You are on page 1of 2

Michael Haneke beyazperdeye başlangıç adımı olarak da nitelendirebilecek Duygusal Buzlaşma

adlı üçlemesinin ilk halkası olan Yedinci Kıta gerçek bir olaydan konu edinen son derece sıra dışı
ve bittikten sonra da izleyiciyi etkisinde bırakan bir filmdir.

Filmde, hayatları tüketim sarmalının içinde yitip giden ve modernizmin de işaret ettiği küçük
rekabetleri dışında kalan zamanlarını da ev ve otomobillerinin(konfor alanları) içinde geçiren son
derece mekanik yaşayan bir ailenin toplu olarak intihara sürüklenmesinden bahsedilir.

Otomobil donanımsal özellikleri itibariyle toplum içindeki konumu gösteren (ikinci kısımda
gelişen ekonomik durumla beraber daha üst sınıf bir markaya geçilmesinden de yola çıkarak)
meta olarak Baudrillardın tüketim olarak nitelendirdiği modern toplumdaki kültürel yapının bir
simgesidir J. Baudrillard: Koskoca bir uygarlık araba aşamasında takılıp kalabilir! .sözünden
referansla aslında otomobil toplumsal gelişmenin duraksadığı ve her şeyin sonsuz bir otomasyon
döngüsüne girdiği tüketim çağının bir çıktısıdır. Filmde ise tüm ailenin zaman geçirdiği mekân
olarak da kullanılan araba yıkama makinesinin içinde iken oluşan sessizlik aslında sistem
tarafından yutulan bireylerin çaresizliğinin bir yansımasıdır. Ayrıca otomobil günlük araç
yıkatma rutinin içinde filmde ender olarak görülen duygusal patlamalara sahne olmuştur.

Televizyon ise filmde otomobil ile birlikte dikkati çeken bir başka nesnedir. Film boyunca hep
açık olarak gördüğümüz televizyon sürekli katliamların ve savaşların yanı sıra kaza ve
ölümlerden bahsetmektedir. Bu sürekli olarak yayılan imgeler bombardımanı aslında medya
endüstrisi ya da kitle iletişiminin nesne haline gelmiş formudur.

Film boyunca her gün sabah 6:00 da çalan alarmlı saat modern dünya, teknoloji ve mekanikleşen
hayatların bir yansımasıdır. Ayrıca filmde kasıtlı olarak kullanılan soluk renkler, konuşmalar
sırasında odaklanılan nesneler ve karakterlerin her birinin yüzünde bitmeyen ifadesizlik söz
konusudur. Çünkü modern tüketim toplumlarında, “ nesne sayısı he geçe gün hızla artarken, jest
sayısı giderek azalmaktadır.”

Tüm film boyunca sürekli olarak geçiş sahnesi kullanılan karartmalar anne ile kızı arasında geçen
ve tokatla sonuçlanan diyalogdan sonra ise aslında bir bitişin habercisidir çünkü bu sahneden
sonra kızın sözlü iletişimden kaçındığını söyleyebiliriz. Karşılıklı iletişim süreçlerinin neredeyse
tükendiği filmde tüm ailenin televizyon izlemek konusunda son derece kararlı olması aslında
tükenmişliğin açığa vurmuş şeklidir.
Georg’ un başarı hırsı ve kadının bu başarı ile tatmin olan kadının egosu; bunun yazılan
mektuplar ile kayınvalidesine aktarması orta sınıfın duygulardan arınmış sıradan hayatının
yansımasıdır. Zaten elde edinilen bu başarıdan bahsederken adeta bir boks maçından bahseder
gibi maçı kazandı gibi ifadeler kullanılmıştır. Ancak bu başarı aslında seri üretim/tüketim
süreçlerinin doğal bir çıktısı olarak nitelendirebilir çünkü bu süreçler doğrultusunda ömrünü
tamamlamış bir nesnenin yerini yeni gelene bırakması beklenir tıpkı hastalanan ve yaşlanan
patronun yerini Georg’un alması gibi. Filmde statü kazanımı, kişisel nesnelerin yer değiştirmesi
üzerinden anlatılmaktadır. Patronu geldiğinde eşyalarının Georg tarafından insan kaynaklarına
bırakıldığının söylendiği andaki yüz ifadesi aslında bir hesaplaşma törenine benzer.

Yine bir araba yıkama sahnesi ile başlayan tüm ailenin ortak aldığı karar doğrultusunda
kurtuluşun olmadığı yerde aslında bir vazgeçişin başladığı; Georg ve Anna’nın işlerinden
ayrılarak, kızın okula gelemeyeceğinin bildirilmesi ile başlayan süreçte belirtilmiştir. Sonrasında
gelen pahalı gündelik dışı alışveriş, aracın satılması ve tüm varlıklarının bankadan çekilmesi
aslında büyük final öncesi tamamlanması gereken hazırlıktan ibarettir.

Final bölümünde nesnelerin imha aşamasında ilk defa ortak duygu ile hareket eden aile bireyleri
aralarındaki uyumsuzluk yıkım ile kolektif bir reflekse dönüşmüştür. Tüm maddi varlıkların
klozet deliğinden gittiği sahne ise modern topluma veya tüketim toplumuna haklı bir eleştiridir.
Bu büyük yıkım bombardımanı içinde duygu barındıran tek sahne ise babanın akvaryumu
parçalanması sırasında gerçekleşirmiştir. Küçük kızın engellemek istediği sahnede boşalan su ile
birlikte etrafa saçılan balıkların çırpınışı aslında ailenin ruh halinin bir temsilidir. Eğer balıkları
birey, akvaryumu da modern dünya metaforları olarak ele alırsak sahnedeki parçalanma ve
sonrasındaki yok oluş aslında nesneler üzerinden yapılan bir başka göndermedir. Aile nesne
düzeyinde olan temsili ortadan kalkınca geriye bir tek beklenen son kalır. Final sahnesinde aynı
odada bulunan aile bireyleri televizyon karşısında ilaç kullanarak intihar eder bu sırada halen açık
olan televizyon etrafa ölü imgeler yaymaya devam eder.

Yedinci Kıta: Modern yaşamın temposunun aksine, acele etmeden ilerleyerek; seyirci üzerinde
baskı kurmakta ve iç huzursuzluğuna benzetebileceğimiz bir duyguya yol açmaktadır.

You might also like