçirilip yenilenmesidir; b u yenilenme, siyahların
tarihî semtlerinde kam u hizmetleri için uygulanan “planlı daralm a"
politikasında dışavurulmaktadır.
Tahlilimizde netlik sağlam ak adına b u etkenleri ayrı ayrı, sırayla
ele alıyorum, gerçi b u etkenlerin tam etkisi, değişen eşzamanlı ve art-
zamanlı eklemlenmelerinden doğan etkileşimler h esaba katılmadan
yeterince değerlendirilemez.25 Olan bitenin bilançosunu çıkardıktan
sonra, şu tezi ortaya koyarak bitiriyorum: Kara Kuşağın içe doğru
çökmesi ile yeni yü 2yılın eşiğinde K ara Kuşak sakinlerine sunulan iç
karartıcı hayat beklentilerinin açıklaması, kapsam lı makroeonomik,
demografik güçlerin (sanki b u güçler kendi kendilerine b u politika­
ları uygulam aya kanalize olm uş gibi) gaynşahsi faaliyetlerinden çok,
kent seçkinlerinin iradesiyle ilintilidir, yani gettoyu bu güçlerin insafi-
na terk etme kararlan belirleyici olmuştur.

Yatırımların kesilmesi, kutuplaşmış büyüme ve


vasıfsız İşgücünde ırksal bölümlenme
Altmışlı yılların ortasında Amerikan ekonomisi yerel piyasaların do­
yum a ulaşm ası ve uluslararası rekabetin yoğunlaşm asıyla kıskaç
altına girdi. Sermayenin dikey hareketiyle, mali sektörün özerklik
kazanmasıyla, “esnek uzm anlaşm ayla”, ücretli, işçileri koruyan ön­
lemlerin azalmasıyla tanımlanan yeni bir kapitalist örgütlenme tü­
rüne kaydı (Scott ve Storper 1986; Piore ve Sabel 1984; Bluestone ve
Harrison 1988). Tektipleştirilmiş sanayi üretimine, kitlesel tüketime,
güçlü sendikalara ve b u n a karşılık gelen şirketlerle bunların istikrar­

25 örneğin, ırk ayrımcılığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kabaca sabit kalmış
olsa da, hem dış ekonomik değişiliklerin etkisini çoğaltan Keynesçi bir “hızlandırıcı”
unsur tarzında hem de kent merkezinde kamu hizmetlerinin zayıflatılmasım günde­
me getiren etkinleştirici bir siyasal önkoşul olarak değişen oranlarda iş görür.
86 • Kent Paryaları

lı işgücü arasındaki “toplum sal sözleşmeye” bağlanm ış eski ekonc


mik sistemin yerini yavaş yavaş yeni düzen almıştı; b u düzen
mesleklerinin ağır basm asını, mali sermaye ile sanayi sermayesir
ikiye bölünüp çatallanmasını, entegre yerel ekonomilerin erozyor
uğramasını, emek piyasaları ile ücret tarifelerinin kapsam lı şekilde
yeniden düzenlenmesini temel alır.
XX. yüzyılın son çeyreğinde kutuplaşm ış emek talebi Amer
ekonomisinin yapısal özelliği haline gelmişti; b u kutuplaşm anın özel­
liği, değişken çalışma saatleri olan, pek bir mali yardım sunmaya
iş güvencesi sağlam ayan d ü şü k ücretli rutin işler ile yüksek ücret­
li vekalet işleri arasındaki uçurum u n genişlemesidir (Thurow 196
Sassen 1991a). 1970, 1984 yıllan arasında ülkede yaratılan 23 milyon
işin en az 22 milyonu hizmet sektörüne aitti, dolayısıyla 1990
gelindiğinde bütün işlerin dörtte üçünden fazlası hizmet sektörün-
deydi. Fakat seksenli yıllarda yaratılan iş imkânlarının yaklaşık üçte
biri ya n zamanlı işlerdi, b u işlere girenlerin yüzde yetmiş beşi ise tam
zamanlı çalışmayı tercih eden kişilerdi. Üstelik b u hizmet işlerinin
birçoğu saatine dört ila altı dolar ödüyordu; b u miktarın, sendikalı
fabrika işlerinde verilen saatlik on iki ila on beş dolar ücretle arasın­
d a dağlar kadar fark vardır. Aslında Birleşik Devletler’de 1970, 1983
yıllan arasında ortaya çıkan işlerin yan sı yıllık 8.000 dolardan az
ödüyordu (Nüfus İdaresi 1985: kırkıncı tablo); b u miktar dört kişilik
aile için belirlenen resmî yoksulluk sınınnın 2.100 dolar altındadır.
İşgücü piyasalannın yapısındaki b u değişim teknolojik gelişimin
dayattığı, kaçınılmaz bir eğilimin ü rü n ü değildir. Bü yük A B D fîrma-
lannın kısa vadeli kâr stratejilerine önem verme karannı almasının
sonucudur; böylece bütçede ücret giderleri üzerinde oynanabilir bir
değişken haline gelmiş, şirketler işletim giderlerini acımasızca azalt­
mayı talep etmişlerdir. Squires ve diğ. (1987: 28) tarafından yü rütü­
len bir araştırma, rin kapanm asını ya d a “küçülm esini” taki-
ben 1977 üa 1981 sında Chicago metropolünde kaybedilen
203.700 üçte ikisinin, şirketlerin yatırımlarını
geri çekmesinden dığını tahmin etmektedir; şirketler fa-
aliyetlerini d üşü k elleri, ucuz işgücü, d ü şü k sendika yüz-
deleri olan yerlere y i hedeflemişti; A B D ’nin güney eyaletleri
ya d a Meksika, Türkiye, Brezilya gibi İkinci D ünya ülkeleri b u yerler
arasında sayılabilir. Hüküm etin fiyatları serbest bırakm ası (ulaşım,
iletişim gibi sektörlerde), yüksek faiz oranlan gibi federal politikalar,
U lusal İşgücü Uzlaştırm a K urulu’n u n laissez-faire anlayışıyla birlik­
te işgücünün b u şekilde yeniden örgütlenmesine yardımcı olmuştur;
1

1
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 87

çünkü b u tutum lar sendikaların d ü şü şü n ü pekiştirmiş, ücretliler


kümesinin çeperinde bulunanların korunm asını baltalamıştır (Ro-
senberg 1983). B u durum , “yedek işgücünün” ani büyüm esine, ta­
şeronlara verilen işlerin artm asına yol açmış, aynı zam anda parça
başı götürü işlerin, insanlık dışı koşullarda işçi çalıştıran atölyelerin,
evlerde yapılan işlerin yeniden ortaya çıkmasını sağlamıştır. Siyah
işçiler için b u değişimler son derece belirleyici olmuştur; çünkü b u
işçilerin sosyal durum u tarihsel olarak piyasanın işleyişinden çok fe­
deral politikaların su nduğu korum aya bağlı olagemiştir.
Son otuz yılda kent içi emek piyasasım n çehresi birbirleriyle
kesişen birçok güç tarafından yeniden şekillendirmiştir, fakat b u n ­
lardan üç tanesi gettonun kaderiyle bilh assa ilgilidir; çünkü b u
güçler bir araya gelmiş ve söz konusu emek piyasasının ırklara göre
katmanlaşmış işbölüm ü için geçmişte oynadığı ucuz sanayi işgücü
am barı rolünü ortadan kaldırmıştır. İlk olarak, sektörlerin hizmet iş­
lerine kayması, genelde d ü şü k vasıflı olan kent siyahlarının gelenek­
sel olarak en çok erişebildiği işlerde büyük kesintilere yol açmıştır.
New York, Detroit, Philadelphia, Baltimore gibi b aşk a büyük kuzey
şehirlerine benzer olarak Chicago d a 1950 ile seksenli yılların ilk ya­
n sı arasındaki dönemde imalat temelinin yan ya indiğini gördü. 1947
yılında şehrin üretim sektöründe yaklaşık 670.000 iş imkânı mevcut­
tu (bölgedeki toplam işlerin yüzde yetmişine denk gelir); 1982 yılına
gelindiğinde b u rakam 277.000’e gerilemişti ve metropoldeki toplam
işlerin ancak üçte birine denk geliyordu (W acquant ve W ilson 1989).
Fabrikalarda istihdamın azalması yıllar geçtikçe hızlandı. 1947-1954
yıllan arasında iş kaybı sayısı 52.000 iken, 1967-1982 arası dönem ­
deki kayıp 169.000’a fırlamıştı. Getto siyahlan yetmişli yılların orta­
larına kadar fabrika işçileri arasında nispeten yüksek oranda temsil
edildiği için -a y n c a en aşağı sanayi işlerine- çöken sektörlerin en
korunaksız şirketlerine genelde b u n lar alındığı için (Stearns ve Co-
leman 1990), işkollanndaki b u değişimler genele kıyasla siyahlara
büyük zarar vermiştir. Chicago’daki sanayisizleşmenin bedellerine
hâlâ en çok onlar katlanmaktadır: Kent Aile Yaşam ı Projesinin anket
yaptığı Bronzeville sakinlerinin en az yüzde kırk üçü, geçen birkaç yıl
içinde çalıştıkları tesislerin kapanm ası yüzünden çoğu arkadaşının
işsiz kaldığını bildirmiştir (getto çeperindeki siyah mahallelerin oram
ise yüzde otuz birdir). Montaj hattmdaki işini on sene önce kaybe­
den, şimdi G üney Yakası toplu konutlarında yaşayan 32 yaşındaki
üç çocuk annesine kulak verelim: “Yeterince iş yok. Eskiden... çelik
sanayii vardı, bir sürü iş vardı. Fakat tesisleri kapattılar. Reagan b u
88 • Kent Paryaları

sanayinin kepenklerini indirdi, b a şk a eyaletlere gönderdi."


İkincisi, şirketler ucuz arazi, vergi kesintileri, esnek işgücü
arayışında şehir merkezlerinden ayrıldıkça kent ekonomisi çökmüş
oldu; böylece belirli işlerin başka mekânlara kayması emek piyasa­
sında yer alan vasıfsız siyahların seçeneklerini daralttı. Yetmişli yıl­
larda Chicago’nun dış mahalleleri için her meslek sındında yeni iş
imkânları açılırken, m aaş çizelgesine yarım milyon işçi eklenmişken,
sadece b u dönemde Chicago şehri net 119.000 mavi yakalı işinin,
90.000 tezgâhtarlık ve satış elemanlığı işinin kaybedildiğini ilan et­
mişti. Şehirde iş bulm a imkânları sadece m üdürler, uzm anlar, teknik
destek personelleri, yönetici yardımcıları için artmıştı, yani en azın­
dan kolej eğitimi gerektiren işler fazlalaşıyordu (K asarda 1989: 29),
dolayısıyla şehrin yerle bir olan okul sisteminin eğitemediği, yetişti-
remediği getto sakinlerinin b u işlere ulaşm ası söz konusu değildi. İs­
tihdamın dış mahallelere, şehirden uzak lüks sitelere kayışı d a getto
sakinlerine nispetsiz bir darbe indirmişti; çünkü toplu taşımacılıkta
büyük yetersizlikler mevcuttu. Chicago’daki siyahlar toplu taşımayı
beyazlara kıyasla iki kat fazla kullanır, zira a rab a sahibi olmanın
bedeli, yakıt ve tamirat m asrafları siyahların imkânlarım aşar. Fakat
belediyenin yeterince ödenek alamayıp güd ük kalmış otobüs ve tren
şebekesi öyle düzenlenmiştir ki şehir dışı m ahalleler şehir içi yo k iu l
mahallelerden yalıtılmıştır, dolayısıyla “şehir dışı mahallelerdeki işle­
re yüksek işsizlik oranlarının görüldüğü yerlerden toplu taşımacılıkla
erişmek kasten olanaksız kılınmıştır” (Orfıeld 1985: 179).
Ü çüncüsü, mevcut mesleklerin yüksek eğitim gerektiren işlere
kayması, getto sakinlerinin iş bulm a şansına cidden ket vurm uştur;
çünkü devlet okulları, meslek eğitimi sistemleri, hem federal hem
yerel iş bulm a program lan getto sakinlerini b u değişime hazırlam ak­
ta yetersiz kalmıştır. G rand Boulevard’da, yirmi beş yaşım geçmiş
yetişkinlerin yüzde altmış beşi liseden mezun olmamıştır; dört yıl­
lık üniversiteye gidenlerin oram ise yüzde üçten azdır. Şehrin dev­
let okullannda sekizinci sınıfa geçenlerin sadece yüzde on altısı dört
sene sonra ulusal okum a ortalamasıyla (dakika başın a okunan ke­
lime sayısı) ya d a b u ortalamanın üzerinde bir okum a hızıyla mezun
olur. Fakat 1970-1980 arasında eğitimi lise seviyesinden d ü şü k olan
şehir işçilerinin çalıştığı iş sayısı yüzde kırk iki oranında düştü; lise
m ezunu işçilerin sayısı ise neredeyse beşte bir azaldı. B u n u n aksine,
kolej eğitimi gerektiren iş alanlarının hacmi yüzde kırk dört bü y ü ­
müştür, dört senelik üniversite eğitimi isteyen işlerin sayısı ise yüzde
elli altı artmıştır (Kasarda 1989).
Yüzyıl Şartlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 89

Getto sakinlerinin iktisat alanında marjinalleşmesinde dördün­


cü ciddi etken düşük ücretli emek piyasasının ırklara göre katmanlaş­
masıdır (Fainstein 1987; Bailey ve W aldinger 1991; Tomaskovic-De-
vey 1993). Üretim ile hizmet sektörlerinde çoğu siyah belirli “meslek
nişlerinde” işe alınır; b u meslekler yoğun Afrika kökenli Amerikalı
nüfus barındırır; siyahlar d a fiilen beyazlar ile d ah a yum uşak başh
kabul edilen başk a azınlıklara (özellikle de M eksika’dan, öteki Orta
Amerika ülkelerinden gelen Hispanikler) ayrılmış meslek ağlarından
dışlanır. İşçi sayısı hızla artmış olan restoranlar, hazır yemek şirket­
leri gibi birçok alt hizmet sektöründe siyahlara en pis işler verilir,
yükselme imkânının bulunm adığı alt basam aklarda sıkışır kalırlar.
1973-1990 arasında AB D ekonomisindeki işlerin niteliğine dair ay-
nntıh bir analiz, siyahların u lusal emek piyasasında düşüşe geçen
konumlarının “hem beyaz adam a kıyasla iş imkânlarının azalm asın­
dan, hem de d ü şü k vasıflı işlerinin niteliğinin alçalm asından” kay­
naklandığını doğrulamıştır (Gittleman ve Howell 1995: 420). Dahası,
tutarlı bir iş deneyimi olmayan, d ü şü k eğitimli, d ü şü k vasıflı getto
sakinleri, rekabete kadınların d a girmesi ve ister yasal ister y asa dışı
“yeni göçmenlerin” gelmesi yüzünden iş bulm ayı bekleyenlerin sıra­
sında d ah a d a arkaya itilmiştir; altmışlı yılların ortasında göçmen
yasasında yapılan reformların sonucunda Am erikan metropollerinin
merkezleri ucUz, uysal, vasıfsız işgücüyle dolup taşmıştı (Sassen
1989b). Güney Yakası’n da otel veznedarı olarak çalışan iki çocuklu
38 yaşında dul bir anne şöyle yakınıyor: “Gereğinden fazla insan, ge­
reğinden az iş var. Bir işi on kişi istiyor bir kişi ahyor. İşlerin çoğunu
makineler, bilgisayarlar kapıyor.”
Dolayısıyla yeni sanayi sonrası düzenin dibinde vasıfsız işlerin,
hizmet işlerinin artması, üretimin düşm esi siyahlan büyük oranda
pas geçmiştir; çünkü işverenler dah a az ayak direyen, söm ürünün
kol gezdiği istikrarsız çalışm a ortam lanna pek de itiraz etmeyen
uysal işgücü kaynaklanna yönelmiştir. Halkın zihninde günüm üz
gettosu ahlak bozukluğuyla, y asa tanım am akla bağdaştınldığı için,
tarihî Kara Kuşakta oturuyor olmak ilave bir engel olarak karşılan-
na çıkmış, birçok işveren “iyi” (eğitimli, orta sınıf) siyahlarla “kötü”
(güvenilmez, kural tanımaz) siyahlan birbirinden ayırmakta b u n u
bir işaret olarak algılamıştır; dolayısıyla iş başvuru su yapanlar ha­
vuzundan getto sakinlerini dışlamışlardır. Altıncı bölüm de göstere­
ceğim gibi, Bronzeville’in çürüyen göbeğinde yaşamanın bir leke gibi
görülmesi, iş bulm a m aceralannda siyahlann önüne çıkan b aşk a bir
engel olmuştur: G üney Yakası’n da yaşayan 37 yaşında işsiz anne iç
90 • Kent Paryaları

geçirip “saygın bir adresiniz olursa çok işe yarar sanınm ”, diyor. “Böy-
lece iş başvu ru su yaparken, gettonun tam ortasında yaşamadığınızı
görürler.”26 Sonuçta, meslekî yapı ile ücret yapısının kutuplaşm ası,
vasıfsız işlerin genel değer kaybı, ikincil emek piyasasında27 süregi-
den etno-ırksal ayrımcılık, eğitimsiz siyahların çalışma imkânlarını
fiilen kurutm uş, birçoğunu hemen girebilecekleri tek sektöre itmiştir:
Sokağın kayıt dışı, çoğunlukla d a yasadışı ekonomisine kaymışlardır.

Irk ayrımı, konut politikası ve yoksul siyahların aynı yerde toplanması


Fakat üretim aygıtının işgücüne katılımın geçirdiği dönüşüm ler,
Yurttaşlık H aklan Hareketinin altın çağı bittikten sonra, gittikçe
dah a fazla getto sakininin sosyal hiyerarşideki yerini kaybetmesini
tek ba şm a açıklayamaz; b u durum gettonun istikrarsızlaşmasıyla
sonuçlanmıştır. Irk aynm ı b u sürece m üdâhil olm uş önemli bir de­
ğişkendir; b u kadar çok alt sınıf siyahın ademimerkeziyetçi hizmet
ekonomisinde ortaya çıkan yeni iş olanaklanndan nasıl m ahrum
kaldığım, mekânsal akışkanlığı toplum sal akışkanlık yoluyla sağla­
m a yetisini nasıl kaybettiklerini açıklar. Afrika kökenli yoksul Am e­
rikalıların tarihî gettoya kapatılması, gettonun üstlerine çöküşünde
merkezî bir rol oynar, çünkü yüzbinlerce beyazın kent dışı yerleşim­
lere göçmesinin yanı sıra (sonraki yıllarda orta sınıf siyahlar arkala­
rından gitmiştir), siyahların dışlanm ası paylarına düşen iş imkânları,
okum a fırsatları, vergiye tabi varlıklar, siyasal etki açısından belirle­
yici olmuştur; böylece siyahlar sosyal, ekonomik koşullarını koru-

26 Emek piyasasındaki (başka kuramlarda da) getto sakinlerin üzerine yapışmış iki
yafta, deri rengi ve halkın gözünde “sosyal hastalıkların” yuvası olan bir yerde yaşa­
maktır. Bu yaftalar birbirinden bağımsızdır diyemeyiz. Fakat ne bunlar aslen kötü
şeylerdir ne de bunların etkisi birbiriyle özdeştir. Çoğu Afrika kökenli Amerikalı için
ırkım belli eden işaretlerden kurtulmak mümkün değildir, fakat ırk işaretlerinin
anlamı en sızından tersine çevrilip bunlara içeriden yeni değerler biçilebilir (“siyah
güzeldir” paradigmasına göre). Oturulan bölgeye dair leke, birçok durumda iyi izle­
nim uyandırma yöntemleriyle silinebilir. Fakat kişinin ikametgâhım yabancılardan
(öteki siyahlar da dahil) saklaması, özellikle de şirketler, okullar, devletin bürokrasi
kurumlan gibi egemen resmî kuruluşlardan gizli tutması -bunlar bir aşamada bu
gizi açığa çıkaracak vasıtalara da sahiptir- kişide gururunun sürekli ayaklar alfa­
na alındığı hissini doğurur. Buna ilaveten, gettoda yaşamanın uyandırdığı simgesel
duygu tersine de çevrilemez (günümüzde “gettoda yaşamak güzeldir” diyecek insan
pek çıkmaz). I
27 İstikrarsız, düşük ücretli, yan zamanlı, geçici işlerin oluşturduğu piyasa; genelde
hizmet sektörü, hafif sanayi, perakende satış işlerim kapsar —çev. notu.
Yüzyıl Sonlarurken Kam Gettonun Dummu ve Kaderi »9 1

m ak ya d a iyileştirmek için gerekli olan destekten m ahrum kalmıştır


(Orfield 1985). M ekânsal tecrit prizma gibi iş görür, hipergettonun
içinde çekilen darlığı yoğunlaştırır, artınr. Seksenli-doksanlı yıllarda
yoksul mahallelerin kaderi üzerine yürütülen tartışm alarda ırk ay­
rımının b u işteki payı büyük oranda görmezden gelinmiş, b u etken
zam an zam an bütünüyle gölgede bırakılmıştır; çünkü “getto” terimi
o topluluğun nüfus yapısından, kurum lan n dan bahsetm eden aşın
yoksulluğun olduğu bölgeleri betimlemek için kullanılır olm uştur (ör­
neğin, Jargowski ve Bane 1991).28 Siyahlann sıkışıp kaldığı yerde (alt)
proleter bir çekirdek ile orta sım f bir çevreden oluşan ikili bir yapıyı
üreten bir sınıfsal bölünmeyle örtülse bile gettonun dışlayıcılık göre­
vinin sürdürülmesi, metropollerde “renk sımanın” korunmasında ısrar
edildiğinin önde gelen somut dışavurumudur.
1982 yılında, tarihinde ilk defa siyah bir belediye başkam seçmiş
olsa da, Chicago şehri Am erika’d a en çok etnik ayrımın görüldüğü
metropol olm a ayncalığını taşır. 1980 yılında şehrin 1,2 milyonluk
siyah n üfu sun un üçte ikisi, siyah oranının yüzde doksan beşe var­
dığı bölgelerde yaşıyordu. Afrika kökenli Amerikalılara yönelik aynm
y a d a farklılık göstergesi 1950’den beri pek yerinden oynamamıştır;
hatta 1970’te seksen dokuz iken 1980’de doksan ikiye çıkmıştır (100
en büyük rakamdır, tam aynm ı gösterir).29 “M aruz kalm a göstergesi”
ayrımı ölçmek için yaygınlıkla faydalanılan b aşk a bir aygıttır; sıradan
bir siyah Chicagolunun en fazla yüzde dört buçuk oranında beyaz
insan barındıran bloklarda yaşadığım ortaya çıkarmaktadır (gerçi
beyazların n ü fu su şehrin yarısına denk gelir), tipik beyaz şehir saki-

Gettonun yeniden bu şekilde tanımlanmasının (Birleşik Devletler’de politika önerme­


ye yönelimli akademisyenler rağbet etmiştir) tutarsızlıklarına dair derinlemesine bir
eleştirisi için bkz. Wacquant (2002b). Söz konusu tanım gettonun tarihî anlamının
içini boşaltmakta ve slum kelimesiyle eş anlamlı hale getirerek anlamım daraltmak­
tadır. Massey ve Denton’ın (1993) Amerikan metropollerinde görülen aşın yoksul­
luğun ırkçılık ayağına ilişkin çok önemli kitaplan bu bağlamda genelin dışındadır;
aynı zamanda bir nevi rahatsızlığa da sebep olmuştur. Jencks ve Peterson’m (1991)
hazırladığı The Urban Underdass kitabına Douglas Massey’in makalesi alınmamıştır,
oysa bu kitabın konu aldığı konferansta Massey de bildiri sunmuştu.
İki etnik grup birbirinden tamamen koptuğunda aynm göstergesi yüze ulaşır (yani
şehrin bütün bloklarında aynı ırktan insanlar yaşadığında, yüzde yüz siyah ya da
yüzde yüz beyaz nüfus banndırdıklannda), şehirde her blok aynı siyah-beyaz içeriğini
sergilediğinde ise bu gösterge sıfıra düşer. Aynmın başka ölçütleri de aynı örüntüyü
izler; bu da Afrika kökenli Amerikalıların her boyutta aşın ayrımcılığa maruz kalan
tek sınıf olduğunun kanıtıdır; eşitsizlik, tecrit edilme, kümelenme, bir merkezde top­
lanma ve aynı yöreye yığılma muamelelerine maruz kalırlar (Massey ve Denton 1989).
92 • Kent Paryalan

ninin yaşadığı blok ise yüzde 2,6 gibi önemsiz bir oranda siyah içe­
rir. Oturm a alanlarına bakarsak, sanki siyahlar yasal bir apartheid
yönetimi altında yaşıyorm uş gibi, Afrika kökenli Amerikalıların öteki
gruplardan d a aynı şekilde ayrıldığını görürüz; bu n lara Hispanikler
de dahildir, Hispaniklerin yerleşim yerleri siyah mahalleleri ile be­
yaz mahalleleri arasında “tampon bölge” işlevi görür (Squires ve diğ.
1987; 11). Üstelik siyahlar bu kadar yoğun aynma maruz kalan tek
etnik sınıftır. Hispaniklerin, Doğuluların konutları nispeten orta ila
d ü şü k aynm seviyeleri sergiler: ülkenin en büyük otuz metropolün­
de Latin Amerikalılar ile Asyalılann kendi etnik gruplan n dan gelen
ailelerden ziyade beyaz kom şulan vardır,30 oysa oturm a alan lan nda
siyahlarla beyazlann temas etme ihtimali nadiren yüzde beşi aşar
(Massey ve Denton 1987).
Afrika kökenli Am erikalılann yaşam alan lan nda olağan dışı bir
şekilde yalıtılmasının kültürel eğilimleriyle ya da etnik tercihleriyle
ilgisi olmadığının altım çizmek gerekir; çünkü hem ilkede hem de
uygulam ada siyahlar, ırkların harm anlandığı mahallelerde yaşam ayı
tercih eder (Farley ve diğ. 1978; Streitıveiser ve Goodm an 1983). Ke­
n ara ayınlıp bir yere kapatılm alan siyah aileler ile beyaz aileler ara­
sındaki sınıf farklan yüzünden de değildir. Sebep b u olsaydı, altmışlı
yıllardan sonra siyah orta sınıfın hızlıca genişlemesine mekândaki
ırk aynşm asım n keskin d ü şü şü eşlik ederdi. Aslında Afrika kökenli
Amerikalı nüfus sadece gelir düzeyinin belirlediği, renk körü bir ko­
nut piyasasına göre dağılmış olsaydı, Chicago’yu m eydana getiren
nüfus sayım bölgelerinde siyahların yüzdesi en az yüzde on ila en
fazla yüzde yirmi yedi arasın da değişirdi, oysa kendi mahallelerinde­
ki oranlan yüzde doksandan aşağı değildir (Berry 1979: 9). M eksika
kökenli Amerikalılar gibi A B D toplum unun b a şk a alt etnik sınıfla­
rının aksine (Massey ve M ullan 1984), Afrika kökenli Amerikalılar
sınıf merdiveninde üst basam aklara çıksa bile yaşam alanlarından
dışlanm a seviyeleri azalmaz.
Şehri ikiye bölen renk sım n öncelikle konut piyasasının etno-ırk-

30 Bu bağlamda, söz konusu nüfuslar homojen değildir, örneğin Hispanik sınıfi (idari
uygulamalar gereği Nüfus İdaresi tarafından uydurulmuş bir addır) farklı etno-ulusal
akımlan, farklı göç dalgalarım bir araya getirir. Bu gruplar ülkeye farklı koşullarda
girmiştir ve Amerika'nın sosyal, fiziki yapısında farklı mekânları işgal ederler. Küba­
lıların, MeksikalIların, Porto Rikolulann ülkeye dahil olma yollan epey farklılık gös­
terir. Porto Rikolulann durumu Afrika kökenli Amerikalılannkine benzer çünkü deri
renkleri insanlara itici gelir, gerçi Chicago’daki tüm Porto Rikolular aynı kumaştan
dikilmiş değildir, bkz. Padilla (1987).
Yüzyıl Sonlamrken Kam Gettonun Durumu ve Kaderi • 93

sal bir hat boyunca esnek olmayan iki parçaya ayrılmasının sonu­
cunda ortaya çıkmıştır (Foley 1973; Berry 1979; Tobin 1987). Em lak
bürolarının ırk ayrımına sistemli bir şekilde alet olması, mortgage
kredilerinin verilmesindeki önyargılı tutumlar, ev arayanların önüne
beyazların çıkardığı gayrimeşru engeller Chicago gibi büyük şehirler­
de h âlâ mevcuttur (Schlay 1987; Yinger 1997); Kongrenin, federal h ü ­
kümetin b u d u ru m a sessiz kalması, 1968’de yasalaştınldığından beri
Adil Konut kanunlarım uygulam ada isteksiz davranm aları bütün
bu n lara göz yum dukları anlam ına geliyor. Kendileri için belirlenen
alanın dışına taşınm a girişiminde bu lu n an siyahlar fiilen dışlanır;
doğrudan düşm anlık gösterilip şiddet uygulanm azsa eğer, sessizlikle
karşılanırlar ve kendilerine rahatsızlık duygusu hissettirilir. Beyaz­
ların büyük çoğunluğu herkesin nerede isterse orada yaşam a hakkı
olduğu ilkesini kabul etse de, iş uygulam aya gelince b u hakkı kendi­
lerine saklarlar: Çoğu beyaz küçük bir yüzdeden fazla siyahı barındı­
ran mahallelerde yaşam ayı reddeder ve ırkların karışm asını hayata
geçirmek için tasarlanm ış yerel y asa taşanlarını pek azı destekler
(Massey ve Gross 1991).31
Irk ayrımcılığının devam etmesinin ikinci an a sebebi, İkinci
D ünya Savaşı’ndan sonra federal hüküm etler ile belediye yönetimleri
tarafından uygulam aya konan konut projeleri ile kentsel dönüşüm
projelerinde yatar. B u uygulam alar, Afrika kökenli yoksul Amerika-
lılan şehir merkezinde tamamen siyahlardan oluşan en yoksul alan­
lara kasten tıkıp bu ralara istiflemiştir. “Sınıfaltı” kavramı üzerine
yürütülen tartışmaların tarih konusundaki miyopluğu, yüzyıl sonu
gettosunun çöküntü haline gelmesinin W ashington’ın yaklaşık elli
yıl önce uyguladığı konut projelerinin yarattığı girdabın akıntısına
kapılm asından ötürü olduğu gerçeğinin üzerini örtmüştür.32 Kenneth
Jackson’m, 1937 yılındaki W agner-Steagall Y asası’ndan -k i b u yasa
4K >> • . / '■ -•*' - . ■' v > -' - v i- î:

J-V'.. . ■ -■
31 Yetmişli yıllann ortasında DetroitYe yürütülen bir çalışma beyazların yüzde kırk
ikisinin beşte bir oranında siyahın yaşadığı mahallelerde oturmaktan rahatsız ola­
cağını, ankete katılan beyazların en az yansının böyle bir bölgeye taşınmak isteme­
diğini ortaya çıkarmıştır (Farley ve diğ. 1978). Bu eğilimler o zamandan bu yana pek
değişmiş değildir; DetroitYe kent dışı mahallelere taşınmayı başarabilmiş siyahlar
şehirdeki kardeşleriyle karşılaştırıldığında (Darden ve Kamel 2000), ayrıca ulusal
seviyeye (Meyer 2000) kıyasla beyazlardan daha çok ayrılmış ve yalıtılmışlardır.
32 Çoğu “sınıfaltı” kuramcısı 1970Yen geriye gitmez ve yetmişli yıllara da sınıfaltının
güya “doğumu” olarak odaklanır. Bunun basit bir sebebi vardır; grubu “ölçmek”
için gerekli olan yoksulluk oranlanna dair nüfus sayımı verileri ve ilgili değişkenler
1970lerin öncesi için mevcut değildir.
94 • Kent Paryaları

hüküm eti d ü şü k bedelli barınm a sağlam akla sorum lu kılm ıştı- g ü ­


nüm üze kadar uzanan, Am erika’d a kent dışı yerleşimlerin çoğalma­
sını anlatan yetkin tarih çalışm asında gösterdiği gibi,
~.r » * ' u ‘ ' _"** " S " ' ' i . ‘ -•k < -■* " ' -4b» ■■ * *

Birleşik D evletlerde toplu konut program ının sonucu, belki de


amacı, ırklan ayırmak, m ağdur kesimleri şehir içi yoksul m ahal­
lelere yığm ak ve şehir dışı yerleşim lerin ırk, suç, yoksulluk sorum­
larından kaçm ak için uygun yerler olduğu im gesini pekiştirmek
olmuştur. (Jackson 1985; 219)
'.Vr'-M^ ---"S J ;«* ' .. ■ « * " ■“
İkinci D ünya Savaşı sonrası dönemde d ar kent mekânı ile kıt kay­
naklar için verilen mücadelede ırk ile sınıf gerilimlerini çözmeye
nelik devlet yaklaşım ı iki uçluydu. Bir uç, metropol hiyerarşisinin
tepesini hedef alır; b u uçta federal hüküm et kent dışı yerleşimlerdeki
orta sınıf ve üst sınıf konutlarına yönelik büyük p ara yardım larına
imza attı. B u yardım; vergi indirimleri, federal'mortgage teminatları,
geniş otoyol ağlarının inşası aracılığıyla verildi, ki b u otoyollar zengin
ailelerin şehrin içinde çalışıp uzağında yaşam asını m üm kün kılmış­
tır. Federal Konut İdaresinin (FHA: Federal Housing Agency) hayata
geçirdiği y a d a hoş gördüğü yerel barınm a kanunları ve ırksal kısıt
lam alar ise, sadece beyazların kitleler halinde kent dışı mahallelere
taşınmasını sağlamıştır. 1949 yılm a kadar, “topluluğun bileşimini*
bozabilecek herhangi bir haneyi sigortalamayı reddetmek FH A’nır.
resmi politikasıydı. Ayrıca 1962 yılm a kadar F H A ’nin kredi başvu­
ru su n d a bulun an lardan istediği güvenceler ve depozitolar ayrımcılık
kokuyordu.33 Bugüne kadar, 1968’de Kongreden geçen Adil Konu:
yasa tasarıları yürütm e aygıtına dahil edilmemiştir. Her sene Adaleti
Bakanlığı b u yasaya aykırı eylemlere karşı ulus genelinde ancak biri
avuç dava açar. Reagan ile B u sh (baba) yönetimlerinde, ağır ve mü-j
kerrer kanun ihlali vakaları için tazminat taleplerini bile azaltmıştır. I
ö b ü r uç, kent hiyerarşisinin dibidir; b u uçta devlet d ar geliri!
konutlar için geniş bir yelpazede destek sağlamıştır, fakat iki b ü y ü n
farkla. İlki, kent dışı orta sınıf beyaz mahallelerine sağlanan desten
ğin tam aksine, yoksulların barınm ası için verdiği yardım da devkn
gözle görünür ölçüde cimridir: 1937-1968 yıllan arasında FHA’nin
arka çıkmasıyla orta gelir ve üst gelir seviyesine yönelik on mil>ı^|
özel konut türemiştir, oysa federal yardım larla dikilen ucuz kam u ki

33 Bu tarihe kadar yasalar gereği, mülk tapu senetleri “bağlayıcı tüzük” denen
deler içerebilirdi. Bu maddeler, söz konusu hanenin siyahlara (ya da Yah
satılmasını ya da kiralanmasını yasaklıyordu.
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 95

nutlannın sayısı sadece 800.000’dir (Kem er Komisyonu 1968, 1988:


474). İkincisi, federal hüküm et belediyelere d ar gelirli konutlarının
inşa edilmesi ve inşa edileceği yer konularında serbestlik tanımıştır,
dolayısıyla federal projeler mevcut aynm ı daim a pekiştirmiş oldu.
Şehir kıyısındaki beyaz semtler toplu konut projelerinin yapılmasını
reddetti, şehir içi beyaz mahalleler de kendi alanlarına siyahların gir­
mesine şiddetle karşı çıktı. Chicago’da, aşağıdan kaynaklanan beyaz
ırk ayrımcılığının şiddeti ile beyazların yukarıdan uyguladıkları siyasi
yönlendirme birleşip Chicago Konut İdaresini (CHA; Chicago Housing
Agency) kısıtladı ve toplu konut projelerinin sadece tarihî gettonun
sınırlan içerisine inşa edilmesine izin verdi; “dolayısıyla gettonun sı­
nırlarını dah a önce hiç olmadığı kadar sabitleyip kurum sallaştırm ış
oldu” (Hirsch 1983: 409). Ellili, altmışlı yıllarda yapılan toplu konut­
ların neredeyse hepsi G üney Yakası ile Batı Yakası’n da geleneksel
Kara Kuşağın y a doğrudan içine y a d a hemen yanm a yerleştirilmiştir.
Sonuç olarak, 1981 yılında Chicago Konut İdaresinin ailelere kiraya
verdiği hanelerin en az yüzde doksan beşinde siyahlar oturuyordu.
Aynı dönemde Batı Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, şehir merkezinin
dışında d ah a ucuz, dah a ferah araziler üzerinde d ü şü k yoğunluklu
evler inşa etmek yerine, A B D hüküm eti yoksulluğun en çok vurduğu
mahallelere kalitesiz yüksek binaların yığılmasını teşvik etti, b u da
toplu konutları “federal yapı tarafından inşa edilip desteklenen va­
roşlara” dönüştürmekle eş değerdir (Hirsch 1983: 226).
Hem ırksal hem de sosyal bakım dan çarpık olan b u kam u politi­
kasının sonuçlarım görmek zordu denemez. Aslında 1968 gibi erken
bir tarihte Kem er Komisyonu (1968, 1988. 474) “federal konut prog­
ramlarının, n üfusun en yoksul, en muhtaç kesimlerini şehir mer­
kezindeki gettolarda yoğunlaştırdığını” belirtmiştir. “B u gettolarda,
n üfu sun ihtiyaçları ile bunları karşılam ası gereken kam u kaynaklan
arasında zaten ciddi bir u çu ru m mevcuttu.” Söz konusu uçurum
sonraki yirmi yılda dah a d a genişleyecekti; çünkü çalkantılı geçen
altmışlı yıllardan sonra toplu konut ödenekleri suyunu çekmişti; şe­
hir yönetimi de, C H A ırk aynmcılığı yapm aktan suçlu bulunduğu,
etnik açıdan karm a mahallelerde aralıklı bir şekilde sosyal konut
inşa etmeye mahkeme tarafından m ahkûm edildiği için CH A konut­
larım inşa etmeyi durdurm uş, hatta bunların bakımım üstlenmez
olmuştu. Günüm üzde, yoksullar için ev inşa etmiş özel bir girişimin
olmadığı b u ortamda, d ar gelirli konutları için önemli m iktarda devlet
desteği vermeyen tek gelişmiş ülke Birleşik Devletlerdir. 1980 yılında
kam unun sahip olduğu ya d a işlettiği konutların sayısı A B D konut
96 • Kent Paryaları

miktarının yaklaşık yüzde biri kadardı, oysa aynı oran İngiltere’de


yaklaşık yüzde kırk altı, F ran sa’d a yüzde otuz yediydi (Harloe 1985).
Aynı zam anda A B D , devlet eliyle “dikey getto” diken tek sanayi dö­
nemi sonrası ülkedir, ki b u gettolarda hem sınıf hem de ırk aynm ı
yapılmıştır.34
Dolayısıyla siyah altproleterlerin yüzyıl sonu hipergettosunda
hem sosyal hem de m ekânsal bakım dan sıra dışı şekilde yoğunlaş­
m asından federal hüküm et ile yerel yetkililer birlikte sorum ludur,
öncelikle, metropolün konut piyasasında uygulanan katı ırk ayrımı­
n a fiilen destek vermişlerdir. Ayrıca toplu konut envanterindeki her
türlü seçeneği eleyerek, Afrika kökenli Amerikalıların mahallelerinin
çeperlerindeki semtlerde kira ile mülkiyet bedellerini yapay şekilde
artırarak yoksul siyahlan Kara Kuşağın köhne alanına kilitleyen
toplu konut projeleri üzerinden ırk aynm ını sürdürm üşlerdir. İkin­
cisi, hem merkezî devlet hem de yerel yönetimler, kalitesi yerlerde
sürünen evlerden son derece yetersiz m iktarlarda üretmiştir, aynca
b u evler şehrin çöküntü halindeki merkezine kasten dikilip b u rala­
ra yoksul aileler yerleştirilmiştir. Kısacası, kent arafinın yani A B D
hipergettosunun kendine özgü Fiziksel yapısı ile nüfus yapısı devle­
tin siyasi eseridir; “kötü eşleşmeler” yaratan ekolojik bir dinamiğin
ü rü n ü değildir ya d a getto sakinlerinin özgür seçimi, kültürü y a da
tutundan sonucu oluşmamıştır.

Sefil refah devletinin küçülmesi — *

Yetmişli yılların ortasından sonra sosyal refah devletinin kademeli


bir şekilde küçülmesi, Birleşik Devletler’deki kent altproleterlerinin
hayatlarım iyileştirme fırsatlannm gittikçe daralm asında b a şk a bir
siyasi sebep olmuştur. Revaçtaki yeni m uhafazakâr söylemin aksine
(M urray 1984; M ead 1992), yüzyılın son çeyreği sosyal devletin etki

34 Federal ödeneklerdeki büyük kesintiler yüzünden, İd üst düzey federal yetkililerin


yerel memurların utanmadan kamu parasım yağmaladığından bahsetmeye gerek
bile yok; büyük şehirlerin çoğu, sayıca zaten yetersiz olan dar gelirli konutlarının
mali giderlerini karşılayamadı. Şehirlerin gaflet içindeki bürokrasileri de mülklerin
günlük idaresinin denetiminde ipin ucunu kaçırmıştır. Devletin bu boşlama politi­
kasını taçlandıran adım, toplu konut kiracılarının bu konutların mülk sahipliğine
“terfisini' önermek (G. W. H. Bush’un Konut ve Kent Gelişimi Bakam Jack Kempln
yaptığı gibi) olmuştur; bu evlerin durumu o kadar kötüye gidiyordu, bunlar o kadar
tehlikeliydi ki, kamu yetkilileri bu işi yürütemiyordu, ancak kiracılann temel yurt­
taşlık haklarım çiğneyip geçen yan askeri bir işgal, durumu kurtarabilirdi.
Yüzyıl Şartlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 97

alanının genişlediği, cömertliğini gösterdiği bir dönem olmamıştır, b u


dönemde sosyal devlet geniş kapsam lı bir geri çekilme gerçekleştir­
miştir. Çocuklu Ailelere Yardım [AFDC; Aid to Families with Depen-
dent Children] programı yoksul ailelere gittikçe dah a az yardımcı ola­
bilmiştir. B u n u n sebebi ödeneklerin azalması, mevcut ödeneklerin
de enflasyon ayarının yapılamamasıdır. Programın harcam aları 1973
yılında federal bütçede yüzde 1,6 oranıyla tavan yapmış, sonra 1996
yılında program kaldırılana kadar aldığı yüzde sürekli düşm üştür.
B u n u n yerini alan M uhtaç Ailelere Geçici Yardım [Temporary Aid to
Needy Families] programı ödenekleri dah a d a kesmiş, “çalışm a kar­
şılığı” yardım [ıvorkfare] verilmesi kararlannı yürürlüğe sokmuştur.
Sosyal yardım, h ak sahiplerini belirlemekte uygulanan yasal, bürok­
ratik kısıtlamalar yüzünden karneye bağlanm akla kalm am ış (Susser
ve Kreniske 1987); Illionis eyaletinde sosyal yardım kapsam ında aile­
lere verilen ortalam a nakit paranın reel değeri 1970-1990 yıllan ara ­
sında yan dan fazla azalmıştır. 1995 yılına gelindiğinde A FD C progra­
m ından p ara alan üç kişilik aile en iyi ihtimalle yemek kuponlan da
dahil aylık azamî 645 dolar alıyordu; b u miktar Chicago’d a tek odalı
ortalam a bir dairenin kirasına aşağı yu k an denkti.
Sosyal yardım program lannın, yardım ettiği kişileri yoksulluk çı­
tasının üstüne kaldırm a becerisini inceleyen aynntılı bir istatistiksel
analize dayanan Axinn ve Stem (1988: 102), “şehir merkezlerindeki
yoksulluğun patlamasının ekonomik çöküşten ziyade sosyal yardım
program lannın etkinliğini kaybetmesinin sonucu olduğunu” iddia
ederler. Aslında, b u oran en d ü şü k seviyesine şehir merkezlerinde
ulaşmıştır, ayn ca zam an içinde en büyük düşüşler yine şehir mer­
kezlerinde gerçekleşmiştir: 1983 yılında ulus genelindeki rakam lara
göre sosyal yardım lardan önce kentlerde yaşayan ailelerin yüzde otu­
zu, yardım lardan sonra yüzde 18,4*ü yoksuldu, dolayısıyla etkinlik
oranı yüzde otuz sekizdir; 1973’teki yüzde elli etkinlik oranından b u
rakam a düşülm üştür; o tarihte ilgili rakam lar yüzde 27,5 ile yüzde
on dörttü. Basit bir hesap gösteriyor ki yardım program lan yetmişli
yıllann ortalanndaki kısıtlı etkinliklerini sürdürseydi, sanayisizleşme
ile kutuplaşm ış ekonomik büyüm enin kısa vadeli etkisinin yükünü
sırtlanabilirlerdi, böylece şehirlerdeki yoksulluk oranı sadece yüzde
bir artar, yüzde on dörtten yüzde on beşe çıkardı (oysa 1990 yılına
geldiğinde yüzde yirmi bire yükselmiştir). Yoksullan hedef alan A B D
sosyal politikasının yetersizlikleri, b u program lar kom şu K anada’nın
benzer program lanyla karşılaştırıldığında iyice belirginleşir, ki Kana­
d a sosyal yardım cömertliği konusun da dünyanın önde gelen ülke­
98 • Kent Paryalan

lerinden biri sayılmaz. İktisatçılar Rebecca Blank ve M aria Hanratty


(1991), Birleşik Devletler yoksullukla m ücadele önlemleri konusun da
K anada’nın sistemini uygulasaydı, tek ebeveynli ailelerde yoksulluk
oranının yüzde kırk üçten, katilım oranlan ile işgücü tedarikine bağlı
olarak yüzde iki ila on altı arasında bir orana düşeceğini göstermiştir.
Hedef n üfu sun “refaha” ulaşm asım içtenlikle am açlayan bir sosyal
politikanın kadınlann idare ettiği konutlarda yoksulluğu neredeyse
bütünüyle ortadan kaldıracağı anlam ına gelir bu, ki günüm üzde get­
to yoksulluğunun çoğunluğunu b u kesim oluşturur.
Emek piyasasından dışan itilen insanlar d a sosyal sigortanın
artan yetersizliklerinden kötü etkilenmiştir. Kuram sal olarak, işsiz­
lik sigortası dönemsel ihtiyaçlan karşılam ak için tasarlanmıştır; iş­
siz kalan kişiye, işten çıkarılmadan önce aldığı son m aaşın yaklaşık
yüzde kırkı yirmi altı hafta boyunca verilir. Fakat yetmişli yılların
ortasından sonra yirmi yıl yüksek işsizlik oranlannın ağırlığı altında
kalan sistem dağılm aya yüz tutmuştur. İş dünyasının lobi faaliyetleri
ile m asraflan düşürm eye yönelik siyasi kaygılar yüzünden işsizlik
sigortasının hak sahipleri kapsam ı daraltılmış, b u sigortanın veril­
mesi önündeki bürokratik engellerin sayısı çoğaltılmıştır. Sonuçta,
u lus düzeyinde sigortadan faydalanan işsizlerin payı 1975-1990 yıl­
la n arasında yüzde elliden yüzde otuza gerilemiştir. B u dü şü ş bil­
h assa yine büyük şehirlerde öne çıkıyordu, özellikle de ırk aynm ına
m aruz kalan kent merkezinin sakinleri için yıkıcı olmuştur. İkincil
emek piyasasının alt kademelerine sıkışmış olan b u insanlar kısa
süreli işlerde çalışmış, sık sık işveren değiştirmişlerdi. Aslına b ak a­
cak olursak, aralıklarla iş bulabilen getto sakinlerinin çoğu, işlerini
kaybettiklerinde işsizlik sigortası alm aya hak kazanamıyordu.
Sosyal yardım sistemi aynı zam anda getto sakinlerinin yaşam
koşullarım d a kötüleştirir, sağlığa zararlı hanelerin bollaşm asına
dolaylı olarak katkıda bulun ur; bu n u n sebebi sistemin, özel konut
piyasasından ev kiralam a yoluyla barınm a yardım larım doğrudan
bin a sahiplerine ödemekte ısrar etmesidir. Varoşlardaki evsahipleri
-k i bunların en büyüğü Chicago Konut İdaresi, yani toplu konutlar
kurm akla yüküm lü belediye bürokrasisidir- kiracılanm n kendilerine
m ahkûm müşteriler olduğunu bilir, kiracıların b a şk a seçeneği ya da
ev sahibine baskı yapacak imkânları yoktur. Dolayısıyla kiralan y ü k ­
sek tutabilir, gerekli bakım onanm ı görmezden gelebilirler; çünkü
sadece sosyal yardım alan kişilerin oturmayı göze alabileceği daireler
için kira bedelini eksiksiz alırlar (Susser ve Kreniske 1987: 57). B u
yüzden Chicago’d a toplu konutlann çoğu kelimenin tam anlamıyla
' ' ‘ s.-..

Yüzyıl Sonlamrken Kam Gettonun Durumu ve Kaderi • 99

dökülmektedir, ayrıca neredeyse hepsi belediyenin konut yasaları­


nı birçok açıdan ihlal eder. Genelde b u evleri ham am böcekleri, sı­
çanlar, kurtçuklar sarar. Batı yakasında H em y Horner Evleri ya da
Güney Yakası’n da Stateway Bahçeleri gibi yüksek bina projelerinin
girişinde bekleme salonu yoktur, güvenlik elemanları da bulunm az;
asansörleri bozuktur, duvarları yazılarla doludur, merdivenlerinde
ışıklandırma yoktur, insan ve hayvan dışkısı yüzünden leş gibi ko­
karlar. Giriş katındaki daireler ile birinci kattaki daireler neredeyse
hiç kullanılmaz, girişlerine tahta çakılarak kapatılmıştır, çünkü de­
falarca soyguna uğram a riskini taşırlar. Henry Horner Evlerindeki
çoğu daire 1970 yılından beri bad an a yüzü görmemiştir, ayrıca b u
daireler o kadar bakımsızdır ki Haziran 1991’de H em y Horner Anne­
ler Dem eği, binalarını “fiilen yıkma” faaliyeti yürüttüğü gerekçesiyle
Chicago Konut İdaresine dava açmayı başarabilm iştir: Sitedeki 1.760
dairenin yan sı boştu; çünkü b u n lan kiraya vermek üzere yenilemek
ya d a temizlemek için ödenek bağlanmamıştı.
Son olarak, eyaletlerin ve federal hükümetin mali politikaları
da getto sakinlerinin feci durum lannın üzerine tuz biber ekmiştir.
Reagan’m vergileri azaltma politikasının kent yoksullan üzerindeki
ters etkileri bol bol belgelenmiştir, çünkü hüküm etin vergi gelirlerin­
deki b u kesinti öncelikle, en m ülksüz Am erikalılara yardım etmeye
adanm ış kam u bütçelerinin daraltılmasıyla telafi edilmiştir (Caraley
1992). Seksenli yıllarda üç düzine civan eyaletin hayata geçirdiği
benzer vergi reform lannm ekonomik durum u istikrarsız aileleri iyice
ateşe attığı pek bilinmez. Voices for Illionis Children [Illionis Çocukla-
n nın Sesi] adlı siyasi baskı gru bu n u n derlediği rakam lara göre, eya­
let vergilerinin yükselmesiyle neredeyse b ir milyon hanenin gelirinde
önemli bir d ü şü ş oldu. 1992 yılında Illionis, devlet vergileri ile yerel
vergiler toplanıldığında Kentucky’nin ardından yoksullar üzerinde­
ki vergi yü kün ün en ağır olduğu ikinci eyaletti: Eyaletin en yoksul
yüzde yirmi hanesi kıt gelirinin yüzde on birini vergilere öderken, en
zengin yüzde birlik kesimin ödediği verginin yüzdesi bu n u n yansıydı.
Dolayısıyla eldeki bulgulan n neredeyse hepsine göre Amerikan met­
ropolünün ırklara göre katmanlaşmış merkezinde artan yoksulluk ile
derinleşen dışlanmayı en iyi açıklayan şey, bannm a, sosyal yardım
ve vergilendirme cephelerinde devletin sergilediği kötücül ihmaldir,
kendine zarar veren bir “sınıfaltının” ortaya çıkışı değildir.

il
‘ ••T -
100 • Kent Paryaları

Siyasal marjinallik ve yoksul mahallelerin “planlı daralması’


Hem federal hem de yerel yetkililerin gettoyu boşlam ası sosyal yardım
politikasıyla sınırlı kalmaz, b u ilgisizlik m ağdur n üfu su hedef alan
bütün hizmetlere sirayet etmiştir. İkinci D ünya Savaşı’ndan sonraki
yirmi yılda ekonominin sürekli genişlemesi ile genç n üfusun olağa­
n üstü artışı, m uhalif hareketler ve kam u kaynaklarının şehirde dah a
eşit dağıtılmasını isteyen siyahların talepleri için elverişli bir ortam
yaratmıştı; b u hareket, federal ve yerel programların genişletilmesine
yol açtı (Katz 1989; Q uadagno 1994). B u n u n aksine, yetmişli yıllar­
daki ekonomik gerileme -k i b u n u n simgesi işsizlik ile enflasyonun
y u k an fırlam asıdır- seksenli yıllardaki kutuplaşm ış büyüm e, yoksul
mahalleleri ıslah etme amaçlı program lara karşı kapsam lı bir siyasal
tepki doğurm uş, bütçedeki paylarının düşm esine sebep olm uştur.35
Nixon’m 1972 yılında büyük oy farkıyla ikinci kez Başkan seçil­
mesinden sonra, hüküm et tarafından federal kent politikalarında ani
bir değişim hayata geçirildi; b u dalga, siyahların harekete geçmesine
karşılık olarak Lyndon Johnson’ın yürürlüğe koyduğu Yoksullukla
Savaş programının en mütevazı kazanım lanm fiilen ortadan kaldırıp
tersine çevirmiştir (Careley 1992). Toplu konut fonları önce dondurul­
du, sonra d a bunların yerine federal iştirak ödenekleri geçirildi. B u
ödeneklerin denetimi yerel seçkinlerin elindeydi, onlar d a ödenekleri
emlak sanayii ile m ülk sahiplerinin yararına kullandı. Büyük Toplum
adlı sosyal programın şemsiyesi altında hazırlanan, yoksul mahallele­
rin batmasını engelleyen telafi edici nitelikli bir dizi tedbir de kesilmiş
ve terkedilmişti. Reagan ile b a b a B u sh yönetimleri sırasında şehirle­
re yönlendirilen kaynaklar düzenli olarak azaldı. B u kesintiler CETA
[Comprehensive Employment and Training Act; Kapsamlı İstihdam
ve Meslek Eğitimi Yasası] meslek eğitim programının, Genel Gelir iş­
tiraki programının, Kent Gelişimi ödenekleri planının sonlandınlm a-
sıyla doruğa ulaştı. Kentlerin siyasal mekanizması ile yerel gruplar,
yeniden düzenlenen ulusal seçim alanında ağırlıklarım kaybettikçe,
A B D bürokrasi alanının dört katmam (federal hükümet, eyalet, vila­
yet, belediyeler) arasında yönlendirilen ve kent yoksullarının çektiği

35 Bu tepkinin sosyal köklerinin ve ırk imgeleminin, siyasi aracılarının, getto nüfusu­


nun bileşimini denetleyen çeşitli devlet programlan ve bürokrasiler üzerindeki farklı
etkilerinin tam bir tahlili bu noktada gereklidir. Okuyucuya Lipsitz’in (1988: Seki­
zinci bölüm) çalışması tavsiye edilir. St Louis şehri örneğiyle bu tepkinin başlangıcı
çarpıcı bir şekilde anlatılıyor, aynca ulusal düzeyde “ırkın, hakların, vergilerin’ za­
rarlı ilişkisinden bahseden anlamlı bir anlatı için bkz. Edsall ve Edsall (1991).
Yüzyıl Sonlarurken Kam Gettonun Durumu ve Kaderi *101

darlığı yasal sınırlar içinde rahatlatan hüküm et içi ödenekler men­


teşelerinden parça parça söküldü. Şehirlerin siyasi bakım dan yalıtıl­
ması, kam u hizmeti sağlam a görevlerini yok etmek pahasına girişimci
rollerini pekiştirmiştir, böylece kam u kurum lanrun maliyetlerini kar­
şılayan gelir zemini dah a d a bölünm üştür (Weir 1994).
Yerel seviyede sanayi, bankacılık, ticaret çıkarlarının oluşturdu­
ğu koalisyon, şehirlerin içine girdiği mali kriz ortamından faydalanıp
getto sakinleri ile bu n lan n mahallelerine yardım eden sosyal prog­
ram ların kesilmesi için bastırdı. Yerel eyaletlerin yöneticileri de b u
koalisyona katıldı. B u yöneticiler, belediye hizmetlerinin yöntemli bir
şekilde azaltılmasının kam u harcam alarım düşürmekte, yoksullaşan
ya d a tekrar yapılandırılması istenen bölgelerden yoksul kesimi sü r­
mekte etkili bir araç olduğunu görm üştü. B u görüş, şehir planlam a­
cılarının yoksul mahallelerin “planlı daralm ası” y a d a “ihtiyaçlarına
göre sınıflandırılması” dediği politikada cisimleşmiştir (Beauregard
1993: 224-32; M arcuse ve diğ. 1982): b u siyaset, devlet okullarının,
kütüphanelerinin, hastanelerinin, kliniklerinin, polis karakollarının,
itfaiyenin, otobüs güzergâhlarının, tren istasyonlarının seçici bir şe­
kilde azaltılması y a d a kapatılmasını öngörür; amaç, yoksul haneleri
metropolün göbeğini terketmeye zorlamak, ayrıca b u çölleştirilmiş
mahalleleri (ve/veya konum u güzel b a şk a semtleri) iş dünyasının,
orta sınıfların yararına “yeniden geliştirmek” için hüküm et fonla­
rının elini serbest bırakmaktır, ki b u sınıfların varlığı şehrin mali
açıdan sağlıklı olması şartına bağlıdır.36Dolayısıyla, yetmişli yılların
ortasından itibaren Chicago’d a kam u tesislerinin kurulduğu, altyapı

îr ........... - ..V.-..
36 “Planlı daralma” ifadesi 1976 yılında Roger Starr tarafından meşhıır edildi. Kendi­
si, New York şehri toplu konutlarının eski yöneticisidir. New York Oniversitesi’nde
Henry Luce Kent Değerleri profesörü olması ironiktir. New York Times Magazine’de
yayımlanan “New York’u Küçültmek” başlıklı ses getiren makalesinde bu ifadeye
ün kazandırmıştır. Bu makalede Starr (1976) bilhassa, “yoksullaşan bölgelerden
taşınılmasım cesaretlendirmek için federal konut yardımlarının kullanılmasını”
önermiştir. “O zaman boş bloklar yıkılabilir, hizmetler kesilebilir, tren istasyonları
kapatılır, araziyi tekrar faydalı hale getirecek ekonomik değişiklikler, nüfus değişim­
leri gerçekleşene kadar toprak nadasa bırakılabilir.” Starr, yoksulların iç bölgede
yerlerinden edilip dış bölgeye “yerleştirilmeleri” aracılığıyla “nüfusun azaltılmasının
denetimini savunmanın”, yerlerinden taşınacak insanların haklarına tecavüzün sı­
nırlarına yakın yürümek anlamına geldiğini kabul etmiştir. Fakat metropolün çö­
küşünü engellemek adına bunun gerekli olduğunu düşünüyordu, ayrıca “harekete
geçmemenin getireceği sorunlar” her halükarda daha kötüydü: “Muhtaç ailelerin
eski şehirlerde toplanmasının ardından gelecek sosyal örgütsûzlük en büyük tehli­
keyi teşkil” ediyordu.
102 • Kent Paryaları

hizmetlerinin sağlandığı yerler, istimlak kararlan, vergi indirimle­


ri özel sermayeyi cezbedip desteklemeye hizmet etmiş, ayn ca mali
sektör ile iş dünyasına ve bunların üst sınıf çalışanlarına adanm ış
yeni kent merkezinin gelişimini canlandırmıştır. Şehir kaynaklannın
hane halklanndan şirketlere, sınıf hiyerarşisinin dibinden tepesine
kaydınlm ası G üney Yakası ile Batı Yakası’ndaki getto mahallelerine
yapılan kam u yatırımlarım fiilen kurutm uş, böylece b u mahalleleri
durgunluğa, köhnemeye m ahkûm etmiştir.
K urum lann Chicago hipergettosundan el çekişinin derecesini
en iyi gösteren kuruluşlardan biri devlet okullarıdır. B u okullar eği­
tim olanağı su n up çocuklara gettonun kıskaç altındaki yaşam ından
kaçm a fırsatı yaratm ak yerine, fiilen yoksulların çocuklarım depola­
yan bir ıslah evine indirgenmiştir. Şehirdeki devlet okullarında hem
etnisite hem de gelir bakım ından katı bir katm anlaşm a mevcuttur,
ırk ayrımı altmışlı yıllardan beri olduğu gibi kalmıştır; sınıf ayrımı
ise gittikçe güçlenmektedir. Doksanlı yıllara gelindiğinde, tarihî Kara
Kuşağın çocukları, öğrenci n ü fu su n u n genelde yüzde yüz azınlık
olduğu, öğrencilerin yüzde sekseninin yoksulluk sının altında ya­
şayan ailelerden geldiği okullarda derslere giriyordu. Ç ocuklar aşı-
n kalabalık külüstür tesislerde, en zayıf okullardan mezun olmuş
öğretmenlerin kalabalık sınıflannda, dış m ahallelerin ya d a şehrin
özel ok ullan n a kıyasla d ah a az rehber öğretmenin kılavuzluğunda
eğitim görm üştür, örneğin, Batı Y akası’n da Julia Lathrop ilkoku­
lu n a giden 601 öğrencinin hepsi de siyahtı, b u n lan n 592’si ailelerin
aşın fakirliğinden ötürü bedaya kahvaltı ile öğle yemeğine h ak k a­
zanmıştı. Yirmi yıl boyunca ^okulda kütüphane (kurtanlan kitaplar
yemek salonuna yığılmıştı) ile O kul Aile Birliği olmamıştı. Pencereler
ya kınktı ya d a bu n lan n çoğuna tahta çakılmıştı, duvarlar d a duvar
yazısından geçilmiyordu; basketbol sah asında çem ber yoktu, oyun
sahası cam kınklanyla doluydu, öğretm enlerin hepsi dışardan gel­
mişti, şiddet su çlann dan korktuklan için m ahallenin içine girmeye
nadiren cüret ediyorlardı. Aslında okulun konum unu, koşulunu
gören vekil öğretmenleri b u raya getirmek zordu: “Binayı, mahalleyi
gördükleri zam an, a rabalan n ı sürmeye devam ediyorlar”, diye sızla­
nıyordu okul m üdürü. “Sizi b u raya getirecek taksi bile bulam ıyorsu­
nuz” (Chicago Tribüne 1986; 151-2).
Ayrım yapılan devlet liseleri, kam u koleji sistemini besler. B u
kolejlerde de öğrencilere hem ırka hem de sınıfa dayalı aynm y a ­
Yüzyıl Sonlarurken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi » 1 0 3

pılmaktadır.37 Yüzde ellinin epey üzerinde seyreden “terk” oranlan


(oysa zengin kent dışı mahallelerde b u oran yüzde 2,5’tir) ve dört
okuldan üçünde koleje girmek için asgari akadem ik seviyeyi gerek­
tiren eğitimi verecek donanınım bulunm am ası yüzünden Chicago
G üney Yakası ile Batı Yakası ergenlerinin büy ü k kesimi için yüksek
eğitim imkân dahilinde değildir. B u durum , metropollerdeki kam u
eğitimi kon u sun d a ülkenin önde gelen uzm anlarından siyaset bi­
limcisi G a ıy Orfield’ın (1985: 176) ısrarla şu n u dile getirmesine yol
açmıştır:

Getto gençleri okul hayatlan boyunca farklı, eşit olm ayan eğitim
fırsatlarıyla karşılaşır. Eğitim de kazandıkları deneyimlerin bu ço-
cuklan aynı toplum da, aynı ekonom ide işlev görm eye hazırlayama-
yacağım , aldıklan eğitim in am acının bu olm adığını ileriaü rm ek hiç
de zor değildir.

B u okullar, hem federal hem de yerel yetkililerin seçim değeri taşı­


madığını d üşü n d üğü (yoksullar pek oy kullanmaz) bir n üfu sa hizmet
ettiği için, belki de hizmet etmediği için demek gerekir, getto okulları
d a sürekli meteliğe kurşun atan Eğitim Bakanhğı’nın dönem dönem
dayattığı bütçe kesintilerinin ön safında yer alır. 1991 yazında, Chi­
cago eğitim müfettişi, gelirlerde beklenmeyen 200 milyon dolarlık bir
noksanlıktan ötürü on altı okulun kapanm asının planlandığını d u ­
yurdu: O n altı talihsiz kurum dan on dördü siyahların mahallelerinde
bulunuyordu (Chicago Tribüne, 5 Tem m uz 1991). Kilise okullarına
gelirsek, kam u eğitiminin parçalanm asıyla oluşan boşluğu doldur­
maları artık m üm kün değildir: D ah a bir yıl önce Chicago başpisko­
posluğu ciddi mali zorluklardan ötürü on yedi okulu kapam a planını
ilan etmişti; b u okulların on biri tarihî Kara Kuşak sınırlan içindeydi.
Devlet okullannın durum u nu n kötüleşmesine sadece tıbbi ku-
rum lann şartlarındaki kötüleşme denktir. 1990 yılında Chicago Sağ­
lık K urulu Başkanı halk önünde şehrin sağlık sisteminin “sistem­
sizlik olduğunu.... eksik kaldığım, dağılmaya yüz tuttuğunu” kabul

37 Kamu kolejleri (ya da iki yıllık yüksekokullar) orta öğrenim sonrası eğitime yönelik
kuruluşlardır. Bunlara genelde işçi sınıfinm, etnik azınlıkların çocukları devam eder.
Çocukları dört yıllık üniversitedeki derslere hazırlamaları beklenir, fakat orta okul sevi­
yesinde yardımcı eğitim vermekten öteye gitmezler. İki üç yıllık eğitimden sonra, çocu­
ğu neredeyse değersiz bir belgeyle (“ön lisans derecesi”) ödüllendirirler (bu kurumlann
Amerikan akademik sahası ile sosyal alalımdaki rollerinin tarihsel, sosyolojik tahlili
için bkz. Brint ve Karabel 1989).
104 • Kent Paryalan

etmişti (Chicago Tribüne, 16 O cak 1990). Medicaid’in (m uhtaçlara


tıbbi bakım sağlayan federal program) m asrafları öderken hem cimri
hem de yavaş davranm ası yüzünden seksenli yıllarda yoksul m ahal­
lelerde bir düzine klinik ile hastane iflas etti. 1987 Eylülünde ülkenin
en eski siyah hastanesi olan Provident Hastanesi kepenklerini indir­
di; b u hastane “kurum sal gettonun” m eydana getirilmesi kapsam ın­
da yüzyıl önce kurulm uştu; böylece Güney Y akası’n da yoksulların
erişimine açık tam teşekküllü bir hastane kalm am ış oldu. Altı yıl
sonra yerel yönetim, halktan gelen yoğun taleplere rağm en hastaneyi
tekrar işletmeye açm ak için verdiği resmi sözü halen yerine getirmiş
değildi.38 Üzerine aşın yü k binen devasa Cook Bölge Hastanesi’nden
başk a (Lewis 1995), koca Chicago metropolünde sigortasız kadınla­
rın doğum öncesi ve hemen doğum sonrası tıbbi bakımını üstlenen
özel bir sağlık kurum u yoktur. Sağlık sigortası olmayan ve gebeliği
muhtemelen yüksek riskli yoksul kadınlan düzenli olarak geri çevi­
ren özel hastaneler, doğum başladığında bile b u kadınlan Cook Bölge
Hastanesi’ne sevkederek yasayı çiğnemekte tereddüt etmez (Chicago
Tribüne 1989); böylece kendilerine mali yük bindirecek “müşteriler­
den” kurtulm uş olurlar. B u uygulam a o kadar yaygındır ki tıp araş-
tırmacılan b u durum u betimleyip önlem alm ak için b u n a “doğum ön­
cesi sepetlenme” (perinatal dumping] diye korkunç bir isim takmıştır
(Handler^ve diğ. 1991).
Getto sakinleri yüksek teknolojili tedaviler için yaygara ko­
parmıyor. Çocuklann aşılanm ası, kadınlar için rahim ağzı kanseri
testi, yüksek tansiyon ile kolestrol taram ası gibi temel tıbbi bakım
im kânlanna erişmek için seslerini yükseltiyorlar, seyahat edemeye­
cek kadar hasta y a d a yoksul insanlann ayağına giden ya d a rutin
muayeneden geçmek için devlet hastanesinin acil servisinde koca
gün ü n ü bekleyerek harcayam ayacak kişileri ziyaret eden hemşire­
ler istiyorlar. Tıp sisteminin b u şekilde tıkanmasının sonucu olarak
1985 yılında Illinois eyaletinde siyahlar arasında çocuklann ölüm
oranı, her 1000 sağlıklı doğum da 21,4 ’tü, oysa beyazlar için aynı oran
binde 9,3’tü (Birleşik Devletler İstatistik Yıllığı, Tablo 116). Aynca get­
tonun birçok kesiminde b u oran binde otuzu geçmiştir; b u rakam
Kosta Rika, Mali gibi Ü çüncü D ünya ülkelerinde görülen bir orandır,

1993 yılında nihayet Cook İdari Bölgesi, Güney Yakası’nda sunulan tıp hizmetlerini
iyileştirme yönündeki çabası uyarınca binayı satın alıp belediye hastane ağının uydu
tesisi olarak tekrar hizmete açtı, böylece Provident Hastanesi, siyahların işlettiği has­
taneden devlet kurumuna dönüşmüş oldu.
Yüzyıl Sonlanırken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi *1 0 5

oysa d ü şü k kiloyla doğan bebeklerin bakımıyla ilgili tıp teknolojisi

!
hızla ilerlemiştir. Her sene, Chicago’nun tarihî Bronzeville’inde yeni
doğan bebeklerin en az bini ölür, üç bini de beyin hasarıyla, ciddi
sinir sistemi rahatsızlıklarıyla doğar. Kam u sağlık hizmetleri dah a iyi
durum da olsa b u rahatsızlıkların çoğu engellenebilecek niteliktedir.
Çocuk ölümlerinin, çocuk hastalıklarının gettoda yüksek oranlara
ulaşm asının tek açıklaması, Ortabatınm başkentinin [Chicago] ve
ulu s genelindeki öteki büyük şehirlerin ırklara göre katm anlaşm ış
merkezlerinde b u sorunların “tıbbi altyapının bozulm asının” doğru­
dan sonucu olmasıdır (Guest ve diğ. 1998: 31; ayn ca Whiteis 1992).

New York şehrinde sağlık hizmetlerindeki eşitsizlik, şiddet sonu­


cu ölümler, evsizlik gibi sorunlarda görülen artışın, A ID S ile madde
bağımlılığının yayılmasının birbirine bağlı örüntüleri üzerine hem
kent ortamında hem de tıbbi ortam da yürütülen deneysel araştırm a­
lar, getto mahallelerinde bir yan da kent çölleşmesi, sosyal çözülme,
sıhhî önlemlerin kötüleşmesi öte yan da yangın önlemleri, polis koru­
ması gibi belediye hizmetlerindeki kısıntılar ile kent nüfus yoğunlu­
ğunun gerektirdiği seviyelerin çok altında verilen temizlik hizmetleri
arasında doğrudan nedensel bir ilişki bulm uştur (Wallace ve W alla-
ce 1990). “Planlı daralm a” kapsam ında şehir hizmetlerinin kesildiği
y a d a sona erdiği her yerde hastalık oranlan ile sosyal m ahrum i­
yet seviyeleri tavan yapmıştır; aynca b u anlayış kentin çürümesine,
ölüm cül şiddetin yayılmasının kendisini pekiştiren kısır döngüsüne
ortam hazırlamaktadır; böylece koca koca m ahalleler yıkım girdabına
itilmektedir. B u konuyla ilişkili, 1990 civarında Chicago’d a mahalle
sıkıntılan, ölüm oranlan ve ırk arasındaki bağlantılara yönelik ista-
tiksel bir çalışma, “ikametgâh ayrımcılığı ile sosyoekonomik ayran­
cılık yüzünden ödenen insan bedelinin bilhassa yalın bir tablosunu
resmetmiştir”: Şehrin en yoksul siyah semtlerinde doğan çocuklann
ölme ihtimali, en varlıklı beyaz mahallelerinde doğan çocuklann ölme
ihtimalinin üç katıdır, 15-45 yaş arasındaki siyah erkeklerin ölüm
oram ise beyazlara ait olmayan varlıklı mahallelerdeki erkeklerin
ölüm oranının altı katıdır (Guest ve diğ. 1998). B u resim, yüzyılın
sonunda hipergettoda sağlık hizmetlerinin kısılması ile yaşam şansı­
nın kelimenin tam anlamıyla budanm ası arasında doğrudan bağlantı
olduğunu ispatlamaktadır.
Irklara göre katmanlaşmış kent merkezlerinde kam u kurum ­
lanılın çöküşü, b u alanlarda n üfusun derinleşen marjinalliği belir­
li kam u politikalannın ü rü nü dü r; katı ırk ayrancılığı zemininde iş
gören b u politikalar, kam usal alanı bölm üş, siyahlann siyasal be-
106 • Kent Paryaları

cerilerini zayıflatmış (Fainstein ve Fainstein 1989), aynca gettodan


kaçabilen herkesin özel sektöre girmesini tetiklemiştir, böylece Afrika
kökenli Amerikalı işçi sınıfının en m ülksüz kesimleri hipergettonun
sosyal arafinda çürümeye terkedilmiştir.
. . . . . . . . . . .
SONUÇ: IRK TAHAKKÜMÜNÜN SİYASAL YENİDEN BİÇİMLENMELERİ
Latin Amerikanın gecekondu mahalleleri üzerine yazılmış ü n lü bir
makalede Alejandro Portes, “kent varoşlarıyla ilgili kuramların ciddi
hatası, sosyolojik koşullan psikolojik özellliklerle bağdaştırmak, k u r­
ban lara onlan k urban haline getiren şartlann çarpık özelliklerini at­
fetmek olm uştur”, diye belirtir (Portes 1972: 286, vurgulanan kısım
eklenmiştir). B u tanım, seksenli yılların ortalarından itibaren Birle­
şik Devletler’de su yüzüne çıkan kara gettoyla ilgili akadem ik tar­
tışmalara, politikalara uygundur. “Sınıfaltı” söylemi, yoksul mahalle
sakinlerinin sözde davranış kusurlarına, kültürel sapkınlıklarına ya
d a sanayi sonrası dönemde iktisadi konsolidasyonun toplam etkisine
dar bir bakış açısıyla odaklanır; b u n u yaparken de ırk ayrımcılığı­
nın, sınıfsal eşitsizliğin, bu n lan n etkisini hem yansıtıp çoğaltan hem
de m ekânda yayan hüküm et eylemlerinin tarihsel yapılarına gerekli
ilgiyi göstermez, dolayısıyla getto kurum lannın içe doğru yıkılışının
ve gettonun m addi çöküşünün siyasal köklerini gözlerden saklamış,
aynca getto sakinlerinin itibanna sürülen lekenin, siyasal alandaki
tecritlerinin güçlendirilmesine katkıda bulunm uştur.
Yanm-âlim “sınıfaltı” kavramının birçok analitik tutarsızlığın­
dan, gözlemsel hatalanndan, siyaset alanındaki tehlikelerinden
bahsetmenin yeri burası değil,39 gerçi (i) b u kavramın iç heterojen­
liğinden, istikrarsızlığından -k i savunucularım ideolojik çıkarlarına
uyacak şekilde kavramın sınırlarım yeniden çizmeye muktedir kılar-
(ii) isimden maddeye, ölçümden gerçeğe patinaj sayesinde, gerçek bir
sosyal grubun istatistiksel bir yapıntıyla karıştırılmasına yol açan
özcülüğünden; (iii) “hak eden” yoksullarla “hak etmeyen” yoksullar
arasındaki yüzyıllık karşıtlığı tekrar etkinleştiren epeyce olum suz
ahlaki yan anlam larından; (iv) b u kavramı kullananların öyle gözük­
meden ırktan bahsetm esini m üm kün kılan sahte-ırksal tınısından
söz açılabilir. Bölüm ü bitirirken, b u kavramın hipergettoyu kast ile
sınıf tahakkümlerinin sosyopolitik yapısından koparm aya yönelik iç

- ^ ;* ■ ?'% ; ‘s ’ ;p V İ - - '4 ‘ ' -İ . V.

39 Bu akademik mitin akademi, siyaset, habercilik dünyalarının kesişimindeki işlevle­


ri, sosyal başarısının (bilimsel ötesi) sebepleri için bkz. Wacquant 1992a. Bu kavra­
mın siyaset yükümlülüklerinin hırçın bir anlatımı için bkz. Gans (1991).
Yüzyıl Sonlamrken Kara Gettonun Durumu ve Kaderi • 107

eğilimini aydınlatmakla yetinelim, oysa hipergetto b u tahakkümlerin


hem aleti hem de ürünüdür.
Kent yoksulluğunun kişisel ahlaksızlık ile yoksulların toplu h as­
talıklarından kaynaklandığım söyleyen uzun soluklu kavramı gözden
geçirip modernleştiren (Boyer 1978) “sınıfaltı” söylemi, üst sınıflar ile
orta sınıfların ikili tabiata bürünen kent düzeninin en altına hapsol-
m uş siyah altproleterlerinden duydukları korkuya bilimsel bir m eşru­
iyet cilası çekmiştir. Amerikan metropollerinde görülen ırk ayrımının,
artan sınıf eşitsizliğinin, devletin insanları kaderine terk etmesinin
değişen eklemlenmesinden bahseden sert, tarihsel zeminli bir analize
sekte vurm uş, belki de felç etmiştir. Eğitim, barınm a, sosyal yardım ­
lar, ulaşım, sağlık hizmetleri, İnsanî yardımlar, polis, sulh ceza h u k u ­
ku konularındaki kurum sal düzenlemelerden dikkatleri b aşk a yöne
saptırmıştır; b u düzenlemeler ise geçici işlerde çalışan proletersizleş-
tirilmiş Afrika kökenli Amerikalıların tarihî gettonun kalıntılarında
yoğunlaşm asına sebep olup b u durum u yaygınlaştırmıştır.
“Sınıfaltı” masalının egemen şablonunun davranışçı, ahlakçı yak­
laşımım baltalam aya niyetli, ilerici akademisyenler tarafından incelik
kazandırılan güçlü yapısal kuram lar bile, kara gettonun köhneleşme­
si meselesinde devletin sorum luluğunu epey cılız gösterir. Dolayısıy­
la, William Julius W ilson’a göre (1987 ve 1996: s. xix) yüzyıl biterken
yoksul mahallelerin başm a bela olan en büyük dert, “ortada iş kalm a­
ması, işsizliğin hem sosyal hem de kültürel hayatta yarattığı sonuç­
lardır.” Wilson kam u politikalarının esasen o n a n a işleve sahip oldu­
ğunu düşünür, bu n lan kör piyasa mekanizması ile m ekânsal tecritin
durağan yapısının ürettiği istenmeyen koşullara karşı devletin tepkisi
olarak değerlendirir.40M assey ve Denton (1993: 2) en fazla aynmcılığa
odaklanır, siyahların oturma alanlarının uzun süreyle tecrit edilme­
sinin, “siyah mahallelerinde yoksulluğu yoğunlaştınp kendini pekiş­
tiren, kendini besleyen çöküş girdapları oluşturduğunu” gösterirler.
Fakat Am erika’nın ırk ayrımı yapılan kent merkezlerinde maıjinalliği
sıkıştırıp yoğunlaştırmak üzere iş gören kam u eylemlerine (belki ey­
lemsizlik demek lazım) konut meselesini katmazlar. Tahlil yaparken
gettolaşma ile ayırmayı aynı kefeye koydukları için, Fordist komünal
gettodan, Keynes sonrası ve refah devleti sonrası dönemin hipergetto-

40 Wilson (1996: 49-50), “ 1980’den beri federal hükümetin temel kent programlarına
verdiği desteğin kökünden değişmesinin yeni yoksul mahallelerinde işsizlik ile sos­
yal düzen sorunlarım artırdığım” yeri gelince kabul eder, fakat 300 sayfalık çalışma­
sında bu “kökten değişime” iki sayfadan az yer ayırır.
108 • Kent Paryaları

su n a yapısal, işlevsel geçişleri ıskalarlar.41 B u n u n aksine, bu rad a ileri


süren tahlile göre asgari sosyal devletin ortadan kaybolması marjinal­
leşmenin kendi başın a bağımsız bir kaynağıdır, aynca toplumsal alan
ile fiziki mekânın alt katm anına sıkışmış n üfusa yönelik devlet poli-
tikalan, sorunlan iyileştirmesi olası bir tedavi olarak tartışılmadan
önce, sorunlara neden olan tam teşekküllü bir güç olarak ele alınır.
Gettonun içe doğru çökmesini, kam u sektörünün sistemli şekil­
de daraltılmasına, yoksul siyahların örgütlü şekilde kaderlerine terk
edilmesine tekabül eden hükümet politikalarına bağlayam ayan “sını-
faltı” m asalı yetmişli yılların ortasındaki siyasi dönüşüm den sonra
federal hükümetlerin, yerel yönetimlerin (hangi siyasi parti olursa
olsun) yaptığı gerici tercihleri maskeler, dolayısıyla d a b u tercihleri
temize çıkarmış olur. Fakat siyah işçi sınıfının marjinalleşmiş kesim­
lerini korum aktan vazgeçmeyi, onlan cezai önlemlerle bir m ekâna
kapatmayı öngören devlet politikası, gettonun yaratılmasının yüzyıl
ardından, uğursuz bir isim taşıyan “Yoksullukla Savaş” programının
ülkece terk edilmesinden otuz yıl sonra Am erikan gettosunun kalın­
tılarının neden yok olmadığına dair en iyi açıklamayı getirir. K em er
Raporu'mın (1968, 1988: s. xx) önsözünden u y an nitelikli bir ifade
alm ak gerekirse, “b u u lu su n utancının, en derin başansızlığım n ve
en büyük zorluğunun canlı örneğini” jöne aynı politika açıklayabilir.

i'..- ■ .

.** ‘ »- . • '
İ- . . ' •. - r r; . .
"H- ■■

41 Massey ve Denton (1993: yedinci bölüm), burada devlet eyleminin işlevsel ürünü
olarak teşhis edilen şeyi “kamu politikasının başarısızlığı” olarak tanımlarlar. Ameri­
can Apartheid (aynı eser dokuzuncu bölüm) kitabının kapanış bölümünde “gettoyu
sökmek” için tavsiyelerde bulunurlar. Tavsiyeleri neredeyse sadece barınmayla ilgi­
lidir, aynca geçmiş yılların gettosunun çoktan sökülmüş olduğu gerçeğini de gözden
kaçınrlar; elbette getto, farklı, daha ölümcül bir dışlayıcı kapatma aygıtına yer aç­
mak için sökülmüştür.

You might also like