You are on page 1of 184

"I

811xxxxxxxxxxxx
BİLGİ YAYINLARI / BİLGİ DİZİSİ: 90

Birinci Basım 1947


İkinci Basım
Mayıs 1993

BİLGİ YAYINEVİ
RÂŞİD ERER

TÜRKLERE KARŞI
HAÇLI SEFERLERİ

BİLGİ YAYINEVİ
Beni yetiştiren ve bu eserdeki hâdi-
selerin esasını ve bunların dünya is-
tikbâli üzerindeki tesirlerini bana öğ-
reten, Bâb-ı Âli Tercüme Odası hu-
lefasından pederim Mehmed Man-
sur Efendinin ruhuna ithaf ettim.

Râşid - ERER
İÇİNDEKİLER

Önsöz (Metin Toker) ........................................................................ 9


Mukaddime (Râşid Erer) ................................................................ 12
Önsöz (Râşid Erer)......................................................................... 13
Türklere Karşı Haçlı Seferleri ............................................................ 15
Türklerin Anadolu'ya Yerleşmeleri ............................................ 16
Haçlı Seferini Uygulamaya Bahane .......................................... 19
Harekele Geçmenin Nedenleri ................................................. 20
Kudüs Sorunu.................................................................................. 31
Birinci Haçlı Seferi ............................................................................ 35
Başıbozuk Kitleleri..... .............................................................. 36
Düzenli Ordu ........................................................................... 38
Haçlı Ordusu Konya Ereğli'sine Geldikten Sonra ....................... 42
Kudüs'ün Zaptı ........................................................................ 56
Suriye'de Frenk Hükümetleri ............................................................ 62
Askeri Tarikatler ...................................................................... 63
1101 Seferleri .......................................................................... 63
İkinci Haçlı Seferi............................................................................. 71
Salahaddin-i Eyyubi'nin Kudüs'ü Ele Geçirmesi ................................. 85
Salahaddin Öşrü...................................................................... 87
Üçüncü Haçlı Seferi ................................. * ..................................... 88
Dördüncü Haçlı Seferi...................................................................... 93
İstanbul Latin İmparatorluğu .................................................. 111
İznik Rum İmparatorluğu ....................................................... 111
Trabzon İmparatorluğu........................................................... 112

7
Frenk Prenslikleri ................................................................... 112
Adalar ................................................................................... 112
Haçlı Çocuklar Seferi ............................................................. 113
Beşinci Haçlı Seferi ........................................................................ 115
Altıncı Haçlı Seferi .................... . .......................................... . ....... 123
Saint Louis'nin Seferleri .................................................................. 124
Yedinci Haçlı Seferi........................................................................ 127
Sekizinci Haçlı Seferi...... ................................................................ 130
İzmir'e Karşı Haçlı Seferi ........................................................ 130

DÜŞÜNCELER

Anadolu Türkleri ............................................................................ 135


Filistin Askeri Tarikatleri ................................................................. 156
Madison Grant'in Görüşü................................................................ 159
Cevaplarımız ....................................... « ....................................... 161
Truman Nutku ............................................................................... 164

HAÇLI SEFERLERİ KONUSUNDA


BASINDA ÇIKAN YAZILAR

Talat Halman'ın 15 Şubat 1993 Günü Milliyet'te


Çıkan Yazısı...........................................................................169
Attilâ İlhan'ın 16 Şubat 1993 Günü Meydan'da
Çıkan Yazısı ..........................................................................173
İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in Zaman Gazetesinde
Çıkan Röportajı ...................................................................... 177

Bibliyografya ................................................................................182

8
ÖNSÖZ

Râşid Hocanın bu eserini henüz kitap halinde satışa


sunulmadan karıştırırken daha ilk sayfalarda "Gibbon" adına
rastlamak beni hiç şaşırtmadı.
Uzun yıllar öncesine, 1930'ların sonlarına götürdü.
Galatasaray'ın 8. sınıfındaydım ve hocamız Râşid
Erer'di. Coğrafya hocamız! Halbuki Râşid Erer ünlü bir tarih-
çiydi ve hep tarih okuturdu. Ama ne hikmetse o yıl bize coğ-
rafya öğretmeni olarak verilmişti. Konu Türkiye coğrafyasıy-
dı. Biz Türkiye'nin nehirlerinin, dağlarının, ovalarının, vadile-
rinin adından çok fazla "Gibbon" adını duyduk. Gibbon bir ta-
rihçiydi ve Haçlı Seferleri hakkında esaslı bir kitabın sahibiy-
di. Bir tarihçi olan Râşid Erer'in en büyük merakı, ihtisası ise
Haçlı Seferleriydi.
Râşid Hoca Türkiye coğrafyasını birkaç derste bitirdi.
Bütün yıl bize Haçlı Seferlerini o kendine has tatlı üslubuyla
anlattı da, anlattı. Başlıca kaynağı Gibbon'du. O kadar ki ta-
rih hocamıza "Bari coğrafyayı da bize siz öğretin" diye takılır-
dık.
Elinizde tuttuğunuz kitabın adı son derece ilginçtir:
'Türklere Karşı Haçlı Seferleri". Bu 'Türklere ve İslam Alemi-
ne Karşı Haçlı Seferleri" de olabilirdi. Râşid Hocanın Haçlı
Seferlerini yorumu bunların altında din ve siyasetten ziyade
bezirgan niyet ve sebeplerin bulunduğuydu. Bunları bize

9
açık ve akılcı tarzda naklederdi. Haçlı Seferlerinde bir "yük-
sek ideal" veya inanç görmezdi. Nitekim kitabında şöyle de-
mektedir:
"Bu mücadele mezhep ve akide perdesi altında gizle-
nen bir istismar ve keşişler mücadelesi olarak tavsif edilebilir.
Din perdesi altında Papalık müessesesinin teşvik ettiği bu in-
san sellerini tüccar zümreleri ve çeşitli devlet adamları, ile
asilzadeler desteklediler."
Haçlı Seferlerinin bir diğer tabiatı ise sadece katoliklerin
egemenliğinde yürütülmüş olmasıdır. Hıristiyan, fakat Orto-
doks Bizans onlardan Müslümanlar kadar çekmiştir. Çünkü
bunlar en ziyade yağma hedefiyle yola çıkmış, Râşid Hoca-
nın deyimiyle "geri medeniyetli ve iptidai halk kütleleri"ydi.
Müslüman alemi de, Bizans da onlardan çok daha ileri dü-
zeydeydiler.
Râşid Hoca bunları bize açıklamakla yetinmezdi. Okul-
da pek çok Fransız öğretmen de vardı. Râşid Hocanın Fran-
sızcası ise mükemmeldi. Koridorlarda kıstırdığı veya öğret-
menler odasında yakaladığı "frenkler"i bir güzel haşlar, onla-
rı, sanki Haçlı Seferlerini onlar düzenlemişler gibi azarlar ve
mahcup ederdi. Râşid Hocanın kızdığı asıl husus o seferler
vesile edilerek hâlâ Türklerin ve Müslümanların hücumlara,
haksız ve yersiz hücumlara maruz bırakılmalarıydı.
Râşid Hoca dört başı mamur, uygar bir Türk milliyetçi-
siydi.
O yıl, 8. sınıfta, coğrafyamız pek fazla ilerlemiş bulun-
masa da tarihten zevk alma alışkanlığımızın Râşid Hoca ta-
rafından başlatıldığını söyleyebilirim.
Kitabını bitirdiğinizde sizin de aynı düşünceyi paylaşa-
cağınızdan eminim.

METİN TOKER
Şubat, 1993

10
MUKADDİME

Garp âleminde son iki asır zarfında neşredilen birçok


tarihî eserlerde, İslâm ve Türk âlemine karşı taassuptan zi-
yade siyasî maksatlara dayanan sistemli bir yıprandırma
hareketi görülüyor.
Hernekadar bu hususlarda millî hisle tahrik ve teşci
edici ifadeler yerinde ise de, diğer milletleri, tevsik edilemi-
yen iddialarla küçültmek, gerek insanların ve gerekse mil-
letlerin dost yaşamaları bakımından zararlı neticeler ver-
mektedir.
Geçen asrın muhtelif tarihçileri, ileri sürdükleri iddiala-
rı, tenkid ettikleri müessese ve muhiti o asırlardaki kendi
seviyeleri ile mukayeseden çekinerek, bugünkü telâkkilerle
ve kendilerinin hâl-i hazır durumları ile ölçmeyi muvafık
görmüşlerdir.
Garplı müverrihler arasında hakikati aksettiren müellif
ve müverrihlere tesadüf olunuyorsa da, gençliği hakikatten
haberdar etmek ve bu muhakeme tarzını cerhederek, Türk-
lüğe ve İslâmiyete karşı tevcih edilen yersiz tenkid ve tez-
yifleri bu muhakemelerin doğduğu muhitlerde yükselen
mütalâalardan kuvvet alarak çürütmek gayesi ile bu eseri
meydana getirdim.

Râşid - Erer
İstanbul, 1 Temmuz 1947
12
ÖNSÖZ

Batı dünyasında son iki yüzyıl boyunca yayınlanan bir-


çok tarihi eserlerde İslam ve Türk dünyasına karşı, yobaz-
lıktan çok siyasal amaçlara dayanan sistemli bir yıprandır-
ma hareketi görülüyor.
Gerçi bu gibi konularda milli duygulan alevlendirici öv-
gü ifadeleri yerinde sayılabilirse de, diğer ulusları belgelen-
dirilemeyen iddialarla küçültmek, gerek insanların ve ge-
rekse ulusların dost yaşamaları bakımından zararlı sonuçlar
vermektedir.
Geçen yüzyılın birtakım tarihçileri, ileri sürdükleri iddi-
aları, eleştirdikleri düzen ve ortamı o geçmiş yüzyıldaki
kendi düzeyleriyle karşılaştırmaktan çekinerek, bugünkü
anlayışa göre, yine kendilerinin bugünkü durumuna göre
ölçmeyi uygun görmüşlerdir.
Batılı tarihçiler arasında gerçeği yansıtan yazar ve ta-
rihçilere de rastlanmakla birlikte, gençliğe gerçekleri anlat-
mak, bu yukardaki düşünüş biçimini kınayarak Türklüğe ve
İslamiyete yöneltilen yersiz eleştiri ve suçlamaları, yine bu
düşüncelerin doğduğu ortamlardan yükselen görüşlerden
kuvvet alarak çürütmek amacıyla bu eseri meydana getir-
dim.

Râşid - Erer
İstanbul, 1 Temmuz 1947

13
TÜRKLERE KARŞI HAÇLI SEFERLERİ

Miladın 1095 tarihinden 1291 yılına kadar dünya tari-


hi yeni bir mücadeleye sahne oldu. Bu mücadele, mezhep
ve inanç perdesi altında gizlenen bir sömürü ve keşişler
mücadelesi olarak nitelendirilebilir.
İsa'ya kul ve kiliseye tebaa sağlamak amacıyla, geri uy-
garlık düzeyindeki ilkel halk kitleleri harekete geçirildi ve
bu kez doğuya doğru yeni bir "Barbar İstilası" başladı.
Bu mücadelenin nedenleri çeşitli ve karmaşıktır. Eski-
den beri ileri sürülen nedenlerin yanında ve arkasında de-
rin ve esaslı emeller saklı bulunmaktadır.
Din perdesi altında Papalığın harekete geçirdiği bu in-
san sellerini tüccar grupları, çeşitli devlet adamları ve soy-
lular desteklediler. Bu üçlü pakt özellikle İslam dünyasına
karşı iki yüzyıl bir yıpratma ve aşındırma silahı olarak işle-
di. Her mücadelede olduğu gibi bu amansız çarpışmada da
halk kitleleri sayısızca harcandı.
Genel olarak, putperestlerle Katolik olmayan Hıristi-
yanlara ve Müslümanlara karşı yapılan savaşlara Avrupalı-
larca Haçlı Seferi adı verilmiştir. Fakat sonunda bu ad,
Türklere karşı yapılan seferlere özgü bir ad olarak bilinip
yerleşmiştir.
15
Hem Avrupalıları, hem Türklüğü ilgilendiren ve pek
uzun süren bu olayların gerçek nedenlerinin anlaşılması
yararlı olacağından, Türklerin Anadolu'ya nasıl yerleştikleri
ve haçlı olayına ne şekilde karıştıkları kısaca özetlenmek-
tedir.

Türklerin Anadolu'ya Yerleşmeleri

Gazneli Mahmut, Afganistan'da bir devlet kurmuş ve


Hindistan'ın bir parçasını da buna katmıştı. Ülkesini savun-
mak için gerek duyduğu orduları, kendi ulusu olan Türk
toplulukları arasından seçip buldu. Bu amaçla Horasan
eyaletine Türkistan'dan pek çok Türk getirildi.
Mahmut ölünce başlayan ayaklanmada oğlu Mesut ye-
nildiğinden, Tuğrul Bey 1037 yılında Nişapur'da hüküm-
darlığını ilan ederek Selçuk devletini kurdu. 1056'da Hacca
giderek kendi adına hutbe okutmaya başladı. Fatımi hü-
kümdarı Bağdat'ı aldıysa da, Tuğrul Beyin gönderdiği yar-
dım sayesinde Abbasi halifesi ertesi yıl Bağdat'ı geri aldı.
Tuğrul Beye büyük şükran duyduğundan, onun onayıyla
hareket ederdi. Alparslan ve Melikşah saltanatlarında da
öyle hareket etti. Ölümünde Melikşah, vezirini Bağdat'a
gönderip Muktedi Billâh'ı halifeliğe getirdi.
Tuğrul Bey hem askerinin, hem halkının babası gibi
davranırdı. Yönetimi tarafsız ve güçlü olduğundan, ülkeyi
kargaşalıklardan kurtarmış, düzeni ve adaleti yeniden kur-
muş, korumuş, yüksek bir kişidir. 1

1) Edouard Gibbon: Histoire de la Decandence et de la Chute de


l'Empire Romain, Mairet et Fournier, Paris, M. DCCCXLI, 2/625.

16
Tuğrul Beyin en önemli hizmeti, Gazneli Mahmut'un
Hindistan'a yayılma politikasını bırakıp, Türk ulusunu Ak-
deniz'e doğru ilerletmiş olmasıdır. Bu sayede Haçlı Seferleri
başarısızlığa uğramış, İslam ve Avrupa olayları tümüyle
değişmiştir.
Tuğrul Beyin yeğeni Alparslan, 26 Ağustos 1071 ta-
rihli Malazgirt Savaşında Bizans İmparatoru Romanos Dio-
jen'i esir aldı. Romanos'u kendi çadırının yanındaki çadıra
yerleştirdi. Sofrada en baş yere oturttu. Yenik komutanın
onurunu incitebilecek bir şey söylemedi ve herhangi bir si-
tem de etmedi. Gibbon ek olarak, "Alparslan Türke ve
Müslümana özgü olan meziyetlere sahipti," dedikten sonra;
"Alparslan'ın davranışı ve muamelesi, bağnaz Rumların bile
övgülerini çekti" sözlerini ekliyor.2
Romanos vatanına dönünce Rumlar yakalayıp gözlerini
oymuşlar ve ölümüne yol açmışlardır. Batılılardan bir
kısmının hâlâ barbar diye nitelendirmekte bulundukları
Türkler ile uygar saydıkları Bizanslıların düzeyleri böylelikle
de meydana çıkmaktadır.
Melikşah tahta çıkınca, iç çekişmeler başladı. Bir gün
namaz kıldıktan sonra vezire dönüp, ne dua ettiniz diye
sorduğunda vezir, "Galip gelmenizi," demişti. Melikşah ce-
vap olarak, "Ben de, Müslümanlara hükümdar olmaya kar-
deşim benden daha lâyık ise, zaferin ona nasip olmasını
Allah'tan diledim," demişti. Bunu anlatan Gibbon: "İç sa-
vaşlar sırasında Türk hükümdarının bu sözleri kadar saf ve
alicenap söze rastlanmaz,"3 görüşünü ekliyor.
Melikşah cesur, haksever ve bilge olup, bilginleri ko-
rurdu. 1079'da doğu astronomlarından oluşan bir kurul
2) Gibbon: age: 2/629-631.
3) Gibbon: age 2/631.

17
toplayıp takvimin kusurlarını düzelttirmiş, 15 Mart tarihin-
den başlayan ve Celali adıyla tanınan takvimi ortaya koy-
muştur.4 Avrupa'da ise Melikşah takviminden 503 yıl son-
ra, 1582'de takvim düzeltilmiştir.
Gerek kişisel üstünlükleri, gerek devletinin büyüklüğü
açısından Melikşah, yüzyılının en büyük hükümdarıydı.
Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah gibi hükümdarların ve
yanlarındaki yetenekli devlet adamlarının yönetiminde, uy-
garlığın, bayındırlığın ve refahın ne düzeyde olduğu kolay-
ca anlaşılır.
Alparslan'ın ölümünde, Selçuk Beyin torunlarından
Kutulmuş oğlu Süleyman Bey taht üzerinde hak iddia et-
meye kalktı. Bağdat halifesi iki tarafa da, "Kan ve din kar-
deşlerisiniz; birbirinizin kanını akıtacağınıza, birleşip Rumlara
karşı savaşın," önerisinde bulundu. Bu kabul edilerek,
Melikşah batıda alınacak yerlerin valiliğini Süleyman Beye
verdi. O da ertesi yıl 100.000 kişiden oluşan aşiretlerle yola
çıkıp Marmara'ya kadar Anadolu'yu aldı ve Selçuk top-
raklarına kattı.
Bu büyük topraklar, Bizans İmparatorluğunun gücünü
kaybetmesinden beri İranlılar ile Arapların geçici akınlarına
sahne olmuştu; fakat buraya sürekli yerleşmek Türklere kıs-
met oldu.5 Bizans İmparatoru Aleksi bu olguyu tanıdı. Ne
var ki, o tarihten önce Anadolunun uğradığı istilalar ve Bi-
zans'ın bozuk ve zalim yönetimi sonucu burada artık bayın-
dırlık diye bir şey kalmamış, halk da büyük bir oranda azal-
mıştı.
İznik Başkent olarak seçildi. Türkler her tarafa yerleş-

4) Gibbon: age: 2/632.


5) Gibbon: age: 2/634.

18
tiler. Dilleri, gelenekleri kentlerde üstünlük sağladı. Okul-
lar açılıp Arapça olarak bilim okunmaya başlandı (Avru-
pa'da eğitim Latinceydi). Yerli Hıristiyanlara, Ömer-ül-
Faruk'un Kudüslülere verdiği gibi emân verilip, dinlerinde
de serbest bırakıldılar.6 Aleksi, Anadolu'yu geri almaya
kalkışamadı; acıklı mektuplar gönderip Avrupalılara duru-
mu bildirdi.

Haçlı Seferini Uygulamaya Bahane

Türkler, Anadolu'yu ve Kudüs'ü aldıktan yirmi yıl son-


ra, Yalınayak Piyer (Cucupietre) adında bir Fransız keşişi,
Kudüs'teki Kamâme Kilisesini ziyarete gitti. Markus İncilin-
de: "İmdi Rab İsa onlara (on bir havarisine) söyledikten
sonra, göğe alındı ve Tanrının sağında oturdu," denildiğine
bakılırsa, böylelikle boş kalan mezarı ziyaretten ne gibi bir
amaç sağlanabileceğini Hıristiyan olmayanlar hiçbir zaman
anlayamazlar.
Keşiş Piyer, Filistin'de istediği gibi gezip ibadet ettiğini
bir tarafa bırakarak, yerli Hıristiyanların pek çok işkence
çekmekte olduğu söylentisini, ayrıca da Kudüs Rum Patriği
ile görüşüp Papaya verilmek üzere bir mektupla birlikte
Kudüs'ün anahtarlarını da getirdiğini, Avrupa'ya döndükten
sonra her yana yaymaya başladı.
O yüzyılda şövalyelik kurumuna ve Papaya boyun eğ-
me düşüncesi halka pek güçlü biçimde yerleşmiş bulunu-
yordu. Fransız ırkından olan Papa İkinci Urbain bu durum-
dan yararlanarak ruhsal etki gücünü Bizans halkına ve bü-
6) Gibbon: age: 2/634-35.

19
tün Asya halkına kabul ettirmek amacıyla bir sefer düzenle-
meye karar verdi. Fakat aşağıda gösterilen nedenler var ol-
masaydı, Papa'nın politikasının başarısızlığa uğrayacağın-
dan kuşku yoktur.

Harekete Geçmenin Nedenleri

1. Haçlı Seferleri yüzyılında, doğuda ve batıda yaşayan


Hıristiyanlar, din uğruna yapacakları saldırıların doğal ve
kutsal bir hakka dayandığından emindiler. Müslümanların
Cihad adını verdikleri savaşlar, yenik Hıristiyanları öldürüp
yok etmek demek olmayıp, İslam dinini ilan etmek ve İs-
lam hükümeti uyrukluğunu kabul eden Hıristiyanların da
kendi dinlerinde kalmalarına izin vermek demektir ki, zap-
tettikleri yerlerdeki Hıristiyanlar ile Musevilerin canlarına
ve mallarına dokunmayışları da bunu kanıtlar. Hıristiyanla-
rın ise, kendi dinlerinin hükümlerine de büsbütün aykırı
olarak, diğer inançlara bağlı olanlara karşı zulüm, işkence
ve yok etme politikası uyguladıkları Haçlı Seferlerinde de
görülmüştür.
2. Hıristiyanlar, İsa'nın boş kabrine Müslümanların sa-
hip oldukları ve kutsal dedikleri yerleri Müslümanların kir-
letmekte bulundukları iddiasıyla ortaya atılıp, bu duruma
son vermek için sefer açılmasının haklı olduğunu kabullen-
diler.
3. Haçlı Seferlerinden birkaç yüzyıl önce, kuzey bar-
barları Avrupa'yı, bir süre sonra da Araplar, Roma İmpara-
torluğunun doğu bölgesi ile İspanya'yı istila ettiler. Zaman
geçip de antlaşmalar imzalanıp istilacılar Hıristiyanlığı ka-
bul ettikten sonra, bunların fetihleri hak sayıldı. Fakat İs-
20
lam hükümdarları, hem kendi Hıristiyan uyruklarının gö-
zünde hem de bütün Avrupalılar önünde "gaspçı" sayılmak-
ta, bunlara karşı ayaklanmalar haklı bulunmaktaydı.7 Müs-
lümanların fethetmek hakkını tanımayan ve koyu bir bağ-
nazlık ürünü olan bu garip görüş hâlâ da sürmektedir.
4. Charlemain masalı, Kamâme Kilisesi ile Kudüs
kentine ilişkin olup, sonuç olarak Fransa hükümetinin
"Kutsal Yerlerin Korunması" adı altında oraları sahiplen-
mesi politikasıyla ilgilidir.
a) Bağdat Halifesi ünlü Harun-u Reşit ile Charlemain,
dostça bir ilişki kurmuş bulunuyorlardı. Charlemain'ın ama-
cı, Suriye Hıristiyanlarına daha çok güvenlik sağlanmasıy-
dı. 799 yılında, Kudüs Ortodoks Patriğinin gönderdiği bir
görevli Charlemain'a gelerek, Patriğin hayır duasını ve
Kutsal Kabre ait 'relik'*leri getirdi. Buna karşılık Charlemain
da, karşılık olarak Papaz Zahariya eliyle armağanlar yolladı.
Zahariya döndüğünde, onunla birlikte yolculuk eden iki
Rum keşişi Charlemain'a bir bayrak ile kentin ve Kutsal
Kabir'in anahtarlarını getirdiler ve böylelikle kutsal kenti
koruması altına alarak Müslümanlara karşı savunmasını ri-
ca ettiler. Charlemain bu isteneni 801 yılında kabullendi.
Kutsal Yerler üzerinde Fransa'nın koruma iddiası böyle
başlamıştır.
b) Bir başka söylentiye göre, "Arap halifelerinin en
kudretlilerinden biri olan Harun-u Reşit, Kutsal Kabir'in
anahtarının Charlemain'a gönderilmesine izin vermiştir."
7) Gibbon: age: 2/644.
* Relikler, Hıristiyanların aziz saydıkları kişilerden birinin vücudunun
bir parçası, onun kullandığı ya da ona işkence için kullanılan şeyler
olup, bunların her bir derde deva olduğuna inanıldığından, değerle-
ri de o oranda büyüktür.

21
c) Harun-u Reşit tarafından gelen elçiler Charlemain'a
eşsiz bir çadır, su ile işler bir saat ve Kutsal Kabir'in anah-
tarlarını teslim etmişlerdir.
d) N. Larousse Illustre'de (2/705) de şu sözlere rastla-
nıyor: "Charlemain'ın Halife Harun-u Reşit ile ilişkileri bi-
linmektedir. Charlemain, ilk elçi heyetini 797'de gönder-
miştir. Bu ilişkiler, kutsal topraklarda Frenk tesislerinin
başlangıcını oluşturur. Charlemain, orada manastırlar ile
hacılar için" de bir hastane yaptırmıştır. Harun-u Reşit'in
gönderdiği elçilik heyeti, bir fil, çarklı bir saat ve Kamâme
Kilisesinin anahtarlarını getirmiştir," deniyor.
e) Fransızların kulaklarında çınlayan ve herkesi heyeca-
na getiren halk şarkılarından biri de, "Charlemain'ın Ku-
düs'e gitmesi"ne ilişkin olanıdır. Bu şarkının özeti şudur:
Charlemain, baronlarından on ikisini yanına alarak, 80.000
kişilik bir ordu ile yola çıkmış, İstanbul'dan geçmiş, Kudüs'e
gitmiş, Kamâme'de İsa'nın tahtına kendisi, 12 havarinin
koltuklarına da baronlar oturmuş. Âyinler yapılmış, sonra
Fransa'ya dönmüş. Bu şarkıda bir tek doğru kelime yoktur.
F. Funck Bretanon'un Groisades adlı eserinde deniyor ki:
"Bu masal, Fransa içinde ve çevre ülkelerde, hatta çevirileri
Norveç'te ve İngiltere'nin Galler yöresinde bile söylenip
halk galeyana getirilmiş ve o yüzyıllarda bunun gerçek
olduğundan hiç kimse kuşku duymamıştır."8
Bu söylentilerden çıkan anlama göre: Şanı ve kudreti
ile ünlü olan Halife Harun-u Reşit, Kudüs'te yaşayan Hıris-
tiyan tebaasını kendisine karşı koruma yetkisini, 3000 kilo-
metre uzakta bulunan ve 778 yılında İspanya'ya girip Sara-

8) F. Funck Brentano, de l'lnstitut: Les Croisades, Flammarion, Paris,


1934, sayfa 6.

22
gosta valisinin askerlerini görünce afal tafal kaçıp bir daha
İspanya'ya gelemeyen Frenk imparatoruna bırakmıştır.
Yüksek öğretim okulu müdürü G. Lanson ile Politek-
nik müdürü Profesör P. Tuffran'ın 1938 yılında yayımla-
nan "Fransız Edebiyatı Tanımlamalı Tarihi'nin onuncu say-
fasında, "Charlemain, 778 yılında İspanya'da Müslümanlara
karşı zafer kazandıktan sonra döndü," demeleri, ya işin
doğrusunu bilmediklerinden, ya bilerek yanlış yazmaların-
dan ileri geldiğine göre, her iki durum da üzülünecek bir
olaydır.
Avrupalıların böyle çocukları bile güldürecek iddialara
kalkışmaları ve Fransa'nın Suriye'de koruma hakkı iddia et-
mesi, kendileri için gurur verecek bir durum değildir.
5. İspanya Araplarının imdadına yetişen Faslı Murabıt-
lar, 1086 yılında Zallaka'da Hıristiyan ordusuna karşı bü-
yük bir zafer kazandılar. Doğuda Müslüman ülkeleri işgal
için Haçlı Seferi hazırlandı.
6. Papalık kendi egemenliğini doğu Hıristiyanlarına da
geçerli kılmaya, Asya ve Afrika Müslümanlarını Hıristiyan
etmeye ve buna razı olmayanları yok etmeye durmadan ça-
lışmaktaydı. Hatta Papa Yedinci Greguar, "Allah'ın düş-
manları" diye tanımlamaktan çekinmediği Müslümanlara
karşı İsa'nın kabrine gidinceye kadar savaşmak niyetinde
bulunduğunu söyleyip duruyordu. Müslümanların Allah düş-
manı olduğunu nasıl anladığını bir soran olmadığı gibi,
kendisi de açıklamaya kalkmamıştı.
7. Üçüncü Viktor topu topu dört ay papalık ettiği hal-
de, ilk işi Afrika Müslümanlarına karşı sefer ilan etmek ol-
du (1087).
8. Haç seferlerine gidenlerin ırkına, ulusuna ve devle-
tine bakılmayarak tümü birden Hıristiyan milletinin çocuk-
23
ları sayılırdı. Bundan dolayıdır ki, Haçlı Seferleri; Hıristi-
yanlığın, daha doğrusu Katolik kesiminin dış savaşları ola-
rak kabul edilmiştir.
9. Beşinci ve Altıncı seferler bir yana bırakılırsa, Haçlı
ordularına katılanların başında her zaman Fransızlar gelir.
Fransız aslından olan Papa İkinci Urbain tarafından ilk se
fere Fransa'da karar verilmiş, gidenlerin çoğu da Fransız
lardan oluşmuştur. Bundan ötürü, çağdaşları arasında en
iyi tarihi yazmış olan Benedikten keşişi Guibert de Nogent
(1053-1124) bu seferlere "Geste Dei per Francorum", yani
"Fransızlar aracılığı ile Allanın istemleri" adını vermiştir.9
10. Katoliklerin inançları son derecede kökleşmiş ol-
duğu için, papazların hükmü de o oranda güçlüydü. Halkı
istedikleri tarafa sürüklemeleri işten bile değildi.
11. Papazlar, Müslümanların ve özellikle Türklerin Ku-
düs'ü ziyarete giden Hıristiyanlara zulüm ve işkence yap-
makta oldukları görüşünü halka işlemekteydiler. Şimdiki ta-
rihçi ve yazarların bazıları da bu iddiayı ileri sürmekte de-
vam ediyorlar. Bunlara Örnek olarak, Paris Enstitüsü tarih
öğretmenlerinden Seignobos, Haçlı Seferlerini anlatmaya
başlarken, "XI. yüzyılda yeni bir tür Müslüman türedi ve
Anadolu'yu istila ile Kudüs'ü zaptetti. Bunlar Türk ırkına
mensup olup, Araplardan daha cahil ve daha gaddar ol-
dukları için, Hıristiyan hacılara zulüm etmeye başladılar,"
demekten çekinmiyor da, bu iftiraya karşı papazların İs-
panya'da ve diğer ülkelerde Müslümanlara ve Musevilere
yaptıkları engizisyon işkencelerinden haberi yokmuş gibi
görünüyor. Profesör böyle olursa, halk ne fikir sahibi olabi-
lir?

9) N. Larousse lllustre, 4/836.

24
12. Hıristiyanları istedikleri yöne sevketmek için pa-
pazların ellerinde dehşetli bir silah vardı, o da günah affet-
me tekeliydi... bu silah hâlâ kullanılmaktadır. Bu konuda
biraz bilgi vermek şarttır. Bu bilgileri, tarihçi Gibbon şöyle-
ce özetlemiştir: 10
Hıristiyanların ahlakı bozuldukça, günahlarını affettir-
mek için mahkûm oldukları ruhani cezaların şiddeti arttı;
günahların çokluğu da ceza türlerinin artmasına yol açtı.
İlk zamanlarda, isteyerek ve açıkça günahlarını itiraf etmek
yoluyla işe başlandı. Ortaçağda ise, gerek piskoposlar, gerekse
papazlar, her günahkârı ayrı ayrı sorguya çekip fikrini, sözlerini
ve hareketlerini itiraf ettirdikten sonra hükmünü verir, Allahın
mağfiretine nail olmanın koşullarını bildirirlerdi. (Hıristiyan mez-
heplerinin çoğunun inancına göre, günah işleyeni, hak sahibi bu-
lunan, ya da hakkı yenen insan değil, "Allanın vezirleri" sayılan
papazlar affeder.)
Pek büyük bir önemi olan bu işe sömürü ve haksızlık
karıştırılmaması için bir talimatname düzenlendi. Bunu ilk
düzenleyen Rum papazlarıydı. Papalık Latinceye çevirtip
hükümleri uygulattırdı. Charlemain yüzyılında her Katolik
kilisesinde bir kopyası bulunur ve halktan gizli tutulmasına
dikkat edilirdi. Zina, yalan yere yemin, kutsal eşyayı kirlet-
me, çapulculuk ve adam öldürme gibi günahlara karşı, kırk
günden yedi yıla kadar çile çekmek ve kefaret vermek ge-
rekirdi. Dua etmekle ve perhiz tutmakla geçirilen bu süre,
günahın bağışlanmasını sağlardı. Günahkârın perişan kılığı,
çektiği eziyeti ve vicdan azabını belli ederdi. Her işten ve
toplumun her türlü eğlencesinden, zevkinden yoksun ola-
rak çilesini doldururdu.

10)a.g.e. : 2/644.

25
Fakat her bir günah ayrıca hesap edildiğinden, o ah-
laksızlık çağında günahı en az olan adam bile, yukardaki
hesaba göre üç yüz yıl süreyle ceza çekmek üzere bir borç
altına kolayca girerdi.
Bu kadar ağır bir borcu ödeyebilmeye insanın hayatı
yetmeyeceğinden, papazlar buna bir çözüm buldular. Zen-
gin bir günahkâr, her yıl için 26 solidi (dört İngiliz altını),
fakir de 3 solidi (dokuz şiling) öderse günahı bağışlanıyor-
du. Bu kefaret akçeleri kilisenin (yani. papaz toplumunun)
ihtiyacına harcandı ve böylelikle tükenmez bir servet ve
kudret kaynağı elde edildi.11
Altın ve gümüş sahibi olmayanlar, ona bedel olarak
arazi verebiliyordu. Arazisi de olmayanlar için, papazlar so-
pa usulünü başlattılar. Bu yol günahkâr açısından ıstıraplı
olmakla birlikte, kârlı bir değiştokuştu. Bir yıllık cezaya
karşı yenecek olan bu "inzibat sopaları'nın sayısı üç bin
olarak saptandı.
Günahkâr, her yüz sopadan sonra Davut Peygamberin
mezmurlarından bir tanesini okur, sonra işleme devam edi-
lirdi.
Bu konuda sabrı ve dayanma gücü tükenmeyenlerin
en ünlüsü, 1060 yılında ölen ve "Zırhlı Aziz Dominik" adını
taşıyan keşiştir ki, Ekim ayının 14'üncü günü bu kişinin
yortusuna ayrılmıştır.12
Kadın, erkek, pek çok kişi, gördükleri ve işittikleri bu
gibi kutsal örneklere göre hareket edip bol bol dayak ye-
mişler ve bu kefaret sayesinde günahlarının bağışlandığına
iyice inanmışlardır.

11) a.g.e.: 2/644-6.


12) a.g.e., 2/645.

26
İş bununla da kalmayıp, dayak kefaretini başka birine
havale edebilme usulü de kabul edildiğinden, dinç bir
adam, anasına, babasına, ya da iyiliğini gördüğü bir başka
kişiye vekâlet ederek dayak yeyip onların günahlarını ba-
ğışlattığına, hem kendisi, hem de onlar inanırlardı.
Bu işkencelere mahkûm olanlardan ya da kendi istek-
leri ile dayananlardan biri de Foulgues de Nerra'dır. Bu kişi
Anjou kontu olup, bütün ömrü zulmetmekle ve kutsal sayı-
lan şeylere karşı gelmekle geçmiştir. Buna rağmen, arasıra
pişmanlık getirdikçe, kiliselere ve manastırlara değerli ar-
mağanlar verdiği için, ünü halk indinde uzun sürmüştür.
Günahlarının kefareti olarak tam üç kez Kudüs'e gitmiş ve
son olarak geri döndüğü zaman (1040) ölmüştür. Anlatıldı-
ğına göre, bu yolculuklarından birinde, iç tarafı kalın tellerle
örülmüş bir kerevete oturup boynuna da bir ip taktırmış,
"Aman Allah, bu hain ve habis günahkâra acı," diye bağıra
bağıra, araba içinde Kudüs sokaklarında dolaşmıştır. Bu
acıklı manzarayı seyreden Müslümanlarla Yahudilerden ki-
minin, bir insanın bu kadar aşağılanmasından ötürü üzül-
mekten, kiminin de gülümsemekten kendilerini alamamış
oldukları düşünülebilir.
O tarihe kadar İspanya ve Afrika Müslümanlarına kar-
şı sefere çıkan Hıristiyanlara papalar manevi vaatlerde bu-
lunmuşlardı. Papa İkinci Urbain ise, Türklere karşı açtığı
sefere gidecek olanların tümü için geçerli olmak üzere, bü-
tün günahları, hem de hiçbir türlü cezaya ve kefarete ge-
rek kalmaksızın, büsbütün affettiğini ilan etti.
Avrupa'da felsefe prensiplerine yönelmek ve dayan-
mak yolu on sekizinci yüzyılda açılmıştır. O zaman yaşa-
yan halkın aydın kesimi, XI. yüzyılın ahlakı bozuk ve bağ-
naz olan kitlelerine Papa'nın verdiği bu vaatlerin ne derece
etkili olduğunu tahmin edebilecek durumda değildiler.
27
Papa'nın bu lütufkârlığı üzerine, ne kadar haydut, katil
ve kundakçı varsa, vatanlarında yapmakta oldukları canilik-
leri Türklere ve Araplara karşı yaparak günahlarını affettir-
mek umuduyla koşup kutsal sefere katılmaya söz verdiler.
Toplumun her sınıfından olanlar da, bu sayede günahları-
nın bağışlanması fırsatından yararlanmaya kalktılar. O za-
manki batı Hıristiyanlarının hiçbiri kendisini cezadan arın-
mış saymadığı gibi, keşişler de Papa'nın emri gereğince ha-
reket ederek, hem dünyada, hem ahrette ödüllere kavuş-
mak üzere halkla birlikte sefere gitme kararını verdiler.
Arz-Mev'ûda* kadar Yahudilere Allahın bol bol yardım
ettiği Tevrat'ta yazılı olduğuna göre, bu Haçlılar da Hıristi-
yanların bu sefer aynı yardımlara nail olacağından bir an
olsun kuşku duymadılar.
13. Sefere gidecek reisler ile halk kitleleri birtakım
krallıklar fethedeceklerinden ve hesapsız servet edinecekle
rinden hiç kuşku duymuyorlardı. Hatta İslam diyarındaki
derelerden süt ve bal akıp toprakları suladıkları, her tarafta
bol miktarda altın ve mücevher bulunduğu, akik ve mermer
ile yapılmış ve çevresi hoş kokulu ağaçlarla dolu bahçeli sa
raylar bulunduğu kanısı, Haçlıların hevesini ve tamahkârlı
ğını artırmaktaydı.13
Bu umutlara kapılanlar, cenneti andırdığı sanılan o
bölgede, kılıçları sayesinde birer prenslik edineceklerinden
de kuşku duymuyorlardı. Her Haçlı, bir Emirin malikânesi-
ne sahip olacağına inandıktan başka, Rum kızlarının güzel-
liğini ve şaraplarının lezzetini akla getirdikçe, sefere katıl-
ma isteği aşırı derecede artmakta ve genelleşmekteydi.
14. Feodalite sisteminin ve kilise örgütünün yerleştirdi-

Adanmış (vaadedilmiş) topraklar. 13)


a.g.e.: 2/646-7.
ği ve desteklediği zihniyete kapılan biçareler, böyle kârlı
bir sefere gitmek üzere Haç takındıkları günden başlaya-
rak, ülkelerinde görmekte oldukları zulümden kurtulup, öz-
gür olarak yaşayabilecekleri yerlere göçmek umuduyla ha-
reket ediyorlardı. Borçlu olanları bile, faiz ve hatta anapa-
rayı ödemekten, mahkûmlar cezaya çarptırılmaktan kurtul-
maktaydılar.
15. Kudüs'e giderken önlerine gökten bıldırcın düşece-
ğine, yağ ve bal akan derelere rastlanacağına inanmayan-
lar, istenilen şeyleri her yerde alabilme aracı olan parayı
toparlamaya uğraştılar. Bu amaçla, zenginler arazi ve şato
gibi mallarını, köylüler de hayvanlarını ve tarım aletlerini
satıp paraya çevirdiler. Bundan ötürü malların değeri düş-
tüğünden, pek çok adam ucuz fiyatlarla tarla ve hayvan
alıp mal sahibi olabildi.
Bu yolla mal alabilen papazlar, kendilerine mal satan-
lara duada bulunacaklarını bol keseden vâadettiler.

Özet olarak, Haçlı Seferlerinin nedenleri, gerek düzen-


leyenler, gerekse sefere katılanlar açısından ele alınırsa,
aşağıdaki noktalar ortaya çıkar:
A- Düzenlemenin nedenleri:
1. Hızla yayılmış ve Hıristiyan dünyasına siyasal ve
sosyal bir tehlike haline gelmiş olan İslamiyeti durdurmak
ve tepelemek,
2. Tehlikeye düşen baharat ve ticaret yollarını sağla-
ma bağlamak,
3. Katolik kilisesinin uyruklarını, kudretini ve kilisenin
servetini genişletmek,
4. Yeni ve zengin ülkeleri yönetim altına almak,
29
5. Doğuyu, yani Ortodoks kilisesini yok ederek reka-
beti ortadan kaldırmak.
B- Katılmanın nedenleri:
1. Bağnazlık: Allaha hizmet etmek, günah affettirmek,
2. Çıkar: Özgürlüğünü kazanmak, zengin olmak,
3. Serüven: Yeni ülkeler görmek, ün kazanmak,
4. Moda, propaganda, taklit.
Bütün bu etkenler, Kudüs Haçlı Seferlerine gitme iste-
ğinin nasıl yaygınlaştığı konusunda bilgi sahibi olmaya ye-
tecektir.

30
KUDÜS SORUNU

Başkenti İsfahan'da bulunan Selçuk devleti, Yemen'e


kadar olan ülkeleri kendi topraklarına kattığı gibi, Kudüs'ü
de zaptetmişti. Avrupalıları ürkütüp Haçlı Seferlerinin baş-
lamasına neden olarak ileri sürülen bu olaydan ötürü, Ku-
düs hakkında da bilgi verilmesi gerekir.
İkinci Halife Ömer-ül Faruk, 637 yılında Kudüs'ü al-
dıktan sonra Hıristiyan halka verdiği beratın çevirisi aşağı-
dadır:
"Allanın kulu ve müminlerin emiri tarafından İlya14
ahalisine verilen berattır: Bu beratın tanıdığı güvenlik, on-
ların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, hastaları-
na, sağlamlarına ve diğer yurttaşlarına geçerli olmak üzere
aşağıda yazılı şartlar çerçevesinde verilmiştir: 1) Onlara ait
kiliseler konut olarak kullanılmayacaktır ve bu binalarla
müştemilatına zarar verilmeyecek, içinde bulunan eşyalara
elkonulmayacaktır. 2) Onlar dinsel konularda hiçbir zorla-
ma ve baskıyla yüzyüze gelmeyecek ve hiçbiri rahatsız edil-
meyecektir. 3) Yahudilerin onlarla birlikte oturmalarına
izin verilmeyecektir. 4) Diğer kentlerin halkı gibi İlya halkı
da cizye vereceklerdir. 5) İlya halkı kentlerinden Bizanslıla-
14) Kudüs 70 tarihinde yıkıldıktan sonra, Bizanslılar yeniden yapıp adı-
nı İlya koymuşlardır.

31
rı çıkaracaklardır. 6) İlya'dan çıkarılan Bizanslıların canları
ve malları her türlü saldırıdan korunacaktır. Bizanslılardan
İlya'da oturmak isteyenler de güvende olacak ve cizye vere-
ceklerdir. 7) Bizanslılarla birlikte İlya'dan ayrılmak isteyen
halkın da canları ve malları, kiliseleri ve haçları korunacak,
bunlar istedikleri yere varıncaya kadar koruma devam ede-
cektir. 8) Halkın cizye ödemesi şartıyla bu ahdin ifasına
Cenabı Hak ile Resulü ve bütün müminler şahittirler." Bu
ahitname Hicret'in 15'inci (Miladın 637'inci) yılında veril-
miş ve Halid bin el Velid, Amr bin el As, Abdurrahman bin
Avf, Muaviye bin ebu Sufyan tarafından şahit sıfatıyla
onaylanmıştır.15
Türklerin âlicenaplık niteliğine uygun olan bu hüküm-
ler Selçuklular tarafından da uygulandı. Bu sayede doğu ve
batı Hıristiyanları, Kutsal Yer dedikleri yerleri ziyaret için,
özellikle Paskalya yortuları sırasında Kudüs'e akın akın geli-
yorlardı.
Fransızlar bu bölgede diğer Hıristiyanlara üstünlük sağ-
lamak istediler. Charlemain hikâyesi denilip Fransa'da köy-
lere varıncaya kadar anlatılıp okunmakta olan efsaneye gö-
re, bu imparatorun Kudüs'te egemenlik yetkisini Harun-u
Reşit'ten almış olduğuna genellikle inanılmakta ve Hıristi-
yanların oraları ziyarete gelmelerine Halife Ömer'in verdiği
berat uyarınca izin veren Müslümanların egemenliği inkâr
edilmekteydi. Gerek batı, gerekse doğu yazarlarının eserle-
rinde bu egemenliğin ne yolla elde edildiğine ilişkin hiçbir
belge görülmemektedir.
Mısır Fatımi hükümdarlarından El Hakim bi-Emrillah,
kendisinin insan şekline girmiş Allah olduğunu iddia ede-

15) Tarih-i Taberi, Ahmet Reşit Turnalıgil: İslamiyet ve Milletler Hukuku,


s. 168.

32
rek, İslamiyete ve Hıristiyanlığa karşı harekete geçmişti.
Bu arada Kamâme Kilisesini de ta temellerine varıncaya
kadar 1009 yılında yıktırdı. 16
Batılı insanlar İspanya'daki İslam anıtlarını yok etmeyi
sürdürdükleri halde, Kamâme Kilisesinin yıkılmasına pek
üzüldülerse de, harekete geçmeyip, El-Hakim'i Yahudilerin
gizlice kışkırttığı sanısına kapılıp, bu zavallıların bir kısmını
yakmak, bir kısmını da sınır dışı etmekle yetindiler.
Mısırlılar El Hakim'i öldürdükten sonra, İslam hoşgö-
rüsü" hükmüne ve Ömer-ül Faruk'un beratına göre hareket
ettiler. Bizans imparatorunun verdiği yardım ile yerlilerin
yardımı sayesinde Kamâme Kilisesi 1048'de yeniden yapıl-
dı. Batı Hıristiyanları Kudüs'ü ziyarete gelmeye devam etti-
ler. Bu ziyaretler arasında, Birinci Haçlı Seferinden otuz
yıl önce, Almanya İmparatorluğu başbakanı olan Mains
başpiskoposu ile birlikte çok sayıda piskopos, keşiş ve
halk, yedi bin kişilik bir grup olarak karadan Kudüs'e geldi-
ler. Haclarını serbestçe yaptıktan sonra gemilere binerek
İtalya'ya doğru yola çıktılar.
El Hakim H-Emrillah'ın Kamâme Kilisesini ta temeline
kadar yıktırmasına karşı batı dünyası harekete geçmediği
halde, seksen altı yıl sonra Haçlı Seferi düzenlenmesinin
nedeni, yalnızca Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerinden
ötürüdür.
Birkaç yüzyıl süren ayaklanmalar nedeniyle gevşemiş
olan Suriye ve Mısır Müslümanlarının yerine dinç bir gru-
bun doğu ülkelerini savunacak yere gelmesi, Papalığın ihti-
raslarına karşı pek büyük bir engel oluşturacağı ortadaydı.
Buna karşı önlem olmak üzere Papa İkinci Urbain, Türkler

16) Kamus-ul Âlâm, s. 1915; - G.: 2/637.

33
tarafından Kudüs Hıristiyanlarına zulmedildiği masalını ileri
sürerek İsa'nın boş kabrini kurtarmak bahanesiyle Katolik
ulusları ayaklandırmaya kalkmış ve iki yüzyıl süreyle yakıp
yıkmalara, durmadan kan dökülmesine yol açmıştır.
Bu seferlerin nasıl yapıldığı ve ne gibi sonuçlar verdiği
sırayla aşağıda anlatılmaktadır.
Fransız tarihçileri sekiz Haçlı Seferinden söz ederler.
1101 yılı seferi gibi önemli olayları sessizlikle geçiştirirler.
Bu seferler bir bütün oluşturduğundan, önemli olanlardan
hiçbirinin üzerinde durulmaksızın geçiştirilmesi uygun ol-
maz.

34
BİRİNCİ HAÇLI SEFERİ

Fransız ırkından olan Papa İkinci Urbain'in 1095 yılın-


da, İtalya'nın Plaisance kentinde topladığı ruhani Meclise
Bizans İmparatoru Alexi'nin temsilcileri de geldi. Bu tem-
silciler, Anadolu'ya yerleşen Türkler ile Bizans arasında bir
tek Boğaziçi engelinin kaldığını, bu durumun Doğu İmpa-
ratorluğu için pek büyük bir tehlike haline geldiğini, tehli-
kenin batı uluslarına da bulaşabileceği görüşünü ileri sürdü-
ler. Bu ifadeleri dinlerken Meclis üyeleri ağlamaya başla-
dı.17
İkinci meclis Fransa'nın Clermont d'Auvergne kentin-
de, 26 Kasım 1095'de toplandı. Papa, yüksek bir kürsüye
çıkıp haçlı seferi yapılmasını söyleyince, binlerce insan
hep bir ağızdan "Allah böyle istiyor, Allah böyle istiyor!"
diye haykırmaya başladılar. Cevap olarak Papa, "Allah el-
bette böyle olmasını arzu ediyor. Bundan böyle savaş narası
bu olsun. Bunu Ruh-ül Kudüs emretti. İsa'nın savunucu-
larının çabalarını coşturacaktır," dedi, ardından da, "Haç
sizin kurtarıcınız ve sonsuz mutluluğunuzdur," sözlerini ek-
ledi.18
Papa halkın çığlıklarını Allahın ilhamı olarak nitelen-

17) Gibbon: a.g.e.: 2/642.


18) Gibbon:a.g.e.: 2/643.

35
dirdi, buna da herkes inandı. Yola çıkmak, ertesi yıl Ağus-
tosun on beşinci gününe bırakıldı.

Başıbozuk Kitleleri

Ayaktakımından oluşan kitleler, düzenli denilen grup-


lardan önce hazırlandı. Bunların başında Keşiş Piyer vardı.
Birkaç soylu ile birlikte, papaz, keşiş, pek çok haydut ve
fahişe ile karışık 60.000'i aşkın zavallılar alayı, 1096 yılı-
nın ilkbaharında Fransa'dan ve Almanya'dan hareket etti-
ler. Bunların arkasından 200.000 insan daha yola çıktı.
Disiplinden yoksun bulunan bu topluluk, Avrupa'nın
her tarafından gelen serseriler ile çoğalarak yola koyuldular
ve yollarda pek dehşetli zararlara yol açtılar.
İsa'nın katili olarak gösterdikleri Yahudilere ilk taşkınlık-
larını kolaylıkla uyguladılar. Verdun'de ve Ren Nehri kıyıla-
rında Mainz, Spire ve Worms'da buldukları birkaç bin Yahu-
diyi öldürüp mallarını yağma ettiler. Bu zavallıların en inat-
çıları, bağnazlığa karşı bağnazlık gösterdiler. Evlerini savun-
maya çalışıp saldırıya karşı koydular. Servetlerini yanlarına
alıp aileleri ile birlikte Ren Nehrine ya da yangın alevlerine
atılıp amansız düşmanlarının gazabından kurtuldukları gibi,
onlara da yağma edecek bir şey bırakmadılar.19
Haçlı sürüleri yaşamak için yağmacılık yapıp zorbalık
ve şiddetle hareket ettikleri için, geçtikleri yerlerdeki Hıris-
tiyanların; yani Macar, Sırp, Bulgar ve Rum uluslarının ki-
nini ve garezini de üstlerine çektiler.20
19) Gibbon: a.g.e.: 2/648
20) Michaud, de l'Academie Française: Histoire des Croisades, aug-
mentee d'un appendice, Delagrave, Paris, 1849-4/251.

36
Bulgaristan piskoposu Teofilakt, bir dostuna yazdığı
mektupta diyor ki: "Frenklerin ülkemizden geçmeleri bizi o
derece uğraştırdı ve üzdü ki, artık kim olduğumuzu bile bi-
linçlendiremeyecek hale geldik. "21
Bu olay, sefere çıkan Haçlıların din duygularından çok
daha güçlü ve daha şiddetli ihtiras ve yağma duyguları ile
dolu olduklarını göstermektedir. Bu taşkınlıkları görmüş
ve yaşamış olan batı yazarlarının hiçbir fikir yürütmemesi
ya da tevil yollan araması, batıda fikir ve vicdan özgürlüğü
ve adalet kavramı konularında o Hıristiyanları kışkırtan
bağnazlığın oynadığı rolü meydana çıkarıyor. Oralardaki
Hıristiyanları Haçlılar "Bir çeşit Türk" saymaktaydılar. İler-
de rastlayacakları Türklere neler yapmak istidadında olduk-
ları bu hareketlerinden ve görüşlerinden de anlaşılır.
Bu ayaktakımı Niş'de Bulgarlarla karşılaşınca, ilk ola-
rak perişan oldu ve 10.000 kişi öldü. Geri kalanlar orman-
lara kaçtılar. Keşiş Piyer yoluna devama başlayınca, ancak
30.000 Haçlı kalmıştı.
Keşişin kaymakamı olan Gauthier-sans-Argent (Yoksul
Gotye) Haçlılarının öncü koluna komuta etmekteydi.
3.000 atlının başında bulunan birkaç kont, yağma malla-
rından pay almak için çapulcuların hareketlerini merakla
izlemekteydiler. "Fakat serserilerin gerçek reisleri (deliliğin
bu kadar abartılmasına inanılabilir mi?) bir KAZ ile bir KE-
Çİ idi. Bu hayvanları kalabalık sürülerinin başına koymuş
olan bu Hıristiyanlar, onlara İlham-ı Rabbani (Tanrısal ya-
ratıcılık) atfetmekteydiler."22
Bu kahramanlar İstanbul önlerine geldikten sonra, sur
dışındaki bahçeleri, sarayları ve kiliseleri ayrım yapmaksı-
21) Brentano: a.g.e.: 20.
22) Albert Aquensis, L.l. c. 31, s. 169 - G., 2/648.

37
zın yağma ettiler. Yıkıcılık sayesinde yaşayan bu konuklar-
dan kurtulmak için İmparator Aleksi kendilerine, Türklerin
elinde bulunan Boğaziçinin Anadolu kıyılarını almalarını
öğütledi.
Haçlılar, akıl ve iradelerini kaybedecek derecede, önünü
sonunu düşünmeden saldıran bir güruh olduklarından, impa-
ratorun gösterdiği yerleri bırakıp Kudüs yolunu işgal etmiş
bulunan Türklere saldırmak için İznik Ovasına saldırdılar.
Alman Haçlılarının bir kısmı Keşiş Piyer'den ayrıldı.
10.000 kişi kadar olan Fransızlar onlara katıldı ve İznik ya-
kınlarına kadar ilerlediler, en korkunç taşkınlıklara başladılar.
Tarihçi F. Funck Brentano diyor ki: "Elebaşılarından ay-
rılınca hiçbir düzen tanımıyorlardı. Türk çocuklarını yakala-
yıp pişirmek için parça parça kesiyorlar ya da kazıklara ge-
çiriyorlardı. Büyüklere de dehşetli işkenceler yapıyorlardı."
Türkler bu haşaratı İznik dolaylarında beklemekte idi-
ler. Çatışma şiddetli oldu. Düzenli denilen Haçlı ordusu ge-
lip, ölen dindaşlarının kemiklerinin yığınlarını görünce, on-
ların uğradıkları sonu anladılar. Zavallı Türkler! O vahşile-
rin kurbanı olmak yetmiyormuş gibi, kötülüklerinden insan-
ları kurtarmak üzere bir de yok etmek zorunda kalmışlar-
dır. Bu sayede de, Müslümanlardan bir tek kent bile alama-
dan ve vatanlarındaki önderleri ile soylular sefer hazırlıkla-
rını henüz bitiremeden, ilk Haçlılardan 30.000'i Asya'da
gömüldü.

Düzenli Ordu

Bu olaylar sırasında düzenli ordu hazırlandı. Raymond


de Toulouse komutasındaki güney Fransızları, İtalya'nın ku-
38
zeyinden, Hırvatistan ve Bulgaristan'dan geçtiler. Tancrede
ile Bohemond yönetimindeki İtalya Normanları Brindisi li-
manında gemilere bindirilip Arnavutluk'a çıkarıldılar ve Ma-
kedonya'dan geçtiler. Paris dolaylarından gelenler de o yolu
izlediler. Fransa'nın kuzeyinden ve Flandre'dan hareket .
edenler, Godefroy de Bouillon yönetiminde olarak Alman-
ya'dan geçtiler. Fakat Macar sınırına gelince, bundan önceki
Haçlı sürülerinin ne kadar taşkınlık yaptıklarını görüp haklı
olarak bunlara karşı nefret duyan bu Hıristiyan ulus, yeni
gelenleri durdurdu.
Macaristan'dan geçebilmek ve değer fiyatla yiyecek sa-
tın almak için, Godefroy, krala elçiler yolladı, iki taraf
uyuştu. Macarların güvenini kazanmak amacıyla Godefroy
kendisini ve kardeşini Kral Charles'ın korumasına teslim et-
ti. Anlaşmaya uyulacağına dair iki taraf da İncil üzerine ye-
min ettikleri gibi, aykırı harekete kalkışacak olanların idam
edilecekleri ilan edilerek Latinlerin taşkınlığı ve düşmanlığı
durduruldu.23
Belgrad'a doğru gidilirken, Macar atlıları Haçlı kitlele-
rinin çevresinde dolaşıp düzen sağlıyorlardı. Böylelikle
hem Haçlıların, hem Macaristan'ın güvenini korudular. Sa-
va Irmağı geçilince rehineler geri verildi, ordu da yoluna
devam etti.
Koca bir ordunun İstanbul önüne gelmesi kent halkını
ürküttü. Bizanslılar, şövalyelerden birçoğunun karılarını,
çocuklarını, hizmetçilerini, hatta av köpeklerini ve av kuş-
larını bile yanlarında getirdiklerini görünce şaşakaldılar.24
İmparator Aleksi bu "bezdirici konuklar"dan kurtulmak
için onları hemen karşı yakaya geçirdi.
23)Gibbon:a.g.e.:2/654 24)
Michaud: a.g.e.: 4/252.

39
Ordu İznik önüne geldi. Yapılan yoklamaya göre
600.000 kişilik bir grup oldukları anlaşıldı. Bunların
100.000'i atlı, 300.000'i savaşa yarar piyade olup, geri
kalan 200.000 nüfus ise, kadın, çocuk vesaireden oluşu-
yordu.25
Başıbozuk alayını temizledikten sonra, yeni kuvvet top-
lamak için Rum Selçuk Sultanı Kılıç Arslan Davut o sıra di-
ğer illerde bulunuyordu. Yeni akını haber alınca, hazırlığını
tamamlayamadan hemen geri döndü. Fakat Haçlılar İznik'i
zaptetmek üzereyken kentin surlarında Bizans bayrakları
dalgalanmaya başlamıştı.
Bizanslılar gizlice Türklerle anlaşmış oldukları için, yal-
nız kendileri kente girebildiler, Haçlılara kapıları açmadılar.
İznik'teki Türkler ve bu arada Kılıç Arslan'ın anası, bu saye-
de Frenklerin ellerine düşmekten kurtuldular.
Selçuk hükümeti Konya'ya taşınıp, Orhan Gazi 1330
tarihinde İznik'i alıncaya kadar, bu kent 233 yıl Bizanslılar-
da kalmıştır.
Aleksi'nin hareketine Haçlılar pek çok kızdıkları halde,
Rumlar ile bozuşmak istemediklerinden, 15 Haziran
1096'da İznik dolaylarından ayrılarak iki kol halinde yolla-
rına devam ettiler.
Bohemond'un komutası altındaki kısım, üç gün sonra,
şimdi İnönü denilen Gorgoni'ye geldi. 26
Kılıç Arslan'ın aceleyle toplayabildiği Türk kuvvetleri,
1 Temmuz 1096 sabahı birdenbire Bohemond komutasın-
daki Haçlıların üzerine yürüyerek savaşa başladılar.
Aix-la-Chapelle (Eks la Şapel) Kilisesi papazlarından
olup 1121 tarihine kadar yapılan Haçlı Seferleri hakkında,
25) Weber, Professeur a l'Universite de Heidelberg: Histoire du Moyen
Age - 2/245.
26) Michaud: a.g.e.: 1/117.

40
seferden dönenlerin ifadelerini dinleyerek olayları gerçeğe
uygun biçimde yazan Albert d'Aix Adalbertus diyor ki: "Or-
dudaki baronların ve şövalyelerin kanları, esir olmayı öl-
meye tercih ettiler. Savaşın patırtısı sırasında, bu kadınlar
en güzel elbiselerini giyerek, hem güzellikleri, hem cilveleri
sayesinde bu düşmanların (yani, Türklerin) gönüllerini al-
maya ve duygularını etkilemeye çalıştılar."27 Demek ki daha
yirmi beş yıl önce Anadolu'ya göçmüş olan Türkler, Frenk
kadınlarını, hem de kibar sınıf kadınlarını etkileyebilecek
kadar yakışıklıymışlar. İkinci, seferdeki Kraliçe Eleo-nor
olayı da bunu onaylamaktadır.
Bu sırada ordunun ikinci kısmı tepelerde görününce,
birinci kısım cesarete geldi. Savaş geceye kadar sürdü, so-
nunda dehşetli bir katliam oldu. Haçlılar Türk karargâhını
aldılar, pek çok yiyecek ve ziyneti çaldılar, yük hayvanları
ve deve buldular.
Türkler Haçlıları büyük bir cesaretle karşılamışlardı.
Bu konuda Benedictin rahiplerinden tarihçi Guibert de No-
gent, Gesta Dei per Francorum adlı eserinde diyor ki:
"Haçlılar Yunanistan ve Anadolu yerlilerine karşı nefret
duydukları halde, yalnız Türklerle Frenklerin asker adına
layık olduklarını itiraf ettiler." İki tarafın da aynı yiğitliğe
sahip olduğunu piskopos Barderik de söylüyor.28
Rum saltanatı adındaki Anadolu Selçuklu devleti, Mar-
mara denizinden ta Suriye'ye kadar uzanmakta olduğun-
dan, Haçlılar oradan geçmek zorundaydılar. Türklerin meş-
ru mülkleri olan bu bölgenin savunması sırasında, hüküm-
dar Kılıç Arslan Davut'un gösterdiği yiğitlik ve yücelik düş-
manlarının hayranlığını kazanmış ve adının tarihe geçmesi-
ni sağlamıştır.29
27) Michaud: a.g.e.: 1/119
28) Gibbon: a.g.e.: 2/660.
29) Gibbon: a.g.e.: 2/660.

41
Zafer sonucunda, galip tarafta beliren neşe ve
gurur, yeniklerin iyi niteliklerini övmelerine engel
olmamıştır. Tarihçi Michaud30 diyor ki: Türkleri öven
çağdaş tarihçiler. Haçlılara her bakımdan
benzeyebilmeleri için Türklerin de Hıristiyan olmaları
gerektiğini söylüyorlar. Eğer onlar Hıristiyan dininde
olsaydılar, üçlü birliği oluşturan üç kişiden birinin
(İsa'nın) bir bakireden (Meryem Ana'dan) doğduğunu
kabullenmiş bulunsaydılar, İsa'nın çarmıhta eza çektiğini
ve öldükten sonra dirilip, hem gökte, hem yeryüzünde
hükümran olarak, Ruh-ül Kudüs marifeti ile insanlara
avunma sunduğunu onaylamış olsalardı, savaşta cesur,
tedbirli ve becerikli olacaklarını savunuyor ve başka
hiçtir ulusun onlarla boy ölçüşemeyeceğini ekliyor. Şu
son zamanlardaki batılı tarihçiler artık bu eserleri
neden okumuyorlar da, iftira ve inkâr yoluna
sapıyorlar?

Haçlı Ordusu Konya Ereğli'sine Geldikten


Sonra

a) Godefroy bir kısım Haçlı ile birlikte ayrılıp


Kayseri yolunu tuttu. Göksun ile Maraş arasında Toros
Dağlarının en güç yerlerinden geçerek Maraş'a geldi.
Türkler kentten çekilmiş, yalnız Hıristiyanlar kalmıştı.
Haçlılar kentin çevresine, kondular. Godefroy
gelip bunlara katıldı. Yanında bulunan karısı orada
öldü.
Ermeni prensi unvanını takınan Pancrare adında
biri, Kafkasya'da, kuzey İberya'da hükümdarlık ettiğini
ileri sürerek, Baudouin'in hizmetine girdi ve onu ülkeler
zaptetmeye teşvik etti. Yağmacılık umuduyla 400'atlı
ve 1000 yaya

30) Michaud: a.g.e.: 1/123.

42
Baudouin'in çevresine toplandı ve bu güruh Urfa'ya doğru
yola çıktı.31
O dönemde Urfa Hıristiyanlarının bağlı bulundukları
egemenleri, Baudouin'i yardıma çağırdı. Baudouin onu ba-
ba olarak kabul ettiği halde, Urfa'ya girince halkı ayaklan-
maya teşvik edip Pancrace'ı öldürdü ve hazineyle tahtı zap-
tetti. Ondan sonra, topraklarını genişleterek doğuda ilk
Frenk Prensliğini kurdu.
b) Haçlı ordusu Kilikya'ya gelince, oraya yerleşmiş
olan dostlarını buldular, onlar da Haçlılara yardım ve kıla-
vuzluk ettiler.32
Tarsus Türkleri, Haçlı bayrağını kale duvarına çekme-
ye razı oldular. Bunun üzerine Tancrede kentin önüne ka-
rargâh kurdu. Ardından Baudouin komutasındaki birlik gel-
di. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında ortaya çıkan karı-
şıklıklardan yararlanmaya kalkan kısım, duvarlardan aşarak
Türklerin hepsini kestiler.
Az bir zaman içinde Kilikya Haçlıların hükmü altına
girdikten sonra, Tancrede İskenderun'u aldı, bulduğu Türk-
leri kesip Antakya'ya doğru yola çıktı. 29 Ekim 1097'de
Nehr-ül-As* üstündeki demir köprüyü geçerek Antakya
önüne kondu.
Bu kenti Türkler 1084 yılında Bizanslılardan tekrar al-
mışlardı. Haçlılar yaklaşınca, yakınlardaki Müslümanlar
kente sığındılar. Türk emiri 7000 atlı ve 20.000 yaya ile
kente girdi.33

31) Michaud: a.g.e.: 1/130.


32) Ernest Lavisse et Alfred Ramboud: Histoire Generale du IVe. siec-le
a nos jours, Armand Collin, Paris, 1893 - 2/305.
33) Michaud: a.g.e.: 1/143.
* Asi Irmağı.

43
Haçlılar 600.000 dolaylarında olup yarısı silahlıydı.
Çevredeki Defne çayırı ile çeşmesi, Nehr-ül-As kıyılarının
güzelliği Haçlılara amaçlarını unutturdu. Kendilerini İsa'nın
askeri sayan bu güruhun arasına sefahat ve ahlak fesadı
girdi.34
Haçlıların pek sağlam biçimde bağlı oldukları inançları-
nın, günlük hareketlerine pek büyük bir etki yapacağı, if-
fetli ve kanaatkâr biçimde yaşayarak şehit olmaya hazırla-
nacakları sanılabilirdi. Fakat her günkü tecrübe bu tatlı ha-
yali yok etti. Dinsel niteliği olmayan savaşların bile hiçbi-
rinde, Antakya çevresinde görülen düşkünlük ve fuhuş sah-
nelerine pek rastlanmamıştır. Suriye'nin havası o sıralarda
da eski düşkünlük ve ahlaksızlık ile dopdolu olup, Haçlı sı-
fatını takınan Avrupalılar, doğanın gerek telkin, gerek red-
dettiği arzu ve heveslerin hiçbirine karşı koyamadılar; yani,
yapmadıkları taşkınlık kalmadı.35
Antakya çevresine yayılıp yağma eden, ya da zevk ve
safaya dalan Haçlılar, Türkler tarafından dağıtılıyor, ya da
kesilip yok ediliyordu.
Kuşatmanın ilk günlerindeyken Haçlılar erzakı tükettik-
lerinden, az zaman içinde açlık belasıyla yüzyüze kaldılar.
İkişer üçer yüz kişilik kafileler halinde çevreyi yağma etme-
ye başladılar. Fakat bu sürüler yalnız kendi hesaplarına ça-
lışıyorlardı.36
Açlık şiddetlendi, yağmacılık da resmi bir şekil aldı.
Hatta Noel yortusunun törenini yaptıktan sonra, Tarent
Prensinin ve Flandr Kontunun komutaları altında olarak
çevreye saldırdılar. Birkaç Türk birliğini dağıtarak, öteden
34) Michaud: a.g.e.: 1/145.
35) Gibbon: a.g.e.: 2/664.
36) Michaud: a.g.e.: 1/149.

44
beriden topladıkları yiyecekleri atlara ve katırlara yükletip
karargâha getirdiler.
Her gün tekrarlanan "bu akınlar sırasında Haçlılar da
bir hayli kayıp vermekteydiler. Hatta Danimarka kralının
oğlu Suenon, nişanlısı olan Bourgogne dukasının kızı Flori-
ne de yanındayken, gece vakti 1500 Haçlı ile birlikte do-
laşmakta bulunduğu sırada Türklerin saldırısına uğrayıp
hepsi öldürüldü.37
Kıtlık ve açlık günden güne fecaat halini almaktaydı.
Bu sefere katılmış olan Foucher de Chartres adındaki pa-
pazın ifadesine göre, Haçlılar çevrede yağma etmedik bir
şey bırakmadıklarından, ot, ağaç kabuğu ve kökü, at, eşek,
deve, köpek, hatta fareleri ve atların koşumlarını ve kayış-
larını bile. yiyorlardı. En had düzeye gelen açlık, zaten ah-
lakı zayıf olan bu güruhun bütün insanlık duygularını, yok
etti.38 Tek olanak olarak büyük bir hevesle, insan etiyle
karınlarını doyurmaya başladılar.39 Bu olay konusunda, se-
fere katılmış olan Richard de Pelerin (Hacı Rişar)'ın yazdığı
Chanson d'Antioche (Antakya Destanı) adındaki eserde gö-
rülen şiirlerin bazıları dikkate değecek kadar önemli olduğu
için aşağıda sunulmaktadır:
"Asaletlü Piyer l'Ermit otağının önünde oturuyordu.
Kral Tafur birçok adamları ile çıkageldi.
Bunlar bin kişiden fazla ve açlıktan şişmiştiler.
'Asaletmeab! Rahmeti Rahman adına bana yol göster,
Zira açlıktan ve zayıflıktan ölüyoruz,' dedi.
Piyer cevap verdi: 'Cebin* olduğunuzdandır', dedi.
37) Michaud: a.g.e.: 1/151.
38) Brentano: a.g.e.: 57.
39) Brentano: a.g.e.: 57.
* Cebin: Korkak, yüreksiz.

45
Haydi, şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız,
Tuzlar ve pişirirseniz, pekâlâ yenir onlar'. Kral
Tafur, 'Doğru söylüyorsunuz,' dedi. Otağdan
ayrıldı, avenesini çağırdı, Toplandıklarında on bin
kişiden çoktular. Türkler yüzüldü, barsakları
çıkarıldı, Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.
Doyasıya yediler, amma ekmeksiz olarak. Bunu
gören putperestler (Türkler?) pek korktular. Et
kokusundan hep duvarlara dayandılar. Yirmi bin
putperest, bu aveneyi seyretti; Ağlamadık Türk
kalmadı."
(Antakya Destanı, Brentano, 57-58)

Avene birbirine şöyle diyordu: "İşte karnavalın son gü-


nü olan Mardi Gra geldi.. Şu Türk eti zeytinyağında pişmiş
domuz sırtından ve jambondan daha iyi oluyor." Çayırlarda
artık Türk ölüsü bulunmayınca.-
"Mezarlıklara vardılar, ölüleri çıkardılar, Hepsini
üst üste yığarak bir tepe haline getirdiler, Çürümüş
olan barsakları Nehr-ül-As'a attılar; Etlerin
derilerini yüzüp rüzgârda kuruttular."
(Antakya Destanı, Brentano, 58) Bu rezilliğin sonucu
olarak, artık Haçlı karargâhı bir ordu görünümünden
çıkmıştı. Birçok Haçlı, bitap bir halde inlemekte, bir kısmı
da civarda köpek leşi gibi şeyler aramaktaydı.40
40) Michaud: a.g.e.: 1/152

46
Bütün bu felaketlere, kaçma olayları da eklendi.
Sabır ve cesaret örneği olmaları gerekenlerin kaçtığını
görenlerin üzüntüsü son dereceye vardı. Başlarına gelen
belalardan ötürü Haçlıların sorumlu tuttukları Keşiş Piyer
bunların çığlıklarını dinlemek ve sefaletlerine katılmak iste-
mediği gibi, bu Kutsal Sefer'in sonucundan da umudunu
kesip karargâhtan gizlice kaçtı. Bu olayın, "gökten yıldızlar
düşmüş gibi Haçlıları utanca düşürmüş olduğunu" Keşiş
Guibert de Nogent anlatmaktadır.41
Olayı haber alan Tancrede hemen izlemeye çıktı, Ke-
şiş Piyer'le Dülger Charpentier'yi yakalayıp rezaletle geri
getirdi. Ordu, "Ödlekler gibi kaçtığını" keşişin yüzüne vura-
rak, kendisinin telkin ve teşvik ettiği bir davadan asla geri
dönmeyeceğine dair İncil üzerine yemin ettirdi.42
Bu gibi olaylar sırasında Haçlı karargâhına her gün
pek çok yerli gelmekte ve Frenklerin şiddetli sıkıntılarını ve
umutsuzluklarını dönüşte vatandaşlarına anlatmaktaydılar.
Bohemond, orduyu bu tehlikeli durumdan kurtarmak
için, olayı anlatanları bile isyan ettirecek bir tedbire yönel-
di. Bunu on ikinci yüzyıl tarihçilerinden, Suriye'de Sur ken-
ti Katolik metropoliti Guillaume şu şekilde anlatıyor:
Bohemond birçok Türk getirilmesini emretti. Bunları
hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırıp cesetlerini şişlere
geçirerek pişirttikten sonra, akraba ve yakınlarının yemele-
ri için kurulacak sofralara getirilmelerini emretti. Bunun ne
demek olduğu kendisine sorulunca, "Bugün toplanan Mec-
liste komutanların verdikleri karara göre, karargâhta bulu-
nacak bütün Türklerin ve casuslarının böylece pişirilip

41) Michaud: a.g.e.: 1/153.


42) Michaud: a.g.e.: 1/153.

47
prenslere ve orduya sunulacağının herkesçe bilinmesi için-
dir," karşılığını verdi.43
Bundan sonra kaçacak olanların da insan öldürenlere
özgü cezaya çarptırılacakları ilan edildi. Fakat olaylara ta-
nık olanların ifadelerinden anlaşıldığına göre; Haçlılarda
her türlü ahlaksızlık, çadırlarda bile kıtlık ve fuhuş, kumar
ve düşkünlüğün her türlüsü hüküm sürmekteydi. Bu felaket
anlarında Haçlıların çoğuna din adamlarının avutmaları
pek etki yapmıyordu.44
Papa'nın temsilcisi ile papazların bir kısmı, bu taşkın-
lıkların düzeltilmesine uğraştılar. O sıralar bir deprem oldu-
ğundan, bu deprem Allahın bir ihtarı olarak gösterildi, dua
edilmesi ve oruç tutulması Haçlılara emredildi. Karargâhın
çevresinde alay düzeninde dolaştırıldılar, tövbe kasideleri
okudular. Bu önlemi desteklemek üzere ordu ve ruhban ile-
ri gelenlerinden kurulan bir mahkeme, suçluları izlemekle
ve cezalandırmakla görevlendirildi.
Sarhoş olarak yakalananların saçları kesildi. Din konu-
sunda küfürbazlıkta bulunanlarla kumarbazlara kızgın de-
mirle damga vuruldu. Zina işleyen bir papaz çırılçıplak ol-
duğu halde sopa ile dövüldükten sonra karargâhın içinde
gezdirildi.
Suçlular mahkûm edildikçe, bunların sayısının çoklu-
ğundan hâkimler ürktü. Genel bir görünüm alan fuhşu büs-
bütün durdurmak için konulan en şiddetli cezalar bile etki-
siz kaldı. Bütün kadınların ayrı bir yerde bulundurulması
kararlaştı. Fakat bu tedbir de engellenmek istenen cinayet-
lerden bile daha çirkinlerinin yer almasına neden oldu. Ko-

43) Michaud: a.g.e.: 1/155


44) Michaud: a.g.e.: 1/154

48
casız olduğu halde gebe kalan bir kadın bulununca, en ağır
işkenceye mahkûm ediliyordu.45
Haçlılar Antakya'yı sekiz ay kuşattılar. Yardıma gelen
Türk ordusu ile kale arasında kalarak mahvolmak üzerey-
ken, kale muhafızlarından birinin hainliği ile iş değişti.
Tarihçi F. Funck-Brentano, Antakya'nın Haçlılar tara
fından zaptını şöyle anlatıyor: "Kuzeyden hicret edip An
takya'da yerleşmiş ve Firuz adını almış olan bir yabancı,
kentin kulelerinden üçünün savunmasıyla görevlendirilmiş
ti. Bohemond, Firuz'la gizlice ilişki kurup, kaleyi teslim
ederse kendisini tekrar Hıristiyanlığa kabul ettireceğini ve
değerli pek çok armağanlar vereceğini vaadetti. Firuz kale
yi teslim etmeye razı oldu."46 (Firuz, Bohemond adını alıp
Kudüs'e kadar Haçlılara hizmet ettikten sonra tekrar Müs
lüman olmuştur.) ,
Bir gece Haçlı atlıları ovaya, yayalar da sırtlara yayıl-
dı. Bütün gece Firuz bunu beklemekteydi. Şafak sökerken
Haçlılar bir kuleye yaklaştılar. Duvara dayatılan merdiven-
den önce 60 Haçlı yukarı çıkıp, arkalarından gelen arka-
daşları ile üç kuleye yerleştikten sonra, "Allah istiyor!" na-
rasına başladılar.
Haçlılar diğer kulelere de çıkıp, buldukları Türklerin
hepsini vahşi biçimde öldürdüler. Bu arada Firuz'un kardeşi
de öldürüldü. Antakya'nın bütün meydanları cesetlerle dol-
du. Bunlardan çıkan iğrenç koku, oralarda durmaya engel
oluyordu. Sokaklarda yürüyebilmek için ölülere basmak ge-
rekiyordu. İki gün sonra kokudan geçilmez oldu. Katliam
bitince, zevk, safa ve fuhuş tekrar başladı. Mükellef ziyafet-

45) Michaud: a.g.e.: 1/154.


46) Brentano: a.g.e.: 62.
ler veriliyor, Müslüman kadınları dans ettiriliyor, vahşilik
unutulmayıp erkekler de öldürülüyordu.
Bu sefih adamların safası çok sürmedi. Musul Atabeyinin
imdada yolladığı Kerboğa, ordusuyla birlikte Antakya
önünde göründü. Mısır'dan gelen başıbozuklar da orduya
katıldı. Eğer Kerboğa, Haçlıların almış olduğu Urfa'yı ku-
şatmak için üç hafta gecikmemiş olsaydı, Antakya halkını
kurtarmış olacaktı.47
Kerboğa Haçlıların İskenderun ile ilişkilerini kesti. 8
Haziranda Haçlılar Türklere saldırdılarsa da, karmakarışık
geri döndüklerinden, yiyecek sorununa çare bulamadılar,
kıtlık ve açlık bir kere daha dehşetini göstermeye başladı.
Bir ekmek parçası bir altına satıldı. Haçlıların bazıları kaç-
mayı yeğledi. Bunlardan gece vakti duvarlardan halatlarla
inenlere "Funanbule", yani "ipte oynayan" adı takıldı. İş iş-
ten geçtikten bir yıl sonra Papa bunu haber alıp, Fransa
piskoposlarına yolladığı bir emirnamede kaçanları afaroz
etti.
11 Haziran 1098 gecesi, kaleden iplerle inip kaçanlar
arasında Guillaume Grandmesnil ile kardeşi Aubri, Gui
Trousseau, Clermont-les-Liege Kontu Lambert ve arkadaş-
ları vardı. Bu tabansız adamlar, imdada gelmekte olan İm-
parator Aleksi'nin karargâhına yetişip kurtuldular.48
Kaçanların bir kısmı, oradan yurtlarına döndü. Öncü
kuvvet komutanı Hugues-le-Grand, Fransa'ya çekildi. Bay-
raktar ve Meclis Başkanı olan Etienne de Chartres da utan-
madan kaçtı. Dülger Charpentier ve Fransa kralının akra-
bası olan Melun vikontu Guillaume de savuştular.49

47) Brentano: a.g.e,: 66


48) Brentano: a.g.e.: 66
49) Gibbon: a.g.e.: 2/665.

50
Gibbon diyor ki: Haçlılar kıvranıp dururken, bir papa-
zın dindar biçimde yaptığı hilekârlık imdatlarına yetişti. Bu
kutsal seferde, bu dindar orduda, Allahın ilhamı sayesinde
bilinmeyeni görmek, gaipten haber vermek ve sık sık mu-
cizelere tanık olmak artık âdet haline gelmişti. Antakya
önündeki Haçlıların en felaketli günlerinde bu tür olayların
olağanüstü şiddetli biçimde ve pek büyük bir başarıyla tek-
rar edip durduğuna Frenkler çocuk gibi inanıyorlardı.
Ahlakı oldukça kuşkulu bulunan Pierre Barthelemy
adında Marsilyalı bir papaz, Haçlı meclisine başvurdu ve
bir açıklamada bulundu: Saint Andre adındaki azizin üç ge-
ce sırayla rüyasında kendisine göründüğünü, Antakya'da
Petro Kilisesinde toprak kazılınca, İsa'yı çarmıhta yarala-
mış olan mızrağın bulunacağını ve bu kutsal silah ordunun
önünde götürülürse Müslümanların kesinlikle yenileceği
müjdesini verdiğini ekledi.50 Bunun üzerine o kiliseye gidildi.
Papaz Barthelemy'nin seçtiği on iki kişi ile içeriye girilip,
onun gösterdiği yeri on iki ayak (üç buçuk metre) de-
rinliğinde kazdılar. O zaman Barthelemy çukura atladı,
cübbesinin içinde saklı bulunan ve bir Müslüman askerine
ait olduğu sanılan bir mızrağı, çukurun dibinde bulmuş gibi
dışarı attı. Altın ile işlenmiş bir ipek örtüye sarılıp safdil
Haçlılara gösterilince, bunların düşmüş olduğu umutsuzluk
hemen yerini sevince bıraktı ve kapıldıkları heyecan onlara
eski cesaretlerini geri verdi. Bunu gören reisler, ertesi sa-
bah saldırıya hazırlanmalarını onlara emrettiler.
Rahip Raimond kutsal mızrağı omzunda tutarak, 1098
yılı Haziranının 28'inci günü Haçlılar Türklere saldırdılar.
Tam bu sırada, dağın birinde beyaz elbise giymiş ve elle-
rinde silahlar tutmakta olan üç atlı göründü. Papa'nın tem-
50) Gibbon: a.g.e.: 2/666. '

51
silcisi bu üç kişinin Aya Yorgi, Aya Teodor ve Aya Moris
adındaki azizler olduğunu ilan etti. Bu düzmece olay ger-
çekmiş gibi kabul edilerek Haçlılara cesaret verdi. Bağnaz-
ların galeyana gelerek yaptıkları saldırı üzerine, Kerboğa
ordusundaki Emir'lerin askerleri dağıldı; Kerboğa da çekil-
mek zorunda kaldı.
Halep, Şam ve Kudüs emirleri ile birlikte kaçan asker-
leri Haçlılar izlediler; sığındıkları yerleri ateşe verdiklerin-
den biçareler alevler içinde kebap oldular. Frenkler, yenik-
lerin çadırlarında buldukları bol yiyecekleri ve ganimet mal-
larını Antakya'ya taşıdılar. Kale muhafızları da o gün teslim
oldular.
Çarpışmada hazır bulunmuş olan "Gestes" yazarı diyor
ki:
"Önlerinde beyaz bayraklı bir müfreze bulunan sayısız
askerin dağlardan indikleri görüldü. Bunlar İsa tarafından
yardıma gönderilen orduydu. Bu olay asla yalan değildir,
çok kişi görmüştür."51 Durmadan bu gibi masallar yayılarak
Haçlı Seferleri devam ettirilebilmiştir.
Esir düşen, hatta teslim olan Türkler bile kılıçtan geçi-
rilip her şey yağma edilmiştir. Kadınlara gelince: "Karınla-
rına birer kılıç batırılmaktan başka bir fenalık yapılmadı,"
diye Kont de Toulouse'un papazı tarafından ileri sürülen
görüş, saldırganların insan duygularıyla hiç ilişkileri kalma-
dığına tanıklık eder.52
Haçlılar bu başarılarından sonra Papaya, Avrupa kral-
larına ve uluslarına yolladıkları mektuplarda zaferlerini du-
yurdukları halde, uğradıkları felaketten ve kayıplardan hiç
söz etmediler. Bizans İmparatoru Aleksi'nin Kudüs'e kadar
51) Brentano: a.g.e.: 70-71
52) Brentano: a.g.e.: 71

52
Haçlılara refakat edeceği hakkındaki vaadini hatırlatmak .
için İstanbul'a bir elçilik heyeti yollandı. Elçilerden Kont de
Hainaut, İznik dolaylarındaki dağlardan geçerken Türklerin
saldırısına uğradı. Kont de Vermandois da "Barbarların
(tarihçi Michaud, Türklere bu adı uygun görmektedir) izle
mesinden kurtulmak için bir ormana sığındı.53
Kont de Vermandois İstanbul'a geldikten sonra, kendi-
sini elçi olarak gönderen arkadaşlarını unutup utanmadan
Avrupa'ya döndü.
Haçlılar sonbahara kadar Antakya'da kalmaya karar
verdiler. Orduda ortaya çıkan hastalıklar, kadınlarla fakir-
lerden çoğunun ölümüne yol açtı. Yeniden gelmekte olan
Haçlıların pek çoğu da Antakya'ya geldikten sonra aynı
yazgıya kurban gitti. Papa'nın vekili olan Puy piskoposu
çektiği zorluklara dayanamayıp Öldü.
Sonunda ordu Antakya'dan kalkıp Maarra kentine gel-
di; kanlı çatışmalar başladı. Haçlılar öldürdükleri Müslü-
manların cesetlerini ikiye biçip altın aramaya koyuldular.
Diğer bir kısmı da cesetleri parça parça kesip pişirerek yi-
yorlardı. 54
Dayanma gücü tükenen halk teslim oldu (11 Aralık
1098). Kuşatmayı yönetmiş olan Bohemond, halkın karıları
ve çocukları ile birlikte değerli mallarını da alarak kale
kapısına sığınmaları haberini gönderdi, böylelikle canlarını
ve mallarını kurtaracaklarını vaadetti. Fakat bu haber bir
hileden ibaretti. Zira Haçlılar Maarra'ya girer girmez, ku-,
durmuşçasına katliama ve yağmaya koyuldular. Kuyuları
araştırıp pek çok değerli mal buldular. Bohemond'un sözüne
inanan biçarelerin malları alındıktan sonra kendileri de

53) Michaud: a.g.e.: 1/193.


54) Brentano: a.g.e.: 76.

53
öldürüldü; bir kısmı da esir olarak satılmak üzere Antak-
ya'ya gönderildi.55
Papaz Foucher de Chartres da, "Müslümanların tümü,
en büyüğünden en küçüğüne kadar öldürüldü ve neleri var-
sa yağma edildi," diyor.56
Maarra'da Haçlılar erzaksız kaldılar. Michaud, "Barbar-
lıklarını abartmalı bir biçimde sergilemelerinden ötürü Al-
lah Haçlıları cezalandırmak istiyormuş gibi/ karınlarını do-
yurabilmek için öldürdükleri insanların cesetlerinden başka
hiçbir şey bulamadıklarını ve bu iğrenç zorunluluğa pek
çok Haçlının boyun eğdiğini," yazıyor.
Raimond d'Aguliers'in papazı bu konuda nefret edile-
cek birtakım ayrıntılar vermektedir: "Kıtlık o dereceye geldi
ki, Haçlıların ayaktakımı on günden beri her tarafta görü-
len Müslüman cesetlerinin kokuşmuş ve çürümüş etlerini
oburcasına yiyorlardı."57
Aix başpiskoposu bu canavarlığı hoşgörmeye kalkışıp,
Haçlıları bezdiren açlığa İsa için maruz kaldıklarını ve bu
sebebin onları mazur göstereceğini söyledikten sonra, "Hı-
ristiyan askerler böylece ölüleri yemekle dahi Müslümanlar-
la savaşmış oluyorlardı," gibi bir ucube söylemiş bulunmak-
tadır.58
Her seferin, hatta her kentin yağmasından hemen sonra
Haçlıların aç kalmaları dikkati çekecek bir durumdur. Hiçbir
istila ordusu bu saldırganlar kadar besin sıkıntısı
çekmemiştir. Bu olay, Haçlıların teşkilatsız ve yalnız yağma
ile ilgili bir güruh olduklarını, kendi olanaklarıyla ikmal işle-

55) Brentano: a.g.e.: 77


56) Brentano: a.g.e.: 77
57) Brentano: a.g.e.: 78.
58) Michaud: a.g.e.: 1/199-200.

54
rini sağlamayı beceremeyen başsız ve beyinsiz bir insan ka-
labalığı olduğu kanısını güçlendirmektedir.
Haçlılar Maarra'dan kalkıp Şam Trablusunun 30 kilo-
metre kuzey doğusunda Kal'at-ı Arka'ya geldiler ve kuşat-
mayı başlattılar. Fakat Antakya'nın zaptını sağlayan Kutsal
Mızrak konusunda, ordu ile papazlar arasında çıkan anlaş-
mazlık sürüp gitmekteydi. Mızrak Kont de Toulouse'un ko-
ruması altında olduğundan, bu sayede toplanmakta olan ve
sadaka denilen paralar, rahiplerin hırsını uyandırıyordu.
Yaptıkları propaganda yüzünden giderek bu tılsıma inanıl-
maz oldu.59
Anlaşmazlıklara son vermek için P. Barthelemey'nin
"Ateş Sınavı"ndan geçirilmesi kararlaştırıldı. Eğer bu pa-
paz gerçekten Allahın ilhamı ile hareket ediyorsa, mızrak
da gerçek ise, kendisi ateşlere bastığında yanmayacaktı.
Aksi halde yanacak ve mızrağın meşru olmadığı ortaya çı-
kacaktı.
Bu iş 8 Nisan 1099'da yapıldı. Önce, odunlar yığıldı,
her zamanki törenle kutsandı, bu konu hakkında hüküm
vermesi için Allaha yalvarıldı. Ondan sonra, dört metre
uzunluğunda bir alana iki sıra odun dizildi ve tutuşturul-
du.60
P. Barthelemy, yalınayak, sırtında gömlek ve elinde
Kutsal Mızrak olduğu halde, yığının arasındaki yoldan geç-
meye zorlandı.
Antakya Destanı'nın 137'nci mısraından başlayan tanı-
ma göre:
Ateş yerinin çevresine pek çok Haçlı toplanmış, odun
atıyorlardı. Zavallı papaz becerikliliğine ve çevikliğine rağ-
59) Gibbon: a.g.e.: 2/667.
60) Brentano: a.g.e.: 79

55
men koşa koşa geçerken karnı ve butları kavruldu ve son
nefesine kadar bigünah olduğunu söyleye söyleye can ver-
di, kutsal denilen mızrağın sahte olduğu da böylelikle mey-
dana çıktı. Tamah ve haset nedeniyle kendi papazlarına bu
adiliği yapan ve seyreden Haçlılardan, Müslümanların ne
bekleyebilecekleri pek kolay anlaşılır. 61
Kal'at-ı Arka'yı alan Haçlılar kıyıdan geçerek yollarına
devam ettiler, İtalya'dan gelen gemiler bol miktarda yiye-
cek getirdikleri gibi, Haçlılar yol üzerindeki kentlerin
Emirlerinden bol bol fidyeler alarak kıyıdan ayrıldılar ve
Kudüs'e doğru ilerlediler.

Kudüs'ün Zaptı

Yurtlarından yola çıktıklarından tam üç yıl sonra Haçlı-


lar, Kudüs'ü gördüler; sevinçten ölenler oldu. 15 Temmuz
tarihine rastlayan Cuma günü saat üçte saldırıp kente girdi-
ler. Dehşet verici bir biçimde katliama başladılar.62
Uzun zamandan beri durmadan böyle hareket etmeye
hazırlanmış ve alışmış oldukları için Haçlıların bağnazlıkları
çok yüksek bir düzeye varmış, yüreklerinde acıma ve insan
lık duygularından hiçbir eser kalmamıştı.
Müslümanların karşı gelmeyip boyun eğmeleri Haçlıları
tatmin etmedi. Kadın, erkek, ne buldularsa öldürdüler. Üç
gün her taraf kana boyandı. Cesetlerin kokması bulaşıcı
hastalıklara yol açtı.
Yetmiş bin Müslüman öldürdüler, Yahudileri de Sina-
61) Gibbon: a.g.e.: 2/67 ve Brentano : a.g.e.: 80
62) Michaud: a.g.e: 4/256

56
gog'da diri diri yaktılar. Kamâme Kilisesine giderek dua et-
tikleri süre boyunca adam öldürmeye ara verdikten sonra
cinayetlerine ve mal yağmasına devam ettiler.63
Müslüman kadınlarını sığınmış oldukları Ömer Cami-
i'nde çocukları ile birlikte ve on bin kadar Müslümanı da
Süleyman tapınağında öldürdüler. Orada kim bulunmuş ol-
sa, ayakları topuk kemiklerine kadar ölülerin kanına batar-
dı. Bu cinayetlerden sonra da yağmaya devam ettiler.64
Godefroy de Bouillon, Haçlı Seferini teşvik etmiş ve
düzenlemiş olan Papa İkinci Urbain'e gönderdiği mektup-
ta: "Kudüs'te bulduğumuz düşmanlara (Müslümanlara de-
mektir) ne yapıldığını öğrenmek isterseniz, biliniz ki: Süley-
man tapınağının kapısı önünde ve tapınağın içinde bizimki-
lerin atları dizlerine kadar Müslüman kanlarına basarak yü-
rüyorlardı," ifadesini eklemiştir.* Bu mektup, Roma'ya ulaş-
tığı zaman Papa ölmüş ve bu tatlı haberi alamamıştı.
Foucher de Chartres, eserinin 18'inci bölümünde di-
yor ki: "Bu şekilde adam öldürmekten bıktıktan sonra,
Haçlılarımız evlere yayılmaya başladılar, ellerine geçen her
şeyi aldılar. Bir eve ilk önce hangisi girerse, bulduğu şey-
lerle birlikte eve de sahip oluyordu. Yasa olarak uygulan-
mak üzere bu ilke daha başlangıçta kararlaştırılmıştı."
Bir insan hangi ulustan, hangi dinden olursa olsun,
yukarda Kudüs anlatılırken gösterildiği üzere Halife Ömer-
ül Faruk'un 636 yılında Kudüs'ü aldıktan sonra Hıristiyan

63) Gibbon: a.g.e.: 2/670


64) Michaud: a.g.e.: 4/258
* Papa'ya bu haberi yollayan Godefroy'un heykeli Brüksel'de "Kral"
meydanında, St. Jacques-sur-Coudenberg Kilisesinin önüne dikilmiştir.
Gelen geçen bu zatın nasıl bir adam olduğunu bilmez de, şöhretine
hayran olur. Zaman her şeyi unutturuyor, yalnızca iftiralar devam edi-
yor.

57
57. sayfada sözü edilen Godefroy'un St. Jacques-sur-Coudenberg
Kilisesinin önündeki heykeli.

halka verdiği berat hükümleri ile Haçlı Avrupalıların vahşili-


ğini karşılaştırdığı zaman, bu saldırganlara ve kurbanlarına
acımamak mümkün değildir.
Kudüs'ün yönetimi için Katolik papazları bir Patrik
seçmeyi, onun kral olarak da tanınmasını teklif ettiler. Fa-
kat bu iddiayı abartmalı, bulan şövalyelerin ısrarı üzerine,
krallığa Godefroy de Bouillon seçildi ve "Kamâme Müdafii"
unvanını aldı.
Hükümdarlığı fiziksel olarak elden kaçıran Katolik pa-
pazları, Ortodoks mezhebini Şii addettirerek, Kudüs Patrik-
liğinin gelirlerini ve yargı hakkını gasbettiler.65 Bundan
başka, Kudüs ile Yafa kentlerinin dörtte birine de sahip ol-
dular.

65) Renaudot, Hist. Patriarch. Alex. s. 479.

58
Yerli Hıristiyanlar kendilerini sözde kurtaranların (Haç-
lıların) demir boyunduruğu altına girdikten sonra, Müslü-
manların hoşgörülü yönetiminden yoksun kaldıklarına üzül-
düler. 66
Katolik papazları doymak bilmediklerinden, yalnız
maddesel çıkar sağlamakla uğraşıyorlardı. Kiliseleri zapte-
derek, piskopos ve papaz atamakla meşguldüler. Böylelikle
Ortodoks papazları, Latin papazlarının hırsına feda edildi.
Haçlıları davet ettiği söylenen Ortodoks patriği Sime-
on'un yerine, ahlakı oldukça kuşkulu bulunan ve İngiltere
Kralı Guillaume'un büyük oğlu Normandie Dükünün rahibi
olan Arnould, Kudüs patrikliğine seçilerek atandı.
Seçimin ertesi günü şafakla birlikte çanlar çalındı. Dua
okunduktan sonra, halk kiliseden çıkıp ve hemen silahla-
nıp, Kudüs üzerine yürümekte olan Mısırlılara karşı koy-
mak üzere batı kapısından dışarı çıktı. Godefroy bunları
yönetmekte olup, yeni Patrik de İsa'nın gerildiği iddia edi-
len çarmıhı taşımaktaydı. Papazların bir kısmı ile kadınlar,
çocuklar, Keşiş Piyer'in idaresi altında olmak üzere Ku-
düs'te kaldılar. Bu güruh sürü halinde kutsal sayılan yerleri
gece gündüz dolaşarak Allahın yardımını ve Müslümanların
öldürülmesini dilemekteydi.
Haçlı ve İslam orduları ovada karşı karşıya gelip çar-
pışmaya başladılar. Haçlılar Mısırlıların ilk saflarını yardık-
tan sonra, Dük Robert bunların büyük sancağını zaptetti.
Bu haber üzerine Mısırlılar çekilmeye başladılarsa da, Go-
defroy şövalyelerin başında olarak şiddetli bir saldırıyla ta-
burlarını dağıttı. İşte o zaman katliam dehşete dönüştü.
Çöle kaçabilenler sefalet içinde öldüler. Böylelikle Haçlılar

66)Gibbon:a.g.e.:2/671.

59
yeni düşmanlarının Türklere oranla pek az korkulacak de-
recede ödlek olduklarını gördüler.67
Haçlı Seferlerinin birincisi böylelikle sona erdi.
Avrupalı tarihçiler ilk Haçlı Seferinin 600.000 kişiye
mal olduğunu söylüyorlar. Fakat bunların geçtikleri yerler-
de Macar, Bulgar ve Rum ahali ile Türk ve Arapların uğra-
dıkları kayıplar elbette ki Frenklerinkinden pek fazladır;
mal kaybı da başka.
Bütün bu vahşilikler Allahın (yani, Allahın oğlu dedik-
leri İsa'nın) kabrini kurtarmak için yapılmıştır. Fakat bu id-
dianın anlamını kavramak hâlâ mümkün olmuyor.

Keşiş Piyer 1100 yılında Avrupa'ya döndü, pek çok


relik getirdi. Belçika'da Huy yakınlarında yaptırdığı manas-
tıra duacı sıfatıyla yerleşip 8 Temmuz 1115'de de öldü.
Vatanlarına dönen diğer Haçlılar da değerli ganimetler
getirmekle gururlandılar. Örnek olarak: Bir şişe içinde Mer-
yem Ana'nın sütünün bir damlası, diğer bir şişede Tevrat'ın
rivayetine göre Mısır'da hüküm sürmüş olan zülümatın (ka-
ranlığın) az bir miktarı, düşünme yeteneğinden yoksun bı-
rakılmış olan halkın tapınmasına sunuldu.

67) Michaud: a.g.e.: 1/254.

60
Değişik Haçlı Seferlerinin izlediği yollar ve bu nedenle felaket ge-
tirdiği yerler
SURİYE'DE FRENK HÜKÜMETLERİ

Birinci sefer sayesinde Haçlılar, Suriye ile Filistin'de


başlıca dört hükümet kurdular:
a) Kudüs Krallığı: 1099'dan 1187 yılına kadar 88 yıl
sürmüş ve Salahaddin Eyyubi tarafından ortadan kaldı-
rılmıştır.
b) Edesse (Urfa) Kontluğu: Godefroy'un kardeşi
Bodouin tarafından 1098'de kurulmuştur. Bodouin Türkle-
re esir düşüp Sivas'a götürülmüş ve 1103'de fidyesi bir Er-
meni tarafından verilerek esirlikten kurtulmuştur. Urfa ile
dolayları 1144 yılında Türkler tarafından alınmış ve Frenk
egemenliği ancak 46 yıl sürebilmiştir.
c) Antakya Prensliği: Tarente Prensi Prinsi tarafın-
dan 1098'de kurulmuş ve hiçbir zaman Kudüs Krallığına
bağlı olmamıştır. 1267 tarihine kadar, 169 yıl devam et-
miş ve Mısır Sultanı Beybars'ın istilası ile son bulmuştur.
d) Trablus Kontluğu: 1108 yılında 70 Ceneviz ge-
misi ile gelen Bertrand, kenti kuşatıp almıştır. Çevre bütü-
nüyle yağmalanmış ve yıkılmıştır. Kentte yün, ipek ve ke-
ten kumaş dokumakta usta 4000'den fazla işçi vardı. Bu
sanat Haçlılar tarafından ihmal edildi ve mahvoldu. "Ken-
tin kütüphanesinde İran, Arap ve Rum edebiyatına ait
62
eserler bulunduktan başka, yüz hattat sürekli olarak çalış-
maktaydı. Kentin kadısı değerli kitap bulmak için her tarafa
adamlar yollar dururdu. Kent Haçlıların eline geçtikten
sonra bu kütüphane yakıldı."68 Bir kesim cahil ve tutucu
olursa, yapacağı iş elbette öyle vahşiliktir.

Askeri Tarikatler

Filistin'de tutunmakta en çok ilgilenen kilise ileri gelen-


leri, askeri teşkilata ve keşiş faktörüne dayanmıştır. Bu
amaçla oluşturulan 3 tarikate girenler, Türklerle Araplara
karşı savaşacaklarına yemin ederlerdi.69
"Büyük Üstad" adını verdikleri başkanlar, soylu aileler
arasından seçilirdi.
Askeri tarikatler Haçlıların Kudüs'e yerleşmesinden
sonra kurulmuştur. Kudüs'ün geri alınmasından sonra, biri
Rodos'a, biri Almanya'ya, biri de Fransa'ya çekilmiştir.

1101 Seferleri

Bu seferleri yapanlar tümüyle yenilgiye uğradıkların-


dan, Avrupa'nın yeni yazarları konuyu sessizce geçirtirmek-
te ve Haçlı Seferlerinin aslında ikincisi olduğu halde bunu
sıraya almamaktadırlar. Önemi nedeniyle aşağıda kısaca
özetlenmektedir.

68) Michaud: a.g.e.: 1/305


69) Michaud: a.g.e.: 1-490 - 493 - Weber: a.g.e.: 1/293.

63
Birinci sefer sırasında Haçlılar, Kudüs'e gelinceye ka-
dar büyük kayıplar vermişlerdi. Daha Antakya'dan hareket
etmeden önce Avrupa'dan yardım istediler. Bu konuda
gösterdikleri mektuplar, kiliselerde okunup halk coşturul-
du. Kudüs'ün alınması yeniden dindar bir heves uyandırdı-
ğından yeni bir sefer hazırlandı.
Almanya imparatorunun akrabasından Poitiers Kontu
Dokuzuncu Guillaume başa geçti.
Gerek İtalya'da, gerek Almanya'da Haçlıların şevki ve
hevesi birinci seferkinden daha genel oldu: Yalnız Lombar-
dia'dan 100.000 Haçlı sefere çıktı. Birliklere Baviera Dükü
Wolf ile İmparatorluk İmrahoru Konrad komuta etmektey-
diler. Avusturya Kontesi İda da bunlara katıldı. Savoy kon-
tuyla Hughes papazlara pek çok ihsanda bulundukları gibi,
diğer zenginler de kilise ve manastır yaptırdılar.
Birinci ordu, Lombarlardan kuruluydu. Halkı Hıristi-
yan olan Bulgaristan'dan ve Bizans eyaletlerinden geçer-
ken önceki Haçlılar gibi, yapmadıkları taşkınlık ve soygun-
culuk bırakmadılar. İstanbul'da büyük karışıklıklar çıkardılar
ve büyük kayıplara yol açtılar. Saraya da saldırdılar. Arma-
ğan vermek ve yalvarmak sayesinde İmparator Aleksi bu
yağmacıları Anadolu'ya geçirebildi.
Kafile İzmit ve Hersek dolaylarında karargâh kurdu.
Oraya Konrad yönetiminde bulunan seçme Alman askerleri
ve Laon ve Soisson piskoposlarının yönetiminde Fransız
Haçlıları geldi. Her Haçlı ordusunda olduğu gibi, bu ordu:
Hacı, papaz, keşiş, kadın ve çocuktan oluşmuş 260.000
kişiye varmaktaydı.70
Kudüs'e gitmeden önce Bağdat'ı ve Horasan eyaletini

70) Michaud: a.g.e.: 1/262

64
fethetmekten söz edecek kadar da cahildiler. Fakat bu fikri
ilham edenlerin gizli amacı: İki yıl önce Türklere esir düşüp
Sivas'a sürülmüş olan Urfa Kontu Bodouin'i kurtarmaktı.
1101 yılı Mayıs ayında Haçlılar yola çıkıp doğuya doğ-
ru giderek, yiyecek sıkıntısı çekmeksizin ve düşmana rastla-
maksızın yollarına devam edebildiklerinden, gururlan büs-
bütün arttı.
21 Haziranda Ankara kalesine geldiler, kaleyi aldılar
ve Türklerden oluşan halkı kılıçtan geçirdiler.71
Oradan Çankırı'ya gittiler, fakat orayı alamayıp yolları-
na devam ettiler. Türkler bu arada Haçlıları rahatsız etmeye
başladılar. İstilacılar birkaç birlik halinde ayrıldı. Oysa
alınan her türlü tedbire rağmen yollarda kayıp vermektey-
diler. Birlikler yine birleşti ve biraz rahat buldu. Kıtlık gün-
den güne artmaktayken Haçlılar, Osmancık Ovasına geldi-
ler. Merzifon'a doğru yola çıkmaya hazırlandıkları sırada,
büyük bir savaş olacağını Milano piskoposu hepsine duyur-
du. Elinde tuttuğu Saint Ambroise'a ait olduğunu söylediği
kolu göstererek orduyu dolaştı. Raymond de Saint Gilles
de Antakya'da keşfedildiği söylenen Kutsal Mızrağı aynı şe-
kilde' gezdirdi. Bütün Haçlılar günahlarını itiraf işlemine
zorlandığından, papazlar bu işlerle pek meşgul oldukları gi-
bi, İsa adına günahları bağışlamak sayesinde de Haçlıların
umutsuzluğunu bir hayli giderdiler.
Ordudaki her ulus ayrı savaşa girdi, önce Lombarlar,
Türklerin saldırısına karşı durdular. Fakat birkaç saat sonra
çadırlarına döndüler. Bunun üzerine Konrad, Almanlarla
birlikte saldırıya geçti. Ne var ki, âdeta bir ok yağmuruna
uğramış gibi bitap düşüp yerlerini İtalyanlara bırakarak çe-
71) Michaud: a.g.e.: 1/263.

65
kildiler. Daha sonra Burgonyalılar ileri atıldılarsa da onlar
da sonradan geri döndüler.
Başlarında Kont de Blois ile Laon piskoposu olduğu
halde Fransızlara sıra geldi. Bunlar da akşamüstü bitkin bir
durumda karargâha döndüler. En sonunda Raymond de
Saint Gilles, adamlarıyla ilerledi. Fakat bütün atlıları ölün-
ce, Türklerin izlemesinden kurtulmak üzere yüksek bir te-
peye çekildi.72
Gece olunca iki ordu birbirinden iki mil uzaktaki karar-
gâhlarında toplandılar. Raymond'un askerleri ile birlikte Si-
nop'a doğru kaçtığı haberi birdenbire Hıristiyanlar arasına
yayıldı. Kaçabilecek halde olanların tümü birden karargâh-
tan uzaklaştılar. Sabah olunca Türkler Hıristiyan çadırları-
na saldırdılar. Bu çadırlarda ancak yaşlıca hanımefendiler,
bakireler, çocuklar ve hastalar kalmıştı. Kaçan kocalarının
ve akrabalarının bırakmış olduğu bu kadınlar, "bar-
barlardan (Türkler demek isteniyor!) başka kimse kalmadı-
ğını görünce ve bunların ellerine düşeceklerini anlayınca
ne kadar üzüldükleri ortadadır. Zayıf bir halde ve titremekte
bulunan bu halk kitlesini Türklerin acımasızlığından ko-
ruyacak kimse bulunmadığını anlamakta ve Albert d'Aix'in
ifadesine göre Türklerin iğrenç perçemleri ile vahşi görü-
nümleri siyah ve pis bir durumda bulunan cinlere benze-
mekteydi. (Yeniklerin böyle çirkin iftiralarda bulunmaları
yalnızca kendi küçüklüklerini gösterir). 1 Temmuz 1096
tarihinde, İnönü Savaşında Haçlılar yenilir gibi olunca, ka-
rılarının ve kızlarının süslenerek Türklerle buluşmaya başla-
dıkları hatırlanırsa, Albert dAix'in kullandığı sözcüklerin
anlamsızlığı anlaşılır. Bundan başka, Haçlıları Türklerin
Anadolu'ya davet etmediklerini de unutmamak gerekir. Ka-
72) Michaud: a.g.e.: 1/265.

66
çan Haçlılar, analarını, karılarını ve kızlarını Osmancık'ta
Türklerin insafına ve merhametine bırakmış olduklarından,
nefret ve hakarete yalnız kendileri müstahaktır.
Türkler bu yağmacı ve korkak istilacıları izlediler. Mic-
haud diyorki73: "Üç mil boyundaki alanda gerek kaçanlar,
gerek kovalayanlar, altın paralar, altın, gümüş kap ve ça-
naklar ve ipek kumaşlar üzerinden geçiyorlardı. Ziynet sa-
yılabilecek bu eşya üzerinde öldürme belirtileri görünmek-
teydi. Sinop'a doğru uzanan bütün yerlerde, Hıristiyan ka-
nının dökülmediği hiçbir ova, hiçbir geçit, ıssız hiçbir yer
yoktu."
Türklerin Haçlıları çağırmadıklarını, bu gibi saldırgan-
ların İnönü'nde, Antakya'da, Maarra'da ve Kudüs'te ne gibi
iğrenç hareketlerde bulunduklarını ve her tarafta kaçarken
yerlere atılan eşyanın haydutlukla elde edilmiş olduğunu
Michaud'nun bu vesileyle hatırlamaması, bir tarihçinin ya-
pabileceği en büyük yanlıştır.
Frenk tarihçileri, bu olayda açlıktan, yorgunluktan ve
üzüntüden ölenlerin 160.000 kişiyi bulduğunu söylüyorlar.
Fakat bunların bir kısmı kaçtığı gibi, önemli bir kısmı da
Türklere esir düşüp canlarını kurtarmış ve insaflı davranışla
karşılaşmış olabilirler.
İkinci ordu - Kont de Neuverre ile Kont de Bouge yö-
netimi altındaki Haçlılar 1101 Mayısında İstanbul'a gelip
İzmit'e doğru yollarına devam ettiler. 15.000 silahlı asker-
den kurulu olan bu güruh arasında, öncekilerde olduğu gibi
pek çok keşiş, kadın, çocuk ve silahsız halk kafileleri de
bulunuyordu. İki haftada Ankara'ya geldiler. Lombar kitlesi-
nin başına gelenleri haber alınca güneye doğru yürüdüler.

73) Michaud: a.g.e.: 1/266.

67
Selçuk devletinin başkenti olan Konya'yı birkaç gün
kuşatmadan sonra yine yollarına devam ettiler. Ereğli do-
laylarında Türkler göründü.
Kont de Neuverre'in kardeşi olup ordunun bayrağını
taşıyan Robert kaçmaya önayak oldu. Ona katılan diğer
reisler de Adana'ya doğru kaçmaya başladılar. Haçlıların
çadırları ve malları Türklerin eline geçti. "Binlerce kadının
ve çocuğun barbarların eline düşüp Horasan'a götürüldü-
ğünü Fransız yazarı ifade etmektedir.74
Üçüncü ordu - Guillaume de Poiteu yönetiminde olup,
Clermont piskoposu, Baviera Dükü Wolf ve Avusturyalı
Kontes 1da da birlikteydiler. İstanbul'a geldiler. Fakat o za-
manki yazarların dedikleri gibi, "Anadolu'ya gidenler kab-
ristana gitmiş demek olup bir daha geri dönemediklerin-
den", önceki kafileler konusunda bilgi alamadılar. Haçlıla-
rın bir kısmı Anadolu'yu "Batı uluslarını yutan geniş bir
kabristan" diye gördüklerinden, Filistin'e denizden gitmek
istiyorlardı. Diğer bir kısmı da Bizans imparatoru Haçlıları
denizde izler ve öldürür diye korkmaktaydılar.
Tarihçi Ekkard diyor ki: "En acıklı kararsızlıkların so-
nucu olarak, baba kızından, kardeş kardeşinden, dost dos-
tundan ayrılmakta ve canını kurtarmak için yapılan bu işler
ölmek korkusundan ve acısından daha şiddetli olmaktaydı.
Kimi gemiyle gitmek, kimi Rumeli'ne dönmek, kimi de ge-
miye bindikten sonra denize atılıp, esas kaçınmak istedikleri
ölüme doğru gitmek yollarını seçtiler." Alman Haçlıları
arasında bulunan bu tarihçi, uzun süre kararsızlık geçirdik-
ten sonra, pek çok arkadaşıyla birlikte gemiye binip Ya-
fa'ya vardı.75
74) Michaud: a.g.e.: 1/267.
75) Michaud: a.g.e.: 1/267.

68
İçinde pek çok kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar bulunan
bu ordu, orak zamanı İzmit'e geldi. İlk Haçlıların yolunu iz-
leyerek Konya Ereğlisine varınca Türklerle karşılaştı. Deh-
şetli bir çarpışmadan sonra Haçlılar kaçmaya başladılar.
Birkaç kont, baron ve dük dağlara sığınarak kurtulabildi.
İki yerinden ok ile yaralanan Dük de Vermandois, Tarsus'a
kadar gidebildi ve orada öldü. Gerek çatışma sırasında, ge-
rek kaçarken Kontes İda ile pek çok tanınmış soylu karıları
ve kızları kayboldu. Bazı yazarlar; Kontes İda'yı atların ez-
diğini, bazıları da Türkler tarafından Horasan'a götürüldü-
ğünü ifade ederler.76
İkinci ve üçüncü ordulardaki kitlelerin uğradıkları sonu
anlatan batılı tarihçiler galip taraf hakkında söylemedikleri-
ni bırakmıyorlar. Örnek olarak, ikinci ordu Haçlıları için
anlattıklarına bakılırsa, Türkler acımasız ve hunhar olmala-
rına karşın, Haçlıların seçme kişilerden kurulu olduğu, yan-
larında da ırz ve namus örneği olan kadınlar ve aziz keşiş-
ler bulunduğu sanılabilir. Avusturyalı Kontes İda'nın da Ho-
rasan'a götürüldüğü ekleniyor. Horasan'ın dağlar ve batak-
lıklarla çevrili olarak dünyanın diğer ülkelerinden ayrı bu-
lunduğu ve Hıristiyan esirlerin hayvan sürüleri gibi ahırlara
kapatıldığını Albert d'Aix ekliyor. Fakat bu haberleri kim-
den aldığını yazmıyor. Aldıkları esirleri hizmetlerinde kul-
lanmadıktan ya da öldürmedikten başka, üç ay uzaktaki yere
götürüp orada beslemek gibi aptalca bir harekete Türklerin
niçin giriştiklerini düşünmeyen ve düşmanlarına karşı bu
türlü iftiralarda bulunarak insanları birbirine düşüren yazarlar
kadar insanlığa zarar veren hiçbir istila ordusuna da
rastlanamaz.
(Masal sayılabilecek bir söylentiye göre; Kontes 1da,

76) Michaud: a.g.e.: 1/268

69
bir Türk emirine esir düşüp ünlü İmadettin Zengi'yi doğur-
muştur. Haçlının bu ifadesi, İmadettin'in değerini anasının
Avrupalı bir Hıristiyan kadının kanından olduğuna yorum-
layarak böbürlenmek ve Türkü küçültmek için olsa gerek-
tir.)
Özet - Böylelikle hepsi de aynı sonuca uğrayarak üç
büyük Haçlı ordusu yok olmuştur. Michaud diyor ki77: İlk
Haçlı Seferinin başarıyla sonuçlanması durumu, Avrupalıla-
rın büyük hayallere kapılmasına yol açmıştır. Kudüs'e ka-
dar Anadolu'da kendilerine karşı koyacak kimse kalmadığı
ve bundan ötürü zorluğa ve engele rastlanmayacağı hayali-
ne kapılarak gitme isteği, felaketin önemli bir nedenidir.
Aradan 820 yıl geçtikten sonra bile, Avrupa büyük
devletlerinin politikaları bu zihniyete göre yönetilmekteydi.
Şöyle ki: 30 Ekim 1918'de Mondros'da ateşkes imzalan-
dıktan sonra, artık Türk ulusunun öneminin kalmamış ol-
duğunu sandılar. Aradan dört yıl geçmeden, ne kadar al-
danmış olduklarını acı biçimde anladılar ve Mustafa Ke-
mal'in zafere ve kurtuluşa ulaştırdığı Türk ulusunun kayıtsız
şartsız özgürlüğünü 24 Temmuz 1923'de imzaladıkları Lo-
zan Antlaşması ile kabul ederek onayladılar. Avrupa'da pek
büyük adamlar yetiştiğine kuşku yoktur. Fakat bunların bir
kısmı Haçlı ruhunun etkisi altında kaldığı, düşmanlık gös-
terdiği, olaylardan anlaşılıyor. Bu durum göz önünde tutu-
larak, Türklüğe ilişkin yazdıklarını ve söylediklerini iyice
tartmak gerekir.

77) Michaud: a.g.e.: 1/269.

70
İKİNCİ HAÇLI SEFERİ

Haçlıların Kudüs'de kurdukları krallık, bir taraftan Mı-


sırlılar, bir taraftan da Türkler ile mücadele etmek zorunda
kaldığı halde tutunabilmeleri, Avrupa'dan gemilerle aldıkları
yardım ve Müslümanların birbirleri ile uğraşmaları sayesin-
de mümkün oluyordu. Fakat yardım gitgide azalmakta ol-
duğundan, durum günden güne zorlaştı. 1144 yılında orta-
ya çıkan bir olay bu zorluğu arttırdı. 78
Selçuk devletinin önemi kişilerinden İmadetin Zengi,
Frenklerin kurduğu devletin doğu tarafındaki toprakların
önemli bir kısmını geri aldı. Oğlu Nurettin de bu fetihleri
genişletip 1144 yılında Urfa'yı alarak o taraftaki Frenk bas-
kısına son verdi.
Türklerin böylelikle Kudüs'e yaklaşmaları, rahip Saint
Bernard'ı harekete geçirdi. Bu keşiş İkinci Ennocent'ın Pa-
pa seçilmesine hizmet etmiş olduğundan, büyük nüfuz ka-
zanmıştı. Sevaba girme umuduyla kendine uyguladığı işken-
celerin büyük izleri vücudunda görülmekteydi.79
Almanya'da Spire kilisesinde verdiği bir vaaz sırasında-
ki teşvikleri ile İmparator Üçüncü Gonrad'ın da Haçlı Sefe-
78) Weber: a.g.e.: 1/300-1
79) Weber:a.g.e.: 1/301.

71
rine gitmesine sebep oldu. Diğer taraftan Champagne
Kontu Thibaut, Fransa Kralı Yedinci Louis'ye karşı isyan
etmişti. Kral, Papa'nın önerisine rağmen bu tehlikeli asiyi
cezalandırmaya kalkıştı, kontu kovalayıp her tarafı yaktı ve
kana buladı. Vitry kasabasına saldırarak alıp, karşılaştığı
halkı kılıçtan geçirdi. Kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar, kurtu-
labilmek umuduyla kiliseye sığındılar. Kral kiliseyi ateşe
verdi, 1300 kişiyi diri diri yaktı.80
Saint Bernard, krala bir mektup yolladı. "Ayaklar altı-
na alınan kilise hukukunu ölünceye kadar savunmaya uğra-
şacağını, fakat kalkan ve kılıç kullanmayıp kendisine layık
olan ağlama ve dua etme araçlarıyla savaşacağını" bildirdi.
Kral hatasını itiraf etti ve Tanrının hışmına uğrama korkusu
zihnine büyük bir etki yaptı.
Keşişin amacı, bir kiliseyi yok eden hükümdarı bu yol-
la korkutarak papaz sözüne uymaya zorlamaktan ibaretti.
Kral Louis, Tanrının cezasına uğramaktan her an
korkmaktaydı. Büyük cinayetleri bağışlatmanın papazlar
gözünde tek yolu Kudüs'teki kutsal yerleri ziyarete gitmek
olduğundan, Louis de Müslümanlarla savaşmaya karar ver-
di. Bourges kentinde topladığı bir mecliste bu kararını
açıkladı ve Langre Piskoposu Godefrois, kralın bu niyetini
alkışladı.81
Saint Bernard'ın önerisi üzerine Louis Papaya bir elçi-
lik heyeti yolladı. Papa da bu niyeti onaylamakla kalmayıp
bütün Katolikleri bu sefere katılmaya teşvik etti, ilk sefere
gidenlere İkinci Urbain'in vaadettiği bütün çıkarları, izinleri
ve ayrıcalıkları tekrar verdiğini her tarafa yolladığı mektup-
larla duyurdu. Sermayesi yalnızca izin vermekten ibaret
80) Michaud:a.g.e.: 1/360.
81)Michaud:a.g.e.: 1/361.

72
olan bu nimetler, 1145 Aralık ayında Viterbe kentinde Pa-
pa'nın imzaladığı fermanda açıklanıp belgeleniyor, Saint
Bernard da seferin gerçekleştirilmesiyle görevlendiriliyordu.
Vesailailles kentinde kurulan bir meclise pek çok pa-
paz ve sivil koştu geldi. Saint Bernard tövbe edenlere özgü
bir kılıkta kürsüye çıktı, krala ve halka dedi ki: "Silah şakır-
tısı, tehlike, çalışma, türlü türlü zahmet; işte Tanrı'nın size
yüklediği görevler. Müslümanları yenmekle bütün günahla-
rınızı bağışlatın ve kutsal diyarın kurtarılması, pişmanlığını-
zın değerli ödülü olsun."
Bu sözleri dinleyen zavallıların hepsi de keşisin sözleri-
ne inandılar, tümünün şevk ve neşesi son dereceyi buldu.
Herkesin huzurunda Kral Louis, "Saint Bernard'ın
ayaklarına kapandı" ve istediği bir haçı keşişin elinden al-
dıktan sonra hazır bulunanları ağlatan bir konuşma yaptı.
Yanında bulunan Kraliçe Eleonore de Guyenne de keşişten
bir haç alıp omzuna taktı. Kraliçenin bu hareketini gören
ve işiten pek çok kadın da onu taklit etti. 82
Noillone Piskoposu Simon, Langre Piskoposu Gode-
frois, Arras Piskoposu Alain,' Lisieux Piskoposu Arnould
da Saint Bernard'ın ayaklarına kapanıp Türklere karşı sava-
şacaklarına yemin ettiler.
Bir tepenin üstünde yemin edilen yerde bir kilise yapı-
lıp Saint Bernard'ın vaaz verdiği kürsü halkın saygı ve ziya-
retine sunuldu; bu tören 1789 yılına kadar altı buçuk yüzyıl
sürmüştür.
Saint Bernard'ın başkomutan olmasına karar verildiği
halde, kurnaz keşiş bu tehlikeli görevden kaçmış, sunduğu
özür üzerine bu görevi kabul etmemesini Papa da uygun
görmüştür.
82) Michaud: a.g.e.: 1/365.

73
Halkı teşvik etmek konusundaki görevini bu keşiş o
kadar kusursuz biçimde yapmıştır ki, Papa Üçüncü Urba-
in'e yazdığı mektupta: "Köyler ve şatolor bomboş gibidir.
İçlerinde babaları sağ olan (yani sefere giden) yetimler ile
dullar vardır," demiş ve vaaz verdiği yerlerde işe yarar kim-
selerin tümünün sefere katıldığını ima etmiştir.
Fransa'daki faaliyetlerinden sonra Saint Bernard Con-
rad'ın Spire kentinde topladığı imparatorluk meclisinde de
hazır bulunmuştur. Conrad sefere gitmek istemediğinden,
birtakım özürler göstermiştir. Fakat keşiş buna cevap ve-
rip, Papalık makamı kendisini imparatorluk mevkiine getir-
diği gibi, onu savunmayı da üstlenmiş olduğunu, Tanrının
kendisine yardımcı olup onu koruyacağını sağlamak şeklin-
de kuru bir vaatte bulundu. Bu gibi sözlere inananlar saye-
sinde papaz topluluğu halkın zihnini istediği şekle sokabil-
miştir.
Bunun üzerine imparator, keşişin verdiği haçı ve Tan-
rının takdis ettiği ifade olunan bayrağı almış ve harekete
geçmiştir. Bir imparator buna inanırsa, halkın nelere ina-
nabileceğim tahmin etmek pek de güç değildir.
Müslüman milletler de Hıristiyanlarla savaşlara girişir-
lerdi. Fakat bu savaşlar ülke halkı ile ve fetihler yapmak
amacıyla girişilen savaşlardı. Oysa ortaçağ Avrupasının
milletleri yalnız Türkleri yok etmek için, Kudüs'ü almak ve
korumak bahaneleriyle savaşa girişir ve bu uğurda her ül-
keden gönüllü toplanırdı. İngiltere'den bile pek çok kişi bu
sefere katıldı.
Biri Fransız, diğeri Alman olmak üzere iki ordu kurul-
du. Her birinin başında bir hükümdar ile Papa'nın bir tem-
silcisi bulunmaktaydı. Bu ordular yetmişer bin atlıdan olup,
pek çok piyade halk da beraber gitmekte ve toplamı, Rum-
lar, 900.000 kişi tahmin etmekteydiler.
74
Almanlar Ratisbonne'da, Fransızlar da Metz'de toplan-
dılar. Diğer taraftan aynı sefere katılmak üzere Danimarka,
Frise ve Flandre Haçlılarını taşıyan 53 gemi fırtınadan kur-
tulmak için Lizbon limanına sığındı. Haçlılar bu fırsattan
yararlanarak Portekizlilerle uyuşup çevredeki Arap bölgele-
rini yağmaladılar, halkı kılıçtan geçirdiler. Bundan sonra
bir kısmı vatanlarına döndü, bir kısmı da Kudüs'e gitmek
üzere yoluna devam etti.
Zorlukların en büyüğü para sağlama konusuydu. Sefere
gidemeyenler para verdiler. Kudüs'e varamadan ölenlerin
vasiyetleri gereğince bağışladıkları paralar papazlara
teslim ediliyordu. Kral Louis de borçlanmaya gitti ve vergi
topladı. Bir taraftan da Saint Bernard, Yahudilerin parala-
rına el koyarak bunları cezalandırmayı düşünüyordu. Bu
yolda hareket etmesini krala önerdi ve bu öneriye göre ha-
reket edildi.83
İlk Haçlı Seferinde zenginleşmiş olan papazlar da, bu
yeni seferin masraflarına kaynak olmak üzere hayli para
verdiler. Her sınıf halk bu ödemelere katıldı.84
Diyet meclisinin tekrar toplanışında Saint Bernard'ın
bir mektubu okundu. Pek çok prens ve rahip, İsa'nın mira-
sını savunacaklarına yemin ettiler. Bu "İsa'nın mirası" deyi-
mi sık sık nutuklarda geçer, fakat ne anlama geldiğini anla-
mak yalnızca Hıristiyanlara kısmet olmaktaydı.
Yazar Otton: "Bu işte hayran olunacak şey, hırsızların
ve haydutların gelip İsa uğruna kanlarını dökmeye yemin
ettikleridir. Her makul insan bu durumu Tanrının ilhamına
yorumlamakla utanç da duyardı," diyor. Fakat bu işin Tan-
rının ilhamı ile en küçük bir ilgisi olmayıp, günahların ve
83) Michaud: a.g.e.: 1/377.
84) Michaud: a.g.e.: 1/378.

75
suçların bağışlanmasından ve yağmacılığa izin verilmesin-
den ibaret olduğu da ortadadır.
Müslümanlara karşı savaşılması ve Haçlılara Tanrının
yardım edeceği, papazların, soyluların ve halkın tek düşün-
cesini oluşturdu. Saint Bernard, Ren Nehri kıyılarındaki
köyleri dolaştı, duası sayesinde körlerin gözlerinin, sağırla-
rın kulaklarının açıldığı, topalların yürüdüğü ve hastaların
iyileştiği teraneleri her tarafa yayıldı. Bir tek gün içinde
otuz altı mucize gerçekleştirdiği, bunların her birinin kilise
çanlarıyla haber verildiği ve her defasında halkın: "İsa! Bi-
ze rahmet et! Bütün azizler! Bize yardım edin!" diye bağır-
dığı her tarafa duyurulmaktaydı. Birkaç kere bu keşişin el-
bisesi kapışıldı, parçaları haç şeklinde omuzlara dikildi. Pa-
pazlar halkı işte bu dereceye indirmişlerdi.
Saint Bernard, Fransa'ya dönüp Etampes'da toplanan
meclise katıldı. Her taraftan gelen elçilerin getirdikleri
mektuplarla prenslerin Haçlı Seferine katılma isteğinde bu-
lundukları ve Müslümanlara, yani Türklere karşı harekete
geçmeye hazır oldukları bildiriliyordu.
Yola çıkma zamanı gelince, Kral Louis, Fransa kralla-
rının savaşlara götürdükleri bayrağı almak üzere Paris yakı-
nındaki Saint-Denis manastırına gitti. Diz çökerek azizin
kendisini korumasını diledi. Bu törenin yapılmasından ve
manastır başrahibine Fransa'nın idaresini teslim ettikten
sonra, yanına kraliçe ve saray halkının büyük bir kısmını
da alarak yola çıktı.85
Haçlıların sayısı ve niteliksizliği Bizanslıları dehşete dü-
şürmekteydi. Fakat "Türklerin müthiş kudretleri" Frenklerle
Rumlar arasındaki düşmanlığı bir süre için hafifletti. Türk
başkentinin İznik'ten Konya'ya taşınmasından sonra Rum-
85) Michaud: a.g.e.: 1/378-79.

76
lar bu sefer sırasında imparatorluğun güvenliğini tehdit
eden, görkemine hakaret eden Haçlılara artık dayanamaz
oldular. Bunlara dostça davranacakları yerde, Rumeli'nde
ve Anadolu'daki kentler Haçlılara kapılarını kapayıp, duvar-
lardan iplerle, yetmeyecek miktarda yiyecek veriyorlardı.
Bu nefretin nedenleri bilinince gerçi mazur görülebilirse
de, ekmeğe kireç ve benzer maddeler karıştırılması insani-
yet duygusuyla onaylanamaz. Geçitlerin savunulması, köp-
rülerin yıkılması için Bizans hükümeti tarafından valilere
gizli emirler yollanıyordu. Yolda kalan Haçlıların malları
yağma ediliyor, kendileri idam ediliyordu. Askerlere ve
hayvanlarına oklar atılarak telef ediliyordu. Yataktaki has-
taları yakmakta, öldürdükleri Haçlıları yollarda ağaçlara as-
maktaydılar.
Bu gibi vahşi hareketler Haçlılarda da görülmekteyse
de, Rumlarınkiler Frenkleri çok öfkelendiriyordu. Bizanslı-
larla Türkler arasındaki ilişkiler dostça bir havaya dönüştü.
İmparatorlar Türklerle mektuplaşırken Isaac Lange da İs-
tanbul'da bir cami yapmalarına izin verdi.86
Alman İmparatoru Üçüncü Conrad'ın götürdüğü Haçlı-
ların sayısı 300.000 kişiden çoktu. Bunlar arasında, tıpkı
şövalyeler gibi giyinmiş bir kadın birliği de vardı. Başların-
daki kadın komutan deriden yapılmış bir şalvar giyiyordu.
Mahmuzları yaldızlı olduğundan kendisine, "Altın Bacaklı
Hanım" unvanı verilmişti.87
İmparator hükümetin yönetimini papaz Corvey'e hava-
le ettikten sonra yola çıktı. Ordu Trakya sınırına gelince,
Haçlılar Rumların hainliğinden, Rumlar da Haçlıların zor-
balık ve şiddetinden şikâyete başladılar.

86) Gibbon: a.g.e.: 2/679.


87) Gibbon: a.g.e.: 2/678.

77
Haçlılar Kâğıthane'ye kondular, biraz sonra da Anado-
lu'ya geçirildiler. Orada pek kalabalık Türk atlıları bu istila-
cılara saldırdı, öyle mağlup ettiler ki, içlerinden ancak yüz-
de onu İstanbul'a kaçabildi.88
Dikkate değer bir nokta, Dumlupınar taraflarında yer
alan bu olaya benzer biçimde, 775 yıl sonra o Türklerin
soyundan oluşturulan mücadele ordusu, yine o taraflarda
müttefiklerin musallat ettiği Yunan Haçlı ordusunu perişan
ederek Türkün istiklalini elde etmiştir.
Conrad İstanbul'a doğru kaçarken Fransız kralına rast-
layıp serüvenini anlatmış ve onun da aynı duruma düşece-
ğini söyleyip uyarmışsa da sözü dinlenmemiştir. Conrad İs-
tanbul'da birkaç gemi kiralayıp, kurtulabilen birkaç bin
Haçlı ile Suriye'ye gitmiştir.
Bu arada yoluna devam eden Fransa Kralı Louis'nin
Konya yolunu bırakıp İzmir yolunu tuttuğu bilinmektedir.
Noel yortusunu kutlamak üzere birkaç gün Ayasuluk (Efes)
kentinde kaldı. Ondan sonra kolaylıkla Menderes geçildi
ve bu durum Tanrının bir lütfu sayıldı. Hatta Haçlılardan
birkaç kişi, "kılıçlı bir süvarinin Hıristiyan ordusu ile birlikte
nehri geçip yol göstermiş olduğu" iddiasında bile bulundu-
lar.89 Fakat bu yol orduyu kurtuluşa götürmedi, felakete
sürükledi.
Haçlı ordusu Denizli yakınlarında, şimdi Eskihisar de-
nilen Laodicee kentine vardı, orada Conrad'ın ordusunun
uğramış olduğu felaketin ayrıntılarını öğrendi.
Ordu derhal Antalya'ya doğru yola çıktı. Ertesi gün
öğle vakti bir dağın eteğine geldi, üçe ayrıldı. Bayraktar
Godefrois de Rancon yönetimindeki öncü birlik sarp geçit-
88) Weber:a.g.e.: 1/301. 89)
Michaud:a.g.e.: 1/390.

78
lerden geçerek dağın arkasındaki derenin kenarlarında ça-
dır kurdu. Diğer birlikler de yavaş yavaş ilerledi. Türkler
birdenbire saldırdıklarından bu bölüm pek müthiş bir du-
rumda kaldı.90
Bizzat kralın komutasında ilerleyen en gerideki bölüm
diğerleri ile birleşemeyip dağın beri tarafında kaldı. Gecele-
yin kalabalık Türk grupları karargâhı bastılar ve orduyu da-
ğıttılar. Kral Louis ile Kraliçe Eleonore karanlıkta bir ağaca
çıkıp kurtulabildiler ve şafakla birlikte öncü kola yetiştiler.91
Ordunun sağ kalabilenleri Bizans yönetimi altında bu-
lunan Antalya limanına geldi. Çevredeki istihkâmlar Türk-
lerin elindeydi. Antalya halkı kale duvarları sayesinde rahat
yaşamakta olduklarından. Haçlı ordusunu kabul etmeye razı
olmadılar. Haçlıların bu uğradıkları uğursuzlukların biteceği
konusunda hiç umudu kalmayınca moralleri bozuldu ve
cesaretleri kırıldı. Gemi bulunması konusu Antalya Rum
valisiyle görüşüldü. Beş hafta bekledikten sonra gelen ge-
milerin bütün orduyu yükleyemeyeceği anlaşıldı. Bu biçare-
ler ne gibi bir felaket uçurumuna düşeceklerini anlayınca,
bu hale sebep olan Keşiş Saint Bernard'a lanet etmiş olsa-
lar gerektir.92
Kral Louis gemilere yüklenilemeyecek olanlara soylu-
lardan üç baş tayin etti. Kraliçe Eleonore'u, saray halkı ile
atlılardan kalanları alarak gemiye bindi. Bu sırada pek çok
Haçlı gemiye bakmaktaydı. Gemi gözden kaybolunca da,
yüzyüze kaldıkları tehlikeleri üzgün üzgün düşünmeye baş-
lamışlardı.
Hem kral, hem ordu komutanı olarak bir yıldan beri
90) Michaud: a.g.e.: 1/391.
91) Gibbon: a.g.e.: 2/680.
92) Michaud: a.g.e.: 1/394.

79
bin zorlukla sürüklediği askerleri böylece kendi başlarına
bırakıp kraliçeyle maiyetini alarak kaçan Kral Louis'nin bu
hareketi hem savaşçı millet olan Fransızların, hem de ha-
sımları olan Türklerin niteliklerine taban tabana zıt oldu-
ğundan, ayıplanması doğaldır.
Antalya'da bırakılan zavallılar düzenden yoksun kaldı-
lar. Ortalık karmakarışık bir hale geldi. Komutanları olan
Thierri ile Archambaud da bir gemiye atlayıp, kendilerine
ellerini uzatarak acı acı feryat eden, imdat isteyen biçareleri
bırakıp kaçtılar.93
Haçlıların bir bölüğü 3000, diğeri 4000 kişiden oluş-
muş durumda Adana yolunu tuttular, çoğu telef oldu. Ar-
kalarından gelenler de aynı acı sona uğradılar. Antalya'da
kalan hastalar da telef oldu. Haçlıların, "Türkler ve Rumlar
tarafından telef edilen Hıristiyanların sayısını Allah bilir,"
dediklerini tarihçi Michaud yazıyor.94 Eğer bu tarihçi tarafsız
ve adil olsaydı, Saint Bernard'ın taassubu yüzünden telef
olan Müslümanlarla Rumları da hesaba katardı. Oysa
tarihçi G. Weber diyor ki: "Adana'ya doğru kaçan Haçlıla-
rın bir kısmı Türklerin merhameti ve yüce gönüllülüğü sa-
yesinde kurtulabilmiştir.95 Bir kısım Haçlı da, kendilerini
böyle terk eden Tanrının gerçek Tanrı olmadığına karar
verip İslamiyeti kabul etmişler, sefil hallerine acıyan Müslü-
manların arasına karışarak kurtulmuşlardır."
Kral Louis ile beraberindeki güruh Antakya'ya gelince,
Prens Raymond de Puatier ile papazlar ve halk tarafından
şevk ve saygıyla karşılandılar. Gelen Fransızlar uzun bir
yolculuğun zorluklarını ve arkadaşlarından çoğunun hazin
biçimde ölmüş olduklarını unutup zevke ve safaya daldılar.
93) Michaud: a.g.e.: 1/395.
94) Michaud: a.g.e.: 1/394
95) Weber: a.g.e.: 1/302.

80
O sıralarda Antakya'da Kontes de Toulouse, Kontes
de Blois, Sibylle de Flandre, Kontes Maurille de Rousay,
Talcquery, Düşes de Bouillon gibi kibarlıkları ve güzellikle-
riyle ünlü pek çok kadın bulunmaktaydı. Bunların onuruna
Antakya Prensi Raymond'un düzenlediği gösteriler Kraliçe
Eleonore'un katılması sayesinde pek parlak oluyordu. He-
nüz yirmi beş yaşlarında bulunan bu genç kraliçe, Guyenne
Kontu Dokuzuncu Guillaume'un kızı ve Antakya prensinin
de yeğeniydi. Hem tatlı bir yüzün hem de zerafetin çekicili-
ğini taşıyordu. "Bir Hıristiyan kadınına yakışmayacak bi-
çimde hoşa gitmek isteği gösterdiği için, biraz haklı olarak
ayıplanıyordu." Bu ifadeyi kullanan tarihçi Michaud96 ırza
ters düşen davranışlarda bulunmanın yalnız Hıristiyan kadı-
nına yakışmadığını söylerken sanki başka dinlere mensup
kadınlara yakışıyormuş sanan bir havaya girmiş gibi gözük-
mektedir ki bu da gerçeğe ve terbiyeye aykırıdır.
Kraliçenin bu sefere katılmış olması, dindarlıktan veya
günahlarını bağışlatmak için cefa çekme isteğinden ileri
gelmiyordu. Haçlıların uğradığı felaket ve kutsal diyarı sa-
vunma kaygısı, sefahate olan sınırsız hevesini hafifleteme-
mişti. Günahlarını çıkaran papazın verdiği öğütlerin de işe
yaramadığı ortadaydı.
Prens Raymond, Damask (Şam) hükümdarı olan Nu-
rettin'e karşı kuvvetli bulunmak için Antakya'da bol sayıda
Haçlı bulundurmayı istiyordu. Bu amaçla Haçlıların oradan
ayrılmaması için onları ağırlıyor, ricada bulunuyor, arma-
ğanlar veriyordu. Raymond, kraliçenin heveslerini doyur-
mak yoluyla ondan yararlanmaya karar verdi ve onu An-
takya'dan ayrılmamaya teşvik etti.97

96) Michaud: a.g.e.: 1/396.


97) Michaud: a.g.e: 1/397.

81
İlkbahar gelmişti. Nehr-ül As (Asi, Oronte) Irmağının
gönül açıcı kıyıları, Roma İmparatorluğundan beri zevk ve
safa yeri olan Defne mesiresi, Suriye'nin latif havası, pren-
sin bu girişimini kolaylaştırdı,
Antakya'da bulunduğu sürece sıra ile dikkatini çeken
pek çok şövalye, hatta bazı Müslümanlar arasında bir
"genç Türk vardı ki, Kraliçe Eleonore ona hediyeler vermiş
ve onunla birlikte yaşamak için kocasını bırakmak isteğini
bile dile getirmişti."98
Kraliçe, Kudüs'e doğru yola çıkmayı geciktirmesini
kraldan ısrarla istedi. Louis kuşkuya düştü ve kararını de-
ğiştirdi. Kraliçe akrabalık bahanesini" ileri sürerek nikâhı
bozdurmak niyetini belirtti. Prens Raymond ise, kraliçeyi
Antakya'dan ayırmamakta kararlıydı. Louis bu iki olayı
kendine hakaret sayarak yola çıkmayı erteledi, geceleyin
kendi karısını asker aracılığıyla kaçırdı99 ve Kudüs'e götür-
dü. Tarihçi, Eleonore'un bu hareketleri Müslümanlarla do-
ğu Hıristiyanlarını öfkelendirdi, diyor. Bu arada batı Hıris-
tiyanlarından söz etmediğine bakılırsa, onlarca hoşgörüyle
karşılandığı anlamı çıkıyor.
İmparator Conrad ile Kral Louis Kudüs'te buluşunca
birbirine sarılıp ağladılar. Getirebildikleri askerleri Kudüs
kralınınkilere katıp Şam'a saldırdılarsa da başarılı olamadı-
lar. Batılı tarihçiler buna doğu Hıristiyanlarının ihanetinin
neden olduğunu ileri sürüyorlar. 100 Eğer bu iddia doğruysa,
doğu Hıristiyanlarının onları Müslümanlardan kurtarma
iddiasıyla bunca cefa çekerek gelen Haçlılara karşı neden
ihanet ettikleri sorusu akla gelir.

98) Michaud: a.g.e.: 1/398.


99) Michaud: a.g.e.: 1/398.
100) Weber: a.g.e.: 1/302.

82
Kahraman ve tedbirli Nurettin, Damask'ı (Şam) fethe-
dince, Haçlı hükümetinin doğu sınırı tehdit altına girmişti.
Haçlılar ise hodbinlik, tamah, haset gibi her türlü hevese
ve ayıba kapılmış oldukları için, durumları giderek kötüleş-
mekteydi. Bundan ötürü Conrad ile Louis Türklere karşı
hiçbir başarı elde edemediler, fakat yine cesur ve sofu nite-
liklerini kaybetmeksizin vatanlarına döndüler.101
Louis üzgün bir halde dönüş yoluna koyulduğunda, şe-
ref ve din yasalarına aykırı olarak Rumlar tarafından tutuk-
landıysa da, kendisi Roget'nin generali tarafından kurtarılıp
Sicilya'ya getirildi, orada ağırlandıktan sonra Roma'dan ge-
çerek Paris'e döndü.
Louis ile Eleonore'un nikâhı 1152 yılında Papa tara-
fından fesholundu. Aynı yıl Eleonore, Normandi dükü ve
Anjou kontu Henry Plantagenet ile evlendi. İki yıl sonra
Henry İngiltere kralı olunca, Fransa'nın güneybatısında bu-
lunan ve Eleonore'un çeyizi olduğu için Louis tarafından
kendisine geri verilen geniş arazi de İngiltere Krallığına ka-
tıldı. Fransa'nın başına bela kesilen bu olay "Yüz Yıl Savaş-
ları" denilen olaylar dizisine yol açmıştır.
Bu ikinci evlilikten Eleonore'un doğurduğu oğullardan
Richard, Üçüncü Haçlı Seferine gitmiş ve Arslan Yürekli
unvanıyla anılır olmuştur. Kraliçe Eleonore 1204 yılında,
82 yaşındayken ölmüştür.
İkinci Haçlı Seferini düzenleyen Keşiş Saint Bernard
500.000'den fazla Avrupalının kaybına sebeptir. Bulgar,
Sırp, Rum, Türk ve Arap milletlerinin kayıpları ise bundan
çoktur.

101) Gibbon: a.g.e.: 2/680.

83
Saint Bernard'ın mucizelerinin "Tanrının sesi olup en
ilgisiz görünenleri bile harakete getirmiş ve herkese inanç
ilham etmiş" olduğunu tarihçi Michaud102 yazmıştır. Nou-
veau Larousse Illustre'de şu görüşler göze çarpmaktadır.
"Gerçekten harika sayılabilecek bir düzeyde olan zihinsel
yetenekleri, zekâsı, şiddetli davranışları ve faaliyeti açıların-
dan Saint Bernard yüzyılın en büyük kişisidir." Keşiş efendi
hazırladığı seferin başarıyla son bulmaması üzerine kına-
mayla karşılaşınca kendisine sahte peygamber adını taktığı
da ekleniyor (Larousse, 2/32). Böyle bir adamı yüzyılının
en büyük kişisi olarak göstermek, o yüzyılda yaşamış Avru-
palılar için pek de onurlandırıcı olmasa gerekir.

102) Michaud: a.g.e.: 1/370.

84
SALAHADDİN-İ EYYUBİNİN
KUDÜS'Ü ELE GEÇİRMESİ

Türklerin ve Arapların karmaşa döneminde bulunmaları


sayesinde varlığını sürdürebilen Kudüs Krallığının durumu,
Türklerin toparlanması üzerine değişti. 103
Musul Atabeği İmadettin, Suriye'nin bir bölümünü ken-
di topraklarına kattı ve Latinlerin kurmuş oldukları devletle-
ri ortadan kaldırmaya karar verdi.
Türklerin ilk olarak Frenklerden geri aldıkları Urfa böl-
gesidir. Îmadettin'in küçük oğlu Nurettin de 1155'de Da-
mask'ı (Şam) alarak Mısır yolunu açmış oldu. Onun yetiştir-
miş olduğu Salahaddin-i Eyyubi, 1169 yılında Kahire'yi alıp
Nurettin'in ölümü üzerine de bağımsızlığını ilan etti. Bu
olay üzerine Kudüs Latin Krallığının durumu tehlikeye düş-
tü.
Haçlılar 1177'de de Askalon önünde Müslümanları
yendiler. Fakat iki yıl sonra Şeria Nehri kıyısında yenilip
bir anlaşma koparabildiler.
Verilen sözü tutmamak Haçlıların gözünde olağan bir
uygulama haline gelmiş olduğundan, Renaud de Chatillon
adlı bir şövalye, Mekke'ye gitmekte ve Salahaddin'in anası-
103)Gibbon:a.g.e.:2/688.

85
nı da götürmekte olan bir kervanın yolunu kesti, yolcuları
da soydu.
Salahaddin'in şikâyetini ve kervanın iadesini Kudüs
Frenk Kralı reddedince, Salahaddin saldırıya geçerek Tebe-
riyye Gölü yakınlarında bulunan Hittim'de Haçlı ordusunu
perişan etti (5.7.1187). Kral Guy de Lusignan ile soylular
bile esir düştüler. Yafa, Sayda, Nablus ve diğer birkaç kent
Haçlılardan alındı.
Bu zaferden sonra Salahaddin yenik kralı kendi yanına
oturtarak pek çok saygı gösterdi ve ağırladı.104
Hittim zaferinden sonra Salahaddin, Kudüs'ü kuşattı.
Kaleye bir gedik açınca Haçlılar teslim olmaya talip oldu-
lar. Salahaddin buna razı oldu, 3 Kasım 1187 Cuma günü
Kudüs'e girdi. Yeniklere dokunmayacağı konusundaki sözü-
nü tuttu. Rumlara ve doğu Hıristiyanlarına Kudüs'te kalma
izni verildi. İskenderiye Patriklerinin Tarihi adlı eserin ya-
zarı Renaudot (sayfa 545) diyor ki: "Bu doğulu Hıristiyan-
lar Müslümanların hükümetini Latin hükümetine tercih etti-
ler". Salahaddin memlekete yabancı olan bütün batılıların
kırk günde Kudüs'ten ayrılmalarını emretti, kurtuluş fidyesi-
nin miktarı saptandı.
Kraliçe Sybille ile görüşmesi sırasında Salahaddin pek
nazik davrandığı gibi, onun perişan haline acıyarak gözyaşı
bile döktüğünü kraliçe görmüştür. Salahaddin dullarla ye-
timlere de sadaka dağıtmıştır.
Bütün bu davranışları insanların sevgisini ve hayranlı-
ğını çekecek niteliktedir.105
Anlaşma hükümlerini Salahaddin'in tamı tamına uygu-
lamış olması, ne büyük meziyetlere sahip olduğunun işare-
104) Gibbon: a.g.e.: 2/688.
105) Gibbon: a.g.e.: 2/690.

86
tidir. 1173 yılında ölen Kudüs Kralı Amaury ise, "Tanrının
düşmanlarına (Türklere demek istiyor!) verilen sözleri tut-
mamak gerektiğini" 106 ifade ettiği gibi, Hopital tarikatının
başı da onu bu yola yöneltmiştir. Teberiyye Gölü dolayla-
rındaki Hittim'de yer alan savaşta Kudüs kralı esir düşüp
serbest bırakıldıktan sonra piskoposlardan oluşan bir mec-
lis topladı, Salahaddin'le kararlaştırdığı anlaşmadan kendisi-
ni bağışlattı! Korku etkisiyle edilen yeminin hükmü olmadı-
ğı belirtildi.107 Bu hareketler göz önünde tutulursa, iki ta-
raftaki ahlak kavramının birbirine ne derece ters düştüğü
ortaya çıkar. Amaury'nin, Hopital tarikatı başının, Guy de
Lusignan'ın ve onu mazur gösteren piskoposların prensibi-
ni her namuslu adamın reddedeceği kuşkusuzdur.

Salahaddin Öşrü

Kudüs'ün Müslümanlara geçmesi üzerine, Haçlı Sefer-


leri giderlerine karşılık olarak Salahaddin Öşrü adı altında
Papalığın koyduğu vergi, Kudüs fethinin şerefi ve yarattığı
dehşet açısından önemli bir anıt gibidir.108 Bu vergi herkesin
servetinden alınmakta, vermeyenler de afaroz edilmekteydi.
(Ayrıntıları Michaud'da 2/68-70'de yazılıdır.)

106) Gibbon: a.g.e.: 2/685


107) Michaud: a.g.e.: 2/93.
108) Gibbon: 2/694
ÜÇÜNCÜ HAÇLI SEFERİ

Kudüs'ün Müslümanlara geçmesi batı ülkelerinde deh-


şetli bir üzüntüye yol açtı. Bu haber İtalya'ya geldiği şırada
Ferrare kentinde bulunan Papa Üçüncü Urbain müthiş bir
ıstıraba düştü ve Papalık için pek büyük olan bu felakete
dayanamayarak çok geçmeden vefat etti (1187).109
Bu ıstırap bütün batı ülkelerine yayıldı ve taassup duy-
gusunu yeniden uyandırdı. Kudüs kralı ile şövalyelerin esir
düştüğünü, doğudaki Hıristiyan kentlerinin harap olduğunu
anlatan şarkılar yazılıyor, her tarafta hüzünlü seslerle bu
şarkılar söyleniyordu. Kamâme Kilisesinin Türk şövalyeleri
tarafından çiğnenmekte olduğu ve "Muhammed'in İsa'yı ye-
re yatırarak yendiği" uydurmalarını resimleyen levhaları pa-
pazlar her tarafa götürüp halkı tahrik etmekteydiler. Bu
üzücü olayı bildiren bazı mucizelerin yer aldığı bile halka
duyurulmaktaydı. Bir örnek olarak, tarihçi Rigord, "Argen-
teuil keşişlerinin güneşin gökten yere indikten sonra tekrar
göğe yükseldiğini gördüklerini" yazmıştır. İş bu kadarla da
kalmayıp "birkaç kilisede haçların ve aziz resimlerinin bü-
tün cemaatin gözü önünde kanlı gözyaşları akıttıklarını" bi-
le uydurmuşlardır.110 Zavallı keşişler, zavallı halk!
109) Michaud: a.g.e.: 2/61
110) Michaud: a.g.e.: 2/61-62.

88
Hıristiyan şövalyelerinden birinin, rüyada gördüğü bir
kartalın pençelerinde yedi mızrak tutarak, şiddetli bir sesle,
"Kudüs felaket içinde," diye bağırarak bir ordunun üzerinde
uçtuğunu söylediği duyuruluyordu..111
Halkın bu gülünç masallarla avunma düzeyine indiril-
mesi, ruhban sınıfının uygarlığa değil, cehalete hizmet etti-
ğinin kanıtıdır.
Papazların böylece her tarafta yaptıkları propaganda ,
etkisini gösterdi. İtalya'nın güneyinden ta İskandinavya
dağlarına uzanan ülkelerde silahlı Hacılar hazırlanıp yola
çıktı. Gitmek istemeyen herkes, "Salahaddin Öşrü" denilen
bir vergi vermek zorunda bırakıldı.
Almanya İmparatoru ünlü Frederic Barbarousse, Lom-
bardiya kentleriyle savaşa tutuştu. Papa da Lombardların
ittifakına girdi ve imparatoru afaroz etti. Frederic yenildik-
ten sonra Venedik'e gidip San Marco Kilisesi önünde "Pa-
pa'nın ayaklarını öptü." Afarozdan kurtuldu ve ömrünün
sonunu haçlı seferine adamaya karar verdi. Kraliçe Eleono-
re'un oğlu olan İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard ile
Fransa Kralı Philip Auguste aynı şekilde hareket ettiler.
a) Frederic Barbarousse olağanüstü silahlı ve düzenli
bir orduyla birlikte 1189 yılında yola çıktı. 15.000 şövalye
ile 15.000 yetkili yaver, 60.000 süvari ve 100.000 piyade,
Macaristan Ovasında geçit töreni yaptı. Rumlar, Fransız
süvarilerinin ve Alman piyadelerinin kahramanlıklarını övüp
dururken bu yabancıların demir ırkından gelme iri kıyım
askerler olduğunu, gözlerinden alev fışkırdığını, kan akışı
ile su akışını aynı ilgisizlikle seyredebildiklerini söylü-
yorlardı.112
111) Michaud:a.g.e.:2/62 112)
Gibbon: a.g.e.: 2/678.

89
Haçlılar, Bulgaristan'a girince seferin acılarını ve zor-
luklarını anladılar. Ulahlar, Sırplar, Bulgarlar ve Rumlar
onları rahatsız etmeye başladılar. Yoldan ayrılan Haçlılara
zehirli oklar attılar, onları yaraladılar ve soydular. Frederic
bu düşmanlara, vahşi hayvanlara yapıldığı gibi tuzak kurdu,
ele geçebilenler murdar köpek veya yırtıcı kusmuş gibi yol
kenarlarındaki ağaçlara başaşağı olarak asıldı. Bulgarlar da
buna karşılık Haçlı ölülerini ağaçlara astılar. Hıristiyanlar
(Haçlılar anlamında kullanılıyor) yerleşim yerlerine gelince
herkesin kaçmış, değirmenlerin tahrip edilmiş, yiyeceklerin
götürülmüş olduğunu görüyorlardı. Rumlarla Bulgarlar
Haçlıların yolunu kesmek için birleştilerse de başarılı ola-
madılar. Fakat Frederic İstanbul'a yolladığı elçileri Rumların
hapsettiğini haber alınca Bizans'a karşı Haçlı Seferi ilan
etmesini Papa'dan istedi. Kendisi de yolunu değiştirip
Edirne'den Gelibolu'ya gitti, oradan Anadolu'ya geçti.113
Balıkesir, Sart ile Denizli'den dolaşarak Konya'ya vardı.
Yollarda sürekli olarak sayısız Türk askerinin saldırısına uğ-
radığından, Konya'ya vardığında şövalyelerinden ancak bin
kadarı at üstünde durabiliyordu.
Konya'dan Silifke'ye doğru yola çıktı. Cydnus denilen
Göksu Irmağını geçerken boğuldu. Haçlıların bir kısmı telef
olup, diğerleri de artık Tanrı kendilerini korumuyor diye-
rek İslam dinini kabul ettiler.114 Avrupalılar Frederic'in yı-
kanırken boğulduğunu iddia ediyorlar. Fakat o sıralarda
Avrupa'da yıkanmak usulü yoktu. Yıkanmak iddiası impa-
ratorun Türklerden kaçarken boğulduğunu örtmek için olsa
gerekir. Ordunun bir küçük kısmı imparatorun oğlu Frede-
ric de Suabe yönetiminde Suriye'ye gitti.
113) Michaud: a.g.e. 2/78-79.
114) Michaud:a.g.e. 2/87.

90
b) Deniz yolunu seçmiş olan İngiltere Kralı Arslan Yü-
rekli Richard ile Fransa Kralı Philippe Auguste, Sicilya
Adasına uğrayıp Messina'yı yağma ettikten sonra Akka Ka-
lesi önüne geldiler. Bunların yardımı sayesinde Haçlılar
kenti aldılar. Richard açgözlülüğü, kibiri ve gaddarlığı yü-
zünden şerefini lekeledi. Akka'nın zaptına katılmış olan Al-
manlara yağma edilen maldan pay vermedi. Avusturya
Prensi Leopold, Askalon kentini kuşatmaya katılmak iste-
mediğinden, Alman bayrağı çamurlar içinde sürüklendi.
Esir ettiği 2500 Türk askerinin fidyesi tam saatinde öden-
mediği bahanesiyle bunları hemen öldürttü.115 Richard'ın
adı bu vahşi hareketlerinden ötürü Müslümanlara dehşet
verdiğinden, Avrupalıların gözünde ün kazanmasını sağla-
mıştır. Buna rağmen Kudüs'ü alamayıp üzgün durumda geri
döndü.
Akka'da yağma edilen malların doğru paylaşılmamasın-
dan ötürü Fransa Kralı Philippe Auguste de yakınmaktaydı.
Bu kral bir süre sonra Fransa'ya dönüp Richard'ın Fran-
sa'daki eyaletlerini işgal etti. Richard da Avrupa'ya dönmek
zorunda kaldı. Avusturya'dan geçerken tutuklanıp İmpara-
tor Yedinci Henry'ye teslim edildi. Ancak korkunç bir taz-
minat karşılığında kurtarılabildi (1193).
Beş yıl sonra bir olay Richard'ın ölümüne yol açtı. Ric-
hard'a tabi bulunan Limoges vikontu, keşfetmiş olduğu bir
hazinenin tümünü ona vermeye razı olmadı. Kral gidip ha-
zinenin bulunduğunu sandığı Chalus şatosunu kuşatırken,
Bertrand de Gourdon'un attığı oktan yaralandı, öldü.* Şato
115) Weber: a.g.e.: 2/24.
Arslan Yürekli Richard, Fransa Kralı Louis VII'den boşanan Eleo-
nore ile onu nikâh eden ve sonradan İngiltere kralı olan İkinci Henry'nin
(Plantagenet) oğludur. Daha 17 yaşındayken kral olmak için babasına

91
alındıktan sonra şatoda bulunanların hepsi asıldıktan başka
Bertrand'ın da diri diri derisi yüzüldü.116 Bu olaydan da
anlaşılıyor ki vahşilik Richard'a özgü değildi.

karşı isyan edip, yenilince bağışlanmak için yalvarmış, sonunda bağış-


lanmıştır (1174). İş bu kadarla da kalmayıp, Fransa Kralı Philippe Au-
guste ile anlaşarak babasına tekrar isyan etmiş ve bu sefer kazanmış-
tır. Babası Richard'a lanet ederek ölmüştür (1189).117
116) Larousse: 7/315.
117) Larousse: 7/315.

92
DÖRDÜNCÜ HAÇLI SEFERİ

Papa Üçüncü Innocent'ın en büyük emeli Kudüs'ü


Müslümanlardan geri almaktı. Fakat her tarafta birkaç bü-
yük Haçlı Seferi düzenlenerek en dindar Avrupalılar bile
bıktırılmıştı Bu durum Haçlıların kendi çıkarlarını düşünüp
yol değiştirmesine neden oldu.
Dördüncü Haçlı Seferi denilen bu olay öncekiler gibi
yalnızca Suriye ile Filistin'e dönük olsaydı, burada özet ola-
rak anlatılabilirdi. Fakat İstanbul'u ilgilendirmesi nedeniyle
ayrıntı verilmesine gerek görülmektedir.
Bu seferi düzenleyen Üçüncü Innocent zamanında
(1198-1216) Papalığın şanı ve kudreti en yüksek düzeye
varmıştı. Bilgisi, nitelikleri ve yönetim konusundaki becerisi
sayesinde en büyük Papalardan biri olduğuna hâlâ inanan
Avrupalılar vardır. Bunun tersini ileri süren tarihçiler de
eksik değildir. Örneğin tarihçi Gibbon diyor ki: "İmparato-
riçe Teodora'nın askerleri, gaddarlık bakımından ancak
Haçlı Seferleri kahramanlarının derecesine varabildiler. Fa-
kat Üçüncü Innocent, kan dökmekle şöhret bulan Teodo-
ra'yı bile geçti." Düzenlediği Haçlı Seferleri gözden geçiri-
lirse bu gerçek meydana çıkar:
1) Innocent, Papalığa seçilir seçilmez Sicilya Müslü-
manlarını iğfal etmeye kalktı. Mektubuna inanılamadı. Yol-
93
ladığı ordu Arapları yendi, bu zavallılar Mazzara bölgesin-
deki kalelere çekildiler. Tümüyle yok edilmeleri bu şekilde
başlar.118
2) Innocent, Baltık kıyılarında bir ruhani hükümet kur-
maya kalkıştı. Oliva manastırı keşişlerinden Christian'ı hi-
mayesi altına aldı. Putperestlere Hıristiyanlığı kabul ettir-
mekle görevlendirdiği bu keşiş aracılığıyla "Kılıç Kardeşleri"
adında, serserilerden oluşan bir tarikat kurdu. Bu sayede
köylerdeki halkı zorla Hıristiyan ettirdi.
3) Innocent, İspanya Müslümanlarına karşı da saldırıya
geçti. Fransa piskoposlarına mektuplar yazıp, hazırlamakta
olduğu Haçlı Seferine katılmaya Fransa halkını teşvik et-
melerini emretti. Böylelikle Fransa'nın içişlerine açıktan
açığa karışmış oldu.
Müslümanları mahvettirmesi için Tanrıya yalvarmak
üzere Roma sokaklarında çoluk çocuk da dahil olarak bü-
yük kafileler dolaştırılıp ayinler yaptırıldı. İspanya Arapları
yenildiler. Katliamın derecesini ancak Tanrı bilir.
4) O yıl çocuklar bile Haçlı Ordusu kurdular (1212).
5) Innocent, Fransa'da yayılan Albigeois adındaki Hı-
ristiyan mezhebi taraftarlarına karşı da harekete geçti. Kralı
ve baronları teşvik etti ve bütün Haçlılara türlü türlü va-
atlerde bulundu. Harekete geçmek için emir alan Toulose
Kontu Altıncı Raymond, verilen emri dinlemediğinden afa-
roz edildi.
Papa yollamış olduğu temsilcilerin öldürüldüğünü he-
ber alır almaz hemen Albigeoislara saldırmaları için Avru-
pa Katolik hükümdarlarına emir verdi.
Akın akın gelen Haçlıların saldırıları vahşileşti. Ne ka-
118) Michaud: a.g.e.: 4/409.

94
dar çok Albigeois öldürülürse o kadar sevap işlenmiş sayıl-
dı. Bu sefer de gelenlere, ne yaparlarsa ve ne yağma eder-
lerse kendilerine helal edileceği ve bütün günahlarının ba-
ğışlanacağı söylendiğinden, çapulcu alayları her taraftan
koşup geldiler.
Sefere tüyler ürpertici bir olayla başlandı. Beziers ken-
tini alınca Haçlıların "Kimsenin durumuna ve yaşına bak-
mayıp, kadın, erkek, çocuk ayırmayıp; 20.000 kişi öldür-
düklerini ve mallarını yağma ettiklerini" Papa'nın temsilcisi,
yolladığı bir mektupla bildirdi.119
Şatodan 80 şövalye çıkarılıp hepsinin hemen asılmasını
Kont de Montford emretti. Sehpalar yıkılınca da zavallıları
boğdurdu. Şato sahibinin karısı, kontun emriyle diri diri
kuyuya atılıp üzerine ateş yığıldı. İş bu kadarla da kalmadı,
şatoya sığınmış olanların tümü, hem de olağanüstü bir
heves ve şevkle, diri diri yakıldı. 120
Böylelikle halkın erkek kısmı tümüyle yok edildiğin-
den, kente yerleştirilen Aragon askerlerine kentin kadınları
verildi.
Papalığın Engizisyon memuru olan Dominicain rahip-
lerinin sürekli çabaları sayesinde Fransa'nın güneyinde Al-
bigeois mezhebinden hiç kimse kalmamıştır.
6) 1204 yılında İstanbul'u alıp yakıp yıkan Dördüncü
Haçlı Seferini işte bu Papa Üçüncü Innocent düzenlemiştir.
Cem Sultan'ı 300.000 altın ücret karşılığında zehirle-
yen Papa Altıncı Alexandre Borgia'nın zehirleyicilikteki be-
cerisi ve fuhuşa açıktan açığa dalması, pek çirkin bir hayat
sürdüğünü gösterir. Fakat Üçüncü Innocent'ın 18 yıl içinde

119) Michaud: a.g.e.: 4/329.


120) Michaud: a.g.e.: 4/330.
95
Baltık Denizinden İspanya'ya, Fransa'dan Sicilya'ya ve İs-
tanbul'a uzanan ülkelerde ne kadar yıkıma ve kan dökül-
mesine yol açtığı düşünülürse, Alexandre Borgia'nın kaba-
hatları pek küçük kalır. Diğer taraftan Innocent'ın kendi
mevkiini yükseltmek ve nüfuzunu arttırmak için yok edil-
mesine yol açtığı insan sayısı bilinseydi, hakkındaki nefret
daha büyük olurdu.
Üçüncü Innocent, Papa olduktan sonra ortaya attığı
iddialar pek abartmalı bir biçim aldı. İsa'nın vekili, Tanrının
vekili unvanlarını takınıp ona göre hüküm sürmeye kalktı
ve imparatorluk dağıtma yetkisinin yalnızca Papalığa ait
bir yetki olduğunu iddia etti. İngiltere'de bir kardinal seçimi
meselesinden ötürü Kral John'la araları açıldı. İngiltere
krallığını John'dan alıp Fransa kralına verdi. Fakat John
görüşmelere girip İngiltere'yi Papalığa bağışladı ve vekale-
ten yönetmeye başladı. Papalığa yılda gümüş olarak 1000
Mark vergi vermeye razı olduğu için de Fransa kralı bir yana
bırakıldı. İngiltere bu vergiyi bir yüzyıl süreyle Papalığa
ödemiştir.
Innocent'ın Roma'da Latran Kilisesinde topladığı kon-
sil, 900 kadar patrik, metropolit, piskopos, keşiş gibi kim-
selerden oluşuyordu. Bu konsil Katoliklikten başka bir Hı-
ristiyan mezhebine sadık olanlar hakkında ağır cezalar koy-
du. Bu cezaları uygulamayanların hükümdarlıklarından ve
mülklerinden mahrum edileceği de kararlaştı.
Kudüs'e gidecek Haçlılara manevi ödüller de vadolun-
du ve Haçlı Seferi ilan edildi. Hıristiyanların kolayca kandı-
rıldığına bakarak Müslümanları da kandırmaya kalkıştı. Mı-
sır hükümdarı Melik Adil'e yolladığı bir mektupta, "Bundan
böyle Kutsal Topraklar konusunda insan kanı dökülmesine
engel olmanızı sizden tevazu ile rica ederim. Sizin kurtulu-
96
sunuza yol açacak bu öğüdüme göre davranınız. Korunması
sizin için yarardan çok zorluk doğuracak olan bu bölgeyi
Hıristiyanlara geri veriniz. Böyle olursa karşılıklı olarak
esirleri de iade ederiz, hakaretleri ve cefaları da unuturuz,"
dedi.121 Müslümanlar sanıldığı kadar safdil olmadıklarından
Papa'nın safsatasına kimsenin kulak asmadığına kuşku yok-
tur.
Gelelim Dördüncü Haçlı Seferine:
Üçüncü Innocent, Paris'in civar köylerinden birinde
papazlık yapmakta bulunan Faulques de Neuilly adındaki
rahibi Haçlı Seferi için halkı teşvik ile görevlendirdi. Bunun
üzerine Faulques gezginci vaizliğe başladı. Kendisine halk
tarafından kutsallık ve mucizeler yorumlandığından ünü
uzaklara kadar yayıldı. Ahlaksızlığı kötüleyen güzel vaazlar
verdi. Paris sokaklarındaki vaazları sayesinde hırsız, yanke-
sici, sokak fahişeleri, hatta üniversite doktorlarını ve öğren-
cilerini bile Haçlı ordusuna kaydetti. Hükümdarlar seferden
çekindilerse de, prensler ve kontlar papazın çağrısını ko-
layca kabul ettiler. Bunlar arasında Champagne harbiye
müdürü Geoffroi Villehardouin ile Albigeoisların celladı
olan Simon de Montford da vardı.122
Mısır'a gidilmesi kararlaştırıldı. Fakat Anadolu'dan geç-
menin mümkün olmadığı geçen seferlerde anlaşıldığından,
gemi kiralamak için Venedik'e bir heyet gönderildi. İmzala-
nan anlaşma gereğince Venedikliler gemi ve yiyecek ver-
meyi, silahlı elli gemi ayırmayı kabul ettiler. Haçlılar da pe-
şin olarak 85.000 altın Mark (4.000.000 altın Frank) öde-
meyi kabul ettiler. Fetholunan yerlerin de yarı yarıya bölü-
şülmesi kararlaştırıldı.
121) Michaud: a.g.e.: 2/361.
122) Gibbon: a.g.e.: 2/708.

97
İtalyan, Fransız ve Alman Haçlıları Venedik'te buluştu-
lar. Venedikliler 90 yaşındaki Devlet Başkanı Dandolo'nun
yönetimi altındaydılar.
Haçlılar taşıma ücretini veremediler. Buna karşılık Ve- '
nedik Cumhuriyeti hesabına Zara kentini zaptetmek üzere
yola çıktılar. Bu hareket biçimine Papa izin vermediği halde,
Venediklilerin nakliyeden vazgeçeceklerini ileri sürmeleri
üzerine kafile yoluna devam etti ve Zara'yı alarak ne bulduysa
yağma etti.
Bundan sonraki olaylar bambaşka biçimde gelişti.
a) Amaçtan Sapma: Bu sıralarda İstanbul İmparato
ru İzak tahttan indirilmiş, gözleri de uyulmuştu. Bu hareket
esasen çoktan beri âdet haline gelmiş bulunmaktaydı. Za
vallı İzak'ın oğlu Aleksi Angelos, Papa'dan yardım istemek
için yola çıkmıştı. Zara'da Venediklilere rastladı. İmparator
luğu gasp edeni tahttan indirip babasını yeniden geçirirler
se 200.000 Mark vereceğini ve Papa'nın ruhsal baş oldu
ğunu kabul edeceğini taahhüt etti. Bu şartlar kabul edilin
ce yola çıktılar.
b) İstanbul'a Hücum: Haçlı donanması İstanbul'a
gelince ilk önce Kadıköy ile imparatorun sarayı yağma edi
lerek işe başlandı.
Haçlılar birkaç gün sonra İstanbul'a saldırarak yirmi
beş kule aldılar ve kente girdiler. Fakat tutunamadıkların-
dan, etrafı ateşe verip çekildiler. Esen şiddetli rüzgâr nede-
niyle çıkan yangın Yedikule'nin yıldızlı kapısından Eyüb'ün
Kabristan ya da Ayvansaray Kapısı denilen kapıya kadar
uzanan alanı kapladı, yakıp yıktı. Rumlar yaptıkları çıkışta
başarılı olamadıklarından, o gece imparator mücevherlerle
altınları alarak bir kayığa atladı ve Trakya'ya kaçtı.
Bunun üzerine Rumlar İzak'ı hapisten çıkarıp tahta ge-
98
çirdiler. Bir temsilci heyet gönderip Zara'da imzalanan an-
laşmanın onayını istediler. Bu işlem yapıldıktan sonra
prens İstanbul'a geldi ve babası ile birlikte taç giydi.
Haçlılar anlaşmanın dinsel gereklerini uygulatmak iste-
dilerse de, halk Papalığa bağlanmayı kabul etmediğinden,
önce tazminat işi ele alındı. Kaçan imparatorun karısının
ve taraftarlarının mallarıyla mücevherine el konuldu, kilise-
lerdeki altın ve gümüş eşya toplandı, azizlerin heykelleri
eritilip satıldı. Halkta nefret uyandıran bu tedbirlerden ka-
zanılan azıcık bir para Haçlıları memnun etmediği gibi baş-
ka hırslarını da arttırdı.123
Müslüman ve Yahudi tüccarların oturduğu mahalleye
(şimdiki Eminönü) saldırıp havranın kapısını kırdılar. Bu
saldırıya uğrayanlar silahlandı, halk da yardıma koştu. Haç-
lıların buna karşı çıkardıkları yangın tam sekiz gün sürdü.
Haliç ile Marmara arasındaki memur mahalleleri, At Mey-
danının bir kısmı (Sultanahmet), kıymetli binaların çoğu, li-
mandaki gemiler yandı, İstanbul'un üçte biri mahvoldu. Bu
vahşilikleri gören Rumların, "Haçlıların barbar bir millet ol-
duğuna inandıklarını" Bizanslı tarihçi Nikitas yazıyor.
Yangın söndükten sonra, görevliler Haçlılara verilmek
üzere, yangın yerlerindeki külleri karıştırarak altın ve gü-
müşün erimiş külçelerini arıyor, bunları gördükçe Rumların
düşmanlığı ve nefreti daha da artıyordu. Genç Aleksi'nin
patrikhaneyi Papalığa bağlama önerilerini kabul etmiş ol-
masını da Ortodokslar bir türlü bağışlayamıyorlardı.
İmparatora gelince, keşişleri sofrasına oturtup gözlerinin
iyileşeceği teranelerini dinlemekle meşguldü. Bunu duyan
ahalinin gözünde gülünç ve iğrenç bir duruma düşüyordu.
123) P. Daru de l'Academie Française: Historie de la Republique de
Venise, Firmin Didot, Paris, 1819, cilt 1, s. 271.

99
c) Hedef Değişiyor: Haçlıların Filistin'e gitmek üze-
re yola çıkmaları için kararlaştırılan Eylül 1203 tarihi yak-
laşmaktaydı. Haçlılar gittikten sonra tutunamayacağını bi-
len imparator, bunları alıkoymaya uğraştı, parayı iki ayda
denkleştiremeyeceğini söylemek üzere oğlunu. Haçlılara
gönderdi. Görüşme sırasında Ortodoksların Papalığa katıl-
malarının zamana gerek gösterdiğini, gemi kiralarının bir
yılda ödeneceğini, o zamana kadar Haçlı ordusuna gerekli
olan her şeyin verileceğini taahhüt etti ve İstanbul'dan
marta kadar çekilmemelerini rica etti. Bu teklif kabul edil-
di. Yani 3.200.000 altın Mark alınması amacıyla Filistin
seferi ertelendi. Böylelikle seferin amacı değişmeye başla-
dı.
d) Savaş: Rumların bedduaları, taahhüt edilen parala-
rın verilmemesi, Haçlıların savaş ilan etmelerine neden ya
da bahane oldu. Altı kişilik bir heyet İstanbul'a gidip taah-
hütlerini yerine getirmek üzere imparatoru tehdit etti, geri
döndü. İmparator öfkelendi, kendini savaşta saymaya baş-
ladı.
Herkes kararsız durumdayken Çatık Kaşlı Murzufl ken-
dini imparator ilan ettirdi.
Haçlı gemilerine karşı hemen saldırıya geçti. Fakat ba-
şaramayınca görüşmelere başladı. Haçlılar bu görüşmeler-
de; a) Tazminat verilmesini; b) Filistin'i fethedebilmeleri
için kendilerine yardım verilmesini; c) Papalığın ruhsal yet-
kisinin tanınmasını, istediler. İmparator bu şartı kabul et-
mek istemedi. Papalığı tanımak istemeyen bir hükümdara
karşı savaş, Haçlıların gözünde kutsal bir savaş olduğun-
dan, o yolda karar verildi. Böyle olunca Haçlılarla Venedik
Cumhurbaşkanı bir anlaşma imzaladılar:
1) Yağma edilecek malların paylaşılması;
100
2) Daha önce sahip oldukları kapitülasyon hükümleri-
nin Venediklilere geri verilmesi;
3) Yarısı Fransız, yarısı Venedikli temsilcilerden oluşa-
cak on altı kişilik bir heyet kurularak, biri Fransızlardan, di-
ğeri Venediklilerden olmak üzere bir imparator ve bir Ka-
tolik patriği seçilip Ayasofya Kilisesinin de bu patriğe veril-
mesi;
4) Bizans İmparatorluğu illerinin ve Bizans kentlerinin
dörtte biriyle bir Latin İmparatorluğu kurulması, geri kalan
dörtte üçünün yarısının Venediklilere, yarısının da Fransız
baronlarına verilmesi kararlaştırıldı.
e) Haçlılar, Bizans'a giriyor: 1204 Nisanının 9'uncu
günü Haçlı donanması, Bizans duvarlarının önünde birkaç
saat çarpıştıktan sonra çekildi. Üç gün sonra birer Fransız
piskoposunu da getiren iki gemi, bir kulenin önüne asker
çıkardı, piskoposların bayrakları kuleye asıldı. Dört kule
daha alındıktan ve yardım geldikten sonra, Haçlılar atlara
binip kente saldırdılar. Kıyım dehşetli oldu.
Akşamüstü Haçlılar saldırıyı durdurup yine yangın çı-
kardılar.
Olayda hazır bulunup bu seferin tarihini yazan Ville-
hardouin, "Fransa'nın en büyük kentlerinden üçünün top-
lam evlerinden fazla ev yandı," demektedir. Bu, Haçlıların
bir yıl içinde İstanbul'da çıkardıkları yangınların üçüncüsü
oluyordu.
Bu sırada Rumların seçtiği İmparator Teodor Laskaris
şafak sökerken İstanbul'dan kaçtı.
Bizanslılarda cesaret denilen şeyden eser kalmamış ol-
duğundan, papazlar işe karıştılar. Ellerinde Haçlar ve aziz-
lerin kemikleri olduğu halde, halk kitlelerinin başlarına ge-
çerek oluşturdukları sürüler ortaya çıktı. Zavallılar canlarını
101
kurtarmak için yerlere kapanıp yalvardıkları halde Haçlılar
kulak asmadılar.
Sarayda Marki de Monferrat en güzel kadınları gördü.
Bu arada, Fransa Kralı Yedinci Louis'nin kızkardeşi olup
iki imparatordan dul kalan prenses ile, diğer imparatordan
dul kalan Macar prensesi de bulunuyordu.
f) Yağma: Kente giren Haçlılar, liderlerinin yönetimi
altında bütün mahallelere yayıldılar. İşyerlerine, saraylara,
kiliselere saldırıp, karıştırmadık köşe bucak bırakmadılar ve
her tarafı soydular. Villehardouin diyor ki: "Yağma edilen
altın, gümüş, mücevherler, ipekli kumaşlar, kürkler, hiçbir
kimsenin hesap edemeyeceği çokluktaydı. Dünya yaratıldı-
ğından beri hiçbir kentte bu kadar yağma olmamıştır. Her-
kes kendisi için bir konut edindi ve hiçbir Haçlı açıkta kal-
madı. Tanrının ihsan ettiği bu şeref ve zevkten doğan se-
vinç pek büyüktü. Çünkü ihtiyaç içindeki Haçlılar birdenbire
zengin oldular." İstanbul'un fethinde Türklerin Hıristi-
yanlara zulüm yaptığını yazan batılılar, Villehardouin'in gö-
züyle görerek yazdığı bu bilgileri okusalar olmaz mı?
Yağma yüzünden doğan kargaşalık uzun sürdü. Haçlı-
lar evleri soyduktan sonra, gizlenmiş mal olup olmadığını
anlamak için halka türlü türlü eziyet etmeye başladılar.
Gizlediği malı gösteren olursa, doymak bilmeyen çapulcu-
lar yine de baskıyı sürdürmekteydi. Zavallı Bizanslılar su-
bayların ayaklarına kapanıp, Hıristiyan olduklarını anlata-
bilmek için istavroz çıkarıyor, bu yolla onların acıma duy-
gularını uyandırmaya çalışıyorlardı.
Her şeyi aldıktan sonra Haçlılar azizlerin lahitlerini kı-
rıp mezarları kazarak içlerinde bulabildikleri değerli eşyayı
yağma ettiler. Bunları taşımak için kutsal binalara, hatta
Ayasofya Kilisesinin içine bile beygir soktular. Ortodoks ta-
102
pınaklarına bu iğrenç hareketlerde bulunarak Rumların di-
nine hakaret etmeyi günah ve ayıp saymıyorlardı.
Çapulculuk o dereceyi buldu ki, imparatorların mezar-
larını, bu arada ünlü Jüstinyen'inkini bile açıp içlerinde ne
buldularsa yağma ettiler. Jüstinyen'in cesedinin bozulma-
mış olduğu söylenir!124
Ayasofya Kilisesinin içine getirdikleri bir fahişenin Or-
todoks patriğine ait olan kürsüye oturduğunu, ayinler sıra-
sında kullanılan kaplara Haçlıların şarap doldurup içtikleri-
ni, bu fahişenin söylediği şarkılara ayak uydurarak dans et-
tiklerini, tarihçi Nikitas, eserinin üçüncü ve dördüncü bö-
lümlerinde açıklıyor.
Relikler: Relikler, Hıristiyanların aziz saydıkları kişiler-
den birinin vücudunun bir parçası, onun kullandığı ya da
ona işkence için kullanılan şeyler olup, bunların her biri
derde deva olduğuna inanıldığından, değerleri de o oranda
büyüktür, önem ve özenle saklanırlar.
Haçlılar derhal bunların da yağmasına eğildiler. Martin
adında Parisli bir rahip, kiliselerden birine girdi. Çevredeki
kiliselerden ve manastırlardan oraya pek çok para ve de-
ğerli relikler getirilmişti. Martin, kilisede rastladığı bir ihti-
yarı sıkıştırdı. İhtiyarın gösterdiği sandığı açıp içine ellerini
soktu ve bulduğu şeylerin en değerlilerini eteğine doldurdu.
Bu arada, "İsa'nın kanının birkaç damlasını taşıyan bir şişe,
İsa'nın çarmıha gerildiği gerçek haçın bir parçası, Saint Je-
an'ın birkaç kemiği, Saint Jacobos'un bir kolu gibi pek çok
şeyler vardı. Diğer bir Katolik rahibi de Saint Christophi-
le'in kafatasını ve diğer birkaç kemiği aldı. Eski bir sarayda
gezerken otla tıkanmış bir pencere gördü, açtığında orada

124) Gibbon: a.g.e.: 2/725.

103
bazı relikler, bu arada Saint George'un parmağıyla kolunu
buldu. Ertesi gün Saint Jean'ın ve Saint George'un kafatas-
larını da buldu. Bunların bulunduğu kapları kırıp sattı ve
relikleri Fransa'da Amiens kentinin büyük kilisesine götür-
dü.
Bu kalıntıların gerçek olduğuna Hıristiyanların bir kıs-
mı hâlâ inanmaktadır. Bu değerli mallar kiliselerde bulun-
durulup sofulara gösterildikçe büyük hasılat getirdiğinden
kuşku duyulamaz.
g) Rumlar Kaçıyor: Yağma sona erince İstanbul'un
kapıları açılıp isteyenlerin gitmesine izin verildi. Bu sayede
kaçabilenler her türlü hakaretten ve işkenceden kurtulmakla
birlikte, yanmakta olan evlerinin alevlerini görünce acıları
bir kat daha artmaktaydı. Ağlayan, sızlayan aile reislerinin
bir kısmı, evlatları ve ailesi ile birlikteydi. Bir kısmı da yalnız
ve acınacak hale düşen ve sonlarının ne olacağını
kestiremeyenlerden oluşuyordu.
Zenginler, kaçarken yırtık pırtık elbise giyip yoksul gö-
rünmek sayesinde kurtulma umuduna kapılanlar, kızlarının
ırzını korumak amacıyla o zavallıların yüzlerine çamur sıva-
yanlarla Senato üyeleri de bunların arasındaydı. İstanbul
Ortodoks patriği ise, yalnız başına, âdeta çıplak bir kılık-
taydı. Ayakkabılarını bile Haçlılar almış oldukları için bir
köylünün verdiği eşeğe binmiş, bu cefa diyarından kaçabil-
mek umuduyla kıyıda dolaşıp bir kayık aramaktaydı. Haçlı-
lardan canlarını, ırzlarını kurtarmak isteyen Rumlar, işte
ancak böyle kurtulabildiler.125 Patrik ile Rum papazları da
İznik'e çekildiler, meydan Katolik papazlarına kaldı.126

125) Daru, a.g.e.: 1/291-2. 126)


Larousse, cilt 6, s.365.

104
h) Ganimet Bölüşümü: İstanbul'da servetin ve bina-
ların bir bölümünü tahrip etmekle Haçlılar ne kazandılar?
Parçaladıkları, sakatladıkları eserlerden, kumara ve safahata
harcadıkları servetlerden kendilerine ne kaldı? Diğer taraftan
cehaletlerinden ve acelelerinden ötürü değerli eşyayı .
sürekli yok pahasına elden çıkardılar. Bunun ne kadar ol-
duğunu tahmin etmek mümkün değildir.
Disiplinden yoksun olan bu orduya hâlâ söz geçirebile-
ceklerini sanan komutanlar, yağma edilen malların toplan-
masını emrettiler.
Malların ve mücevherlerin tümünü yağmacıların getirip
teslim etmesi elbette düşünülemezdi. Bununla birlikte, bölü-
şülecek para 400.000 gümüş Mark, yaklaşık olarak bir mil-
yon Türk altını değerindeydi. Bunun dörtte biri (250.000
altın), seçilecek imparator için ayrıldı. Geri kalan 750.000
altın, Fransızlarla Venediklilere yarı yarıya verildi. Fransız-
ların payının üçte biri, ilk pazarlık gereğince, Venediklilerin
alacaklarını ödemeye ayrıldı, geri kalan da orduya dağıtıldı.
Her piyadeye 5 Mark (12,5 altın), her süvariye iki katı (25
altın) ve her şövalye ile her papaza dört katı, yani 50 altın
verildi.127-128
Fakat böylece dağıtılan para, yağma edilenlerin yalnız-
ca bir bölümüydü, zira Villehardouin, Fransızların elde etti-
ği ganimeti 400.000 Mark, yani 1.000.000 altın tahmin
ediyor ki, haber alınmayan kısım da bunun dışındadır. Ve-
nedikliler zaten ticaret adamı oldukları için bu durumdan
yararlanma yolunu aradılar. Her piyadeye 100, süvariye
100, şövalye ve papaza dörder yüz Mark vermek üzere
yağma malını toptan satın almak istediler. Bu teklifin kabul

127) Gibbon:a.g.e.:2/724.
128) Larousse: 1/296.

105
edilmemesi, yağma değerinin çok daha fazla olduğuna ka-
nıttır. 129
i) Relikler de bölüşüm kapsamına alındı. Örneğin:
Gerçek Haç denilen çarmıhın bir parçasını, Saint Geor-
ge'un bir kolunu, Saint Jean'ın kafatasının bir kısmını, Sa-
int Luce ile Nebi Simon'un cesetlerini ve İsa'nın kanı bulu-
nan küçük şişeyi, cumhurbaşkanı Venedik'e gönderdi.
Haçlılardan birkaçının yağma ettiği relikler arasında
pek çok kafa, kemik ve resimler de vardı. Bunlar Avru-
pa'ya gönderildi ve böylelikle rahiplerin de pek çok para
kazanması sağlandı.
j) Kitaplar konusu da pek önemlidir. Piskoposlar, ke-
şişler, hatta Venedik cumhurbaşkanı bile Bizans'ta birikmiş
olan edebiyat ve bilim eserleri konusunda hiç zihin yorma-
dılar. İstanbul'da Avrupalı savaşçıların metinlerini anlaya-
madıkları en önemli servet bu eserlerden oluşmaktaydı.
Yunan ve Latin edebiyatını, kâğıda emanet edilmiş bütün
bilgileri içeren ve dokuz yüzyıldan beri koca kütaphaneler-
de toplanan eserlerin bir kısmını Frenk askerleri dağıttı, bir
kısmını da çıkardıkları yangınlar yok etti. Bu yüzden uygar-
lığın uğradığı zarar, katliamlardan daha ağır oldu.130 Bu
barbarların Avrupa'ya İstanbul'dan uygarlık götürdüklerine
hâlâ inananlar vardır!
k) Şaheserler: İmparatorlar debdebe ve şatafata eği-
limli olmalarının etkisiyle İstanbul'u en nefis eserlerle süsle-
mişlerdi. Yunanistan ve Mısır'dan, hatta Roma'dan bile pek
çok eser getirmişlerdi. Haçlılar bunların gereksiz süsten ya
da adi madde olmaktan öteye gitmediğine inanarak, ko-
runmalarının yararsız olduğuna, bir işe yarayabilmeleri için
129) Daru:a.g.e.: 1/297.
130) Daru:a.g.e: 1/298.

106
eritilip madde haline dönüştürülmelerinin uygun olacağına
karar verdiler.131
Bizans Başveziri Nikitas, Haçlıların tahrip ettiği anıtla-
rın en değerlilerini şöyle anlatıyor:
1) Yarışmada ödül kazanmış olan "Zafer Arabası Sürü-
cüleri": Bu heykel tunçtan dökülmüş ve hipodroma dikil-
mişti. Sürücüler sanki meydana koşuyor duygusu veriyor-
lardı. Bunları gören seyirciler aslına ne kadar benzediğini
de karşılaştırabiliyorlardı. Bu heykellerin en değerlileri
Olimpiyat Stadyumundan getirilmişti.
2) Ebülhevl, deniz aygırı ve timsah: Bunlar Mısır'dan
sağlanmış olan ganimete kanıttılar.
3) Romalıların ilk kralı Romülüs ile kardeşi Remüs'ü
emzirdiği sanılan kurdun heykeli: Bu şaheser hem eski,
hem de yeni Romalılar (yani Romalılarla Bizanslılar) gözün-
de büyük bir değer taşımaktaydı.
4) Bir yılanı parçalamakta olan kartal: Halk, Bizans'a
özgü olan bu heykelin, kenti zehirli hayvanlardan kurtaran
tılsım olduğuna inanmaktaydı.
5) Bir eşekle sürücüsünü gösteren eser: Roma impara-
toru Auguste savaşa giderken yolda karşılaştığı bir köylü
kendisine zafer kazanacağını müjdelemiş, Preveze dolayla-
rında yer alan Nikopolis savaşının sonucu da bu kehanete
uyunca, Auguste bu anıtı kendisi emrederek yaptırmıştı. 132
6) At üstünde bir binicinin heykeli: Halkın inancına
göre bu heykel Yahudi fatihlerinden ünlü Joshua'yı (Yuşa)
temsil etmekteydi. Bu kişinin kolunu uzatıp güneşi olduğu
yerde durdurduğu Tevrat'ta yazılıdır. Fakat klasikleşen bir
geleneğe göre de heykel Bellerofon ile Pegasus'u temsil et-
131) Daru:a.g.e.: 1/298.
132) Gibbon: a.g.e.: 2/725.

107
mekteydi. Binicinin tavrına bakılınca, yerde değilmiş de
havadaymış gibi bir izlenim doğuyordu.
7) Yüzeyi kabartma işlenmiş piramit: Bu kabartmalar,
seyredilmeye değer birçok sahneleri göstermekteydi. Öt-
mekte olan kuşlar, tarımla uğraşan ya da gayda çalan çift-
çiler, melemekte olan koyunlar, sıçrayan kuzular, deniz ve
kır manzaraları, balık avı ve tutulan çeşitli balıklar, aşk tan-
rıçası sayılan Venüs'ün oğlu Cupid'i (Eros) türlü biçimlerde
temsil eden ve Amur denilen çocuklar gibi oynaşıp birbiri-
ne elma attıklarını gösteren bir grup. Bu dikili taşın tepe-
sinde, en hafif rüzgâr esintisiyle bile dönen ve "Rüzgârın
Halayığı" adıyla bilinen kadının heykeli bulunmaktaydı.
8) Tartışmalara neden olan elmayı ya da güzellik ödü-
lünü, güzellik tanrıçası sayılan Venüs'e veren Frigyalı ço-
ban.
9) Mora'da İsparta Kralı Menelaus'un karısı, güzelliğiyle
ünlü Helene'in (Eleni) nefis heykeli. Nikitas, bu heykelin
ayaklarının inceliğini, bembeyaz kollarını, kaşlarının ve bü-
tün hatlarının düzgünlüğünü, şehvet dolu edasını, vücudu-
nu saran ehramın hafifliğini, rüzgârda uçuyormuş duygusu
veren harikulade saçlarını hayranlık ve coşkuyla anlatıyor
ve şöyle diyor: "Bu şaheserin görünümü nasıl olmuş da
barbar atalarımızın (yani Haçlıların) tahrip edici kollarını
durduramamıştır?"
10) Herkül'ün büyük bir heykeli: Lysippe'nin eseridir.
Baş parmağı adam kalınlığında, bacağı da adam boyunda
olup, görünüşü sert, bakışı düşünceli olduğu için öfkeliymiş
gibi bir duygu veriyordu.
11) Jüpiter'in (Zeus) eşi ve nikâh tanrıçası sayılan Ju-
non'un (Hera) büyük heykeli. Sisam'daki tapınağından alı-
nıp Bizans'a getirilmişti. Bu heykelin başını dört çift öküz
saraya getirebilmişti.
108
12) Savaş tanrıçası Minerva'nın (Athena) 30 ayak (9
metre) yüksekliğinde heykeli: Heykel bu cenkçi bakirenin
özelliklerini ve tavırlarını güçlü biçimde göstererek temsil
ediyordu. Fakat Haçlılar Bizans'ı kuşatmaya başladıktan
sonra her nedense halkın kendisi bu heykeli tahrip etmişti.
Ayrıntıları yukarıda anlatılan eserlerden bakır olanları-
nı Haçlılar parçalayıp erittiler. Bunları yapan ünlü sanatçı-
ların dehaları ve becerileri de böylelikle yok oldu. Elde edi-
len maden parçaları paraya çevrilip askere dağıtıldı. Mer-
merden ve diğer malzemelerden yapılan heykeller de kırıl-
dı, adi taş gibi kullanıldı. Bu kadar değerli şaheserden, yal-
nızca altın yaldızlı tunçtan yapılmış ve İstanbul'da, At Mey-
danına (Sultanahmet) konmuş olan dört at, Devlet Başkanı
Dandolo tarafından Venedik'e yollanınca kurtarılmış oldu.
Bu atları beş yüzyıl sonra İmparator Napolyon Bonapart,
Venedik'teki San Marco Kilisesi önünden kaldırıp Paris'e
taşıttırdı. 133
1) İmparator Seçimi: Daha sonra kentin yönetim işle-
ri ele alındı. Flandre Kontu Baudouin, imparator seçildi. Se-
çilir seçilmez hemen Bizans İmparatoru (Çatık kaşlı adıyla
tanınmış) Beşinci Aleksi Dukas'ı yakalatıp Teodos sütunun-
dan diri diri başaşağı attırmak vahşiliğiyle işe başladı.134
Yeni hükümetin yönetimi konusunda yapılan görüşme-
lerde verilen karar gereği, Kudüs'te olduğu gibi İstanbul'da da
feodalite ilkelerine dayalı bir hükümet kuruldu ve Kudüs'teki
Haçlı düzenleri aynen kabul edildi. Rumların büyük bir bölü-
mü köle durumuna düştü ve devlet hizmetlerinde kullanılma-
larına izin verilmedi. Yalnızca emir dinlemekle yükümlü, pasif
ve tehlikeli bir düşman kütlesi haline geldiler.135
133) Gibbon: a.g.e.: 2/725-26.
134) Weber: a.g.e.: 2/52.
135) Gibbon: a.g.e.: 2/728-731.

109
Rumlar, Bulgar ve Ulah önderi olan Kaloyani ile gizli-
ce anlaşıp isyan ederek Edirne'ye yürüdüler. İmparator Ba-
udouin de onların üzerine yürüdü. Fakat arkadan gelen Ve-
nedik cumhurbaşkanı yetişemeden imparator esir düştü.
Kurtarılması için Papa'nın girişimleri etkisiz kaldı. Çünkü
Baudouin ölmüştü. Elleriyle ayaklarının kesilerek beygir ve
köpek leşleri arasına atıldığı ve yırtıcı kuşların gelip zaval-
lıyı parçaladığı söylentileri yayıldı.136
Yeni kurulan sömürgeye gelip bu geniş ve şirin baş-
kente yerleşmek, bereketli arazilere sahip olmak üzere
Fransızlar davet edildiyse de bu daveti kabul eden olmadı.
m) Patrik Seçimi: Daha önce verilmiş karar gereği,
Venedikli Thomas Morosini, Bizans Katolik patrikliğine se-
çildi, Ayasofya Kilisesi de kendisine teslim edildi. Rum pat-
riğinin ve papazlarının geliri ve yetkileri de katolik papaz-
larına devredildi.137
Bunun üzerine Papa Üçüncü Innocent'dan gelen emir-
le; boyun eğmek ve vergi vermek konularında Rumların
Latinlere, Latinlerin katolik papazlarına ve bunların da Pa-
pa'ya bağlı olmaları belirtilmiş ve onaylanmıştı.
Bu sırada Ortodoks patriği bir kayığa atlayıp İznik'e
kaçmıştı. Bizans'ta Latinlerin hüküm sürdüğü elli yedi yıl
boyunca Ortodoks mezhebi yasak edilmiş ve on sekiz tane
Katolik Patriği seçilip, her biri Roma'ya giderek Papa'nın
duasını, bu arada icazetlerini de almıştı. 138 Fatih İstanbul'u
alınca, Rumların başına bir imam değil, bir Rum patriği
atamış ve ona birtakım yetkiler bile vermiştir. Barbar de-
dikleri Türklerle, uygar olduklarını iddia eden batılı yazarlar
bu olayları karşılaştırmalıdırlar.
136) Gibbon: a.g.e.: 2/734.
137) Gibbon: a.g.e.: 2/728.
138) Gibbon: a.g.e.: 2/442.

110
n) Papa olayların nasıl geliştiğini haber alınca, kadınlık
ve erkeklik, gençlik ve yaşlılık, hatta rahiplik sıfatı bile dik-
kate alınmaksızın, herkese saldırdıklarından ötürü Haçlıları
suçlamış, güpegündüz ırza geçmiş olmalarına teessüf et-
miştir.139 Fakat Haçlıların Kudüs seferinden vazgeçip İs-
tanbul'a saldırmalarına başlangıçta karşı çıktığı halde, Orto-
doks kilisesinin Papalık yönetimi altına sokulması yoluyla
Ortodoksluğun ortadan kaldırılması, Haçlıların bu hareket-
leri sayesinde kendi isteklerine tümüyle uyduğu için, sefe-
rin bu biçime girmesini sonunda onaylamıştır.140

İstanbul Latin İmparatorluğu


Haçlılar, İstanbul'u aldıktan sonra bir Latin İmparator-
luğu kurdular. İmparator seçtikleri Kont Baudouin, Bulgar
ve Ulah kralıyla anlaşmazlığa düştü. Esir oldu ve bir daha
da görülmedi. İşkence gördüğü söylentileri çıktı.141
Latin İmparatorluğu İstanbul'dan Sakarya ağzına, Edre-
mit'e ve Mora'ya kadar uzanıyordu. Ancak elli yedi yıl da-
yanabildikten sonra, 1261'de yeniden Rumların yönetimi-
ne girdi.
Bölüşme sırasında Selanik krallığı ve Girit Adası, Marki
de Monferrat'ya düştüyse de, Marki hiçbirine yerleşemedi.

İznik Rum imparatorluğu


İstanbul Haçlıların eline düşünce, imparatorun damadı
Teodor Laskaris ile Rum patriği, Rum papazları ve soylula-

139)Gesta:c. 94, s. 538.


140) Gibbon: a.g.e.: 2/723.
141) Gibbon: a.g.e.: 2/734.

111
rın çoğu İznik kentine çekildiler.142 Fakat bir süreden beri
Bizans maliyesi o kadar bozuk bir duruma gelmişti ki, sınır-
daki halk yabancı hükümeti daha iyi buluyordu. Bundan
ötürü Anadolu'nun pek çok kenti 1198 tarihinde Konya
saltanatına katıldılar.143 Altı yıl sonra Haçlıların İstanbul'a
yerleşmesi üzerine İznik'e kaçan Bizans hükümeti, Latinle-
rin zayıflamasından yararlanarak İstanbul'a dönebildi.

Trabzon İmparatorluğu
Latin istilasından sonra, Komninos hanedanı üyelerin-
den Aleksi ve David tarafından Trabzon'da bir hükümet ku-
ruldu. Sinop'tan Batum'a kadar uzanmaktaydı. Fatih Sultan
Mehmet bu ülkeyi 1461'de alıp bu hükümete son verdi.144

Frenk Prenslikleri
Fransız şövalyeleri, İstanbul alındıktan sonra, Yunanis-
tan'da Epir Despotluğu, Atina Baronluğu, Akai (Mora)
Prensliği gibi birtakım yönetimler kurdular, Girit Adası da
Marki de Monferrat'ya düştü.

Adalar
Venedikliler, Çanakkale Boğazından Korfu'ya kadar
bütün adaları alıp bir kısmını Venedik soylularına armağan
ettiler. Marki de Monferrat'nın donanması ve parası olma-
dığından, Girit Adasını 12 Ağustos 1204 tarihinde 10.000
gümüş Mark karşılığında Venedik Cumhuriyetine sattı.

142) Larousse: 6/365.


143) Larousse: 2/816.
144) Larousse: 7/1 -104.

112
Bu Frenk prenslikleri ve adaları Osmanlı devleti tara-
fından ele geçirilip Frenk yönetimine son verildi. Oralarda
da Rum milliyeti bu sayede devam edebildi.

Haçlı Çocuklar Seferi (1212)

Katolik ülkeleri halkı bir yüzyıldan beri mucizelerden,


Müslüman katliamlarından ve "İsa'nın Mirası"ndan durmak-
sızın söz etmekte, Charlemain'ın hacca gitmesi ve Roland
Türküsü gibi efsane şiirlerini de köylere varıncaya kadar
dillerinden düşürmemekteydiler. Çocuklar da bunları dinle-
ye dinleye, babaları, anneleri gibi harekete hazırlanıyordu.
Birkaç papaz, çocukları ve ailelerini teşvik etti. Bunlardan
bir grup zavallı, inanıp sefere hazırlandı. Pek çok insan bu
hareketin Tanrı tarafından ilham olunduğuna, İsa'nın da
kendi kudretini göstereceğine, en büyük komutanları ve
akıllı insanları şaşırtmak azminde olduğuna inanmaya baş-
ladılar. 145
Namuslu olmayan kadınlarla düşük ahlaklı erkekler de
bu yeni Haçlı kafilelerine katıldılar.
Kafilenin biri İtalya limanlarına, diğeri Marsilya'ya geldi.
O yıl "şiddetli kuraklık nedeniyle denizin sularının kuru-
yacağı ve Suriye'ye kadar Akdeniz'de bir yol açılacağı"
masalı çocuklara işlendi. Denizin kurumasını bekleye bekle-
ye umutları kırılan zavallıların bir bölümü ormanlara sokula-
rak açlık ve yorgunluktan telef oldu ya da köylerine dönme-
yi başardı. Gemilere binenlere gelince, ya karaya oturan ge-
milerden çıkıp başıboş dolaştılar, ya da mahvoldular.
Papaz takımı ve reisleri de efsaneye inanmakta halk-
145) Michaud: a.g.e.: 2/358.

113
tan geri kalmıyordu. Örneğin gençlerin önemli miktarının
telef olduğu Papa Üçüncü Innocent'e anlatıldığında, kendi-
si, "Kudüs'ü Türklerin elinden kurtarmaya koşan bu çocuk-
lar, bize sitem etmek, uyarı yollamak için böyle hareket et-
tiler," cevabını vermiştir.146
Müslümanlarla büyük ölçüde ticaret yapmakta olan
Hugues Ferreus ve Guillaume Porcus adında iki kişi, Filis-
tin'e götüreceklerini söyledikleri pek çok çocuğu gemiye
bindirdilerse de gemilerin ikisi battı. Diğerleri Cezayir'de
Buca'ya ve Mısır'da İskenderiye'ye götürülüp Müslümanlara
esir diye satıldı. Gemilerle batan çocukların onuruna, bir
süre sonra Papa Dokuzuncu Greguar, Saint Pierre Adasın-
da bir kilise yaptırdı.147
Sonucunu önceden kestirmek mümkün olmayan bu
seferi düzenleyenler de, katılanlar kadar çocukluk etmişler-
dir.

146) Michaud: a.g.e.: 2/359.


147) Michaud: a.g.e.: 2/479-80.

114
BEŞİNCİ HAÇLI SEFERİ (1217)

Papa Innocent, Fransa'da Albijualara ve Almanya'da


putperestlere karşı galip geldikten sonra, Kudüs seferi için
bir konsil daha topladı. 400 piskopos, Kudüs Patriği diye
anılmakta olan bir rahip, 800 kadar keşiş konsile geldi. İs-
kenderiye ve Antakya patriği sayılan diğer iki rahip de ha-
zır bulundu. Konsil 1215 yılının Aralık ayında toplandı.
Yapılacak Haçlı Seferi için ayrıntılı emirler düzenlendi. In-
nocent Haçlıların toplanacağı yerleri kutsamak için dolaş-
maya karar verdiği halde bunu yapamadan, 1216 Temmu-
zunda öldü.
Sefere katılmaya razı olan Macar Kralı İkinci Andre,
Avusturya ve Baviera dükleri, Felemenk kontu ve pek çok
Alman soylusuyla piskoposu, Adriyatik kıyısında Spalaro
(Split) limanından gemilere bindiler. 148
Brindizi, Cenova ve Marsilya limanlarından da pek
çok Haçlı yola çıktı. Bütün Haçlılar Akkâ'ya vardılar.
Akkâ'da kıtlık başgösterince haydutluk başladı. Bavie-
ralılar evleri ve manastırları yağma ve mezarları soyma ko-
nusunda pek ileri gittiler.149
148) Weber:a.g.e.: 2/57.
149) Michaud: a.g.e.: 2/380.

115
Nasıra kenti doğrultusunda durup Türklerin savunmakta
olduğu Tabor (Cebel üt Tur) Dağına saldırmaya karar
verdiler. Başlarında Kudüs Patriği diye bilinen papaz, elle-
rinde kocaman bir haç tutarak yürüyordu. Macarlar Türk-
lerle ilk defa karşı karşıya gelmekteydiler. Türkleri görünce
benliklerini birdenbire bir yılgınlık kapladı. Savaşmaya bile
kalkışmadan hemen kaçtılar. 150
Macar kralı üç ay kadar boşuna vakit geçirdikten son-
ra, yeminini yerine getirdiği teranesini ileri sürerek ve as-
kerinin yarısını yanına alarak ülkesine döndü. Giderken Sa-
int Pierre'in kafatası, havvarilerden Saint Thomas'ın sağ
eli, İsa'nın suyu şaraba çevirirken kullandığı iddia edilen
kaplardan biri gibi relikler götürdü.151 Bu işgal ordularının
kahramanları, kemik, kafatası, çürük tahta, toprak, çanak
gibi hayali değerleri ve çapulculuklarının ürünlerini ülkeleri-
ne götürerek, elde edemedikleri zaferleri unutturmak iste-
mişlerdi.
Macar kralı çekildikten sonra Flemenk, Fransız ve İtal-
yan gemileri ile Akkâ'ya pek çok Haçlı geldi. Atlantikten
geçen Haçlılar, Müslümanlara karşı Portekizlilere yardım
ettiklerini, pırıl pırıl parlayan silahlarla donanmış melekle-
rin savaşa katılıp zaferi sağladıklarını anlatmaktaydılar.152
Bu romanları kaleme alan yazarlar, askere mi yoksa çocuk-
lara mı hitap ettiklerini pek açıklamamışlardır.
Diğer bir bölümü de konsil görüşmeleri sırasında Inno-
cent'in önerdiği gibi davranmaya ve bunun için gelen gemi-
lere binip Mısır'a gitmeye karar verdiler.
Kudüs kralı ve Kudüs patriği unvanlarını taşıyan kişiler-
150) Michaud: a.g.e.: 2/382.
151) Michaud: a.g.e.: 2/384.
152) Michaud: a.g.e.; 2/384.

116
le Avusturya dükü, piskoposlarla birlikte 200.000 kişilik
bir ordu, Dimyat önüne gelerek Nil Nehri ağzının batısında
karaya çıktı. O tarihte Dimyat, Mısır'ın en önemli kentle-
rinden ve merkezlerinden biriydi.
Haçlılar birkaç kaleye saldırdılar ve Nil kıyısındaki ku-
leyi aldılar. Bu sırada Almanya'dan, İtalya'dan ve Fran-
sa'dan gelenler de onlara katıldı. Bordeaux, Angers, Beau-
vais, Paris, Meaux, Noyon piskoposları, kontlor ve baron-
lar da bunların arasındaydı.
Ordunun başında iki kardinal bulunuyordu. Bunlardan
Kardinal Pelage, Papa'nın temsilcisiydi. Haçlıların bir bölü-
mü başlangıçta onu komutan tanıdı. Mısırlılara karşı bir ba-
şarı elde ettikten sonra da bütün Haçlılar kendisini baş ola-
rak tanıdılar. Fakat iş uzadıkça şevk azalmaya başladı.
Avusturya dükü ülkesine dönmeye karar verdi. Bunun önü-
ne geçmek için Kardinal Pelage, Haçlıların günahlarını ba-
ğışladığına ilişkin vaatlerde bulunarak, geri dönmeyip bu
ikramı elde edeceklerin ana ve babalarına, eşlerine, erkek
ve kız kardeşlerine de günah bağışlayacağını açıkladı.
Yeni Haçlılar da gelmekte olduğu halde yakınmalar yi-
ne de büyüdüğünden, artık harekete geçmekten başka çare
olmadığına karar verildi. Haçlılar yürüyünce Müslümanlar
geri çekildi: Ne yapılacağını düşünmekte olan Haçlılara bu
sefer Müslümanlar saldırdılar. Bu çarpışmada pek çok Haç-
lı yok oldu.
Tam bu sırada, Saint François d'Assie adında bir keşiş
çıkageldi. Katoliklerce "Mazanne-i Kiram"dan (Ermiş) sayı-
lan bu kişinin bir olayı çok ünlüdür. 153
"Saint François bir gün kırda vaaz edeceği sırada önü-
ne saksağan gibi öten geveze bir sürü kırlangıç konmuş.
153) Michaud: a.g.e.: 2/400.

117
Fikirlerini insanlara anlatamayan keşiş, bu gevezelere an-
latmış ve şöyle demiş: 'Hemşirelerim, Tanrının kelamını
benden dinleyin, vaazımın sonuna kadar susun ve rahat
oturun.' Kuşcağızlar hemen susmuşlar, sonuna kadar yerle-
rinden kıpırdamamışlar."

Bu tabloyu ünlü ressam Giotto 1300'den 1305


tarihine kadar altı yılda, İtalya'nın Assise ken-
tindeki büyük kilisenin duvarına resimlemiştir.
Gerek vaiz, gerek resim, Fransa'da orta eğitim
için Albert Malet ve Jules Isaak adında iki tanın-
mış profesörün Ortaçağ adlı ve dördüncü sınıfa
yönelik kitabının 315. sayfasından alınmıştır.
Hurafeden ibaret olan bu olayın resim olarak ki-
lise duvarına işlenmesinin din ile ilişkisi bir tür-
lü anlaşılamamaktadır.
Saint François, Hıristiyan inancının kesinlikle doğru ve
yüksek olduğuna inanmış bulunduğundan, Mısır hükümdarı-
na Hıristiyan dinini kabul ettireceğine de kesinlikle inanı-
yordu. Melik Kâmil'in önüne getirilerek, "Doğru yolu göste-
rek için Tanrı beni size gönderiyor," dedi ve ona Hıristiyan
dinini kabul etmesini önerdi.154 Fakat gösterdiği kanıtlar
kimseyi ikna edemediğinden, bu öneri Melik Kâmil'in ve
halkının onunla alay etmesinden başka bir işe yaramadı.
İlkbahar ve yaz çarpışmalarla geçti. Bu arada bir bölüm
Haçlı Avrupa'ya döndüyse de, yenileri gelmeyi sürdürdü.
Müslümanlar Haçlılara, elverişli koşullarla barış teklif et-
tiler. Fakat Kardinal Pelage kabul etmedi, çatışmalar sürdü.
Bu sonuçsuz, zor savaş, saldırganlar arasında bıkkınlı-
ğa yol açıyordu. Haçlıların bir bölümü dinlerini, vatanlarını
inkâr ederek Müslümanların tarafına geçtiler.155
Sonunda aralık ayında Kardinal'in komutası altında
saldırıya geçen Haçlılar Dimyat kentine girdiler.
Tarihçi Wilken'in yazdığına göre, Dimyat'a giren Haç-
lılar pek dehşet verici bir manzarayla karşılaştılar. Yalnız
evler değil, sokaklar bile ceset doluydu. Çoğu çıplak olan
bu cesetleri köpekler yemekteydi. Yataklarında ölüm halin-
de bulunanların yanlarında kendi hallerine bırakılan hasta-
lar vardı. En acıklı durumda kalanlar çocuklardı. İnsanlık
duygusundan yoksun birtakım Haçlılar, Dimyat'ın ele geçi-
rildiği gün kendilerini savunamayan hayli zavallıyı öldürdü-
ler. Papa Üçüncü Innocent kendisinin sebep olduğu bu fa-
ciaları haber alamadan ölmüştü.156

154) Michaud: a.g.e.: 2/401.


155) Michaud: a.g.e.: 2/405.
156) Weber: a.g.e: 2/58.

119
Haçlılar ortalığı yağmaya koyuldular, papazların emir-
lerini ve afarozla tehdit edilmeyi bile hiçe saydılar.
Dimyat'ın alınması, Kardinal Pelage'ın gururunu ka-
bartmıştı. Fakat yağma edilen malları kiliseye, yani papaz
efendilere bırakmalarını emredince, Haçlılar ayaklandılar
ve emir dinlemediler. 157
Yüksek dereceli papazların idaresinde Almanya, Fran-
sa ve İtalya'dan gelmekte olan Haçlılarla artan kuvvete da-
yanarak, Kardinal Kahire'ye saldırmaya karar verdi.
Melik Kâmil, Dimyat'ın güneyinde ve Nil kenarında
Mansura kentini kurmuştu. Bu kent Haçlı ordularının mah-
volması ve Fransa Kralı Saint Louis'nin esir düşmesiyle
şöhret kazandı.
16 Ağustos 1221'de Haçlılar Kahire'ye doğru yola çık-
tılar. Nil'in sağ kıyısından ilerlerken irili ufaklı 630 gemi de
yanlarında gidiyordu. İslam dinini yıkıp doğunun tümünde
Hıristiyanlığı yerleştireceğine inanan Kardinal Pelage, ka-
rargâhını Mansura önüne kurdu. İslam donanması Haçlılar-
la Dimyat arasındaki ilişkiyi kesince, Haçlılar geri dönmek
emrini aldılar. Pek çoğu sarhoş olduğundan güçlükle yürü-
yor ya da yollarda sızıyorlardı. Sabah olunca İslam süvarisi-
ninin saldırısına uğradılar. Ertesi gece Melik Kâmil nehirde-
ki setlerin kapılarını açtırdı. Suların her tarafa yayılmasıyla
Haçlı ordusu karmakarışık oldu.
Bu hali gören Kardinal Pelage aman dilemek zorunda
kaldı. Müslümanlar bunu kabul edince, Kudüs kralı unvanı-
nı taşıyan Jean de Brienne ile Baviera Dükü, Kardinal
Pelage ve ordunun başlıca komutanları Türk karargâhına

157) Michaud:a.g.e.: 1/408.

120
gittiler ve anlaşma hükümleri yerine gelinceye kadar rehi-
ne olarak kaldılar. 158
Açlık, hastalık ve Nil'in taşması etkisiyle kayıplar gide-
rek artıyordu. Kral, Melik Kâmil'e başvurmak zorunda kaldı
ve "Silahsız kalmış olan bu düşmanlarına merhamet etme-
sini rica etti."159 Tarihçi şöyle demektedir: "Kralın ağladığını
görünce Melik Kâmil de üzüntüsünden ağlamaya başladı.
Haçlıların fıkarasına ve zenginlerine dağıtılmak üzere,
sırayla dört gün otuzar bin ekmek yolladı."
Türklerin merhameti sayesinde canlarını kurtaran Haç-
lılar, Nil kıyılarından ayrıldılar. Bunların Filistin'e kadar ge-
reksinimlerini sağlamak üzere Melik Kâmil kardeşini görev-
lendirdi.
Rahip Olivier Scholastique, Melik Kâmil'e gönderdiği
mektupta, kendisini Hıristiyan olmaya davet etmekle birlik-
te, esirlere günde yirmi otuz bin ekmek ile hayvan yemi
yolladığını, hastaları, sakatlan taşıttığını ve Hıristiyanlara
asla kötü davranılmamasını emrettiğini belirterek şükranla-
rını da arz etmiştir. 160
Büyük ruhani bir mecliste kararlaştırılan, bütün Kato-
lik ülkelerinde Papa adına ilan ve tavsiye olunan, Papa'nın
temsilcisi Kardinal Pelage tarafından yönetilen bu seferin
hazırlıkları Avrupalıları birkaç yıl meşgul etmişti.
Kardinal Pelage'ın bağnazlığı sayısız insanın kaybına,
gururu da Haçlıların felaketine yol açtı. Eğer Melik Kâmil
onun gibi hareket etseydi, esir düşen Frenklerin hepsi im-
ha olurdu. -

158) Michaud:a.g.e.: 2/417.


159) Michaud: a.g.e.: 2/418-9.
160) Michaud: a.g.e.: 2/425-6.

121
Tarihçi Michaud161 diyor ki: "O zamanki yazarların
eserlerinde kuşatma olayları sırasında mucizeler ve dindar
hayaletler sürekli olarak anlatılmaktadır. Bunlar arasında,
papazların emrettiği perhizler, oruçlar, yüksek sesle oku-
nan dualar, Tevrat ve İncil fıkraları da bu satırlarda yer al-
maktadır. Kente saldırılacağı sırada Hıristiyan ordusunun
önünde papazlar bulunduğuna ve kilise duaları okunduğu-
na bakılınca, savaş değil, bir din âyini anlatıldığı sanılır."
Tarihçinin bu ifadesine eklenecek bir sözümüz yoktur.

161) Michaud: a.g.e: 2/424.

122
ALTINCI HAÇLI SEFERİ (1228-1229)

Dokuzuncu Greguar, Papa olunca, İmparator İkinci


Frederick'e Haçlı Seferine gitmesini emrettiği halde razı
edemediğinden, onu hemen afaroz etti. Fakat Roma'da yer
alan bir ayaklanma sonucunda kendisi de kaçmak zorunda
kaldı. 162
Bu sefer de Frederick, Kudüs'ü fethetmeye karar verdi,
fakat Papa onun afaroz edilmiş olduğunu ileri sürerek karşı
çıktı.
Frederick, Papayı dinlemeyerek yola çıktı. 1228 Eylü-
lünde Filistin'e geldi. Müslümanları yenmek ve Kudüs'ü al-
mak olanağını göremediğinden, Frenklerin de ibadet ama-
cıyla Kudüs'e gelebilmeleri hakkında on yıllık bir belge im-
zalayarak Sicilya'ya döndü. Oysa bu hak zaten Halife
Ömer zamanından beri tanınmış bir haktı.
1213 tarihinde Papa, Templier tarikatının başına
yazdığı bir mektupta, Filistin'de asayişin sürmesi için şart
olan bu anlaşmaya uymasını emretti.
Bu Haçlı Seferi de boşuna yapılmış oldu.

162) Larousse:a.g.e:2/119.

123
SAINT LOUIS'NİN SEFERLERİ

Son iki seferi yapan Fransa Kralı Saint Louis'nin ahla-


kı ve durumu hakkında biraz bilgi verilmesi, gerek bu se-
ferleri, gerekse Ortaçağ'da batı uluslarının zihniyetini anla-
ma açısından yararlı görülmektedir.
Saint Louis 1226 yılında, on bir yaşındayken tahta
çıktı. Annesi Blanche de Castille, kral naibi oldu. Bu görev
sona erdikten sonra bile Blanche hükümet işlerine karış-
mayı hep sürdürdü.
Louis'nin açtığı iki Haçlı Seferi, doğru bir politikaya
dayalı olmadığı gibi, Fransa açısından zararlı sonuçlar ge-
tirmiş, ama yine de, papazların çabaları sayesinde kralın
şanı ve şerefi artmıştır. Anısının yaşaması için yapılın kili-
selere konulan tablolardan biri, Paris'te Saint Louis d'Antin
Kilisesindedir. Bu resim Kudüs'te Sidon tepesinde Müslü-
manların öldürdüğü Hıristiyanları göstermektedir.163 Bu
olay doğru olsa bile, Louis'nin açtığı iki Haçlı Seferinde yol
açtığı zararlar ve Müslüman katliamları unutulup da, bir
tek çatışmada ölen Haçlılara ilişkin yapılan bir tabloyu kili-
sede sergilemek, güzel sanatların bile Müslümanlara karşı
kin ve garez beslenmesi için araç olarak kullanıldığını gös-
163) Larousse: 5/762.

124
termekten başka ne gibi bir anlam taşıyabilir? Louis'nin ah-
lakının en belirgin özelliği, esaslı ve derin bir dindarlık, ya-
ni taassuptur. Her şeyden önce, Louis her an ibadetle
meşgul ve pek dindar bir Hıristiyandı. Çocukluğundan beri
gördüğü terbiyeye ölünceye kadar sadık kaldı. Franciscain
tarikatının Tiers Ordre denilen sivil kısmına bağlıydı.164*
Geceyarısı yataktan kalkıp ibadete başlar, kendisine
büyük işkenceler yapar ve yaptırırdı. İsa'nın çarmıhta can

Bu tablo A. Malet ve J. Isaac'ın Ortaçağ adlı dör-


düncü sınıf kitabının 375'inci sayfasındadır.

164) Michaud: a.g.e.: 4/372.


* Bu kısım ana tarikatın sivil şubesidir. Buraya üye olanlar, rahip de-
ğilmiş gibi yaşayıp, üyeliklerini halktan gizlerler. Özellikle Fransa'da
pek büyük kişiler bu kısma girmişlerdir. Bunlar arasında, Kral Saint Lo-
uis, annesi Kraliçe Blanche de Castille, eşi Marguerite de Provence,
kızkardeşi Sainte Isabelle de vardır. Bu kişiler aracılığıyla, o dönemde
Fransa'yı yöneten Franciscain rahipleri, Kral Dokuzuncu Louis'yi yedinci
ve sekizinci Haçlı Seferlerini yapmaya yöneltip pek çok kan dökül-
mesine yol açtılar, İspanya Kralı Dördüncü Philipe'in eşi ve Fransa
prensesi Elizabeth, On Dördüncü Louis'nin annesi Avusturya prensesi
Anne ile eşi Marie Therese de bu tarikata mensuptular.

125
verirken azap çektiği inanana büyük bir önem verdiğin-
den, hep çıplak teninin üzerine kıldan yapılmış, zünnar de-
nilen gömleği giyerdi. Cuma günü İsa'nın çarmıha gerildiği-
ne rastlayan gün olduğundan, beline kadar soyunarak ve
karyolasının ayak ucuna dayanarak, günahını çıkaran pa-
paza birkaç zincirden oluşan bir kamçı verir, onunla omuz-
larını dövdürürdü.
Louis arasıra yoksulları sarayına getirir, yemekte onla-
ra hizmet eder ve onların ayaklarını yıkamaktan zevk du-
yardı. Hıristiyanlığa özgü olan tevazudan ötürü yoksulların
en pislerini ve en iğrenç hastalıklara uğramış olanlarını
yeğlerdi.165 Böyle davranmanın krallıkla ve ülkeyi yönet-
mekle ne ilgisi olduğunu anlamak mümkün değildir.
İsa'nın çarmıha gerileceği zaman başına geçirildiği
söylenen dikenden yapılmış tacı Bizans-Latin imparatorun-
dan alıp Paris'te kendi sarayının bitişiğine yaptırdığı Sainte
Chapelle türbesine gömdürmüştür.*
Saint Louis'nin yaptığı iki Haçlı Seferi de kendisinin
bütün inancına, dualarına, katlandığı eziyetlere ve İsa'dan
gördüğü bütün yardımlara rağmen diğer seferlerden farklı
olmamış, yani Fransa ve Hıristiyanlık için yararlı bir sonuç
vermemiştir.
165) Albert Malet et Jules Isaac, professeurs agreges d'Histoire: Le
Moyen Âge classe de IVe, Hachette, Paris, 1926. * İstanbul Latin
İmparatoru Baudouin zamanında maliye pek bozuk bir durumdaydı.
Sarayda bulunan ve İsa'nın çarmıha gerileceği sırada başına geçirildiği
söylenen dikenli tacı, Bizans-Latin vekiller 200.000 Frank karşılığında
bir Venedikliye rehin olarak vermişlerdi. Borç vadesinde ödenmeyince,
tacın satılacağını haber alan Saint Louis hemen borcu ödemiş,
Baudouin de dikenli tacı ona hediye etmiştir. Paris'e getirilince, kral
yalınayak başıkabak bir kılıkta onu sokaklarda taşıdıktan sonra,
yerleştirdiği yerin üzerine Sainte Chapelle denilen ünlü anıtı
yaptırmıştır.

126
YEDİNCİ HAÇLI SEFERİ

Nasıl yetiştirildiği ve taassubunun ne düzeylere vardığı


yukarda özetlenen, Aziz (Saint) unvanıyla anılan Fransa
Kralı Dokuzuncu Louis, şövalyelerin ve keşiş kısmının Gaz-
za dolaylarında öldüğünü, yalnızca deniz kıyısında birkaç
küçük yerin Haçlılarda kaldığını haber alınca, birçok soylu
ve papazla birlikte halkı da toplayıp sefere çıktı ve Mısır'a
gitmek üzere tümü birlikte Marsilya'dan gemilere bindi.
Kral Louis, Paris dolaylarındaki Saint-Denis Kilisesinde
korunan krallık bayrağını eline alarak Mısır toprağına ayak
bastı. Müslümanlar Dimyat kentini boşaltıp çekildiler.
Haçlılar bir süre kıyıda kaldıktan sonra Kahire'ye doğ-
ru yola koyuldular. Mısır gemileri Nil'de dolaşıp duruyorlar-
dı. Açlık ve yorgunluktan bitkin düşen Haçlılar sonunda çe-
kilmeye karar vermişlerdi ama bu girişimlerinde başarılı
olamadan, kralla kraliçe de dahil olmak üzere esir düştüler.
Bu zaferi sağlayan Tür'; askerleriydi.166
Salahaddin-i Eyyubi'nin kardeşinin torunu olan komu-
tan, yenilgiye uğrayanlara karşı insanca davrandı. Görüş-
meler yapılıp 400.000 altın fidye (zarar ve ziyan karşılığı)
vermek koşuluyla barış imzalandı.
166) Gibbon: a.g.e.: 2/698.

127
Kraliçe Marguerite de, Dimyat'ta bir çocuk doğurduk-
tan sonra Louis ile birlikte Fransa'ya döndü. Kaynanası
Blanche öldükten sonra bu sefer Marguerite devlet işlerine
karışmaya başladı.167

Bir Saptama :

Haçlı Seferlerine yol açan Keşiş Pierre de, ilk


seferi Fransa'dan ilan eden Papa İkinci Urbaine
de, sefere başkan ve Papa'nın vekili olarak atanan
Kardinal Adhemar de Monteil de, Fransızdılar.
Beşinci ve altıncı seferler hariç olmak üzere,
diğer seferlere katılan Haçlıların da çoğu Fransız-
dı. Gerek yollarda ve gerekse ele geçirdikleri yer-
lerde halka yaptıkları zulüm ve işkenceler, yukar-
da özet olarak anlatılmıştır.
Fakat bu facialara katılan Avrupalılar içinde
Fransız ulusu, insanlığın gurur duyabileceği kişiler
de yetiştirmiş bir ulustur.
Örneğin:
Fransa'nın 1789 ihtilalinde, sömürgelerdeki
zenci kölelerin azat edilmesi kararlaştırılmıştır.
1791 Mayıs ayında Kurucu Mecliste, sömürge-
leri mahvedecek olan bu kararın geri alınması ve
beyaz insanlara özgü diye bilinen hakların zencile-
re de verilmesi önerisi tartışılmıştır. Dupont de
Nemours, "Bir ilkeyi feda etmektense, sömürgele-
rin mahvolmasını yeğlemek gerekir," demiştir. Bu-
167) Larousse: 5/950.

128
nun üzerine Robespierre de kalkmış, "Eğer sömür-
gelerdeki beyaz halk, zencilerin çıkarına en aykırı
şeyleri yasaya bağlamaya bizi zorlamak niyetin-
deyse, sömürgeler mahvolsun," demiştir. Bu iki
ifade birleşince, "Bir ilke mahvolacağına, sömür-
geler mahvolsun," şekline dönüşmüştür.168
Fransa'da 1848 yılında yer alan ihtilalde, esa-
ret altında yaşamakta olan zencilerin azat edilme-
sine hükümet karar vermişti. Leconte de Lisle,
Reünion Adasındaki zencilerin çektiği işkenceler
sırasında duyduğu çığlıkları unutmamıştı. Bu zaval-
lılar adına bir mektup yazıp Paris valisine gönder-
di. Bunu haber alan büyük kardeşi Andre, karde-
şinden açıklama istedi, Leconte de Lisle de, "Kişi-
sel çıkarlarla adaletten birini seçmek söz konusu
olunca, adaleti seçeceğini," söyledi. Ailesi bu ce-
vaptan çok utandı ve ona yollamakta olduğu harç-
lığı kesti. Fakat Leconte de Lisle kanısında diren-
diğinden, o tarihten sonra dersler vermek, kitapçı-
lara hizmet etmek ve bir gazeteye makale yolla-
makla geçinmeye çalışmış, yoksulluk içinde yaşa-
mıştır. 169
Fransız ulusu, Dupont de Nemours ve Leconte
de Lisle gibi adamlar yetiştirmiş olmakla gurur du-
yabilir.

168) Larousse: 3/120.


169) Maurice Souriau, Histoire du Parnasse, s. 160.

129
SEKİZİNCİ HAÇLI SEFERİ

Türk bahadırlarının 1267'de Antakya'yı da Haçlılardan


geri aldığı haberi Saint Louis'yi tekrar harekete geçirdi. Fa-
kat bu sefer Tunus'a gidip Sultan ile halkı Hıristiyan etme-
ye karar verdi.170
Getirdiği ordu Tunus yakınlarında karaya çıktı, çadırlar
kuruldu. Fakat savaşmaya zaman bulamadan kral öldü, or-
dusu Fransa'ya döndü.
28 yıl sonra Papa, Louis'ye aziz unvanını verdi. Ne-
den olarak da herkesin gözü önünde gerçekleşmiş sayılan
65 mucize ileri sürüldü. Saint Louis'nin eşi Marguerite'in
günah çıkaran papazı, bütün bu efsaneleri ayrıntılı biçimde
anlatmıştır. Tarihçi Gibbon, "Eğer cesaretiniz varsa, Saint
Louis'nin hayatına ve mucizelerine ilişkin olarak papazın
yazdığı eserin 291'de başlayıp 523. sayfada son bulan 232
sayfalık bölümü okuyun," diyor171 ama buna kim ce-
saret edebilir.

İzmir'e Karşı Haçlı Seferi


Frenklerin Selçuk Türklerine karşı yaptıkları son Haçlı
saldırısı İzmir'e karşıdır.

170) Michaud: a.g.e.: 3/273.


171) Gibbon: a.g.e.: 2/697.

130
Papalığın hükmünü ve gücünü yaymak için pek büyük
fırsat sayılan Haçlı Seferleri pek çok felakete yol açtığı hal-
de, Papalar yeni seferler açma inadından vazgeçmiyorlar-
dı.172
Altıncı Clement adındaki Papa da İzmir Türklerine kar-
şı bir sefer düzenledi. Papalığın donanmasından dört ve
Cenova gibi İtalya hükümetlerinden gelen 15 kadırgadan
oluşan donanma, İstanbul patriği unvanını ve Papa'nın
temsilciliğini taşıyan bir Latin kardinalinin bayrağını asıp
yola çıktı.173
"1343 yılı sonunda başlayan akınlar, Saruhan ve Ay-
dın Beylerinin gemilerine saldırı ve yağmalarla sınırlı kaldı.
Ertesi yıl donanma İzmir'e gitti ve 28 Ekim 1344'de
kenti aldı. Müslümanların tümü insafsızca kılıçtan geçirildi.
Bu katliam sırasında, birkaç gün içinde, çocukları, ihtiyarları
ve kadınları bile öldürmek yoluyla şiddetli bir din gayreti
gösterildi. Bundan sonra da camiye çevrilmiş bulunan kili-
seleri temizlemekle uğraşıldı."174 Bir caminin temizlenmesi
sözünün kiliseye çevrilmesi demek olduğunu ancak bir Hı-
ristiyan anlayabilir.
Bu sırada Türklerin bir ordusu İzmir'i kuşattı ve biraz
geride karargâh kurdu. Haçlılar bu kuşatmadan kurtulmayı
kolay bir iş sandılar. 17 Ocak 1345'de şiddetli bir çıkış ha-
reketi yapıp Türklere saldırdılar ve karargâhı yağmaya ko-
yuldular. Papa'nın temsilcisi olan kardinal orada bir Mes
duası okumaya başladı. Bu dua esnasında Türk ordusu Hı-
ristiyanlar üzerine düştü ve etrafını sardı.175

172) Daru:a.g.e.: 1/527.


173) Daru: a.g.e.: 1/527.
174) Daru: a.g.e.: 1/529-530.
175) Daru: a.g.e.: 1/531.

131
Temsilci, ruhani elbisesini yere atıp başına bir miğfer
geçirdi, eline bir kılıç alarak savunmaya kalkıştı. Parlak ol-
makla birlikte "meş'um" olan bu çıkış hareketine katılan
Haçlılardan pek azı kurtulabildi.
Duvarlar sayesinde Haçlılar iki yıl kadar İzmir'de kala-
bildilerse de, sonunda Türklerle bir ticaret anlaşması imza-
layarak çekildiler.
Fakat anlaşmanın hükümlerini yerine getirmek, yani
Müslümanlarla ticaret yapabilmek için Papa'dan izin istedi-
ler. Papa da, "Kâfir oldukları için amme hakkından mah-
rum tutulan Müslümanlarla yapılacak ticarete, yılda on ge-
mi yollamak ve yalnızca beş yıl geçerli olmak," koşullarıyla
izin verdi.
İzmir kenti Haçlılara geçtiği sırada, kalesinin korunma-
sını Papa, Rodos şövalyelerine vermişti. Deniz kıyısındaki
önemli bir kule 58 yıl şövalyelerin elinde kaldıktan sonra
1402 yılında İzmir'e gelen Timurlenk tarafından alınmış ve
yakılıp yıkılmıştır.

132
DÜŞÜNCELER
ANADOLU TÜRKLERİ

Türklerin 1074 yılından başlayarak Anadolu'ya yerleş-


melerinden sekiz yüz elli yıl sonra, 1926'da Fransızca nüs-
hası yayımlanan bir eserde, bunların bir avuç göçebeden
ibaret olup, yerli Hıristiyanları zorla Müslüman yaparak ve
dillerini unutturarak Türkçe öğrettikleri şeklinde ifadelere
rastlanmaktadır.
Bu yorumların tarafsızlıkla ve doğrulukla, yani tarihçi-
likle ilgisi olup olmadığını, bu bölüme eklenen ekteki çeviri
kopyalarını okuyanların kendiliklerinden anlayacaklarına
kuşku yoktur. Fakat yazarın iddialarını burada incelemek
ve tartışmak da pek yararsız sayılamaz. Şöyle ki:
Az sayıdaki bir saldırgan ordunun gelip de, yerlilerin
dinini ve dilini yirmi iki yıl gibi pek kısa bir süre içinde de-
ğiştirmesi olanak dışı olup, tarihte buna örnek gösterilebi-
lecek bir tek olay yazılı değildir. Eğer bu iddianın aslı ol-
saydı, tam yirmi iki yıl sonra başlayıp yüz yıl süren ve Ana-
dolu'nun bir bölümünü harap eden Haçlı akınlarından yerli
Hıristiyanlar yararlanır, bir avuç Türkü ortadan kaldırmaları
gerekirdi.
Oysa bunun tam tersine, Türkler batı saldırganlarını
135
yenip yok etmiş, artık Anadolu'dan geçebilmelerine mey-
dan bırakmamışlardı. Bu da Türklerin buraya pek çok sayı-
da göçmüş olmalarının sonucudur.
A) Aşağıda gösterilen olaylar buna işaret etmektedir:
1) Birinci Haçlı Seferinin başıbozuk bölümü, 300.000
kişi halinde, 1096 yılında İznik dolaylarına kadar gelebil-
mişse de, Türkler tarafından tümü yok edilmiştir. 176
2) Sonradan gelen ve düzenli denilen ordunun İznik
önünde yapılan geçit töreninde 600.000 mevcudu olup,
yüz bini süvari ve 300.000'i piyadeydi.177 O sırada İznik
kenti Bizans imparatoru Aleksi'ye teslim edildiğinden, Haç-
lılar yollarına devam ettiler.
3) İnönü'nde Haçlıların yarısını oluşturan 300.000 kişi-
lik ordu savaşa başladı. "Baronların ve şövalyelerin karıları,
esir olmayı ölüme yeğ tuttuklarından, en güzel elbiselerini
giyerek güzellikleri ve cilveleri sayesinde Türklerin kalplerini
kazanabilmek üzere önlerine gittiler."178 Bu durum, Türklerin
öyle iğrenç suratlı olmadıklarını da göstermez mi?
O sırada yetişen ikinci kısım Haçlı hemen savaşa gire-
rek zaferi kazandı. Türkler, Haçlılara cesaretle karşılık verdi-
ler. Haçlılar Yunanistan'ın ve Anadolu'nun yerlilerine karşı
nefret duydukları halde, yalnız Türklerin ve Frenklerin asker
adına layık bulunduklarını her iki taraf da itiraf etti.179 O
çarpışmayı kazananların zaferden ötürü kapıldığı gurur, ye-
nilenlerin yiğitliğini itiraf etmelerini engellemedi. O zamanki
Frenk tarihçileri, Türklerin bu konuda Haçlılara denk olabil-
meleri için, yalnız Hıristiyan olmaları eksikti, diyorlardı.
Bunlardan Tuddebode da şöyle yazmaktadır: "Eğer Türkler
176) Gibon: a.g.e.: 2/650.
177) Weber:a.g.e.: 1/285.
178) Michaud: a.g.e.: 1/119.
179) Gibbon: a.g.e.: 2/661.

136
İsa dinine girmiş olsaydı, İsa'nın bir bakireden doğduğunu,
çarmıha gerilip öldüğünü, sonradan dirildiğini, hem yeryü-
zünde, hem göklerde hükümran olarak Ruh-ül Kudüs aracı-
lığıyla insanları avuttuğunu onaylamış, olsalardı, insanlar
arasında en celâdetli, en tedbirli ve savaşlarda en becerikli
olurlardı ve hiçbir ulus onlarla ölçülemezdi."180
Haçlıların Tarsus'ta ve İskenderun'daki Türkleri öldür-
düğü181 bir Türkmen emirinin 7000 süvari ve 20.000 pi-
yade askerle kenti savunmak için Antakya'ya kapandığı182,
Antakya önünde Haçlıların pek çok Türk ölüsü yedikle-
ri183, Türk emiri Kerboğa'nın kenti kurtarmak için getirdiği
ordunun bir kısmının Türklerden kurulu olduğu184, bilin-
diğine göre de Anadolu'ya pek çok Türk yerleştiği kolayca
anlaşılabilir.
4) 1101 seferinde Anadolu'ya saldıran 400.000'i aş-
kın Haçlının Osmancık ile Konya Ereğlisinde çoğu itlaf, bir
kısmı da esir edildi.185
5) 1147 seferinde, Almanya İmparatoru Konrad'ın
300.000 kişiyi aşkın ordusunun ancak yüzde onunun kur-
tulabildiği186, Fransa Kralı Yedinci Louis'nin ordusunun da
Denizli ile Antalya arasında bozguna uğrayıp kralla kraliçe
ve soyluların Antalya'dan gemilere atlayarak kaçtıkları da
Türklerin çokluğuna bir, göstergedir. Kraliçe Eleanor'un
Antakya'da bir Türk gencine âşık olup kocasından boşan-
malara kalkışması187 da Türkün iğrenç suratlı göçebe ol-

180) Michaud: a.g.e.: 1/123.


181) Michaud: a.g.e.: 1/130.
182) Michaud: a.g.e.: 1/145
183) Brentano: a.g.e.: 57-58.
184) Gibbon: a.g.e.: 2/666.
185) Michaud: a.g.e.: 3/261.
186) Weber: a.g.e.: 1/301.
187) Michaud: a.g.e.: 1/398.

137
madiğini gösterir. Kendilerini çoktan beri tehdit eden Avru-
pa hükümdarlarının ordularına Türklerin meydan okuduğu,
bu Haçlı seferiyle anlaşılmıştır. 188
6) Son olarak, İmparator Frederick, Barberousse,
200.000 askerle Gelibolu'dan Lapseki'ye geçerek Balıkesir,
Sard, Denizli ile Ilgın'dan dolaşıp Konya'ya geldi. Deniz-
li'den sonra bir gün bile savaşsız geçmeyip, sürekli karşısına
çıkan sayısız Kılıç Arslan askerinin saldırısına uğraya uğraya
yoluna devam ederken, Silifke dolaylarında, Karasu nehrinde
boğuldu, askerinin çoğu ya boğuldu, ya da öldürüldü. •
Böylelikle 1190 tarihine kadar doksan beş yıl içinde
Anadolu'dan geçmek isteyen Haçlılardan iki milyon dola-
yında Avrupalı saldırganı ortadan kaldırmak ve artık Ana-
dolu'dan geçilmesine olanak bırakmamış olmak, eğer bir
avuç Türke kısmet olduysa, o Türklerin bütün insanlardan
üstün bir sınıf oluşturduğunu, onlardan korkup dillerini ve
dinlerini değiştirdikleri iddia edilen Anadolu Hıristiyanları-
nın pek aşağı yaratıklar olması gerektiği ve onca kayıp ver-
dikten sonra Anadolu'dan geçmeye cesaret edemeyen Av-
rupalıların da miskin insanlar olduklarını "Madison Grant'ın
bile kabul etmesi gerekir. Türkler Anadolu'ya pek çok sayı-
da göç etmiş olmasalardı, hem fetihleri koruyamazlar, hem
de Avrupalıların selini durduramazlar, dolayısiyle Arap ve
Yunan dünyalarını da mahvolmaktan kurtaramazlardı.
B) Anadolu'ya yerleşen Türkler, başlıca dört sınıfta
toplanabiliyordu:
1) Çiftçiler: Bunların anavatanda yetiştirdikleri ürün-
lerin adları Türkçedir: Buğday, arpa, çavdar, yulaf, darı, pi-
rinç gibi tahıl adları; üzüm, dut, elma, armut, ayva, kızılcık,
muşmula, kavun, karpuz gibi meyve adları; çam, meşe, ka-
vak, gürgen, dişbudak gibi ağaç adları bunlar arasındadır.
188) Gibbon: a.g.e.: 2/680.

138
Çin sınırından Adriyatik kıyılarına kadar yayılan bütün
Türklerin kullandıkları adların hep bu kelimeler olduğuna
bakılınca, Türk çiftçilerinin bunları yayıldıkları yerlere götü-
rüp, oralardaki halktan bu gibi kelimeleri almak zorunda
kalmadıkları bellidir. Fakat anavatanda bulunmayan tahıl-
lar, sebze, meyve ve balık adlarını, fethettikleri yerler hal-
kının dillerinden almışlardır: kestane, ıspanak, fasulye, la-
hana, pırasa, domates, levrek, barbunya, kefal, lüfer, iz-
marit, palamut, midye, istiridye adları gibi.
2) Madenciler: Bu sınıfı oluşturanların bir kesimi
Moğol ırkından olan Cücenlerin boyunduruğu altındayken,
altıncı yüzyılda isyan ederek Göktürk devletini kuran ma-
denciler189 önemli bir sınıftır. Demir, çelik, bakır, altın,
gümüş, kurşun, kalay, tunç, pirinç kelimeleri Türkçedir.
(Hatta lehimlemede kullanılan havya aracı da Türkçe olup,
karşılığı yoktur.) Oysa, örneğin Fransızların kullandığı bu
kelimeler Latinceden alınmıştır.
Madenci sınıfından olan bir grup, Ankara ile İzmit ara-
sında, Mudurnu kasabasına yerleşmiştir. 1651 yılında Evli-
ya Çelebi, Sivas'tan İstanbul'a dönerken Mudurnu'ya uğra-
mış, gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
"Mudurnu bağlı bahçeli, şirin bir yer olup, on yedi ma-
halle" üç bin kadar çam tahta ile örtülü ahşap hane ile süs-
lüdür. Her yanda kârgir binaları vardır. Yıldırım Beyazıt ca-
misi ve medresesi, bir Dar-ül Hadis, on üç ilk okul, üç han
ve hamam vardır. Çarşı dükkânlarının çoğu iğneci dükkân-
larıdır. Tüm Diyar-ı Rum'a (Osmanlı ülkesine) bu kentten
nice bin yük iğne gider. Bu kentin büyük ve küçük sınıf
ahalisi iğnecidir. Bunların anlattığına göre, dükkân ve evle-
rinde bin yüz tane iğne tezgâhı ve dolapları varmış. Kadın-
189)Gibbon:a.g.e.:2/110-1

139
ların tümü işgüzardır. Onun için bu kentin 'kız iğnesi' deni-
len iğnesi her yerde makbuldür. Mihneti kârına değmez,
gayet ucuzdur, iğnesine göre, en ednasının yirmisi bir ak-
çeye, en âlâsının onu bir akçeyedir. Tüm kent ahalisi
onunla geçinir.
Zekât sadakalarından, gözlerinin gücü artsın diye iğne
sadaka ederler." (c.3, s. 253)
Bosna'da ve doğu illerinden birinde Mudurnu dikiş iğ-
nelerinin depoları olduğunu Evliya Çelebi kaydediyor.
Geçen yüzyılın sonlarında bile, Mudurnu dikiş iğneleri-
nin İstanbul'da kullanıldığını ben de gördüm. Uzunca ve
nisbeten yumuşaktı. Sonraları, İngiltere'den getirilen ve
ucuz fiyatla satılmaya başlayan çelik dikiş iğneleri, yerli
mallarımızı yavaş yavaş körlettiler.
3) Kervancılar: Orta Asya'da taşımacılığa elverişli
nehir ve göl bulunmadığı gibi, büyük çöllerden geçmek şart
olduğundan, taşıma işi develerden oluşan kervanlarla sınırlı
kalmıştır. Develerin bulunduğu bölge de Lob-Nor dolayla-
rındaki dağlardır. Demiryolu yapılmayan ülkelerde hâlâ
kervancılık devam etmektedir. Hatta yakın zamanlara ka-
dar Anadolu'da da öyleydi. Örneğin, İzmir ilinin Tire kasa-
bası, kervan durak yeriydi. Taşımacılıkta deveciler Aydın
demiryolu şirketiyle uzun süre rekabet etmişlerdir.
4) Göçebeler: Bunlar Anadolu'da hâlâ Yörük adını
ve yaşayış biçimini korumaktadır. Hun, Moğol ve Macar
aşiretler gibi atlı göçebe değildirler. Sürüleri koyun ve keçi-
lerden oluşmaktadır. Yazları yaylalarda, kışın ovalardaki
köylere yakın yerlerde yaşarlar ve çiftçilerle ilişkilerini sür-
dürürler. Açık havada özgür olarak yaşamayı pek severler,
konuklara ikramlar ederler. Geçen yüzyılda Osmanlı hükü-
meti bunları yerleşik düzene geçirmeye pek çok uğraştıysa
140
da başaramadı, zaten yerleşenler de pek çok nüfus kaybına
uğradılar.
Bir Saptama:
Atlı göçebeler, sürüleriyle birlikte otlaktan otla-
ğa göçtükleri için, çiftçilerle ilişkileri yoktur; çapu-
la düşkün ve gaddardırlar. Her hareketleri tarihte
kayıtlı olan Macarlar hakkında aşağıdaki şu satır-
lar durumu açıklığa kavuşturmaya yetecektir:
"Macarların Almanya'da, Lombardiya'da ve
Fransa'da yaptıkları akınlar190 Hunlarınkinin aynı-
dır. 955 yılında tekrar Almanya'ya saldırdılar.
Kral Oton bunları şiddetle tepeledi. Pek çoğu ke-
silip öc alındı, kaçarken yakalananlar Ratisbon'da
asıldı.191 Bütün kiliselerde dualar okunup, Kral
Oton'a bu büyük hizmetine ödül olarak Papa tara-
fından 962 yılında imparatorluk unvanı verildi,
böylelikle Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu ku-
rulmuş oldu.
Bu yenilgi üzerine akın yapma olanağı kalma-
dığından Macarlar göçebeliği bırakmak zorunda
kaldılar ve çiftçiliğe başladılar. Kendilerini bu yeni
hayata Almanlarla İslavlar alıştırdıklarından ve
Macar dilinde gerek yerleşikliğe, gerekse çiftçiliğe
ait kelimeler bulunmadığından, o kelimeleri bu iki
ulusun dillerinden aldılar. Bir buçuk yüzyıl süren
Türk yönetimi zamanında da bir hayli Türkçe keli-
me aldılar.
Macarlar göçebeliği bıraktıktan sonra çok geç-
190) Larousse: 5/953. 191)
Weber:a.g.e.: 1/203.

141
meden yeni hayata alışmışlar ve Avrupalılar arasında
şerefli bir mevki almışlardır.
*

1926 yılı sonbaharında bir yolculuktan İstanbul'a dö-


nerken, trende bulunduğum kompartımana Zağrep istas-
yonunda bir kişi girdi, konuşmaya başladık. Söz istilalara
dayandı. Zagreb Üniversitesinde tarih profesörü olan bu kişi,
Türklerin sarı ırkın Moğol bölümünden geldikleri görüşünü
ileri sürdü.
Verdiğim cevapta, Türklerin genellikle çiftçi ve madenci
olup, köylerde ve kentlerde oturduklarını, Orta As-ya'daki
köylerle kentlerin bunu gösterdiğini, Moğolların ve Macarların
atlı göçebe olup tarımla ve sanatla ilgileri olmadığından, evleri
ve köyleri bulunmadığını, bu durumun Moğolistan'da hâlâ
devam ettiğini, çadırlarda ve üstü örtülü arabalarda
yattıklarını, Macarların onuncu yüzyılda göçebeliği bırakıp ev
ve köy yaptıklarını söyledim. Profesör ilim sahibi olduğu için,
bu sözlerime ilişkin bir şey söylemeden önce Türklerin yaşayış
biçimini sordu ve çiftçi ve madenci olarak köylerde
oturduklarının kanıtını istedi. Dedim ki: "Atlı göçebeler
gezginci olduklarından, dillerinde ekin ve maden adları yoktur.
Hatta Avrupa ulusları bile bu kelimelerin çoğunu Latin ve
Yunan dillerinden almışlardır. Oysa, Türk ulusunun
çoğunluğunu oluşturan çiftçi ve madencilerin kullandıkları
kelimeler hâlis Türkçe-dir." Kendisine saydığım ve yukarda
göstermiş olduğum kelimelerin çoğunun hâlâ Türkistan'dan ta
Adriyatik kıyılarına kadar kullanılmakta olduğunu, yalnızca
anavatanda bulunmayan ürünlerin ve hayvanların adlarını
yerli halkın dillerinden aldıklarını söyledim.
Profesör, "Macar dilinde köy, kent, tahıl ve çiftçilik
142
gibi konulara ilişkin kelimelerin neden hep İslavcadan ve
Almancadan alınmış olduğunu yirmi yıldır incelemekte-
yim. Bu sorunu şimdi siz çözdünüz. Bu yüzden size şükran
ve minnet duyuyorum," dedi. Erdem sahibi olan bir insan
böyle hareket eder, kendisini yüksek göstermek iddiasında
bulunmaz.

Türkler Anadolu'ya göçtükleri zaman, bir bölümü kent-


lere yerleşip okul, medrese ve cami kurarken, diğer bölü-
mü de ovalarda ve dağlarda çadır kurmuştu.192 Birinci bö-
lümü oluşturanların anavatandaki kentler halkından olduk-
ları, Anadolu'ya gelir gelmez yukarda sayılan kurumları
oluşturmalarından bellidir. Çünkü göçebeler hemen kentli
ve ilim sahibi olamazlar.
İkinci bölüm halkın ovalarda ve dağlarda çadır kurmuş
olmaları, hepsinin göçebe olduğunu göstermez. Çünkü
Türkistan'dan gelirken üç bin kilometre uzunluğunda bir
yoldan geçmek gerekiyordu. Halkın ve özellikle hastalarla
lohusaların yollarda açıkta yatıp kalkarak güneşe, rüzgâra,
yağmura, kara ve fırtınaya maruz kalmış bulunmaları dü-
şünülemeyeceğinden, elbette çadırlarda barınmak zorun-
daydılar. Böylece gelenlerin çoğu çiftçi olduğu için, uygun
yerlerde ev bark yapıncaya kadar çadırlarda oturmaları da
akla yakındı.
C) Dil sorunu: Bir ulus zaptettiği ülkeye yerleşirse, dil
durumu nasıl oluşur sorusu, hem önemli, hem de basittir.
"İstila yoluyla yönetim altına alınan bir ülkede yer alan
dil değişiklikleri, galiplerle mağlupların sayılarının birbirine
oranını anlamakta en iyi ölçüdür. Bu kural uygulanınca an-
192) Gibbon:a.g.e.: 2/634.

143
laşılır ki, İtalya'da Lombarlar ve İspanya'dan Vizigotlar,
Fransa'yı istila eden Franklarla Bourguignonlara oranla da
az sayıdaymış. Fransa'ya yerleşenler de Britanya adalarında
konuşulan dili büsbütün yok eden Sakson ve Anglo grubu-
na oranla sayıca az imişler. İtalya'da çeşitli ulusların birbirine
karışması, şimdiki İtalyan dilinin oluşmasına yol açmıştır.
Büyük bir ordu, ancak küçük bir ulus kurabilir. Altıncı
yüzyılda İtalya'ya saldıran Lombar Kralı Alboin'in karargâhı
çok büyük olmakla birlikte, bir tek kent böyle bir karargâhın
bütün mevcudunu içine alabilir. Ülke büyük olursa, orayı
istila eden savaşçılar seyrek durumda kalırlar."193
Tarihçinin bu görüşünden anlaşılıyor ki, istilacıların sayı-
sı ne kadar az olursa, dili de yerli dile o oranla az etki yapar.
D) Ulus ve Irk: Aynı toprakta oturup, ortak kökleri, ya
da çoktan beri ortak çıkarları, birbirininkine benzeyen
âdetleri olan ve çoğunlukla aynı dili konuşan insanların bir-
likte yaşamakta olmaları "ulus" kavramını oluşturur. Eski
zaman uluslarında kökenlerin aynı olduğu açıktır. Bu gibi
uluslar, ailelerden oluşan kabilelerin birleşimidir. Şimdiki
devirde yaşamakta olan uluslarda bu esaslara pek seyrek
rastlanır. Bu uluslar genellikle çeşitli kavimlerin bileşimidir.
Modern ulusları nitelendiren şey, duyguların ve çıkarların
ortak olmasıdır. 194
Bir ailenin atalarıyla torunlarının toplamına ırk adı ve-
195
rilir. Fakat ırkların nasıl oluştuğu bilinememektedir. Bir
yandan istilalarla savaşların yaptığı etkiler, bir yandan da
birkaç ırkın bir arada yaşadığı ülkelerde evlenme yoluyla ki-
şilerin birbiriyle karışmaları sonucunda, hâlis ırk kalmamış,
193) Gibbon: a.g.e.: 2/220.
194) Larousse: 6/316.
195) Larousse: 7/140.

144
onun yerine ulus geçmiştir. Aşağıdaki iki örnek bu durumu
onaylamaktadır:
1) Eski zamanlarda Glaya denilen şimdiki Fransa'da
ırkları ve dilleri aynı olan iki yüz kadar kavmin yaşamakta
olduğunu Jül Sezar ile Strabon, yazılarında söylerler.196
Romalılar Galya'yı kendi topraklarına kattıktan sonra,
Roma uygarlığıyla Belediye yönetimi sistemi, Latin dili ve
daha sonraları Katolik kilisesinin örgütü, o bölgede yaşa-
makta olan kabileleri bir ulus haline getirmeye başladı.
Üçüncü yüzyıldan başlayarak, daha birtakım kavimler
Galya'ya yerleşip, yavaş yavaş yerlilerle karışmışlardır.
Galya'ya yerleşen kavimlerin başlıcaları şunlardır: Li-
gür, Foça'dan Marsilya'ya göçen Yunanlılar, Bask, Kelt,
Romalı ve Germen kavimler, Vizigot, Sakson, Norman,
Sarmat, Alen, Vandal, Arap vb.197
Franklara gelince, bunlar Roma'yla müttefik olarak ya-
şamaktan usanarak anlaşmayı bozup 447 yılında Galya'yı
istila ettiler ve oraya yerleştiler.
Bunların Saliyen adındaki koluna başkanlık eden Klo-
vis, Fransa'ya girdi; Syagrius'u 486 tarihinde Soissorr'da
yendikten sonra, Fransa'nın büyük bir kesimini yönetimi
altına aldı. 198
İstilacılar sayıca pek az oldukları halde, Klovis'in kur-
duğu devlet sayesinde kabilesinin adı Galya'ya ve bütün
ahaliye bayrak oldu. Birbirine benzemeyen unsurlardan
böylelikle Fransız birliği oluştu.
Charles Benoit diyor ki: "İtalyan, İspanyol, Alman ırk-

196) Larousse: 4/787.


197) Benoit: a.g.e.: 42-43.
198) Larousse: 4/642.

145
lan olmadığı gibi, Fransız ırkı da yoktur. Irkların birbirine
karışmasından oluşan bir Fransız ulusu vardır.199
2) Hâlâ oluşmakta olan ulusların en önemlisi Birleşik
Amerika ulusudur.
İngiltere göçmenlerinin kurduğu illerin halkı 1775 yı-
lında ayaklandı, 30 Aralık 1782 tarihli anlaşmayla da İngil-
tere hükümeti, Birleşik Amerika Devleti'nin bağımsızlığını
onayladı.200
On dokuzuncu yüzyılda Avrupa'nın her yanından göç-
men gelmeye başlamış ve bu akın sürüp gitmiştir. O yüzyı-
lın sonunda nüfus seksen milyon düzeyine çıkmıştır.201
Bunların yedi milyonu siyah, iki yüz bini yerli, iki yüz bini
de Çinliydi. 1820'den 1900 yılına kadar yirmi milyon Av-
rupalı gelip yerleşmiştir. Şimdiki durumda nüfusun toplamı
yüz otuz milyonu geçmiştir.*
Göçmenlerin hemen hepsi eski Avrupa'nın büyük dev-
letlerinin vatandaşlarıdır. İngiliz, İskoçyalı, İrlandalı, İtal-
yan, İspanyol, Fransız, Musevi, Macar, İskandinav, Yunan-
lı, Bulgar, Sırp, Hırvat, Arnavut, vb.'dir.
Ülkenin her yanında doğal zenginliğin bol olarak bu-
lunması, sosyal ve siyasal kurumlaşmanın elverişli olması
sayesinde, ırkların kaynaşması kolaylıkla, mümkün olmakta-
dır. Şimdi bile ırktan söz etmemeye başlanmıştır. Esasen
ırktan söz etmek, ulusun oluşumuna engel olmaktır, oluş-
muş bulunanları da parçalamak amacına dönüktür.
Madison Grant gibi bir bilim adamının bu gerçekleri
bizden iyi bilmesi gerekirken, Türk ulusu hakkında bunun
tersine fikir yürütmeye kalkması hiç de doğru değildir.

199)Benoit:a.g.e.:42.
200) Larousse: 7/1271.
201) Larousse: 4/324.
* Kitabın yazılış tarihlerini göz önünde bulundurunuz.

146
Vaktiyle Afrika'dan esir olarak getirilen zenciler, esirli-
ğin yasa dışı ilan edilmesi sayesinde özgür olmuşlarsa da,
Madison Grant gibi hâlâ renk ve ırk görüşleri güdenlerce
hor ve hakir görülmektedirler. Fakat her Amerikalıyı bu
fikre taraftar sanmak da doğru olmaz. Aşağıda anlatılan
olay da esasen bu gerçeği göstermektedir:
29 Haziran 1947 tarihinde Washington'dan gelip
Türkçeye çevirisi Tanin gazetesinin 30 Haziran 1947 ta-
rihli sayısında yayımlanan bir telgrafta şöyle denilmektedir:
Bugün zencilerin kalkınması derneğinin düzenlediği
konferansın kapanış oturumu nedeniyle bir demeç veren
Başkan Truman özet olarak şöyle demiştir: "Irk ve renk
bakımından herhangi bir fark gözetmeyi hoş görmek için
hiçbir neden yoktur." Bilime ve insanlık duygusuna uygun
olan bu demeci işitince, acaba Madison Grant ne demiştir
sorusu hatıra geliyor.
Truman'ın demeci, bu kitabın 164. sayfasında veril-
mektedir.
Şimdiki durumda Birleşik Amerika nüfusunun onda bi-
ri; yani, yaklaşık on beş milyonu zencidir.
E) Uygarlık: Uygurların yazısı olması, Göktürklerin al-
tıncı yüzyılda madencilikteki becerileri202, İslam istilasından
önce Türkistan'da kâğıt yapılmakta olması203 gerçeklerinden
de anlaşılıyor ki, Türkler yedinci yüzyılda bile uygarlık
sahibiydiler.
Arap istilasından, yani yedinci yüzyıldan başlayarak,
gerek bu uygarlığın, gerekse ondan doğan bayındırlığın ne
dereceye yükseldiği, Grande Encyclopedie'nin üçüncü ve

202) Gibbon:a.g.e.: 2/110-11.


203) Gibbon: a.g.e.: 2/636.

147
on ikinci ciltlerinde gösterilmiş olup, bu bilgiler bu bölü-
mün sonundaki Ek'de de açıklanmaktadır.
Bu uygarlık en az Arabistan yarımadasına girmiş204 ol-
duğu halde, en kusursuz biçimde geliştiği ülkelerden biri de
Türkistan'dır.205
On birinci yüzyılda Selçuk sülalesinin yönetimi altında
o uygarlık ocağından geldikleri içindir ki Türkler Anado-
lu'ya uygarlık getirmişlerdir. İki yüzyıl sonra Moğollar Orta
Asya'yı büsbütün harap ettikleri halde, orada gelişmiş bulu-
nan uygarlığın kalıntıları Anadolu'da ayakta kalabilmiştir.
Gerçekten de, Melik Şah her yanda saraylar, hastane-
ler, camiler, okullar ve medreseler yapmıştır. Avrupalılar-
dan beş yüz üç yıl önce doğu astronomlarından topladığı
bir kurul aracılığıyla güneş takvimini düzeltti ve hatalardan
kurtardı206 ve pek geniş olan ülkesini on iki kere gezip teftiş
ederek kervanların serbest ve emin olarak taşımacılık
yapabilmesini sağlayıp ticareti korumuştur.
Melik Şah döneminde Anadolu'ya yerleşen Türklerin
hemen kentlerde camiler ve medreseler açtıkları, uygar
olarak geldiklerinin kanıtıdır.
Gelir gelmez böyle bilim ve uygarlık kurumları oluştu-
ran Türklerin vahşi göçebe olarak Anadolu'ya geldikten
sonra, yerli Hıristiyanlara karışmak sayesinde çehreleri dü-
zeldiği ve adam oldukları iddiasında bulunanlar, iddialarını
ne gibi bilgilere dayandırdıklarını, o yüzyılın kaynaklarını
göstererek kanıtlamak zorundadırlar.
Türkler aleyhine yapılan bu gibi ters yayınlar ne kadar
üzüntü ve nefret uyandırırsa uyandırsın, gizli amaçlara da-
204) Grande Encyclopedie: 3/485.
205) Grande Encyclopedie: 12/61.
206) Gibbon: a.g.e.: 2/632.

148
yanan bu laf kalabalığına inanmak da o kadar yersizdir.
Batılıların sanat ve ticaretteki ilerleme ve gelişmelerine ba-
kıp da, bütün yazarlarının kin ve garezden arınmış olduğu-
nu sanmak safdillik olur. O yüzden, tarihimizi kendimiz in-
celeyerek doğruyu saptamaya çalışmalıyız.
Türklerin uygarlığı konusunda Grande Encyc-
lopedie'nin 12. cildindeki madde, özet olarak aşağıya alın-
mıştır:
"Orta Asya'da ticaret, kervanlarla yapılır. Sekizinci
yüzyıldan onuncu yüzyıla kadar üç yüzyıl boyunca o yöre-
lerde gelişen bayındırlık bir daha tekrarlanmadı. Bu geliş-
me özellikle ora halkına yararlı oldu. Harzem göçebeleri
Asya'nın en girişimci tüccarları oldular. Merv, Herat, Belh,
Kabil, Gazne, Semerkant, Buhara kentlerinin servet ve re-
fahı konusunda bugün bir fikir edinilemez. Bu kentler Hin-
distan'la Orta Asya arasında alışveriş merkezleri oldukların-
dan, hem bayındırlaştılar, hem de Asya ticaretinin gelişme-
sine hizmet ettiler."207
Araplar Semerkant'ı aldıktan sonra, ipekten kâğıt yap-
mayı orada öğrenmişlerdir. Bu sanatın İspanya Müslüman-
larına, onlardan da Avrupalılara geçmiş olduğunu, Louis
Viardot, "İspanya Araplarının Tarihi" adıyla 1851 yılında
yayımladığı eserin ikinci cildinin 142. sayfasından 147.
sayfasına kadar anlatmaktadır.
Uygarlığın bu yüksek düzeyine çıkmış olan Orta Asya
Türklerinin bir bölümü, elbette uygar olarak, on birinci
yüzyılda Anadolu'ya göçmüştür. Haçlı yıkımı, bu gelişmeyi
iki yüzyıl boyunca durdurmuş bulunmaktadır.
F) Anadolu Türklerinin bir buçuk yüzyıldan beri niçin
azaldıkları pek önemli bir konudur.
207) Grande Encyclopedie: 12/61.

149
Osmanlı devletinin kuruluşundan beri, ordunun en
önemli bölümü Tımarlı Sipahisi denilen süvarilerden oluş-
maktaydı. Bunları Tımar Beyleri ücret karşılığında Müslü-
man kişiler arasından toplar ve sefer ilan edildikçe birer
bölümünü hükümetin gösterdiği Seraskerin emrine yollardı.
Yeniçeri ise, padişahın "Muhafız Gücü" demek olan küçük
bir kurumdu.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, defterde kayıtlı
bulunan Tımarlı Sipahi sayısı yüz kırk bini aşarken, Yeniçe-
riler yirmi bin piyadeyle yedi bin süvariden ibaretti.
Sultan Süleyman'ın Macaristan, Alman ve İran seferle-
rine götürdüğü yüz ellişer bin kişilik orduların ancak onar
bini Yeniçeri olup, yüz kırkar bini Tımarlı Sipahilerden
oluşmaktaydı.
Üçüncü Murat 1582 tarihinde208 yaptığı bir düğünde
toplanan cambaz, hokkabaz ve perendebaz gibi kişilerin ve
düğün hizmetinde bulunan bu gibi ayaktakımından olanla-
rın Yeniçeri Ocağına alınmasını emretti.
Yeniçeri Ocağının mevcudu kısa zaman içinde yirmi
binden kırk bine209-210 daha sonraları yüz bin kişiye çıktı,
bunlar düzen ve disiplinden yoksun bulundukları için de ül-
keyi savunma görevine katılmaktan âciz bir duruma geldi-
ler. Bu görev artık Tımarlı Sipahilere kalmıştı.
İkinci Sultan Mahmut, Yeniçeri Ocağını ve Tımar Ku-
rumunu birden kaldırdıktan sonra, askerlik hizmeti kura
usulüyle hizmete alınanlara geçti. Fakat Müslüman olma-
yan halktan asker alınmadığı gibi, Rumeli'nde Arnavut-
208) Hammer: a.g.e.: 990.
209) Mustafa Paşa: Netâyic-ül Vukuat, 2. basım, s. 141.
210) Ali Ayni: Kevânin-i Âl-i Osman, s. 90-91.

150
luk'un dağlık kesimiyle Anadolu'da doğu illerinin çoğundan
ve Arap ülkesinin büyük bir bölümünden de asker alınma-
dı. Bundan ötürü askerlik yükümlülüğü yalnızca Türklerin
omuzlarına yüklendi.
Adına yirmi yaşında kura çıkan bir genç, şu üç durum-
dan biriyle karşı karşıya kalırdı:
1) Kuraya uyup askere giderse, yedi yıl hizmet etmek
zorunda bırakıldığından, o süre içinde kendi işiyle gücüyle
ilgilenemediği için çıkarlarını koruyamaz, yoksullaşmaya
başlardı. Eğer sanat sahibiyse ve o çevrelerde Müslüman
olmayanlar varsa, askere gidenin yerini alır, kendi durum-
larını güçlendirirlerdi. Süresini doldurup evine dönen Türk
de rakibinin bu arada çok güçlenmiş olduğunu görürdü.
2) Askere gitmek istemeyen genç ise bedel olarak elli
altın vermek zorunda kaldığından, bir köylü için, hele o de-
virlerde, önemli olan bu parayı verebilenin sayısı çok azalır
ya da para bulabilmek için ucuz fiyatla arazi satıp zarar
ederdi. Müslüman olmayan komşusu varsa, o vatandaş as-
kere gitmeyip yılda, yalnızca yarım lira nakdi bedel (buna
sigorta ücreti denilebilir) vererek evinde kalır, komşusunun
durumundan yararlanırdı. Gebze Türklerinin pek çok tarlası,
bağı, zeytinliği ve dalyanının bu yolla ve azıcık bedeller
karşılığında Darıca Rumlarına geçtiğini sürekli olarak görü-
yordum.
3) Yedi yıllık muvazzaf hizmetin bedeli olan elli altını
ödeyen, hemen Redif sınıfına alınır, gerektikçe askere çağ-
rılırdı. Her çağrılışında ayrıca yirmi altın ödemek gerekti-
ğinden ve çağrılar da hep tekrarlandığından, ya her sefer
askere gidip işinden gücünden ayrılarak Müslüman olma-
yan komşularının çıkarlarına hizmet etmiş olur, ya da be-
del vererek zarara uğrardı. (Hatta geçen yüzyılın sonların-
151
da Gebzeli Mistik [Mustafa], biricik oğlu Tevfik'i Yemen'e
yollamamak için önce muvazzaflık bedelini, sonra da iki
kere redif bedelini ödemek üzere bir dalyandaki hissesini,
bağını, tarlalarının birkaçını sattıktan sonra, Tevfik yine re-
difliğe gitti. Malları Darıcalılar ucuza almışlardı.)
Gayrimüslimler askere gitmeyip sigorta ücreti denilebi-
len yarım liralık bedeli verince, hem nüfusları ve servetleri
artmakta, hem de sanatları ye ticaretleri gelişmekteydi.
Bu durumun tehlikeli duruma gelmesi, yabancı devlet-
lerin çıkardığı isyanlar ve yaptığı savaşlarla istilalardan ötü-
rüdür:
a) Mısır, Yunan, Sırp, Bulgar, Hayderanlı ve Şemmar
aşiretleri, Havran (Cebel-i Dürûz), Yemen, Girit ve Arna-
vutluk isyanları;
b) Napolyon Bonaparte'ın Mısır'a ve Suriye'ye saldır-
ması;
c) 1827, 1854 ve 1877 Rus savaşları;
d) 1895 Yunan savaşı;
e) Batı Trablus'a İtalyanların saldırması;
f) Balkan devletlerinin birden saldırması;
g) Birinci Dünya Savaşının başında doğu illerinde ya-
bancıların oluşturduğu isyan, istila ve savaştaki asker ve
nüfus kayıpları;
h) 1919'dan 1922 yılına kadar Müttefik denilen batı
devletlerinin Anadolu'da çıkardıkları Pontos isyanı ve dü-
zenledikleri Yunan işgaliyle, Yunanlılar'ın mağlup olarak
kaçarken çıkardıkları büyük yangınlar ve yaptıkları hesapsız
tahribata başka hiçbir ulus maruz kalmamıştır.
Ülkesinin bölünmesini meşru göstermek için Hasta
Adam adı takılan Türkiye hakkında, İngiltere Dışişleri Ba-
kanı Lord Palmerston, İstanbul Elçisi Sir A. Henry L. Bul-
152
were'e yazdığı 22 Eylül 1838 tarihli mektupta Türkiye'nin
durumundan söz ederken şöyle demiştir: "Türk İmparator-
luğunun kaçınılması mümkün olamayan ağır çöküşünden
sürekli olarak söz edilmekte ve bu devletin düşüp parça
parça olacağı ileri sürülmektedir. Bir imparatorluk eğer
kendi haline bırakılırsa ve parçalarını toplamaya hazır olan
merhametli (bu sıfat alaycı bir ifadeyle kullanılmıştır) bir
komşusu bulunmazsa, düşüp parçalanması pek olası değil-
dir. "211 O tarihten sonra Avrupa devletlerinin Türkiye'den
birer parça almak için uyuştukları, olayların gelişmesiyle
anlaşılmıştır.
Bu ardı arkası kesilmez yüklerle uğraşan Türk halkı
hesapsız kayıplara uğramış, köyler küçülmüş ya da büsbü-
tün harap olmuştur. 1923 Ağustosunda Ankara'ya gittim;
yollarda gördüğüm tahribat üzerimde elim bir etki bıraktı.
Manisa, İzmir gibi bayındır kentlerin de büsbütün harap
edildiğini İzmir yolculuğumda gördüm. Türkün yurdu ve
malı işte bu yolla harap edildi.
Süveyş Kanalının açıldığı 1869 yılından Birinci Dünya
Savaşına kadar geçen kırk beş yıl içinde, Yemen isyanları
nedeniyle gemiler dört yüz binden fazla asker götürdüğü
halde, bunların ancak yüzde onu geri dönebilmiştir. Her
seferinde Gebze'den Yemen'e yüz elli redif gitmişken, bun-
ların ancak üçünün, yani yüzde ikisinin köylerine dönebil-
diğini hatırlarım. Darıca Rumlarıysa artmakta ve zengin ol-
maktaydılar.
Bu isyanlar ve bu savaşlar sonucunda Türkiye'den ayır-
dıkları ülkelerden göçen bir miktar Türk, Boşnak v.b.,
Anadolu'ya iskân edilmişse de, boşluğu doldurmak müm-
kün olmamıştır.
211) Craven: Lord Palmerston, sâ correspondance intime, s. 186.

153
Kurtuluş savaşı sonunda kazanılan zafer sayesinde im-
zalanan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasıyla:
a) Yabancıların vaktiyle elde etmiş oldukları Kapitülas-
yon denilen imtiyazlar kaldırıldığından, ticaret, ve sanat ko-
nularında Türkler serbest bir hayata kavuştu.
b) İstanbul valiliği sınırları içindekiler hariç olmak üze-
re, vatanda Türkten başka unsura mensup gruplar kalmadı.
c) Türk de boşuboşuna telef olmaktan kurtuldu, başka
uluslarda olduğu gibi doğal bir biçimde nüfusu ve serveti
artmaya başladı. Uzun zaman geçmeden, Anadolu'nun iki
yüzyıl önceki durumuna gelmesi beklenebilir.
G) Elisee Reclus'nün, "Yeni Genel Coğrafya" adlı eseri-
nin ön Asya'ya ayrılan ve 1885 yılında yayımlanan doku-
zuncu cildinde Türk unsurunun iyi nitelikleri sayıldıktan
sonra, uğradığı zorluklar ve haksızlıklar açıklanmış ve bu-
nun özeti aşağıya alınmıştır:
Sayfa 537: Anadolu doğusunun dağlık arazisiyle Ada-
lar Denizi (Ege) arasında yaşayan halkın büyük çoğunluğu
Türktür.
Sayfa 538: Halkın bir kısmı göçebedir. Koyun ve keçi
sürüleriyle, mevsimine göre ovadan yaylaya, yayladan ova-
ya göçerler. Bazılarının çadırları pek görkemlidir.
Sayfa 540: Aydın ilindeki zeybekler, Anadolu'ya ilk ge-
len kafilelerdendir. Asker oğlu asker olup, pek ikramcı ve
konukseverdirler. Fakat genç zeybeklerin hemen hepsi as-
kere alınıp Bulgaristan'a gönderilmiş, orada ölmüşlerdir.
Sayfa 545: (Türkün nitelikleri ve iyi yönleri anlatıldık-
tan sona): Hâkim millet oldukları halde, zulüm ve baskıya
maruz bulunmaktadırlar.
Askerlik hizmeti yalnızca Türklere yükletilmiş olup,
gençler ailelerinden alınır ve pek uzun bir zaman boyunca,
genellikle ebediyen ayrılır.
154
İsimlerine kura düşenler analarını, babalarını, karılarını
ve çocuklarını arkada bıraktıkları için, ailelerinden keyifle
ayrılmazlar.
Demiryolu güzergâhında gençler vagonlara bindirilip
tren hareket edince, analar, babalar, zevceler, kızkardeşler
vagonların kapılarına üşüşürler, tren kalkınca ağlamalar ve
çığlıklar başlar.
Sayfa 547:Türkler Adalardan çıkarıldıktan başka, ilin
içinde de Hıristiyan unsurları galip gelmeye başladı. "Avru-
pa'dan dışarı" denilerek Türkiye'den ayrılan illerden çıkarı-
lıp Anadolu'ya göçüyorlar. Şimdi de "Asya Bozkırlarına"
sesleri yükseliyor.
Elise Reclus: "Değerli unsur böyle feda edilir mi?" di-
yor.
Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması, Avrupalıların bu
zulmüne son vermiştir.

155
FİLİSTİN ASKERİ TARİKATLERİ

a) "Hospitalier" tarikatı, Filistin'de Haçlı hastalarını te


davi etme amacını ileri süren Fransız rahipleri tarafından,
1113 yılında kurulmuştur. Üyelerinden her biri Müslüman
lara karşı aşırı biçimde savaşmayı taahhüt ederdi. Sonrala
rı, Avrupa'nın batı ülkelerinde de kurumlar açtılar.
Avrupa'dan gelen paralar ve Asya'daki topraklarının
gelirleri sayesinde refah içinde yaşarlardı.212
Kudüs Müslümanlara geçtikten sonra, bu keşişler Kıb-
rıs'a çekildiler. 1310 yılında Rodos Adasına yerleşip, Rodos
Şövalyeleri adını aldılar ve korsanlığa koyuldular. Kanuni
Sultan Süleyman Rodos'u alınca, İmparator Şarlken buna
karşılık Malta Adasını bu keşişlere verdi. 1800 yılında ada
İngilizlerin eline geçinceye kadar korsanlığı sürdürdüler.
b) "Teutonique" adındaki tarikati 1128 yılında kurdu
lar. Papa'dan ve imparatordan alınan imtiyazlar sayesinde
hükümdarlık iddia ederek, Müslümanlardan aldıkları yerlere
sahip olma hakkını elde ettiler. Bu sayede Prusya'nın bü
yük bölümünü almışlardı.
Akka kentini Müslümanlar alınca, tarikat Avrupa'ya
nakledildi. 1410 tarihinde Leh ve Litvanya ortak orduları-
212) Michaud: a.g.e.: 1/490.

156
na karşı yaptıkları savaşta Büyük Üstad Ulriche de Junnin-
gen'in ölmesi üzerine tarikatın gücü kırıldı ve sonra da Na-
polyon Bonaparte tarafından ortadan kaldırıldı.
c) "Templiers" tarikatini Filistin'de jandarma hizmetini
görmek için 1118'de Fransızlar kurmuş ve ona "İsa'nın Fa-
kir Şövalyeleri" adını vermişlerdir. Templiers adı daha sonra
alınmıştır.
Müslümanlara karşı savaşmakta kusur eden keşiş ko-
vulurdu.213 Üyeleri dört sınıftan oluşmaktaydı. Reisleri
olan keşiş, prens düzeyindeydi. Bunlar doğuda Katolik or-
dularının öncü bölümünü oluştururlardı. Pek çok mal ve
mülk bağışlandığından, Avrupa ülkelerinde büyük arazi sa-
hibi olup pek çok şube açtıktan başka, Papalığın, kralların,
prenslerin ve soyluların bankerliğini de üstlenirlerdi.
"Ma'bet" adını verdikleri binalar istihkâm biçiminde ve sağ-
lamlığında olup, "Hiç kimsenin saldıramayacağı kasa" nite-
liğindeydi. Fransa Kralı Phillippe le Bel bile hazinesini bu
keşişlere emanet ederdi. Yahudileri soymanın âdet hükmü-
ne geçtiği o devirde, bu zengin rahipleri kral, "Yahudiler-
den daha iyi bir av" saydığında, tarikatın reisi Jacques de
Molay ile birlikte Fransa'daki arkadaşlarını Inquisition (En-
gizisyon) adına 13 Ekim 1307 tarihinde tutuklattırdı. Papa
da bu tarikatı feshetti. Üyelerinden bir bölümünü kral diri
diri yaktırdı ve paralarıyla emlakine el koydu.214 İngilte-
re'de, Almanya'da ve İspanya'da da Templier'lerin paraları-
na ve mülklerine hep el kondu.
Bu özetten anlaşılıyor ki; rahipler önce yoksulluk ve
boyun eğme esaslarına dayandıklarını söyleyerek, insaniyet

213) Michaud: a.g.e.: 1/493.


214) Larousse: 7/957.

157
adına dernek kurarlar, organizasyonu sağladıktan sonra,
nakit ve emlak edinmeye başlarlar. Bu iki aracı elde edin-
ce, iratçılığa, hükümdarlığa ve bankerliğe geçerler. İnsan-
ların aklı zayıf olan bölümü de bu kurnazların yarar sağla-
malarına âlet olur.

158
MADISON GRANT'İN GÖRÜŞÜ

New York Zooloji Derneği Başkanı Madison Grant'in


yazdığı "Büyük Irk'ın Çöküşü" adlı eser, E, Assire tarafın-
dan Fransızcaya çevrilip 1926 yılında Paris'te de yayımlan-
mıştır. Aşağıdaki bu çeviriden alınmadır:
Sayfa 52: Şibih - Ermeniler Alplilerin bir bölümünü
temsil eder ve ecdadının tipini gösterir. Bu ırk Anadolu ve
Batı Asya'nın yüksek yaylalarıyla dağlarında yaşamaktadır.
(D
Sayfa 240: Türkçe, Anadolu'da olduğu gibi Balkan ül-
kelerinde hiçbir zaman yerli diller arasına girmemiştir. Av-
rupa'daki illerde Türkçe yalnız askerler, yönetimin sivil me-
murları ve pek dağınık olarak yerleşen Türk kolonları tara-
fından kullanılmaktaydı.
Türklerin beyaz kadınlara olan eğilimi ve düşkünlüğü,
Bizans İmparatorluğunu fethetmelerinin nedenlerinden biri-
dir. Bunun sonucu olarak, Asya'dan ilk defa gelen istilacı-
lar, Moğol tipinin yavaş yavaş ve yalnız biraz eser bıraka-
cak biçimde ortadan kalkmasına neden olmuştur(2).
Sayfa 241: Aslen Selçuk ve Osmanlı olan Türkler,
Anadolu'da hiçbir zaman büyük bir kalabalık değildiler(3).
Padişahın ordularını oluşturan askerlerin pek çoğu Anado-
159
lu ve Rumeli yerlilerinden alınıp Müslüman edilmiş kimse-
lerdir(4).
Sayfa 242: Bununla birlikte, Batı Asya'da Alpli olup
Arian dillerini konuşmayan kavimler vardır. Türkmenler bu
gruptandır. Anadolu'daki sözümona Türkler de Alplidirler.
Bunlar Türkçe konuşan Şibih-Ermeni cinsinden olup, güçlü
bir biçimde Müslüman edilmişlerdir(5).
Sayfa 260: Eski Baktrian (Şimdiki Türkistan) kuzeyli
ve Arian olan manzarasını Büyük İskender istilasından son
ra da uzun süre korumuştur. Bu bölgenin Moğollaşması ve
Türkistan denilen "meş'um ve korkunç" adı alması ye-
dinci yüzyılda olmuştur(6).
Çeşitli Moğol reislerinin yönetiminde olarak kuzeyden
ve doğudan gelen bu vahşi istilacılara ilk önce Baktrian
bölgesi maruz kalıp harap olmuş, Asya'da uygarlık tahrip
edilmiş ve Avrupa uygarlığı da tehdit altında kalmıştır(7).
Sayfa 178: Roma tarihine dair eser yazan yazarların
ve Frenk Haçlıların gözünde Bizans Hıristiyanlığın dışında
sayılmış, hem aşağılanmışlar, hem de horlanmışlardır. Fa-
kat bütün Ortaçağ boyunca da Bizans doğuda gerek Roma
İmparatorluğunu, gerekse onun başkentini temsil etmiştir.
Böylelikle 1000 yıla yakın bir süre boyunca Asya Müslü-
manlarını Hırisiyanlığa karşı âciz bir durumda bırakmıştır.
Sonunda İmparatorluğun başkenti olan İstanbul 1453
yılında batı Hıristiyanları tarafından kendi haline bırakılıp
Türkler tarafından saldırıyla zaptedilince ve Roma'nın son
hükümdarı olan Konstantin, elinde kılıcıyla ölünce, bütün
tarih çağlarının en büyük faciası tamam olmuş oldu(8).

160
CEVAPLARIMIZ

(1) Bunu kimin araştırıp Madison Grant'a bildirdiği


belli değildir.
(2) Bu fikirleri söz konusu çağın hangi yazarlarının
eserlerinden aldığını Madison Grant sessizlikle geçiştiri-
yor. Ama kaba bir iftiradan da çekinmiyor.
(3) Edouard Gibbon215 diyor ki: 'Alparslan'ın oğlu
Melikşah'ın onayıyla Kutulmuş oğlu yiğit Süleyman Er-
zurum'dan İstanbul yakınlarına kadar Roma İmparator-
luğunun illerini fethedip torunlarına bıraktı. Süleyman,
Fırat çayını geçti, biraz sonra Türkler Konya dolayların-
da göründü. Süleyman İznik kentini başkent yaptı. Açtığı
okullarda Arapça okundu... Kadılar şeriate göre davalara
baktılar. Türklerin dili ve âdetleri kentlerde galip geldi ve
Türk çadırları Anadolu'nun ovalarına ve dağlarına
yayıldı. O tarihten yirmi iki yıl sonra başlayan Haçlı
Seferlerinin yalnız birinci ordusunun ikinci bölümü
Kudüs'e kadar gidebildi, sonra gelen 1101-1147 ve 1190
orduları Türkler tarafından yok edildi, Frenkler de artık
Anadolu'dan geçme fikrinden vazgeçtiler. Bu olaylar
Türklerin pek çok nüfusla Anadolu'ya göçtüğüne işaret
etmektedir."
215) Gibbon: a.g.e.: 2/633, 634.

161
(4) Bu sözler doğru değildir. Kanuni Süleyman za-
manında Yeniçeri 20.000 kişi olup (Netayic-ül Vukuat, s.
141), bunların atlı kısmı 7000 kişiydi. Her ikisi padişahın
Muhafız Gücünü oluştururdu. Sultan Süleyman
Macaristan, Alman ve Bağdat seferlerinin her birine yüz
ellişer bin askerle gitmiştir. Bunların ancak beş on bini
Yeniçeri olup, yüz kırk binden fazlası Anadolu'nun
Müslüman Türk ve Kürt askerleriyle Rumeli'nde İslami-
yeti kabul etmiş bulunan Arnavut ve Boşnak ırklarından
kimseler ve oraya yerleşmiş Türklerden oluşmaktaydı.
(5) Tarihçi Edouard Gibbon, sağ olup da bu satırları
görseydi, kitabının ikinci cildinin 421'inci sayfasındaki 1
numaralı notta yazıldığını tekrar ederek, "Bahadırların
şânına ve şerefine ve milletlerin dinine hürmet etmek
gerektiğinin kuşku götürmediğini" Madison Grant'a ihtar
ederdi.
(6) Gözünü bağnazlık bürüyen Madison Grant, Bi-
zans tarihini kimse bilmiyor sanarak bu yalanı söylemekle
üzüntüsünü belli etmektedir.
(7) Moğollar, '1220 yılında Cengiz Han ile oğulları-
nın yönetiminde Türkistan'a saldırdılar. Tarihçi Edouard
Gibbon216 diyor ki: "Hazar Denizinden İndüs Irmağına
kadar birkaç yüz mil uzanan, bayındır durumda ve pek
çok evlerle de süslenen ülkeyi Moğollar çöl haline
getirdiler. Dört yıl içinde yaptıkları bu tahribat şimdiye
kadar (18. yüzyıl sonuna kadar) geçen beş yüzyılda ona-
rılamamıştır."
Sekizinci yüzyıldan Cengiz istilasına kadar Türkis-

216) Gibbon: a.g.e.: 2/786.

162
tan'ın uygarlığının ne düzeylere yükseldiği, Merv, He-rat,
Belh, Kabil, Gazne, Semerkand ve Buhara kentlerinde
bayındırlığın bugün hayal bile edilemez bir durumda
olduğu Grande Encyclopedie'nin XII. cildinin 61.
sayfasında açıkça gösterilmiştir.
Madison Grant safsatalarını yazarken bu olaylardan
kimsenin haberi olmadığına inansa gerektir.
(8) Madison Grant'in kinci ve önyargılı tutkusuyla
yazdığı bu satırlar hiçbir yorum gerektirmemektedir.

163
TRUMAN NUTKU

Tanin gazetesi, 30 Haziran 1947.


Truman Zencilere iyi muamele edilmesini istedi.
Vaşington, 29 Haziran 1947. - Bugün Zencilerin te-
rakki Cemiyetinin yaptığı konferansın kapanış oturumu
münasebetiyle bir nutuk söyleyen Başkan Truman, Ameri-
ka'da Zencilere daha iyi muaemele edilmesini talep ede-
rek, demokrasi totaliterlikten daha üstün ve faydalı olduğu-
nu göstermezse, harpten harap olmuş bulunan memleket-
lerin halkı totaliter rejimlerin cazip bir şekilde ileri sürdük-
leri aldatıcı güvenliğin kollarına düşebilir.
Başkan Truman ezcümle şunları söylemiştir:
"En âcil görevimiz hâlâ milyonlarca vatandaşımızın ve
bunların tabii haklarının arasında bulunan son engellerin iz-
lerini ortadan kaldırmaktır. Irk ve renk bakımından herhan-
gi bir fark gözetmeyi mazur gösterecek hiçbir sebep yok-
tur. Birçok vatandaşlarımız bazı kimselerin kendilerini hor
göstermesinden şikâyet etmekte ve ayak takımının şidde-
tinden yaralama ve dövmesinden korkarak endişe ve ıstırab
içinde yaşamaktadırlar.
Bu şiddet hareketlerine sebebiyet veren
müsamahasızlık ve evvelinden verilmiş hükümlere bağlılık
hâlâ mevcuttur.
164
Devletin adalet mekanizması her vatandaşın her türlü kor-
kudan âzâde olmasını icabetmektedir. Fakat bunu hiç istis-
nasız olarak herkes için tahakkuk ettiremedik. Şimdiye ka-
dar yapamadığımızdan daha fazla olarak bundan sonra da
bu acıları iyileştirmeğe çalışmalıyız.
Hür bir hayat sisteminin lehine olarak harpten harap
olmuş bulunan memleketler halkının desteklenmelerini
te'min etmeliyiz. Bu halkı dünya mes'elelerinin mu'tedil bir
şekilde halli için yaptığımız daimî mücadelede birer mütte-
fik olarak kazanmalıyız. Hürriyet kolay öğretilecek bir ders
değildir. Hürriyet aynı zamanda türlü mahrumiyet içinde
kıvranan memleketler halkına kolaylıkla satılabilecek bir
deva da değildir."

165
HAÇLI SEFERLERİ
KONUSUNDA BASINDA ÇIKAN
YAZILAR
-

■t
HAÇLI YAKLAŞIMI konusunda Sayın TALAT
HALMAN'ın Milliyet gazetesindeki
köşesinde, 15 Şubat 1993 günü yayımlanan yazısı,
Haçlı Seferlerinin sürüp gittiğinin kanıtıydı

(Bilgi Yayınevi)

ONUNCU HAÇLI SEFERİ

Dün, Avrupa ve Kuzey-Güney Amerika, geleneksel "Sev-


gi Günü"nü kutladı. Sevişenlerin, barışanların günü... Düş-
manca duyguların sona ermesi için karşılıklı bağışlama gü-
nü... İnsanlar ve toplumlar arasında sevgi köprüleri kurma gü-
nü.
Hadi ordan! Dün, bir riya ve hile günüydü. Nasıl ki, önceki
günler nefret ve düşmanlık günleriydi. Nasıl ki, bugün bir öç
günü... Nasıl ki, yarın da bir gaddarlık günü olacak.
Hangi sevgi? Belki Batı dünyası, kendi içinde sevgiyi kut-
luyor. Ama, insanlık sevgisinden, başkalarına hoşgörüden, da-
yanışma ve kardeşlikten, barış ve bağıştan söz etmesinler. İn-
san haklarından da söz etmesinler artık.
Sevgi günü, mevgi günü, Avrupa'nın tam ortasında, dün-
yanın gözü önünde, birkaç ay içinde 150 bin insanın canına
kıyıldı. Kimin umurunda? Hıristiyan Sırp rejimi, Müslüman
Bosna-Herseklileri kesip biçerken "Uygar Batı", "İnsan hakları-
nın savunucusu", "Hümanist" Batı, olup bitenlere seyirci...

169
Onuncu Haçlı Seferi, hüküm sürüyor. İlk Haçlı Seferi
1095 yılında başlamıştı. 900'üncü yıldönümüne iki yıl var. Do-
kuzuncu ve son sefer 1291'deydi. 700'üncü yıldönümü, iki yıl
önceydi.
Şimdi Hıristiyan Batı'nın yeni, Onuncu Haçlı Seferi'ni izli-
yoruz. Batı'nın tüm hükümetleri, kesin ve hunhar bir politika
sürdürüyor. Hepsi, belirgin bir strateji uğrunda birleşti. Aman-
sız bir komplo var. Ve bu komploda Avrupa, İngiltere ve şimdi
Clinton ve Christopher'in ilan ettiği politika ile Amerika Birleşik
Devletleri, el ele. Onların elinde, Birleşmiş Milletler bir maşa,
bir emirber...
Onuncu Haçlı Seferi, elbette, milyonlarca "İyi Hıristiyan'ın
suçu değil. Dünyanın dört bucağında yaşayan sevecen, cö-
mert, barışçı, merhametli Hıristiyanları, tenzih ederiz. Ama,
yeni Haçlı Seferi'ni destekleyip, alkışlayanları kınamak, bir in-
sanlık görevi... Seferin savaş planlarını yürüten Hıristiyan hü-
kümetler ise bağışlanamaz.
Sırpların lideri Miloseviç, ABD'de sözümona "Savaş suç-
lusu olarak mahkemeye verilmeli" diye eleştirilmişti. Ve bunu,
önceki Dışişleri Bakanı Eagleburger resmen söylemişti.
Hepsi yalan. Avrupalı önderler, güya zılgıt verdiler Milose-
viç'e... Amerikan basını ve TV'leri, Bosna-Herseklilerin canına
nasıl kıyıldığını gözler önüne serdi, cani Sırplara verdi veriştir-
di. Avrupa iletişim araçları da, aynı kampanyayı yürüttü. Ce-
nevre'de haftalarca müzakere... Hepsi, Sırplara vakit kazandır-
mak için... Müslümanları zayıflatmak için, Avrupa'da bir Müslü-
man cumhuriyet yaşamasın diye... Ve Müslüman âlemin aczi-
ni, yüreksizliğini, güçsüzlüğünü ele güne göstermek için...
Onuncu Haçlı Seferi, Hıristiyanların zaferiyle sona ermek-
tedir demek yanlış olmaz.
Papalık, bu seferi desteklemiştir. Haçlı Seferleri ruhunu
ve stratejisini sürdürenler, Bosna-Hersek'in yıkılmasıyla, on
binlerin öldürülmesiyle, bir "tarihi intikam" almış olmanın keyfi
içindedir.

170
Papa Hazretleri, Sudan'daki Hıristiyan azınlığın tehlikeye
düşmesinden haklı olarak kaygılıdır. Sudan'da ve başka her
yerde, her din topluluğu, her etnik azınlık, elbette, can ve mal
korkusuna düşmeden yaşayabilmeli... Dünyaca bunu sağla-
mak uğrunda hiçbir şey esirgenmemelidir. Ama, Papa'yı ve
Vatikan'ı kınamamak elde değil. Cani Sırplara hafif bir manevi
baskı bile yapılmamıştır. Ortodoks Kilisesi, Rusya, eski Doğu
Avrupa ülkeleri, Müslümanların öldürülmesini izlemekten baş-
ka ne yapıyorlar? Hepsi ya suspus, ya da el altından ve açık-
tan açığa destek sağlıyorlar.
Bosna-Hersek'te 150 bin kuş öldürülse, Batı Avrupa'da
ve Amerika'da on binlerce kişi gösteriler düzenler, hükümetle-
rine baskı yaparlardı. O merhametli, o kuşsever insanlar, 150
bin Müslümana niçin acımıyorlar? İnsan hakları kahramanları
nerde?
ABD'nin savaş uçakları, Miloseviç'in sarayının yakınlarına
birkaç bomba atsa, Saraybosna'yı ve Bosna-Hersek'teki baş-
ka kentleri topa tutan Sırp mevzilerine havadan birkaç saldırı
yapılsa, Sırp devletine mutlak bir ambargo uygulansa, Birleş-
miş Milletler'in silah ambargosu kaldırılarak Bosna-
Herseklilere kendilerini savunmak için fırsat verilse, kıyım dur-
durulmadıkça Sırp devletinin tam bir abluka altına alınacağı
ilan edilse... Bunların her biri yapılabilir. Hepsi birden yapılırsa
Sırpların topları susturulur.
Ama, hiçbiri yapılmamaktadır. Çünkü Batı hükümetleri,
Müslümanlar öldükçe, "Oh olsun!" diyorlar. Amaç, Bosna-
Hersek adlı Müslüman cumhuriyetini ortadan kaldırmaktır. Bu
amaca hizmet, her Hıristiyan devleti tarafından baş tacı edil-
miştir. Seçim kampanyası sırasında, Bush'un Bosna-Hersek'e
yardım etmemesini eleştirmiş olan Clinton da, dört gün önce
VVashington'dan yapılan açıklamalarla, aynı politikayı benim-
semiş, Sırpların yardakçılığına başlamıştır.
50 Müslüman devlet, beş para etmez. Birleşmiş Milletler,
yeni Haçlı Seferi'nin elinde bir alet. Genel Sekreter, birkaç

171
gün önceki demecinde, suçu, Bosna-Hersekli Müslümanlara
yükledi! Gadre uğrayanlar, ansızın gaddar gibi gösteriliyor. Öl-
düren, Hıristiyan olduğu için haklı; kurban edilen, Müslüman
olduğu için suçlu!
Dünyadaki bir milyar Müslüman, ülkeleri yoksul, liderleri-
nin çoğu solda sıfır olduğundan, Onuncu Haçlı Seferi'nde ye-
nik... Müslüman âlemi, kaderini Hıristiyan hükümetlere teslim
etmiş durumda...
Şimdiki Haçlı Seferi, "intikam ve kan" politikasına daya-
nan zaferini kazanırken, birçok İslam ülkelerinde, kara irtica
güçlenecek. Yobazlar, hezimeti kendi amaçları için istismar
edecekler ve bunda haklı görünecekler. Yeni çalkantılar başla-
yacak. Bazı Müslüman ulusları çetin bir dönem bekliyor.
Hıristiyan âlemin yobazları, zaferi kazandı. Dün, Batı'da
"Sevgi Günü" idi. Aslında "Sevinç Günü" demek gerekir buna.
Batı sevinç içinde... Çünkü Müslümanlar ölüp gidiyor, Bosna-
Hersek bölünüyor, bir milyar Müslümana karşı intikam gerçek-
leşiyor. Sevgiye, vicdana, üzüntüye ne gerek var!

172
ATTİLÂ İLHAN, Meydan gazetesinde 16 Şubat 1993
günlü yazısıyla dünle bugün arasında dinsel bağın
sürüp gidişini irdeledi...

(Bilgi Yayınevi)

LAİKLİK BAŞKA, İSLÂM POLİTİKASI BAŞKA!..

Siz bu heyecanlı filmi görmüş müydünüz?


1919, 9 Ekim. Kahire'deki İngiltere siyasi temsilcisi Mira-
lay Meinertzhagen, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na rapor edi-
yor: İngiliz işgalindeki Halep'de 'Meçhul şahıslar', 'Mustafa Ke-
mal'in Suriyelilere Hitabı' başlığını taşıyan bildiriler dağıtmış-
lar; bildirilerin içeriği, şöyle:
"...istibdadın ve düşmanların kötü niyetlerinin eline düş-
müş kederli bir milletin sesine kulak verin! Bir dindaşınız ola-
rak, aramıza sokulan ve bizi ayırmış olan fitneye ve nifaka ku-
lak vermemenizi rica etmekteyim. Bütün anlaşmazlıkları orta-
dan kaldırmalıyız ve silahlarımızı memleketimizi bölmek iste-
yen düzenbazlara çevirmeliyiz."
Bu Türk tarafının görüşü. Arap tarafının görüşünü öğren-
mek için, Suriye'deki İngiliz istihbarat subayı Binbaşı J. N.
Clayton'ın, aynı Miralay Meinertzhagen'e ilettiği rapora başvu-
racağız, diyor ki:

173
"...Halep'deki Müslüman çoğunluk ve Şam vilâyetindeki
çok sayıdaki Müslüman Arap, Türk emellerine yakınlık duy-
maktadır ve sevilmeyen, istenmeyen bir Avrupa mandat'sı al-
tında kalmaktansa, Türkiye ile birleşmeyi tercih etmektedir."
(Kasım 1919)
Oysa tam bir yıl önce Şam'ı ele geçiren Mekke Emiri Şerif
Hüseyin kuvvetleri 'alalecele' bir Arap hükümeti oluşturmuş ve
ilan etmişlerdi; Türklerin yüzyıllarca süren tutsaklığından kur-
tulmanın sevincini yaşıyorlardı. Aradan geçen bir yıl, Suriye
ve Irak'da İngiliz ve Fransızların davranışları, Arapları olduğu
kadar Türkleri de 'intibaha getirecektir' ama, galiba iş işten
geçmiştir.

Açıkça söylemesek de...

Mustafa Kemal Paşa 'İslâm Politikası'nı, 24 Nisan 1920


tarihli TBMM oturumunda açıklıyor, yeterince duyurulmamıştır;
ben bir iki yerde altını çizmişimdir ya, tekrarında yarar görüyo-
rum.
"...ecnebilerin en çok korktukları, dehşetle ürktükleri İs-
lamcılık politikasının da açıkça ifadesinden mümkün olduğu
kadar uzak durmaya kendimizi mecbur gördük. Fakat, maddi
ve manevi kuvvetler karşısında, bütün cihan ve Hıristiyan poli-
tikasının, en şiddetli hırslarla Haçlılar Savaşı yapmasına karşı,
sınır dışından bize yardımcı olacak, birer dayanak noktası
oluşturacak kuvvetleri düşünmek zorunluluğu da olağandı. İş-
te, açıkça söylememekle beraber, gerçekte bu dayanak nokta-
sını aramaktan da geri durmadık. Elbette selâmet ve necat
için tek kaynak, İslâmlık âlemi'nin kuvvetleri olmuştur. İslâmlık
âlemi, birçok noktalardan milletimizle, devletimizin geleceğiyle
yakından fevkalâde ilgilidir. (Bize) dinsel bağlantıları olmakla
ve bu cihetle bütün İslâm âleminin yardımcı ve destekçi oldu-
ğunu zaten kabul ediyoruz...

174
Aslında, 1919 sonbaharından itibaren Suriye'deki 'Kema-
list faaliyetini' de bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir;
16 Haziran 1919'da Halep'de Emir Faysal'la -Kerek Mutasarrıfı
Esat bey aracılığıyla- imzalanmış olan Türk/Arap Anlaşmasını
da! Bu anlaşmanın sadece üçüncü maddesine bir göz atmak,
niteliği hakkında bir fikir verebilir. Diyor ki bu madde:
"...sözleşmenin tarafları, Türk İmparatorluğu'nun ve Ara-
bistan'ın yabancı güçlerce paylaşılmasını ve işgalini kabul
edemezler..."
Daha sonraları, hem Irak hem Suriye'deki Araplar, dünkü
'kurtarıcıları' İngiliz ve Fransızların sultası altına düştükçe, An-
kara'dan yardım ve birleşme isteğinde bulunmuşlardır. Musta-
fa Kemal, Meclis kürsüsünden konuyu şöyle değerlendiriyor.
"...İslâm âleminin manen olduğu gibi, maddeten de bağla-
şık ve birleşik olmasını, kuşkusuz, memnunlukla karşılarız; ve
bunun içindir ki, bizim kendi sınırlarımız içinde bağımsız oldu-
ğumuz gibi, Suriyeliler de kendi sınırları içinde bağımsız olabi-
lirler. Bizimle uyuşma ya da bağlaşmanın üstünde bir biçimle,
ki federatif ya da konfederatif denilen biçimlerden birisiyle
bağlantı kurabiliriz..."

Mustafa Kemal'in tavrı...

Aynı konuşmada, Iraklılarla ilgili olarak dedikleri şunlar-


dır:
"...Irak'da İngilizlerin yaptıkları işlemler Müslüman halkın
gönlünü fena halde kırmıştı. Biz kendileriyle temas aramadan,
onlar bizimle temas aradı, genel olarak Osmanlı memleketinin
bir parçası olmayı kabul ettiler; fakat biz onlara karşı, Suriyeli-
lere söylediğimiz görüşü söylemekten başka bir şey yapma-
dık: kendi dahilinizde kendi güçlerinizle, kendi varlığınızla ba-

175
ğımsızlığınızı sağlamaya çalışınız. Biz de herşeyden önce ba-
ğımsızlığımızın sağlanmasına çalışıyoruz. Ondan sonra birleş-
memiz için hiçbir engel kalmaz."
Bütün bunları neden yazıyorum? Kimileri Mustafa Ke-
mal'in laikliği ve laiklik politikasıyla; öteki İslâm ülkeleriyle dü-
şündüğü İslâm politikasını birbirine karıştırıyor; bunların birbiri-
ne karşıt olduğunu sanıyorlar; onlara göre, Müslüman ülkeler-
le yakınlaşmak, onlarla anlaşmalara girmek, birlikte hareket
etmek, neredeyse 'Atatürkçülüğe aykırı' sayılabiliyor. Bunlara
karşı Mustafa Kemal Paşa'nın tarihi tavrını açıkça ortaya koy-
maktan daha faydalı ne olabilir ki?
Bu tavır, gördüğünüz gibi, çok farklıdır; bağımsız ve öz-
gür Müslüman ülkeler arasındaki -hatta federasyon, konfede-
rasyon oluşturarak- yakın işbirliğini işlemektedir.

176
İçişleri Bakanı İSMET SEZGİN, Zaman gazetesinden
İZZET ÇAL - SAİD YÜCE'nin birlikte yaptıkları ve
13 Aralık 1992 günü yayımlanan röportajında,
üstüne basa basa HAÇLI ZİHNİYETİ
DEVAM EDİYOR, dedi

(Bilgi Yayınevi)

İNSAN HAKLARI VE TERÖR KONULARINDA BATI'NIN


ÇİFTE STANDARTLI OLDUĞUNU SÖYLEYEN
İÇİŞLERİ BAKANI İSMET SEZGİN:
HAÇLI ZİHNİYETİ DEVAM EDİYOR

Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerinin mevcut yapıları


hakkında görüşlerini anlatan İsmet Sezgin şunları söyledi:
"70 yıllık totaliter rejimlerin son bulmasından sonra Orta
Asya Türk cumhuriyetlerinde İslâm ve Türklük şuurunun yeni-
den canlandırılması hususunda gazetenizin gösterdiği başarı-
ları yürekten alkışlıyorum. Türkiye'nin elinde büyük bir fırsat
var. Türkiye buralarda öncü ve örnek bir model oluşturmaktadır.
70 yıllık komünist egemenliği ve dini afyon halinde gören
materyalist düşüncenin bütün baskılarına rağmen, oralarda
yaşayan Müslüman Türk kardeşlerimiz dinlerini, dillerini, kültür,
örf ve âdetlerini kaybetmişlerdir. Ben oralara gittiğimde
gördüğüm bu manzaralar karşısında gözlerim yaşardı. Meşhur
Türkmen Şairi Mahdum Kulu bana, burcu burcu İslâm ve

177
Türklük kokan şiir kitabını hediye etti. Fevkalade duygulandım,
Bişkek'te bana, yapımı devam eden camiyi gezdirdiler. Türki-
ye'nin bu meselede üzerine çok önemli görevler düşüyor. Bu
ülkelerin kültür ve inanç birikimlerini muhafaza etmekle birlikte
yeni dünya düzeninde alacakları yer konusunda da yapılacak
pek çok şey var. Bu ülkelerin dünya ile entegrasyonunun sağ-
lanmasında, Helsinki nihaî senedi ve Paris Şartı gibi uluslara-
rası anlaşmalar çerçevesinde insan hakları ve demokratik mü-
esseselerin yerleştirilmesi gibi hususlarda Türkiye yardımcı ol-
maktadır. Özellikle devlet nizamları ve sistemlerinin yeniden
yapılanması için önayak olmaktayız. Bu ülkelerle pek çok
alanlarda işbirliğine girdik. İçişleri olarak söylüyorum. Valileri,
kaymakamları, polis ve jandarmalarının Türkiye'de eğitim gör-
mesini sağlıyoruz. Birtakım ihtiyaçları oluyor. Onları karşılıyo-
ruz."
- Sayın Sezgin, 1960 İhtilali'nde belediye başkanı, 1971
ve 1980 darbelerinde Bakan olarak görev yapıyordunuz, daha
sonra siyasi yasaklı oldunuz şimdi ise tekrar bakansınız. Geri-
ye doğru dönüp baktığınızda siyasetteki bu dalgalanmaları de-
ğerlendirir misiniz?
"Demokrasi hayatımızdaki üç ihtilali, üç büyük engel ola-
rak görüyorum. Eğer bu ihtilaller olmasaydı bugün Türkiye çok
büyük mesafeler katetmiş olacaktı. 'Take Of'u çoktan yakala-
mış olurdu. Maalesef ihtilaller yüzünden Türkiye pek güzel yıl-
larını kaybetmiştir. Bugün ihtilalleri yapanlar da sanıyorum ihti-
lallerle bir yere varamayacaklarını anlamışlardır. Maalesef bu
darbeleri ümit ettikleri yerlere oy ile seçim ile gelmeyeceğini
anlayan kişiler iç ve dış tahrik ve desteklerle gerçekleştirmiş-
lerdir. Bugüne bakıyoruz, ihtilalleri yapanlar ortada yok. Ama
üç ihtilale muhatap olan İsmet Sezgin burada. Tabiî, demokra-
siyi biz büyük uğraşlar vererek kazanmadık. Her evimizde bir
Hicaz şehidi, Galiçya şehidi, Sakarya şehidi, Balkan şehidi,
Çanakkale şehidi vardır. Ama demokrasi şehidi yoktur. Yalnız
1960 darbesinden sonra rahmetle ve minnetle andığımız mer-

178
hum Menderes, Zorlu ve Polatkan demokrasi şehididirler. De-
mokrasinin kıymetini bilemedik. En büyük fazilet olduğunu bi-
lemedik. İhtilalleri gerek yapanlar, gerekse önayak olup des-
tek verenler bundan bir şey çıkmadığını anladılar."
- Sayın Bakan, Türkiye'nin gelişmesi ve kalkınması açı
sından bakıldığında içinde bulunduğumuz coğrafya da gözü
nü ne alınarak içerden ve dışardan gelen tehlikeler nelerdir?
Bunlara karşı neler yapılabilir?
"Türkiye'nin oldum olası düşmanları olmuştur. Türkiye'nin
zengin yeraltı kaynaklarına göz dikenler vardır. Öncelere gide-
cek olursak Haçlı zihniyeti ile Hilalin kavgası vardır. Ne yazık
ki bu kavganın uzantıları da günümüzde devam etmektedir.
Batı çifte standartlıdır. Bu çifte standardını her konuda göster-
miştir. Ülkemizdeki terör ve anarşinin temelinde de bunlar yat-
maktadır. İnsan hakları savunucusu bazı devletlerin bu Haçlı
kompleksleri bazen dışa vurulmaktadır. Bizim bunlara karşı
ekonomik olarak güçlü olmamız lazımdır. Millet olarak büyük
kavramların politika dışına çıkarak birlik ve beraberlik içerisin-
de olmamız lazımdır. Türkiye'nin iyiliğini ve gelişmesini iste-
meyenler elbette olacaktır. Bunun için milli birlik ve bütünlüğü-
müzü asla bozmamalıyız."
- Haçlı zihniyeti ile Hilal'in kavgası sürüyor dediniz. Türki
ye'nin böyle bir durumda İslâm Dünyası ile münasebetlerini
nasıl değerlendiriyorsunuz, daha doğrusu olması gereken na
sıldır?
"Türkiye laik bir devlettir, ancak nüfusunun yüzde 99'u
Müslümandır. Muhakkak ki, İslâm âlemi ile kardeşlik, dostluk
münasebetlerimizi sürdürmeliyiz. Türkler 500 yıldan fazla İs-
lâm âleminin bayraktarlığını yapmışlardır. İslâmın bütün dün-
yaya yayılmasında büyük payı ve zaferleri olmuştur. Özellikle
uluslararası meselelerde İslâm Dünyası'nın birbirine destek ol-
ması samimiyetle arzu edilecek bir noktadır."
- Demokratikleşme ve insan hakları konusunda Türki
ye'nin şu anda geldiği yer yeterli mi?

179
"Cenab-ı Allah'ın ahsen-i takvim suretinde özene bezene
yarattığı insan herşeyin en iyisine layıktır. Bunun için her insa-
nın, insanca hayat şartları içerisinde yaşaması lazımdır. Onur-
lu bir şekilde yaşaması lazımdır. Din, vicdan, inanç ve fikir öz-
gürlüklerini korkusuzca yaşamalıdır. Her fert devletin sosyal
adalet, sosyal güvenlik ve fırsat eşitliği konularında imkânlara
sahip olmalıdır. İnsanın bu hakları kullanabilmesi için devletin
önayak olabilmesi gerekiyor. Biz hükümet olarak bu dönemde
insan haklarından azami ölçüde yararlanılabilmesi için elimiz-
den gelen gayreti gösteriyoruz. Bu hususta Meclis'ten kanun-
lar geçiriliyor. Bunun yanında biz sık sık polis şeflerini Anka-
ra'ya topluyoruz. Anayasa profesörlerine insan hakları konula-
rında konferanslar verdiriyoruz. Polisimizi, jandarmamızı eğiti-
yoruz. Bu hususda önemli mesafeler katettiğimizi söyleyebili-
rim."
-Efendim, teröre karşı yeni önlemler yeni metodlar dene-
yecek misiniz?
"Teröre karşı başarının şartı iyi istihbarattır. İstihbaratın
iyi olduğu ülkelerde terörle mücadelede başarı şansı yüksek-
tir. Şimdi biz buna ağırlık veriyoruz. Yoğun bir istihbarat ağı
kurmaya çalışıyoruz. Yeni istihbarat kursları açıyoruz. Perso-
neli biralarda eğitiyoruz. İstihbaratımızı tamamen kompüterize
ediyoruz. Bilgisayar sistemlerini kurduk. Tabii, istihbarat aslın-
da insanla olan bir şey. Bilgiyi insandan alacaksınız. Bunun
için ülkenin güvenliğini ilgilendiren konularda devlet halk ilişki-
leri çok önemli. Vatandaş devletine güvenecek ve yardımcı
olacak. Büyük şehirlerde bu hususta önemli gelişmeler sağla-
dık."
- Sayın Bakan, Güneydoğu'daki terörün Kuzey'e doğru
Iğdır, Ağrı, Erzurum, Kars taraflarına kaydığı gözleniyor. Buna
ne diyorsunuz?
"Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde beklediklerini bulama-
yan, halktan yeterli desteği göremeyen teröristler daha başka
yerlere doğru kayma temayülü gösterdiler. Iğdır, Erzurum, Ağ-

180
rı, Kahramanmaraş gibi yerlerde nokta bazı eylemler yapıyor-
lar. Bütün bunlar kaybolan prestijlerini kurtarabilme çabaları-
dır. Ama muvaffak olmayacaklar. Güvenlik kuvvetlerimiz onla-
ra büyük kayıplar verdirmiştir."
- Efendim son günlerde Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı yapı
lan operasyondan sonra PKK'lıların, Peşmergelerle iyi ilişkiler
kurdukları, silahlarını teslim etmedikleri, potansiyel tehlike ola
rak varlıklarını sürdürdükleri şeklinde söylentiler var. Bunlara
ne diyorsunuz?
"Türk gazetecilerin karşısına çıkmaktan korkmuşlardır.
Yani, eğer bir elleri yağda bir elleri balda olsa niçin Türk gaze-
tecilerin karşısına çıkmaktan çekinsinler? Güçlü, kuvvetli olsa-
lar gazetecilere kendilerini daha fazla göstermek istemezler
miydi? Hem onlar için de bir propaganda olurdu. Tamamen
perişan hallerini göstermek istemediklerinden böyle yapmış-
lardır. Çok zor durumdadırlar. Yuvaları dağıtılmıştır."
- Irak ve Suriye ile olduğu gibi Batı ülkeleri ile de teröre
karşı ortak mücadele görüşmeleri yapılıyor mu?
"Evet yapılıyor. Bu ay içinde Almanya ile görüşeceğiz.
Ocak ayında Bulgaristan ile görüşeceğiz. Ümit verici gelişme-
ler var. Terörün dış desteklerini kesmeye çalışıyoruz."
- Teşekkürler ederiz efendim.
"Ben de teşekkür ederim."

181
BİBLİYOGRAFYA

B F. Funck Brentano, de l'lnstitut: Les Croisades, Flam-


marion, Paris, 1934.
Ch. B Charles Benoit, de l'lnstitut: Les Louis de la Politique
Française, Artheme Fayard et Cie, Paris, 1928. C
Augustus Craven: Lord Palmerston, sa correspondance
intime, Paris, Didier, 1878.
D P. Dam, de l'Acedemie Française: Histoire de la
Republique de Venise, Firmin Didot, Paris, 1819.
E Grande Encyclopedie en 31 volumes, publiee â Paris au
commencement du XXe. siecle.
G Edouard Gibbon: Histoire de la Decandence et de la
Chute de l'Empire Romain, Mairet et Fournier, Paris, M.
DCCC XLI. H Hammer: Histoire de l'Empire Ottoman,
traduction M.
Dochez en 3 volumes, Bethune et Plon, Paris, 1844. K
Şemseddin Sami Bey Fraşeri: Kamus-ül A'lâm, İstanbul
1899. Kn Ayni Ali: Kavânin-i Âl-i Osman. L.R. Ernest
Lavisse et Alfred Rambaud: Histoire Generale du
IVe. siecle â nos iours, Armand Collin, Paris, 1893.
L Nouveau Larousse illustre, publie â Paris au commen-
cement du XXe. s.
M Michaud, de l'Academie Française: Histoire des Croisa-
des, augmentee d'un appendice, Delagrave, Paris,
1849.

182
Mg M.S.-G. Marghetitch, drogman de la Legation de Belgi-
que â Constantinople: Etude sur les Chemins de fer de
l'Empire Ottoman, Bruxelles, 1894.
M.l. Albert Malet et Jules Isaac, professeurs agreges
d'Histoire: Le Moyen Âge, classe de IVe, Hachette, Pa-
ris, 1926.
N Mustafa Paşa, esbak Maarif ve Evkaf Nâzırı: Netâyic-ül
Vukuat, ikinci tabı', İstanbul, 1327 (1911).
T Ahmed Reşit Bey Turnagil, La Haye'deki Milletlerarası
Hukuk Akademisinde Profesör: İslamiyet ve Milletlerara-
sı Hukuku, Kenan Matbaası, İstanbul, 1943.
W Weber, Professeur â l'Universite de Heidelberg: Histoire
du Moyen Âge.

You might also like