You are on page 1of 11

BEŞ SANAT

“Beş Sanat” ismini ilk büyük filozof Fârâbî kullanıyor. Arapçası “Es-sınââtü’l-hams”. Beş sanat; Burhan, cedel,
hitabet, şiir ve safsatadan oluşuyor. Bu beş sanat, kıyasın uygulama yeridir. Necati Öner şöyle açıklıyor: “Beş
sanat bir şeyi bildirme, bir gerçeği gösterme daha doğrusu bilgi vasıtasıdır. Klâsik mantıkçılara göre bu yolların
hepsinde zihin kıyas’ı kullanır. Beş sanatın beşinde de kıyas kullanıldığına göre, bunlar arasındaki fark, kıyasları
meydana getiren öncüllerin tasdik türlerine göre farklı oluşlarından ileri gelmektedir.”

BURHAN

“Burhan” Arapça bir kelime. Açığa çıkarmak, delil getirmek demek. Mantıktaki burhan ise, “yakîniyâttan olan
öncüllerle kurulan bir kıyas türüdür. Bir başka ifade ile, kendilerinden zorunlu kesin bilginin hasıl olduğu
öncüllerden (yakîniyât) yapılan kıyastır.” Mantığın zirvesi burhandır. Çünkü burhan ile kesin bilgiye ulaşılır.

Kıyas; zorunlu (yakînî) öncüllerden ve zanni öncüllerden kurulan kıyaslar olmak üzere ikiye ayrılıyor.

Yakîniyat: Gerçeğe uygun olan önermeler olup asla şüphe ve tereddüt içermezler. Doğruluğu kesin olarak bilinir.
Haliyle kesin bilgi verir. Yakiniyat, “nazariye” ve “bedihiye” diye ikiye ayırılır.

Nazariye’den olan önermelerin kabul edilebilmeleri için bir delil gerekir. “Âlem sonradan olmadır” önermesi
yakîniyattandır, nazarîdir. Çünkü akıl bunu bir kanıt vasıtasıyla kabul eder. Biz bu hükme şöyle bir delille varırız:

“Âlem değişkendir:

Her değişken sonradan olmadır,

O halde âlem sonradan olmadır.”

Bedihiye’nin (apaçıklık), doğruluğunu ise akıl hiçbir kanıta başvurmadan direk kabul eder. Mesela; “Bütün,
parçalarından büyüktür”, “Bir, ikinin yansıdır” önermeleri gibi. Bedihi önermeler yani aklın hiçbir kanıta
başvurmadan, apaçık olarak kabul ettiği önermeler de çeşitlidir. Bunlar da evveliyat, fıtriyat, muşahedat,
mücerrebat, hadsiyat ve mutevatirat diye altıya ayrılır.

1. Evveliyat: Zihnin hiçbir aracıya başvurmadan hemen kabul ettiği önermelerdir.

2. Fıtriyat: “Zihinde hazır olan bir orta terim vasıtasıyla, gizli bir kıyastan sonra verilen hükümlerdir. Mesela,
“Dört çifttir” dediğimizde aslında biz hemen kafadan bir kıyas yapıyoruz: “Dört ikiye bölünür; ikiye bölünenler
çifttir, o halde dört çifttir” gibi.”

3. Müşahedat: Duyular vasıtasıyla kabul edilen hükümlerdir. Eğer bu tur hükümler beş duyu vasıtasıyla
veriliyorsa, bunlara hissiyat, iç duyular vasıtasıyla hüküm verilirse vicdaniyât deniyor. Açlığını hisseden birisinin
“acıktım” vicdaniyata örnektir.

4. Hadsiyat: “Hads (sezgi) ile verilen hükümlerdir.” Bir konuyu zihnin hemencecik kavraması olayı. Bunda da gizli
bir kıyas vardır. Zihin bunu bildiği için direkt sonuca gider.

5. Mücerrebat: Tekrar edilen deney ve gözlemler sonunda verilen hükümlerdir. Mesela, “Alkollü içki insanı
sarhoş eder.” Bu tecrübe ile bilinir.

6. Mütevatirât: Çoğunluğun tasdik ettiği bilgi olup akıl tarafından da kabul edilir. Yani saçma da değildir.
“Efendimiz (s.a.v) 571 yılında doğmuştur.” Bu bilgi mütevatırâttır. Çünkü binlerce kişi tarafından geliyor bize. Biz
Efendimizi (s.a.v.) görmedik, ya da Kur’an-ı Kerim’in indirilmesine şahit olmadık. 1400 yıl geçti, fakat bu süre
zarfında Peygamber Efendimizin etrafındaki 124 bin sahabe tarafından bu bilgi bize geliyor. Buna mütevatırât
deniliyor.

Buhranın Türleri

Burhan-ı limnî ve burhan-ı innî olmak üzere en önemli iki tür var. Bunlar haricinde birkaç tür daha bulunmakta.

Burhan-ı Limnî: Bir şeyi illetleriyle sebepleriyle ispat eden kıyastır. Başka bir ifade ile illetten ma’lule yani
sebepten sonuca gidilen burhandır. Arapça’da “lime” niçin anlamına geliyor.
Mesela, bir yerde gördüğümüz ateşin, birazdan dumanının da olacağını bilmemiz limni burhana örnektir.

Burhan-ı İnnî: Yukarıdakinin tersidir. Bir şeyi eserleriyle ispat eden kıyastır. Başka bir ifade ile malulden illette
yani sonuçtan sebebe gider. Yukarıdaki örneğin tam tersi düşüneceğiz. Yani bir yerde duman varsa orada ateş
vardır deriz.

CEDEL

Sözlüklerde; “ipi sağlamca bükmek; birini sert bir yere düşürmek; düşmanlık veya tartışmada çetin olmak, cephe
almak” gibi anlamlara gelen cedel, mantıkta ise bir tartışma sanatıdır. Karşı tarafın fikirlerini çürütmenin
derdinde olan cedel burhanın hemen altındadır. Yani burhan gibi kesin delil vermez.

Cedelin Klasik Yunan’da karşılığı diyalektiktir ve cedeli ilk defa ortaya koyan Zenon’dur.

Fârâbî, cedeli şöyle tanımlıyor: “İnsana bir şeyi derinliğine araştırma, soruşturma gücü kazandırma, onun zihnini
felsefenin temel prensiplerine ve temel hedeflerine hazırlama, kısacası insanı felsefe sanatına yönlendirme,
hazırlama ve ona hizmet etme…”

İbn Sina ise “tartışmada karşı tarafı ikna etme ve delillerle onu susturma” olduğunu ifade ediyor. Cedelin amacı
karşı tarafı susturmaktır. Bir insanın cedel yapabilmesi için cedele hazırlık yapması gerek. Kendi kendine
cedelleşmesi lazım. Aynanın karşısına geçecek, bir fikir iddia edecek ve kendisi cevap verecek, iddiayı savunmak
için sürekli yeni sorular soracak.

Genel olarak ise cedeli “burhanı idrakten aciz olanı ikna etme ve susturma sanatıdır” olarak tarif ediyorlar. Yani
muhatabın burhanı anlayacak aklî ve zekâ seviyesinde değilse o zaman cedele başvururuz. Cedel de bir gerçeği
arama biçimi, hakikâti arama yöntemi fakat burhana göre öncülleri farklı.

Cedelin Öncülleri

Cedelin iki öncülü var.

Meşhurât: Günümüz diline popüler bilgi olarak çevirebiliriz. Bir topluluğun veya çoğunluğun görüşleridir.

“Zulüm kötüdür.”, “Zıtlar birleşmez” gibi.

Meşhurât türünden önermeler halk tarafından kolayca kabul edilir.

Müsellemât: “Teslim” kökünden türemiş. Yani öyle bir önerme söylüyorsunuz ki bunu duyanlar teslim oluyor,
önermenizi kabul ediyor. Müsellamat tartışmanın iki tarafı açısından kabul edilen önermelerdir.

Örneğin, bir Yahudi gelip derse ki, “Hz. İsa, babasız doğmuş olamaz.” Onu susturmak için şöyle denilebilir: “Hz.
Âdem’in hem babasız hem de anasız olarak dünyaya geldiğini Yahudiler kabul ediyor. Sen de Yahudi’sin. O
zaman bunu neden kabul etmiyorsun?” İşte bu müsellemât türünden oluyor.

Meşhurât ve müsellemâtı şöyle ayırıyorlar: “Büyük bir kısmı halk tarafından kabul edilmiş hükümlerdir
meşhurâttır. Müsellemât ise çoğunlukla uzman kişiler ve belirli seçkin zümre tarafından kabul edilmiş
hükümlerdir.”

Cedeli bir önerme kendisine evet ya da hayır diye cevap verilebilen bir önermedir. Cedelde karlı tarafın
fikirlerini çürütmek için çeşitli taktikler uygulanır. İddianın zıddının doğruluğu ispatlanabilir yahut delile başka
bir delil ile itiraz edilebilir.

Cedel sanatı, sorularla sürdürülür. Cedelde güçlü olmak, karşı tarafa üstünlük sağlamak için tarafların kendi
iddiaları ile ilgili delil toplamaları, bu delilleri ilk etapta kendi kendileriyle tartışmaları gerekir.

Örnek,

“Âlem müessire muhtaç değildir.

Müessire muhtaç olmayan her şey kadimdir.

O halde âlem kadimdir.”


Bu cedeli iddianın cevabı şöyle olur:

“Âlem değişkendir.

Değişken olan kadim olamaz.

O halde âlem kadim değildir.”

Cedelde Uyulması Gereken Kurallar

Önermelerin ne dediği iki taraf açısından anlaşılır olmalı. Anlam kapalı olmamalı.

Önerme aşırı uzunlukta ve kısalıkta olmamalı. Denge önemli.

Tarafların birbirlerinin iddialarını tam olarak dinleyip sonra karşı görüşlerini bildirmeli.

Cedelde amaç iddianın çürütülmesidir. Kişilikler hedef alınmaz.

Konunun dışına çıkmak cedel kurallarına aykırıdır. Konu ile ilgisiz meseleler iddia olarak ileri sürülemez.

Kur’an-ı Kerim’de cedel hem övülmüş hem de yerilmiştir. Sırf düşmanlık sebebiyle hakikate aykırı yapılan cedel
yeriliyor. Kişi hakikatin ne olduğunu bildiği ve kendisinin de haksız olduğunu bildiği halde küçük düşmemek için
iddiasını savunması haramdır. Bu durum hakikate karşı ahlaksızlıktır.

HİTABET

Hitabet; güzel söz söyleme sanatıdır. Mantıkta beş sanatın içinde bulunur. Beş sanat, mantıkta kıyasın kullanım
alanıdır. Kıyas, beş sanattaki bilgilerle oluşuyor, kendine önermeler kuruyor ve kesinlik derecesine göre sonuç
veriyor. Daha önceki derslerde de ifade ettiğimiz gibi en sağlam bilgi burhanla elde edilir. Sonra sırasıyla cedel,
hitabet, şiir ve safsatadır. Burhandan aşağıya, yani safsata doğru bilginin kesinliği azalır.

Aristoteles, “Belli bir durumda elde var olan inandırma yollarını kullanma yetisi.” olarak açıklıyor. Mantık
ilminde ise hitabet, “Kesin ve güvenilir bilgiler (yakiniyyât) seviyesine çıkamamış olan makbulât ve maznunât
cinsinden önermelerle kurulan kıyasa hitabet adı verilir.”

Hitabet, insanları ikna etme sanatıdır. İnandığın bir fikri ya da bir meseleyi karşı tarafı inandırmak için yapılan bir
sanat. Gayesi ise insanları bir şeylere inandırmak yahut nefret ettirmek, insanları bir şeylere meylettirmek yahut
uzaklaştırmak.

İbn Rüşd’ün bu konu hakkındaki tanımı şöyle: “Bütün insanlar, görüşlerini tartışma ve doğrulama, kendilerini
savunma ve başkalarına karşı çıkma girişiminde bulunurlar. Karşısındakini ister yazılı, isterse sözlü olarak ikna
etmeye çalışmak hitabetin gâyesidir.” Yani ana gaye, karşıdakini ikna etmek, susturmak ve istediğin tarafa
çekmek. Günümüzde en iyi hitabeti politikacılar yapar. Bunun için özel ders bile alırlar.

Burada önemli olan konuşurken mantıkî bir düzen içinde delillerini tek tek sıralamak. Teknik olan hitabette ya
temsil (örnek) ya da entimem (örtük kıyas) kullanılır.

Makbulât, “kabul” kelimesinden geliyor. Kendisine itikad edilen, güvenilen, otorite kabul edilen kimselerden
alınan bilgileri içeren önermelere bu ad verilir. Mesela bir doktora gittik varsayalım ve ona tıp ile ilgili bir soru
sorduk. O da bize bunu açıkladı. İşte onun verdiği cevap makbulâa giriyor. Belli bir alanın uzmanından o konuyla
ilgili verilen bilgi diyebiliriz buna. Güvenilir ve önemli kişilerden işitilen nasihatler veya güvenilen bir topluluktan
alınıp kabul edilen bilgiler hep makbulât türündendir.

Maznunât, “zan” kelimesinden geliyor. “Belirti ve işaretlerden yola çıkarak aklın, zıttını mümkün görmesine
rağmen, zann-ı gâlib ile tercihen hüküm verdiği önermeler” şeklinde tanımlanıyor. Yani akıl, bir konu hakkında
“bunun zıttı da olabilir” diyor fakat yine de zann-ı gâlibi bunun olabileceğini söylüyor ve buna hükmediyor.
Örnek, geceleri şüpheli bir şekilde karanlıkta dolaşan kimseler için “bu adamlar hırsızdır” diye hükmedilebilir.
Ama bunun zıttı da mümkün: Adam âbid olabilir, derviş olabilir, gece çıkmıştır Hakk’ı arıyordur veyahut âşık
olabilir evde duramıyordur.

Hitabetin Unsurları

Hitabetin üç unsuru var:

1. Hatip (konuşan kimse) 2. Hitap (üzerinde konuşulan konu) 3. Muhatap (dinleyici).

Hitabet Çeşitleri

Konularına göre çeşitleri vardır.

Siyasî hitabet (en çok kullanılan), Askeri hitabet, Adlî ve hukukî hitabet (mahkemelerde), Dinî hitabet (camide)
ve Akademik hitabet (tez sunumlarında)

Siyasî hitabet, politikacının halkın karşısında kendisinin seçilmesi için vaatlerini ve güncel politika hakkındaki
düşüncelerinden ibaret. İnsanları ikna etmek ana amaçları. Askerî hitabet, savaş zamanlarında komutanların
konuşması. En güzel örneği, Sultan Alparslan’ın Malazgirt Savaşı öncesi hitabetidir. Adlî ve hukukî hitabet,
kişinin kendisini savunması. Dinî hitabet ise hutbe ve vaaz ile açıklanabilir.

Hitabetin Bölümleri

Hitabetin 4 bölümü var. Giriş, ifade (anlatı), ispat ve sonuç.

Daha önce de belirttiğimiz gibi giriş çok önemli bir etken. Girişten sonra kişi, derdini anlatmaya başlar. Konu
neyse onu anlatır. Daha sonra bu konunun doğruluğunun ispatını, delillerini sayar. Ve son olarak da
anlattıklarının en akılda kalan, en vurucu yerlerini özetleyerek bitirir. Bütün bu anlatım esnasında mantıki bir
sıra izlemesi son derece önemlidir.

ŞİİR

Şiir, bir şeyi kavramak, bir şeyin bilincinde olmak demek. Sözü manzum olarak ifade etmek. Mantık sözkonusu
olduğunda şiir için muhayyelât türü öncüllerden oluşan kıyas, tanımlaması yapılır. Muheyyelât ise şöyle
açıklanır: “Doğru olmadıkları halde, sırf nefse neşe vererek onu bir şeye yönlendirmek veya onda nefret
uyandırarak söz konusu şeyden alıkoymak için hayal gücüne dayalı olarak verilen hükümlerdir.” Şiir,
hayalgücüne dayanır, vezin ve kafiyelidir.

Aristoteles şiirin taklit olduğunu söyler ki Fârâbî de aynı kanıdadır. Bu sebeple şiirin gerçeklik iddiası olmadığını
söyler.

Şiirin Mahiyeti

Şiirin özelliği insanları herhangi bir şeye teşvik yahut nefret ettirme gücündedir. Bu sebeple hitaplarda çokça
kullanılır. Şiirin doğruluğu söz konusu değildir ama zaten şiirinde böyle bir amacı yoktur. Şiir anlatmaz işaret
eder çünkü.

Aristo şiirin taklit etme güdüsünden doğduğunu söyler. “Şair, nesneleri nasıl idiyseler yahut nasılsalar ya da
nesneleri mitoslara yahut insanların inançlarına göre nasılsalar yahut da nesneleri, nasıl olmaları gerekiyorsa o
şekilde taklit ve tasvir eder.” Şiir, üzücü şeylerden bahsetse bile yine de ondan hoşlanırız. Mesela şiir, Sakarya
Meydan Muharebesi’ni anlatır, şehitlerimiz anlatır. Fakat o şiirde hem üzülürüz, hem de o şiirden zevk alırız.

Şiirin gayesini mantık âlimleri şöyle ifade etmişler: “Bir şeyi nefse hoş ya da kötü göstermek sûretiyle ona etki
etmektir.”

Şiirin Yararları

İnsanların belli bir yöne kanalize etmek, dini inançların istenilen yerde tutulması, onları yanlış ve kötü
davranışlardan uzaklaştırmak, düşmanları aşağılama, sevilen kişilerin değerinin arttırılması, sevgiliye duyulan
özlemi arttırması, günahlardan uzaklaştırma gibi pek çok konuda şiir yarar sağlar.
Şiirin Değeri

Şiir literal olarak doğru bilgi vermez. Muhayyelâta dayanır çünkü. Ama “ondan beklenilen, nefsi etkilemesidir,
yoksa doğru olması değildir.” Görüldüğü gibi şiirin bilgi açısından değeri yoktur. Fakat gayesi açısından aynı şey
söylenemez. Zira şiir, doğru bilgi vermeyi değil, duyguları etkilemeyi amaçlamaktadır.

Şiir bilgi vermez. Fakat ehl-i tasavvuf şunu savunuyor: Düz metin bilgi vermez. Asıl bilgi veren şiirdir. Çünkü
yaşanılan hakikatleri hiçbir kelime kabına sığdıramazsın. Ancak şiirle biraz anlatabilirsin. Veliler neden şiir
yazıyorlar? İbn Arabî hazretleri niye 40 bin şiir yazmış? Çünkü hakikati temaşa etmiş, tecrübî bilgiye ulaşmış.
Bundan dolayı kelimeler yetmiyor ve şiiri, imgeyi kullanıyor. Tahayyülü, hayal gücünü kullanarak yüksek
mânâları ifade ediyor. Bu bağlamda ehl-i tasavvuf Fârâbî’ye diyor ki, “Şiir taklidin bilgisidir diyorsun, doğru
değildir diyorsun. Bilakis hakikati en çok ifade edebilen tek metin şiirdir.”

MUĞÂLATA

Türkçe karşılığı safsata. Gerçi muğâlata; safsata ve müşağâbe diye ikiye ayrılıyor. Muğâlata ve safsata arasında
fark olduğunu söylüyorlar lâkin genel olarak birbiri yerine kullanılıyor. İbn Rüşd de birbiri yerine kullanmış.

Muğâlata, kesinlik derecesine göre beş sanatın sonuncusu. Kesinliği için sıfır diyebiliriz. Peki, niye var o zaman?
Çünkü insanlar, burhanmış gibi kullanıyorlar bunu. Bu yüzden Fârâbî, bunu bilmezseniz insanlar size karşı
muğâlata yapar siz de bunu burhan zannedersiniz diyor. Muğâlatanın ana özelliği, doğruymuş gibi görünen
yanlış olması.

Muğâlata, “ğalat”tan türemiş. Ğalat ise “nutuk ve sözde yanılmak” demek. Muğâlata “doğruya benzeyen yanlış
öncüllerden veya meşhurâttan olan yanlış öncüllerden yahut da yanlış olan vehmi öncüllerden kurulan kıyas”
şeklinde tanımlanıyor. Muğâlata kasıtlı yapılırsa müşâğebe, bilmeden yapılıyorsa safsata ismini alıyor. Klasik
mantıkçılar, şayet muğâlatayı bilinmezse tuzağına düşülebileceği için bu konuyu işlemişler. Çünkü muğâlatanın
amacı karşındakini aldatmak, onu yenmek, çeşitli oyunlarla aldatmak için yapılır.

Muğâlatanın esaslarını sistemli olarak ilk kez Aristoteles sofistlerin iddialarını çürütmek için yazdığı Sofistik
Çürütmeler isimli eserinde ortaya koymuştur. Ebheri, muğâlatayı “doğruya benzeyen yanlış, meşhur ya da
vehme dayalı yanlış öncüllerden oluşan kıyas şeklinde” tanımlamıştır. Vehmiyât, kuruntuya dayanır. Yani
olmayan şeyi varmış gibi kabul etmeyi içerirler.

Safsatanın altı yöntemi var: Çürütme, şaşırtma, “mukâbere yani doğruluğu apaçık şeyler hakkında ileri geri
konuşarak muhatabı şüpheye sevk etme”, tartışma sırasında dil hatasına sevk etme, tartışma sırasında
kargaşaya sevk etme, susturma.

İşte bu yöntemlere kişi, karşısındaki kişiyi yenmek için saldırır. Hangi yöntem uygunsa ona kullanıp başarıya
ulaşmak ister. Önemli olan karşındaki kişiyi yenmektir ve doğrunun hiçbir önemi yoktur. Zaten bu yüzden
safsata deniyor.

Bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış çıkarsamaların tamamına safsata denir.
Günümüz Türkçesinde safsata kelimesi ‘Kusurlu akıl yürütme’ anlamını kaybetmiş, ‘yanlış inanç’ mânâsında
kullanılır olmuştur. Oysa safsata, insanın muhakeme yetisinin yanlış yönde kullanımıdır. Çoğu kez ön yargı, eksik
bilgi, batıl inanç, duygusallık, yersiz gönderme, acelecilik, özensizlik, genelleme, duygu sömürüsü, Türkçeyi kötü
kullanma gibi genellemelere dayanır.

"Yanlış" kavramıyla "yanlışlık" kavramını da birbirinden ayırmak gerekir. "Yanlış nedir?" sorusu felsefi
bir problemdir ve konumuz dışında kalmaktadır. Bu durumda yanlış, hatalı, kusurlu, eksik bilgi veya inancın ne
olduğu ve nasıl oluştuğu mantığın ilgi alanına giren bir problem değildir. Bir mantık konusu olarak "yanlışlık",
geçerli gibi görünen fakat aslında geçerli olmayan bir ispat, bir akıl yürütme, kısaca bir çıkarım biçimidir. Yani,
bir yargının yanlış olup olmadığını deney veya gözlemle tespit edilebilmesine karşılık, bir çıkarımdaki yanlışlığın
tespiti ancak mantık bilimi çerçevesinde olabilir. Konuyu sistemli olarak ilk ele alan Aristoteles, iki tür
yanlışlıktan söz etmiştir: dil ile (in dictone) yani dildeki çokanlamlılıkla ilgili olan yanlışlık ve dil dışında (extra
dictionem) kalan yeni ispatın kendisinden kaynaklanan yanlışlık.
MANTIK YANLIŞLARI

Mantık kurallarını bilmeyen kimse fikir ve hükümlerinde hatalı sonuçlara ulaşır.

Mantık yanlışları bilgi eksikliği, önyargılar, yanıltma isteği, ihtiraslar, dikkatsizlik, tecrübesizlik, özensizlik, hırs,
haset, kibir, gurur, hiddet, aşırı güven, iletişimsizlikten kaynaklanır

1. Biçim yanlışları
2. İçerik yanlışları
3. Diğer yanlış çeşitleri

Biçim yanlışları

Kıyasın biçimi, öncüllerin sonuç için tam, uygun ve yeterli olup olmamasının incelenmesidir.

 Dört terim yanlışı

 Orta terimin sonuçta tekrarlanması yanlışı

 Caiz olmayan süreç yanlışı

 Sonucu öncüllerin zayıf olanına tabi kılmama yanlışı

 Olumsuz öncüllerden sonuç çıkarma yanlışı

 Iki tikelden bir sonuç çıkarma yanlışı

 Olumlu öncülden olumsuz sonuç çıkarma yanlışı

DÖRT TERIM YANLIŞI

Her kıyasta büyük, küçük ve orta olmak üzere üç terim bulunur.

Kıyasta üçten az terim varsa kıyas olmaz, üçten fazla ise bileşik kıyas olur veya kıyas geçersizdir ya da dört terim
yanlışı yapılmıştır.

ORTA TERİMİN SONUÇTA TEKRARLANMASI YANLIŞI

 Orta terim sonuçta bulunmamalıdır. çünkü orta terimin görevi iki terimi birbirine bağlamaktır.

 Tüm filozoflar akıllıdır.

 Hiçbir akıllı cahil değildir.

 Hiçbir cahil akıllı değildir.(küçük önerme tekrar etmiş)

 Hiçbir cahil filozof değildir.(olması gereken)

CAIZ OLMAYAN SÜREÇ YANLIŞI

 Sonuçta bulunan terimlerin kaplamı, öncüllerde bulunan terimlerin kaplamını aşmamalıdır.

Her uyanık fırsatçıdır.

Her politikacı uyanıktır.

Her politikacı fırsatçıdır.


SONUCU ÖNCÜLLERİN ZAYIF OLANINA TABİ KILMAMA YANLIŞI

 Sonuç daima öncüllerin en zayıf olanına tabidir. Bu tabi oluş her bakımdan değil saece nicelik ve nitelik
bakımındandır.

Bazı sarılar çiçektir.

Her çiçek güzeldir.

Her güzel sarıdır.

OLUMSUZ ÖNCÜLDEN SONUÇ ÇIKARMA YANLIŞI

Hiçbir demokrat yasakçı değildir.

Hiçbir cuntacı demokrat değildir.

Hiçbir cuntacı yasakçı değildir.

bu örnekte küçük önermenin olumlu olma şartı ihlal edilmiş ve olumsuz öncüllerden sonuç çıkarma yanlışı
işlenmiş olur.

İKİ TİKELDEN BİR SONUÇ ÇIKARMA YANLIŞI

Iki tikelden bir sonuç çıkmaz. Öncüllerden birisi mutlaka tümel olmalıdır.

Bazı insanlar İranlıdır.

Bazı insanlar Amerikalıdır.

Bu iki tikelden ‘o halde bazı Amerikalılar İranlıdır’ sonucu çıkmaz.

OLUMLU ÖNCÜLDEN OLUMSUZ SONUÇ ÇIKARMA YANLIŞI

Öncüller olumlu ise sonuçta olumlu olmalıdır.

Bazı partililer menfaatçidir.

Tüm menfaatçiler fırsatçıdır.

Bazı fırsatçılar partili değildir.(yanlış çıkarım)

İÇERİK YANLIŞLARI

 Lafız yanlışları

1. Eşsesli lafız

2. Belirsizlik

3. Terkip

4. Taksim

EŞSESLİ LAFIZ

Bir kelimenin birden fazla anlamda kullanılmasıyla eş sesli lafız yanlışı ortaya çıkar.

BELİRSİZLİK
İki veya daha fazla anlama gelebilecek lafza veya ifadeye belirsiz lafız veya ifade, bunlarla kurulan delile de
belirsizlik yanlışı denir.

Mesela, “uygun zamanda görüşürüz” ya da “yakında geleceğim.”

TERKİP

Bazı parçaların sahip oldukları bir özelliğin bütünde de yer aldığını kabul etmek terkip yanlışını doğurur.

TAKSİM

Bir bütün için doğru olan şeyin zaruri olarak parçalar içinde doğru olduğuna hükmetmek taksim yanlışıdır.

 Mana Yanlışları

1. Ilinti (araz) yanlışı

2. Mutlak-mukayyed yanlışı

3. Tartışılan konuyu bilmeme veya bilmezlikten gelme

4. Ispat edilecek olanı delil yerine alma

5. Aksini gerekli görme

6. Neden olmayanı neden olarak alma

7. Birden çok konunun tek konu gibi gösterilmesi

8. Farklı şeyler arasında kıyas (kıyas-ı maalfarık)

İLİNTİ (ARAZ) YANLIŞI

Dün satın aldığını bu gün yersin.

Dün çiğ et aldın

Bu gün çiğ et yersin

delilinde birinci önermede kastedilen satın alınan şeyin nasıl yenileceği değildir.

MUTLAK MUKAYYED YANLIŞI

Kayıtlı ve sınırlı bir ifadeden kayıtsız ve sınırsız bir anlam çıkarmada mutlak mukayyed yanlışı yapılmaktadır.

TARTIŞILAN KONUYU BİLMEME VEYA BİLMEZLİKTEN GELME

Bilerek veya bilmeyerek asıl konuyu bir tarafa bırakıp başka bir meseleyi ispatlamaya çalışmaktır.

İSPAT EDİLECEK OLANI DELİL YERİNE ALMA

Bunun en belirgin örnekleri kısır döngüde görülür.

Yumurta tavuk ilişkisi.

AKSİNİ GEREKLİ GÖRME

Bir şey için geçerli olan durumun aynı niteliğe sahip başka şeyler içinde söz konusu olduğunu düşünmek aksini
gerekli görme yanlışıdır.

NEDEN OLMAYANI NEDEN OLARAK ALMA

 Bir olayın veya eserin nedeni olmayan şeyi neden olarak ele almaktır.
 Pek çok batıl inançta da bunun gibi yanlış sebepler bulunmaktadır.

BİRDEN ÇOK KONUNUN TEK KONU GİBİ GÖSTERİLMESİ

Pek çok yönü olan bir meseleyi tek yönden ele almaktır.

FARKLI ŞEYLER ARASINDA KIYAS

Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyasa denir.

DİĞER YANLIŞ ÇEŞİTLERİ

 Kişiyi hedef alan delil

 Kaba kuvvete başvurma

 Otoriteye başvurma yanlışı

 Ispat edilmemiş olmayı lehte delil olarak alma

 Konuyu saptırma

 Mizahın kötüye kullanılması

 Konuyu taşarak geniş kapsamlı alma

 Teferruata boğulma

 Popüler olana başvurma

 Acındırma yanlışı

 Duygusal kelimeleri kötüye kullanma

 Karmaşık cümlelerle şaşırtma

 Kendisinden emin bir tavır sergileme

 Ağdalı dil ve nüfuz sağlama

 Maksatlı iştirak

 Tekrarlanan iddia

 Klişeleşmiş düşünceler

 Gerekçeler uydurma

 Gelişigüzel genellemede bulunma

 Fazla basitleştirme

 Konuyu sadece olumlu yönleriyle alma

 Yanlış dilem

 Sakal delili

 Vasatı kötüye kullanma

 Gerçege uymayan varsayımlar

KİŞİYİ HEDEF ALAN DELİL


Kişinin iddiaları bir tarafa bırakılıp şahsiyeti ön plana çıkarılır.

Böylece muhatabın şahsiyetine saldırılarak fikirler çürütülmek istenir.

KABA KUVVETE BAŞVURMA

Fikirle mücadele edilmesi gereken bir alanda kaba kuvvete başvurulmak istenmektedir.

OTORİTEYE BAŞVURMA YANLIŞI

İnsanların alan dışı görüşlerinin esas alınmasında otoriteye başvurma yanlışı yapılmaktadır.

İSPAT EDİLMEMİŞ OLMAYI LEHTE DELİL OLARAK ALMA

Bir mesele hakkında geçerli bir delil ve ispatın olmaması o meselenin doğruluğuna esas kabul etme yanlışıdır.

KONUYU SAPTIRMA

Herhangi bir gerekçeyle konuyu hiç bir ilgisi olmayan bir konuyu gündeme getirmede bu yanlış işlenmektedir

MİZAHIN KÖTÜYE KULLANILMASI

Mizahın gücü kullanılarak bir meseleyi saptırmakta mizahın kötüye kullanılması söz konusudur.

KONUYU TAŞARAK GENİŞ KAPSAMLI ALMA

Mesela dini konularda görüş beyan eden kimseye “sende mi mürtecisin?” suçlamasında bulunulması gibi

TEFERRUATA BOĞULMA

Konuyla doğrudan alakası olmayan meseleleri gündeme getirerek bir türlü istenilen şeyleri ifade edememektir.

POPÜLER OLANA BAŞVURMA

Bir görüşü kabul ettirmek için insanlar arasında yaygın olarak kabul edilen şeyleri araç olarak kullanmak halinde
gerçekleşir.

ACINDIRMA YANLIŞI

İnsanların merhamet duygularını kullanarak bir görüşü kabul ettirmeye çalışmaktır.

DUYGUSAL KELİMELERİ KÖTÜYE KULLANMA

Geri kalmış ve tutucu bir ülke

Gelişmekte olan ve muhafazakar bir ülke.

Cümlelerde anlatılan aynı ülkedir. Bu tür duygusal kelimeler görüşleri etkilenmeye çalışmaktadır.

KARMAŞIK CÜMLELERLE ŞAŞIRTMA

Bir fikri açık ve seçik ifade etmek yerine karmaşık cümleler kullanılarak anlaşılmaz hale getirmektir.

KENDİSİNDEN EMİN BİR TAVIR SERGİLEME

Bir kimse söylemek istediği fikirleri makul deliller kullanmak yerine kendisinden emin bir tavır sergileyerek ispat
etmeye çalışmasında bu hata vardır.

AĞDALI DİL İLE NÜFUZ SAĞLAMA

Mesela bayan kuaförü demek yerine güzellik uzmanı demek buna örnektir.

MAKSATLI İŞTİRAK
Aralarında bir bilgi ve alaka olmayan şeyleri birbiriyle ilgilendirerek yapılan hataya denir.

Mesela Türkiye de ürettiği elektronik ürünlere yumatu gibi ingilizce markalar vermek.

TEKRARLANAN İDDİA

Bir fikri deliller kullanmak yerine tekrar tekrar ifade ederek kabul ettirmeye çalışmaktır.

KLİŞELEŞMİŞ DÜŞÜNCELER

Atasözleri, deyimler ve meşhur sözleri yerli ve yersiz kullanma durumunda meydana gelir.

GEREKÇELER UYDURMA

İnsanın başarısızlığını bahaneler bularak kapatmasına gerekçeler uydurma hatası denir.

GELİŞİGÜZEL GENELLEMEDE BULUNMA

Grubun az bir kısmı hakkında sahip olunan bilgi ile grubun geneli hakkında hüküm vermeye gelişigüzel
genellemede bulunma hatası denilir.

FAZLA BASİTLEŞTİRME

Basit bir delille veya önermeyle çok önemli bir meseleyi açıklamaya çalışmakta fazla basitleştirme hatası
yapılmaktadır.

mantık dediğin bir saatte öğrenilecek derstir

KONUYU SADECE OLUMLU YÖNLERİYLE ELE ALMA

Meselenin sadece olumlu yönlerini öne çıkarma halinde bu yanlış yapılmaktadır.

Mesela her satıcının malının iyi yönlerini anlatması

YANLIŞ DİLEM

Dilemde yer alan iki seçeneğin meseleyi tam olarak kapsamamasıdır.

Ya sev ya terk et.

SAKAL DELİLİ

Bu yanlış şekli “ bir az, bir fazla fark etmez” fikrinden destek almaktadır.

Bir araba acil durumda 7 kişiyi taşır.

O halde acil durumda 8 kişiyi neden taşımasın?!

VASATI KÖTÜYE KULLANMA

İfrat ve tefritten uzak itidal noktası insan için ideli durumdur.

Az ahlaklı olmak da çok ahlaklı olmak da hatadır. Normal ahlaklı olmak en iyisidir. Şeklinde vasat durumu
yanlıştır. çünkü insan ne kadar ahlaklı olursa o kadar iyidir.

GERÇEĞE UYMAYAN VARSAYIMLAR

Artık olmuş bitmiş, kesinleşmiş durumlar için ileri sürülen varsayımlar gerçeğe uymayan varsayımlardır.

ANALOJİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI

İki şeyin bazı açılardan benzer olduğunu kabul etmek onların her açıdan benzer oldukları anlamına gelmez.

You might also like