You are on page 1of 301

Dr.

Ahmet MUMCU
Ankara Ü niversitesi H ukuk Fakültesi
Hukuk Tarihi A sistanı

OSMANLI DEVLETİNDE

StYASETEN KATL

Ajans - Türk
Matbaası
Ankara, 1963
TEZ J Ü R İ S İ ~

Başkan : Prol. Dr. Coşkun ÜÇOK

Üye : Prof. Dr. Tahsin Bekiz BALTA

Üye : Prof. Dr. Fccrak EHEM

SAVUNMA TARİHİ
26 Kasım 1SS2 * saat 15

BU TEZDE İZAH VE MÜDAFAA EDİLEN FİKİRLERDEN DOLAYI FAKÜLTE

MESULİYET KABUL ETMEZ.


ÖNSÖZ

Osm anlı h u k u kunun pek çok k u ru m la n ve m eseleleri


şim diye k ad a r hem en hem en hiç incelenm ediği için araştırıcı
ekseriya büyük zorluklarla karşı karşıyadır. Hem b u sebep­
ten, hem de yeni neslin ilim hayatının başlangıcında Osmanlı
kaynaklarına inebilm esinin güçlüğü yüzünden, bugüne değin
hiç incelenm em iş b ir konuyu ihtiva eden tezim izde eksik ve h a ­
taların bulunm ası gayet tabiîdir. Bu arada bilhassa siyaset - ta ’
zir işbirliğinin lehinde ve aleyhinde ten k itlerin ileri sürülm esi
m üm kündür. İleride toplanacak zengin belgelerle bu konu
şüphesiz daha m ükem m el b ir şekilde incelenebilir. Amacımız,
Osm anlı kam u h u k u kunun bu çok önem li m eselesine ilim gö­
zü ile bakabilm ek ve ileride yapılacak daha tatm in edici ça­
lışm alara öncü olabilm ektir.

Özel ad larla Osm anlı hukukuna ait terim lerin yazılma­


sında tran sk rip siy o n u sulü kullanılm am ış ve kelim elerin as­
lına uygun şekilleri bugünkü im lâm ızla belirtilm ece çalışıl­
m ıştır. B u durum da, tezim izin konusunu teşkil eden «siyase-
ten kati» ibaresindeki «kati» kelim esinin «katil» şeklinde ya­
zılm ası gerekirdi. F akat bugünkü im lâm ızda «öldüren» anla­
m ına gelen «kaatil» kelim esinin de Çoğunlukla «katil» olarak
yazılm ası ve «siyaseten kati» ibaresinin b ir teknik terim be­
lirtm esi yüzünden, kendi alanlarında en yeni eserler olan,
M. N ihat Ö z ö n ile Fethi D e v e l i o ğ l u ' nun Osm anlıca -
Türkçe sözlüklerindeki yazış tarzın a bağlı kaldık.

Tezimizin hazırlanm ası sırasında değerli fikir ve görüş­


lerinden faydalandığım aziz hocalarım Prof. Dr. Coşkun
Ü ç o k ile Prof. Dr. Halil İ n a 1 c ı k 'a, jü ri üyeleri Prof. Dr.
Tahsin B ekir B a l t a ile P r o f Dr. F aruk E r e m ’e, tercüm e
işlerinde yardım larım esirgem em ek lûtfu n d a bulunan ve ki-
tabın baskısı esnasında içten ilgilerini gösteren Fakülte De­
kanı, hocam Prof. Dr. Hicri F i ş e k ile arkadaşlarım Asistan
Dr. Ergun Ö z b u d u n v e Asistan Tuncer K a r a m u s t a f a -
o ğ 1 u ’na, Başbakanlık ve Topkapı Sarayı Müzesi arşivlerinde
büyük him m etlerini gördüğüm sayın Ziya E ş r e f o ğ l u 'na
ve b u kurum ların aziz m ensuplarına en derin teşekkür ve
m innetlerim i sunm ak, borcum dur.
Ahmet MUMCU
15 NİSAN 1963 - CEBECİ
İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ ........................................................................................... v

İÇİNDEKİLER .................................................................................. VII - XII

KISALTMALAR .............................................................................. xm

BİBLİOGRAFYA ...................................................................... .. XIV'X XIII

GİRİŞ .......................................................................................... 1 -7

BİRİNCİ BÖLÜM
KURUMUN KÖKLERİ
(8 -2 7 )

i __ İSLÂM DEVLETİNDE SİYASETEN KATLE BASAMAK OLAN GELİŞMELER 8

II — KURUMUN YERLEŞMESİ VE GELİŞMESİ ...................................................... 14

III — İSLÂMLIKTAN ÖNCEKİ TÜRK KAMU HUKUKUNUN KONUMUZ BAKI­


MINDAN İNCELENMESİ VE KURUMUN TÜRK - İSLAM DEVLETLERİNDEKİ
GELİŞMESİ ........................................................................ J ............................... 21

İKİNCİ BÖLÜM
OSMANLI KAMU HUKUKUNDA PADİŞAHIN YETKİLE­
RİNİN GELİŞMESİ VE BU GELİŞMENİN İSLÂM CEZA
HUKUKUNDA ÖLÜM CEZASI BAKIMINDAN
İNCELENMESİ
(2 8 -5 4 )

I — GENEL OLARAK ŞERİAT VE ÖRFİ HUKUK ........................................... ........ ........ 28

li — OSMANLI DEVLETİNDE ÖRFÎ HUKUKUN GELİŞİMİ ................................... ........34


1. KURULUŞ DEVRESİNDEKİ GELİŞİM ...................................................................34
2. il. MEHMED VE OSMANLI DEVLETİNDE PADİŞAHIN MUTLAK YET­
KİSİNİN TAM OLARAK TEESSÜSÜ ...................................................................38
3. (I. MEHMED'DEN SONRAKİ GELİŞİM ..............................................................40

vıı
III — ÖLÜM CEZASI BAKIMINDAN ÖRFÎ HUKUK ■ CEZA HUKUKU İLGİLERİ ... 43
1. İSLÂM CEZA HUKUKUNDA ÖLÜM CEZASI ........................................... 43
A. Kur'anda Ölüm Cezası .......................................................................... 43
B. Kur'an Dışı Kabul Edilen Ölüm Cezalan ...................................... 44
2. TA'ZİR-SİYASET İLGİLERİNİN KONUMUZ BAKIMINDAN TAHLİLİ ... 47
3. GENEL OLARAK SİYASETEN KATLİ GEREKTİREN HALLER ............ 52

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SİYASETEN KATLİN OSMANLI DEVLETİNDEKİ
GELİŞİMİNİN İNCELENMESİ ...
(5 5 -1 6 4 )

I — OSMANLI DEVLETİNDE TEB'ANIN DURUMUNA KONUMUZ YÖNÜNDEN


BİR BAKIŞ ....................................................................................................... 55
1. TEB'ANIN DURUMUNUN KONUMUZ BAKIMINDAN ÖNEMİ ............... 55
2. ASKERÎ SINIF ................................................................................... 55
A. Mahiyeti ve Sumulünün Gelişimi .................................................... 55
B. Ulema Dışındaki Askerî Smıf ( İcrat askerî sınıf) ..................... 57
a) Mahiyeti ............................................................... .................. 57
b) Kui Sistemi, Ortaya Çıkması, Gelişmesi .................................. 57
c) Kul Sisteminin Sonucu ............................................................ 62
C. Ulema ..................................... .............................................................. 67
3. REAYA ......................................................................................................... 70
4. REAYA İLE ASKERÎ SINIF ARASINDAKİ FARK .................................. 71

II — ASKERÎ SINIFIN SİYASETEN KATİLLERİ .................................................... 72


1. ULEMA DIŞINDAKİ ASKERÎ SINIF ( İcraî askerî sınıf) ..................... 72
A. Münhasıran Padişhın Yetkisine Tâbi Siyaseten Katiller ................. 72
a) Genel Olarak ........................................................ .................. 72
b) Vezir-Î Âzam Katilleri ................................................................. 72
c) Hükümdar Katilleri ..................................................................... 74
ç) Diğer Katiller .............................................................................. 78
B. Diğer Yetkililerin Emrine Bağlı Olarak ta İnfaz Edilebilen Siya­
' seten Katiller ..................................... ............................................. 78
a) A z-Sınırlı Yetki (Vezir-i Âzam) .................................. ............. 78
aa) Genel Olarak ............................................ ........................ 78
ab) Veziri- Âzamin Siyaseten Kati Bakımından Yetkisi ........ 80
1° — Sefer-Dışı Zamanlar ........................................... 81
2° — Sefer Zamanları ........................................................ 82
b ) Tam -Sınırlı Yetkililer ............................ ......... ...................... 83

vııı
Siyaseten Kati Sebepleri ................................................................... 84
a ) Genel O la ra k ........ ............................................................................ 84
b ) Siyaseten Kat! Sebepleri .................................................................. 84
b a ) Padişahın M u tla k O to rite sin i S ın ırla m a k istememesi ... 84
b b ) Padişahın Tahtına Karşı Tehlike .......................................... 86
b c ) Padişahın Hayatına Kasd ......................................................... 88
b ç ) Padişahı T a h k ir ....................................... ..................... ............. 88
b d ) Devlete Karşı İsyana G irişilm esi .......................................... 88
be) Padişaha Yalan Söyleme ............................. .......................... 90
b f ) Padişahın Derhal Katle Z a ru re t Gördüğü H a lle r (H ik -
m et-i H ü kü m e t) ....................................................................... 90
b g ) Padişahın M akul O lm ıyan Sebeplerle K ati E m ri Verm esi 93
b h ) Padişahın T ehdit E dilerek Kati E m rin in Alınm ası ........ 94
b ı) İsyancıların Zoru ile Padişahtan Kati E m rin in Alınm ası 94
b i) M e m u rlu k Y e tk is in i Kötüye Kullanm a ................................. 94
b j) Görevde B aşarısızlık .............................................................. 97
b k ) V ezir-i Azama Karsı İşlenen Suçlar ................................ 98
b l) Benzer ( ş ib ih ) - Siyaseten K a tille r .................................. . 99
1° — Padişahı T a h rik E tm g \(F e s a d a Sevketme) ... 99
2° — Fetva İle Padişah Kati i i ........................................ 100
3 ° — Sonuç .......................^ ............................................ 100
Ç. Siyassten Katilde Usûl ........................................................... ........... 101
a) Soruşturma ..................................................................................... 101
aa) Genel olarak ........................................................................ 101
ab) Askerî Sınıfın Yargılanması ve Siyaseten Kat! ............ 102
ac) Yargılamasız Soruşturma ................................................ 103
aç) Soruşturmada Kusurlar ..................................................... 104
ad) Soruşturmasız Katiller ..................................................... 105
b) Hüküm .............................................................................................. 106
ba) Genel Olarak ............................................ .......................... 106
10 ■
— Fetva ............................................................................ 106
2° — Ferman ........................................................................ 110
bb) Yargılama Sonucu Verilen Hükümde Fetva ve Ferman ... 111
bc) Yargılamasız Soruşturma Sonucu Verilen Hükümde Fet­
va ve Ferman ....................................................................... 111
bç) Soruşturmasız Verilen Kati Emrinde Fetva ve Ferman 112
D. Askerî Sınıfda Siyaseten Kati Cezasının İnfazı .......................... 113
a) İnfaz Hazırlığı ........................ ................................... . — ...... 113
b) İnfaz ................................................................................................. 116
ba) Genel Olarak ........................................................................ 116
bb) infazla Ödevli Olanlar ..................................................... 118
bc) Yüksek Askerî Sınıf Mensuplarında Siyaseten Kati Ce-
Cezasının İnfazı ............................. ..................................... 118
bç) Askerî Sınıfın Diğer Mensuplarında Siyaseten Kati Ce­
zasının İnfazı ............................. .................. ......................
I ’ — Ordu Mensubu Oimıyan Askerî Sınıf Üyeleri ... 121
2° — Ordu Mensubu Askerî Sınıf Üyeleri ....................... 121
bd) Kati Yeri ve Kati Araçları ...................................................... 121
be) İnfazdan Sonra Yapıian İşlemler .................................. ...... 122

2 ) ULEMA SINIFI ................................................................................................. 125

A. Ulemanın Devletin Selâmetine Karşı Ağır Hareketlere Girişmesi 125

B. Sünnî İslâm Düşüncesine Aykırılık ...................................................... 128

C. İstisnaî Haller ..................................................... ............................. ...... 129

Ç. Ulemaya Siyaseten Kati Yerine Verilen Ceza .................................. ...... 130


D. Usûl ve İnfaz ................................................................................... ...... 131

İM _ REAYANIN SİYASETEN KATLI ........................................................................... 131

1) REAYANIN SİYASETEN KATL SEBEPLERİ VE KATL EMRİ VERMEĞE


YETKİLİ OLANLAR „ ................................................................................... ...... 131

A. Kati Sebepleri ............ ...................................................................... ...... 131


a) Genel olarak ................................................................................... ...... 131
b) Reaya İçin Özel Sayılabilecek Sebepler .................................. ...... 132

B. Kati Emri Vermeğe Yetkili Olanlar .............................................. ....... 137

2 ) KONUMUZ BAKIMINDAN ZİM MÎ REAYANIN DURUMU ........................... 137


3 ) REAYANIN SİYASETEN KATLİNDE USUL ve İNFAZ ......................... ...... 138
A. Usul ........................................................................................................ ...... 138

B. İnfaz ....................................................................................................... ...... 139

4 ) YETKİLERİNİ KAYITSIZ - ŞARTSIZ TAM KULLANAN PADİŞAHLAR


VE VEZİR-İ ÂZAMLAR İLE YETKİLERİ FİİLEN SINIRSIZ İDARECİ­
LER ZAMANINDA REAYANIN DURUMU ...... 141

IV — SİYASETEN KATİLDE AF .................................................. .................................. 143

1 ) GENEL OLARAK ................................................................................... ...... 143

2 ) SİYASETEN KATİLDE AF ......................................................................... ......144


A. Genel Af ........................................................ ............................................. 144
B. Özel Af ............................................................................................ ........... 145
a) Şarth Özel Af ..................................................................................... 145
b) Cezanın Hafifletilmesi ...................................................................145

V — SİYASETEN KATLİN SONUÇLARI ..................................... ..................................146

1 ) GENEL OLARAK ................................................................................... ......146


2 ) SİYASETEN KATİLDE MÜSADERE ........................................................ ......147
A. Mahiyeti ........................................................................................................147
a) Salt Ceza Olarak ........................................................................ ..... 149
b ) Ölüm Halinde Müsadere .......................................................... ..... 149

B. Askerî Sınıf Üyelerinin Siyaseten Katlinden sonra Müsadere 151

C. Reayanın Siyaseten Katlinden Sonra Müsadere .......................... ..... 152

Ç. Siyaseten Katlin Sonunda Müsadere Mekanizmasının işleyişi


( Müsadere Tekniği) ........................................................................ ...... 154
a} Müsaderenin Şumulü ................................................................... ......155
b ) Müsaderede Usui ....................................... ............................... ......156
c) Müsaderede Yolsuzluklar .......................................................... ......159
ç) Müsadere Yapılmıyan Haller ...................................................... ......159

3 ) SİYASETEN KATLE KATLEDİLENLERİN AKRABALARININ İTİRAZ


HAKLARI ................................................................................. ..............................^62

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİNDE SİYASETEN KATL SEBEPLE­


RİNİN SINIRLANDIRILMASI VE BU KURUMUN HÜ­
KÜMDARIN KEYFÎ YETKİSİNE BAĞLI OLMAKTAN
ÇIKIP KANUN İÇİNDE DÜZENLENMESİ
( 1 6 5 - 183)

»— TANZİMAT'IN HAZIRLIK DEVRİ ........................................................................ ...... 165


1 ) GENEL OLARAK ............................................................................................ 165
2 ) III. SELİM DEVRİ ............................................................................................ 167
3 ) II. MAHMUD DEVRİ ................................................................................. ...... 170
A. Birinci Safha ............................................................................................ 170
B. İkinci Safha ........................................................ ............................ ...... 170
a) Genel Olarak ................................................................................. ...... 170
b) Müsaderenin Kalkması ......................................... ..................... ...... 171 ,
c) 1838 ( 1 2 5 4 ) Tarihli Ceza Kanunu ............................................ ...... 173

II — TANZİMAT ............................................................. ............................................. ...... 174

1 ) GENEL OLARAK ............................................................................................ 174


2 ) TANZİMAT DEVRİNDE ÖLÜM CEZASININ MAKUL ÖLÇÜLERLE KA
NUNDA 'YAZIL! HALLERE İNHİSAR ETTİRİLMESİ ..................................... 177
A. Tanzimat Devrindeki İlk Ceza Kanunnâmesi ..................................... 177
B. Tanzimatta İkinci ve Üçüncü Ceza Kanunları .......................... .......180

3 ) KONUMUZ BAKIMINDAN TANZİMAT HAREKETINN SONUCU .............. 181


BEŞİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİNDE HANEDAN ÜYELERİNİN
KATİLLERİ
(183-204)

i — OSMANLI DEVLETİNDE HANEDAN ÜYELERİNİN KATLEDİLMELERİNİN


SEBEBİ ............................................................................................................... 183
1) MESELENİN KONUMUZLA İLGİSİ .................................................... 183
2 ) İSLÂMDA EGEMENLİK ANLAYIŞI VE SALTANATIN İNTİKALİ USULÜ 184
3 ).. ORTA ASYA TÜRK - MOĞOL GELENEĞİNDE EGEMENLİK ANLAYIŞI
.................. VE SALTANATIN..... İ n t İKALİ..... ................................................ ........ . 186.....
4 ) OSMANLILARDA EGEMENLİK ANLAYIŞI VE SALTANATIN İNTİKALİ
USULÜ VE HANEDAN ÜYELERİNİ KATLİNİN ORTAYA ÇIKMASI ... 189

H — FATİH KANUNNÂMESİNİN UYGULANMASI .................................................... ......195


1) GELİŞİMİ ..............................................................................................................*95

2) KANUNNÂMENİN UYGULANMASININ ŞUMULÜ .........................................201


3 ) HANEDAN ÜYELERİNİN KATLİNDE USUL VE İNFAZ ŞEKLİ ............ ......202

S O N U Ç
( 205-207)

1_ SİYASETEN KATL HAKKINDA DEĞER HÜKMÜ ........................................... 205

II — SİYASETEN KATLİN TÜRK KAMU HUKUKUNA ETKİSİ .......................... 206

TAM METNİ VERİLEN BELGELER ............................................................................... 208 - 240

İNDEKS ....................................................................................................................... 2 4 1 - 2 6 0
I. KİŞİ ADLARI İNDEKSİ ............................................................................... 241 -251
II. DİĞER ADLAR ve DEYİMLER .................................................................. 252 - 260

TAM METNİ VERİLEN BELGELERDEN TOPKAPI SARAYI MÜZESİ ARŞİVİNDE


BULUNANLARIN TIPKI BASIMLARI.
KISALTMALAR
AÜHFD ........ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
Ay ...... ........... Aynı
BACVT A ........ Başbakanlık Arşivi Cevdet Tasnifi Adliye
Belgelerinden '
BAFKT ........ Başbakanlık Arşivi Fekete Tasnifi Belgelerinden
BAHH ............. Başbakanlık Arşivi Hatt-i Hümâyûn Tasnifi
Belgelerinden
BAMMD ........ Başbakanlık Arşivi Mühimme-i Mektum Defterle­
rinden
BAMÜD ........ Başbakanlık Arşivi Mühimme Defterlerinden
BELGE ........ ...Metnin Arkasında Tamamını Verdiğimiz Belgeler.
den
Bk .....................Bakınız
Çev ..................... çeviren
İA .....................İslâm Ansiklopedisi (Türkiye Baskısı).
kşl .....................Karşılaştırınız
msl .....................Meselâ
N ...................... ...Numara .
s ...................... ...Sayfa
SBFD ................Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
TSA .....................Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Belgelerinden
TV .....................Tarih Vesikaları Dergisi ;
vd .....................Ve devamı
ZDMG ............. ...Zeitschrift der Deutschen Morgenlândischen Ge.
sellschaft
ZVR, .....................Zeitschrift für vergleichende Rechtswissenschaft
Bir yazarın birden fazla eserine atıf yapmak gerektiği zaman,
her esere bir kısaltma verilmiş ve yazarın soyadı ile birlikte zikre­
dilmiştir. Bu. kısaltmalar, Bibliografya listemizde, gösterilmiştir.
Bir yazarın yalnız tek eserinden faydalanılmış is e ,:o zaman, yalnız
soyadının zikri ile yetinilmiştir. Bir esere ilk defa atıf yapıldıktan
sonra Arap Rakamları sayfa belirtir. Roma rakamları ise her za­
man cilt numarasını göstermektedir.

xııı
BİBLÎOĞRAFYA
I) KAYNAKLAR

A. BASILMAMIŞ KAYNAKLAR .......


a) Başbakanlık A rşivi:
Cevdet Tasnifi Adliye ve Saray Belgeleri
Fekete Tasnifi Belgeleri
Hatta Hümâyûn Tasnifi Belgeleri
2. Numaralı Mühimine Defteri (1555-1556)
1. Numaralı Mühimme-i Mektum Defteri.
Bu belirtilen tasniflerdeki tamamından veya özetlerin­
den faydalandığımız belgeler metinde gösterilmiştir.

b) Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Belgeleri:


Bu arşivdeki, tamamından faydalandığımız belgeler metin­
de gösterilmiştir.
c) Sondan ikinci sayfasına Yeğen Osman Paşanın katli fer­
manı istinsah edilmiş, yazan belli olmayan bir fetva mec,
muası. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kitaplığı No.
45006.

B. BASILMIŞ KAYNAKLAR
a) Faydalanılan Kur’an Çevirileri :
DER heilige Qur.ân, (unter der Leitung von Hazrat Mirza
Bashuriddin Mahmud Ahmad), Wiesbaden 1954, 640 s.
DER Koran. Das heilige Buch des İslam, (nach der übertra.
gung von Ludwi g UUmann, neu bearfoeitet un d er-
lâutert von Leo Winler) München 1959, 504 s.
KUR’ÂN-I Kerîm ve Meali, (çev: G-ÖLPINARLI, Abdûl-
bâJkî), İstanlbul 1955, I - 381 s; II - CXXXVIII + 381­
740 s.
KURBAN-! Kerîmin Tercüme ve Tefsiri- Tanrı Buyruğu,
çev : DOCrRUL, Ömer Rıza), 2. Bası, İstanbul 1947,
I-CCVIII+400 s; I I .400- 1000 s.
KUR'ÂN-I Kerîm ve Türkçe Anlamı (Meâl), (çev : ATAY,
Hüseyin - KUTLUAY, Yaşar: Nezaret edenler: ER­
DEM, H. Hüsnü - ERSAL ,Y. Ziyaeddin; redaksiyon:
İz, Mahir _KESKİOĞLU, Osman - BİLGİN, M Ziya.
ÖĞÜTÇÜ, Mahmud), Ankara 1961, I - XXXII + 270 s;
II - 271 - 532 s; III - 533 . 817 S.
b) Anakayn&k E serler:
AŞIKPAŞAOĞLU (AŞIKPAŞAZADE) Ahmed A şik î: Te-
vârîh-i ÂLi Osman. (Düzenliyen: ÇİFTÇİOĞLU, N.
Atsız) t Osmanlı Tarihleri Serisi. İstanbul 1947, s
79-319.
BUSBECQ : Türk Mektupları 1555-1562, (Çev: YALÇIN,
Hüseyin Cahit), İstanbul 1939, 318 s.
İBN K em al: Tevârih-i ÂLİ Osman, VII Defter (Ten-
kidli Transkripsiyon, Düzenliyen.; TURAN, Şeraîet-
tin), Ankara 1957, CX + 598 s.
KÂMPFER, Enıglebert: Am Hofe des persischen Grosskö-
nigs 1684-1685, (E ingeleitet: HINZ, Walther), Leip~
zig 1940, 241 s.
KARAMANLI (KARAMANI) Nişancı Mehmed Paşa: Os­
manlI Sultanları Tarihi, (ç e v : KONYALI, İbrahim
Hakkı), Osmanlı Tarihleri Serisi, İstanbul 1947, s
323-369. '
MAVZERDİ, Aboûl'l- Haşan A li: Les Status Gouvernemen-
taux ou Reıgles de Droit Public et Administratif. (Trau.
dits et Annotes, par FAGNAN, E.)> Alger, 1915
X III+ 584 s. '
MOĞOLLARIN Gizli Tarihi (MonghoLun niuça tobça'anj
Y ü en . ch’ao pishi)r Yazılışı 1240, çev: TEMİR, Ah­
m et), Ankara 1948, LII + 299 s.
K ı s a l t m a s ı .................................................. M G T
MEHMET N eşrî: Kitab-i Cihan-nüma (Neşrî Tarihi), (Ya­
yınlayanlar : UNAT, Faik R eşit. KÖYMİEN, M AL
tay). I. Ankara 1949, XVI+ 419 s; II. Ankara 1957,
V III+420-843 s.
NIEGBUHR, Karst en : Beschreibung von Arabien, Kopenha.
gen 1772, XLVIII + 432 s.
NİZAMÜLMÜLK: Siyasetnâme, (m ütercim i: ÇAVDAR-
OĞLU, Miehemmed. Şerif), İstanbul 1954, VIII+ 272 s.
REISEN des Johannes Schiltberger aus München in Eu.ro.
pa, Asia und Afrika von 1304 his 1427, (Herausgşeıgetoen;
NEUMANN, Kari Friedrieh), München 1859, XVI +
166 s.
ŞÜKRULLAH: Behcetüttevârih (ç e v : ÇİFTÇİOĞLU,
N. Atsız), Osmanlı Tarihleri Serisi, İstanbul 1947, s
39-76.
TABERÎ : Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, (çev : UGAN,
Zâkir K .. TEMİR, Ahmet), I I /l Ankara 1955, 446 s.
TURSUN Beğ: Tarih-i Ebûl Feth : (.Neşreden : M. Arif).
Tarih.i Osmanî Encümeni mecmuası cüz 26-38 arasın-,
da tefrika edilmiştir.
c. Basılı Belgeler :
ARŞİV Kılavuzu (Kültür Bakanlığı Topkapı Sarayı Müze,
si) I. İstanbul 1938, XI +96 s + XVI Tıpkıbasım; II - İs­
tanbul 1940, 97-192 s + XV-XXVIII Tıpkıbasım.
İNALCIK, Halil - ANHEGGER, Robert : Kanunâme.i Sul_
tan.i Ber Muceb-i ö rf.i Osmanî. Ankara 1956, XXIII +
97 s + 38 Tıpkıbasım.
KARAL, Enver Ziya (Yayınlayan) : Nizam.ı Cedîd’e Dâir
Lâyihalar (1792), TV I, sayı 6, Nisan 1942 s 414.425; TV
II, sayı 8, Ağustos 1942, s 104-111; sayı 11, Şubat 1943;
s 342-351; sayı 12, Nisan 1943, s 424-432­
. KARAL, Enver Ziya : Selim III. ün Hatt-i Hümayunları,
I. Ankara 1942, XVI + 167 s; III-A nkara 1946, IV + 210 s.
K ı s a l t m a s ı ........................................ H. Hümayunlar
KAYNAR, R eşat: Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Anka­
ra 1954, X + 656 s.
Kısaltması ............................................. Tanzimat
KISSLING, Hans Joachim : Das Menaqynâme Scheich Bed-
reddin des Sohnes des Richters von Samavna, ZDMG
C. 1950, s 112-172.
KRAELITZ - GREIFENHORST, Friedrich : Kanunnâme Sul­
tan Mehmed des Eroberers, Mitteilungen zur osmanL
schen Geschichte, I. Wien 1922, s 13-48.
Öz, Tahsin (Yayınlayan) : Selim III, Mustafa IV ve Mah-
mud II. Zamanlarına Ait Birkaç Vesika C-Topkapı
Sarayı Müzesi Arşivi No. E/2650, Mustafa IV'ün İdam
Kararma ve İsyana Dair Bir Tarihçe, TV I, sayı 1, Ha.
ziran 1941, s 23-29.

II) İNCELEMELER
A. BİBLİOGRAFYA VE GENEL ESERLER
KORAY, Enver: Türkiye Tarih Yayınları Bibliografyası
(1729-1855). 2. Basım, İstanbul 1959, XVI+ 680 s.
MÜLLER, E : Orientalische Bibliographie, Berlin 1887, 69 s.
PEARSON, J. D. : Index Islamicus (1906-1955), Cambridge 1961,
XXXVI+897 s.
----------- — ----- : Index Islamicus Supplement (1956-1960),
Cambridge 1962, XXVIII+ 316 s.
PFANMÜLLER, Güstav : Handbuch der İslâm.Literatur, Ber­
lin und Leipzig 1923, V III+436 s.
. SERTOĞLU, M ith at: Muhteva Bakımından Başvekâlet Arşi­
vi, Ankara 1955, X + 90 s.
UNAT,. Faik, R e şit: J Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme
Kılavuzu, Genişletilmiş 3. Basım.. Ankara 1959, XVI +
: 175 S- - ■
B. GENEL OSMANLI TARİHLERİ
DANİŞMEND, İsmail Hami : İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolo.
5işi, I. İstanbul 1947, XIV + 533 s; II. İstanbul 1948, 566 s;
III. İstanbul 1950, 770 s; IV. İstanbul 1955, 893 s.
HAMMER, Joseph von: Gesehichte des osmanischen Reiches,
zweite verbesserte Ausgabe, I. pesth 1834, 820 + 4 s; II.
Pesth 1834, 687 + 5 s; III. Pesth 1835, 952 +8 s.
K ı s a l t m a s ı ................................ ........ ............. G O R
JORGA, Nicholas : Gesçhichte des osmanischen Reiches, I.
Gotha 1909, 476 s; II. Gotha 1909, 477 s; III Gotha 1910,
X IV +479 s; V. (çev: BAYKAL, B. Sıtkı) Ankara 1948,
XVI + 690 s.
KARAL, Enver Ziya : Osmanlı Tarihi V, Ankara 1947, XXII +
404 s.
Kısaltması ............................................................ O T
UZUNÇARŞILI, İsmil H akkı: Osmanlı Tarihi., I. .2 . Baskı An­
kara 1961, X X I+ 639 s; II. Ankara 1949, XXVI+760 s; I I I /l
.... -Ankara 1951, XXIV+ 659 s; III/2.A nkara 1954, XVIII +
' 656 s; IV/1 - Ankara 1956, XXIII + 687 s; IV/2 - Ankara 1959,
XIV + 681 s. (Bu eser, içindeki bazı belge baskıları dola*
yısı ile, o bahislerde kaynakkitap ödevi de görmüştür)-
Kısaltması ......................................... .................. O T
ZINKEISEN, Johann Wilhelm : Geschichte des Osmanischen
Reiches in Europa, I - Hamburg 1840, X X II+867 s; III-
Gotha 1855, XXIV+ 884 s. '
C. ORTA ASYA VE İSLÂM - OSMANLI HUKUKUNA AİT
İNCELEMELER
ALINGE, Curt: Moğol Kanunları (Çev: ÜÇOK, Coşkun). Ank.
ün. Hukuk. Fak Derg. IX, sayı 3-4, 1952, s 235-262; X sayı
1.4 1953, s 688-704; XI, sayı 1-2,1954 s 525.543; sayı 3*4,1954,
s 286-305; XII, sayı 1-2, 1955, s 285-297; XIII, sayı 1-2,
1956, s 194.220; sayı 3-4, 1956, s 103-120.

xvıı
;ANSA Y S a b r i Şa^lr.:. Hukuk" Tarihinde İslâm Hüküku, 3. Ba­
sı, Ankara 1958, XIV+ 323 s.
ARSAL, Sadri Maksudî: Türk Tarihi ve Hukuk. I . İslâmî,
yetten Evvelki Devir. İstanbul 1947, 5 +416 s.
BARKAN. Ömer Lütfi * Kanûn-nâme. İA VI, s 185-196
BAYSUN. M. Cavid = Müsadere. İA VIII. 669.673.
BECKER. Cari Heinrich : Islamstudien, Leipzig 1924. 534 s. ’
-------------------- : Ursprung und Wesen der islamischen Zivili.
zation. Süddeutsche Monatshefte XV. Heft 10. 3 s.
BERKİ, Ali H ikm et: Büyük Türk Hükümdarı, İstanbul Fâ~
tihi Sultan Mehmed Han ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953.
155 s.
BİLMEN. Ömer N asuhi: Hukuku İslâmivve ve Istılâhatı
Fıkhıyye Kamusu, I - İstanbul 1949. X + 506 s : I I I . İs
tanbul 1951, 631 s.
FISCHER, A. : Musadara, ZDMG LXIV, 1910, s 481-484.
FRAENKEL, Siegm und: Miscelen zum Koran, ZDMG LVI
1902, s 71.74 '
GIESE, Friedrich: Das Seniorat im osmanischen herr-
scherhause, Mitteilungen zur osmanischen Geschichte
I I /1-2, Wien 1922, s 248-256.
GOLDZIEHER, İgn az: Muhammedanisehe Studien, 2. Cilt.
Halle 1889, 1890 Baskısının Tıpkıbasımı, Hildesheim 1961,
I - X I I + 280 s; I I . X +420 s.
Kısaltması .................................................. Studien.
——— -— —— : Muhammedanisches Recht in Theorie und
Wirklichkeit, ZVR, sayı 8, 1889, s 406.432-
K ı s a l t m a s ı . . . Staatsverfassung u. Staatsvenvalltung.
— .. ..... : über eine Formel in der Judischen Res.
ponsen literatür und in den muhammedanischen Fet.
wasa ZDMG, LIII, 1893, s 645-652.
— :— :— :--------- : Vorlesungen über den İslam, Heidelberg
1910, 341 s.
K ı s a l t m a s ı ............................................. Vorlesungen
GRÂF, Erwin: Probleme der Todesstrafe im İslam, ZVR, sayı
59, 1957, s 83-122.
HAMMER - Purgstall, Baron J o s e p h von : Des osmanischen
Reiches Staatsverfassung und Staatsverwaltung. I I .
Staatsverwaltung, >Wien 1815, X+531 s.
K ı s a l t m a s ı . . .Staatsverfassung u. Staatsvervvaltung.
--------------------: Über die Rechtsmâssige Thronfolge nach
den Begriffen des moslimischen Staatsrechts besonders

xvıu
İn Bezug auf das osmanische Reich, vorgetragen in der
öffentlichen Sitzung der Akademie den 25 August 1841.
HARTMAN, Martin : Des İslam.. Geschichte, Glaube, Recht,
Leipzig 1909, X I+ 187 s.
HARTMANN, Richard : Die Religon des İslam, Berlin 1944,
IV + 168 s.
HELL, Joseph: Die Kultur der Araber, Leipzig 1909, 152 + 6 s.
HORSTER, P a u l: Zur Anwendung des islamischen Rechts
im 16. Jahrhundert, Bonner orientalische Studien, Heft
10, Stuttugart 1935, 109 s.
İNALCIK, H a lil: 15. Asır Türkiye İktisadî ve İçtimaî Tarihi
Kaynaklan, İst. Ün. İktisat Fak. Mecmuası, XV, sayı 1.4,
Ekim 1953-Temmuz 1954, s 51.73.
-------------------- : Osmanlı Hukukuna Giriş. SBFD XIII, sa­
yı 2, 1958, s 102.126.
K ı s a l t m a s ı ......................................... Os Huk. Giriş
-------------------- : OsmanlIlarda Saltanat veraseti Usulü ve
Türk Hâkimiyet Telâkkisi ile İlgisi, SBFD XIV, sayı 1,
1959 s 69.94.
9

Kısaltması ..................................... Os. Salt, Veraseti


OsmanlIlarda Raiyyet Rüsûmu, Belleten
XXIII sayı 92, Ekim 1959, s 575-610.
Kısaltması ..................................... Raiyyet Rüsumu
-------------------- : Osmanlı Padişahı; SBFD XIII, sayı 4, 1958,
S 68.79- *
Kısaltması ................................. . Os. Padişahı.
JUYNBOLL, Th !W. : Azab, İA I, s 8.
-------------------- : Handbuch des islamischen Gesetzes, Leip.
zig-Leiden 1910, XVI+ 384 s.
Kısaltması .............................................. Handbuch.
KAYNAR, R e şa t: Türkiyede Hukuk Devleti Kurma Yolun­
daki Hareketler, İstanbul 1960, X II+ 196 s.
K ı s a l t m a s ı .......................................... Hukuk Devleti.
KÖPRÜLÜ, Fuad : Âyân, İA II, s 40.41.
------------------ : Hanedan Azasımn İdamında Kan Dökme
Memnuiyeti, Türk Hukuk Tarihi Dergisi I, Ankara 1944,
s 1-9.
-------- ------------- : Ortazaman Türk Hukukî Müesseseler!, Bel­
leten II, sayı 5-6, s 39.72.
Kısaltması ........................................ . Ortazaman.
KOHLER, Joseph : Über da$ Vorislamitische Recht der Araber,
ZVR IX, 1889 s 232-261.
KREMER, Alfred v o n : Culturgeschichte Orients unter den
Chalifen, I. Wien 1875, XI +548 s; II. Wien 1877, 3 + 517 s.
Kısaltması ................................... Culturgeschichte.
------------------- : Geschichte der herrschenden îdeen des Is_
lams, 1868 Leipzig Baskısının Tıpkıbasımı, Hildesheim
1961, XXI + 472 s.
Kısaltması .................................. ................... Ideen.
KRCSMARIK, Johann : Beitrâge zur Beleuchtung des isla­
mischen Strafrechts, ZDMG LVIII, 1904, s 69-113, 316-360,
539-581.
LÂSZLO, Frenç: Kağan ve Ailesi, Türk Hukuk Tar. Derg.
I, 1944, s 37-49.
LEVY, R. : Musâdere, İA VIII, s 669.
MEZ, Adam :.... Die Renaissance des İslam, Heidslberg 1922,
IV + 492 s.
NALLINO, Carlo A. : İslâm Hukuku, Çev : (ERGİNAY. Akif),
Ank. Ün. Hukuk- Fak. Derg. XI, sayı l-2; 1954, s 543-563.
OHSSON, Mouradgea d’ : Tableau General de l’Empire Otho.
man, I.P aris 1788, XXXVIII +435 s; IV -Paris 1791,
762 s; V-Paris 1824, 354 s; VI - Paris 1824, 354 s; VII-
Paris 1824, 525 s.
OKANDAN Recai Galip : Âmme Hukukumuzda İkinci Meş_
ruiyet Devri, İstanbul 1947, 184 s.
ÖZÇELİK, Selçuk : İslâm Hukukuna Göre Hükümdarın Hu­
kukî Durumu, Tahir Taner’e Armağan, İstanbul 1956, s
143-165.
PARET, R udi: Mohammed und der Koran. Stuttgart 1957,
160 s.
SACHAU, Eduard : Muhammedanisches Recht nach scha-
fiistischer Lehre, Lehrbuch des Seminars für orianta.
lische Sprachen, Band XVII, Berlin 1897, 879 + 27 s.
SAVA Paşa : İslâm Hukuku Nazariyatı Hakkında bir Etüd
(çev: ARKAN, Baha), II-Ankara 1956, A -D + X +
376 + 4 S.
SCHACHT, Joseph : Shari’a, Handwörterbuch des İslam, Lei-
den 1941, s 673-678.
SNOUCK - HURGRONJE, C. Muhammedanisches Recht
nach schafiıstischer Lehre von Sachau. ZDMG LIII, 1889,
s 125-127.
TANER, Tahir : Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku, Tanzimat
I, İstanbul 1940, s 221-232-
TORNAlTW, Nicolaus: Das moslimische Recht, Leipzig
1855 XXV+ 255 s.
TUNAYA, Tarık Zafer : Türkiyenin Siyasî Hayatında Bati-
lılaşma Hareketleri, İstanbul 1960, V III+ 255 s.
ÜÇOK, Coşkun : Osmanlı Kanunnâmelerinde İslâm Ceza Hu­
kukuna Aykırı Hükümler, Ank. Ün. Hukuk. Fak. Derg
. III, sayı 1, 1946, s 125-142; sayı 2-3-4, s 365-383; IV, sayı
1-4, 1948, s 48-72.
K ı s a l t m a s ı , . ...... .......................... Os. Ceza. Hukuku.
-------------------- : Türk Hukuk Tarihi Dersleri, 3. Bası, Ankara
1960, V III+ 243 s.
Kısaltması ........................................... ............ T H T
UZUNÇARŞILI, İsmail H akkı: Âyân, İA II, s 41-42.
-------------------- .‘Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teş.
kilâtı, Ankara 1948, XVI + 632 s.
Kısaltması ........ .................... . Merkez Teşkilâtı
-------------------- : Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, Ankara
1945, XI I + 585 S.
K ı s a l t m a s ı ........................................ Saray Teşkilâtı.
-— ---------------- : Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu
Ocakları I, Ankara 1943, X I+ 755 s.
Kısaltması ........... .................... Kapıkulu Ocakları
(Uzunçarşılınm bu son üç eseri, içlerindeki bazı belge
baskıları dolayısı ile, o bahislerde kaynakkitap ödevi de
görmüştür).
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı V eld et: Fâtih Kanunnâmeleri, Siya­
sî İlimler Mecmuası XXII, sayı 257, s 209.213.
-------------- -—■—■: Kanunlâştırma Hareketleri ve Tanzimat,
Tanzimat I, İstanbul 140, s 139-239. ■
VERNADSKY, George : Cengiz Han Yasısı, Türk Hukuk Ta­
rihi Dergisi I, 1944 s 107-132.
VVELLHAUSEN, Julius : Arabisch. israelitisch, Zum altes­
ten Strafrecht der Kulturvölker. Fragen zur Rechtsver.
gleichung. Gestellt von Theodor Mommsen. Leipzig 1905.
WESNITSCH, Milenko W, : Die Blutrache bei deh Südslaven,
ZVR, sayı 8, 1889, s 470.
WİTTEK, P a u l: Dewşirme and Shıeria, Bulletin of the School
Of Oriental and African Studies, XVII/2, 1955, s 271-278
Ç. DİĞER GENEL TARİHLER VE İNCELEMELER
BABINGER, Franz : Mehmed der Eroberer und seine Zeit,
München 1953, XIV+ 592 s.
K ı s a l t m a s ı ........................... Mehmed der Eroberer.
---------- :--------- rSchejchı Bedr ed.dîn, der Sohn des Richters
von Simaw, Ein Beitrag zur Geschichte des Sektenwe.
sens im altosmanischen Reich. Der İslam, Band XI’den
ayn basım, Berlin-Leipzig 1921, 106 s.

xxı
BARTHOLD, Wilhelm : ZwÖlf Vorlesungen über die Geschich.
te der Türken in Mittelasiens. Die Welt des İslam’da
14-17. sayılar (1932.1935) arasında çıkmış baskının tıp­
kıbasımı, Hildesheim 1962, 278 s.
BROCKELMANN, Cari: Geschichte der islamischen Völker
und Staaten, München und Berlin 1939, 495 s.
DURANT, W ill: Das Zeitalter des Glaubens, Kulturgeschıchte
Der Menschheit IV. (Çev : SCHNEIDER, Ernst). Zweite Auf-
lage, Bern 1956, 1212 s.
HAUSSİG, Hans W ilhelm: Kulturgeschichte von Byzans,
Stuttgart 1959 XV + 624 s.
HOTTİNGER, Arnold: Die Araber, Zürich 1960, 907 s.
HUART; Clement: Geschichte der Araber (çev : BECK, S. und
FAERBER, M), I - Leipzig 1914, IV +381 s; II-Leipzig
1915, 127 s. ............
İNALCIK, H alil: Fatih Devri Üzerinde Vesikalar ve Tetkik­
ler I, Ankara 1954, X I+245 s.
K ı s a l t m a s ı ............................................ Fatih Devri
------------------- : Mehmed II, İA VII, s 506-535.
------------------- : Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara 1943,
X +161 s.
Kısaltması ................................... Bulgar Meselesi
KOÇU, Reşat Ekrem: Bâbıhümayün, İstanbul Ansiklopedisi
IV, İstanbul 1960, s 1769-1771 arasındaki bölüm.
KÖPRÜLÜi Fuad : Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müessese.
lerine Tesiri Hakkında Bâzı Mülâhazalar, Türk Hukuk ve
İktisat Tarihi Mecmuası I, İstanbul 1931, s 164-312.
K ı s a l t m a s ı ..................................................... Bizans
------------------- : Osmanlı Devletinin Kuruluşu Ankara 1959,
XXXIX+122 s. ’
K ı s a l t m a s ı .............................. Os. Devi. Kuruluşu-
MEHMED Hüseyin Heykel: Hazret.i Muhammed Mustafa
(çev : DOĞRUL, Ömer Rıza), 2. Bası, İstanbul 1948, 528 s.
MÜLLER, Adolf : Der İslam im Morgen . und Abendland, Ber­
lin 1885, 1-646 s; 11-686 s.
OSTROGORSKY, Georg: Geschichte des byzantinisehen
Staates, 2. Auflage, München 1952, XXIII+496 s.
PARMAKSIZOĞLU, İsmet: Kaptan Paşa, İA VI, s 206-210.
SACHAU, Eduard: Vom Ursprung der ıslamishen Gross-
mâchte, Sitzungsbericht die Preussische Akademie der
Wissenschaf t 1922, XXVI, Berlin 1922, 9 s.
SPULER, Berthold : İran Mıoğolları, (çev: Köprülü, Cemal),
Ankara 1957, V II+579 s.
ŞEHSUVAROGLU, Halûk Y.: Türkiye Huzur, Cumhuriyet Ga­
zetesi, 27 Ekim 1961, Sayı 13373, 2 ci sayfada.
TEKİNDAĞ, Şahabeddin : Mahmud Paşa, İA VII, S 183-188
TURAN, Şerafettin : Kanunînin Oğlu Şehzâde Bayezid Vak’
ası, Ankara 1961, V III+ 237 s.
ULUÇAY, Çağatay M. : XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Saruhan’da
Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul 1955, XVI+310 s.
VACCA, V. : Kurayza, İA VI, s 1012-1013.
VASILIEV, A. A. : Bizans İmparatorluğu Tarihi, (çev : MAN-
SEL, Arif Müfit) Ankara 1943, V III+540 s.
VLOTEN, Van : Zur Abbasiedengeschichte, ZDMG LII, 1898,
s 213-226.
YAKUBOVSKIY, A. Y : Altın Ordu ve İnhitatı, çev '• EREN,
Haşan), İstanbul 1955, X I+387 .
YİNANÇ, Mükrimin Halil: Ahmed Paşa (Gedik), İA I, s
193.199.
WEİL, Gustav : Geschichte der Chalifen, I-M annheim 1846,
12 + 702 s; II-M annheim 1848, 12 + 698 s; III-M annheim
1851, 488 + 112 s; IVJVLannheim 1860, 24 + 157 s; V-M ann-
heim 1862, 18+512 s-
WELLHAUSEN, Julius : Das arabische Reich und sein Sturz,
Berlin 1908 Baskısının Tıpkıbasımı, Berlin 1960, VII +
352 s.
Kısaltması ......................................... Das ar. Reich
-------------------- : Reste arabischen Heidentums, 2. Auflage,
Berlin 1897, V III+250 s.
K ı s a l t m a s ı .............. .......................... Rest. ar. Heıd.
Gİ R İ Ş

Egem enliğin m utlak b ir şekilde tek elde toplandığı devlet­


lerde, h ü k ü m d arın k u d retinin son sınırı, kendi tak d ir hakkı­
nı k u llanarak ölüm cezası verebilm esidir. Gerçekten, insanlaı
için en ağır ceza, «ölüm »dür. Bu yüzden hüküm dar, teb'asının
h ayatı üzerinde ta sa rru f edebildiği nisbette otoritesini kuv­
vetlendirm iş ve devlet rejim inin m utlak k arak teri şiddetlen­
m iş olur. Eskiçağın b ü tü n h ü k ü m d arları için bu yetki ayni
derecede bahis konusu olm uşsa da, O rtaçağın sonlarından
itib aren doğudaki b ü tü n devletlerde, diğerlerinden daha faz­
la genişlediği görülm üştür. B ilhassa îslâm ve Türk - İslâm
devletlerinde b u k u ru m gelişmiş ve İslâm kam u hukukunun
önem li b ir parçası hâline gelerek yaşam ıştır. T ürk - İslâ/n
devlet nazariyesi, hü k ü m darın bu yetkisine bağlı olarak ge­
lişen k u ru m a «siyaseten kati» adını verm iştir. Aşağıda daha
geniş b ir şekilde görüleceği gibi, İslâm hukuku birinci de­
recede K u ra n a dayanır. Bu yüzden, b ir teo k rat olan İslâm
hüküm darının ilk plânda K ur anı göz önüne alm ası ve bun­
dan sonra sırasıyla sünnet, kıyas ve icm a kaynaklarına göre
ülkesini yönetm esi gerektir. K ur'an, belirttiği durum lar dı­
şında ölüm cezası verilm esini yasak e ttiğ i1 halde, acaba hü­
k ü m d arlar b u tan rısal em irleri nasıl b ir şekilde yorum layarak,
m utlak yetkilerinin son sınırına ulaşm ışlardır ? Diğer kay­
n ak lard a buna d air b ir dayanak bulabilm işler m idir ? Yok­
sa İslâm h u k u k u dışında başka yollara mı gitm işlerdir ? An-

( l ) M s l , şu â yetler d ik k ate değer; «A llahın izn i o lm a d ık ça h iç k im se ölm ez..» III, 145


(GÖLPINARLI, A b d ü l b a k i : K u r ’an-ı K e r im v e Meâli. İstan b u l 1955.
s 77). « ..d ir ilte n d e A llah tır, ö ld ü ren d e..» III, 156 ( G Ö L P I N A R L I , 80).
«Ey inananla;-... b irib irin izi öld ü rm eyin ..» IV . 29 ( G Ö L P I N A R L I , 94). «İna­
n an b irisin in , b ir in an m ış k işiy i ö ld ü rm esi caiz d eğild ir..» IV , 92 ( G Ö L P I N A R -
L I , 105). «Ve öyle k işile rd ir o n lar k i... h a k lı o lm a d ık ça A llah ın haram ettği bir
cana k ıy ıp k im sey i öld ü rm ezler..» X X V , 68 ( G Ö L P I N A R L I , 423). « ...ş ü p ­
he yok ki A llah, a d aletle m u am ele ed en leri sever.» X L IX , 9 v e LX , 8 ( G Ö L P I -
N A R L I , 612, 659). .

İ
Iaşılıyor ki bu sorulara cevap verebilmek bir hayli m üşkül­
dür. Biz, incelememizin yeterliği içinde bunlara bir çözüm yo­
lu aram ağa çalışacağız.
Yaptığımız bu kısa açıklamaya dayanarak, siyaseten k at­
li, sathî bir şekilde şöylece târif etmek m üm kündür : «Siyase­
ten kati, İslâm hüküm darının m utlak otoritesine dayanarak
verdiği en ağır cezadır». Biraz önce belirttiğim iz üzere, bu
cezanın İslâm hukukuna dayandırılıp dayandırılm adığı ve da­
yandırılm ışsa bunun ne dereceye kadar olduğu incelememi­
zin başlıca am açlarından birisini teşkil etm ektedir.
Verdiğimiz târife dayanarak «siyaseten kati» ibaresini
kelime anlamı itibarı ile tahlil edebiliriz. «Siyaset», sözlük
anlamı bakım ından «ülke idaresi» ve «politika» kavram larını
belirtir. «Siyaseten katletmek», böylece, hüküm darın «ülke-
idaresi ve politika» zaruretleri ile verdiği ölüm cezasını gös­
term ektedir. Bu ibarenin belirttiği kurum İslâm kam u hu­
kukuna o derece yerleşm iştir ki, hele Osmanlı Devletinde «si­
yaset» kelimesinin sözlük anlam larına bir de «Ölüm cezası»
kavram ı eklenmiş ve «siyaset» kelimesi bir çok hallerde, ya­
nında «kati» kelimesi olmaksızın bile «hüküm darın verdiği
ölüm cezası» anlam ında kullanılm ıştır 2. Bu şekilde târif ek­
tiğimiz konum uzun ne derece önemli olduğu açıktır. İnsanın
baş hakkı «yaşamak» tır. Bu en tabiî hakka hüküm dar ta ra ­
fından ne şekilde tasarruf edildiğini bilmek, bizi o hüküm da­
rın devrinin idare mekanizması üzerinde en salim ve kesin hü­
kümlere götürür. H üküm darın bu yetkisi, bazı dış şartlar
tarafından sınırlanm ış m ıdır ? H üküm dar verdiği cezanın hu­
kuka uygun olup olmadığını ne dereceye kadar araştırm ıştır ?
Bu som lara verilecek m üspet veya menfi cevaplar, o devrin
insanının m utluluk derecesini göstereceği gibi, hüküm darın
bu husustaki icraatının, ilerideki devirler üzerine de etkisi
hakkında bizi fikir sahibi yapacaktır.

(2) Msl; « . . M u s t a f a h akk ın da siyaset icrası.» BAMÜD, N. 2, s. 15, 20 RebiuIIevveî


963 (2 Şubat 1555).".. iki reise siyaset ic rasına dair.» BAMÜD, N. 2, s 24 5 Re-
hm 'âhir %J (17 Şubat 1555). «... A r a p A h m e d h ak k ın d a siya set ic rasına dair.»
BAMÜD, N. 2, s 30, 20 R ebiulâhir 963 (4 Mart 1555). «.. h ırsızlara siyaset icrasına
dair.» BAMÜD, N. 2, s 44, 15 Cem aziyelevvel 963 (27 Mart 1555). « . . B e h r a m h ak ­
k ın d a siyaset icrası..» BAMÜD, N. 2, s 58, 9 Cem aziyelâhir 963 (20 N isan 1555).
«.. M a h m u d h a k k ın d a siyaset icrası..» BAMÜD, N. 2, s 75, Gurre - R ecep 963
(11 M ayıs 1 5 5 5 ) . H ü s r e v'in.. h a k k ın d a ... siyaset icrasına» BAMÜD, N . 2, s
161, 28 Zilkade 963 (3 E kim 1555).
A b b a s i l e r 'den itib aren b ü tü n İslâm devletlerinde
m evcut olan siyaseten kati kurum unun, b ü tü n bu devletler­
deki gelişim ini incelemek, çok uzun sü rer ve b ir tez konusu­
n u aşar. Bu yüzden konunun ilkönce zam an bakım ından sı­
nırlanm ası yapılm alıdır. Bu kurum un gelişimi, şüphesiz, her
îslâm devleti için ayrı ayrı incelenebileceği gibi, o devletin
belirli b ir zam anındaki durum u da araştırm a konusu yapıla­
bilir. Biz, en son ve en ileri T ürk - İslâm Devleti saydığımız
Osm anlı İm paratorluğunda, siyaseten katlin gelişimini in­
celeme konusu olarak seçmiş bulunuyoruz. Bu tercihin se­
bepleri şöylece özetlenebilir : Osm anlı Devletinde bu kurum ,
diğer İslâm devletlerine nazaran daha ayrı cephelerden geliş­
m iştir. Bu da, Osmanlı Devletinin hem A b b a s i , hem B 1 -
z a n s , hem S e l ç u k , hem eski T ü r k , kısm en de M o ğ o 1
k ü ltürlerine m irasçı olm asının ve Avrupanın da büyük bir bö­
lüm ünde yayılm asının doğurduğu b ir sonuçtur. Diğer yandan,
Osm anlı Devleti W&en son T ürk İm p arato rlu ğ u d u r ve çöker çöLt-
mejsL arkasından T ü r k i y e C u m h u r i y e t i kurulm uştur.
Şu halde bizim en yakın tarihim iz Osmanlı Devletinin tarih i­
dir. Bu sebeplerden ö tü rü siyaseten katlin Osmanlı Devleti
içindeki gelişimini inceliyeceğiz. Devletin kuruluşu anından
başlayacak araştırm am ız Tanzim at devri ile son bulacaktır.
Zam an itib arı ile yaptığım ız b u sınırlam adan sonra, konu­
nun m uhtevasının sınırlandırılm asına geçebiliriz. Siyaseten
katli d ar ve geniş olarak iki anlam da kullanılabilm ek m üm ­
kündür. Dar anlam ı, sadece teb'aya m ünhasırdır. B ir de ege­
m enlik anlayışı bakım ından hanedan üyelerinin hü k ü m d ar­
ca katledilm esi olayı v ard ır ki, hüküm darın yetkisine taal­
lûk etm esi itib arı ile b u cins katiller de siyaseten k ati kavra­
m ına sokulabilir. D ar anlam ı ile siyaseten kati ilk plânda
İslâm ceza hukuku ile ilgili olarak işlediği halde, hanedan
üyelerinin katilleri birinci derecede egem enlik ve saltanat ve­
raseti anlayışı ile ilgilidir. İşte biz konum uza bu çeşit katil­
leri de soktuğum uz için siyaseten katli geniş anlam ı bakım ın­
dan incelem iş oluyoruz.
H erhangi b ir hukukî kurum un tarih in belirli b ir zam anın­
daki gelişimini incelerken, sadece o devre bağlı kalm ak araş­
tırm ayı tekyöncü yapar. Bu yüzden araştırm an ın başında, o
k u rum un m üm künse en eski zam anlardaki durum unu tesbit

z
etmelidir. Sonra o andan başlayarak kurum un geçirdiği de­
ğişiklikleri gözlemek, üzerine etkileyen yabancı kurum larla
karşılaştırarak onun gerçek mahiyetini meydana çıkartm ak
gerektir. Türk hukukî kurum larm m incelenmesinde de durum
böyle olmalıdır. Bir kurum u incelerken «îslâmdan önceki
devirlerden başlayarak kronolojik bir surette, m uhtelif Türk
devletlerinde o müesseselerin ne gibi safhalardan geçtiğini'
anlamak ve her devirde ve her coğrafî sahada hariçten gel­
mesi muhtem el tesirleri de tesp it» 3 ettikten sonra istenilen
zamandaki teferruatını araştırm ak gerektir.
İşte biz araştırm am ızda bu metodu kullandık. Birinci
bölüm, bu yüzden tamamen, Osmanlı Devletine gelinceye ka­
dar kurum un İslâm ve.Türk" âleminde.geçirdiği gelişimi gös­
term ektedir. İlkönce kurum un İslâm kam u hukukuna nasıl gir­
diğini ve sonra geçirdiği gelişimi tesbit ettik. Daha sonra ba
kurum un İslâm hukuku çerçevesine girinceye kadar Türk ka­
mu hukukunda mevcut olup olmadığını araştırdık. Bu araş­
tırmayı, daha sonra yapmamızın sebebi, siyaseten katli esas
itibarı ile A b b a s i l e r devrinde doğmuş addetmemiz ve bu
yüzden kurum u İslâm hukuku yönünden daha önemli sayma-
mızdır.
İkinci bölümde siyaseten kati kurum unun İslâm devlet
ve ceza hukuku yönünden tahlilini yapmağa çalıştık. Bu ge­
nel tahlil yapılırken .Osmanlı devlet ve ceza hukukunun da
özellikleri daima göz önünde tutularak, siyaseten katlin Os­
manlı Devletindeki nazarî esasları belirtilmeğe çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde siyaseten katlin bir hukukî kurum ola­
rak Osmanlı Devletinde geçirdiği gelişim tesbit edilmiştir.
Dördüncü bölümde ise bu kurum un ne şekilde ortadan kalk­
tığı, daha doğrusu, hüküm darın keyfî yetkisine bağlı olmak­
tan çıkıp, ne şekilde kanunla düzenlendiği gösterilmeğe çalı­
şılmıştır.
Beşinci bölümde ise, hanedan üyelerinin katillerini ayrı
b ir kategori hâlinde incelemiş bulunuyoruz. Saltanat vera­
seti usulü ile egemenlik anlayışının doğurduğu bu katilleri,
ayrı ve nev’i şahsına m ünhasır bir- siyaseten katı saymaktayız.

(3) K Ö P R Ü L Ü , Fuad: Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseseierine Tesiri


H akkın da Bâzı Mülâhazalar. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi M ecm uası I, 1931, s 181.
B undan sonra, araştırm am ızdan çıkan genel sonucu da
yazarak, tezimizi bitirm iş bulunuyoruz.
B ir hukuk tarih i araştırm ası olan bu tez, pek tabiî kay­
nak çalışm asına dayanacaktır. B unun önemi üzerinde faz­
la durm ayı gereksiz buluyoruz. Tezimizde kaynakların de­
ğerlendirilm esini b ir k at daha önemli kılan ve güçleştiren h u ­
sus da, konunun ilk defa işlenm esidir. Geniş ölçüde yaptığı­
m ıza inandığım ız bibliografya çalışm asında siyaseten katli
ne hukukî ne de tarih î cepheden inceliyen en küçük bir m o­
nografiye bile rastlam adık. H attâ İslâm Ansiklopedisinde
bile, böylesine önem li konuya b ir m adde ayrılm ış değildir.
K ullanılan birinci derecede kaynaklar, tabiî ki arşiv bel­
geleridir. Arşivlerimizde siyaseten kati ile ilgili yığınla belge
vardır. Biz en büyük iki arşivimizde, Başbakanlık Arşivi ile
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde çalıştık.
B aşbakanlık Arşivindeki tasnif yetersizliği dolayısı ile bu
paha biçilmez hâzineden genç neslin faydalanm ası çok zor ol­
m aktadır 4. Mevcut tasniflerin sınırı içinde kalm ak zarure­
ti vardır. B una rağm en bu tasniflerden elverişli malzeme çı­
kartm ak ta m üm kündür. Biz C e v d e t - A d l i y e ve S a ­
r a y , F e k e t e , H a t t - ı H ü m â y û n tasniflerini taraya­
rak b ir hayli belge bulduk. Osmanlı Devletinin m uam elâtı­
nın en önemli bölüm ünün kaydedildiği m ü h i m m e defter­
lerinde s ise m ühim kişilerin k ati ferm anlarının suretlerine
rastlanm am aktadır. Msl; «Em r ile siyaset olunan Ziriki Li­
vası beyi N â s ı r B e y d e n » açılan yere yapılacak tâyin hak­
kında 2. N um aralı M ühimme Defterinde bahis varsa da 6, bu
deftere kati ferm anı sureti işlenm em iştir. Gene msl; 1578 yı­
lında katledilen Budin valisi M u s t a f a P a ş a 'nm, 1595 ya­
lında katledilen sabık Vezir-i Âzam F e r h a t P a ş a 'nm
1598 yılında katledilen Vezir-i Âzam H a d ı m H a ş a n
P a ş a 'nm , 1603 yılında katledilen Vezir-i Âzam Y e m i ş ç i
H a ş a n P a ş a nm, 1604 yılında katledilen S adaret Kayma-

(4) B aşb ak an lık arşivi için bk; S E R T O Ğ L U , Midhat: M u h teva B a k ım ın ­


dan Başbakcınltk Arşivi. Ankara 1955.
(5) M ühim m e d efterlerin e b ütün d evlet işler in e dair sa d ır olan ferm anlar k aydedi­
lir. Bk; S E R T O Ğ L U , 15. M ühim m e d efterleri h ak k ın d a gen iş b ilgi için
bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , İ s m a i l H a k k ı : O sm an lı D evletin in M e rk ez ve Bah­
riye T eşkilâtı. A n k aıa 1948, s 79 vd.
(6) BAMÜD N . 2, s 134 ve 138, 17 Şevval 963 (24 A ğustos 1555).
kam ı K a s ı m P a ş a ile 1605 yılında katledilen Sadaret
Kaymakamı S a r ı k ç ı M u s t a f a P a ş a ’nm, 1606 yılında
katledilen Vezir-i Âzam D e r v i ş P a ş a 'nın kati ferm anları, ait
oldukları yılların mühimme defterlerine geçmemiştir. Devletin
en önemli kayıt defterine bunların suretlerinin yazılmaması-
nm sebebi siyaseten kati ferm anlarının gizlice kaleme alına­
rak, gene son derece gizli bir şekilde gönderilmesidir. Mü- '
himme defterine yazıldığı zaman bu gizlilik kaybolacak ve
katledilecek zat bu haberi alarak, elbette korunm a ve sa­
vunma çareleri arıyacaktır. Fakat ferm andaki kati em ri in­
faz edildikten sonra, o katle m üteallik işlemler, artık gizlili­
ğin bir değeri kalmadığı için deftere kaydolunmakta, ancak,
arada asıl ferman ya gittiği yerde kaldığı için, veya unutkan-
kanlıktan yahut kestiremediğimiz başka bir sebepten dolayı
mühimme defterine işlenmemektedir. Bazı katiller ise zaten
fermansız icra edilmektedir. Kati ferm anlarının gizli tutu­
lan başka bir deftere kaydedilmesi düşünülebilir. Gerçekten
elimizde m ü h i m m e - i m e k t u m defterleri vardır. Gizli
işlere dair verilen ferm anlar bu defterlere kaydedilm iştir ve
bunların arasında bazı kati ferm anları da bulunm aktadır r.
Ancak bu defterler 1788- 1877 (1203-1294) tarihlerini kapsı-
yan on adetten ib a re ttir8. XVIII. Yüzyıl sonlarında bazen
mühimme defterlerine de kati ferm anları işleniyordu. Ayrıca
bu tarihler için Hatt-ı Hümâyûn tasnifinde daha zengin mal­
zeme bulm ak kabildir. N e f i v e k ı s a s defterleri ise da­
ha çok «kısas» sureti ile infaz edilen cezaları havi olduğun­
dan, bunların konumuz bakımından önemi olmadığı açıktır.
Mamafih biz incelediğimizi bildirdiğimiz tasniflerden yeteri
kadar malzeme çıkardığımız kanaatmdayız. Başbakanlık Ar­
şivinde incelediğimiz belgelerde kati fetvası bulamadığımı­
zı da belirtmeliyiz. Bunun sebebi, kati için alman fetvaların
olduğu gibi sarayda veya fetvayı verenin yanında kalmış ol­
ması ihtim alidir. Ayrıca pek çok ta fetvasız kati infaz edil­
m iştir.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi ise, konumuz bakım ından
daha zengin malzemeyi ihtiva etm ektedir. Bunun da sebebi
şudur : Buradaki belge sayısı, Başbakanlık Arşivine kıyasla

(7) Msl; BAMMD, N. 1, s 98. ■


(8) S E R T O Ğ L U , 24.
pek azdır, bu yüzden h atâlı da olsa bunlar, tam am en tasnif
e d ilm iş tir9. Diğer yandan pek çok k ati belgesi ve m üsadere
evrakı da sarayda kalm ış bulunm aktadır. Bu yüzden Topka-
pı Sarayı Müzesi Arşivinden de faydalanılm ağa çalışılm ıştır.
Arşiv belgeleri şu şekilde kullanılm ıştır : Gerekli gördü­
ğüm üz belgeler tezin ark a tarafın a aynen konulm uş ve m e­
tin içinde b u nlara atıf yapılm ıştır. Bazı belgelerin ise özet­
leri d ip n o tlard a zikredilm iştir.
İçlerinde belge suretleri taşıyan, b u bakım dan kaynak
ödevini gören kitap lar bibliografyam ızda zikredilm iştir. Bu
bakım dan bilhassa U z u n ç a r ş 1 1 1 'nm eserleri, ihtiva etti­
ği pek çok belge yüzünden işimize yaram ıştır.
İslâm h ukuku konusunda belli başlı batı yazarlarının
klâsik k itap ların d an tezim izin sınırı içinde faydalanılm ıştır.
Bu arada, fıkıh k itap ları arasında en son fıkıh bilginimiz
B i 1 m e n 'in «Hukuk-u îslâm iye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kam u­
su» adlı değerli eseri ana kaynak olarak kabul edilm iştir.
K u r’an için G ö l p ı n a r l ı ’nın çevirisi esas olarak alın­
mış, ancak daim a, zikrettiğim iz diğer çevirilerle karşılaştırıl-
m ıştır.
Osmanlı tarih in e ait genel eserlerden, b aşta H a m m e r
olm ak üzere, U z u n ç a r ş ı l ı , D a n i ş m e n d ve Z i n k -
e i s e n ’in k itaplarından faydalanılm ıştır. B ilhassa örnek-
olaylar için H a m m e r ve U z u n ç a r ş ı l ı ’m n verdiği bil­
giler geniş Ölçüde işimize yeterli gelm iştir. Bu arada, bazı
ana Osmanlı tarihlerinden de faydalanılm ıştır. B unların hep­
si bibliografyam ızda gösterilm iştir.
Osmanlı tarih i ve İslâm hukuku konusunda en son ya­
yınlar izlenmeye çalışılm ıştır. Tezimizin konusu ile ilgili olan
diğer m onografilere de yer verilm iştir.
Sadece birkaç noktasından faydalandığımız, eserler, te­
zimizin b ü tü n ü n ü etkilem ediği için, bibliografyava alınm a­
mış ve yeri geldiğinde, dipnotta .zikredilm işitr.
- Kısaca b elirttiğ im iz, bu kaynak çalışm asına dayanarak
yazdığımız « O s m a n l ı ' De v 1 e t i n d e Siy a s eten
K a t i » adlı d o ktora tezimizi sunuyoruz.
(9) B k, A rşiv K ıla v u zu I ve I I İsta n b u l 1938 ve 1940. .
BİRİNCİ BÖLÜM

KURUMUN KÖKLERİ

I — ISLÂM DEVLETİNDE SİYASETEN KATLE BASAMAK OLAN


GELİŞMELER 7...........................................

En son evrensel din olarak Arap yanm adasın’da doğan


İslâmlığın peygamberi H. Mu h a m m e d , Mekke'de, bu ye­
ni sistemin esaslarım ortaya atarken, henüz toplum u geniş
Ölçüde düzenliyecek kuralları koymak düşüncesine erişm em iş­
ti. Yalnız yeni b ir din kurm ak amacı ona yetiyordu \ Fakat
H icret'ten sonra kendisine düzenleyici âyetler de gelmeğe baş­
ladı ve İslâm dini yavaş yavaş bir devlet sistemine doğru ge­
lişti. Böylece İslâm lık siyasî bir din olma yoluna g ird i2. Ye­
ni dinin b u şekilde gelişmesinin sebepleri açıktır. H icret ola­
yından sonra H. M u h a m m e d İslâmlığın istikbalinin te­
m inatı için bütün Araplar arasında birlik kurulm asını za­
ru rî görm üştür. Tamamen kabile hayatı yaşıyan Arapia-
r 'm 3 bir düzene sokulabilmesi uzun mücadelelere yol açmış
ve H. M u h a m m e d ileri bir kültür seviyem e ulaşmış Me­

ç i) k r e m e r , Alfred v o n : Geshichte d er herrschenden Ideen des İslam s.


H ildesheim 1961. (1868 Leipzig b a sk ısın ın tıp k ı b a sım ı), s 309.
(2) H A R T M A N N , Richard: Die Religion des İslam s. B erlin 1944. s. 17;
NALLİNO, C a r i o , A: İslâm H u ku k u (Çev; E R G İ N A Y, A k i f , AÜHFD
X I, 1954. sayı 1-2. s 544).
(3) îslâm d an önceki A r a p toplum unun düzeni için bk; H U A R T , Clement:
Geschichte d er A raber I., Leipzig 1914 (Ç ev : B E C K , Sebastian-FÂR-
B E R , M o r i t z ) . s 4-44; H E L L , J o s e p h : Die K u ltu r d er Araber. Leipzig
1919. s 1 -2 5 ; WELLHAUSEN, Julius: R e ste arabischen H eid en tu m s,
2. B ası Berlin 1957. Eserin pek çok bölüm leri; DURANT, W i 11: K u ltu r-
geschichte d er M enscheit IV. (Ç ev .: S C H N E I D E R , E r n e s t ) . 2. B ası, Bern
1956, s 179 vd, X V III ci yüzyılda ya zılm ış olm asına rağm en N I E B U H R 'uıı
m eşhur seyahatnam esi arap lan n kabile düzeni hakkında çok en teresan fikirler
verebilm ektedir. Bk; N I E B U H R , Carsten: B eschreibung vo n Arabien.
Kopenhagen 1772. s 29 vd ve eserin tam am ı.
dinelilerin J büyük yardım ı ile am acına hızla y ak laşm ıştıı,
Bu söylediğimiz gelişme din ile politikanın içiçe geçmesini ge
rektirm işti. H. M u h a m m e d hem b ir peygam ber, hem de
b ir devlet başkanı olarak Arap âlem ini birleştirm eğe çalış­
m ıştır. Böylece İslâm lık gerçekte b ir siyasî din olarak geliş­
m iştir. H. M u h a m m e d ' i n devletinde din-siyaset ayrım ı
yoktu. İnsanın siyasî - sosyal b ü tü n hayatı Tanrının em>:-
leri ile d ü zen len m işti5.
Kabile hayatı yaşıyan ve o zam ana kad ar ü stü n b ir oto­
riteye itaat etm em iş olan A ra p la rı6 b ir devlet düzeni içi­
ne sokabilm enin güçlüğü açıktır. Büyük bir dinin kurucusu
ve yepyeni b ir devletin yaratıcısı olarak H. H u h a m m e d
pek çok m üşküllere göğüs germ ek zorunda idi. Kendisine k ar­
şı olan çeşitli züm releri ilk önce ikna suretiyle İslâm lık cep­
hesine geçirmeğe uğraşıyor, bunda başarı gösteremezse ta­
biî b ir yol olan kuvvet kullanm a çaresine başvuruyordu. Kuv­
vet kullanm anın da çeşitleri vardı. K alabalık düşm anlarla ek­
seriya savaşılıyor, bazen de ender olarak düşm anla anlaşm az­
lık hakem yoluyla çözülüyordu; hakem k ararların ın infazı
da o devrin usulüne uygun olarak, kuvvet kullanm a yoluyla
yerine g etiriliy o rd u 7. Dinin ve devletin düşm anı olan, ikna
(4) M e din e lilerin H . M u h a m m e d ' e y a rd ım etm elerin in se b e b i şö y lece ö zetlen e­
b ilir : «M e k k e ileri bir ticarî g elişim e, çok g elişm iş b ir m alî sistem e, iy i bir İk ti­
sad î d urum a sah ip old u ğu h ald e, so sy a l k u r u m la n b ed evi esa sla rın a ve göçebe
p ren sip lerin e göre organize id i. K lan b ağları d uruyordu. M e d in e d e ise , para ek o ­
n om isi ve toprağa yerleşm e yü zü nd en klan b a ğ la n zayıflam ağa b aşlam ıştı»
W A T T , W. M o n t g o m e r y ; M u h a m m e d a t Mecca, Oxfort 1958 v e M u h am ­
m e d a t M edina. O xfort 1956. H O T T İ N G E R , A r n o l d : D ie A raber. Zürich
1960. s 28 -2 9 dan n ak len . A yrıca, M edine' deki m u s e v i lerin ve şeh rin h r i s -
t i y a n âlem i ile daha yak ınd an tem as etm esin in etk ileri ile halk tek tanrı fik ­
rin e daha iyi h a zırla n m ıştı vc A rab istam n b u o lgu n lu k tak i en İleri toplu lu ğu id i,
B k. H A R T M A N N , R-, 16.
(5) H A R T M A N N , R „ 100.
(6) v. K R E M E R , îd e e n , 309.
(7) Bu k onu da örn ek g ö sterilecek en ö n em li o lay B e n i K u ra y za a d lı M u s e v î k a b i­
le si ile çık a n an laşm azlığın çözüm ü dü r. B u k abile P eygam berle y a p tığ ı yazılı an­
laşm aya rağm en d üşm anca h arek etlere devam ettiğ in d en , ü zerin de a çılan savaş­
ta m en su p la n k a y ıtsız-şa rtsız te slim o lm u şla rd ır. K ab ilenin ak ıb etin in tâyini için
K u r a y z a ’n m ak rab ası ve d o stu Av s k a b ilesi, S a 'd b in M u a z ’ın m e ­
m ur ed ilm esin i isted i. Bu h akem b ülûğa erm iş b ü tü n erk ek lerin ö ld ü rü lm eleri­
n e, k ad ın lar ile çocu k ların da esir sa y ılm a la rın a karar verdi ve o ld u k ça sert olan
b u h ük üm yerin e getirild i. Bu konu için b k : MEHMET H ÜSEYİN
HEYKEL Paşa: H a z f eti M u h a m m e d Mustafa. (Çev : D O Ğ R U L , Ömer
R ı z a . ) 2. ci b a sı. İstanb u l 1948, s 222, 225 ve 298 v d ., V A C C A , V. K u ray za
İA V I, 1012-1013; H U A R T I, 145. H akem tâyin ed ilen İbni Muaz son ra­
ları kararından b ir hayli n ed am et d u ym u şsa da P eygam ber tarafınd an teselli e d il­
m iştir. GÖLPINARLI, A çık lam a s LXV. Bu tip k ati olayları in celem e k o ­
n um uza girm em ekted ir.
ve ihtar ile kötülükleri önlenemiyen m ünferit kişiler ise, eğer
çok zararlı iseler, katledilmek suretiyle ortadan kaldırılmış­
lardır : M sl: Bedir gazasından sonra bir M u s e v î saz şai­
ri olan K a b ' b i n E ş r e f , Peygamber aleyhine Kureyşi ve
Mekkelûeri tahrik etmeğe, m ü s 1 ü m a n kadınları kötüle­
meğe başladı. Siyasî durum son derece gergindi ve M ü s l ü ­
m a n larm durum u gayet kritikti. En küçük bir anarşi un­
suruna taham m ülü olmıyan bu ortam içinde K a ' b b i n E ş -
r e f in tahrikleri çok zararlıydı. Bu yüzden «Tanrı elçisi onu
ortadan kaldırmağa karar verdi». Bu işe m em ur ettikleri on­
dan «gerekirse hile kullanıp yalan söylemek» iznini de aldı­
lar 8. K a ’b b i n E ş r e f ' i n öldürülmesi m u s e v i l e r i n
kalbine korku sa ld ı9 ve bu olay ile Peygamber, bir hayli ileri
gitmeğe başlamış olan bu zümreyi sindirmeği ve tehdidi ba­
şardı (624/3) 10. Örnekler çoğaltılabilir. Msl : K a ’b b i n E ş -
r e f 'in katlinden sonra Hazrec kabilesi mensupları Peygam­
bere düşman olan î b n i E b û e l - H u k a y k ' ı öldürmek için
izin istediler. H. M u h a m m e d bu izni v e rd i11. Gene, e l -
Ü z e y r b i n R a s i m adlı bir M u s e v i n i n Peygambere
karşı savaş hazırlıyacağı ihbarı yapılınca o da bir fedaî guru-
bunca ö ldürüldü12. Bu şekilde bertaraf edilen daha başka­
ları da vardır. Bilhassa M u s e v i l e r e karşı uygulanan bu
usul, semeresini vermiş ve Peygamberin işlerini geniş ölçü­
de aksatan bu unsurun sinmesi ve islâmların otoritesinin art­
ması sonucunu doğurm uştur 13.
Peygamberin yeni bir din ve devlet kurarken büyük za­
ruretler sonunda başvurmak zorunda kaldığı bu usul, tam
siyaseten katlin İslâm Devletine girmesi sayılamaz. Büyük
bir devlet kurucusu olan H. M u h a m m e d , varlığını koru­
yabilmek ve ülküsünü gerçekleştirmek için bu yola gitmeğe
mecburdu. Batılı bazı yazarlar onu «kati işlerinin zeki bir

(8) T A B E R İ : Milletler ve H üküm darlar Tarihi. I I / l. (Çev. U G A N , Zâkir K.


ve T E M İ R , Ahmet). Ankara 1955. s 368, 370.
(9) M E H M E T HÜSEYİN HEYKEL, 279. =
(10) Bu konu hakkında özlü ve iyi bilgi için b k : P A R E T , Rudi: M ohammed
und Koran. Stutgart 1957. s 140 v. d. Toplu bilgi için ayrıca bk; HU AR T I ,
132, 133. '
(11) T A B E R İ I I / l, 380-381; H U A R T I, 140.
(12) H U A R T I, 149; PARET, 141
(13) Bk : MÜLLER, August: Der İslam im Morgen-und Abendland I. Ber­
lin 1885. s 120-121.
mucidi» 14 saym akla haksızlık etm işlerdir. Zira bu kati tarzı
çok eskiden beri m evcut idi ve o devre göre de olağan sayılı­
yordu. Zam anın şartları Peygambere hak verdirir 15, çünkü
o bu işleri yaparken b ir ölüm-kalım m ücadelesi içindeydi,
İslâm m istikbali onun tutum una bağlıydı. Bu yüzden, Msl,
e l - H u k a y k ile K a ' b b i n E ş r e f 'i öldürenler İslâm
âlem inde m innetle anılm ışlardır 16.
İşte, Peygamber bu usulü pek zarurî hallerde ve ender
olarak kullandığı için, siyaseten kati kurum unun bu devrede
tam anlam ı ile gelişmesinden ve yerleşm esinden bahsetm ek
m üm kün değildir. Ayrıca, İslâm devleti henüz b e d e v î esas­
larından sıyrılm am ıştır, bu yüzden daha tam devletleşeme-
m iştir de. Tam devlet düzenine kavuşamıyan bir toplum da
b u kabil olayların konum uzun tam anlamıyla içine girmediği,
ancak ileriki uygulamaya bir basam ak olduğu söylenebilir.

Peygamberi takip eden dört halife zam anında devletin or­


ganizasyonu gelişmeye başladı. İlk iki halife E b u B e k i r
ve Ö m e r , Peygamberin büyük bir hayranı ve takipçisi ola­
rak din-sıyaset arasındaki ahengi devam e ttird ile r1T. Yeni
devletin teşkilâtı İslâm prensiplerine uygun olarak son de­
rece sosyal b ir şekilde gelişti. H icretin ilk yüzyılında İslâm
devleti saf askerî b ir teşkilâttı; tıpkı eski İsparta gibi, ama
b ir farkla; tsparta’&aki aristokrasi, İslâm ’da yoktu. İslâm
topluluğu savaşçılardan ib a r e ttiıs. E b u B e k i r ’in (632-634/
11-13) ilk devirlerinde başlıyan «ridde» olayı genç devleti bir
hayli sarstı ise de 19 halife ustalıklı siyaseti ile bu tehlikeyi
atlattı. Suriye nin büyük bir bölüm ü fethedildi (tam am lan­
ması 635/14), î r a n m fethine başlanıldı (633-651/12-13). Bi­
raz ileride göreceğimiz gibi, İslâm devletinin gelişiminde bu
fetihlerin büyük rolü olm uştur. Ö m e r (634-644/13-24) za­
m anında Mısır da alındı (639-641/18-21). Fetihler devam eder­
ken, devlette geniş ölçüde de düzenlemelere girişildi. Ö m e r '
in öldürülm esinden sonra (644/23) - O s m a n 'm devrinde

(14) P A R E T , 141.
(15) Ay. yer. ■ , -
(16) Haşan bin S a b i t ’i n sözleri. Bk : TÂBERÎ I I / l . 383.
(17) H O T T İ N G E R , 48.
(18) v. K R E M E R , İdeen , 328.
(19) «Ridde» olayı için b k : ÜÇOK Bahriye; R id d e , Ank. Ün. İlah iyat Fak.
D ergisi. V II, 1958-1959. s 97-113. "
devletin şekli mutlak monarşi sistemine doğru gelişmeğe baş­
la d ı20. Onun zamanında îslâm devletine entrikalar girdi ve
O s m a n ’ın öldürülmesi ile (636/35) İslâm devletinde siyasî
mücadelelerin çok ateşli bir safhası başladı21. Başlangıcı
Ö m e r 'in öldürülmesine kadar uzanan bu devrede zaman za­
man halifelerin bile katline yol açan cinayetlerden bahsetmek
tabiî ki konumuzun dışındadır. Tarifimize dayanan siyaseten
kati olayları ise yoktur. İlk iki halife, zaruretler gerekmedikçe
İslâm esaslarına bağlı kalmışlardır. Devletin selâmetini tehli­
keye düşüren ridde olayında E b u B e k i r ’in takip ettiği sert
siyaset bile İslâm esaslarına mümkün mertebe riayetle icra
edilmiştir 22. Diğer iki halife zamanında da bu esaslara bağ­
lılık görüyoruz. Şu halde H. .M u h a m m e d devrinde kul­
lanılan usul geçici bir safhanın gerektirdiği zaruret olarak
kabul edilebilir.
Mu a v i y e ’nin kurduğu E m e v î Sülâlesi ile Arap - Is­
lâm Devletinin gelişimi yeni bir safhaya girmişti. Suriye,
Mısır ve İran m fetihlerinin tamamlanması arapları medenî
âlemle temasa geçirmişti. Devlet idaresi dünyevileşmiş 23 ve
halifenin m utlak otoritesi kuvvetlenmeğe başlamıştır. Bu iki
özellikten başka, Emevî Devletim vasıflandıran en büyük hu­
sus, bu devletin hükümdarlarının İslâm esaslarına fazla değer
vermemeleridir. Çok önemli olan bu noktalara daha yakın­
dan temas etmek gerekmektedir.
Suriye, İran ve Mısır’ın fethinin arapları medenî âlem­
le tanıştırdığını söylemiştik. Buralarda dört halife devrinde­
ki ilk İslâm fâtihleri sadece bir işgal ordusu mahiyetinde idi­
ler, aralarında idare adamları olmadığı için mülkî teşkilât
aynen eski halinde bırakıldı24. Msl; Emeviler devrinde de pek

(20) H A R T M A N N , Martin: Der İslâm. Leipzig 1909. s 108.


(21) H O T T İ N G E R , 51; SACHAU, Eduard: Vom Ursprung der islami-
sehen Grostnachte Berlin 1922. s 268.
(22) R idd; olayını çeşitli yerlerde bastırm ağa giden kom utanlarına Ebu Bekir,
Peygamberin vekili sıfatıyla bir m ektup gönderm işti. Halife, bu m ektubunda,
ridde olaym ı çıkaranların ve mürted sıfatıyla em irlerine karşı gelenlerin en ağır
bir şekilde - ateşle yakılarak - cezalandırılm alarını bildirdikten sonra, «bu b il­
dirim e karşı gelmeyip zararsız olanlara birşey yapm ayınız, zira Tanrı onların iç­
lerini düzeltir» dem iştir. W E l L , Gustav: Geschichte d er C hali fen I. Mann-
heim 1846. s 17-18. Bu em rin büyük bir m üsam aha eseri olduğu ve dine uygun bu­
lunduğu şüphesizdir.
(23) v. K R E M E R , İdeerı, 392.
(24) K Ö P R Ü L Ü , Bizans, 292, A y , yazar: Ortazaman Türk H ukukî Müessese-
leri. Belleten, sayı 5-6. 1938, s 54.
çok kayıtlar m ahallî dillerle tutuluyordu 25. Böylece, Eme-
viler başkentlerini Suriye’de (Şam ) kurdular (660/40). Su­
riye, o zamana kadar B i z a n s kültürünün etkisi altında ol­
duğundan Emevî Sarayına Bizans gelenekleri derhal girdi
îlkönce M u a v i y e Bizansm teşrifat kurallarım benimse­
yerek sarayında tahtı için parlak ve karışık seram oniler ter­
tipledi 27. Halifenin bu yollara başvurm ası dünyevî egemen­
liğinin kuvvetlenmeğe başladığını gösterir.
Emeviler, bir taraftan Bizans saray usullerini benim ser­
ken, diğer yandan bedevî alışkanlıklarından da kurtulam ı­
yorlar ve millî Arap karakterlerini saklıyorlardı. Dört halife
devrinde sıkı sıkıya uygulanan İslâm esasları ile Emeviler
kendilerini bağlı tu tm u y o rla rd ı28. Bunun sebebi şudur : Arap
karakteri, Bizans saray gelenekleri içine girince, zaten henüz
tam yerleşmemiş olan İslâm lık şuuru bir kenara itilm iştir.
Emevi sülâlesi m ensupları İslâm lıktan o kadar uzaklaşmış­
lardır ki, msl; I I . V e 1 i d (743-744/125-126) bir sabah, imam­
lık yapm ak üzere güzel bir harem kadınım camiye yollamış­
tır 29. Resim yasağına rağmen Şam 'daki saraylarını Bizans
freskleri, h a ttâ çıplak kadın resim leri ile süslem işlerdir:JI).
Camide şarap m asası dahi kurabilm işlerdir 31. Hukuk uygu­
laması da tabiî böyle idi. Yargı organlarının icraatı için Kur'
an ve sünnet esasları ile fazla uğraşm am ışlardır 32. Kendile­
rine göre sünnet uydurm uşlardır. Msl; I. M u a v i y e
« Ö me r ' i n sünneti» diyerek ölen bir yüksek m em urun serve­
tinin yarısını devlet hesabına zaptetm ekte beis görmemişti i3.
Bu usulsüz uygulama halkı da etkilemiş ve o da İslâm Dini ile
fazla ilgilenm em iştir21. Dinî esaslara karşı bu ilgisizlik, ko­
numuz bakım ından son derece önemlidir. Doğrudan doğru-
(25) Bu kayıtlar anc^k 700/81 yılınd an itibaren arapçaya çevrilm eğe b aşlan m ıştır, bk :
a y , yer.
(26) K Ö P R Ü L Ü , Bizans. 290.
(27) D U R A N I IV, 219.
(28) Bu konu hakkında en iyi incelem elerden birisi için b k : GOLDZIEHER,
I g n a z : M uh^.nmedanische S tu d ien II. HUdeshcim 1961 (H alle 1890 b a sısın ın
tıp k ı b a sım ı), s 28 v. d.
(29) v. K R E M E R : Culturgeschichte O rients un t er den Chalifen I, Wien 1875. s. 138.
(30) H O T T Î N G E R , 54.
(31) G O L D Z I E H E . R , Stu dien II, 58.
(32) v. KREM ER, İdeeıı, 231. Em evi D evletini Islam a tekrar yaklaştırm a:: iste­
yen I. V e l i d i n (705-715/86-96) ve bilhassa II. Ö m e r i n (717-720/101-105) faa-
liyeileri b u gid işe istisn a teşk il eder, bk : ay. yer.
(33) G O L D Z I E H E R , S tu d ien II, 29.
(34) Ay. eser, 31. Ayrıca bk; 28 v. d.
ya eski Arap geleneklerine dayanarak yönetilen devlette, İs­
lâm hukukuna uygun olmıyan çeşitli cezalar, bu arada ölüm
cezaları verilm iştir. Msl; S ü l e y m a n (715-717/96-99) çok
gaddar bir halife idi, zevki için esirleri öldürtürdü 33, II. V e ­
l i d de çok zalimdi. Tahta çıkar çıkmaz, pek çok kimseyi
sırf servetlerine konmak için öldürtm üştü 36. Tahta geçince­
ye kadar V e l i d ’in intikamcısı ve onun çocuklarının koruyu­
cusu olan II. M e r v a n (744-750/127-132), halife olmak için
pek çok kimselerle birlikte onları da öldürtm ekten çekinme­
m iş ti37. Bu şekilde verilen ve İslâm hukukuna aykırı olan
cezaların listesi çok uzatılabilir. Şu halde Emeviler devrinde
doğrudan doğruya hüküm darın iradesiyle pek çok kati emri
infaz edilm iştir.... Ancak,.. bunları, tam ...anlamı ile «siyaseten
kati» saymak m üm kün değildir. Çünkü halifenin «mutlak»
olması gerekli bu yetkisi henüz pek çok kimselerce kabul edil­
miyordu 38. Bu yüzden halifenin verdiği bu cezalar hukukî
dayanaktan yoksun kalıyordu. Böylece, Emeviler devrinde
fiilî olarak me}^dan'açıkan siyaseten kati, henüz hukukî bir
mahiyet göstermiyordu. Bununla bzeraber, kurum un esas­
lı olarak ortaya çıktığı Abbasiler devrini, bu fiili uygulamanın
bir hayli etkilediği de açıktır.

II— KURUMUN YERLEŞMESİ VE GELİŞMESİ :

Son Emevi Halifesi II. M e r v a n ' d a n (744-750/127-132)


sonra bu sülâleyi sona erdirerek kendisini hüküm dar ilân
eden E b u A b b a s (750-754/132-136) ile İslâm devletinin
m utlak m onarşi karakterinin şiddetlendiğini görmekteyiz. 19
Bu sülâle zamanında Arap devleti, doğunun egemenlik anla-

(35) W E İ L I, 572.
(36) Ay. eser 659.
(37) Ay eser 683.
(38) H alifelerin İslâm H ukukuna aykırı olan bu tutum ları dindar kişiler tarafından
hazm edilem iyor ve bu yetkiler henüz tanınm ıyordu. Pek çok şid detli itiraz hare­
ketleri görülm üş ve hattâ, halifelik için ilk seçim usulüne d önülm esini isteyenler
dahi m eydana çık m ıştır. Bu hareketleri de halifeler şid detle b astırm ayı arzula-
m ışlardır. Bk; G O L D Z I E H E R , S tu dien II, 32 v. d; Ayrıca bk; W E L L -
H A U S E N : arabisch - israeletiseh. Z um altesten Strafrecht d er K u ltu rvölker.
Leipzig 1905. s. 93.
(39) Em evî D evletinin sona erm esi hakkında en iyi araştırm a W E L L H A U S E N ’in
m eşhur eseridir. Bk: WELLHAUSEN: Das arabisehe Reich und sein
Sturz. Berlin 1960. (B erlin 1908 b a sk ısın ın tıp k ı b a sım ı).
yışına uygun b ir şekilde gelişmiş, tarih in büyük m utlak im ­
p arato rlu k ların d an birisi m eydana gelm iştir. B ütün im para­
to rlu k k u ru m lan sağlam b ir şekilde oturm uş ve b u arada ko­
num uz olan siyaseten kati de esaslı b ir «iktidar aracı» haline
gelerek yaşam ıştır. .
Em evilerin bazı hususlarda Bizans etkisi altında kaldı­
ğım, fakat devletin genel idaresinin Arap geleneklerine göre
yürütüldüğünü söylemiştik. Bu yüzden Emevi Devleti tam b ir
m illî Arap devletidir. Emeviler, k ararların ı ekseriya serbest
ölçüler içinde verm işler ve Arap «Seyyitliğinin» nam us esas­
larına bağlı kalm ışlardır 40. F akat buna karşılık Abbasî Dev­
leti h er bakım dan tam b ir teokrasi olm uştur. İslâm kam u
hukuku bakım ından son derece önemli olan bu gelişimin se-
beblerini ve sonuçlarını kısa da olsa incelem ek gerektir.
XIX. Yüzyılın o rtaların a kadar doğudaki devletlerin hep­
si teo k ratik m utlak m onarşi sistem i ile yönetilm işlerdir. Dev­
letlerin egemen oldukları coğrafî alanlara ve devletin m illet
u nsurunun geleneklerine göre, bu sistem lerin m ahiyetlerinde
bazı fark lar bulunm uşsa d a 41, teokratik m onarşinin ana ka­
ra k te ri aynı kalm ıştır. B ütün doğu devletlerine de bu karak­
te r eski İran m onarşisinden g eç m iştir42 Bu olayın cere­
yan şekline kısaca bakm ak gerektir.
İlkçağda Y akın-D oğu tarihinin en m ühim olaylarından
birisi İran ile Y u n a n -R o m a m edeniyetlerinin karşılıklı mü­
cadeleleridir. Bu m ücadele S a s a n i l e r devrinde yeniden
kuvvetlenm iş; hele R om a, Küçükasya ve Elcezire yi de fethet­
tik ten sonra, daha çok İran etkisi altında kalm ış, iktisaden ve
m ânen bitk in b ir hale gelince de Sasanî Devletinin bu baskısını
daha çok duym uştur. R o m a n ın karşısında gitgide yükselen Sa­
sanî Devleti, ona h er bakım dan örnek olm uştur. D io k 1 e t i a n*
ın (284-305) sarayı, Tanrı derecesine çıkarılan hüküm darın önün­
de secde etm ek gibi gelenekleriyle, karışık teşrifat kuralla­
rın a bağlı m em urları ve hadım larıyla, bizzat o devir adam la­
rının da iddia ettiği gibi, Sasanî sarayının b ir taklidi i d i 13.

(4Ü) H A R T M A N N . , R „ 34; ayrıca bk; G O L D Z I E H E R , S tu d ien I I , 28 vd.


(41) Msl: İslâ m -T ü rk d evletlerin e Türk kam u h uk uk un dan gelen etk iler g ib i. Bu
ön em li m ese le ilerid e b ah is k on u su ed ilecek tir.
(42) H A M M E R , Joseph von: Des o sm a n isc h e n Reiches S ta a tsv erfa ssu n g und
S taatsverw altu rıg II. Vtfien 1855. s 3.
(43) K Ö P R Ü L Ü , Bizans, 287.
İm paratora müteallik ne varsa «kutsal» oldu. Batı Roma
Devletinin yıkılışından sonra onun tabiî halefesi olan Bi-
zansda bu Sasanî usullerinin devamı gayet norm aldir. Bizans,
ayrıca, selefinden daha çok Sasani etkisi altında kalmıştır,
çünkü o da bir Yakın-Doğu devleti idi. İm paratorun yetkile­
rinin artm ası ve tam anlamı ile m utlak egemen haline gelme­
si daha Roma devrinde D i o k l e t i a n ve K o n s t a n t i h
(306-377) zamanında tam ve kâmil şeklini aldığından Bizans
tamamen bir doğu devleti olm uştu41. Bizansm en büyük im­
paratorlarından J u s t i n i a n (527-565), devletinde her şeym
im paratorun otoritesine bağlı olması gerektiği kanısındaydı4S.
Bizans tam anlamı ile m utlak bir monarşi haline gelm işti40.
İşte VII. Yüzyılda ortaya çıkan İslâm Devleti böyle bir
medeniyet âlemiyle çevrelenmişti. Henüz teşkilâtını kuram a­
mış bir devletin bu ileri medeniyetlerin etkisi altında kalma­
sı gerektiği açıktı. Nitekim şeklen Bızansı benimsemekle be­
raber millî karakterlerini muhafaza eden Emeviler, artık
son devirlerinde, bilhassa İr anlı unsurların içlerine girmesi
ile bu medeniyetin etkisini üzerlerinde duymağa b aşlad ılar4'
Abbasiler zamanında İran artık İslâm Devletini doğrudan doğ­
ruya etkisi altına aldı. Daha sülâlenin ikinci hüküm darı
M a n s u r (754-770/136-158) devrinde başkentleri olan Bağ-
dad'ı eski İran toprakları üzerinde kurdular (763/146) ve böv-
lece devletlerini oradan yönettiler.
Bizans ve bilhassa Sasanî devlet sistemlerinin geniş ölçü­
de etkisini taşıyan Abbasi İm paratorluğunu kamu hukuku
bakımından kısaca incelemeden önce, bu iki sisteme daha kı­
sa bir şekilde göz atmak, konumuz bakımından Önemlidir.
Eski ve parlak İran devlet geleneğinin mirasçısı olan Sa-
sanıler «yüksek ve incelmiş bir medeniyete, muntazam dev-

(44) Bu hususlar için b k : V A S İ L İ E V , A. A: Bizans İmparatorluğu Tarihi I.


(Çev : M A N S E L , Arif Müfid) Ankara 1943. s 74 - 75.
(45) Ay. eser. 188.
(46) Bizansı tamamen Grek -R om a - Hristiyan kültürlerinin m ah sayan yazarlar bile,
doğuda Sasanilerin Bizans kamu hukukuna yaptığı etkileri inkâr etm ezler. Bu
etkileri «İkinci plânda» saym alarına rağmen, gene pek çok kurum un doğrudan
doğruya Sasanilerden alındığını kabullenirler. Bk: O S T R O G O R S K Y , G e -
o r g : Geschichte des by zanlınisehen Staates. 2. B ası. M ünchen 1952. s 22 ve 25.
Ayrıca bk : s 25 not. 3.
(47) W E L L H A U S E N , Das ar. Reich, 307 v. d., v. K R E M E R , Culturgeschic­
hte I, 19, 148.
let teşkilâtına, m uhteşem b ir payidahta, en küçük teferruatına
k adar tanzim edilmiş saray m erasim ine» sahiptirler. «Sasanî
hüküm darları da kendilerine şahların şahı gibi unvanlar ver­
m ekte ve şahıslarım m abutlar sırasında addetm ekte idiler» 4f\
Bu yüzden İran devlet sistem inde din ile devlet kudreti biri-
birine k a rışm ıştı49, hanlıların, hüküm darlarını Tanrı say­
m aları da, T anrının insan şekli ile yeryüzünde tezahür ettiği
veya varlığının b ir kısm ını tek insanda tecellî ettireceği şek­
lindeki eski b ir Asya fikrine dayanır. S onradan Ş i î olan
İr anlılar da işte b u eski gelenekleri yüzünden A 1 i ’yi tan rı­
laştırm ak istem işlerdir 50.
H üküm darın egemenliğini tanrısal bir kaynağa dayan­
d ıran bu görüş tarzının Rom a ve Bizansa geçtiğini söylemiş­
tik. Hele Bizans'da bu anlayış, Rom a dan da m utlak b ir şekil­
de uygulanm ıştır. Bizans’da im parator tanrısal b ir kuvvete
sahipti; parlak törenler ve sıkı teşrifat kuralları ile bu kuv­
vetini b e lirtiy o rd u 51. İran anlayışının etkisi ile o yalnız or­
dunun başkom utanı, en yüksek yargıç ve tek kanun koyucu
olm akla kalm ayıp 52 ayni zam anda kilisenin ve m üm inlerin
korayucusuydu 53. O, Tanrının seçtiği insandı ve yalnız hü­
küm dar değil, Tanrı tarafından kendisine em anet edilmiş
hristiyan âlem inin de sembolüydü. Kendisi Tanrı ile doğru­
dan doğruya b ir ilgiye sahipti ve böylece m eydana gelen di­
nî - politik bir kültün baş unsuruydu 54. Bu şekilde im para­
tor, tanrılaştırılm ağa başlandı 35, kendisi tanrının vekili ad­
dedildi 56. Bu yüzden o, kilisenin de başıydı ve m utlak olarak
patriği tâyin ve azil hakkına d a h ip ti57. Bizansm bu durum u
bize kuvvetli b ir kültürün, o kültüre yabancı büyük bir di­
nin k urallarını bile perdeliyecek, h attâ değiştirebilecek kudrete
sahip olduğunu gösterir. Gerçekten, Bizansm bu hâli, kül­

(48) C H R İ S T E N S E N , i E m p i r e d es Sassanides, s 88-89. K Ö P R Ü L Ü , Bizans


250’d en naklen. . .
(49) G O L D Z I E H E R , V orlesungcn ü b e r den İslam . H eidelberg 1910.. s 50.
(50) v. K R E M E R , İdeen , 12.
(51) H A U S S İ G, H a n s - W i 1 h e 1 m : K u ltu rg e sch ich te von Byzans. Stutgart, 1959,
s. 239.
(52) O S T R O G O R S K Y , 25. ı
(53) H A U S S İ G , 239 O S T R O G O R S K Y , 25. ^ :
(54) O S T R O G O R S K Y , 25. ''
(55) Ay. yer, b k : D I E H L , Charles: B izans İm p a ra to rlu ğ u Tarihi. (Çev : Y U -
L A R K I R A N , C e v d e t R .). İsta n b u l 1939. s 96. 1
(56) H A U S S 1 G , 244, bk; D I E H L , 96.
(57) H A U S S İ G , 239.
türünün temellerinden sayılan hristiyanlığa pek çok bakım ­
lardan z ıttı58 ve batıdaki Papalık - Devletler m ünasebetinden
ters bir yönde gelişm işti59.
Emevilerin son zam anlarda İran etkisi altına girdiğini
söylemiştik. Abbasilerin daha ilk devirlerinde İran unsu­
runun da devlete sızması yüzünden bu etkinin iyice arttığını
görüyoruz. îslâm m kaynağındaki din-siyaset eşitliği de do­
ğu sisteminin benimsenmesini çabuklaştırıcı önemli bir et­
ken olm uştur. Böylece Abbasiler, birçok hususlarda Sasanî
medeniyetinden iktibaslarda bulunm uşlardır 60. «Abbasi hi­
lâfetinde haraç, divan teşkilâtı, vezaret, kitabet ve daha bir­
çok memuriyetler, idare ananeleri, saray âdetleri ekseri­
yetle Sasanilerden alınm ıştır 61». Böylece «Abbasiler, bir yan­
dan, kısmen Emeviler vasıtası ile gelen Bizans etkisi altında
kalm akla beraber, devlet teşkilâtında daha çok Sasanilere
bağlı oldular» 62.
Temeli b u şekilde atılan İslâm teokrasisinin ana hatları
acaba ne şekilde gelişmişti ? İslâm kam u hukukunun esas
ilkesi neydi ? Konumuzu çok yakından, ilgilendirdiği için bu
noktaya göz atmamız gerektir.
Komşu medeniyetlerin içine girince ve o medeniyetlerin
insan unsuru ile karışınca, İslâm Devleti evrenselleşti. Za­
ten İslâm dini de millî bir din değildi, bütün insanlara ses­
leniyordu. Bu şekilde, yabancı unsurlar, devlet idaresine ka­
rışınca, varlıklarını koruyabilmek için dinî kuralları kökle­
rindeki şekli ile aldılar ve devlete yerleştirdiler. Böylece,
Emevî Devletinin tersine, temel, dünyevî değil, dinî idi. Ha­
life hem dinî, hem de dünyevî kuvveti nefsinde topluyordu.
Teokratik şan ve şöhret deyimlerini halifeler kendileri için
kullandılar. Onların alnında parıldayan «Peygamberin ışı­
ğından» bahsedildi. H a r u n R e ş i d (786-809/170-193) yal­
nız Peygamberi övmek için kullanılan m etih ve hitapları
kabullendi63. Bunun sebebi şudur : Doğunun eski tanrısal

(58) Bk : O S T R O G O R S K Y , 22 vd.
(59) H A Ü S S İ G , 239.
(60) KÖPRÜLÜ, Bizans, 290.
(61) Ay. eser, 183, not 1,
(62) Ay. eser, 290.
(63) G O L D Z I E H E R , Studien II, 53-55.
egemenlik kavram ına dönülm üştü; fakat, îslâm dini şahıs­
ları Tanrı yapm ağı kabul etm ediği için Abbasi halifeleri ken­
dilerini, tem sil ettikleri Peygamberin şerefi ve bütün vasıf­
ları ile ih ata ettird iler 64. Görülüyor ki din bütün devlet sis­
tem ine hâkim b ir hale g e lm iştir65. Bu yüzden halifeler de,
(bazı hususlarda) kendilerini, teb alarm ın bağlı olduğu dinî
kanunla bağlı saym ışlardır. «Tanrıdan korkan» unvanı ilk de­
fa Abbasi halifelerince kullanılm ıştır. M a n s u r , teb'asın­
dan birisi tarafından kendisine karşı açılan bir dâvayı dinî ka­
nuna göre hükm eden b ir yargıcın görm esine izin verm işti.
Emevî Devletinde böyle bir halin olm asını düşünebilm ek çok
z o rd u r66.
Dinî kanuna gösterilen bu saygı yanında, Sasanî ve Bi­
zans sistem lerinin etkisiyle, halifenin yetkilerinin son derece
kuvvetlendiğini ve arttığını belirtm ek gerekir. Halifeler, etki­
si altında kaldıkları bu sistem lere uygun olarak, kendilerini
yaklaşılm az ve dokunulm az saym ışlardır. Geniş b ir bürok­
rasi ile m em leketi yönetm işler ve bu bürokrasinin üyelerini,
herhangi b ir ölçüye bakm adan rahatça tâyin ve azl etm işler­
dir. K udretlerinin büyüklüğü, kendilerine bu m em urların
hayatları üzerinde rahatça tasarru f im kânı verm iştir 67. Dev­
let işlerinin görülm esinden kendilerini iyice çektikleri halde,
hayat ve ölüm üzerindeki k arar verm e yetkilerini aracısız,
bizzat k u lla n d ıla r68. Arap kültürünün o zam ana k adar tanı­
madığı b ir varlık olan c e 11 â t 69, halifenin çevresinde devam­
lı olarak durm ağa ve kurbanlarının kafalarını nüzerinde yu­
varlandığı deri parça/sı tah tın yanında yer alm ağa b a şla d ı73.
Devlet gelirlerini arttırm ak için, gayri m eşru servet yaptığı
iddia edilen m em urların m allarını zaptetm ek yepyeni b ir usul
oldu ve b u yeni usul için yeni b ir teknik terim bulundu; « m ü-
s a d e r e » 71.

(64) H O T T I N G E R , 67; bk. H A R T M A N N , R„ 24.


(65) GOLDZIEHER, Vorlesungen, 50.
(66) Ay. yazar, S tu d ie n II, 57,
(67) H O T T I N G E R , 67.
(68) BROCKELMAN, Cari G eschichte d e r islam ischen V ö lk e r u n d Staaten
M iinchen und, B erlin 1939. s. 100.
(69) Ay. yer; H O T T I N G E R , 67.
(70) Ay. yer; W Î T T E K , Paul; İsla m u n d Kalifat. Archiv f. Sozialvrissenschaft
und Sozial p olitik . T übingen 1925. sayı 2. s 396.
(71) B R O C K E L M A N N , 105. Ayrıca bk; F Î S C H E R , A: M usadara., ZDMG
sayı 64, 1910.
Bu şekilde kökleşen ve yerleşen siyaseten katle ait ör­
nekler son derece boldur. Abbasiler zamanında bir vezirin
azlinden sonra m allarının müsaderesi ve ekseriya hayatına
da son verilmesi gayet norm al bir olay hâline gelm iştir 72. Ab­
basî sülâlesinin ilk halifesi E b u - A b b a s , (750-754/132-136)
kendisini «kan dökücü» ( E l - S a f f a h ) olarak vasıflandırmış-
tır ve pek çok kimseyi her bakım dan etkisi altında kaldığı
İra n ın 73 usulleri mucibince katlettirm iştir 74. M a n s u r pek
çok ş i î 'yi açlığa bırakarak ö ld ü rtm ü ştü r75. M e h d i (775­
785/158-169) m eşhur şair E b u l A t a b i y e ’yi şiir yazdır­
mak için ölümle tehdit etm iştir. Şair B a ş ş a r b i n B u r d'
u ise öldürtm üştür 7e. En âdil halifelerden sayılan H a r u n
R e ş i d (786-809/170-193) bile ilk icraatına katillerle başlamış,
özel kinlerinden dolayı pek çok akrabalarını ortadan kaldır­
m ıştır. Müsadere tam anlamı ile onun devrinde yerleşti. Ni­
hayet B e r m e k ailesinin ortadan kaldırılması, devrinin en
mühim olaylarından birisini teşkil e d e r77. Diğer halifeler
de birbirlerinden hiç aşağı kalm am ışlardır 78. En âdil halifeler
bile zaman -am an bu yola sapm ışlardır 79. Artık siyaseten kati
ve onun tamamlayıcısı olan müsadere, İslâm devletlerinde
hüküm darın norm al ve tabiî yetkileri arasına girerek, İslâm-
da modern hukuk anlayışının uygulanmasına kadar yaşamış­
lardır.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalara göre, İslâm teok­
rasisinde biribirine zıt iki gelişme yönü görmekteyiz : Bir
yandan İslâm esaslarına sıkı sıkıya bağlanılmakta, en koyu
orto d o k slu k 80. devlet idaresi için ana fikir alınm aktadır.

(72) v. K R E M E R , Culturgeschichte I, 188.


(73) D U R A N T IV, 223.
(74) M U L L E R I, 457. Bu yazara göre, E b u - A b b a s bu bakım dan Fransa kralı
XI L o u i s ’e (1961-1483) benzetilebilir. Zira o da pek çok kişinin kanını dökerek
Fransız D evletini kurmuştur, ay. yer.
(75) TABARÎ; VLOTEN, van : zur A bbasidengeschichte, ZDMG. sayı 52, 1898, s 213 den
naklen
(76) W E î L II, Mannheim 1848, s Î17. '
<77) Bu olaylar için bk; ay. eser, 128-139.
(78) Bk; ay. eser, 272, 273, 296, 336, 346. ‘
(79) Msl, bk; M E Z , A d a m : Die Renaissance des is l a m s . H eidelberg J922. s. 12-13.
(80) H O T T I N G E R , 67.. En geniş düşünceli halifeler dahi liberal faaliyetlerini di­
nî ve dogm atik spekülâsyonların m üsaadesine dayandırm ışlardır. O rtodoks anla­
y ışın izin verdiği liberal faaliyet bazen Ortodoksluktan da a şırı bir fanatizm e yol
açm ış ve pek çok kurban verdirm iştir. Bu konu için büyük Islâm iyat bilgini
G O L D Z I H E R ’in Studien I, 59 vd. nda çok güzel açıklam alar vardır: Anla­
şılıyor ki İslâm teokrasisinde herşey doğm a’ya bağlı k alm ıştır.
Ancak, diğer yandan çok kuvvetli bir şekilde İslâm âlemini
etkisi altına sokan eski doğu egemenlik anlayışı da halifeler
tarafından benim senm ektedir. İşte siyaseten kati, bu şekil­
de gelişen egemenlik anlayışının doğurduğu b ir kurum ola­
rak Abbasî Devletinde yerleşm iş ve g elişm iştir81. Devletin
teokratik karakterinin tem silcileri bu kurum a hukukî bir veç­
he aşılayabilm ek için ne dereceye kadar ve nasıl uğraşm ış­
lard ır ? Bu çetin m eselenin cevabını, Abbasi Devleti için araş-
tırmıyacağız. F akat teokratik gelişim bakım ından Abbasî
Devletinin en büyük m irasçısı olan Osmanlı Devletini konu­
muz bakım ından incelerken, meseleye b ir çözüm yolu bulm a­
ğa uğraşacağız.

III — İSLÂMLIKTAN ÖNCEKİ TÜRK KAMU HUKUKUNUN KO­


NUMUZ BAKIMINDAN İNCELENMESİ VE KURUMUN TÜRK
- İSLÂM DEVLETLERİNDE GELİŞMESİ :

V III. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, daha önce başh-


yan çeşitli savaş ve tem asların etkisi ile, Batı Türkleri kütie
halinde İslâm olmağa başladılar. İslâm Devletine Türk un­
surunun girm esi çok önemli b ir olaydır. Abbasiler devrinin
sonuna doğru kudret halifelerden, Türk kom utanlara geç­
meğe başlam ıştır. İleride Türkler, İslâm m edeniyetinin en
büyük sav u n u cu su 82 ve en hâkim unsuru haline gelmiş­
lerdir. B una rağmen, «kültür tarihi bakım ından, Türklerin
İslâm m edeniyetinin teşekkülündeki rollerinin m ahiyeti da­
ha anlaşılam am ış, yahut yeni yeni anlaşılm ağa başlam ıştır» 8i.
Hukukî k u ru m lar tarihinde de aynı anlayış hâkim olmuş ve
ilim- âlemi, son zam anlara kadar, İslâm hukukundan ayrı
b ir T ürk kam u hukukunun varlığını kabul etm em iştir 84. Şu­
rası m uhakkatır ki Türkler, İslâm dinine geçmeden önce,
kam u hukuku k u ru m lan n a sahiptiler. Eski zam anlardan be­
ri büyük siyasî topluluklar kurm uş bir m illet için bu gayet ta-

("1) Bu görü şü m ü zü d estek liyen bir açıklam a için bk ; W E L L H A U S E N , arabisch-


Israelitisch , 93. • • '
(82) H A R T M A N N , R „ 35. ,
(83) K Ö P R Ü L Ü , O rtazam an, 39.
(84) D urum un böyle olm ad ığı en a çık ve kesin bir şek ild e, K ö p r ü l ü 'nün, zikredilen
«O rtazam an T ürk H u k u k î M ü esse se leri» a d lı m ak alesin d e isp a t ed ilm iştir. Bu k onu
için gen iş b ilgi zikred ilen m akalede bulunm aktadır.
biîdir. Yukarı Ortaçağda-, Asya ve güneydoğu Avrupa’nın çe­
şitli yerlerindeki çeşitli Türk devletlerinde iyi düzenlenmiş
ve muntazam işler kamu kurum lan görmekteyiz. Bu devlet­
lerin teşkilâtları incelenirse biribirlerine benzer ve hattâ ay­
ni olan pek çok noktalar bulmak k a b ild ir85. Teferruata in­
meği gereksiz buluyoruz ve Türklerin İslâmlığı kabulden ön­
ce ileri bir kamu hükukuna sahip olmasını tabiî görüyoruz/
İşte, Türkler, İslâm medeniyeti çerçevesine girdikleri ve,
İslâm devletleri kurdukları zaman, dinlerinin prensiplerini
esas olarak kabul etmekle beraber, hele kamu hukuku alanın­
da İslâm dan önceki bazı kurum ve geleneklerini yaşattıkla­
rım da kabul etmek g erek tir86. H attâ bazı yazarlara göre
Selçuk ve Osmanlı hukuk anlayışının kökleri Orta Asya Türk-.
lerinin hukukuna bağlıdır S7. Bu görüş bütün hukukî kurum ­
lar için mübalâğalı olmakla beraber bilhassa egemenlik an­
layışı bakımından tamamen doğru ve yerindedir. Bunu ileride,
ikinci bölümde göreceğiz.
Bu genel mülâhazalardan sonra ise, Türklerin kam u hu­
kukunda, hüküm darın serbest iradesiyle kati emri verme
yetkisinin olup olmadığını araştırm ak ve bu yetkinin Türk-
İslâm devletlerine nasıl geçtiğini görmek zorundayız.
Eski Türk devletlerinin hukukî kurum lan hakkında çok
az malzemeye sahibiz. Bu yüzden Türk devletleri hakkında
hüküm verirken, M o ğ o l l a r hakkm daki kaynaklara da da­
yanmak zorundayız. Moğol - Türk ilgilerinin antropolojik ya­
kınlığı henüz tam anlamı ile tesbit edilmiş değildir. Irk ı kay­
nak itibarı ile Moğolların Türklerden ayrı olduğu ve Moğol
kavminin Türklerden tamamiyle farklı sayılması gerektiği
bazı yazarlarca iddia edilmekle 88 beraber, Moğolların Türk-
lere, diğer kavimlerden daha yakın olduğunu kabul etm ek
gerektir. Zira Orta Asya'nın genel göçebe geleneği bu yakm-

(85) K Ö P R Ü L Ü , Ortazaman, 44 ve 46.


(86) Hunîarın teşkilâtındaki sağ-sol ayrım ı, sonradan Oğuzların, Moğolla­
rın , Harezmş&hların, Kölemenlerin, Akkoyunluların,
Safevilefin teşkilâtında görüyoruz. A 1 f o 1 d i ’nin bulduğu gibi, çifte kı
rallık kurum u bu şekilde yayılm ış, bir takım cülus gelenekleri de yüzyıllarca ara
ile İslâm - Türk devletlerinde görülm üştür, ay. eser 46, 47.. K uvvetli b a zı delil­
ler için bk; 48-51.
(87) A R S A L , Sadri Maksudî: Türk Tarihi ve Hukuk I. İstanbul 1947. s 17;
k şl, K Ö P R Ü L Ü , Ortazaman, 61 vd.
<88) A R S A L , 167,363 vd.
laşm ayı gerekli kılm aktadır. B ununla beraber tam am en Mo­
ğol kaynaklarına dayanarak Türk kam u hukuku hakkında
kesin hüküm lere varm ak ta çok tehlikelidir. Çünkü Moğol­
larla T ürkler hiçbir zaman birlik olm adıkları gibi, böyle bir
denemeye bile girişm iş değillerdir 89.
Bu m ülâhazalardan sonra sözü geçen yetkinin. Türk han­
larında bulunup bulunm adığını tesbit etm ek gerektir. O r -
h o n y a z ı t l a r ı ’ndan anladığım ıza göre, han'm m illeti­
ne karşı ödevleri vardı. F akat b ü tü n yetkileri de tam anlamı
ile m u tla k tı90. H ana herkes itaat etm ekle m ükelleftir. Yük­
sek m em urları tâyin ve azl eden han'dır. O, yeni kanunlar da
koyabilir ve kanunlara herkesin itaat etm esini sağlar. Hü­
küm darın kudretini b ir dereceye k adar aristokrat sm ıf smır-
lıyabilirse de 91 kuvvetli bir han bütü n otoriteyi eline alabilir.
B u şekilde, b ü tü n işlerde bütü n T ürkler han'ın aracısız em ir
ve işaretlerine m utlak b ir şekilde itaata m ecburdur 92. Böy­
le b ir yetkinin içinde idam cezası verm e hakkının bulunm a­
sı gayet tâbiîdir. Moğol kaynakları bizi bu konuda destek­
lem ektedir. Moğolların devleti, C e n g i z H a n (1167-1227)
ile başlam ıştır(1206'da Nayman kabilesinin yenilgisi Moğol
Devletinin başlangıcı sayılabilir). Bu devre ait en önemli
kaynaklardan birisi sayılan «Moğolların Gizli Tarihi»nde *
h an ’ın idam cezası verme yetkisi en açık b ir şekilde görül­
m ektedir. Büyük askerî dehası ile m utlak b ir hüküm dar
olan C e n g i z , han seçildiği gün şu em ri verm iştir : «Hain­
lerin boynunu koparınız, küstahların göğsünü parçalayı­
nız» 94. Kendisinin ceza verme yetkisi tam dı. Hal ve tavrın­
dan şüphelendiklerini derhal k a tle ttirird i65. Kendisine ya­
ranm ak için ona düşm an beyleri ele veren düşm an uyrukla-

(89) B A R T H O L D , W i 1 h e 1 m : Z völf Vorlesu ngen ü b e r d ie G eschichte der T ü r­


ken M ittelasiens. H ıld esh eim 1962. (D ie W elt d es İsla m s’da 14-17 ci sayılar-1932/35
da çık m ış b a sk ısın ın tıp k ı b a sım ı), s. 161.
(90) Bk; ay. eser., 41 vd.
(91) A R S A L , 201-202.
(92) Ay. eser. 209.
(93) Bu eser H A E N l S C H ve K O Z İ N tarafınd an yap ılan iki çevirisi ile k arşılaş­
tırılarak m oğolca aslın d an dilim ize k a za n d ırılm ıştır. M oğolların Gizli Tarihi.
(Çev. T E M İ R , Ahmet). Ankara 1948. Moğol huk uk u ve T eşk ilâtı için gen iş
bibliografya : Bk; BARTHOLD, Cengi- Han. ÎA III , 98 ve bu yazıya K Ö P ­
R Ü L Ü tarafından in celen en ek bibliografya : ay. yer.
(94) MGT, 59.
(95) M sl, bk; ay. eser., 84.
rm ın da akıbeti b u y d u 96. Meşhur yasasını hazırlamağa me­
m ur ettiği Ş i g i - h u t uh u ya «Bütün ulusun içinde hırsızla­
rı cezalandır , yalanı ortadan kaldır, ölüm cezasına m üsta­
hak olanları öldürt...»97 diyerek, bu m utlak yetkisini göster­
miş ve Ş i g i - h u t u h u ’ya bu yetkiyi kullanma hakkını ver­
m iştir. Moğol Devletinde mahkeme vardı. Fakat sonunda bu
mahkeme de han ’m emrine göre hükmederdi. C e n g i z H a n , ,
kızdığı C e b e için, «onu mahkemeye vererek idam ettirece­
ğim» 93 demiştir. C e n g i z 'in ölümünden sonra, onun bu
yetkileri, egemenliği bölüşen oğullarına geçmiştir. C e n g i z '
in yerine büyük han olan Ü g e d e y (1229-1241) kanuna aykı­
rı hareketlerin doğrudan doğruya ona bildirilmesini, bu hare­
keti yaptıranların suçu eğer kafalarının kesilmesini gerekti­
riyorsa ise bunu em redeceğini9S söylemişti. Ü g e d e y , son
günlerinde Kurultaya hesap verirken D o h o 1 h u 'yu öldürt­
mekle kötü bir iş yaptığım itiraf etm iştir 100. Böylece büyük
han, bu yetkinin kötüye kullanılabildiğini bizzat belirtm iştir.
K u y u k H a n ’a (4248-1251) göre Moğolların ödevleri şun­
lardır : «İrademi yerine getirmek, ben çağırınca gelmek, em­
rettiğim yere gitme, kimin adını söylemişsem onu öldürmek»
301. Altınordu hüküm darı B a t u H a n ( ? - 1248 ?) da, yasaya
aykırı hareket eden herkesin başını kaybedeceğini102 belirt­
mişti. İlhanlılar "m meşhur hanı G a z a n (1294)-1304, önüne
engeller çıktıkça, üzere aldığı ödevi yerine getirmek için ?u-
lüm etmiştir. Bunların içinde zamanın icabı dolayısı ile hak­
lı görülebilecek gibileri varsa da, infaz ettirdiği bütün idam­
ların bu yüzden mazur görülmesi şüphelidir10S. îhanlılar'da
da Moğol geleneğine uygun olarak en yüksek yetki, en son
karar, hüküm darın elinde toplanmıştı W4. H an'ın ceza ve af
yetkisi m u tla k tı105. Yalnız, hanedana mensup bazı prensle­
rin ve bazı nüfuzlu kimselerin idam ında han'larm diğer Mo­

(96) Msl, bk; ay. eser., 79, III, 130. ■


{97) Ay. eser. 136.
(98) Ay. eser. 182.
(99) Ay. eser. 201.
(100) Ay eser. 205.
(101) A L I N G E , Curt: Moğol Kanunları. (Ç e v : ÜÇOK, Coşkun).
A Ü H F D X , sayı 1-4. s 693. '
(102) Ay. yer.
(103) S P U L E R , B e r t h o l d , İran Moğolları. (Çev : K Ö P R Ü L Ü , Cemal).
Ankara 1957. s 105.
(104) Ay. eser, 409.
ğol hanları ile istişare ettiği görülm üştür 106. Moğol hanları­
nın b u m utlak yetkilerinin karşısında aristo k rat sınıf im ti­
yazlı sayılırdı. Bir tarh a n ancak dokuz defa suç işlerse so­
rum lu o lu rd u 107. C e n g i z H a n ' a göre esaslı bir sebep ol­
m aksızın b ir asilin hayatına son verilirse iyi olmaz 108. Buna
rağm en bazı zam anlarda prens idam larının bile olağan oldu­
ğu görülm üştür W9.
Moğol Devleti, Türk devletlerinden daha aristokrat bir
karak tere sahipti ve bunun sonucunda, h an ’ın karşısında
halkın herhangi b ir hakkı y o k tu 110. Buna karşılık T ürk dev­
letlerinde halkın durum u daha iyi i d i 111. Fakat gerek Moğol
gerekse Türk devletlerinde han'ın Ölüm cezası verme yetkisi­
nin halk tarafından gayet tabiî karşılandığı düşünülebilir.
Zira h er iki kavim ayni ortam da, aynı yaşama şartları için­
de gelişm işlerdir. Cengiz’in ordusunda Türk birlikleri de
v a r d ı112. En m ühim m akam ları işgal edenlerin çoğu Türktii
ve devlet idaresi gelenekleri, T ürklerin İdarî gelenekleriy­
di 113. Bu yüzden Türk ve Moğol m illetlerinin bu bakım dan
ayni anlayışa sahip olduklarını belirtm ek doğru olur. Gerçek­
ten, M oğollarda h an ’ın bu yetkisi gayet tabiî karşılanıyor­
d u 114. En imtiyazlı sınıf olan subaylar bile, ne rütbede olur­
larsa olsunlar kendilerine uygulanan cezayı, bu arada idamı
itirazsız kabul etm ek zorunda id ile r115. H an’ın bu sınırsız
yetkisi ile bazı idam ların herhangi bir m eşru esası dayandı­
rılm ak sam 116 infaz edildiğini de kâbul etm ek gayet norm al­
dir.
Şu hale göre Türk - Moğol devlet sistem inde hüküm dar
m utlak b ir kudrete sahiptir ve onun ölüm cezası verebilme
yetkisi vardır. Şimdi İslâm teokrasisindeki farklı bir duru­
m a da dikkati çekmek gerektir. Y ukarıda gördüğüm üz gibi,
(105) Ay. eser, 416 vd , 418.
(106) MGT, 197; S P U L E R , 418.
(107) A R S A L . 372; S P U L E R , 301.
(108) MGT, 133.
(109) S P U L E R , 274: k şl, 117.
(110) Bk, A R S A L , 371.
(111) Ay. eser, 283 vd.
(112) B A R T H O L D , 161.
(113) A R S A L , 369.
(114) Cengizi han s e ç m e k istiyenlerizı sözJeri için bk; MGT, 57.
(115) V E R N A D S K Y , George; Cengiz Han Yasası. Türk H ukuk Tarihi Derg.
I. 1944 s 119.
(116) S P U L E R , 421.
îslâm devletine bu yetki başka sistem lerden geçm iştir ve Is­
lâm hukukunun temel ilkelerine aykırı olarak gelişmiştir.
Halbuki Türk - Moğol devlet anlayışında bu, hüküm darın te­
mel haklarına uygun, tabiiî b ir yetkidir. Demek ki Türkler
îslâm medeniyeti çerçevesine girerlerken hüküm darın bu yet­
kisini tanıyorlardı. O sıralarda İslâm kam u hukukuna gir­
mesi ve yerleşmesi tam am lanm ış olan siyaseten kati kuru-
m unu bu yüzden norm al karşılam aları gerekir. Nitekim ile­
ride kurulan Türk - İslâm devletlerinde, Abbasi İm parator­
luğundan geçmiş bu kurum rahat ve gayet tabiî olarak uygu­
lanm ıştır. Bu uygulanmayı bütün Türk - İslâm devletlerin­
de görmek ve binlerce örnek gösterm ek kabildir. En ileri
Türk - İslâm devletlerinden..birisi sayılan...B üyük Selçuklu
İm paratorluğunun m eşhur veziri N i z a m ü l m ü l k (doğ:
1017-1092/408-485), devletinin kam u hukuku hakkında yaz­
dığı m eşhur eseri olan «Siyasetnâme»sinde 117, herkesin pa­
dişahın gazab ve cezasından korktuğunu, padişahın b ir kim­
seye gazab etmesi hâlinde boynunun vurulm asını veya baş­
ka cezalar verilmesini emredeceğini anlatarak hüküm darın
bu yetkisini gayet tabiiî b ir şekilde kabul etm iştir. Eserde
«Siyaset» kelimesinin, ölüm cezası şeklinde kullanıldığı gö­
rülm ektedir ” 8. Kendisi hüküm dara, hele büyük m em urlar
için bu ceza yetkisini biraz m erham etli bir şekilde kullanm a­
sını, çünkü her insanın hata yapabileceğini, m üsam ahanın
padişahın bir lûtfu olduğunu tavsiye etmekteyse de 119, o da
sonunda siyaseten katledilm iştir 12°.

Osmanlı İm paratorluğunun tam anlamı ile m urisi ol­


muş 121 Anadolu Selçuk devletinde de siyaseten katlin mevcut
bulunduğu anlaşılm aktadır. A l â ü d d i n K e y k u b a d ( ö i :
1237/634) gibi bu devletin her yönden en büyük hüküm darı
bile değerli devlet adam larını sık sık katlettirm iştir. Ondan
önce başlıyan bu kötü usûl oğlu II. G ı y a s ü d d i n K e v -
h u s r e v zam anında da sürm üş, bu hüküm dar, S e y f ü d -
d in Ay b e k , Z e y n ü d d i n B a ş a r a , M ü b a r i z ü d -

(117) N İ Z A M Ü L M Ü L K , Siyasetnâme. (Ç ev : ÇAVDAROĞLU, Mehemmet


Ş e r i f ) . İsta n b u l 1954.
(118) Ay. eser. 41, 154. vd. t
(119) Ay. eser. 142. \
(120) Bk; W E İ L III, M aonheim 1851. s 53.
(121) Bk; K Ö P R Ü L Ü , Bizans, 2X2.
din B eh ram şah , Bahaüddin Kutluca, Ta-
c ü d d i n P e r v a n e gibi tecrübeli, hizm et görm üş beyle­
rin i ö ld ü rtm ü ştü r 122. Anadolu Selçuklarm da daha pek çok
siyaseten kati örnekleri gösterilebilir.
Bu bölüm ü b itirirken, söylediklerim izden m eydana ge­
len kan aati belirtm em iz gerektir : Siyaseten kati b ir hukukî
k urum olarak Abbasiler zam anında ortaya çıkm ıştır. Bu ku­
ru m çeşitli köklerden gelm iştir. İslâm dan önceki Arap gele­
nekleri 123 Em eviler devrinde kısm en uygulanm ış, sonra do­
ğunun h ü k ü m d ara m utlak egemenlik tanıyan Sasanî ve Bi­
zans gelenekleri ile Arap k ü ltü rü n ü n birleşm esi, tarih î ve sos­
yal âm illerin de etkileri ile siyaseten kati kurum unu İslâm
h u k ukuna sokm uştur. İslâm m edeniyetine giren Türklerde
de, zaten daha önce h ü küm darın böyle b ir yetkisi tanındığın­
d an k u ru m derhal benim senm iş ve Osm anlı Devletine gelin­
ceye k ad ar b ü tü n T ü rk - İslâm devletlerinde yaşam ıştır. Yok­
sa, siyaseten k atlin yalnız T ürk - Moğol sistem inden geldiğini
de ortaya atm ak 124 son derece tek taraflı b ir hüküm olur.
Köklerini b u şekilde kısaca belirtm eğe çalıştığım ız siya­
seten katlin, Osmanlı Devleti içinde geçirdiği gelişimi artık
incelemeğe geçebiliriz. Y ukarıda sathî bir şekilde dokundu­
ğumuz bazı meselelere, bu arada hüküm darın bu yetkisinin
m ahiyetinin incelenm esine ve çözüm yolu aradığım ız diğer
so rulara d a cevap vermeğe uğraşacağız.

(122) U Z U N Ç A R Ş I L I , İsmail Hakkı: O sm an lı T arihi I. 2 B a sı. Ankara


1961. s 8, 9.
(123) B u görü ş için bk; W E İ L II, 95 not 1.
(124) J O R G A , N . H is to ir e d es E ta ts B alkan iq u es. Paris 1925. s 25. K Ö P R Ü L Ü
B izans, 175'den naklen.
İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI KAMU HUKUKUNDA PADİŞAHIN YETKİLERİNİN


GELİŞMESİ VE BU GELİŞMENİN İSLÂM CEZA HUKUKUNDA
ÖLÜM CEZASI BAKIMINDAN İNCELENMESİ

I — GENEL OLARAK ŞERİAT VE ÖRFÎ HUKUK

Şimdiye kadar yaptığımız açıklam alarda siyaseten kat­


lin, doğrudan doğruya İslâm hüküm darının yetkilerine bağ­
lı olarak gelişen bir kurum olduğunu, İslâm ve T ü rk -İslâm
devletlerindeki köklerini, belirttik. Fakat hüküm darın bu
yetkisinin İslâm hukuku bakım ından tahlilini yapmadık, İs-
lâmm anlayışına aykırı olarak geliştiğini söylediğimiz bu ku­
rum, tam anlam ı ile bir teokrasi olan bu devletlerde, acaba
niçin yerleşmiş ve yaşam ıştır ? K urum un bağlı olduğu hü­
küm darlık yetkisinin bu bakım dan mahiyeti nedir ? En önem­
lisi, siyaseten kati, uygulanmasının sonucu ölüm cezasına
m üncer olan bir hukuk kurum udur. Bu yüzden İslâm ceza
hukukunun bir parçası sayılabilir mi, sayılamaz mı ? Bütün
bu önemli meselelerin incelenmesi, tâbir caiz ise, tezimizin
«nazarî» bölüm ünü teşkil etm ektedir.
Tarihî gerçeklere dayanmıyarak yalnız idealler üzerinde
düşünen yazarlar, İslâm hukukunun Atlas kıyılarından Çin s ı­
nırlarına kadar değişmez bir sistem olduğunu iddia etm ek­
tedirler. Bu iddia, tarihî zihniyet ile asla bağdaşamaz \ Bu
görüşün belki şu şekli doğru olabilirdi : K ur anın esasları
hiçbir yerde değişmez. Fakat bu da bize İslâm hukukunun
gelişimi bakım ından bir anlam belirtm em ektedir. Gerçi bıı
hukuk, kaynağını kitap ve sünnetten alm akla beraber, ileri­
de pek çok hukuk sistem lerinden m üessir olmuş, içtihadın bu

(1) K Ö P R Ü L Ü , Ortazaman, 53-54.


sistem lerin k urallarını alm ası ile kitabın çizdiği çerçevenin
çok dışına çıkm ıştır. Bu yeni çerçeveyi vücude getiren un­
su rlar içinde kitap ve sünnetin payı, v. K r e m e r ’in çok za­
m an önce söylediği gibi, ancak yüzde b ir d ir 2.
Bu belirttiğim iz hâl, bilhassa kam u hukuku için çok
doğrudur. K u r’anda kam u hukukuna ait hem en hem en bel­
li b ir nokta yok g ib id ir3. Peygam ber zam anında uygulanan
usuller, o devirde yeter gelmişse de, ilerisi için yetersiz ve il­
kel b ir şekil a rz e tm iş tir4.
K anonik İslâm hukukuna «fıkıh» denir. F ı k ı h ve Ş e
r i a t zam an zam an aynı anlam da kullanılm ışlardır 5. Buna
rağm en şeriat geniş b ir alanı kapsar. Günlük hayatın hem en
b ü tü n olayları ,bu arada hukukî m ünasebetler de, şeriatçe dü­
zenlenir. Şeriatın kaynağı herşeyden önce, Allahtır ö. Bun­
dan sonra sünnet gelir. Peygam berin ölüm ünden sonra da
şeriat, b u kaynaklardan saptırılm adan g eliştirilm iştir7. Kay­
naklarda değişiklik olm am akla beraber, şeriatin de zam a­
na uygun b ir hale geldiği şüphesizdir. B una rağmen, naza­
rî b ir sistem olarak, şeriat, dinî m ahiyetini asla kaybetm e­
m iştir 8.
K itabın, dolayısı ile şeriatın kam u hukuku alanında esas
prensipler koym adığını belirtm iştik. Şu hale göre ülkesini
şeriat esaslarına göre yönetm ek zorunda olan İslâm hüküm ­
darının, bu konuda ne kadar büyük güçlükler çekeceğini söy­
lemek gereksizdir. Daha ilk halifelerin, fethettikleri yerlerin
idare sistem lerini benim sediklerini, yukarıda birinci bö­
lüm de belirtm iştik. Bu şekilde kabul edilen «pratik esaslar
ilkönce dine m âl edilmiş, sonraları Dünya işlerine dair dinî
esasları sistem leştirm ekle meşgul hukuk ulem ası da, her sa­
hada, daha ziyade tesiri altında kalm ış oldukları bir mem le­
ketin şartların a göre ayrı rey ve içtih atlard a bulunm ak su-

(2) Bk; ay. yer.


(3) B A R K A N , Ömer Lütfi: Kan u n -n âm e İA V, s 185; KRAELITZ-
GREIFENHORST, Fricdrich: K an ûn -nam e Sultan M e h m e d d e s Ero-
re S. M itteilungen zur o sm an isch en G esch ichte. Wien 1922. s 13.
(4) B A R K A N , 685; ayrıca bk, H A R T M A N N , R. , 62
(5) S C H A C H T , J o s e p h ; Shari'a. H an dw örterb uch d es İslam . Leiden 1941
s 673.
(6) Ay. yer; N A L L I N O , 545. :
(7) S C H A C H T , 674.
(8) K Ö P R Ü L Ü , O rtazam an, 54. .
retı ile İslâmî usul ve idare kaidelerinin çeşitlenmesine se­
bep olmuşlardır» 9. Böylece hüküm darlar, kam u zarureti ve
iyi geleneklere uymak mülâhazası ile 10, şeriatın açıkça karşı
gelmediği hususlarda herhangi bir kural ile bağlı kalm adan
kanun çıkarm a yetkisini kazanm ışlardır Bu şekilde, yo­
rum lanabilir 12, kodifiye edilebilirıs, fakat asla değiştirile­
mez ve eklenemez o la n 14, şeriat'm yanında, bizzat onun açık
bıraktığı kapıların arkasında, ayrı bir ö r f î h u k u k teşek­
kül e tm iştir15. Bu ö r f kelimesi, âdet (gelenek) değil, «hü­
küm darın kendi yetkisine başvurularak çıkartılan kanun» an­
lamına gelmektedir.
Bu hukukun meydana gelişinde bizatihi şeriatın da ba­
zı prensiplerinin körüklemesinin..rolü..olduğunu düşünmek
m üm kündür. İslâm da din ile siyasetin biribirinden ayrılm a­
mak, bilâkis içiçe geçmek sureti ile geliştiğini belirtm iştik.
Fakat buna karşılık, daha Peygamber zamanında îslâm da
yargı ve idare kuvvetleri biribirinden ayrılmıştı. H. M u ­
h a m m e d , devletinin ilk ili olan Y em en e damadı A l i 'yi
vali, Medineli eski arkadaşı Mu ' a d b i n G e b e l ’i yargıç
olarak tâyin e t m i ş t i B u şekilde hristiyanlığm ilk devir­
lerine tam am en z ı t 17 olarak, îslâm da yargı ve idare biribi­
rinden ayrılmıştı. Kanaatımıza göre bu, son derece önemli
bir olaydır. Bu şekilde hüküm darlar yalnız dinî kurallara
göre hükmeden kadı mahkemelerinin yanında daha serbest
ölçüler içinde hükmeden dünyevî mahkemeler ( e n n a z r - i
f r l m e z a l i m ) kurabilmişlerdir. Böylece, kadı'm n huzu­
runa gelmesi sakıncalı olan ve m aslahat bakım ından çabuk
Içarar verebilecek bir kuvvetli hüküm et adammca hükmedü-
mesi, gerekli davalar bu mahkemelerin önüne gelmiştir. Bu
durum da her iki çeşit yargılama tarzı bütün İslâm ülkele­
rinde yanyana yaşamışlardır. Şer'î hukukun, idarenin yargısı

(9) B A R K A N , 185. ;
(10) Ay. eser, 186.
(11) H O R S T E R , Paul: Zur Anwendung des Islamischen Rech ts ım 16 Jahr-
hmıdert. Stuttgart 1935. s
(12) Ay., essy, 5.
(13) K R A ^ L I T Z - G R E İ F E N N H O R S T , 13 >;
(14) Ay. ^ H O R S T E R , 5.
( 1 5 ) B ^ R Î ^ 4 N , 185, N A L L I N O , 559; İ N A L C J ^ , Halil: Osmanlı Hu-
AÜSBFD X III, sayı 2. 1958. s 102." ‘
( 16) A . , 267-268. ' \
(17) Ay. W- '
üzerinde, şeriate uygun olarak sürdürm ek istediği kontrol
X. Yüzyılda iki defa başarısızlığa uğram ıştı. Çünkü şeriatın
b u kontrolü yüzünden devlet kudreti zayıflıyordu. İdarenin
serbest ceza verm e yetkisi o kadar verim li olm uştur ki, Tu-
lunoğulları zam anında Kahire bir aralık yedi yıl kadısız kal­
mış ve onun işini dünyevî m ahkem eler görm üştür 18. Mezalim
m ahkem eleri böylece dinî y a rg ı-id a re ayrım ından faydalana­
ra k derhal gelişm iştir. Kelime anlam ı ile mezalim, «kuvvete
başvurularak yapılan adâletsizlik» 19 dem ektir. Böylece bu ta­
rif, b u m ahkem elerin prensibini belirtm ektedir. Yargıçları­
nın yetkileri sınırsızdır ve mezalim m ahkem eleri halifenin
(h üküm darın) yargı kuvvetinin kendisidir, halifenin icra
kudretinin m eşrû b ir parçasıdır 20. Birinci bölüm deki açık­
lam alarım ıza uygun olarak, Sasanî kurum larm dan alınm ası
m uhtem el o la n 21 b u m ahkem eler ile hüküm darlar rahatça
örfî hukuku geliştirm işlerdir.
îslâm daki dinî y a rg ı-id a re ayrım ı idarenin bu söyledi­
ğimiz serbestliğini sağlam akla, devlet yapısını önemli bir
şekilde geliştirm iştir. H alifelerin artık yalnız b ir sembol olup,
k u d retin em irlere geçtiği ve ondan* «menşur» alınarak ege­
m en olan ayrı ayrı birçok devletler kurulduğu vakit b u yar­
gı - idare ayrım ı bilhassa önemli olm uştur. Daha çok Türk -
İslâm k arak teri taşıyan bu devletlerde dinî m erci halife ol­
muş, dünyevî yetki hü k üm darda kalm ıştır. B u h a life -h ü ­
k ü m d arlar ayrılm ası ile sanki b ir çeşit dinî yargı - idare ayrı­
m ı yapılm ış, hü k ü m d ar dinî kuralların baskısından daha
fazla kurtulm uş, böylece T ürk egemenleri kendi eski idare
geleneklerine daha iyi sarılm ışlardır. Sonuç itib arı ile örfî
hukukun daha elverişli şartlar altında geliştiği ileri sürülebi­
lir. Nitekim XIV. Yüzyılda, şeriat hüküm lerine riayetle meş­
h u r olan, Türk aslından M e l i k N u i z z ü d d i n H ü s e ­
y i n K e r t ’in, Herat'ta birçok şer'î olmıyan kanunlar koy­
duğunu ve b u n lard an b ir bölüm ün XV. Yüzyıl sonunda
bile halâ uygulandığını b iliy o ru z22. Türk geleneklerinden ka-

(18) Bu h u su sla r için bk; M E Z , 222-223.


(19) G R Â F , Ervyin: P ro b le m e d e r T od estra fe im İslâ m , ZVR, sa y ı 59. 1957. s 113.
(20) Ay. yer.
v (21) Ay. yer. ' ..............
V -■ » (22) $ * w l a t s h a h , T he T a d h k îra tu ■Şh-ShŞŞŞm . -fef E- B R O W N E ,
■ I8& . s. 269. K Ö P R Ü L Ü , OrM&ptut* 66, ’f/L f&feten.
m u hukuku alanında faydalanan23 ve çok realist olan devlet
kurucuları samimî m üslüm anlar olmakla beraber, kam u m en­
faati bahis konusu olduğu zaman îslâm. hukukçularının ha­
yalî sistem lerine de değer vermemişler ve eski hukukî gelenek­
lerine göre serbest im paratorluklarını kurm uşlardır 24. Böy­
le d in -siy aset içiçeliğine rağmen, şeriatin düzenlemediği
kam u hukuku alanında örfî hukukun doğumu kolaylaşm ıştır.
Bu prensiplerin ışığı altında idare de kendisine göre cezalar
verebilm iştir. Doğunun m utlak egemenlik anlayışının da et­
kisi ile, idarenin «pek çok hallerde hakiki veya m efruz suç­
lar için, indi bir surette zâlimâne ve barbarcasına» 25 cezalar
verdiğini de söylemek m üm kündür. Fakat siyaseten kati de
dahil olm ak üzere,.örfî hukuka dayanılarak, norm al hüküm-
darlarca verilen cezaların yukarıda açıklamağa çalıştığımız ta­
rihî ve hukukî zaruretlerden çıktığı bellidir.
Örfî hukukun bu gelişmesine karşı, şeriat İslâm devleti­
nin temeli olm akta devam ettiğinden, hukukçular tarafından
her ikisini bağdaştırm a gayretleri harcanm ıştır. Herşeyden
önce, halifenin (hüküm darın) genişleyen bu yetkilerinin kar­
şısında halkı itaatle ödevli kılmak gerekiyordu. îtaatin te­
mini ilkönce -Kur'anın IV. Suresinin 62'ci âyetine dayandırıl­
m ıştır 26. Surenin ilgili bölüm ü şudur : «Biz, her peygambe­
ri ancak Allah izniyle ona itaat edilsin diye gönderdik». Pey­
gambere, itaat edilince, onun vekili olan halifeye de itaat ge­
rektir. Halifenin vasıfları ne olursa olsun m utlak itaati sağ­
lamak için hadîs'e de başvurulm uştur. H i ş a m b i n O r -
w a - E b u S a l i h - E b u H u r e y r a 'dan nakledilen bir
hadîs şudur : «Benden sonra başka şefler sizi idare edecek;
onları dinleyiniz ve gerçeğe uygun hörşeye itaat ediniz. İyi­
lik yaparlarsa bu hem size hem de kendilerine hizmet olacak­
tır. Fenalık yaparlarsa, bu size hizmet edecek, lâkin onlara
zarar verecektir»27. İşte bu hadîs ile, K ur'an’m belirttiğim iz
hükm ü teyit edilerek, halifeye itaat tam b ir zaruret haline
getirilm iştir. Bu görüşler ileride tabiî daha da geliştirilmiş-

(23) B A R K A N , 185.
(24) KÖPRÜLÜ, Ortazaman, 72.
(25) Jü'YNBOLL, Th„ W : Azab. ÎA I, 81.
(26) MAWERDİ, Aboûl-Hasan Ali: Les S la tu ts G ouvernem entaux au
Regles de Droiı ct A d m in istratif (Fransızcaya çev : F A G N A N E .). Alger
1915. s 6.
(27) M A W E R D İ , 6.
tir. H er m üslüm an h ü k ü m d ara m utlak ita a t gerektiği, onun
kabiliyetsiz veya günahkâr olup olm am asının önem li sayılma-
dığı, zira böyle b ir h ü k üm darın varlığının, onun hiç mev­
cut bulunm am ası dolayısı ile çıkan anarşi halinden çok daha
hayırlı sonuçlar vereceği hukukçular tarafın d an ileri sürül­
m ü ştü r. Şeriat, b u prensibi öylesine benim sem iştir ki, Or­
taçağda bazı din bilginleri, âdil olm ıyan b ir halifenin etkisi
ile verilen kadı hüküm lerini bile m akbul saym ışlar, hele ile­
ride, dinî esaslara b aştan aşağı aykırı olarak, bu bilginler
halifenin dünyevî - siyasî kuvvetini tam am en kaldırm ışlar ve
onu sadece dinî başkan yapm ışlardır 28. Böylece şeriat a r­
tık, herhangi b ir şekilde (seçim veya kuvvet yolu ile) İslâm
toplum larım n başm a geçen h ü k ü m d arların em retm e kuvveti­
ni tan ım ıştır 29. Bu hüküm darların, kendi isteği olm adan az­
linin asla caiz olm adığı da kabul edilerek 30, zalim b ir hü­
k ü m d ara karşı nazarî olarak m evcut bulunan isyan hakkı­
n ın 31, fiilen hiçbir değeri kalm am asını da sağlam ışlardır. Çün­
kü hü k ü m d arın zalim olup olm adığı ancak şeriat'm tem sil
çilerin in , u le m a n ın kanaati ile belirir. Kuvvetli bir hüküm ­
d arın da ulem adan istediği gibi b ir «şeriata uygunluk» k ara­
rı alacağı açıktır. Bu önem li konu üzerinde ileride üçüncü
bölüm de duracağız.
Örfî hukuk hakkında u le m a n ın kanaati da tam anlam ı
ile teessüs etm iş değildir. İ b n i H a l d u n ' u n da dahil bu­
lunduğu b ir kısım ulem a, d ö rt m ezhebin herşeyi çözümledi­
ğine kanidirler. Bu ulem a'nm dışında k alanlar ise şeriat’m
sınırını geçen m eselelerde örfî hukukun caiz olduğunu be­
lirtm ekte, h a ttâ bazıları bunu d ö rt fıkıh kaynağı yanında be­
şinci b ir kaynak saym akta, bun lard an da bazılarına göre ö r­
fî hukuk, k ı y a s yolu ile konulan kanunlardan üstün tu ­
tu lm ak tad ır. Bazı fakîhler ise örfî hukuku, i c m a ile eş
tu tm a k ta d ırlar; bir kısm ı ise sadece zarurî olanları kabul
tem ayülündedirler. Genel olarak, fakihlerin, örfü gerekli
gösterdiği esaslar «İslâm cem aatinin hayrı ve selâm eti ile
adalet» prensibine dayandırılm aktadır 32. Şu halde, şeriat’
(28) H A R T M A N N , R „ 105-106.
(29) B İ L M E N , Ömer Nasuhî: H u k u k u îs l â m i y e ve Is tılâ h a tı Fıkhiyye
K a m u s u I H . İstan b u l 1951. s 439.
(30) H a n b e l i F ı k h ı n ı n g örü şü , ay. y e r ’d en naklen.
(31) Ay. yer.
(32) B u h u su sla r için bk; İ N A L C I K , Os. H u k . Giriş. 103-104.
m tem silcilerinin de örfî hukuku şeriata uydurduklarını söy­
lemek m üm kündür. Şimdiye kadar yaptığımız açıklam alara
dayanarak, diyebiliriz ki, bizzat şeriat ta hüküm darın örfî
hukukunun gelişmesini sağlayan bir etken olm uştur. H üküm ­
darın bu yetkisinin içinde olan «siyaseten kati» cezasının da
böylece hukukîleşmeğe başladığını söylemek kabildir. Bu hu-
kukîleşmenin mahiyetini ise ayni bölüm ün III. paragrafında
göreceğiz, zira daha önce Osmanlı padişahının bu yetkisinin
gelişme tarzı üzerinde fikir sahibi olmak gerekiyor.

II — OSMANLI DEVLETİNDE ÖRFÎ HUKUKUN GELİŞİMİ:

1) K u r u l u ş Devresindeki Gelişim:

Anadolu Selçukluları Devletinin batı sınırlarında, bu dev­


lete uyruk bir uç beyliği olarak gelişen Osmanlı Devleti nin,
kendisinin m urisi olan Selçuklular’m kam u hukuku gelenekle­
rinden çok geniş ölçüde m üessir olduğu şüphesizdir33. Gerek
Büyük Selçuk İm paratorluğunun gerekse Anadolu Selçuklu­
larının kam u hukuku kurum lan, Abbasî- Samanı, Gazneliler
veKarahanlılar aracılığı ile gelen Eftalit, G ö k -T ü rk ve Uygur:
nihayet her iki devletin asıl kurucusu olan Oğuz Türklerinin
kabile geleneklerinin etkisi ile meydana çık m ıştır34. Yukarı­
da, örfî hukukun doğumundan bahsederken de Türk - İslâm
devletlerinde hüküm darın yetkilerinin şeriat dışı gelişmesi­
nin nedenlerini belirtm iştik. İşte Selçuk kültürü aracılığı ile
eski Türk ve Oğuz geleneklerine mirasçı olan Osmanlı Beyliğin­
de de hüküm dar serbestçe hareket etmek im kânını bulm uş­
tur. O r h a n G a z i n i n (1324-1360/725-762) m alî alanda
serbest iradesine dayanarak kanunlar koyduğunu biliyoruz.
Fakat bu ilk - kurulm a devresinde kam u hukuku alanında he­
nüz şeriat'e bir hayli riayet ediliyordu. İlk vezirlerin hep ule­

(33) O sm anlı D evletinin 400 çad ırlık bir kabileden, kendi kendine doğduğu v e geliş­
tiği, tarihî ve sosyolojik kültüre sahip olm ası gerekli pek çok ilim adam larınca
iddia ed ilm iştir. Durum un böyle olm adığını, O sm anlı D evletinin tam am en
Anadolu Selçuk M edeniyetinin m irasçısı olarak geliştiğin i, o devirlerin ileri . İ s ­
lâm Anadolusunda hâkim Türk gelenekleri ile ilerlediği, tarihî ve sosyolojik d e­
lillerle K ö p r ü l ü tarafından isp at ed ilm iş v e bu ispattan sonra, O sm anlı
D evletinin kuruluşu m eselesi aydınlığa kavuşm uştur. Bk : K Ö P R Ü L Ü , Os-
m an h Devletinin K uruluşu. Ankara 1959.
(34) K Ö P R Ü L Ü , Ortazaman, 61.
m a sınıfından gelmesi ve bazı vakıflar b u fikre hak verdir-
t i r 35. Ancak devlet teşkilâtının genişlemesi ile daha I. M u -
r a d (1360-1389/762-792) devrinde, bizzat ulem a vezirler ta ­
rafından şeriat - dışı hukuk geliştirilm ek yolu tutulm uş 36,
I. B a y e z i d (1389-1402/792-805) zam anında artık pek çok
örfî k an u n lar konulm ağa başlanm ıştır. O k adar ki, bu yenilik­
ler sonucu, şeria t’m çiğnendiği iddiası genel b ir şikâyet hâ­
line geldi. I. B a y e z i d ' i ulem adan m eşhur M e h m e d
F e n a r î ’nin ikaz ettiği görülm üşse de,O, II. M e h m e d dev
rinde te k ra r edilen çeşitli hedefli (m sl; askerî am açlar; ule­
m aya yarıyan vakıfların devlet eline geçirilişi gibi) yenilik
hareketleri yapm ış, devletin yüksek m enfaatları, askerî ih ti­
yaçlar b ü tü n diğer endişelerin üstünde sayılm ıştır 37.

I . B a y e z i d devrindeki bu yetki genişlemesi ile, gene o za­


m an başlıyan başka b ir olay arasındaki paralellik son derece
dikkate değer. Bu padişah zam anında Osmanlı hüküm darın­
daki egemenliğin kaynağı üzerinde düşünülm eğe başlanm ış
ve devletin k u ru c u O s m a n B e y ’in, Selçuk sultam ta ra ­
fından halef seçildiğine dair telâkkiler m eydana çıkm ıştır 3\
Bu paralellik bize şu fikri verm ektedir : Osmanlı hüküm da­
rı otoritesini kuvvetlendirm ek, devletin idaresinde kendisi­
ne o rtak olan u n su rların 39 üzerlerine çıkarak iradesini kayıt­
sız olarak kabul ettirm ek, kanun koyucu şahsiyetini ortaya
çıkartm ak istem ektedir. Bunu yapabilm ek için de, kudretinin
m eşru b ir tem ele dayandığını ispatlam ası gerekti. Bu yüz­
den Selçuk sultanının tabiî b ir halefi olduğu iddiası ortaya

(35) İ N A L C I K , Os. H u k . Giriş, 107-108.


(36) M sl, D evşirm e K urum unun m eyd ana g elm esi b u k onu dak i en ö n em li m eseleler­
d endir. Bu ö n em li m eseleye, Vonum uzun m ü sa a d esi oran ın da ilerid e tem as ed e­
ceğiz.
(37) İ N A L C I K , Os. H uk. Giriş, 108-109.
(38) Bk; İ N A L C I K , O sm an lIlarda S altan at V e ra se ti Usulü ve Türk H â k im iye t
T elâkkisi ile İlgisi. AÜSBFD. X IV , 1959, sayı 1, s 77.
(39) D evletin k urulu ş zam an ınd a, feod al b ir y a p ı id areye h âkim di. Bey, kendi ira­
d esin i serb estçe ortaya koyam ıyordu . D evlet id a resin e bey kadar hâkim olan
ön em li b ir u n su r, «Ahi» lerd i.. (A h ilerin O sm anlı D ev letin d ek i rolü için bk;
KÖPRÜLÜ, Os. Dvl. K u ru lu şu , 89 v d , b ilh a ssa 91.). Ahî olan b irçok b ey ­
lerin h ük üm dar ü zerin de doğrudan doğruya e tk isi vardı. Bu b eylerin isteğ i o l­
m adan b irşey yap ılam azd ı. H ü kü m d arın b u k onu dak i tek silâ h ı, b eylerin ara­
sın d a k i rek ab etten faydalan m aktı. Bk. U Z U N Ç A R Ş I L I , O sm an lı D ev let t-
nin S a ra y T eşkilâtı. Ankara 1945. s. 41, 43. D evlet id a resin d e sö z sa h ib i o la n d i­
ğer u n su rlar iç in bk; K Ö P R Ü L Ü , Os. Dvl. K u ru lu şu . 73-110. P adişah, bu
u nsu rlardan ancak II. M e h m e d zam anında k u rtu lm u ştu r.
atılm ıştı. Böylece K a p ı k u l u O c a ğ ı n ı n kurulm ası ile
I. M u r a d zam anında başlıyan merkezi kuvvetlendirm e ar­
zusu, I. B a y e z i d ile bu gelişme safhasına girm iştir. Bu hü­
küm dar, daha sonra Mısır daki Abbasî Halifesinden menşur
isteyince, Osmanlı padişahları artık «Sultan» ve «Melik» un­
vanlarını da kullanmağa b aşlam ışlard ır40.
T i m u r ' u n Anadolu’ya girmesi ile başlıyan fetret dev^
rı, bu gelişmeyi geçici olarak durdurm uştur. T i m u r , Os­
manlı Devletini parçalayınca, devleti tekrar kurabilm ek için
kardeşler arasında süregelen mücadeleler, çeşitli zümrelere
ve unsurlara tâvizler verilmesini gerektirm iştir. I. M e h m e .1
(1413-1421/816-825) büyük güçlüklerle devletini tek rar kur­
duğu zaman, henüz I. B a y e z i d devrindeki görüşler taze-
lenmemişti. Onun oğlu II. M u r a d da (1421-1451/825-855)
henüz bertaraf edemediği tehlikeler yüzünden41 m utlak oto­
ritesini kuvvetlendirememişti. Buna rağmen bu m ühim hü­
küm dar, iç durum u yoluna koyduktan sonra T i m u r o ğ l u
Ş a h r u h 'un egemenliğini reddetmek, onunla eşit bir duru
m a çıkmak istem iştir 4-. Bu yüzden «Selçuk sultanının halefi»
olmak iddiası terkedilerek, Orta - Asya geleneğine daha uy­
gun bir 3^ol izlenmiş ve O s m a n G a z i ile kabilesini doğru­
dan doğruya O ğ u z H a n ' a bağlam ak çabasına girişilmiş­
t i r 43. Bu, hüküm darın yetkilerini arttırm ak için de daha el­
verişli bir yoldu. Çiinkü Türk-M oğol sistem inde hüküm ­
darlık doğrudan doğruya Tanrıdan geliyor. VII. - IX Yüzyıl­
larda GÖktürkler, Proto - Bulgarlar, Uygurlar’d&n kalan belge­
ler, yazıtlar ve kağanların unvanları, yalnız hanlık egemenliği­
nin değil, han'm şahsının da kutsal karakterini b e lirtir44. Hü­
küm darlar «kut» taşım aktadır. Bu telâkki m ilâttan önceki Han­
lar’a kadar çıkarılabilir. B i l g e K a ğ a n ve C e n g i z
H a n ’da da bu anlayış izlenebilir45. Bu telâkki böylece ş a -

(40) İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş. 89.


(41) Fetret devrinin tehlikeli k alıntıları olan Büyük ve Küçük Mustafa
olayları, H açlı teh lik esi yüzünden Rumeli'nin durum u gibi çok hayatî m eseleler.
(42) İ N A L C I K , Os. Salt. Veraseti, 79.
(43) Bk, ay. eser. 77-78, G ene, ay. yazar Os. Padişahı, 68.
(44) t N A L C I K , Os. Salt. Veraseti. 73.
(45) Ay. eser, 73-74. «Cengiz H a n , k en disini sem anın vek ili olarak h issed iyor
ve şam anlık nokta-i nazarına göre, sem ayı m ukadderatın âm iri olarak tanıyordu.
O sem anın em ri ile D ünyanın hâkim i olm uştur», MGT, H a e n i s c h ’i n ön-
s ö z ’ünden XLVI. Ayrıca Bk; S P U L E R , 188.
m a n i z m ’e b ağ lan ıy o r46. Bu şekilde, II. M u r a d devrinden
itib aren eski T ürk egemenlik anlayışı Osmanlı Devletine hâ­
kim olm uş ve bazı İslâm î m otiflerle süslenm ekle beraber ha­
life tarafın d an verilen egemenlik nazariyesi hüküm den düş­
m ü ş tü r 4'. O devir Osmanlı yazarlarında da bu tanrısal ege­
m enlik nazariyesini kabul ettirm e çabası görülüyor. Bilhas­
sa Osm anlı tarihlerinde, baş ta ra fta Osmanlı Ailesinin k ay ­
nağını O ğ u z H a n ' a dayandırm ak usul olm uştu 48. H erhan­
gi b ir h ü k ü m d ar soyundan gelm edikleri m uhakkak olan Os­
m anlı padişahları için yazılan bu silsilenâm eler, tabiî ki ha­
y a lîd irle r49. Padişahın yetkilerini a rttırm a k için gösterilen
bu gayretler ile varılan sonuçta, hiç şüphesiz T ürk devlet
geleneklerinin etkisi kabul edilm elidir. Böylece, O sm anlılarda
egemenliğin doğrudan doğruya T anrıdan geldiği nazariyesi be­
nim senm iştir 50. Bu nazariyeyi sonradan II. M e h m e d en
m ükem m el şekilde işleyerek m utlak Osm anlı m onarşisini k u ­
racaktır.
K uruluş devresinde Osmanlı hüküm darlarının, yetkile
rini arttırab ilm ek için yaptıkları çalışmayı, ve bu çalışm anın
ana tem a'sm ı gördük. Daha b u devirde örfî hukuk gelişme­
ğe başlam ıştı. N itekim F a t i h K a n u n â m e s i n i n ba­
sındaki
> «Bu kanun a t a m ve d e d e m kanunudur» ibaresi
II. M e h m e d ’den de önce örfî hukukun Osmanlı Devletin­
de m evcudiyetini gösterm ektedir.
K uruluş devresinde, T ürk-M oğol egemenlik anlayışına
dayanarak h ü k ü m d arın yetkilerini genişletm esi pek tabiî ko-
(46) İ N A L C I K , Os. S alt V e ra se ti, 76. Cengiz H a n , şem a n ı Teptenge-
r i ’n in etk isi altın d a id i. Bu şam an b irgü n C e n g i z H a 11 a şunları d ed i :
«M engü T anrı b ana em rini b ild irirk en bazaıı, d ev leti T i m u ç i n (C engiz) idare
etsin diyor, bazan da H a s a r y a p sın diyor». MGT, 163. Cengiz Han' i n
sem an ın b u em rin d en ürk tü ğün ü ve bir ta k ım ted b irler a ld ığ ın ı aynı sayfalar­
dan anlıyoruz.
(47) İ N A L C I K , Os, Salt. V e ra se ti, 80-81.
(48) Ö rnek olarak şu b elirtilen yerlere b a k ın ız : A H M E D î , D a'stân ve Tevârih -i
Mülûk-i Âl-i O sm an. (D üzenliyen; Ç İ F T Ç İ O G L U , N. A t s ı z ) . İstan b u l
1947. s 8; Ş Ü K R U L L A H , B e h ç etü tteva r ih . ( Ç e v : Ç İ F T Ç İ O Ğ L U , N.
A t s ı z ) , İsta n b u l 1947 s 51. D iğer İslâ m D evletlerin e bun u kabul ettirm e çab ası
da b u sayfada görüyoruz. O sm anlı A ilesin i O ğ u z H a n a bağlam a gayreti A ş ı k -
p a ş a z â ü e d e d e vard ır. Bk; A Ş I K P A Ş A O Ğ L U (A şıkp aşazad e) A h ­
m et A ş 1 k î : Tevarih-i Âl-i O sm an. (D ü zenliyen Ç İ F T Ç İ O Ğ L U , N. A t ­
s ı z ) İstan b u l 1947. s 93. S ırf b u am açla y a zılm ış eserler d e vard ır. M sl, bk;
BAYATLI M ah m ud oğlu Haşan: Câm-ı Cem-Âyin. (S a d eleştiren :
KIRZIĞLU, Fahrettin). İsta n b u l 1947.
(49) K Ö P R Ü L Ü , Os. D e v i K u ru şu lu , 23.
(50) İ N A L C I K , Os. Salt. V e ra se ti 81.
numuzu birinci derecede ilgilendirir. Yukarıda (Birinci Bö­
lüm III), bu Türk-M oğol egemenlik anlayışının, hüküm da­
ra, m utlak otoritesi sebebiyle Ölüm cezası verme hakkım ta­
nıdığını belirtm iştik. Örfî hukuku doğuran şartlar ve bu an­
layış biribiri ile mezcedilirse siyaseten katli kuruluş devre­
sinde Osmanlı Devletinde mevcut olduğu görülür. Ancak, bu
reaya içindir. Askerî sınıfın siyaseten katli İstanbul'un fet­
hinden sonra genelleşmiştir. Bu hususları ileride göreceğiz.

2)11. M e h m e d ve Osmanlı Devletinde


Padişahın Mutlak Yetkisinin Tam
Olarak T e s s ü s ü :
İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlı hukukunun kök­
lü bir gelişim geçirdiği bütün yazarlar tarafından oybirliği
ile belirtilm işse de, bunun mahiyetinin ne olduğu açık bir şe­
kilde tesbit edilm ejniştir 51. Bu gelişmenin Bizans örnek alı­
narak meydana geldiği gerçekten u z a k tır52. Hele çok hayalî,
Türklerin İstanbul'un fethine kadar kam u hukukları olmadı­
ğı, ancak fetihle bunun ortaya çıktığı 53 kabilinden iddialar
ise asla ciddiye alınamaz.
Fetihden sonra Osmanlı Devletinin geçirdiği gelişimde en
büyük yapıcı, bizzat II. M e h m e d ' i n (1451-1481/855-886)
şahsiyetidir. Fetih ile Türk - İslâm âleminde kazandığı büyük
otorite, ona örfî hukuku hâkim yere çıkartm a im kânını ver­
m iştir 54.
II. M e h m e d ’in ilk hüküm darlık devresi ve bundan son­
ra, asıl tahta çıkıncaya kadar olan safha, onun m üstakbel

(51) İ N A L C I K ,Os. Huk. Giriş, 110.


(52) Bu görüşü savunan en kuvvetli yazar, I o r g a ’dır. H akkım ızda verdiği pek
çok ob jektif ve dürüst hüküm lere rağm en, Osm anlı D evletini B izansm bir kop­
yası saym ası, eörüş sakatlığından değil, eserlerim Türkçe bilm eden yazm asıdır.
Bu kudretli tarihçi, eğer Türk kaynaklarından da faydalanabılse id i, şim diye ka­
dar çıkan en iyi O sm anlı tarihi yazılm ış olurdu. J o r g a ’ya gö?s, Osm anlı Dev­
leti her bakım dan B izan s’ın taklidi olm uştur. Hukuku, teşk ilâtı, saray gelenek­
leri, h er şeyleri B izan s’dsn gelm iştir, hatta «kanun» k elim esi bile R um ca «Canon»
dan alın m ıştır ( J O R G A . N; Essai de Syn theze de l ’histoire de l'h u m an iti II.
Paris 1927. s 560) dan ııakien. KÖPRÜLÜ, Bizans, s. 174. J o r g a ’nı n ü s-
m anii Devleti ile ilgili görüşleri için K ö p r ü l ü ’nün «Bizans» m akalesindeki bib­
liografya ve yazarın «Geschichte des Osmanischen Reiches. II. Gotha 1909» eserine
b akınız. J o r g a ’nm bu tezi K ö p r ü l ü ve İ n.a 1 c i k tarafından tamamen
çürültülm üştür.
(53) B İ S O U K İ D E S ’in görüşü : KÖ P R Ü LÜ , Ortazaman, 40 dan naklen
(54) İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş, 110.
siyasetinin ana h atların ı çizm iştir. B ilhassa Ç a n d a r 1 1
A i l e s i ile olan anlaşm azlığı onda m utlak im p arato rlu k şuu­
ru n u ve b u n u sağlam ak için kulluk prensibinin uygulanm ası
gereğini ilham etm iş olm alıdır 35. Bu yüzden, II. M e h m e d'in
ilk işi ik tid arın ı fiilen sınırlandıran Ç a n d a r l ı i l e savaşm ak r,îi
b u k u d retli veziri b e rta ra f ettik ten sonra devlet idaresinde
ro lü olan eski ailelerin nüfuzunu sona erdirtm ek olm uştur .
Ç a n d a r l ı H a l i l P a ş a olayım örnek b ir siyaseten kati
olarak ileride inceliyeceğiz. Şim diden şunu söyliyelim ki siya­
seten katledilen ilk vezir-i âzam, bu paşadır ve Osmanlı ta-
rinin bu ilk vezir-i âzam katli için II. M e h m e d pek çok
ted b ir ve tertib e ihtiyaç duym uştur. F akat bu nüfuzlu vezi­
rin katledilm esi, F â t i h ' i n otoritesini iyice arttırm ıştır. II.
M e h m e d , b undan sonra kul sistem ini geliştirm iş, vezir-i
izam larım hep kul aslından seçmiş (sonucusunu K a r a ­
m a n ! M e h m e d P a ş a hariç) ve bunlardan R u m M e h ­
m e d P a ş a i l e M a h m u d P a ş a y ı katlettirerek, Osmanh
h ü k ü m d arların ın artık kolaylıkla en büyük devlet adam ını bi­
le öldürtebileceğini gösterm iştir. Kul sistem inin ihdası, si­
yaseten katilde pek büyük b ir gelişm edir ve konum uzla ilgisi
ileride incelenecektir.
Bu şekilde, kendisinin karşısında kuvvet bırakm ıyan II.
M e h m e d diğer yandan vezir-i âzam 'm kudretini arttıra ra k
58 onu devletin tek âm iri haline getirm iş, ancak hüküm dar
karşısında rolünü hiçe indirerek devlet idaresindeki m erkez­
ciliği ve m utlaklığı daha da koyulaştırm ıştır.

I I . M e h m e d , bu yetkisinin nazariyesini de kurm ak iste­


m iştir. Şimdiye k ad ar elimize geçen kaynaklardan anlaşıl­
dığına göre, b u işi en iyi yapanlardan birisi T u r s u n B e ğ -
dir. Yazdığı «Tarih-i Ebûl Feth» 59 adlı eserinin giriş bölü­
m ünde örfî hukuku en iyi b ir şekilde anlatm ayı başarm ıştır.
Ona g ö r e 60 «insanlar en akıllı yaratıklardır. T abiatları
gereğince toplum halinde yaşarlar. t Bu hayatı sürdürebilm ek

(55) Ay. yazar, M e h m e d II, İA V II, s 507-511.


(56) Ay. yazar, ■Fatih D evri Ü zerinde V esik a la r ve T etk ik ler. Ankara 1954. s. 131-136.
(57) Ay. yazar. M e h m e d II. 511. .
(58) Ay. eser. 512; ay. yazar. O sm . Padişahı. 77.
(59) TURSUN BEĞ; Tarih-i E b û l Feth, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası,
Cüz 26-38 arasında tefrika edilm iştir. M. A r i f tarafından yayınlanm ıştır.
(60) T U R S U N B E Ğ , XXVI, 11-13 den özetlenm iştir.
için karşılıklı yardım a ve bunu sağlıyacak tedbirlere ihtiyaç
vardır. Bu tedbirler, düzenin esasıdır. İşte bu çeşit tedbirle­
re (sij^aset) denir, siyaset iki çeşittir:
(i) Tedbir (hikm et) esasına göre olursa, ona (siyaset-i İlâ­
hî) denir ki, şeriattan ibarettir. .
(ii) Tedbir (akıl )esasına göre olursa, ona (siyaset-i sul­
tanî) veya (yasag-ı padişahı) denir. Urefamızca bunun adı
(örf) dür. C e n g i z H a n yasası buna örnektir.
Bu her iki siyâset’in varlığı, padişahın vücuduna bağlıdır.
En önemli siyaset te İkincisidir. Çünkü; İlâhî kanunlar, kıya­
mete kadar âlemin m addî'm anevî düzenini sağlamağa yeter.
Fakat bunların dahi uygulanması padişahın varlığına tâbidir,
zira o olmaz ise insanlar gereği gibi yaşıyamazîar, belki tüm
m ahvolurlar ve düzen kalmaz. Bu sebepten, Tanrı, padişaha
itaati büyük-küçük herkese farz kılmıştır. Tanrının zatına
mahsus sıfatlar onda tezahür eder.... v. s.».
Bu fikirlerin ana kaynağı T u r s u n B e ğ değil, F a r â -
b î ve N a s î r ü d d i n T û s î ’dir. Fakat bilhassa örfî hukuk
hukuk üzerinde durulması, II. M e h m e d zamanında bu hu­
kukun büyük ölçüde gelişmesine yol a ç m ıştır61. Nitekim
Osmanlı Devletinin bilinen ilk kanunnâmesini II, M e h m e d
çıkartmış ve bundan sonra bu çeşit yazılı hukuk belgeleri bi-
ribirini kovuşturm uştur. Son derece genişleyen örfî hukuk,
ceza hukuku alanına da el atm ıştır ki, bunu aşağıda, III. Pa­
ragrafta göreceğiz.
II. M e h m e d , şahsında Osmanlı padişahı tipini yarat­
mış olan ilk hüküm dardır 62. Artık Padişah «hâkim-i mutlak»
olmuş, kam u hukuku tamam en onun iradesine göre düzenlen­
m iştir. Şeriat ise, yalnız özel hukukta hâkim kalabilm iştir “3.

3) 11. M e h m e d ’d e n Sonraki Gelişim:


II. M e h m e d 'in attığı kuvvetli temeller üzerinde m ut­
lak im paratorluk yapısı hızla yükselmeğe başladı. Her yeni
hareketin karşısında, eskiye bağlı olanların dikilmesi bir

(61) İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş, 126.


(62) Ay. eser, 68.
(63) Ay. yazar. Os. Huk. Giriş, 126; B A R K A N , 192.
sosyolojik kuraldır. Bu kural, II. M e h m e d ' i n ölüm ünden
sonra kendisini gösterm iştir. Nitekim , onun ölüm ünden son­
ra y e n i ç e r ile rin korkunç isyanı (1481/886), C e m S u 1-
t a n 'a iki yıl karşı gelmeleri ve bu süre içinde devleti tahak­
küm altında tu tm aları onun siyasetine kuvvetli b ir tepki ola­
rak kabul e d ileb ilir04. Bu devrede II. B a y e z i d ' i n (1481­
1512/886-918) tu ttu ğ u yol, haklı olarak yum uşaktır. Padişa­
hın m utlak otoritesini kuvvetlendirm ek için elverişli haller
kollıyan II. B a y e z i d , sonuçta, Devletin dik tatö rü kesil­
miş G e d i k A h m e t P a ş a y ı b ertaraf etm iş (1482/8875,
Ç a n d a r l ı H a l i l P a ş a ’nm oğlu İ b r a h i m P a ş a
(1498-1499/904-905) vezir-i âzam yapılarak, Osmanlı Devleti­
nin ilk geleneklerinin tek ra r ihyası yoluna gidilmişse de bu
kere devşirm eler p artisi ayaklanm ış ve durum dan faydala­
nan I. S e l i m başa geçm iştir (1512-1520/918-927).
I. S e l i m devrinde, Padişahın yetkisini ve itibarını da­
ha da a rttıra n en önemli olay, M ıs ır ın fethiyle (1517/923),
b u ranın sultanlarının H a d i m ' ü l - h a r a m e y n - i ş - ş e r i -
fe y n ünvanm m kullanılm ası ve eski halifelik alâm etlerinin
tasarru f altına alınm asıdır. Fakat bu devre ait belgelerin hiç
birinde, Osmanlı padişahının, Abbasî halifelerinin hukukî
halefi olduğunu gösteren b ir işaret yoktur 65. Çünkü halife­
liğin şartı olan «K u re yş kabilesinden olmak» Osmanlı padi­
şahlarında bulunm az. Bu yüzden ileride, I. S ü l e y m a n '
dan sonra Osmanlı padişahları « H a l i f e - i r u y - i z e m i n » ,
« H a l i f e - i m ü s l i m i n » ünvanlarım kullanm ışlarsa da 00,
tam anlam ı ile halife say ılam azlar67.

B una rağm en, Osmanlı sultanlarının kendilerini halife


saym aları, hüküm darlık ve devlet anlayışının şeriate gittikçe
daha uygun hâle getirilm esine yol açmış, b u hususta K e -
m a l p a ş a z â d e , E b u s s u u d gibi şeyhülislâm lar baş
nazariyeci rolünü oynam ışlardır. Osmanlı egemenlik anlayı­
şı, artık gittikçe evrenselleşen im paratorluk içinde, eski Türk
k arakterini kaybetm iş ve daha m utlak, daha m ücerret bir ha­
le gelm iştir. Buna paralel olarak hüküm darın şahsı da in-

(64) İ N A L C I K , M e h m e d II, 513.


(65) Ay. yazar, Os. Padişahı, 70; B k. H A R T M A N N , R. 36,106.
(66) İ N A L C I K , Os. P adişahı, 71.
(67) H A R T M A N , R. 106.
s a n -ü s tü bir mahiyet kazanmağa b aşlam ıştır68. Bu nokta
Türk-M oğol sistemine uygun görülür, fakat, esasında, tıpkı
birinci bölüm de göstermeğe çalıştığımız, eski Doğu egemen­
lik kavram ına doğru b ir gidiştir 69.
Böylesine artan kuvvet karşısında padişahın kanun ko­
yuculuk yetkisi de artık şeriat tarafından tam am en kabul edil­
m iştir. Ulema, şeriat - örfî hukuk ayrımım, şeriate uygun kabul
ederek padişahı o alanda tek bırakm ış ve bu hareket serbest­
liğini de bizatihi şeriat olarak desteklem iştir. Şeyhülislâm
P i r M e h m e d E f e n d i 'nin (öl : 1620/1030) şu fetvası dik­
kate değer : C i 1 â y-ı v a t a n (doğduğu yerden ayrılm a) ko­
nusunda, «bu makulede ululemre m üracaat olunur, nice me­
m ur ise öyle olur, nizam-ı memleket.için olan emri âliye itaat
vaciptir» 70 dem iştir. Meşhur K e m a l p a ş a z a d e de hü­
küm darın örfî yetkiye sahip olduğunu, bir esir meselesine
dair verdiği fetvada belirtm iştir. Fetvada «şer’an caiz değildir
ve hem men olunm uştur canib-i sultandan» 71 denm ektedir.
Şu hâle göre hüküm dar, ulema tarafından örfî hukukun ko­
yucusu olarak tanınm aktadır. Şeriat'ın tam anlamı ile hâkim
olduğu özel hukuk alanına dahi, hüküm dar iradesini kabul
ettirm ektedir 72.
îşte, II. M e h m e d ’den sonra yoluna giren bu gelişim­
de, Osmanlı padişahı, m utlak yetkilerini kazanmış ve bunu
şeriata da tasdik ettirm iştir. Şeyhülislâmlık m akam ı «şer i
m aslahat değildir, nasıl emredilmiş ise öyle hareket lâzım
gelir» şeklindeki fetvaları vasıtasıyla hüküm darın örfü ile çö­
zümlenen meseleleri yüksek bir devlet işi ve b ir siyasî mese­
le sayarak onları herhangi b ir tarzda cerh etm ekten veya ta r­
tışm aktan kaçınmıştır. Öyle ise Osmanlı Devletinde kam u hu­
kuku kuralları ve bunlar arasında bilhassa idareye ve teşkilâ­
ta ait olan nizam lar ile, bazı ceza işleri doğrudan doğruya pa­
dişahın iradesi ile düzenlenmiştir '3.
(68) İ N A L C I K , Os Padişahı, 71.
(69) Bk; H A M M E R , S taatsverfassung und S taatsverw altung II, 3-4.
(70) Î N A L C I K - A N H E G G E R , Robert : Kanunname-i Sultan-i ber mu-
ceb-i örf-i Osmanî 1956, s. X; Bk; İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş, 104.
(71) İ N A L C I K - A N H E G G E R , s X.
(72) Ay. Yer. not 11 de, şöyle bir fetva sureti daha bulunmaktadır : «Yirmi yıllık
alım davası şer’an istima olunur mu ? El cevap : Olunur, men olunmadıysa
canib-i şer’den» (Nuruosmaniye kütüphanesi No. 1967, s. 121 b). Burada, hü­
kümdarın «canib-i şer» olarak vasıflandırılması dikkate değer.
(73) B A R K A N , 192.
K am u hukuku alanındaki bu sınırsız kuvvet, teb anın ca­
nı ve m alı üzerinde, padişaha doğrudan doğruya tasarru f yet­
kisi verm iştir. Padişahın ölüm cezası verm e yetkisi tartışm a­
sız b ir şekilde kabul e d ilm iştir74. Ancak îslâm dininin ölüm
cezası hakkında koyduğu sıkı sın ırla m a la r75, padişahı bu ko­
n u d a şeriatla işbirliği yapm ağa zorlam ıştır. Böylece, hüküm ­
d ar kati em ri verebilm ek için ulem adan izin istem iş, ulema
da b u sefer «şer'î m aslahat değildir, nasıl em redildi ise öy­
le yapılsın» şeklinde cevap verm iyerek, bilâkis ekseriya bu
kati isteğinin «şer’i» olduğunu belirtm iştir. Şu hale göre,
h ü k ü m d arın örfî yetkisinin bu konuda, b ir istisna olarak şe­
ria tla birleştiği görülm ektedir. îşte, acaba, b u yüzden «siya­
seten kati» İslâm ceza hukukunun içine sokulabilm iş m idir ?
Hangi zaruretler, şeriat - Örfî hukuk birliğini sağlam ıştır ?
Bu çok önem li konuya şim di tem as edeceğiz.

III — ÖLÜM CEZASI BAKIMINDAN ÖRFİ HUKUK - CEZA HUKUKU


İLGİLERİ :

Siyaseten kati, b ir ölüm cezasıdır. Bu cezanın İslâm ce­


za h ukuku içinde sayılıp sayılam ıyacağım araştıracağız. Bu
araştırm ayı yapm ak için, ilkönce, İslâm hukukunda ölüm
cezalarının nasıl doğduğunu ve nasıl geliştiğini görm ek ve
ondan sonra hüküm darın örfî yetkileri ile bu cezanın nasıl
bağdaştırıldığını tesbit etm ek gerekecektir.

1) î s î â m Ceza Hukukunda Ölüm Cezası:


Bilindiği gibi İslâm hukukunun baş kaynağı K ur andır.
Diğer kaynaklar ondan sonra gelirler. Biz de b u sıraya uya­
rak, ilkönce K ur andaki ölüm cezalarını kökleri ile birlikte,
kısaca araştıralım .

A — K u r a n d a Ölüm C e z a s ı :
K ur'anda ölüm cezası kabul edilmiş, fakat sadece iki çe-
şitine cevaz verilm iştir : Yol kesm eden dolayı verilen ölüm

(74) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 239-240; ay. yazar, S aray T eşk ilâ tı, 50; D ’ O H S -


SON, Tableau General de l ’e m p ir e O th o m a n VII, Paris 1824, s 141-150.
(75) Bk : Giriş, not 1.
cezası ve kısas 7S. Şu halde, K ur'anda öngörülen diğer kurum ­
lar gibi, ölüm cezası da İslâm m ayrılmaz bir parçasıdır. Tıp­
kı inanç g ib i77. Kısas, Araplardaki eski kabile kanunu olan
«özel hınç » 78 yerine devletin bu konuyu düzenlemesi esası­
nı koymuş, eski gelenekte çok yüksek olan diyet m ik ta rın ı<s
makul hadlere in d irm iştir80. Yol kesmeden dolayı verilen
ölüm cezası ise bazı şartların tahakkuku ile infaz edilir 81.
îşte K u ran d a doğrudan doğruya ölüm cezası ile ilgili
em irler bunlardan ibarettir. Şu halde İslâm hukuku sistemi,
esas olarak Ölüm cezasını son derece az bir şekilde uygula­
m ak istem ektedir 82. Fakat kitabın bu İnsanî isteği ile yetin­
mek m üm kün olm am ıştır ve kitaptan sonra gelen kaynaklara
dayanılarak Ölüm cezaları genişletilmiştir.

B — Kur*an D ışı Kabul Edilen Ölüm C ezaları:

Peygamberden sonra, iki ölüm cezası daha ortaya çık­


m ıştır. Z i n a d a bulunanlara ölüm cezası verilm iştir; bir de
i r t i d a d Ölümle cezalandırılmıştır.

(76) Kısasla ilgili âyetler : «Ey inananlar, öldürülenler hakkında size kısas farze-
dilmiştir. Hüre karşılıklı hür, kula karşılıklı kul, kadına karşı kadın. Fakat
öldüren, kardeşinden azıcık bir affa nail olursa o zaman kısas kalkar... vd.»
(II, 178. G Ö L P I N A R L I 31-32). «Ve o kitapta onlara hükmettik ki cana
karşılık can.... kısas var. Fakat kim bağışlar ve hakkından vazgeçerese bu,
suçların yarlıganmasma sebep olur» (V, 45. G ÖL P I N A R L I , 130).. Yol kes­
me ile ilgili âyet. «Allaha ve Rasulüne savaş açanlarla, yeryüzünde bozgunculuk
etmiye kalkışanların cezaları ancak öldürülmektir, yahud asılmaktır...» (V, 33.
G Ö L P I N A R L I , 128). Ölüm ile ilgili olarak şu âyetlere de bk; II 84, 217;
III 145, 156; IV 29, 92; V 32; VI 140; IX 5; XVII 31, 33, XXIII 60.
(77) G R Â F , 121.
(78) Bu önemli konu için b k : WESTISCH, Milenko W ; Die Blutracbe bei
den Südlaven, ZVR sayı 8, 1889. s 435, 440; KOHLER, Josep: Über
das vo rislam itische Recht d e r Araber. ZVR ay. sayı, s 246, 247, 253 vd; H E L L ,
19 vd; W E L L H A U S E N , Rest. ar. Heid. 228 vd; J U Y N B O L L , H an d­
buch des İslamischen Geseizes, Leipzig 1910. s 284 vd.
(79) Bazen 100 deve bile çok az görülmüştür. HELL, 19-20.
(80) «Öldürülenin velisinin, akla ve örfe uygun olarak iyiliğe uyması, öldürenin de öl­
dürdüğü kişinin velisine güzellikle birşey vermesi kalır. Bu, rabbinizden hükmü
hafifletmedir, rahmettir», (II 178) «Ey aklı erenler, özü temiz kimseler,
korunmanız sakınmanız için kısasta size hayat var» (II 179) bk; G R Â F , 91.
Bu önemli hükümlere rağmen, özel hınç’a dayanan kan davası Araplar arasın­
dan tamamen kalkamamıştır. N I E B U H R , 32-34; K O H L E R , 253.
(81) Ü Ç O K , C o ş k u n : Osmanlı Kanunnâmelerinde İslâm Ceza H ukuku na ayk ırı
hükümler. AÜHFD. III, 1946, sayı 1. s, 144 v. d.
(82) Ay. eser, sayı 2-4., s 51.
K ur'an, zina suçunu cezalan d ırm ıştır83. Gayet açık bir
şekilde konulm uş olan bu ceza 84 üzerinde tabiî ve m antıkî
olarak h er çeşit tartışm an ın sona erm esi gerekirdi. Zira zi­
nanın cezası olan « 1 0 0 değnek» gayet açık ve en küçük bir
im adan uzak b ir şekilde konulm uştu. B una rağm en Ö m e r
zam anında sünnete dayanılarak sopa cezası yalnız m uhsen
olm ıyanlara hasredilm iş ve m uhsenler recm ile öldürülm e ce­
zasına çarp tırılm ışlard ır. Bu tip ölüm cezası M u s e v î h u ­
kukunun etkisi ile îslâm a girm iştir 85. Peygam berin recm
cezası uygulam ış olduğu hakkında nakledilen hadîslerin de
doğru olduğu kesin olarak tesbit edilem em iştir 86. Zina su­
çu bir hadd cezasını gerektirir, yâni karşılığı k itap ta tam ola­
ra k tesbit edilen beş suçtan birisidir. B una rağm en, K ur ana
aykırı b ir şekilde nasıl cezalandırıldığı dikkate değer. Sün­
n e tin , k ita b ’m hüküm lerini ilga etm esi düşünülem ez.
K itapta olmıyaıı ikinci ve son ölüm cezası, İslâm daıı
dönm edir (irtid ad ). İslâm dan dönenlere verilen ölüm cezası
E b u B e k i r zam anında ortaya atılm ıştır ve yeni îslâm
Devleti için son derece zararlı olan «ridde» olayını önlemek
için konulduğu şüphesizdir. Bu ceza da sünnete dayandırıl­
m ıştır, fakat en m akbul olmıyan sünnete. Bu sünnet altıncı
derecededir. Peygam berin bir arkadaşına veya çağdaşına
kadar gider, fak at bu kim senin b ir iddiasından öteye geçe­
mez 87. Bu ceza K ur'an ile çatışıyor. H attâ, bunun aleyhinde
gösterilen b ir âyet de vardır 88. F akat bu ibare, yalnız «ehli
k itap ları îslâm a zorlam am ak» a n la m ın d a 89 kullanılm ıştır,
îslâm ceza hukukuna sokulan bu ceza, K u ra n a aykırı olm ak­
la beraber, E b u B e k i r gibi büyük ve âdil b ir halife ta ­
rafından m ecburen b ir sünnete dayandırılarak, devletin yük­
sek m enfaati için kabul e d ilm iştir90. Devletin m enfaati için
(83) «Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer sopa vurun...» (XXIV. 2,
G Ö L P I N A R L I , 404). Sonraki ayette de cezalandırılm ışların bazı hakların­
daki kısıtlam alardan b a h is’ vardır. Açıkça görülüyor ki kitapta zina için ölüm
cezası hakkında bir îma bile yoktur.
(84) Zinanın cezalandırılm ası ile ilgili olay için bk, JUYNBOLL, H an db u c h ,
287-288.
(85) Ü Ç O K , Os. Ceza. H a k . I I I /l, 133; G R Â F 84, J U N B O L L , H a n dbuch,
301-303.
(86) Ü Ç O K , ay. yer.
(87) v. K R E M E R , İdeen , 141. •
(88) G R Â F , 116. «Dinde zor yok» (II 256; G Ö L P I N A R L I , 49).
(89) G R Â F , ay. yer.
(90) İrtidad için toplu bilgi, bk; K R C S M Â R I K , J o h a n n : B e itrag e zur Be.-
leuchtu n g d e s islam isch en S tra frec h ts. ZDMG LVIII, 1904. s 92 vd.
halife, bizatihi suç olmıyan fiiller, hattâ durum lar için, ceza
vermeğe başlam ıştır. Msl; Ö m e r , gayet yakışılık b ir ada­
mı, kadınları m ücerred güzelliği dolayısı ile son derece tah­
rik ettiği için sürgün e tm işti91. Zinaya da bu devirde ölüm
cezası verildiğini biliyoruz. İşte örfî hukuka önemli bir gi­
riş sayılan bu hareketler ile halife, ceza hukukuna el atm a­
ğa başlam ıştı. Ö m e r ’in bu hareketi, tabiî ki m utlak hali­
feler tarafından ilgiyle karşılanm ış ve, « Ö m e r ' i n sünnetin­
den» bahsederek yetkilerini genişletmek yoluna gitm işlerdir 92.
K u ra n dışı ölüm cezaları, ileride daha da genişletilmiş­
tir. Bu genişlemenin bizzat şeriatça yönetildiğini de kayde­
delim. Şeriat msl, K ur’an ’m bir harfinden şüpheleneni inanç­
sız saymış ve ölümle cezalandırm ıştır93. Peygam beri, küfür
değil, fakat sadece biraz gündelik tâbirlerle anm anın da akı­
beti bu idi. H attâ H. M u h a m m e d ’in eşi A y ş e ’yi anm a
da, ayni derecede genişletilmişti. Bu son ölüm cezası için bir
hadîs uydurulm uştur : « A y ş e 'ye hakaret eden, ölüm ce­
zasına çarptırılır». Yalnız, Peygamberin başka bir karısına
hakaretin ölüm ile mi yoksa dayakla mı cezalandırılacağı ule­
ma arasında anlaşmazlığa sebep o lm u ştu r95.. Zina hakkın-
daki cezaya dayanılarak anormal cinsi tem asların bazılarına da
ölüm cezası v erilm iştir96.
Bu bahis üzerinde durmamızın sebebini, şimdi açıkla­
mak yerinde olacaktır. K u ran ın açık hüküm leri, yalnız iki
tane Ölüm cezası kabul etmişken, daha İslâm ın ilk devirle­
rinde, iki ölüm cezası daha bunlara eklenmiştir. Zina hak­
kında K ur’anda yalnız sopa cezası hükm ü vardır ve bu açık
hüküm, sünnet ile değiştirilmiştir; öbürü, K u ra n la çatış­
m aktadır ve devlet menfaati zarureti ile konulm uştur. Şu
halde anlaşılıyor ki örfî hukuk, ceza alanında derhal geliş­
meğe başlam ıştır. Ölüm cezası da hemen Peygamberden
sonra, K ur’ana aykırı fakat şeriata uydurulm ak suretiyle
derhal konulmağa başlanm ıştır. Şeriat’m bu konudaki zaa-

(91) K R C S M A R I K , 99.
(92) Bk; Birinci Bölüm, not 33’e atıf yapılan olay.
(93) v. K R E M E R , Ideen, 249.
(94) Ay. eser, 154.
(95) Ay. eser, 163.
(96) TOURNAUW, Nicolaus v. : Das m u slim isch e Recht. Leipzig 1855.
s 234 vd; kşl, M E Z, 337. ’
fm dan, hük ü m d arın örfî hu k u k adına faydalanm ası m uhak­
k ak tır ve nitekim böyle olm uştur. Şimdi, Örfî hukukla İs­
lâm ceza h u k u kunun siyaseten kati bakım ından ilgilerinin
araştırılm ası gerektir.

2) T a ’ z i r - S i y a s e t İ l g i l e r i n in Konumuz
Bakımından Tahlili:

İslâm ceza hukuku, bazı suçlara değişmez, belli cezalar


tâyin etm ekle beraber, suç sayılan bazı fiillerin cezasını belirt­
m em iş ve bazen de, cezalandırılm ası gerekli filleri suç olarak
tesbit etm em iş, b u yüzden tabiî, cezalarını da koym am ış­
t ı r 97. İşte, «hakkında m uayyen b ir ukûbet, b ir hadd-i şer-i
m evcut olm ıyan cürüm lerden dolayı tatb ik edilecek ted'ib
ve ceza» ya ta ’zir denir. Fiilin dahi bazı hallerde suç olup ola­
m adığını yargıç tak d ir edebilir. Ta’zir’in önem ini uzun uzadı­
ya açıklam ak gereksizdir. «Bunun sayesinde ceza-i şe r’i ola­
rak vasıflandırılam ıyan bazı cezalar se rile ştirilir. Böylece
suçların cezaları daha iyi tesb it ve cezasız cürüm olm am ak te­
m in edilmiş» olur. İslâm ceza hukukunda başlı başfna
b ir bahis olan ta ’zir, büyük b ir uzm anlık dalı şeklinde geniş­
lem iştir 08.
Ta'zir hakkında yapılan şu kısa açıklam a, bize İslâm hu­
kukunun yargıca geniş b ir tak d ir yetkisi verdiğini belirtm ek­
tedir. Şim di bizim için m eselemizin ilk safhası şudur : T â’
zir olarak ölüm cezası verilebilir m i ? İlkönce bu safha üze­
rinde duralım .
T a’zir cezaları arasında ölüm cezasının da yer alıp ala-
mıyacağı m eselesi fıkıhçılar arasında çözüm lenm iş değildir.
Lehde ve aleyhde fikirler göze çarp m ak tad ır 99. T a’zir olarak
ölüm cezası verilemiyeceği fikrinde olanlar, şu prensipten
harek et e tm e k te d irle r: «Ta’zir cezası, aynı cinsten olan
h a d d cezalarını aşamaz» 10°. H add cezaları arasında ölüm
de bulunduğundan, b u prensibin tabiî b ir sonucu olarak hiç­
b ir zam an ta ’zir şeklinde ölüm cezası verilem iyecektir. Bu
(97) Ü Ç O K , Os. Ceza H u k u k u , 1948, sayı 1-4, s 48; J U Y N B O L L , H an db u ch ,
308. ’
(98) B İ L M E N III, 325-326.
(99) Bk; Ü Ç O K , Os. Ceza H u k u k u , IV, 51; A N S A Y , S a b r i Şâkir, Hukuk
T arih in de İ s l â m H u k u k u , 3 Bası, Ankara 1958, s 292-293.
(100) Ü Ç O K , ay. yer; J U Y B O L L , H a n d b u c h , 308.
fikirleri ikinci bir fikir ile de tamamlamak kabildir : İslâm
hukuku ölüm cezasına mümkün olduğu kadar az yer vermiş­
tir; bu yüzden ta ’zir prensibi ile ölüm cezası verebilmek İs­
lâmlığın bu İnsanî görüşüne aykırı olm aktadır 101.
Dogmatik İslâm hukuku prensipleri göz önünde tu tu ­
lursa, ta'zir yoluyla verilen cezanın hiçbir zaman ölüme ulaş-
mıyacağım kabul eden bu görüşe hak vermek kabildir. 0 za­
man pek tabiî, bu görüş sahipleri siyaseten katl’in klâsik İs­
lâm ceza hukuku prensipleri ile bağdaşamıyacağmı, yalnız
hükümdarın yetkisi içinde olduğunu kabul ederek konumuz
hakkında kesin hükme varacaktır 102.
Kanaatımıza göre bu şekilde hareket edilerek meseleye
tatm in edici bir çözüm yolu bulunamaz....İlkönce, dogmatik
prensiplere tamamen bağlı kalmamak, olayların doğurduğu
zaruretleri izlemek, bunun sonucunda uygulamaya göz atmak
gerektir. Eğer dogmatik prensiplere bağlı kalınsa idi, Kur*
anın dışında kabul edilen ölüm cezalarını İslâm hukukuyla
bağdaştırmak nasıl mümkün olabilirdi ? Halbuki, gördüğü­
müz gibi, zaruretler sebebi ile K ur’anın açık hükümlerine rağ­
men bu iki ölüm cezası kabul edilmiş ve hiç itiraza uğramadan
makbul ve hukukî ölüm cezaları olarak bütün fıkıhçılarca be­
nimsenmiştir. Ta'zir ile ölüm cezası verilip verilemiyeceği me­
selesini incelerken bu şekilde hareket edersek daha salim hü­
kümlere varılabilir. Bize kalırsa, ta'zir e dayanılarak Ölüm ce­
zası verilebilmiştir. Fakat «hadd cezalarını aşmamak» prensi­
bi yüzünden bazı zorlamalar yapılmış ve diğer ta'zir cezaların­
dan sapılmıştır. Bunu yakından görmek gerektir.
Ta'zir olarak ölüm cezası verilebileceğini kabul eden fı­
kıh kitapları mücerred ilâmdan başlıyarak tâ'zir çeşitlerini
saymağa başlarlar; yavaş yavaş şiddetlenen ta ’zir cezalarının
onbeşincisi olarak «katli» gösterir ve şöyle tarif e d e rle r:
«Bu da fesadı itiyad edib başka surette müncezir olmıyan her­
hangi bir şeririn öldürülmesinden ibarettir., ki memleket!e
fesada say' eden herhangi bir şahsm emr-i veliyülemr ile
siyaseten kati edilmesi demektir» 103.

(101) Ü Ç O K , ay. yer.


(102) Ay. eser, 52.
(103) B İ L M E N III, 329. Ayrıca bk; T A N E R , Tahir: Tanzimat Devrin de Ceza
Hukuku. Tanzimat I. İstanbul 1940, s 221.
Bu açık tarif bizi ilkönce, ta'zir - siyaset kavram larının
ilgileri üzerinde durm ağa götürm ektedir. Tâ'ziri biraz önce
tarif etm iştik. Siyaset kavram ı üzerinde de çeşitli yerler­
de durm uştuk, kısaca tek rar edelim : Konumuza göre siya­
set, «kam u m enfaati için alm an tedbirler» anlam ına gelmek­
tedir. Tarif itibarı ile «ta'zir» ve «siyasetin» biribirine son
derecede yakın kavram lar olduğu anlaşılıyor. Gerçekten
ta ’zir, İslâm ceza hukukunda belirtilmemiş, fakat zamana gö­
re suç teşkil eden fiillere karşı yargıç'm takdir hakkını kul­
lanarak ceza vermesi yâni, tedbirler alm asıdır. Şu halde tâ'
ziri, «ceza hukukunda yargıcın siyaseti» olarak tarif etmek
kabildir. Bu bakım dan ta ’zir ile siyaset biribirlerinin m üte­
radifidirler 104. Fakat, genel anlam ı ile siyaset, daha geniş
bir kavram belirtm ektedir. Siyaset, hüküm darın kam u m en­
faati yararı ile alacağı tedbirlerdir. O halde, her tâ ’zir ceza­
sı b ir siyasettir, fakat her siyasî tedbir ta z ir değildir . Böy­
lece ,siyaset, ta'zirden daha geniş bir kavram dır.
B urada örfî hukuk hakkında söylediklerimizi hatırlam ak
gerekiyor. Bu bölüm ün I. Paragrafında örfî hukukun nasıl
doğduğunu ve şeriat tarafından nasıl İslâm hukukuna uygun
bir hale getirildiğini görm üştük. Örfî hukuk, siyasetin ta ken­
disidir. Bu yüzden hüküm darın Örfî yetkisine dayanarak ce­
za alanım düzenlemesi gayet gayet tabiîdir. Bunu da «siya­
seti» ile yapacaktır.

İslâm ceza hukukunun bazı noktalarında eksik olduğu


m uhakkaktır. Nitekim bu yüzden yargıca ta'zir yetkisi veril­
m iştir. Ta’zire bırakılan bazı suçlar hafiftir. Bu yüzden ceza­
ları da hafiftir. Yüz boyamak, birkaç değnek vurm ak gibi.
Fakat İslâm ceza hukuku bazı çok önemli suçları da cezasız
bırakm ıştır. Devletin selâmetini büyük Ölçüde tehlikeye dü­
şüren fiiller gibi. Msl. casusluk, m em urluk Ödevini reaya son
derece zarar verecek kadar kötüye kullanm ak ve benzeri suç­
ların bugün bile cezası idam dır. O devirler için de bunların
ölümle cezalandırılm asından tabiî ne olabilir ? Bizzat İslâm
cem aatının m enfaati için bu fiiller m üstahak olduğu cezaya
çarptırılm alıdırlar. Prensip itibarı ile bu tam am en ta'zirdir.

Ancak ölüm cezası üzerinde İslâm ın hassaslıkla durdu­


ğu ve şeriat'm da ta'zir için hadd cezalarım aşm am ak pren­
sibini koyduğu düşünülürse, ta'zir olarak verilen ölüm ceza­
sını, daha başka bir statüye alma zarureti anlaşılır. Bilindiği
gibi ta'zir olarak verilecek cezayı kadı kararlaştırır ve o ceza,
ayni cinsten hadd cezasını aşamaz. O halde kadıdan daha yet­
kili ve örfî hukuk yaratmak kuvveti mutlak olan hükümdar,
kendi takdir hakkına, yani siyasetine dayanarak, ölüm
hükmünü verir. Nitekim ta'zir yolu ile ölüm cezası vermenin
usulü b u d u r105. Hükümdarın, böylece şeriatın «hadd ceza­
sını aşmamak» prensibi karşısında, örfî yetkisine dayanmak
sureti ile bizzat ta'zir kavramını genişlettiğim düşünmek ka­
bildir, zira ta'zir de şeriatın bir parçasıdır. Böyle bir geniş­
letme sonucunda «bizzat hükümdarın hükmü» ile Ölüm ce­
zasının infaz edilmesi, gerek şeriatin «hadd’i aşmamak» ge­
rekse «az ölüm cezası» vermek prensiplerine kısmen bağlan­
mak çabasından ibarettir.
Bu görüşümüzü uygulamanın desteklediğini söylemiştik.
Nitekim, uygulamada, ta'zir kavramının bu şekilde anlaşıl­
ması, bilhassa öîiim cezalarını çeşitlendirmiştir 106. Bu görüş­
ten mülhem olarak; Osmanlı kanunnâmelerinde ölüm ceza­
sının bulunduğunu görüyoruz. Ceza kanunnâmeleri îslâm hu­
kukunun ana prensibine dayanılarak, bütün imparatorluğa
ve her sınıfa şâmil yegâne genel kanun olarak konulmuşlar­
dır 107. İşte bu kanunnâmelerde şeriatın tesbit etmediği ta'zir
cezalarında, sultanın örfî hukuk yaratma prensibine dayana­

(104) Bk, B İ L M E M ay. eser.352.


(105) "Uygulama da bu şekilde gelişmiştir. Herhangi bir yerde siyaseten katledilmesi
gerekli bir kimse varsa, kadı bunu İstanbuîa bildirir; bu cezanın verilmesi uy­
gun görülürse, kadıya infaz için buyrultu gönderilir. Msl; «Babaeski kazasında...
beş kişi maktul olarak bulunmuş ve bunların... beş nefer İslâm tarafından kati
olunarak emval ve eşyalarının gasb olunduğu... beyan olunduğundan ve... merkum .,
ve arkadaşlarının sabıkalı güruhundan oldukları şuhudurı şahadetleri ile teyid
edildiğinden mucibi şer'isi em ri veliyülemre, müfeyyez olduğuna dair Babaeski
m ah kem esim den . BACVT A N 945. 20 Rebiulâlur 1177. (17 Eylül 1764) ve «Mü-
zevver hükümler yazan ve tuğra taklid eden M u s t a f a hakkında İstanbul Kadısı-
n m sicil sureti üzerine siyaset icrasına dair» buyrultu. BAMÜD N. 2 s 15-20 ’Rebi-
ulevvel 962 (2 Şubat 1555). «Bursadan gönderilen mahbuslardan sirkat ve kati
fiilini ikrar eden A h m e d hakkında siyaset icıası... kadıasker efendinin ilâmı üze­
rine » BAMÜD N. 2 s 161; 28 Zilkade 963 ( 3 Ekim 1555), İ b r a h i m ile oğlu
M u s t a f a y t boğup gömdüğünü ikrar eden A l i b i n M e m d u h h akkında
İstanbul kadısının sicili üzerine siyaset icrasına dair» buyrultu. BAMÜD N. 2.
s 58; Gurre - Recep 963. (Nisan 1555)., Ayrıca bk, BELGE N. 1 (TSA N. D/6919),
ve T A N E R , 221.
(105) G R A F , 99.
(107) İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş, 121.
rak bir takım açık kurallar 108, bu arada ölüm cezalan koydu­
ğunu görmekteyiz 109.
İşte bu şekilde, siyaseten katli, hüküm darın ta'zir hak­
kına 110 dayanarak verdiği bir ceza olarak kabul ediyoruz.
Bu yüzden, keyfiliğe kaçmadığı müddetçe, siyaseten kati, tıp­
kı K ur'ana aykırı olduğu halde şeriatça benimsenmiş zina ve
irtidad dolayısı ile verilen ölüm cezaları gibi, İslâm ceza hu­
kukunun m eşrû bir parçası sayılmalıdır. Osmanlı uleması
da bunu böyle kabul etm iştir 11T.
Genel olarak îslâm teokrasisinde, bu arada tabiî Osman­
lı Devletinde hüküm darın yetkilerinin m utlak olduğunu çe­
şitli bahisleri incelerken görm üştük. Bu m utlak yetki ile örf
(siyaset - ta 'z ir ) 112 hakkının kayıtsız şartsız tek elde top­
lanması şüphesiz, siyaseten kati cezasının kötüye kullanılm a­
sına yol açm ıştır. Zaten yuvarlak bir kavram olan «siyaset» in
de bu konuda aşırı b ir uygulamaya sebep olması tabiîdir. Bu
m utlak haklarına dayanarak İslâm hüküm darları, suç işleme­
dikleri halde «suç işleme tehlikesi» gördükleri kişileri, çeşitti
cezalara, bu arada ölüm cezasına çarptırm ışlardır 113. İşte İs-

(108) Ay. eser, 122.


(109) Msl; Kalp para basanların kadı hükmü alındıktan sonra idamı ve mallarının
müsaderesi hakkında II. M e h m e d devrindeki bir kanun. İ N A L C I K , Os.
Huk. Giriş, 123, II. M e h m e d devrindeki alim düzenlerinin aksayan taraflarını
gidermek için II. B a y e z i d zamanında bazı tedbirler alınm ış ve çıkartılan bir
kanunla, «Altını dışarıya kaçırmanın ve ayarını bozmanın» cezasının ölüm olduğu
belirtilmiştir. Bk, Î N A L C I K - A N H E G G E R , s XXIII ve 83. Genel olarak
kanunnâme ve II. M e h m e d kanunnâmeleri hakkında bk; B A R K A N , 186
vd; H A M M E R , Geschichte des osmanischen Reiches II. 2. ci Bası. PesLh. 1834,
850 vd; İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş; Î N A L C I K - A N H E G G E R ; KÖP­
RÜLÜ, Bizans, 187 vd, 281 vd; K R A E L I T Z - G R E I F E N H O R S T , 13
vd; Ü Ç O K , Os. Ceza H u kuku , IV, 52 vd V E L İ D E D E O Ğ L U , Hıfzı Veldet :
K an u n la ştırm a H areketleri ve Tanzimat, Tanzimat I, 154 vd ay. yazar : Fatih
Kanunnâmeleri. Siyasî İlimler Mec. XXII, sayı 257, s 209-213.
(110) T A N E R , 221, Bk, K R C S M A R I K , 557.
(111) Ulemanın, siyaseten katle ait verdikleri fetvalar, hükümdarın bu ta ’zir yetkisini
açıkça belirtmektedir. Msl; «Zeydin, zulüm âdet-i m ü ste m irre si olub, sa y i bil -
fesa d olduğu şer'an sa b it olu rsa em r-i veliyülem r ile katli m e şru m u d u r ? Elcevab :
M fijrâdur- A b d Ü T a h i m » , TSA. N. E/12078, «Zeydin adet-i m ü stem irresi
sain (sâi) bil-fesad olduğu ş e r ’an sa b it olub ve ibadullaha m azarratı icab eder
m evadd-ı m ü n k ira tm dahi ken du âan su d u ra tevatü ren isba t olundukta Zeyd
müfsid-i m e rk u m u n vech-i arzdan izalesiyçün katli m eşru m u d u r ? El cevab :
m e şru d u r emr-i veliyülem r m u nza m ise - M e h m e d » TSA N. E/12079. (Bu fet­
vaların tarihi yoktur). Fetva dergilerinde bu mealde binlerce fetva vardır. Fet­
va - siyaseten kati ilgisini ise ileride g ö r e c e ğ i z .
(112) Örf kelim esi Siyaset yerine de kullanılm ıştır, Msl : «E dirnekapı mahallesinde
m a k tu l bulunan D i m i t r i n i n katlinden maznun H a ş a n bin Ali hak­
kın da ö r f icrası». BAMÜD N. 2. s 20. 29 Rebiulevvel 963. (11 Ocak 1556).
(113) G R Â F , 99: Bk, B İ L M E N III. 352.
lâm hukukuna aykırı olan nokta asıl budur. İslâm hukukunda
temel «sadece bir şüphe üzerine kimsenin cezalandırılamıya-
cağı» 114 prensibidir. Mutlak iktidarın da sonunda bu çok ile­
ri 115 temeli çiğneyeceği, ve bu konuda da bizzat hukukçu­
ları kullanacağı a ç ık tır116.

3) G e n e l O l a r a k Siyaseten Katli Gerek­


tiren Haller:

İslâm ceza hukukuna uygun olarak, hangi hallerde siya­


seten kati cezasının verileceğim tamamiyle tesbit etmek, im­
kânsızdır. Biz şimdi, önemli gördüğümüz bazı siyaseten kati
hallerini kısaca sayacağız :.. ....................... ... ...
— Veliyülemrin meşru emirlerine, tevcihlerine, İslâm
hükümetinin kamu rahatı için çıkardığı kanun ve ni­
zamlara aykırı cürümler, çok ağır ise 117,
— Muhik olan bir veliyülemrin aleyhinde çalışarak onun
şeref ve şanını kıracak ve bu şekilde halkın rahatsız
olmasına yol açacak cürümler ns,
— Resmî makamlara gerçeğe aykırı ihbar ve gammazlık­
ta bulunanlar çeşitli ta'zir cezalarından sonra uslan­
mazlar ise 119,
— Memurluk nüfuzunu kötüye kullanan ve yargıç tara­
fından çeşitli ihtarlara rağmen bu hallerine devam
edenler 120,
— Kamunun selâmeti aleyhine çalışanlar (casuslar gi­
b i)121, ’

(114) v. K R E M E R , Culturgeschichte I, 459.


f 115) Prensibin devrine göre ne kadar üstün olduğu için bk, ay. yer. not 2.
(116) Bk; G O L D Z I E H E R , Muhammedanisches Recht in Theorie und Wirklıchkeit.
ZVR VIII, 1889. s 406-432. Bilhassa; T A N E R , 222.
(117) B İ L M E N III, 333, A b d u l l a h ’ın Fetvası «... padişahın ve şeriatın yasak
ettiği hareketleri mütem ekkiren yapanların siyaseten kaili meşrudur». TSA. N.
E/12079. Metni : BELGE N. 2. ’
(118) B İ L M E N , ay. yer.
(119) Ay. eser. 334.
(120) Ay. eser, 334-335.
(121) Ay. eser, 335; Şu olay dikkate değer. « I I I . M u s t a f a (1757-1773/1171-1187) bir
gün tebdil gezerken gördüğü sefaret tercümanlarından birisinin kimliğini incele­
miş, bunun kibar konaklarına giderek devlet esrarını öğrenip sefarethanelere ha­
ber verdiğini anlayınca hemen boynunu vurdurmuştu» N U R Î U T - T E V A R İ H
1173 senesi vukuatı arasında. U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 61’den nak­
len.
— Halkın malını çalanlar, etrafta zulüm yapanlar (eşkı­
yalar gibi) 122,
— Gayri m eşru nikâhlardan, m ukarenetlerden ve şenî fiil­
lerden m ünbais cürümlerde... eğer şenî fiilde cebir bu­
lunursa, bu hareketi... yapanlar 123,
— Kalpazanlık, devlet evrakında sahtekârlık cürm ünü
işleyenler 124, siyaseten katledilebilirler.
— Bazı hallerde, haklarında kısas icra edilmesi gerekli
failler henüz ölenin veresesi bir talepte bulunm adan,
siyaseten katledilebilirler; zira suçlunun bekletilmesi
daha başka önemli zararlara sebep olabilir 12°.

Daha pek çok hâl saymak kabildir. Tam anlamı ile bir öl­
çü vermek im kânı yoksa da « s â i b i 1 f e s a d » kavramına
uygun davranışları «şer’an belli olanlar» m siyaseten katli
m üm kündür. Sâi bilfesad, fesad'ı, kötülüğü yapanlar demek­
tir. Fetvalarda «sâî bilfesad», «devamlı olarak zulüm ve kö­
tülük yapıp zarar ika eden» anlam ında kullanılm ıştır 126. Fakat
bu tam anlam ı ile bir genel ölçü değildir.

H er iki bölüm de şimdiye kadar yaptığımız açıklam alar­


dan sonra konumuz hakkında şöyle bir genel kanaatin hasıl
olması m üm kündür. Siyaseten kat 1 İslâm ceza hukukunun dı­
şında bir kurum değildir. Doğuşu İslam a aykırı olmakla be­
raber, şeriat tarafından derhal hukukîleştirilm iştir. Hüküm ­
darın m utlak yetkisini kullanırken keyfîliğe kaçması halinde,

(122) B İ L M E N III, 336-339; Bk, ayni konuda, «Mehmed S a d ı k » . TSA N.


E/12079; « A b d ü r r a h i m » TSA N. E/12079; « A l i » TSA N, E/12079 fetva­
ları.
(123) «Niğdede reayadan k ü çü k bir kızı evine götü rüp fiiî-i şen'i icra ve istintakta iti­
raf ettiğin de., katlettirilen E s s e y i d A li’nin» BACVT A N. 1067. 15 Şevval
1232. (28 Ağustos 1816); Tamamen ayni mealde; BACVT A. N. 4796, Rebiulevvel
î 140 (Ekim 1727); Ayrıca bk; B İ L M E N III, 341.
(124) «... Kalb-zendin katli h usu sun da kü tüb-ü fetv ad a sarih m esele ideVan bulunm a­
m ıştır. Lâkin m ezburların kalb-zendliği ken diler bil-fiil işledikle ş e r ’an sa b it
olsa sâi bilfesad olmağla serlerini d e f i içün katilleri ferm a n b u yru lm akda beis
yoktur. Lâkin ş e r ’an sabit olm azsa tâzir-i şe did ve haps-ı m e d id lâ zım d ır - 1 s
m a i l » TSA N. E/12079. Ayrıca bk. yukarıda not 105'de BAMÜD s. 15.
(125) Bu konuda, A b d u l l a h imzalı enteresan bir fetvanın metni için bk; BELGE
N. 3 (TSA N. E/12079).
(126) «Sâi bilfesadın zuafaya zulüm etm ek âdet-i m ü ste m irre si olup - A b d u l l a h »
TSA N. E/12079; «tk a z-ı fitne ve zu lü m ve ezay-ı nâs m adde-i m ü ste m irre si olub
sâ i bilfesaâ olan Z e y d ’ i n - A l i » TSA N. E/12079. Tamamen ayni mealde fet­
valar, bk; « A b d ü r r a h i m » , «Mehmed S a d ı k » fetvaları, BELGE N.
14 (TSA N, E/12079) ve BELGE N. 16 (TSA, ay. N).
OSMANLI DEVLETİNDE SİYASETEN KATL

yukarıda söylediğimiz gibi, belki bir «hukuk dişilik» düşünü­


lebilir. Bu nokta, yapacağımız inceleme için mühim değildir.
Zira bu «hukuk dişilik» bahis konusu olduğu zaman bile, aşa­
ğıda göreceğimiz gibi, şeriat temsilcileri, siyaseten katli huku-
kileştirmeğe çalışmışlardır. B ir "hususun, kurum un teknik ba­
kımdan incelenmesinde önemi yoktur, ancak genel bir değer
hükmüne varılırken bahis konusu olabilir. *
Bu noktayı da böylece belirttikten sonra üçüncü bölüme
geçebiliriz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SİYASETEN KATLİN OSMANLI DEVLETİNDEKİ


GELİŞİMİNİN İNCELENMESİ

I — OSMANLI DEVLETİNDE TEB’ANIN DURUMUNA KONUMUZ


YÖNÜNDEN BİR BAKIŞ :

1) T e b ’ a n ı n D u r u m u n u n Konumumuz B ti­
k i m i n d an Ö n e m i :

Genel olarak b ir « aristokrat sınıf», Osmanlı Devletinde


yoktu. F akat «imtiyazlı sınıf» m evcuttu. B ütün kam u hizm et­
lerini ifa eden « a s k e r î s ı n ı f » , m illetin çoğunluğunu teş­
kil eden « r e a y a » karşısında bazı im tiyazlarla donatılm ıştı.
B unun sebeplerini incelem ek konum uzun sınırlarının dışında­
dır. Ancak siyaseten katilde her iki sınıf te b ’a, padişahın ira­
desi karşısında ayrı b irer statüye sokulm uşlardır. Dikkati çe­
ken nokta, siyaseten kati konusunda askerî sınıfın im tiyaz­
larının, teb am n lehine daraltılm ış olm asıdır. Bu önemli nok­
ta, aşağıdaki açıklam alarım ız ile belirecektir. B unu şim diden
söylememizin sebebi, Osmanlı Devletinde teb anın durum u­
n a niçin tem as ettiğim izi belirtm ek içindir.
Acaba padişahın iradesi, siyaseten kati bakım ından her
iki sınıfı niçin ayrı statülere dahil etm iştir ? B unu anlam ak,
ancak, ilkönce teb'am n durum una genel olarak göz atm akla
m üm kün olacaktır.

2) A s k e r î Sınıf:

A — Mahiyeti ve Şum u lü nü n G e l i ş i m i :
Osm anlı Devletinde « a s k e r î s ı n ı f » , yalnız asıl an­
lam ı olan « s a v a ş ç ı » ile kalm ayıp b ü tü n kam u hizmetlile-
rini içine alan çok geniş bir kavram çizm ektedir1. Padişah­
tan « b e r a t » alarak herhangi bir devlet hizmetine tâyin edi­
lenler « a s k e r î » olurlar 2. Böylece teşekkül eden bu geniş
sınıf m bilhassa vergi konusunda reayadan farklı bir çok im­
tiyazları vardır. İşte bu yüzden, çeşitli vergi kanunlarında bu
askerî - reaya ayrımı üzerinde titizlikle durulduğu görülür 3 ve
askerî sınıfı teşkil eden züm reler ayrı ayrı belirtilir. Msl, XVİI.
Yüzyıla ait bir resm-i kıymet kanunnâmesinde, «berat-ı şerif»
ile «hitabet, imamet, kitabet, cibayet, meşihât, nezâret, ciiz,
tesbih~han, vakf, mezrea, tekiye» ve benzerlerini tasarruf
edenler; «yaya, müsellem, yürük, tatar, canbaz, voynuk; sâ-
dat, m u t ’ak, kâtib, müdebber, doğancı, yuvacı, derbendci,
köprücü, çeltikçi, tuzcu, kadı, nâib, şehir kethüdaları, mü­
lâzım» külliyen askerî sınıftan oldukları gibi, bunların evlât­
ları ve eşi öldükten sonra reayadan birisine nikâhlanmış ol­
mamak şartı ile, zevceleri de askerî sınıftan sayılırlar, bun­
ların diğer yakın akrabaları ve kulları dahî ask e rîd ir4. Aske­
rî sınıfa girmiş olanlar, berât ve vazife alm adıkları zaman da
bu sıfatlarım saklarlar. Fakat mazuliyet hâli uzun bir süre
devam eder ve bunlar iş ve kazanç hayatına atılırlarsa, «askerî»
sıfatları kalkar 5.

Böylece tesbit edilen bu sınıfın çerçevesi zaman zaman


daraltılm ak istenm iştir. Sebebi ise, padişah beratı ile bir hiz­
met yüklenerek raiyyet rüsûm undan kurtulanların çoğalması
ve devlet gelirlerinin azalmasıdır. Bu yüzden, msl, XVI. Yüz­
yılda voynuk, yaya, müsellem, tatar, canbaz gibi sınıflar rea­

(1) « A s k e r î » kelimesinin niçin bütün kamu hizmetlilerini kapsadığını araştırmak


konumuzla ilgili değildir. Bu kelimenin kökü olduğu iddia edilen Farsça « L e ş -
g e r » (bk, İA I, 676, A skerj « Ç e r i » anlamına gelmektedir (FER H EN G t Ziya,
s 1745, Leşger). Gene bu kelimenin kökü olması muhtemel bulunan lâtince
« E x e r c i t u s » (İA, ay. yer) da tamamen ordu ve savaşçı ile ilgili askerî an­
lamlar belirtiyor Georges Ausführliches W örterbuch I, Lateinisch - Deutsch. 9.
Bası, s 2549, 2550). Asıl köklerinde idarecilikle ilgili hiçbir anlam bulunmıyan
«askerî» kelimesinin, Osmanlı Devletinde niçin bütün kamu hizmetlilerini içi­
ne aldığı, incelenmesi gerekli bir konudur. Kuruluş devresinde, devlet teşkilâ­
tının askeri amaçlar ve menfaatlar üzerinde temelleştirilışinin sonucu oalrak,
kelimenin bu geniş anlamı belirtmesi düşünülebilir.
(2) İ N A L C I K , O rmanlılar'da R aiyyet Rüsumu, Belleten XXIII, sayı 92, Ekim
1959. s 596.
(3) Bk, ay. eser. 594 vd.
(4) Ay. yazar. XV. Asır Türkiye İk tisa d i ve İçtim aî Tarihi Kaynakları. İst. Ün. İktisat
Fak. Mec., XV, Ekim 1953-Temmuz 1954. No. 1-4, s 53 not 9; ayrıca bk, ay. yazar.
R aiyyet R üsum u, 595.
(5) Ky. yazaT, Raiyyet Rüsumu, 595-596.
ya yapılm ışlar ve padişaha m ahsus özel hizm etler görenler de
bu işleme tâbi tu tu lm uşlarsa d a 6, yukarıda gördüğüm üz,
XVII. Yüzyıla ait b ir kanunnâm e voynuk, yaya, müsellem , ta ­
tar, canbaz gibi sınıfları tek ra r askerî saym ıştır. O halde as­
kerî sınıfın b ü tü n kam u hizm etlerini içine alan geniş b ir kav­
ram belirttiğini söylemek konum uz için yeter.

B — Ulemanın D ışın daki A skerî Sınıf (icraî askerî sm ıf).

a. M a h i y e t i :

Osmanlı M evzuatında askerî sm ıf u l e m a - u l e m a o I -


m ı y a n şeklinde b ir ayrım a tâbi tutulm am ıştır. F akat biz ko­
num uz bakım ından ulem ayı askerî sınıfın ayrı b ir bölüm ü say­
m aktayız. Gerçekten ulema, icra m evkiinde olan diğer askerî­
lerden pek çok b akım lardan ayrılır ve b ir ü st - sm ıf teşkil
eder. B unun nedenlerini daha ileride göreceğiz. Şim dilik yal­
nız böyle b ir ayrım yaptığımızı belirtm ekle yetinelim . Ulema
dışındaki askerî smıf, din adam ları dışındaki b ü tü n kam u hiz­
m etlilerini kaplam aktadır.

h. K u l Sistemi, Ortaya Çıkması, G e l i ş m e s i :

Osmanlı Devletine kul sistem inin girm esi pek çok bakım ­
lardan, b u arada konum uz yönünden, son derece önemli b ir
olaydır. K onum uzu ilgilendiren noktaları üzerinde durarak
bu olayı tahlile girişm ek gerektir. ,

O sm anlılarm Or h a n B e y zam anında sınırlarım geniş­


letm eleri, Avrupaya geçmeleri, b u yeni devletin askerî kuvve­
te olan ihtiyacını a r ttırm ış tı7. Fetihçi ırkın azlığı ve gitgide
a rta n savaşlar karşısında tükenm e ihtim alinin b u lu n m a sıg, ku­
ruluş devrinin basiretli devlet adam larına savaşta esir düşen
hristiyanlardan devletin hakkı olan 1/5 bölüm ünün İslâm laş­
tırılarak ordu hizm etine alınm ası fikrini ilham etm iş olm alıdır.
Bu şekilde, « A c e m i O c a ğ ı » XIV. Yüzyılın son yarısı için­

(6) Ay. eser, 596-597.


(7) U Z U N Ç A R Ş I L I , O sm a n lı D evleti T e şk ilâ tın d a n K a p ı k u lu O cakları I. An­
kara 1943. s 5.
(S) W İ T T E K , P a u l D e w ş ir m e a n d S h a r i’a. BuIIetin of the School o f Orien-
tal and Africa Sludies, X V II/2. 1955. s 271 (24/8/1954’de Cambridge’deki Uluslar­
arası X X III. Şarkiyatçılar kongresinde verilen tebliğ).
de Ç a n d a r l ı K a r a H a l i l P a ş a tarafından I. M u -
r a d ’ın hüküm darlığı zam anında k u ru lm u ştu r9. Bu kuvve­
tin teşkil edilmesinin daha m ühim b ir sebebi ise I. M u r a d ’ın
merkezî otoriteyi kuvvetlendirmek ve emri altında düzenli ve
tam am en kendisine bağlı bir askerî kudret aracılığı ile u ç la r­
da feodal bir hayat yaşıyan beylere karşı m utlak egemenliğini
sağlamak istem esidir 10. Böylece, yeniçeri kuvvetine konan «k a-
p ı - k u l u » adı I. M u r a d ’m bu amacını en açık b ir şekilde
gösterm ektedir 11.
Daha I. M u r a d zamanında bu asıldan gelen devlet adam ­
larını görüyoruz. Msl. L a l a Ş a h i n P a ş a gibi doğrudan
doğruya kendi emrinde bulunan kul devlet adam ı ile I. M u -
r a d, uc'da yarı feodal b ir.hayat yaşıyan E v r a n u z u oto­
rite altına sokm uştur. I. B a y e z i d devrinde sarayda,, ida­
rede ve mâliyede aynı asıldan gelme devlet adam larının çoğal­
dığını görm ekteyiz12, ikinci bölümde ( I I / l ) gördüğümüz gibi
bu devirler, Osmanlı padişahının yetkilerini arttırm ak iste­
diği bir zamandır. Bu iki olayın paralellik sebebi açıktır. Pa­
dişah, devletin önemli kuvveti olan tım arlı sipahilerin hâki­
mi olan u c’lardaki eski ailelerin karşısında kendi «kulu» olan
yeniçeriler ve o asıldan gelme devlet adam ları ile otoritesini
kurm ak istem ektedir 13.
Kul sistem inin birdenbire genişlemesi, « D e v ş i r m e »
usulünün kabulü ve bundan sonra II. M e h m e d’in çalışmala­
rı <ile m üm kün olm uştur. Savaştaki esirlerden ve satın alın­
mış kölelerden askerî kuvvet teşkili daha Büyük Selçuklar-
da, Anadolu Selçuklannda ve Eyyubîler’de biliniyordu 14. Fakat
Osmanlı Devletinde fetret devresini izliyen yıllarda fetihler
durm uş ve savaş kölesi ortadan kalkm ıştı. Diğer yandan dev­
let pek büyük dış tehlikeler ile karşı karşıya olduğundan ace­
le askerî kuvvetlere ihtiyaç vardı. Bu yüzden, Osmanlılar, o
zamana kadar bilinen usulü bir kenara bırakm ışlar, Dünyada

(9) U Z U N Ç A R Ş I L I , K apıku lu Ocakları, 5.


(10) Bk, İ N A L C I K , Os. Salt. Ver. Usulü, 89.
(11) K a p ı , burada, « d e v l e t kapısı», asıl anlamı ile ise «Padişahın
sarayı» kavramını belirtmektedir. Bk. B A B İ N G E R , Franz: Kapı.
ÎA VI, 200-201. Böylece yeniçeri kuvveti, « P a d i ş a h ı n k u l u » anlamına ge­
liyor. .
(.13) Ay. yer; bk; ay. yazar. M ehm ed 11, 512. ,
(14) U Z U N Ç A R Ş I L I , K apıku lu Ocakları, 139, Buradaki «Memluklar'ın», «Eyyu-
biler» olm ası gerektir kanısındayız.
ilk defa yeni b ir yola b aşvurarak devşirm e sistem ini bulm uş­
lard ır 15. Böyle,ce belirli zam anlarda bazı zimmî teb ’am n ço­
cuklarından b ir bölüm ü devlet hizm etine alınarak K apıkulu
Ocağı büyütüldü. Daha aşağıda bu m etodun şeriat ile nasıl
bağdaştırıldığını da göreceğiz.
Bu şekilde kabul edilen kapı - kulu sistem i II. M e h m e d
tarafın d an geliştirilm iş ve eskiden kul devlet adam larının sa­
yısı pek az iken o, vezir-i âzam ları dahi dönm elerden yapm ağa
başlıyarak devletin idaresinde söz sahibi olan eski T ürk aile­
lerinin nüfuzunu k ırm ıştır (Bk. İkinci Bölüm 11/2). Onun za­
m anına gelinceye k adar askerî sınıfın ön-kadem esi olan büyük
devlet m em urluklarına hem en tam am en T ürkler getirilirken,
şim di tersine, hem en tam am en devşirm e unsuru bu yerlere ko­
nulm ağa başlanm ıştır 16.
Bu şekilde askerî sınıfın ön-kadem esinin kapı - kulu olan­
lard an tâyin edilmeğe başlanm ası, onların «padişahın kulu, kö­
lesi» olm asını gerektirm işti. Padişah da şahsî köleleri üzerin­
de tasarru f da bulunuyor ve konuda kim seye karşı sorum lu ol­
m uyordu. O nların servetlerinin m üsaderesinden hayatlarının
b ir em irle sona erdirilm esine kad ar herşeyleri ve canları efen­
dileri olan padişahın em irlerine bağlı idi. Bu anlayışın şeria­
ta aykırı olup olm adığını şim di tartışacağız. Daha önce şunu
söyliyelim ki, askerî sınıfın ön - kadem esinin böyle b ir statü-
3^e tâbi olm ası, zam anla b ü tü n bu sınıfın ayni durum a getiril­
mesi sonucunu doğurm uştur. «Padişahın (kam unun) hizm et­
lisi olanlar onun köleleridir» 17. H albuki, reayanın durum u pa­
dişah karşısında böylesine m utlak değildi.
Kulluk prensibinin bu şekilde uygulanm ası acaba şeriata
uygun m udur ? H erşeyden önce şunu belirtm ek gerektir ki, zim­
mî tebanm çocuklarının devşirm e yolu ile (gerek saf askerî
gerekse İdarî am açlar için) devlet hizm etine alınm ası şüphe­
siz îslâm ın zimmî te b ’aya bahşettiği hürriyetin ve diğer tem i­
n atların ih lâ lid ir18. Ş eriatın açık prensiplerinin çiğnenmemesi
yasağı m alûm dur. Ancak tıpkı yukarıda t a ’zir - siyaset ilgile­

(15) Ay. yer; WÎTTEK, 574. ,


(16) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, Ankara 1949, s 11; ay. yazar. S aray T eşkilâtı, 44;
bk,İ N A L C I K , M e h m e d II, 513.
(17) D ' O H S S O N V II, 149.
(18) W I T T E K , 271; Zimmet akdi için bk, B İ L M E N III, 451-473.
rinde gördüğümüz gibi, bu yasağı teyit etmiyen, bilâkis m u­
bah gösterebilen ikinci b ir şeriat kuralı bulunm alıdır ki, yapı­
lan iş m eşrulaştırılabilsin. Herşeyden önce şeriatın örfî huku­
ka tanıdığı hareket serbestliği göze alınmalı ve Osm anlılarm
bu kurum u, yukarıda belirttiğim iz gibi son derece hayatî bir
ihtiyaç halinde ihdas ettikleri düşünülm elidir 19. Ancak örfî
hukukun da şeriatın açık bir kuralığım çiğneyemiyeceği bilin­
diğine göre, ona bu hakkı veren bir başka şeriat kuralını araş­
tırm ak zarurîdir. Tıpkı ta'zir'in şeriatın bir parçası olması do-
layısı ile, örfî hukuk koyucusunun yetkisine dayanarak ta'zir
kavram ını genişletmesi gibi.
Devşirme kurum unun şeriata nasıl uydurulduğu hususun­
da yapılan araştırm alar son derece kısırdır. Bu konuda belli
başlı iki yeni görüş P a 1 m e r 20 ve W i 1 1 e k 'in nazariyele-
ridir.
P a 1 m e r 'in pençik - ispence arasındaki zahirî benzerlik­
ten çıkarttığı sonuçlar doğru değildir. W i 1 1 e k bunu ispat­
lam ıştır ve burada tekrar açıklanmasına lüzum yoktur 21.
W i 1 1 e k 'e göre, son derece önemli zaruretlerin meydana
çıkardığı devşirme kurum unu meydana getirirken OsmanlI­
lar daha başka > bir kavram dan hareket etm işlerdir.
> Bu da Sa
» -
fiî oku lu n u n zimmî statüsünü tâyin ederken yaptığı b ir ayrım ­
dır J;j. Şafiiler ehl - i kitapları iki gruba ayırm aktadırlar. Din­
lerine Peygamberden önceki zam anlarda iman edenlere zimmî-
lik statüsü tanınm akta, Peygamberden sonraki zam anlarda
im an edenlerden ise bu statü esirgenmektedir. Onlar, ehl-i
kitap olm ıyanlar hakkında yapılan işleme tâbi kılınırlar. Eğer
m üslüm anlar fethettikleri ülkenin halkının dini hakkında bilgi
sahibi değillerse ve halk da K u ra n ın inzalinden önceki zaman­
lardan beri ehl-i kitap olduğunu belirtirse, bu iddianın aksini,
yâni Kur anın inzalinden sonra dinlerine girdiklerini ispat
edecek kimse de çıkmaz ise zimmîlik statüsü onlara bahşedilir.
Aksi halde İslâm ve ölüm arasında seçme yapm ak durum una
düşerler. Bu aksi iddiayı kimse ileri sürmediği takdirde, halk'

(19) W I T T E K , ay. yer.


(20) P A L M E R , J. A. B. : Bulletin of the John Rylands Library, XXXV/2, Mart 1953,
s 448-481. W I T T E K , 271’den naklen,
(21) Tafsilât için bk, W I T T E K 271-274.
(22) Ay. eser, 275; B k : J U Y N B O L L , Handbuch, 350.
m asıl iddiası kabul edilir ve onlar hüküm darca bunun tersi
«öğrenilmemek» üzere, zim m îlik statüsüne alınırlar. Eğer ak­
si «öğrenilirse» gene ö lü m -İslâ m seçmesi durum una düşü­
lü r 23.
İşte O sm anlılarm b u içtihat ışığı altında hareket ettik­
leri kabul edilirse, durum şöyle olacaktır : Balkan nüfusu­
nun en büyük bölüm ünü teşkil eden Sırplar, Bulgarlar ve Ar-
navutlar K ur'anın inzâlinden b ir hayli zam an sonra hıristıyan
olduklarından İslâm - ölüm arasında b ir seçme yapm ağa mec­
b u r tutulacaklardı. Bu da yeni kurulan devlet için hoş b ir
olay değildi, h a ttâ uygulanm ası bile im kânsızdı. Bu sebeble
Şafiî h u k u k u n u n b u prensibinde b ir değişiklik yapm ışlar,
Balkan nüfusunun bu unsurlarının çocuklarının b ir bölüm ünü
İslâm yapıp devlet hizm etine sokm aları karşılığında onlara
zim m îlik statüsünü tanım ışlardır. Hiç şüphesiz bu, İslâm ce­
m aatının hayrına, ş a f i î prensibinin uygulanm asından daha
çok elverişlidir. Böylece O sm anlılar ş a f i î hukukunun pren­
sibini devşirm e usulünü şeriata uydurm ak için benim sem iş­
ler, sonra da bu prensibi İslâm topluluğunun m enfaati bahis
konusu olduğu için değiştirm işler ve örfî hukuku bu meselede
de hâkim k ılm ışla rd ır2'1.
Bu görüşün yüzde yüz isabetli olduğu iddia edilemez. Fa­
kat W i 1 1 e k , b u fikirlerini isbat için şu olayları ileri sürm ek­
ted ir : Devşirme usulü hem en hepsi İslâvlar ve A rnavutlar’dan
m ürekkep köy topluluklarını taram ıştır. G erçekten yeniçeri­
ler arasında en çok İslavca konuşulurdu. Gene ilk devirlerden
beri H. M u h a m m e d ’den önce dinlerine girdikleri apaçık
olan, yahudiler devşirmeliğe kabul edilm em işlerdir. Diğer yan­
dan R u m ve S ırp kiliseleri arasında XIV. Yüzyılın O rtasın­
dan itib aren başlıyan m ücadelede Türklerin, eski bağlaşıkları
olan R u m Cem aati tarafın ı tu tm aları ve bu kilisenin Sırpları
hep «yakın zam anda dönm üş, câhil, h a ttâ putperest» olm ak­
la itham etm eleri ile T ürklerin Şafiî hukukunun prensibini
düşünm eleri ihtim ali kayda d e ğ e r23. Diğer yandan bu huku­
kun O sm anlılarca çok iyi bilinm esi, birçok ulem anın Mısır ve

(23) İ m a m Ş a f i i ’ni n K I T AB AL-UMM adlı eserlerinden W1TTEK, 275-27ö;da


nakletm iştir.
(24) Bütün bu hususlar için bk, W 1 T T E K, 276 vd.
(25) Ay. eser, 277 ve 278.
Suriye asıllı olm aları , Şafiî okulundan, hanefî kurallarının
26
açık kapı bırakm adığı meselelerde faydalanıldığmı bize göstere­
bilir. Hanefi mezhebine göre, dört m akbul okuldan herhangi b i­
risine başvurm akta sakınca yoktur. Yalnız, çözümlenen mese­
lede, izlenen okulun prensibi, sonuna kadar uygulanm ak gerek­
t i r 27. Devşirme meselesinde de Osmanlılarm bu m etodu böy­
lece uyguladıkları düşünülebilir2S. - . *
Temelinde şeriata bu şekilde uydurulm ağa çalışılması m uh­
temel olan devşirme kurum u iyice yerleşince ve hüküm darın
m utlak yetkileri de artınca, kuruluşundaki prensipten ayrılm ak
kolay olmuş ve ileride Anadoluda, Peygamberden çok önce
dinlerini kabul etmiş olan reayaya dahi yaydırılm ıştır ; Er-
meniler, Rumlar g ib i29. Böylece bu meselede de ileride, şeria­
ta rağmen örfî hukuk hâkim yere gelmiştir.

c. K u l Sisteminin Sonucu :
Uzun gibi gelen bu açıklam aların ne kadar zarurî olduğu
şimdi anlaşılacaktır. Kul sisteminin, hüküm dara kulları üze­
rinde tasarru f hakkı tanıdığını söylemiştik. H üküm darın si­
yaseten kati yetkisinin de çok genişlemesi bu sistem in II,
M e h m e d tarafından benimsenmesi ile kabil olm uştur. Hü­
küm darın kulları olarak reaya karşısında birtakım im tiyazlar­
la donatılan bu smıf, gene «kulluğu» sebebi ile hüküm darın
kayıtsız şartsız iradesine tâbi olmuş ve msl; hukukî olarak
suçluluğu tesbit edilmeden, h attâ suçlu olmadığı m utlak olsa
bile padişahın b ir emri ile kolaylıkla katledilebilm işlerdir.
Acaba, padişahın, «kulları» üzerinde böyle b ir tasarru f hak­
kı var mıydı ? Meseleyi devşirmenin temelini teşkil ettiğini
ileri sürdüğüm üz yukarıdaki açıklam alarımızı ve tslâm da kö­
lelik hukukunu karşılaştırarak incelemek gerekm ektedir.
Konumuz bakım ından cevaplandırılması gerekli soru şu­
dur : İslâm hukukuna göre kölenin sahibi, onu öldürebilir

(26) Bk; H O R S T E R , 35.


(27) W t T T E K , 276-277; bk. N A L L I N O , 555.
(28) W İ T T E K bu görüşünün tam olarak ispatı için, Osmanlı Devletinde Şafiî
hukukunun uygulanmasının, devşirme komisyonlarının çalışma tarzının, Rum -
S ırp kiliseleri mücadelelerinin esaslı olarak incelenmesi gerektiğini ve bu araştır­
malar sonunda belki de görüşünün doğru sayılamıyacağı sonucuna varılacağını
belirtmektedir. Ay. eser, 278.
(29) Ay. yer.
m i ? Öldüremez ise p adişah kendi kullarını öldürm e hakkını
nereden kazanm ıştır ?
Kölelik h u k u k u üzerinde yapacağım ız kısa b ir araştırm a
îslâm d a köle sahibinin, kölesini asla öldüreniiyeceğini ortaya
i. oyuyor.
İslâm h u k u kunda köle, ilk nazarda m al sayılan insandır 3
B ilhassa alım satım ve m iras işlerinde herhangi b ir eşyadan
fark lı tutulm am aları, bazı yazarlarca onların tam bir m al sayıl­
m alarına sebep o lm u ş tu r31. Gerçi, kölelerin hak kazanm a ve
kullanm a ehliyetleri yoktur. F akat bu onların tam anlam ıyla
mal sayılm ası dem ek değildir, zira efendi kulunun m aliki değil,
m uhafızı sayılır. B undan ö tü rü efendi, kulunu çocuğundan fa rk ­
lı tutam az ve onu ancak çocuklarını dövmesi ve azarlam ası
caiz olan d u ru m lard a dövebilir ve azarlıyabilir 32. Diğer yan­
dan onların kısas ve diyete uyruk tu tu lm a s ı33, 1 1 k ve v e 1 â
h akkm daki hüküm lerin m a h iy e ti 31 ve K u ra n ın kölelere iyi­
lik edilm esini em reden a y e ti35, m alikinin onu b ir eşyadan çok
farklı b ir şekilde m uam eleye tâbi tu tm ası gerektiğini bize
açıkça bildirm ektedir. B ilhassa K ölenin kısasa uyruk olması
sahibin hiçbir şekilde onu öldürm e hakkının bulunm ıyacağm ı
gösterm ektedir.
Padişahın da kulları üzerindeki hakkının ancak b u sınır­
lar içinde bahis konusu olacağı düşünülebilir. O zam an, onun
bu yetkisinin başka b ir yönden araştırılm ası gerektir. Padi­
şahın «kulları »nm hukukî durum u acaba diğer kölelerden fark ­
lı m ıdır ?
Devşirme usulünün kaynağı hakkında söylediklerim iz h a­
tırlan ırsa farklılık o rtaya çıkacaktır. Fethedilen yerlerde ehl-i
kitap olm ıyanlar ölüm - İslâm arasında seçme yaparlar. İslâ­
mî kabul ederlerse h ay atları bağışlanır; fakat bu, onların kö­
le olam ıyacağı anlam ına gelmez. Şafiî hukuk u n u n belirtilen

(30) ÜÇOK, T ü rk H u k u k T arihi D ersleri. 3. Bası. Ankara 1961. s 91.


(31) JUYNBOLL, H a n d b u c h , 204; ay. yazar; A b id . İA I, III.
(32) Bk. Ü Ç O K , THT, 91 - 92.
(33) Ay. yer; fak, Kur'an II, 178 «.. size kısas farzedilm iştir.. kula karşılık kul..»
( G Ö L P I N A R L I 32-32).
(34) Bu hüküm lerin K ur’andaki yerleri için bk. J U Y N B O L L , H a n d b u c h , 205, not-
2 v e 3.
(35) «İbadet edin Allaha ve... sahibi olduğunuz köle ve cariyelere iyilik edin...» IV, 36
( G Ö L P I N A R L I , 95). .
prensibinin Osmanlılarca benimsendiğini kabul edersek, Pey­
gam berden sonra ehl-i kitap olanlara tanınan zimmîlik statü­
sünün ancak b ir lûtf ve devlet m enfaati sonucu olduğu düşıi-
nülebilir. Ö zaman, padişah hizmetine devşirme yolu ile alı­
nanların «padişahın kölesi» sayılmasında b ir m ahzur yoktur.
Bir lûtf ile hayatları bağışlanan bu teb anın içinden bazı kim­
seler İslâm yapılarak padişahın kölesi olm uşlardır. Onların
Islâm olması, hem kendi hayatlarını hem de diğer hemşeri-
lerınin varlığım korum uştur. Şimdi m adem ki devlet hizme-
tindedirler, alelâde kölelerden farklı bir statüye tâbi tutulm a­
ları gerektir. Bulundukları hizmetin mahiyeti bunu zorunlu
kılm aktadır. Onlar, devlet hizmeti için gerekli bütün yetkiler­
le donatılm ışlardır....Bu bakımdan herhangi..b ir.h ü r ile arala-.
rm da fark yoktur. H attâ onlar da alelâde kölelere sahip olabi­
lirler. Fakat padişah karşısında hiçbir hakları bulunmaz. Onlar,
hayatları «lûtf» icabı bağışlanan kölelerdir, bu yüzden gere­
kince padişah onları öldürebilir.
Bu açıklam a tarzının spekülâtif ve pek çok yönlerden ten-
kid edilebilir olduğunu ileri sürm ek m üm kündür. Fakat bu­
günkü malzememiz ile padişahın, «kul»u olan devlet adam la­
rını bir em ir ile rahatça nasıl öldürtebildiğini hiç olmaz ise
y arı-h u k u k î bir şekilde yorumlamak için başka çare de yok­
tur.
Padişahın, kul sisteminin devlet baş hizm etlerine sokul­
ması ile kullarının hayatları üzerinde nasıl tasarruf hakkına
sahip olduğunu şu iki örnekolay bize gösterecektir.

II. M e h m e d ’in otoritesini kuvvetlendirmek ve salta­


natta kayıtsız şartsız yetkili olabilmek için eski ailelerin ve
Türk devlet adam larının nüfuzunu kırdığını belirtm iştik. II.
M e h m e d için yokedilmesi gerekli en büyük engel, Ç a n d a r -
l ı H a l i l P a ş a idi. Bu Veziri - Âzam o kadar kuvvetliydi ki
II. M e h m e d ' i bir kere tahttan bile uzaklaştırm ıştı (1446/
850). Gerek orduda, gerek ulema arasında nüfuzu çok bü­
yüktü. II. M e h m e d gibi bir hüküm dar, tah ta kesin olarak
geçtiği zaman bile (1451/855), bu kuvvetli devlet adam ını yok
edememişti. Onu m akam ında bıraktı. Ancak İstanbul'un fethi
dolayısı ile kazandığı büyük nüfuz üzerine onu azl ve tevkif
ettirdi, fakat hemen öldürtemedi. II. M e h m e d bu büyük dev-
let adam ının katlinden dolayı tepkiler bekliyordu. H a l i l
P a ş a ancak k ırk gün sonra öldürüldü. II. M e h m e d , Ç a n -
d a r 1 1 y ı öldürtm ek için kuvvetli sebepler de uydurm ak zo­
rundaydı. Bu yüzden onun, î s ta n b u lu n fethedilm esin! istem e­
diği ve B iza n s ’dan rüşvet aldığı hakkında rivayetler çıkarıldı.
B una rağm en onun öldürülm esi ulem a ve K a p ı k u l u O c a ­
ğ ı çevrelerinde büyük tessü r uyandırm ış, II. M e h m e d kuv­
vetli tepkilerle karşılaşm ış, bu yüzden kam uoyuna b ir tâviz
olm ak üzere onun düşm anlarını iş başından uzaklaştırm ış ve
Osm anlı tarih in d e devlet adam ları için ilk defa görülen «m ü­
s a d e r e» ile aldığı servetini de m irasçılarına geri verm iş­
tir 36.

Bu olay «kul» olm ıyan b ir devlet adam ının ne kadar zor­


lu k larla b e rta ra f edildiğini bize gösteriyor. Buna karşılık, dev­
letin en sorum lu m akam ına «kul» 1a r getirilm eğe başlanınca
II. M e h m e d kolaylıkla bunları b e rta ra f etm iştir. Msl; m eş­
h u r M a h m u d P a ş a m n katli bize bunu açıkça gösterir.

Kul olan devlet adam larından temiz, d ü rü st ve dirayetli


b u lu n an lar pek enderdir. Şahsî kanaatım ıza göre kul asıllı dev­
let adam ları içinde en üstünlerinden birisi M a h m u d P a -

(36) Ç a n d a r l ı Halil P a ş a olayı için bk : Genel olarak; UZUNÇAR-


Ş I L I , OT I, 219, 220, OT II, 9 vd; H A M M E R , GÖR I. 428 vd: DANİŞ-
. MEND, İsmail Hami; İza h lı O sm a n lı T arihi K r o n o lo jis i I, İstanbul
1947, s 270; B A B İ N G ER; M e h m e d d e r E r o b e r e r u n d seine Zeit. München
1953. s 68, 95, 108 r N E Ş R I , M e h m e d : K ita b -ı Cihan-nüm a 11, (yayınla­
yanlar : U N A T , F a ik R e ş i t ; K Ö Y M E N M . A l t a y ) Ankara 1957 s 657,
707; İ B N KEMAL: Tevarih-i Âl-i O sm an , V II. defter. Tenkidli Transkrip­
siyon (yaym lıyan : T U R A N , Ş e r a f e t t i n ). Ankara 1957, s 90 vd; A Ş I K -
P A Ş A Z A D E , 184-185.
Çandarlı Hail P a ş a ’nın Bizansdan rüşvet aldığı iddiasında bulunanlar :
H A M M E R , GOR I, 429; A Ş I K P A Ş A Z Â D E , 192; B A B İ N G E R , 87.
103 : Buna karşılık İB N K e m a l , rüşvetin, aslında arkadaş olan iki kişi
arasındaki normal hediyelerden sayılm ası gerektiğini, katlin sebebinin bu deği'ı,
II. M e h m e d ’in kini olduğunu belirtm ektedir. Bk : s 90 vd, ayrıca; önsöz, s
LXIX; Ç a n d a r l ı Halil P a ş a ’nın Bizansdan rüşvet alm adığı ve bunun
tamamen II. M e h m e d tarafından onu bertaraf edebilm ek için uydurulduğu
isbat e d ilm iştir: Bk, İ N A L C I K , M e h m e d I I , 511; ay. yazar. Os. H u k. Giriş,
110; B ilhassa bk; ay. yazar, Fatih D evri, 81, 82, 125; katilden sonraki teessür için
bk, ay. eser. 135-136. İşin iç yüzünü bilen o devir yazarlarından bazıları ise ya
ÎI. M e h m e d ’i tasvip ettiklerinden veya çekindiklerinden hiç bir fikir ileri sür­
müyorlar. Msl, bk; N E Ş R Î , 707; KARAMANLI (Karamanı) N i­
şancı Mehmed Paşa: O sm a n lı S u lta n la rı T arih i (Ç e v : K O N Y A L I ,
İbrahim Hakkı). İ s ta n b u l 1947, s 352 vd. H a l i l P a ş a ’ nın Mezar ta­
şında da katli ile uzaktan veya yakından ilgili hiçbir kayıt yoktur. Bk. T A E S C H -
NER, Franz-WİTTEK: Die V e zirfa m ilie Gandarlyza.de 14/15 Jhdı
u n d ıh re D en k m aeler. Der. İslam X V III, 1929 (Bütün sayı).
ş a'dır. Milliyetinin kaynağı karışıktır. II. M u r a d a takdim
edilmiş kölelerdendir. Kısa zamanda temayüz etmiş ve Belgrad
kuşatm asındaki cesaretinden dolayı vezir-i âzam yapılmış 1458/
863), pek büyük hizmetlerde bulunm uştur. K araman olayın­
daki (1466/871), bir geçimsizlik yüzünden rakibi Rum M e h ­
m e d P a ş a tarafından gammazlanınca II. M e h m e d çadırını
başına yıktırarak 37 onu kolayca vezir-i âzam lıktan azlettirmiş-
tir. Daha sonra kendisine gene hizmetler verilmiş ve sonunda
tekrar devletin en yüksek yerine getirilm iştir (1472/876).
U z u n H a ş a n üzerine açılan savaşta bazı fikirlerini F â t i h
beğenmemişti. Zaten birinci vezir-i âzamlığı sırasında Bosna
kıralım am an vererek teslim alm ası 38 da hüküm darın gazabı­
nı çekmişti. Bu sebebe, U z u ıı H a s a n savaşındaki beğen­
mediği fikirleri eklenince F â t i h onu İstanbul’a gelince azl
ve çiftliğinde ikam ete m em ur etti (1474/879). Bu sıralarda
ölen Ş e h z a d e M u s t a f a için tâziyette bulunm ak vesile­
siyle F a t i h 'in ziyaretine giden paşadan, düşm anları tek­
rar vezir-i âzam olacak diye korkttılar. Paşa ile vefat eden Şeh­
zadenin arası açık olduğundan Sultana, Paşanın evinde m a­
tem tutm ayıp beyaz elbise giydiğini gammazladılar. Daha ön­
ceki sebeplerin de bunun üstüne gelmesi üzerine Padişah onu
tevkif ve idam ettirdi (17 Ağustos 1474/2 Rebiulâhır 879) 3®.
Her iki olayın biribiri ile karşılaştırılm ası, kul sisteminin
devlet idaresine sokulmasında padişahın, yetkileri bakım ın­
dan ne derece kuvvet kazandığını bize açıkça gösteriyor. Kud­
retli Ç a n d a r l ı H a l i l P a ş a y ı bertaraf edebilmek için
(37) Çadırın başa yıkılm ası doğuda ve bilhassa Moğollarla Türklerde azil ve nekbet
alâmetidir. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III. not 2. Bu O rta - Asya usulünü ilk de­
fa II. M e h m e d kullanm ıştır. D ' O H S S O N VII, 205.. Bu olay son derece
önemlidir. II M e h m e d 'in kudretini arttırabilmek için Türk - Moğol sistem in­
den de fikirler aldığını gösterir.
(38) Bu olaya ileride kısaca temas edilecektir.
(39) M a h m u d P a ş a 'nm aslı için b k : TEKİNDAĞ, Ş e h a b e d d i n Mah­
m u d Paşa. İA VII, 183-184. Ma h m u d P a ş a 'nm öldürülmesinde belirttiğimiz
sebepler ve ölüm olayı için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 90, 94, 98, 102 vd;
H A M M E R , GOR I, 488 vd, 501, 511, 512 vd; D A N I Ş M E N D I, 323, 329-330;
BABİNGER, M ehm ed d er Eroberer, 327. 334. 355 vd; N E Ş R İ II, 765, 809,
821; İ B N KEMAL, 232, 277, 325, 141, 376 vd; TEKİNDAĞ, 184-188;
İ N A L C I K , M e h m e d II, 511-512; A Ş I K P A Ş A Z A D E , 216, 222 (katli hak­
kında kayıt yok).
Bütün kaynaklar, M a h m u d P a ş a ’nın âlim ve fâzıl, iyiliksever bir zat oldu­
ğunu, suçunun katiyen idamı gerektirmiyeceğini belirtiler. «Veli» adıyla halk
arasında büyük şöhreti olan M a h m u d P a ş a 'nm katlinden sonra bir mem­
nuniyetsizlik olmuşsa da, bu, Halil P a ş a ’m n öülmünden sonraki tepkiyle
kıyas edilemez.
II. M e h m e d pek çok fırsa tla r kollam ış, aleyhinde söylenti­
ler çıkartm ış, kam uoyunu kazanm ağa çalışm ış, fakat Paşanın
k atlinden sonra gene de çok kuvvetli b ir tepki ile karşılaşm ış­
tır. H albuki, «kul» M a h m u d P a ş a 'yı, çok dirayetli ve
kuvvetli b ir devlet adam ı olm asına rağm en rah atça katletti-
rebilm iştir. F a t i h 'ten sonra da devletin hâkim m akam la­
rın a «kul» 1ar getirilm iş ve bunların içinde m sl, G e d i k A h -
m e d P a ş a , M a k b u l - M a k t u l İ b r a h i m P a ş a (ö l:
1536/493) gibi b ir h ü k ü m dar k ad a r k u d ret sahipleri bile bir
em irle katledilm işlerdir. B unların katledilm eleri, belirli - ve za­
m an zam an çok tehlikeli olan - m enfaat gurupları dışında halk­
ta b ir tepki uyandırm ıyordu. Zira onlar h alk tan değildiler.
Bu, h ü küm darın işini daha çok kolaylaştırm ıştır.
İşte kul sistem inin devlet teşkilâtına hâkim kılınm ası si­
yaseten kati bakım ından böylesine önemli sonuçlar doğur­
m uştur. ileride b u «kulluk» görüşü -y u k a rıd a da belirttiği­
miz gibi - b ü tü n devlet hizm etlilerine yaydırıldığı zam an p a ­
dişahın yetkileri kem aline erişm işti. H er kam u hizm etlisi,
padişahın hizm etçisi - ve kulluk görüşünün benim senm esi ile -
kölesidir. Askerî sınıfın katillerinde K a n u n î devrinden
sonra T ürk - devşirm e ayrım ı tam am en kaybolm uş ve bütün
askerî sınıf padişahın m utlak yetkisinin kuvveti altına sokul­
m uştur.
K ulluk anlayışının devşirm e olm ıyan askerî sınıfa yaydı-
rılm asm da, tarih î gelişim in gerektirdiği sebeplerden başka,
devşirm e - T ürk guruplarının devamlı m ücadelesi, bu m üca­
dele sonunda T ürk gurubunun zayıf düşerek devşirm e tahak­
küm ü altına girm esi ve b u durum dan hüküm darın yetkileri
için faydalanm asının da çok büyük etkisi olduğu kanısındayız.

C — U lem a:
Y ukarıda belirttiğim iz özellikler, ulem a dışındaki askerî sı­
nıf hakkında carîdir. Ulem anın askerî sınıf içinde ayrı b ir yer
kapladığını belirtm iştik. Bu gurup askerîler, h er bakım dan
diğerlerinden ay rılırlar ve devletin en im tiyazlı sınıfını teş­
kil ederler. Ulem anın bu durum da olm asının nedenleri üze­
rinde kısaca durm ak zorunludur.
Gerektiği yerlerde belirttiğim iz gibi, îslâm devletinin te­
meli şeriattır. Ancak şeriatın içine alm adığı h u suslarda hü­
küm dar yetkilidir. Şeriat kuralları K ur’anda ve sünnetler­
de bulunur. Gayet karışık olan bu kuralları derleyip topla­
m ak ve yorum lam ak zor bir iştir. Bu ayrı bir uzmanlık da­
lıdır. Böyle b ir yorum kabiliyetine ancak özel öğrenim gör­
müş din bilginleri (ulem a) sa h ip tir40. Bu yüzden ulemanın
İslâm devletinde pek önemli ödevleri vardır.
(i) Özel hukuk alanında hemen yalnız şeriat hüküm leri
uygulandığından bu konuda şer'i kuralların her çeşit yoru­
m u ulemaya aittir. Bu yorum yetkisi ile özel hukuk alanın­
da ulema, devlet içinde tek kanun koyucudur41. Ulemanın
çeşitli yollara başvurarak yaptığı yorum larla meydana gelen
kurallara uymak halife ve hüküm darlar için de zaru rettir . 42
(ii). Kam u hukuku alanında hangi hususların şeriatça
boş bırakıldığını, ulemanın tesbit ettiğini ve hüküm darın ör­
fî hukuk yetkisinin de bu şeriat temsilcileri tarafından huku­
kileştirildiğini yukarıda ikinci bölümde gösterm iştik.

(iii). Gene siyaset - ta'zir ilgilerini incelerken, örfî huku­


kun bu konuda ceza hukuku ile işbirliği yaptığını belirtm iş­
tik. O halde, konumuz bakım ından hüküm dara ışık tutanlar,
yâni hangi fiilin ölümle cezalandırılacağını bilenler veya bil­
mek zorunda o la n la r 43 yalnız ulemaya m ensupturlar.
Bu açıklam alardan anlaşılacağı üzere, îslâm devletinin
idaresinde ulema son derece m üm taz bir yere sahiptir. Ule­
ma olmaz ise hüküm dar pek çok bakım lardan hareket serbest­
liğini kaybetmiş demektir. Şeriata uydurulm ası m üm kün c. 1-
mayan pek çok işler ancak ulemanın zekâsı ile hukukileştiri­
leb ilir44. Şu hale göre, ulema, sanki hüküm dar ile beraber
çalışıyor. Ulema bu yüksek yerini Hicrî Birinci Yüzyılda k a­
zanmış ve İslâm da bir ruhanî sınıf olmamasına rağmen,
adetâ buna benzer yeni bir gurup meydana g etirm iştir45. Bu
sınıf ileride kuvvetini ve hâkimiyetini iyice pekleştirdi. IX -

(40) Bk : v. K R E M E R , İdeen, 177.


(41) N A L L I N O , 545.
(42) Ay. eser, 559.
(43) BECKER Cari Heinrich; Islam stu dien I, Leipzig 1924, s 357.
(44) S N O U C K - H U R G R O N J E , C: Anzeige; M uham m edanisches R ech t nach
schafiistischer Lehre von E. Sachau. ZDMG LIII, 1889. s. 125 - 127 : G O L D Z I E -
H E R , Muh. Recht. in Theorie u. W irklichkeit; v. K R E M E R, İdeen , 178.
(45) v. K R E M E R , İdeen, 177; B E C K E R , 357.
XI. Yüzyıllarda b ir ara «ulema enflâsyonu» oldu 46 ve bu dev­
re zarfında halifeler onlarla fazla meşgûl olm am ağa başladı­
l a r 47. Ancak, devlet idaresi için onların zarurî bulunm ası ve
halkın da ulem aya büyük hürm et g ö sterm esi 48, şüpheli za­
m anlarda onlardan p arola alm ası bu sınıfı kısa zam anda es­
kisinden de itibarlı yaptı. V arlığından em in olm ak isteyen
h er hük ü m d ar için, ulem anın hatırın ı hoş tu tm ak b ir m ecbu­
riyet o ld u 49.

Örfî h u k u k u n son derece geliştiği Osmanlı Devletinde de


ulem anın durum u böyle idi. K uruluş devresindeki teşkilâs-
çılar hem en tam am iyle ulem adan idiler. B unlar örfî hukukun
tem ellerini atm ışlardır. Bu meseleye ikinci bölüm de değin­
m iştik. İ s ta n b u l’un fethinden sonra İdarî m ekanizm aya kul
sistem i hâkim olunca artık ulem aya m ensup devlet adam la­
rın ı görm üyoruz. Askerî sm ıf içinde ulem a derhal b ir cep­
heye çekilmiş ve İdarî işlerden elini çekerek yalnız ilim ve yar­
gı alanında faaliyette bulunm uştur. Bu ayrılm a o k ad ar kuv­
vetli o lm uştur ki, M o l l a G ü r a n î , vezirliğin saraydan ye­
tişm e kullara ait bulunduğunu söyliyerek bu ödevi reddet­
m iş tir 50. Böylece kul sistem i ulem aya bulaştırılm am ış, do-
layısı ile kulların padişah karşısındaki tem inatsız durum u
ulem adan uzak kalm ıştır. Böylece II. M e h m e d ’e kadar
ulem adan olm a devlet adam larına «dokunulam az» iken, bu
ayrım sonucu devlet adam ının padişah iradesi karşısındaki
rolü sıfıra inm iş fak at ulem anın dokunulm azlığı devam et­
m iştir.
Ulema, askerî sınıfın genel im tiyazlarından faydalandığı
gibi, padişah tarafın d an ancak pek sınırlı hallerde cezalandı-
rılabilm ekteydi. B unun m ahiyetini aşağıda (II/2 ) göreceğiz.

(46) v. K R E M E R , ay. eser. 179; bu ulema enflâsyonundan G a z a l i ( öl : 1111/505)


şikâyet ederek, aydınların yalnız fıkh m esleğine intisabının hem bu m eslek ba­
kım ından zararlı olduğunu, hem de tabiî - teknik ilim leri zayıflatarak İslâm dev­
letini tehlikeye düşürdüğünü söylem iştir, ay. eser, 180-181.. IX -X I. yüzyıllar ara­
sının İslâm dünyası için bir anarşi zamanı olduğu hatırlanırsa, diğer teb'aya na­
zaran pekçok imtiyazları olan ulema sınıfına girebilm enin avantajları anlaşılır.
(47) S N O U C K - H U R G R O N J E , 126.
(48) Pek çok hallerde halk ulemaya bağlı kalmış ve bazen bu sın ıfın sebep olduğu ah­
lâksızlıklara karşı çıkan ayaklanmalarda bile gene cnun tarafını tutmuştur,
v. K R E M E R , İdeen , 179.
(49) S N O U C K - H U G R O N J E , 128.
(50) M E C D î ; Ş ak a ik T erc ü m esi, İstanbul 1269. s 104. İ N A L C I K , M e h m e d II,
511'den naklen.
3) Reaya:
Sözlük anlam ı ile reaya «Bir hüküm darın idaresi altında
bulunan ve vergi veren» halk dem ektir. Bu sınıf, devletin asıl
«millet» unsurunu teşkil eder. Bazan yalnız «hristiyan teb'a»
anlam ında kullanılırsa da geniş kavram ını tercih etm ek daha
yerinde olur. •
Bütün îslâm hukukçuları, yazarları, hüküm darın ilk öde­
vinin reayayı huzur ve refah içinde yaşatm ak olduğunda bir­
leşmişlerdir. Osmanlı yazarları da ayni kanıdadırlar. A ş ı k -
p a ş a z â d e 'nin gözünde «padişahın en büyük hâzinesi rea­
yanın hayır d u asıd ır»51. T u r s u n B e ğ 'in M a h m u d
P a ş a 'd a n naklettiğine göre padişahda.adalet, fakirleri do­
yurm ak, o rta derecede sertlik 52 gibi reaya lehinde vasıflar
aranm aktadır. Osmanlılarda reayayı ilgilendiren ferm anlar­
da hep şu form ül te k ra rla n ır: «Reaya taifesi ki Tanrının
bir em ânetidir, onlan himaye etm ek ve kimsenin zülüm yap­
masına m üsaade etmemek padişahın vazifesidir» 53.
Bu o rtak görüşlerin ışığı altında, konumuz bakım ından
şöyle bir prensip ortaya atılabilir : Reaya, padişahın kulla­
rından farklı b ir statüdedir. O, halktır. H alkta refah ve hu­
zur sağlamak için zulüm yapılmaması gerektir. O halde pa­
dişah, reaya üzerinde, kulları hakkında haiz olduğu hareket
serbestliğine sahip değildir.. Gerçekten bu prensibe bir hay­
li uyulan zam anlar olm uştur. Padişah, eğer reayanın hakkı­
na saygı duyar yaratılışta ise, onun mal ve hayatı üzerinde
kayıtsız şartsız tasarruf edemezdi; bu hususlar hakkında m ut­
laka b ir belge g e re k ti54. Ana prensip bu olmakla beraber, en
âdil padişahların bile ta'zir yetkilerini kötüye kullanarak
reayanın hayatı üzerinde tasarruf ettikleri görülm üştür. İs­
tibdatlarına kayıt tanım ıyan padişahlar ise bu konuda çok
aşırı gitm işlerdir. Bu hususları aşağıda (II I) göreceğiz.
Reayanın, norm al siyaseten kati sebepleri şer'an belli
olursa, idam edilmesinin, kuruluş devresinde de yürürlükte
(51) s 234.
(52) T U R S U N B E Ğ , 25.
(53) Msl, 1696 tarihli âdaletnâme. ULUÇAY, Ç a ğ a t a y : X V II. Y ü z y tld a Saru-
han'da Eşkiyatlk. İstanbul 1944; s 164. İ N A L C I K , Os. Padişahı, 75'den naklen.
Reayaya padişahça âdil muamele yapılması daha çok yazarlarca belirtilm iştir. Msl;
bk; İ B N K E M A L , SLV; Bu görüşler hakkında toplu bilgi için bk; İNAL­
C I K , Os. Padişahı.
(54) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 50.
bulunduğunu kabul etm ek yerinde olur. B u konuda elimiz­
de herhangi b ir belge yoktur. F akat kuruluş devresinde hu­
kuka uygun olan b u katillerin infaz edildiğini kabul edebili­
riz. Zira b u zaru ret her İslâm devletinde ortaya çıkm ıştır.
Gene, b u devrede askerî sınıf m ensuplarının da şe r’an, cid­
di b ir şekilde beliren suçlarının cezası siyaseten kati ise idam
edildikleri kanısındayız.

4) R e a y a île Askerî Sınıf Arasındaki


Fark:

Y ukarıdan beri anlattıklarım ızla, bu bahsin başında söy­


lediğimiz husus ispat edilm iş olm aktadır. B unu biraz geniş
b ir şekilde şöyle ifade edebiliriz :

(i). Askerî smıf, pek çok im tiyazlarla donatılm ıştır. Msl,


hem en hiç vergi ödemez 55, İdarî yetkilerine dayanarak pek
çok h u su slard a reayadan farklı hareket edebilir,

(ii). B una karşılık, ulem a hariç olm ak üzere, askerî sı­


nıf padişahın kulları sayıldığından onun iradesi karşısında
m allarının ve canlarının tem inatı yoktur.

(iii). Reaya ise, askerî sınıfın hiçbir im tiyazına sahip


olm am akla beraber, padişahın « k u l »u değil, « h a l k » sını­
fı sayıldığından hü k ü m darın iradesi önünde, askerî sınıftan
daha tem inatlı durum dadır. Uygulam ada b u tem inat bazen
kalk arsa da prensip budur.

(iv). Askerî sınıfın içinde ayrı b ir züm re olan ulem a ise


hem askerî sınıfın b ü tü n m alî ve pek çok İdarî im tiyazlarına,
hem de h ü k ü m d ar karşısında reayadan çok daha tem inata
sahiptirler.

Bu açıklam adan sonra siyaseten k a ti kurum unun her


sınıf için ne şekilde işlediğini araştırm ak gerekecektir.

(55) Toplu bilgi için bk; İ N A L C I K , ■ R a i y y e t R ü sû m u.


II. ASKERÎ SINIFIN SİYASETEN KATİLLERİ :

1) U l em. a Dışındaki Askerî Sınıf (İcraî


- Askerî Sınıf) :

A — Münhasıran Padişahın Yetkisine Tâbi Siyasetm


K atiller:

a. Genel Olarak :
ikinci bölüm de yaptığımız açıklam alarla padişahın ta'zir
hakkına dayanarak ölüm cezası verebileceğini belirtm iştik.
İşte bu yetki doğumu ve m ahiyeti icabı doğrudan doğruya
padişaha bağlıdır, onun tarafından kullanılır. Genel kural bu
olm akla beraber, padişahın, gerekli bütün hallerde ta'zir yet­
kisini bizzat kullanm ası m üm kün değildir. Herşeyden önce
m utlak vekili olan'vezir-i âzam, hüküm darın bu yetkisini bazı
sınırlam alarla kullanabilir. Gerek padişah, gerekse vezir-i
âzam birtakım başka sınırlam alarla diğer devlet adam larına
bu yetkiyi kullandırabilirler. B ütün bu yetkilileri sırasıyla
göreceğiz. Ancak, şurasını kesin olarak belirtm eli ki siyase­
ten katilde tek yetkili padişahtır. Yetkinin kaynağı o'dur.
Ancak onun ve bazı hallerde m utlak vekilinin açık-zım nî b ir
izni ile diğer devlet adam ları bu hakka, onun vekili olarak
sahip bulunabilirler. Bu yüzden padişah tabiî ki bu husus­
ta tam ve m utlak yetkilidir. Hem kulları, hem de şartlar mev­
cut oldukça reaya üzerinde istediği an bu hakkım doğrudan
doğruya kullanabilir.

b. Vezir-i Âzam Katilleri :


Bütün devlet işlerinde hüküm darın m utlak vekili olan
vezir-i âzam'ı katletm ek yetkisi yalnız padişaha aittir. Bu da
gayet tabiîdir, zira, devlette - hüküm dar dışında - hukuken
vezir-i azam kadar kudretli başka kimse yoktur. Vezir-i âzam-
larm katillerinde bazen başka şahısların tahriki olursa da,
onu katletm ek em rinin bizzat padişah tarafından verilmesi
gerektir.
Devlet idaresindeki büyük yetkilerine rağmen, II. M e h ­
m e d 'den sonra vezir-i âzam lar padişah karşısında ekseriya
tem inatsız kalm ışlardır. I. S e l i m birgün vezir-i âzam i P i ­
r i P a ş a 'ya (1518-1523/924-930) b ir hatt-ı hüm âyûn yoliı-
yarak «ahval-i u m u r cüm le senden sual olunur; şöyle ki te-
hâvun ve tekâsül etm iş olasın, elim den hâlâs olmayı m uhal
b ilesin » 56 dem iştir. M e r z i f o n l u Kara Mustafa
P a ş a ’nm yerine vezir-i âzam tâyin edilen K a r a İ b r a ­
h i m P a ş a 'y a (1683-1685/1095-1097) IV. M e h m e d m üh­
rü verirken «ibadullahı sana, seni Allaha em anet ettim . Gö­
zünü aç, sonra seni selefinden beter ederim » 57 diyerek vezir i
âzam in, su ltanın iradesi k arşısında herhangi b ir tem inatı ol­
m adığını b elirtm iştir. O r h a n B e y 'den A b d ü l m e c i d ' e
(1839-1861/1255-1261) kad ar bu m akam a gelen 182 vezir-i âzara-
d an 23 tanesi azil edilm eden padişah em riyle katledilm işler­
d ir 58.
Fiilen ödev başında bulunan b ir vezir-i âzam i kati yet­
kisi tam am en padişaha ait olduğu gibi, bu m akam dan azledi­
lenler de ekseriya p adişah em ri ile öldürülm ektedirler. Zira ve-
zir-i âzam lıktan ekseriya katledilm ek kasdı ile azil işlem i yapı­
lır. Ö ldürülm iyenlere de, eski b ir vezir-i âzam olduğu için padi­
şahın rızası alınm adan ilişildiği hem en hem en görülm em iştir.
Y ukarıda belirttiğim iz zam an sınırları içindeki 182 vezir-i
âzam dan 2 0 tanesi de azledildikten sonra padişahın em ri üze­
rine k atledilm iştir 59.

(56) U Z U N Ç A R Ş I L I , M e rk e z T eşk ilâ tı, 123 not 1.


(57) Ay. yazar OT 111/1, Ankara 1951, s 469.
(58) Bu vezir-i âzamların ödevli oldukları padişahın zam anına göre adları şunlardır :
II. M E H M E D (1452-1481/856-886); Çandarlı Halil Paşa (1453/857),
R um Mehmed P a ş a (1470/875). I. S E L İ M (1512-1520/918-927); K o c a
M u s t a f a P a ş a (1512/918), D u k a k i n o ğ l u A h m e d P a ş a (1515/921); Y u ­
n u s P a ş a (1517/923) I. S Ü L E Y M A N (1520-1566/927-974); İ b r a h i m P a ş a
(1536/943), K a r a Ahmed P a ş a (1555/96Z). III. M E H M E D (1595-1603/İ004-
1012); H a d ı m H a ş a n P a ş a (1598/1007), Y e m i ş ç i H a ş a n P a ş a (1603/
1012) I. A H M E D (1603-1617/1012-1026), D e r v i ş P a ş a (1606/1015), Nasûh
P a ş a (1614/1023). IV. M U R A D (1623-1640/1033-1050); K e m a n k e ş A l i Paşa
(1624/1034), T o p a l R e c e p P a ş a (1632/1042), İ B R A H İ M (1640-1648/1050-1058);
K e m a n k e ş K a r a M u s t a f a P a ş a (1644/1054), S a l i h P a ş a (1647/1057),
IV. M E H M E D (1648-1687/1058-1099); T a r h o n c u Ahmed P a ş a (1653/
1064). İ b ş i r P a ş a (1655/1066) M e r z i f o n l u K a r a M u s t a f a P a ş a (1683/
1095), II. M U S T A F A (1695 - 1703 / 1107 - 1115); Daltaban Mustafa
P a ş a (1713/1115). III. A H M E D (1703-1730/1115-1143); Hoca İbrahim
Paşa (1713/1125), D a m a t İ b r a h i m P a ş a (1730/1143) III. O S M A N
(1754-1757/1168-1171); S i l a h d a r B ı y ı k l ı A l i P a ş a (1755/1169). III. S E ­
L İ M (1789-1807/1214-1222); Ş e r i f H a ş a n P a ş a (1791/1206). Bu 23 vezir-i
âzam in büyük çoğunluğu devşirmedir.
(59) Bu sabık vezir-i âzamlar da şunlardır :
II.M E H M E D ; M a h m u d P a ş a (1474/879). II. B A Y E Z İ D (1481-1512/
c. H ü k ü m d a r K a t i l l e r i :
Norm al şartlar altında bir hüküm darın, diğer bir hüküm ­
darı siyaseten katledebilm esi m üm kün değildir. Ancak sa­
vaş veya benzeri bir olay sonunda ele geçirilen hüküm darlar
burada bahis konusudur. Savaştan önce veya savaş sırasın­
da yapılan teslim olma teklifi kabul edilmez ise, yenilen ta ­
rafın ele geçiirilen bütün fertleri köle sayılır, bunların İs­
lâm olması önemi haiz d eğ ild ir60. Eğer savaş sonucunda kar­
şı taraf zorla esir edilmiş ise, hüküm dar bunların içinde za­
rarlı gördüklerini öldürtm ekte serbesttir 61. İşte hüküm dar­
ların bu konuda verecekleri emirler, siyasete kati sayılamaz
kanısındayız. Doğrudan doğruya İslâm savaş hukukunu ilgi­
lendiren bu konu üzerinde durmadığımız için, Osmanlı Dev­
letinde bu tarzda öldürülen ilk hüküm dar K a r a m a n o ğ l u
A l â a d d i n B e y olayım da siyaseten kati saym ıyoruz 62

886-918); Gedik A h m e d P a ş a (1482/887). III. M E H M E D ; Ferhad


P a ş a (1595/1004). IV. M U R A D ; Mere Hüseyin P a ş a (1624/1034),
Hadım Mehmed P a ş a (1626/1036), B o ş n a k H u s r e v P a ş a (1632/
1042), T a b a n ı y a s s ı Mehmed Paşa (1639/1049). IV. M E H M E D ;
Sofu M e h m e d P a ş a (1649/1059), K a r a İbrahim P a ş a (1687/1099),
Sarı Süleyman P a ş a (1687/1099). II. S Ü L E Y M A N (1687-1691/1099-1103;
İsmail P a ş a (1690/1102). II. A H M E D (1691-1695/1103-1107) Arabacı
A l i P a ş a (1693/1105). II. M U S T A F A ; S ü r m e l i A l i P a ş a (1695/1107).
III. A H M E D ; Ç o r l u l u A l i P a ş a (1711/1123), Y u s u f P a ş a (1713/1125)
S ü l e y m a n P a ş a (1715/1127). I. M A H M U D (1730-1754/1143-1168); K a b a ­
k u l a k İ b r a h i m P a ş a (1743/1156). III. M U S T A F A (1757-1773/1171-1187);
B a h i r M u s t a f a P a ş a (1765/1179), Y a ğ l ı k ç ı z â d e M e h m e d E m i n
P a ş a (1769/1183). I. A B D Ü L H A M İ D (1773-1789/1187-1204); Halil Ha­
mi d P a ş a (1785/1200) II M A H M U D (1808-1839/1223-1255); Benderlı
A l i P a ş a (1821/1237).
Bu vezirî âzamlarm da çoğunluğu devşirmedir.
(60) Bk; B İ L M E N III, 427 vd; A H M E D Ş E F İ K : E l-rtkk f i ’l-îslâm (Çev. ik­
dam İdarehanesi) İstanbul 1314, s 52 vd.
(61) B İ L M E N III, ay. yer.
(62) N iğbolu savaşı sırasında K a r a m a n o ğ l u Alâaddin Bey Yıldırım
B a y e z i d ' e karşı fırsat bularak harekete geçmiştir. N iğ bolu zaferinden son­
ra A l â a d d i n B e y ’ i n anlaşma teklifini kabul etmiyen Yıldırım,
K ara m an üzerine yürümüş ve iki gün süren çarpışmadan sonra bey, esir edilm iş­
tir (1397/800). B a y e z i d , eniştesi olan K aram an beyine niçin itaat etm ediğini
sormuş, o da «niçin sana itaat edeyim, ben de senin gibi bir hükümdarım» diye
cevap vermiş,bu açık söze canı sıkılan B a y e z i d K a r a m a n - o ğ l u n u n öl­
dürülmesini emretmiştir. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 296 not 2; Reisen d e s Johannes
SCHILTBERGER von 1394 bis 1427, Herausgegeben NEUMANN,
Cari Friedrich. München 1859, s 59. ; Buna karşılık başka tarihler,
Alâaddin beyin, Timurtaş P a ş a tarafından, Yıldırımdan
izin alm aksızın, hm cı olduğu için öldürüldüğünü kaydederler. H A M M E R GOR I.
188; N E Ş R İ I, Ankara 1949, s 319; Bk, D A N Ş M E N D I, 112-113: U Z U N -
Ç A R Ş I L I , OT I, Birinci baskısında, Bu olayda Y ı l d ı r ı m ' m yanında bu­
lunmuş S c h i l t b e r g e r ’in mütalâasını tercih ediyorsa da (s 58 not 2), yeni
Fakat, gönül rızası ile teslim olduktan sonra padişahın
em ri altın a giren h ü k ü m d arlar da vardır. İşte, padişahın em ­
ri altına girip onun «kulu» olan 63 bu hüküm darlar, artık as­
kerî sınıfa dahil olm uş sayılabilirler. B unların da, gerekli
görüldüğü hallerde katilleri yalnız padişahın em ri ile kabil­
dir.
Bu tarz k atiller m ahiyetleri icabı pek azdır ve çoğu da
II. M e h m e d tarafın d an infaz ettirilm iştir. II. M e h m e d '
in, fethettiği yerlerde eski hanedanların üyelerini ortadan
kaldırm ağa çalışm ası, onun sınırsız ve evrensel egemenlik is­
teğinin b ir zarurî tezahürüdür fi4. Bu yüzden M idilli ’nin fet­
hinden (1462/867) sonra, İslâm olan oranın beyi N i c c o l o
G a t t i l u s i o ve yeğeni L u c h i n e G a t t i l u s i o , aynı
yılda, kendilerinden şüphelenildiği için F a t i h ' i n em ri ile
katledilm işlerdir 6t. 1461/866 yılında T rabzon R u m İ m p a ­
r a t o r u II. D a v i d teslim oldu. K endisine büyük itib ar
gösterildi, S er ez civarında büyük b ir has verildi. Fakat,
U z u n H a s a n 'm zevcesi ve D a v i d 'in yeğeni olan D e s -
p i n a 'm n sabık im p arato r ile m ektuplaşm ası üzerine, D a -
v i d , d ö rt oğlu ve b ir yeğeni ile katledilm iştir. (1463/868) 6<\
Teslim olm alarından iki yıl sonra öldürülm eleri, F a t i h 'in
bu aileden ö tü rü kuşkulu olduğunu ve m ektuplaşm a olayı-

baskıda bu görüşü terkediyor. Biz S c h i l t b e r g e r ’ l tercih ediyoruz. Olay


eğer, onun dediği gibi olduysa, zorla esir edilen ve devlet için tehlikeli olduğu
sözleri ile anlaşılan A l â a d d i n B e y ’ in katli, siyaseten kati değildir, tamamen
savaş hukukunu ilgilendirir. B a y e z i d ’in bu İslâm hüküm darına savaş aç­
m ası ise şer’idir, zira «bir din düşm anının taarruzunu def etm ek için uğraşan
bir İslâm hüküm darının m ülküne, diğer bir İslâm hüküm darının taarruzu, İs­
lâm lıkla bağdaştırılam az». Böyle fetvaları II. M u r a d, ayni şekilde hareket
eden K a r a m a n o ğ l u için (1444/848) alm ıştır. Arapça olan bu fetvalar için
bk, S a a d e t t i n , Bedreddin, A b d ü s s e l â m fetvaları, TSA. N. E/6467.
Ayrıca bk, U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 428, S e 1 i m 'in M ı s ı r ’a savaş açmak
için A l i Cemali E f e n d i den aldığı ayni m ealde fetvalar için bk; H A M ­
MER G O R I, 802.
(63) K A R A M A N î , teslim olup padişahın em rine giren T ra b zo n R u m İm pa­
ratorundan «Sultanın kullarından olmuştu» diye bahsetm ektedir, s 354.
(64) İ N A L C I K , M e h m e d II, 513; «urum sınıfında Tekvur adına bir adam» bırak­
mamağa çalıştı. ÎB N K E M A L , 186, 613; Bk, H A M M E R , GOR I, 479-480.
(65) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 37 ve not 2; H A M M E R , GOR I, 475; B A B I N -
G E R , M e h m e d d e r E r o b e re r, 227; İ B N K E M A L 222 ve not 2; K A R A M A N I
355; A Ş I K P A Ş Z A D E ve N E Ş R İ ise olayı yazmıyor.
(66) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T 11, 55, 56 ve not 2, 57; H A M M E R , G OR I, 467-468;
BABİNGER, M e h m e d d e r E r o b e r e r , 231, 232; D A N 1 Ş M E N D I, 295;
K A R A M A N î , 354; N E Ş R Î , ve A Ş I K P A Ş A Z A D E de oay lanlatıl-
m ıyor. H A M M E R ’e göre D a v i d ’in dört değil yedi oğlu ve kardeşi A 1 e x i o s
da öldürülm üştür.
nm da kuşkusunu desteklediğini ve devlet m enfaati bakım ın­
dan son derece haklı bulunduğunu gösteriyor.
Son K ırım H a n ı Ş a h i n G i r a y ' m (1777-1783/119 î-
1206 arasında üç defa hanlık m akam ına geçmiştir) Türkiye
ye sığındıktan sonra katledilmesi de yukarıda belirttiğim iz
iki olayla benzerlik gösterir. Ş a h i n G i r a y , K a y n a r c a '
andlaşm asm dan (1774/1188) sonra R u sla r ın baskısı ile K ı ­
rım H an’ı olm uştur. Hanlığı süresince halkın nefretini ceî-
betm iş ve K ı r ı m ı n ilhakından sonra (1783/1198) Türkiye’ye
gelmiştir. Kendisine ilkönce güleryüz gösterilmişse de kaç­
ması ve devletin başına büyük dertler açması ihtim aline bi­
naen I. A b d ü 1 h a m i d ’i n ... emri-.ile..katledilm iştir (1787/
1202) 6T. Sultan’m aldığı fetvaya dayanarak bu katlin « ş e r ’
a n v e ö r f e n » m eşrû olduğunu gösterm esi68. İkinci bö­
lümdeki açıklamalarımız CIII/2 ) bakım ından dikkate değer.
Askerî sayılabilen sabık hüküm darların katillerinin ancak
padişah emri ile olabileceğini gördük. Şimdi bu konuda bir
meseleye daha temas etmemiz gerekm ektedir. O da am an
verilerek teslim olduktan sonra, îslâm m açık şartına rağ­
men, bir hüküm darın padişah em ri ile idam ının siyaseten kati
sayılıp sayılmıyacağı meselesidir. Bu mesele, Osmanlı Dev­
letinde b ir kere bahis konusu olmuşsa da tezimizi yakından
ilgilendirm ektedir.
II. Mehmed, devlet için önemli bir kazanç teşkil edecek
Bosna’yı işgal etmeği kararlaştırm ıştı. Vezir-i Âzam M a h ­
m u d P a ş a önden giderek Bosna Kiralının oturduğu Kli-
ucs (Kiloç) u kuşattı. Savaş başlam adan önce Kıral S t j j-

(67) Ş a h i n G i r a y olayı belgelere dayanılarak U Z U N Ç A R Ş I L I tarafından


çok güzel tasvir edilmiştir. Bk, O T IV /1, Ankara 1956, s 495 vd; Ayrıca Bk, D A ­
N I Ş M E N D IV , İstanbul 1955, s 87; J O R G A , Osmanlı , Tarihi V , (Çev. B A Y -
K A L , B. S ı t k ı ) . Ankara 1948, s 35 ve 44’de Ş a h i n G i r a y ’ın bu şekilde
öldürülmesinin, onu ortadan bizzat kaldırmaktan çekinen Rusların teşvik ve tav­
siyeleri üzerine olması ihtimalinin çok kuvvetli bulunduğunu belirtiyor.
(68) Fetvanın sureti için bk, U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IV /1, 496 not 3. Fetvadaki suç­
luluk kavramı «K ı r ı m ’ı kâfire bıraktıktan sonra Osmanlı Devletine iltica etm esi­
ne rağmen, tâyin edilen memurluk yerine gitmeyip asker toplamağa başladığı, bu
hareketin devlet düzenini ihlâl etmesinden dolayı mezkûr şahsın ve avenesinin
sâi bilfesad» olmasıdır. Ayrıca, fetvadaki «memurluk yerine gitmemesi» ibare­
si, sabık Han’ın askerî sayıldığına âlamettir. Bu fetva üzerine I. A b d ü l h a -
m i d , vezir-i âzam K o c a Yusuf Paşaya yazdığı yazıda «..hem en katli
babında ihtimam ş e r ' a n ve ö r f e n meşrudur..» demiştir. U Z U N Ç A R Ş I -
L I , OT IV /1, 497 not 3.
p o n T o m a s e v i c ' e am an verildi ve o da bu tem inata gü­
venerek teslim oldu (1463/868). Ancak arkadan gelen F a ­
t i h , bu haberi öğrenince fena halde kızdı, zira «padişahın
m uradı bu kaleleri zarb-ı destle alıp, kıralım öldürüp vilâye­
tini zapt etm ekti. Şimdi bu kâfiri yine bunda kayup gidicek,
fesat yine bakîdir» 69. Bu yüzden verilen am an’ın bozulması
yollarını aradı. O rduda bulunan ulem adan, m eşhur B a y e ­
z i d a l - B i s t a m î (öl. 1369/874)nin soyundan A l i B i s -
t a m î (1400-1471/803-867) tarafından verilen b ir fetva ile
kralı, yanındaki üç beyi ile birlikte k a tle ttird i70. Fetvanm
meali şudur : «Sultanın b ir hizm etçisi (kölesi) tarafından
verilm iş olan bu sözün hükm ü yoktur; zira padişahın izni
alınm am ıştır» 71.
Aman, em in olmak, korkm am ak d e m e k tir72, Müslim,
âkil, baliğ olm ak şartı ile her m üslüm an, düşm ana am an ve­
rebilir. Şurasını kaydetm eli ki, am an verm ek için hürriyet
şart değildir, savaşa izinli m üslüm an b ir köle de düşm ana
am an verebilir 73. Şu hale göre, vezir-i âzam olan ve padişa­
hın da kulu bulunan M a h m u d P a ş a 'nm am an verme
yetkisi vardır.
Amam bozm anın şartlarına gelince; hikm et ve m aslahat
itib arı ile devlet m enfaatine aykırı olan b ir am an padişahça
bozulabileceği gibi, bazı fakihlerce «etrafta herhangi birisinin
vereceği am an veliyülem rin iznine mevkuf» 74 bulunur, o yüz­
den izinsiz verilm iş b ir am an bozulabilir .

Bu şer'i hüküm lere göre II. M e h m e d ' i n , vezir-i âzami


tarafın d an verilen am anı bozm ası doğrudur. Zira kendisi bu
işlem i «hikm et ve m aslahata» uygun görm em iştir. Fetvada­
ki «izinli olm am a» gerekçesi de bu bozmayı daha çok destek-
liyebilir. B uraya k ad ar herşey İslâm savaş hukuku içinde­
d ir ve konum uzla ilgili değildir.

(69) N E Ş R İ II, 765.


(70) Bu olay için; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 82 ve not 2, 83; H A M M E R, GOR /,
479 vd; B A B İ N G E R , M e h m e d d e r E rob ere r, 238; N E Ş R İ II, 465, 467;
İ B N K E M A L , 222, 223, 232, K A R A M A N Î , 355; A Ş I K P A Ş A Z A D E ,
212, 213; İ N A L C I K , M e h m e d II, 517.
(71) B A B İ N G E R , M e h m e d d e r E ro b e re r, 238.
(72) B İ L M E N III, 358.
(73) Ay. eser. 406.
(74) Ay. eser, 407.
Ancak, İslâm savaş hukukunun hüküm lere bağlı kalın­
sa idi, bozulan am an sonunda, gerekli İslâm î kabul veya hi­
maye teklifleri yapılıp ta bunların reddi halinde, elde tutu­
lan kim selerin geri yollanıp, savaşa devam edilm esi 75 gere­
kirdi. Halbuki bu yapılmamış ve kıral fetva gereğince idam
edilerek savaş hukuku dışına çıkılm ıştır. Artık bu, tam am en
bir siyaseten kati sayılmalıdır, zira padişah örfî yetkisi ile
savaş hukukunu b ir tarafa bırakıp, şeriatın da desteği ile,
ölüm cezası verm iştir. Buna benzer başka olay Osmanlı ta­
rihinde yoktur. I. S e 1 i m 'in katlettirdiği Mısır Sultanı T o -
m a n b a y (1517/921) ise tıpkı K a r a m a n o ğ l u A l â a d -
d i n B e y gibi, İslâm savaş hukukuna göre öldürülm üştür 76.
ç. Diğer K a t i l l e r :
Askerî sınıf içinde, nazarî olarak yukarıda saydıklarımız
dışında kalanlar, diğer yetkililerce, bu yetkilerinin derecesine
göre, katledilebilirler. Fakat, Padişahın, hayatına dokunul-
m am asını emıettiği herhangi birisine, msl, onu katledebilm ek
vezir-i âzamm yetkisi içinde olsa bile, kimse el süremez. Böy­
lece, onu da katledebilme hakkı, m ünhasıran padişaha aittir.
Ancak, tabiî bu konuda b ir sistem tesbit etme im kânı yoktur.
Yalnız söylediğimiz genel kuralın varlığım bilmek yetişir.

B — Diğer Yetkililerin Em rine Bağlı Olarak ta İnfaz


Edilebilen Siyaseten K a t i l l e r :
a. A z -S ın ır lı Y etk i (Vezir-i âzam) :

aa) Genel Olarak :


Osmanlı Devletinde, padişahdan sonra en yetkili kimse,
vezir-i âzamdır. Pek çok hususlarda yetkisi sınırsız olmakla
beraber, siyaseten kati gibi bazı işlerde yetkisinde birtakım
sınırlam aların bulunduğu görülür. B una rağm en vezir-i âza­
min bu yetkisi, az-sınırlıdır.
Vezir-i âzamlık kurum unuıı kaynağını araştırm ak konu­
muzu ilgilendirm em ektedir. Fakat bunun eski doğunun dev-
(75) Ay. eser. 410-411.
(76) Ancak T o m a n b a y ' m idamında hükümdarın gazabı değil, sır f savaş huku-
dan doğan zaruretler rol oynam ıştır. Yoksa I. S e 1 i m 'in sabık hükümdara te­
veccühü vardı. Bu olay için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , O T II, 278; H A M M E R ,
GOR I, 780 vd. D A N I Ş M E N D II, 41.
let geleneklerinden olduğu 7' ve kudretinin zirvesine Osmanlı
Devletinde eriştiği söylenebilir 78,
Vezir-i âzam lık m akam ına daha kuruluş devresinden
itib aren büyük yetkiler bahşedilm işti. Bu olay, I. M u r a d '
m vezir-i âzam larm dan Ç a n d a r l ı K a r a H a l i l H a y ­
r e t t i n P a ş a 'nin hem vezirlik hem de ordu kom utanlığını
üzerine alm asıyla (1385/787) başlam ış ve o zam ana kadar
İlhanlı Devleti teşkilâtını takliden yapılan asker - ulem a ayrı­
m ı kaybolarak , vezir-i âzam in yetkileri son derece gelişmiş­
t i r 79. II. M e h m e d 'e k ad ar padişah karşısında bazan sınır­
layıcı bile olabilen ve kudretleri eski T ürk ailelerine daya­
nan vezir-i âzam m yetkileri, onun tarafından daha da artırıl­
mış ve daha önce gördüğüm üz gibi, kul sistem inin ihdası ile
padişah karşısında «sınırlayıcı» olm ak vasfım kaybetm iştir.
F a t i h , vezir-i âzam i kendisinin m utlak vekili yapm ış
ve kanunnâm esinde bunu yazılı hukuk kuralı hâline sokm uş­
tur. «Bilgil ki evvelâ vüzera ve üm eranın vezir-i âzam başı­
dır. Cüm lenin u lu'sudur, cüm le um urun vekil-i m utlakıdır
ve m alım ın vekil-i m u tlakıdır ve ol nazırdır ve durum da ve
m ertebede vezir-i âzam cüm leden m ukaddem dir». Bu şekil­
de vezir-i âzam m m utlak yetkisi, tartışm a kabul edilmez b ir
tarzda devlete yerleşm iştir. Daha sonraki kanunnâm elerde,
bu yetki çok fazla teferru atlı b ir şekilde ta rif edilm ektedir.
Msl, A b d u r r a h m a n P a ş a ve N i m e t i E f e n d i K a ­
n u n n â m e s i n d e bunu açık b ir şekilde görm ek kabildir
P adişahlar da vezir-i âzam larını tâyin ederlerken b u yetkileri
teyid ederlerdi. Msl, II. A h m e d , vezir-i âzam i B o z o k l u
Mustafa P a ş a ya (1693-1694 azil/1105-1106) «umur-u
devlet-i âliyye senin rey ve tedbirine havale olunm uştur. Az­
li iktiza edeni azil ve nasba lâyık olanı da nasbedib badehû
rikab-ı hüm ayûnum a arz eyle » 81 dem iştir. Gene, msl, I.
A b d ü l h a m i d de vezir-i âzam larm a sık sık hatt-ı hüm a­

(77) H A M M E R , S ta a tsv erfa ssu n g u n d S ta a ts v e n v a ltu n g II. 79, 80; ZINKE I SE N ,


Johann W ilh elm : G e s c h i c h t e d e s Osmanischen Reiches in
E u r o p a III, Gotha 1855, s 59.
(78) Z I N K E I S E N III, ay. yer.
(79) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I , 245. vd.. İlk zamanlarda bir tane «vezir» vardı. Son­
ra sayıları artınca baş veziri, diğer vezirlerden ayırabilm ek için vezir-i âzam
denm iştir, ay. yazar, M e r k e z T e şk ilâ tı, III.
(80) U Z U N Ç A R Ş I L I , M e r k e z T e şk ilâ tı, 113.
(81) Ay. eser, 116.
yunlar yollıyarak geniş yetkilerini teyid e d e rd i82. III. S e -
1 i m , vezir-i âzami Ş e r i f H a ş a n P a ş a y a yolladığı b ir
hatt-ı hüm ayunda «Padişaha lâzım olan vekil-i m utlak olan­
lara ruhsat-ı kâmile ve istiklâl verüp yazdıklarını icra etm ek­
tir...» 83 dem iştir. Sonraları bu padişah vezir-i âzam larm yet­
kilerini b ir hayli kısmışsa da 84, ileride sened-i ittifak ile bu
m utlak vekillik hâli yeniden teyid olunmuş 85 ve vezir-i âzam­
larm bu yetkileri - II. M a h m u d 'un bazı zam anları dışında -
Tanzim ata kadar sürm üştür. Sonraki gelişim ise bizi ilgilen­
dirm em ektedir.
Prensip olarak vezir-i âzamin yetkileri bu ise de, bazı
hallerde padişah üzerinde pek nüfuzlu olan birtakım şahıs­
lar tarafından işlerine fiilen m üdahale.ve bu yüzden yetkile­
rinin azaldığı olurdu. Msl, IV. M e h m e d zam anında bir
aralık dar-üs-saade ağası S ü l e y m a n , büyük nüfuz ka­
zanmış ve Vezir-i Âzam S i y a v u ş P a ş a ’yı beğenmediği için
azlettirm iş, h a ttâ öldürtm eğe de k alk ışm ıştı8e. II. M u s t a f a ,
B o z o k l u M u s t a f a P a ş a (tâyini - azli 1703/1115) yı ve-
zir-i âzam tâyin ederken, hemen her hususta hocası Şeyhülis­
lâm F e y z u l l a h E f e n d i ile müşavere etm esini em ret­
m işti 87. Gene 1737/1150 yılında kethüda O s m a n Hali-
s a E f e n d i ayni şekilde nüfuz k azanm ıştı88. I. M a h m u d '
un, dar-üs-saade ağaları H a c ı B e ş i r v e sonra da H a f ı z
B e ş i r ağaların nüfuzu altına girmesi m eşhurdur. H a f ı z
B e ş i r A ğ a vezir-i âzam ları «Çırağ-ı has» sı telâkki eder­
di 88. Bu istisnaî durum larda vezir-i âzamin yetkilerinin, hele
kati yetkisinin çok azaldığı şüphesizdir. Fakat, genel olarak
vezir-i âzam her hususta «vekil-i mutlak» tır.
ab) Vezir-i Âzam'in Siyaseten Kati Bakım ından Y e tk isi:
«Siyaset - örf» yetkisini nefsinde toplam ış padişahın m ut­
lak vekilinin de bu yetkiyi kayıtsız şartsız kullanm ası düşü-
(82) Ay. yazar, Saray T eşkilâtı, 103.
(83) K A R A L , Enver Ziya: Selim I l l ’ürı Hatt-ı H ü m ayû n ları I. Ankara 1942.
s 39.
(84) J O R G A , V , 178 .
(85) K A R A L , Osm anlı Tarihi V, Ankara 1947, s 96.
(86) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , Ankaral951, s 365, H A M M E R GOR II, Petsh 1834
s. 392.
(87) U Z U N Ç A R Ş I L I , M erkez T eşkilâtı, 116.
(88) Ay. yazar, OT IV /1 , 262, 263 ve IV /2, Ankara 1959, s 341. Bu nüfuzlu şahıs dev­
lete büyük zararlar verdiği için ayni yıl katledilmiştir, ay. yerler.
(89) Ay. yazar OT IV /1, 331 vd. Bu ağa da, rüşvet aldığı için katledilm iştir (1752/1166).
ay. yerler.
nülebilir. Bu norm al m antıkî k u ral uygulam aya da bazı ka­
y ıtlam alarla geçm iştir. H erşeyden önce, m ünhasıran padi­
şahın yetkisine bağlı siyaseten katillerde, vezir-i âzam «vekil­
lik hakkını», kullanam az. Olsa olsa, kendisine padişahça
verilen em ri infaz ettirir.
Diğer h u su slard a vezir-i âzam m siyaset yetkisini, kanun­
nâm eler teyid etm iştir. Vezir-i âzam «.. tenfiz-i had ve k ı ­
s a s ve hapis nefiy ve e n v a - ı t a ' z i r ve s i y a s e t . . . ve
cem 'i kazayay-ı şer'iyye ve örfiyyenin istim a ve icrası için
b i z z a t c e n a b - ı p a d i ş a h i d e n vekil-i m u t l a k ­
t ı r » 90. Şu halde vezir-i âzam m prensip olarak siyaset ve ta'
zir yetkisi m u tlak tır. Ancak uygulam a onun b u yetkisini se­
fe r d ış ı-s e fe r zam anı şeklinde b ir ayrım a tâbi tu tm u ştu r.

1° — Sefer - Dışı Z am anlar :


Sefer - dışı zam anlarda, vezir-i âzam m kati yetkisi sınır­
lıdır. Vezir, kazasker, şeyhülislâm gibi devletin baş hizm et­
lerinde bu lu n an şahısların idam ı için vezir-i âzam padişahın
iznini alm ağa m e c b u rd u r91. B ununla b erab er kudretli b ir
vezir-i âzam m istediği vezir v. s. hakkında idam iznini padi­
şahın ekseriya verdiği görülm üştür. B unun pek çok örnek­
leri v a r d ır 92. K ö p r ü l ü M e h m e d P a ş a gibi çok kud­
retli ve geniş yetkili vezir-i âzam lar bazen bu kurala da aldn-
m azlar idiyse d e 93, genel olarak sefer dışı zam anlarda b u iz­
n in alınm ası gerekti. .

(90) A B D U R A H M A N P A Ş A ve N İ M E T İ EFENDİ Kanunnâmeleri, s 2.


U Z U N Ç A R Ş I L I ,M e r k e z T eşk ilâ tı, 113 ve not 2'den naklen.
(91) U Z U N Ç A R Ş I L I , M e rk e z T e ş k ilâ tı 115.
(92) İ b ş i r P a ş a ’nın sadaretine engel olm ak isteyen Morali Mustafa
Paşa, İbşir P a ş a tarafından padişahın ve valide sultanın rızası hilâfına
katledilm iş (1655/1066) ve katilden sonra Vezir-i âzam M u s t a f a P a ş a ’nın sakla­
dığı altınları IV. M e h m e d' e göstererek, katlin haklı olduğuna onu inandırmak
için çalışm ıştır. UZUNÇARŞILI, OT I I I f i , 283; H A M M E R , GOR III,
Pesth 1835, s 431-439; D A N İ Ş M E N D III, İstanbul 1950, s 585.. G ir it Serdarı
D e l i H ü s e y i n P a ş a , K ö p r ü l ü M e h m e d P a ş a , tarafından bin bir ve­
sile uydurularak, sonunda IV. M e hm e d ’in izni ile -tamamen haksız olarak
katledilm iştir (1658/1069), U Z U N Ç A R Ş I L I , ay. eser 336 vd, 348 vd; H A M ­
M E R , ay. eser, 499 vd; D A N İ Ş M E N D , ay. eser, 425.. R u m e li V alisi F i r a r i
Haşan P a ş a , vezir-i âzam Ç o r l u l u A l i P a ş a ’m n vaktiyle efendisi olan
Bayram Paşayı ödlürdüğü için, III. A h m e d ’in razı olm am asına rağmen,
vezir-i âzam padişahı adeta sıkboğaz ederek zorla izin alm ış ve H a ş a n Paşa
katledilm iştir. U Z U N Ç A R Ş I L I , O T IV /2 , 289 not 2; D A N İ Ş M E N D IV,
601.. Gene, Dar-üs-saade Ağası H a f ı z Beşir A ğ a ’n ın Vezir-i âzam B a ­
h ir Mustafa P a ş a tarafından büyük kurnazlıkla katledim esi de b u tip
bir olaydır. Bk, not 89.
Bu istisna dışında vezir-i âzamin askerî sınıf üzerinde
kati yetkisi m utlaktı, o da sultan gibi hayat ve ölüm üzerin­
de k arar verme yetkisini h aizd i94. Yalnız vezir-i âzam lar sa­
ray içinde bu yetkilerini kullanamazlardı; saray kapısından
çıkınca bu az -sın ırlı yetkileri derhal yürürlüğe g ire rd i95.
, 2° — Sefer Zamanları :
Sefer zam anları dışında yukarıda söylediğimiz şekilde
sınırlanan yetki, sefer zamanı hemen tam am en sınırsızlaşır.
Vezir-i âzamin, s e r d a r ı e k r e m olarak bulunduğu sıralar
yetkileri sonsuzdur. Bütün tevcihat, aziller, tâyinler, nefiv
ve idam ları padişaha sorm adan icra ettirir; zira seferde onun
em ri ferm an d em ek ti96. Onun bu yetkisi seferden dönünce-
ye kadar devam eder... Bü.sınırsız yetki, sefer eğer Avrupa'da.
ise Davut paşa 97, Asya'da ise Üsküdar m evkiinden 98 hareket
edildiği zaman başlardı. En önemli kom utanlar, vezirler bile
serdar-ı ekrem tarafından derhal katledilebilirdi99. Bununla
beraber padişahın 'Sevdiği veya dokunulm am asım em rettiği
kimselere vezir-i âzam lar ilişemezlerdi (bk, yukarıda 1/A ç) 10°.
(93) Msl, Şecaati ile m eşhur Ş e y d i A h m e d P a ş a 'nm katli (1661/1072). U Z U N ­
CA R Ş I L I, OT i l i n , 407 vd. H A M M E R, GOR III, 521 D A N İ Ş M E N D III,
427, 556.
(94) Bk, H A M M E R , S taatsverfaşsung und Staatsverw altu ng II, 82, Z I N K E I -
SEN III, 61. :
(95) ,Ş E H S U V A R O Ğ L U , H a l û k Y: T ü rkiye de Huzur. Cumhuriyet Gazetesi.
27 Ekim 1961. sayı 13373, s 2.
(96) U Z U N Ç A R Ş L I , M erkez Teşkilâtı, 117, 183 not2.
(97) Ay. eser, 183 not 1
(98) Ne U z u n ç a r ş 1 1 1 ’nın, ne de diğer yazarların eserlerinde bu hususa dair bir
kayıt yoktur. Biz de bir belge bulamadık. Ancak, Avrupa tarafında D avu tpaşa
mevkiinin karşıığlı Asyada Ü sküdar olduğundan, vezir-i âzamin yetkilerinin ora­
dan itibaren başladığını kabul etmek gerektir.
(99) Msl, 1683/1095 Viyana bozgunu sırasında M e r z i f o n l u Kara Mustafa
Paşa gazaba gelerek Budin Valisi U z u n İbrahim P a ş a y ı katlettir-
miştir. U Z U N Ç A R Ş I L I OT I I I / l , 464, H A M M E R , GOR III, 750; D A -
N İ Ş M E N D III, 456. '
(100) Olağanüstü yetkilerle ve üstelik «serasker» ünvanı ile seferde bulunduğu
hadle İ b r a h i m Paşa Kanunî S ü l e y m a n ’ı n gözdelerinden olan
. Başdefterdar İskender Çelebiyi derhal öldürtem çmiş, çeşitli desi-
.. selerle onu padişahın gözünden düşürüp azlettikten sonra katlettirebilm iştir (1535/
, ' 942).. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 341, 342, H A M M E R , GOR II, 111, 120, 123,
; D A N İ Ş M E N D II, İstanbul 1948, s 164, 174.. Gene, devrinin adeta diktatörü
( olan K u y u c u Murat Paşa, C a n b o l a t o ğ l u üzerine sefere gittiği za-
<; : man, kendisinin aleyhtarı olan X a s u h P a ş a y ı öldürtmek istem işse de, pa-
. d işah tarafından hayatına dokunulmaması emri verildiğinden bunu yapamanıış-
' tır (1605-1606/1014-1010) UZUNÇARŞILI, OT I I I 12, 365 vd... I. A h m e d ,
vezir-i âzam Yavuz Ali Paşa’nın (1603-1604/1012-1013) kaymakamı S o f u S i n a n
Paşayı sevmediği için azlederek yerine vezir-i âzamin hoşlanm adığı H a d ı m
, Hafız Paşayı tâyin etm işti. Ve?ir-i âzam seferde oduğundan yeni kayma­
kam idamından korkmuş ve kendisine bir şey yapılmaması için, padişahtan ken-
b. Tam - Sınırlı Y etkililer :
Y ukarıda (1/A .a) belirttiğim iz gibi Osm anlı Devletinde,
siyaseten kati yetkisi tam am en padişaha ve biraz önce gördü­
ğüm üz gibi, bazı önem li istisnalarla onun m utlak vekili olan
vezir-i âzam a aittir. Diğer devlet adam ları bu yüzden, tak d ir
hak ların ı ku llan arak «siyaset» em ri verem ezler. Bu konuda
o nlara p ad işah veya vezir-i âzam tarafın d an yetki verilm iş
olm ası gerektir.
Vezir-i âzam lar sefere çıktıkları zam an yerlerine b ir
« k a y m a k a m - ı r i k a b - ı h ü m â y û n » b ırak ırlar. Bu
kaym akam , devlet içinde vezir-i âzam dan sonra en kudretli
şahıs olm ak gerektir, zira yanında vekil-i m u tla k ’m m ü h rü ­
nü t a ş ı r 101. Ama b u n a rağm en kaym akam bile m utlak yetki­
li değildir, ancak devletin günlük işlerini y ü rü tü r. Eğer
em irlerine k arşı gelen olursa, b u n ların içinde gerekli gördük­
lerini, su ltanın veya vezir-i âzam m o iş için verdiği yetkiye da­
yan arak k atledebilir 102.
Devletin diğer yüksek m em urlarından ve en yetkililerin­
den birisi olan K a p t a n P a ş a , tersane bölgesinin asayişi­
ni tem in için gerekirse idam hükm ü verir 103 ve sefer esnasın­
da da siyaset yetkisine sahip b u lu n u rd u 104.
B ir vezir, serd ar tâyin edilirse hareketinden itibaren di­
van k u ru p dâva d in ley eb ilird i30S. F akat yaptığı işlerin hesa­
bım verm ek zorunda o ld u ğ u n d a n 106 ancak kendisine verilen
sın ırlar içinde siyaset yetkisini kullanabilir. Seferin am acı­
na göre b u yetki az veya geniş olabilir.

di el yazısı ile bir hatt-ı hümâyûn istem işti. Padişah bu hattı yazarak «kayma­
kam bir kazaya uğrarsa kendisinin de başının kesileceğini» vezir-i âzama bildir­
m iştir. ay. yazar. M e r k e z T e şk ilâ tı, 183, 184.
(101) U Z Ü N Ç A R Ş L I , M e r k e z T e şk ilâ tı, 180 vd.
(102) Bir zaman sadaret kaymakamı olan L a l a Mustafa P a ş a y a III. M u r a d
«..her kim itaat ve inkıyad etm ez ise kapısı önünde salb idesün» em rini verm iştir.
S E L Â N İ K İ, s 159, 160. UZUNÇARŞILI: M e r k e z T e şk ilâ tı, 183 not
2’den naklen.
(103) P A R M A K S I Z O Ğ L U , İsmet: K a p ta n Paşa, İA VI, 208.. «Donanma kap­
ta n la rın d a n K a r a Ali K a p t a n ’ın d o n a n m a d a n u k u d id d ia s ın d a o ld u ğ u
Cihetle i d a m . olunduğu» na dair kaptan-ı sabık M e h m e d P a ş a ’dan arz BAHH
N. 25491, 23 Rebılulevvel 1238 (7 Aralık 1822).
(104) U Z U N Ç A R Ş I L I , ay. eser, 417.
(105) Ay. eser 193 .
(106) Ay. yer.
Valiler de, padişah veya vezir-i âzamdan yetki alm adan
siyaset icrasında bulunamazlar. Valiler eğer siyaseten kati
zaruretinde bulunuyorlarsa izin isterler 107. Olağanüstü yet­
kilerle tâyin edilen valilerde tabiî bazen çok az sınırlı yetki de
bulunabilir 10S.

C — Siyaseten Kati S e b e b l e r i : ' '


a. Genel Olarak :
Askerî sınıfın siyaseten katledilm e sebepleri pek çeşitli­
dir. Bunların hepsinin tesbiti belki binlerce çeşit sebep orta­
ya çıkarır. Biz, şimdi, incelediğimiz olay ve belgelere dayana­
rak bu kati sebeplerini... onüç ana gurupta..toplam ak üzere
açıklamağa çalışacağız. Ondördüncü gurupta da kısaca ben­
zer (şibih) siyaseten kati halini inceliyeceğiz.
İkinci bölüm de (III/3 ) siyaseten katli gerektiren halleri
genel olarak belirtm iştik. Şurasını söylemek gerektir ki bu
genel haller hem askerî sınıf, hem de reaya için m uteberdir.
Bu yüzden, o bahiste sayılan fiillerin b ir veya bir kaçının as­
kerî sınıf m ensuplarınca ikaı halinde, bu fertler siyaseten
katledilebilirler. Bu yüzden askerî smıfın kati sebeplerini sa­
yarken, yukarıda belirttiğimiz bazı halleri tekrar yazacağız.
Fakat bu bir «tekrar» değil, genel sebeplerin, askerî sııuf
için nasıl uygulandığını gösteren zarurî b r açıklam adan iba­
rettir.

b. Siyaseten K a ti S e b e p l e r i:
ba) Padişahın Mutlak Otoritesini Sınırlamak İstem em esi:
II. M e h m e d ile, Osmanlı İm paratorunun devlet içinde
tek «hakim-i m utlak» olmağa başladığını ve bu gelişmenin
büyük bir hızla ilerleyip kısa zamanda hedefine vardığını da­

(107) «Bağdat Valisi D a v u d P a ş a m em leketin im arı ve aşairin itaati., hakkında


gece gündüz çalışm akta... sabık vali S a i t P a ş a zam anında yü z bulan m ü fs it-
lerden Ş a v t z a d e Ca stm B e y l e Bağdat d efte rdarı S a i t efendinin
ve Tüccardan N u m a n Çelebinin ve Sait Paşanın kethüdası
Derviş A ğ a n ı n idamlarına müsaade taleb» ine dair Bağdat Valisi D a v u d
P a ş a n ı n kapı kethüdası M e h m e d S a i d mühriyle mektup. BAHH N.
25340 1231 (1815).
(108) 1737/1150 yılında Avusturya ile yapılmakta olan savaş sırasında Bosna Valisi oian
H e k i m o ğ l u Ali Paşa Y enipazarı A v u s t u r y a y a teslim edenleri...
derhal idam ettirmiştir. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IVjZ, 270.
h a önceki bahislerde açıklam ıştık. Devletin tek ve m utlak
hâkim i durum una gelen padişahın, kendi otoritesine karşı en
küçük b ir sınırlam a teşebbüsünü derhal b erta raf etm esi var­
lığı için zaru rettir. Bir m utlak egemen olarak otoritesinin
karşısında başka b ir otorite belirm esine taham m ül etm esi
asla düşünülem ez. K endisine karşı böyle b ir teşebbüste bu­
lunan devlet adam ını da b e rta ra f etm enin tek ve en emin
çaresi onu k atlettirm ektir.
II. M e h m e d'e k ad ar hü k ü m d arlar henüz m utlak oto­
ritelerini tam olarak kuram adıklarından böyle zecrî tedbir­
lere derhal başvuram azlardı. Ancak F a t i h , otoritesini sı­
nırlayan Ç a n d a r l ı H a l i l P a ş a y ı büyük zorlukla b er­
ta ra f ettik ten sonra 109, artık padişahlar bu zecrî tedbire sık
sık başvurm uşlar ve b u hâlin b ir siyaseten kati sebebi sayıl­
m ası yolunu açm ışlardır.
Bu konuda göstereceğimiz ikinci örnek G e d i k A h ­
m e t P a ş a ’nın katli olayıdır. F a t i h 'in vezir-i âzamların-
dan olan ve onun m utlak otoritesine bile karşı gelen (1472­
1477/878-882) Bu Arnavut devşirm esi F a t i h 'd e n sonra çok
büyük b ir nüfuz kazanm ıştı. O sıralarda kuvvetli b ir hale ge­
len devşirm e devlet adam ları partisinin elebaşı olarak, dev­
letin hazardaki tek intizam lı kuvveti K apıkulu Ocağına da­
yanm ış ve padişaha istediğini yaptırtm aya başlam ıştı. Gerek­
tiği zam an hüküm darı teh d it bile etm iş ve bu yolla msl; Sul­
tan ın çok sevdiği b ir Türk devlet adam ını, ikinci vezir H a m-
z a - z â d e M u s t a f a P a ş a y ı istem iye istemiye ona öl­
d ü rtm ü ştü r (1481/886). O sıralarda C e m m eselesi ile uğraş­
tığı için G e d i k A h m e d ’in otorite - sınırlayıcı hareketlerine
m ecburen göz yum an II. B a y e z i d , b u işi yoluna koyar koy­
maz onu k atlettirm iştir (1482/887) 110. Böylece F a t i h ' i n ih­
das ettiği kul sistem inin b ir geri tepm esi olarak ortaya çıkan
devşirm e diktatörlüğü kesin olarak sona erm iş ve artık «kul»
lar padişahın m u tlak otoritesine en küçük b ir sınırlam a tanı-

(109) Ç a n d a r 1 1 H a l i l Paşa olayını yukarıda tahlil etm iştik. Bk, Bu bölüm


1/2 B. C ve ayrıca not 36.
(110) Bu olay için b k : U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 158 not 1, 160 not 1, 171 not 1,
172; ay. yazar, B a y ezid II, İA II, 393; H A M M E R , GOR I , 626-627; D A N İ Ş ­
M E N D I, 364, 376 vd; Y İ N A N Ç ,M ü k r i m i n H a l i l : (G e d ik ) A h m e d
Paşa, İ A I, 193 vd; G e d i k A h m e d P a ş a ’nın katlinin askere bildirilm iş ol­
duğuna dair M e z i d im zalı bir ariza. TSA N. E/5697; ayrıca bk, BELGE N. 4
(TSA N. E / 11983).
madiğini görerek, başka yollardan kendilerini kabul ettirm e
yoluna sapm ışlardır. İftira, entrika gibi usullerle başa geç­
mek, gene bu yolla o rtaklıkta hâkim olmak, fakat efendileri pa­
dişaha açıkça karşı gelmemek yolu. Buna rağmen devşirme p a r­
tisinin, kendi organı Yeniçeri Ocağı ile hüküm et darbeleri yap­
tığı görülm üştür. Fakat esas prensip, hüküm darın m utlak
otoritesine karşı b ir sınırlam a çabasının norm al kudretli pa­
dişahlar zam anında artık bahis konusu olmamasıdır.
Bu katiller genel siyaseten kati sebeplerine dayanılarak
infaz edilm em işlerdir. Padişahın egemenliğinin sınırlam a ka­
bul etmemesi dolayısı ile takdir hakkına dayanarak verdiği em­
re göre yerine getirilm işlerdir......................... ....................... ...

bb) Padişahın Tahtına Karşı Tehlike :


Bir devlet adamı, eğer, hüküm darı tahtından indirip ye­
rine başka b ir şehzadeyi padişah yapm ak isterse, pek tabiî
bu, doğrudan doğruya padişahın şahsına ve egemenlik hak­
larına aşırı bir tecavüz sayılır. Bu yüzden böyle b ir hâl, hem
genel bir siyaseten kati sebebidir, çünkü ikinci bölüm de
gördüğümüz kati sebeplerinden «muhik olan bir veliyülemr
aleyhine» yapılan bir çalışmadır, hem de padişahın egemenli*
ğinin sona erdirilm esi dolayısı ile yukarıdaki sebep ile bağ­
lıdır. Şurasını belirtm elidir ki, padişahın «muhik» olup ol­
madığı isyan zam anlarında ekseriya bahis konusu edilm iştir
ve ulema da isyancılar tarafını tutup artık bu saltanatın «hak­
sız» olduğuna karar vermiş ise o takdirde hüküm dar tahttan
indirilir. Fakat bu hal tabiî ki bizim konumuzu teşkil etmez.
B urada bahis konusu olan olay, bir devlet adam ının padişa­
hı devirmek için çalışmasının ortaya çıkarılm asıdır. Bu ha­
zırlık henüz fiiliyata dökülüp, padişahın «muhik» olup ol­
madığı belli bulunm adığından devlet adamı, veliyülemr karşî
sm da en ağır suçlu durum undadır. Bu ağır suçun cezasının da
siyaseten kati olması tabiîdir. Nitekim uygulama tam am en bu
yönde gelişmiş ve padişahlar tahtlarına karşı bir hareketlerin­
den şüphelendikleri devlet adam larını derhal katlettirm işlerdir.
Msl; I. S e l i m , Şehzade A h m e d ' l e gizli m uharebesi olan Ve­
zir-i Âzam K o c a M u s t a f a P a ş a y ı (1512/918)111, şeh­

(111) H A M M E R , GOR .696-697; UZUNÇARŞILI, OTU, DANİŞMEND


II, 3. ................
zadelerin hayatına kefil olduğu için IV. M u r a d , B o ş n a k
Topal Recep P a ş a y ı (1632/1042) 112, kendisini ta h t­
ta n indireceği h ak k ın da şüpheler uyandırılan İ b r a h i m
Vezir-i Âzam K e m a n k e ş K a r a M u s t a f a P a ş a yı
(1644/1054) 113, ayni şekilde, yerine Şehzade S ü 1 e y m a n 'm
getirileceği şeklinde k o rk u tu larak tah rik edilen IV. M e h ­
m e d Vezir-i Âzam T a r h o n c u A h m e d P a ş a ’y ı ( 1653/
1064) 114, II. M u s t a f a , kardeşi Şehzade A h m e d ile giz­
lice m ektuplaşan İm rah o r K ı b l e l i - z â d e A l i b e y ' i na,
gene ayni Padişah, hocası Şeyhülislâm F e y z u l l a h E f e n -
d i ’nin etkisi ile, K ı r ı m H anını ve askeri aleyhinde tahrik
ettiği kuşkusu ile Vezir-i Âzam D a l t a b a n M u s t a f a P a ­
ş a yı (1703/1125) 116, III. A h m e d , aleyhinde askeri tahrik
etm esinden şüphelendiği Vezir-i Âzam H o c a İ b r a h i m
P a ş a ’yı (1713/1125) 117, I. A b d ü l h a m i d , Şehzade S e ­
l i m 'i cülûs ettirm ek istediği açıkça belli olan Vezir-i Âzam
H a l i l H â i n i d P a ş a yı (1785/1200) 118 derhal öldürtm üş­
lerdir. ‘

Ş urasını da belirtelim ki, padişah m utlak yetkisini a rttır­


dıkça, tah tın ın selâm etini daha çok düşünm eğe başlam ış ve
en küçük b ir şüphe duyduğu şahısları derhal Ö ldürtm üştür.
H albuki ilk devirlerde şüphe tam ispat edilm edikçe kati in­
faz ed ilm ezd i119. ,

(112) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I l I / l , 186 vd, 189 vd H A M M E R , GOR I I , 100 vd,


105 vd; D A N İ Ş M E N D II, 351 vd, 354.
(Î13) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I I j l , 217 vd; HAMMER, GOR II, 231 vd; D A ­
N İ Ş M E N D III, 391 vd.
(114) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T 111/1, 267 vd, 272 vd; H A M M E R GOR II, 410 vd;
D A N İ Ş M E N D III, 418. A h m e d P a ş a boğulurken padişah kendisine ağır
sözler söylem iş, bunun üzerine vezir-i âzam «padişahım , sen beni şer’ ile öldür­
m üyorsun, zulm ile öldürüyorsun, benim katli m ucip suçum yoktur, iki elim
ruz-i m ahşerde yakandadır» dem iştir. NAİMA, Mustafa: R a v z a t el-Hü-
şe y in fî h ulâsat et-ah bar el h afikin Tarih-i N aim a, 2. Bası. İstanbul 1280 cilt V,
s 294. "
(115) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I V / ! , 16.
(116) Ay. eser IV /2 , 259 vd ve I V /1 , 19 vd.
(117) Ay. eser I V /2 , 298 vd; D A N İ Ş M E N D IV, İstanbul 1955, s 6.
(118) Ay. eser -IV/1, 411, 484 ve IV /2 , 433 vd. , .
(119) Msl, II, M u r a d , Çandarlı Halil P a ş a ’n m tahrikleri ile İkinci Ve­
zir H a c ı , İ y. a z, P a ş a ’dan şüphelenm iş ve bir gün, elbisesinin altına zırh
giydiğini anlayınca,' bu vezirin gözlerine mil çektirm ekle yetinm iştir (1423/827),
H A M M E R , GOR / , 423-424; U Z U N Ç Â'R Ş I L I, OT I] 297. Halbuki ileride
sadece bir mücferreü iftira ile pek çok devlet a'damı katledilhûştir. '
bc) Padişahın Hayatına Kasd :

Bunun da genel bir siyaseten kati sebebi olduğu şüphe­


sizdir. Devlet başkanlarının hayatlarına yapılan kasitler bu­
gün de ölüm ile cezalandırılıyor. Pek tabiî m utlak Osmanlı
Devletinde sübût olmaksızın, padişahın hayatına kastedildi­
ği hakkında b ir itham , itham edilen devlet adam ının haya O-
na mâl olm uştur. Msl; kendisine düşm an olan bir musevî
tarafından Vezir-i Âzam D e r v i ş P a ş a ’m n saraya tünel
kazdığı uydurulm uş ve aleyhtarları tarafından bu haber î.
A h m e d ’e duyurulunca o, hiçbir soruşturm aya lüzum gör­
meden Paşayı derhal huzurunda k a tle ttirm iştir120. Gene
II. M a h m u d u n m eşhur.Tuna Gezisi esnasında İs t a n b u l ’da
hüküm dar aleyhine bir kom plonun meydana çıkması üzeri­
ne bu işle ilgili birçok kimseler idam olunm uştur (1837/
1253) 121.'

bç) Padişahı Tahkir :


Padişah hakkında ileri geri ölçüsüzce konuşm ak ve ona
sövmek, yapanın rütbesi ne olursa olsun ölümle cezalandın-
lır. Nitekim devrinin nüfuzlu adam larından m eşhur Defter­
dar H a c ı - S a r ı B a k k a l z â d e M e h m e d P a ş a , Pe-
te r -V a r a d in savaşından (1716/1128) sonra vezir-i âzam ol­
mayı beklerken, ümidi gerçekleşmeyince çok m üteessir ola­
rak Padişah III. A h m e d ' e sövüp saymaya başlamış ve bu,
yokolmasmı isteyen düşm anlarına iyi bir fırsat verm iştir. Bu
hareket padişaha duyurulunca katledilmesi ferm anı çıkmış­
tır (1717/1130) 122.

bd) Devlete Karşı İsyana G irişilm esi:


Meşru otoriteye karşı isyan eden ve itaat tekliflerini red­
deden kim selerin katli caizdir 123. Ancak hüküm darlar şeri­
atın koyduğu bu şartı daha da hafifletm işler ve isyan şüphesi
haline da yaydırm ışlardır.

(120) H A M M E R , GOR II, 697 vd; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I1I/2 363.


(121) J O R G A V, 389.
(122) N U S R E T N Â M E ve RÂŞÎD T a r i h i IV, 333 U Z U N Ç A R Ş I L I ,
OT IV/2, 600, 601'den naklen, ayrıca bk, 597 vd.
(123) D ’ O H S S O N V, Paris 1824, s 101; B İ L M E N III, 438 vd.
Herşeyden önce sultan, «isyancı» sıfatını kendisi tâyin
eder 124. Bu yüzden padişah hangi hareketin isyan sayılaca­
ğını tesbit konusunda geniş b ir tak d ir hakkına sahiptir. B 0 3 /-
lece o, kendi ölçülerine göre, isyan çıkartm ası şüphesi olan
devlet adam larını katlettirebilir. Bu şekilde msl, I. S e l i m ,
Vezir-i Âzam D u k a k i n o ğ l u A h m e d P a ş a yı, Çaldı­
ran savaşı dönüşünde A m a s y a ’da yeniçerilerin isyanını tertip
ve tah rik ettiğini anlayınca bizzat yaralam ış ve sonra katlettir-
m iştir (1515/921) 125. Gene b u Sultan, aynı seferde, askeri
zam an zam an ayaklandırıp isyan çıkartm ak istediklerine ka­
ni olduğu C a f e r Ç e l e b i , İ s k e n d e r Ç e l e b i ve
B a l y e m e z O s m a n A ğ a y ı k atlettirm iştir. Sonradan
C a f e r Ç e l e b i ’nin suçsuz olduğu anlaşılm ıştır (1515/
921) 12S. I. S ü l e y m a n bağım sızlık istediği hususunda hak­
sız yere iftiraya m aruz b ırakılan değerli Ş e h s u v a r o ğ l u
A l i B e y ’i, F e r h a t P a ş a eliyle k atlettirm iştir (1522/
929) 127. III. M e h m e d oldukça değerli Vezir-i Âzami F e r ­
h a t P a ş a ’yi, düşm anı S i n a n P a ş a tarafından uyduru-
lan«jEflâk Voyvodası ile ittifakı vardır» iftirası ile azl ve kati
ettirm iştir (1595/1004) 128. IV. M e h m e d'in liyakatsiz ve­
zir-i âzam larm dan K a r a İ b r a h i m P a ş a , azledildik­
ten sonra H acca giderken, düşm anları «asker yazıp isyan
edeceğini» padişaha bildirdiklerinden K ıb rısa sürgün edil­
miş ve orada da askeri tah rik ettiği haberi gelince katlettiril-
m iştır (1687/1098) 129. İleride «devlete ihanet» gerekçesi ile
«isyan» sebebi birleşm iş ve «ihanet» eden askerîler de aynı
akıbete uğram ağa başlam ışlardır. Devletin anarşiye sürük­
lendiği X V III ve XIX. Yüzyıllarda isyan eden devlet m em ur­
ları çok artm ış ve idam hüküm leri de o oranda çoğalm ıştır 13°.

(124) 1446/850 yılında II. M u r a d tekrar tahta çıktıktan sonra, yeniçeriler yeniden
ayaklanm ışlardı. «Bunun üzerine Sultan M uıad bunları âsi ilân ederek nerede
rastlanırlarsa katledilm elerine müsaade verdi», İ N A L C I K , Fâtih D evri / , 93.
(125) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T II, 257; H A M M E R , G OR I, 722; D A N İ Ş M E N D II,
16, 17.
(126) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 263; OT II, 264; H A M M E R , GOR I, 726.
(127) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T II, 297; H A M M E R , G O R II, 42; D A N İ Ş M E N D
II, 80, 81.
(128) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /2 , 347 vd; H A M M E R , G OR II, 602-603; D A ­
N İ Ş M E N D III, 155-156.
(129) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T U I / 1 , 479 vd; H A M M E R , GOR I I I , 782; D A N İ Ş ­
M E N D III, 515.
(130) Msl; «Van m u h a fızı D e m i r t a ş z a d e Sadtk P a ş a n ı n h ıyan etin e m eb-
ni id a m ı h a k k ın d a s a d tr olan iradenin infazı..» hakkında arz. BAHH N. 4093.
1219 (1804).
be) Padişaha Yalan Söyleme :
Bir devlet adam ının sultana kam u işleri hakkında yalan
haberler vermesi de, padişahın şahsiyetinin kutsallığına k ar­
şı işlenmiş çok ağır b ir suç sayılır ve cezası ekseriya ölüm
olurdu. Msl, îranlılar ’m B ağdat’ı aldığı haberi İstanbu l’a gel­
m işti. IV. M u r a d Vezir-i Âzam K e m a n k e ş A l i P a ş a ’
yı çağırarak b u haberin aslının olup olmadığını sordu. Hileci
ve desas b ir kimse olan A l i P a ş a bunun doğru olmadığını
söyledi. Fakat haberin doğruluğunun gerçekleşmesi üzerine,
vezir-i âzam saraya dâvet edilip katledilm iştir (1624/1034) 131.

bf) Padişahın Derhal Katle Zaruret Gördüğü H aller (Hik-


met-i H üküm et) :
Bir kim senin ta ’ziren ölüm cezasına m üstahak olup ol­
madığı bazen şer'an tesbit edilmeden, padişah devlet m en­
faati gerektiriyorsa- kendi örfî yetkisine dayanarak siyaseten
kati edilmesi için em ir verebilir. Bu, tam anlamıyla onun
yetkisine kayıtsız şartsız tâbi olunarak infaz edilen bir ölüm
cezasıdır.

Hikmet-i hüküm et kavram ını hukuka bağlı m odern dev­


lette bile tam anlam ı ile sım rlandırabilm ek m üm kün değil­
ken 132 tam am en m utlak bir devlet olan Osmanlı İm parator­
luğunda tabiî ki her padişah kendi anlayışına göre bu kavra­
mın, sonucu ölüm cezasına kadar götürülebilecek sınırlarını
tesbit edecektir. Bu yüzden örnekler pek çeşitlidir. Msl, II.
M e h m e d , M a h m u d P a ş a 'yı, yaşamasını devlet m en­
faatine uygun görmediği için katlettirm işti. Bu katli padişa­
hın ta'zir hakkına dayanarak açıklamak, İslâm ceza huku­
ku bakım ından âdeta im kânsızdır133. İran seferi sırasında
devlet erkânı ordunun Erzincan ’dan derhal hareketini çok
sakıncalı gördü. Fakat kimse I. S e l i m e bunu arzetmeğe
cesaret edemiyordu. Nihayet Sultanın çocukluk arkadaşı ve

(131) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 156 ve I I I 12 379; H A M M E R , GOR III, 26;


D A N İ Ş M E N D III, 329. '
(132) Modern hukukta «hükümet tasarrufu» kavramının gelişimi ve' bugünkü durumu
için bk; O N A R , Sıddık Sami: İd a re H u kuk u nu n U m u m î esasları I.
İkinci Bası. İstanbul, s 333-306; ayrıca bk; Ö Z B U D U N , Ergun : İngiliz Hu-
kn kun da H ü k ü m e t Tasarrufları. AÜHFD XVIII, 1961, sayı 1-4 s 333-372 bilhassa
369 vd!
(133) M a h m u d P a ş a olayı için bk; yukarıda I/2-B-C ve not 46.
çok sevdiği sadık adam ı K a r a m a n Valisi H e m d e m P a ş a '
yı bu işe m em u r ettiler. H e m d e m P a ş a devlet erkânının
b u fikrini S ultana arz eder etmez o anda kafası kesildi (1515/
921) 134. Gene 1517/923 yılında, ordunun Sina çölünü geçme­
sinin im kânsız olduğunu söyleyen Vezir H ü s e y i n P a ş a
da derhal ayni akıbete uğram ıştır 135. M ı s ı r ı aldıktan sonra,
geri dönerken Vezir-Âzam Y u n u s P a ş a ile Y a v u z S u l ­
t a n S e l i m a t üzerinde sohbet ederek gidiyorlardı. Mısır
Beylerbeyliğinin kendisinden alınm asına üzülen vezir-i âzam,
S ultan'a, «bu k ad a r zahm et ettik, M ı s ı r ı gene b ir çerkese ver­
dik. Çekilen em ekler boşa gitti» demesi üzerine, atım durdu­
ra n Y a v u z S u l t a n S e l i m vezir-i âzam i derhal k a t­
lettirm iş ve gazabından başını üç gün de yanında taşım ıştır
(1517/923) 136. Devrin, belki de Dünyadaki en kudretli dev­
let adam ı m eşhur İ b r a h i m P a ş a , K a n u n î S ü l e y ­
m a n tara fın d an zevcesi H u r r e m S u l t a n ın tahrikle­
ri ile b ir gece b o ğ d u ru lm uştur (1536/943). İ b r a h i m P a -
ş a 'nm katlinde daha başka sebepler varsa da, K a n u n î'nin
gözünden b irdenbire düşüp derhal öldürülm esi ancak hik-
met-i hüküm et ile aç ık lan a b ilir137. Gene K a n u n î S u l ­
tan Süleyman, Şehzade M u s t a f a olayında (1553/
960) doğan tepkiyi b astırm ak için istem iyerek vezir-i âzam
yaptığı K a r a A h m e d P a ş a y ı , iki yıl sonra, durum
R ü s t e m P a ş a lehine düzenlendiğinden sırf kendi tak d ir
hakkına dayanarak kati e ttirm iştir (1555/962) 138. Vezir-i
âzam lıktan azledilen M e r e H ü s e y i n P a ş a , azlinden
on - onbir ay sonra IV. M u r a d tah ta çıktığı zam an varlığı
devlet için zararlı görülerek katledilm iştir (1624/1034) 1311.
Azlinden sonra (1692/1103) R o d o s ’ta te k ra r vezir-i âzam ol­
m ak için çalışan A r a b a c ı A l i P a ş a orada, bir fitne çı-
(134) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 252; H A M M E R , G OR I, 714; D A N İ Ş M E N D
II, 9.
(135) D A N İ Ş M E N D II, 32. '
(136) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 279 vd; H A M M E R , G OR I, 793-794; D A N İ Ş -
M E N D II, 44. Kaynaklar, Yunus P a ş a ’nın M ıs ır Beylerbeyliğinde bu­
lunduğu sırada bir hayli irtişa yaptığını da zikrediyorlar.
(137) Bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 343 vd; H A M M E R , G OR II, 122 vd; 246;
D A N İ Ş M E N D II, 186 vd. •
(138) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T II, 396; Kanunî Süleyman, Kara Ah­
med Paşaya «kendisini azletmeyeceğine». yemin etm işti, onu öldürtm ekle
yem inini bozm am ış oldu. K Â T İ B ÇELEBİ D A N İ Ş M E N D Iİ 298'den
naklen. Bk. H A M M E R , G OR II, 245 vd.
(139).U Z U N Ç A R Ş I L I > , O T I U ! I, 150; H A M M E R , G O R 'I I , 834, ;idam ı;: III, 24;
D A N İ Ş M E N,D III, 503,, ^
karm ası ihtim aline dayanılarak katledilm iştir (1693/1104) 14°.
II. M u s t a f a ’nm isteklerine bazen uymak istemiyen Ve­
zir-i Âzam S ü r m e l i A l i P a ş a , azil ve sürgünden son­
ra bile padişahın «sağ oldukça âteşin sönmez» şeklindeki hid­
deti yüzünden katlettirilm iştir (1695/1106) 141. Vezir-i âzam-
lığı sırasında bazı hatalar yaptığı için Kef e Eyaletine tâyin
olunan Ç o r l u l u A l i P a ş a , kendisinden para istenip,
bunu tem in edemediği için III. A h m e d ’in gazabı ile hik-
met-i hüküm et kurbanı oldu (1123/1711) 142. Padişahın arzu
ve meşrebine uymayan hareketler yaptığı için azl olunan Ve­
zir-i Âzam B a h i r M u s t a f a P a ş a da sürgünde iken
padişahın gazabına kurban gitm iştir (1765-1178)) 143. An
cak dokuz gün fiilen.vezir-i âzamlık yapabilen B e n d e r -
l i A l i P a ş a II. M a h m u d 'un m eşhur gözdesi H a l e t
E f e n d i ’ nin tahriki ile azil ve bir ay sonra katledilm iş­
tir (1821/1237). Katlinin sebebi, ispat edilmediği halde,
«Yunan İsyanı dolayısı ile devlet aleyhine faaliyet» tir 144. Fa­
kat bir yıl sonra padişahın sevgili adamı H a l e t E f e n d i de
«o zamana kadar devlet aleyhinde faaliyette bulunduğunu ye­
n ianlaşılması» sebebi ile katledilm iştir 145. En önemli devlet
adam ları için belirtilen bu sebepler tabiî ki küçük rütbeliler
için daha da genişletilmiş ve pek çok vali, m utasarrıf vs. « r ı ­
z a y a m u h a l e f e t » gerekçesi ile katledilm işlerdir 14ti. Şu
halde, görüyoruz ki, hikmet-i hüküm et genel olarak iki anlayış
şekline müncer olm aktadır : (i) .Padişahın gerekçe gösterm e­
den ve siyaseten katlin şer'an caiz olup olmadığı henüz tesbit
edilmeden, devlet menfaati bakım ından infaz edilmesini zarurî
gördüğü idam lar; Y u n u s ve H e m d e m P a ş a 'larm I. S e ­
l i m tarafından katledilmeleri gibi. (ii). Şer’an devlete za­
rarlı faaliyette bulundukları tesbit edilebilen fakat cezasının
tam am en padişahın hikmet-i hüküm et anlayışına bırakıldığı

(140) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT 111/2, 345 vd; H A M M E R , GOR III, 858; D A N İ Ş ­


M E N D , III, 518,
(141) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T H I/1, 570 vd; ve 111/2 442, H A M M E R , GOR U I , 875;
D A N İ Ş M E N D III, 478, 520.
(142) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I V /2, 286 vd; D A N İ Ş M E N D III, 472. Kati Ferma­
nının sureti için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , ay. eseı 289 not 2.
(143) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IV/2 . 372 vd; D A N İ Ş M E N D , IV, 42.
(144) D A N İ Ş M E N D IV, 493.
(145) K A R A L , OT V, 117; J O R G A V, 294; DANİŞMEND IV, 106 vd.
(146) Msl; «Rızaya muhalif hareketi sebeb i ile idamı em redilen K a y se r i m utasarrıfı
Ömer P a ş a n ı n . . » «BAHH N. 4145. 17 Muharrem 1218 (20 Nisan 1803).
haller; A r a b a c ı A l i P a ş a 'nın katli gibi. B ununla bera­
ber, b u ölçü de m utlak değildir. Hikmet-i hüküm et padişa­
hın belirli b ir zam anki tu tum una göre son derece değişken
b ir kavram dır.

bg) Padişahın M akul Olmıyan Sebeplerle K ati Em ri


V e rm e si:
Bilhassa akılca sakat olan padişahlar hiç olm ıyacak se­
beplerle pek değerli devlet adam larını katlettirm işlerdir. Msl,
Sultan I b r a h i m 'in vezir-i âzam i S u l t a n z â d e M e h ­
m e d P a ş a , haklı olarak son derece büyük şöhret kazanm ış
büyük ve m u ktedir Kaptan-ı Derya Hanya Fâtihi Y u s u f P a -
ş a ’yı çekemediği için onu S ultana «Girit gibi büyük b ir ada­
dan size to p u to p u birkaç cariye ve iki som aki sütün getir­
di» gerekçesiyle gam m azlam ış ve buna canı sıkılan î b r a h i m
Y u s u f P a ş a ’nra katlini em retm işse de C i n c i H o c a ta ­
rafından k u rtarılm ıştır. Vezir-i âzam m aleyhtarı olan C i n ­
c i H o c a nın gayreti ile M e h m e d P a ş a azledilince Y u -
s u f P a ş a 'nın rah at nefes alm ası gerekirken, muvazenesiz
padişah onun az hediye getirm esini affedem em iş ve «derhal
G irid’in zaptının tam am lanm asını» em retm iştir. B unun o
anda im kânsız olduğunu söyliyen Y u s u f P a ş a 'yı, bütün
rica ve yalvarm alara rağm en k atlettirm iştir (1645/1055). Bo­
şu boşuna öldürülen bu büyük askerin cesedini gören Sulta­
nın «ne güzel elm a gibi yanakları varm ış, yazık oldu» diye
üzülm esi de m e ş h u rd u r147. Gene ayni Sultan hoşuna gitme­
diği için İs ta n b u l 'da arabaların dolaşm asını yasak etm işti.
Bu garip em rin tabiî ki yerine getirilm esi im kânsızdı. Bu
yüzden b irgün yolunun üstüne b ir araba çıkınca, derhal, ikin­
di divanından çağırdığı, o devirde ender rastlanan dürüstlük­
te b ir devlet olan Ve^ir-i âzam S a l i h P a ş a ' yı «emrime ni­
çin riayet edilmiyor» diye gözünün önünde kuyu ipiyle boğdur­
ması (1647/1057) 148 Osmanlı Devletinde hayatın bazen ne ka­
d ar ucuz olduğunu gösteren acıklı örneklerdendir. K anaatım ıza
göre bu tip katilleri hukukça m eşru gösterm ek im kânı yoktur.
E m ir verm e yetkisini haiz veliyülem rin «âkil» olması gerek­

(147) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 228 vd; H A M M E R , GOR III, 227; D A N İ Ş -


M E N D III, 399-400.
(148) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 231 vd; H A M M E R , GOR III, 292; D A N İ Ş ­
M E N D III, 403-404.
t i r 149. Şu halde örfî yetkisine dayanarak siyaseten kati em ri
verecek hüküm darın akılca sağlığı tam olmalıdır. Akıl hastası
olan padişahın verdiği siyaseten kati em irleri hukukça m ute­
ber olmamak gerekir. Ancak bu em irler fiilen infaz edilmiş­
lerdir.
bh) Padişahın Tehdit Edilerek Kati Em rinin Alınması
İsyan veya benzeri durum un olmamasına rağmen, kud­
retli bir devlet adamının padişahdan zorla, yaşamasını iste­
mediği bir başka askerînin kati emrini alabilmesi enderdir,
fakat m üm kündür. Msl, devrinde devşirme kuvvetlere daya­
narak büyük nüfuz kazanmış G e d i k Ahmed Paşa,
Türk partisine m ensup...İkinci...Vezir H a m z a b e y z â d e
Mustafa P a ş a bertaraf edilmedikçe Karaman seferine
gitmeyeceğini söyliyerek padişahı tehdit ve Yeniçeri Ocağını
da teşvik ettiği için, II. B a y e z i d , istemiyerek, çok sevdiği
bu veziri katlettırm iştir (1481/886) 150. Bu, devlet m enfaati
zoru ile padişahça zaruret görülmüş bir siyaseten kati sayıl­
mak gerekir kanısındayız. ..
bı) İsyancıların Zoru İle Padişahtan Kati Em rinin Alın­
ması :
Yukarıdaki paragrafa benziyen bir haldir. İsyancılar, be­
ğenmedikleri bir devlet adam ının katlini isterlerse bu işi ken­
dileri yapabilirler. Bu hal konumuzla ilgili değildir 131. An­
cak bazen, isyancılar bu devlet adam larının padişahça kat-
lettirilm esini isterler. Msl. iyi bir devlet adamı olan eski ve­
zir-i âzam G ü r c ü M e h m e d P a ş a , sadaret kaymakamı
iken aleyhtarı, Vezir-i Âzam T o p a l R e c e p P a ş a nm çı­
karttığı bir yeniçeri ayaklanması sonucunda isyancıların kat­
lini istemesi yüzünden IV. M u r a t tarafından boğdurulmuş-
tu r (1626/ 1036) ln2. Bilgisiz icraatı yüzünden pek çok düş­
man kazanmış olan Vezir-i Âzam İ b ş i r P a ş a mn, aleyh­
tarlarının tahriki ile çıkartılan bir yeniçeri ayaklanm asında

(149) Ü Ç O K , THT, 72.


(150) D A N İ Ş M E N D 365 vd; Y İ N A N Ç , 196; ' U Z U N Ç A R Ş I L I II, 172.
(151) Msl, III. M e h m e d i n ölümü ile çıkan yeniçeri ayaklanmasında, isyancıların
Türk Vezir-i âzam Karamanı Mehmed Paşayı parçalamaları gibi
(1481/886). U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 156-157; ay. yazar - . F a t i h Sultan
M e h m e d ' i n vefatı üzerine vezir İ s h a k P a ş a n ı n İkin ci B a y e z id ’i saltana­
ta daveti arizası. Belleten XXV, sayı 97, 1961 s 75-77; H A M M E R , GOR I, 602-603.
(152) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III/2, 738 vd; H A M M E R , GOR III, 56-57.
isyancılar tarafın d an k atli istenm iş, IV. M e h m e d buna ra­
zı olm am ışsa da sonunda m ecburen Paşayı idam ettirm iştir
(1655/1066) lf>3. 1730/1143 P a t r o n a ayaklanm asında isyan­
cılar Vezir-i Âzam D a m a t İ b r a h i m P a ş a 'nm ve oğul­
larının katlini istediklerinden, bunları kurtaram ıyacağm ı
anlıyan III. A h m e d , çok sevdiği bu devlet adam ını katlet­
tirm ek zorunda kalm ıştır 134. Bu olaylar hakkında da yukarı­
daki tip katiller hakkında verdiğim iz hükm ü tek ra r edece­
ğiz (bk, b h ). B unları ayrı b ir başlık altında tekrarlam am ı­
zın sebebi, cereyan şekilleri itibarı ile anarşik b ir ortam da
geçm eleridir.
bi) M em urluk Yetkisini Kötüye K ullanm a :
Genel siyaseten kati sebepleri arasında, «halka zulüm
yapm ak» fiilini de saym ıştık. Askerî sm ıf m ensuplarının b u ­
lundukları m akam ın kendilerine bahşettiği yetkileri kötüye
kullanarak m aiyetlerindeki görevlilere ve halka zulüm yaptık­
ları görülm üştür. Zulüm, kanaatım ıza göre içine rüşveti ve
m addi zulm ü alan geniş b ir kavram belirtir. Osmanlı Dev­
letinde rüşvet alarak nüfuzunu kötüye kullanan pek çok dev­
let adam ı çıktığı gibi, halka zulm ederek görevini soysuzlaştı­
ran lara da sık sık rastlanm ıştır. H er iki fiili birlikte ika ede­
rek zulm edenler de görülm üştür. Bu konuda pek çok örnek
verm ek m üm kündür. Belli başlı birkaç olayı zikredelim :
F a t i h , R u m ’dan dönm e vezir-i âzam i R u m M e h m e d
P a ş a 'yı, «İstanbul ’un fethinden dolayı ecdadının hıncını al­
m ak istem esi sebebi ile» T ürk reayaya büyük eziyetler yap­
ması, İstanbul'un im arına engel olm ası, K a r a m a n üzerine
yaptığı seferde günahsız pek çok T ürkün canına kıym ası do-
layısı ile haklı olarak k atlettirm iştir (1470/875) 155. Bir H ırvat
(153) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I I / l , 284 vd; 290 vd; H A M M E R , GOR III, 441 vd;
D A N İ Ş M E N D III, 420.
(154) A B D İ T a r i h i , (yayınlayan, U N A T F a i k R e ş i t ) . Ankara 1943, s 37 -39;
AKTEPE, Münir: P atron a isyanı. İs ta n b u l 1958, s 143 vd; U Z U N Ç A R -
Ş I L I , OT IV /1 , 204 vd; D A N İ Ş M E N D IV, 18.
(155) Bu olay için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , O l II, 90-91; D A N İ Ş M E N D I, 313,
319; H A M M E R , GOR I, 489 vd, 499;B A B I N G E R , M e h m e d d e r E r o b e re r, 306;
N E Ş R Î II, 789; «Ahir kenduyi dahi hünkar it-gib i , tepeledi» (ay. yer.) ibaresi
Türklerin bu vezir-i âzama karşı duyduğu büyük h ın cı gösterir. A Ş I K P A Ş A -
Z Â D E , 193, 215-216. Bu yazarlara karşılık İ B N KEMAL, Rum Meh-
m e d P a ş a ’ nı n K a r a m a n ı M e h m e d P a ş a ’ nm nifakı ile katledildiği
kanaatındadır, s 265. Sırası, düşmüşken bildirelim ki, devşirm e unsuru ekseri­
ya kendi aslını unutm am ış ve Türk reayaya durmadan zulüm yapmışttr. Dev­
şirme unsurunun soysuzlaşm ası ile devlete verdiği zarar için, bk; Z I N K E I -
S E N III, 68, ■• ,
devşirmesi olan Vezir F e r h a d P a ş a , K a n u n î nin kız k ar­
deşinin kocası olmasına rağmen, Ş e h s u v a r o ğ l u A l i
Be y ile pek çok türkmeni haksız yere kati ve servetlerini
zapt etmesinden dolayı, kati edilecekken karısının ricası üze­
rine rütbesi tenzil edilerek Semendire Sancak Beyliği’ne tâ­
yin edilmişse de, orada da zulmüne devam ettiğinden reaya
hakkında ekseriya adaletle hareket eden büyük hüküm dar ta­
rafından katlettirilmiştir (1524/931) 156. Rüşvet vererek ve­
zir-i âzam olan ve bu makamda kaldığı müddetçe büyük öl­
çüde rüşvet alan H a d ı m H a ş a n P a ş a , III. M e h m e d ’
in hocası S a a d e t t i n E f e n d i ’nin, rüşvet defterlerini
padişaha göstermesi ile katledilmiştir (1598/1007) 157. Pek
çok adamı haksız yere öldürten ve.büyük Ölçüde rüşvet alan
Vezir-i Âzam Y e m i ş ç i H a ş a n P a ş a da III. M e h m e d
tarafından öldürtülmüştür (1603/1012) 158. Gaddar b ir şahıs
olan ve bazen I. A h m e d ' e bile kafa tutan Vezir-i Âzam N a -
s u h P a ş a gaddarlığının doğurduğu infial ile katlettirildi
(1614/1023) 159. Başarısızlıklarının sebebini başkalarının üzer­
lerine atarak haksız yere çok adam öldüren Vezir-i Âzam
B o ş n a k H u s r e v P a ş a azlinden sonra IV. M u r a d
tarafından kati ettirilmiştir (1632/1042) 160. I. M a h m u d ' u n
gözdelerinden H a f ı z B e ş i r A ğ a nin kati sebeplerinden
birisi de çok fazla rüşvet almasıdır 161. Büyük bir rüşvet düş­
manı olan III. O s m a n , en sevgili adamlarından, vezir-i âza­
mi S i l â h d a r B ı y ı k l ı A l i P a ş a nm rüşvet aldığını
duyunca hiç soruşturma yapmadan derhal katlini em retm iş,
fakat iki saat sonra acalesinden dolayı pişm an olm uştur (1755
/1169) 162. Reayaya zulmetmeleri, devlet m em urları için en
(156) D A N İ Ş M E N D II, 106; H A M M E R , GOR II, 42.
(157) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III/2, 357 vd; H A M M E R , GOR II, 625-626; D A ­
N İ Ş M E N D 111, 183-186.
(158) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III12, 359; H A M M E R , GOR II, 655 vd; 662; D A ­
N İ Ş M E N D III, 217, 224.
(159) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I II12, 365 vd; H A M M E R , gaddarlığı bir yana,
Kırım hanı ile taht aleyhine mektuplaşmasının katlinin asıl sebebi olduğunu be­
lirtiyor, GOR II, 753 vd; ay. kanaat, D A N İ Ş M E N D III. 261.
(160) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l, 174, 188 ve III/2, 383; H A M M E R , GOR III,
67 vd, 103-104; D A N İ Ş M E N D III, 353. Bu vezir o kadar zâlim idi ki öldü­
receği kimseleri otağı önüne getirtir, kendisi de iskemleye oturarak katillerini
seyrederdi. Ufacık kusurlardan ötürü adam öldürtürdü. UZUNÇARŞILI,
OT IJ1!2, 383. Buna karşılık katlinde asıl, Anadolu isyanları ile ilgili olm asının
sebebi bulunduğu H A M M E R , GOR III, 103 ve D A N İ Ş M E N D III, 353 de
iddia edilmektedir.
(161) Bk, yukarıda; not 89.
(162) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I V jl, 337 ve IV/2, 381, D A N İ Ş M E N D II. 37.
norm al b ir siyaseten kati sebebi haline g e lm iştir163. Askerî
sınıfın en küçük m ensupları bile, zulüm y ap arlarsa siyaseten
katledilirlerdi 16\ A skerîlerin «eşkiyalığmdan» ise daha aşa­
ğıda bahsedeceğiz ( I I I / l A -b ) .

b j) Görevde B aşarısızlık :
Askerî sınıfın en önem li siyaseten kati sebeplerinden bi­
risi de budur. K endisine verilen görevi yapam ıyarak devlete
z a rar verenler padişahın veya vekilinin takdirine veya diğer
so ru m lu lu lan n yetkilerinin derecesine göre siyaseten katle-
dilebilirler. Osm anlı Devletinde askerî (savaşla ilgili) husus­
lar son derece önem li olduğu için, ordu sorum lulularm m b a ­
şarısızlıkları sebebi ile k ati cezası daha fazla verilm işse de,
diğer görevlerdeki başarısızlıklar dolayısı ile de idam edilen
kam u hizm etlileri görülm üştür. Önemli b ir kaç örnek vere­
lim : 1485-1489/890-895 yılları arasında K ö l e m e n D evleti ile
yapılan savaşta serd ar ile olan geçimsizliği yüzünden gayret­
sizlik göstererek o rdunun yenilm esine sebep olan K a r a g ö z
P a ş a , ilk başarısızlığı sebebiyle Şehzade A b d u 11 a h ’m
lalası olduğu için canım k u rtarm ışsa da, ayni hareketleri de­
vam ettiğinden, diğer başka beylerle birlikte sultanın em ri
üzerine katledilm iştir (1489/895) 165. Büyük denizci P i r î
R e i s , H ü rm ü z kuşatm asını kaldırdığı için İsta n b u l ’dan ge­
len b ir em irle Mısır da katledilm iştir (1553/961) 166 Zİgetvar
seferinin başlangıcında, Budin Beylerbeyi Y a h y a Paşa­
z a d e A r s l a n P a ş a , padişah gelm eden başarı elde etm ek
için b ir h arek et yaptı ise de, iki kaleyi kaybettiğinden idam edii-

(163) «K a r s es k i m u ta s a r r ıfı Sadık P a ş a n ı n zu lm ü se b e b iy le id a m ın a ferm an


ç ı k t ı ğ ı n a ..» dair buyrultu sureti. BAHH N. 4138. 25 Ramazan 1218 (9 Şubat
1803). Ayrıca bk; BELGE N. 5 (TSA N. E/11591), BELGE N. 6 (BAHH N . 51758).
BELGE N. 14 ve BELGE N. 15. '
(164) «K ü ta h ya d a y e n iç e ri ağasın ın e m r i ile m e n fi iken fir a r ike n
ve kazaya gelerek m eza-
Um icrasın a başlıya n G eyve a h alisin den e llidoku zu n cu c e m a a tte n T o p u z Be
k i r B e ş e' nin boğdu ruldu ğu na..» dair tezkere (?). BACVT A. N. 2197. 13 Cema-
ziyelevvel 1239 (15 Ocak 1824).
(165) U Z U N Ç A R Ş I L I , Or / / , 183 vd; H A M M E R , GOR I., 637; D A N İ Ş M E N D
I, 386: TSA’de K a r a g ö z P a ş a n ı n ilk başarısızlığı üzerine verilm esi muh­
tem el bir ferman vardır. « K a r a g ö z P a ş a 'nın y a k a la n ıp K a r a h isa r kalesine
h a p se d ilm e sin e d a ir D a v u t P a ş a y a Ferman» N. E/5592, 891 (1486).
(166) P i r i R e i s i n kati sebebinin içyüzü henüz aydm lanm am ıştır. Metinde söyle­
diğim iz mütalâa U Z U N Ç A R Ş I L I ’y a . göredir; OT II, 386; Buna karşılık
HAMMER, Pirî R e i s i n rüşvet alarak kuşatm ayı kaldırdığını ve bu sa­
yede dillere destan hâzinelerini büyülttüğünü yazıyor; , GOR II, 297. D A N 1 Ş -
M E N D ise aksi kanaattedir; II, Z il.
di (1565/973) 167. Askerî başarısızlıkları sebebile ile Serdar S a -
t r . r c ı M e h m e d P a ş a III.M e h m e d'in em ri ile katledil­
m iştir (1599/1008) 16lJ. 1649/1059 yılında donanmamız Venedik'
lilere yenilince düşm anlan tarafından bu yenilgiye Vezir-i, Âzam
S o f u M e h m e d P a ş a 'nin askeri ihmal etmesi sebep göste­
rilerek paşa azil ve sürgünde iken de katledilm iştir (ay. y ı l ) 16*.
Daha önce zikrettiğimiz gibi, başarısızlığı, sebebi ile M e r z i -
f o n l u K a r a M u s t a f a P a ş a , Budin Valisi Vezir U z u n
İ b r a h i m P a ş a yı katlettirm işti 17V Ancak bu m uktedir
Vezir-i Âzam da Viyarıa bozgunu dolayısı ile uğradığı başarı­
sızlığı cam ile ödem iştir (1683/1095) 17 \ İktidarsız ve des­
sas bir vezir-i âzam olan B o ş n a k Sarı Süleyman
Pa ş a , o derece liyakatsiz idi ve orduyu o kadar büyük yenil­
gilere uğratm ıştı ki, sonunda ordu tarafından azil ve İstanbul ’
da da IV. M e h m e d tarafından katlettirilm iştir 1687/1099)172.
III. M u s t a f a 'nin vezir-i âzamlarmdan Y a ğ l ı . k ç ı z â -
d e M e h m e d E m i n P a ş a ordunun tahıl ihtiyacını kar-
şılıyamadığmdan ve asker kaçakları da izam edip yenilginin
bütün suçunu üstüne attıklarından ilk önce, azil ve sonra da
katledilm iştir (1769/1183) 173. 1787-1791 (1201-1206) Rus sa­
vaşının en felâketli ânında kura çekerek, tarihte çok ender gö­
rülür bir şekilde vezir-i âzam tâyin ettiği Ş e r i f H a ş a n
P a ş a 'yı III. S e l i m , orduyu m aruz bıraktığı felâketler yü­
zünden katlettirerek, bu isabetsiz tâyinin günahını gene zavallı
vezir-i âzama Ödetmiştir (1791/1206) 174. . ,

bk) Vezir-i âzama Karşı İşlenen S uçlar:


Vezir-i âzam padişahın m utlak vekilidir ve onun şerefini
(167) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, H A M M E R , GOR II, 318; DANİŞMEND
11,. 346 vd. . . . . - i
(168) U Z U N Ç A R Ş I L I , - OT I I I / l , 84; - H A M M E R , GOR II, 628-629; D A N İ Ş -
M E N D III, 193. "
(169) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 350 vd; H A M M E R, GOR III, 344 vd.; D A 'tîî'Ş -
. M E N D III, 414. .- , ^
(170) Bk. not 99. , , ... .
(171) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 467 , 469 ve 111/2, 422; H A M M E R , GOR III,
755; D A N İ Ş M E N D III, 457. ,,
(172) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I jl, 503 , 504; H A M M E R , GOR III, 801-802, 807;
D A N İ Ş M E N D III, 5l6. ’
(173) U Z U N ’Ç A R Ş I L I , OT IV /1, 382 ve IV (2, 408 D A N t Ş M E N D IV ,\ 46.
(174) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IV /2, 450 vd, 453; D A f î İ Ş M E N D IV, 71; K A R A L ,
H. Hümayunlar I, 44. Ş e r i f Haşan P a ş a n ı n katlinde esas sebebin başa­
rısızlığı olduğu, kesik kafasının teşhir edilmesine dair III. S e 1 i m ’in yazdığı'
emirde ve kafası önüne konulan yaftada da görülmektedir. Bkî BELGE 'N. 7 (İS A
N. E/10190) ve BELGE N. 8 (TSA. ay. N.).
temsil eder. Bu yüzden vezir-i âzami tahkir, yerine geçmek
için faaliyette bulunmak gibi hareketleri yapan kimseler eğer
padişahın sevdiği ve güvendiği kimselerden değillerse, ekse­
riya katledilirler. K ö p r ü l ü M e h m e d P a ş a 'nm ken-
dişine rakip gördüğü devlet adamlarım yok etmesi gibi ör­
nekler bir hayli boldur.

bı) Benzer (şibih) - Siyaseten Katiller :

Siyaseten katlin münhasıran padişahın yetkisine bağlı


olduğunu belirtmiştik. Vezir-i âzamm ancak padişahın mut­
lak vekili, diğer yetkililerin de padişahın veya vezir-i âzamin
sınırlı temsilcileri olarak bu hakkı kullanabileceklerini de
açıklamıştık. Şu hale göre doğrudan doğruya veya dolayısı
ile padişahtan gelen bir yetkiye dayanmıyan idamlar, , siyase­
ten kati sayılmamak gerektir. Bu tip olaylar hakkında ke­
sin hüküm vermeden önce, padişahtan gelen bir yetkiye da-
yanmıyan bu kati olaylarını tanıtarak çeşitlendirmek ve ör­
nek göstermek gerekmektedir.
. I .
1° — Padişalıı Tahrik Etme (Fesada sevketme) :
Hükümdarın icraatını tasvip etmeyen ve menfaatları. bu
yüzden zarara uğrayan bazı zümreler, bu memnuniyetsizlik­
lerini ortaya koyarak kendilerine zarar veren icraatın dur­
durulmasını temin için ekseriya «isyan» yolu ile çalışabilir­
ler. Eğer isyan başarı kazanabilecek yola girer ve padişahı
hal' etmek gerekmez ise, kendilerine göre «padişahı bu kötü
yollara» sürükliyen kimselerin katlini isteyebilirler. ‘Bu is­
teklerini kendilerine taraftar ulema aracılığı ile şer’i fetvala­
ra da dayandırırlar. Ancak padişah, bu kati isteklerini ek­
seriya kabul etmiyeceğinden, arkasından o da hal’ edilir .ve bu
arada isyancılar - haklı veya haksız- ellerindeki fetvalara da­
yanarak istedikleri kimseleri öldürebilirler. Msl, G e n ç
O s m a n olayında bu tip durumlar görülmüştür. İsyancılar,
E s a t E fe n d i'd e n «Padişah-ı cihanbânı azdurub Bey-
tülmal-i müslimini telef itdürüp bunca fitne ve fetârete sebep
olan kişilere şer'an.. kati lâzım» geldiğini175 belirten bir fet­
va almışlar, fakat II. O s m a n bu fetvayı yırtınca kendisi da­
ha başka sebeplerin de etkisi ile hal'edilmiş ve bu fetvaya

(175) Fetvanın metni için bk; DANİŞMEND III, 298; ayrıca bk, HAMMER,
gor ıı, m •
dayanarak isyancılar istedikleri şahısları parçalamışlardır
(1622/1032) 176. Gene, S u l t a n İ b r a h i m ’i iyice deliye
çeviren kimseleri temizlemek gerektiğine kani olan bazı ocak
ağaları, başta Vezir-i Azam H e z a r p a r e A h m e t P a ş a
olmak üzere padişahı fesada sevkeden şahısların katillerinin
caiz bulunduğuna dair şeyhülislâmdan fetva aldılar. Ancak Sul­
tan İ b r a h i m söylenenleri yapmadığı gibi isyancıları tehdit
etmeğe başlayınca işin rengi değişti ve Sultan hal’ edildi. Ve­
rilen fetvaya göre vezir-i âzam da boğduruldu (1648/1058) 177

2 0 — Fetva ile Padişah K atli: .......................


II. O s m a n m katlinde baş rolü oynayan D a v u t P a ş a
daha önce Rumeli Kazaskeri Y a h y a E f e n d i ile Anadolu
Kazaskeri K e t h ü d a M u s t a f a E f e n d i 'den fetvalar al­
mıştı. Bu fetvalara dayanarak infaz edilen kati için I . M u s t a -
t a f a emir vermediğini sonradan açıklamıştır (1622/1032) 178.
Sultan İ b r a h i m de vezir-i âzam ve şeyhülislâm'm ortak
kararı ve şeyhülislâmın fetvası ile katledilmiştir. (1648/1058)
179. Fetvadaki gerekçe «İlim ve kılıç memurluklarını çalışan­
lara değil bilâkis rüşvet alarak şerefsizlere veren bir padişa­
hın hal ve katlinin caiz» olmasıdır 18°.

3 0 — Sonuç :
Her iki kategori kati bize gösteriyor ki, ortada «siyaseten
kati» emri yoktur, buna rağmen idamların infazlarına şer'an
izin vermiştir. Padişah emri olmadığından bunları siyaseten
lcatl sayamıyoruz. Fakat haklı ve haksız şeriatın yüksek tem­
silcilerinin fetvaları ile şer'i sayıldığından ve infaz edildikle­
rinden bu kategorileri benzer (şibih) - siyaseten kati şeklinde
görüyoruz. Böylece bu son konu üzerinde daha fazla durmu­
yoruz. ..

(176) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 141 vd; H A M M E R , ay. yer; DANİŞMEND,


ay. yer.
(177) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 239 vd; HAMMER, GOR II, 314 vd; DA­
NİŞMEND I II , 408.
(178) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 148 vd; DANİŞMEND I II , 320.
(179) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 343 vd; H A M M E R , GOR I I I , 319 vd; D A ­
N İ Ş M E N D I I I , 412 vd.
(180) H A M M E R , GOR III , 321.
Ç — Siyaseten Katilde U su l:

a. Soruşturm a:

aa) Genel Olarak

Bir sanığın suçlu olup olmadığının tesbiti, adaletin tahak­


kuku için yapılması gerekli ilk ve en önemli iştir. Bu tesbit
«soruşturma» ile yapılır. Soruşturmanın derin, tarafsız ve bil­
gili bir şekilde yapılmaması, herşeyden önce sanığın suçlu olup
olmamasının ve suçlu ise verilecek cezanın tartışma konusu
olması sonucunu doğurur ki, bu, devletin itibar ve otoritesi­
nin zedelenmesine sebep olur.

Usul hukukunun bu ilk ve en tabiî prensibine İslâm huku­


ku nazarî olarak büyük bir değer ve önem verir 181. İslâm dev­
letlerinin normal zamanlarında özel hukuk ve kısmen ta'zir ve
padişahın örfî hukuku dışında kalan ceza hukuku alanında bu
prensibe uyulduğu görülmüştür. Bu yüzden konumuz bakımın­
dan bu prensibe Osmanlı Devletinde sadakatle bağlı kalındığını
söyleyemeyiz. Bunun da bazı sebepleri vardır. İlkönce, siya-
seten katlin İslâmm genel ta'zir nazariyesi içinde işleyen bir
kurum olması bu prensibin uygulanmasını kısmen köstekle­
mektedir. Zira ta'zirde suçluluk genel ispat vasıtaları olan ik­
rar, beyyine ve yemin gibi yollardan başka, bu vasıtaların ta­
mamen veya kısmen eksikliği halinde yargıcın bizzat suça va­
kıf olmasına 182 ve nihayet onun takdirine göre de tesbit edil­
mektedir. İkinci Bölümde (III/2 ) ta’zir - siyaset ilgilerini in­
celerken gördük ki, hükümdar da ta'zir hakkına sahiptir ve ni­
hayet İslâm hukuku hükümdarın bazen bir cürüm karşılığı
olmadan da bu hakkım gerekli gördüğü kimseler üzerinde kul­
lanabileceğini kabul etmiştir. Şu hale göre hükümdarın tak­
dir hakkı bazen soruşturma ile bağlı kalmadan da genişliye-
bilir. Ancak şurası muhakkaktır ki bu, modern hukuk devle­
tinde hâkim olmasına imkân bulunmıyan bir prensiptir. Do­
ğunun devlet yapısı ve mutlak egemenlik anlayışı, İslâmm, dev­
rine göre çok ileri olan bazı kurallarının bizzat şeriat eliyle de­
ğiştirilmesini intaç etmiştir.

(181) v. K R E M E R , Culturgeschichte I, 459 ve not 1; J U Y N B O L L , Handbuch, 291.


(182) B İ L M E N I I I , 344.
Osmanlı Devletinde hükümdarın bu yetkisini şiddetlendi­
ren özel bir sebep daha vardır. O da Osmanlı padişahının da­
ha mutlak egemen olması ve teb’anm da kul (askerî-reaya)
ayrımına göre sınıflanmasıdır. Askerî - reaya ayrımından bah­
sederken hükümdarın «kul» larının, imtiyazlarının yanında
bilhassa cezalandırılma konusunda reayaya oranla daha temi­
natsız olduğunu görmüştük. İşte Osmanlı Devletinde bu hal
de hükümdarın (ve mutlak vekilinin) . siyaseten kati emrini
verirken, soruşturma hakkında belirttiğimiz kurala daha da
az riayet etmesi sonucunu doğurmuştur. Şu halde hükümdar,
ulema - dışındaki askerî sınıf mensupları hakkında kati emri
verirken, msl; otoritesini sınırlamak istememek (C/b - ba), tah­
tına ve hayatına karşı tehlikeler (C /b -b b ve bc), kendisinin
tahkir edilmesi (C /b -b d ), isyan şüphesi (C/b - bd), kendisi­
ne yalan söylenmesi (C/b - bc), hikmet-i hükümet <C /b-bf)
gibi sebeplere dayanıyorsa herhangi bir soruşturma yapmadan
kendi takdir hakkına dayanarak hüküm verir ve bunu: infaz
ettirir; Ancak, memurluk makamının yetkisini kötüye kullan­
ma (C/b - bi) ve ödevde başarısızlık (C/b - bj) gibi sebepleri
tesbit ederken soruşturma yapma zarureti vardır, fakat bu
mutlak bir zaruret değildir. Padişah (ve mutlak vekili) soruş­
turma yapmadan da kati emri verebilir. ■ .. ■
Soruşturmanın en emin yolu yargılamadır. Ancak padişah,
yargılamasız da soruşturma yapma hakkına sahiptir. Askerî
-Sınıf mensupları için bu iki durumun uygulanma tarzını gör­
mek gerektir. ^ .

: ab) Askerî Sınıfın YârgılanmâSı ve Siyaseten K ati: ^ '


Askerî smıf mensuplarından birisi hakkında zulmü veya
başarısızlığı sebebi ile reayadan veya maiyetinden, yahut üst­
lerinden bir şikâyet vaki olursa, sanık bunun ispatı için bir
kurul huzurunda yargılanırdı183. Eğer askerî sınıf mensubu
büyük bir devlet memuru ise o zaman mahkemeye padişah da

(183) «Sabık Rışvan Sancak Beyi B a l i rün ar'zet'tiği üzere Mar aş Sancak B eyi' olan
: ■ K üs.-t M e h m e d. süvari ve sekbanlarla: köyleri basıp zulni icra ettiğinden tuitilüp
mahkemeye şevkine ve davacıları ile murafaası,, yapılmasına ...» , dair ferman.
BAFKT N. 2211, 1004 (1595). «Maraş Beylerbeyi Ö m e r P a ş a’ nın Halep Mah­
kemesine ihzarı ile gebe bir kadına ettiği zulmdan ve cebren aldığı paradan d o­
layı şikâyetçi ile murafaa yapılması^.? hakkında ferman. , BAÇVT A. N. 4433,
Rebiu Icvvcl 1150! (Hazirâri-Temmuz 1737)... Âyrıea bk, U Z U Ç Â R Ş I L I , M er­
K ez Teşkilâtı, 205. ' " ' ’ ' -
başkanlık edebilirdi184. Genel olarak D i v a n ı - H ü m a y û n
mahkeme ödevini görürdü 18\ Bu divanın fonksiyonunu kay­
bettiği zamanlarda vezir-i âzamin sarayında' toplanan İkindi
d i v a n i n 'da da yargılama yapılmıştır 18s. Eyaletlerde yetki­
li valiler, kaptan paşa, serdar-ı-ekrem ve diğer serdarlar ve baş­
ka yetkililer de bulundukları yerde gerekli gördükleri askeri­
lerin yargılamalarını yapabilirlerdi. ............

Reaya, şikayetçi olduğu memurların durumunu mahallî


kadı aracılığı ile İstanbul'a, bildirir187. Bunun üzerine gerekli
görülürse yargılama yapılmasına karar verilir. m

Yargılama usulünde İslâm hukukunun koyduğu kurallara


tam anlamı ile bağlı kalınmazdı. İslâmda yargılamayı tek yar­
gıç yürütür 188. Halbuki konumuzu ilgilendiren yargılamalar­
da yargıç, kadı değil başka bir askerîdir. Ancak bâzan şeyhül­
islâmın, kazaskerlerin, diğer bazı devlet adamlarının hepsinin
veya bir bölümünün katıldığı yargılamalar da olabilir. Bu kada-
ronun. genişliği, yargılama konusuna veya sanığın makamının
büyüklüğüne göre değişir. ■

Yargılamada sanık bulunabileceği gibi, gıyabî olarak da


davaya bakılabilir 189. Mahkeme başkanı ta'zir - siyaset hakkı­
na dayanarak delilleri serbestçe tesbit eder. Gerekiyorsa ta­
nık dinler. Bu bütün deliller hakkında İslâm usul hukuku­
nun koyduğu, kurallara uymak zarurî olmakla beraber, uygu­
lamada bunun üzerinde gerektiği kadar titizlikle durulmadığı
haller pek sık görülmüştür. Yargılama sonucu hüküm veri­
lir. Mahiyetini biraz aşağıda göreceğiz. (

: ac) Yargılamasız Soruşturma :


Padişah veya vekili, gerekli gördüğü hallerde re'sen soruş­
turma yaparak, siyaseten kati hükmü verip vermiyeceğini tes-

(184) Msl. Macaristan Serdarı Ş e y t a n î b r a h i n i P a ş a ’ nm (İ685/1097) ( U Z U N ­


. Ç A R Ş I L I , O T I I I / l , 477 vd; H A M M E R , GO R I I I ,' 781), Avusturya Cephe­
si Serdarı Y e ğ e n Osman P a ş a n ı n (1689/110J) ( U Z U N Ç A R Ş L I ,
OT I I I / l , 522' vd.) yargılanmalarının ilkinde IV. M e h m e d , İkincisinde ertesi
ig ü n ; hükmü', tastik etmek için. II . - S ü 1 e.y m a n hazır bulunhııışlardir.
(185) Bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , M erk ez Teşkilâtı, 13.
(186) Ay. yer. D ’ O H S S O N F /7 , 225 vd. v.
(187) Bu husustaki örnek belgeler için b k ; İkinci Böülm, not 105. î,ş ; : 1
(188) A N S A Y , 294; J U Y ,N B O L L ,l; H a n d b u ch ,, 3 1 b vd..
(189) Msl, P i r î R e i s i n durumu İstanbula yazılmış ve orada hakmda karara va­
rılarak hüküm M ısır divanına bildirilmiştir. Bk, not 166.
bit eder. Eğer vereceği hükümde yalnız kalmak istemiyorsa,
bunu fetva ile de tesbit ettirir. O zaman sadece «fetvaya» mün-
sarı bir yargılama bahis konusu olur. Bunun mahiyetini aşa­
ğıda göreceğiz. Fakat, şurasını belirtelim ki, sonunda fetva
almsm veya alınmasın, yargılamasız bir soruşturma, hukuk­
ça eksiktir ve pek çok hallerde adaletin tecellisine engel olur.

aç) Soruşturmada Kusurlar :


Yargılamalı veya yargılamasız yapılan soruşturma pek çok
defalar amacının tamamen tersi sonuçlar vermiştir. Nazarî ola­
rak, yargılamalı soruşturmada keyfîliğin daha az olması gere­
kirse de, uygulamada bu bakımdan her iki cins soruşturma ara­
sında büyük bir fark olmamıştır. Msl, Büyük asker Ş e y t a n
(Melek) İ b r a h i m P a ş a y ı çekemiyen Vezir-i Âzam
K a r a İ b r a h i m P a ş a , onun bazı ufak - tefek ve normal
askerî gerilemelerini ve Avusturya ile olan bazı barış temasla­
rım vesile etmiş, fakat kudreti, bu değerli askeri derhal kat-
lettirmeğe yeter gelmediğinden kendi menfaat gurubuna katıl­
mış olan şeyhülislâm ve B o ş n a k Sarı S ü l e y m a n
A ğ a ’larm iştirâki ile padişah huzurunda düzmece bir yargı­
lama tertipletmiştir. Yargılamada bulunan Anadolu Kazaske­
ri E b u - S a i d z â d e F e y z u l l a h E f e n d i , bu kadar
ufak bir suçun kati değil, olsa olsa en fazla sürgün ile cezalan­
dırılmasını haklı olarak önermişse de vezir-i âzamm gurubu
karşısında azınlıkta kaldığından, bir menfaat düzeni sonunda
hiç yüzünden, devletin en felâketli zamanında büyük bir komu­
tan katledilmiştir 190. İran seferinde askeri ayaklandıranlar
hakkında, İstanbul'da re’sen soruşturma yapan I. S e 1 i m 'in
suçlu görerek idam ettirdiği Kazasker - Münşi T â c i Z â d e
C a f e r Ç e l e b i 'nin suçsuz olduğu sonradan anlaşılmış ve pa­
dişah «kendi elimizle kıydık» diye üzüntüsünü göstermiştir191.
Kendi yaptığı uydurma soruşturma ile K a n un î'ye «bağımsız­
lık» isteğini bildirerek değerli Ş e h s u v a r o ğ l u A l i B e y ’i
bütün oğulları ile birlikte, dönme vezir F e r h a t P a ş a pa-
dişahdan aldığı izinle katlettirmiştir. Sonundan bu katlin hak­
sız olduğu meydana çıkınca, diğer zulümlerinin de etkisi ile
«cellât» lâkaplı bu vezir katledilmiştir192. Revan seferi esna-
(190) Bk; not 184.
(191) Bk; not 126.
(192) Bk; not 127 ve orada bilhassa D A N İ Ş M E N D , ve not 156.
smda yapılan büyük temizlikte, Erzurum Valisi değerli komu­
tanlardan D e m i r k a z ı k H a l i l P a ş a , arasının açık ol­
duğu M u r t a z a P a ş a 'nm iftiraları ile katledilmiştir (1635/
1045) 193. Çekemediği büyük komutan ve devlet adamı D e l i
H ü s e y i n P a ş a yı, zulüm ithamı ile öldürtecek iken, Dar-
üs-saade ağası S o l a k M e h m e d ile Reisülküttap Ş e m i -
z â d e 'nin padişaha yalvarmaları ve Şeyhülislâm B o l u l u
M u s t a f a E f e n d i 'nin «ancak zulmü sabit olursa katlolu-
nur» diyerek fetva vermemesi yüzünden K ö p r ü l ü M e h ­
m e d P a ş a pek çaresiz kalmıştır. Sonuçta D e l i H ü s e ­
y i n P a ş a y ı kaptan-ı derya, sonra da Rumeli beylerbeyi
yapmış ve parası biten Paşanın meşru olarak topladığı ufak
meblâğlar, K ö p r ü l ü 'nün adamı Filibe Kadısı S ü l e y m a n
Ef e n d i tarafından «paşanın reayaya zulmettiği» şeklinde söz­
de şikâyetler gönderilmesine sebep olmuş ve vezir-i âzamm
yaptırdığı bu büyük sahte soruşturmaya inanan IV. M e h m e d
değerli komutanın katlini emretmiştir 194. Sahte soruşturma­
larda iftira ile tesbit edilen delillerle yargılamalı - yargılama-
sız pek çok devlet adamının haksız yere katledilmesi Osmanlı
Devletinde zaman zaman son derece olağan hale gelmiştir. Bu
konuya ait onbinlerce örnek toplamak mümkündür. Msl; en
mantıklı hükümdarlardan sayılan II. M a h m u d bir ara göz­
desi H â l e t E f e n d i n i n «re'sen» yaptığı soruşturmalara
derhal inanarak pek çok kişiyi katlettirmiştir 195.

ad) Soruşturmasız Katiller :

Bazen padişah en küçük bir soruşturma yapmağı gerekli


bulmaz. O an için derhal vardığı kanaat belli bir kişinin siya­
seten katlidir. Bu takdirde hemen emir verir ve emir infaz
edilir. I. S e İlim 'in Y u n u s ,ve H e m d e m Paşaları
katletmesi gibi196. Böyle örneklere de pek sık rastlamak kabil­
dir. Soruşturmasız kati, hükümdarın mutlak yetkisinin son­
suzlaşmasıdır.

(193) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 201; H A M M E R , GOR III, 145; D A N İŞ ­


MEND I I I , 362.
(194) Bk, not 192.
(195) Bk, Ş E H S U V A R O Ğ L U . . "
(196) Bk, not 134 ve 136.
b. H üküm :

ba) Genel Olarak: .


Soruşturma sonunda,yargıçta hâsıl olan kanaat «h ü k ü m»
ile ifade edilir. Ancak, siyaseten kati sonucunda verilen hü­
kümde bazı özellikler vardır. Bu özelikler-« f e t v a » ve « f e r ­
m a n » ile ilgilidir. Fetva, normal fonksiyonunu daha da art­
tırmış olarak bu hükümde yer tutmuştur. Hüküm ise «fer­
man» da ifade edilmiştir ve bu, ayni zamanda, infaz emri vazi­
fesini de görmektedir. Her iki durumu ayrı ayrı incelememiz
gerektir. . - , ,■ :sn:.
1 0 — Fetva : ....— ............ -..: - ............ ' ......... :.-.............
Fetva, sözlük anlamı itibarı ile «sorulan bir müşkil hak­
kında cevap» 397 demektir. îslâm hukukunda, çözümü zor olan
meselelere müçtehid'in verdiği cevaptan ibaret olan fetva, kay­
nağı itibarı ile Musevî hukukuna kadar uzanmakta ise d e 198,
başlangıcından beri İslâmda çok önem kazanmış ve orijinal
şekline de o zaman kavuşmuştur. Fetvanın ana fikri hadîs ile
kurulmuş 199 ve zamanla İslâm hukukunun en önemli bir dalı
hâline gelmiştir. Fetva, önemini şuradan kazanır : Fıkıh ki­
tapları son derece karışık bir şekilde düzenlenmiştir 200, onlar­
da hayatın her türlü meselelerine derhal cevap bulmak adeta
imkânsızdır. Böylece, mahkemede kadı, veya herhangi bir an­
laşmazlıktan dolayı isteyen herkes ^fıkıhta cevap bulamadığı
veya herhangi bir şekilde çözemediği meseleyi, fetva verme
yetkisine sahip olana sorar 20 •. O da meseleyi inceler; eğer bu,
bilinmekle beraber fakihler arasında-, ihtilâflı bulunan, bir fa-
kihin eski ve yeni fikirleri ile çelişik olan bir mesele ise bir çö­
züm yolu arar ve fetvasını verir. Eğer meseleye fetvadan ön­
ce herhangi bir çözüm yolu bulunmamışsa o zaman, verilen
bu yeni fetvanm yasama değeri de vaMıP02. Ancak Îslâmda iç-
tihad kapısı kapatılmış olduğundan «fetvayı veren kendi reyi­
ne, keyfine göre fikrini bildiremez», bütün muteber imamla-

(197) B İ L M E N I, İstanbul 1949, s 251.


(198) G O L D Z I H E R , Über eine Formel in 'der İüdischen ’ Responsenliteratur und
in den Muhammedanisches Fetwas, ZDMG LIH , 1899, s 645. '
(199) Ay. eser, 646 ve 649. , :
(200) H O R S T E R , 9. {1, , .. -- ,
(201) J U Y N B O L L , Handbuch, 55. 1 ^ . T
(202) S A V A Paşa; îslâm Hukuku Nazariyatı Hakında bir Etüd II, (çev. A R I -
KAN, B a h a ) . Ankara 1956. s 34-35. •
nn kitaplarını tarayarak gerekli çözüm yolunu bulmağa çalı­
şır 203. Eğer, mevcut kitaplardan bir cevap çıkartamaz ise, o
zaman «meselenin kütüb-ü muteberede» bulunmadığını be­
yan ile 204 yetinmek zorundadır. Şeriat içinde olmadığı böyle-
je belirtilen bu hallerde örfî hukukun bağımsız olduğunu ikin­
ci Bölüm'de belirtmiştik. Ancak bazı hallerde şeriatın da me­
seleye bir cevap vermesi şart olduğundan o zaman fetva ve­
ren büyük zorlamalara ve hatta «hadis tahriflerine» 205 bile gi-
fişir veya, içtihad yasak olmasına rağmen, kendi fikrini bazı
şer’i desteklerle belirtir 20S. İşte bu yolla, bilinmiyen bir me­
selenin çözüm yoluna ulaşmak güç bir iştir ve buna, ancak
yüksek din adamları cesaret edebilirler 207. Ufak yargıçlar, böy­
le hallerde, bu yüksek din adamlarına müracaat ederler.

Mahiyetini bu şekilde kısaca açıklamaya çalıştığımız fet­


va, bilhassa siyaseten katilde çok önemli bir rol oynamakta­
dır., Bir kimsenin sâi bilfesad sayılıp sayılmadığını ve sayılırsa
hakkında siyaset olunup olunmıyacağım, hükümdarlar pek çok
kere fetva ile tesbit etmeği istemişlerdir. Bunun da sebebi İkin­
ci Bölüm I I I /3 ’de gördüğümüz gibi, ölüm cezası verirken hü­
kümdarın «şer’i» olmayı arzulaması ve bu yüzden bu alanda
örfî hukuk ile ceza hukukunun işbirliği yapmasıdır. Bu, siya­
seten kati işlerinde oldukça kuvvetli bir gelenek halinde ya­
şamıştır, Msl, D e l i H ü s e y i n P a ş a nm katli için K ö p -
r ü 1 ü . M e h m e d P a ş a , padişahı ikna etmek için uğraşır­
ken, buna engel olmak isteyenler, «Girit gibi bir cezirede hiz­
meti; sebk eden bir vezir ne töhmet ile kati olunsun ? Katli mu­
cip bir töhmeti varsa fetva alınıp öyle hakkından gelinsin, şi­
kâyetçileri yok, böyle hafif sebeplerle öldürülürse halk gare­
ze hamlederler. Hakkında söylenen sözler ispat olunmak lâzım
olup, sabit olursa fetva alınmak icap eder» — 8 demişlerdir.

Şu halde görülüyor ki siyaseten katilde soruşturma ile suç


belli olduktan sonra bir de «ululemr emriyle katlin meşru ol­

(203) B İ L M E N I, 252-253. ' ’


(204) H A M M E R , Staatsvcrfassung und Staatsvenvaltung I I , 376-377; D ' O H-S S O N
y IV , Paris 1791, s 520. • .......... ■
. (205) G;Q L D Z I E H E R , M u h ; Recht in Thcör.ie -.V:: WirkIicHkeit, 422 vd; ayrıca bk,
NA L L I N O , 548.
(206) Bu konuda bir örnek için bk, İkinci Bölüm, not 124.
(207) Bk, B İ L M E N I, 252 vd. . . ' : .. : '
(208) U Z UNÇARŞILI, OT I I I / l , 348.
duğu» fetva ile tesbit edilmek gerekiyor. Fetva için söyledik­
lerimiz göz önüne alınırsa cezası siyaseten kati olan fiillerin,
nazarî olarak «çözümü müşkül» birer hukukî mesele sayıldık­
ları anlaşılır. Bunun da sebebi, daha önce tekrarladığımız gibi,
bu önemli alanda ceza hukuku-örfî hukuk işbirliğini zarurî
bir hale getirmektir. Şu halde siyaseten katilde fetva meka­
nizmasının işleyişine göre, ilkönce yaptığı soruşturma ile hü­
kümdar örfî yetkisine dayanarak işlenen suçun ölümle ceza­
landırılmasını takdir etmekte, sonra şeriata başvurarak bu
cezanın hukuken mümkün olup olmadığım fetva ile tesbit et­
tirerek, gerekli işbirliğini sağlamaktadır. Bu işbirliğinin fetva
ile sağlanmasının sebebine gelince : ..Fetva yargılama..sonucu
verîlmiş bir hüküm değildir. Bu yüzden fetva sonucu varılan
kanaatin hüküm gibi yerine getirilmesi mecburî olmamakta­
dır 209. Siyaseten katilde yargılama nihayetinde hüküm padi­
şah veya vekili tarafından verildiğinden, ulemanın bu işte bir
rolü olmuyor. Böylece veliyülemr veya vekili gerektiği takdir­
de fetva ile bağlı kalmıyacaktır. Fakat uygulamada ekseriya
«isteğe göre» fetva alındığından, bu prensibin fazla bir değe­
ri kalmamış ve fetva, formel bir şekilde, gene formel bir işbir-
I

liği vasıtası olmuştur. Böylece nazarî olarak, sanık hakkında


bir teminat olması gerekli fetva sisteminin bu faydayı herza-
man sağladığını iddia etmek zordur. Bunun da çeşitli sebep­
leri vardır. Her şeyden önce mutlak hükümdarlık sisteminin
gelişmesi ve hele II. M e h m e d ile padişahın otoritesine tanı­
nan kısmî sınırların hemen hemen kaldırılması, onun ölümü­
nü istediği kimseyi yok etmesini önliyecek bir kuvvet bırak­
mamıştır denilebilir. Şüphesiz, soruşturma sonucunda iddia­
ların tahakkuk etmemesi hâlinde sanık kurtulabilir. Ancak
her soruşturmanın amacına göre yönetilmediğini yukarıda
(D/a-aç) belirtmiştik.

Böyle soruşturmalar sonunda verilecek fetvaların da ay­


ni sakatlığı haiz olduğu söylenebilir. Ayrıca soruşturmasız ka­
tillerdeki fetvanın daha da eksik olduğu muhakkaktır. Niha­
yet ulema - hükümdar arasında varlığım söylediğimiz işbirliği
(I/2-c) ve mutlak padişahın veya temsilcisinin kesin emri, fet-

(209) B İ L M E N I, 259. ' '


va verenlerin karakter düşüklüğü 210 ile örülen menfaat bağla­
rı, yukarıda belirttiğimiz gibi, bazen hadislerin bile tahrifi so­
nucu doğurmuş ve fetva verenler pek çok hallerde emirleri ye­
rine getiren alelâde bir memur derecesine düşmüşlerdir. Msl,
Köprülü M e h m e d P a ş a zamanında şeyhülislâmlık
yapmış E s i r i B u r s a l ı M e h m e d E f e n d i , yeni Ve­
zir-i Âzam K ö p r ü l ü F â z ı l A h m e d P a ş a i l e IV. M e h ­
m e d huzurunda sohbet ederken, Şeyhülislâm, K ö p r ü l ü
M e h m e d P a ş a ’mn ölümünün iyi olduğunu, zira haksız
yere çok kişinin canına kıydığını söyleyince, F â z ı l A h m e d
P a ş a «öldürdüğü adamları sizin verdiğiniz fetva ile öldürür­
dü» demiş, bunun üzerine M e h m e d E f e n d i «şerrinden
korkardım onun için fetva verdim» şeklinde feci bir cevap ve­
rince, F a z ı l A h m e d P a ş a «ya Allahtan korkmayıp mah­
lûktan korkmak ilim ve diyanete lâyık mıdır ?» diyerek, Allah
korkusunun teokratik bir devlette bile bazen yüksek din adam­
larında dahi bulunmadığım ve böylece pek çok günahsızın ka­
nma girildiğini ifade etmiştir. Bu cinayetlerde hissesi bulun­
duğunu anlayan IV. M e h m e d çok mütessir olarak şeyhül­
islâmı azletmiştir (1662/1072) 211. Osmanlı tarihinde öyle şey­
hülislâmlar görülmüştür ki, suçsuz olduklarım bildikleri hal­
de, en iyi ve sadık arkadaşlarının idamına fetva vermişlerdir.
Msl, Şeyhülislâm İ s m a i l A s ı m E f e n d i'nin III. M u s -
t a f a nın emri üzerine suçsuz, sadık arkadaşı H a l i m i P a -
ş a hakkında fetva vermesi gibi212. Bazen de peşin - toptan
fetva alınarak padişahın veya vekilinin rahatça idam cezasını
vermesinin temin edildiği görülmüştür. Msl, tütün içenler hak­
kında meşhur vaiz K a d ı z â d e n i n IV. M u r a d a (1633/
1043) 213 ve Şeyhülislâm B â l i E f e n d i nin K ö p r ü l ü
Mehmed P a ş a 'ya bütün hareketlerinin şer'î olduğuna

(210) Fetva verenlerde iyi ahlâk, adalet duygusunun kuvveti gibi (Bk; M A R D İ N ,
E b û ' u l â ; Fetva, İA IV , 583) vasıflar aranmışsa da toplu ahlâk bozulmaları
zamanında bu şartlara riayet edilmeden fetva verme kudretinin tanındığı kimse­
lerin faaliyette bulunması olağanlaşmıştır.
(211) V e k a y i n â m e (Abdi P a ş a ) varak 65 ve bizzat A b d i P a ş a n ı n ağ­
zından naklen: S i l â h d a r I, 221. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /2 , 477-478’den
naklen.
(212) Ş A M D A N Î ZA DE S ü 1 e y m a n E f e nd i : Takvimü-tevarih zeyli. U Z U N *
Ç A R Ş I L I , , o r I V /2 , 486 not l ’den naklen. =
(213) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T 111/1, 197; K a d ı z â d e y e tütüiı’ün dinen yasak
edilmediğini söyledikleri zaman «ulûlemr olan padişahın menetmesi ile terki lâ­
zım gelir, dinlemiyenler katlolunur» diyerek (ay. eser; 365) padişahın iradesini
adetâ şeriat yapmıştır.
dair 214 verdikleri fetvalar gibi.. Bütün bu hallere rağmen . B o ­
l u l u M u s t a f a E f e n d i gibi; F â z 1 1 M, us t a f a P aş a
henüz vezirken, katlini isteyenleri «katli mucip bir suçu yok­
tur. Asıl suçlu sizlersiniz ki... sizin fetvanız verilmelidir» diye
huzurundan kovan D e b b a ğ - z â d e . M e h m e d Efen­
d i 215 gibi cesur din adamları görülmüştür.. .

Ancak şurasını belirtmek doğru olur. Fetva sistemi uy­


gulamada iyi işleyememiş ve adaletsizliklere engel olamadığı
pek çok durumlar görülmüştür.

2° — Ferman : . ‘ " "

Siyaseten kati hükmü fermanla verilir. Ferman herhangi


bir husus hakkında padişahın yazılı emri demektir 210. Soruş­
turma sonunda veya soruşturmasız, padişah, bir kimsenin si­
yaseten kati edilmesi gerektiğine karar verir ve bu.kararını
- isterse - fetva ile de teyit ettirdikten sonra kararlaştırdığı hük­
mü ferman, şeklinde yazdırtır. Aşağıda göreceğimiz gibi, fer-
mansız katillere de pek ender sayılrnıyacak şekilde rastlanmış­
sa da, padişahın emri ferman ile ifade edildiğinden siyaseten
katilde ferman en zarurî unsurlardan birisi olmuştur 217. Zira
ferman yazılmadan ancak padişah huzurunda bulunan kimse­
lerin katli mümkündür. Uzakta olan kimseler için ferman yol­
lamak şarttır. Ancak,padişah huzurunda bile ferman verilme­
si asıl sayılır. . ... .... ..... , , , .

Usulüne uygun olarak verileri bir siyaseten kati fermanın­


da, klişe dua ve sözlerden sonra, katledilecek'devle-t adamının,
bu cezaya çarptırılması' için yaptığı' fiiller, yâni kati sebepleri
yazılır. Sonra, bu sebeplerin suçlüyu idam etmek için gerek
ve yeter olduğunun fetva ile tespit edildiği, yâni kati hükmü­
nün fetvaya dayandırıldığı belirtilir. Üçüncü olarak kati hük­
münün verildiği ve bunun icra edilmesinin emredildiği yazı-

(214) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 337; H A M M E R , GOR I I I , 501.


(215) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 513. ■ ■ . • • ■,
(216) Ferman hakkında geniş bilgi, bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 279 vd.
(217) T V . M e hriı e d , Cehrin 'kalesini alamıyan Serdar İ b r a h i m Paşaya ga­
zap edip tekdirten sonra «kaldırın» diye bostancıbaşıya emretmiş, o da katlolu-
nacak zannı ile ' veziri götürürken, İbrahim P a ş a Bostancıbaşıya «hakkın­
da ferman olup olmadığını» sorunca hareketin yanlışlığı anlaşılmıştır. Ü Z Ü N -
ÇARŞILI, Saray Teşkilâtı, 476 not 1 ve, ay. yazar, M erkez Teşkilâtı, 206.
SİYASETEN KATLİN İŞLEYİŞİ
•' "î \ 'i ; ^ ‘

lir 218. Emrin kimler tarafından icra edileceği bazen fermanın


başına, bazen de bu üçüncü'bölüme yazılabilir. : . .

Genel ferman şekli bu olmakla beraber, bunun istisna-:


lan da vardır ve aşağıda açıklanacaktır. ■

Vezir-i âzam, padişahın mutlak vekili olduğundan, onun


adına ferman yazdırabilir. Diğer yetkililer ise «ferman» yaz-
dıramazlarsa da, yetkilerinin sınırları içinde verdikleri kati
hüküm ve emirleri tıpkı ferman gibi yazılır.
Fetva ve ferman hakkında yaptığımız açıklamalar ulema ve
reaya için de carîdir. Bu hususa yeri geldiği zaman işaret edi­
lecektir.

bb) Yargılama Sonucu Verilen Hükümde Fetva ve Fer­


man: - J ! .

Şeklen normal bir şekilde yapılan yargılama . sonucunda


fetva alınması ve buna dayanılarak fermanının yazılması usul
olmuştur. Öyle ki bu kuralı bozmak istemiyen bazı padişah­
lar, acele hallerde, yargılamada hazır bulunan yetkili din ada­
mından hemen «sözlü» bir fetva alarak 219 usule riayet etmek
istemişlerdir. Ancak zikrettiğimiz örnekte olduğu gibi ferman
da «sözlü» olarak verilebilir. Böyle hallerde tam anlamı ile
fetva ve fermandan bahsetmek doğru olmamakla beraber, yar­
gılama sonunda formalitelere «kısmen» dahi olsa bağlı kalmak
çabası, yargılamasız soruşturmalardan ve soruşturmasız ka­
tillerden daha fazla görülmektedir, . .

bc) Yargılamasız Soruşturma Sonucu Verilen Hükümde


Fetva ve Ferman :
Hükümdar veya vekili, kendi anlayışına göre yaptırtıgı
soruşturma sonucunda, siyaseten .kati hükmüne: varırsa, vere­
ceği fermanı fetvaya dayandırıp dayandırmamakta kendisini
daha serbest görmektedir. Bununla beraber bizzat ; yaptığı
veya gerekli gördüğü kimselere yaptırttığı bu soruşturma so-

(218) Örnek için bk; BELGE N . 9 ( Y e ğ e n Osman P a ş a n ı n , katli fermam : —


Ankara Hukuk Fakültesi kitaplığında yazma, No. 45006). ....... _
(219) Msl’ I. A h m e d , emirlerine riayetsizlik eden Sadaret Kaymakamı. K a s ı.m P a ­
şayı huzuruna çağırmış ve yapılan kısa bir yargılamadan sonra, hazır bulu­
nan şeyhülislâmdan sözlü bir fetva isteyerek hemen kati emrini vermiştir (1604/
1013). H A M M E R , GOR II, 681. ' v. . . , ■ . . : , '
nucunda padişahın, fermanlarını gene de fetvaya dayandırdı­
ğını görmek kabildir220. Bu şekilde fetva, tabiri caiz ise, ade­
tâ «yargılama» yerine geçmektedir. Zira fetvada da meselenin
tahlili yapılır. O halde yargılamasız soruşturma sonucunda
alman fetva ile, belki yargılamanın eksikliği pek ufak bir nis­
pette giderilir, ama bu hiç bir zaman «yargılama» değildir. Fa­
kat takdir hakkına dayanan padişah fetvayı gerekli görmiye,-
bilir de. Bu hal, hele gizli olarak idam ettirilmesi gerekli kim­
seler için daha çok câridir. Gerçekten, böyle zamanlarda fet­
va alınması ile gizlilik kısmen de olsa kaybolur. Bu yüzden
sadece gizli olarak ferman yazdırılır ve gene gizlice gönderilir­
d i221. Buna rağmen, gizli olup olmaması fazla önemli bulun-
mıyan katillerde de fetvasız ferman.verildiği vakidir. Ancak,
askerîlerin kati emirlerinin pek çok hallerde de gizli olarak
verilmesine zaruret bulunduğunu kaydetmek gerektir. Soruş­
turma yapılmasına rağmen fetva ve ferman alınmadan verilen
kati emirlerine çok ender olarak rastlanacağını sanıyoruz.

bç) Soruşturmasız Verilen Kati Emrinde Fetva ve Eer-


m an:
Soruşturmasız katilde fetva ve ferman verilmesine ratla-
mak bir hayli zordur kanaatmdayız. Soruşturma yapmadan,
o anda kati hükmü veren hükümdar, zaten şeriatla olan bağla­
rını koparmıştır. Eğer, örfî hakkını şeriata tasdik ettirmek is­
tese idi, res'en de olsa bir soruşturma yapması gerekirdi. Zi­
ra şeriat siyaseten katl'i gerekli suçun «şer'an sabit olmasını»
ister. Bu da ceza hukukunun, örfî hukukla işbirliği yapabil­
mesi için asgarî bir şarttır. Ancak şer’an sabit olan bir suçun,
şeriat veliyülemr tarafından kati ile cezalandırılmasına izin
verir22-. O halde soruşturma yapmadan kati emri veren hü­
kümdar, artık îslâm ceza hukuku içinde kalmıyor demektir.
Bu yüzden fetva alması gereksizdir. Ancak, belki, zaruret var­
sa (uzaklık gibi) ferman verebilir. Buna rağmen, huzurunda
icra edilecek katillerde fermana da ihtiyaç yoktur. I. S e 1 i m ,

(220) Msl, sabık Vezir-i Âzam Ç o r l u l u Ali P a ş a , azlinden sonra sürgün iken,
padişah yaptırttığı soruşturma sonucunda idam ettirilmesine karar vermiş ve bu
kararını aldığı fetvaya dayandırdığını, fermanında açıklamıştır. Bu fermanın
tsW etriçin bk, U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I V / 2] 288 not 2.
(221) Msl, IV. M u r a d ’ın sabık vezir-i âzami Boşnak II u s r e v P a ş a bu
şekilde yalnız fermanla katledilmiştir. Bk; not 160. f
(222) Bk, İkinci Bölüm, not 124.
Vezir-i Âzam Y u n u s 223, Vezir H e m d e m 224 ve H ü s e -
y i n225 paşaları, IV. M u r a d Vezir-i Âzam B o ş n a k - T o -
p a 1 R e c e p P a ş a yı 226 Sultan İ b r a h i m Vezir-i Âzam
S a l i h P a ş a 'yı 227, o anda gördükleri gerektirici sebepler­
le, soruşturmasız, fetvasız ve fermansız katlettirmişlerdir.

Askerî sınıfın siyaseten kati usulüne dair yaptığımız açık­


lamalar, pek çok hallerde reaya için de caridir. Bunlara yeri
gelince işaret edeceğiz. Ancak, bu usûl kurallarının her zaman
ve herkes için aynen uygulandığını söylemek de imkânsızdır.
Genel olarak bu kurallara riayet edildiği muhakkaksa da ba­
zen bunlardan sapmalar olabilir. Msl, yargılama sonucunda
fetva alınmadan ve ferman verilmeden kati mümkün olduğa
gibi, soruşturmasız katilde de tersine, fetva alınması kabildir.
Ancak bunlar istisnaî durumlardır. Bu yüzden üzerlerinde
durmayı gereksiz görüyoruz.

D — Askerî Sınıf da Siyaseten Kati Cezasının İnfazı:

a. İnfaz Hazırlığı:

Ferman'm siyaseten kati hükmünü ve bu hükmün icra-


emrini ihtiva ettiğini görmüş ve ferman olmadan ekseriya in­
faz yapılamıyacağım açıklamış 228 fakat istisnaların daima mev­
cut olduğunu söylemiştik. Gerçekten istisnalar dışında, bu ce­
zanın infaz edilebilmesi için ferman gereklidir. Gecikmesi za­
rarlı hallerde, kati hazırlığının yapılması için bazen sözlü emir­
le bir kişi yollanır, o hazırlıkları yaptığı sırada veya bitirdikten
sonra ferman gelir ve emir ancak ondan sonra infaz olunur 228.
infaz sarayın içinde olacaksa fermanı bostancıbaşı 230, saray
veya İstanbul dışında infaz edilecekse kapıcıbaşı231 götürür
ve bunlar, idamın sonuna kadar işe nezaret ederler. Bazen ka-

(223) Bk, not 136.


(224) Bak not 134.
(225) Bk, not 135.
(226) Bk, not 112.
(227) Bk, not 148.
(228) Bk, not 217.
(229) IV. M e h m e d i n sabık Vezir-i âzami S o f u Mehmed P a ş a ilkönce sür­
gün edilmiş, arkadan sözlü bir emirle T e l h i s i Mehmed P a ş a kati ha­
zırlıklarını yapmak için gönderilmiş, sonra da F r e n k A h m e d ile ferman
yollanılmıştır. HAMMER, GOR I I I , 345 - 346.
(230) D ’ O H S S O N V II, 15; U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 476.
(231) D ’ O H S S O N V II, 19; U Z U N Ç A R Ş I L I , ay. eser, 404-405.
pıcıîarın veya çavuşların da bu işe memur edildikleri, bazen
de mahallî büyük memurlara gizli bir fermanla infaz emre-
dildiği görülür. Fermanı götürene çok sıkı talimat verilerek işi
gizli tutması ihtar edilir. O da yollarda, gideceği yeri ekseri­
ya yanlış söyliyerek, kimsenin farkına varmaması için çeşitli
hilelere girişerek, hızla seyahat eder ve böylece gideceği yere
varır 232. Fermanın, katledilecek şahıs tarafından haber alın­
ması hâlinde kaçma veya direnme olması ihtimali gayet kuv­
vetlidir233. Bu yüzden ödevli olan tam infaz ânına kadar çe­
şitli hilelere başvurmak zorundadır. Bazen pek kurnazca ve us­
talıkla alınmış tedbirler varsa da 234, acele veya bilgisiz hare­
ket edildiği zaman katledilecek şahsın kaçmasır:35 pek ender sa­
yılmayacağı gibi, bir hayli ciddî şekilde direnenlere de 236 rast­
lanır.

Fermanı götüren ve infaz işinde sorumlu olan bostancıba-


şı, kapıcıbaşı, çavuş ve sair memurlara katledilecek kimse ta­
rafından ciddî bir direnmede bulunulmaz ise, Önemli bir ödev
daha düşmektedir. O da katledilecek askerînin şahsında « ı r z ı
p a d i ş a h i y e » riayet edilmesidir. İdama mahkûm olan me­
mur, padişahın kulu olduğundan, kati hazırlıkları ve kati es­
nasında ona yapılacak kötü muamele, padişahın şerefim zede­
ler. Bu yüzden katledilecek kişiye, rütbesinin gerektirdiği say-

(232) Bu hususlarda fermanı götürenin nasıl hareket ettiğini gösteren çok tipik bir
belge. Bk, BELGE N. 10 ( H t d ı r Kuka oğlu M e h m e d B e y e varan
Ahmed Çavuşun takriri. TSA. N. E/8105. X V I. Yüzyıl).
(233) D ’O H S S O N VII 289-290.
(234) Enteresan bir örnek için bk, ay. eser, 290 vd. Ayrıca bk, BELGE N. 12 (BAHH
N. 4121).
(235) «Rumeli valisi olub, cezası ferman olunan M e h m e d Paşa kaçtığından tutu­
lup başının İstanbula gönderilmesine dair olan emrin ilân edildiği...» ne dair Ye­
nişehir Fener Kadısı F e t h u l l a h Çelebizâde imzalı ilâm. BACVT A. N.
5649, 11 Cenıaziyelevvel 1202 (18 Şubat 1787); Bir isyan hazırladığı duyulan Sada­
ret Kaymakamı R e c e p P a ş a n ı n katlini IV. M e h m e d emretmişti. Fakat
fermanı götüren adam bunu yanlışlıkla Recep Paşaya vermiş, canı başı­
na sıçrayan P a ş a hemen konağının arka bahçesinden kaçmayı başarmıştı.
UZUNÇARŞILI, Saray Teşkilâtı, 142.. Rumeli Valisi K e r k ü k l ü ( F i ­
rari) Haşan P a ş a n ı n katline II. M u s t a f a zamanında irade çıkmışsa
da H a ş a n P a ş a infaza memur Bayram A ğ a y ı öldürerek kaçmış ve
III. A h m e d 'in culûsunda affedilmiştir. Bk, not 92'de bu olay.
(236) «İdamına irade sadır olan sabık Ayaş Müftüsü A b d ü l h a l i m i n üzerine va­
rılıp bir saat müsademeden sonra geceleyin m erkum firar etm esi...» ne dair
Amasya Naibinin ilâmından hulâsa. BACVT A. N. 4331. 12 Rebiulâhir 1205 (19
Aralık 1790).
gı gösterilmelidir. Onun hatırı da hoş tutulmak gerektir 237..
Bu muamele esnasında son dinî ödevlerini yapabilmesi için ge­
rekli imkânların sağlanması da şarttır. Ancak, tabiî direnme
halinde ırz-ı padişahiye riayet imkânı olmadığından hemen in­
faza geçilir. Küçük memurlarda, ve hele askerlerde (erlerde),
tabiî bu riayet de kısa olur, bazen de hiç olmayabilir.
Direnme ihtimalinin kuvvetli olması hâlinde bazen aylar­
ca süren “:i!l hazırlıklar yapılır. Bu takdirde durum devamlı
bir şekilde İstanbul’a bildirilerek merkezî kuvvetin olayı izle­
mesi sağlanır 239. Kaçma hâlinde ise artık gizlilik kayboldu­
ğundan, kaçağın daha çabuk yakalanması için mahallî kadı­
lıklar vasıtası ile ilân yapılır 240.
Ceza bazen padişahın huzurunda icra edilir. Bu ekseriya
fetvasız - fermansız katillerde görülür. Bu takdirde, idam edi­
lecek vezir-i âzam veya yüksek memur arz odasında veya ya­
kınında ise, hemen bu odanın «ceza kapısı» adı ile anılan dör­
düncü kapısına götürülür. Bu kapının arkasında bir hücre
vardır. Hücrede bir çeşme ve ancak namaz kılmak için elveriş­
li bir yer bulunur. Katledilecekler cellâda teslim edilmeden
önce abdest alıp, son dualarım burada yaparlar241.
Padişahlar, idam edilecek yüksek memurlara bazen bu
hükümlerini « k a r a k a f t a n » giydirerek bildirirler. Kara
samur kürk Türk-Moğol geleneğinde, hükümdarın çok ilti­
fat ettiği kimselere giydirdiği bir şeref alâmetidir ?A2. Bu usul
Osmanlı Devletinde bazı değişikliklerle en önemli teşrifat ku-

(237) 217 numaralı notta zikredilen olayda; bostancıbaşı, Serdar İ b r a h i m Paşa-


y ı sürüklerken, duruma müdahele eden Sadaret Kaymakamı Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa, bostancıbaşıyı ağır bir şekilde azarladıktan sonra,
«vüzeradan birisinin katli ferman olunsa bile, kılınç altına gelinceye değin ırz-ı
padişahî olmağla ona riayet ve izzet ve ikram lâzımdır» demiştir. SİLÂH D AR I,
669. Ay. not'ta gösterilen eserlerden naklen. Ayrıca bk, BELGE N. 11 (BAHH
N. 4J02/B Paşay-ı m erku m hernekadar mağzub-i padişahî ise de ırz-ı padişahi­
ye riayet ve şan-ı vezareti siyanet cüm leye fariza-i zim m et olm ağın... vd».
(238) D ’ 0 H S S 0 N V II, 290.
(239) Trabzon Valisi T a y y a r Paşadan sadarete «Sivas eski valisi F ı n d t k z â -
de H ü s e y i n P a ş a ’nın idamı için tedbir alındığı..» na dair arz BAHH N.
4120, 21 Zilkâde 1216 (27 Mart 1801). '
(240) BACVT A. N . , 5649, not 235’de zikredilmiştir.
(241) D ' O H S S O N V II, 221.
(242) Moğol geleneğinde kürk, hükümdar tarafından verilen önemli bir şeref alâmetiy­
di, bk, MGT, 37; kaftan da İran ' dan alınmıştır ( H U A R T , Kaftan, İA VI, 68).
Ancak bu usulün Osmanlı Devletine, kürk geleneği dolayısı ile girdiğini kabul
etmek gerektir. Zira, mahiyeti itibarı ile bu iki giyim eşyası arasında fazla fark
yoktur.
cezalarına dönüşerek 254 modern anlayışa uygun bir adım atıl­
mıştır, Gene, Osmanlı Devletinde, yukarıda teferruatlı bir şe­
kilde gördüğümüz gibi ekseriya meşru, bazen de despotik se­
beplerle ortaya çıkan siyaseten katilde ve bazı hallerde para
cezasına çevrilmesi imkânı olmıyan kısas'da infaz, kafa kes­
me ve boğma, bazen de asılma gibi üç şekle inhisar etmiştir.
Şimdi askerî sınıfın siyaseten katlinde bu infaz şekillerini bi- *
raz daha yakından görmek gerektir.

bb) İnfazla Ödevli Olanlar :


İnfaz hazırlıklarını yapmağa ve infaza nezaret etmeğe
kimlerin memur edildiğini belirtmiştik. Bazen bunlar bizzat
cezayı infaz ederler 255....Ancak bu- işle ödevlendırilmiş cellât-
iarın cezayı infaz etmeleri esastır. Saray içinde, padişahın ça­
dırlarını muhafaza eden ç a d ı r m e h t e r l e r i ’nden bir gu­
rup ekseriya bu ödevi görürdü. Bu guruptan dört veya beş
kişi hergün Sarayda JDrta - Kapıda, Kapıcılar Dairesinin yakı­
nında oturarak padişahın veya vezir-i âzamm emirlerini icra
için nöbet beklerlerdi256. İdam hükmünü uzak yerlere ulaştı­
ranlar da duruma göre ya yanlarında bir cellât götürürler, ya
vardıkları yerde bir cellât tedarik ederler veya hükmü bizzat
infaz ederler. Sarayda, gizli idamlarda da kullanılmak üzere
özel olarak yetiştirilen d i 1 s i z 1 e r bu çeşit cezaları infaz eder­
ler 257. Bu şekilde gizliliğe tamamen riayet edilmiş olur. Bazen
s o l a k l a r , K a p ı ve i ç o ğ l a n l a r ı gibi personelin de, ani
hallerde cellâtlık hizmeti yaptığı görülmektedir. Kati hükmü
vermek yetkisini haiz yüksek memurların da cellâtları olduğu
şüphesizdir.

bc) Yüksek Askerî Sınıf Mensuplarında Siyaseten Kati


Cezasının İnfazı:
Vezir-i Âzam, vezir ve sair yüksek rütbeli memurların ida­
mında genel kural boğulmak suretiyle infazdır. Türk - Moğol
sisteminde hanedan üyelerinin ve asil memurların idamında
kan dökülmesi yasaktı. Bu önemli meseleyi Beşinci Bölümde

(254) G R Â F , 212.
(255) Msl, IV. M u r a d ' ı t ı bostancıbaşılarmdan D u ç e M e h m e d katledilecekleri
bazen bizzat öldürürdü. Bk, U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III1/1, 199.
(256) D 1O H S S O N VII, 21; U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 453.
(257) H A M M E R , Staatsverfassung und Staatsvenvaltung 11, 57.
(258) Bk, not 170.
inceliyeceğiz. îşte bu kan dökme yasağı Osmanlı Devletine de
yerleşmiş ve bir aristokrat sınıf olmamasına rağmen, yüksek
devlet memurları da idamları sırasında rütbeleri ve görevleri
dolayısı ile «kan dökmeme» yasağına alınmışlardır. Böylece
bunlar ekseriya boğulmak sureti ile öldürülürler. Bu konuda
pek çok sayısız örnek her Osmanlı tarihinde bulunabilir. Msl,
Vezir-i Âzam M e r z i f o n l u K a r a M u s t a f a P a ş a , Bil­
din Valisi U z u n İ b r a h i m P a ş a ’yı boğdurmak 258 sure­
tiyle öldürttüğü gibi, bu vezir-i âzam da kemendle idam edil­
miştir 259.

Genel kural bu olmakla beraber, bazen bu yüksek askerî­


lerin de kafası kesilmek sureti ile idam edildiği260, bazen in­
fazın hançerle 261 olduğu görülmektedir. Bu da Türk - Moğol
sistemine bağlanabilen bir durumdur. Bu sistemde «kan akı­
tarak» idam -yasak olmasına rağmen- bazen hükümdarca
idam edilecek kimseye karşı en ağır bir hakaret olması için
kullanılıyordu 262. Osmanlı Devletinde de büyük memurların
kan dökülerek idamına ekseriya padişahın gazabı anmda ver­
diği emir sebep olur. Zikrettiğimiz örneklerde G e d i k A h ­
m e d P a ş a ya II. B a y e z i d 'in beslediği düşmanlık, H e m ­
d e m ve Y u n u s Paşaların I . S e 1 i m 'in nefretini çekecek
derecede gazabına sebep olmaları böyle anlarda padişahların,
bu eski geleneğin gizli etkisi ile kan dökülerek idam emrini
verdiğini bize haklı olarak düşündürtmektedir. Bazen gazaba
gelen hiddetli padişah gene kan akıtarak, bizzat infaza girişe­
bilir. Msl, gene I. S e l i m yeniçerileri iğfal ettiği içiıı çok kız­
dığı Vezir-i Âzam D u k a k i n o ğ l u Ahmed P a ş a y ı htı-
zurunda kendi hançeri ile yaralamış, sonra başını kestirmiş­
tir 263. Bununla beraber yüksek memurların idamlarında kan
akmaması prensibi geniş bir uygulama görmüştür. Öyle ki

(259) Bk, not 171.


(260) Msl, I. S e l i m H e m d e m ve Yunus Paşaları böyle idam ettirmiştir.
Bk, not 134 ve 136. •
(261) G e d i k Ahmed P a ş a ’nm idamının hançerle infaz edildiği söylenmektedir,
H A M M E R , GOR / , 626; bk, Y Î N A N Ç , 196.
(262) C e n g i z h a n ’a isyan eden asillerden C a m u lı a , yakalandığı zaman ida­
mında kanıma akmaması için hana büyük yalvarmalarda bulunmuş ve bu isteği
bir lutf olarak H a n tarafından kabul edilmiştir. M G T, 133.
(263) Bk, not 125.
lunuluyorsa Orta Kapı ile Çizme Kapısının ortasında bulunan
bir yerde infaz edilirdi. Meşhur S i y a s e t Ç e ş m e s i Önün­
d e 2' 7 olan bu yerde gerekli teşkilât vardı. İdam cezalarının
bazen Yedikule’de infaz edildiği de olurdu. Taşrada da hük­
mün bildirildiği yerde icra edilen idamlar dışındaki siyaseten
kati cezaları belirli yerlerde infaz edilirdi. Bazen, tahminimize
göre kasden, mahallî kiliselerin önlerinde infaz işlemleri ya-'
pılır27B.
Hadd cezalarında bir amaç ta «korkutma» olduğunda,
bunlar açık infaz edilir 279. Ancak, siyaseten kati, bir hadd ce­
zası olmadığından infazın açık olmaması gerektir. Gizli idam­
larda, fermanın belli bir kapalı yerde bildirildiği hallerde bu
şarta riayet edilirse de bazen, «siyaset meydanında» açık in­
fazlara rastlanır, bilhassa toplu idamlarda.

Boğulmak suretiyle infazda kemend, asılmada ip, kafa


kesmede balta veya pala kullanılır.

be) İnfazdan Sonra Yapılan İşlemler :


înfaz, eğer boğulmak, yahut asılmak suretiyle icra edil­
mişse, ölünün başı muhakkak kesilir ve kesilen kafa, içi bal
dolu kıl torbalar içine konarak İstanbul'a gönderilir 280. Ekse­
riya katle memur edilmiş olanlar bu kesik kafayı da yanların­
da götürürler ve İstanbul’a, vardıklarında, fermanın ne şekil­
de icra edildiğini bildirir bir yazı ile, teşhir edilmek üzere bu
kafayı teslim ederler 281 Eğer fermanın icrası mahallî büyük
memurlara emredilmişse onlar da fermanı getiren eliyle, bir
yazı ile birlikte kesik kafayı İstanbul’a yollarlar 282. Bu me-

(277) Bk, U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 23.


(278) «Bosnada katle müstahak olanların Rum Kilisesi kapısı önünde idam edilmele­
rinden dolayı...» İstanbul Rum Patriği tarafından şikâyetnâme. BACVT A. N.
5642, 19 Muharrem 1194 (26 Ocak 1780). «Diyarbekirde kati ve salbin kilise önün­
de yapılmaması..» na dair İstanbul Ermeni Patriği Ovadis imza ve mühriyie arıza
BACVT A. N. 5535, 29 Safer 1225 (5 Nisan 1810). ‘
(279) G R A F , 97.
(280) K O Ç U , Reşat E k r e m . Bâbıhümayûn. İstanbul Ansiklopedisi IV, İstan­
bul 1960, s 1769 - 1771 arasındaki bölüm.
(281) msl, bk; BELGE N. 6 ve BELGE N. 13 (TSA N. E/10190).
(282) «Sivas valisi H ü s e y i n Paşanın kesilmiş başının gönderildiği..» ne dair
arz ve III, S e l i m i n hatt-ı hümâyûnu. BAHH N. 4102 . 25 Rebiulâhır 1216 (4
Eylül 1801).. Erzurum valisi A b d u r r a h m a n P a ş a d a n Sadarete, ‘ «Meçin-
gir d mutasarrıfı V e l i P a ş a n ı n kesilmiş başının ve muhallefat defterinin
gönderildiği..» ne dair. BAHH N. 4113/A. 21 Cemaziyelâhır 1216 (29 Ekim 1801);
ayni konuda daha bk, N. 4113/B ve 4113/D.. Trabzon valisi T a y y a r Paşadan
murlara gönderilen fermandan başka, kesik kafanın İstanbul'a.
gönderilmesi hakkında sıkı talimat da yazılır 283. Kafanın yol­
lanması unutulduğu takdirde gönderilmesi bildirilir 284.

Kesilmiş kafanın İstanbul'a gönderilmesinin iki sebebi


vardır. İlkönce, katlin infaz edilip edilmediği anlaşılmış olur,
bu bir Moğol geleneğidir 285. İkincisi, suçlunun cezasını bul­
duğunu ilân etmek için bu baş Saray Kapısı önünde teşhir edi­
lir. ' ’

Büyük devlet adamlarının kesik başları, gümüş bir tepsi


içinde padişaha gösterilir 280. Bundan sonra padişah, «cezası­
nı bulan falancamn kesik başının geldiğini ve ibret-i âlem için
teşhir edilmesini» ya ayrı bir yazı ile 287 veya kesik kafayı gör­
medi ise, kafanın geldiğini bildirir yazıya eklediği bir hatt-ı hü­
mâyûn ile 288 emreder. Bazen bu işleri vezir-i âzam da yapar.
Bu işlemler tamamlandıktan sonra kafa teşhir edilir.

Kafa teşhiri eski bir Doğu geleneğidir. Msl, Çinliler’de bu


usulü sık sık görmek kabildir 289. Osmanlı Devletinde de bu
usule sık sık rastlıyoruz. İmparatorluğun her yerinde infaz
edilen siyaseten kati cezalarında yukarıida söylediğimiz tarzda,
kafalar İstanbul’a yollanır. Bu genel kuralın yalnız reaya için
bazı istisnaları vardır.

Sadarete, « Erzurum valiliğine tâyin suretiyle Silistreden naklolunan G ü r c ü O s ­


man Paşanın idamına m em ur M uş mutasarrıfı M ur a d Paşa tarafın­
dan kesilm iş başının gönderildiğine..» dair. BAHH N. 4136. 16 Ramazan 1218 (30
Aralık 1803).. B ender muhafızı H a ş a n P a ş a d a n sadarete, «Kaçak T a y y a r
P a ş a n ı n yeğeni H a ş a n B e y Boğdanda idam olunup başının gönderildiği » ne
dair. BAHH N. 4117, 11 Zilkade 1220 (31 Ocak 1806); ayni konuda B ender naibi
Seyyid Nuri E f e n d i d e n N. 4117/B.
(283) Erzurum ve Trabzon valisi T a y y a r P a ş a d a n Van valisi R e c e p P a ş a -
y a , «Van muhafızı D e m i r t a ş z â d e Sadık P a ş a nin hiyaneline m ebni
idamı hakkında sadır olan iradenin infazı ... ile ... başının gönderilm esi..» ne dair.
BAHH IV. 4093, 1219 (1804).
(284) «Hilafı şeriat ve mugayiri rıza hareketlerinden dolayı Kütahyaya nefyedilm iş olan
kapucu basılardan Cebecibaşı M e h m e d ’in kesilm iş başının İstanbula gön­
derilm esi..» ne dair hükiim. BACVT A. N. 2004. Zilkade 1241 (Haziran 1826)
(285) S P U L E R , 414.
(286) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I I / l , 478.
(287) Vezir-i âzam Ş e r i f Haşan P a ş a n ı n kesik başının teşhir edilmesine dair
III. S e l i m i n emri. Bk, BELGE N. 7. Ayni belge BA'nden alınmış olarak K A ­
R A L tarafından yayınlanmıştır. Biz ise bunu TSA’nde bulduk. Bk, K A R A L ,
H . Hümayunlar I , 44.. Bu belgede Padişah yaftanın ne şekilde yazılacağını da
bildirmektedir.
(288) Msl, bk; BELGE N. 6.
(289) A L I N G E , X I 1/3-4, 113.
Teşhir emri çıktıktan sonra, vezir-i âzamlarm, vezirlerin
ve bu derecede devlet adamlarının başları, gümüş bir tepsi
içinde Orta Kapının yanındaki mermer sütunun yanında290,
orta derecede rütbelilerin kafaları tahta bir tepsi içinde Dış
Kapının (Bab-ı Hümayunun) Önünde, daha küçük rütbelile­
rin kafaları ise aynı kapıda fakat yerde teşhir edilirdi291. Za­
man zaman Bab-ı Hümayunun önü günlerce yüzlerle kafa ile
dolardı 292. XVIII. Yüzyıl sonu ve XIX. Yüzyılda kafaların
Edirnekapı da da teşhir edildiği anlaşılmaktadır 2W \

Kafalar, genel olarak üç gün için teşhir edilirler. Teşhir­


de kafanın önüne bir de yafta konulur 29\ Bu yaftada suçlu­
nun hangi gerektiriri sebeplerle! katloiunduğu sadece bir özet
halinde yazılır 295.

Sefer esnasında başarısızlıkları sebebi ile katlolunan kim­


selerin başları, tahminimize göre orduda bulunan diğer komu­
tanlara ibret olmâsı için orada teşhir edilirler 296.

Kesik başların teşhirden sonra ne yapıldığına dair bir ka­


yıt bulamadık. Bunlar, tahminimize göre ya devlet tarafından
belirli bir ye gömülürler, veya cesedin tâbi tutulduğu işleme
göre hareket edilir. Cesede, hükmü infaz eden cellât sahiptir.
Cellât ayrıca, mücevherleri dışında cesedin üstündeki elbise
vs. nin de sahibidir. Kati olunan şahsın akrabaları bu cesedi
cellâttan katledilenin rütbesine göre değişen bir fiyatla satm
alabilirler 297. Ancak bazen bu cescderin, akrabalarına veril-
miyerek denize veya başka bir yere atıldığı da olur.

İnfaz hakkında yaptığımız bu açıklamalar bazı istisnaları


ile reaya için de caridir. Bu hususa yeri geldiği zaman işaret
edilecektir.

(290) D ' O H S S O N VI, 255.


(291) D ’ O H S S O N , ay. yer; K O Ç U , 1770.
(292) 1685-1659/1069 yıllarında A b a z a Haşan isyanı bastırılmış ve bir yıl için­
de onbin kişi kadar suçlu - suçsuz kimse idam edilmişti. Bu yüzden bir yıl bo­
yunca her gün 10-15 kafa muntazaman Bab-ı hümayun önüne getirilmiş ve çoğu
günlerce orada kalmıştır. K O Ç U , ay. yer.
(293) Msl, Ş e r i f Haşan P. aşanın başı Edirnekapıda teşhir edilmiştir. Bk,
BELGE N. 7.
(294) D ’ O H S S O N VI, 255.
(295) Bk, iki yafta. BELGE N. 5 ve BELGE N. 8.
(296) Bk, BELGE N. 5.
(297) D ’ O H S S O N VI, 258.
2) U l e m a Sınıfı: .

Yukarıda ulemanın askerî smıf içindeki mümtaz ye­


rini, sebepleri ile birlikte belirtmiştik. Bilhassa siyaseten kati
bakımından ulemanın bu imtiyazı son derece önemlidir. Ule­
ma ancak sınırlı hallerde ve ender olarak sij'aseten katledilir.
Ulemanın bu konudaki imtiyazında bir başka sebebin rol oy­
nadığını da iddia etmek mümkündür : Ulemanın icraî ödev­
lerden uzaklaşması ile artık devlet idaresinde aracısız bir şe­
kilde rol oynamak özelliği kalmadığından, icraî askerî smıf gi­
bi, sık sık merkezî kuvvetle karşılaşmamakta, pek çok siya­
seten kati sebepleri, ulemanın görevi icabı bahis konusu ol­
mamaktadır. Bize kalırsa böyle bir iddiada bulunulamaz. Zi­
ra aşağıda göreceğiz ki icraî askerî sınıf mensuplarının yap­
maları halinde siyaseten kati sonucu doğuracak pek çok fiil
ulema tarafından icra edildiği takdirde çok daha hafif bir şe­
kilde cezalandırılmaktadır.

Ulemaya hangi sebeplerle siyaseten kati cezası verilebile­


ceğini üç ana gurup altında incelemek mümkündür.

A — Ulemanın Devletin Selâmetine Karşı Ağır Hareketle­


re Girism
> esi:

Bu şekildeki hareketlere girişenler, her devirde her devlet


tarafından ölümle cezalandırılmışlardır. Bugün bile pek çok
devletler bu cezayı uygularlar 298. Osmanlı Devletinde de hâl
böyle olmuştur. Yukarıda ulema-dışı (icraî) askerî sınıfların
siyaseten kati sebeplerini incelerken daha hafif durumlarda bi­
le ölüm cezasının verildiğini gördük. Böyle hallerde ulemanın
da imtiyazım kaybetmesi tabiîdir, zira ulema, «hükümdarla
birlikte olma» özelliğini bu hareketi ile terketmiş ve ayrıca ona
karşı gelmiştir.

Osmanlı Devletinde ulemanın devletin selâmetine karşı


ağır cürümler ika ettiği - ender de olsa - görülmüştür. En meş­
hur örnek S i m a v n a l ı Ş e y h B e d r e d d i n olayıdır. Bu
olay hakkında bir hayli eser yazılmış olmakla beraber meseleyi
bütün yönleri ile, tarafsız bir,şekilde inceliyen bir araştırma

(298) Msl; bk, Türk Ceza Kanunu, Madde. 146, 147, 149, 156.
henüz yapılmamıştır. Fakat siyaseten kati bakımından bu ci­
layı kısa bir şekilde tahlil etmek imkânı vardır.

S i m a v n a l ı - v e y a S i m a v l ı - 299 Ş e y h B e d r e d -
d i n fıkıh ilminin en büyük bilginlerindendir. Ancak, fikirle­
ri geliştikçe îslâm esaslarından sıyrılarak daha serbest bir.
Dünya görüşüne ulaşmıştır. Bu görüşünde îslâm - Hristiyan
-Musevi ayrılığım kaldırmış ve bazı sosyalist İktisadî kurallar
ortaya atmıştır. Fetret devrinde Edirne de M u s a Ç e l e b i ’
ye kazasker olmuş ve fikirlerini uygulamak istemişse de, M u -
s a Ç e le b i 'nin devleti kısa bir zaman sonra yıkılınca Ç e ­
l e b i Me h m e d e karşı ayaklanmış ve çömezleri B ö r k 1 ü -
c e M u s t a f a v e T o r l a k K e m a l aracılığı ile yeniden
kurulan Osmanlı Devletinin basma ciddi bir tehlike çıkarmış­
tır. Halk tarafından bu hareketin geniş ölçüde desteklenme­
sini, merkezin gittikçe kuvvetlenen sünnî ve otoriter karakte­
rine karşı sınır eyaletlerinde ve göçebeler, Türkmenler ara­
sında kendisini gösteren huzursuzlukta aramak gerektir 300.
Kısa zamanda büyüyen bu hareket zorlukla bastırılmış ve Şeyh
Bedreddin yakalanarak I. M e h m e d’in bulunduğu Serez’e gö­
türülmüştür. Yüksek ulemaya mensup olduğundan hemen öl­
dürülmemiş ve ulemadan müteşekkil bir kurul tarafından sor­
guya çekilerek, sonuçta -rivayete göre kendisinin de tasdik
ettiği - bir fetva ile ölüme mahkûm edilmiş ve asılmıştır. An­
cak malının müsadereye salih olmadığı da bu fetvada belir­
tilmiştir; «katli helâl, malı haramdır» 301. Ş e y h B e d r e d ­
d i n 'in torunu tarafından yazılması kuvvetle muhtemel olan
Menakıbnâme’de, yapılan yargılama sırasında Şeyh şer'an al-

(299) Şeyh Bedreddin'in doğum yeri olan Simav Kümelidedir, Arap harfleri ile bazı
okunuş farkları dolayısı ile bazen «Simavna» şeklinde de yazılır. Bk; B A B I N -
GER , Schejch Bedr ed-dîtı, des Sohn des Richters von Simâw. Der İslâm
X I ’den ayrı bası. Leipzig 1921, s 22 not 2.
(300) Ş e y h Bedreddin olayının bu cephesi, İ n a l c ı k tarafından gösteril­
miştir. Bu yazar ayrıca, olayın uçlarla ve tımar meseleleri ile olan ilgilerinin ete
belirtilmediğini haklı olarak söylemektedir. Ek, İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş,
109 ve not 40.
(301) Bu olay hakkında bk; Y A L T K A Y A , M. Ş e r a f c d d i n : Bedreddin Simavî.
İA II, 444-446; ay. yazar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin. İstanbul 1925;
U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 360 vd; H A M M E R , GOR I, 293 vd; D A N İ Ş ­
M E N D / , 161 vd, 179 vd; N E Ş R İ II, 546-547; A Ş I K P A Ş A Z Â D E , 153-154;
İ N A L C I K , Os. Huk. Giriş, 109 ve not 40; B A B İ N G E R , Schejch Bedr ed-din;
KISSLING, Hans Joachim; Das Menâqynâme Scheich Bedreddins,
des Sohnes des Richters von Samavna. ZDMG M, 1950. s 112-176; K A Y G I S I Z ,
Bezmi Nusret; Şeyh Bedreddin Simavenî, İzm ir 19İ3.
tedilemeyince, ancak salt örfî yollarla idamı fetvası verildiği
ve onun buna dikkat bile etmediği yazılmaktadır 302. Bu ko­
nuda söylenenler ne olursa olsun, Ş e y h Bedreddin
fikirlerinden dolayı değil, devlete karşı giriştiği hareket sebe­
bi ile idam edilmiştir. Zira I. M e h m e d , M u s a Ç e l e b i ­
yi yendikten sonra Ş e y h B e d r e d d i n i affetmiş ve İz­
nik’te iyi bir yıllık ödenek ile oturmasına izin vermişti. An­
cak tabiî, isyanı bastırılıp yargılanmasına başlandıktan son­
ra, fikirleri de onu her bakımdan suçlayabilmek için bahis ko­
nusu edilmiştir. İdamında yargılamanın yapılması ve fetva
alınması, servetinin de müsadere dışı tutulması son derece
dikkate değer.
İleride ulema serbest fikirlerinden dolayı da siyaseten
katledilmiştir ki, bu, ulemanın siyaseten kati sebeplerinin ge­
lişimi bakımından önemlidir.

Devlete karşı girişilen hareketten dolayı ulema katilleri­


ne başka örnekler de bulmak kabildir. Msl, Amcası M u ş t a -
f a ’y1 takip ederken, onu Biga suyundan kolaylıkla geçirten
Biga Kadısını II.M u r a d geçit başında astırmıştır (1422/826)
303. . A b a z a M e h m e d P a ş a 'nm şeyhi olmasına rağmen af­
fedilen S a r ı A b d ü r r a h i m yeniçerilerin isyanını telmih
eden bazı sözler söylediği için IV. M u r a d tarafından katle­
dilmiştir ki katlinde eski halleri de göz önünde tutulmuştur
(1637/1047) 304. IV. M e h m e d’i hal etmek için faaliyette bu­
lunduğu halde, sadece azil ve sürgünle cezalandırılan Şey­
hülislâm H o c a z â d e M e s u d E f e n d i , sürgün yerine
giderken yolda asker topladığı için, bunun bir isyan hazırlığı
şeklinde padişaha aksettirilmesinden dolayı katledilmiştir
(1656/1067) 305. 1703/1115 Edirne olayında isyanda rol oyna­
mış S e y y i d M u s t a f a E f e n d i katledilmiş, fakat baş­
ka bir sebep dolayısı ile (bk, C) katledilen şeyhülislâm ve oğ­
lu dışındaki diğer ulema yalnız sürülmüşlerdir 300. Görülüyor
ki ulemanın bu sebepten dolayı siyaseten katledilebilmesinde
suçun çok ağır ve vahim olması gerekmektedir.

(302) K I S S L I N G , . 172.
(303) A Ş I K P A Ş A Z Â D E , 159.
(304) UZUNÇARŞILI, OT I I I / l , 172 not 2.
(305) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 306 vd; I I I / 2 473 vd; HAMMER, GOR III,
458 vd; D A N İ Ş M E N D 111, 534.
(306) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I V /1 , 44 not 3.
B — Sünnî İslâm Düşüncesine Ayrılık ;

Şe y h B e d r e d d i n olayı bize, kuruluş devrinde bir fik­


rî hoşgormenm mevcut bulunduğunu göstermiştir. Bu hoş-
görmeyi fikir hürriyeti olarak yorumlamağa imkân yoktur.
Bunu ancak, merkezin - dolayısı ile teokratik kuvvetin - henüz
tam otoritesini kuramaması sebebi ile feodal unsurların nis- •
bî bir serbestlik içinde olmasıyla açıklıyabiliriz. Zaman geçip
merkez kuvvetlenince, Doğunun teokratik anlayışı devlete yer­
leşince, artık şeriatın temsilcilerinin dogmatik sünriî düşün­
ceye aykırı görüşleri yaşıyamazdı, zira egemenlik sünnî anla­
yışa dayanıyor ve bu dogmatizme göre yönetilen devletin ka­
nun yorumcularının (ulemanın) da bu sistemi kuvvetlendirmesi..
gerekiyordu. Böylece, bu anlayışa aykırı düşünenlere yaşama
hakkı tanınmamıştır. Msl, I. S ü l e y m a n devrinde ulema­
ya mensup K a a b ı z adlı bir bilgin İ s a 'nm Peygamberliğini
H. M u h a m m e d 'den daha makbul saydığı için yargılanmış
ve ilk yargılanmasında mahkeme üyelerini altettiğinden katîe-
dilemeyince, padişahın İsrarı ile bir kere daha yargılanmış ve
sünnî İslâm düşüncesine aykırı hareket ettiğine dair K e m a l
P a ş a z â d e 'nin verdiği fetva ile katledilmiştir (1527/934) 3 "7.
Gene K e m a l P a ş a z â d e 'nin fetvası ile melâmi tarikatı
mensupları ayni akıbete uğramışlar ve bu fetva zaman zaman
melâmileri katletmekte kullanılmıştır 308. III. M e h m e d za­
manında Ş e y h B e d r e d d i n ve K a a b ı z ' m anlayışlarına
benzer bir düşünce sahibi M ü d e r r i s S a r ı A b d u r r a h ­
m a n da yargılanarak hakkında fetva alındıktan sonra idam
edilmiştir (1603/1012)309. Sünnî anlayışa körü körüne bağlı
fanatik din adamlarının, bazen L ü t f i M o l l a gibi, samimi
bir sünnî, fakat açık ve ileri fikirli bir bilgini sırf çekemedik­
leri için, itikatsızlıkla itham ederek katlettirdikleri de görül­
müştür (1495/901) 31°. Esas yeri olduğu için burada açıkladı­
ğımız bu kati sebebinin diğer sınıflar için de carî olduğunu
kaydetmeliyiz.

(307) H A M M E R , GÜR I I, 59 vd; DANİŞMEND I I, 125-126.


(308) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /l , 355-356.
(309) H A M M E R , GOR 11, 663 vd; DANİŞMEND III, 214.
(310) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I , 695 vd; H A M M E R , G O R .I , 688. Bu konuda ay­
rıca bk; Y A L T K A Y A , Molla Lutfi V maqdul. La Duplicatİon de l’Autet. (Fr. çev.
A. Adnan ve Henry Corbin). Paris 1940.
e
C — İstisnaî H aller:

Yetkilerine herhangi bir kayıt tanımamakta aşırı giden pa­


dişahlar zamanında reaya ve icraî askerî sınıflar her bakım­
dan en ufak bir teminat kırıntısına bile sahip olmadan yaşa­
mışlardır. Böyle zamanlarda ulema da siyaseten kati konu­
sunda sahip olduğu teminatı kaybederdi, zira padişah sinirli
bir ânında bir ulema sınıfı mensubuna gazap ederse, bu din
adamını kurtaracak bütün teminatlar yok olurdu. IV. M u r a d
bu konuda önemli örnekler vermiştir. Msl, birgün Bur saya gi­
derken İznik'te, yolların bozuk olması ve hakkında birkaç da
şikâyetçi gelmesi dolayısı ile Kadı G ü m ü ş z â d e 'yi en kü­
çük bir soruşturma bile yapmadan cübbesi ve sarığı ile kale
kapısına astırmıştır (1633/1043). Bütün tarihlerin oybirliği
ile belirttikleri gibi, bu hüküm haksızdır 311. İznik Kadısına
reva görülen bu hareket İstanbul'da, ulemayı çok üzmüş ve ule­
ma adına Şeyhülislâm A h i z â d e H ü s e y i n E f e n d i Va­
lide Sultana sert bir yazı gönderek, «ulemanın padişahı siya-
net» ettiğinden bahsederek, oğlunun bir daha böyle hareket­
lere girişmesinin hakkında iyi olmıyacağmı bildirmiştir. Ule­
ma hükümdar işbirliğini de gayet açık belirten bu yazıyı ha­
ber alınca IV. M u r a d birdenbire gazaba gelerek hızla İstan­
bul'a dönmüş ve saraya varır varmaz şeyhülislâm ile İstanbul
kadısı olan oğlunun Kıbrıs'a sürgün edilmesini emretmiş, an­
cak kızgınlığı devam ettiğinden A h i z a d e ’yi Ayastefonos da
tekrar karaya çıkarttırıp hemen sahilde boğdurmuştur. Bu,
Osmanlı tarihindeki ilk şeyhülislâm katlidir312.

İstisnaî bir durumu da Edirne olayından sonra görüyo­


ruz. Şeyhülislâm S e y y i d F e y z u l l a h E f e n d i nin ta­
hakkümüne karşı çıkmış bu büyük ayaklanma sonucu bu din
adamı azil ve sürgün edilmişken, koruyucusu I. M a h m u duıı
hal'i üzerine, yeni Şeyhülislâm î m a m M e h m e d E f e n d i '
nin verdiği bir fetva ile katledilmiş, oğullarından Nakibüleşraf
F e t h u l l a h E f e n d i de aynı akıbete uğramıştır (1703/
1115) 343.

(311) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IIIfi., 198; H A M M E R ; GOR I I I , 123.


(312) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT ili)T , 199) H A M M E R , GÖR I I I , 124 vd; DA N İ Ş-
M E N Ü I I I , 358.
(313) U Z U N Ç A R Ş I L I , ' OT I V / 1 , ' 15 vd, 39, '40 not i. ' .....................
Ancak gördüğümüz gibi, bu verdiğimiz örnekler, gerçek­
ten istisnaî hallerdir ve ulema genel olarak teminatlı durum­
dadır.

Ç — Ulemaya Siyaseten Kati Yerine Verilen Ceza:

Yukarıda saydığımız özel haller dışında, siyaseten kati ile


cezalandırılması gerekli bir suç işleyen ulema sınıfı mensup­
larının en ağır ceza olarak azil ve sürgün edildiğini görmekte­
yiz. Gerçekten, rüşvet314, katle sebep olma 315, eşkiyaya yar­
dım, yâni zulüm 316, seyyiat ve tecavüz 317. ahlâksızlık ve gad­
darlık 31S, hilâf-ı riza ve uygunsuz hareket319 gibi diğer askeri­
lerce işlenmesi halinde hemen siyaseten kati ile cezalandırıla­
cak fiilleri ika eden ulemaya, suçunun derecesine bakılmıya-
rak sürgün ve bazı ender hallerde de bununla beraber ilmiye
sıfatının da, kaldırılması 320 cezası verilmektedir. Şurası dikka­
te değer ki bu son halde, ulema sınıfından çıkarılma vaki ol­
duğundan, artık bu şahıs gerekli teminatını kaybetmiştir.

Bazen siyaseten kati hükmü verilmiş iken bile ulemanın


direnmesi, mahkûm olan bir din adamım kurtarabilir. Ulema­

(314) « F e t v a l a r ı müzayedeye koyacak kadar ileri giden İstanbul m üftüsü. D e b -


■ b ağza d e Bekir E f e n d i ’ni n m em leketi olan Tarsusa n efyi...» BACVT
A. N. 2848, 6 Cemaziyelâhır 1210 (18 Aralık 1795).
(315) « Kayseride bazı kimselerin katline sebep olan m üftü A b d u l l a h E f e n d i n i n . .
Adanaya n efy...»i BACVT A. N. 3114, 1213 (1798).
(316) «Eşkiyaya yardım ettiğinden dolayı Şam Kadısının Adanaya nefyi..» BACVT A. N.
1888 16 Ramazan 1203 (10 Haziran 1788). Eşkiyahk suçunun ağır bir şekilde iş­
lenmesi halinde, bazan, istisnaî olarak bu suçun işlenmesine önderlik eden ule­
ma sınıfı üyesi katledilebilir, fakat suç ortaklarına gene de daha hafif cezalar
uygulanır; «Bosnada türeyen H a c ı Salih nam şaki ile avenesinin idamları
sırasında hempalarından Bosna nakib ül-eşraf kaymakamı N u r e d d i n ve sa­
bık Travnik müftisi A t a u 11 a h E f e n d i 'lerin nefy ve ted'ibi ve cümlesi-
nin şeyhi olan Şeyh ül-hamidin idam edildiğine dair işaret ve icraatın takdire
şayan görüldüğünü mutazammın Bosna Valisi...» ne. (emirnâme müsvettesi).
BACVT Dahiliye N. 10948, 17 Rebiuîevvel 1137 (4 Aralık 1724).
(317) « Sabık Diyarbekir M üftüsü M e s ' u d ve Sabık Naibi Y o b a z Deli Salih
‘ nam kimselerin seyyiat ve tecavüzatından dolayı Kıbrısa nefy edilmeleri..» BACVT
A. N, 574, Zilkade 1216 (M art-N isan 1801).
(318) «Hile ile Mardin Müftüsünü yerinden uzaklaştıran Hüs ey i n Efendi gad­
dar ve ahlâksız olduğundan azline...» BACVT A. N. 591 , 22 Muharrem 1177 (2
Ağustos 1763).
(319) « Hilâf-ı rıza hareketten dolayı K ıb r ıs’a nefyedilmiş olan sabık Adana Naibi
İ mam zade A h m e d ve sabık M üftü elhac İ s h a k Efendi..» BACVT
A. N. 677, 5 Cemaziyelâhır 1214 (5 Kasım 1799). « Uygunsuz hareketlerinden do­
layı İzmir Kadısı K e bi rz âde Es s ey id A b d u r r ah m an Efendi
ile diğer bazı eşhasın muhtelif yerlere nefy .. leri» BACVT A. N. 1091, Şaban 1202
(Mayıs - Haziran 1787). Bu konuda daha bk, BACVT A. N. 1554, 1978, 2166, 2168.
(320) Bk, BACVT A. N. 2704, 21 Zilhicce 1232 (1 Kasım 1816).
nın direnmesi o kadar kuvvetli olur ki, msl, padişahın rica
etmesine rağmen eski Vezir-i âzam î b ş i r P a ş a y ı katlet-
tirebilen Vezir-i âzam K a r a M u r a d P a ş a gibi yeni­
çerilerin mutlak desteğini haiz kuvvetli bir şahsiyet, bu diren­
me karşısında gene idama mahkûm ettiği Şeyhülislâm E b u
S a i t E f e n d i ’nin cezasını sürgüne çevirmek zorunda ka­
lır (1655/1066) 321 . Ulemanın direnmesi, yukarda gördüğümüz
gibi, ancak IV . M u r a d gibi mutlak otoriteli sert hüküm­
darlar karşısına sonuçsuzdur. Fakat bunun da istisnaî bir du­
rum olduğunu belirtmiştik.

D — Usul ve în fa z :

Siyaseten katli gerektirecek bir suç işlemiş ulemanın ek­


seriya yargılandığı görülmüştür. Yukarıdaki. (A ve B) örnek­
lerden bunu açıkça sezmek kabildir. Yargılama sonucu fetva
alındığını da biliyoruz. Ancak istisnaî durumlarda yargıla-
masız ve fetvasız katilleri de görmek kabil olmuştur. Ulema­
da siyaseten kati cezası genel olarak boğulma suretiyle infaz
edilir. Bu istisnası pek az olan, kesin sayılabilecek bir kural­
dır. Bu belirttiğimiz haller dışında icraî askerî sınıfa ait usul
ve infaz kuralları ulema hakkında da caridir.

III — REAYANIN SİYASETEN KATLİ :

1) R e a y a n ı n Siyaseten Kati Sebepleri


ve K a t i E m r i V e r m e ğ e Y et ki l i O l a n ­
lar:

A — Kati Sebepleri:

a. Genel Olarak :
İcraî askeri sınıflar ve ulema için saydığımız pek çok
kati sebepleri reaya için de caridir. Ancak bunlar içinde, ma­
hiyeti icabı, yalnız belirtilen smıf için yürürlükte olan kati
sebepleri, msl ödevde başarısızlık gibi haller pek tabiî reaya
için kati vesilesi olarak kullanılmamak gerektir. Bu konuda,
kesin olmamakla beraber, şöyle bir Ölçü verebiliriz : İlkönce,

(321) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I I / l , 289 vd; HAMMER, GOR I I I , 441 vd; D A N İ Ş-


M E N D I I I , 420.
genel siyaseten kati sebeplerinin hepsi reaya için muteber­
dir322. Îcraî askerî sınıf için belirtilmeğe çalışılan sebepler­
den, «Padişahın hayatına karşı tehlike», «Padişahın hayatına
kasd», «Padişahı tahkir», «Devlete karşı isyana girişmek», «Pa-
şaha yalan söyleme» halleri de reaya için carîdir; zira
bu suçlar, mahiyetleri icabı herkes tarafından işlenebilir. Bu
yüzden üzerlerinde durmak zaruretini duymuyoruz. Ulema­
nın siyaseten kati sebepleri arasında saydığımız «sünnî İslâm
düşüncesine aykırılık» suçu da reaya tarafından işlenebilir,
pek ender olmakla beraber, bazı münferit olaylara rastlan­
mıştır 3-3. Diğer hususlar dolayısı ile verilen kati cezasına ise
aşağıda 4 numaralı bahiste değineceğiz. Bu haller dışında, ma­
hiyetine bakılırsa nazarî olarak genel, ancak hemen hemen
yalnız reaya tarafından işlendiği için yukarıda temas etmedi­
ğimiz bazı suçlar daha vardır ki bunlara biraz yakından bak­
mak gerekmektedir.

b. Reaya İçin Özel Sayılabilecek Sebepler:


Bu sebeplerin hepsini tamamen tesbit etmek imkânı yoksa
da belli başlılarını göstermek mümkündür.
Reayaya «zulüm» etmenin genel bir kati sebebi olduğunu
göstermiş ve bu halin icraî askerî smıf için ne şekilde anlaşıl­
ması gerektiğine de işaret etmiştik ( I I /l - C - b /b i ) . Bu genel
kavram reayada biraz daha farklı anlaşılmak gerektir. Ger­
çekten reayadan «memurluk makamının yetkisini kötüye
kullanarak» zulüm yapması beklenemez. Reaya ancak « e ş
k i y a 1 1 k » yapmak suretiyle diğer reaya üzerinde zulüm ic­
ra edebilir. Burada eşkiyalık kavramı üzerinde kısaca dur­
mak zarureti vardır. Eşkiyalık hakkında ciddî bir hukukî
inceleme henüz yapılmamıştır. Bu önemli suçun mahiyeti­
ni tespit etmek için Türk Hukuk Lügati nm verdiği tarif işi­
mize yanyacaktır 324. Son derece açık olan bu tarife göre :

(322) Bu konuda bk; İkinci Bölüm II/3. Burada zikredilen belgelerin içindeki fetva­
ların bazıları reaya için de verilmiştir.
(323) Sünnî inanışa aykırı düşüncelerini açığa vurduğu için Mu h a m m e d Lari
adında bir İran asıllı adam İstanbul kadısının fetvası üzerine idam edilmiştir
(1665/1076). H A M M E R , GOR III, 570.
(324) Türk Hukuk Lügati’ nin tarifinde 1923 (1342) tarih ve 356 Numaralı İzale-i Şekavet
Kanunu'nun 2. ci Maddesinden ve Türk Ceza Kanununun 495-503 Maddelerinden
faydalanılmıştır. Ceza Kanununun bu bölümü (İkinci Kitap - Onuncu Bap. 2.
Fası] «Mal Aleyhine Cürümler» hakkında gerekli açıklamalar için bk, E R E M ,
Faruk: Türk Ceza Hukuku I I, Ankara 1962, s 1121 vd.
«Mal zapt ve gaspetmek, öç almak, suikasıtta bulunmak ya­
hut memleketin dahilî emniyetini bozmak için mesken, çift­
lik, ağıl, köy, değirmen gibi mahalleri basarak veya yakarak
yahut tahrip ederek veya adam öldürerek veya yollarda ve
kırlarda soygunculuk yaparak veya adam kaldırarak ve bu
fiillerden dolayı mevkuf veya mahpus iken firar ederek silâh­
lı dolaşmak suretiyle emniyet veya asayişi münferiden veya
toplu olarak tehdit ihlâl etmektir.» Bunu «eşkiyalık» kav­
ramı için esas kabul edebiliriz; zira tarifte, Osmanlı Devle­
tinde de eşkiyalarm gösterdiği faaliyet tarzı açıklanmaktadır.
Ancak, eşkiyalık kavramını böyle belirtince içine «yol kesme»
(kat ül-tarik) ve yaralama ile adam öldürme suçlarının da
girdiğim görüyoruz 325. îşte böylece eşkiyalık bir hadd ceza­
sı ile karşılanma yoluna gidilir ve bu hususta Kur'anm yol
kesme ile ilgili hükümleri tamamen uygulanabilir 326. Bu ba­
kımdan eşkiyalığı siyaseten kati ile cezalandırmağa imkân
yoktur.
İşin nazarî yönü böyle olmakla beraber, uygulamada gös­
terdiği bir başka cephesi de vardır. Bilindiği gibi Gelâlî is­
yanlarından (XV II. Yüzyılın ilk yarısı) başlıyarak Osmanlı
Devleti zaman zaman büyük anarşik hareketlerle karşılaş­
mıştır. Devletin XVIII. Yüzyıldan itibaren başlıyan büyük
çökmesi ile eşkiyalık hareketleri son derece şiddetlenmiştir.
Pek çok kere haklı sebeplerle de yapılan bu hareketlerin o
cephesi bizi ilgilendirmemektedir3-7. Ancak, yol kesme hak-
kmdaki hükümlerin uygulanması hâlinde bu çok geniş eşkı­
yalık hareketlerini bastırmanın imkânı yoktur. Zira bu hü­
kümlere göre, yol kesenlerin cezalandırılması için «muhafa­
za altında olan malın gizlice alınması» 32g ve suçun «gece iş­
lenmemesi» 329 gibi daha bazı şartlar gereklidir. Böylece, dev­
let kuvvetleri ile çatışma olmadan işlenen yol kesme suça
«gizlilik» kavramına uygun sayılmış ve devlet kuvvetleri ile
çatışanlar «isyancı» statüsüne sokulmuşlardır 330 .
(325) Bk; A N S A Y 291; kşl, J U Y N B O L L , H andbuch, 307.
(326) Bk; İkinci Bölüm, not 76.
(327) Bu konuda şu eserlere bakılabilir; ULUÇAY, Ç a ğ a t a y M : X V I I . yü zyıl­
da Saruhanda Eşkiyalık ve Halk H areketleri, İstanbul 1944; ay. yazar : X V I I I ve
X I X . yüzyıllarda Saruhanda Eşkiyalık ve Halk Hareketleri. İstanbul 1955; A K -
D A Ğ , M u s t a f a : Celâlî isyanlarının Başlaması. Ankara 1946.
(328) Ü Ç O K , Os. Ceza. H ukuku I I I / l , 144; K R C S M Â R Î K , 332. vd.
(329) Ü Ç O K , ay. eser, 146.
(330) K R C S M A R I K , 333; Bk, B İ L M E N III, 440.
Bu şekilde, yukarıdaki tarifimize uyan eşkiyalarm «yol
kesen» den daha ağır bir suç işledikleri anlaşılmaktadır. On­
lar, «isyancı» gözü ile görülmektedirler. Fakat, devlette eş-
kiyalarm son derece arttığı buhranlı devrelerde, bunları ber­
taraf etmek için İslâm hukukunun isyancılar için öngördüğü
tedbirler de yeterli gelmemiştir. Zira bütün fıkıh bilginleri­
nin oybirliği ile belirttiğine göre henüz «kıtal» e başlamamış .
isyancılar ile savaşılamaz. Gerçi «kıtal» e başlanmadan zaten
yukarıda belirttiğimiz eşkiyalık suçunun unsurları tamam­
lanmamıştır. Fakat bir şart daha vardır. Kıtal başlamadan,
isyancılar bunun hazırlığına girişirler ve bir veya birkaç bel­
deyi zapte derlerse, artık eşkiyalık belirmiştir. Zira «silâh!]
dolaşarak baskınlar yapma».unsuru..yerine gelmiştir ...Fakat...
İsyan hukukuna göre gene de bunların üzerine gidilemez. On­
ları ilkönce usulüne göre «itaate» dâvet etmek ve bu kabuİ
edilmez ise cihat hakkmdaki hükümlerin uygulanması gerek­
tir 331. Bu işe girişildikten sonra bile silâhını bırakan eşkiya-
mn artık katli caiz değildir. Böyle bir isyancı aniden kati
edilse, şüphe-i ibaheye mebni katline kısas lâzım gelmezse de di­
yet gerektir. Gene isyancıların başlarının kesilerek teşhiri de ca­
iz değildir 332. Halbuki Osmanlı Devletindeki büyük eşkiyalık
hareketlerinde bu şartlara riayet edilmeden de eşkiyalarm kat­
ledildikleri görülmüştür. İşte, henüz kıtal'e başlamadan isyan­
cı sayılamıyan eşkiyalar, kıtal hazırlığı ve baskın-yoluyla zu­
lüm icra ettiklerinden, zulüm hakkmdaki genel siyaseten katî
sebebine dayanılarak «sâi bilfesed» sayılırlar 333 ve idam edi­
lebilirler. Böylece, siyaseten katledilen eşkiyalarm kafaları
kesilebilir. Bu kafaların da teşhirleri caizdir. Nitekim geniş
eşkiyalık hareketlerinin bastırılması ekseriya bu yolla olmuş­
tur.
Eşkiyalık suçunun siyaseten kati ile olan ilgisini böyle­
ce belirttikten sonra başka bir meseleye geçebiliriz : Acaba
eşkiyalık yalnız reayaya mahsus bir suç mudur? Yoksa as­
kerî smıf üyeleri tarafından da işlenebilir mi ?

Askerî sınıf üyelerinin memurluk makamının kendileri­


ne bahşettiği yetkiyi kötüye kullanarak zulüm yapması daha

(331) B İ L M E N III, 442.


(332) Ay. eser, 445.
(333) Bk, BELGE N. 16 (BAMMD N. 1 s 72).
kolaydır. Buna yeri geldiği zaman kısaca işaret etmiştik
( I I /l - C/b - bi). Msl, bir vali emri altındaki devlet mekaniz­
masını kötüye kullanarak reayadan fazla ve haksız vergi top-
lıyabilir, devlet vasıtaları ile «gasp» da bulunabilir, rüşvet
alabilir ve buna benzer yollarla daha pek çeşitli zulüm ika
edebilir. Bu yolla yapılan zulüm tabiî ki «eşkiyalık» değildir.
Bir memurun eşkiya olabilmesi için silâhlanarak «memleke­
tin iç güvenliğini bozmak», «öç almak», «mal zapt ve gas-
betmek» gibi saiklerle «baskın», «soygunculuk», «yol kes­
me», «adam Öldürme» gibi hareketler yapması gerekmekte­
dir. Emrinde devletin zabıta kuvveti de bulunan yüksek me­
murların böyle bir harekete girişmeleri bir çelişme olduğu
kadar, zaten daha kolay usullerler daha iyi zulmetmeleri im­
kânları da varken eşkiyalık yoluna kolay kolay gitmeleri bek­
lenemez. Bunlar ancak emirlerindeki büyük kuvvetlerle «is­
yan» edebilirler. Bu takdirde isyan hakkmdaki hükümlere
göre hareket olunur. Ancak bazı orta ve küçük memurların
«eşkiyalık» yoluna gittikleri görülmüş ve böyle hareketler bel­
gelerde de ayni kavramla tavsif edilmiştir 334. Şu halde idareci
smıf da ender olarak eşkiyalık yapabilir, ancak bunların ika
ettiği bütün zulümleri böyle vasıflandırmak imkânsızdır 335.

Askerî smıf mensuplarının eşkiyalık yapması enderdir,


ancak bu işe giriştikleri takdirde - yukarıda belirttiğimiz şart­
ların varlığı halinde- siyaseten katledilirler 336. Böylece as­
kerî sınıfın bir siyaseten kati sebebini daha görmüş olduk. Bi­
ze, kalırsa bu sebep askerî sınıfın zulmü içinde anlaşılmalıdır.
Sistem bakımından da yeri orasıdır.

Konumuz için bilhassa önemli olan reayanın eşkiyalıği-


dır. Zira, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu genel siyaseten

(334) «Aydosutt İlm e köyünden ve gureba züm resinden E yü b Oğlu (okunamadı) 'un
m ahkem eyi basup bir adamı şiddetle darbetm esi ve daima şekavet v e fesad üze­
rinde olması hasebiyle Ahyolu kadısının m ektubu üzerine hakkında siyaset icra­
sına dair» buyrultu. BAMÜD N. 2, s 58, 8. Cemaziyelâhır 963 (19 Nisan 1555).
«V ezir Y u s u f P a ş a ’nın uhdesinde olan Muratoğlu mukataasma Subaşı İ b ­
rahim nam şakînin müdahalenin m en ’i hakkında ferm an tebliğ edilm iş ise de
itaat etm ediğinden cezasının tertibi hakkında em ri şerif isdarı lüzumuna dair..»
ilâm. BACVT A. N. 3755, 1205 (1790) İlginç bir ferman için bk, not 183 (BAFKT
N. 2211). ■
(335) İdarecilerin yaptıkları zulmü, işin hukukî yönü ihmal edildiğinden eşkıya­
lık sayan görüş için bk; Ü L U Ç A Y , X V I I I ve X I X . yüzyıllarda Saruhanda
Eşkiyalık, s XV.
(336) Bk; not 333.
kati sebebi, yani zulüm, reaya için ancak eşkiyalık suretile ba­
his konusu olabilir. İşte reaya bilhassa bu önemli sebepten
dolayı da idama mahkûm edilmiştir. Bu konuda daha fazla
incelemeye girişmiyor ve eşkiyalığm reayanın siyaseten katli
için önemli bir sebep olduğunu belirtmekle yetiniyoruz.
Bazı hallerde reayaya işlediği h ı r s ı z l ı k suçundan do­
layı «siyaseten kati» cezası verilmiştir 337. Halbuki hırsızlığın '
Kuranda cezası tesbit edilmiştir 338. Bu yüzden karşılığı hadd
ile cezalandırılmış olan bu suç dolayısı ile siyaseten kati emri
vermek îslâm hukukuna aykırıdır 339. Şu halde Osmanlı Dev­
letinde örfî hukukun ceza hukuku alanında çok üstün bir yer
tuttuğu hakkında söylediklerimiz bir kere daha ispat edilmiş
oluyor. Böylece örfî hukuk msl, bir yandan zinayı para ceza­
sı ile cezalandırırken 340, bazı hırsızlık suçlarını idama müs­
tahak görmektedir.
Ender olmakla beraber, bazen reaya'ya f u h u ş sebebi
ile de siyaseten kati Cezası verilmektedir341. Fuhşun îslâm
ceza hukuku bakımından mahiyetinin tesbiti son derece önem­
lidir. Bize göre fuhuş «gayri tabiî cinsel temas» sayılamıya-
cağı için siyaseten kati yolu ile ölümle cezalandırılamaz342.
Bu takdirde fuhuş olayını doğrudan doğruya «zina» saymak
mümkün görülürse de pek çok hallerde zinanın şartlarını da
bulmak kabil değildir. O halde, bu kurumun hukukî mahiye­
ti araştıniıncaya kadar, bulduğumuz belgedeki ölüm ceza­
sının tamamen örfî hukuka dayanılarak infaz edilen bir si­
yaseten kati cezası olduğuna karar vermek gerekiyor.
Reayaya siyaseten kati cezası uygulamak için daha pek
çok sebeplerin bulunabilmesi kabilse de, incelememizin bün-

(337) «Ve esir ağrılayanı ve esir ayardanı ve dükkân açanı ve birkaç kez hırsızlığı za­
hir olmuş kimesneyi asalar» Kanun Sultan Süleyman Kanunnâmesi, madde 37 «ve
eğer örf ile bir kimesnenin hırsızlığı zahir olur ise kadı olan ehl-i örfe hüccet
verip ehl-i örf ol hüccet mucebince asılmağa müstahak olanı asa..» madde 46.
(ÜÇOK, O s Ceza. Hukuku I V, 58 ve 59) dan naklen.. Ayrıca bk; BA­
MÜD N. 2 sayfa 44.
(338) «..h ırsızlık edenlerin . . kesin ellerini...» V , 38 ( G Ö L P I N A R L I , 129).
(339) Bk, Ü Ç O K , Os. Ceza Hukuku IV , 62. '
(340) Msl, bk. Fatih Sultan Mehmed Kanunnâmesi, madde 1-12 ( Ü Ç O K , Os. Ceza
Hukuku IV , 52) den naklen.
(341) Bulduğumuz küçük bir kâğıt belge üzerinde, başka kısa iki hükümle birlikte
şunlar da yazılmıştır «B eylerbeyi hanından ahz olunan üç nefer fahişelerin ikisi
teşhiz olunub (kızgın demirle dağlanıp) biri çuvala konub salb oluna deyu bu­
yuruldu» BAFKT N. 3834, 2 Muharrem 1011 (22 Haziran 1602).
(342) Bk; ikinci Bölüm III/l-B ve o bahiste not 96.
yesi bu araştırmayı mümkün kılmadığından bunların sadece
en önemlilerini göstermeğe çalıştık ve bu konuda da bir fi­
kir verdiğimiz kanısındayız.

B — Kati Emri Vermeğe Yetkili Olanlar.

Herşeyden önce padişahın reaya için de kati emri veril­


mesi konusunda baş yetkili olduğunu belirtmeliyiz. Vezir-i
âzam da bu konuda hemen hemen onun kadar büyük bir yet­
kiye sahiptir.

Diğer yüksek askerîler, reaya hakkında, askerî smıf üze­


rinde sahip oldukları yetkiden daha fazlasını uygulamada ela
geçirmişlerdir. Bu önemli meseleye aşağıda (III/4 ) değinece­
ğiz. Ancak nazarî olarak, kendisine yetki verilmeyen idare­
ci, reayayı katle mezun değildir. Bazen bu kimselere çok ge­
niş peşin - yetkiler verilebilir 343. Fakat genel olarak idareci­
ler eşkiyalıği bastırabilmek için bile özel bir yetkiye sahip
olmak zorundadırlar 344.

2) K o n u m u z Bakımından Zimmî Reaya­


nın D u r u m u :

Reaya hakkında siyaseten kati bakımından söyledikleri­


mizin hepsi ve aşağıda bahsedeceğimiz usul meseleleri z i m -
m î '1er için de doğrudur.

Bu bakımdan reaya arasında hiçbir fark gözetilmez. Zim-


mîler zimmet bağıtları bozuluncaya kadar, müslüman reaya
için uygulanan siyaseten kati sebeplerinden başka hallerden
dolayı ölümle cezalandırılmazlar, idarenin zimmet bağıtı-
nı önemsiz bazı hareketlerle bozulmuş saymasına hukukçu­
lar izin vermemişler ve «ehli zimmetlerin oturdukları yerin
d a r ü l - h a r p » sayılmasına kadar bağıta bozulmuş gözüy­

(343) Msl; A b a z a isyanından sonra Köprülü Mehmed P a ş a peşin fetvalar


temin ederek bu isyanda rol oynamış herkesin - askerîler de dahil - katlini emretmiş
ve bu işe geniş yetkilerle İ s m a i l P a ş a memur edilmiştir. Bu zat Üsküdar’dan
Arabistana kadar her yerde yetkisine dayanarak büyük katliam yapmıştır.
UZUNÇARŞILI, OT I I I / l , 399 vd; H A M M E R , GOR I II , 505, vd; D A ­
N İ Ş M E N D I II , 426.
(344) Anadojlu Mirimiran Kaymakamının arzı ; «Salgın hâlinde Kütahya civarını kasıp
kavuran, göz oyu p insan katleden, mal yağmalayan e.şkiyanm kanları hedredilm esi
için em ir yazılm ası...» BAFKT N. 3168. 1010 (1601). Ayrıca bk; BELGE N. 17 (TSA
N. E/4880). '
le bakmamışlar ve böylece zimmilerin eşkiyalığı ile müslü­
manların eşkiyalığı arasında bile bir fark görmiyerek bu ko­
nuda yalnız suçlu zimmileri suçlarının derecesine göre ceza­
landırmışlardır 345. Diğer sebepler bakımından da durum
böyledir.

Ancak zimmîler devlete «hiyanet» ve «isyan» veya «düş­


mana yardım» ederlerse suç ortakları ile birlikte katledilir­
ler 346. Fakat bize göre bu siyaseten kati değil, zimmet bağı-
tmm bozulması dolayısı ile isyan hukukuna dayanılarak in­
faz edilen bir idam cezasıdır.

3) R e a y a n ı n Siyaseten Katlinde Usulve


İ nf az: ...................................................................................................................................... ............... - ............................................................. - ...................... - ..........................

A — Usul.

Osmanlı Devletinde, reayaya adaletle muamele edilmesi­


nin padişahın en önemli ödevlerinden sayıldığını belirtmiştik
(1/3). Bu yüzden reayanın hakkına saygı duyan idarelerin hâ­
kim olduğu zamanlarda, halktan birisini mahkûm edebilmek-
için o kişi hakkında şer’i bir belge bulunması gereğine de
işaret etmiştik 34 7. Bu prensibin uygulandığı zamanlarda ta­
biî ki yargılama yapılmadan reaya hakkında re'sen siyaseten
kati hükmü verilmesi düşünülemezdi. Nitekim reayaya say­
gı gösteren padişahlar anarşik devirlerde bile bu yargılama
prensibine dikkat etmişlerdir. Uygulamada reaya için öngörü­
len en önemli siyaseten kati sebebi eşkiyalıktı. Buna rağmen
eşkiyalık suçunu işleyenlerin bile yargılamasını yapmak ge­
rekti. Her çeşit suçtan ve eşkiyalıktan sanık olanlar, mahallî
mahkemeye çağrılırlardı 348. Mesele önemli ise bu çağrı, fer­

(345) Bu konuda E b u s s u u d E f e n d i ’nin çok güzel bir fetvası için bk, BELGE
N. 18. (TSA N. E/12078). Ebussuud Efendi başka bir yazısında «Cizye­
den imtina, bir İslâmî öldürme. Peygambere küfür, müslüman kadın ile zina
yapma» suçlarını işleyen zimmîlerin bağıtlarının asla bozulmıyacağını teyit et­
mektedir. Bk, BELGE N. 19 (TSA ay. N .).
(346) Bu hususta bir fetva için bk, BELGE N. 20 (TSA N. E/12079). «Hıyanetleri sabit
olan K ıbrıs başpiskoposu Ki ry a ko s ile Yani Tuzla, ve K renpe M etropolit­
lerinin sulb-u siyaset edilmeleri» hakkında ferman BACVT A. N. 1342, 1236 (1820).
(347) Bk; not 54.
(348) U L U Ç A Y , 67. Bu eserde yalnız eşkiyalarm yargılama usulünden bahsedilmiş­
se de, kanaatımıza göre diğer suçluların yargılama usulü iîe bu usul arasında
hiçbir fark yoktur. Halkı izrar ettiği için mahkemeye gelmiyene birkaç defa
çağrıda bulunulması da vaki idi, bk; BACVT A. N. 870. 3 Muharrem 1121 (15
Mart 1709).
man veya mübaşir vasıtasıyla beylerbeylik merkezi yahut
İstanbul için vaki olurdu 349. Suçlu çağrıyı kabul ederse, mah­
kemede yargılanır. Eğer suçu siyaseten katli gerektiriyorsa
durum kadılık tarafından İstanbul’a bildirilir ve veliyülemr
den siyaset buyrultusu gelince hüküm infaz edilirdi 350. Eğer
suç, kadıya yetki veren bir kanunnâmedeki tavsife uyarsa, o
da siyaseten hükmünü verebilirdi351. Askerî sınıflar huzurum­
da yapılan yargılamada da bu iki durum bahis konusu ola­
bilir, ancak askerîler, kanunnâme hükümlerine göre değil,
kendilerine verilen ferman gereğince yetkilerini kullanırlar.
Eğer sanıklar yargılanma çağırışına aldırış etmezlerse
durum hükümete bildirilir ve İstanbul’dan gönderilen ve ek­
seriya bir fetvaya da}'andırılan fermanla suçlunun katli için
emir gönderilir ve bu emri icra etme ödevi de, duruma göre
bir yetkili memura havale edilirdi 352. .

B — İnfaz.

Eğer kati hükmü Divan-ı Hümâyûn tarafından verilmiş


ise, bunu infaza m u h z ı r a ğ a , s u b a ş ı ve bazen de a s e s ­
b a ş ı memur edilirdi.303. Divanı hümâyûn dışında verilen
idam cezalarını da subaşı infaz ederdi 354. Mahallî kadılıklar-
ca verilen siyaseten kati hükümleri de gene o mahallin suba-
sısı
> tarafından infaz edilirdi.
Bu memurların gözcülüğü ve sorumluluğu altında, idam
cellâtlarca infaz edilirdi. Reaya için «kan dökme yasağı» ba­
his konusu olmadığı için boğma yoluna gidilmemiş ve asıl­
mak ile kafa kesme usulleri tercih edilmiştir.
Kural bu olmakla beraber bazen başka infaz şekilleri de
kullanılmıştır. Msl, Amasya, Canik ve Tokat taraflarında eş-

(349) U L U Ç A Y , 67.
(350) Bu husustaki belgelere İkinci Bölüm not 105 de işaret edilmişti. Şu belge de
dikkate değer; «Trabzon ulemasından Hacı A l i ' n i n karısını kaçırıp on gün
yanında alıkoyarak fiili şeniğ icra eden eşkıyadan sürm eneli B e k t a ş o ğ l u
A h m e d ’in şerle murafaası gorülüb beyan olunan ahval sabit olursa verilecek
fetva m ucibince cezasının hüküm.
tertip olunmasına dair» BACVT A. N. 4796,
Rebiulevvel 1140 (Ekim- Kasım 1727). Bu hükümden anlaşıldığına göre, bazen
yapılan şikâyet ve ihbarlar sonucunda mahallî kadılıklara İstanbul'dun yargıla­
ma emri yollanabilir.
(351) örnekler ve zengin belgeler için bk, U L U Ç A Y , 68 vd.
(352) Ay. eser, 67 vd.
(353) UZUNÇARŞILI , M erk ez Teşkilâtı, 21.
(354) Bk, ay. eser, 141 not3.
kiyalık eden K ı z ı l k o c a o ğ u l l a r ı ’nı tenkile II. M u r a d
tarafından tam yetkili olarak memur edilen Y ö r g ü ç P a ş a
dörtyüz kadar eşkiyayı bir mağaraya hapsetmek ve içine du­
man salıp boğdurmak usulü ile idam etmiş ve cesetlerini de
bozkıra attırmıştır (1426/830) 355. Yol kesmenin cezası «asıl­
mak» ve siyaseten katlin de infazı bu veya kafa kesmek oldu­
ğu için, Y ö r g ü ç P a ş a ’nm hareketini yanlış olarak vasıf- •
landırmak gerektir. Böyle aykırı infaz şekillerine daha rast­
lamak mümkündür. Msl, fahişelerin bazen çuvala konulup
(denize ?) atılmak suretile ile idam edildiği görülür 356. An­
cak asılmak veya kafa kesmek suretile ile olan infazlar ya­
nında bunların, istisnaî bulunduğunu kabul etmek yerinde
olur............... ..........-...-.-... -.......... -... - ........ — . .. -.... ..................- ...

Eşkiyalara «isyancı» işleminin yapılması halinde kafaları­


nın kesilmesinin caiz olmadığını belirtmiştik. Ancak eşkiya­
lara siyaseten kati cezası uygulanırsa o zaman kafalarının
teşhiri caiz olur. Nitekim, Osmanlı Devletinin hemen her ye­
rinde idam edilen eşkiyalarm başlarının İstanbul’a yollanarak
( I I /l. E/c)'de belirttiğimiz usullere göre teşhir edimesi âdet
olmuştu 357.

Siyaseten katledilen diğer reayanın başları da, eğer suç­


ları devletçe çok önemli görülmüşse İstanbul’a getirtilir ve
teşhir edilirdi. Bunun dışında «kafa irsalini» görmek ender­
dir. Ancak diğer idam mahkûmlarının kesik başlarının hük­
mün infaz edildiği yerlerde teşhire konulduğunu kabul etmek
gerektir kanısındayız.

(355) H A M M E R , GOR / , 329 vd. A Ş I K P A Ş A Z A D E , 168 vd. Bu yazar idam


edilenlerin hepsinin suçlu olmadığın» da zikrediyor.
(356) Bk, not 341.
(357) «îtranos kazasında zuhur eden eşkıyadan isimleri yazılı olan şakilerin .. kati ve
başları Anadolu Divanına irsal olunduğuna dair» .ilâm BACVT A. N. 4619, 1187
(1773). Bu belgeden anlaşıldığına göre Beylerbeylik merkezinde kesik başlar
toplanmakta ve oradan İstanbul'a yollanılmaktadır. Kesik başların yollanılması-
nın merkezce istendiğine dair: «Bilecik kazasına tâbi Gölmiye karyesi ahalisin­
den ve eşkiyadan Sarıcıoğlu Mustafa ve kardeşleri ile avenesinin ke­
sik başlarının İstanbul'a gönderilmesi hakkında mahalli kadıya..» buyrultu.
BACVT A. N. 871, 23 Zilhicce 1206 (12 Ağustos 1792), Bu konuda bk, BELGE N.
16. Gene ayni konuda «Şehirköylü şakı K a r a A p t i 'nin M a l i k P a ş a ma­
rifetiyle cezası tertib ve kesilen başı İstanbul’a gönderilmiş olduğundan... emval
ve eşyasının mirî hesabına zapt ve tahrir olunm ası..» na dair buyrultu (?), BACVT
A. N. 1012, 1206 (1792). Tamamen ayni konuda bk; BACVT A. N. 2808, Zilhicce 1210
(Haziran - Temmuz 1796). Bu konuda gene bk; U L U Ç A Y , 195, 242’deki belgeler.
Reayadan İstanbul’da siyaseten katledilenlerin, ayni za­
manda cesetleri de teşhir edilirdi. Cellâdın cesede verdiği du­
rumdan onun îslâm veya zimmî olup olmadığı anlaşılır. İs-
lâmlar sırtüstü yatırılırlar ve başları kollarının altına konur;
zimmîler ise yüzükoyun yatırılıp başları kıçlarına konur33*.

Cesedin hukukî durumunun, askeriler hakkında söyledik­


lerimizle ayni olduğu kanısındayız.

4) Y e t k i l e r i n i K a y 1 1 s ı z - Ş a r t s ı z T a m k u l ­
l anan P a d i ş a h ve V e z i r - i  z a m l a r İ l e
Y e t k i l e r i F i i l e n S ı n ı r s ı z İ d a r e c i l e r Za­
manında Reayanın Durumu:

İcraî askerî smıf üyelerinin padişahın kulu sayıldığını ve


bu yüzden en yumuşak hükümdarların bile bu memurları is­
tedikleri zaman katledebildiklerini belirtmiştik. Halbuki ge­
ne biraz önce gördük ki padişahlardan bir çoğu reayanın hak­
kına saygı göstermişler ve halktan birisini idama mahkûm
edebilmek için ekseriya onun yargılanmasını istemişlerdir.
Ayni husus vezir-i âzamlar hakkında da söylenebilir. Ancak,
aşırı sert bazı hükümdar ve vezir-i âzamlar zamanında, rea­
yanın da «kul» 1ar gibi hiçbir teminata sahip olmadığı görül­
müştür. I. S e 1 i m, IV. M u r a d gibi son derece kuvvetli ve
şahsiyet sahibi hükümdarlar otoritelerine en küçük bir kayıt
tanımazlar ve her emirlerinin derhal yerine getirilmesini ister­
lerdi. Msl, I. S e l i m birgün bir yolsuzluk sebebi ile yüzeili
hazine memurunu idama mahkûm etmişti. Durumu haber
alan A l i C e m a l î Efendi padişahı, fikrinden ancak
«bu haksız emrinden dolayı ahrette sorumlu olacağına» ikna
etmek suretiyle vazgeçirtmiş ve ulemanın başı olarak, «sal­
tanat işlerinde padişahların tam bağımsız olduğunu, ancak,
keyfî emirlerinden dolayı da onların yalnız ahrette sorumlu
olacaklarım» belirtmiştir 359. Bu büyük din adamının gene
dörtyüz tüccarı haksız yere idam edilmekten kurtarması dd
meşhurdur 360. Büyük hükümdarların karşısındaki büyük
din adamları reayayı bazen böyle savunmuşlarsa da, gene bü­

(358) D ' O H S S O N V I, 256.


(359) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I, 662.
(360) U Z U N Ç A R Ş I L I , ay eser, 633; H A M M E R , GOR I, 803.
yük hükümdar IV. M u r a d'a, şer'an caiz olmıyan yollarla
adam öldürme yetkisi veren K a d ı z â d e gibi dar görüşlüler
çıkmıştır 361. IV. M u r a d gerçi, tütünü yasak etmekle pek çok
haydudu temizlemişse de arada pek çok da suçsuzun kanının
döküldüğünü bütün tarihçilerimiz oybirliği ile belirtirler.

Bazı vezir-i âzamlarm da reayanın hakkına riayet etme­


dikleri görülmüştür. Meşhur T a r h o n c u A h m e d P a ­
şa nm, «halk kılıçtan korkar, gayrı şeyden korkmaz» 362 sö­
zü böyle vezir-i âzamlarm zihniyetini en açık bir şekilde be­
lirtmektedir. Gerçekten, K u y u c u M u r a d P a ş a , K ö p ­
rülü M e h m e d P a ş a gibi kuvvetli ve işgüzar, fakat zâ­
lim bazı vezir-i âzamlarm..reaya.hakkında,..şeriata uygun ha­
reket etmediklerini belirtmek ve bu arada reayayı ezen ve­
zir-i âzamlarm da daha çok devşirme zümresinden olduğunu
kaydetmek gerektir.

Sebepsiz yere'adam öldürmeleri «siyaseten kati» saymak


imkânı olmadığı bellidir. Ancak şartlarına riayet edilmekle
bu kurum işlemiş olur. Siyaseten kati hallerini sonsuzlaştıran
«hikmet-i hükümet» gibi sebeplerin en küçük suçlara kadar
indirileceğini kabul etmek te yerinde değildir.

Yüksek idarecilerin, özel yetkiyi haiz olmadıkça kati


emri veremiyeceklerini söylemiştik. Buna rağmen, devletin
otoritesinin kaybolduğu zamanlarda ve hele XVIII. Yüzyılın
sonundan itibaren pek çok valiler, sorgusuz, yargılamasız
kati emri verebilmişlerdir. Bilhassa anarşik devrelerde ida­
reciler bu fiilî fakat gayri meşru yetkilerini insafsızca kullan­
mışlardır 363. Pek tabiî bu katilleri hukukî saymak imkânı
olmadığı gibi, reayaya zulmeden böyle idarecilerin de siyase­
ten katli vaciptir.
Gerek merkezin gerekse idarecilerin yetkilerini kötüye
kullanmaları reaya üzerinde çok menfi etkiler yapmıştır. Halk

(361) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 364-365.
(362) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / l , 268.
(363) Doğu Bayezid'm. meşhur mutasarrıfı İ s h a k P a ş a için yapılması muhtemel
bir şikâyet veya soruşturma sonucu Topkapı Sarayı’ndo. kalmış bir belge ibret
vericidir. Bunun için bk; BELGE N. 21 (TSA N. D/10410). Bu belgedeki isnat­
ların hepsinin uydurma olduğu kabul edilse bile bir mutasarrıf hakkında böyle
bir iddianın, yapılabilmesi dahi son derece düşündürücüdür. Kaldı ki belgedeki
iddiaları yalan kabul etmek de sebepsizdir. TSA’de bununla ilgili başka bir bel­
ge bulamadık, ancak bulunma ihtimali vardır.
bazen en küçük hareketlerden kuşkulanarak can kaygusu ile
bütün «ferman getirenlere» direnmiş, o fermanların kati fer­
manı olmadığına bile ikna edilememiştir. Bu haklı direnen­
leri de sâi bifesad sayacak kadar zulme devam eden idare­
nin karşısına bazen cesur hukukçular çıkarak reayayı koruya­
bilmişlerdir 364.

IV — SİYASETEN KATİLDE AF

1) G e n e l Olarak:

Osmanlı Devletinde hükümdarın af yetkisi vardı. O bu


hakkını istediği gibi kullanır ve kimse buna müdahale ede­
mez.
Türk-Moğol geleneğinde hükümdarın af yetkisi mutlaktı.
Bütün cezalar hükümdarca affedilebilirdi. Mahkemelerde ke­
sin olarak çözümlenen dâvalarda bile han’m af hakkı saklı
tutulurdu. Cülûs, hastalıktan iyileşme gibi hallerde genel af­
lar ilân edilirdi. Bunun dışında da hükümdarın kapıları de­
vamlı bir melce teşkil ederdi365.
İslâm Devletinde ise Abbasiler devrinde bile halifenin af
yetkisi sınırlı idi. Bu sınırlama hadd* cezaları için bahis ko­
nusu olmuştur 366. Ancak İslâm Devletinin mutlak karakteri
şiddetlendikçe, hükümdarın af yetkisinin de smırsızlaştığı
şüphesizdir.
Türk - İslâm devletlerinde ise Orta Asya’dan gelen etkiler
ile, hadd cezaları konusundaki sınırlamanın da bahis konusu
olmadığını ileri sürmek mümkündür. Buna rağmen Osman­
lı Devleti, için uygulamanın tesbiti ve bu yetkinin hadd ceza­
ları bakımından ne şekilde kullanıldığının araştırılması ya­
pılmadan, kesin bir söz söylemek imkânı yoktur. Biz, padi­
şahın af yetkisini siyaseten kati bakımından inceledik ve gör­
dük ki, siyaseten katle mahkûm edilenleri dilediği şekilde af

(364) Nerede ve ne zaman geçtiğini tahmin edemediğimiz bu olay için vAilen, «Ab­
d u l l a h » adlı bir hukukçunun fetvasında «sâi bilfesad» kavramı çok güzel tah­
lil edilmiş ve idarenin yapmak istediği haksızlık gayet ustalıklı belirtilmiştir. Bk,
BELGE N. 22 (TSA N. E/12079).
(365) S P U L E R , 416 ve 418.
(366) A l - M a n s u r kendisine gelen af istekleri içinde hadd cezası varsa «Bu bir
hadd cezasıdır, onun gerçekleşmesine engel olamam» derdi. G R Â F , 100.
etmekte padişah tam yetkilidir. Şimdi bu konuyu biraz daha
yakından inceliyelim.

2) S i y a s e t e rı K a t il d e Af :

A — Genel A f :
«Kamu dâvasını, hükmolunmuş ise cezaları ve mahkû­
miyetin bütün cezaî neticelerini kaldıran af, genel aftır» 367.
Modern ceza hukuku doktrininde bu şekilde tarif edilen ge­
nel affa, Osmanlı devletinde de rastlamak mümkündü. Ni­
tekim, padişahın bu konuda vereceği emir, gerek mahkeme,
gerek yetkili idareci, gerekse bizzat kendisi tarafından veril­
miş siyaseten kati hükmünü, suçluluğun..bütün..sonuçlarıyla
birlikte kesin olarak ortadan kaldırabilir. Osmanlı ceza hu­
kukunda, «genel af» kavramı, diğer af çeşitleri ile birlikle
yalnız «af» kelimesi ile ifade edildiğinden, konumuzu açık-
lıyabilmek için bugünkü deyimi aynen kullanmak zorunda
kaldık.
Genel af bilhassa cülûslarda ilân edilir. Bu yolla siya­
seten katle mahkûm edilmiş kimselerin kurtulduğu görül­
müştür. Msl, II. M u s t a f a devrinde katline irade çıkan
H a ş a n P a ş a , katline memur olanı da öldürüp kaçtığı hal­
de III. A h m e d ’in cülûsunda affedilerek Rumeli valisi ol­
muştur (1703/1115) 36S. Padişah bu yetkisini yalnız cülûsda
değil istediği zaman da kullanabilirdi. Msl, III. S e l i m ’in
ileride vezir-i âzami olan Ş e r i f H a ş a n P a ş a vaktiyle
Rusçuk'ta, âyanlık iddiası ile karışıklıklar çıkarttığından ida­
ma mahkûm olmuşsa da, sabık Kırım Hanı III. S e l i m
G i r a y ’m şefaati ile affedilmiştir 36V Siyaseten katle mah­
kûm olanın «İslahı hal» etmesi gerekçesiyle genel af ferma­
nının yollamlması mümkün idi370.

Geneli affın - günümüzde de olduğu gibi - belli bir ölçü­


sü yoktur. Herhangi bir şekilde padişah üzerinde etkili olan

i,367) Türk Ceza Kanunu, Madde 97. Bu konu için bk; E R E M I, 6. Bası, Ankara
1962 s 661, vd.
(368) Bk; not 92.
(369) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I V/ 1, 450.
(370) Bileciğe tabi Vezirhanı sakinlerinden olup âyanlık iddiası ile fukarayı ahaliye
zulm ve tecavüzde bulunmasından dolayı idamına ferman sadır olan Kara H a-
c ıo ğlu M e h m e d ’in islâhı hal etm esine binaen affedildiğine» dair hüküm
BACVT A. N. 2044. Cemaziyelâhır 1212 (E kim -K asım 1797).
şahıslar istedikleri kimseleri affettirebilirlerdi. Genel affın
sonucu da kesin değildi. Affedilen şahsın vaktiyle işlediği
- ve affolunan - suçundan dolayı gene katledildiği görülmüş­
tür. Yukarıda verdiğimiz örnekteki F i r a r i H a s a n P a -
ş a , Vezir- âzam Ç o r l u l u A l i P a ş a tarafından bu şe­
kilde katlettirilmiştir371.

B — Özel Af :

«Hükmedilmiş cezayı kaldıran, azaltan veya başka bir


cezaya çeviren af, özel aftır» 37“. Bu çeşit affa da Osmanîı
Devletinde rastlamak kabildir. Bunun iki şekilde uygulan­
dığını görüyoruz.

a. Şartlı Özel Af.

Bu afda siyaseten kati cezası ortadan kalkmakta ve ye­


rine başka bir ceza ikame edilmemektedir. Ancak suçlu «edep
ve terbiyesi ile oturmak» ve «ne eskisi gibi ne de ona benzer
bir suç işlememek» zorundadır. Böyle bir hal vukuunda, af­
fedilen, eski suçundan dolayı katledilebilir 373. Burada, dikka­
ti gerektiren hal, katle yeni değil eski suçun sebep olmasıdır.
İşte bu çeşit afda «suç işlememek», şart teşkil etmektedir.

Şartlı affm genel af sayılamıyacağı kanısındayız. Çünkü


bu af ile «kamu davası» nm ortadan kalmadığı açıktır. Eğer
şart ortaya çıkarsa suçlu «eski suçundan» ötürü cezalandırı­
lacaktır. O halde bu tamamen bir özel aftır.

b. Cezanın hafifletilmesi.

Siyaseten kati, en çok bu şekilde affedilir. İdama mah­


kûm olan askerî sınıf mensupları, kendilerini koruyanların
şefaati ile bazen genel affa nail oldukları gibi, bunların ceza­
larının daha fazla « k a t l e b e d e l » olmak üzere « m ü s a ­
d e r e y e » çevrilmesi sureti ile affedildiği görülür. Msl;

(371) Bk; not 92.


(372) Türk Ceza Ka'nunu, Madde 98. Bk, E R E M / , 665 vd.
(373) Tipik bir «şartlı özel af» buyrultusu için bk; BELGE N. 23 (BACVT A. N. 277).
Şu da böyle bir af sayılabilir: « Em irler hilâfına hareketlerinden H a l i l , A l i
ve Mu st a fa haklarında ağır hükm ün m uvafık-ı nefsülem r olup olm adığım is­
tilâmdan sonra m erkum ların bundan böyle terbiye ve edepleri ile oturm ak üzere
cürümlerinin affolunduğu hakkında » hüküm. BACVT A. N. 1063, 1227 (1812).
Diyarbakır Beylerbeyi D a l t a b a n Mustafa Paşa
«zulüm» dolayısı ile yargılanıp idama mahkûm edilmişken,
Vezir-i Âzam E l m a s M e h m e d P a ş a 'nm şefaati ile ce­
zası «bütün mallarının müsaderesine» çevrilmiş ve Bosna ya
sürgün edilmiştir (1697/1109) 374. Müsadereden sonra sürgün
hemen hemen şarttır. ^

Bazı hallerde yalnız sürgün '*75 veya kürek 376 cezalarının


katle bedel tutulduğu görülmektedir. Son hal ekseriya yal­
nız reaya için bahis konusu olmaktadır. Özel affın da belir­
li bir ölçüsü yoktur. Ş e f a a t 377 bu konuda en önemli rolü
oynar.

Siyaseten katlin affı konusunda yaptığımız bu açıklama


hem askerî sınıf hem de reaya için muteberdir. Zira pren­
sip olarak, «Padişahın affına nail» olmakta her iki sınıf teb'a
arasında fark yoktur.

V — SİYASETEN KATLİN SONUÇLARI :

1) G e n e l O l a r a k :

İnfazın bitirilmesi ile siyaseten katlin en büyük bölümü


tamamlanmış olur, fakat kurumun işlemesi sona ermez. Mi­
rasçılar ve mirasla ilgili önemli meseleler ancak infazdan son­
ra ortaya çıkar. Bu meseleler, incelediğimiz konunun ne ka­
dar geniş ve çok-cepheli olduğunu göstermesi bakımından
da son derece dikkate değer.

Herşeyden önce, siyaseten katledilenin mirasına karşı


devletin takındığı durum incelenmek gerektir. İslâm miras
hukukunun hükümlerim tamamen bir yana bırakan devletin

(374) ZÜ BD ET-Ü L-VEKAYİ, Varak 333 b : U Z U N Ç A R Ş I L I , M erkez Teşkilâtı,


205-206 ve OT I V/ 2, 259 vd'mdan naklen.
(375) «Kadıham ahalisinden olup uygunsuz hareketlerinden dolayı B a l i o ğ l u M u s ­
t a f a ve A z i z o ğ l u İ b r a h i m ve İ n c e Karaoğlu İsmail, D an-
y a lo ğ l u Abdürrahman ve S a l e K u l a k o ğ l u Mustafa ve S e ­
l i m o ğ l u ve Fransız Halil nam kimselerin katle bedel K ıbrıs'a nefye-
dildikleri» ne dair hüküm. BACVT A. N. 772 Rebiulâhır 1214 (2 Eylül 1799).
(376) «Şamda ve Trablusşamda idama mahkûm olanların idam edilmeyip Trablusşam
Valisi M e h m e d P a ş a 'nın gemisine küreğe verilmesi hakkında müşarinleyhin
yazdığı» buyrultu. BAFKT N. 4591, 1012 (1603).
(377) Bk; BELGE N. 23.
bu husustaki faaliyetinin incelenmesi başlı başıria bir büyük
araştırma konusu olacak derecede önemli ve derindir. Bu
meseleye dair yeterli malzemeyi toplamış olmakla beraber,
araştırmamızın gerektirdiğinden fazla teferruata inmeyece­
ğiz.

Bu meseleyi çözümledikten sonra da, katledilen kimsele­


rin akrabalarının infaz edilen hükme itiraz haklarım incele­
mek gerekecektir.

2) S i y a s e t e n Katilde Müsadere:

A — M ahiyeti:

Siyaseten katilden sonra devletin mirasa elkoyması


« m ü s a d e r e » dir. Konumuz bakımından bu kavramı böy­
lece belirttikten sonra, ilk önce kısaca mahiyetinin bütün cep­
helerine göz atmak gerekecektir.

Müsadere (musâdere, musâdara), Abbasiler devrinde or­


taya çıkmış bir kurumdur, kelime de o zaman bulunmuş bir
teknik terimdir. Buna birinci bölümde kısaca temas etmiş­
tik 378. ’
Bir zamanlar toprak hukuku ile de ilgili anlamı olan mü­
sadere 379, asıl, «halifeler tarafından başkalarının malını ele
geçirmek için başvurulan bir baskı usulü» 380 kavramını da
ifade etmiş ve zamanla daha da genişleyen muhtevası ile «dev­
letçe herhangi birisinin malına el konulması» anlamına ge­
lerek başlı
9 basma
9 bir
. hukuk kurumu olmuştur.
9

Müsadere, hemen tamamiyle Abbasiler devrinde ortaya


çıktığından 3S1, İslâm hukukuna aykırı olup olmadığının tar­
tışmasına girmeği gereksiz buluyoruz. Uzun bir araştırma so­
nunda değişebilirse de biz, bu konudaki kanaatimizi belirt­
mek istiyoruz : Abbasiler devrinde ortaya çıktığına göre bu

(378) Bk; Birinci Bölüm, not 71.


(379) L E V Y , R., Müsâdere, İA V III, 669.
(380) Ay. yer.
(381) bk, not 378. Birinci Bölümde « Ö m e r ' i n sünnetinden» bahsedilerek bir ölen me­
murun servetinin yarısının Emeviler devrinde zaptedildiğini belirtmiştik, bk; o
Bölüm, not 33. Bu olayı müsadere olarak vasıflandırmak pek çok bakımlardan
imkânsızdır. Bunun üzerinde durmak konumuz bakımından mümkün değildir.
Ancak, şunu söyliyelim ki, Emeviler devrinde tam - siyaseten kati olmadığı gibi,
bunun sonucu müsadere de yoktu.
kuruma İslâm hukukunda kaynak bulmak imkânı yoktur. Hu­
kukçular tarafından nasıl fıkha uydurulduğunu araştırmak
ise konumuzun dışındadır.
Müsadere, bir ceza olarak bütün tarih boyunca kullanıl­
mıştır382. Bu bakımdan «bir ceza» şeklinde Abbasiler dev­
rinde ortaya çıktığım iddia etmek imkânsızdır. Ancak bâ
kurum, haksız bir şekilde, sırf hâzineyi doldurmak amacı ile
kullanılan bir usul olarak Abbasiler devrinde geniş ölçüde uygu­
lanmıştır. Bu devrede birisinin malının müsaderesi bir şerefsiz­
lik sayılmıyordu 383, zira pek çok hallerde bir ceza olarak va-
sıflandırılamazdı. Bununla beraber müsaderenin bir salt ce­
za olarak kullanıldığı da tabiî vaki idi. Ancak müsadereye
İslâm ceza hukuku nazariyesinde bir «ceza» olarak rastlamı­
yoruz. Bunun fıkha uydurulup uydurulmadığım araştırmaya­
cağımızı söylemiştik. Kısaca şunu belirtelim ki, İslâm ce­
za hukuku tarafından tamnmıyan bir kurumun ancak saf
örfî hukuk ile açıklanabileceği kanaatmdayız.

Müsadereye Moğol geleneğinde de sık sık rastlamak ka­


bildir 384. Bununla beraber kummun asıl, bir Abbasî malı ol­
duğunu söylemek gerektir. Moğolların müsadereyi yalnız ce­
za olarak kullanmış bulunmaları ihtimali daha kuvvetlidir.

Müsadere, Osmanlı Devletine de geçmiştir. Ancak, bazı


istisnaî haller dışında, ilk devirlerde bu usulün yalnız bir
ceza olarak kullanıldığını belirtmek gerektir. Bu zamanlarda
müsadere, yalnız, devlet malını zimmetine geçirenlerle isyan­
cılar hakkında uygulanan bir cezadan ibaretti 385. Bu zaman­
larda ancak M u s a Ç e l e b i 'nin tam anlamıyla keyfî mü­
saderede bulunduğunu söylemek mümkündür 386.

Kul sisteminin tam anlamı ile yerleşmesine kadar mü­


saderenin ceza olarak dahi Osmanlı Devletinde büyük bir uy­
gulama gördüğü söylenemez. Ş e y h Bedreddin gibi
önemli bir isyancının bile «malının haram» sayılması 387, ve
F a t i h 'in, kul sistemini yerleştirmek için katlettiği Ç a n -

(382) B A Y S U N , M. C a v i d : Musâdare, ÎA VIII, 669.


(383) L E V Y , 669.
(3S4) Bk; Birinci Bölüm, not 124.
(385) BAYSUN, Müsadere, 669; bk, D ’ O H S S O N VII, 147.
(386) Bk N E Ş R Î II, 481; B A Y S U N , Müsadere, 670.
(387) Bk; not 301.
darlı H alil P aş a 'nm müsadere ettiği servetini sonra­
dan geri vermesi388 bu fikrimizi destekliyebilir. Fakat,
Çandarlı Halil Paşa olayı, siyaseten katlin sonu­
cunda müsadere yapılması geleneğini de kurmuştur. Nitekim
bundan sonra kul sistemi yerleşmiş ve padişahın, hayatı üze­
rinde tasarruf hakkı olan kulunun malı üzerindeki yetkisi­
nin gayet tabiî olması sonucu doğmuştur. Bu konuya aşağı­
da devam edeceğiz.

Şu halde müsadere, Osmanlı Devletinde de uygulanmış


ve bu uygulanma ileride son derece genişlemiştir.

Müsadere, Osmanlı Devletinde başlıca iki yolla uygula­


nırdı :

a. Salt Ceza Olarak :

Hangi suçlara karşı müsadere cezasının verildiğini şim­


dilik kesin bir şekilde tesbit imkânsızdır. Genel olarak şöy­
le bir sıralama yapılabilir: Katle bedel müsadere cezasının
verilebileceğini yukarıda (IV) görmüştük. Bize kalırsa bu,
kati olarak verilen cezanın yerine geçen diğer bir salt ceza­
dır. Bazen siyaseten katli gerektiren hallerde de doğrudan
doğruya müsadere cezası uygulanabilirdi 389. Bazı hallerde
siyaseten katle bir adım olarak müsadere cezası verilirdi. Yâ­
ni siyaseten katledilmeleri muhtemel bulunan kimselerin ilk­
önce malları müsadere edilirdi 390. Kısas veya siyaseten kati
uygulanması mümkün olan bazı öldürme suçlarında da mü­
sadere cezası verilebilirdi391. Azledilen devlet memurları da
müsadere cezasına çarptırılırdı. Bu halleri daha da çoğalt­
mak kabildir.

(388) Bk; not 36.


(389) «Mora Valisi İsmai l P a ş a ’mn zulmüne m ebnî gizlice yakalanıp hapse
atılması ve malının m üsaderesi ve refi vezareti hakkında..» Sadaret Kaymakamı
Mustafa P a ş a ’dan orduda bulunan sadrazama. BAHH N. 4091. 25 Rebiul-
âhır 1206 (22 Aralık 1791). Ayrıca bk; B A Y S U N , M usâdere, 671.
(390) «Isfakya eşkiyalarına iltihak eden Z ah a ry a ile K a s t o ’nun emlâkinin zap­
tına dair » buyrultu. BACVT A. N. 5874, 1237 (1821). Bu belgeden anladığımıza göre,
bazen eşkiyalık suçunun cezası yalnız müsadere de olabilir. Ayrıca bk, BACVT
A. N. 6264 ay. tarih.
(391 ) « T a y r a n ( T o y r a n ?) zade Kaplan Paşa damadı Ş ehs uv ar -
z ad e İ b r a h i m B e y , baba kardeşi K a hr a ma n b e y ‘i katlettiğinden
İ b r a h i m B e y ’in emvalinin m üsaderesi..» hakkında telhis. BAHH N. 25284,
1232 (1816).
Ceza olarak müsadere yalnız veya başka cezalarla birleşik
olarak verilebilir.

b. Ölüm Hâlinde Müsadere :

Ceza olarak kullanılan müsadere, yavaş yavaş genişliye-


rek icraî askerî sınıf üyelerinin mirasına devletçe el konul­
masına kadar ilerlemiştir. Bilhassa XVI. Yüzyıldan itibaren
kul sisteminin iyice yerleşmesi sonucunda padişah, kamu hiz­
metlerinin tabiî mirasçısı sayılmağa başlamıştı. Kamu hiz­
metlilerinin hepsinin zamanla nasıl padişahın kölesi sayıldı­
ğım görmüştük (1/2 B- c) . îşte madem ki bunlar padişahın
«siyasi» köleleridir, mallan, efendilerinin malları sayılır 39-.
XVI. Yüzyılda bu şekle gelen fiilî anlayış 1729 yılında Şey­
hülislâm A b d u l l a h E f e n d i'nin (öl. 1742/1155) bir fet­
vası ile şer'an da teyid edilmiştir 393.

Padişahın, icraî asker smıf mensubunun terekesi üzerin­


deki bu hakkını «kölelik» statüsü ile açıklayınca, tıpkı siya­
seten kati bakımından yaptığımız gibi, îslâmda kölelik hu­
kukunun sahibine böyle bir hak tanıyıp tanımadığım araş­
tırmamız gerektir. îslâmda köle hak sahibi olma ehliyetini
haiz değildir. Şu hale göre mamelek sahibi olamaz. Bazı hal­
lerde sahibi ona böyle bir ehliyet bahşedebilir 394. Bu durum­
da eğer köle ölürse, işlettiği mamelekin tabiî mirasçısı efendi­
sidir. Padişahın kullarının ise çok başka statüde köleler ol­
duğunu belirtmiştik. Bunlar yalnız efendilerinin karşısında
«köle» statüsüne sahiptirler. O halde özel hayatta mal sahibi
olabilirler. Fakat bu «mal» lara, kendilerine efendilerinin
(padişahın) verdiği ödenek ile sahip olmuşlardır. O halde
ölümlerinde bu malların asıl sahibine geri gelmesi tabiîdir.
Müsadere mekanizmasının işleyişi bu nazarî görüşü destekli-
yecek şekilde gelişmiştir. Fikrimize hak verdiren bir başka
husus da, istisnaî bazı haller dışında reayanın ve ulemanın,

(392) D ' O H S S O N VII, 148.


(393) Ay. .yer. Basımevi’nin açılmasına fetva veren bu uyanık fikirli büyük din adamı­
nın oyie bir kanaatta bulunmasını biraz şüpheli karşılamak gerektir. D ’O h -
s s o n’un bu iddiasını teyit veya çürütmek için Abdullah E f e n d i ’nin
Behçet ül - Fetava adlı fetva kitabını incelemek gerekirdi. Ancak, bu eseri göz'
den geçiremedik. '
(394) A N S A Y , 69.
yâni padişahın kölesi olmıyanların mallarının müsadere dı­
şı tutulmasıdır 395.

Ölüm halinde müsadere iki şekilde cereyan eder : 1 0 - Ecel


ile ölüm vukuunda müsadere; 2 0 - Siyaseten kati sonucu mü­
sadere. Birinci gurup müsadereler, ikinci gruptakilerden da­
ha sonra genelleşmiştir 306. Ancak bu çeşit müsadere üzerin­
de durmayacağız. Konumuz ikinci gurup müsaderedir. Ama,
bilhassa müsadere mekanizmasının işleyişi hakkında söyliye-
ceklerimiz, bu kurumun diğer çeşitleri için de doğru sayıla­
bilir.

B — Askerî Sınıf Üyelerinin Siyaseten Katlinden Son­


ra Müsadere:

Müsadere, Abbasiler devrinde ortaya çıktığı zaman, ek­


seriya devlet memurları hakkında bahis konusu oluyordu 397.
Doğumundan itibaren bu esas üzerinde kurulan müsaderenin
gelişimi de ayni tarzda olmuştur. Osmanlı Devletinde de mü­
saderenin geniş bir hukukî uygulamanın başlangıcı olarak
Ç a n d a r l ı H a l i l P a ş a ’mn katli ile başladığını görmüş­
tük. Kul sisteminin yerleşmesi, yalnız icraî askeriler için
mümkün olduğuna göre, yukarıda kulluk sebebiyle müsadere
hakkında yaptığımız genel açıklamalar yalnız bu sınıf için
bahis konusudur.

Ulemaya gelince, bunların malları, ecel ile Ölümden son­


ra müsadere dışı tutulmuşsa da, siyaseten kati halinde bu
muaflık kaldırılmıştır. Çünkü ulema, siyaseten katledilince,
artık diğer askerî smıfa katılmış olur. Fakat ulema çok ender
katledildiği için tabiî mallarının müsaderesi de o derece az
olmuştur.
Kul sisteminin yerleşmesi ile, siyaseten katilden sonra
müsadere bir gelenek olmuştur39s. Katledilen her devlet ada-

(395) Bk; D ’O H S S O N VII, 148.


(396) Bk; B A Y S U N , Musâdere, 671 vd.; D ’ O H S S O N VII, 149. '
(397) Bk; F Î S C H E R , 481; L E V Y , 669. , -
(398) III. S e 1 i m 'in bu konudaki fik ri: menafii devletimi kendüye me’kel eyleyüp
emvali miriyeden servet fcesbeylemiş rical ve kibardan vefat eyliyenlerin malı ne
benim ve ne de mütevaffanın ve ne de varislerinindir; ancak beytülmali müslimin
ev emva2i rnirıycnindir^ tamamca alınır, hıfz-ı din-ii devlet için sarfeylerirn ve
ecdadı izâmım dahi böyle derler idi.,.» K A R A L , H . Hümâyunlar / , 33’den naklen
mınm mamaleki devlet tarafından zaptedilirdi. Bunun sadece
ufak bazı istisnaları vardı ki, ayrı bir bölümda inceliyece-
ğiz (Ç /a ).

C — Reayanın Siyaseten Katlinden Sonra Müsadere :

Reayadan ölenlerin terekesinin müsadere edilmemesi esas- „


t i 3" . Ancak siyaseten kati halinde bu kurala tamamen riayet
edilmediğini biliyoruz. Herşeyden önce şunu belirtelim ki,
eceliyle ölen reayanın mirasçısı yoksa malına devlet el k<>
yar «o Fakat bu bir müsadere değil, «devletin mirasçı» olma­
sıdır; hem îslâm hukukuna uygun bir harekettir401, hem de
bu prensip modern hukuk sistemlerince de benimsenmiş­
tir402. Bu durumda siyaseten katledilenin, eğer mirasçısı
yoksa, tabiî ki mamelekine devlet mirasçı olacaktır. Bu ba­
kımdan herhangi bir mesele yoktur. Fakat reayadan siyase­
ten katledilenin mirasçıları varsa, mesele büyük bir önem ka­
zanmaktadır. Acaba Siyaseten katlin bu zarurî sonucu reaya
hakkında da kayıtsız - şartsız uygulanmakta mıdır ? Buna tam
anlamı ile kesin bir cevap vermek imkânı yoktur. Bazı siyaseten
kati sebeplerinin sonuçta müsadereyi de gerektirdiği muhak­
kaktır. Eşkiyalıktan dolayı siyaseten katledilenlerin malları
müsadere edilir 403. Katledilen âyâmn da-kati sebebine olursa
olsun - malları müsadere tâbi tutulur 404. Ancak â y â n 'm
devlet tarafından reaya sayılıp sayılmadığını tesbit etmek son

(399) Ayni hatt-ı hümayunun baş tarafı : «... ve maazallahû taalâ ticaret ve sanat ve
harasette tahsil-i mal eylemiş adamlardan her kim vefat ederse mademki va­
risi vardır bir akçesi canib-i miriye alınmasın..» Ayni konuda II. M a h m u d 'un
bir hatt-ı hümâyunu için bk; BELGE N. 24 (BAHH N. 25247).
(400) «Bilâ veled ve bilâ varis vefat ettiği haber verilen Mudanya sakinlerinden P a r ­
ın a k s ı z o ğ l u Hacı î s m a i l 'in dört evlâdı olduğu tebeyyün etm ekle m u-
hallefatı onlara kalacağından giden mübaşirin iadesine dair..» Mudanya naibine
ve mübaşire hüküm. BACVT A. N. 6246 Ramazan 1119 (Ekim - Kasım 1707). Ay­
rıca bk; not 399’da III, S e 1 i m 'in hatt-ı hümâyunu.
(401) A N S A Y , 229.
(402) Msl; Türk Kanunu Medenisi, Madde 448.
(403) «Alaşehirli H ü s e y i n ismindeki şakinin idamından sonra., yedinden emval ve
eşyasının zaptedilmesi» hakkında hüküm (?). BACVT A. N. 815, 24 Receb 1207
(7 Şubat 1793). Bk; not 378’de BACVT A. N. 1012.
(404) «Katlen fetv olan Gönen Kazası Ayam S eyy id oğ lu O s m a n ’ın şer'i mari­
feti ile mirî tarafından zabtolunan muhallefatından başka bazı kimselerin zim ­
metinde kalmış paraların tahsiline..» dair hüküm. BACVT A. N. 6284, Zilkade
1200 (Ağustos - Eylül 1786).. «Menlik (?) âyânımn cezaen katledilmiş olan biraderi
İbrahim Beyle, Karesi Sancağında İvrandi Voyvodası olub eceli ile vefat
eden Hacı M e h m e d 'in cüm le muhallefatının tahrir ve canib-i miriden
zaptına..» dair hüküm (?). BACVT A. N. 1450, 7 Receb 1219 (22 Ekim 1804).
derece zor bir meseledir. Âyân «bir şehrin ileri gelenleri»
demektir. Şu hale göre eşraf da denilebilen 406 bu zümreyi as­
kerî sınıf mensubu saymak imkânsızdır. Fakat gerileme za­
manlarında bunların bulundukları şehirlerdeki kudretleri son
derece artınca, devlet, otoritesini ancak âyân aracılığı ile yü-
rütebilmiştir. O zaman bu zümreye bir statü vermek gerek­
miş ve âyân, bir çeşit idareci smıf sayılmıştır. Bunlar halk
tarafından tesbit ve hükümetçe tasdik edilerek bu statüye gi­
receklerdi 407. Bu hususta vezir-i âzam veya vali tarafından
verilen « i z i n m e k t u b u ' n u » 408berat saymak gerekeceğin­
den âyân askerî addedilebilir. Siyaseten kati bakımından da
askerîlerin tâbi tutulduğu statüye bağlı sayılmaları bunların
reaya olmadığını iyice düşündürtebilir. Ancak bize göre âyân,
mahiyeti bakımından, beratı haiz olsa da, reaya sayılmalıdır.
Zira bazen tüccarlara da berat verilmekte, fakat onlar aske­
rî sayılmamaktadır. Bu yüzden âyâna verilen beratı «bir im­
tiyaz mektubu» olarak kabule taraftarız. Zira âyânın bulun­
duğu şehirde devlet otoritesinin temsilcisi vali, voyvoda v. >
dir. Âyân bunlara sadece «yardım» eder. Yerine göre reaya
da devlete yardım edebilir. Bu bakımdan âyânm yardımı ile
msl, reayanın vergi vermek sureti ile devlete yardımı ara­
sında bir fark yoktur. Onlar yalnız nüfuzları ile bazı dev­
let fonksiyonlarını kolaylaştırırlar. Bu yüzden âyân reayadır.
Fakat siyaseten katlinden sonra malının müsaderesi bize rea­
yanın da malının, infazdan sonra müsadere edileceği şeklinde
genel bir kural henüz ilham edemez. Zira âyânm sırf bu ba­
kımdan idareci smıf sayılabilmesi mümkündür.

O halde araştırmamıza devam edelim. Zimmî teb a haK­


kında bulduğumuz bir kaç belge bize bazı ipuçları verecektir.
Belgelerden birisine göre, ölen zimmî din adamlarının - pis ­
kopos, papas, keşiş, kalorgiye ve gamnoslar gibi- mallarına
müdahale edilmemektedir409. Bu, müslüman ile zimmî rea­
ya arasında esaslı bir fark olmamasının tabiî bir sonucudur.
Ancak başka bir belgeye göre, sürgünde ölen bu zimmîlerin

(405) K Ö P R Ü L Ü , Âyân, İA II, 40.


(406) Ay. yer. ‘
(407) U Z U N Ç A R Ş I L I , .4yân, İA II, 41.
(408) Ay. yer.
(409) BACVT A. N. 2929, 24 Cemaziyelevvel 1192 ( 20 Haziran 1778); N. 1143, 1211 (1796).
mallarının müsaderesi caizdir410. Bu belgede dikkati çeken
bir nokta da, Tanzimat Fermanından hemen sonra isdar edil­
mesidir. Tanzimattan hemen sonra da olsa, ferman hükümle­
rine aykırılık taşıyan bu belge, Tanzimattan önce de sürgün­
de ölen zimmî reayanın mallarının müsaderesinin caiz oldu­
ğunu açıkça belirtir. Reaya arasında - bilhassa siyaseten kati
bakımından - zimmî müslüman farkı olmadığına göre, siya’s^-
ten katledilen reayanın mallarının da müsadere edileceği ka-
naatma varmak gerektir. Zira, «siyaseten katledilmek» «sür­
günde ölmekten» çok daha ağır bir haldir. Eşkiyalıktan do­
layı katledilenlerin mallarının müsaderesi ise bu fikrimizi des­
teklemek için kuvvetli bir delil olamaz, zira eşkiyalık, gördü­
ğümüz gibi çok ağır bir cürüm.olarak kabul edilmekte ve bu
yüzden, katledilenlerin başları kesilip İstanbul’a yollanmakta,
halbuki diğer sebeplerden katledilenler için böyle bir işlem
gerekmemektedir. Bu yüzden zimmî teb'a hakkmdaki belge­
ler,7 fikrimizi desteklemek
X bakımından daha kuvvetlidir.

Bu konuda vardığımız fikri ispat eden başka bir belge


bulamadığımız için, kesin bir iddia ileri süremiyoruz. Hele,
reayanın siyaseten katlinde müsaderenin hangi devirden iti­
baren uygulanmaya başladığını tahmin etmemiz mümkün de­
ğildir. Fakat şu ana kadar söylediklerimizin ışığı altında, si­
yaseten katledilen reayanın mallarının müsaderesi caizdir şek­
linde bir kanaata varabileceğimizi sanıyoruz.
Söylediklerimizi toplamak gerekirse, siyaseten katledi­
len ister icraî askerî smıf, ister ulema isterse reaya mensu­
bu olsun, malları müsadere edilir. Ancak pek tabiî, bazı şart­
ların gerçekleşmesi hâlinde istisnalar da olabilir. Buna da
biraz aşağıda temas edeceğiz.

Ç — Siyaseten Katlin Sonunda Müsadere Mekaniz­


masının İşleyişi (Müsadere tekniği) :

Bu bahiste söyliyeceklerimiz askerî sınıflar ve reaya için


muteber olduğu gibi, büyük bir bölümü, salt ceza olarak verilen
veya ecel ile ölüm halindeki müsadereye de şâmildir. Bu yüz­
den konumuzun gerektirdiği ihtiyaca göre diğer müsadere
çeşitlerine de değineceğiz.
(410) BACVT A. N. 1511, 14 Zilkade 1255 (19 Ocak 1840) - Tajızimattan sonra - '
a. Müsaderenin Şum ulü.

Müsadere, katledilenen bütün mallarına şâmildir. Fakat


kati ânında suçlunun e ş i n e 411, ç o c u k l a r ı n a 412 ve tabiî
bunlar yoksa d i ğ e r m i r a s ç ı l a r ı n a ait olan mallar mü­
sadere edilmez. O halde müsadere yalnız ş a h s î mallara şâ­
mildir. Bu şahsîlik prensibi mutlak olarak uygulanır. Suç­
lunun yalnız kendi malı olan menkul ve gayrimenkuller ve ala­
cakları müsadereye dahildir 413. Buna karşılık, ölenin borçlan
müsadere edilen mamelekten ödenir 414. Eğer tereke borç mik­
tarını karşılamaz ise o zaman ya garameten ödeme 415 yoluna

(411) «... Başdefterdar H a l i l ’in, zevcesine ait eşyadan başka mal ıtlak olunur her
nesi varsa taraf-ı mirîden zapt ve tahrir olunm ası ve evrakının mühürlenerek
gönderilm esi hakkında» Edirne Mollasına ve Bostancıbaşıya hüküm. BACVT
A. N. 1208, Cemaziyelev vel 1150 (Ağustos - Eylül 1737). «Vefat eden ve muhalle-
fatı mirî tarafından zabtolunan İznikm id K ereste Em ini N u h B e y ' in, Ö m er-
ağa Mahallesindeki ufak hânesi mutallakası Fatma'ya ait olduğuna dai r. . »
İznikm id Kadısına Hüküm. BACVT A. N. 6092, 8 Zilkade 1219 (8 Şubat 1805)
(412) «Geliboluda ikam ete m em ur iken vefat eden Hafız Ali P a ş a 'nm Amas-
yada m ukim büyük oğlu A h m e d M i k d a d b e y ‘in hâzinesi aranarak pederi­
ne ait para ve eşya m eydana çıkarılmak için çalışılm ış ise de bulunan birkaç
parça m ücevher, raht ve saire A h m e d B e y ’in kendi malı olub İstan bu l’da
sarrafı vasıtasıyla mübayaa ettirdiğini ifade ettiğine ..» dair Am asya Mütesellimi
H a s a n 'dan mektub. BAHH N. 25339, 1244 (1828).
(413) « E vvelce öldürülüp emval ve eşyası hüküm etçe zaptolunan kürkçü M a n o l 'un
Tokat ahalisinden boyacı M a n o k ’ta kürk bahasından alacağı olan yirmibin
kuruşun hüküm etçe tahsili hakkında Tokat tarafın­
V oyvodası Haşan Ağa
dan vaki olan inha üzerine İstanbul'a celb ile kendisine sorulduğunda m üteveffa­
yı m erkum u tanımadığı gibi beyinlerinde böyle bir alış olmadığını ifade ettiğine
ve m ahkem eye celbedilen yü zyirm iyi mütecaviz zim mîlerin bu yolda şahadette bu­
lundukları..» na dair kadılıktan ilâm. BACVT A. N. 2645, Cemaziyelevvel 1151
(Ağustos - Eylül 1738).. Ayrıca bk; not 4Û4’te BACVT A. N. 6284.
(414) «Cezası tertib ve emvali m iriden zaptolunan B i l â nl ı o ğ u l l a r ı n d a n K a ­
ra C e h e n n e m S e y y id M ust afa 'dan, İsparta’da vefat eden Uzun
Ali'nin alacağı olan
binyediyüz kuruş ile eşyalarının bahasının verilm esine..»
dair ilâm. BACVT A. N . 4982, 23 Zilhicce 1200 (17 Eylül 1786). «K atlen fev t olan
Daltaban zade M e h m e d Ali P a ş a ’ nın mirîden zaptolunan muhallefa-
tından alemdarı Resulullak hazret-i (şer habil) zaviyesi Şeyhi İ s a ’nın olacağının
verilm esine dair» mulıallefatı kabza memur mübaşire hüküm. BACVT A ’ N. 6185,
Receb 1203 (M a rt-N isa n 1789).. «Muhallefatı m irîden zabtolunan Y or gan cı
Hacı Emin A ğ a 'dan alacağı olan K e m a l 'in ve arkadaşının., murafaların-
da alacakları sabit olduğundan terekeden itası..» na dair. BACVT A. N. 6188, 25
Zilkade 1216 (29 Mart 1802).. «Cezası tertib olunan Osman Paşa Kethüdası
S e y y i d B e y 'de alacağı olan sekizyüzküsûr kuruşun muhallefatından tesviyesi
hakkında..» E dirnede saraç H a c ı İbrahim imzalı yedi arzuhal. BACVT A.
N. 6085, 29 Zilkâde 1216 (2 Nisan 1802).
1415) <-Eskı Sadrıazam Halil Paşa muhallef atının yirm ibin kuruş kadar tutacağı
tahmin ve bazı kim selerde olan borcu mikdarıntn üçyüzellibin kuruşu m ü­
tecaviz olduğu tesbit edildiğinden alacakların BACVT
ne suretle iskat edileceği»
A. N. 1880, 5 Zilhicce 1190 (14 Ocak 1777)’de bir takrir ile sorulmuştur. Mesele­
nin garameten ödeme ile çözümlendiği anlaşılıyor «Sadrıesbak Hacı Halil
P a ş a 'nın m etrûkâtı alacaklıları arasında garameten taksim olundukta yedibin-
beşyüzdoksanüç kuruş alacağı olan Hacı O s m a n ’a sekizyüzon kuruş isabet
eylediği..» BACVT A. N. 1890, 22 Zilhicce 1190 (3 Şubat 1777). «Ölen Sabık M ı-
gidilir, veya tereke mirasçılara terkedilir ki bu son hâli da­
ha aşağıda göreceğiz. Ölenin bütün borçları, hattâ karısına
ait mehr-i müeccel dahi416 ödenmeğe çalışılır.

Siyaseten katledilenin müsadere edilen terekesinden


gömme masraflarının çıkartılamıyacağı kanısındayız. Ecel
ile ölüm halinde yapılan müsaderede gömme masrafları çı­
kartılmaktadır417. Ancak siyaseten katledilen şahsın cesedi­
nin hukukî mahiyeti hakkında söylediklerimizi hatırlanırsa,
terekeden böyle bir indirim yapılamayacağı anlaşılır. Zira ce­
sede cellât sahiptir ve mirasçılar tarafından bu ceset satın
alınabilir. Bu durumda akrabalara terekeden gömme mas­
raflarının verilmesine imkân göremiyoruz.

b. Müsaderede Usul:

Siyaseten katledilen şahsın m u h a l l e f a t ı , (bıraktığı


mallar) hemen katlin infazından sonra tesbit edilir. Böyle­
ce terekeden mal kaçırma Önlenmeğe çalışılır. Muhallefata
elkonulmasına ve defterinin yazılmasına ya İstanbul'dan41is
veya emrin icrası ile görevlendirilen kimse419 tarafından ge­
rekli sayıda mübaşir memur edilir. Ancak bu işin ekseriya
mahallî kadılıklarca yapıldığı420 görülmektedir. Bu işle yar-

sır Valisi İ brahim P a ş a 'nin miriye ve Kapı Kethüdasına ve saireye olan


borcuna binaen muhallefatı ve nıetrûkatı satılıp emin bir mahalle konularak şer
marifeti ile ve garame suretiyle dağıtılması..» na dair tafsilâtı havi ferman. BACVT
A. N. 5000, Zilkade 1191 (Aralık 1777).
(416) «Adana Valisi A t a u l l a h P a ş a ’nın vefatım müteakip bütün muhallefatı mirî­
den zaptedilmiş olduğundan karısı N e c i b e H a n ı m ’ın mihri müecceli olan
bin tane İstanbul zer-i mahbubunun başka muhallefat paralarından..» verilmesi
kararını havi takrir. BACVT A. N. 2470, 17 Receb 1207 (28 Şubat 1793).
(417) «İslâm bol’da Kamkapu (Kumkapı) kurbunda, Tevaşî Süleyman Ağa ma­
hallesinde fevt olan Dergâh-ı Âli kapucubaşılarından K e m a n k e ş İsmail
A ğ a 'nm canib-i mirîden kabz olunan muhallefatından müteveffanın teçhiz ve tek­
fin masarifi., nin edası hakkında akd-i içtima eyleyen meclis-i şer..» in verdiği
karara dair ilâm. BACVT A. N. 5179, Zilhicce 1197 (E k im -K a sım 1789).
(418) «Van Muhafız-ı Sabıkı Maktul Derviş P a ş a ’mn Vanda bulunan muhalle-
fatının zapt ve tahririne, marbut olan pusulada isimleri muharrer olanlardan bi­
rinin veyahut orada bulunan A l i Şefik E f e n d i ’nin m em ur edilm esi..» ne
dair telhis. BAHH N. 25258, 1239 (1823).
(419) «Maktulen vefat eden C e b b a r z â d e
Ahmed P a ş a ’m n muhallefatımn zap­
tına ve üzerinde bulunan mukataatın tahrir ve irsaline..» dair Sivas Valisi F e y -
z u 11 a h P a ş a ’ya hüküm. BACVT A. N. 6214, 28 Şevval 1178 (20 Nisan 1765).
(420) Msl, bk; not 400'de BACVT A. N. 6246; not 411’de BACVT A. N. 1208 ve 6092,
not 413’te BACVT A. N. 2645; not 418’de BACVT 5179. Ayrıca bk; BAHH N. 4117
/C , 9 Rebiulevvel 1220 (9 Haziran 1805); BACVT A. N. 1056, 25 Receb 1217 (10
Kasım 1S02).
gı organının görevlendirilmesi, herhalde daha emin ve temi­
natlı bir sayımın yapılmasını sağlamak içindir.

Sayıma memur olan kimseler bu işi bazen kolaylıkla ya­


parlar421, ancak, bazen bunlara, katledilen kimsenin akraba­
ları veya taraftarları, arkadaşları tarafından son derece ciddî
direnmede bulunulduğu görülür 422. Sonuçta, katledilenin
mallarının bir defteri yapılır 423 ve eşyalar mühürlenir. Bu
defter, eğer katledilen İstanbul dışında bulunuyorsa, kesik
kafayla birlikte merkeze yollanır 424. Bazı hallerde katledilen
bir yüksek memur olsa bile hiç malı çıkmaz. Bu takdirde de
durum İstanbul'a bildirilir425. Muhallefatm tam olarak tes-
biti için mirasçılara bazen bir hayli - maddî, manevî - baskı
yapılır 426.

Muhallefat defterleri İstanbul’a gelince malların katledi­


len şahsın tahmin edilen servetinden az olduğu görülürse, ge­
niş bir soruşturmaya girişilir 427. Soruşturmada, katledilenin
bulunduğu memleketten çok uzak yerlerdeki akrabaları sor­
guya çekilir 428; gene, mallarının bulunması muhtemel böyle

(421) «M ecingird Mutasarrıfı Veli Paşa'nın kolaylıkla öldürüldüğüne, muhallefat


defterinin gönderildiğine, muhallefat mübaşirine lüzum olmadığına..» dair Erzu­
rum Valisi A b d i i r r a h m a n P a ş a 'd a n sadarete. BAHH N. 4113/D, 17 Ce-
mâziyelâhır 1216 (25 Ekim 1801).
(422) Bu hususta tipik bir belge için bk; BELGE N. 25 (TSA N. E/640).
(423) T a r h o n c u Ahmed P a ş a ' y a ait olması ihtimali çok kuvvetli bir muhal­
lefat defteri için bk; BELGE N. 26 TSA N /E 11630.
(424) «M ecingird M utasarrıfı V e l i P a ş a ’nın kesilm iş başının ve muhallefat defte­
rinin gönderildiğine..» dair Erzurum Valisi A b d i i r r a h m a n P a ş a ’dan Sa­
darete. BAHH N. 4113/A, 21 Cemaziyelâhır 1216 (29 Ekim 1801).
(425) «K ayseri Mutasarrıfı Ö m e r P a ş a ’m n K ayseride başı kesilib gönderildiğine
ve eline geçeni halka yedirdiğinden muhallefatı olmadığına dair» B ozok Muta­
sarrıfı C a b b a r z a d e Süleyman B e y 'den. BAHH N. 4125, 17 Muhar­
rem 1218 (9 Mayıs 1803).
(426) «Saruhan Sancağında vefat eden K a r a o s m a n z â d e H ü s e y i n A ğ a ’ımı
muhallefatı defter olunarak ümid olunduğu m ertebe çıkmadığı ve ne kadar taz­
yik edildi ise de fazla birşey çıkarılamadığı cihetle beşbin kise bedele rabtolun-
mak enfa görüldüğüne» dair Saruhan muhassılı O s m a n ve muhallefat memu­
ru A b d i mühriyle. BAHH N. 25332 , 9 Muharrem 1232 (28 Kasını 1816). Ayrıca
bk; D ' O H S S O N VI I , 208; B A Y S U N , M usâdere, 671.
(427) «E sk i Lârende V oyvodası Matracıoğlu H ü s e y i n A ğ a 'nin kayını olub kat­
ledilen O s m a n ’ın ve K a raman lı Hacı E s i r 'in muhallef atının, hepsi
meydana çıkarılarak mirîden zaptedilmesi hakkında tekidli e m r ...» i havi hüküm.
BACVT A. N. 2203, 26 Cemaziyelâhır 1223 (19 Ağustos 1808).. «Sabık Avlonya ve
Delvine sancakları m utasarrıfı m ütevaffa î s m a il P a ş a ’mn muhallefat d ef­
teri tetkik edilm iş ise de servet ve samanına nazaran az görülerek ketmedidliği
anlaşıldığından yeniden tahkikat yapılarak meydana çıkarılm asına..» dair Rumeli
Valisi Vezir M e h m e d P a ş a 'ya hüküm. BACVT A. N. 6107, 28 Safer 1178
(27 Ağustos 1764).
(428) Msl, bk; not 412’de BAHH N.- 25339.
yerlerde araştırmalara girişilir 429. Hele bazı malların mevcu­
diyeti bilinip te, defterde olmadığı anlaşılırsa, bu takdirde
ayrıca bu mallar zikredilerek müsaderesi için emirler yazı­
lır430.

Müsadere edilen mallar değerli ise, yapılan işleri padi­


şah bizzat takip edebilir. Bu yüzden ele geçen değerli eşyalar
padişaha takdim edilir431. Padişah bazen bizzat emir vere­
rek müsadereyi idare eder 13\ Bu sıkılık yüzünden, muhalle-
fatı zapta memur olanlar her yeri ararlar ve olmıyacak yer­
lerden külliyetli mal çıkartabilirler 433. Bu takdirde durum
hemen merkeze bildirilir 434.

Bu şekilde en sonra tamamlanan müsaderede, gemi ve


gayrimenkul gibi mallar arttırma ile satılır 435. Arttırma sonu­
cu elde edilen para ile müsaderede ele geçen para, mücevher
v. s. gibi menkuller hâzineye alınır. Bu paralar bazen hemen
zarurî yerlere harcanır 436. Hâzinenin zarurete düştüğü za­
manlarda padişahlar müsadereye sarılmışlardır43T.

(429) «Divan-ı Hümâyûn tercümanı maktul D i m i t r a ş k o ’nun Yaş taraflarındaki


çifiliklerinin tahkikine..» dair Vezir-i âzam H u r ş i d Paşa mühriyle, BAHH
N. 25313, 17 Zilkâde İ227 (22 Kasım Î812).
(430) « Kaîlohman Haşan P a ş a ’mn hasları dahilindeki mahsul vesairenin fesad
karıştırılarak teslim edilmiyen kısımlarının zaptına..» dair Selânik Kadısına ya­
kılmış hüküm sureti. BAFKT, 1007 (1595). «Silistre Muhafızı iken vefat eden
S e yy i d Hüse yi n P a ş a 'nın muhallefatının taraf-ı mirîden zaptı ve Si*
listrede yaptırıp bazı mahallere sakladığı altıbin kantar peksimetin dahi zaptına..»
dair Silistre kadısına hüküm. BACVT A. N. 6289, 21 Rebiulâhır 1196 (5 Mart
1782). Ayrıca bk; BELGE N. 27. Belgeye göre, muhallefatı zapta memur kimselerin
taltifinin de büyük önem haiz olduğu anlaşılıyor.
(431) «Maktul M u h t a r Paşa malı olarak haremi tarafından teslim olunan bazı kıy­
metli eşyanın takdim kılındığına..» dair.
Bu eşyaları II. M a h m u d görerek
yazıya bir hatt-ı hümâyûn eklemek suretiyle memnuniyetini bildirmiştir BAHH N.
25256, 1237 (1821).
(432) BELGE N. 27’de II. M a h m u d 'un Kaymakam Paşaya yazdığı hatt-ı hümayûna bk.
(433) «Sabık Rodos Mutasarrıfı Haşan Bey' in muhallefatı dolap ve döşem e altla­
rında, gizli mahallerde bulunub çıkarılarak nakid ikibin kise gönderildiği ve di­
ğerlerinin taharrisine devam olunduğu ve elhak sefine ve saire mezada verildiği
hakkında..» muhallefatı zabta memur K a d r i E f e n d i ’den Sadarete. BAHH
N. 25276, 15 Muharrem 1231 (17 Aralık 1815).
(434) Bk; not 433.
(435) Bk; ay. not.
(436) «Maktul K ıbrıs Tercümanının muhallefatımn tamamen meydana çıkarılmasına
ve. elde edilecek mebaliğin donanma kalyonları kaptan mülâzinılerinin maaşları­
na dair telhis ve
tahsisine..» II. M a h m u d 'u n hatt-ı hümâyûnu. BAHH N.
25303, 1226 (1811).
(437) BELGE N. 27’de hatt-ı hümayuna ve ayrıca BELGE N. 24’e bk,
c. Müsaderede Yolsuzluklar:

Müsadere mekanizmasının işleyişinin mahiyeti yolsuz­


luklara son derece elverişliydi. Muhallefata el koymaya gi­
den memurun, ölenin bütün mallarım hazine hesabına yaz­
ması için tek teminat, bu kişinin namusuydu. Böylece yazı­
ma memur olanlar buldukları menkul malları aralarında bö­
lüşüp «üçte birini bile» hâzineye vermemek 438 imkânına sa­
hiptiler. Hayattaki yüksek devlet adamlarının mallarının mü­
saderesinde bile bu yolsuzluklar oluyor ve memur perişan bir
duruma düşüyordu 439.
Muhallefata el koymaya memur olanların, ihbar dışın­
da, bu yolsuzlukları tabiî ki hemen hemen hiç anlaşılmazdı.
Bazen, ancak el koyanların ölümlerinde bu mallar meydana
çıkıyordu 440. Bazen de kadılar, mirasçılardan rüşvet alıp
muhallefatı gizliyorlar ve bu hal de ancak ihbar ile meydana
çıkabiliyordu441.
Bu şekilde geniş yolsuzluklara elverişli bir usulün, ken­
disinden devletçe beklenen faydayı tam anlamı ile sağlıyama-
dığım da belirtmemiz gerektir.

ç. Müsadere Yapılmayan Haller :

Siyaseten katilden sonra müsadere yapılması esas ise de,


bu kurala istisna teşkil eden bazı haller vardır. Kesin birer
kural olmadığı, hattâ tam anlamı ile gelenek haline dahi gel­
medikleri için bu hallerin hepsini tesbit etmek imkânı yok­
tur. Biz burada en önemli istisnaî halleri göstermeğe çalı­
şacağız :

(438) BELGE N. 28. (TSA N. E/4928).


(439) Ay. Belge. Bu istirhamı yazanın müsaderenin bütün yolsuzluklarım görmüş bir
yüksek memur olduğu anlaşılıyor.
(440) « T e p e d e l e n l i M e h m e d Ali Paşa muhallef atından, m erhum Rum eli
Valisi H u r ş i t A h m e d Paşa'nın kendine alıkoym uş olduğu büyük bir
pırlanta yüzüğün m eydana çıkarılmasına dair..» telhis ve II. Mahmud'un
hatt-ı hümayunu. BAHH N. 25252, 1238 (1822). « H ur ş i t P a ş a ’nın kethü­
dası.. T e p e d e l e n l i M e h m e d A l i P a ş a ‘m n bir hayli parasını gizlem iş ol­
duğu duyulduğundan.. R u m eli Valisi tarafından m eydana çıkarılmasına dair» tel­
his ve II. M a h m u d ’un hatt-ı hümâyunu. BAHH N . 25304, 1238 (1822). Bu
haber, herhalde H u r ş i t P a ş a ’nın ölümünden sonra ortaya çıkmış olmalıdır.
(441) «Sivasta İ z z e t Haşan Efendi'nin kardeşi Kâ mi l E f e nd i kadı
bulunup, m ütesellim Sadık Ağa ile şunun bunun muhallefatını kal'e al­
mamaları için kendilerine m uayyen bir para vaid edildiğine, hattâ bunun için
sen etleştiklerin e..» dair A b d ü l k a d i r mühriyle arz (?). BACVT A. N. 5696,
Rebiulevvel 1227 (Mart - Nisan 1812).
Padişahın merhamet duygularını okşamak suretiyle, mü­
sadereye engel olunabilir. Padişahın böyle bir emir verme­
si için, katledilen şahsın «yetimlerinin» ve «ailesinin» son
derece yoksulluk içinde olmaları ve acze düşmeleri gerektir.
Msl, S i n a n P a ş a ’mn gadriyle katledilen Vezir-i Âzam F e r -
h a d P a ş a nm bütün terekesi müsadere edilmişti. Padişa­
ha istirham eden vezir-i âzam bu yolla F e r h a d P a ş a 'nm
çocukları için bir çiftliği müsadere dışı bıraktırabilmiştir 44J.
Bu konuda daha pek çok örnekler göstermek mümkündür 443.
Bu afda bazen bütün muhallefat katledilenin ailesine bıra­
kıldığı gibi, bazan da terekenin yalnız bir bölümü müsadere
dışı tutulabilir444.
«Müsadereden af» da sayabileceğimiz bu durumun zaru­
rete düşen her aile için carî olmadığı şüphesizdir. Bu af, bir
nüfuzlu şahsın «iltiması» 445 ile bahis konusu olabilir ve pa-
(442) Vezir-i âzamin bu hususda yazdığı telhis BA Ali Emirî Tasnifi A h m e d - i e v -
v e 1 dosyalarında N. 850’de kayıtlı olup Zilkâde 1015 (Şubat - Mart 1607) tarihli­
dir. U Z U N Ç A R Ş I L I , M erkez Teşkilâtı, 168’den naklen, Ferhad Paşa
III. M e h m e d devrinde katledildiğine (1595/1004) göre müsadere tam oniki yıl
sonra I. A h m e d ’in saltanatı sırasında sona ermiştir Şu halde bazen bu işlem
çok uzun sürmektedir.
(443) «Eceli ile vefat eden Bursalı Hazinedarzâde Hacı H il s e y i n ’in em ­
val ve eşyasının veresesine ihsanı hakkında..» hüküm. BACVT A. N. 4594, 13 Mu­
harrem 1199 (26 Kasım 1784). «M enteşe Sancağı mütesellimi H a s a n ç a v u ş -
zâd e Hacı E b u b e k i r ’in katlini müteakib emval ve emlâkinin taraf-ı
mirîden zabtı takarrür eylemiş ise de ailesinin izdırab ve perişanîsine merhame-
ten bazı emsali gibi emlâk ve eşyasının efrad-ı ailesine verilmesi hakkında ilti­
ması..» havi Anadolu Valisi A l i P a ş a tarafından arz. BACVT A. N. 1010, 19
Zilkâde 1207 (28 Haziran 1793). «İdam edilen Balıkesir Serdarı Kanlı oğlu
H a l i l 'in evlâd ve ayaline ihsan olunan muhallefatı..» havi defter. BACVT A.
N. 4979, Muharrem 1209 (Temmuz - Ağustos 1794). «Zağfranbolu (Safranbolu) da
vefat eden K a z a n a s m a z o ğ l u S e y y id A l i ’nin bütün muhallefatımn
zaptolunması hakkmdaki emir sebebi İle bir alay itamın yuvaları viran olacağı
ve kendileri açıkta kalacakları Sadr-ı Esbak Mütekait İzzet M e h m e d Pa­
şa tarafından bildirilmekle muhallefalının itamına hakkında.
ierkedildiği..»
BACVT A. N. 1151, 18 Rebiulevvel 1223 (14 Mayıs 1808).. Aynı sebepten «Maktul
Binbaşı A h m e d Efendi terekesinin veresesine ihsanı..» BACVT A. N . 2105,
6 Receb 1232 (22 Mayıs 1817). «Mütevaffa Hacı R a m a zan zâ d e M a h ­
mud A ğ a ' nın muhallefatımn külliyetli olduğu ve miriye zaptı faideli olacağı
bildirilmişse de birçok borçları bulunduğu cihetle üç kızı ve üç oğlu ve bir ka­
rısından m ürekkeb veresesinin zarureti hallerine merhameten zaptından afv ile borç­
larım ödem ek şartıyla kendilerine terk edildiğine ve başka taraftan müdahale
dilmemesine dair..» Burdur Kadısına hüküm. BACVT A. N. 3158, 26 Zilhicce 115
(22 Ocak 1811).
(444) Üsküdar sakinlerinden iken vefat eden Derya Alaybeyi İ b r a h i m ’in mirîden
zabtolunan emvalinden, eytamın istediği paranın münasip emvalden
havalesine..»
dair dört takrir. BACVT A. N. 6002, 15 Ramazan 1204 (29 Mayıs 1790). « İstanbul'
da vefat eden Edirne Bostancıbaşısı S ü l e y m a n ’ın mirice zabtı lâzım gelen
muhallefatı arasındaki Aydostaki çiftliklerin veresesine terkedildiğine dair Ay-
dos Kadısına..» yedi hüküm. BACVT A. N. 5418, Ramazan 1208 (N isan-M ayıs 1794).
(445) Msl, bk; not 443 de BACVT A. N. 1010 ve not 442'ye atıf yapılan olay.
dişah yahut vekili, tereke üzerindeki hakkından « m e r h a -
m e t e n » vazgeçerek bu malları mirasçılara « i n a y e t » veya
« i h s a n » 446 eder.

Bazen, terekenin mevcudu borçlarından az olursa devlet,


muhallefata elkoyup borçları garameten bölüştüreceği yerde,
bunların ödenmesini mirasçılara bırakabilir. Bu takdirde te­
reke «borçların ödenmesi» şartı ile müsadere edilmez ve mi­
rasçılara bırakılır 447.

Bazı hallerde de, müsadere olunması gerekli muhallefat,


belirli bir bedel karşılığı mirasçılara bırakılır148, yâni devlet,
tereke üzerindeki mülkiyet hakkım mirasçılara satar. Kanaa-
tımıza göre bu işlemin sebepleri şunlardır : Ya devletin çok
acele paraya ihtiyacı vardır, bu takdirde müsadere işinin uzun
sürmesi yüzünden beklenemez ve peşin bir meblâğ tahsil edi­
lerek ihtiyaç giderilir; veya müsadere zahmetli ve masraflı
olacak, fakat karşılığında elde edilecek meblâğ yapılan mas­
rafı karşılayamıyacaktır. Bu takdirde de bir peşin ödeme
karşılığı muhallefat mirasçılara bırakılır. Muhallefatm «sa­
tılması »m, şartları ve oram belli olmıyan bir çeşit miras ver­
gisine benzetmek mümkündür.

Belli bir bedel karşılığı müsadereden vazgeçme, bazen,


borçlu terekeler için de bahis konusu olur. Bu takdirde tıp­
kı bedelsiz vazgeçmede olduğu gibi, «borcun ödenmesi» şar­
tı konulur 449 .

(446) Msl, bk; not 443’de BACVT A. N. 4979, BACVT A. N. 2105.


(447) «Donanma kaptanlarından maktul A l i 'nin düyunu muhallefatm dan fazla ve
zevcesi ve çocukları dahi olub, düyunu kendileri iskat etm ek şartı ile muhalle-
fatın veresesine b ı r a k ı l m a s ı n a dair Kaptan-ı Derya H u s r e v P a ş a 'dan sa­
darete tezkere ve II. Ma h m u d ' u n hatt-ı hümayunu. BAHH N. 25345, 1233 (1814)..
«Zile V oyvod a sı iken vefat eden A h m e d A ğ a ’nın muhallefatı, borçları öden ­
m ek üzere vereseye bağışlandığına..» dair ilmühaber. BACVT A. N. 4007, Mu­
harrem 1246 (Haziran - Temuz 1830). Ayrıca bk, not 443’de BACVT A. N. 3158.
(448) «Sivas Sancağındaki Erak Kasabası sakinlerinden olub, katlen vefat eden Hacı
F e t h u l l a h ’tn taraf-ı miriden zaptolunan muhallefatı binbeşyüz kuruş m u­
kabilinde varislerine olunduğuna dair iki Ferman.
terk..» BACVT A. N. 6314,
20 Şaban 1203 (16 Mayıs 1789). «Maktul B i m m e t o ğ l u ’nun bölükbaşıların-
dan Sabık K ösü K aryesi V oyvodası S ü l e y m a n ’ın oğlu m üteveffa Derviş
M e h m e d 'in em val ve eşya ve emlâkinin ikibin kuruş mukabilinde veresesihe
terkolunduğuna dair» hüküm. BACVT A. N. 2596, Şaban 1206 (Mart-Nisan 1792)
«Şekavetine binaen katlolunan ErzincanlI M a t t i n 'in muhallefatının kırkikibin-
beşyü z kuruş bedelle veresesine terki..» ne dair ilâm. BACVT A. N. 942. 21 Rebi-
ulevvel 1208 (28 Ekim 1793).
(449) « Sivas valisi iken maktulen ölen O s m a n P a ş a ’ nın Erzincan'da bulunan kâffe-ı
emvali ve eşya ve emlâki bedel varisleri ..’ için terk olunduğuna ve; biraderi has-
Bazen de müsadere, çeşitli âmillerin etkisi ile durduru­
labilir430. Ender olan bu hal ekseriya zamanın - msl, geçim
zorluğu, müsaderenin mahallî halk üzerinde kötü etki bırak­
ması gibi - şartları yüzünden vakî olur.

îşte siyaseten katlin en önemli sonucu olan müsadere


hakkında söyliyeceklerimiz bundan ibarettir. Bu büyük mese­
le şüphesiz, msl, askerî sınıf üyelerinin ecelleri ile ölümünde
alınan miras vergisinin yerine neden müsaderenin geçtiği gi­
bi pek çok yönlerden incelenmesi gerekli çok derin bir konu­
dur. Biz burada sadece kendi yönümüzden bu meselenin gö­
rünüşünü inceledik.

3) S i y a s e t e n Katle, Katledilenin Akra­


balarının İtiraz Hakları:

İslâm hukukunda « t e m y i z » kurumu açık bir şekilde


yer alınış değildir.' Kadıların verdikleri hükümlere, hüküm­
dar veya vekiline şikâyet edilerek itirazda bulunulabilir. Os­
manlı Devletinde Divan-ı Hümâyûn yargıtay ödevini de gör­
müştür451. Ancak siyaseten katilde, suçlunun Divan-ı Hü-
mayûn'da hükmü temyiz edebilmesini düşünebilmek çok zor­
dur. Zira, siyaseten kati emri padişah veya vezir-i âzam tara­
fından verilmiş ise, derhal infaz edilir. Nazari olarak, ve­
zir-i âzamm verdiği hükümlere padişah katında itiraz müm­
kün görülürse de, padişahın mutlak vekilinin emirleri de uy­
gulamada derhal infaz edilmiştir. Kati emri verme yetkisi ile
donatılmış diğer memurların hükümleri için de durum böy-
ledir. Eğer padişah ve vezir-i âzam gibi kişilerin başkanlığın­
da kurulmuş bir mahkeme, hükmü vermişse, gene bu en
yüksek mahkeme olduğundan kararını temyiz edebilmek
mümkün değildir. Sadece kadıların verdikleri siyaseten kati

sa silâhşorlarından müteveffa M e h m e d ’in muhallefatının' eshab-t düyûnu iş­


kal şartıyla kırkbin kuruş mukabilinde veresesine terk edildiğine dair ayrı ayrı
emirler yazıldığı halde, bu defa bazı kimselerin vereseyi tezyik eyledikleri müra­
caatlarından anlaşıldığından m en ’i hakkında emir yazılması...» için ilâm. BACVT
A. N. 2690, 7 Rebiulevvel 1234 (4 Ocak 18Î9).
(450) «Sabık İçel Muhassılı A b d ü l - m u i n B e y i n muhallefatı zabtolunııb ikiyüz-
onsekizbin beşyüz kuruş irsal olunduğu ve müteveffanın sarraf Yak of (Ya-
kob ? ) ’a kırküçbin kuruş borcu olduğu ve ailesini daha ziyade tazyik etmek
zamanın hâline göre muvafık olmadığı hakkında..» İçel Muhassılı Mehmed
S a d ı k ’tan Sadarete mektub ve II. M a h m ı ı d ’un yazıyı teyid edici hatt-ı
hümayunu. BAHH N. 25348, 1230 (1814).
(451) U Z U N Ç A R Ş i L I , Merkez Teşkilâtı, 13.
hükümlerinde böyle bir imkân vardır. Zira gördük ki, kadı­
lar, siyaseten kati edilecek kimseleri İstanbul'a bildirirler ve
oradan gelecek buyrultuya göre hareket edilir. Burada oto­
matik işleyen bir temyiz mekanizmasının mevcut olduğu an­
laşılıyor. Diğer hallerde suçlunun bir itiraz hakkı yoktur. Te­
sadüfi bazı şartlara bağlı af dışında, suçlu muhakkak katledi­
lir. Affın mahiyetini ise incelemiş bulunuyoruz.

Kati emrinin böylece infazı, suçluya bir itiraz hakkı ve­


remediği için haksız olması muhtemel ve infaz edilmiş bir
hükme suçlunun ailesi itiraz edebilir mi ? Bu itiraz sonucun­
da acaba, suçlunun ailesine ika edilmiş zararın ödenmesi ba­
his konusu olabilir mi ? Haksız verilmiş siyaseten kati hük­
münün tek tamir yolu olarak ortaya çıkan btı itiraz, acaba
mümkün müdür ?

Nazarî olarak, bu itiraz mümkün gibi görülür. Ancak bu


nazarî kurum uygulamada çok ender işlemiştir. İtiraz ek­
seri}^, itiraz edenlerin tarafını tutan ve hükmü veren şahsa
düşmanlık besleyen yüksek memurların tahriki ile olur. Bu­
na örnekler vardır. Msl; Serdarın şikâyeti ve zulmüne ait
raporlar da gelmesinden dolayı aldığı fetva ile Z e y n e la b i -
d i n P a ş a 'yı Vezir-i Âzam İ s m a i l P a ş a , bu muhik se­
bepler gereğince katlettirmişti. Zaman geçip, İ s m a i l P a -
ş a’dan kötülük gören, düşmanı K ö p r ü l ü F a z ı l M u s t a f a
P a ş a vezir-i âzam olunca, Z e y n e l â b i d i n P a ş a veresesi
kısas ve müsadere edilen eşyayı geri istemiştir. Siyasî ikti­
dar elinde olduğu için bu kısas isteğini iyi bir vesile sayan
vezir-i âzam, İ s m a i l P a ş a yı katlettirmiştir (1690/1102) 'i52.
Ancak bu da bir siyaseten katildir. Mevcut olduğu iddia edi­
len haksızlık, gene bir siyaseten kati cezası ile giderilmiştir.

Fakat örnekolayımızda, İ s m a i l P a ş a ' nm Z e y n e l ­


âbidin P a ş a y ı muhik sebeplerle idam ettirdiğinde ve
İ s m a i l P a ş a nin, vezir-i âzamm kinine kurban gittiğinde
tarihler hemen hemen oybirliğindedirler. O halde itiraz me­
kanizmasının ters işlemesi, yani haklı verilmiş hükümleri
haksız sayarak, adaleti tecellî ettireceğine yok etmesi müm­
kündür.

( 452) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III/3 , 429 vd; D A N İ Ş M E N D III, 517.


Akrabaların itirazı, örnekolayımızda zikrettiğimiz elve­
rişli şartlar mevcut değilse, gayet cesurca bir harekettir. Bu­
na rağmen katle itiraz edenler mevcuttur 453. Bazen de akra­
balar davaları olmadığım beyan ederler 454 veya beyan etmek
zorunda bırakılırlar. Bu şekilde akrabalarca katlin «meşru­
luğu «doğrulanmış» olur. *

Bazı hallerde yalnız müsadereye de itiraz edilebilir 455. Si­


yaseten katle itiraz hakkında söyliyeceklerimiz de bundan
ibarettir.

(453)..« N iğdede reayadan küçük kir kızı evine göliirüb fiilî şeni icra ve istintakta itiraf
......... ettiğine, .binaen Karam an .. S a n ca ğ ı ... M u tasarrıfı ... A h m e d Paşa tarafından ib ­
re t-i m üessire olm ak üzere katlettirilen A l i 'n in veresesi tarafından açılan dâva­
nın m utasarrıf G al i b Paşa huzuru ile m eclis-i ş e r'id e reddine karar v e­
rildiği» hakkında ilâm. BACVT A. N. 1067, 15 Şevval 1232 (28 Ağustos 1817).
(454) « Teke Sancağı M utasarrıfı Ç e l i k p a ş a z a d e. A h m e d Paşa tarafından
idam edilen B u rd u rlu Satır oğlu Y u s u f A ğ a ’ntn varislerinin bir dava­
ları olm adığına ..» dair hulâsa. BACVT A. N. 5287, 11 Receb 1190 (26 Ağustos 1776).
(455) «R u sçu k ., (ta ?)..'Seyyid M e h m e d Paşa tarafından haps ve em vali
zabtolunan R u sçu k Âyâm B u r u n s u z A h m e d 'in çocuklarına gadredilm iş
ise em valinin m ahkem e vasıtası ile iadesine dair..» hüküm. BACVT A. N . 5941,
Ramazan 1195 (Ağustos - Eylül 1781).
D Ö R D Ü N C Ü B Ö L Ü M

O SM ANLI DEVLETİNDE SİYASETEN K A T L SEBEPLERİNİN


S IN IR LA N D IR IL M A S I VE BU K U R U M U N H Ü K Ü M D A R IN KEYFİ
Y E T K İS İN E B A Ğ L I O LM A K T A N Ç IK IP K A N U N İÇİNDE
D ÜZENLENM ESİ

I — TANZİM AT'IN H A Z IR LIK DEVRİ. .

1) G e n e l Olarak:
Osmanlı Devleti, gerilemeğe başlamasından itibaren, es­
ki kuvvetli durumuna tekrar sahip olmak için zaman zaman
birtakım hamleler yapmıştır. Devletin geçirdiği bu gelişimi
incelemiyeceğiz. Çünkü pek çok bakımlardan ilginç olan ba
ilerleme çabaları ve bunun ekseriya verimsiz olan sonuçları,
tezimizin konusu yönünden önemli değildir. Bu yüzden ko­
numuz bakımından, batılılaşmamızın başlangıcı sayılan L â ­
l e d e v r i n d e n 1 başlayarak Osmanlı Devletinin siyasî ha­
yatını incelemek gereksizdir. Bizim için önemli olan, «Padi­
şahın örfî siyaset yetkisinin» ortadan kalkmasıdır. Bu yetkinin
ortadan kalkması ise ancak II. M a h m u d u n son zamanla­
rında başlamış ve l a n z i m a t devrinde tamamlanmıştır.
II. M a h m u d ’a hazırlık sayılan Lâle devrinden başlayarak
III. S e l i m zamanına kadar gelen zamanlarda, pek çok ba­
kımlardan pek çok kurumun temeli atılmağa uğraşılmışsa da
hükümdarın kati emri verme yetkisinin düzenlenmesine dair
açık-zımnî hiçbir hareket görülmez. Bununla beraber, Tan­
zimat devrinde siyaseten katlin kanunla düzenlenmesinin an­
cak bu uzun hazırlıkların sonucu olduğu ileri sürülebilir. Biz
bu kanıda değiliz. Herşeyden önce, II. M a h m u d ’a kadar,

(1 ) M sl bk; K A R A L , OT V , 57 vd; T U N A Y A , T a r ık Zafer: T ü rk iyen in


Siyasî H a yatınd a B a tılıla şm a H a rek etleri. İstanbul 1960. s 20.
yenileşme ve ilerleme yolunda atılan adımların son derece
kısır ve sonuçsuz olduğuna inanıyoruz. Bu inancımızın ge­
rekçesini şöylece özetlemek mümkündür :

• Yeni çağla birlikte Avrupa da başlayan ilim, sanat ve din


reformları, bir süre sonra Osmanlı Devletini sarsmağa başla­
dı. İlerliyen Avrupa karşısında devletin sınırlarım koruma
imkânı bulunamadı. Çünkü, burada üzerinde durulmasına'
imkân olmıyan pek çok sebepler, Batıdaki ilerlemeleri be­
nimsememizi engellemiştir. Kısaca, bir fikir vermek için be­
lirtelim ki bizce, pek çok olan bu sebeplerin en önemlileri
şunlardır : Devşirme unsurunun devlet idaresine geçmesin­
den dolayı Türk reayanın ezilmesi ve yüzyıllarca süren ci­
han egemenliğinin verdiği gurur ile Avrupahlardan geri oldu­
ğumuzun kabul edilmemesi. Devşirmelerin reaj'ayı ezmesi,
zaten savaşlarla altüst olan ekonomik durumu iyice sarsmış
ve devamlı gurur duygusu da ilk sebebin doğurduğu çökün­
tüyü önlemek için Batı medeniyetinin kültür ve tekniğine baş­
vurulmasını engellemiştir. Bu yüzden, aydınlar yalnız «fet­
hedilen ülkelerin geri alınmasının ve eski şevkete kavuşulma­
sının» çarelerini aramışlar ve batının, yalnız «ordusunun» kuv­
vetlenmesi dolayısı ile üstünlüğümüzün kaybolduğuna kani
olmuşlardır. Bu yüzden II. M a h m u d ’a kadar «batılılaş­
ma» kavramından, yalnız «ordunun batı usullerine göre dü­
zenlenmesi» anlaşılmıştır. II. M a h m u d ’a kadar yalnız bu
yolda çalışılmıştır. Batının hukuk, müspet ilim, sanat pren­
siplerine başvurulmamıştır. Ordu batının ordusuna erişin­
ce, herşey çözümlenecekti. Bu yüzden msl, III. M u s t a f a
ve I. A b d ü l h a m i d ’in bütün çabaları «ordu» konusunda
olmuştur.

III. S e l i m zamanında başlıyan N i z a m - ı Cedi d


hareketinin pek çok bakımlardan önemli olduğu iddia edil­
miştir2. Bu iddialar bir dereceye kadar doğru olabilir. An­
cak III. S e l i m zamanının sanıldığı gibi büyük bir devir
olmadığım belirtmek gerektir. Bilhassa konumuz bakımın­
dan bu devrin, diğer zamanlardan hiç farkı yoktur. Ancak,
bu devir üzerinde biraz daha derince durarak fikrimizi ispat
etmeğe çalışmamız gerekecektir.

(2 ) Msl, K A R A L , OT V, 63.
2) I I I . S e l i m Devri:
Şahsen, iyi niyetli ve ilerleme yolunda hamleler yapma­
ğa azimli, duygulu, devletin durumunu çok iyi görüp bunu
içli ve samimi bir şekilde itiraf etm esi 3 III. S e l i m 'in me­
ziyetleridir. Ancak onun hatt-ı hümayunlarında görülen tra­
jik ifadelere, duygulu kararlara bakıp, devlet içinde aydın­
ların ve milletin hükümdarlarım desteklediği kanısına var­
mak doğru değildir.
Herşeyden önce III. S e l i m fikirleri itibarı ile Batı me­
deniyetini kavrayacak kudrette değildi. O zamana kadar hiç­
bir padişahda görülmemiş samimiliği ve düzenleme iste­
ği bizi aldatmamalıdır. III. S e l i m , fikirleri itibarı ile, msl,
0 zamanlar Dünyanın en büyük olayım, Fransız İhtilâlini, an­
layıp müspet veya menfi bir surette tahlil edecek kudrette
bulunm uyordu4. Yapmayı düşündüğü yeniliklerde III. S e -
1 i m hiçbir zaman ve hiçbir şekilde batının fikrî hayatı ile
temasa gelememiştir5. Sadece siyasî amaçlarla Avrupa ile
diplomatik temaslar fazlaiaştırılmıştır. Bize göre III. S e l i m
devrinin getirdiği en önemli yenilik budur. Böylece Osma il­
li Devleti Avrupa muvazene siyasetine girmiş, en önemlisi Os­
manlılar artık batıyla «eşit» olduklarının kabul etmişlerdir *\
Bu husus ileride batıdan «geri» olduğumuzun itirafı sonucu­
nu da doğurmuştur. Fakat bu sonuç, ancak II. M a h m u d
devrinde alınmıştır.
III. S e l i m ' i n söylediğimiz bu önemli eksikliğinden baş­
ka, hiç olmazsa tasarladıklarını yapmağa da engel olan, ba­
zı şahsî özellikleri vardı. İlkönce son derece kararsızdı ve
herkesin etkisi altında kalıyordu. Tabiatı, bazı hususlarda
sert davranmak gerektiği zaman buna engel oluyordu. Bu

(3 ) I I I . S e 1 i m ’in karakterini ve fikirlerin i kendi hatt-ı hüm ayunlarından öğre­


nebiliriz. Bk; K A R A L , H. H ü m a y u n la r I ve I I . B u hatt-ı hüm ayunları sis­
temleştirerek özlü b ir şekilde tanıtan şu yazıya da b k ; T U N AY A, S elim I l l 'ü n
H a tt-ı H ü m a y û n la rı. Kitap Tahlili. İstanbul Ün. H uk. Fak. Dergisi X I I I , İ947,
sayı 1, s 382 - 405.
(4 ) A H M E D R A S İ M : İstib d a tta n H â k im iy e t-i M illiy e y e I, İstanbul 1924, s 126,
O K A N D A N , Recaı G a lib: Âm m e H ukukum uzda Tanzim at ve B ir in ­
ci M e ş ru tiy e t D e v irle ri. İstanbul 1946, s 26'dan naklen.
(5 ) Veliahtlığı sırasında III. Selim Fra nsa K ıralı X V I. Louis ile m ektuplaş-
m ıştı. Fransa kralının kendisine «tavsiyelerde» bulunm asını hazmedememiş ve
mektuplaşm ayı kesmiştir. Bunun için bk; K A R A L , H . H ü m a y û n la r I , s I I vd.
B u m ektuplaşm a devam etseydi I I I . S e 1 i m ’in batı hakkında daha açık ve bilgi­
li hüküm leri bulunabilirdi.
(6 ) T U N A Y A , 23 - 24.
yüzden kimsede « s i y a s e t » korkusu kalmamıştı. III. S e -
1 i m 'in tabiatı böyle olmakla beraber, «siyaset» hakkmdaki
fikrini ileride göreceğiz. III. S e l i m ' i n bir zayıflığı da ya­
kınlarına fazla yüz vermesidir. Bu sebepten sefahat ve aşırı­
lığa düşen bu zümre dolayısı ile halk, hükümete olan güve­
nini kaybetmiştir. Nihayet yeniçeriler, Nizam-ı Cedid asker­
leri aleyhine açıkça konuştukları halde bu yumuşaklık yüzün-.
den hiçbir tedbir alamamıştır7.
Bu eksiklikleri yüzünden, tasarladıklarını uygulayamıyan
III. S e 1i m 'in gene de o devre göre ileri bir aydın olduğu
belirtilmelidir. Fikirleri yetersiz de olsa, gene çevresindeki
aydınlara göre çok gelişmiştir. Etrafındaki kadro bu yeter­
siz fikirleri bile hazmetmekten.pek uzaktı. Bunu bize, biz-..
zat o devir aydınlarının ilerleme hakkmdaki kanaatları gös­
terir. III. S e l i m , devlette yapılmasını istediği düzelti için
devrin en seçkin adamlarından fikirler istemişti8. Bu aydın­
ların verdikleri lâyihalara göre, devletin ilerlemesi ve bozuk­
lukların düzeltilebilmesi için askerî alanda yapılacak bir dü­
zenleme gerek ve yeterdir. Lâyihalarda hemen yalnız bu ko­
nu üzerinde durulmaktadır. Ancak bu düzeltinin yapılması
için öngörülen tedbirler dahi yetersizdir. Cesur, devrimci gö­
rüşler yoktur. Devletin çöküntüsüne ikinci sebep olarak isti-
sadî bozukluk gösterilmişse de kısır ve zayıf olan bu görüşler
de gene askerî teşkilâttaki bozukluklara bağlanmıştır9. As­
kerî durum dışında eğitim, sosyal yaşayışın hataları, kültür
eksikliği gibi sebeplere ise hiç dokunulmamıştır.
İşte, son derece kararsız şahsiyetli olan III. S e l i m ay­
rıca bu yetersiz kadronun da etkisi ile hiçbir olumlu hareket­
te bulunamamıştır. Etrafında, Nizam-ı Cedid kuvvetlerinin
değerli komutanı K a d ı A b d ü r r a h m a n P a ş a , K e t ­
hüda Mustafa Reşit E f e n d i 10 gibi birkaç uyanık

(7) A H M E D C E V D E T PAŞA: Tarih-i C evdet V III, s 150. K A Y N A R ,


Reşat: Mustafa R eşit Paşa v e Tanzimat. Ankara İ954. s 22’den naklen.
(8) III. S e 1 i m 'in isteği üzerine bazı aydınların verdikleri lâyihaların b ir kısm ı
K A R A L tarafından T V ’de yayınlanmıştır. Bk; K A R A L , N iza m -ı Cedide dair
vesikalar. T V I, sayı 6, Nisan 1942. s 415-425; I I , sayı 8, Ağustos 1942; s 104-111;
sayı 12, Nisan 1943, 342-351; sayı 12, Nisan 1943, s 424-432.
(9) Y u s u f Pa şa (T V II, 430), Çavuşbaşı Râşid E f e n d i (T V I, 422)
lâyihaları gibi.
(10) Bu uyanık fikirli zatın son derece mükemmel lâyihası için bk, TV II, 104 vd. V e ­
rilen lâyihalar arasında bu uyanık zatmkini diğerlerine oranla tek devrimci ve
ilmi görüş saymak mümkündür.
fikirli aydın, kararsız padişahı gerekli radikal yollara iteme-
mişler, sonuçta, K a b a k ç ı Mustafa Ayaklanma­
s ı (1807/1222) ile III. S e l i m , yaptıklarını da kendi eliyle
yıkmıştır.

Bu şekilde sonuçlanan III. S e l i m devrinin getirdiği ba­


zı yenilikleri de inkâr etmemek gerektir. Meşverete olan iç­
ten bağlılığı samimiyeti, devletin acıklı durumunu açıkça
görmesi ve acele düzeltilere başvurulmasını istemesi II. M a h ­
m u d ve A b d ü l m e c i d üzerinde herhalde derin etkiler
yapmıştır. Ayrıca, yukarıda belirttiğimiz gibi Avrupa devlet­
leri ile daha sıkı ilgiler kurulması da faydalı olmuştur.

Bütün bu hususları belirttikten sonra şimdi konumuz için


gerekli şu soruyu sorabiliriz: III. S e l i m devrinde, siya­
seten katlin kanun içinde düzenlenmesine doğru bir hareket
görülmüş müdür ? Buna açıkça menfi cevap vermek müm­
kündür. Zira III. S e l i m merhametli bir hükümdar olmak­
la beraber, asla «siyaset hakkının kullanılmaması» şeklinde
bir görüşe sahip değildi. Donanmada yolsuzluk yapan bir me­
mur için yazdığı hatt-ı hümâyûn III. S e l i m ’in bu hususta­
ki fikrini açıkça gösteriyor12. III. Selime göre bu yolsuzluk­
lar «hayinler hakkında siyaset olunmadığından» vuku bu l­
maktadır. Bu adamın «şimdi hesabı görülmelidir». «Siyaset
olmayınca halk-ı âlem ıslah olmaz, icra lâzımdır, selefte ni­
zam siyaset ile olur imiş». Bu fikrinden anlaşılıyor ki III. S e ­
l i m siyaseten kati emri verme yetkisini son derece normal
karşılamaktadır. Etrafındaki, eski düzene ve hukuk anla­
yışına bağlı olduğunu söylediğimiz kadro ile de tabiî asla, bu
yetkisini sınırlamak ve ölüm cezasını yalnız kanunda belirti­
len hallere hasretmek fikri kendisinde uyanamazdı. Devlet
hayatına getirdiğini söylediğimiz müspet fikirleri, asla bu
noktaya kadar uzanmamıştır. Bu bakımdan III. S el im dev­
ri ile msl, II. S e l i m devri arasında en küçük bir fark yok­
tur 13.

(11) K A Y N A R , Tü rk iyed e Hukuk D e v le ti K u rm a Y olu n d a k i H a re k etler, İstanbul


1960, s İ . ' .
(12) Bk; BELGE N . 29 ( K A R A L , H. H ü m a y û n la r II, 66-67).
(13) D ipnotlarda zikrettiğimiz BAHH belgelerinin tarihlerine bak ılırsa, önemli b ir bö­
lüm ünün III. Selim devrine ait olduğu anlaşılır.
Tarihimizde köklü düzeltileri ilk defa uygulayan II. M a h ­
m u d ’un zamanı konumuz bakımından acaba nasıl bir gö­
rünüş gösteriyordu ? Şimdi de bu devreyi inceliyelim.

3) II. M ah m u d D e v r i :
A — Birinci Safha.

II. M a h m u d zamanını iki önemli safhada incelemek ge­


rektir. Birinci safha 1826/1242 tarihine, yani Yeniçeri Ocağı­
nın ortadan kaldırılmasına kadar sürer. Bu süre içinde
II. M a lı m u dun henüz yenilikçi hareketlerine rastlanmaz.
Konumuz bakımından ise, eski devirlerden en küçük bir far­
kı yoktur. Bu devreye « H a l e t E f e n d i devri» 14 demek
son derece doğru olacaktır. Bütün kudreti eline geçiren H a ­
l e t E f e n d i , adetâ «adaletsizlik» sembolüdür. Dilediğini,
dilediği gibi cezalandırtır, padişahın yenilikler yapmasına en­
gel olur. Padişahtan istediği kimselerin kati fermanlarını
alır. H a l e t E f e'n d i devri Osmanlı Tarihinin en karanlık
bir safhasıdır ıs. Bu yüzden, daha fazla üzerinde durmuyoruz.

B — İkinci Safha.

a. Genel olarak : .

V a k ’ a- i H a y r i y e ile gerçek hükümdarlık fonksi­


yonlarını ifa fırsatına kavuşan II. M a h m u d , devletin o za­
mana kadar görmediği derecede şumullû düzeltilere girişti.
Bu geniş düzelti fikirlerinin onda saltanata çıktığı andan iti­
baren başladığı şüphesizdir. Ancak H a l e t E f e n d i dev­
rinde bu fikirlerini uygulama alanına koyamamıştır.

II. M a h m u d çok cepheli bir düzelti hareketine giriş­


miştir. Bunları incelemek konumuzla ilgili değildir. Ancak,
siyasî hukuk alanında yaptığı bazı hamleler kısaca belirtilme­
lidir. Padişah, çeşitli hususlar için gereken prensipleri hazırla­
yacak ve böylece devlet işlerinde kendisine bir dereceye ka­

(14) K A Y N A R , H u k u k D evleti, 2 vd.

(15) Vezir-i âzam R a u f Pa ş a


’yı azlettirdikten sonra katlettirmek te isteyen H a ­
le t E f e n d i ' y e II. Mahmud, «kallavî başm a pek yakışıyor, ben o güzel
başa kıyamam» demiştir. K A Y N A R , Hukuk D evleti, 3. Bu olay H â 1e t
Efendi devrinde insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu konuda ilginç bir olay için bk, Ş E H S U V A R O G L U . ~
dar yardımcı olacak « M e c l i s - i V a l a - i a h k â m - ı a d ­
l i y e » « D â r - ı Ş u r a y - y ı B a b - ı â l i » adları altında iki
meclis kurmuş 16, böylece kanun yapma işleri ilkel de olsa bir
düzene sokulmuştur. Daha ileride merkezî idare için için
önemli yenilikler yapmıştır. Vezir-i âzamlık unvanı « B a ş ­
v e k â l e t s e çevrilmiş ve vezir-i âzamm eski sınırsız yetkileri
kendisinden alınarak nazırlara verilmiş, böylece bir bakan­
lar kurulu teşkil edilmiştir. Bundan sonra başvekâlet bakan­
lıklar arasında işbirliği ve ahengi sağlıyan bir şeref yeri ya­
pılmıştır 17. Bu değişikliklerin hukuk devletine doğru önemli
hamleler olduğu açıktır . Bu yöndeki hamleler II. M a h m u d '
un meşhur «T e b ’amdan müslümanları ancak camide, hristi-
yanları kilisede, musevileri de havrada görmek isterim» sö­
zü ile din ve vicdan hürriyetine 38 ve silik de olsa halkın ka­
nun önünde eşitli prensibine doğru gelişmiştir1''. Kendisini
«insan üstü» bir varlık sayan anlayışın da hafifletilmesine ça­
lışmıştır. Bu amaçla kendisini büyük memurlarından ayıran
ve herkese yukarıdan bakması esasına göre ayarlanmış gele­
neklerle törenleri bıraktı, bakanlar ile ulemanın huzurunda
oturmalarına izin v erd i20.
II. M a h m u d devrinin saydığımız belli başlı özellikleri.,
siyaseten katlin ortadan kalkmasını hazırlıyan önemli basa­
maklardır. Zira o zamana kadar hiçbir padişah bu derece ge­
niş değişikliklere cesaret edememiştir. Ancak, II.M a h m u d
devrinin konumuz ile doğrudan doğruya ilgili iki önemli ola­
yı vardır. Kanaatımıza göre bu iki olay, Tanzimatı hazır­
layan ve siyaseten katlin ortadan kalkmasına birinci derecede
âmil olan hareketlerdir. Bunları kısaca görmek gerektir.

b. Müsaderenin K alkm ası:

Vak'a-i Hayriyenin hemen arkasından ayni yıl çıkarttığı


bir fermanla II. M a h m u d müsadere usulünün kaldırıldığını
ilân etti 21. Padişahın bu en önemli haklarının birisinden vaz­
geçmesi çok ilginç bir olaydır.

(1 6 ) O K A N D A N , 29-30.
(17) K A R A L , OT V, 156.
(18) T U N A Y A / 2 9 .
(19) K A R A L , OT V, 156.
(20) K A R A L , ay. eser, 161,
(21) K A R A L , ay. eser, 155 vd; JORGA V, 320.
Müsaderenin kalktığını bildiren ferman, son derece il­
ginçtir22. Fermanın baş tarafında II. M a h m u d , padişahın
Ödevinin tebayı refah ve güvenlik içinde yaşatmak, bu husus­
ta onun tarafından gidilecek yolun «şefkat ve merhamet» yoJu
olduğunu belirttikten sonra, padişahın bu ödevini yerine ge­
tirememesinin tek sebebinin, yeniçeri eşkiyasmm devlete iras
ve ika ettiği son derece korkunç zararlar yüzünden hâzinenin
hep boş durması ve bu yüzden hükümdarın «muhallefat zap­
tına» mecbur kalarak, istemediği halde «şefkat ve merhamet»
yolundan uzaklaşması bulunduğunu ileri sürmektedir. Müsade­
renin sebebini yeniçerilerin hâzineye yaptığı zarara inhisar et­
tirmek, elbette makul bir sebep değildir, fakat Yeniçeri Oca­
ğı lehine herhangi bir hareketi önlemek için halkta, bu anar­
şi unsuruna tam anlamıyla nefret uyandırmak ancak bu yol­
larla mümkündür. Böylece II. M a h m u d müsaderenin «hu­
kuka aykırı» bir fiil olduğunu kabul etmekte fakat bütün
suçu da yeniçerilere atarak saltanatı «temize» çıkartmak­
tadır. '
Fermanın geri kalan bölümü «her kim olursa olsun» ve­
fat edenlerin terekelerinin artık müsadere edilmeyip miras­
çılar arasında bölüştürüleceğini ve devletin mirastan « k u ­
r u ş t a b i r p a r a » (1 /40) «resm-i kısmet» alacağım hük­
me bağlıyarak, müsadere yerine miras vergisi usulünü ka­
bul etmektedir.
Ancak şurasını belirtmek gerektir ki, müsadere yalnız
«eceliyle vefat» edenlerin terekesinden uzaklaştırılmıştı. Si­
yaseten kati henüz ortadan kalkmadığı için, katledilenlerin
muhallefatları müsadere ediliyordu. Fakat «eceliyle ölenler»
in de mirasçıları, bu fermana rağmen henüz tereke üzerinde­
ki mülkiyet haklarından emin değildiler. Yüzyılların doğur­
duğu alışkanlıklar devleti bazen müsadere yoluna başvurdur-
tuyor, birtakım özel hallerde «fetva» alınarak, devlet kendi
sözünü kendisi çiğniyordu 20. Eski alışkanlıklar, hâzinenin za-
(22) Bk; B E L G E N. 30 (B A C V T A. N . 1485). F ilibe K adılığı tarafından ferm anın ilân
edildiğini bildiren bu beglede, ferm anın hemen hemen aynen sureti vardır.
(23) «M uhallefat zabtı irade-i setliye ile m enolu n m u ş ise de b u k erre vefat eden R e is -
sülküttap S ey y i d E f e n d i ’nin valide ve hem şiresinden ve iki azatlı ayalin­
den başka evlât ve eytam ı olm adığı ve serveti ticaretten olm aytp devlet m em u­
riyetinden kazanıldığı cihetle vârislerine m ünasip b ir şey terkolunarak m ütebaki
m uhallef atının m irîce zabtt m eşru ğ olduğuna dair fetva verildiği cihetle sadır olan
irade-i seniye m u cibin ce muhallef at-ı m ezkûr enin tecrid olu n d u ğu n a ..» dair tak­
rir müsveddesi. B A C V T Maliye. N . 19445, 18 Şevval 1242 (14 Mayıs 1827).
rureti, bazı hallerde müsadere geleneğini canlandırıyor ve fer­
mana rağmen devlet müsadere yapılmıyacağmı teyit etmek
zorunda kalıyordu 24. Bazen de «borçları ödenmek» şartı ile te­
rekenin «bağışlandığı» 25 bildiriliyordu. Şu hale göre henüz,
ecelle ölüm halindeki müsaderenin bile ortadan tam anlamı
ile kalkmaması, siyaseten katlin daha devletle yürürlükte oldu­
ğunu gösterir. Ancak buna rağmen, bahsettiğimiz olay son
derece önemlidir. Zira müsaderenin kaldırılması fermam ile
padişah; (i). Devletin haksızlıklarda bulunabileceğini kabul
etmektedir, (ii). Kaldırılan haksız bir usul yerine mantıklı
ve hukuka uygun başka yollara başvurulmasının mümkün
olduğunu göstermektedir. İşte bu iki prensip, ilkönce ilkel
bir ceza kanunu çıkartabilmiş ve ileride de Tanzimata yol
açmıştır.

c. 1838 (1254) Tarihli Ceza K anunu:

II. M a h m u d , hukuk devleti kurmak yolundaki ham­


lelerine, hayatının son aylarında bir yenisini eklemiştir. Bu
hamle «kazasker, kadı ve memurlarla» ilgili bir ceza kanunu­
dur. Şekil itibarı ile son derece basit olmasına 26 rağmen bu
kanunla «askerî sınıfın» siyaseten katlinin ortadan kaldırıl­
dığını görüyoruz. Kanun, baş tarafındaki ifadeye göre, «..ez-
man-ı sâlifede câri olan m ü s a d e r e - i gayr-i ic ab iv -
y e ile beraber s i y a s e t - i örfiyye b i ’l-külliyye
t e r k v e i l g a ve şer'an kısas ve hudud icrası lâzım gelen­
lerden m a’da sair erbab-ı cürm ve kabahatin cerayim ve kaba­
hatlerine göre âhar gûna te'dib olunmak üzere, i’dam ve it-
lâf-ı nefslerinden sarf-ı enzâr-ı âtıfet-âsar-ı hazret-i cihan-bâııi
şâyân ve seza buyrulmuş olduğuna., binaen gerek Der-i saa­
det ve gerek Memâlik-i Mahrüsatû'l-mesâlik-i hazret-i hilâ­
fet - penâhide bulunan şerif ve vazî, kâffe-i memurin hakla­
rında erzan buyurulmuş..» t u r 27 Açıkça görülüyor ki hadd
ve kısas gereğince, şer’an verilecek idam hükümleri dışında,
memurlar hakkında «siyaset-i örfiyye» kaldırılmıştır. Hadd

(24) «D e r g â h -ı A li k a p u cu b aşılarından îs lim iy e Âyâm T ahir Bey'in bü tü n m u-


h allefatının v eresesin e terk in e m üsaade olun m ağla ic a b ın ın icrası hakkında İs li-
m iye N a ib in e ..» hüküm . B A C V T A. N . 4483, 1244 (1828).
(25) B k; Üçüncü Bölüm , not 447’de B A C V T A. N . 4007.
(26) Bu kanunun tam metni için bk; K A Y N A R , Tanzim at, 295 vd.
(27) K A Y N A R , Tanzim at, 296’dan naklen.
ve kısas'm da kötüye kullanılmasını önlemek üzere hükümler
konarak, «haksız yere» hadd veya kısasa başvuranların da
da idam edileceği28 belirtilmiş ve memurlar tam anlamı ile gLİ-
venlik altına alınmışlardır.
Şu halde II. M a h m u d devrinin sonunda memurlar için
siyaseten kati kaldırılmıştır. Memurlara « L u t f v e İ h ­
s a n » 29 edilen bu hak, henüz diğer teb’aya tanınmamıştır.
Böylece bu «bir imtiyaz kanunu» olmakta, reaya ile memurlar
arasında derin bir uçurum açılmaktadır Bununla beraber,
kanundan bir yıl önce P e r t e v P a ş a gibi çok değerli bir
devlet adamının öldürülmesi30, zihniyette daha bir değişiklik
olmadığını belirttiği gibi... I I . M a h m u d un ölümüne.yakın
zamanlarda kanun yayınlandıktan sonra, M u s t a f a R e ş i d
P a ş a 'nm idamına irade-i seniye çıkması gibi olaylar bize
kanunla memurlara bahşedilen bu güvenliğe ~tıpkı müsadere­
nin kaldırılmasında olduğu gibi- uygulamada tam anlamı ile
riayet edilmediğini göstermektedir. îbrete değer bir olay da
şudur: R e ş i d P a ş a A b d ü 1m e c i d 'in huzuruna çık­
mak için Vezir-i Âzam H u s r e v P a ş a tarafından kablu edil­
diğinde eline bir mektup verilmiş ve mektubu okuyan A b -
d ü İm e c i d üzerinde şunları görmüştür : «işbu arizamı efen­
dimize takdim edecek olan R e ş i d P a ş a cennetmekân pe­
derinizin idam için ferman buyurduğu zattır ve yine devlete
begayet muzır olduğundan h ü k m i pederi hemen icra buyur­
manız münasibdir» 31. O halde anlaşılıyor ki II. M a h m u d '
un son zamanlarında, hükümdarın kati emri verebilmesinin
gayet meşru olduğu henüz kabul ediliyordu. Bu anlayışı orta­
dan kaldırmak için A b d ü l m e c i d gibi idam, ölüm ve kan
kavramlarından bütün benliği ile nefret eden bir hükümdara
ihtiyaç vardı.

II — TANZİMAT :

1} G e n e l Olarak:
Türk tarihinin en önemli olaylarından birisini teşkil eden
Tanzimat hareketini temizin çerçevesi içinde inceleyip tah-
(28) Ay. eser, 300.
(29) Kanunun başlangıcından, ay. eser, 296.
(30) Bu olayın belgelerle açıklanması için bk; ay. eser, 30 vd,
(31) Ay. eser, 160 not 14 ve 161 not 15.
lil etmeğe imkân yoktur. Biz, aşağıda bu haraketin konumuz
bakımından gösterdiği önemi anlatmağa çalışacağız. Yalnız
daha önce bu olayın ana noktaları üzerinde çok kısa olarak
durmak gerekecektir.

Tanzimat nedir ? Bu soruya şöyle bir cevap vermek müm­


kündür : Tanzimat, «temel müesseseleri bozulmuş olan Os­
manlı İmparatorluğunun, yepyeni bir medeniyetle yükselen
ve' taarruza geçen bir Avrupa nm ezici üstünlüğü karşısında
yeniden teşkilâtlanma teşebbüsünün kati bir safhası» dır 32.
Bu genel tarifin daha derinlerine doğru inersek, Tanzimat m
çok yönlü bir hareket olduğunu anlamak kolay olacaktır. Fa­
kat,.bu hareketin temel prensibi « b i l â t e f r i k - i c i n s - ü
m e z h e b » eşitlik meselesidir33. Eşitlik, birinci plânda bir
hukuk konusudur. Gerçek eşitliğin ancak kişi güvenliğinin
teminalj altma alınması ile sağlanacağı açıktır. Yukarıdan
beri yaptığımız açıklamalar gösterdi ki padişahın bir iradesi
ile vezir-i âzamlarm, vezirlerin, herkesin boynunu vurdurma­
sı, mallarını müsaderesi; vezirler, beylerbeyleri, valiler ta­
rafından da başkaları hakkında ayni surette hareket edilme­
si 34, îslâm hukukunun kurduğu yargılama sisteminin bozul­
ması ve kişi güvenliğini asla sağlıyamaması, memlekette can
ve mal teminatı bırakmamıştı. III. S e l i m 'den itibaren baş-
lıyan yenileşme hareketlerinde böyle bir teminatın henüz ba­
his konusu edilmediğim görmüştük. II. M a h m u d son za­
manlarında, devleti kurtarmanın ancak bu yolda olacağına
inanmıştı. O devirlerde sayıları pek çok az olmakla beraber,
bazı aydınlar da meselenin bu şekilde çözümlenmesi gereğine
inanmışlardı. Yabancıların da bu aydınlar üzerinde müspet
etkileri oluyordu. Tanzimat hareketinin önderi M u s t a f a
R e ş i d P a ş a Londra da bulunurken, İngiltere nin meşhur
Türkiye Elçisi C a n n i n g ile yaptığı bir konuşamada, ona
işe nereden başlamak gerektiğini sormuştu. Elçi «T a baş­
tan» dedi. R e ş i d P a ş a «nasıl baştan ?» diye sorunca «T a­
biî can ve mal emniyetinden» cevabını almıştır 35. Devlette ilk

(32) İ N A L C I K , Tanzim at ve B u lg a r M e se les i Ankara 1943, s 2.


(33) Bk; ay. eser, 3.
(34) T A N E R , 224.
(35) P O O L E , Stanley Lane: L o rd S tra tford C a n n in g ’irı T ü rk iye H atıraları,
(Özetleyip çev: Y Ü C E L , Can), Ankara 1959, s 119.
problem bu güvenliğin sağlanması idi. M u s t a f a R e ş i d
P a ş a , bu konuda A b d ü l m e c i d ' i n şahsında büyük bir
destekleyici bulmuştur. Osmanlı Devletinin başına gelen en
büyük sultanlardan biri olduğu şüphesiz bulunan A b d ü 1-
m e c i d , yapılması düşünülen hareket için son derece istek­
li ve heyecanlı idi. Tanzimat hareketi için şöyle düşünüyor­
du. «Tutumumun ilk amacı teb'amm mutluluğu. Gülhane’de
ilân edilen İnsanî yasaların tatbikini emrettim..» 36.

Kişi güvenliğinin teminat altma alınması için ilk temel,


Ölüm cezasının yalnız kanunda yazılı hallerde ve sağlam bir
soruşturma sonucu verilmesi ve ululemrin örfî yetkisine da­
yanarak resen kati emri ısdar edememesidir. Bu temel, padi­
şahın örfî yetkisinin sınırlandırılması demektir. Osmanlı Dev­
letinde, o zamana kadar, padişahın yetkilerini sınırlayıcı,
bir ihtilâl veya aydınlar hareketi sonucu kurulmuş organ
yoktu ve olması da beklenemezdi. Bu takdirde padişah, kati
emri verme yetkisini kendi iradesi ile sınırlayacaktır. Her­
hangi bir teminat ve organ olmadığı için bu kendi kendini sı­
nırlama mantıken imkânsız gibi görünür. İşte A b d ü l m e -
c i d ’in büyüklüğü buradadır. Pek çok beşerî hatalarına rağ­
men, söz verdiği bu sınırlamayı, hayatının sonuna kadar boz-
mamıştır. Bunda kendisinin ruhî yapısının da etkisi vardı.
Son derece yumuşak tabiatlı ve merhametli idi. Kandan tıksı-
nirdi37. İdam kelimesinden nefret ederdi. Bu yüzden msl, ha­
yatına kasteden Kuleli Olayı suikastçılarını bile, katlettirme-
miştir 38. Böylece bu hükümdar Osmanlı tarihinde ilk defa
ölüm cezasını kanunda sayılı hallere inhisar ettirmeği başar­
mıştır.

Tanzimat hareketi pek çok bakımlardan istenen sonuç­


ları doğurmamış fakat ilk temeli olan kişi güvenliğini, Os­
manlı Devleti için bir muazzam reform sayılacak tarzda ger­
çekleştirmiştir. Bu hususu biraz daha yakından incelemek
gerekecektir.

(36) Ay. eser, 111.


(37) K A R A L , OT V, Lâvha X II.
(38) Bu konu için bk; İ Ğ D E M İ R , Uluğ: K uleli V a k ’ası H akkında b ir A raştır­
ma. Ankara 1937; kşl, K U R A N , Ahmet Bedevî; İn k ılâ p Tarihim iz ve
Jön Türkler. İstanbul 1945, s 7.
2) T a n z i m a t Devrinde Ölüm Cezasının
Makûl Ölçülerle Kanunda Yazılı H a l­
lere İ nh i s a r E t t i r i l m e s i :

A — Tanzimat Devrindeki ilk Ceza Kanunnamesi (3 Ma­


yıs 1840/3 Rebiulevvel 1256)

Tanzimat Fermanının ilânından kısa bir süre sonra he­


men bir ceza kanunu yapılarak, söz verilen can, mal ve ırz gü­
venliğinin sağlanması gerçekleştirildi. Çıkartılan kanun pek
çok bakımlardan, II. M a h m u d devrinde konulan ceza ka­
nunundan farklıdır. İlkönce bütün tebaya şamildir. İkincisi,
prensipleri öbürüne göre son derece ileridir. Nihayet ilkel
olmakla beraber, eskisinden daha sistemli ve insicamlıdır

Konumuz bakımından kanunun en önemli bölümleri Bi­


rinci ve İkinci Fasıllardır. Birinci Faslın ilk maddesinde, ölüm
cezasını gerektirici suçlar sayılıyor. Bunlar «padişaha iha­
net», «Devlet-i Aliyye aleyhine ikâz-ı fitne» ve «katl-i nefs»
dir. Görüldüğü gibi bu üç halden ikisi siyaseten kâtl sebebi,
sonuncusu ise şer’î bir Ölüm cezasıdır. Böylece kanunda ör­
fî ve şer'i cezalar birleştirilmiş ve bir tek metin elde edilmiş­
tir.

Birinci maddenin diğer hükümlerinde bu suçların ne şe­


kilde tebeyyün edeceği belirtiliyor. Bu fiillerin «tahkikat-ı Jâ-
zimesi» ve « tetkikat-ı mukteziyesi» icra olunup «kiraren ve
miraren» davaları görüldükten sonra, suçun «bilâgarez»
tebeyyün etmesi gerektir. Bu şekilde bir hüküm olmadan pa­
dişah dahi «hafî ve celî ve katilen ve tesmîmen ve gerek her
türlü suver-i mümküne ile hiç kimsenin canına kasd» edemi-
yeceğiııden, pek tabiî hiçbir memur da böyle bir kasıtda bulu­
namaz. Bu hüküm ile. vezir-i azamdan başlıyarak, bütün es­
ki yetkililerden ve en nihayet padişahtan kati emri verme hak­
kı alınmaktadır. Maddenin sonunda verilen meşhur Örnek İle
bu prensip sağlam bir şekilde ifade edilmiştir: «..faraza vü-
zeradan birisi tarafından bir çobanın bile canına kasd vuku­
unda ol vezirin hakkında dahî kısas-ı şer'i icra oluna». İkin­
ci madde, bu eşitlik üzerinde bir kere daha durur : «Elhasıl

(39) Kanunun metni için fak; K A Y N A R , Tanzim at, 303 vd. K anunun genel yapısı
için bk; T A N E R , 226 vd.
işbu kail-i nefs maddesinde büyük ve küçük müsavi tutula».
Üçüncü ve dördüncü maddeler yargılama yerini gösteriyor.
Üçüncü maddeye göre katli mucib suçlardan İstanbul’da iş­
lenenlerinin dâvası mutlaka «huzur-ı fetvâ - penâhîde» görülüp
suç, «tevatüren ve şahitler» beyanıyla sabit olacaktır. Dör­
düncü maddede ise taşradaki yargılamadan bahsediliyor. Bu
kabil suçların taşrada «memleket meclis-i meşveretinde mari-
fet-i şeri ile şerait-i muharrereye tatbikan» davaları görülüp
İstanbul’da hüküm tasdik edilecektir. Her iki maddeye gö­
re gerek İstanbul'da, gerekse taşrada verilmiş olan bu hüküm­
ler padişahça tasdik edilmedikçe icra edilmezler. Böylece bü­
tün idam cezası infazları için son söz padişahtadır... Bu şekil­
de hiç bir yüksek memur kati emri veremez.

İkinci Fasılda, Birinci Fasıldaki sâî bilfesatlık kavramı


üzerinde durulmaktadır. Siyaseten katlin bir ölçüsü olduğunu
bildiğimiz bu kavram üzerinde herhangi bir şüphe olmama­
sı için «kavlen» sâî bilfesad olanlara 1-5 yıla kadar kürek ce­
zası verilmektedir. Fiilen sâî bilfesadhk ise son derece kuv­
vetli isyan ve hıyanet hallerine inhisar ettirildikten sonra,
bunların cezalarının idam olduğu, fakat padişahça müebbed
küreğe çevrilebileceği belirtilmektedir.

Bu şekilde, kanunda siyaseten kati yalnız «isyan» haline


inhisar ettirilmiştir. Eskiden kati sebebi sayılan hallerde iş­
lenen suçlara, derecesine göre hapis cezaları verilmiştir. Msl,
devlet memurlarına silâh çekmek, (Dokuzuncu Fasıl Üçün­
cü Madde) yol kesmek -eşkiyalık- (onbirinci Fasıl Birinci
Madde) gibi. Bu gibi hallerde ancak «kat-i nüfus »olursa «kı­
sas» uygulanır.

Dördüncü Faslın Birinci maddesinde de müsaderenin


kalktığı açık ve kesin bir şekilde belirtilmektedir.
Tanzimatm bu ilk ceza kanunu padişahın istediği sebebe
dayanarak ölüm cezası verme yetkisini kaldırmıştır. Siyase­
ten kati, sadece kanunun bir teknik deyimi olmuş ve «hüküm­
darın iradesi ile infaz edilen ölüm cezası olmak» vasfım kay­
betmiştir. Sadece kısas ile verilen ölüm cezasını sınırlamak
imkânsızdı. Devletin selâmetine karşı işlenen ağır cürümle­
ri de idam ile cezalandırmak gerekirdi. İkinci Bölümde de
söylediğimiz gibi bazı zaruretler siyaseten katli İslâm ceza hu­
kukuna sokmuş, fakat bu hükmün verilmesini şeriat - kendisi
de destekliyerek - hükümdara bırakmıştı. Halbuki Tanzi­
matta siyaseten katli gerekli fiiller sayılmış ve bunların tes-
biti ile hükmün verilmesi yalnız mahkemeye bırakılmış, hü­
kümdara ise sadece, bu hükmün tasdiki işi kalmıştır. Böyle­
ce padişaha «haksızlık varsa onu kontrol» etme ödevi verilmiş
fakat ondan «Ölüm cezası verme» vetkisi alınmıştır.i

Bu kanun pek tabiî seri hükümlerin saklı olduğunu ka­


bul etmiştir10. Bunu devletin yapısı için zarurî bir prensip
kabul etmek gerektir. İşte bu prensip yüzünden - kanunda
yazılı olmamakla beraber - İslâmdan dönme ve zina için ölüm
cezası verilmesini kabul etmek gerektir. Yol kesmenin cezası
ise kanunda belirtilmiş ve ancak kati cürmü ile birleşirse «kı­
sasla» cezalandırılacağı hükme bağlanmıştı. Zinanın daha
F a t i h 'den beri para cezası ile cezalandırıldığım görmüş­
tü k 41. Fakat İslâmdan dönme için kanun hüküm koyamamış­
tır. Zira bu devletin temel teokratik prensiplerine aykırı idi.
Böylece İslâmdan dönme ölümle cezalandırılmakta devam
ediyordu. Bu yüzden, Tanzimat hareketinden dolayı lehimi­
ze dönen batı halkoyu fena halde incinmişti42. Devlet adam­
ları son derece zor bir durumda kalıyorlardı. Sonunda İngiliz
Büyük Elçisi C a n n i n g - haklı olarak - Kur'an metninde
böyle bir ceza olmadığını A b d ü l m e c i d ' e anlattı ve o da
bu çeşit cezasının infaz edilmiyeceğine söz verd i 13 Ancak me­
sele hukuken çözümlenmemiş, sadece «idare» edilmişti. Bu
yüzden İslâmdan dönme meselesinin Tanzimat sonrası gös­
terdiği gelişim İncelenmeğe muhtaç bir konudur44.

Şu halde «İslâmdan dönme» meselesindeki zarurî eksik­


liği bir tarafı bırakılırsa Tanzimat'ın ilk ceza kanunanun,
Gülhane Fermanındaki temel hedefi gerçekleştirdiği açıktır.

(40) B k T A N E R , 227.
(41) B k; Üçüncü Bölüm , not 340.
(42) Bk; K A Y N A R , Tanzim at, 556 vd; P O O L E . 115 vd.
(43) P O O L E , 117.

(44) G R Â F 'e göre b u husustaki son ölüm cezası 1843’de infaz ettirilmiştir s 84. An-
• cak, bu doğru olm asa gerek. Zira 1844'de bu konu olağanüstü önem kazanmıştı.
A b d ü l m e c i d - C a n n i n g konuşm asından sonra m ürded meselesi çözüm­
lenmiş sayıldığından G r â f ’ın b ir tarih hatası yapm ası ve 1844’den sonra mese­
lenin kapandığı kabul edilebilir. Ancak iş İncelenmeğe m uhtaçtır.
B — Tanzimat ta î kinci ve Üçüncü Ceza K anunları:
14 Temmuz 1851 (15 Ramazan 1267) tarihinde, ilk Tan­
zimat ceza kanunu yürürlükten kaldırıldı ve İkincisi uygu­
lanmağa başladı. Bu kanun, ilkine oranla bir duraklama ifa­
de eder. Kanaatımıza göre lâik hükümlere olan tepki sebe­
biyle, bu kanunda şer'i hükümlere daha fazla yer verilmiştir/
Konumuz bakımından son derece dikkate değer bir hüküm
de kanunun Birinci Faslının Birinci Maddesinde yer almıştır.
O da şahsî hak kabilinden olması dolayısı ile uygulanması,
öldürülenin mirasçılarının dâvasına bağlı bulunan ve miras­
çıların suçluyu affetmesi veya diyet alması ile düşen kısas
hakkının bu suretlerden birisiyle şer'an sona ermesi halinde
bile suçlunun «siyaseten ve nizamen» katledilmesidir. Bu ar­
tık bir siyaseten kati cezası değildir. Bu hükmün konulma
sebebi kanaatımıza göre, devletin «cezalandırma» hakkını
elinde tutmak istemesidir 45. Şu halde, bu hüküm şeriata ay­
kırı fakat modern ceza nazariyesine uygun bir adım teşkil
eder.
Kanun diğer prensipleri ve yazılışı itibarı ile ilk kanunun
hemen hemen aynıdır. Yalnız bazı yeni suçları ve cezalarını
tesbit etmiştir.
9 Ağustos 1858 (28 Zilhicce 1274) Tarihli Ceza Kanunu
ile Türk ceza hukukunun 1926 ya kadar süren temelleri atıl­
mıştır. 68 yıl uygulanan bu kanun 1810 tarihli Fransız Ceza-
Kanunu esas alınarak meydana getirilmiştir. İlk iki kanu­
na göre bu daha ileri ve lâik bir eserdir.
Kanun daha ilk maddesinde, «şeriata muhalif olmayıp,
şer’an ululemre ait olan ta'zirin derecatım» tâyin ettiğini be­
lirterek, padişahın ta'zir yetkisinin kanunla sınırlandığını
göstermektedir. Ancak gene ayni madde kanunun «şer’an
muayyen olan hukuku şahsiyeye halel getirmeyeceğini» be­
lirtmeği ihtiyata uygun bulmuştur. Fakat kanunun 171, 172
maddeleri ile 177 ve 170 maddelerinin ilk şekillerinde «huku­
ku şahsiye davası», «diyet», «kısas» dışındaki bütün hüküm-

(45) T A N E R , s 228-229’da bu cezanın siyaseten kati sayılması gerektiğine dair bir


ima vardır. Kanundaki « n i z a m e n » kelimesini yazar, zikretmiyor. «Nizam en
ve siyaseten kati», bizce İslâm hukukuna göre infaz edilen b ir ceza olmayıp lâik
ve devletin ceza verme hakkını eline alması sebebi ile konulmuş b ir hükümdür.
Bu hükümle ihkak-ı hak önlenmiş olmaktadır. Bu önlemenin de İslâm ceza hu­
kukundan saptığı bellidir.
ler lâik ve nizamî mahkemelerde uygulanacak hükümlerdir.
Ancak şahsî hak kabilinden olan kısas ve diyet dâvalarının
görülmesi, ilgililerin isteği üzerine şer'iye mahkemelerinin
ödevleri içinde bırakılmıştır. Böylece msl, bir kati olayında
vicdanî delil sistemini uygulayan nizamiye mahkemesinde
beraat eden bir sanık, ilgililerin isteği üzerine kanunî delil
sistemini uygulayan seriye mahkemesince kısasen katle mah­
kûm edilebilir46.
Bu ceza kanununda, birinci kanunda olduğu gibi hüküm­
darın tasdiki bulunmadan idam hükmünün infaz edilemiye-
ceği ifade edilmiş ve padişahın bu suçluları 15 yıldan az ol­
mamak şartı ile kürek cezasına koyabileceği 172. madde ile
öngörülmüştür.

3) K o n u m u z Bakımından Tanzimat Ha­


reketinin Sonucu:
Gülhane Hattı-ı Hümayunun okunmasından altı ay gibi
kısa bir zaman sonra yepyeni bir ceza kanununun ortaya ko­
nulması Tanzimat hareketinin ciddî bir şekilde ilerlediğini
gösterir. İş ilkönce gayet sıkı tutulmuş, yenilikleri kavra­
mak istemiyen büyük rütbeli devlet adamları, Tanzimat pren­
siplerine aykırı hareket ettiklerinden yargılanıp ağır cezala­
ra çarptırılmışlardır. Eski vezir-i âzam H u s r e v P a ş a Mec-
jis'i valâ-i ahkâm-ı adliyye önünde yargılanarak kürek cezasına
hüküm giydi. T a h i r , A k i f , N a f i z , H a s i p P a ş a gibi
yüksek devlet adamları da ağır cezalara çarptırıldılar 57. Hal­
buki eskiden böyle ağır suçlar işleyenler yargılamasız idam
bile edilirlerdi. Tanzimata inananlar onun prensiplerine ay­
kırı hareket edenleri, gene onun prensiplerine göre cezalandı-
riyorlardı.
Ceza kanunları halka açıkça okunuyor 48 hattâ basılı bir
şekilde dağıtılıyordu49. Usul kuralları yenileştiriliyor, Hris-
tiyan tebaanın tanıklığı kabul ediliyor, yazıl; delil sistemine

(46) Ay. eser, 231 not 1.


(47) K A R A L , OT V, 187.
(48) «T a n z im a i-ı H a y riy y e H a tt-ı Hüm âyûnu ahkâm ına tevfikan tanzim ve irsal olu ­
nan Ceza K a n u n n â m esin in alenen kıraat ve ilân olutfduğuna dair İm r o z m ukas­
sili ile K a d ısın d a n ..» gelen yazı. B A C V T A. N . 275 4 Cemaziyelevvel 1256 (4
Temmuz 1840). ,
( Î9 ) « M a tb u ceza k anunlarının reayaya dahi d a ğıtıld ığın a ..» d air tarihsiz b ir yazı. Tan­
zimat Devrine aittir. B A C V T A. N. 842.
de yer veriliyordu30. İslâhat Fermanında bu prensipler bir
kere daha teyit edilmiştir. Böylece, bu ceza hukuku düzeltisi
«cezanın sosyal karakterini belirten ilk islâmi harekettir» r'\

Bununla beraber, büyük bir iyiniyetle girişilen bu teşeb­


büsler, toplumun bünyesini değiştirmediği için beklenen so­
nuçları verememiştir. Merkezî kuvvetten ayrı ve bağımsız
yaşamağa alışmış feodal unsurlar, II. M a h m u t ' t a n beri bir
hayli sindirilmiş olmakla beraber Tanzimat prensiplerini
baltalıyorlardı 52. 1848 yılı sonlarına doğru Balkanlar’ı dola­
şan Fransız subaylarının verdikleri rapora göre, «bilcümle «e-
banm mal ve hayatını temin eden kavannine Der saadet1ten
maada Memalik-i Mahrusanm hiçbir tarafından riayet olun­
madığı itiraf olunabilir» ............. ..... ..........
Ancak bütün bu menfi sonuçlara rağmen, Tanzimat, h-i-
kümdarm kati emri verme yetkisini -bizzat hükümdarın da
çabası ile- vok etmiş ve bu şekilde, hükümdarın ve mut­
lak yahut sınırlı yetkililerin emirlerine bağlı olan «siyase­
ten katli» ortadan kaldırmıştır. Bizim için önemli olan bu sonuç­
tur. Bu sonuç Topkapı Sarayı nda kesik kafaların üzerinde teş­
hir edildiği Senk-i ibret’m kaldırılması ile 54 sembolik ifadesini
bulmuştur. Padişahın ve merkezî kuvvetin dışında, Tanzi­
mat prensiplerinin uygulanmamasının sebep ve gelişimini in­
celemek ise konumuzun ödevi değildir.
Tanzimattan sonra da, bütün idaresizliklere rağmen Tan-
zimat-ı Hayriyye prensiplerine bir dereceye kadar riayet edil­
miştir. Bununla beraber, A b d ü l a z i z ' i n son zamanları
ile A b d ü l h a m i d devrinde bu esasların çiğnendiğini id­
dia etmek mümkündür. Ancak şurasını da belirtmek gerek­
tir ki, Tanzimattan sonra, hükümdar ve diğer yetkililer yar-
gılamasız, keyfî olarak kati emri verememişlerdir. Şu halde
Tanzimat bu bakımdan etkisini sürdürebilmiş ve hukuk devle­
tinin en önemli temeli de böylece Türk toplumüna yerleşmiştir.

(50) K A R A L , OT V, 179.
(51) G R Â F , 105.
(52) Msl, devletin en verimli ve zengin yerlerinden olan Bulgar is tan' da, ağalar ege­
menliği yüzünden Bulgar milliyetçiliğinin nasıl uyandığı hakkında bk; Î N A I 1 -
C I K , Bulgar Meselesi.
(53) İ N A L C I K , ay. eser 8. Beklenen sonucun alınmamasında İktisadî rejimin ve
hele arazi meselesinin rolü için bk, ay. eser.
(54) Ü Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 23.
B E Ş İ N C İ B Ö L Ü M

OSM ANLI DEVLETİNDE HANED AN Ü Y E LE R İN İN K ATİLLER İ

I — OSMANLI DEVLETİNDE HANEDAN ÜYELERİNİN KATLEDİL­


MELERİNİN SE BE Bİ:

1) M e s e l e n i n Konumuzla İlgisi:

Osmanlı Devletinde, tahta çıkma hakkı, hemen hüküm­


dar derecesinde veya ondan biraz az olan hanedan Ü3^eleri
uzun bir süre padişah tarafından katlettirilmişlerdir. Bu
idamlar taht etrafında yapılacak mücadelelere engel olup
devletin anarşiye sürüklenmesini önlemek saiki ile infaz edil­
mişlerdir. Hanedan üyelerinden, hükümdara karşı isyan eden
olursa, bunların Ölüme mahkûm edilmeleri İslâm isyan hu­
kuku ile bir dereceye kadar açıklanabilirse de, hukuken hiç­
bir suçu olmıyan akrabaların mücerret bir «suç işleme ihti­
m ali» 11e dayanılarak katledilmelerini bu yolla anlamak im­
kânı yoktur. Mesele ancak, siyaseten kati kurumunun geniş
bir şekilde ele alınması ile çözümlenebilir. İkinci bölümde
siyaseten katli İslâm hukuku bakımından tahlil ederken, hü­
kümdarın bu husustaki yetkisinin zamanla çok genişlediği­
ni ve İslâmın açık prensibine rağmen, suçu belli olmadığ:,
hattâ suç işlemediği muhakkak bulunduğu halde, sırf bir
«tehlike gelme şüphesi» ne dayanılarak kati emri verildiğini
ve bu hâlin İslâm hukukuna aykırılığını belirtmiştik. Ancak
kurumun Osmanlı Devletindeki gelişimini incelerken, hukuk­
çular tarafından böyle sebeplerin de siyaseten katli gerek­
tirdiğinin kabul edildiğini ve böylece bunların da hukukileş­
tirildiğini zaman zaman yaptığımız açıklamalarla belirtmeğe
çalışmıştık. Bize kalırsa, İslâm ceza hukukunun açık pren­
sibinin çiğnenmesi, bilhassa biraz önce belirttiğimiz hanedan
üyeleri katillerinin hukukîleşmesinde rol oynar. Gerçekten, bir
hükümdarın « n i z a m - ı â l e m » için msl, kardeşlerini kat­
lettirmesi, onların varlığı halinde «nizam-ı âlem»in «tehlike­
ye düşmesi» sebebinin mevcut olmasından dolayıdır. Nizam-ı
âlem, kamu selâmeti demektir. Şu halde hanedan üyelerinin
katli bu en önemli gerekçeye dayandırılmaktadır. Fakat or­
tada suç yoktur.

Meselenin çözümü bir bakıma siyaseten katle dayanırken,


diğer yandan da Osmanlı Hanedanının egemenlik anlayışına
ve saltanat'm intikali usulüne bağlanır. Gerçekten bu cins
sivaseten katillere sık sık rastlanması bize hem katledenin
hem de katledilenin özel birtakım anlayışlara sahip oldukla­
rını gösterir. Bu yüzden bu mesele Osmanlılarm egemenlik
anlayışı ve saltanatın intikali usulü iîe de doğrudan doğruya
ilgilidir.

Biz böylece, ilkönce, Osmanlılarda bu konulardaki an­


layışı açıklamakla işe başlayacak, sonra da meselenin dev­
let içinde gösterdiği gelişimi, «nizam-ı âlemin tehlikeye düş­
mesi» kavramının milletin şuurunda nasıl haklı bir sebep hâ­
line geldiğini ve sonra bu sebebin nasıl ortadan kalktığını
göreceğiz. İsyan eden hanedan üyeleri ile konumuz bakımın­
dan ilgilenmemek gerekecekse de, «nizam-ı âlemi tehlikeye dü­
şürme» kavramının gelişimini görmek için, bir oranda bun­
lara da temas etmek gerekecektir.

Osmanlılarm egemenlik anlayışı ve saltanatın intikali


usulünün temelleri hemen tamamen Orta Asya Türk - Moğol
geleneğine dayanır. Ancak, daha önce bu anlayışın îslâmda
nasıl bir gelişim geçirdiğini incelemek, bu salt - İslâmî esas­
ların Osmanlı Devletinde uzun bir süre hemen hemen hiç na­
zara alınmadığını ve sonra da yavaş yavaş benimsendiğini
göstermek bakımından faydalı olacaktır.

2) î s l â m d a E g e m e n l i k A n l a y ı ş ı ve Sal­
tanatın İ nt i kal i Usulü:

İslâmda egemenlik, doğrudan doğruya Tanrıya aittir 1.


Doğunun «tanrısal egemenlik» kavramının îslâm Devletine
girmesinin bile bu anlayışı değiştirmediğini Birinci bölüm-
de söylemiştik. İşte, Tanrıya ait olan egemenliği, onun resu­
lünün vekili olan halife kullanır. îslâmda egemenliği yalnız
K u r eyş Ailesinin, bazı şartları haiz olan üyeleri kullanabilir
îşte bu üyelerin içinden birisinin halife olarak, nasıl tesbit
edileceği, İslâmdaki, saltanatın intikali usulünü bize göste­
rir. Bu konuda iki yol vardır. Seçim ve halifenin ardgelem-
kendisinin tesbit etmesi3. îkinci yol da birincisi kadar meşrü-
dur, zira E b u B e k i r , yerine Ö m e r ’i tâyin etmiş ve bu
bütün müslümanlar tarafından tasdik edilmiştir4. Ancak
tâyin ile tesbit edilen veliahtm halife olması için, çeşitli hal­
lerde veliahtlığının seçmenler 5 tarafından tasdik edilip edil­
memesi hususunda çeşitli kanaatlar v a rd ır0.

Her iki halde de halifenin egemenliği kullanması bir söy­


leşmeye göre olur 7. Bu şekilde, nazarî olarak halifelik hemen
hemen tamamiyle dünyevileştirilmiş bir kurumdur. Gerek bu
hal, gerekse halifenin, Peygamberin vekili olması ona, akra­
balarını katlettirmesi konusunda bir hak bahşetmez. Gerçi,
halife, tek olmalıdır. Egemenlik asla bölünemez8. Ancak,
usulüne uygun bir seçimle veya tâyinle halife olana «salta­
nat hakkı» ileri sürülerek itiraz etmek, mümkün değildir. Zi­
ra seçim veya tâyinle egemenliğin kullanılması bir kişiye ve­
rilmiş olmaktadır. K u r ey ş Ailesinin üyeleri, sözleşmenin uy­
gulanamaz hale gelmesine kadar, artık bu konuda bir hak­
ka sahip değillerdir. Bununla beraber, halifenin hoşlanma­
dığı bir akrabasını katlettirmesi mümkündür. Ancak bu ya
alelâde bir siyaseten kati olur, veya bir cinayet. Her iki hal
de burada incelemek istediğimiz konuya ilişkin değildir.

Orta Asya Türk anlayışında ise durum bambaşkadır. Bu­


nu şimdi göreceğiz.

( 2 )M A W E R D İ , 5; Ö Z Ç E L İ K , Selçuk: İs lâ m Hukukuna G öre Hüküm ­


darın D u r u m u : Tahir T a n e r'e Arm ağan. İstanbul 1956. s 153.
(3 ) M A W E R D İ , 7.
(4 ) Ay. eser, 16.
(5 ) Kim lerin seçmen olabileceği ve bunların vasıfları hakkında bk; Ö Z Ç E L İ K ,
144 vd.
( 6) Bk; M A W E R D İ , 17 vd.
( 7) M A W E R D İ , 10; Ö Z Ç E L İ K , 144.
(8 ) M A W E R D İ , 12.
3) O r t a Asya Tür k-Moğol Geleneğinde
Egemenlik A n l a y ı ş ı ve S a l t a n a t ı n İ n ­
tikali:
Birinci ve İkinci bölümlerde Orta Asya Türk-M oğol ge­
leneğinde, egemenliğin hana, doğrudan doğruya gökten, yâ­
ni Tanrıdan geldiğini belirtmiştik. Bu yüzden evrensel bir.
egemenliği ifade eden bu han unvanını ancak Tanrının gön­
dermiş olduğu soy taşıyabilir9. Bir soyun içinde, kendisine
Tanrı tarafından «kut» verilmiş ailenin bütün mensupları,
ayni kanı taşıdıklarından, hepsi, hükümdar olma bakımın­
dan eşit hakka sahiptirler. Böylece bu, karizmatik iktidarla
açıklanması mümkün bir hal oluyor 10. Bu yüzden Orta Asya
Türk - Moğol imparatorluklarında saltanatın intikali hakkın­
da bir kural asla meydana gelememiş ve han olma hanedan
üjrelerinin talihine kalmıştır 31. Han « K u r u l t a y » da 12 se­
çilir. Ancak bu, msl; Indo - Germenler’de olduğu gibi, pren­
sip itibariyle herkesin seçilme hakkının bulunduğu bir se­
çim değildir 13. Hattâ, R a d 1o f f 'a göre bu hiçbir zaman se­
çim sayılamaz 14. Gerçekten, seçim yalnız han ailesi üyeleri
için bahis konusudur 15. Bu üyelerin içinde, seçimi yapan­
lar üzerinde en çok nüfuz sahibi olan han’lık unvanını ka­
zanır. 1

Moğolların imparatorluğunda bu hâli daha da açık bir


şekilde görmek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki C e n g i z
H a n kendisinde uzun bir süre, veliaht tâyin etmek cesare­
tini bulamamıştır 16. Veliahtlık konusunda dört oğlu, herbi-
ri kendisinin daha kabiliyetli olduğunu ileri sürerek, bizzat
lıan’ın huzurunda çetin bir kavgaya girişmişlerdir17. Zira,
kan ve durum itibarı ile eşit zevcelerden doğan çocukların
hepsi tahta söz sahibiydiıs. Nihayet C e n g i z , sakin bir adam

( 9) İ N A L C I K , Os. Salt. Veraseti, 75.


(10) Orta Asya Türk Devletlerinde iktidarın, hükümdar karizmasına Tanrı tarafın­
dan aşılandığı hakkında bk; L Â S Z L Û , 40 vd, Ayrıca bk; S P U L E R , 297 vd.
(11) İ N A L C I K , ay. eser, 70.
(12) Kurultay kelimesi için bk; B A R T H O L D , 183 not 381.
(13) L Â S Z L Û , 40.
(14) ay. yerden naklen.
(15) V E R N A D S K Y , 117; Y A K U B O V S İ Y , A. Y. : A ltın O rd u ve İnhitatı.
(çev. E R E N H a ş a n ).İstanbul 1955, s 69.
(16) Bk; M G T , 174 vd.
(17) Ay. eser. 175 vd.
(18) İ N A L C I K , ay. eser, 72. ■
olan ortanca oğul Ü g e d e y 'in kendinden sonra han seçil­
mesini - diğer oğullarının da rızası ile - em retti19. C e n g i z
H a n 'm hatırasına son derece bağlı olan Moğollar, onun ölü­
münden sonra Ü g e d e y 'i büyük han seçtiler. Ama Ü g e -
d e y ' d e n sonra durum böyle olmadı. Onun tarafından veli­
aht gösterilen torunu S i r e m ö n u kurultay seçmedi; K u
t a n ile G ö y ü k arasında kısa bir tereddütten sonra sonun­
cuyu büyük han ilân etti (1241) -0. G ö y ü k un ölümü üze­
rine toplanan Kurultay «hanedan'm en yaşlısı» sıfatıyla Al-
tm ordu hükümdarına hanlık teklif etti ise de o bunu reddet­
ti; bunun üzerine kurultay B a t u 'nun İsrarı ile S e h u r h o -
h a t a y t a y’m oğlu M o n g k e yi han seçti (1250) 21. H ü -
1 â g ü öldüğü zaman ortanca oğlu Y e ş m u t hükümdar olmak
istediyse de, emirler büyük oğul  b a k â yı seçtiler (1245) 22.
A b a k a 'nm ölümünden sonra yedinci oğlu T e k u d a r
( A h m e d ) han seçildi (1282/680) -3. Argun ölünce devlet ri­
cali, kardeşi G e y h a t u ' v u seçti (1291/690) 24. Bu örnekleri
daha da çoğaltmak mümkündür. Açıkça görülüyor ki sal­
tanatın intikalinde hiç te belirli bir kural yoktur. Bazen bü­
yük oğlu, bazen ortanca, bazen küçük oğul, bazen kardeş,
amca, yeğen han seçilebilmektedir. Şu halde Moğollarda s e -
n i o r a t 25 veya P r i m o g e n i t u r k u ralı 26 olduğunda iddia
etmek doğru değildir. Moğollarda belirli bir saltanat vera­
seti usulü yoktur. C e n g i z ailesi mensuplarının hepsi bu
hakka sahiptir. İşte bu kuralsızlık Moğol Devletini dağıtan
önemli âmillerden birisi olm uştur27.

Moğollarda olduğu gibi Türklerde de durum ayni merkez­


deydi 2S. Bir saltanat usulünün bulunmaması kurulan Türk

(19) Bk; MGT, 175-179 ve 179 vd.


(20) S P U L E R , 51.
(21) Ay. eser, 56.
(22) Ay. eser, 78.
(23) Ay. eser, 89.
(24) Ay. eser, 99.
(25) m sl bk; H A M M E R , GOR III, 769 - 770. Yazar bu görüşünü ileride daha ge­
niş b ir şekilde açıklam ıştır. Bk; ay. yazar : Ü ber die rechtsm â ssige T h ron folg e
nach den B e g riffe n des m o slim isch en Staatsrechts b eson d e rs in B ez u g auf das
osm a n İsch e R eich . V o rg e tra g e n in d er öffen tlich en S itzu n g d er A k a d e m ie 'd e n
25 A u g u st 1841. Bilhassa bk , s 602 vd.
(26) Bu konudaki fik irler için toplu bilgi. Bk; İ N A L C I K , ay. eser, 60-70.
(27) B A R T H O L D , 183.
(28) A R S A L 'a göre, şöyle b ir sıra izlenir. Büyük oğul-büyük kardeş-amca-yeğen.
B k, s 270. Bize göre, M oğol ile T ü rk devletleri arasında bu bakım dan fa rk yok-
devletlerinin kısa zamanda parçalanmasına sebep oluyor­
du 29. Bu anlayış Türk-İslâm devletlerine de aynen geçmiş
ve devlet hükümdar ailesinin ortak malı sayılmıştır ( Ü 1 ü ş
S i s t e m i ) 30 Osmanlı Devletinin murisi saydığımız Anadolu
Selçuklularında, da durum böyleydi. Bu devlette saltanatın
intikali konusunda belirli bir usul yoktu31. Bu yüzden veli-
ath tâyini diğer kardeşlerin taht üzerinde hak iddia etmesine
engel olmaz 32, böylece şehzâdeîer arasında sık sık taht kam­
gaları çıkardı33.

Orta Asya Türk ve Moğol devletlerinde saltanatın intika­


li için bir kural olmamakla beraber, hanedan üyelerinin ida­
mı, ağır bir suç işlemedikleri müddetçe doğru görülmezdi34.
Hattâ, hanedan.üyeleri, bizzat tahta karşı bir harekete dahi
girişseler, teşebbüse ortak olanlar idam edildiği halde, hane­
dan üyesi olanların «hükümdar ailesine mensup bulunduk­
ları için» öldürülmedikleri dahi görülmektedir35. Ancak bu
bir istisnadır. Genel olarak, isyan eden hanedan üyeleri öl­
dürülürler 3fi. Bununla beraber ağır bir suç işlemedikleri tak­
dirde hanedan üyelerinin katledilmemeleri son derece dikka­
te değer. Türk - İslâm devletlerinde suçsuz hanedan üyelerinin
öldürülmesi bilhassa Anadolu Selçuklularında, geniş ölçüde
görülmeğe başlamıştır 37. Osmanlı Devletine de bu gelenek
girmiş ve sonunda F a t i h’le yazılı hukuk kuralı haline gel­
miştir. Orta Asya da bulunmayan bu geleneğin Osmanlılarda
geniş ölçüde uygulanması son derece önemli zaruretlerle
ortaya çıkmış olmalıdır. Bize göre bu usulün eski İranda.
geniş ölçüde uygulanması38, Osmanlı Devletini tamamen et-

tur. Zira Orta Asyada egemenlik yalnız lcarizmatik iktidara dayanır. Karizm a-
Cik egemenliğin de zarurî sonucu veraset usulünde kuralsızlıktır. Bunu O rh on
yazıtlarından da anlamak kabildir. Bk. İ N A L C I K , ay. eser, 70.
(29) Ü Ç O K , T R T , 168.
(30) Ü Ç O K , ay. yer; İ N A L C I K , ay. eser, 71. .
(31) K Ö P R Ü L Ü , O s D ev. K uru luşu, 29.
(32) İ N A L C I K , ay eser, 71.
(33) K Ö P R Ü L Ü , ay. yer.
(34) İ N A L C I K , ay. eser, 91.
(35) M o n g k e 'ye karşı S i r em o n bir harekete girişmiş, arkadaşları idam edildi­
ği halde kendisi hanedana mensup olduğu için yalnız sürgün cezasına çarptırıl­
mıştır (1246). S P U L E R , 57. Gene G a z a n 'a karşı isyan eden Prens A l a f -
r e n k ’in suç ortaklan katledildiği halde,. bizzat prensin ayni sebepten dolayı
hayatına dokunulmamıştır (1303/703). Ay. eşer, 117.
(36) Bk S P U L E R , 107, 119, 274, 284.
(37) Î - N A L C I K , ay. eser, 91. . .
(38) H A M M E R , GOR I, 581 vd; İ N A L C I K , ay. yer ;
kilememiş, fakat Osmanlılar zaruretler gereğince bunu benim­
semişler ve bu zaruretler ortadan kalkınca terketmekte sa­
kınca görmemişlerdir. Bu yüzden meseleyi «kana susama»
«iktidar hırsı» gibi sübjektif ölçülerle d eğilr;a, daha objektif
yollarla incelemek gerekmektedir. Ne İslâm ne de Türk gele­
neğinde olmadığı halde, hanedan üyelerinin katilleri Osmanlı
Devletinde neden yerleşmiştir ? Meseleyi egemenlik anlayışı
saltanatın intikali usulü yönünden inceleyip bir çözüm yoltı
aramağa çalışalım.

4) O s m a n l ı l a r d a Egemenlik Anlayışı ve
Saltanatın İntikali Usulü ve Hane­
dan Üyelerinin Katlinin Ortaya Ç ık ­
ması :

Anadolu Selçuklularının mirasçısı olarak doğan Osman­


lı Devletinin egemenlik anlayışı ve saltanatın intikali usulün
de de ayni prensipler hâkim olmuştur. Bu yüzden devletin
kuruluş safhasında ülüş sisteminin bulunduğunu görüyoruz.
Bununla beraber başlangıçta, I. M u r a d devrine kadar
hanedan üyelerinin katledilmesine de rastlamıyoruz. Gerçi
beylik seçiminde doğan bir anlaşmazlık yüzünden O s m a n
B e y , amcası D ü n d a r ' ı (b ir rivayete göre bizzat) Öldür­
müştü (1298/698) 40. Ancak O, O s m a n B e y başkan seçil­
dikten sonra bunu bir türlü hazmedemediğinden ve yeğeni
aleyhine faaliyette bulunduğundan ötürü katledilmiştir. Bu
olay, istisnaî olmakla beraber, son derece dikkate değer. Dev­
letin kuruluş ânında Orta Asya egemenlik anlayışına bağlı
olduğunu gösterir, zira, amca da yeğeni kadar beylikte hak­
kı bulunduğunu iddia etmiştir. Bununla beraber, yeğeni alev­
lime faaliyette bulunmasa idi, gene Orta Asya geleneğine bağ­
lı olarak, katledilmemesi kuvvetle muhtemeldi. Zira, O s -
m a n B e y 'den sonra başa geçen O r h a n B e y ’in kardeş­
lerini öldürmüş olduğuna dair bir kayıt yoktur. Bilâkis O r -
h a n B e y 'in kardeşlerinin ona - ülüş sistemine göre - yar­
dımcı olduklarını biliyoruz41. Şurasını da belirtelim ki O r ­
h a n B e y , O ş m a n B e y ' i n büyük oğlu idi. Bu da ülüş

(39) M sl bk; H A M M E R , GOR I, 182 vd, 582 vd.


(40) B u konu için b k ; ' U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I, 104 H A M M E R , GOR I, 78-79 :
D A N İ Ş M E N D I . 6, 7 : N E Ş R î J. 79.
(41) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 131.
sisteminin büyük oğula tanıdığı bir imtiyazın sonucudur 42.
Nitekim hayatta kalan en büyük oğlu M u r a d , O r h a n B e y
ölünce hükümdar seçilmiştir. Fakat A hilerin yaptığı bu se­
çime 43 M u r a d ’m kardeşleri olan H a l i l ve İ b r a h i m '
in itiraz ettikleri ve ağabeylerine başkaldırdıkları, bu yüzden
I. M u r a d’m bu kardeşlerini bertaraf ettiğini en son araş­
tırmalar bize gösteriyor 44. Bununla beraber M u r a d 'm bu
kardeşlerinden H a 1i l’in ondan büyük olduğu söylentisi de
vardır '15. Nitekim bu ihtimalin kuvvetli olması mümkün­
dür. Zira, eğer M u r a d büyük oğul olsa idi O r h a n zama­
nında olduğu gibi, kardeşlerin ona başeğmesi beklenebilir­
di. Fakat M u r a d ’m.uç komutanı olması, bu ihtimali biraz
zayıflatıyor. Zira uçlar büyük oğula verilirdi48. Mamafih her
iki ihtimal de, başlangıçta devlette saltanatın intikali konu­
sunda belirli bir usûl meydana gelmediğini bize açıkça gös­
teriyor.
I. M u r a d devrinde S a v c ı B e y ' i n katledilmesi de,
pek çok noktalardan üzerinde durulması gerekli bir olay
olmakla beraber, bunun hakkında iyi bir araştırma yapılma­
mıştır47. Eldeki mevcut malzemeye bakılırsa, OsmanlIlar­
da, padişahın oğlunun, babası hayatta olduğu halde bile ege­
menlik üzerinde hak iddia etmesinin mümkün bulunduğu an­
laşılıyor. Nitekim II. M u r a d ve I. S ü l e y m a n da böyle
iddialarla karşılaşmışlardır. Şu halde I. M u r a d ’m oğlu
Savcı B e y ' i n babasına isyan etmesi ve bunun sonucun­
da katlettirilmesi Osmanlı egemenlik anlayışı bakımından
son derece dikkate değer (1385/787) 4S.
Yıldırım B a y e z i d ' i n cülûsunda kardeşi Y a k u b
Ç e 1e b i 'yi katlettirmesi (1389/792) Osmanlı tarihinde kesin
olarak bilinen ilk kardeş katlidir. Y ı l d ı r ı m Bayezid
büyük oğuldu ve I. M u r a d ölürken onun yanında bulunu­
yordu. I. M u r a d Ölüm ânında devlet erkânının oybirliği ile
onu hükümdar seçti. O sırada Kosova savaşı henüz sona er-
(42) İ N A L C I K , ay. eser, 87.
(43) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT /, 160.
(44) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I , vd: D A N İ Ş M E N D I, 33; İ N A L C I K , ay.
eser, 91; K Ö P R Ü L Ü , ay. eser, 107.
(45) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 132.
(46) Bk, not 42.
(47) İ N A L C I K , ay. eser, 89 not 110.
(48) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T 1, 142 vd; H A M M E R , GOR I, 163 vd; D A N İ Ş ­
M E N D I, 69.
memişti, Y a k u b Ç e l e b i ise ordunun bir bölümü ile sa­
vaşa devam ediyordu. Bu kardeşin de tahtta eşit hakkı bu­
lunduğunu çok iyi bilen devlet erkânı, o kritik durumda or­
dunun bir bölümünü elinde tutan bu şehzadenin babasının
ölümünden haberdar olmasını yerinde görmedi ve o zaman
için isabetli sayılacak bir kararla bu şehzadenin boğdurulma­
sına karar verdi. Ancak bu olay ordu tarafından hiç te iyi
karşılanmadı. Böylece, bu yeni usulün henüz kamu oyunca be­
nimsemediği anlaşılıyor. Fakat şurasını da belirtelim ki, Y a ^
k u b Ç e l e b i n i n de katli, normal olmıyan şartlar altında
vuku bulm uştur49.
I. B a y e z i d ’i takip eden Fetret devri, eşit derecede sal­
tanat hakkına sahip şehzadelerin kanlı didişmelerine yol aç­
mıştır. Ç e l e b i M e h m e d tarafından î s a (1405/808)
ve M u s a (1413/816) 51, M u s a tarafından Süleyman
(1410/813) 52 katledilmiş ve hareketli o d la r d a n sonra dev­
leti tekrar birliğe kavuşturan I. M e h m e d öldüğü zaman,
henüz kardeşi M u s t a f a ’yı bertaraf edememişti. Bununla
beraber, I. M e h m e d , bu kardeş katillerininin Orta Asya ge­
leneğine uygun olmadığım belirten T i m u r Oğlu Şah-
r u h tarafından protesto edilmişti. I. M e h m e d ’in bu pro­
testoya verdiği cevap artık kardeş katlinin Osmanlı kamu h u­
kukuna yerleşmek üzere olduğunu gösterir. Ona göre «Os­
manlı ataları başlangıçtan beri tecrübe ile herşeyi çözümle­
mişlerdir. îki padişah bir memlekette barınamaz, hususu ile
etrafındaki düşmanlar daima fırsat beklemektedirler» 53. Böy­
lece yukarıda belirttiğimiz Islâm hukuku prensibi, yâni, «ege­
menliğin bölünmemesi» anlayışı Osmanlı Devletine girmek
üzeredir 54. Bununla beraber, bu prensip henüz Orta Asya
geleneğini yenememiştir. Zira I. M e h m e d de kardeşlerini
son derece anarşik bir ortamda katlettirmiştir. Ayni hâli II.
(49) Y a k u b Çelebi olayı için bk ; U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I , 257; H A M M E R ,
GOR I, 182 vd; D A N İ Ş M E N D I, 83 N E Ş R İ I, 305-307; İ N A L C I K , ay.
eser. 92; ay. yazar, Os. H u k . G iriş, 115; ay. yazar, O.s. Padişahı, 73; A Ş I K P A -
Ş A Z A D E , 134; Z I N K S I S E N I, 269.
(50) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 333; H A M M E R , GOR I, 270; D A N İ Ş M E N D
/, 152; N E Ş R î I I , 451.
(51) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I, 344; H A M M E R , GOR I, 280; D A N İ Ş M E N D
I, 166; N E Ş R Î II, 515.
(52) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I , 338; H A M M E R , G O R I , 274 vd; D A N İ Ş M E N D
I, 161; N E Ş R Î II, 483.
(53) İ N A L C I K , Os. Salt. V era seti, 90. .
(54) Bk, K Ö P R Ü L Ü , ay. eser, 107 ve H A M M E R , GOR I, 182.
M u r a d d a da görüyoruz. Bu hükümdar kendisine isyan
eden küçük kardeşi M u s t a f a ’yı katlettirmiştir (1423İ827) 35.
Fakat diğer kardeşlerine dokunmamış ve sadece gözlerine
mil çektirmekle yetinerek, iyi bir ödenek ile Bursa da onla­
ra yaşama imkânı sağlamıştır50. I. M e h m e d ölürken bü­
yük oğluna tahtı bırakmış 37 ve diğer oğullarının hayatını
kurtarmak için bazı tedbirler almıştı5S. İşte II. M u r a d bu
tedbirleri göz önünde tutmadan böyle bir yola başvurmuş­
tur. Ancak diğer yandan saltanat iddiasında bulunan amcası
M u s t a f a ile de çarpışarak onu bertaraf etmiştir (1422/
826)sfl.

I. M u r a d m büyük oğlu M e h m e d lehine tahtan fe­


ragati (1444/848), görünüşte Osmanlı Devletinde p r i m o -
g e n i t u r kuralmm yerleşmekte olduğu kanaatini uyandı­
racak bir hareket sayılabilir. Nitekim, II. M u r a d ’m ikin­
ci padişahlığı sırasmda oğîu M e h m e d e veliahd gözüyle b a ­
kılmıştır60. Bununla beraber, yukarıdan beri kısaca gözden
geçirdiğimiz gelişim bize gösteriyor ki, artık ülüş sistemi yok-
olmağa başlamış ve egemenliğin bölünmezliği kuralı Osman­
lı Devletine yerleşme yolunu tutmuştu. İşte, her kardeşe ayni
derecede saltanat hakkı tanınması ve egemenliğin bölünmez­
liği prensiplerini biribiri ile bağdaştırmak için II. M e h m e d
kanunnâmesine kardeş katline dair meşhur maddesini koy­
muştur. Daha önce de F a t i h , tahta çıkar çıkmaz kundakta
bir çocuk olan kardeşi A h m e d ' i derhal boğdurarak (1451/
855) 61 bu iki zıt prensibi ancak böyle bağdaştırabilmek zo­
runda olduğuna inandığım göstermiştir. Bu şekilde normal
şartlar altındaki ilk kardeş katli F a t i h ile başlamıştır 62.

(55) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I, 391 vd; H A M M E R , G O R I, 351; D A N İ Ş M E N D


t, 189; N E Ş R Î I I , 573 vd.
(56) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 119; ay. yazar, O T I , Silsilenâme; H A M ­
M E R , G O R I, 350 vd; N E Ş R Î I I , 555, 581.
(57) A Ş I K P A Ş A Z A D E , 155.
(58) İ N A L C I K , Os. Salt. Veraseti, 92.
(59) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I, 385 vd; H A M M E R , GOR I, 318; D A N İ Ş M E N D
I, 187.
(60) İ N A L C I K , ay. eser 87.
(61) H A M M E R , GOR I, 383; D A N İ Ş M E N D I , 227;
B A B İ N G E R , M ehm ed
der E ro b ere r, 68-69 N E Ş R İ I I , 683; İB N K E M A L , 8-9; A Ş I K P A Ş A -
ZADE, 191; Z İ N K E İ S E N I, 800.
(62) İ N A L C I K , ay. eser, 92-93.
Kanunnamenin kardeş katli ile ilgili meşhur maddesi
şudur : «V e her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola,
karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münâsibdir, ekseri
ulema dahi tecviz etmiştir, anınla âmil olalar» 63. Kanunnâme'
nin bu hükmünün tahlili, bize, ileri sürdüğümüz iddia­
nın doğru olmasının mümkün bulunduğunu gösterecektir. Ka­
nuna göre, II. M e h m e d 'in yüzelli yıllık bir gelişime rağmcıı
saltanatın intikali konusunda bir kural koyamadığı anlaşılı­
yor. İmparatorluğu üzerinde son derece titiz olan ve devletin
geleceğini sağlamak için büyük hareketler yapan bu hüküm­
dar, gene de saltanatın intikali hususunda kural koyamamıştı.
Zira böyle bir kural koymuş olsa idi, kardeşlerin her biri gene
Tanrının yardımı ile saltanat makamına oturmayı düşünecek­
ti. Bilhassa Fetret devrinden itibaren bu «saltanat hakkına»
dayanılarak girişilen taht kavgaları reayanın gözünü son de­
rece yıldırmıştı. Hele 1444 buhranından sonra, Osmanlı ül­
kesinde halkın isyandan fazla korktuğu birşey yoktu64. D u ­
k a s da «Osmanlı Hükümdarının tebeddülünde isyan çıkma­
sı âdet hükmüne girmiştir» 65 demektedir. Böylece o zaman
bu kardeş idamı geleneğinin kanunlaşması, kamu oyunca ay­
kırı görülmemişti. Halk, devlet adamları ve ulema, devletin
varlığım tehlikeye atan, iç savaşa ve pek çok servet ve can
kaybına yol açan kardeş kavgalarım önliyecek tedbirleri her­
halde tasviple karşılıyorlardı66. İşte bu yüzdendir ki, kanun­
nâmenin tertibi sırasmdavezir-i âzam olan K a r a m a n ı M e h ­
med P a ş a , yazdığı tarihinde, I. B a y e z i d 'in, kardeşi
Y a k u b u katletmesini gayet doğru g ö rü r67. Buna rağmen

(63) B u kanunnâm enin yazılış ve tertip şeklini incelemek konumuz dışındadır. Zira
b u geniş kanunnâmede bizim le ilgili yalnız iki m adde vardır. B u hususta bilgi
için İkinci Bölüm not 109 de zikredilen eserlere bakınız. B urada b ir meseleye
temas etmek istiyoruz. Bazı yazarlara göre, bu kanunnâm enin şimdiye k adar
yalnız b ir nüshasının ele geçmesi, onun doğru kanunnâme olm adığını gösterir,
çünkü Fatih ayarında büyük ve m üslüm an b ir hüküm dar «günahsız m asum la­
rın » öldürülm esini düşünemez bile. B E R K İ , Ali H im m et: B üyük T ü rk
H ü k ü m d a rı, İs ta n b u l Fâtihi Sultan M ehm ed Han ve A dalet Hayatı. İstanbul
1953. s 141 vd, bilhassa 146 vd. Değerli b ir hukukçu olan yazarın ciddî olarak böy­
le b ir mütalâa ileri sürmesi gariptir, çünkü F a t i h , kardeşi A h m e d ’i katlet­
tirdiği gibi, bundan sonra onun bu hususta koyduğu kesin kurala dayanarak, tah­
ta çıkan Osm anlı hüküm darları kardeşlerini katlettirm işlerdir. Sayın B e r k i ’
nin bu tarihi gerçeği gözönüne alm adan, ciddî olarak ileri sürdüğü iddiasını
tabiî ki kabul etmek im kânsızdır.
(64) İ N A L C I K , ay. eser, 92.
(65) Ay. yerden naklen. ,
(66) Ay. yer.
(67) K A R A M A N I , 347; İN A L C I K , ay. yer.
kardeşlerin hepsinin ayni derecede saltanat hakkı olduğunu
düşünen F a t i h , onlardan «hangisine saltanat müyesser»
olursa, onun hükümdarlık tahtına çıkacağını belirtmiş ve Os­
manlı Devletinde, tahminlerin tersine bir p r i m o g e n i t u r
veya s e n i o r a t sisteminin kurulmadığını göstermiştir. Böy­
lece, F a t i h gene de, taht değişikliklerinde anarşiyi tam an­
lamı ile önliyememişti. Bu durumda yeniçerilerin ve ulema­
nın desteğini alan şehzade padişah oluyordu68. Doğu mem­
leketlerinde herkesin kuvvetli ve otoriteli kimselere itaat et­
mesi geleneği69 ve İstanbul ’a gelip hâzineyi ele geçirenin ule­
ma ile yeniçeriyi elde etmesi ile kudret kazanması, onun hü­
kümdar.olmasını gerektiriyor;...sonra da «egemenliğin bölün­
mezliği» ni temin ve nizam-ı âlem için de kardeşlerim öldür-
tüyordu.

Kanunnâmenin. sözü geçen maddesindeki «ekseri ulema


dahi tecviz etmiştir» ibaresi konumuz bakımından son derece
önemlidir. Anlaşılıyor ki II. M e h m e d bu prensibin kanun­
laşabilmesi için ulemanın desteğini almıştır. Şu halde açık
bir örfî hukuk - İslâm hukuku işbirliğini görmekteyiz. Açık­
ladığımız önemli sebepler «nizam-ı âlem» için kardeşlerin si­
yaseten katillerini, ulemanın da oyu ile meşru kılmıştır. Ha­
yatta kalmaları ile nizam-ı âleme zarar vermeleri ihtimali son
derece kuvvetli olan kardeşler, bu bakımdan sâi bilfesad da­
hi sayılabilirler. İşte böylece kardeş katli, devletin yüksek
menfaatları gereğince, sırf padişahın iradesine bağlı olan bir
siyaseten kati sayılmak gerektir.

Kardeş idamının siyaseten kati sayılıp sayılmadığı hak­


kında kesin bir belge bulamadık. Ancak ulemanın bu katil­
leri tecviz etmesi, yalnız siyaseten kati kurumu ile açıklana­
bilir kanaatmdayız. Yukarıdaki açıklamalarımızın da bunu
destekleyebileceği fikrinde bulunuyoruz.

(68) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 155; G I E S E , F r i e d r i c h : Das Seniorat im


osm anischen Herrscherhause. MitteiJungen zu r Os. Geschichte. II/ - 2. 1922. 253.
(69) H I N Z , Walter: Uzun H aşan ve Şeyh Cüneyd (Ç e v : B I Y I K L I O Ğ L U
Tevfik). Ankara 1948, s 25.
HANEDAN Ü Y E L E R ÎN İN K A T İL L E R İ

II — FATİH KANUNNAMESİNİN UYGULANMASI :

1) G e l i ş i m i :

Bu kanunnâmenin uygulanmasının gösterdiği gelişime kı­


saca göz atmak gerekecektir. F a t i h ’in saltanatın intikali
konusunda bir usul koyamaması, onun ölümü ile iki oğlu B a
y e z i d ve C e m arasında derhal bir saltanat kavgasına yol
açmış, sonunda, F a t i h 'in sert siyasetini yumuşatacağına söz
veren B a y e z i d 'in Kapıkulu Ocağını ele geçirmesi ile onun
lehine sonuçlanmış ve uzun maceralardan sonra C e m , Ital-
ya'da katledilmiştir (1495/901) 70. II. B a y e z i d daha ön­
ce G e d i k A h m e d P a ş a ’ııın koruyuculuğu altında bu­
lunan, C e m ’in oğlu O ğ u z H a n ' ı , A h m e d P a ş a' yı ber­
taraf ettikten sonra boğdurmuştu (1482/887) 7\ Böylece sal­
tanatta yalnız kalan II. B a y e z i d , bir süre sonra ikinci o/|-
lu A h m e d 'i veliahd yapmak yolunda bazı adımlar atınca en
küçük oğlu S e l i m ayaklanmış ve kendisini saltanatta ayni
derecede hak sahibi gördüğü için babasından «şehzadelerden
hiçbirisini diğerine tercih ile veliahd yapmayacağına» dair
söz almıştır. Anca]| bu sırada bazı olaylar yüzünden II B a -
y e z i d tahttan çekilmek isteyerek «muaccelen A h m e d
Hanı getirün ve benim fermanımı yerine getirün. Mülkü sa­
hibine virem, tahtı vârisine teslim kılam» 72 diyerek ikinci
oğluna tahtı terketmek istemişse de egemenlik anlayışı yü­
zünden bu emrinin hiçbir değeri kalmamış ve S e l i m , ye­
niçerilerin desteği ile tahtı eline geçirerek babasını, emekli
maaşı tahsisle Dim etokaya yollamıştır (1512/918) 73. II B a ­
y e z i d 'in büyük oğlunu değil de ikinci oğlunu tahta çıkart­
mak istemesi p r i m o g e n i t u r kuralının yerleşmediğine
alâmettir.

(70) C e m olayı için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 159-169; H A M M E R , GOR I,


602-622; E R T A Y L A N , İsm ail Hik m et: Sultan C em . İstanbul 1951;
B A Y S U N , C e m , İA I I , s 69-81.
(71) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T II, 168-169; Y İ N A N Ç , 198. O ğ u z H a n hakkında
II. B a y e z i d e verilen b ir rapor ve onun, yeğenini kati için gizli olarak yolla­
dığı em irnam e bk ; BELGE N . 4 A ve B.
(72) Â l i T arih i. Basılm am ış I. Cilt, s 208. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 236
not l ’den naklen vd; H A M M E R , GOR I, 164 vd; D A N İ Ş M E N D I, 414 vd.
(73) I. S e 1 i m 'in tahtı eline geçirmesi olayı için bk; U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II,
230 vd; H A M M E R ,G O R I, 674 vd; D A N İ Ş M E N D I, 414 vd.
II. B a y e z i d , S e l i m 'den, kendisine karşı kc^madık-
ça kardeşlerini öldür tmiyeceğine dair söz almıştır 7l. S e l i m
buna rağmen dedesinin kanunnâmesini uygulamıştır. İlkön­
ce, daha önce ölmüş bulunan kardeşleri Ş e h i n ş a h , A l e m -
ş a h ve M a h m u d’un oğulları olan M e h m e d , Musa,
E m i n , O r h a n ve O s m a n ' ı boğdurttu (1513/919) 75. Soı>
ra büyük ağabeyi K o r k u d 'un saltanat isteği olup olmadı­
ğını kontrol etti. Bu isteğin varlığını anladıktan sonra onu da
katlettirdi (1512/918) 76. A h m e d ' l e yaptığı Yenişehir savaşı­
nı kazandıktan sonra onu da yakalayıp boğdurttu (1513/919)7r,
A h m e d 'in oğullarından K a s ı m Kölemenlere, Murad
İse Ş a h i s m a i 1 yanına kaçtılarsa.da bir süre sonra M u -
r a d eceli ile öldü, K a s ı m ise I. S e 1i m 'in M ısır’ı almasın­
dan sonra yakalanarak katledildi (1518/924) 7S. Çok kuvvet­
li bir söylentiye göre I. S e l i m , babası II. B a y e z i d 'i de
öldürtmüştür 79. Ajıcak bu konumuza giren bir kati olayı de­
ğildir.
I. S ü l e y m a n tahta çıktığı zaman erkek kardeşi yoktu.
O yüzden kanunnâme uygulanmadı. K a n u n î nin, bir er­
kek kardeşinin olduğu söylenir. Bu çocuk, I. S e 1i m 'in şeh­
zadeliği sırasında bir cariye ile temasındım olmuştur. Ancak
S e l i m cariyeyi daha önce birisine nikâhladığmdan doğum
gizli tutulmuş ve çocuk saraya alınmıştır. Tahta çıktıktan
sonra durumu öğrenen K a n u n î , onu Yemen Beylerbeyi yap­
mış ve Ü v e y s P a ş a adındaki bu kardeşi, 1545/952 yılın­
da, orada çıkan bir isyanda öldürülmüştür. K a n u n î 'ye,
«onu niçin fitne ihtimaline binaen öl dürtmediniz» dİ3^e soru­
lunca «gönlümdeki Allah korkusu o işe daima engel olmuş­
tur» derdi80. Bu söylenti gerçek olarak kabul edilirse, K a -
ıı u n î 'nin, kardeş katlini doğru bulmadığı anlaşılıyor.

(74) Â L İ T a r i h i , ay, cilt, 254. U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I , 239 not 2'den nak-


Jen. ,
(75) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I , 244; H A M M E R , G O R I, 695-696; D A N İ Ş ­
M E N D I I . 3.
(76) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I , 244-245; H A M M E R , G O R I , 697 vd; D A N İ Ş ­
M E N D I I , 4.
(77) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I , 245-246; H A M M E R , G O R I , 699 vd; D A N İ Ş ­
M E N D //, 5.
(78) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 246 ve 283. ..
(79) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 239; H A M M E R , GOR I, 684; D A N İ Ş M E N D
II, 2. :
(80) A L İ Tarihi. Basılmamış II. Cilt, varak 105. U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II,
383 not 2'den naklen.
I. S ü l e y m a n 1522/929 yılında Rodos’u fethettiği za­
man orada C e m 'in Hristiyan olan oğlu M u r a d ile onun
oğlunu yakaladı ve katlettirdi. Bazı yazarlara göre bu irti-
dad dolayısı ile verilmiş ölüm cezasıdır 81. Bazılarına göre
ise, saltanat kanunun uygulanmasıdır 82.

Saltanatın intikalinde bir usul olmaması, K a n u n î 'nin


son zamanlarında iki kanlı olaya sebep vermiştir. Büyük oğ­
lu M u s t a f a , tahtta gözü olduğu iddiası ile, boğdurulmuş-
tur (1553/961) 83. Bu olaydan sonra, K a n u n î ’niıı gene
saltanatın intikali konusunda çekimser kalması, oğlu B a y e ­
z i d ’in isyanı sonucunu doğurmuştur. Uzun mücadelelerden
sonra, yenilen B a y e z i d , İra n ’a kaçmış ve orada, K a n ı ı -
n î 'nin ricası üzerine, oğulları ile birlikte boğdurulmuş tur
(1561/969) 84.

II. S e l i m 'den itibaren saltanatın intikalinden belli bir


kurala doğru atılmış adımı görüyoruz. Artık şehzadelerin
içinden yalnız en büyüğü sancağa çıkartılmıştır 85. Nitekim,
II. S e l i m öldüğü zaman büyük oğlu M u r a d sancakta bu­
lunuyordu. İstanbul’da bulunan kardeşlerinden herhangi bili­
si yerine, ona haber verilmiş ve hemen İstanbul’a gelen III.
M u r a d , cülûs eder etmez beş erkek kardeşini derhal kat-
lettirmiştir (1574/982) Gene bu usule göre tahta çıkan
III. M e h m e d , F a t i h kanunnâmesini uygulayarak ondo-
kuz erkek kardeşini birden katlettirmiştir (1595/1004) S7. Bu
hükümdar da, saltanatta gözü olduğu iddiası ile büyük oğlu

(81) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, m .
(82) H A M M E R , GOR II, 32; D A N İ Ş M E N D II, 89.
(83) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, vd; H A M M E R , GOR II, 291 vd; D A N İ Ş ­
M E N D 178 vd, 287 vd; T U R A N , Ş e r a f e d d i n :
II. K a n u n în in oğlu Ş eh ­
zade B ayezid vakası. Ankara 1961, s 15 vd. B U S B E C O , Tü rk M ek tu pla rı
(ç e v : Y A L Ç I N H üseyin Cahit) İstanbul 1939 s 43 vd.

(84) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT II, 395 vd; ay. yazar. İra n Şahına iltica etm iş olan
Şehzade B a y ez id ’in teslim i için Sultan S üleym an ve oğlu S elim taraflarından Şaha
g önderilen altınlar ve k ıym etli hediyeler. Belleten, 1960, sayı 93, s 103 - 105; ay.
yazar, B abasınd an sonra saltanatı elde etm ek için kardeşi S elim le çatışan Ş eh ­
zade B a y ez id 'in Am asyadan babası Kanunî Sultan Süleym ana g önderilm iş o ld u ­
ğu ariza. Belleten, 1961, sayı 96, s 597-599; H A M M E R , GOR II, 264 vd; D A ­
N İ Ş M E N D II, 309 vd; T U R A N , B U S B E C O , 185 vd.
(85) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 46.
(86) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I I I / l , 42; H A M M E R , G O R I I , 445; D A N İ Ş M E N D
I I , 423.

(87) H A M M E R , GOR II, 598; D A N İ Ş M E N D III, 143-144.


M a h m u d ' u öldürtmüştü (1603/1012) 8*. Bu padişah zama­
nında ülüş sisteminin son kırıntılarının da ortadan kalktı­
ğını görüyoruz. Artık büyük şehzadenin sancağa çıkması ge­
leneği de bırakılmıştır89. Anlaşılıyor ki Osmanlı Devletinde
Orta-Asya anlayışı şimdi yalnız bir sembol haline gelmek­
te 90, buna karşılık egemenliğin bölünmezliği anlayışı kuv­
vetlenmekte, devlette hükümdarın şahsî egemenliğine ortak
olabilecek başka hiçbir kimse kalmaması yolunda bir görüş
yerleşmektedir. Devletin şiddetlenen ve îslâm -îra n - Bizans
etkisi altında daha da artan mutlak karakteri artık ülüş sis­
temi gibi, egemenliği bölecek prensipleri değerden düşürmüş­
tür. Bu yüzden toplumsal vicdan da artık kardeş idamını iyi
karşılamamaktadır 91.... Zira.tahta, çıkan padişah, egemenliğin
kayıtsız şartsız sahibidir. Ona hiç kimse itiraz edemez. Bu
anlayış, tesadüfi bir olayın da etkisi ile karşımıza s e n i o -
r a t sistemini çıkarmıştır. I. Ah m e d tahta geçtiği zaman
çocuk denebilecek bir yaştaydı. Henüz evlenip çocuğu olma­
sı mümkün değildi. Hayatta da bir tek kardeşi vardı. I. A l i ­
m e d kanun gereğince kardeşini öldürtmek istedi ise de dev­
let erkânı buna engel oldular ve kardeşi M u s t a f a 'nm akıl­
ca zayıf olduğunu ve kendisine ondan bir zarar gelmiyeceğini
söylediler (1603/1012),J2. I. A h m e d ’in genç yaşta ölümü,
çocuklarının tahta çıkmasına imkân vermedi ve yerine,
kardeşi M u s t a f a geçti (1617/1025). Fakat bu hükümdar
deli olduğundan üç ay sonra hal' edilmiş ve yerine I. A h m e d ’
in büyük oğlu II. O s m a n geçirilmiştir (1618/1028). Bu
hükümdarın altı kardeşi vardı. O, bir müddet bunların
hayatına dokunmadı. Fakat Lehistan seferine çıkarken, içle­
rinden en büyüğü M e h m e d 'e saltanat kanununu uygulamak
istedi. Şurası son derece dikkate değer; şimdiye kadar - ev­
lât katilleri dışında- kardeş katli için fetva istenmemişken,

(88) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I /}, 119 vd; ay. yazar, Üçüncü M e h m e d 'in oğlu Ş ek —


zade M a h m u d ’un öldürülm esi. Belleten, 1960, sayı 94, s 263-267; H A M M E R ,
GOR II, 663; D A N İ Ş M E N D III, 220.
(89) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 46.
(90) İ N A L C I K , ay. eser, 89.
(91) D A N İ Ş M E N D III, 229.
(92) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT I I I / 1, 132; H A M M E R , GOR II, 673. Ayrıca bk;
G I E S E , 253 vd.
(93) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T III/l, 135; H A M M E R , GOR II, 276; D A N İ Ş ­
M E N D I I I , 278-279.
II. O s m a n böyle bir fetva almayı arzulamıştır. Gene dik­
kate değen ikinci bir nokta, Şeyhülislâm E s a t E f e n d i ’
nin bu fetvayı vermemesidir93. Şu hale göre artık kardeş kat­
lini, ulema desteklememektedir. Ancak sonradan Rum eli Kazas­
keri T a ş k ö p r ü l ü z a d e 'nin fetvası ile Ş e h z a d e M e h ­
m e d katledilmiştir (1621/1031) 94. II. O s m a n ’m idamından
sonra tekrar padişah olan I. M u s t a f a 'mn (1622-1623/1032­
1034) yerine, II. O s m a n 'm kardeşi IV. M u r a d geçmiştir. Bu
hükümdar da ilkönce kardeşlerine dokunmamış, ancak tıp­
kı ağabey isi gibi, Revan seferi sırasında bunlardan B a y e z i d
ile S ü l e y m a n (1635/1045) Bağdat seferi esnasında da K a -
s i m (1638/1047) boğdurulmuş 95, geriye yalnız İ b r a h i m kal­
mıştır. Uzun bir gelişim sonucu yerleşmiş ve kanunlaşmış
olan kardeş idamı da tabiî derhal kalkamıyacaktı. Hem
II. O s m a n hem de IV M u r a d başlangıçta kardeşlerine do­
kunmamışlar, ancak sefere çıkarlarken, geride bir «fitne» ol­
ması ihtimaline dayanarak bu kati emirlerim infaz ettirmiş­
lerdir. Şu halde, padişahların sefere çıkmaları geleneğinin kalk­
ması da kardeş katlinin sona ermesini etkiliyen bir sebep ol­
muştur.

IV. M u r a d 'dan sonra, başka vâris olmadığı için tahta


kardeşi İ b r a h i m çıkmış, onun hal'edilmesinden sonra da
- kardeşi olmadığı için - oğlu IV. M e h m e d padişah olmuş
ve bundan böyle geleneksel bir şekilde seniorat sistemi Os­
manlı Devletine yerleşmiş ve kardeş idamı ortadan kalkmış­
tır. Pek tabiî bazı istisnaî kati emirleri infaz edilmiştir.
IV. M e h m e d zaman zaman kardeşlerini öldürtmeyi düşün­
müşse d e 96 yerleşen yeni gelenek bunun gerçekleşmesine
engel olmuştur. II. A h m e d 'in oğlu olan İ b r a h i m 'in,
III. A h m e d tarafından öldürüldüğü söylentisi v a rd ır07.
III. O s m a n , III. A h m e d ' i n çocuklarını katlettirmek is­
temiştir. Hattâ 1756/1170'de vefat eden büyük Şehzade M e h ­
m e d 'in padişahça öldürüldüğü söylenir 9S. Buna rağmen bu

(94) Bk, not 93.

(95) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT III/l, 204; H A M M E R , GOR III, 151 ve 169; D A -


N Î Ş M E N D I I I , 336 ve 371.

(96) U Z U N Ç A R Ş I L I , O T I V / 1, 508, 509 not 1 ve 111)2 589 not 1; H A M M E R ,


G O R I I I , 614.

(97) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT IV /1 , 209 ve not 1.


(98) U Z U N Ç A R Ş I L I , ay. eser, 339-340.
söylenti doğru olsa bile, III. A h m e d diğer şehzadelere do­
kunamamıştır. Bu konudaki son olay da III. S e 1i m 'in
IV. M u s t a f a , onun da II. M a h m u d tarafından katlidir
(1808/1223). Ancak, kanaatımıza göre, IV. M u s t a f a nın,
III. Selimi öldürtmesi ve şehzade M a h m u d un öldürülmesi
için emir vermesi saltanatın intikali usulü ve egemenlik an­
layışından dolayı değil, vukubulan ayaklanma dolayısıyla,
tahtta yalnız kalmak isteğindendir 99. İnfaz tarzı da bunu gös­
terir. Bu kati hançerle infaz edilmiştir ]0°. IV. M u s t a f a "
nm II. M a h m u d tarafından katli ise büyük zaruretler sonu­
cudur. Durum kritikti ve IV. M u s t a f a ’nm hayatta olma­
sı II. M a h m u d un devrilip, onun padişah olmasını müm­
kün kılıyordu. İşte bu durumda uzun konuşmalardan sonra
Şeyhülislâm S a l i h z â d e E s a d E f e n di IV. M u s t af a '
nm katline fetva vermiştir 101. Buna rağmen II. M a h m u d '
un gene de tereddüt ettiği ve sonunda mecbur kalarak kati em­
rini verdiği anlaşılıyor102. Şu halde bu son olay, başka za­
ruretler sebsbile ile'karşılaştığımız bir siyaseten katildir. IV.
M e h m e d 'den sonraki birkaç kati de istisnaî olaylardır.

Seniorat sistemi, bir gelenek halinde öylesine yer­


leşmiştir ki, bunu p r i m o g e n i t u r ' a çevirme istekleri so­
nuçsuz kalmıştır. Bu konuda faaliyette bulunan bir hüküm­
dar, A b d ü l m e c i d 'dir. Bu padişah p r i m o g e t u r sis­
temini kanun hâline bile getirmeği düşünmüştü103. Ancak bu­
nu başaramıyan A b d ü l m e c i d , Veliahd A b d ü 1a z i z 'i or­
tadan kaldırmak hususunda Vezir-i Âzam M e h m e d P a ş a '
nm imalı teklifini de nefretle karşılamıştır 104. A b d ü l a z i z
de (1860-1876/1277-1293) p r i m o g e n i t u r usulünü koy­
mak istemişse de, bunu başaramamıştır 105. Sonunda 1876 Ka­
nunu Esasisinin 3. Maddesinde s e n i o r a t usulü yazılı hu­
kuk kuralı hâline gelmiştir. Bu madde, haklı olarak s e n i -

(99) K A R A L , OT V, 83, 87, 92; J O R G A V, 183; U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray T eş ­


kilâtı, 105; D A N İ Ş M E N D IV , 91.
(100) K A R A L , O T V, 92.

(101) D A N İ Ş M E N D IV , 97.
(102) T S A ’de b ir müverrih notu II. M a h m u d ' u n bu emri, son çare olarak verdiğini
gösteriyor. Bu belge T V I. sayı 1, 1941, s 23-29’de T a h s i n Öz tarafından ya­
yınlanmıştır. Bu uzun belgenin fotoğrafım T S A ’de aldık. B k, TSA N . E/2650.
(103) K A R A L , OT V II, Ankara 1956, s 2; G I E S E , 255; U Z U N Ç A R Ş I L I ,
Saray Teşkilâtı, 49 ve not 2.
(104) K A R A L , uy. yer.
o r a t sisteminin «usulü kadime» olduğunu belirterek, bir
tarihî gerçeği doğrulamaktadır.

Kardeş katlinin kalkması, başka çeşit bir katlin orta­


ya çıkmasına sebep olmuştur. Sarayda, özel dairelerinde bir
çeşit hapis hayatı yaşıyarak, saltanat sıralarını bekliyen şeh­
zadeler, sınırlı sayıda cariyeler ile temasta bulunabilirlerdi.
Bu cariyelere temastan önce ve sonra çeşit çeşit, gebeliğe en­
gel olucu ilâçlar içirilirdi10S. Eğer bu ilâçlar gebeliği önliye-
mezse o zaman çocuk, doğar doğmaz, derhal öldürülürdü107.
Bu çirkin geleneğin ne zaman kalktığını kesin olarak bilemi­
yoruz. Herhalde, X IX . Yüzyıl başına kadar devam etmiş ol­
malıdır.

2) K a n u n n â m e n i n Uygulanmasının Şu-
mut ü :

F a t i h Kanunnâmesinin kardeş katline ait maddesi yal­


nız « k a r ı n d a ş l a r ı n » katline cevaz vermektedir. A n­
cak, yukarıda gördük ki, bu «kardeşlerin çocuklarına da» uy­
gulanan bir madde olmuştur. Nitekim kanunnâmenin bir
maddesinde bu uygulamayı destekliyen bir hüküm de vardır.
Buna göre : «V e kızlarımın evlâdından olanlara beylerbeyilik
verilmesun, ağır sancak verilsun». Kanunnâme «oğulların
evlâtlarından» bahsetmemiştir. Şu hale göre, onlar, babalan
ile katledilecektir.

Kızların evlâtlarına beylerbeyilik verilmemesi, onların


bir kuvvet kazanmalarına engel olmak içindir. Şu halde kız­
ların çocuklarından bile bir tehlike sezildiğine 10S göre, oğul­
ların çocukları, tıpkı babaları gibi asıl tehlikeyi meydana geti­
rebilirler.

H a m m e r 'e göre padişah kızlarının oğulları da doğar


doğmaz, boğularak öldürülürler. Kanunâmenin bu maddesi
yalnız «kızların kız evlâtlarının çocukları» na uygulanır109.
Bu durumda kanunnâmenin erkek torunlara kadar uzanan

(105) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, ay. yer.


(106) D ’O H S S O N I, 284.
(107) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâ tı, 115; D ' O H S S O N , ay. yer; G I E S E ,
253-254.
(108) H A M M E R , GOR I , 583.
(109) Ay. yer.
çok geniş bir uygulama alanı bulduğunu kabul etmek gerek­
tir. Gerçi kanunnâmede «kızlarımın evlâdından olanlar» iba­
resi H a m m e r 'in anladığı şekilde de yorumlanabilir. Fakar,
kanaatımıza göre bu yanlış bir yorumdur ve kanunnâme yal­
nız yeğenlere kadar uzanır.

Evlâtların katli ise, kanunnâme gereğince değildir. On­


lar babaya «isyan» ettikleri için idam edilirler. Bu takdirde
onlara yardım edenler de isyancı sayılarak siyaseten kati ce­
zasına çarptırılırlar 11&.

S e n i o r a t geleneği yerleştikten sonra da, kafes haya­


tı yaşıyan şehzadelerle kimse haberleşemezdi. Eğer böyle bir
haberleşmeye girişen olursa idam edilirdi111. Bu da saltanat
veraseti usulü dolayısı ile doğan yeni bir siyaseten kati sebe­
bidir.

3) H a n e d a n ^ Üyelerinin Katlinde Usul


v e İ nf a z Ş e k l i :

Kanunnâme gereğince idam edilen kardeş ve yeğenlerin


katli için soruşturma ve yargılama yapılması ve fetva alın­
ması gereksizdir. Zira onlar, kanun gereğince «yaşaması
mümkün olmıyan» kimselerdir. Bu yüzden, cülûs vaki olun­
ca, derhal katledilirler. Bu hal, kardeş katlini doğuran sebep­
lerin ortaya çıkardığı bir usuldür.

Babaya isyan eden şehzadelerin ise katlinin caiz olduğu­


na dair fetvalar alındığı görülmektedir. K a n u n î , M u s ­
t a f a ve B a y e z i d için11', III. M e h m e d , Mahmud
için113 böyle fetvalar almıştı.

Hanedan üyelerinin idamının infazında ise eski Türk-Mo­


ğol geleneğine büyük bir titizlikle riayet edilirdi. Osmanlı
Devletinde kuruluşundan itibaren, katledilen bütün hane­
dan üyeleri «kanları akıtılmadan», yani boğularak idam edil­
mişlerdir. '

(110) Msl, K a n u n î ’nin oğlu B a y e z i d ’e yardım edenler isyancı sayılarak siyase­


ten katledilmişlerdir. Bk, B E L G E N . 31 (B A K F T N . 453).
(111) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 114.
(112) T U R A N , 31 ve 110-111.
(113) U Z U N Ç A R Ş I L I , OT U ljl, 265. ■
F r a z e r 'in incelemelerine göre kan en önemli tabular­
dan birisidir 114. Bu tabuya Dünyanın çeşitli yerlerinde rast­
lanır. Orta Asyada da bu göze çarpar. Moğollar, yenecek hay­
vanları bile kan dökmeden öldürürler ve bu hususa riayet
etmeyeni idam ederlerdi. Bilhassa kurban edilecek hayvan­
lar için bu yasağa daha da titizlikle riayet edilirdi. Böylece
bu yasak ayni zamanda esasen kutsal olan bir canlı cismin
kanma da tallûk ediyordu 115. Yukarıda Türk egemenlik an­
layışı hakkında söylediklerimizi hatırlarsak bu yasağın ha­
nedan üyelerine de yaydırılmasmın sebebi anlaşılır. Bildiği­
miz gibi, hanedan, kutsaldır. O halde kutsal olan bu kimse­
lerin katlinde kanlarının akıtılmaması gerektir 116. Bu gele­
nek Orta Asya’da bütün kuvveti ile yaşadığı g ib i117, Türk
İslâm devletlerine de geçmiştir 11S. Egemenlik anlayışı bakı­
mından kuruluş devrinde Orta Asya, geleneklerine büyük öl­
çüde bağlı olan Osmanlı Devletinde bu yasağa büyük bir dik­
katle riayet edilmiştir. İdam edilecek bütün hanedan üyele­
ri mutlaka kemend ile boğulurlar nö, doğum ânında katledi­
lecek yavrular da göbekleri «üğümlenerek öldürülürlerdi. Zi­
ra onların bile kanlarının akıtılması Osmanlı hânedanma say­
gısızlık addedilirdi120. Hanedan üeylerinin kanlarının akıtı­
larak idam edilmesine yalnız III. S e 1i m' i n katli istisna teş­
kil e d e r121. Bunun dışında kan akıtmama yasağına riayet edil
mistir. Hattâ, üçüncü bölümde gördüğümüz gibi ( D - a , bc),
yüksek devlet memurları da asîl sayılarak, istisnaları dışın­
da, bu yasağa riayet edilerek idam edilmişlerdir. Zira Orta
Asya da asiller için de bu usul uygulanırdı. Şu halde Orta
Asya kan dökmeme geleneği, ilk plânda hükümdar ailesinin
kutsallığı göz önüne alınarak uygulanmışsa da, ileride «asil»
lere de yaydırılmıştır.

(114) Bk; K Ö P R Ü L Ü , H a n ed a n A za su u n İd a m tn d a K an dökm e M e m n u iy eti, Türk


Hukuk Tarihi Dergisi I, 1944, s İ .
(115) Ay. eser, 3 - 4 .
(116) Ay. eser, 8 ve 9.
(117) Bk; Üçüncü Bölüm , not. 262.
(118) Örnekler için bk; K Ö P R Ü L Ü , K an Dökm e M e m n u iy e ti, 4- 7.
(119) U Z U N Ç A R Ş I L I , Saray Teşkilâtı, 46 ve not 3. .
(120) D ’ O H S S O N /, 284.
(121) B k; not 100.
Katledilen hanedan üyesinin cesedine ihtimam edilir. Ka­
tası kesilmez 122. Ekseriya babalarının türbelerine gömülür­
ler. Mamafih tabiî ki bu hususlarda istisnalar olabilir.

Böylece, İslâm ceza hukuku ile ilişkin olmadan, sırf ege­


menlik anlayışı ve saltanatın intikali usulü yüzünden doğmuş
ve sonradan hukukîleştirilmiş, ayrı ve özel bir siyaseten kati
çeşitini teşkil eden bu konuyu da incelemiş olmaktayız. *

(122) İki istisnanın birisi, Süleyman Ç e 1 e b i ’yi katledenlerin, onu boğduktan


sonra kesik kafasını M u s a Ç e 1 e b i ’ye götürmeleridir. Ancak b u dahi bir
söylentidir. D A N İ Ş M E N D I, 161. Gene b ir söylentiye göre Musa Ç ele­
binin de kesik bası Mehm e d Çe 1 e b i 'ye gösterilmiştir. Ay. eser, 166,
SONUÇ

Yaptığımız araştırmanın sonunda, siyaseten kati hak­


kında edindiğimiz kanaati belirterek, çalışmamızı bitirece-
giz.

I — SİY A SE T E N K A T L H A K K IN D A DEĞER HÜKMÜ.

Herşeyden önce şunu belirtmek gerekecektir: Siyase­


ten kati tam anlamı ile bir hukukî kurumdur. Yaptığımız
uzun açıklamalar gösterdi ki siyaseten kati, belirli hukukî
ilişkilere bağlı olarak gelişmiştir ve gene belirli şartlara ve
bunların doğurduğu çeşitli kurallara göre uygulanarak beıli
bir sonuca ulaştığı için bir hukukî kurum sayılmak gerektir.
Nitekim Siyaseten Kati Kurumu İslâm hukuku sisteminin
esaslı bir dalı olan İslâm ceza hukukunun bir parçasıdır.
Yaptığımız açıklamalar, siyaseten katlin, İslâm ceza
hukukunun önemli eksikliklerinin doldurulmasını sağlamak
amacıyla doğduğunu göstermektedir. Gerçekten, eğer K ur’
anda suçlar ve cezalar tam bir şekilde sayılmış olsa idi, örfî
ceza hukukunun ortaya çıkması gereksiz olurdu. İslâm ceza
hukukunda ölüm cezasını gerektiren hallerin çok az olması,
devletin sorumlu makamlarında bulunanların, gene fıkhın
ta'zir kurumundan faydalanarak idam hükmü verebilmeleri­
ni sağlamıştır. İslâm Teokrasisini etkisi altına alan çeşitlİ
sistemlerin doğurduğu bir zaruret gereği olarak ta, hükümda­
rın ta’zir hakkı son derece genişlemiş ve temel fikri itibarı
ile yerinde bir hukukî kurum sayılması gerekli siyaseten kati
zaman zaman en önemli despotluk vasıtası hâline gelmiştir.

Osmanlı Devletinde doğunun bütün İslâm devletlerinde


olduğu gibi \ kurumun uygulanması böyle cereyan etmiştir.
(1 ) Siyaseten katlin m sl, İ r a n ’da da uygulanm ası hakkında bk; K A M P FER, En-
gelbert : Am H o fe des p e rsisc h en G rossk ön ig s, 1684 - 1685. (Eingeieitet : H IN Z ,
W alth er). Leipzig 1940. s 17, 29, 64.
Devletin çok büyük dış tehlikelerle karşı karşıya olması iti­
barı ile hükümdarın mutlak egemenliğinin zarurî sayılabile­
cek şartlar yüzünden son derece artması2 siyaseten katlin key­
fî bir şekilde uygulanmasına yol açmıştır. Gerçi, normal şart­
lar altında ve uydurma olmıyan gerçek bir yargılama sonun­
da, ölüm cezasının verilmesini gerektirecek esaslı hukukî se­
bepler ortaya çıktığı takdirde siyaseten kati meşrû görülürse
de, keyfî siyaseten katillerde bütün sorumluluğun, emri ve­
rene ait olması gerektir. Nitekim, dış tehlikelerin son dere­
ce önemli olması yüzünden mutlak hükümdarlık otoritesi­
nin artması bile, siyaseten katlin, İslâm hukukunun ana pren­
siplerine aykırı olarak kullanılmasını haklı gösteremez. Fa­
kat bu nazarî mülâhaza, uygulamada hiç dikkate alınmamış
ve siyaseten katlin bir zulüm vasıtası olmasında ulema da,
hükümdar ile işbirliği yapmıştır. Batının da mutlak devlet­
lerinde, bir hukuk kurumu haline gelmemekle beraber, keyfî
ölüm cezaları vardı. Ancak batıda hukuk devletinin kurulması
gelişip tamamlandıkça, doğudaki keyfî cezalar, aynen yaşa­
makta devam ettiği için, daha çok hukuk dışı sayılmak ge­
rektir. Nihayet çok geç de olsa doğuda ilk defa olarak Osman­
lı Devletinde, Tanzimatta, siyaseten katlin bu keyfiliği sona
ermiş ve belki de ilk defa amacına elverişli bir hale getirile­
rek hukuka uygun bir duruma sokulmuştur. Bununla bera­
ber Türk ceza hukukunun Tanzimat sonrası problemleri dik­
kate değer bir inceleme konusudur.

II — SİYASETEN KATLİN TÜRK KAMU HUKUK UNA ETKİSİ.

Tanzimata kadar hükümdarın, mutlak vekilinin veya di­


ğer yetkililerin, bilhassa XVI. Yüzyıl sonundan itibaren va­
tandaşın canı üzerinde mutlak bir yetkiye sahip olması, şüp­
hesiz, devletin insan unsuru bakımından son derece tahrip­
çi sonuçlar yaratmıştır. Vatandaşın devlet karşısında hiçbir
değerinin olmaması, onu zaman zaman korkak, haklarını
almayı ve korumayı bilemez hale getirmiş, zaman zaman da
devleti hiçe sayma, ona her fırsatta baş kaldırma yoluna it­
miştir. Birinci hâl insanın devletin kölesi olmasını gerektir-

(2) İ N A L C I K , Os. Padişahı, 79.


mis ve bu tabasbus her türlü gelişmeyi engellemiş, ikinci hâl
de devleti ve insanları anarşiye sürüklemiş ve vatandaş gene
canından korkmuş, her iki durum da Türk Ülkesinde huzur
bırakmamış ve halktaki korku, kamu hukukunda kendi le­
hinde bir hareket yapılmasına engel olmuştur.

Tanzimat hareketi sonucunda gerçi yargılamasız kati-or­


tadan kalkmıştır. Fakat bu aydınlık hareketin iyi teşkilât-
landırılamaması ve o zamana kadar süren millî ayaklanmalar
ve dış savaşların ardı kesilmeden gene devam etmesi yüzün­
den, İktisadî ve toplumsal bünyenin iyice bozulması, girişi­
len diğer cılız reformları kösteklemiştir. Yargılamasız katlin
ve zulmün nazarî olarak ortadan kaldırılması, çürümüş bir
devlet mekanizmasının idarecilerini uy aramamıştır. Bu yüz­
den Cumhuriyete kadar devlet «korkutucu» olmak karakteri­
ni saklamış, halk ta bunun karşısında daima pasif olarak
direnmiş, bu yüzden devlet ile hal karasında işbirliği yeri­
ne, büyük bir uçurum yerleşmekte devam etmiştir.

Cumhuriyet devrinde yapılan köklü hukuk reformları


daha kesin sonucunu vermemiştir. Türk insanının imparator­
luk devrindeki huzursuzluğu henüz sona ermemiştir. Yüzyıl­
ların doğurduğu derin ve tahripçi sebeplerin bi r - i ki nesil
içinde sona ermesi tabii ki beklenemez. Ancak Cumhuriyet
Devletinin, yüzyıllık geleneklerin sembolik kalıntılarını ar­
tık atması ile beklenilen ilerlemenin daha hızlı gerçekleşme
yoluna gireceği şüphesizdir.
T AM M E T N İ V E R İ L E N
BELGELER
B E LG E N. 1

TSA N. D/6919 (İlâm )

An vaz'-il hudud alâ mevzi-il sîicud arz-ı bende-i bi-vücud ol­


dur ki Hüdavendigâr.kullarından.sipahi oğlanları zümresin­
den divane B a y e z i d nam kimesne bunda Alaşehir kazasın­
da Rodosa giderken E n b i y a nam şahsın seri üzerine varub
koyunun almak istedikde vermeyicek başra bozdoğanla vu-
rub mecruh edüb ol cerahatden fevt olicak mezbur divane
B a y e z i d meclis-i şer'e dâvet içün bâzı âdemler irsal olun­
dukta varan adamlardan M u s t a f a nam kimesneyi dahi
hançerle mecruh edüb şer'e itaat etmeyüb gıybet edicek veliy-i
makbul vaki-i hâli der-i devlete ilâm ediver deyu tazarrû et-
tüği sebebden hakikat-i hâl der-i devlete arz olundu baki fer­
man ülül-emrindir
Min-el-abd-ül-fakir
S ü 1e y m a n-ül-hakir
elkâdî bı-Alaşehir

B E LG E N. 2

TSA N. E/12079 (Fetva)

Harem-i selâtin-i İslâm şer'an dâr-il-salâh olmak iktiza eder


iken hâlâ hüddam-ı harem-i hümayundan Zeyd ve Amr müf-
sidler şer'an mahrem olub ulül emir üzerine men'i lâzım olan
bâzı fiil-i münkeri irtikâb etdiklerinde padişah-ı âlempenah
eyydallâh-u nasara ve kuvah hazretleri mezburları ol fiil-i mü-
kerden muktezay-ı şer’ üzere meni' ve tenbih ve tahvif ve tâ-
kid buyurduklarından sonra mezburlar itaat etmeyüb yine ol
fiil-i muharremi işleyub mükib alel-fesad olmaları ile mez-
burlarm bu vecih üzere hareket-i şemaları sayirlerin irtikâb-ı
muharremâta tecasürlerine bais olması mütayakkin olmağla
pâdişâh-ı âlempenah sebeb-i islâh-ı âlem olmağiçün mezburla-
rı siyaseten katil etmeyi rey buyursalar mezburlan ber-vech-i
meşruh katil etdirmeleri meşrûmudur beyan buyurulüb in-
dallâh-ül-melik-il-gafur musab ve mecur olalar.

El - c e v a b -------------------------------------------------------allâh-ü alem
Meşrûdur

Ketebe A b d u l l a h -ül-fakir
Afa anh

BELGE N. 3

TSA N. E/12079 (Fetva)

Bu mesele-------------------------------------- beyanında eimme-i hane-


fiyeden cevab nedir ki. Huddâm-ı saray-ı hümayundan Zeyd
âlet-i cariha ile Amrı amden derun-ı saray-ı hümayunda bi-
gayr-i hakkin cerh ve kati eylese sultan-ı enam nasarahullah
il melik-il allâm hazretleri Amrm âhar diyardan veresesi ge-
lüb hazır olunca tevakkuf olunduğu takdirce cayiz ki Zeyd
halâs olmağla min ba'd sair hüddam-ı saray-ı hümayun bu
makule fesada ictiradan tehaşi etmemeleriyle nizâm-ı daire-i
aliyyeye halel tatarruk edüb bu takdirce sair tabiatlerinde
fesad merkûz olan yaramazlar izhar-ı fesada tecasür üzere
olmalariyle emn-ı mürtefî olup nizam-ı âlem muhtel ve ibadul-
lâh mutazarrır olur deyu Amrm veresesi zuhuruna tevakkuf
buyurmayub siyaneten lil'ibâd katil-i mezburu kati etmeyi re'y
buyurub vech-i meşruh üzere siyaseten kati etmeleri meşrıV
mudur

Elcevab ------------------------------------------------------- allâh-ü a’lera


Meşrûdur

Ketebe-hül-fakir A b d u l l a h
Afa anh
_ BELGE N, 4/A ...

TSA N. 11983 (Emirname)


” . (T u ğra) i

Kulum İ s k e n d e r beti sana vasıl olduğu gibi bilesin ki G e -


d i ğ i tepeledim. Gerektir,,ki sen de C e m 'in oğlunu me­
cal vermeyib boğdurasın ki gayet mühimdir amma bir vahid
vâkıf olmaya şöyle bilesin alâmet-i şerif üzere itimad kılasın
tahriren fi evahir-i şehr-i şevval sene seb'a ve semanin ve sema-
nemie.
........ ... ................................Bi - mekam-ı
Edirne

BELGE N. 4/B

TSA N. E/11983 (Mektup)

Ezalellâh-ü anküm küllü âfe Künun-ül cem’i fi hâl-ül izafe


Gıbbedua arza-i bende-i hakir budur kim karındaşın oğlu
Oğuzhan Ç e l e b i M uharrem ayının to kuzuncıı gününde
oğlan hastalığı tuttu hiç aslâ ve kat'â ifakat vaki olmadı ahi-
rete intikali meczum olduğu cihetten mezkûr ayın on dördün­
de kaziyye tafsiliyle ketb olunub devletlu sultanıma arz olun­
du baki emir sultanımındır eğer intikal vakî olursa makrebesi
yeri tayin oluna baki devlet ve saadet müstahkembâd abdu-
hu elfakir îskender-il hakir

BELGE N. 5
TSA N. E/11591

Kahraman P a ş a 'nın ser-i maktuu üzerine


Aylak çadırında vaz' olunan yaftanın müsved­
desidir

Sefer-i hümayun için mirî akçe ile altı bin nefer piyade tah­
ririne ve kış içinde H otin muhafazasına memur olmuşiken
yalnız üç bin nefer mikdarı kefereden usat eşkiyası tahrir ve
altı ayda vilâyetinden H otin e, varınca yollarda fukarây-ı raiy-
yeti zulum ve harab ve ırzlarını hetk ve enva-i fesada cesaret
eylediğinden mâda Hotin e vardıkta askerî taifesi beynine
niza’ bıragub sabıka H otin muhafızı H ü s e y i n P a ş a 'nm
kurşun ile urulub fevt olmasına ve M o s k o f kâfirinin tabu­
runun bu defa H otin üzerine geldiğinde henüz cenke şüru’
olunmazdan mukaddem ümmet-i M u h a m m e d ne durur-
suz asker bozuldu deyu ademleriyle feryad ederek firar ey­
lediğinden asker-i îslâma perişanlık geldikde tabur-ı makhu-
run Hotin i muhasarasına sebep olan D u k a k i n mutasarrı­
fı K a h r a m a n P a ş a nam mirmiranm ser-i maktûudur.

BELGE N. 6
BAHH N. 51758 (Telhis ve Hatt-ı Hümayum)

Mahzurum olmuşdur.

Maktul-i mumaileyhin sui- hali mukaddem bâzı taraflardan


sem-i hümayunuma vasıl olmuş ise de şayed âdem olub baba­
sının yerini tutar deyu vezaretini ibka edüb Raka eyaletini
tevcih etmişidim zamirinde olan habaseti icra içün itaat edüb
gitmedi ez'in işte böyle belâsını bulur ser-i maktuu nihade-i
cây-ı ibret kılma P e h l i v a n P a ş a ’nm oltarafda olan eşki­
yaya nizam vermek içün bir müddet olhavalide tevkif olunub
yahud avdet eylemesini iktiza edenler ile bilmüzakere nevec-
hile re'y olunur ise kararı tekrar taraf-ı hümayunuma arz
olunsun ve müşar-ün ileyhin tatar ağasına hil'at ilbas ve müna­
sibi veçhile atiyye verilsün

Padişahım

Şevketlu kerametlu muhabbetlu kudretlu veliynîmetim Efen­


dim

Sivas Valisi P e h l i v a n P a ş a kullarının vürud eden tah­


riratında mâden emini tarafından idam olunduğu çend ruz
mukaddem ihbar olunan Veli Paşa ser-i maktuunu gönder­
diğini ve Darende ahalisi e k r a d takımından dilgir olduk­
larından bu veçhile cezalarını bulduklarını müşahede eyle­
diklerinden teşekkürü havi arz ve mahzar takdim eyledikle-
rini iş'ar ve ekrad-ı mezkûrenin cevr-i siteminden etraf ve ek~
naf bizar olduğuna binaen nizama rabtiyle olhavalinin temini
içün oltarafta bir müddet dahi meksi ve hususât-ı saire zım­
nında memuriyet gönderilmesi ve yahud avdetine ruhsat ve­
rilmesini iş’ar etmekle tahrir olunan Akçedağ maadin-i hü­
mayuna merbut ise de isyan üzere olarak hizmetlerinden is-
tinkâf eylediklerinden darbhane-i âmire emini efendi kulla:
riyle bil-müzakere iktizasına bakılacağı ve zikr olunan ser-be-
ride pişgâh-ı bab-ı hümayunlarından nihade-i cây-ı ibret kılına*
cağı ve varid olan arz ve mahzar ve ilâm ve evrak-ı saire
manzur-ı şahâneleri buyurulmak içün mâruz-ı huzur-ı feyz-i
gencur-ı mülûkâneleri kılındığı muhat-ı ilm-i âlileri buyurul-
dukda emr-ü ferman şevketlu kerametlu mehabetlu kudretlu
velinimetim efendim padişahım hazretlerinindir 1228 (1813)

B E LG E N. 7

TSA N. E/10190

Kaymakam Paşa

Sadr-ı sabık Ş e r i f H a ş a n P a ş a nın ser-i maktuunu (si­


lik okunmuyor) mirahur ağanın şatırı getürdü size gönder­
dim umur-ı seferde kusur edüb dikkat ve zamaniyle düşman
üzerine gitmeyüb asâkirin perişaniyetine bais ve tsm ail’e im-
dad etmediğinden istilâsına sebeb ve beyt-il mâl-i müsliminin
itlâf-ı izaatine muceb olduğu ve bunlara dair töhmet-i şedide
izvile yaftasının tesvidini yapub şimdi tarafıma gönderirsiz ve
yarın ser-i maktuunu Edirne kapuya vaz’eyleyesiz ve şimdi
defterdarı gönderüb hanesini temhir idesiz

Hazine kethüdası gitti

B E LG E N. 8

TSA N. E/10190

Makam-ı sadaret taraf-ı hazret-i penâhiden mertebe-i mutlaka-i


vekâlet olunduğuna nazaran sadr-ı âzam olanların etvarı ve
hareketi asar-ı rızay-ı bâri ve murad-ı cihandâriyete tatbik ile
umur-ı memurelerine iffet ve istikamet ve ikdamına gayret
.ve ibadullâha şefkat ve beyt-i mâl-i müslimine siyanet ve ahz-i
rüşvetten mücanebet din-ü devlete sadakat ve zevayit-i ni-
zam-ı askeriyeye takviyet ve istihkâm ser haddâtma dikkat
ve böyle hengâm-ı seferde askere ve levazım-ı mühimmâtı
vaktiyle celb ve düşman üzerine vaktiyle ve sarf-ı makderet
ve bunların hilâfına vaz'iyyetden mücanebet etmek kenduleri-
tne farz-ı zimmet iken Ş e r i f H a ş a n P a ş a kendu sada-
kat-i memuriyet mertebe-i mezkûre karar etdüği günden be-
ru bunların birisine rağbet celb ve cem-i mal fikrini ve te<>
rim-i ibad ve mezalim ve tâdiyât umur-ı seferinde takdim ile
geçen baharda müretteb olan asâkir ve mühimmâtı vaktiyle
celb etmeyüb ve asker Şumrıu’ya vardıkda dahi ve müddet-i
vafire hareket ve yaz âhirlerinden hareket devlet-i aliyyenin
aslî düşman-ı kavisi olan M o s k o üzerine gitmeyüb Y er kökü
tarafına kendu iradesiyle azimet ve N em ce mütareke zuhu­
runda asker-i mücterniini M o s k o üzerine götürmek lâzım
iken bu kadar ikdâm ve ihtimâm ile tecemmü' etmiş askeri
bilâ muharebe imdad eyledüği ve İsm ail kalasının istihkâmı
ve müteakiben hatt-ı hümayun ile tekid olunmuş iken tecrim-i
ibad ve mezalim ve tâdiyât ve itlâf-ı beyt-il-mâl-i müslimin ile
meşgul olub kal'a-i merkumeyi imdad eylemedüği ve düşman
muhasara etdikde derununda asakiri ve bu kadar nisvan ve
sibyan imdada intizaren eyyam-ı vafire muhasaraya dayan­
mışlar iken Hacıoğlu Pazarcığından ileru hareket etmeyüp ve
Sürme boğazı ’nin takviyetine sarf-ı himmet eylemeyüb kal'
a-i merkumeyi berren ve bahren düşman istilâsına ve guzât-ı
müsliminin itlâfma sebeb ve ef'al-i sairesinin birisi rızaillâlıa
ve resm-i sadakate muvafık olmadığı güneş gibi zahir olub
ve saire ibret kılınması lâzım geldiğinden ba-hatt-ı hümayun
cezası tertib olunan müşar-ün ileyhin ser-i maktuudur

BELGE M. 9
Ankara Hukuk Fakültesi Kitaplığında 45006 Numarada kayıtlı üç
fetva mecmu as md an en eski ve uzun oyhı olanının son sahifelerine
doğra divanî yaza ile koypa edilen,

Y e ğ e n O s m a n P a ş a ’nm katli fermanıdır.


Emir-ül-ümera-ül-kiram kebir-ül-küberayül fiham zevül kadr il
vel ihtiram sahib-ül izz-ü vel ihtişam el muhteris be mezid-i
inayet-il melik-ül alâ Rumeli Beylerbeyisi Rüstem paşa da-
met mealik-i tevki-i ref-i hümâyûn vâsıl olucak malûm oİa ki
sabıka Engürüs seferine serasker tâyin olunan Y e ğ e n O s ­
m a n P â ş a ile sabıka Rum eli beylerbeyisi olan K a r a v e l i
P a ş a etba-ı nuhusetleri ile daire-i itaatten huruç edip tahrib
bilâd-ı islâmiyeye âzîm ve hilâf-ı rıza-i hümayunum olan
vaz ve harekete câzim olub şekavetleri zahir olmağla şer'an ka­
tilleri helâl ve kaatilleri gazi olduğuna f etva-i şerife verülüo
memalik-i mahrûsemin levs-i viicud-u habaset alûtlarmdan tet-
hiri mühim olup bundan akdem seraskerim olan düstur-u
ekrem müşir-i mufahhan nizam-ül âlem vezirim H a ş a n
P a ş a edam allahû tâalâ iclalini geri kemâkâne serasker ve
serdar nasb ve tâyin olunup eşkiyay-ı mezburunun hakların­
dan gelinmek babında ferman-ı âlişahım sadır.olmağla.. İmdi
sen ki mir-i miran-ı müşarünîeyhsin eyalet-i R um eli’de vakt-i
evliya alay beyleri ve aşavir ve kabayil sahipleri ve kethüda
yerleri ve yeniçeri serdaıiarı ve ayan-ı vilâyetin işerleri ve
sair ahali-i vilâyetin' sığar ve kibari ile nefir-i âm veçhe üze­
re cemiyet i tam ve tedarik-i temam birle mütevekkilen al-alla-
hü taalâ üzerlerine varup ve inâyetullahül taallî eşkiyay-ı mez-
burun cemiyetini dağutub bieyyi vechi kâne haklarından ge­
linmekte ikdam-ı tam ve ihtimam-ı ma-ül kelâm edüb a vk ve
te’hirden ve ihmal ve musalleheden begâyet ihtiraz eylemek
babında ferman-ı âlişamm sadır olmuşdur. Buyurdum ki
(okunamadı) vusul buldukta babta sadır olan emrim üzere
amel edüb dahi sen ki mir-i miranın müşarünleyisin senin
sadakat ve istikametin huzür-u hümâyûnum husrevanem-
d e ( ? ) mübrehen ve kabeyyen olmağla senden külli hizmet
memul-u hümayûnumdur. Eyalet-i Rumelinde vaki olan evliya-
alay beylerbeyi ve aşayir ve kabayil sahipleri ve bilcümle aha­
li-i vilâyetin sığar ve kibarı ile nefir-i âm vechi üzere cemi-
yet-i tam ve tedarik-i temam birle mütevekkilen allalahü taa­
lâ sürat ve istical ile zikrolunan eşkiyalarm üzerlerine varub
be inayetullahü taalî cerniyetlerin dağutub vücud-u datalet
nuhusetlerinden memalik-i mahrusemi pâk ve tathir ve bieyyi
vech haklarından gelmekle bezl-i dikkat ve merdâne hareket
edüb ve var kuvveti bâzuye getürüb tekâsül (okunamadı)
ihtiraz eyliyesin şöyle ki husüs-u mezburda adem-i tekâsülan
mümayan olur ise bir veçhile özr ve cevabın mesmu olunma-
yub gazab-ı âteşbar-ı hüsrevaneme mazhar olmağı mukarrer
bilesin âna göre basiret ve intibah üzere hareket edüb sadır
olan emr-i celil-i şanımın mazmum-u hümayunu icrasında
dakika fetv etmiyesin şöyle bilesin ki alemet-i şerife itimat
kılasın. Tahriren fi evahır-ı cemaziyelâher sene 1099 (Mart
1688)
Be makam-ı Belgrad el mahruse.

(Ohreced an'i sicilli mahfuz nem mekahül fakir ileyhi süp-


hanehü)

(Abdullah eşşehir be helvacızade el kadi be medine-i


Usturumca.)

BELGE N. 10
TSA N. E/8105

Hıdır Kuka Oğlu Mehmed B e y e varan A h m e d


ç a v u ş 'un takriridir

Didi ki paşa hazretleri ben kulunu çağırttı hazır ol Buğdan


vilâyetine ulaklığa gitmeye ben kulun hazır olub huzur-ı şerif­
lerine vardukda buyurdılar ki Buğdan a gitmezsin H ı d ı r
K u k a O ğ l u ’nu asmağa gidersin neylersen eyle ezkiy âzet
basiret üzere ol deyüb emr-i şerif-i hümayunu ben kuluna ver­
diler ben kulun da yola çıkub Buğdan’a gideriz deyu Edirne
şehrinedek bu tedarik üzere yürüdük E dirne’den İJsküb’e
varınca Hersek vilâyetine giderim cevabım bu idi Dukakin ( ? )
Vilâyetinden Leş iskelesine inib mezbur şehrin sağ canibi
Arnavud İskenderiye sidir ve sol canibi Akçakale’dür ki M e h ­
med Be y anda mahbusdur zikr olan Leş iskelesine var­
dukda ben kuluna sual ettiler ki ne yere gidersiz dediler ben
kulun da hilâfm söyleyüb M e s i h B e ğ 'ün muştucusuyutn
M e s i h B e y ’e Köstendil’i verdiler anı muştulamağa gide­
rim deyu cevab verdim ol mahalde bâzı kimesne ya bizim
H ı d ı r K u k a O ğ l u 'ndan hiç bir haber bilmezmisin de­
diler ben kulun da cevab verdüm ki inşallâhürrahman aııa
hayır haberim vardır eğer buluşa bilürsem ademleri olan ki­
mesne kerem-i lütûf ile bizim Beye buluşmayınca gitmeye­
sin dediler ben kulun da ettümki sizün Bey ne yerdedür de­
dim cevap verdiler ki aşağı Akçekale 'nin bağçelerinde oturü-
yor dediler ben külunda ettümki çünki bağçelerde duruvrı-
dub buluşmak müyesser değildir zira emre muhalif iş işle-
mişdir ben bu hafta burda isem gelecek hafta kapudayım ku-
puda bana sual ettükleri zamanda anın hakkına bize düşmez
ki anlarla varub bağçelerde buluşduk diyevüz ol gece zikr
olan L eş iskelesinden kalkub ertesi Akçekalecik’e varub Ak -
çekaleciğin dizdarına buluşub Mehmet B e y kandedür
deyu sual ettükde cevap verdiki gün doğmadan evvel siziin
ğnünüzce geldi kaleye girdi şimdi kalede oturuyor dediler ben
kulunda Leş iskelesinde var bey ilen buluş diyen adamlar
bizden evvel varub beyle buluşub beyi kaleye götürmüşler zi­
ra ben kulun cevab verdim idiki emre muhalif iş işlemişdir
ta varub kaleye girmeyince ben ana cevap vermezim diye bey-
dahi benden evvel acele ile gelib kaleye girmiş ben kulun da
akabinde kale kapusun alub dizdarın çağırtum ittim ki mü­
fettiş kadıları ve müfettiş çavuşu ne yerde kayd-ü bend etti­
lerse ol tarik üzere beni bey algit buluşdur dedim anlar da
kayd-ü bend edüb „camin içine getirmişler ben kulun da ka­
le kapusun kapadub ve kilidleyüb içeru girdikde camie gi-
rib dizdarını ve hisar erlerini bir yer cem' edüb M e h m e d
B e g un yüzüne karşu emr-i şerif-i hümayunu okudub mezbu-
ru camî-i şerif den çıkarub emr-i şerif mucebince salb eyledük
dedi. (X V I. Yüzyıl)

B E LG E N. 11

BAHH N. 4102/B

Maktul Hüseyin P a ş a 'nın


kendulere ıtasma dair T a y y a r
P a ş a ' nm C e b b a r z a d e âdemi­
ne gönderdiği şukkadır.

îzzetlu meveddetlu S a d ı k Ağa huzurlarına

Selâm-ı vafire iblagiyle inhay-ı muhibbanemizdir ki firarı


Hüseyin P a ş a 'nın Söğüdcük nam karyede ele girdiğini
mübeyyin bu defa âdemleri yediyle mursul arizeleri vusul ve
bu veçhile irade-i devlet-i aliyyenin husulü bais-i mahzuzumuz
olmuşdur paşây-ı merkum her nekadar mağzub-i padişâhi ise de
ırz- ı padişahiye riayet ve şân-ı v e z a r e ti
siyanet cümleye firaza-i zimmet o.l m a ğ i.n
matlub-ı padi şâhi ancak merkumun îdamı
olup z ü l l - i r e z a l e t i o l m a d ı ğ ı ve muktezay-ı memu­
riyet merkumun tarafımıza gelmesi olduğu müstagna-i tahrir
ve beyan olmağın bilhamdihi taalâ irade-i aiyye-i hilâfetpe-
nahi infaz olundu merkumun rezaletine rıza vermeyüb ta­
rafımıza gönderilmez ise de şân-ı devlet-i aliyye üzere ida­
mına ihtimam eylemeleri memuli verekamız tahrir ve irsal
olundu bimennihi taalâ vusulünde bervech-i muharrer hare­
kete gayret etmeniz memul dür (1216/1801)

(Mühür)

Esseyid Mahmud Tayyar

(îm za)

BELGE N. 12

BAHH N. 4121

Kaptan Paşa kullarının Kapu Kethüdası S a b i t


Ef e n d i 'ye olan şukkasıdır ferman menlehülem-
rindir

Benim saadetlu müveddetlu hamiyetmendlu efendi hazretleri


Rumeli Valisi S e y y i d A l i P a ş a ' n ı n salik olduğu etvar-ı
serkeşâne ve reftar-ı bagıyanesini ve şimdiyedek vukua gelen
isaeti ra'na mâlumunuzdur şimdi ve bâde zeman devlet-i
aliyyeye P a s b a n o ğ l u 'ndan ezar ve eşna’ bir fitne dırah-
te olacağı cay-ı ictibah olmayub bir eyyamdan beru izale-i vü­
cudu menvi ve musammem ve bir iki defa tedbirine şürû olun­
muşken müyesser olmamışdı elhaleti hazihi gün begün fesad ı
derununu izahara başladığından bâzı madde müzakeresi ba­
hanesiyle ba-tezkere İvraca dan celb ve bir iki gün gereği gi­
bi iğfal ve temin olundukdan sonra Rahuva da oturduğum
odada meclis-i müsahabette k u r ş u n ve b ı ç a k dar­
b ı y 1e ba-avn-i bâri cezası tertib olunub ser-i maktuu der î
mâdeletmakarre tesyir olunmuşdur inşallâh-ı taalâ hain i
din-i devlet olanlar bunun gibi miibtelây-ı kahr-ı demar olur
etvar-ı bağıyanesive ibadullaha ve devlet-i aliyyeye olan ma­
zarratı km ve kaleme sığmaz rnevaddan ise dahi bir mıkda-
rı bir kıt'a arizemize dere ve terkim ve der-i mâdeletmakarra
tesyır olunmağla vusulünde bâb-ı âliye takdim ve iktiza eden
cevabını ahz ve irsale tâciî eylemen matlubdur fi 11 C (Ce-
maziyelâhir) sene 213 (20 Kasım 1798)

(M ühür) H ü s e y i n

B ELG E N. 13
......... .....TSA N. E/10190.. . ......................... ........... ..

Canikli muhassıl A 1i hakkında celâlet efzay-ı sahi-


fe-i sudur olan emr-ü irade-i aliyyelerinin infaz ve
icra olunduğunu muhbir bostancı başı ağa kulları­
nın takriridir ferman hazret-i veliy-yül-emrindir

Takrir-i kullarıdır ki
Bâ ferman-ı âli nezd-i kullarında mahpus olunan T a y y a r
P a ş a nm avenelerinden ve dergâh-ı âli kapucu başılarmdan
A 1i nam kimesnenin cezası tertib ve ser-i maktuu Bâb-ı Hü­
mayuna vazı' olunmasiyçün nezd-i kullarına hitaben sadır
buyurulan ferman-ı âlilerine imtisalen merkumun cezası ter­
tib ve ser-i maktuu Bâb-ı Hümayun a vaz iyçün irsal olundu­
ğunu mâlum-ı devletleri buyuruldukda emr-ü ferman devlet-
lu inavetlu sultanım hazretlerinindir .

Bende

B ELG E N. 14

. TSA N. E/12079 (-Fetva) . ;,


( Dua)

Ve m innehül. bidayetti vet - tevfik

Bu mesele ---- :------------------ beyanında eimme-ı hanefiyyeden


cevab ne veçhiledir ki
Taraf-ı saltanat-ı alİ3ryeden sancak beyliği ihsan olunan Zeyd'e
vç mirî hizmet iltizam eden Amr’e padişâh-ı İslâm hailede t
hilâfetehu ilâ yevm-il-kıyam hazretleri taraf-ı aliyyelcrinden
reaya fukarasına zulüm etmen deyu tenbih-ı ekid olundukdan
sonra Zeyd ve Amr mütenebbihler olmayub reaya fukarasının
zulmen mallarım alub fukarayı perişan etmeleriyle saî-i bil­
fesad oldukları şer’an sabit olsa Zeyd ve Amrm emr-i veliy-ül-
emr ile katilleri meşrûmudur

El-cevab ;----- ------- —----- —— :------ -—:------ — *-------- - allâhü a’lem


meşrûdur
Ketebe-hül fakir M e h m e d S a d ı k
afa anh

BELGE N. 15
. TSA N. E/12079 (Fetva)
( Dua)

Bu mesele----- :----------:------------ *---------- beyanında eimme-i hu-


nefiyyeden cevab nedirki

Zeyd vâlinin mehin-i devlet ve bigayr-ı hakkın nice kimesne-


ierin mallarını ahz edüb zulüm âdet-i müstemirresi olup saî-i
bil-fesad olsa Zeyde ne lâzım olur beyan buyrula
El - Cevap —------------------------------ :---- -— :------ :------- allâh-ü alem
(Emr-ü veliy-yül-emrile kati olunur)

Ketebe-hül-fakir A b d ü r r a h i m
* Afa anh

BELGE N. 16
BA Mülga divan-i hümayun 1 numaralı mektum mühimme defteri­
nin 72 nci salîifesimden çıkartılan ferman kaydı örneği

Zikr-î âti şakinin bulunduğu kazanın naibine ve ocak-ı âmi-


rem tarafından mübaşir tâyin olunan (okunamadı) zeyde
mecdehuya ve yeniçeri zabiti ve zabitan-ı saire ve vücuh-i
memlekete ve iş erlerine hüküm

Bir müddetden beru Geyve ve Akhisar kazalarında âyanhk


iddiasiyle fukaray-ı raiyyete gûnagûn mezalim ve tâdiyata ic-
tisar eden B a l a b a n A h m e d nam şaki bundan böyle da­
hi vedayi-i hâlik-ül berâyâ olan reaya fukarasına dürlü dürlü
tekâlif ile zulüm ve taaddiye ibtidar edeceği-âhval ve etvar-ı sa­
bıkasından meczum ve âşikâr ve bu makule muzır-j ibad ve sâî-i
bilfesad olanların izale-i vücudlariyle zuafây-ı raiyyet üzerlerin­
den taaddilerinin defi' ve ref'i vacib ve lâzım jdüği müstagna
an-il-iş ar olmağla merkum B a l a b a n A h m e d' in alâ eyyi
hâlin bulunduğu mahalde tertib-i cezası hususuna irade-i ka-
tıa-i mülûkânem taalluk edüb olbabda hatt-ı hümayun meha-
betmakrunum celâletriz-i sudur olmağın sizki mevlâna ve za-
bitan ve sair mumaileyhimsiz merkum B a l a b a n A h m e d
bir ferde zarar ve hasar vukua gelmeszin ber takrib ahz ve
alelgafle cezasını tertib ve ser-i maktuunu derbar-ı adaletme-
dar-ı şâhaneme irsal ve tesyire bil- ittifak dâmen-i derme-
yan-ı gayret ve hilâf-ı hareket vukuundan ve firar ve gaybeti-
ni mucib olur hâlâtdan ve bu takrible fukaray-ı raiyyete zu-
hur-ı zarar ve hasardan gayet-ül-gaye tahaşi ve mücanebet ey­
lemeniz içün rikâb-ı kâmiyabmdan mesturen ve mahfiyyen iş­
bu ferman-ı kaza cereyanım isdar ve memhuren ve mektumen
(okunamadı) ile irsal olunmuşdur imdi keyfiyet malumunuz
oldukda ber-vech-i meşruh amel ve harekete ihtimam ve dik­
kat ve ne veçhile ve ne tarikle olur ise olsun alâ eyyi hâl mer­
kum B a l a b a n A h m e d ' i alel-gafle ahz ve fukaray-ı raiyyete
mazarratı dokunmaksızm ber-vech-i suhulet cezay-ı sezasını
icra ve ser-i maktuunu der-aliyyeme tesyire bezl-i makderet
ve hiiâfı hareketi tecviz ile mazhar-ı gazeb-i şâhânem olmak-
dan hazer ve mubaadet eyleyesiz ve senki mubaşir-i mumai­
leyhsin işbu emr-i şerifimi istishab ve doğru serian orduy-ı
hümayunum canibine teveccüh edüb bu tarafda ve esnay-ı
rahda kimesneye maddeyi ifşa etmiyerek kaza be-keza mer­
kumu hafiyyeten tefehhüs ve her hangi kazada bulunur i-e
tesadüf olunur ise ol-mahalde-emr-i şerifimi ibraz ve tenfiz
ve icrasına ikdam-ı tam eylemek babında
fi evail-i M (M uharrem ) sene 206
( Ağustos - Eylül 1791)
B E LG E N. 17
TSA N< E/4880

Hâlâ Özi Valisi Vezir-i mukerrem izzetlu saadetlu karında­


şım M e h m e d Paşa hazretlerinin huzur-ı izzetmevfuria-
nna !
paşây-ı celil-ül-kadir hazretlerinin
îzzetlu saadetlu karındaşım
huzur-1 izzetmevfurlanna mezid îzaz ve ikram ile

Dürer-i daavât-ı sâfiyât-ı muhabbet füzun ve özr-ü teslimât-ı


vâfiyât-ı meveddet numun ittihafmdan sonra zamir-i münir i
hurşid tenvirlerine minhay-i muhlisane budur ki benim izzet-
lu saadetlu kanndâşım hazretleri zamirmaye-i fitretinizde
merkûz olan cevher-i riişd-ü sedâd muktezasında bu anedek
ühde-i liyakatinize tefviz kılınan mensablarda neşr-i âsâr ı
adil ve nısfet ve te’dib ve gûşihal-i erbâb-ı şakavet ederek fu-
karây-i raiyyeti himayet ve siyanet ve tahsil-i esbâb-ı refah ve
rahatlarına ihtimam ve dikkat zımiıida etvar-ı hamiyyetiniz
mâlum-ı hümayun olduğuna binaen tanzim-i umur-ı vilâyet
ve terfih-i ahval-i raiyyete vesile olacak umur ve hâlâtda cena­
bınıza r u h s a t ve i s t i k l â l - i t a m verilmekle imdi ber-
vech-i meşruh evamir-i şerifeleriyle uhde-i hamiyyetinize tâlik
olunan umur ve hususların muktezay-ı şer’i şerif ve kanun-ı
münif üzere tekmil ve temşitlerine sa'y-i mubaderet ve emrini­
ze ve müteselliminizin re'yine muhalefet üzere olanları ahz ü
tedib ile tanzim-i umur-ı müşâdan memlekete bezl-i meknet
ve zatınızda olan rüşd-ü diyanet muktezasınca havza-i hükü­
metinizde bilâ-istiklâl neşr-i âsâr-ı adil ve nısfet ve ehl-i arz ma-
kulelerini eşkiyanm zarar ve hasaretlerinden siyanet ve fu-
karay-ı raiyyeti zulüm ve taaddiden haraset etmeğe ikdam
ve mubaderet ederek temin ve terfih-i kulub şükkân-ı mem­
lekete bezl-i cell-i himmet birle fimaba'd dahi tahsil-i rızay-ı hü­
mayuna nisar-ı vus'-u kudret eylemeniz babında sadır olan
fermân-ı âlişân mucebince mektub-ı meveddet tahrir ve
ile irsal olunmuşdur inşaallâh-ı taalâ led-el-vusul ma/-
mun-ı emr-i âli mâlumunuz oldukda muktezası üzere amel /e
harekete himmet buyurmaları memuldür baki hemişe
eyyam-ı izz-ü saadet ve kâmiranî daim bâd (X V II. Yüzyıl)

Men mühibb-ül muhlis


Mehmed
BELGE N. 18
TSA. N. E/1207S (Fetva)

Allahümme ya veliy-yül-asametü vet-tevfik


Yes'elük-el hidayetü suittarik
Bu m esele------------------- beyanında eimme-i hanefiyyeden çe-
vab ne veçhiledir ki

Ehl-i zimmetden bâzı karyelerin ehli isyan ve temerrüd üze­


rine olub haraçların ve sair üzerlerine vacib olan hukuk-ı
şer'iyyeyi eda etmekde inad edüb kemal i tuğyan üzerine
olduklarından gayri ehl-i îslâmdan etraf ve nevahilerinde
vaki' olan reaya ve sipahilerin daima evlerin ve çiftlik­
lerin basub emlâk ve esbablarm ve davarların gart edüb
enva-i fesadât edüb ol vilâyetlere zarardı âmlan olduğu
muhakkak olub karyeleri sarb yerlerde olmağın fesadlarınm
def'i müşkil olmağla yevmen fe-yevmen isyanları ve tuğyan­
ları artmak içinde olsa onların hoyratları kırılub ehilleri ev-
lâdları esir edilmek şer'an caiz olurmu olmazmı Beyan kılı-
nub musab oluna

El-cevab ----------------------------------- :-----;------ allâh-ü alem

Fesad edenleri kırılmak meşru'dur amma bu mer­


tebe ile ehilleri ve evladları esir edilüb malları gart
olunmak meşru' değildir ehl-i zimmet olanlar is­
yan ve tuğyan edüb dâr-ı harbe lâyık olmayınca
yahud bir mevzie galib ve müstevli olub ehl-i islârn-
la muharebe etmeyince zimmetleri bozulub kendi­
ler kati olunub malları gart ve ehil ve evlâdları esir
edilmek meşru' olmaz bâzı sarb yerler derincene
olub üzerlerine gelenler ile cenk edüb korunmak ile
ol mevzie galib ve müstevli olmuş olmazlar taife-i
mezkûrenin hükmü kıta-ı tarik hükmüdür mahza
mal gart etdiler ise aldıkları taksim ölundukda her
birine onar dirhemlik nesne değdiyse sağ elleri ile
sol ayakları katı’ olunub katli nefs dahi etdiler ise
katı'dan sonra yahud katil olunmadan katil yahud
salb olunmak lâzım olur ve ehil ve evlâdları fesada
mütemekkin olıcak yerlerden iclâ' olunub sair ehl-
zimmet içlerinde sakin olmak teklif olunur vallahü
teâlâ a'lem

Ketebe-hül-fakir Ebussuud
Af a anh
BELGE N. 19 -
TSA N, 12078
(Belge üzerindeki Arapça yazının altındaki çeviri)

Ve kim cizyeden imtinâ ederse veya bir müslümanı Öldürür­


se veya Peygamber-i aleyh-üsselâma küfür ederse veya bir
müslüman kadın ile zina yaparsa ahdi sakıt olmaz çünkü bun­
da kıtalin nihayet buluncaya kadar cizyenin ifasına ve diğer
iltizâmatınm edasına ahdi bakidir meydan-ı harbe yetişüb
mevkie hakim olub bize harb ederlerse ahidîeri nakşedilir.
Bunlar bize harb açdılar harblerin şerrini defi' etmek olan
faideyi başlangıçta yapmaktır
Mucibince yapmak ve hükmü ile yürü­
mek hakdır ,
Ketebe-hül-fakir E b u s s u u d

BELGE N. 20
TSA N. E/12079 (Fetva)

Sultan-ıl İslâm vel-müslimîn haledallâh-ü zılâl-i saltanatehıı


alel'âlemin hazretlerine tavaif-i kefereden bir taife itaat etme­
leriyle taraf-ı saltanat-ı aliyyeden kendu cinslerin biri üzerleri­
ne voyvada nasb ve tâyin olunub ve taraf-ı saltanat ile icmâ ve
ittifak ve ahd-ü misak üzere iken mezbur voyvada hıyanât ve
fesadâta sülük ve a'dây-ı din-ü devlet olan kefere ile müttefik
olub imdat ve ianet ve muavenet ve müzaheret eyleyüb ka~
lâ-i sultaniyeden bâzısmı tahrib ve mütemekkinîn ve muta-
vattmîn olan agniya ve fukara ve reayânm emvalini nebh-ü
gart ve katl-i nüfus eyleyüb beyn-en-nas şururu îka’ ve müf-
şid-i sai-i fil-arz olduğu şer'an sabit olsa mezbur voyvadamn
katli meşrûmudur El-cevab ------------- :------------------
şer'an katli vacibdir tehirinde âsim-i
azim vardır
Ketebehu M a h m u d -ül fakir
Afa anh
Bu suretde müfsid-i mezbur ahz olundukda evlâd ve akraba
ve itbamdan kenduye muavenet edüb takviyet veren esrara
avenesinden bir kaçı dahi ahz olunsa ibadullâh üzerlerinden
şer'lerini defi' içün mezburlarm dahi katilleri meşrûmudur
Elcevab ------------------------------
meşrûdur
Ketebehu M a h m u d -ül fakir
Af anh

BELGE N. 21
TSA N. D/10410

Bayezid Mutasarrıfı İ s h a k Paşa bilâ cürüm kati eyledi­


ği hanedanlar beyan olunur
Eleşkird Mutasarrıfı A b d i Paşazade Mehmed Bey
ve karındaşı A l i . Be y ve S ü l e y m a n B e y
E leşkird ’de hâlâ müderrisin-i kiramdan A b d ü l g a f u r
E f e n d i z a d e M e h m e t . E f e n d i maktul
Eleşkird hanedânından Y u s u f B e y z a d e elhac İ m i r z e
B e y üzerine daş yığılub öylece maktul
E leşk ird ’ın aşiret ağası S ü l e y m a n A ğ a ve ammi zadesi
Y â k u b A ğ a ve S ü l e y m a n A ğ a 'nm mahtumu A l i
A ğ a maktul
Haliyazı Subaşısı S ü l e y m a n A ğ a maktul

Eleşkird hanedanından Hüseyin Ağazade Ali Ağa


maktul

Ham ur B e y i İ b r a h i m B e y maktul ve mensubini İ s ­


hak P a ş a üzerinden aldık mahtumunun cismi nâmev-
cuddur

Eleşkird hanedânından olarak mastur-il-isim olan kimesne-


lerden mâda maktul kırk beş kimesnedir Bu cümlesini bilâ
cürüm î s h a k P a ş a kati eylemişdir A b d i P a ş a z a d e
H a l i l B e y E leşkird'e mutasarrıf olduktan sonra on beş ne­
fer hanedan dahi bilâ cürüm katil eylemiştir
(X V III. Yüzyıl)
BELGE N. 22
TSA N. E/12079 (Fetva)

Bu mesele ------------------------ beyanında eimme-i hanefiyye-


den cevab nemenedir ki
Bilâd-ı îslâmiyeden bir belde ahalisinden birkaç kimesneleriıı
nefi’ ve iclâlariycün taraf-ı saltanat-ı aliyyeden ferman-ı âli sa­
dır ve mübaşir tâyin olunub mübaşir vardıkda bâzı mufsıd
kimesneler belde-i mezbure ahalisinden kırk elli nefer kimes-
nelerin katline ferman gelmiş deyu halkâ işaat ve isma’ etme­
leriyle ahali-i belde havfa düşüb vali-i vilâyet üzerine tecem-
mü’ ve nefilerine ferman kimesneleri mübaşir elinden alub fer-
man-ı âliye adem-i itaat gösterdiklerinde içlerinden bâzıları
nush-u pend etmekle yine menfileri mubaşıra teslim edüb fer-
man-ı âli icra olunca mezbular bu mertebe ile saîi bil-fesad
olub şer’an katilleri lâzım olurmu beyan buyurula
El-cevap ------------------------------------ -— ----- allâh-ü a’lem
Olmaz mezburlar bigayri vecih tecemmü’ ve taraf-ı saltanattan
memur olan mübaşir elinden adem alub valilerine ve fer-
man-ı âliye itaat etmedikleriyçün şedd-i tâzir ile tâzir ve sa­
lâhları zahir olunca hapis ve içlerinde muzır-ün nâs olanlar
re’y-i ülülemir ile tagrib ve n efi ve iclâ olunmakla iktifa olu­
nur s a î - i b i l - f e s a d m z u a f a y a z u l ü m e t m e k
âdet-i mü s t e mi r r e s i o l u b ve mevadd-i zulmü ve
sâî’i bil-fesadı şer’an sabit olmağa muhtacdır.
Ketebe-hül-fakir A b d u l l a h
Af anh

BELGE N. 23
B A C V T A . N . 277

Hüküm buyuruldu
Viditı seraskeri vezirim H a ş a n P a ş a iclâlehuye hüküm
E v l â d - ı f a t i h â n çeri başısı olub bin nefer asker ile
maiyyetine memur M e h m e d E m i n ' i n evlâd-ı fatihân tai­
fesine cesaret eylediğü zulüm ve taaddinin nihayeti olmadığı
ve çeri başısı olduğu kazalarda katl-i nufus ve hetk-i âraz mi-
sullu enva'-i fezayiha ibraz eylediğine bianen icray-ı cezasına
müsaraat eylemen içün senki vezir-i müşar-ün-ileyhsin sana
hitaben eğerçi ferman-ı kaza-ı ceraim sudur etmiş olub ancak
merkum M e h m e d E m i n fimaba'd zabiti olduğu fukarâ-
ya zulum ve taaddi etmeyüb himayet ve siyanetlerine ikdarn
ve dikkat ve hilâf-ı rızay ı aliyyem harekâta adem-i cesaret
birle memur olduğu hidemât-ı aliyyemde izhar-ı sadakat et­
mek şartiyle senki vezir-i müşar-ün-ileyhsin cerayim-i güzeşte-
si af olunmasını istid’a eylediğime binaen merkumun şurut-ı
mezkûre ile ceraim-i güzeştesi af ve sudur eden emrin kaydı
refi ve terkin olmağla imdi senki vezir-i müşar-ün-ileyhsin
merkumun ceyarim-i güzeştesi afvı mutlaka senin şefaatine
binaen olduğu mâlumun oldukda merkumu huzuruna ihzar ve
şurut-ı afvım kenduye ifade ve tebyin ve bâde-ezin o maku­
le hareketten kef-i yed eylemesini tenbih ve telkin ve bundan
sonra dahi mütenebih olmayub hilâf-ı rızay-ı aliyyem hare­
kette bulunduğu mesmuum olduğu surette b ir dahi af ve t-
Iah kendüsiyçün mutasavver olmadığı etrafiyle merkumun
gûş-i huşine ilkaya mubaderet eylemen babında
fi evasıt-ı L (Şevval) sene 202 (Temmuz-Ağustos 1788^

BELGE N. 24
BAHH N. 25247 (Telhis ve Hatt-ı Hümâyûn)

Kaymakam Paşa

Z e n e c i H a c ı A l i 'nin muhallefatı vefir ise dahi


e s n a f ma k u l e s i n i n ma l ı e ş y a d a n i b a ­
r e t o l m a k gerek varisi var iken vaz-ı yed olun­
mak münafi-i rızay-ı bârî olub i m d i m e s a r i f - i
s e f e r i v y e d a h i d e r g â r i s e d e b u sürer­
de müteveffay-ı merkumun kâffe-i muhallefâtı ve
nukûdu defter olunub her neye baliğ olur ise e ş y a ­
y ı v â r i s l e r i n e t e s l i m ve takdir olunan ba­
hasının yekûnuna mukabil sekizer seneliğine es­
ham kavaimi verilsün dekâkin ve hane igibi müsak­
kafâtı ber vech-i âdî evladlarma îta olunur
Padişahım
Şevketlu Kerametlu mehabetlu Kudretlu Veliynîmetim Efen­
dim
Zeneci esnafından B a n d ırm a lı H a c ı A l i hulûl-i ecel mev
udiyle fevt olub merkumun eshab-ı servet ve yesardan oldu­
ğu haber verilüb kebir ve kebire üç nefer oğlu ve kerimesi
mevcud ise de oğullarının haneleri başka ve sahib-i sermaye
idükleri ihbar olunmağla muhallefât maddesiyçün neşr olu­
nan evamir-i aliyye mezamini mâlum-ı mülûkaneleri buyuru­
lan mevaddan ve mesarifi seferiyenin kesreti ve nukûduıı
fıkdanı dahi zahir olan keyfiyattan olmağın müteveffay-ı mer­
kumun muhallefâtı hususunda ne veçhile emr-ü irade-i şâhâ-
neleri buyurulur ise olbabda ve her halde emr-ü ferman şev-
ketlü mehabetlu kudretlu veliy-i nimetim efendim padişa­
hım hazretlerinindir (1242, 1826)

BELGE N. 25
TSA N. E/640

Faziletin atufetlu mürüvvetlu refetlu kerim-üş-şiyem karm-


daş-ı uluvvüş-şanım sultanım efend-i mar -el hısal
hazretleri hemare-i kevkeb baht ve ik­
balleri evc-i adâdâ tali’ ve neyyir-i şern’-i iclâlleri füruzan ve
lâmi’ olmaları daavâtı eda ve istinbayı mizac-ı mürüvvetleri
takdim cümleten müvedda kılındığı verasmda nümayende-i
muhibb-i halis-il-bâlleri budır ki meyanede rabıta bend ve mii-
şeyyed olan hubb-i muhadenat muktezası istilâm tab'-ı neca-
betlerine vesilecu iken kaç seııedenberu eyaletimizi ihtilâle
verüb bagyü tuğyan ile şöhretşiar olan kırkıncı cemaat H a -
c ı Ö m e r A ğ a ve M e h m e d M e s ’ u d E f e n d i ve S o f i-
o ğ l u H a c ı M e h m e d E f e n d i atüv ve istikbarlarma
ısrar ve bi-muhabâ katl-i infas ve hetk-i ârâza ibtidar ve fu-
karâ ve zuafâya itale-i deşt-i hasar ve vüzeray-ı izam hazrâ-
tiyle makam-ı muarazada kıyam ve şakavete ictisar etdikleri
mesmu'-i zıllullah olub H a c ı Ö m e r A ğ a nın izale ve ida­
mına irade-i katıa-i zıllullahi eşyası (cihet-i ?) mirîden zabt için
halâ valimiz devletlu O s m a n P a ş a E f e n d i m i z e hi­
taben bir kıt'a ferman-ı âlişan (kopmuş) dergâh-ı âliden saa-
detlu S ü r u r i M e h m e d A ğ a memuriyet ve mubaşere-
tiyle şerefvürıd etdikde agây-ı muma (kopmuş) re’y-üt-tedbir
olub memuriyeti hususu müzakere ve istişare olundukda bizler
ulülemre mutî ve minkadız emr-i cihan muthai veliy-ünna'm
efendimiz icra etsün cümlemiz beraberiz deyu söz verilüb ve-
zir-i müşar-ün ileyh hazretleri mâ-i cemaziyelevvelin beşinci
günü şaki-i mezburu katil eyledikde emvâî ve eşyasın ber-mu-
ceb-i emr-i âli zabt içün taraf-ı devletlerinde va hakim-üş-
şer’ tarafından ve kapucıbaşı ağa tarafından ademleri irsal bu­
yurduklarında şaki-i maktulün aveneleri tarafgirlerin igva ve
tahrik ve emvâl-i mirînin zabtına maııî olduklarından gayri
saray kırkıncı derunuııda olduğundan saray-ı hısr ve tüfenk
endahte etdiklerinde merkumlara nedir bu fazahat bir zor­
bayı ba-emr-i âli bir vezir-i alîşan katil etmekle bu misillu ha­
rekâta cesaret ve cüretdir bizler veliy-yül na’m efendimizle
beraberiz rahat durmazsız bu tarafdan bizler dahi üzerinize
gelürüz dediğimizde muharebeden kef-i yed etdiler ancak
hasr-ü tazyikden yazgelmediler devletlu veliy-yül-na'm efendi­
miz fesad ve muharebe olmaksızın def'-i tarikate bakım de­
yu emir buyurduklarından meyaneye tavassut olunub şaka-
vet-pişeler ber takrib saraya duhul kapucıbaşı ağayı ihraç ve
Hacı beyin oğlunun konağına haps-i gûna misafir ettiklerin­
den gayri veliy-yül-na'm efendimize kethüdayı istemenüz deyu
haber gönderdiklerinden ve bagiy şekavetden hâli olmadık­
larından vezir-i müşar-ün ileyh hazretleri ehl-i ırz derununda
takriri irade ve kaç etbaiyle atureflu F i r u z P a ş a hazret­
leri konağa teşrif buyurub keyfiyet-i hali der-i devlete arz et-
yanlarm ve ahl-i ırza etdikleri taaddilerin ve vüzeray-ı izam
hazratma eyledikleri zill-i hakareti arz ve mahzar etmeleriy­
le an-asıl saray-ı kırkıncı derununda olduğundan bu denlu
fürceyâb olub devletlu V e l i P a ş a hazretlerine etdikleri
hakaret ve badehu E s s e y y i d A l â ü d d i n P a ş a haz­
retlerine ve der-akab devletlu elhac İ b r a h i m P a ş a haz­
retlerine olan zill-i hakaret âfâkgir olan mevaddan olub son­
ra A b d u l l a h P a ş a ' y a etdikleri ihanet ve hâlâ valimiz
teşrif buyurdukları günden ilâ hazer'an sarayın kapusına ya­
sakçılar vazı' ve nedenlu mal-i mirî ve viizerâya muhtes olan
irad ve tayyarâtı cümleten nefislerine hasr-ü mekel etdikle-
rinden vezir-i müşarün-ileyh hazretleri istidane birle daire
halkın idare ve dört mâhdan mütevaciz matbah-ı müşirane-
leri mesdud (okunamadı) bu vak'a zuhurunda vezir-i mü-
şar-ün-iley F i r u z P a ş a hazretleri konağına teşrif buyumb
ve kapucıbaşı ağa yirmi gün tamam anda gönül azabı çeküb
zatında (kopmuş) ve delir ve Dünyanın kerem-ü serdim çekmiş
ehl-i tedbir olduğundan bir gece fırsat bulup veliy-yül-na’ım
efendimiz tarafına gelmiştir mâdâm sarây-ı kırkıncı tarafında-
dır bunlar bu misullu fesaddan hâlî olmazlar ve maktulün
mâlini verdirmeyenlerin nizamı ve tedibi hususuna emr-i âli ıs­
dar buyurulmaya müsaade ve sarây-ı kırkıncı derunundan
hedm ve refi’ ve dervin’ı ruhada arab meydanında saraya
münasib bir mahal olub anda inşaya emr-î âli sudur ve fer-
mân-ı celil-üş-şân suduruna teşmir said-ü gayret ve himmet
buyurmanız memulü kaime-i muhabbet tahrir ve savb-ı mit'
rüvvete tesyir kılınmış dır bimennehi taâlâ led-el-vusul keyfi­
yet mâlum-ı mürüvvetmelzumları buyurulduk da husus-ı mez­
kûrlara himmet ve bâdeza canib-i riya mücanebetlerini gû-
şe-i hatır-ı mürüvvetden endâhte-i vadi-ı hicran buyurmaları
vabeste-i lütf-i mürüvvetleridir sultanım

fi 27 Ca (Cemaziyelevvel) sene 21),


(21 temmuz 1808)
(Mühür)
Me h m e d
El-muhib-bül muhlis el-hac
M e h m e d seksunî
mütesellim~i sabık

BELGE N. 26
TSA N E/Iİ53S (Muhallefat defteri)

Emval
Maktul vezir-i âzam sabık A h m e d P a ş a elvakî
fi 20 Rebiulevvel sene 1068
Sepet Sandık Musannâ Frenk
Adet Aded sandıkı sagir
Aded
1
Icmâl ----------------:----------------
28 yirmi sekizdir
îzzetlu Kethüday-ı zişan Gönderilen
esbabın vusulü haberin îlâm buyurasız zikıymet
şeyler vardır takayyüd buyurula
Hazinedar başı

BELGE N. 27
BAHH N. 25384 (Telhis ve Hatt-ı Hiimayûn

Kaymakam.Paşa..........
Tertib olunduğu üzere tarafından gönderesin vakıa
güzel hizmet etti mevcud olanlardan bir mücevher
hançer ifraz olunub tarafına gönderilmiştir kürk te­
darik olundu, ise hemen irsal olunsun tehir olun-
masun gerçi K a d ı P a ş a nm muhallefatma İ b -
r a h i m P a ş a memur olunmuş idi güzel amma
A sita n e’âen dahi vilâyetine başka ve K o n y a ya baş-
kar birer kârgüzâr müstakim mübaşirler ve maiy-
yetlerine baş muhasebeden birer kâtib tâyin olun­
ması iktiza eder zira yedi bin keselik muhallefatı
olduğunu rivayet ediyorlar K o n y a da ve etrafında
iki bin keselik hayvanât ve hububâtı olduğunu
tahkik ederler hazine-i hümyunumun zarureti mâ-
lumunuz iken niçün böyle hususlara dikkat etmi­
yorsunuz güzel ce tahsilini isterim

padişahım

Şevketlu kerametlu mehabetlu kudretlu veliy nimetim


efendim

Maktul  b d u r r a h m a n P a ş a ’nm muktezay-ı emrü ira-


de-i seniyye-i şâhâııeleri üzere cezasını tertib ile ser-i maktuu-
nu ibretgâh-ı südde-i ulyalarma irsal eden dergâh-ı âli kapu-
cu basılarından hâlâ T ek e Sancağı Mütesellimi Elhac M e h ­
m e d A ğ a kulları maktul-i merkumun üzerine teveccühle
varmış ve ahali ve fukarâ pazede-i hasar olmaksızın ber-vech-ı
suhulet negûne ahz-ü girift eylemiş olduğunu mübeyyin bun­
dan akdem âgây-ı mumaileyhin vürud eden arizası takdim-ı
hakipây-ı hacetrevay-ı şahâneleri kılınarak meşmul-i lihaza-i
mekârim ifada-i şehr-i yârileri buyurulmuşidi âgây-ı muma­
ileyh kulları A n a d olu ’nun kadim ve kibar hanedâmndan olub
bu babda ibraz eylediği hizmet ve sadakati şayan-ı tahsin ve
aferin olduğundan mukabelesinde mazhar-ı in'am ve iltifat
olması muktezay-ı şan-ı ebhet nişan-ı saltanat-ı seniyyelerinden
olduğuna binaen emsali üzere mir-ahur-ı evvel-i hazret-ı şehr-i
yârileri payesi tevcih ve ihsaniyle taltif ve tatyib olunması
hatıra gelmiş ise de mukaddema M ıs ır seferi esnasında âgây-ı
mumaileyhe paye-i mezkûr tevcih buyurulmuş olduğundan ci-
het-i malikâne uhdesinde olan Alâiye Sancağı âgây-ı mumai­
leyhin zir-i idaresinde olan Teke Sancağına civar ve muttasıl
olmak mülâbesesiyle zikr olunan Alâiye Sancağı nm malikâ-
nelik suretiylemi olur yoksa vech-i âhar ilemi irade buyuru­
lur ve veçhile olur ise uhdesine ,ihale ve tefviz olunması hu­
susunu başka tahrirat ile iş’ar ve istid a etmiş olduğundan
niyazı üzere liva-i mezbur uhdesine ihale olunur ise mutay-
yeb ve memnun olacağı ifade olunmuş ise dahi liva-i mezkûr
mukaddeme vezaref ihsaniyle İ b r a h i m P a ş a kullarına
ber-vec-i mensab tevcih buyurulmuş ve müşar-ün-ileyh dahi
hareket ve azimet eylemiş bulunduğundan el-halet-i hazihi
tahvil ve tağyiri tecviz olunmayub ancak maktul-i merkumun
idamından sonra muhallefâtmı temhir ve üzerlerine muha­
faza içün mûtemed adamlarını vazı’ tâyin etmiş olduğunu
âgay-ı mumaileyh tahriratını da beyan ve iş’ar eylemiş oldu­
ğuna binaen maktul-i merkumun kâffe-i muhallefatım canib-i
mırîyçün zabt ve tahrir etmek üzere müşar-ün-ileyh maiyyetiy-
le gönderilen memurların muhallefât-ı merkum eyi zahire ih­
raç ve tahsil etmeleri hususu dahi âgây-ı mumaileyh kulları­
nın ianet ve ikdam ve dikkatine mütevakkıf idüği ve muhal-
lefât-ı merkume dahi külliyetlu madde olduğu ihbar ve tah­
kik olunduğundan bir cihit-i hasene ile taltif ve tatyibı lâ­
zım geldiğine mebni bu suretlere nazaran âgay-ı mumailey­
he iki üç bin kuruşluk bir sevb bol yenli samur ile bir kaç
bin kuruşluk kıymetlu bir kabza hançer irsal ve işbu hizme­
ti ind-i devlet-i aliyyede bais-i mezir-i makbuliyet ve hamdü
hamiyyet olduğunu elfaz ve ibarât-ı lâyıka ve kendunm öte-
denberu rızacu ve fermanber-i hademe-i devlet-i aliyyeden
olduğu ve liva-i mezbur mukaddema ber-vech-i mansab mü-
şar-ün-leylı İ b r a h i m P a ş a ' y a tevcih olunmuş bulunduğu
iktizasına göre beyan ve itizar olunarak memurlara muavenet
ve muzaheret ile muhallefât-ı merkumenin zahire ihraç ve
tahsiline dahi ikdam ve dikkat eylemesini müeyyed ve müek-
ked mukaddemât-ı müşevvika dere ve tekâriyle taraf-ı çake-
riden tahrirât ba's-ü isal olunması hem agay-ı mumaileyhin
mutayyıb olmasını mucib ve hem muhallefât-ı merkumenin
zahire ihracına ikdam eylemesini müstevcib olacağı müta-
lâasiyle tensib ve tasvıb olundukdan sonra vezaret rütbesini
ihraz etmiyen bu makule taşra hanedânma taraf-ı hümayun­
larından kürk ve hançer irsali münasip görülmediğinden
vech-i muharrer üzere âgây-ı mumaileyhe tesyiri tertib olu­
nan samur kürk ve hançerin tarafa-ı bendegânemden hediye
olarak gönderilmesi bil-müzakere karargir olmağla ber-men-
val-i muharrer âgây-ı mumaileyhe gidecek hançer mubayaa ile
tedarik olunmakdan ise hazine-i hümayunlarında mevcud
olan âdi hançerlerden bir ifraz ve ita birle ihsan buyurulur ise
üçbin kuruşa kadar tedarik olunacak bol yenli samur kürk
ve iktizasına göre yazılacak tahriratla maan âgây-ı muma­
ileyhin tatarına teslim ve tatar-ı merkuma mukaddem hin-i
vürudunda hil'at ilbas olunmuş olunduğundan bu defa beş-
yüz kuruş îta ile tatyib olunarak eşyay-ı mezkûre taraf-ı ça-
kiranemden hediye olmak üzere âgây-ı mumaileyh kullarına
irsal ve tesyir olunacağı mâlum-ı âlileri buyuruldukda emr-ii
ferman şevketlu kerametlu mehabetlu kudretli veliynimetim
efendim padişahım hazretlerinindir 1224 (1809)

BELGE N. 28
TSA N. E/4928 (Arz)

Sevketlu keramenltu mehabetlu kudretlu velinimetim efendim


Taraf-ı sami-i cihandârilerinden bu kullarına bil-vücuh ruh­
sat ve istiklâliyet inayet ve ihsan-ı hümayunları buyurulmuş
olduğundan bahs-ı şâhâneleriyle böyle vakitde bu kulların­
dan neva etvar-ı fütur melhuz-ı mülûkâneleri olduğuna meb-
ni her hususda inayet-i ruhsat-ı kâmile-i şahaneleriyle tesei-
liyet-i çakiranemi havi şeref efzay-ı sudur olan mübarek hatt-ı
hümayun-ı şevkatmak ruhlarının maznun-ı münifi mâlum-
çakiranem oldukda hakk-ı kemteranemde olan enva'-ı ina-
yât bi-gayât-ı mülükâneleri eslâf-ı abidânemden bir kullarına
müyesser olmadığının teşekküriyle devam-ı eyyam-i ömr-ü
husrevaneleri davâtı iysal-ı dergâh-ı cenab-ı mücib-üs-sailin kı­
lınmıştır. Bu kullarından rehavet ve fütura dair melhuz-ı şâ-
hâneleri ayâ ne hikmete mebni ola deyu mülâhaza olunduk-
da kat'a bir illet hâtır-ı kemteraneme hutur etmeyüb illî ser
berber-i şehriyerileri ağa kullariyle mükâleme esnasında bil-
münasebe taşrada bulunan vüzeray-ı izâm kullarının bâzen
memuriyetlerinde vaki' olan taksiratları rehavet ve betaetle-
rinden olmayub mücerred tenkdestliklerinden nişan edüb
ez-cümle sadr-ı âzam olanlar sadaretden hin-i azillerinde sa-
ye-i mülükânelerinde malik olduğu emval ve eşyası müsadere
ve canib-i m irî içün zabt ve tahrir olunageldiği egerçi mûtad
olub ancak tahrire m em ur olanlar buldukları emval ve eş­
yayı beyinlerinde taksim ve ekl-i kalenderi birle sülüsü m er­
tebesini canib-i m irîye vermeyüb bu suretle hem canib-i m i­
riye hasaret ve hem mûzule perişaniyet dergâr olub kendusi-
ne bir mensab ihsan buyuruldukda dairesini tanzim ve alâ-
yiş-i vezareti tanzim edinciye değin düyun-ı vefireye giriftar
olduğu hesabiyle akçe içün kapu kethüdasının peyderpey sık­
leti bir tarafdan ve dairesinin idaresi fikri bir tarafdan ken-
dusini gark-ı deryay-i -alâm edüb bu takdirce memur olun­
duğu hidemât-ı aliyyede beher hâl kusuru beridâr ve telef ve
zayi olacağı aşikâr almağla bu keyfiyetler hatır-ı nişanın olub
vakt-i mukadderemizde azlimiz zuhurunda bu misillu hâlât
ile telef olmaklığıma rızay-ı şâhâne buyurulmayub bulundu­
ğumuz hidemât-ı din-ü devlet-i aliyyede ba-kemalle ibraz-ı hi-
demât-ı mebrure ve pesendideye muvaffak olmaklığıma ve-
sile-i bûzuy-i iktidar içün vakt-i mukadderede azlimiz zuhu­
runda bilâ müsadere sia-i abidânem ile mahall-i memuremize
isyal hususuna müsaade-i mülükâneleri erzan buyumlmasını
olvakit hakipâyı merambahşâh-ı dâveranelerinden istida ve
niyaz olunması hususu agay-ı mumaileyh kullarına tevdi olun-
muşdu galiba şimdiden efendime arz ve takrir etmek gerek ki
kulunuzun füturuma izz-ü ve haml-i hümayunları buyurulmuş
hâşâ sümme hâşâ saye-i şâhânelerinde kat’a bir hususda aciz
ve füturum olmayub mâdâm manend-i hurşid-i âlemtâb olan
iltifat-ı mülükâneleri fark-ı çakirânemde ve sagir ruh-i abi­
dânem kafes ten nâtuvân-ı âcizanemdedir hidemât-ı din-ü dev­
let-i aliyyelerin.de bi-avn-i bâri bu kullarıyçün rehavet ve fütur
ve izhar-ı acz ve kusur mutasavver olmayub daima tahsil-i
rızay-ı yümn-ü irtizay-ı padişâhaneleriyle ağver-i şevket nü-
şur-ı dâverânelerinde bezl-i vücud etmiş abd-i sadakat mev-
furları olduğum ve agay-ı mumaileyh kullarına olan makâ-
lât tevdiât-ı âcizanem vakt-i mukaddereye tâlikan olub her
halde şakir na'm-ı celile-i husrevâneleri olduğum muhat-ı ilm-i
âlem-i âlem arây-ı mülûkaneleri buyuruldukda emr-ü ferman
şevketlu kerametlu muhabetlu kudretlu velinimetim efendim
pâdişâhım hazretlerinindir (X V III. Yüzyıl)

BELGE N. 29
KARAL 9
H. Hümayunlar II, 66. 67’den
* 7

«Kaymakam Paşa,'
Tersanenin her işi hıyanet ile görülür; sadakat ile görülsün
deyû bu kadar hatt-ı hümâyûn yazdım, hiç icra olunmuyor,
hıyanet edenlerin hakkında siyaset olmadığından böyle olu­
yor. Kaliyonlar halifesi A h m e d dedikleri hain cümle donan­
ma neferatmm ulûfelerini ve zahirelerini istedikleri gibi alup
verüp ve yerini bilür yok, hiç bu kadar umur-ı aizme böyle
bîr hain melûna münhasır olur mu ? olduğu vaktta ne ka­
dar hıyanet-i miriyye hasaret olur, donanmanın neferatmı
noksan ve zahirelerinin verilmemesine sebep olur, bu adamın
şimdi hesabını görüp yerine bir sadık adam..... nasboluna....
ve bu A h m e d ’in devletime eylediği hiyanete binaen gayır-
lara ibret olmak veçhile tedip olunmasını arzedesin, s i y a ­
set o l m a y ı n c a h a l k - ı â l e m ı s l a h o l m a z , i c ­
ra l a z ı m d ı r , s e l e f t e n i z a m s i y a s e t i l e o l u r
imiş»

B E L G E N . 30
e

BACVT A. N. 1485 .

(Müsaderenin Kalktığını Bildiren Fermanın F ilib e Kadılığın-


ca Kaydedildiğini Belirten Belge)
Der-i devletmekine arz-ı daı-i kemineleridir ki Zıll-ı zalil-ı mü-
lûkânede mustazıl olan kâffe-i ibadullahın hüsn-i hâl ve re-
fah-ı bâlleri akdem-i meram-ı merahim ittisam-ı padişahâne-
den olduğu cümleye zahir ve aşikâr olduğu veçhile bezl-i ni­
met adl-ü nısfet ve âmme-i ename ve kâffe-i eramil ve eyta­
ma ifaza-i envar-ı şefkat ve merhamet-i irade-i mâdalet ifade­
sine mebni kudret-i kahire-i hazret-i rabbil-âlemin ve mûci-
ze-i bahire-i cenab-ı rabb-il mürselin ile bu avan-ı fevz-i ikti­
randa seyf-i şeriat-i garra ile kahr-ü tenkil ve nam-ı şekavet
ittisamları sahife-i âdad-ı vücuddan hâk ve tenzil ve ism-i re­
simleri ruy-i arzdan mahv-ü ilka olunmuş olan yeniçeri eşki-
yasmın fart-ı cehalet ve adem-i itaatiyle guluvv ve istilâları
beytülmale ariz olan telefat-ı beyhudenin cebr-ü noksaniyçün
bil-icab bâzı muhallefâtm canib-i mirîden zabt ve tahriri sey-
yiesi külliyyen terk olunarak gerek vüzeray ve mirmirân ve
rical ve hademe-i devlet ve sair müslim ve reaya her kim olur
ise olsun vefat edüb eytamları veresesi olanların bilcümle te­
rekeleri alâma farzallah beynel-verese taksim olunması ve
mevcud verese-i kebiresi olan terekelere hükkâm-ı şer' tara­
fından cebren tahrir olunması ve muceb-i tahrir olandan resm-i
kısmet olarak kuruşda birer pareden ziyade nam-ı ahar ile
bir akçe alınmaması ve vülât-ı mutasarrıfın taraflarından mü­
dahale olunmaması ve her halde taraf-ı eşref-i hazret-i cihan-
dâriye cümleden daavât-ı lıayriye isticlâbı vesailine ihtimam
ve dikkat olunması babında şerefbahş sadır olar emr-i celi-
lüşşen mübaşiri sadr-ı âzam hazretleri tatarlarından O s m a n
 ğ a kulları yediyle medine-i Filibe mahkemesine led-el-vürud
vel-tescil cümle lâzımil-huzur muvacehelerinde feth-ü kıraat
ve mazmun-ı itaatmakrunu cümleye ilân ve işaat olundukda
merasim-i mutavaatı bâd-el-edâ ve ber mantuk-ı emr-i âli amel
ve hareket ve devem-ı devlet-ı şehinşahi daatma tekrar bitek-
rar muvazabat ve iştigal üzere oldukları paye-i serir-i âlaya
arz ve îlâm olundu baki emr-ül hazret men leh-ül-emr hurire
filyem-iltasî vel-aşrin min zilkâde-tüş-şerife lisane ihda ve er­
bain ve mieteyn ve elf
El-abd-ül-daî li-devlet-il-aliyetül-
Osmaniye
M e h m e d R e f î el-kâdi-i bi-me-
dine-i Filibe
29 Zilhicce 1941 (4 Haziran 1831)
BELGE N. 31
BAFK N. 453 (Ferm an)
(K anunî Sultan Süleytmam tuğrası)

Emir-il-ümera-il-kiram kebir-il-kübera-il-fehm zül-kadr-ü vel-


ihtiram sahib il-izz-ü vel-ihtişam el-muhtessi bimezid-i ina-
yet-il melik-il-allâm E r z u r u m beylerbeyi lalam damat meali-
yehu tevki-i ref-iihümayun vasıl olıcak mâlûm olaki haliyâ
reis-ü zümre-i dagiyân ve kudve-i taife-i bagıyân S u l t a n
B a y ez i d bağyu tugyân edüb zulüm ve gadr ile üzerime ge-
lib harb ve kital ve cenk ve cidale mübaşeret ettikde azim
muharebe.olub bi-avnillâh fetih ve..husrat.canib-i.saadetime
raci' olub ekser askeri tâme-i şimşir ve hedef-i tiz-ü tir olub
kendisü münhezim bakiyyet-üs-seyf bir mukdar ademleriyle
gıybet ve firar eylemişdir imdi mumaileyhin ele gelmesin em-
redüp buyurdum ki hükm-i şerifim ile fahr-ül-akran kulum
M i Ç a v u ş vardıkda şöyle ki müşar-ün-ileyh firar edüb ol
caniblere varmak ihtimali olursa erkân veçhile ikdam ve ihti-
nam edüb geçirmeyüb ele getürmeyi sa'y ve ihtimam eyleye-
siz şöylekim ele getüresiz enva’-i inayet-i padişâhiye mazhar
olub ihmal ve müsahele edüb muavenet ve muzaheretiniz ol-
maduğu istima’ olursa hareket ve siyaset olunursuz bilmiş
olub göre tedarik üzere olasız bir dürlü dahi eylemeyesiz şöy­
le bilüb alâmet şerife itimad kılasız tahriren fi evahir-i şehr-i
şabanül-muazzam sene sitte ve sittin ve tis'amile
Be-yurt-ı
K araciyan ? -
Çayırı

ve müşar-ün-ileyhin giybet ve firar edüb yanma varmıyan kul­


ları af olunmuşdur ve ol mekânlarında varub sakin olub ken­
du hallerinde olanları kimesne rencide ettirmeyesiz
İ N D E K S

I. K İŞÎ ADLARI

II. DİĞER ADLAR VE DEYİMLER

indeks Kısaltmaları

B — Tam Metni Verilen Belgelerden

n — Dipnot.
t?
KİŞİ ADLARI

■ ■ .= A = ■ . Ahm ed I; 73 n 58, 82 n 100, 88 , 96, 111 n 219,


160 n 442, 198.
Ahmed II; 74 n 59, 79, 199. '
Abaka; 187 , Ahmed I I I ; 73 n 58, 74 n 59, 81 n 92, 87, 88,
Abaza Haşan; 124 n 292. 92, 95, 114 n 235, 144, 200.
Abaza Mehmed Paşa; 127. Ahmed (İlh a n ) bk; Tekudar; 187.
A bdi (M uhallefat M em uru); 157 n 426. Ahm ed ( I I . M u rad O ğlu ); 192, 193 n 63.
Abdipaşazâde H alil Bey (E leşk ird M utasar­ Ahm ed ( I I . Bayezid O ğlu); 86, 195, 196.
r ıfı); 226 B 21. Ahm ed (I I . Mustafa K ardeşi); 87.
Abdipaşazâde Mehmed Bej' (E leşk ird M u­ Ahmed Ağa (Zile Voyvodası); 161 n 447.
, tasarrıfı); 226 B 21. Ahmed, Arap (Siyaset O lunan); 2 n 2.
Abdullah I I (H a life ); 117. Ahmed, Balaban (Ş a k ı); 220 B 16, 221 B 16.
Abdullah (Fetva V eren ); 52 n 117, 143 n 364, Ahmed, Bektaşoğlu (E şkiyadan); 139 n 350.
210 B 2, B 3, 227 B 22. Ahmed, Burunsuz (Rusçuk Âyânı); 164
Abdullah Efendi (Şeyhülislâm ); 150, 150 ri 393. n 455.
Abdullah Efendi (K ayseri M üftüsü); 130 Ahmed, Çavuş (H ıdırkukaoğlu'na V aran);
n 315. . . 114 n 232, 216 B 10.
Abdullah, Helvacızâde (Usturum ca K a d ısı); Ahm ed Efendi (B in başı - M aktul); 160 n 443.
216 B 9. Ahmed Efendi (B in başı - M aktul); 160 n 433.
Abdullah (I I . Bayezid o ğlu ); 97. Ahmed, Frenk; 113 n 229.
Abdullah Paşa; 230 B 25 Ahmed, îm am zade (Adana N a ib i); 330
Abdülaziz; 182, 200. ' n 319.
A bdülgafur Efendizâde Mehmed Efendi (M ü - Ahmed, (K aliyonlar H alifesi); 236 B 29.
derrisin-i kiram dan); 226 B 21. Ahmed M ikdad Bey (H afız Ali Paşa O ğlu);
Abdülhalim (Ayaş M üftüsü); 114 n 236. 155 n 412.
Abdülham id I; 74 n 59, 76, 76 n 68, 79, 87, Ahmed Paşa, Cebbarzâde (Maktulen Vefat
120 n 264, 166. E d en ); 156 n 419.
Abdülham id II; 182. Ahmed Paşa, Çelikpaşazâde (Teke Sancağı
Abdülkadir; 159 n 441. M u tasarrıfı); 164 n 454.
Abdülmecid; 73, 169, 174, 176, 179, 179 n Ahm ed Paşa, Dukakinoğlu (Vezir-i Âzam );
44, 200. 73 n 58, 89, 119.
A bdül - muin Bey (İç e l M uhassılı); 162 n 450. Ahmed Paşa, Gedik (Vezir-i Azam ); 41 67,
Abdürrahim (Fetva Veren; 51 n 111, 74 n 59, 85, 85 n 110, 94, 116, 119, 119 n
Abdürrahim , Sarı. (Ş eyh ); 127. 261, 195, 211 B 4/A.
Abdürrahm an, Danyaloğlu (K adıh am Ahali­ Ahmed Paşa, Hezarpare (Vezir-i Âzam ); 100.
sinden); 146 n 375. Ahmed Paşa, K ara (Vezir-i Âzam ); 73 n 58,
91, 91 n 138.
Abdürrahm an Efendi, Kebirzade - Esseyyid
Ahmed Paşa (K aram an Sancağı M utasarrıfı);
(İz m ir K a d ıs ı); 130 n 319.
164 n 453.
Abdürrahm an Paşa (E rzu ru m V alisi); 122 Ahm ed Paşa, Şeydi; 82 n 93.
n 282, 157 n. 421, n 424. Ahmed Paşa, Tarhoncu (Vezir-i Âzam ); 73,
Abdürrahm an Paşa, ' K adı (N izam -ı Cedid n 58, 87, 87 n 114, 142, 157 n 423, 231 B 26.
Kuvvetleri Kom utanı); 168, 232 B 20. Ahm ed (Siyaset O lunan); .50 n 105. .
Abdürrahm an, S arı (M ü d e rris); 128. A kif Paşa (Tanzim at Ricalinden); 181.
Abdüsselâm (Fetva V eren ); 75 n ,62. Alâaddin Bey, Karam anoğlu; 74,. 74 n 62,
Ahizade Hüseyin Efendi (Şeyhülislâm ); 129. 75 n 62, 78. .
Alafrenk; 188 n 35. . Ataullah Efendi (T ravnik M ü ftü sü ); 130 n
Alaşehirlı Hüseyin (Ş a k î); 152 n 403. 316.
Alâüddin Keykubad; 26. Ataullah Paşa (A dan a V a lisi); 156 n 416.
Alâiiddin Paşa, Esseyyid; 230 B 25. Aybek, Seyfüddin (A n adolu Selçuk Devleti R i­
Alemşah (II. Bayezid O ğlu ); 196. calinden); 26.
Alföldi, 22 n 86. Ayşe (H . Muham m ed E ş i); 46.
Ali Ağa, Hüseyin Ağazâde (E leşk ird H ane­ Azizoğlu İbrah im (K a d ıh a m Ahalisinden);
. danından); 226 B 21. 146 n 375.
A li Ağa (Süleym an Ağa M ah dum u); 226 B 21.
Ali (A ffed ilen ); 145 n 373.
Ali bin M em duh (Siyaset O lun an ); 50 n 105.
Ali (Donanm a K aptanlarından); 161 n 447. = B -
Ali (Fetva V eren ); 53 n 126.
Ali (tja lile ); 17, 30. B abür, 117.
Ali (K atlettirilen); 164 n 453. Bahaüddin Kutluca (Anadolu Selçuk Devle­
Ali (M uhassıl, Canikli); 219 B 13. ti Ricalinden); 27.
Ali Bey (Abdipaşazâde M ehm ed Bey K arde­ Bahir M ustafa Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59,
şi); 226 B 21. .... ......... .... ............... . _ 81 n 92, 92.
Ali Bey, Şehsuvaroğlu; 89, 96, 104. BaîdaAvi; 120. ................ .....
Ali Bistami; 77. Bakkalzâde Mehmed Paşa, H acı - Sarı (D e f­
Ali Cemali Efendi (Zenbilii Şeyhülislâm ); terdar); 88.
75 n 62, 141. . . Balaban Ahmed (Ş a k î); 220 B 16, 221 B 16
Ali Çavuş; 238 B 31. Bali (R ışvan Sancakbeyi); 102 n 183.
Ali, H acı (Trabzon /Ulemasından); 139 n 350. B ali Efendi (Şeyhülislâm ); 109.
Ali, Hacı (Zeneci) 228 ve 229 B '24. Balioğlu Mustafa (K a d ıh a m Ahalisinden);
Ali Kaptan, K ara . (D onanm a Kaptanların­ 146 n 375.
dan); 83 n 103.., Balyemez Osman Ağa (K atledilen ); 89.
Ali, Kazanasmazoğlu - Seyyid (Safran bolu- Başara, Zeynüddin (A n adolu Selçuk Devleti
lu ); 160 n 443. . Ricalinden); 26.
Ali Paşa (Anadolu V a lisi); 160 n 443. Başşar bin B urd (Ş a ir ); 20.
Ali Paşa, A rabacı (V e z ir -i  z a m ); 74 n 59, Batu Han; 24, 187.
91, 93. ' . Bayezid I; 35, 36, 58, 74 n 62, 75 n 62, 191,
193.
Ali Paşa, Benderli (V ezir-i  zam ); 74 n 59,
Bayezid I I ; 41, 51 n 109 , 73 n 59, 85, 94, 119,
92.
195, 196.
Ali Paşa, Çorlulu (V ezir-i Âzam ); 74 n 59,
Bayezid (I . Süleyman K üçük O ğ lu ), 197, 202,
81 n 92, 92, 112 n. 220. 145.
238 B 31.
Alî Paşa, H afız (G eliboluda îkamete M e­
Bayezid, Divane (S ip ah i O ğlanları Zümresin*
m u r); 155 n 412.
den); 209 B 1.
Ah Paşa, Hekim oğlu (B o sn a V alisi - Vezir-i
Âzam ); 84 n 107. . Bayezid al - Bistamî; 77.
Ali Paşa, SiJâhdar - Bıyıklı (V ezir-i  zam ); 73 Bayram A ğa (Ç orlulu A li Paşa E fen disi); 81
58, 90. . • : n 92, 114 n 235.
Ali Paşa, Seyyid (R um eli V alisi); 120 n 265, Bedreddin (Fetva V e re n ); 75 n 62.
218 B 12. Bedreddin, Simavnalı (Ş e y h ), 125, 126, 127,
Aii Paşa, Silâhdar Bıyıklı (V ezir- Â zam ); 73 128, 148.
n 58, 96. , ■. . Behram (Siyaset O lun an ), 2 n 2. •
Ali Paşa, Sürm eli » (V ezir-i Âzam ); 74 n Behram şah, M übarizüddin (A n ad olu Selçuk
59, 92. • Devleti Ricalinden); 26-27. .
Aii Paşa, Yavuz (V ezir-i  zam ); 82 n 100. B ekir Efendi, D ebbağzâde (İstan b u l M ü ftü ­
A li Şefik Efendi (V a n ’d a ); 156 n 418. sü ); 130 n 314.
Ali, Uzun (îsp artad a Vefat E d en ); 155 n 414. Bekir, Selimoğlu (K ad ıh am Ahalisinden);
Apti, K ara (Ş a k î); 140 n 137. 146 n 375.
Arabacı Ali Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59, Bektaşoğlu Ahmed (E şk iyadan ); 139 n 350.
91, 93. Benderli A li Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59, 92.
A rap Ahm ed (Siyaset Olunan); 2 n 2. Berki, Ali Himmet; 193 n 63.
Argun (Ilh a n ); 187. Beşir Ağa, Hacı (D ar-üs-Saade A ğ a sı); 80.
A rslan Paşa, Yahyapaşazâde (B u d in V ali­ Beşir Ağa, Hafız (D ar-üs-Saade A ğ a sı); 80,
s i); 97. ' - i■ • 81 n 92, 96.
Aşıkpaşazâde; 70. Bilge Kağan, 36.
Bilmen; 7. Çorlulu Ali Paşa (Vezir-i Âzam ); 74 n 59,
Bilânlıoğlu K ara Cehennem Seyyid Mustafa; 81 n 92, 92, 112 n 220, 145.
155 n 414.
Binbaşı Ahmed Efendi (M aktul); 160 n 443.
Bistamı, Ali; 77.
Bistamî, Bayezid - al; 77. = D -
Bıyıklı Ali Paşa, Silâhdar (Vezir-i Âzam );
73 n 58, 96. Daltaban Mustafa Paşa (D iyarbakır Bey­
Bolulu Mustafa Efendi (Şeyhülislâm ); 105, lerbeyi); 146.
110. Daltaban Mustafa Paşa (Vezir-i Âzam ); 73
Boşnak Husrev Paşa (Vezir-i Âzam ); 74 n 59, n 58, 87.
96, 112 n 221. Daltabanzâde Mehmed Ali Paşa (Katlen Fevt)
Boşnak Sarı Süleyman Paşa (Vezir-i Âzam ); 155 n 414.
98, 104. Demat İbrahim Paşa, Nevşehirli (Vezir-i
Boşnak Topal Recep Paşa (Vezir-i Âzam ); Âzam ); 95.
73 n 58, 87, 94, 97, 113. Danişmend; 95.
Bozoklu Mustafa Paşa (Vezir-i Âzam ); 79 , 80. Danyaloğlu Abdürrahm an (K adıham Aha­
Börklüce Mustafa; 126. lisinden); 146 n 375.
Bursalı Hacı Hüseyin, Hazinedarzâde; 160 David I I (Trabzon Rum İm paratoru); 75,
n 443. 75 n 66.
Bursalı Mehmed Efendi, Esirî (Şey­ Davud Paşa; 97 n 165, 100.
hülislâm); 109. Davud Paşa (Bağdat Valisi); 84 n 107.
Burunsuz Ahmed (Rusçuk Âyanı); 164 n 455. Debbağzâde Bekir Efendi (İstanbul Müftü­
Büyük Mustafa (I . Bayezid O ğlu) bk; M us­ , sü ); 130 n 314.
tafa; 36 n 41. Debbağzâde Mehmed Efendi (Şeyhülislâm);
110.
Deli Hüseyin Paşa (G irit Serdarı); 81 n 92,
105, 107.
Demirkazık H alil Paşa (Erzurum Valisi);
105.
Cabbarzâde Süleyman Bey (Bozok Mutasar.
Demirtaşzâde Sadık Paşa (V a n M uhafızı);
rıfı); 157 n 425.
89 n 130, 123 n 283.
Cafer Çelebi, Tacizâde - Münşî (K azasker);
Derviş Ağa (K ethüda); 84 n 107.
89; 104.
Derviş Mehmed, Süleymanoğlu (Kösü Voy­
Camuha; 119 n 262.
vodası); 161 n 448.
Canbolatoğlu; 82 n 100.
Derviş Paşa (V a n M uhafızı); 156 n418.
Canning; 175, 179, 179 n 44.
Derviş Paşa (Vezir-i Âzam ); 6, 73 n 58, 88.
Casım Bey, Şavizâde; 84 n 107.
Despma (Uzun Haşan E şi); 75.
Cebbarzâde; 217 B 11.
Dimitraşko (Divan-ı Hümâyûn Tercümanı);
Cebbarzâde Ahmed Paşa (Maktulen Vefat
158 n 429.
Eden); 156 n 419.
Dimitri (H aşan bin Ali Tarafından Katle­
Cebe; 24.
dilen); 51 n 111.
Cem Sultan; 41, 85, 195, 197, 211 B 4/A.
Diokletian; 15, 16.
Cengiz Han; 23, 24, 25, 36, 36 n 45, 37 n 46,
Divane Bayezid (Sipahi Oğlanları Zümresin­
40, 119 n 262, 186, 187.
den); 209 B 1.
Cinci Hoca; 93.
Doholhu; 24.
Cüneyd (İzm ir Beyi); 120.
Duçe Mehmed (Bostancıbaşı); 118 n 255.
Dukakinoğlu Ahmed Paşa (Vezir-i Âzam);
73 n 58, 89, 119.
= ç = Dündar Bey (I . Osman Am cası); 189.

Çandarlı Halil Paşa (Vezir-i Âzam ); 39, 41,


64, 65, 65 n 36, 66 n 39, 73 n 58, 85,
87 n 119, 120, 149, 151. = E =
Çandarlı K ara Halil Hayreddin Paşa (V e ­
zir-i Âzam ); 58, 79. Ebu Abbas (H alife) 14, 20.
Çavuşbaşı Raşit Efendi; 168 n 9. Ebu Bekir (H a life ); 11, 12, 12 n 22, 45, 116,
Çelebi Mehmed, Bk; Mehmed I. 185.
Çelikpaşazâde Ahm ed Paşa (Teke Sancağı E bu Bekir, Hasançavuşzâde - Hacı (Mente­
M utasarrıfı); 164 n 454. şe Sancağı Mütesellimi); 160 n 443.
E b u H ureyra; 32.'
E bu l Atabiyye (Ş a ir); 20: = G= *
Ebu Sait Efendi (Şeyhülislâm ); 131.
Galip Paşa (N iğ d e M u tasarrıfı); 164 n 453.
E b u Salih; 32.
Gattilusio, Luchine; 75.
E bussud Efendi (Şeyhülislâm ); 41, 138 n
Gattilusio, Niccolo; 75.
345, 223 B 18, 224 B 19, 225 B 19.
Gazalî; 69 n 46.
E i-H u k a y k ; 11.
Gazan; 24, 188 n 35.
Elm as M ehm ed Paşa (V ezir-i Âzam ); 146,
Gedik Ahm ed Paşa (V e zir-i  zam ); 41 67,
E l - S a ffa h (b k ; E b u A b b a s ); 20.
74 n 59 85, 85 n 110, 94, 116, 119, 119 n
E l - Üzfcyr bin Rasim ; 10.
261, 195, 211 B 4/A.
E m in (I . Selim Y eğeni); 196.
Genç Osman (bk ; Osman I I ) ; 99.
E m in Ağa, Yorgancı - Hacı (M uhallefatı Zap-
Geyhatu; 187.
tolunan); 155 n 414.
Gıyasüddin Keyhusrev II, 26.
Enbiya; 209 B 1.
G ölpm arlı; 7.
Esat Efendi (Şeyhülislâm ); 99, 199.
Göyük; 187.
E sat Efendi, Salihzâde (Şeyhülisâlm ); 200.
G râf; 179 n 44.
E sirî Bursalı M ehm ed Efendi (Şeyhülislâm );
Gümüşzâde (İzn ik K a d ısı); 129..
109.
Gürcii Mehmed Paşa (V ezir-i  zam ); 94.
Esseyid A bdürrahm an E fendi, .....K ebirzâda
Gürcü Osman Paşa (E rzu ru m V a lisi); 123
(İz m ir K a d ısı); 130 n 319.
n 282.
Esseyid Alâüddin Paşa; 230 B 25.
Esseyid Ali (k atlettirilen ); 53 n 123.
Esseyid M ahm ud Tayyar; 218 B 11.
Evranuz; 58,
Eyüboğlu; 335 n 334. _
= H =
H acı Ali (Trabzon U lem asından); Î39 n 350.
H acı A li (Zeneci); 228 ve 229 B 24.
. — .F = Hacı B eşir Ağa (D ar-üs-saade A ğ a sı); 80.
H acı E sir, K aram anlı (K atledilen ); 157 n
Fâtih (b k : M ehm ed - I I ) ; 39, 66, 67, 75, 77, 427.
79, S5, 136 n 337, n 340, 148, 179, 188, Hacı Fethullah (E r a k Kasabası Sakinlerin­
192, 193 n 63, 194, 195, 197, 201. den); 161 n 448.
Farâbî; 40. Hacı H alil Paşa (V ezir-i  zam ); 155 n 415.
Fatma (N u h Bey M utallakası); 155 n 411. H acı İbrah im (S a ra ç ); 155 n 414.
Fâzıl M ustafa Paşa, K öprülü (V ezir-i Âzam ); H acı İsm ail, Parm aksızoğlu (M udanya Sa­
109, 110, 163. kinlerinden); 152 n 400.
Fenarî, Mehmed; 35. Hacı İvaz Paşa (2. V e zir); 87 n 119.
Ferhad Faşa (V e z ir); 89, 96, 104. ' H acı M ehm ed (İv ran d i V oyvodası); 152 n
Ferhad Paşa (Vezir-i  zam ); 5, 74 n 59, 160, n 404.
160 n 442. H acı Osm an (H acı H alil Paşamdan Alacaklı);
Fethullah Çelebizâde (Yenişehir Fener K a d ı­ 155 n 415.
s ı); 114 n 235. H acı Öm er  ğa- (K ırk ın c ı Cemaatten); 229
Fethullah Efendi (N a k ib ü le şra f); 129. B 25. - '
Fethullah, Hacı (E ra k K asabası Saldnlerin- Hacı Ramazanzâde M ahm ud A ğa;' 160 n 443.
den): 161 n 448. B acı - Sarı Bakkalzâde M ehm ed Paşa (D e f­
Feyzullah Efendi, E bu - Saidzâde (Anadolu terd ar); 88.
K azaskeri); 104. Hacı Salih (Ş a k î); 130 n 316.
Feyzullah Efendi, Seyyid (Şeyhülislâm ); 80, H adım H afız Paşa (S adaret K aym akam ı);
87, 129, . 82 n 100.
Feyzullah Paşa (Sivas V a lisi); 156 n 419. H adım Haşan Taşa (V ezir-i  zam ); 5, 73 n
Fm dıkzâde Hüseyin Paşa (Sivas V alisi); 115 58.96. .
n 239. H adım M ehm ed Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59.
F irari Haşan Paşa (Rum eli V a lisi); 81 n 92, H afız Ali Paşa (G e lib o lu ’d a İkam ete M e­
144, 145. m u r); 155 n 412.
Firuz Paşa; 230 ve 231 B 25. H afız Beşir Ağa (D ar-üs-saade A ğ a sı); 80,
Fraiısız Halil (K ad ıh am Ahalisinden 146 n 81 n 92, 96.
375. H afız Paşa, H adım (S ad aret K aym akam ı);
Frafcer; 203. 82 n 100,
Frenk" Ahmed; 113 n 229. Hâlet Efendi; 92, 105, 170, 170 n -15.
Halil (Affedilen); 145 n 373. Hoca İbrahim Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n 58,
Halil (B aşdeftardar); 155 n 411. ■■ 87. . . ' '
Halil Bey, Abdipaşazâde (E leşkird Muta­ Hocazâdc. M es'ud Efendi (Şeyhülislâm ); 127.
sa rrıfı); 226 B 2. Hurrem Sultan; 91.
Halil Bey (Orhan Bey O ğlu); 190. Hurşit Paşa, (Vezir-i Âzam ); 158 n 429.
Halil, Fransız (K adıh am Ahalisinden); 146 . Hurşit Ahmed Paşa (Rum eli V alisi); 159 n
n 375. 440.
H alil, Kanlıoğlu (B alıkesir Serdarı); 160 n Husrev (Siyaset Olunan); 2 n 2.
443. . Husrev Paşa (Vezir-i Âzam ); 174, 181.
Halil Paşa, Çandarlı (Vezir-i Âzam ); 39, 41, Husrev Paşa, Boşnak (Vezir-i Âzam ); 74 n
64, 65, 65 n 36, 66, 66 n 39, 73 n 58, 85, 59, 96, 112 n 221.
87 n 119, 120, 149, 151. Husrev Paşa (Kaptan-ı Derya); 161 n 447.
Halil Paşa, Çandarlı K ara Hayreddin (Vezir-i Hülâğu; 187.
Âzam ); 58, 79. Hüseyin, Alaşehirli; 152 n 403.
Halil Paşa, Demirkazık (E rzu ru m V alisi); Hüseyin Ağa, Karaosmanzâde; 157 n 426.
105. Hüseyin Ağa, Matracıoğlu (Lârende Voyva-
H alil Paşa, Hacı (Vezir-i Âzam ); 155 n 415. dası); 157 n 427.
H alil H âm id Paşa (Vezir-i Âzam ); 74 n 59, Hüseyin Ağazâde Ali Ağa (Eleşkird Hane­
87. ......................... . danından); 226 B 21.
H alim î Paşa; 109. Hüseyin, Bursalı - Hazinedarzâde Hacı; 160
Hammer; 7, 75 n 66, 201, 202. n 443.
Hamzabeyzâde Mustafa Paşa (2. Vezir); 85, Hüseyin Efendi, Âhizâde (Şeyhülişlâm ); 129.
94. Hüseyin Efendi (M ardin M üftüsü); 130 n
Harun Reşid; 18, 20- 318.
Haşan (Amasya Mütesellimi); 155 n 412. Hüseyin Paşa, Deli (Girit Serdarı); 81 n
Haşan Ağa (Tokat Voyvodası); 155 n 413. 92, 105, 107.
Haşan Bey (Rodos M utasarrıfı); 158 n 433. Hüseyin Paşa, Fmdıkzâde, (Sivas Vâlisi);
Haşan Bey (Kaçak Tayyar Paşa Yeğeni); 115 n 239.
123 n 282. Hüseyin Paşa (Hotin M uhafızı); 212 B 5.
Haşan bin Sabit; 11 n 16. Hüseyin Paşa (M aktul); 217 B 11.
Haşan Paşa (B ender M uhafızı); 123 n 282. Hüseyin Paşa, Mere (Vezir-i Âzam); 74 n
Haşan Paşa, Firari (Rumeli V alisi); 81 n 92, 59; 91.
114 n 235, 144, 145. Hüseyin Paşa, Seyyid (Silistre M uhafızı);
Haşan P a ş a . (Katlolunan); 158 n 430. 158 n 430.
Haşan Paşa, H adım (Vezir-i Âzam); 5, 73 Hüseyin Paşa (Sivas Valisi); 122 n 282.
n 58, 96. Hüseyin Paşa (V ezir); 91, 113.
Haşan Paşa (Serasker); 215 B 9.
Hasarı Paşa, Şerif (Vezir-i Âzam ); 73 n 58,
80 98, 98 n 174, 120 n 265, n 271, 123 n
287, 124 n 293, 144, 213 B 7, 214 B 8. = î =
Haşan Paşa (V id in Seraskeri); 227 B 23.
İbni Ebû el - Hukayk; 10, 11.
Hasaıı Paşa, Yemişçi (Vezir-i Âzam ); 5, 73
îbııi Haldun; 33.
n 58, 96.
İbni Kemal (bk; Kemalpaşazâde); 65 n 36.
Haşan bin Ali (Ö r f Olunan); 51 n 111. İbni Muaz; 9 n 7.
Hasançavuşzâde Hacı Ebubekir (Menteşe İbrahim (A li bin M em duh’ça öldürülen);
Sancağı Mütesellimi); 160 n 443. 50 n 105.
Hasar; 37 n 46. İbrahim, Azizoğlu (Kadıham Ahalisinden);
Hasip Paşa (Tanzimat Ricalinden); 181. 146 n 375.
Hazinedarzâde Hacı Hüseyin (B u rsa lı); 160 İbrahim Bey (H am u r Beyi); 226 B 21.
n 443. İbrahim Bey (M enlik Ayânı Kardeşi); 152
Hekimoğlu Ali Paşa (Bosna Valisi - Vezir-i n 404.
Âzam ); 84 n 107. İbrahim Bey (Orhan Bey O ğlu); 190.
Hemdem Paşa (Karam an Valisi); 91, 92, İbrahim Bey (Şehsuvarzâde); 149 n '391.
105, 113, 119, 119-n 260. İbrahim (Derya Alaybeyi); 160 n 444.
Hezarpare Ahmed Paşa (Vezir-i Âzam ); 100. İbrahim , Hacı (S araç); 155 n 414.
Hıdırkukaoğlu Mehmed Bey (Katlolunan); İbrahim (I I . Ahmed Oğlu); 199.
114- n 232, 216 B 10, 217 B 10. İbrahim (S u b aşı); 135 n 334.
Himmetoğhı (M ak tul); 161 n 448. İbrahim CŞultan); 73 n 58, 87 , 93, 100, 113, 199.
Hişam bin Orwa; 161 n 448, İbrahim Paşa; 230 B 25.
İbrah im Paşa; 232 ve 23* B 27. Kabakulak İbrahim Paşa (V ezir-i A zam );
İbrah im Paşa, H oca (V ezir-i  zam ); 73 a 74 n 59.
58, 87. K a b ' bin Eşref; 10, 11.
İbrah im Paşa, K abakulak (V ezir-i Âzam ); Kaçak Tayyar Paşa; 123 n 282.
74 n 59. K ad ı Abdürrahm an Paşa (N izam -ı Cedid
İbrah im Paşa, K ara (V ezir-i  zam ); 73, 74 Kuvvetleri K om u tan ı); 168, 232 B 27.
59, 89, 104. Kadızâde (V â iz ); 109, 109 n 210, 142.
İbrahim Paşa, M akbul * M aktul (V ezir-i  ­ K adri Efendi (M uhallefatı Zapta M em ur);
zam ); 41, 67, 73 n 58; 82 n 100; 91, 103 158 n 433. „
n 184; 104, 120 n 271, 121. Kahram an Bey (Şehsuvarzâde İbrah im Bey
İbrah im Paşa, Nevşehirli - Dam at (Vezir-i K ard eşi); 149 n 391.
Âzam ); 95. Kahram an Paşa (D ukakin M u tasarrıfı);
İbrah im Paşa (M ısır V a lisi); 156 n 415. 211 ve 212 B/5.
İbrahim Paşa (S e rd a r); 110 n 217, 115 n 237. Kâm il Efendi (Sivas K a d ıs ı); 159 n 441.
İbrah im Paşa, Şeytan (M acaristan Serdarı); Kanlıoğlu H alil (B alık esir S e rd a rı); 160 n
103 n 184, 104. 443.
İbrah im Paşa, Uzun (B u d in V alisi); 82 n 99, Kanunî Sultan Süleyman (b k ; Süleyman I ) ;
.....- 98, U 9 .................... ..... ............. - ... — .... .. 67. 82 n 100. 91, 91 n 138, 96, 104, 120,
İb ş ir Paşa (V ezir-i  zam ); 73 n 58, 81 n 92, 120 n 271, 136 n 337, 196, 197, 202. ...
94, 131. Kaplan Paşa, (Tayran, Toyran ?), zâde; 149
İm am Mehmed Efendi (Şeyhülislâm ); 129. n 391.
İm am Şafii; 61 n 23. K a ra Apti (Ş â k î); 140 n 137.
İmamzâde Ahm ed (A dana N a ib i); 130 n 319. K ara Ali Kaptan (Donanm a Kaptanların­
İm irze Bey, Yusufbeyzâde - Elhac (E leşk ird d an ); 83 n 103.
Hanedanından) 226 B 21. ' K ara Ahm ed Paşa (V ezir-i  zam ); 73 n 58,
İnalcık; 38 n 52, 126 n 300. 91, 91 n 138.
İncekaraoğlu İsm ail (K ad ıh am Ahalisinden);
K ara Cehennem Seyyid M ustafa (B ilân lı-
146 n 375.
oğullarından); 155 n 414.
İsa; 128.
Kara H alil Paşa, Çandarlı (V ezir-i Âzam );
İsa (I . Bayezid O ğlu ); 191.
58, 79.
İsa (Şeyh ); 155 n 414.
İshak Efendi (A dana M ü ftü sü ); 130 n 319. K ara İbrah im Paşa (V ezir-i  zam ); 73, 74 n
İshak Paşa (D oğu Bayezid M u tasarrıfı); 142 59, 89, 104.
n 363, 226 B 21. K a ra M u rad Paşa (V ezir-i  zam ); 131.
İskender Çelebi (B aşd efterd ar); 82 n 100, 89. K ara M ustafa Paşa, Kemankeş (V ezir-i
İskender (II. Bayezid A d a m ı); 211 B 4A Â zam ); 73 n 58, 87.
ve 4/B. K ara M ustafa Paşa, M erzifonlu (V ezir-i
İsm ail Ağa, Kemankeş (D ergâh-ı Â li K apu- Â zam ); 73 , 73 n 58, 82 n 99, 98, 115 n
cubaşılarm dan); 156 n 417. 237, 119.
İsm ail Asım Efendi (Şeyhülislâm ); 109. Karagöz Paşa (S e rd a r); 97, 97 n 165.
İsm ail (Fetva V e re n ); 53 n 124. Karahacıoğlu M ehm ed (Â yanlık İddiasında
İsm ail Paşa (Avlonya - Delvine M u tasarrıfı); B ulunan); 144 n 370.
157 n 427. Karam anî M ehm ed Paşa (V ezir-i Âzam );
İsm ail Paşa (M o ra V alisi); 149 n 389. 39, 94 n 151, 95 n 155, 193.
İsm ail Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59, 137 n Karam anlı Hacı E sir (K atledilen); 157 n 427.
343, 163. Karam anoğlu Alâaddin Bey; 74, 74 n 62, 75
İvaz Paşa, Hacı (2. V ezir); 87 n 119. n 62, 78.
İzzet H aşan Efendi (S iv a s’d a ); 159 n 441. Karaosm anzâde Hüseyin Ağa; 157 n 426.
İzzet M ehm ed Paşa (V ezir-i  zam ); 160 n 443. Karaveli Paşa (Rum eli B eylerbeyi); 215 B 9.
Kasım (I . Selim Y eğeni); 196.
Kasım Paşa (Sadaret K aym akam ı); 5, 111
= J = n 219.

Jorga; 38 n 52. Kasto (Isfak ya E şkiyalarm dan); 149 n 390.


Justinian; 16. Kazanasmazoğlu Seyyid A li (S a fra n b o lu lu );
- 160 n 443,

Kebirzâde Esseyid Abdürrahm an Efendi (İ z ­


= K = m ir K a d ısı); 130 n 319.
K aabız (U lem adan ); 128. Kem al (H a c ı Em in Ağadan A lacak lı); 155
Kabakçı M ustafa; 169. n 414.
Kemankeş Ali Paşa (Vezir-i Azam); 73 n Mahmud II; 80, 88, 92, 105, 152 n 399, 158
58, 90. n 431, n 432, n 436, 159 n 440, 161 a 447,
Kemankeş İsm ail Ağa (Dergâh-ı Ali Kapu- 162 n 450, 165, 166, 167, 169, 170, 170 n
cubaşılanndan); 156 n 417. 15, 171, 172, 174, 175, 177, 182.
Kemankeş K ara Mustafa Paşa (Vezir-i Âzam ); Mahmud (I I . Bayezid O ğlu); 196.
73 n 58, 87. Mahmud Tayyar, Esseyyid; 218 B 11.
Kemalpaşazâde (İb n Kem al - Şeyhülislâm); B 20.
41, 42, 128. Mahmud Paşa (Vezir-i Âzam ); 39, 65, 66 n
Kerküklü Haşan Paşa (b k ; Firari Haşan Pa­ 39, 67, 70, 73 n 59, 74 n 59, 76, 77, 90,
şa); 114 n 235. 90 n 133.
Kethüda Mustafa Efendi (Anadolu Kazas­ Mahmud (Fetva Veren); 224 ve 225 ve 226
k eri); 100. Mahmud ( I I I . Mehmed O ğlu ); 198, 202.
Kethüda Mustafa Reşit Efendi (I I I . Selim Makbul - Maktul İbrahim Paşa (Vezir-i
Devri Ricalinden); 168. Âzam ) 41, 67, 73 n 58, 82 n 100, 91. 103
Keyhusrev, Gıyasüddin I I ; 26. n 184, 104 120 n 271, 121.
Keykubad, Alâüddin; 26. Malik Paşa; 140 n 137.
Kıblelizâde A li Bey (îm ra h o r); 87. Manok (B oyacı); 155 n 413.
Kızılkocaoğulları; 140. Manol (K ü rk çü ); 155 n 413.
Kiryakos (K ıb rıs Başpiskoposu); 138 n 346. Mansur (H a life ); 16, 19, 20, 117, 143 n 366.
Koca Mustafa Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n 58, Martin (Ş ak i); 161 n 448.
86, 116. Matracıoğlu Hüseyin Ağa (Lârende Voyvoda­
Koca Yusuf Paşa (Vezir-i Âzam ); 76 n 68. s ı); 157 n 427.
Konstantin; 16. Mehdi (H a life ); 20.
Korkud (I I . Bayezid Büyük O ğlu); 196. Mehmed; 222 B 17.
Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa (Vezir-i Âzam ); Mehmed I; 36, 126, 127, 191, 192.
99, 109. Mehmed II; 35 n 39, 37, 38, 39, 41, 51 n 109,
K öprülü Fazıl Mustafa Paşa (Vezir-i 58, 59, 62, 64, 65, 65 n 36, 66, 66 n 37,
Âzam ); 110. 67, 69 72 , 73 n 58, n 59, 75, 76, 77, 84,
Köprülü Fuad; 21 n 84, 33 n 34, 38 n 52. ■' 90, 108, 136 n 337, n 340, 192, 193.
K öprülü Mehmed Paşa (Vezir-i Âzam ); 81, Mehmed I I I ; 73 n 58, 74 n 59, 85, 89, 96, 98,
81 n 92, 105, 107, 109, 137 n 343, 142, 128, 160 n 442, 167, 202.
163. Mehmed IV; 73, 73 n 58, 74 n 59, 80, 81 b
Kremer, von; 29. 92, 87, 89 , 95 , 98, 103 n 184, 105, 109,
Kutan; 187. 110 n 217, 113 n 229, 199, 200.
Kutluca, Bahaüddin; 27. Mehmed Ağa (Teke Sancağı Mütesellimi);
Kuyucu M urad Paşa (Vezir-i Azam ); 82 n 232 B 27.
100, 142. Mehmed Ağa, Solak (Dar-üs-saade Ağası);
Kuyuk Han 24. 105.
Küçük Mustafa (B k ; Mustafa, I. Mehmed Mehmed Ali Paşa, Daltabanzâde (Katlen
O ğlu); 36 n 41. ‘ Fevt); 155 u 414.
Kürt Mehmed (M araş Sancakbeyi); 102 n 183. Mehmed Ali Paşa, Tepedelenli; 159 n 440.
Mehmed Arif; 39 n 60.
Mehmed Bey, Abdipaşazâde (Eleşkird Mu­
tasarrıfı); 226 B 21.
Mehmed Bey, Hıdırkukaoğlu; 114 n 232; 216
Lala Mustafa Paşa (Sadaret Kaym akam ı); ve 217 B 10.
83 n 102. Mehmed (I. Ahmed O ğlu); 198.
Leon III; 117. Mehmed (I . Selim Yeğeni); 196.
Louis X I; 20 n 74. Mehmed (Cebecibaşı); 123 n 284.
Louis X V I; 167 n 5. Mehmed Çelebi, bk; Mehmed I.
Luchino Gattilusio (M idilli Beyi Yeğeni)1
, Mehmed Efendi, Abdülgafur Efendizâde
75. (M üderrisin-i K iram dan); 226 B 21.
Lütfi Molla; 128. Mehmed Efendi, Bursalı - Esiri (Şeyhülis­
lâm; 109.
Mehmed Efendi, Debbağzâde (Şeyhülislâm);
= M ~ ■ 110.
Mehmed Efendi, İm am (Şeyhülislâm ); 129.
Mahmud Ağa, Hacı - Ramazanzâde; 160 n 443. Mehmed Efendi, Pîr (Şeyhülislâm ), 42.
Mahmud I; 74 n 59, 80, 96, 129. Mehmed Efendi, Sofioğlu - Hacı; 229 B 25.
.Mehmed' Emin (E vlâd -ı Fâtihan Ç eribaşısı); M esud (D iyârbek ir M ü ftü sü ), 130 n 317.
227 vc 228 B 23.' ’ M esud Efendi, Hocazâde (Şeyh ü lislâm ); 127.
Mehmed Emin Paşa, Yağlikçızâde (Vezir-i Mezid; 85 n 110.
Âzam)'; 74 n 59, 98. M olla Gürariî; 69.
Mehmed Feharî; 35. ' M orali M ustafa Paşa; 81 n 92.
Mehmed (Fetva V eren ); 51 n 111. M öngke; 187, 188 n 35.
^ Mehmed, H acı (İv ra n d i V oyvodası); 152 n M u ’ad b in Gebel; 30.
" 404. Muaviye; 12, 13. '
'M ehm ed' (H assa Silâhşorlarından); 162 n 449. M uham m ed; 8, 9, 9 n 4, 10, 30, 46, 61, JU6,
Mehmed (II. Osm an K a rd e şi); 199. 128.
Mehmed K ara - H acıoğlu (Â yânlık İddiasın­ M uham m ed L ari (îr a n lı); 132 n 323.
. da biılunîin); 144 n 370. M uhtar Paşa, Maktul; 158 n 431.
M ehm ed M esud Efendi; 229 B 25. M u rad I; 35, 36, 79, 189, 190.
Mehmed Paşa, Abaza; 127. M u rad II; 36, 37, 66, 75 n 62, 87 n 119, 89
Mehmed Paşa, Bakkalzâde - H acı Sarı (D e f­ n 124, 127, 190, 192, 140. '
terdar); 88. M u ra d I I I ; 83 n 102, 197.
Mehmed Paşa, Elm as (V ezir-i  zam ); 146. M u rad IV , 73 n 58, 74 n 59, 87, 90, 91, 94, 96,
Mehmed Paşa, G ürcü (V c z ir-i. zam );.. 94____ ......... 109, 112.. n ..221,.. 113, 118 n 255, 127, 129,
Mehmed Paşa, H ad ım (V ezir-i  zam ); 74 131, 141, 142, 199.
n 59. M u rad (I . Selim Y eğen i); 196.
Mehmed Paşa (K aptan-ı S a b ık ); 83 n 103. M u ra d (C em O ğlu ); 197.
Mehmed Paşa, K aram am (V ezir-i Âzam ); M u ra d Paşa, K ara (V ezir-i  zam ); 131.
39, 94 n 151, 95 n 155, 193. M u rad Paşa, Kuyucu (V ezir-i  zam ); 82 n
Mehmed Paşa, K öprülü (V ezir-i Âzam ); 81, 100, 142.
. 81 n 92,99, 105, 107, 109, 137 n 343, 142, M u rad Paşa (M u ş M u t a s a r r ıf ı); 123 n 282.
. 163. M urtaza Paşa; 105.
Mehmed Paşa (Özi V a lisi); 221 B 17. M usa ( I . Selim Y eğen i); 196.
Mehmed Paşa, R um (V ezir-i  zam ); 39, 66, M usa Çelebi (I . Bayezid O ğlu ); 126, 127,
73 n 58, 95, 95 n 155. 148, 191, 204 n 122.
Mehmed Paşa (R um eli V a lisi); 114 n 235, M ustafa; 145 n 373, 209 B 1.
ij 157 ıı 427. M ustafa I; 198, 199.
M ustafa I I ; 73 n 58, 74 n 59, 80, 87, 92, 114
• M ehm ed Paşa, Satırcı (S e rd a r); 98.
n 235, 144.
Mehmed Paşa, Seyyid (R u sçu k ta); 164 n
M ustafa I I I ; 52 n 121, 74 n 59, 93, 109, 166.
455. .
M ustafa IV ; 200.
Mehmed Paşa, Sofu (V ezir-i  zam ); 74 n
M ustafa (A li bin M em duhça öld ü rü len ); 50
;; 59, 98, 113 n 229.
n 105.
Mehmed Paşa, Sultanzâde (V ezir-i  zam );
M ustafa, Balioğlu (K a d ıh a m Ahalisinden);
93.
146 n 375.
Mehmed Paşa, Tabanıyassı (V ezir-i  zam ); M ustafa, B ilânhoğullarından K ara Cehen­
74 n 59. nem - Seyyid; 155 n 414.
'Mehmed Paşa, Telhisi; 113 n 229. M ustafa (I . Bayezid Oğlu - Büyük M u stafa);
Mehmed Paşa (T rablusşam V a lisi); 146 n 36 n 41, 127, 191, 192.
; ' 376. ' M ustafa (I . M ehm ed O ğ lu -K ü ç ü k M u stafa);
Mehmed Paşa (V ezir-i  zam ); 200. 36 n 41, 192.
Mehmed Refi (F ilibe K a d ıs ı); 237 B 30. M ustafa (I . Süleyman O ğlu ); 91, 197, 202.
Mehmed Sadık (Fetva V e re n ); 220 B 14. M ustafa Efendi, Bolulu (Ş eyh ülislâm ); 105,
M ehm ed Sadık (İç e l M u h assılı); 162 n 450. 110 .
M ehm ed Said (K a p ı K ethüdası); 84 n 107. M ustafa Efendi, Kethüda (A nadolu Kazas­
M ehm ed Seksunî (M ütesellim -i S a b ık ); 231 k eri); 100.
B 25. M ustafa Paşa, B ah ir (V ezir-i  zam ); 74 n
M ehm ed ( I I I . Ahm ed O ğ lu ); 199. 59, 81 n 92, 92.
M erzifonlu K ara M ustafa Paşa (V e zır -1 M ustafa Paşa (B u d in V a lisi); 5.
Âzam ); 73, 73 n 58, 82 n 99, 98, 115 n M ustafa Paşa, Daltaban (V ezir-i  zam ); 73
237, 119. n 58, 87, 146.
M ere Hüseyin Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59, M ustafa Paşa, Ham zabeyzâde (2. V e z ir); 85,
91. \ 94.
M ervan I I (H a life ); 14. M ustafa Paşa, Kem ankeş - K a ra (V ezir-i  ­
Mesih Bey; 216 B 10. zam ); 73 n 58, 87.
Mustafa Paşa, Koca (Vezir-i Âzam ); 73 n Osman (H acı Halil • Paşadan Alacaklı); 155
58, 86, 116. n 415.
Mustafa Paşa, Merzifonlu - K ara (Vezir-i Osman (H a life ); 11, 12.
' Âzam ); 73, 73 n 58, 82 n 99, 98, 115 n Osman H alisa Efendi (Kethüda; 80.
237 119. . Osman (Lârende Voyvodası K ayjn ı); 157 n
Mustafa Paşa, M orali; 81 n 92. 427.
Mustafa Paşa (Sadaret Kaym akam ı); 149 n Osman Paşa; 155 n 414.
389. Osman Paşa, Gürcü (E rzurum V alisi); 123 n
Mustafa Paşa, Sarıkçı (Sadaret Kaymaka­ 282,
m ı); 6. Osman Paşa (Sivas V alisi); 161 n 449.
Mustafa Reşit Efendi (K ethüda); 168. Osman Paşa (V a li); 229 B 25.
Mustafa Reşid Paşa (Vezir-i Âzam ); 174, 175. Osman Paşa, Yeğen (Avusturya Cephesi Ser­
Mustafa, Sale - Kulakoğlu (K adıham Ahali­ d a rı); 103 n 184, 111 n 218, 215 B 9.

sinden); 146 n 375. Osman (Saruhan M uhassılı); 157 n 426.

Mustafa, Sarıcıoğlu (E şkiyadan); 140 n 137. Osman, Seyyidoğlu (Gönen Âyânı); 152 n
Mustafa (Siyaset Olunan); 2 n 2, 50 n 105. 404.
Mübarizüddin Behramşah; 26 - 27. Ovadis (İstanbul Erm eni Patriği); 122 n 278.

. = N — ö ~
Nafiz Paşa (Tanzimat Ricalinden); 181.
Ömer Ağa, H acı (K ırk m cı Cemaatten); 229
N âsır Bey (Z iriki Livası Beyi); 5.
B 25.
Nasîrüddin Tûsî; 40.
Ömer (H a life ); 11, 12, 45, 46, 116, 147 n 381
Nasûh Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n 58, 82 n
185.
100, 96.
Ömer I I (H a life ); 13 n 32.
Necibe Hanım (Ataullah Paşa E şi); 156 n
Ömer Paşa (Kayseri M utasarrıfı); 92 n 146,
416.
157 n 425. ■
Niccolo Gattilusio (M idilli Beyi); 75.
Ömer Paşa (M araş Beylerbeyi); 102 n 183.
Niebuhr, 8 n 3.
Nizamülmülk; 26.
N uh Bey (İz n ik m id Kereste Em ini); 155 n
411. = P =
Nuizüddin Hüseyin Kert (M e lik ); 31.
Num an Çelebi (Bağdat Tüccarlarından); Palmer; 60.
84 n 107. Parmaksızoğlu Hacı İsmail (Mudanya Sakin­
lerinden); 152 n 400.
Nureddin (B osn a Nakibüleşraf Kaym akam ı);
130 n 316. Pasbanoğlu (Ş ak î); 218 B 12.
Pehlivan Paşa (Sivas V alisi); 212 B 6.
N uri Efendi, Seyyid (Bender N a ib i); 123
Pertev Paşa (I I . Mahmud Devri Ricalinden;
n 282.
174.
Pervane, Tacüddin (Anadolu Selçuk Devle­
ti Ricalinden); 27.
= O= Pir Mehmed Efendi (Şeyhülislâm ); 42.
Pirî Paşa (Vezir-i Âzam ); 73.
Oğuz Han; 36, 37. Pirî Reis; 97, 97 n 66, 103 n 189.
Oğuzhan Çelebi (C e m O ğ lu ); 195, 211 B 4/B.
Ohsson'd; 150 n 393.
Orhan Bey; 34, 57, 73, 189, 190.
Orhan (I. Selim Y eğeni); 196. — R ~

Osman I (Osm an B ey); 35, 36. 189.


Osman II. 99, 100, 198, 199. Radloff; 186.
Osman I I I . 73 n 58, 96, 199. Ramazanzâde Mahmud Ağa Hacı; 160 n 443.
Osman Ağa, Balyemez; 89, Raşit Efendi (Ç avuşbaşı); 168 n 9.
Osman Ağa (Sadrazam Tatarlarından); 237 R auf Paşa (Vezir-i Âzam ); 17 n 15.
B 30. Recep Paşa, Boşnak - Topal (Vezir-i Âzam);
Osman (I . Selim Yeğeni); 196. 73 n 58, 87, 94 97 113:
Recep Paşa (S adaret K aym ak am ı); 114 n Seyyid Feyzullah Efendi (Ş eyh ülislâm ); 129.
235. Seyyid Hüseyin Paşa (Silistre M u h afızı); 158
Recep Paşa (V a n V a lis i); 123 n 283. n 430.
R um M ehm ed Paşa (V ezir-i  zam ); 39, 66, 73 Seyyid M ehm ed Paşa (R u sçu k ta); 164 n 455.
n 58, 95 n 155. Seyyid M ustafa, BilanlıoğuIIarm dan K a ra -
Rüstem Paşa (R nm eli Beylerbeyi); 214 B 9. Cehennem; 155 n 414.
Rüstem Paşa (V ezir-i  zam ); 91. Seyyid M ustafa Efendi (îm a m -ı Sultanî);
127.
Seyyid N u ri Efendi (B en d er N a ib i); 123 n
—S — 283. *
Seyyidoğlu Osman (G ön en  y ân ı); 152 n 404.
Saadettin Efendi ( I I I . M ehm ed H o cası); 96. Süâhdar B ıyıklı Ali Paşa (V ezir-i  zam );
Saadettin (Fetva V e re n ); 75 n 62. 73 n 58, 96.
Sabit Efendi (K a p ı K eth üdası); 218 B 12. Sim avnalı Şeyh Bedreddin; 125, 126, 126 n
S â’d bin Muaz; 9 n 7. 299, n 300, 127, 128, 148.
Sadık Ağa; 217 B 11. Sinan Paşa; 89, 160.
Sadık Ağa (Sivas M ütesellim i); 159 n 441. Sinan Paşa, Sofu (S adaret K aym ak am ı); 82
Sadık Paşa, Demirtaşzâde (V a n M u h afızı); n 100.
89 n 130, 123 n 283. ............ -...-.... -... Siremön; 187, 188 n 35. ........... ......
Sadık Paşa (K a rs M u tasarrıfı); 97 n 163. Siyavuş Paşa (V ezir-i Âzam ); 80.
Sait Efendi (B ağd at D efterd arı); 84n 107. Sofioğlu H acı Mehm ed Efendi; 229 B 25.
Sait Efendi, E b u (Şeyhülislâm ); 131. Sofu Mehmed Paşa (V ezir-i  zam ); 74 n 59,
Sait Paşa (S a b ık Bağdad V a lisi); 84 n 107. 98, 113 n 229.
Salekulakoğlu Mustafa (K ad ıh am Ahalisin­ Sofu Sinan Paşa (Sadaret K aym akam ı); 82
den); 146 n 375. ^ n 100.
Salih, H acı (Ş a k î); 130 n 316. Solak Mehmed Ağa (Dar-üs-saade A ğ ası);
Salih Paşa (V ezir-i  zam ); 73 n 58, 93, 113. 105.
Salih, Yobaz - Deli (D iyarbek ir N a ib i); 130 Stjepon Tomasevic (B osn a K ır a lı); 76-77.
n 317. Subaşı İbrahim ; 135 n 334.
Salihzâde Esat Efendi (Şeyhülislâm ), 200. Sultanzâde Mehmed Paşa (V ezir-i  zam );
Sarıcıoğlu M ustafa (E şk iy ad an ); 140 n 137. 93.
S arı Abdürrahm an (M ü d e rris); 128. Süleyman I; 41, 73 n 58, 89, 128, 136 n 337,
Sarı A bdürrahim (Ş e y h ); 127. 190, 196, 197.
Sarıkçı M ustafa Paşa (Sadaret Kaym aka­ Süleyman II; 74 n 59, 103 n 184.
m ı); 6. Süleyman Ağa (E leşk ird Aşiret  zası); 226
Sarı Süleyman Paşa (A ğ a ), Boşnak (V ezir-i B 21.
 zam ); 74 n 59, 98, 104, Süleyman Ağa (Ş u b a ş ı); 26 B 21.
Satırcı M ehm ed Paşa (S e rd a r); 98. Süleyman (Alaşehir K a d ıs ı); 209 B 1.
Satıroğlu Y u su f Ağa (B u rd u rlu ); 164 n 454. Süleyman Bey (Abdipaşazâde Mehmed Bey
Savcı Bey; 190. K ardeşi); 226 B 21.
Schiltberger; 74 ve 75 n 62. Süleyman Bey, Cabbarzâde (B ozo k M uta­
Sehurhohataytay; 187. s a rrıfı); 157 n 425.
Selim I; 41, 73, 73 n 58, 75 n 62, 78, 86 87, Süleyman Çelebi (I . Bayezid O ğ lu ); 87, 191,
89, 90, 92, 104, 105, 112, 116, 119, 119 n, 204 n 122.
260, 141 195, 196. Süleyman (D ar-üs saade A ğası); 80.
Selim I I ; 169, 197. Süleyman (E d irn e B ostancıbaşısı); 160 n 444.
Selim I I I ; 73 n 58, 80, 98, 98 n 174, 120 Süleyman Efendi (F ilibe K a d ıs ı); 105.
n 265, n 271, 122 n 282, 123 n 287, 144, Süleyman (H a life ); 14.
151 n 398, 165, 166, 167, 167 n 3, n 5, 168, Süleyman (K ösü Karyesi V oyvodası); 161 n
169, 169 n 13, 175, 200, 203. 448.
Selim G iray I I I ; 144. Süleyman Paşa, Boşnak - Sarı; 74 n 59, 98,
Selimoğlu Bekir (K a d ıh a m Ahalisinden); 104.
146 n 375. Sürm eli Ali Paşa (Vezir-i Âzam ); 74 n 59, 92.
Şeydi Ahm ed Paşa; 82 n 93. Sürurî M ehm ed A ğa (D ergâh-ı Âliden); 229
Seyfüddin Aybek; 26. B 25.
Seyid Ali Paşa (R um eli V a lisi); 120 n 265,
218 B 12.
Seyyid Bey (Osm an Paşa K ethüdası); 155 n
■=■Ş =
414. Şahin Giray (S o n K ırım H a n ı); 76, 76 n 67,
Seyyid Efendi (R eisülküttap); 172 n 23. 120 n 264.
Şah İsmail; 196.
Şahruh, Timuroğlu; 36, 191.
= ü =
Şavizâde Casım Bey; 84 n 107. Ügedey; 24, 187.
Şehinşah (I I . Bayezid O ğlu); 196. Üveys Paşa (I . Süleyman Kardeşi); 196.
Şehsuvaroğîu AJi Bey; 89, 96, 104.
Şehsuvarzâde İbrahim Bey; 149 n 391 = V =
Şehzadeler, bk; Abdullah, Ahmed, Alem- Velid I (H a life ); 13 n 32.
şah, Bayezid, Mahmud, Mehmed, Musa,
Velid II (H a life ); 13, 14.
Mustafa, Selim, Süleyman, Şehinşah, Y a­ Veli Paşa; 212 B 6, 230 B 25.
kub.
Veli Paşa (M ecingird M utasarrıfı); 122 n 282,
Şemizâde (Reisülküttap); 105. 157 n 421, 424.
Şerif Haşan Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n 58, 80,
98, 93 n 174, 120 n 265, n 271, 123 n 237,
124 n 293, 144, 213 B 7, 214 B 8. VVittek; 60, 61.
Şeytan İbrahim Paşa (Macaristan Serdarı);
103 n 184, 104. = Y =
Şeyh Bedreddin (Sim avnalı); 125, 126, 126
Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa (Vezir-i
n 299, n 300, 127, 128, 148.
Âzam ); 74 n 59, 98.
Şigi - hutuhu; 24. .
Yahya Efendi (Rum eli Kazaskeri); 100.
Yahyapaşazâde Arslan Bey (Budin Beyler­
= T =
beyi); 97.
Yakob (S a rra f) bk; Yakof, 162 n 450.
Tabanıyassı Mehmed Paşa; 74 n 59.
Yakof (S a rra f); bk; Yakob, 162 n 450.
Tacüddin Pervane (Anadolu Selçuk Devleti
Yakub Ağa (Süleyman Ağa Amcazâdesi); 226
Ricalinden); 27.
B 21.
Tahir Bey (Dergâh-ı Âli Kapucubaşılarm -
Yakub Çelebi (I. M urad O ğlu); 190, 191,
dan); 173 n 24.
193.
Tahir Paşa (Tanzimat Ricalinden); 181.
Yani (K ıb rıs Başpiskoposu); 138 n 346.
Tarhoncu Ahmed Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n
Yavuz Ali Paşa (Vezir-i Âzam ); 82 n 100.
58, 87, 87 n 114 142, 157 n 423, 231 B 26.
Yeğen Osman Paşa (Avusturya Cephesi Ser­
Taşköprülüzâde (Rum eli Kazaskeri); 199.
darı); 111 n 218, 103 n 184, 215 B 9.
Tayran (Toyran ?) zâde Kaplan Paşa; 149
Yeşmut; 187.
n 391.
Yemişçi Haşan Paşa (Vezir-i Âzam ); 5, 73
Tayyar Paşa; 217 B 11, 219 B 13.
n 58, 96.
Tayyar Paşa (Erzurum ve Trabzon Valisi);
Yıldırım , bk; Bayezid I.
115 n 239, 122 n 282, 123 n 283.
Yobaz Deli Salih (D iyarbakır N aib i); 130 n
Tayyar Paşa, Kaçak; 123 n 282.
317.
Tekudar (İlhan - Ahm ed); 187.
Yorgancı Hacı Emin Ağa (Muhallefatı Zap­
Telhisi Mehmed Paşa; 113 n 229.
tolunan); 155 n 414.
Tepedelenli Mehmed Ali Paşa; 159 n 440.
Yörgüç Paşa; 140.
Teptengeri; 37 n 46.
Yunus Paşa (Vezir-i Âzam ); 73 n 58, 91, 91
Timuçin, bk; Cengiz Han.
n 136, 92, 105, 113, 119, 119 n 260.
Timur; 36.
Yusuf Ağa, Satıroğlu (B u rd u rlu ); 164 n 454.
Timuroğlu Şahruh; 36, 191.
Yusufbeyzâde Elhac İmirze Bey (Eleşkird
Timurtaş Paşa; 74 n 62.
Hanedanından); 226 B 21.
Tomanbay; 78, 78 n 76.
Yusuf Paşa (Hanya Fâtihi - Kaptan-ı Derya);
Topal Recep Paşa, Boşnak (Vezir-i Âzam);
93.
73 n 58, 87, 94, 97, 113.
Yusuf Paşa (V ezir); 135 n 334.
Torlak Kemal; 126.
Yusuf Paşa (Vezir-i Azam ); 74 n 59, 76 n 68,
Topuz Bekir Beşe (59 cu Cemaatten); 97 n
168 n 9.
164.
Tursun Beğ; 39, 40, 70.
= z =
Zaharya (İsfakya Eşkıyalarından); 149 n 390.
= u = Zenbilli Ali Cemali Efendi (Şeyhülislâm);
Uzun Ali (İspartada Vefat E den); 155 n 414. 141.
Uzunçarşılı; 7, 82 n 98. Zeynelâbidin Paşa; 163.
Uzun Haşan; 66, 75. Zeynüddin Başara (Anadolu Selçuk Devle­
Uzun İbrahim Paşa (B udin V alisi); 82 n 99, ti Ricalinden); 26.
98, 119. Zinkeisen; 7.
DİĞER ADLAR ve DEYİMLER
Asya; 17, 22, 82, 82 n 98.
= A =
Atlas K ıy ıları; 28.
Avlonya; 157 n 427.
Abaza İsyanı; 137 n 343.
A vrupa; 3, 22, 57, 82, 82 n 98, 166, 167, 169,
A bbasi, Abbasiler; 3, 4, 14, 15, 16, 18, 19, 20,
.._.....175................... ............................................... ....
..... 27, 34,..36,.. 41, 143, 147, 148 15... ...............
Avs; 9 n 7.
A bbasi Devleti; 15, 21.
Avusturya; 84 n 107, 103 n 184, 104.
Abbasi İm paratorluğu; 16, 26.
Âyân; 144 n 370, 152, 152 n 404, 153, 173 n
Acemi Ocağı; 57.
24, 220 B 16.
Adana; 130 n 315, n 316, n 319, 156 n 416.
Af (Siyaseten K atild e); 144, 145. Ayastefanos; 129.
Aydos; 135 n 334, 160 n 444.
Ahi, Ahiler; 35 n 39, 135 n 334,.190.
Âyet; 8, 32, 44 n 76, 45, 45 n 83 , 63, 120.
Akçakale; 216 B 10.
Aylak Çayırı; 211 B 5.
Akçedağ; 213 B 6.
Akçekalecik; 217 B 10.
Akhisar; 220 B 16.
Akkoyunlular; 22 n 86.
Alâiye; 233 B 27.
= B =
Alaşehir; 152 n 403, 209 B 1.
Ali E m irî Tasnifi; 160 n 442. Babaeski; 50 n 105.
A llah K orkusu; 109. B ab -ı Âli; 219 B 12. .
Altm ordu; 24. B ab -ı H üm âyûn; 124, 124 n 292, 213 B 6,
Am an; 66, 76, 77. 219 B 13.
Amasya; 89, 114 n 236, 139, 155 n 412. Bağdat; 16, 90, 199.
Anadolu; 34 n 33, 36, 58, 62, 96 n 160, 100, Bağdat Seferi; 199.
104, 137 n 344, 140 n 357, 160 n 443, 233 Balıkesir; 160 n 443.
B 27. Balkan, B alkanlar; 61, 182.
A nadolu Selçukları; 27, 188, 189. B an dırm a; 229 B 25.
Anorm al Cinsî Tem aslar; 46. Basım evi; 150 n 393.
Arabistan; 9 n 4, 137 n 343. B aşbakan lık Arşivi; 5, 6.
Arap, A raplar; 8, 8 n 3, 9, 12, 13, 14, 15, 19, Başdefterdar; 155 n 411.
27, 44, 44 n 80. Başvekâlet; 171.
Arapça; 13 n 25, 75 n 62, 224 ve 225 B 19. Batı Rom a Devleti; 16.
Arap Devleti; 14, 15. Batı T ürkleri, 21.
Arap - îslâ m Devleti, 12. Bayezid (D o ğ u ); 142 n 363, 226 B 21.
Arap Y arım adası; 8. Behçet - ül Fetava; 150 n 393.
Aristokrasi, A ristokrat Sınıf; 11, 23, 25, 55, Bedevi; 9 n 4, 11, 13.
119. B edir; 10.
Arnavut, A m avutlar; 61, 85. B elgrad; 6, 216 B 9.
Arnavut İskenderiyesi; 216 B 10. Bender; 123 n 282.
Arşiv; 5, 7. Beni K urayza; 9 n 7.
Asitane, bk ; İstanbul; 232 B 27. Berat; 56, 153.
Asesbaşı; 139. B erat-ı Şerif; 56.
Askerî S m ıf; 38, 55, 56, 56 n 1, 57, 59, 67, Berm ek; 20.
69, 71, 72, 75, 76 78, 82, 84, 95, 97, 102, Beylerbeyi; 105, 140, 175, 196, 214 B 9, 238
113, 118, 121, 125, 129, 132, 134, 135, 137, B 31.
139, 141, 145, 150, 151, 153, 154, 162; 173. Beylerbeyi H anı; 136 n 341.
Beylerbeyliği; Beylerbeyilik; 91, 139, 140 n
357, 201. ‘
.. - D-
Beyt-i mâl-i Müslimin; bk; Beytülmal-i Müs- Darbhane-i Âmire; 213 B 6.
limin. Darende; 212 B 6. ■
Beytülmâl-i M üslim în; -151 n 398/ 213 B 7, Dar-ı Şuray-ı Bab-ı âli; 171. •
214 B 8. Dar-il Salah; 209 B 2.
Bey yine; 101. Dar-ül h arb; 137, 223 B 18.
Biga; 127. . Dar-üs-Saade; 105.
Biga Kadısı; 127. Davutpaşa; 82, 82 n 98.
Bilecik; 140 n 357, 144 n 370. . Dayak; 46.
Bizans; 3, 13, 15, 16, 16 n 46, 17, 18, 19, 27, Delvine; 157 n 427.
38, 38 n 52, 65, 65 n 36, 117, 198. Derbendçi; . 56:
Bosna; 66, 76, 122 n 278, İ30- n 316, 146. Dersaadet, Der-i Saadet; bk; İstanbul; 173,
Bostancıbaşı; 110 n 217, 113, 114, 115 n 237, 182.
155 n 411, 160 n 444, 219 B 13. Despotluk; 205.
Bozok; 157 n 425. , Derya Alaybeyi; 160 n 444.
Budin; 5, 82 n 99, 97, 98, 119. Devlet-i Aliyye, bk; Osmanlı Devleti; 214
Buğdân; 123 n 282, 216 B 10., B 8, 218 ve 219 B 12.
Bulgarlar; 36, 61. Devlet H ukuku (İs lâ m ); 4.
Bulgaristan; 182 n 52. Devlet Hukuku (O sm anlı); 4.
Bulgar Milliyetçiliği; 182 n 52. Devşirme; 41, 58, 60, 64, 85, 166. (K apıkulu
Burdur; 160 n 443, 164 n 454. ve Kul Maddelerine de b k .).
Bursa; 50 n 105, 129, 160 n 443, 192. Devşirme Diktatörlüğü; 85.
Bürokrasi; 19. - Devşirme Kurum u; 35 n 36, 62.
Devşirme Kuvvetler; 94.
Devşirme Partisi; 86. ,
' ' ' ' = c== . . ..
Devşirme Sistemi; 59. ,
Cami; 171. Devşirme Unsuru; 59, 95 n 155. ,
Canbaz; 56, 57. Devşirme Usulü; 61, 63. ,
Canik; 139, 219 B 13. ' Dış Kapı; 124.
Casuslar, Casusluk; 49, 52. Dinî Merci; 31.
Cehrin; 110 n 217. ............... Dilsizler; 118.
Celâli İsyanları; 133. Dimetoka; 195.
Cellât; 118, 124, 141. " Divan; 140 n 357.
Cengiz Han Yasası; 40. Divan-ı Hümâyûn; 103, 139, 158 n 429, 162.
Cevdet - Adliye Tasnifi; 5. Diyarbekir; 122 n 278, 130 n 317, 146.
Cevdet - Saray Tasnifi; 5. Diyet; 44, 63, 134, 180, 181.
Ceza Kanunnâmesi; 177. Doğancı; 56.
Ceza Kapısı; 115. Doğu Bayezid; 142 n 363, 226 B 21.
Ceza H ukuku (Osm anlı - İslâ m ); 3, 4, 28, Donanma; 169.
40, 43, 46’ 47 48, 49, 51, 53, 90, 101, 107, Donanma Kaptanı; 161 n 447.
108, 112, 116, 136, 144, 148, 178-179, 180 n Dönme; 59.
45, 183, 204, 205. Dukakin; 216 B 10.
Ceza Hukuku (T ü rk ), 180,. 206. Dünyevî Mahkemeler; 30, 31.
Cibâyet; 56. Dünyevî Yetki; 31.
Cilây-ı Vatan; 42,
Cizye; 138 n 345 , 224 ve 225 B 19.
Cumhuriyet Devleti; 207. . = E~
Cüz; 56.
Edirne; 116, 126r 127, 1.29, 155 n 411, n 414,
160. n 444, 211 .B 4/A, 216 B 10.
= c = Edirnekapı; 51 n 111, 124, 124 n 293, 127
Çadır Mehterleri; 118. 213 B 7.
Çaldıran; 89. . . Eflâk; 89.
Çandarlı Ailesi; 39. Eftalit; 34.
Çavuşlar; 114. Egemenlik; 1, 3, 4, 14, 17, 21, 22, 35, 36,
Çeltikçi; 56. . ................. 37, 41, 42, 86, 128, 184, 185, .189,. 190, 192,
Çin, Çinliler; 28, 117, 123. . , 195, 198, 200, 203, 204, 206. .
Çizme Kapısı; 122. , ■, Ehl-i Kitap; 60, 63, 64.
Eim m e-i Hanefiye; 210 B 3, 219 B 14, 220
= G -
B 15, 223 B 18, 227 B 22.
E k rad Takım ı; 212 B 6. Gam nos; 153.
Elcezire; 5. Garameten ödem e; 155, 161.
Eleşkird; 26 B 21. Gayr-i M eşrû N ikâh; 53.
E m îr; 31. Gazneliler; 34.
Em evî, Em eviler; 12, 13, 14, 15, 16, 18, 27, Gelibolu; 155 n 412.
147 n 381. Geyve; 97 n 164 , 220 B 16.
Em evî Devleti; 12, 13 n 32, 14 n 39, 15 18, 19. Girit; 97, 107.
E m r-i Veliyülem r; 48, 51 n 111. Göktürk, Göktürkler; 34, 36. ■ ■■*
Em val-i Mirîye; 151 n 398. Gölmiye; 140 n 357.
Engürüs, bk; Macaristan; 215 B 9. Gönen; 152 n 404.
En - nâzr-i fil Mezâlim, bk ; M ezalim Mah­ G rek - Rom a - Hristiyan; 16 n 46.
kemeleri G ureba; 135 n 334 .
Erm eni, Erm enîler; 62, 122 n 278. Gülhane; 176, 179.
E ra k ; 161 n 448. Gülhane Ferm anı; bk; Tanzimat Ferm anı;
Erzincan; 90, 161 n 448, n 449. 179.
Erzurum ; 105, 122 n 282, 123 n 282, 157 n Gülhane Hatt-ı H üm ayunu, bk ; Tanzimat
.....421, n 424, 238 B 31..................... '.....'.... ~ Ferm am ; 181. .................... ................. ....... ..-
Eskiçağ; 1.
Eşkiya, Eşkiyalık; 53, 97, 130 n 35, 132, 133,
134, 135, 136, 137, 137 n 344, 138, 138 n 348, , = H =
140 n 357, 149 n 390, 152, 154, 178. 215"
B 6, 215 B 9. HacıoğhT"Pazarcığı; 214 B 8.

E şraf; 153. ' H açlı; 36 n 41.


H ad d Cezası; 45, 47, 48, 49, 50, 81, 122, 133,
Exercitus; 56 n 1.
136, 143, 143 n 366, 173.
Evlâd-ı Fâtihan; 227 B 23.
H a d im ’ül - haremeyn - iş - şerifeyn; 41.
Eyyubiler; 58.
Hadîs; 32, 45, 106, 107, 109.
Halep; 102 n 183.
H âlet Efendi Devri; 170.
= F = H alife; 12, 12 n 22, 13, 14 n 38. 19, 20, 20
n 80, 21, 29, 31, 32, 33, 36, 37, 41, 45, 46,
Fahişe, Fahişeler; 136 n 341, 140.
68, 69, 143,147,185.
Fakîh; 33, 77, 106.
Halife-i Müslitmn; 41.
Fanatizm; 20 n 80.
H alife-i Ruy-i Zemin; 41.
Farsça; 56 n 1.
H am ur; 226 B 21.
Fekete Tasnifi; 5.
H an; 23, 25, 36.
Ferm an; 5, 6. 53 n 124, 82, 106, 110, 110 n
H anbeli; 33 n 30.
217, 111, 112, 112 n 220, 113, 114, 114 n
H anefî; 62,
232, 115, 122, 123, 133 n 334. ,
Hanedan Üyeleri; 183, 184, 188, 189, 202, 203,
Fetih; 38.
204.
Fetret Devri; 36, 36 n 41, 58, 126, 191, 193.
Hanedan Üyelerinin Katilleri; 3, 4, 118.
Fetva; 6, 42, 42 n 72, 53 n 124, n 126, 76, 77,
Hanya; 9İ.
78, 99, 104, 106, 107, 108, 109, 109 n 210,
Harem -i Selâtin-i İslâm ; 22 n 86.
110, 112, 112 n 220, 113, 115, 126, 127,
Hatt-ı Hüm âyûn; 80, 152 n 399. . ,
132 n 322, 163, 172, 198, 199, 200, 202,
Hatt-ı Hüm âyûn Tasnifi; 5, 6.
215 B 9.
H avra; 171.
Fetva (Peşin - T optan); 119, 137 n 343. Hazrec; 10.
Fetva Sistemi; 110. . .
Herat; 31.
Fetva (S ö z lü ); 111, 111 n 219.
H ersek; 216 B 10.
Fıkıh; 7, 29, 33, 69 n 46, 106, 126, 134, 148,
H ırsızlık; 136.
205.
Hırvat; 95.
Fıkıhçı; 47, 48. H icret; 8.
Fikir H ürriyeti; 128. Hikmet-i Hüküm et; 90, 91, 92, 93, 102, 142.
Filibe; 105, 172 n 22, 236 ve 237 B 30. Hitâbet; 50.
Fransa; 20 n 74,. 167 n 5. , , Hotin; 211 ve 212 B 5.
Fransız Devleti; 20 n 74. Hristiyan; Hristiyanlık; 9 n 4, 17, 30, 57,
Fransız İhtilâli; 167. 61, 70, 126, 171, 181.
Fuhuş; 136. H uddam -ı Saray-ı Hiimayûn; 210 B 3.
Hukuk Tarihi; 5. İslâm Dini; 8, 18, 19, 21, 43, 117.
Hukuk-u Islâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye K a ­ İslâm Hukuku; 1, 2, 4, 7, 14, 14 n 38, 21, 26,
musu; 7. 27, 28, 52, 62, 63.
H unlar; 22 n 86, 36. İslâm lar; 10.
Hüküm; 106. İslâm lık; 9, 13.
Hüdevendigâr; 209 B 1. İslâm - Türk Devletleri; 15 n 41, 22 n 86,
Hürm üz; 97. 188, 203.
İslâvca; 61.
İslimiye; 173 n 24.
İsparta (E sk i Yunanistan'da); 11.
- I = İsparta; 155 n 414.
İspençe; 60.
Irz-ı Padişahî; 1İ4, 115, 115 n 237 , 217 B 11. İstanbul; 38, 50 n 105, 64, 65, 69, 88, 90,
Islahat Fermam; 181. 93, 95, 97, 98, 103, 103, n 189, 104, 114 n
Itk; 63. 235, 115, 121, 122, 122 n 278, 123, 123,
n 284, 129, 130, 132, 139, 139 n 350, 140,
140 n 357, 141, 154, 155 n 412, n 413, 156,
= x=
157, 160 n 444, 163, 178, 194, 197'
İsyan; 135, 178, 190, 192, 196, 197, 202 , 213
îcma; 1, 33.
B 6, 223 B 18.
îcraî Askerî Sınıf; 57.
İsyan Hukuku (İslâ m ); 134, 138, 183.
İçel; 162 n 450. .
İsyancı, İsyancılar; 89, 94, 133, 140, 148,
îç Oğlanları; 118.
İtalya; 195.
İçtihad; 28, 29, 106, 107.
ttranos; 140 n 357.
tdare; 30, 31.
İvraca; 218 B 12.
İkindi Divanı; 103.
İvrandi; 152 n 404.
İkrar; 101.
İzin Mektubu; 153.
İlâm; 48.
İzmir; 120, 130 n 319.
İlhanlı Devleti; 79.
İznik; 127, 129.
İlhanlIlar; 24.
İznikmid; 155 n 411.
İlkçağ, bk; Eskiçağ; 15.
İlm e; 135 n 334.
İltimas; 160.
İmâmet; 56.
= K =
İmroz; 181 n 48.
Kabakçı Mustafa Ayaklanması; 169.
İmtiyazlı Sınıf; 55.
K abile Kanunu; 44.
tndo - Germenler; 186.
K adı; 30, 31, 33, 50, 50 n 105, 51 n 109, 56,
İnfaz; 116.
103, 105, 106, 130 n 316, n 319, 132 n 323,
İngiltere; 175.
136 n 337, 139, 139 n 350, 155 n 411, 158
İngiliz; 179.
n 430, 159, 160 n 443, 160 n 444, 162, 163,
İran; 11, 12, 15, 16, 17, 18, 20, 90, 104, 115 n
173, 181 n 48, 217 B 10, 236 B 30.
242, 132 n 323, 188, 197, 198.
Kadıasker, bk; Kazasker; 50 n 105.
İranlı; 16, 17, 90. '
Kadıham ; 146 n 375.
İrtidad; 44, 45, 45 n 90, 51, 116, 117, 197.
Kadılık, K adılıklar; 115, 172 n 22.
İsmail; 213 B 7, 214 B 8.
K adı Mahkemeleri; 30.
İsfakya; 149 n 390.
Kaftan; 115, 115 n 242, 116.
İslâm ; 1, 2, 4, 7, 8, 8 n 3, 9, 11, 12, 13 n
Kağan; 36.
32, 14, 20, 21, 22, 26, 27, 28, 29, 30, 31,
Kahire; 31.
32, 33, 34 n 33, 37, 43, 44, 45, 46, 47, 48,
Kam kapu.bk; Kum kapı; 156 n 417.
49, 50, 50 n 105, 52, 57, 59, 61, 62, 63,
Kalb - zend, bk; Kalpazan; 53 n 124.
69 n 48, 74, 75, 75 n 62, 76, 78, 101, 106,
Kalorgiye; 153.
116, 126, 134, 136, 138 n 345, 141, 147,
Kalpazan; 53. '
148, 150, 152, 175, 179, 183, 185, 189, 191,
Kam u Dâvası; 144, 145.
194, 198, 205, 206, 215. B 9.
Kam u Hizmetleri; 55, 57.
İslâm Ansiklopedisi; 5. - Kamu Hizmetlileri; 56 n 1, 67, 150.
İslam bol, bk; İstanbul; 156 n 417. K am u Hukuku (B izan s); 26 n 46.
İslâm dan Dönme, bk; İrtidad; 45, 179. Kam u hukuku (İs lâ m ); 1, 2, 4, 15, 18, 26.
İslâm Devleti; 3, 10, 11, 12, .14, 16, 18, 20, Kam u H ukuku (K u r ’an da); 29.
21, 22, 26, 32, 45, 67. 68, 69 n 46, 71, 116, Kam u Hukuku (O sm an lı); 28 191, 207.
117, 143, 184. Kam u Hukuku (Selçuk); 34.
Kam u Hukuku- (T ü rk ); 4, 15 n 41, 21, 22, KIiucs; 76.
. 23, 38. . . ■ . Konya; 232. B 27. .
Kam u İşleri; 90. Kosova; 191.
K am u Menfaati; 32, 49. - Kosova Savaşı; 191.
Kam u Selâmeti; 52, 184. Kölelik H ukuku; 63,
K am u Zarureti; 30. Kölemen Devleti; 97. .
Kan' Akıtılarak İdam ; 119, 120. Kölemenler; 22 n 86, 196.
Kan Dâvası; 44 n 80. Köprücü; 56.
K an dökme Yasağı; 118, 119, 139, 202, 203. Köstendil; 216 B 10.
Kanonik îslâm Hukuku; 29.- Kösü; 161 n 448. -
Kanunnâme; 37, 40; 50, 51 n 109, 57, 79, 136 Krenpe; 138 n 346.
n 337, n 340, 177, 192, 193, 193 n 63, . 194,. Kul, 65, 67, 71, 72, 75, 102, 141, (D evşirm e
195, 196, 197, 201, 202. ■ ve K apıkulu M addelerine de b k .).
K u l Devlet Adam ları; 58, 59.
Kafıunu ’Esasî; 200.
Kuleli; 176.
K apı; 58 n 111.
K uleli Olayı; 176.
K âp icıbaşl; İlâ, l'l4.
Kulluk Prensibi; 39.
K a lıc ıla r; 114. ’
K u l Sistemi; 57, 62, 64, 67 , 69 , 85, 148, 149,
K apıcılar Dairesi; 118.
150,151,..........................................................
K ap ı Kethüdası;' 156 n 415, 218 B ..12.
K um kapı; 156 n 417.
Kapıkulu; 58. (Devşirm e ve Kul M addele­
K u r ’an; 1, 7, 13, 28, 32, 43, 44, 45, 46, 48,
rine ‘de b k ;).
51, 60, 61,63, 63 n 34, 68, 120, 133; 136,
K apık u lu O cağı;' 36, 59, 65, 85, 195.
179, 205. .
K apıkulu Sistemi; 59.
Kurayza; 9 n 7.
K apı Oğlanları; 118.
K urban; 203.
Kaptan-ı Derya, bk; Kaptan Paşa; 93, 105.
Kureyş; 41, 185.
Kaptan M ülâzım ları; 158 n 436. .
K urultay; 24, 186, 187. ■
Kaptan Paşa, bk; Kaptan-ı Derya; 83, 103,
Kut, 36.
218 B 12.
Küçük Asya; 15. .
Karaciyan Çayırı; 238 B 31. K ürek Cezası; 146.
K arahanlılar; 34. Kütahya; 97 n 164, 123 n 284, 137 n 344.
K ara Kaftan; 115, 116.
Karam an; 66, 74 n 62, 91, 94, 95, 164 n 453-
Kardeş Katli; 193, 196, 201, 202. =L =
Karesi; 152 n 404.
Karizm atik İktidar; 186, 188 n 28. Lâle Devri; 165.
K ars; 97 n 169. . . Lârende; 157 n 427.
K âtib; 56. Lâtince; 56 n 1.
Kat - iil - Tarik; bk; Y o l Kesme; 133. Lehistan; 198.
Kaym akam -ı R ikab-ı Hüm âyûn, bk; Sada­ Lehistan Seferi; 198.
ret Kaym akam ı; 83. . Leşger; 56 n 1.
Kaynarca; 76. .. Leş İskelesi; 216 ve 217 B 10.
Kaynarca Andlaşm ası; 76. Liberal; 20 n 80.
Kayseri; 130 n 315, 157 n 425. Londra; 175.
Kazasker; 81, 100, 103. 104, 173, 199.
Kefe; 92.
Kerkük; 114 n 235. > . . - M = ■ ;-
Keşiş; 153.
K ıb rıs; 129, 130 n 317, n 319, 138 n 346, 146 n Macaristan; 103 n 184
375, 158. n 436. M araş; 102 n 183;
K ırım ; 76, 76 n 68, 87, 120 a 264, 144. M ardin; 130 n 318.
Kısas; 6, 44, 44 n 76, n 80, 53, 63, 81, 134, Mecingird; 122 n 282; 157 n 421, n 424.
149, 163, 174, 177, 179, 180, 181........ Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm -ı Adliyye; 171.
K ıt'al; 134. Medineli; Medineliler; 8, 9, 9 n 4, 3ü. -
Kıyas; 1, 133. . . " M ehr-i Müeccel; 156, 156 n 416.
Kilise; 122, 122 n 278, 171.. . .... . Mekke; 8, 9 n 4. ..
K itab •. al Unun; 61 n 23. , M e lâ m i;, 128. •
Kitâbet; 56. . . . Mem alik-i M ahrusa, bk; Osm anlı Devleti;
Kitap, bk ; K u r ’an. . 173,.182, 215 B 9. . . ‘ î
Klan; 9 n 4. Menakıbnâm e; 126.

e.
Menlik (? ); 152 n 404. Müsadere; 7, 19, 20, 59, 65, 126, 127, 145, 146,
Menşur; 31. 147, 147 n 381, 148, 149, 149 n 390, n 391,
Menteşe; 160 n 443. 150, 151, 152, 154, 155, 159, 160, 161, 162,
Merkezî Kuvvet; 125, 182. 163, 164, 171, 173, 178, 235 B 28, 236 B 30.
Meşihat; 56. Müsellem; 56, 57.
Metrepolit; 138 rı 346. Mütesellim; 155 n 412.
Mezalim; 31, 220 B 16.
Mezalim Mahkemeleri; 31.
Mezhep; 33. - = N =
Mezrea; 56.
M ısır; 11, 12, 36, 41, 61, 75 n 62, 78, 91, 91 Naib; 56; 152 n 400.
n 136, 97, 103 ri 189, 156 n 415, 196, 233 N ayman; 23.
B 27. Nemçe, bk; Avusturya; 214 B 8.
Midilli; 75. N e f’i ve Kısas Defterleri; 60.
M irahur; 213 B 7. Nefir-i Am; 215 B 9.
Miras Vergisi 161, 162, 172. Nezâret; 56.
M irim iran Kaymakamı; 137 n 344. Niğbolu; 74 n 62,
Modern Hukuk Anlayışı (İslâ m d a ); 20. Niğde; 53 n 123, 164 n 453.
Moğol, Moğollar; 3, 22, 22 n 86, 23, 24, 36, Nizam-ı Âlem; 184, 193, 194.
37, 42, 66 n 37, 115 n 242, 116, 177-, 118, Nizam-ı Cedid; 166, 168.
119, 123, 143, 148, 184, 186, 187, 202,- 203, Nizam-ı Memleket; 42.
Moğolca; 22 n 93. Nizamiye Mahkemeleri; 181.
Nizamen ve Siyaseten Kati; 180, 180 n 45.
Moğol Devleti; 22 n 93, 23, 24, 25, 187, 187 n
28, 188.
M oğolların Gizli Tarihi; 23. .
Molla; 155 n 411.
= O=
Monarşi (O sm anlı); 37.
Oğuz, Oğuzlar; 22 n 86, 36. -
Mora; 149 n 389.
Ordu; 57.
Moskof; 212 B 5, 214 B .8.
Orhon Yazıtları; 23.
M übaşir; 152 n 400. .
Ortaçağ; 1, 22, 33.
Mudanya; 152 n 400.
Orta Asya; 22, 36, 143, 184, 185, .186,- 186 n
Muhallefat; 152 n 400, n 404, 156, 157, 158,
10, 188, 188 n 28, 189, 191, 198, 203.
159, 160, 161, 172, 228 ve 229 B 24, 232
Orta Kapı; 118, 122, 124.
' ve 233 B 27.
Ortodoks, Ortodoksluk; 20, 20 n 80.
Muhsen; 45. .
Osmanlı, Osmanhlar; 7, 22, 64, 84, 90, 170,
M uhzır Ağa; 139.
190, 193.
Muratoğlu; 135 n 334.
Osmanlı Ailesi; 37.
M usâdara, bk; Müsadere; 147.
Osmanlı Beyliği; 34.
Musâdere, bk; Müsadere; 147. .
Osmanlı Devleti; 2, 3, 5, 21, 27, 34 n 33, 36,
Musevi; 9 n 4, n 7, 10, 45, 88, 106, 116, 126,
37, 38, 38 n 52, 40, 41, 42, 51, 56 n 1,
171. , .
57, 58, 62 n 28, 69, 74; 76 n 68, 78, 79,
Muş; 123 n 282.
83, 88, 93, 95, 97, 101, 102, 105, 115, 115
Mutak; 56.
n 242, 117, 118, 119, 120, 123, 125, 126,
Mutlak Devlet; 206.
133, 134, 136, 138, 140, 143, 144, 145, 148,
Mutlak Egemen; 85.
149, 151, 162, 165, 166, 176, 183, 184, 188,
Mutlak Egemenlik; 58, 101.
189, 191, 192, 198, 199, 202, 203, 205, 206
Mutlak Hüküm darlık Sistemi; 108.
Osmanlı Hanedanı; 184, 203.
Mutlak İktidar; 52. .
Osmanlı İmparatorluğu; 3, 26, 175.
Mutlak İm paratorluk; 39, 40.
Osmanlı Mevzuatı; 57.
Mutasarrıf.; 97 n 163.
Mücerred İlâm;. 48.
Müçtehid; 106.
M üdebber; 56.
= ö =
Müftü; 130 n 314, 315, n ,317, a 318, n 319.
Ölüm Cezası; 2, 14, 24, 25, 26, 28, 38, 43 , 44,
Mühimme Defterleri; 5, 6.
46, 47, 48, 49, 50, 51, 72, 78, 90, 107, 136,
Mühimme-i Mektum Defterleri; 6, 220 B 16-
169, 176, 178, 206.
Mülâzım; 56.
Ömerağa Mahallesi; 155 n 411.
Müslüman; 10-, 32, 60, 77, 137, 138, 138 n 345, Öm er’in Sünneti; 13, 46.
154, 171c 185, 193 ra 63 , 224 ve 225 B 19. Örf; 30, 40, 51.
Ö rfî H ukuk; 28, 30, 31, 32, 33, 34, 37, 38, Rum , R um lar; 62, 62 n 28, 95, 122 n 278.
39, 40, 42 , 43, 47, 49, 50, 60, 62, 69 101, Rum ca, 38 n 52.
107, 108, 136, 148, 194, 205. R um eli; 36 n 41, 100, 105, 114 n 235, 120 n
Ö rfî K anunlar; 35. 265, 126 n 299, 144, 157 n 472, 159 n 440,
Özel Hınç; 44, 44 n 80. 199, 214 ve 215 B 9, 218 B 12.
Özi; 221 B 17. Rus, Ruslar; 76, 76 n 67, 98.
R usçuk; 144, 164 n 455.
Rüşvet; 65, 65 n 36, 95, 96, 100, 135, 159,
= p = 214 B 8.

Padişah; 26, 34, 37, 40, 41, 42, 43, 52 n 117,


55, 56, 58, 58 n 11, 59, 63, 64, 66, 69, 70.
= S =
73, 75, 76, 78, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 88,
89, 90, 93, 94, 97, 108, 109, n 210, 110, 111, Sadrazam , bk ; Vezir-i Âzam ; 149 n 389, 213
112, 112 n 220, 115, 118, 121, 123 n 287, 127, B 8, 237 B 30. -
129, 131, 137, 141, 144, 146, 149, 150, 151 Sadaret Kaym akam ı; 5, 83, 94.
158, 160, 161, 167, 169, 171, 175, 176, 177, Sâdat; 56. '
178, 181, 182, 183, 190, 191, 194, 198, 199, Safevîler; 22 n 86.
200, 201, 209 ve 210 B 2, 213 B ..6,..220 Safranbolu; 160 n 44. ................... ......... ..... ‘
B 14, 232 ve 234 B 27, 236 B 29. Sahtekârlık; 53.
Papalık; 18. Sâi B ilfesad; 51 n 111, 53, 53 n 124, n 126,
Papas; 153. 107, 134, 143, 143 n 364, 178. 220 B 14, B
Paşa; 121. 15, 221 B 16.
Patrik; 17, 122 n 278. Saltanat-ı Aliyye; 219 B 14.
Patrona Ayaklanm ası; 95. ~ Samanı; 34.
Pençik; 60. Saray K ap ısı; 123.
Peter - V aradın; 88. Saruhan; 157 n 426.
Peygam ber; 8, 9 n 7, 10, 11, 18, 19, 29, 30, 32, Sasanî, Sasanîler; 15, 16, 16 n 46, 17, 18,
45, 46, 60, 62, 64, 128, 138 n 345, 185. 19, 27, 31.
225 B 19. Savaş H uk u k u (îs lâ m ); 74 , 75, 77, 78.
Piskopos; 138 n 346, 153. Sefer-i H üm âyûn; 211 B 5.
Prim ogenitur; 187, 192, 194, 195, 200. Selânik; 158 n 430.
Protobulgarlar; 36. Selçuk; 3, 22, 34, 35, 36.
Selçuklular (A n a d o lu ); 26, 27, 34, 34 n 33,
58, 188, 189.
= R = Selçuklular (B ü y ü k ); 26, 34, 58.
Sem endire; 96.
Rahuva; 218 B 12 . Sened-i İttifak; 80.
Raiyyet; 220 B 16. ’ Seniorat; 187, 194, 198, 199, 200, 202.
Raiyyet Rüsûm u; 56. Senk-i îbret; 182.
Raka; 212 B 6. Serdar; 83, 103, 163.
Reaya; 38, 49, 53 n 123, 55, 59, 62, 70, 71, 72, Serdar-ı E krem ; 82, 103.
»84, 95, 95 n 155, 96, 102, 105, 113, 123, Serasker; 82 n 100, 215 B 9.
124, 129, 131, 132, 132 n 322, 134, 135, Serez; 75, 126.
136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 146, S ırp , S ırp lar; 61, 62 n 28.
150, 152, 153, 154, 166, 193, 220 B 14, 221 Silistre; 123 n 282, 158 n 430.
B 17, 223 B 18. Silsilename; 37.
Recm; 45. Sim av; 126 n 299.
Reis-ül ,Küttap; 105, 172 n 23. Simavna; 126 n 299.
Resm -i Kısm et Kanunnâm esi; 56, 172. Sina Çölü; 91.
Revan; 104, 199. Siyaset; 2, 5, 9, 26, 30, 39, 40, 41, 47, 49, 50,
Revan Seferi; 199. 50 n 105, 51, 59, 68, 81, 83 , 84, 103, 107,
Rey; 29. 168, 236 B 29, 239 B 31.
Rışvan; 102 n 183. Siyaset Çeşmesi; 122.
Rızaya M uhalefet; 92. Siyaseten K ati; 1, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 11, 14, 15,
Ridde; 11, 12, 12 n 22. 45. 20, 21, 27, 28, 32, 34, 38, 43, 48, 51, 52,
Rodos; 91, 158 n 433, 197 , 209 B 1. 53, 54, 55, 62, 67, 70, 71, 72, 74, 76, 78,
Rom a; 51, 16, 17. 81, 83, 84, 85, 86, 88, 90, 92, 94, 95, 97,
Rom a Devleti; 16. 99, 100, 101, 102, 103, 105, 106, 107, 108,
Rom a H ukuku; 117. 110, 111, 113, 120, 122, 125, 126, J27, 129,
130, 131, 132, 133, 136, 137, 138, 139, 140, Tatar Ağası; 212 B 6.
141, 143, 144, 145, 146, 150, 153, 154, 156, T a ’zir; 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53- n 124, . 59,
163, 164, 165, 172, 173, 177, 178, 179, 180, 60, 68, 70, 72, 81, 90, 101, 103, 180, 205.
180 n 45, 182, 183, 194, 200, 202, 204, 205, Teke; 164 n 454, 232 B 27, 233 B 27.
206, 210 B 3. Tekiye; 56.
Siyaset-i İlâhi; 40. Temyiz; 162, 163.
Siyaset-i Sultanî; 40. Teokrasi; 1, 18, 20, 20 n 80; 25, 28; 51, 109,
Siyaset Meydanı; 122. 179, 205. . ' ;
Siyasetnâme; 26. Teokratik Kuvvet; 128. : ....................
Sipahî; 223 B 18. Teokratik Mutlak Monarşi; 15.
Sivas; 122 n 282, 156 n 419, 159 n 441, 161 Tersane; 236 B 29. .
n 448, n 449. Tersane Bölgesi; 83.
Solaklar; 118. Fesbihhan; 56.
Sopa Cezası; 45, 46. Tevaşi Süleyman Ağa Mahallesi; 156 n 417.
Soruşturma; 101, 102, 104. Tım arlı Sipahi; 58.
Sosyalist 121. Tokat; 139, 155 n 413. <
Söğüdçük; 217 B 11. Topkapı Sarayı; 142 n 363.
Subaşı; 139. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi; 5, 6, 7.
Suriye; 11, 12, 13, 62. Toprak H ukuku (İs lâ m ); 147.
Sünne Boğazı; 214 B 8. Trablusşam; 146 n 376. .
Sünnet; 1, 13, 28, 29, 45, 46, 68, 147 n 381. Trabzon; 75, 75 n 63, 115 n 239,. 122 n 282,
Sünnî; 126, 128, 132 n 323. 139 n 35.
Sürgün; 46, 130, 146, 153, 154, 188 n 35. Trabzon Rum İm paratorluğu; 75.
Travnik; 130 n 316.
Tulunoğulları; 31.
= S= Tuna; 88.
Tuzcu; 56.
Şafiî; 62 n 28 , 63.
Tuzla; 138 n 346.
Şafiî Hukuku; 61.
Türk, Türkler; 3, 4, 21, 23, 31, 33 n 34, 34, 36,
Şafiî Okulu; 60, 62.
37, 38, 41, 42, 59, 61, 64, 66 n 37, 79, 95,
Şam; 13, 130 n 316, 146 n 376.
117, 118, 119, 143, 166, 184, 185, 186, 186
Şaman, Şamanlık; 36 n 45, 37 n 46.
n 10, 187, 189, 202, 203.
Şamanizm; 37. Türkçe; 38 n 52.
Şefaat; 146. Türk Devletleri; 4, 22, 25, 187 n 28, 188.
Şehir Kethüdaları; 56.
Türk - Devşirme; 67.
Şehirköy; 140 n 137.
Türk Hukuk Lügâtı; 132.
Şen’î Fiil; 53, 53 n 123.
Türk İm paratorluğu; 3.
Şeriat; 28,29, 30, 31, 32, 33, 34, 40, 42,
T ü r k -İs lâ m , 1, 26, 27, 28, 31, 34, 38.
43, 46, 49, 50, 51/52 n 117, 54, 59, 60,
Türk - İslâm Devleti; 3, 22, 188, 203.
6 , 67, 68, 78, 101, 107, 108, 109 n 210,
Türk - îslâm Devlet Nazariyesi; 1.
212, 128, 179, 180. ;
Türkiye; 76.
Şer’i Hukuk; 30.
Türkiye Cumhuriyeti; 3.
Şer’iye Mahkemeleri; 181.
Türkmen; 96, 126.
Şeyhülislâm; 41, 42, 81, 100, 103, 104, 109.
T ü rk -M o ğ o l; 25, 26, 27, 36, 37, 38, 42, 66
111 n 219, 127, 129.
n 37, 115, 119.
Şiî, Şiiler; 17, 20, 117.
Türk Ülkesi; 207.
Şumnu, 214 B 8.

= U =
= T=
Tabu; 203. Uc; 58.
Tanzimat; 3, 165, 173, 174, 175, 176, 179, 180, Ukubad; 47.
182, 206, 207, Ulema; 29, 33, 34, 35, 42, 43, 46, 51, 51 n 111,
Tanzimat Fermanı; 154. 57, 65, 67, 68, 69, 69 n 48, 71, 72, 77, 79, 86,
Tanzimat-ı Hayriyye Hatt-ı Hümayunu, bk ; 99, 108, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131,
Tanzimat Fermanı 181 n 48. 141, 150, 151, 154, 171, 194, 206.
Tarhan; 25. Ulem a Enflâsyonu; 69.
Tarih-i E b û l Feth; 38. Ululemr; 42, 109 n 210, 176, 180, 209 B 1.
Tarsus; 130 n 314. Urefa; 40.
Tatar; 56, 57. Usturumca; 216 B 9.
I M Ü E K. S

Usul H ukuku (İs lâ m ); 101, 103 Yargıtay, bk; Divan-ı Hüm âyûn; 162.
Uygur, Uygurîar; 34, 36. Yasa; 4Û.
Y asag-ı Padişah!; 40.
Y a ş; 158 n 429.
- ü= Yaya; 56, 57.
Yedikule; 122.
Ülüş Sistemi; 188, 189., 192, Yemen; 30, 196.
Üsküb; 216 B 10. - Yemin; 101.
Üsküdar; 82, 82 n 98, 137 n 343, 160 n 444.
Yeniçeri; Yeniçeriler; 41, 61, 89, 89 n 124,
94 n 151, 16S, 172, 194, 195, 215 B 9,
220 B 16.
= V =
Yeniçeri Ağası; 97 n 164.
V a k ’a>-i Hayriye; 170, 171. Yeniçeri Ocağı; 86, 94, 170.
V ak ıf; 35, 56. Yenipazar; 84 n 107.
Vali; 84, 103, 135, 153, 156 n 415, 419, 157 Yenişehir Fener; 114 n 235.
n 424, 159 n 440, 175, 220 B 15, 227 B 22. Yerkökü; 214 B 8.
V alide Sultan; 129. Y ol Kesme; 43, 44, 44 n 76, 133, 140, 1.9
Van; 8 9 n » , 123 n 283, 156 n 418. .. — ... Yunan isyanı; 92.
Velâ; 63. Yunan - Rom a; 15.
Veliyülem r; 77, 52, 86, 93, 1Ö8, 112, 139, 220 Yuvacı; 56.
B 14 ve B15. Y ü rü k ; 56.
Venedik; 98.
Vezir; 20, 34, 81, 82, 83, 175, 221 B 17, 230
B 25. = z =
Vezir-i Âzam; 5, 39, 41, 59, 66, 72, 73, 77,
78, 79, 81, 82 n 98, 83, 84, 87, 87 n 114, Zağfranbolu, bk; Safranbolu; 160 n 443.
91, 92, 95, 95 n 155, 100, 111, 115, 118, Zigetvar; 97.
119, 120 n 264, 121, 123, 124, 131, 137, Zile; 161 n 447.
141, 142, 145, 153, 160 n 442, 163, Î70, 171, ’ Zimmet Akdi bk; Zimmet B ağıtı; 59 n 18.
175, İM . Zimmet Bağıtı; 137, 138.
Vezirhanı; Î44 n 370. Zimmet Ehli; 223 B 18.
Vidin; 227 B 23.
Zimmî; 69, 64, 137, 138, 138 n 345, 141,,. 153, 154,
Viyana; 82 n 99, 98.
155 n, 413.
Viyana Bozgunu; 98.
Zim m îlik Statüsü; 60, 6i., ,
Voynuk; 56, 57.
Zina; 44, 45, 45 n 83, n M , 46, 51 İM , 117,
Voyvoda; 153, 224 B 20, 225 B 20.
138 n 345, 179, 224 B 19.
Ziriki; 5.
= Y = Zuffim; 53, 53 « Î26, 51 n 111, 7®, 95, 95 n
155, M , 97, 102, 130, 132, 134, 135, 136,
Yahudiler, bk; Musevi; 61. 206, 207, 212 B 5, 220 B M , 220 B 15,
Yargı; 30, 31. 221 B 16. .
TAM METNİ VERİLEN BELGELERDEN
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde Bulunanların
Tıpkıbasımları
A .'
belg e n . i

TSA N. D / 6919

- - ,

■■ ■ t -' : ' . '.'. :*' -

B ÎR S ÎP A H İ’N ÎN KATLİ ÎÇ İN FERMAN İSTEĞ İ.


BELGE N. 2
TSA N. E/12079

.. » ■ î ı l i i i p
■ . . , ,

■ & }* ■ (* * j ' * * ,aP ^ 1

* i *

'Z 't y J / J ’ O ;/ * > y f f a

' ■ .

İ llil

<£/
3
tilllgi
iIlSlBlBj
iffi :S!©SSS®!iSS;.

İp illlS İlIll

.*
H
'4 */ v

İlil
BELGE N. 3
TSA N- E/12079
BELGE N. 4/A
TSA N. E/11983

C E M ’İ N O Ğ LU O Ğ U Z H A N Ç E L E B İ’N İ N Ö L D Ü R Ü L M E S İ H A K K IN D A

II. B A Y E Z İD ’İ N Y A Z D IĞ I E M İR N Â M E .
BELGE N. 4/B
TSA N. E/11983

* »«„ 'i ... ,

I ^ İ İ İ i Ş i İ S S i p s ? l |I İ İ ^ i i i ^ a ^ ^ ^ l İ |B İ
.' " : ->:İ;-'/'—i

C E M ’İ N OĞLU O Ğ U ZH A N Ç E L E B İ H A K K IN D A II. B A Y E Z İD ’E V E R İL E N
B İR RAPOR.
belg e N. 5
TSA N. E/U59!

- ■

"v-/ A jI *

iiŞHVSM

ÖDE V t f f l - » - ^ ® Bİ “ “ 1L
müsveddesi)-
(Yafta
BELGE N. 7
TSA N. E/10190

r, * * C : • ”

ı \ j İ^ A , ^ e + T 's J İ s j'

V *
" ^ . .
a JC U •
Ia'ûJLj»-
* " * ^
i

’v s j / ı / ' j ^ y j

y ^ y v j ’j j * ** <>* c

$ & > ( j f a ıA

* v A X v y > > } ’/ > $ & :

't

s s s . ' t r J _

İ f ^ - ‘ -^A*
» *

..
..--V : "s: r" .
^^^üâsm iüSM iıaf
III. GELİM TA R A FIN D A N , ŞE R İF H A ŞA N PAŞA’N I N K E S İK B A Ş IN IN
T E Ş H İR İN E D A İR Y A Z IL A N EM İR .
BELGE N. 8
TSA N. E/10190

. <r - . * L -

; \ i y \ X > j S * ' Ş > s^


J &> 1
V\

d S fa ı^»Uu^\> ıjk *

..... ' * £ * v V ^ J X İ * U * '*£ > .» * c r .> C > W 0 \~ *


' ( <'" j / ^ £m ^'W
"X!,W
li,p'’'’ ^ ' ’ W" • ^ * ” rf- !,l
,' & *"*£*J **^ *{j5ı ^

- . t^ fİ ^ P S ğ ^ ^ J

• ''
/ £*",.£),?»,!, j*% ’ f ' ı ,
( d y ' j t A f cJ
* ^
>X/»^ # ^ ' » > >

i> 3-/ r & * ' J j 9 j V s » / ^ c > b \ ij

v > ^ <4* v ’ o t * * o-^-* ^j

0>^> ^ jj»

t y j^ \ ^ > ),j '^ " - - c ) ^ J


y - 3j A ^ ] , { 5> ' . , l J- v , V 3 İ u r / j >

>/✓ i » * ; ' , ' v l i ^ J - y # ^ eJ^ f c - .


PA
-
*' X
^ .y .y . ^
'^- ^ ^ •*'
_^ > > ^ *;,>; >s i v ,: i ^ w y i / s '*'. >: »

- cM>\i J * > '^ > ; .

Ş E R İF H A ŞA N PAŞA’N I N K E S İK B A ŞI Ö N Ü N E K O N U L A N YAFTA.
BELGE N. 10

TSA N. E/8105

vv ' ' ' ’ - ' . * > *” »vn* ’

_ , . . . . . r . ^ ,

" ,” ’“ h'■’ '•’ ‘: "‘ ' : -: «afek^sJîkAl

K ATL F E R M A N IN I G Ö T Ü R E N B İR Ç A V U ŞU N V E R D İĞ İ TAKRİR.
BELGE N. 13
TSA N. E/10190

* ıl ^ ' ""
^ •
* 0»*>ft
• '

>* . . f O
*
««/ Jg ",
<İ*

<£v '* * * ■

v ö /
^S*
* “ 4
^ *»***► ^
-V / .' ‘
^ w ; n >

/ w »IsSg^BSffıi
■MBi
llllli*
B •^

iîlifîlS ^ B

<VL
* - -*».
y} } \ i\» j \ j » y^ j»’ e jip p

** <2 \ » V ^ İ ^ ö ^ i
1
; ^ l

* jp y jU„ı ^>j|

d l ' ' :
IglfPia*

K E S İL E N K A F A ’N I N G E L D İĞ İN E D A İR V E R İL E N TAK R İR .
BELGE N. 14
TSA N. E/12079

9 V

4 i .

t
9

&
«o *

BBLGE N. 17

&? &

. ' * ** >“ ■ t ' ' ’*■‘‘ .,*

% > " ' .^ ^ ı ; - " .......; .....................r ; .....;....................■


w İW £>«,,/ fen W 4 *> Ü # > j & t h i » >*> * ^ ' * » *

İ p* ■" "■: ‘
* '& $ fo?&&

f^ Juh i'fy'dp 4$

» 4) .- / W

'. „ , YE « « t v ® ı ^ sl'
. « ***»• 'çw ” ’ ■
UŞKt'V ^ '
BELGE N. 21
TSA N. E/10410

jps , ■**» m '

S *' «V iU İJ î*

* ’'<,■'* . Mf î „ ”®?.-SS.Îâee<- * . J,V^'1*

_n p£pı
««**L sMMHp
J *.
s(il!lj|!|iM!WtJiSilS!®!!IİB&i!ii:!llSsg!|JirtHlgrt!lSİ^Biö^KlS
İİl*îll!l«BS!I«M!SlfcillllI^tap*iifcİi^M

...... .

> L r' j' & jf *


r <d<f& ,
i-
«i,•»^ •.*»
*
m
B A Y E Z İD M U T A S A R R IF I İS H A K PAŞA V E E L E Ş K İR D M U T A S A R R IF I A B D İP A Ş A Z Â D E
H A L İL B E Y 'İ N İN F A Z E T T İR D İK L E R İ B A ZI K A T İL L E R H A K K IN D A B İR B E LG E .
BELGE N. 18
TSA N. E/12078

¥
ti

<ıp5i fc
-
S
^■\:-' f c l - ’ *** J ■•»£*. * ).â*W j»r

: y - m Y fp *H

~ 'J jt /^ J * J U !£ ji k M jL


ZİM M ÎLE R ’İN H U K U K Î DURUM UNU B E LİR TE N
EBUSSUUD E FE N D İ N İN
B İR FETVASI.
BELGE N. 19
TSA N. E/12078

E B U S S U U D E F E N D İ 'N İ N Z İM M ÎL E R 'İN H U K U K İ D U R U M U N A A İT
B A ŞK A B İR F E T V A S I.
BELGE N. 20
TSA N. E/12079

OU*ov/ j '>
^ a J . ) ,f )t t^ A

i f O t ~ u f o » 4 * s Ş / ,o { ^ - " * ü â ü ’/

’ *■* L J) J ji * ,

-f y f l '~ ^ f Ü İS ) S , i y ,

Ü M i t j iy İ f t>

• j i j j t f J t t>. Wi r U>

/ &

h ^ J > b ) l l s lw / J ) ‘

(S ’ f jM f& S i' S !/ p ı ü / j w * l ^ } iy

.............. & " . . .


İS Y A N E D E N B İR VO YVO D A İL E O NA Y A R D IM E D E N AİLE Sİ Ü Y E L E R İN İN
K A T İLLE R İ H A K K IN D A FETVA.
BELGE N. 22
TSA N. E/12079

. • •v ••■
s-

W M /•'
FETVA
BELGE N. 25
TSA N. E/640

BHHİİİt®
M
yj v _>$* J&
/

;,^>v ^ •u ,/ŞA‘^ j ' jb f r l .jt > ' ' • . -


’l ı '- * ;\. - 1j * - '^ t*J ^ ^
<&yp} ^fe0İ}İ4' c^JgP ■ f / s ' i •> rf >^İ ^ ? / ,y k ^ '^ ,"? jû »'

^ ‘.o,’ J j * J ! ı • ■„ 1 - * .■*1 a/ ' ' S ' t' ’ ■ - ■

■. ■ ; * : y $ , s 4 ; j i ’/ ^ z i ' & * t > ■’ *


. .'. V > •* ... . .. . • ■• < vl&Mfrİ (>.v~.f, » ^ vi.* r'tiu.'.Ui

S^tit'j

)3 fO' «', ‘■^*/# f^ j, ' -* , . » *. ,


■* ■ ** ■• , i'J * / ' "!« - ı *" ' •' ■*’ ^"' ^ ,,>>‘^' i>‘
S * A «s f> ***# ' .,,*
<£*$*’tM t,1r y i y p y }: fL İ^ , M '

S t ^ *, V ^ îA V - ^ '*

İNFAZ ED İLEN B İR K A TL CEZASI H A K K IN D A PADİŞAHA ARZ.


BELGE N. 26
TSA N. E/11630

>• -

İD A M E D İL E N B İR V E Z İR -İ Â Z A M 'IN M U H A L L E F A T D E F T E R İ.
BELGE N. 28
TSA N. E/4928

i * î *

»• ' •«'•-v SiİSkARüi


V,*'*■^

^ :* C u f y *
(•> 'Şip)jjpjjt'î^fi?sAsjt?tjjt*\&\ît« u \ > v j ı ? \ > v * Â * c)£?

4g#İİ||g;
SİM

MÜSADEREDE YA PILA N SUİİSTİM ALLER H AKKIND A PADİŞAHA ARZ.

You might also like