You are on page 1of 194

Ferhat KOCA

1956 yılında Kayseri-Develi'de doğdu. 1975 yılında Kayse­


ri İmam-Hatip Lisesinden, 1979 senesinde Kayseri Yüksek
İslam Enstitüsünden mezun oldu.
1979-1989 yıllan arasında çeşitli orta öğretim kurumla­
rında öğretmenlik yaptı.
1988 yılında Marmara Ü niversitesi Sosyal Bilimler Ensti­
tüsünde İslam Hukuku Anabilim Dalında yüksek lisansını
tamamladı. 1993 yılında aynı üniversitede İslam Hukuku
Anabilim Dalında doktor oldu.
1993-2000 yıllan arasında Türkiye Diyanet Vakfı İ slam
Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM), İ slam hukuku alanın­
da araştırmacı-müellif olarak çalıştı. 1993-94'te doktora
sonrası, yabancı dilini geliştirmek amacıyla bir yıllığına
İngiltere'ye gitti.
1997'de doçent oldu. 1998-1999 eğitim ve öğretim yılın­
da, Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğüne bağlı olan
Sofya Yüksek İslam Enstitüsünde dekan yardımcılığı ve
İ slam hukuku öğretim üyeliği görevlerinde bulundu.
2000 yılında Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesine
İ slam Hukuku öğretim üyesi olarak atanan Koca, 2004 yı­
lında İslam Hukuku Anabilim Dalında profesör oldu.
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Temel İslam Bilimle­
ri Bölüm Başkanlığı. Dekan Yardımcılığı ve Dekanlık görev­
lerinde bulunan Ferhat Koca'nın birçok makalesi, tebliği ve
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisfnde yayımlanmış seksen
beş civarında ansiklopedisi maddesi bulunmaktadır.
Ferhat Koca'nın kitaplarından bazıları şunlardır: ı. İsliim
Hukuk Metodolojisinde Tahsis (İ stanbul 1996). 2. İslam
Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeli Mezhebi (Ankara
2002). 3. Şeyhülisldm Musa Kazım Efendi'nin Hayatı ve
Fetvaları (İstanbul 2002), 4. Hanbeli Mezhebinin Kurucu
İmamı Ahmed bin Hanbel: Hayatı, Görüşleri ve Mezhebi
(Ankara 2008), 5. Osmanlı Şeyhülislamı Molla Hüsrev: Ha­
yatı, Eserleri ve Görüşleri (Ankara 2008). 6. Osmanlı'dan
Cumhuriyet'e Siyaset ve Değer Tartışmaları (İstanbul
2000), 7. Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine Makaleler
(Uriel Heyd'den tercüme ve derleme) (Ankara 2002). 8. Kül­
liyat (Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'den sadeleştirme),
(Ankara 2002), 9. Mukayeseli İsldm Hukuk Düşüncesinin
Temellendirilmesi (Ebü Zeyd ed-Debüsi'den tercüme), (An­
kara 2002), ıo. İslam İbadet Esasları (Ankara 2013).
Ankara Okulu Yayınları: 222

©Ankara Okulu Basım Yay. San. ve Tic. Ltd. Şti.


Dizgi ve kapak: Ankara Dizgi Evi
Baskı, kapak baskısı. cilt: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi
Birinci basım: Aralık 2016

ISBN: 978-605-9281-29-4

Ankara Okulu Yayınları


Şehit Mehmet Baydar Sokak No: 2/A Maltepe/ANKARA
Tel: (0312) 341 06 90 Faks: (0312) 341 06 95
web: www.ankaraokulu.com
e-mail: ankaraokulu@ankaraokulu.com
İslam Düşüncesinde

SELEFİLİK
Genel Karakteristiği ve Günümüzdeki Motivasyonlan

Ferhat KOCA

Ankara Okulu Yayınları


Ankara 20 16
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 7
GİRİŞ
SELEFİLİGİN TANIMI VE TARİHSEL SERÜVENİ.. . . . .. . . ..... ... .. ..... . 11. .

1. SELEFİLİGİN TANIMI . . . ..... . .... . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 11


II. SELEFİLİGİN TARİHSEL SERÜVENİ......................................... 13
A. Birinci Dönem: Metodolojik Bir İlke Olarak Selefilik ............ 13
B. İkinci Dönem: Sistematik Bir Nazariye Olarak Selefilik ... .... 16
C. Üçüncü Dönem: Dini ve Siyasi Bir Akım Olarak Selefilik ... . . 17
D. Dördüncü Dönem: Radikal ve Savaşçı Bir Yapı Olarak Selefilik. 21 ...

BİRİNCİ BÖLÜM
SELEFİLİGİN GENEL KARAKTERSİTİÖİ . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25
1. ALLAH'IN SIFATIARI: TEVİLDEN TEFVİZE,
TEFEKKÜRDEN TEŞBİHE YÖNELİŞ . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25
II. İMAN-AMEL BİRLİKTELİGİ:
KATI AHLAKÇILIK VE TEKFİRCİLİK . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . ..... . .... 33
III. KUR'AN'IN MAHLÜK OLMADIGI:
SOSYAL STATÜKONUN KORUNMASI ... . . . . . . . . . ...... . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 35
iV. AKIL-NAKİL İLİŞKİSİ: NAKLİN ÜSTÜNLÜGÜ .. . . ... . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 40
V. ŞER'İ NASLAR: KUR'AN VE SÜNNETİN EŞİTLİGİ.. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 50
VI. SELEFİN DİNİ OTORİTE OLARAK KABUL EDİLMESİ:
ALTIN NESİL ÖZLEMİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 61
VII. HİLAFETİN KUREYŞILİGİ:
ARAP MİLLİYETÇİLİGİNİN İLHAM KAYNAGI . ... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 72

İKİNCİ BÖLÜM
SELEFİLİGİN GÜNÜMÜZDEKİ MOTİVASYONLARI . . . . . . . . . . . . . .... . ..... 79
!. DİNİ MOTİVASYONIARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... 83
A. Bidat Karşıtlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
B. Şia Karşıtlığı . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 88
il. PSİKOLOJİK MOTİVASYONLARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96
A. Benzerlik ve Uyum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 98
B. Göreli Yoksunluk . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
6 İslam Düşüncesinde Selefilik

C. Ergenlik İsyanı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 100


.

D. Mağdurluk ve Hayal Kırıklığı . . . . . . . . .. . . . . ............ . .... . . .... . ... .. 101


.

E. Aşırı Haklılık Duygusu . .................... . . . ...... . .. . . . . .. . ....... ... . . 105


.

F. Abartılmış Narsisizm. . .. . . . . . . . ..... . .... . ......... .......... . .... . .... . ..... 106
G. Savunma Mekanizması: Regresyon .... . .... . . . .. . . ...... . . . . ......... 108
H. Bölünme, Ait Olma ve Hayatta Kalma ..... . . .... ......... . .
. .... . ... 111
İ. Şekilciliğe Tepki ........ . .. . . . ...... . ..... . ................ ........ . . . . .......... 118
J. Geçmişi Telafi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119
.

lII. SOSYO-KÜLTÜREL MOTİVASYONLARI . . . .. . . ..... . . . .. . . . . .. . . . . ...... 120


A. Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
.

B. Temkinli Bir Din Diline Yaslanması . . . . . . ........ . . . . . . . . .. . . .. . . .. . . 125


C. Sosyal ve Kültürel Sorunlar . .. . . . ..... . . . . . . .. . . . . . . . . .... . . . . . . . . ....... 126
D. Propaganda Mekanizması ve Sosyal Medya .... . .... . . . . . . .... . . 132
..

IV. SİYASİ MOTİVASYONLARI . . ....... . . . ...... . . . . . . . . . . ...... . . .... . . . . . . . . ..... 134


A. Cihat, Hicret ve İslam Devleti Çağrıları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 134
B. Uluslararası Konjonktüre! Şartlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 137
1. Amerika Birleşik Devletleri ve
Batı Ülkelerinin Konjonktüre! Şartları ....... . ........ . . . . . ..... 138
2. İslam Ülkelerinin Konjonktürel Şartları . . . .......... .. . . . ... . 142.

a. Suudi Arabistan'ın Konjonktürel Şartlan .... ......... . . 143


b. İran'ın Konjonktüre! Şartları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 145
c. Türkiye'nin Konjonktürel Şartları ... . .......... . . . . . . . . . . . . . 147
V. İKTİSADİ MOTİVASYONLARI ... . ...... . .......... . .. . . . ........ ...... .. . ...... 150

SONUÇ . . ........ . . . . . . . . . .. ...... . ........ . . . ....... . . . . ..... ..... . . . . . . . . . . . . . ............... .. 155 .

BİBLİYOGRAFYA . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .... . . . . . . ..... . .... . . . . ........ .... . . . . . . . .... . ... 161


DİZİN .... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ............ . . . . . . . . . . .... . . . ...... ... . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 181
ÖNSÖZ

Selefilik, "altın çağ" ve "altın nesil" özlemiyle tarihin her­


hangi bir dönemini kutsallaştıran ve geleneğe yapılan bütün
yeni eklemeleri yozlaşma ve sapıklık olarak gören muhafa­
zakar ve tutucu bir zihniyettir. Bu nitelikleri itibariyle selefilik
sadece İslam kültür ve düşünce tarihinde değil, hemen he­
men bütün dinlerde, ideolojilerde, siyasi ve sosyal hareket ve
oluşumlarda görülen bir düşünce tarzıdır.

İslam kültür ve düşünce tarihinde erken bir dönemde orta­


ya çıkan selefılik (selefiyye) ise İslam'ı anlama, yorumlama ve
yaşama konusunda İslam'ın ilk üç neslini model olarak kabul
eden ve bu modeli tarihin değil de dinin bir parçası haline ge­
tirmeye çalışan bir anlayıştır. Bu öze dönüşçü anlayış, geçmiş­
te yaşanan tecrübelerden yararlanmayı ve tarihten ders çıkar­
mayı savunan normal bir muhafazakar tavırdan, kendisinden
başka bütün diğer düşünceleri dışlayan, tekfır eden ve hatta
onların hayatlarına son vermek isteyen radikal (köktenci) ve te­
röristçe bir yaklaşıma kadar geniş bir hareket alanına sahiptir.

Selefiliğin uzun geçmişi, derin ve karmaşık kökleri sebe­


biyle özellikle günümüzdeki "yeni nesil" selefileri doğru bir
şekilde tanımak ve kategorize etmek oldukça zordur. Bu se­
beple de birbirlerinden farklı birtakım siyasal tutumları be­
nimseyen günümüz selefileri içlerinde geniş bir yelpazeyi
barındırmaktadırlar. Söz konusu yelpazenin bir ucunda as­
habü'l-hadis içerisinde yer alan klasik Hanbeliler ve zahiriler.
onların yanında iman ve ibadetlerin saflaştmlması konusun­
da ısrar eden Vehhabi-Suudi Selefileri, onlardan sonra ey­
lemlerinin eksenini davet ve tebliğ teşkil eden ve mensupla­
rının egemen kültür ve toplumlara katılmalarına karşı çıkan
vaiz militanlar (Tebliğ Cemaati, Hizbü't-Tahrir ve benzerleri);
yelpazenin diğer ucunda ise başta İslam dünyası olmak üzere
8 İslam Düşüncesinde Selefilik

bütün dünyaya karşı savaş ilan eden cihadi:/cihatçı selefiler


(el-Kfüde, IŞİD ve benzerleri) yer almaktadır.

Özellikle, din adına her türlü terörist faaliyeti meşru gören


cihatçı selefiler, günümüzde serseri bir mayın ya da etrafa
sıçrayan bir ateş topu gibi başta ülkemiz olmak üzere, bütün
İslam ülkelerini ve hatta dünyayı yakmaya ve tahrip etmeye
devam etmektedirler. Bu yangına karşı elden gelen her çeşit
tedbiri almak ise, bütün dindar ve vatansever kişi ve kuruluş­
ların görevleridir.

İşte bu sorumluluk duygusuyla hareket eden Gaziantep


Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin İ lahiyat Akademi Dergi­
si yetkilileri dergilerinin ilk iki sayısını "Selefilik" konusuna
ayırmış ve bizden de bu sayıya bir makale ile katkıda bulun­
1Urkiye Diyanet
mamızı istemişlerdi. Biz de adı geçen dergiye,
Vakfı İslam Ansiklopedisfndeki "Hanbeli Mezhebi" (DİA, XV,
525-54 7) maddemiz ile İslam Hukuk Tarihinde Selefi Söylem:
Hanbeli Mezhebi (Ankara 2002) adlı eserlerimizden de yarar­
lanarak "İslam Düşünce Tarihinde Selefilik: Tarihsel Serüveni
ve Genel Karakteristiği" (Gaziantep Üniversitesi İ lahiyat Aka­
demi Dergisi, 1/ 1-2, 2015, s. 15-70) adıyla bir makale yazdık.

Bu makaleyi okuyan bazı dostlarımız onun bir kitapçık ha­


linde neşredilmesinin, ülkemizde yaşanan selefi-IŞİD (DAEŞ)
tartışmalarının anlaşılması bakımından faydalı olacağı tav­
siyesinde bulundular. Biz de selefiliğin bir anlamda "inanç
esasları"nı oluşturan bu karakteristik özellikleri yanına, gü­
nümüzde bazı insanların birtakım terörist selefi gruplara ka­
tılmalarını teşvik eden çeşitli sebep ve faktörleri de ilave ettik
ve böylece elinizdeki kitap ortaya çıkmış oldu.

Eserin giriş kısmında selefiliğin tanımını yaparak onun


tarihsel gelişim sürecini kısaca özetlemeye çalıştık. Birinci
bölümde selefiliğin genel karakteristiğini, ikinci bölümde ise
selefiliğin günümüzdeki bazı sempati kaynaklarını ve moti­
vasyonlarını araştırmaya ve değerlendirmeye gayret ettik.

Günümüzde çeşitli selefi grup ve örgütlerin yaygınlaş­


masında başta bazı İslam ülkeleri ve devletleri olmak üzere
Önsöz 9

hemen hemen bütün dünya ülkelerinin az veya çok sorum­


lulukları, ihmal ve kusurları bulunmaktadır. Söz konusu so­
rumluluk, ihmal ve kusur sahiplerinin adlarını burada açık­
ça zikretmek muhtemelen pek çok ülkenin, dini veya sosyal
zümrenin hoşlarına gitmeyecektir. Ancak elinizdeki kitabın
yazan, hem hakikatin hatırını hem de din ve bayrağını yük­
sek tutmak uğruna, bu hoşa gitmemeyi veya başka bedeller
ödemeyi göze almıştır.

Son olarak bu kitabın kaynaklarının temini konusunda


yardımlarını esirgemeyen Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Araştırma Görevlisi Abdullah Sıdkı İlhan'a ve eserin neşrini
üstlenen Ankara Okulu Yayınlan sahibi Lütfi Sever Beye te­
şekkür ederim. Aynca, diğer çalışmalarımda olduğu gibi, bu
çalışmam sırasında da beni teşvik eden ve bana huzurlu bir
çalışma ortamı hazırlayan eşim F. Hatice Hanım'a medyun-ı
şükran olduğumu ifade etmek isterim.

Ferhat KOCA
18. 1 1.20 16 Çorum
GİRİŞ
SELEFİLİGİN TANIMI VE TARİHSEL SERÜVENİ

1. SELEFİLİGİN TANIMI
Selef kelimesi sözlükte "önce gelmek, geçmek, geçmişte
kalmak" manalarına gelir.

İslam düşünce tarihinde terim olarak selef, "Hz. Peygam­


ber'in (sav.) arkadaşları olan sahabe nesli ve onlardan sonra
gelen nesil (tabiün)" demektir. Buna göre selefi, İslam düşün­
cesinde sahabe ve tabiünun görüşlerine bağlı olan kişi; sele­
fiyye (selefilik) ise, İslam düşüncesinde sahabe ve tabiünun
görüşlerine bağlı kalınmasını savunan düşünce ve zihniyettir.
Genel tartışmalarda bu iki gruba, İslam'ın üçüncü nesli olan
etbau't-tabiin tabakasının da dahil edildiği görülmektedir.

Selefi zihniyete sahip kişiler kendilerini "Ehlü'l-eser, Eh­


lü"l-hadis, Ehlü's-sünne ve'l-cemaat, Ehlü'l-hadis ve's-sünne,
Ehlü'l-hak, Sıfütiyye, İsbatiyye, Selefiyye, Hanbeliyye, Zahi­
riyye" gibi isimlerle anarken, muhalifleri ise onları "Eseriyye,
Haşviyye ve Müşebbihe" gibi sıfatlarla nitelendirmişlerdir .1

İslam'ın ilk nesilleri Hz. Peygamber'in İslam davetine


olumlu cevap vermiş, onunla birlikte tevhit mücadelesine
girişmiş, bu uğurda gözlerini daldan-budaktan sakınmamış
ve başta Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sünneti olmak
üzere bütün İslam düşünce ve medeniyetini daha sonraki ne­
sillere taşımışlardır. Hz. Peygamber'in bu nesiller hakkında,
"İnsanlann en hayırlısı benim asnm.(daki ashiibım)dır. Sonra
anlan takip edenler (tiibiün}, sonra anlan takip edenlerdir (et­
biiu't-tiibiin). Dalıa sonra birtakım topluluklar gelir ki, onlar-

Selefiliğin tanımı hk. bk. Adem Apak. "İslam Tarihi Boyunca Selef ve Selefilik
Kavramlarının Anlam Seıiivenl". Tarihte ve Günümüzde Selefilik. Milletlera­
rası Tartışmalı İlmi Toplantı, 08- 1 0 Kasım 20 13, Topkapı Eresin Hotel. İstan­
bul 2014. s. 39-50; M. Sait Özervarlı. "Selefiyye". DİA. XXXVI , 399-402.
12 İslam Düşüncesinde Selefilik

dan kiminin şahitliği yemininin önüne geçer, kiminin de yemini


şahitliğinin önüne geçer. "2 buyurduğu rivayet edilmiştir.

İşte bu sebeplerle, söz konusu sfilih insanların (selef-i sa­


lihin) görüş ve uygulamalarına İslam kültür tarihinde büyük
değer verilmiş ve onlara uymak (ittibau's-selef) ahlaki bir dav­
ranış olarak güzel görülmüştür. Ancak İslam toplumunda bazı
kişi ve gruplar İslam'ın ilk nesillerinin görüş ve uygulamala­
rına gösterdikleri bu saygıyı daha da ilerleterek onu dini ve
hukuki hayatlarının merkezine yerleştirmiş ve metodolojik bir
ilke haline getirmişlerdir. İşte selefiyye (selefilik); İslam'ı anla­
ma, yorumlama ve yaşama konusunda İslam'ın ilk üç neslini
model olarak kabul eden ve bu modeli tarihin değil de dinin bir
parçası haline getiren ve onun korunması uğrunda mücadele
eden gelenekçi ve muhafazakar bir düşünce ve zihniyettir.

Burada selefiliğin, İslam düşünce tarihinde ortaya çıkmış


olan özel bir grup veya mezhep değil, daha ziyade nasların yo­
rumlanması ve şer'i hükümlerin çıkarılması sırasında gözetil­
mesi gereken bir yaklaşım tarzı olduğuna tekrar vurgu yapmak
istiyoruz.3 Bu duruma, Türkçemizdeki "milliyetçi" ve "milliyet­
çilik" terimlerini örnek verebiliriz. Milliyetçi -kısaca- milli de­
ğerlerini savunan kişi, milliyetçilik ise milli değerleri savunma
düşünce ve zihniyeti demektir. Milliyetçilik, herhangi bir grup
veya partinin adı olmayıp çeşitli grup veya partilerin savun­
duğu genel bir düşünce tarzı ve zihniyettir. Ancak bu durum,
herhangi bir grup veya partinin kendisine "milliyetçi" adını ver­
mesine de engel değildir. Selefilik (selefiyye) de İslam düşünce
tarihinde selef-i sfilihinin yolundan gitme zihniyet ve anlayışı
demektir. Aynca bu durum, herhangi bir grup veya fırkanın
kendisine "selefi" adını vermesine de engel değildir. Nitekim
-aşağıda özetleyeceğimiz üzere- İslam düşünce tarihinde selefi­
liğin tarihsel gelişimi de bu yönde olmuştur.

2 Buhari. "Fedfulü'l-ashab", l; "Şehadat", 9.


3 Muhammed Ramazan el-Büti selefiliğin bir mezhep olmadığını ve böyle
bir mezhep anlayışının, tarihte mevcut olmayan bir şeyin tahayyül edil­
mesinden ibaret bulunduğunu söylemiştir. Bk. Muhammed Ramazan el­
Büti, es-Selefiyye: Merhaletün Z-emeniyyetün Mübôreketün Uı Mezhebün
İsliimiyyün, Dımaşk 1 408 / 1 988, Darü'l-Fikr, s. 223-227.
Giriş 13

il. SELEFİLİGİN TARİHSEL SERÜVENİ

İslam düşünce ve kültür tarihine makro bir bakışla bakıl­


dığı zaman, selefilik düşüncesinin çeşitli tarihsel süreçlerden
geçerek günümüze ulaştığı görülür. Bu süreçler metodolojik
bir ilke olarak selefilik, sistematik bir nazariye olarak selefi­
lik, dini ve siyasi bir akım olarak selefilik, radikal ve savaşçı
bir yapı olarak selefilik şeklinde dört döneme ayrılabilir.

Şimdi bu tarihsel dönemleri kısa bir şekilde incelemeye


çalışalım:

A. Birinci Dönem: Metodolojik Bir İlke Olarak Selefilik

Hicri 1. (VII) yüzyılın sonlan ve il. asnn başlarında, nas­


ların yorumlanması ve şeri hükümlerin istinbatı sırasında
re'y ve içtihattan yararlanılması konusunda tabiiler nesline
mensup hadis ve fıkıh bilginleri arasında başlangıçta çevre ve
üstat farklılıklarına dayalı olarak ortaya çıkan "Ehl-i Hicaz"
ve "Ehl-i Irak" ayınını kısa bir süre içerisinde "Ehl-i eser" ve
"Ehl-i re'y" şeklinde metodolojik bir ayrışmaya dönüşmüştür.4

Adı geçen bu gruplardan "Ehl-i eser", başta akait konulan


olmak üzere tefsir, hadis ve fıkıh gibi alanlarda nasların anla­
şılması ve yorumlanması sırasında Kitap ve sünnetten sonra,
Hz. Peygamber'in arkadaşları (sahabe) ve onlardan sonra ge­
len tabiiler neslinin görüş ve uygulamalarının esas alınmasını
savunmuşlar ve bunların dışındaki re'y ve akıl yürütme yön­
temlerini reddetmişlerdir.5

4 Ignaz Goldziher, "Fıkıh". İslam Ansiklopedisi. İstanbul 1977. Milli Eğitim


Basımevi, N. 605-606: Muhammed el-Hasan el-Hacvi. el-Fikrü's·sdmifi
tdrfhi'l:fikhı'l-İslamı (thk. Abdülaziz Abdülfettah el-Kari). Medine 1976, II,
383-384; Hayreddin Karaman, İslô.m Hukuk Tarihi, İstanbul 1989, s. 175:
a.mlf., "Fıkıh", Diyanet Vakji İslam Ansiklopedisi (DİAJ. XIII, 7. Ehl-i re'y
hk. bk. Esat Kılıçer, İsldm Fıkhında Re'y Taraftarları, Ankara 1975; a.m­
lf., "Ehl-i re'y". DİA. X, 520-524.
5 Abdurrahman Haçkalı. "Ehl-i Hadis-Ehi-! Re'y Ayrışması Fıkhi mi. İtikadi
mi?". İslô.m Hukuku Araştırmalan Dergisi. 2003. sy. 2. s. 59-68: Adnan
Koşum. "Akıl (Re'y)-Nakil (Eser/Hadis) Ayrışmasının Fıkhi Boyutları". İs­
lam Hukuku Araştırmalan Dergisi. 2008. sy. 12, s. 87-98.
14 İslam Düşüncesinde Selefilik

Ehl-i esere mensup bu bilginler6 fıkıh alanında zamanla


küçük bazı ton farklılıklarıyla beraber Malikiyye (Maliki Mez­
hebi). Şafıiyye (Şafii Mezhebi). Hanbeliyye (Hanbeli Mezhebi)
ve Zahiriyye (Zahiri Mezhebi) gibi çeşitli ekollere ayrılmışlar­
dır. Bu mezheplerin ilk mensupları akait ve kelam alanların­
da ise "Ehl-i Sünnet-i Hassa" veya "Mütekaddimün" (önceki­
ler. eski selefiler) adıyla anılmışlardır.

Ancak iV. (X). Asırdan itibaren özellikle Ebü'l-Hasan el­


Eş'ari (ö. 324/938) ve Ebu Mansür el-Matüridi (ö. 333/944)
ile birlikte, akide alanında Ehl-i sünnet düşüncesinde yeni
bir dönem başlamış ve adı geçen bilginler Eş'ariyye (Eş'ari
Mezhebi) ve Matüridiyye (Matüridi Mezhebi) şeklinde iki yeni
akımın doğmasına sebep olmuşlardır. Bu akımlara mensup
kişilere ise "Ehl-i Sünnet-i Amme" adı verilmiştir.7

Ehl-i Sünnet-i Hassa içerisinde yer alan ve çoğunluğunu


Ahmed b. Hanbel'in (ö. 24 1/855) 8 takipçilerinin oluşturduğu

6 İbn Kuteybe (ö. 276/889). aralarında Millik ve Evzfil'nin de bulunduğu bir­


çok müctehidi Ashab-ı re'y, sadece hadis rivayetiyle meşgul olanları ise As­
hab-ı hadis olarak saymış ve Ahmed b. Hanbel'i ise iki zümrenin de dışın­
da tutmuştur (İbn Kuteybe, e!-Maı'ırif(nşr. Servet Ukkaşe), Kahire 1969, s.
494 vd). Tirınizi ise (ö. 279/892) Ş:'ifıi'yiAsh:'ib-ı hadis'ten saymıştır fTirmjzj,
"Büyü'", 12, 14). Makdisi (ö. 380/990), bir yerde Ş:'ifül.eriAshab-ı hadis'ten,
bir başka yerde ise Ebü Hanife ile birlikte Ehl-i re'y'den kabul etmiştir (bk.
Makdisi, Ahsenü't-tekasim [nşr. Fuat Sezgin], Frankfurt 1989, s. 37, 179-
180). Şehrist::'ini'ye (ö. 548/1153) göre müçtehitler Ashab-ı hadis ve Ashab-ı
re'y şeklinde iki gruba ayrılır. Ashab-ı hadis'i Hicazlılar yani Millik, Şafii,
Süfyan es-Sevri, Ahmed b. Hanbel, Davüd b. Ali ve bunların arkadaşları
teşkil eder.Ashab-ı re'y ise Irak ehli yani Ebü Hanife ve arkadaşlarıdır (Şeh­
rist:ani, Kitôbül-Milel ve'n-nihal (nşr. Abdülaziz Muhammed el-Vekil). Kahire
1388/1968, II. 11-12). İbn Kayyim el-Cevzlyye de Hanefi ekolü dışındaki üç
büyük fıkıh mektebini Ehl-i hadis olarak göstermiştir (İbn Kayyim el-Cevziy­
ye, İ'ldmü'!-muvakkıin(thk. M. MuhyiddinAbdülhamid), Kahire 1955, 1, 101,
Il, 294; Ill, 362). Aynca bu konuda bk. Ignaz Goldziher, Zlıhiriler "Sistem
ve Tarihleri" (trc. Cihad Tunç), Ankara 1982, s. 3-5; Hayreddin Karaman,
İslôm Hukuk Tarih� İstanbul 1989, s. 182-183; a.mlf., "Fıkıh", DİA. XIII, 7;
Abdullah Aydınlı, "Ehl-i hadis ", DİA. X, 507; Salim Öğüt, "Ehl-i hadis", DİA.
X, 509; Esat Kılıçer, "Ehl-i re'y", DİA. X, 523.
7 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Keliım, Ankara 1981. Umran Yayınevi. s. 61.
8 Bazı Ehl-i hadis ve selefi kişiler Ahmed b. Hanbel hakkında şu mübalağalı
yorunıları yapmışlardır: Ali b. Medini, "Allah bu dini iki adanıla kuvvetlen­
dirmiştir ki, onların üçüncüsü yoktur. Bu kişiler; Ridde günü Ebü Bekir
es-Sıddik, mihne günü ise Ahmed b. Hanbel'dir" demiştir. Rebf b. Süley­
man, Ş:'ifü'nin şöyle dediğini söyler: "Kim Ahmed b. Hanbel'e buğzederse,
o k:'ifır olur." Kuteybe b. Said, "Ahmed b. Hanbel bizim imamımızdır. Kim
Giriş 15

grup, yeni doğan bu sünni akımlara karşı çıkarak "gerçek"


Ehl-i sünnet'i kendilerinin temsil ettiklerini savunmuşlardır.

Bu dönemde Ahmed b. Hanbel er-Red 'ale'z-Zenddika


ve'l-Cehmiyye, Buhfui (ö. 256/870) Halku efali'l-ibdd, İbn Ku­
teybe (ö. 276/889) Te'vilü muhtelifi'l-hadfsve Ebu Said ed-Da­
rimi (ö. 280/894) er-Red ale'l-Cehmiyye gibi eserlerinde selefi
düşüncenin temel esaslarını ortaya koymaya çalışmışlardır.
Ayrıca bu uzun dönemde selefi yaklaşımı benimseyen Ebu
Bekir el-Halla.I (ö. 3 1 1 /923) , Ebu Muhammed el-Berbehari (ö.
329/94 1 ) , Ebıl Bekir Abdülaziz b. Ca'fer (Gulamü'l-Hallfil) (ö.
363/974). İbn Batta el-Ukberi (ö. 387 /997) , Ebu Abdullah İbn
Mende (ö. 395 / 1 005) , Kadi Ebu Ya'la el-Ferra (ö. 458/ 1 066) ,
Şerif Ebıl Ca'fer el-Haşimi (ö. 470/ 1 077-8) , Hace Abdullah-ı
Herevi (ö. 48 1 / 1 089). Ebü'l-Vefü İbn Akil (ö. 5 1 3/ 1 1 1 9-20) ,
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi (ö. 597 / 1 200) ve Muvaffakuddin İbn
Kudame (ö. 620/ 1 223) gibi pek çok Hanbeli alim yetişmiştir.

Selefiliğin akait ve fıkıh alanında metodolojik bir ilke ve


yaklaşım tarzı olduğu bu dönemde temel özellikleri şunlardır:
Naslarda yer alan müteşabihler hakkında Allah'ı cisim gibi
gösterecek tasvirlerden uzak durmak (takd is) , Hz. Peygam­
ber'in bildirdiği her hususu tam bir teslimiyetle tasdik etmek
(tasdik) , anlaşılması zor olan meselelerde acziyet ve eksikliği
kabul etmek (aczi itiraf), künhüne vakıf olunamayacak konu­
larda gereksiz sorular sormamak (sükut) , manaları anlaşıl­
mayan lafızlar üzerinde akli tasarruf ve yorumlar yapmamak
(imsak), bu tür meselelerle ilgili araştırma ve tefekküre dal­
mamak (keff) ve konuyu işin ehline ve Allah'ın ilmine teslim
ve havale etmektir (tefviz). 9

ondan razı olmazsa o bidatçidir." demiştir. Muhammed b. İshak b. İbrfilıim


el-Hanzali babasından şunu işittiğini söyler: "Ahmed b. Hanbel. Allah ile yer­
yüzündeki kullan arasında bir hüccettir". Meymüni, Ali b. Medini'nin şöyle
dediğini duymuş: "Rasülullah'tan sonra İslam hakkında Ahmed b. Hanbel'ln
yaptığını hiç kimse yapmadı". Ona, "Ey Ebü'l-Hasan! Ebü Bekir es-Sıddik da
yok mudur?" dedim. O, "Ebü Bekir es-Sıddik da değil; çünkü onun birtakım
arkadaşlan ve yardımcılan vardı; hfilbuki Ahmed b. Hanbel'ln arkadaş ve
yardımcısı da yoktu." cevabını verdi. Bk. İbn Ebü Ya'la. Tabakdtü'l-Hanôbile
(nşr. Muhammed Hamid el-Fıki). Kahire 1 371/1952, 1, 1 3-17.
9 Gazzali, İlcdmü'l-avdm an ilmil'l-keliim, (Mecmüatü resdili'l-Gazzdli içeri­
sinde). Beyrut ts .. Daru'l-kütübi'l-ilmiyye. I. 42; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni
16 İslam Düşüncesinde Selefilik

Hicri il. (IX) yüzyıldan VIII. (XIV) asra kadar yani Hanbeli
mezhebi içerisinde yeni bir uyanışı sağlayan Takiyyüddin İbn
Teymiyye'ye (ö. 728/ 1 327) kadar geçen yaklaşık altı asır bo­
yunca selefilik akait, kelam, tefsir, hadis ve fıkıh gibi çeşitli
alanlarda muhafazakar ve gelenekselci bir düşünce tarzı ve
metodolojik bir ilke olarak varlığını devam ettirmiştir.

B. İkinci Dönem: Sistematik Bir Nazariye Olarak


Selefilik

Selefilik düşüncesi, Hanbeli mezhebine mensup mücade­


leci imam Takıyyüddin İbn Teymiyye10 ile birlikte metodolojik
bir ilke ve muhafazakar bir yaklaşım tarzı olmaktan çıkıp İs­
lam düşüncesinde sistematik ve tutarlı bir bütünlüğe sahip
bir "nazariye" haline gelmiştir. İbn Teymiyye yaptığı çeşitli
tahlil ve tenkitlerle selefi yaklaşım tarzını, İslam düşüncesin­
deki kelam, tasavvuf ve felsefe gibi alanlar karşısında alterna­
tif bir seviyeye çıkarmıştır.

Selefi düşüncenin birinci dönemindeki temsilcileri, selefi


yaklaşımı savunmakla birlikte, söz konusu yaklaşım tarzını

İlm-i Kelıim, s. 61-63; Bekir Topaloğlu, Kelıim İlmi (Giriş}, İstanbul 1981,
Damla Yayınevi, s. 114-16; Neşet Çağatay-İbrahim Agah Çubukçu, İslıim
Mezhepleri Tarih� Ankara 1985. il. Baskı, s. 192-95. Bu prensipler hak­
kında çeşitli değerlendirmeler için bk. Burhan Baltacı, "Haberi Sıfatlar
Bağlamında Gazzfili'nin 'Selef Tanımının Değerlendirilmesi", Marife, yıl:
9, sy. 3, Kış 2009, s. 113-123.
10 Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin hayatı ve eserleri için bk. Takıyyüddin İbn
Teymiyye'nin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Hacer el-Askalii.ni, ed-Düre­
rü'l-kdmineji a'ydni'l-mieti's-sdmine, Beyrut. ts. (Dii.ru'l-Cil), !, 144-160;
İbn Kesir, el-Biddye, XIV, 135-141; İbn Receb, Zeyl, il. 387-408; Brockel­
mann, GAL. il, 125-7; Suppl, il, 119-26; Henri Laoust, "La Bibliographie
d'Ibn Taymiyya d'apres Ibn Kathir, Bulletin d'Etudes Orientales Institut
Français de Damas. IX (Damas 1942-3), 115-162; a.mlf., "Le Hanbalisme
sous !es Mamlouks Bahrides", Revue des Etudes Islamiques, Paris, XX­
VIII (1960), s. 1-71; D. P. Little, "The Historical and Historlographical Sig­
nificance of the Detentıon of Ibn Taymiyya", Intemational Joumal of the
Middle East Studies, iV /3 (Cambridge 1973), 311-327; George Makdisi,
"lbn Taimiya: A Sufi of the Qii.dirtya Order". American Joumal of Arabic
Studies, 1 (Leiden 1974). 118-129; S. A. Jackson, "Ibn Taymiyyah on Trial
in Damascus", Joumal ofSemiticStudies, XXXIX/ l. (Oxford 1994), 41-
86; Ferhat Koca, "İbn Teymiyye: Mücadeleci Bir İmam Olarak", Doğu'dan
Batı'ya DüşünceninSerüveni: İslıim Düşüncesinin Altın Çağı (ed. Abdullah
Kahraman), İstanbul 2015, İnsan Yayınlan. V, 1223-1249; a.mlf., "İbn
Teymiyye, Takıyyüddin", DİA, XX. 391-405..
Giriş 17

inşa ve temellendirirken sistematik ve tutarlı bir bütünlüğe


sahip bir nazariye ortaya koymamışlar, daha çok karşı çıktık­
ları görüş ve düşünceleri eleştirme çerçevesinde reddiye türü
tepkisel eserler vermişlerdir. İbn Teymiyye ise, Haçlı seferleri
ve Moğol istilasının yaşandığı bir dönemde Müslümanların
inanç ve birliğini kuvvetlendirmek amacıyla Kur'an ve sünnet
çerçevesinde "dini bir akılcılığa" yer vermiş, bunu yaparken
de edilgen, tepkici ve reddiyeci bir pozisyondan çıkarak kuru­
cu ve aktif bir tavır geliştirmiştir.

İbn Teymiyye'de selefi yön, dinin asıllarında aklın kulla­


nımı yerine Kitap ve Sünnet'e dönmektir. Nebevi ve selefi yol
ise, Allah hakkında re'y ile konuşmamak, sahabe ve tabiinin
yolunu takip etmek; Yunan mantığını, felsefe ve kelamı bıra­
kıp "ilme" tabi olmaktır.11

İbn Teymiyye ve takipçilerine selefi düşünce tarihinde


"Müteahhirün" (sonraki selefiler) adı verilmiştir. Bu takipçi­
ler arasında onun en meşhur öğrencilerinden biri olan İbn
Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350), İbn Receb (795/ 1392),
Alaeddin Ali b. Süleyman el-Merdavi (ö. 885/1480), Şerefüd­
din Musa b. Ahmed el-Haccavi (ö. 968/1560) ve Manslır b.
Yunus el-Buhüti (Behüti) (ö. 1051/1641) gibi çeşitli alimler
bulunmaktadır.

Selefiliğin sistematik bir nazariye halini aldığı bu dönem,


Hanbeli mezhebi tarihinde ve selefilik düşüncesinde yeni bir
devrin açılmasına sebep olan Muhammed b. Abdülvehhab'a
kadar devam etmiştir.

C. Üçüncü Dönem: Dini ve Siyasi Bir Akım Olarak


Selefilik
Bu dönem Arap Yanmadası'ndaki Necid bölgesinde do­
ğan Muhammed b. Abdülvehhab'ın (ö. 1206/1 792)12 Dir'i-

11 İbn Teymiyye, Mecmüu fetava (nşr. Abdurrahman b. Kasım), Kahire 1404,


XII. 349-350; XVI . 469-4 76.
12 Muhammed b. Abdilvehhab'ın hayatı ve eserleri için bk. Mahmud Şükıi
el-Aıüsi. Tdrihu Necdi'l-Hanbeli, Mekke 1349, s. 6-89; Ömer Rıza el-Keh­
hfile. Mu'cemü'l-müellifin: Terdcimü Müsdnnifi'l-kütübi'l-Arabiyye. Dımaşk
1957. I. 269; X, 269; Brockelmann. GAL, il, 512; a.mlf. . Suppl.. il, 531;
18 İslam Düşüncesinde Selefilik

ye'de Emir Muhammed b. Suud'un desteğini kazanarak 1157


(1744) yılında adı geçen emirle Allah'ın hükümranlığını kur­
mak üzere, emirliğin İbn Suud ve nesline, şeyhliğin ise kendi­
sine ve nesline ait olması şartıyla, savaşta ve banşta birbirini
desteklemek üzere karşılıklı olarak biat etmelerinden itibaren
başlar.

Söz konusu tarih yalnızca küçük bir bedevi emirliğinin


büyük bir devlete dönüşmesinin başlangıcına işaret etmekle
kalmayıp, aynca Hanbeli mezhebinin Suudi Arabistan Kral­
lığı'nın resmi mezhebi ve selefi düşüncenin de aynı devletin
resmi ideolojisi olarak kabul edilmesinin başlangıcını teş­
kil eder. Bu dönemin tarihi ve siyasi şartlan Muhammed b.
Suud'un siyasi nüfuzunu artırmak için Muhammed b. Ab­
dülvehhab gibi bir bilgine, onun ise kendi davetini yayabil­
mek için Muhammed b. Suud gibi bir emire ihtiyacı olduğunu
göstermektedir.ıs

Muhammed b. Abdülvehhab'ın düşünce sisteminin teme­


lini Allah'ın zat, sıfat ve fiilleri yönünden birlenmesinin tevhit
için yeterli olmayıp kulların da kendi fiilleriyle Allah'ı birle­
meleri gerektiği prensibi oluşturur (tevhid-i mabudiyet, ameli
tevhit). Bu tevhidi yerine getirmeyenler kafir olup onlann mal

Ahmed Emin, "Muhammed b. Abdilvehhab". Etudes Arabes Dossiers. no.


82, Roma 1992-.1, s. 6-31; Abdürrahim Abdurrahman Abdürrahim, Tdıi­
hu"l-Arabi"l-hadis ve'Z-mu'dsır. Katar 1402/1982. s. 62-67; Muhsin Abdül­
hamid, Min eimmeti't-tecdidi'l-İsldmi. Rabat 1407/1986, s. 9-47: Ahmed
Fehim Matar. "eş-Şeyh Muhammed b. Abdülvehhab Abkaıiyyü'l-'asri ve
üstazü•l-cili", Mecelletü'l-Buhüsi'l-İsldmiyye, XIII (Riyad 1405/1985). 233-
247: Abdullah es-Salih el-Useymin, "eş-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab
hayatühü ve fıkruhü", Etudes Arabes Dossiers, no. 82. Roma 1991-2. s.
34-43; Michael Cook, "On the Origins of Wahhabism", Joumal of the Ro­
yal Asiatic Society (JRAS}, III/2, 2 (London 1992), 191-202; a.mlf. , "Mu­
hammed b. Abdülvehhab", DİA, XXX, 491-492; Aziz el-Azmeh, Muham­
med b. Abdülvehhab, Beyrut 2000, Riyad er-Reyyis el-Kütüb ve'n-neşr;
Henri Laoust, "Ibn 'Abd al-Wahhab, Muhammad", EP (İng}, III, 677-679.
13 Muhammed b. Suüd ve dönemi hk. bk. Hüseyin b. Gannam, Tdrihu Necd
(nşr. Nasırüddin el-Esed) Kahire, 1402/1982, l, 77-78, 64-70. 80, 89,
93-97, 136; Abdürrahim Abdurrahman Abdürrahim, Tdrihu'Z-Arabi'Z-ha­
dis ve'Z-mudsır, s. 81-86; Hüseyin Halef eş-Şeyh Haz'al, Tdrihu'l-Cezire­
ti'l-Arabiyyetifi asri'ş-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhdb, Beyrut 1968, s.
157-164, 263-271; Selahaddin el-Muhtar, Tdrihu'l-Memleketi'l-Arabiyye­
ti's-Suiıdiyyetifi mddihii ve hdduihd. Beyrut 1957, 1, 41-46.
Giriş 19

ve canlan muvahhitlere helaldir. Müteşabih ayetlerden zahir­


leri kastedilmiş olup anlan tevil ve tefsir etmek caiz değildir.
Tevessül küfürdür ve şefaat yalnızca Allah'a mahsustur. Do­
layısıyla, Kur'an'dan başka mürşit, Allah'tan başka hidayet
verici yoktur ve peygamberlerden dahi şefaat dilemek haram­
dır. Kur'an ve sünnette bulunmayan her yeni şey bidat, her
bidat ise sapıklıktır. Akıl şer'i bir delil olmadığı gibi, mevcut
naslar dışında içtihat, kıyas ve istihsan yollarına gidilemez.
İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak için çalışmak ve ge­
rekirse savaşmak farzdır.14

Osmanlı Devleti'nin çeşitli iç ve dış olaylar sebebiyle oto­


ritesinin zayıfladığı ve V�hhabilik hareketini takip etmek için
bölgeye hususi bir ordu gönderemeyip işi bölgedeki çeşitli
valilere ve Mekke-Medine emirlerine havale etmek zorunda
kaldığı ve daha sonra da inkıraza uğradığı bir ortamda, Veh­
habi-Suudi birlikleri 1924'te Taif ve Mekke'ye, 1925'de ise
Medine ve Cidde'ye girmişlerdir.15

14 Vehhabi hareketinin doğuşu. gelişmesi ve fikirleıi hk. bk. M. J. Crawford,


Wahhiıbi 'ulamfı' and the Law, 1745-1932, Oxford 1980: Aziz al-Azmeh, ls­
lwns and Modemüies, London 1993, s. 104-121: Hüsnü Ezber Bodur, Dini
İhya Hareketi Olarak Velıhabiliğin Doğuşu, GelişmesL Sosyo-politik ve Ekono­
mile Neticeleri (yayımlanmamış doktora tezi), Ankara 1986 [Ankara Üniver­
sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü): Veysel Koç, Velıhabilik ve Temel Prensipleri
(yayımlanmamış yüksek lisans tezi), İstanbul 2005 [Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü): S. M. Zwemer. 'The Wahhabis: their ortgin, his­
toıy, tenets, and influence", Jou.malof the TransactiDns of the Victoria lns­
titute, XXXllI [London 1901), 311-333: G. J. L. Soulie, "Formes et action
actuelle du Wahabisme", African et l'Asie, 74 [1966), 3-10: Michael Cook,
"On the Oıigins of Wahhabism", JRAS, III/2, 2 [1992). 191-202; Mahmu­
tlu! Haq, "Wahhabi Tradition: Oıigins and Impact", The Gulf in Transttion
[ed. M. S. Agwani), Delhi 1987, s. 15-25: G. Rentz, 'Wahhabism and Saudi
Arabia", The Arabian Peninsula: Society and Politics [ed. D. Hopwood), Lon­
don 1972: E. Sirıiyeh, "Wahhabis, Unbelievers and-the Problems of Exclu­
sivism". British Society for Middle Eastem Studies Bul/etin, XVI/2 [Oxford
1989), 123-132: Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", Ankara Üniversitesi İla­
hiyat Fakültesi DergisL Ankara 1953, c. XXVII , s. 51-67: M. Safiullah, "Wah­
hasm: A Conceptual Relationship Between Muhammad Ibn 'Abd al-Wahhiib
and Taqiyy al-Din Ahmad Ibn Taymiyya", Hamdard lslamicus. X/1 [Karachi
1987), 67-83; Osman Oral. "Haydertzade İbrahim Efendi'nin Vehhabilik Adlı
Makalesi", e-Makiilô.t Mezhep Araştımıalan, VIl/2 (Güz 2014), s. 71-102,
[www.emakalat.com).
15 Bugünkü Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşuna takaddüm eden taıihi
olaylar hakkında bk. Hüseyin Hüsnü, Necd KıtasınınAhvôH UmümiyyesL
20 İslam Düşüncesinde Selefilik

Suudilerin lideri Abdülaziz b. Suud, kendisini 1926'da Hi­


caz, 1927'de Necid kralı ilan etmiş ve 17 Eylül 1927 tarihinde
de İngilizlerle Cidde Antlaşması'm imzalamıştır.16 Bu anlaşma
hükümlerine göre İngilizler, Suudilerin Hicaz üzerindeki ege­
menliğini tanımışlardır.17 İki ayn birim olarak yönetilen Hicaz
ve Necid bölgeleri 1932'de Suudi Arabistan Krallığı adı altında
birleştirilmiştir.

Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşundan bugüne ka­


dar geçen tarihi süreç içerisinde Muhammed b. Abdülvehhab
Vehhabi hareketinin ve Suudi Krallığı'nın en büyük teorisyeni
olarak yerini korumuştur.

Vehhabilik özellikle dini düşünce alanında sadece Arap Ya­


nmadası'nı etkilemekle kalmamış, aynı zamanda tesiri Kuzey
Afrika'dan Uzak Doğu'ya kadar birçok bölgeye ulaşmıştır.18

İstanbul 1328; J. Kostıner, Tiıe Making of Saudi Arabia 1916-1936 From


Chieftaincy to Monarchical State, New York-Oxford 1993, s. 13-70; Zeke­
riya Kurşun, Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti. Ankara 1998; Emin
Said, Tdıihu'd-Devlett's-Sufidiyye, I-11, Riyad ts. , (Matbüatü Dareti'l-Melik
Abdülaziz); Selahaddin el-Muhtar, Tarihu'l-Memleketi'l-Arabiyyeti's-Suü­
diyye fi mdzihd ve hddırihd. l-11, Beyrut, ts., (Daru Mektebeti'l-hayat);
Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara 2001;
Mehmet Ali Büyükkara, Suudi Arabistan ve Vehhabilik, İstanbul 2004;
Yusuf İskender Gözüberk, Arşiv Vesikaları Işığında İlk Vehhabi Devleti
(yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul 2006 (Marmara Üniversite�
si Sosyal Bilimler Enstitüsü); Fatih M. Şeker, Osmanlılar ve Vehhdbilik,
İstanbul 2007; Rifat Türkel, Vehhabilik ve Arka Planı: Başlangıçtan II.
Suud Devlett'ne Kadar (yayımlanmamış doktora tezi), İzmir 2013 (Do­
kuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); İsmail Yagi, "Britanya
ve'd-devletü's-Suüdiyyetü'l-üla", Mecelletü Külliyyeti'l-İctimdiyye, 1 (Riyad
1977), 417-447.
16 Cidde Antlaşmasının metni için bk. J. C. Hurewitz, Diplomacy in the near
and middle east, New York 1958, il, 149-150.
17 Vehhabi hareketiyle İngilizlerin ilişkileri hk. bk. J. B. Kelly, Britain and
the Persian Gu!f 1795-1880, Oxford 1991. s. 99-138; D. G. Hogarth, "Wa­
habism and British Interests", Intemational A.ffaires, iV (1925), 70-81; M.
Metin Hülagü, "İngilizlerin. Hicaz İsyanına Maddi Yardımları", Belleten. c.
L!X, sy. 225 (Ağustos-1995), s. 139-154.
18 Vehhabiligin Suudi Arabistan dışındaki etkileri hk. L. Kaba, Tiıe Wahha­
biyya Islamic Reform and Politics in French West Africa, Evanston, Illinois
1974; M. S. Zaharaddin, "Wahhabism and its intluence outside Arabia",
Tiıe Islamic Quarterly. XXJil/3 (1979), 146-157; Muhammad Mohar Ali,
"Impact of the Salafia Movement on the South Asian Sub-contlnent", Me­
celletü Külliyyeti'l-l.Hümi'l-İctimdiyyeti, iV (Riyad 1980), 3-15; A. H. Green,
Giriş 21

Günümüzde Suudi Arabistan Krallığı'ndaki Suudi selefi­


liğinin en önemli temsilcileri Hey'etü Kibfui'l-Ulema, Rabıta­
tü'l-Aıemi'l-İslami ve İdaretü'l-Buhüs gibi resmi kurumlarda
ve din eğitimi veren fakültelerde görev yapan kişilerdir. Bun­
ların en meşhurları ise Abdülaziz bin Abdullah bin Baz (ö.
1999), Muhammed Nasıruddin el-Elbani (ö. 1999), Muham­
med b. Salih İbnü'l-Useymin et-Temimi (ö. 2001) ve Mukbil
el-Vadıi (ö. 2001) gibi isimlerdir.19

D. Dördüncü Dönem: Radikal ve Savaşçı Bir Yapı


Olarak Selefilik
Sovyetler Birliği'nin 1979 yılında Afganistan'ı işgal etme­
si üzerine, Afganistan'da çeşitli dini ve milli gruplar bu iş­
gale karşı çıkmış ve Sovyetler Birliği'ne karşı uzun. süreli bir
mücadele başlatmışlardı. Bu savaş sırasında Afganistan'dan
büyük halk kitleleri komşu ülkelere iltica etmek zorunda kal­
mıştı. Söz konusu iltica hareketlerinden en büyüğü ise Pa­
kistan'a olmuş ve bu ülkede milyonlarca Afganistanlı yıllarca
sefalet ve zorluklar içerisinde yaşamıştır. Sovyetler Birliği'ne
karşı on yıl süren bu savaş sırasında, mülteci Afgan çocukla­
rına (talebeler, taliban) yerli ve yabancı pek çok kimse eğitim
vermiştir. Bunların arasında başta Suudi Arabistan, Pakistan
ve çevre ülkelerde yetişmiş olan selefi düşünceye sahip çeşitli
eğitimciler de bulunmuştur.

Afganistan'daki yerel grupların Sovyetler Birliği'ni yenme­


sine ve düşmanlarını yurtlarından atmasına rağmen kendi
aralarında anlaşamamaları ve yıkıcı bir iç savaşa girmeleri
üzerine, selefi düşüncelere sahip çeşitli kişi ve gruplar tara-

"A Tunisian Reply to a Wahhabi Proclamation: Texts and Contexts". In


Quest of an lslamic Humanism (ed. A. H. Green). Cairo 1984. s. 155-177:
H. Ezber Bodur. "Vahhabi Hareketi ve Küresel Terör". Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2003. c. ı. sy. 2. s.
7-20; a.mlf. . "Orta Asya"da Militan İslamcı Hareketler ve Vahhabilik", Dini
Araştırmalar, 2004, c. VII, sy. 20, s. 195-204; Rifat Türkel. "Etkileri Açı­
sından Vehhabilik (Suudi Arabistan Dışı Ülkeler Örneği)", The Joumal of
Academic Social &ience Studies. 2013, c. VI, sy. 8, s. 699-718.
19 Mehmet Ali Büyükkara, "Günümüzde Selefılik ve İslami Hareketlere Olan
Etkisi", Tarihte ve Günümüzde Selefilik. Milletlerarası Tartışmalı İlmi Top­
lantı, 08-10 Kasım 2013, Topkapı Eresin Hotel. İstanbul 2014, s. 491-492.
22 İslam Düşüncesinde Selefilik

fından eğitilmiş olan bu mülteci talebeler (Taliban) ülkelerinde


savaşan bütün gruplara karşı cephe almış ve böylece Afganis­
tan iç savaşına yeni bir aktör daha katılmıştır. Aslen Hanefi
mezhebine mensup olan bu talebeler, kendilerinin en büyük
destekleyicilerinden biri olan el-Kilide örgütünün lideri, Suudi
Arabistanlı selefi düşünceye sahip Usame b. Ladin (ö. 20 1 1) ile
Afganistan cihadı konusunda anlaşmışlardır. Artık Afganistan
sadece Afganhların savaştığı bir alan olmaktan çıkmış, selefi
düşünceye mensup uluslararası çeşitli radikal ve savaşçı (ci­
hadi, cihadist) grupların talimgahı haline gelmiştir.

Bu dönemde klasik Vehhabi/Selefıliğin ağırlığı gittikçe


azalmaya, İbn Baz ve İbnü'l-Useymin gibi geleneksel selefıler­
den farklı olarak Selman el-Avde, Sefer el-Havali, Nasır el-Ö­
mer, Aiz el-Karni, İbrahim ed-Deviş ve Muhammed b. Said
el-Kahtani gibi kendilerine "şüyılhü's-sahve" (uyanış alimleri)
adı verilen yeni bir Selefi ulema nesli ortaya çıkmıştır.20 Ancak
bu kişiler, Usame b. Ladin'i Müslüman yönetici ve alimleri
meşru delillere dayanmadan küfürle itham etmesi, el-Kfü­
de'nin düzenlediği kanlı eylemlerde halkı Müslüman olan ül­
keleri savaş arenasına dönüştürmesi ve eylemlerinde İslam
savaş hukukuna aykırı biçimde masum sivilleri hedef alması
gibi bazı sebeplerle tenkit edip ondan aynlmışlardır. 21

Afganistan iç savaşı devam ederken Usame b. Ladin'in


el-Kaide'sinin 1 1 Eylül 200 1 tarihinde Amerika Birleşik Dev­
letleri'nde bazı hedeflere saldırması ve bunun üzerine Ameri­
ka'nın Afganistan ve Irak'ı işgal etmesi; Cezayir, Fas, Tunus,
Libya, Mali, Nijerya, Somali, Yemen, Mısır, Suriye ve Irak gibi
çeşitli İslam ülkelerinde -daha önceden Suudi selefılerinin
sermayesi, eğitim kurumları ve sivil toplum örgütleri aracı­
lığıyla yapılan ideoloji ihracı sayesinde kazanılmış unsurlar
arasından- terörist pek çok örgütün ortaya çıkmasına ve bu­
ralarda kanlı iç savaşların yaşanmasına sebep olmuştur.

20 Büyükkara, "Günümüzde Selefilik ve İslami Hareketlere Olan Etkisi", s.


501.
21 Büyükkara, "Günümüzde Selefilik ve İslami Hareketlere Olan Etkisi", s.
503.
Giriş 23

Selefi düşünceyi doğduğu ve savunduğu değerlerden çok


uzak hatta bu düşünceye zıt bir noktaya getiren ve selefilik
düşüncesini temsil edemeyecek kadar radikalleşen bu grup­
lar dinin ruhundan ziyade şekline vurgu yapan, onun ahlak
boyutunu dikkate almayan, Müslümanların tarihi tecrübe ve
kültürel zenginliklerini reddeden, İslam'a ve Müslümanlara
yabancılaşmış, tekfırci ve terörist bir yapıya dönüşmüştür.
Onların bu dışlayıcı, baskıcı ve tekelci anlayışları ne "Ehl-i
Sünnet-i Hassa" adı verilen selef (önceki gelenler) ne de "Ehl-i
Sünnet-i Amme" adı verilen halef (sonra gelenler) arasında
görülmüştür.

Selefilik düşüncesinin tarihsel serüveniyle ilgili bu bilgi­


lerden sonra artık şunları söyleyebiliriz: Bugün İslam dün­
yasında hatta bütün dünyada ortaya çıkan ve dünyayı kaosa
sürükleyen bütün radikal Sünni selefi örgütler Suudi selefi­
liğinin ürünü; o ise Vehhabiliğin sonucudur; Vehhabilik İbn
Teymiyye'nin görüşlerinden ilhamını almış bir hareket, İbn
Teymiyye ise klasik selefi düşüncenin yetiştirdiği bir ideolog­
dur. Dünyadaki bütün radikal selefi hareket ve örgütler, İs­
lam tarihinin belirli bir dönemini kutsal, dokunulmaz ve ev­
rensel kılma mücadelesi içerisindedirler. Böylesi bir dini an­
layış ise, zamanın akış ve değişimine yani fıtrat kanunlarına
aykırıdır. Bu durumda, yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot
gibi, selefi şövalyeler de "ezmanın tegayyürü" adı verilen "za­
manın çarkları"na karşı "kutsal dönem"i muhafaza edebilmek
için sürekli savaş halindedirler.
BİRİNCİ BÖLÜM
SELEFİLİGİN GENEL KARAKTERSİTİGİ

Yukarıda kısaca özetlendiği üzere, İslam düşünce tarihinde


selefilik önce muhafazakar bir yaklaşım tarzı ve metodolojik bir
prensip iken, daha sonra sistematik bütünlüğe sahip bir naza­
riyeye, dini ve siyasi bir akıma ve nihayet radikal ve kanlı bir
yapıya dönüşmüş ve böylece "selefilik" denince, neyin ve kim­
lerin anlaşılması gerektiği konusunda çeşitli tereddütler ortaya
çıkmıştır. Ayrıca, günümüzde selefıliği hfila metodolojik bir ilke
ve muhafazakar bir düşünce tarzı olarak benimseyen, buna
göre nasları yorumlayan ve kendilerine başlangıçta olduğu gibi
"Ehl-i hadis", "Ehl-i eser" veya "Hanbeli" adı verilebilecek bazı
kişi ve gruplar bulunmaktadır. Dolayısıyla, selefilik düşüncesi­
nin karakteristik özelliklerini, onun çeşitli dönemlerde ortaya
çıkan birtakım tezahürlerinden hareketle tespit etmek yanıltıcı
olabilir. Yekpare bir yapıya sahip olmayan; akait, kelam, hadis,
fıkıh veya tasavvuf gibi konulara göre hatta yaşadıkları coğraf­
yaya ve yüzyıllara göre aralarında bazı farklılıklar bulunan se­
lefılik düşüncesine sahip tüm grupları aynı sepete koymak ve
onlardan herhangi birinin düşünce veya yaklaşımını diğerine
mal etmek isabetli bir yaklaşım olmaz. İşte bu sebeple biz im­
kan nispetinde genellemeci yaklaşımlardan kaçınmaya ve İslam
tarihinde selefi düşünceyi diğer düşünce tarz ve ekollerinden
ayıran bazı karakteristik özelliklerini doğrudan doğruya kendi
kaynaklarından yararlanarak ortaya koymaya çalışacağız.

1. ALLAH'IN SIFATLARI: TEVİLDEN TEFVİZE,


TEFEKKÜRDEN TEŞBİHE YÖNELİŞ
İslam dininin en temel özelliği, "tevhit" inancına sahip ol­
masıdır ve bu inanç "Allah'tan başka ilah yoktur; Muhammed
O'nun kulu ve resulüdür." şeklinde özetlenmiştir.
26 İslam Düşüncesinde Selefilik

Bu cümlede geçen "Allah"ın isim ve sıfatları, O'nun zatına


nispet edilen birtakım mana ve kavramlardır.

İslam alimleri Allah'ın her türlü ayıp ve kusurdan münez­


zeh ve her türlü yetkinliğe (kemal) sahip olduğunu kabul et­
mişlerdir. Bu temel kabul sebebiyle onlar, Allah'ın sıfatlarını
selbi (tenzihi/zati) ve sübüti olmak üzere iki gruba ayırmış­
lardır.

Selbi sıfatlar, ulühiyet makamıyla bağdaşmayan nitelik­


leri reddeden ve bu sebeple de Allah'ın "ne olmadığını" ifa­
de eden sıfatlardır. Bunlar vücut, kıdem, beka, vahdaniyet,
kıyam bi-nefsihi (varlığı kendisinden olmak) ve muhalefetün
li'l-havadis (sonradan olanlara benzememek) gibi sıfatlardır.
Sübüti sıfatlar (sıfatü'l-meani, mana sıfatları) ise, Allah'ın
varlığını, etkinliğini ve zatının yetkinliklerini dile getiren ve bu
sebeple de Allah'ın "ne olduğunu" anlatan sıfatlardır. Bunlar
hayat, ilim, irade, kudret, semi' (işitme), basar (görme), kelam
ve tekvin (yoktan var etmek) sıfatlarıdır. Aynca, naslarda Al­
lah'a nispet edilen ve selbi sıfatların istisnası olarak veya "ha­
beri sıfatlar" adıyla ayn bir grup olarak değerlendirilebilecek
bazı sıfatlar daha bulunmaktadır. Yed, vech, nüzül (el, yüz,
yukarıdan aşağıya inme) gibi beşeri manalar içeren kavram­
lar bu tür sıfatlara örnek olarak verilebilir. ı

Selefi imamlarından Ahmed b. Hanbel, Yüce Allah'ın sade­


ce Kur'an ve sünnette bildirilen sıfatlarla nitelendirilebilece­
ğini yani sıfatların tevkifi olduğunu, aklın kendiliğinden O'na
sıfat nispet etmesi veya nasları dikkate almadan sıfatlarını
açıklamasının mümkün olmadığını söylemiştir. Çünkü akıl,
mahiyet ve keyfiyetini bilemediği ilahi sıfat ve fiiller hakkında
hataya düşmekten kurtulamaz. Ahmed b. Hanbel'e göre, Al­
lah Teala'nın ilim, hayat, irade, kudret, kelam, semi' ve basar
sıfatları vardır. Çünkü Kur'an'da alim, hay, kadir diye nite-

Bekir Topaloğlu, "Esma-! hüsna". DİA. XI. 404. 410, 412. Sıfatların sayı­
lan hk. bk. H. Hüseyin Tunçbilek, "İlahi Sıfatların İsbatı, Sayısı. Kısımlan
ve İsim-Sıfat İlişkisi", Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006.
c. XI, sy. 1 5, s. 5-28.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 27

lendirilmesinin yanında, O'nun "ilm"inden2 ve "kuvvet''inden3


bahsedilmiş ve bu sıfatlar ilimle filim, kudretle kadir olduğu
şeklinde yorumlanmıştır. Allah'ın bütün sıfatları ezeli ve ka­
dimdir . Hadis olan şey nasıl zatı ve sıfatlarıyla birlikte hadis
ise, kadim olan Allah da zatı ve sıfatlarıyla kadimdir .4

Ahmed b. Hanbel'e göre, Allah'ı naslarda geçen sıfatlarla


nitelendirmek teşbihi gerektirmez. O'nu yaratıklara benzet­
mek nasıl hatalı ise, onlara benzetmemek için naslarda bildi­
rilen sıfatları nefyetmek de aynı şekilde hatalıdır.5 Bu durum­
da, teşbih ve aşın tenzih görüşünün taşıdığı sakıncalardan
kurtulmanın yegane yolu, naslarda bildirilen sıfatları kabul
edip bunların mahiyet ve keyfiyet itibariyle yaratıkların sıfat­
larından farklı olduğuna inanmaktır.

Ahmed b. Hanbel haberi sıfatlardan sayılan yed, vech,


nefs, gazap ve rızanın Allah'ın zatına mahsus sıfatlar oldu­
ğunu ve bunlara mecazi manalar vermenin yanlış olacağını,
çünkü bunların insanlar tarafından anlaşılabilecek makul te­
villerinin bulunmadığını ileri sürmüştür .6

Selefi düşüncenin temsilcilerinden Ebıl Said Osman b.


Said ed-Dartmi, Allah'ın isim ve sıfatlarının hepsinin ezeli ol­
duğunu söylemiştir . Ona göre, Allah filemi yaratmadan önce
alim, kadir, mütekellim ve haliktir. Sıfatlar zatın aynı olmadı­
ğı gibi gayrı da değildir. O'nun zati sıfatları gibi, fiili sıfatları
da ezelidir. İstiva, nüzıll, meci' (geliş) , rıza ve gazap Allah'ın
zatına mahsus kadim fiillerdir. 7

2 el-A'rfil 7/7.
3 ez-Zfuiyat 51/58.
4 Abdülvahid b. Abdülaziz et-Temimi, İtikadü'l-fmiımi'l-münbel Ebf Abdilldh
Ahmed b. Hanbel (Tabakdtü'l-Handbile içinde), II, 293-300.
5 Ahmed b. Hanbel, er-Red ale'z-Zenddıka ve'l-Cehmiyye (Akdidü's-selef
içinde, nşr. Ali Sami en-Neşşiir Ammiir Tfilibi). İskenderiye 197 ı . s. 90.
6 Abdülvahid b. Abdülaziz et-Temimi, age., il, 249: Yusuf Şevki Yavuz, "Ah­
med b. Hanbel", DİA, il. 83-84.
7 Diirimi. er-Red ale'l-Cehmiyye (nşr. Gösta Wiestam), Leiden 1960, s. 59-
62, 82, 90: Yusuf Şevki Yavuz, "Diirimi, Osman b. Said-Akaide Dair Gö­
rüşleri", DİA, VIII , 497. Diirimi'nin sıfatullah hakkındaki görüşleri için
bk. Kamil Çakın, "Ebü Said ed-Diirimi'nin Allah'ın Sıfatları ile İlgili Bazı
Görüşleri", Dinf Araştırmalar, Ankara 2000, c. Ill, sy. 8, s. 47-56.
28 İslam Düşüncesinde Selefilik

İbn Teymiyye'ye göre de Allah'ın zatına bağlı olan bütün


sıfatlar kadimdir ve bu sıfatların bir faili de yoktur. Dolayı­
sıyla tevhidi, sıfatların ve hatta esma-i hüsnanın nefyi olarak
anlamak yanlıştır. Çünkü böyle bir ulühiyet anlayışı varlık
alanında değil, yalnızca zihinlerde tasavvur edilebilir. Aynı
şekilde, ona göre sıfatlar, Allah'ın zatından ayn ve bağımsız
gerçeklere işaret eden kavramlar olmadığı için sıfatların ka­
bulüyle zat ve sıfatlar arasında bir "terkip" de söz konusu de­
ğildir. Esasen varlığı zorunlu olan yalnız zat veya yalnız sıfat­
lar değil, kemal sıfatlarıyla nitelenen zattır, dolayısıyla sıfatlar
zattan ayn düşünülemez.8

Selefi düşünceyi sistematik bir nazariyeye dönüştüren İbn


Teymiyye ile siyasi bir harekete dönüştüren Muhammed b.
Abdülvehhab özellikle Yüce Allah'ın birliği (tevhit) üzerinde
durmuş ve tevhidi, "tevhidü'r-rubü.biyye, tevhidü'l-ulühiyye
(tevhidü'l-ibade), tevhidü'l-esma ve's-sıfat" şeklinde üç kısma
ayırmışlardır.9

Tevhidü'r-rubü.biyye; Allah'ın insanları yarattığına, onlara


rızık verdiğine, onları diriltip öldürdüğüne, O'nun kaza ve ka­
derine ve zatında bir ve tek olduğuna inanmaktır.

Tevhidü'l-ulü.hiyye (tevhidü'l-ibade); kulların bütün fiille­


riyle Yüce Allah'ı bir ve tek olarak tanımalarıdır. "İbadet tev­
hidi" adı da verilen bu tevhide göre namaz, oruç, zekat, hac ve
kurban gibi bütün ibadet ve itaatler yalnızca Allah için yapıl­
malıdır. Bu tevhidin gerçekleşebilmesi için ibadetleri yalnızca
Allah'a ait kılmak ve O'nun hakkı olan herhangi bir hususu

8 İbn Teymlyye, İktizdü"s-sırdti'l-müstakfm (nşr. Nasır b. Abdülkerim el­


Akl). Rlyad 1404, il. 844-845; a.mlf . Der'ü tedrudı'l-akl ve'n-nakl (nşr.
.

Muhammed Reşad Salim). Rlyad 1 399/1979. III, 292-293. 402; M. Salt


Ôzervarlı. "İbn Teymiyye Takıyyüddin-İtikadi Görüşleri". DİA, XX. 406.
9 İbn Teymiyye'nin tevhit anlayışı hk. bk. İbn Teymiyye, Dua ve Tevhid (çev.
Abdi Keskinsoy) , İstanbul 2006, Pınar Yayınlan; a.mlf. Tevhidü'l-Esmd
.

ve's-Sifat (İsim ve Sifat Tevhidi), (trc. Heyet), Tevhid Yayınlan, İstanbul


1996; Hüseyin Aydın, "İbn Teymiyye'de Allah Tasavvuru", Kelam Araştır­
malan. 4/2, (2006), s. 39-86; Berat Sankaya, İslam Düşüncesinde Tevhid
-İbn Teymiyye örneği, Gümüşhane 2013; a. mlf., "İ bn Teymıyye'nin Tev­
l).id Anlayışı ve Pratik Tevhid Vurgusu", Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 20 1 5, c. ıv. sy. 7, s. 9 1 -1 1 4.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 29

veya sıfatı başkasına değil, sadece Allah'a tahsis etmek şart­


tır. Bunun için de bütün ibadetler Kitap ve sünnete uygun
olarak yapılmalıdır. İbn Teymiyye'ye göre bu tevhidi bozan
hususların en aşırısı, Allah ve varlık alemi arasında iç içe bir
birlikteliği var sayan hulıll ve ittihat fikri ve bunu temsil eden
vahdet-i vücut nazariyesidir. Aynı şekilde o, başta peygam­
berler olmak üzere evliyanın veya faziletli insanların takdis
edilmesine, onlardan yardım istenmesine, dualarda aracı ve
vesile kılınmasına (tevessül) , bu kişilerin kabirlerine ibadet
amacıyla ziyaretler yapılmasına, özellikle çeşitli tarikatlara
mensup şeyh veya müritlerin ibadet maksadıyla icra ettikleri
zikir, musiki ve raks uygulamalarına karşı çıkmış ve bunları
tevhit akidesini zedeleyici, insanları şirk ve hurafeye sevk edi­
ci birer davranış olarak görmüştür.10 Muhammed b. Abdül­
vehhab da tevhidü'l-ibade anlayışı gereği dua etme, manevi
alanda yardım isteme (istiane) , adakta bulunma ve tevekkül
etme gibi ibadetlerin sadece Allah için yapılması gerektiğini
söylemiştir. Dolayısıyla, insan ile Allah arasına vasıta ve şe­
faatçi koyma veya birinin manevi gücüne sığınma gibi dav­
ranışlar batıldır. Bu çerçevede çeşitli kimselerin kabirlerini
ziyaret için seyahatte bulunmak, türbelere dilekler asmak ve
onlardan duaların kabul edilmesini talep etmek şirktir.

Tevhidü'l-esma ve's-sıfat ise, Kur'an ve sünnette yer alan


Allah'ın isim ve sıfatlarının tümünü herhangi bir tahrif, tatil,
keyfiyet ve temsil söz konusu olmaksızın kesin bir inançla ka­
bul ve ikrar etmek demektir.U Muhammed b. Abdülvehhab,
naslarda bulunmayan "Allah cisim, cevher yahut arazdır."
şeklinde bir görüşü ileri süren kişinin de bu cümlenin aksini
söyleyen kimsenin de bidatçi olduğunu savunmuştur. Ona
göre, Allah'ın sıfatlarını herhangi bir sayı ile sınırlandırmayıp
naslarda geçenleri olduğu gibi kabul etmek gerekir.1 2

10 İbn Teymiyye, Mecmüu jetdvd, I. 1 99-243; a.mlf. , İktizdü's-sırdti'l-mfts­


takim, il, 845-850; Ferhat Koca, "İbn Teymiyye Takıyyüddin-Fıkhi Görüş­
leri", DİA. XX. 403-404; M. Salt Özervarlı, "İbn Teymiyye Takıyyüddin-İti­
kadi Görüşleri", DİA. XX, 407.
11 İbn Teymlyye, Mecmilujetdvd, llI, 3.
12 Mustafa Öz. "Muhammed b. Abdülvehhab-İlmi Şahsiyeti", DİA, XXX,
492-493.
30 İslam Düşüncesinde Selefilik

Selefi düşünce mensuplarının özellikle yed, vech, nüzıll ve


istiva gibi "sonradan meydana gelen varlıklar"a (hadis) ben­
zeyen haberi sıfatları 13 kadim kabul etmeleri ve bu sıfatların
Yüce Allah'ın zatının ne aynısı ne de gayrisi olduğunu söy­
lemeleri, onları sıfatlar konusunda kısırdöngüye sevk etmiş­
tir. Çünkü onlar bir taraftan bu sıfatların mahiyetlerini açık­
larken teşbih ve tecsimin sınırına yaklaşmış, bir taraftan da
bu sıfatların müteşabih olduğunu, müteşabihlerin ise akılla
anlaşılamayacağını ve bu sebeple de onları tevil etmekten ka­
çınmak ve manalarını Allah'a havale (tefviz) etmek gerektiği­
ni ileri sürmüşlerdir. Mesela, Darimi'ye göre, Allah duyularla
idrak edilebilen bir varlıktır. Çünkü Kur'an'da Allah'ın Hz.
Musa ile vasıtasız olarak konuştuğu bildirildiği gibi, ahiret­
te de onun müminlerle konuşacağı ve onlar tarafından görü­
leceği haber verilmiştir . 14 Keyfiyeti ne olursa olsun "görmek"
ve "konuşmak", bir varlığı duyularla idrak etmek demektir.
Ayrıca, duyularla idrak edilemeyen bir varlık, hariçte mev­
cut bir "şey" değildir. Halbuki Yüce Allah kendi zatını, "asla
helak olmayan şey" diye vasıflandırmıştır.15 Bu ayet, Allah'ın
zihin dışında fiilen mevcut bulunan "gerçek" bir varlık oldu­
ğunu göstermektedir. Hariçte mevcut olan her şeyin ise bir
sınırının ve bazı sıfatlarının bulunması gerekir. Rahman'ın

13 Haberi sıfatlar hakkındaki tartışmalar için bk. Metin Yurdagür, "Haberi


Sıfatları Anlamada Metod", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergi­
si, 1983, sy. 1 . s. 249-264: İbrahim Çelik. "Kur'ful'da Haberi Sıfatlar ve
Mukatil b. Süleyman'a İsnad Edilen Teşbih Fikri". Uludağ Üniversitesi İla­
hiyat Fakültesi Dergisi, 1 987, c. il. sy. 2, s. 1 5 1 - 160: Ömer Aydın, "Haberi
Sıfatları Anlama Yollan". İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
1 999, sy. 1 , s. 133- 1 58: a.mlf., "Kur'ful'da Geçen Bel!ibaşlı Haberi Sıfat­
ların Te'vili", İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sy. 2 ,
s . 143- 1 77: Sabri Erdem, "Haberi Sıfatlar v e Anlambilim", Dini Araştır­
malar, 2003, c. V, sy. 1 5 , s. 1 09 - 1 20; Mustafa Yüce, Haris el-Muhasi­
bi'ye Göre Haberi Sıfatlar" , Kelam Araştırmalan Dergisi, 2014, c. XII, sy.
2, s. 274-294: Mehmet Salt Uzundağ, "XIX. Asır Hindistan Hadis Alımı
Sıddik Hasan Han'ın (ö. 1307 / 1 890) Allah'ın Haberi Sıfatları İle İlgili Gö­
rüşleri", Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014, c. XIX. sy. 1 , s.
1 25- 145; Nurullah Agitoğlu, "Bir Hadisçi Olarak Suyüti'nin Bazı Haberi
Sıfatlara Yaklaşımı-et-Tevşih Adlı Eseri Bağlamında". Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 20 1 4, c. XIX, sy. 2, s. 103- 123.
14 en-Nisa 4/ 1 64: Aı-ı İmran 3/77: el-Kıyfune 75/22.
15 el-Kasas 28/88.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 31

arşa istiva ettiğini, gökte olanın (Allah) insanları yerin dibine


geçirebileceğini veya başlarına taş yağdırabileceğini ve güzel
sözlerin Allah'a yükseldiğini bildiren ayetler16 ile Allah'ın gök­
te olduğunu açıkça ifade eden hadisler, O'nun sınırının (had)
olduğunu gösteren nakli delillerdir. Bununla birlikte O'nun
sınırını kendi zatından başka kimse bilemez.17

İşte bu sözler selefi düşüncenin Allah'ın sıfatları konusun­


da teşbih ile tenzih arasında nasıl gidip geldiğinin açık bir
ifadesidir.

İbn Teymiyye ise, Kur'an ve sünnet naslarinda yer alan


sıfatlarda zannedildiği gibi tevili gerektirecek bir teşbih veya
tecsimin söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. Her ne kadar
ifade güçlüğü sebebiyle Allah'ın bazı sıfatları ile insanların ni­
telikleri için aynı kelimeler kullanılsa da bu tamamen lafzi bir
aynılık olup, ilahi sıfatlar için kullanılan kelimelerin içerikleri
insanla ilgili olandan tamamen farklıdır ve yalnızca Allah'ın
hakikatini ifade etmeye yöneliktir.18

Selefi imamların Allah'ın isim ve sıfatlarıyla ilgili bu görüş­


lerinin, aslında Ehl-i hadisin imamı olan Malik b. Enes'in (ö.
179/795) "İstiva19 malumdur (makul); keyfiyeti meçhuldür;
ona inanmak vacip, bu konuda soru sormak ise bidattir."20
sözünün açıklama ve şerhinden ibaret olduğu görülmektedir.
Burada ortaya konan müteşabihlerin tevil edilmemesi ve bu

16 Taha 20/5; el-Mülk 67 / 1 6- 1 7 ; Fatır 35/ 1 0.


ı 7 Dfuimi. Reddü'l-İmô.m ed·Ddrimi Osman b. Said ala Bişr el-Mensi (nşr.
Muhammed Hamid el-Fiki). Beyrut, ts., Darü'l-Kütübi'l-ilmiyye, s. 6, 23-
24; Yusuf Şevki Yavuz, "Dfuimi, Osman b. Said-Akaide Dair Görüşleri",
DİA. VIII. 496-497.
18 İbn Teymiyye, Mecmüujetdvd, lll, 1 -5. 25-27; M. Sait Özervarlı, "İbn Tey­
miyye Takıyyüddin-İtikadi Görüşleri", DİA, XX, 406.
19 İstiva hakkında bk. İbn Teymiyye, İstiva Risalesi (trc. Heyet) . İstanbul
1996. Tevhid Yayınlan; Veysel Kasar. "Kur'an'da Müteşabihat'tan 'İstiva'
Kavramı". Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 997, sy. 3. s.
201 -227; Yusuf Şevki Yavuz. "İstiva" , DİA, XXIII. 402-404.
20 Ebü Mansur Abdulkahir b. Tahir et-Temimi el-Bağdadi, Usülü'd-din. Bey­
rut 1 40 1 / 1 98 1 , Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, s. 1 1 3 ; Muhammed Cemfileddin
el-Ka.sımi, Tefsiru'l-Kdsımi (Mehdsinü't-te'vil}, (nşr. Muhammed Fuad Ab­
dülbaki). Kahire ts . . Dam İhyfil kütübi'l-Arabi. VII, 2704; Yavuz, "İstiva" ,
DİA. xxııı. 402.
32 İslam Düşüncesinde Selefilik

konuda susularak meselenin Allah'ın ilmine teslim ve havale


edilmesi (tefviz) tavrı, selefiliğin temel özelliklerinden biridir. 21
Nitekim bu özellikler, daha önce de kısaca zikrettiğimiz üzere,
müteşabihler hakkında takdis, tasdik, aczi itiraf, süküt, im­
sak, keff ve anlan ehil olan bilginlere ve Allah'ın ilmine teslim
ve havale (tefviz) etmektir. 22

Böylece selefilik, Allah'ın sıfatlannı ve müteşabihleri tevil


etmek yerine anlan aynen tasdik edip Allah'a teslim olmayı ve
işi ona havale etmeyi benimsemiş, bu konulardaki nasları ise
lafzi manalarıyla anlayarak teşbihe doğru yönelmiştir. Hal­
buki Cenabı Hak Kur'an-ı Kerim'i bize okuyup anlayabilme­
miz için apaçık bir Arapçayla göndermiştir. 23 Şayet Kur'an'da
manası kapalı olan bir ayet varsa, onu izah edecek başka bir
ayet veya sünnet bulunur. Böyle bir delil yok ise, bu durum,
selefılerin iddia ettiği gibi, o meselede susulması anlamına
değil, belki de söz konusu ayetin manasının açıklanmasının
bilinçli bir şekilde insanlara bırakıldığı (bilinçli boşluk) ve on­
lann adı geçen kapalı ayeti Kur'an ve sünnetin genel ilkeleri
çerçevesinde anlayıp açıklayabilecekleri manasına gelir. Ni­
tekim Malik b. Enes'in rivayette bulunduğu tabii fakihi Re­
bia b. Ebi Abdirrahman (ö. 136/753) şöyle demiştir: "Allah,
kitabını nebisine indirdi ve onda nebisinin sünneti için bir­
takım yer (boşluk) bıraktı. Allah'ın resulü de sünnetler koy­
du ve orada da re'y için birtakım boşluk bıraktı. "24 Kaldı ki,
Yüce Allah'ın insanlara anlayamadıklan bir dille veya cümle­
lerle hitap etmesi, sonra da anlayamadıkları bu cümlelerden

21 Bir anlama ve yorumlama biçimi olarak selefilik hk. bk. Mustafa Selim
Yılmaz. "İslami Düşünce Talihinde Bir Anlama Biçimi Olarak Selefilik
Özeline Bir Deneme". İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmalan Dergisi, c.
3, sy. 3, 20 1 4, s. 532-553.
22 Bu konu için bk. Elinizdeki eselin giliş kısmındaki "Bilinci Dönem: Me­
todolojik Bir İlke Olarak Selefilik" başlığı.
23 · Kur'an-ı Keıim'in Arapça olarak göndelildlği konusundaki ayetler için
bk. Yusuf 1 2/2; er Ra'd 1 3/37; en-Nah! 1 6/ 1 03; Taha 20/ 1 1 3; eş-Şuara
26/ 190: ez-Zümer 39/28: Fussılet 4 1 /3, 44; eş-Şüra 42/7: ez-Zuhruf
43/3: el-Ahkaf 46/ 1 .
24 Hatib el-Bağdadi, el-Fakih ve'l-mütejakkih (thk. Adil b . Yusuf el-Azazi) .
el-Memleketü'l-Arabiyyetü's-Suüdiyye, 1 4 1 7 / 1 996, Dam İbnl'l-Cevzi. 1.
50 1 .
Selefiliğin Genel Karakteristiği 33

sorumlu tutması, O'nun ilim ve hikmet sıfatlarına aykırıdır.


Aynca, usul bilginleıinin büyük çoğunluğu, şeıiatta beyanın
ihtiyaç duyulduğu zamanda gelmesi ve bu zamandan sonraya
sarkmaması (tehir edilmemesi)25 ve hükme/teklife konu olan
fiilin (el-mahkum fih) mükellef tarafından bilinebilir olması
gerektiğini26 söylemişlerdir.

Selefi düşünce sahipleıinin insanları ilahi sıfatlar ve mü­


teşabih naslar hakkında tevil ve akıl yürütmenin yol açabi­
leceği hatalardan korumak için suskun kalmayı, aczini itiraf
edip konuyu Allah'a havale etmeyi önermesi, zihinde kurulan
nedensellik bağlarını ortadan kaldırdığı için insanlann cahil
kalmasına ve hatta onların suskun kalınan bu alanlarda, biz­
zat selefileıin sert bir şekilde mücadele ettikleıi çeşitli batıni
unsurlann elleıinde birer oyuncak haline dönüşmeleıine se­
bep olur.

il. İMAN-AMEL BİRLİKTELİGİ: KATI AHLAKÇILIK


VE TEKFİRCİLİK
Ahmed b. Hanbel'e göre iman, "söz ve amelden ibarettir"
veya iman, "kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve uzuvlar ile ameldir. "27

25 Beyanın, ihtiyaç duyulduğu zamandan sonraya tehir edilip edilmemesi ko­


nusundaki tartışmalar için bk. Ebü'l-Hüseyin el-Basri. el-Mu'temed fi usü­
li'l:fikh (thk. Muhammed Hamidullah). Dımaşk 1 964, I. 25 1 . 342-358; Ebü
İshak eş-Şirazi, Şerhu'l-Luma' (thk. Abdülmecid Türki), Beyrut 1988, I, 473;
Serahsi, Usillü's-Serahsi (thk. Ebü'l-Vefa el-Efgani), Beyrut 1973, II, 29, 73;
Fahreddin er-Razi, el-Mahsillfi ilmi usilli'l:fikh (tlık. Tfilıa Cabir el-Ulvaru) .
Riyad 1 979, ı. 3/279-323; Şevkani, İrşadü'l:fuhül i1ô. tahkiki'l-hak min il­
mi'l-usül, Beyrut, ts. (Dfuü'l-Ma'rife) . s. 174- 1 75; Ferhat Koca, İslam Hukuk
Metodolojisinde Tahsis, İstanbul 1 996, s. 122. 159-163, 229
26 Teklife/hükme konu olan fiilin (el-mahkum fih) mükellef tarafından bi­
linebilir olmasıyla llgili tartışmalar için bk. İbn Hazın, el-İhkdm .fi usü­
li'l-ahkdm, Beyrut 1405/ 1 985, Dfuü'l-Kütübi'I-İlmiyye , I-N, 60-64; Ab­
dülkerim Zeydan. el-Veciz .fi usüli'l:fıkh, Beyrut 1427 /2006, Müessese­
tü'r-Risale. s. 76-77; Zekiyüddin Şa'ban, İslam Hukuk İlminin Esaslan
(trc. İbrahim Kafi Dönmez), Ankara 1 990, s. 235-236.
27 Ahmed b. Hanbel. Kitdbü's-Sünne, (nşr. Muhammed b. Said Besyüni).
Beyrut 1405/ 1 985, s. 8 1 ; İbn Ebi Ya'la, Tabakdtü'l-Handbile, !, 1 30; Ab­
dülvahid b. Abdülaziz et-Temimi. İ'tikô.dü'l-imdmi'l-münbel, Il, 30 1 ; Ze­
hebi, Siyerü a'lô.mi'n-nübelô. (nşr. Şuayb el-Arnaut ve diğerleri). Beyrut
140 1 - 1405/ 1 98 1 -85, XI, 302.
34 İslam Düşüncesinde Selefilik

Aynı şekilde, Ehl-i hadise göre de iman, "söz, amel ve marifet­


tir. " İman; söz ve amel, niyet ve isabettir. İman artar ve eksilir.
Allah isterse o artar ve hiçbir şey kalmayıncaya kadar eksilir.
İman taat ile artar, masiyet ile noksanlaşır .28

Ahmed b. Hanbel bu iman tanımlarında amelin imana dahil


olduğunu savunmakla, kamil bir iman için "kalbin tasdiki"ni
yeterli gören Mürcie'yi reddetmek istemiştir. Ayrıca o, kendi­
sine nispet edilen bir görüşe göre, Allah'a şirk koşmayan ve
kıbleye yönelip namaz kılan kimsenin tekfır edilemeyeceğini;
diğer bir görüşe göre ise, Allah'ın sıfatları ve iman esaslarıy­
la ilgili konuların açıklanmasında Ehl-i sünnet'ten farklı yo­
rumlar getiren bütün Ehl-i bidat fırkalarının tekfır edileceğini
savunmuştur. 29 Kaynaklarda onun, bidat fıkirleri savunan ve
bunun öncülüğünü yapan kimseleri tekfır ettiğine dair çeşit­
li rivayetler bulunmaktadır. 30 Ahmed b. Hanbel ve bazı selefi
alimler, iman-amel birlikteliğinin gereği olarak namazı (kasten)
terk eden kimsenin küfre gireceğini söylemişlerdir.31

Selefi düşünceyi benimseyen kişi ve grupların bu şekilde


iman-amel birlikteliğini savunmaları, onları katı bir ahlakçı­
lığa ve hatta tekfırciliğe yöneltmiştir. Böylece onlar ferdi ve
toplumsal hayatın siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik bü­
tün alanlarında amel ile iman arasında "tam bir birliktelik"
aramış, bu birlikteliği bulamadıkları zaman da tekfirle (kafir
olmakla) itham etmişlerdir. Ayrıca bu yaklaşım, onların tevhit
(tevhid-i mabıldiyet, ameli tevhit) anlayışlarıyla da uyumlu
hatta söz konusu anlayışın doğal bir sonucudur.

28 Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Halef el-Berbehfui, Şerhu's-Sünne (nşr.


Abdurrahman b. Ahmed el-Cümeyzi) . Riyad 1 426, Mektebetü Dart'l-Min­
hac. s. 52; Ebü Osman İsmail b. Abdirrahman es-Sabüni. Akidetü's-selej
ve ashiibi'l-hadfs (nşr. Nasır b. Abdurrahman el-Cedi'), Riyad 1 4 1 9 / 1 988.
Diiru'l-asıme, s. 264.
29 Ahmed b. Hanbel, Kitôbü's-Sünne, s. 10, 7 1 . 104- 1 05. 1 19; Dartmi, er­
Red 'ale'l-Cehmiyye, s. 1 0 1 - 102; İbn Ebi Ya'la. Tabakdt, ı. 26-27, 1 32,
1 42, 1 45.
30 Ahmed b. Hanbel, Kitôbü's-Sünne, s. 10, 7 1 ; İbn Ebi Ya'la, Tabakdt. I , 95.
31 Ahmed bin Hanbel. Usıllü's-sünne [Ehi-! Sünnetin Esaslan) . (trc. Ebu
Muaz Seyfullah Erdoğmuş), yy., ts . . s. 5 (www.islah.de); Ebu Osman İs­
mail b. Abdirrahman es-Sabüni, Akidetü's-selejve ashiibi'l-hadfs, s. 278-
279.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 35

Öte yandan, selefi düşüncenin gelişim sürecinde iman ve


amel birlikteliği, iktidar mücadelesiyle ilgili pratikleri destek­
leyen bir enstrümana dönüşmüş ve kamil bir Müslüman'ın
hayat münasebetleri içerisinde yapması gereken iyi davranış­
lar olan amel-i salih. artık radikal selefi örgütlerde bir örgüt
üyesinin yapması gereken "örgütsel eylem" niteliğini almıştır.

KUR'AN°'IN MAHLÜK OLMADIGI: SOSYAL


111.
STATÜKONUN KORUNMASI
İslam düşüncesinde hicri ikinci asrın başlan gibi erken bir
dönemde Kur'an'ın yaratılmış (mahhlk) olup olmadığı konusu
tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmanın başlamasını bazı
Yahudi ve Hıristiyanlann faaliyetlerine32 veya Grek Felsefe­
sinin İslam düşüncesine yaptığı etkilere bağlayanlar bulun­
duğu gibi, onun Allah'ın sıfatlarının ezeli ve ebedi olmasıyla
ilgili tartışmaların bir sonucu olduğunu belirterek iç etken-

32 Hişam b. Abdülmelik (ö. 125/ 743) zamanında sarayda katiplik yapan


Hıristiyan ilahiyatçılarından Yuhanna ed-Dımaşki (ö. 1 32/750), Müslü­
manlara karşı Hz. İsa'nın ulühiyetini kanıtlamak için Kur'iin'da İsa'nın
"kelimetullah" olarak nitelendirilmesinden (Al-i İmran 3/39, 45; en-Nisa.
4 / 1 7 1 ) hareketle, ilahi kelimelerin yani Kur'iin'ın mahluk olmadığı gö­
rüşünü ortaya atmıştır. Yuhanna, Hıristiyan bir kişiye, bir Müslüman'la
karşılaştığı zaman nasıl hareket etmesi gerektiğini şöyle anlatır: Eğer bir
Müslüman sana "Mesih nedir?" diye sorarsa hiç tereddüt etmeden "Me­
sih Allah'ın kelimesidir." diye cevap ver ve ardından ona, "Senin kutsal
kitabın Mesih hakkında ne diyor?' diye sor. Şayet o senin bu sorunun ne
anlama geldiğini anlayıp da sana başka somlar sorarak konuyu geçiştir­
meye çalışırsa ondan kesin bir cevap almadıkça sorduğu sorulara cevap
verme. Sonunda onun, "Benim kutsal kitabıma göre Mesih, Allah'ın ke­
limesi ve ruhudur." şeklindeki cevabı vermek zorunda kaldığını görecek­
sin. Onun bu itirafı üzerine sen, "Kelime mahlük mudur yoksa değil mi­
dir?" sorusunu sor. Eğer sana, "Mahluk değildir!" diye cevap verirse, "O
halde biz de aynı düşüncedeyiz, çünkü kadim olan varlık ilahtır!" cevabı­
nı ver. Eğer bunun aksini iddia edip "O mahluktur!" derse, ona "Öyleyse
ruhu ve kelimeyi yaratan kimdir?" de. Bu durumda onun cevabı, "Allah!"
şeklinde olacaktır. Sen de "Yani Allah'ın bunu yaratmadan önce kelime­
si ve ruhu yok muydu?" diye sor. Sonunda hasmının hüsran içinde ve
sana nasıl cevap vereceğini bilemez durumda olduğunu göreceksin. Bk.
Muharrem Akoğlu, Mihne Sürecinde Mu'tezlle. İstanbul ts .. İz Yayıcılık,
s. 1 04; Ramazan Yıldırım. "Halku'l-Kur'an Meselesinin Politik İstismarı",
Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştınnalan Dergisi, 20 1 1 , c. VIII ,
sy. 1 . s. 54-55.
36 İslam Düşüncesinde Selefilik

lere bağlayanlar da bulunmaktadır. 33 Bize göre. İslam toplu­


mu eninde sonunda Allah"ın "kelam" sıfatını ve bu çerçeve­
de Kur'an'ın yaratılmış olup olmadığı sorununu tartışacaktı.
Çünkü bu sorun hem Allah'ın sıfatları (kelam) konusunun
hem de Kur'an'ın mahiyeti, üslubu ve içeriğinin ortaya çıkar­
dığı yani bizzat İslam düşüncesine ait "dahili:" bir sorundur.

Kur'an'ın yaratılması (halku'l-Kur'an) konusunda Cehmiy­


ye, Hariciler, Mutezile ve Şia alimleri Kur'an'ın ilahi bir kelam
olup Allah'ın zatı dışında Levh-i mahfüz, Cebrail ve Peygam­
ber gibi varlıklarda yarattığı harfler ve seslerden oluşan bir
araz ve fiili sıfatının bir tecellisi bulunduğunu söylemişler­
dir. Onlara göre, Kur'an duyulup anlaşılan bir kelam olması
bakımından insanların sözlerinden farklı değildir. Bu açıdan
Kur'an mahhlk ve muhdestir (sonradan yaratılmış) .

Eş'ariyye ve Matüridiyye'den oluşan Ehl-i sünnet kelam­


cılarının büyük çoğunluğu. Kur'an'ın mahluk olup olmadığı
konusunda hüküm verirken onun lafızlarını ve içerdiği ma­
naları birbirinden ayırmak gerektiğini söylemişlerdir. Onlara
göre, Kur'an'ın Allah'ın zatı ile kaim bulunan manası yani la­
fızlardan soyutlanmış aslı ezeli olup mahluk değildir. Kelam-ı
nefsi (zati) de denilen bu manayı insanların idrak alanına in­
diren Kur'an'ın lafızları (kelam-ı lafzi) ise mahluktur.

Kerramiyye Allah'ın kelam sıfatının, onun konuşma gücü


anlamına geldiğini ve bu sıfatın ezeli; ilahi sözlerden meyda­
na gelen Kur'an'ın ise hadis (mahluk) olduğunu ileri sürmüş­
tür.34

33 Bu görüşler için bk. Yusuf Şevki Yavuz, "Halku"l-Kur'an", DİA; XV, 37 1 .


34 Kadi Abdülcebbar, Şerhu Usilli'l-hamse (nşr. Abdülkerim Osman). Kahi­
re 1 988, s. 528-53 1 ; Ebü'l-Yüsr Muhammed Pezdevi, Ehl-i sünnet Akdi­
di (trc. Şerafeddin Gölcük). İstanbul 1 980, Kayıhan Yayınevi, s. 77-99;
Ebü'l-Muin en-Nesefi, Tebsıratü'l-edille (thk. Claude Salame) , Dımaşk
1 990, el-Ma'hadü'l-İlmi'l-Fıransi, I, 259-299. Mutezile'nin halku'l-Kur'an
hakkındaki görüşleri için bk. Osman Aydınlı, "Kur'an'ın Yaratılınışlıgı"
Meselesi ve Mutezile'nin Tarihi Seyrindeki Yeri" 1-II. Dini Araştınnalar,
200 1 , c. Ill, sy. 9, s. 45-62; c. IV, sy. 10, s. 37-52; Hasan Türkmen, "Ebü
Haşim el-Cübbfil'nin Kelam Kavramına Fonetik Eksenli Yaklaşımı". Kelam
Araştırmaları Dergisi, 20 14, c. xıı. sy. ı . s. 353-370. Kelam-ı nefsi (zati)
ve kelam-ı lafzi konusunda bk. Şamil Öçal, "Kelamullah'ın Çift Doğası:
Selefiliğin Genel Karaktertstiği 37

Cafer b. Muhammed es-Sadık (ö. 148/765), Malik b.


Enes, Abdullah b. Mübarek (ö. 18 1/797), Veki' b. el-Cerrah
(ö. 197 /8 12). Abdurrahman b . Mehdi (ö. 198 /8 13- 14), İmam
Şafii ve Ahmed b. Hanbel gibi pek çok Ehl-i hadis ve selefi
alim ise Kur'an'ın Allah kelamı olup mahluk (yaratılmış) ol­
madığını, onun hem lafzı hem de manasının Allah'ın zatıyla
kaim ve kadim olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, Kur'an
Allah'ın kelamı, dolayısıyla O'nun sıfatı olduğundan, hangi
cümle içinde kullanılırsa kullanılsın ve ne şekilde ifade edilir­
se edilsin, ister yazılsın ister telaffuz edilsin, mahluk değildir.
Kur'an'ın mahluk olduğuna inanmak küfrü gerektirir. Zira
işitilen ve yazılan Kur'an'ın Allah kelamı olduğu naslarla sa­
bittir35 ve ümmetin bu konuda icmaı bulunmaktadır. Kur'an
sadece manalardan veya sadece lafızlardan değil, lafızların
ve manaların hepsinden ibarettir. Kur'an, Cebrail vasıtasıy­
la Hz. Peygamber'e indirilen mananın lafza büründürülmüş
şekli (hikayesi) ve ibaresi değil, hem lafız hem de mana itiba­
riyle Allah'ın zatı ile kaim olan gerçek kelamıdır.36 Hatta İbn
Teymiyye'ye göre lafız, kıraat ve tilavet kelimeleri "okumak"
fiilini ifade ettiği gibi, "okunan şey" anlamında da kullanılır.
Bu sebeple, Kur'an kastedilerek onu telaffuz edişin mahluk
olduğu söylenirse, bu söylem yanlış olur. Çünkü lafzı ve ma-

Kelam-ı Lafzi ve Kelam-ı Nefsi", İsldmiydt, c. il, sy. 1 [Ocak-Mart 1 999).


Ankara 1 999. s. 6 1 -84: Mustafa Altundağ. "Kelamullah-Halku'l-Kur'an
Tartışmaları Çerçevesinde 'Kelam-ı Nefsi-Kelam-ı Lafzi' Aynını", Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XVIII [2000). s. 149- 1 8 1 . Aynca,
başta Ebü Hanife olmak üzere bazı Sünni alimlerin halku'l-Kur·an konu­
sundaki görüşleri için bk. Fatih Tok, "Ebü Hanife Hakkında İki İddia /
İtham: Mürclilik ve HalkuJ-Kur'iin", İslam Hukuku Ara.ştımıalan Dergisi,
20 12, sy. 1 9, s. 245-267: Sabri Yılmaz-Mehmet İlhan. "Cüveyni'ye Göre
Kelamullah ve Kelam-ı Nefsi" , Kelam Ara.ştırmalan Dergisi, 20 1 1 , c. IX, sy.
l , s. 2 1 5-232.
35 Bk. el-Cin 72/ 1 .
36 Ahmed b. Hanbel. Kitdbü's-Sünne, s . 36: Ebü Bekir Ahmed b . Hüseyin
el-Beyhaki. Kitdbü'l-Esmd ve's-sifdt (thk. İmadüddin Ahmed Haydar) .
Beyrut 1 4 1 5/ 1994. il. Baskı. Daru'I-Kitabi'l-Arabi. ı. 374-408: Ebu Ya'la
el-Ferra. el-Mu'temed fi usüli'd-din [nşr. Vedi' Zeydiin Haddad). Beyrut
1974, s. 89, 1 55- 1 56: Abdu'l-Fettah Ebü Gudde. "Halk'ı Kur'an Mesele­
si: Raviler. Muhaddisler, Cerh ve Ta'dil Kitaplarına Tesiri" [trc. Mücteba
Uğur) . Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1975, c. XX, s. 307-
32 1 : Yusuf Şevki Yavuz, "Halku'l-Kur'iin", DİA; XV , 373.
38 İslwn Düşüncesinde Selefilik

nasıyla birlikte Kur'an ezeli olup mahluk değildir. Ancak in­


sanın okuma fiili kastedildiğinde bunun mahluk olduğu söy­
lenebilirse de "İnsanın Kur'an'ı okuyuşu mahluktur." demek
isabetli değildir. Zira bu ifade bile Kur'fuı'ın mahluk olduğu
anlamına alınabilir ve Kur'fuı'a yaratılmışlık sıfatının verilme­
sine sebep teşkil edebilir.37

Ebu Hatim er-Razi (ö. 277 /890), İbn Mende (ö. 395/ 1005)
ve İbn Hamid (ö. 403/ 10 12) gibi bazı selefi alimler ise, Kur'an'ı
telaffuz edip yazmanın yanında, çıkarılan sesler ve çizilen ya­
zıların dahi mahlılk olmadığını ileri sürmüşlerdir. 38

Halku'l-Kur'fuı konusunda değişik ekollere mensup alim­


lerin benimsediği bu görüşlerin büyük ölçüde Allah'ın "kelam"
sıfatıyla ilgisi olup, "kelam"ın zati veya fiili bir sıfat olarak ka�
bul edilmesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. 39

Kur'fuı'ın mahluk olup olmadığı konusu böylesine bilimsel


bir mesele iken Abbasiler döneminde siyasi bir krize dönüş­
müştür.

Abbasi halifelerinden Me'mun (ö. 2 18/833). 2 18/833 yı­


lında Tarsus'a giderken Rakka'da konakladığı bir esnada,

37 İbn Teymiyye, Mecmü.atü'r-resdil ve'l-mesdil (nşr. Hayat Me'mün Şeyha)),


Beynıt 1 4 1 6/ 1996, Daril'l-fikr, 1 (III). 358; a.mlf. , Der'ü tednıdı'l-akl ve'n­
nakl. 1, 257-270. Bu konuda İbn Teymlyye'nin görüşleri için bk. Muam­
mer Esen, "İbn Teymiyye'nin Kelamullah Tartışmalarındaki Yeri". Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 200 1 , c. XLII, s. 257-27 1 .
38 Yavuz, "Halku"l-Kur'an". DİA. XV . 373-374.
39 Halku'l-Kur·an konusunda yapılan bazı tartışmalar için bk. Ali Sayı,
"Halku'l-Kur"an Meselesi ve Tefsir Hareketi Açısından Değerlendirilme­
si Üzerine", Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 1989, sy.
6, s. 599-618; Muharrem Akoğlu, "el-Hayde Bağlamında Halku'l-Kur"an
Tartışmaları", Biümname: Düşünce Plaiformu, 2005/2, c. III. sy. 8, s. 13-
32; İbrahim Arslan, "'Sözün Mahiyeti ve Bu Bağlamda Bir Söz Olarak
Kelamullah (Dilbilimsel Bir Yaklaşım)", Kelam Araştırmalan, 3 / 1 (2005).
www . kelam.org, s. 1 4 1 - 163; Harun Ö ğmüş, "Halku"l-Kur·an Tartışmala­
rının Vahyin Allah'tan İnsana İntikaliyle İlgili Telakkiler Üzerindeki Etki­
si", Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2009, sy. 28, s. 1 7-44;
Nurullah Agitoğlu, "Halku"l-Kur'an ve Rü'yetullah Konuları Bağlamında
İbnü'l-Mülakkın'ın Buhari'nln Bab Başlıklarına Yaklaşımı", Şırnak Üni­
versitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 20 14/2, c. V, sy. 10, s. 99- 1 23; Hasan
Türkmen, "Kelamın Mahiyeti Bağlamında Kur"an'ın Yaratılmışlığı Soru­
nu··. KelamAraştırmalan Dergisi. 20 14, c. XII, sy. 2, s. 335-362.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 39

Bağdat'ta yerine vekil bıraktığı İshak b. İbrahim'e bir mektup


yazarak halku'l-Kur'an konusunu devletin resmi politikası
haline getirmiştir. Me'mun mektubunda; halifelerin Allah'a
karşı olan sorumluluklannı yerine getirmek ve Hz. Peygam­
ber'e olan varislik vazifesini gerçekleştirmek için Allah'ın emir
ve yasaklannı uygulamaya koymalan ve bu konuda sahip
olduklan bilgileri halk arasında yaymalan gerektiğini belir­
tir. Ne var ki, ilimden yoksun insanlar "Hfilik" ile "mahluk"
arasında herhangi bir ayının yapmadan, Allah'ı inzal edi­
len/mahluk olan Kur'an ile eşit görmekte ve yaratılmış olan
Kur'an'ı "kadim" olarak kabul etmektedir. Me'mun, söz ko­
nusu mektubunda halk arasında bu fikirleri yayan ve ken­
dilerini Ehli-hak'tan (Ehlü'l-hak ve'd-din ve'l-cemaa) sayan
kişiler hakkında ağır ithamlarda bulunmuştur. Halife'ye göre
onlar ümmetin kötüleri, sapıklann (dalfilet) öncüleri, tevhit
ve imandan çok az nasiplenmiş , cehalete hamallık yapan, ya­
lancılığın önderleri, şeytanın dostlanyla konuştuğu bir dille
konuşan, Allah'ın dinine mensup olanlara düşmanlık yapan,
sözlerine ve amellerine güven duyulmayan ve şahitlikleri ka­
bul edilmeye layık olmayan kimselerdir. 40

Halife Me'mun'un mektubundan, özellikle Ashab-ı hadis'in


söylemlerinden ve halk üzerindeki etkilerinden rahatsız oldu -
ğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Ashab-ı hadis, Me'mun ile
kardeşi Emin (ö. 1 98/8 1 3) arasındaki iktidar mücadelesinde,
Arapçı unsurlan temsil eden Emin'i4 1 desteklemişler ve daha
çok Arap olmayan unsurlann (mevali) desteklediği Me'mun'a
karşı çıkmışlardır. Aynca, Me'mun'un son dönemlerinde ona
muhalefet eden Ahmed b. Nasr el-Huzfü (ö . 23 1 /846) , Ehl-i
hadis'in imamlanndan Ahmed b. Hanbel'le şahsi dostluk iliş­
kisi bulunan ve onunla aynı mezhepten bir kimseydi. 42

40 Ebü Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi. Tdrihu"t-Tabeıi (nşr. Muham­


med Ebü'l-Fazl İbrahim). Kahire 1 979, Darü'l-Ma'rife, VIII, 63 1 -634; Ra­
mazan Yıldırım. "Halku'l-Kur'an Meselesinin Politik İstismarı", s. 55-56.
4 1 Hakkı Dursun Yıldız. "Emin", DİA, XI , 1 1 3.
42 Fehmi Ced'an, el-Mihne. bahsün fi cedeliyyeti'd-dfniyyi ve's-siyi'ısiyyi
fi'l-İsliım. Beyrut 2000, el-Müessesetü'l-Arabiyye li'd-dirasati ve'n-neşr, s.
347-349; Ramazan Yıldırım, "Halku'l-Kur'an Meselesinin Politik İstisma­
"
rı . s. 63; M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b. Nasr el-HuzAf", DİA, II, 1 1 0.
40 İslam DW;üncesinde Selefilik

Dahası, Ashab-ı hadis hem Kur'an ve sünnete en yüksek


değeri verdiklerini hem de sahabe ve tabiündan dini nasla­
rı nakledenlerin ve onların yolundan gidenlerin kendileri ol­
duklarını ileri sürerek bütünüyle sosyal ve dini statükoyu
temsil etme iddiasında idiler. Bu iddia sahipleri için Kur'an-ı
Kerim'in hem lafız hem de manasıyla birlikte "Kur'an" sayıl­
ması ve bu iki unsurun yaratılmamış (gayr-i muhdes) yani ka­
dim olması, varlık-yokluk derecesinde önemli bir meseledir.
Zira bu durumda, Kur'an'ın kadim olan manası ancak sünnet
ve selef-i salihinin söz ve uygulamalarıyla açıklanabilecektir.
Sünnet ve selef-i salihinin söz ve uygulamaları ise, halifenin
veya Ehl-i re'y gibi herhangi bir grubun değil, bizzat Ashab-ı
hadis'in (Ehl-i hadis) elindeki en büyük enstrüman ve avan­
taj dır. Aynca, Kur'an-ı Kerim'in "kadim" ve "gayri mahlük"
olduğu görüşü, aslında değişmez ve değiştirilemez bir sosyal
yapı iddiasının teolojik temellerini de oluşturmaktaydı. Çün­
kü Kur'an'ın ezeli (kadim) olması, aynı zamanda onun ebedi
olması anlamına da gelir. Böylece burada Kur'an'ın açıklama­
sı olan sünnet ve selef-i sfilihinin görüş ve uygulamlarının da
"ebedi" olduğuna dair bir işaret vardır. Dolayısıyla, Kur'an-ı
Kerim'in "yaratılmamış ve kadim olması" anlayışı. aynı za­
manda sünnet ve selef-i salihinin uygulamalarından meyda­
na gelen ilk İslam toplumunun sosyal yapı ve statükosunun
dokunulmazlığını savunmak demektir.43

IV. AKIL-NAKİL İLİŞKİSİ: NAKLİN ÜSTÜNLÜGÜ


Selefi düşünceyi diğer İslami düşünce tarzlarından ayıran
en önemli özelliklerden biri, onların akıl-nakil ilişkisiyle ilgili
yaklaşımlarıdır. Bu konuda onların görüş ve değerlendirmele­
rine girmeden önce "akıl" ve "nakil" kavranılan hakkında kısa
bazı bilgiler vermek istiyoruz.

43 Mehmet Zeki İşcan, "Ehl-i Sünnet'le Dini Bir Otorite Olarak 'Selef Fikri­
nin Ortaya Çıkışı", EKEV Akademi Dergisi, Erzurum 2005, c. IX, sy. 25,
s. 22-23; a.mlf. , "Selefiliğin Temel Esaslan ve Sosyo-Politik Arka Plan",
Tarihte ve Günümüzde Selefilik, Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı, 08-
10 Kasım 20 1 3 , Topkapı Eresin Hotel, İstanbul 20 14, s. 100.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 41

Sözlükte "tutmak, alıkoymak, bağlamak, engellemek, me­


netmek"44 manalarına gelen aklı, Mutezile'nin kurucu imam­
larından Vasıl b. Ata (ö. 13 1/748), "hakikatin bilinmesini
sağlayan kaynak",45 Kadi Abdülcebbar (ö. 4 15/ 1025) "insa­
nın düşünmesini ve yaptığı eylemlerden sorumlu tutulmasını
mümkün kılan bilgilerin toplamından ibaret" saymıştır.46

Ebu Mansur el-Matüridi aklı, "aynı nitelikte olanları bir


araya toplayan ve ayn nitelikte olanları ayıran şey" olarak ni­
telendirmiştir .47

Eş'ari kelamcılanndan Bakıllani'ye (ö. 403/ 10 13) göre akıl


"vacip, mümkün ve muhal olan hususları bilmek"48, Gaz­
zfili'ye (ö. 505/ 1 1 1 1) göre ise "mümkünün imkanı, muhalin
imkansızlığı, vacibin zorunluluğu gibi zarüriyyatı bilmek, tec­
rübe yoluyla bilgi edinmek" ve "insan tabiatında var olan bilgi
edinme gücüdür. "49

Selefiyyenin imamı olan Ahmed b. Hanbel aklı insanda do­


ğuştan mevcut bir "tabiat" olarak görmüştür. 50 İbn Teymiyye
ise aklı, adı ister sıfat ister araz olsun, "insanın doğru ve fay­
dalı olanı bilip davranışlarına bu doğrultuda yön vermesini
sağlayan tabiat (garizer olarak kabul etmiştir.5 1

Kelamda çeşitli mezheplere mensup bilginlerin bu farklı


tanımlarından hareketle aklın , "zaruri bilgileri kullanarak
nazari bilgiler üretebilen, düşünme eylemini gerçekleştire-

44 Ragıb el-İsfahani. el-Miifredatfi garibi"l-Kur'an (thk. Muhammed Seyyid


fülani) , Beyrut ts . . Darü'l-ma"rife. s. 342; İbn Manzur. Lisanü"l-Arab. Bey­
rut. ts. (Daru Sadır) . xı. 458-466.
45 Hüsni Zeyne. el-Akl 'inde'l-mu'tezile, Beyrut 1 978, s. 18- 1 9; Yusuf Şevki
Yavuz, "Akıl", DİA, II. 242.
46 Kadi Abdülcebbar, el-Muğnf fi ebvabi't-tevhid ve'l-adl. Kahire 1963, xı.
375; Hüsni Zeyne, el-Akl inde'l-Mutezile. s. 1 8-2 1 .
47 Ebu Mansur el-Matüridi, Kitabü't-tevhid (thk. Fethullah Huleyf) , İstanbul
1979. el-Mektebetü'l-İslamiyye. s. 5.
48 Tehanevi, Kitdbu Keşşaju ıstıldhdti'l:fünün, İstanbul 1 984, il, 1033 (ak:!
md).
49 Gazzfili, Mişkatü'l-envar [thk. Ebü'l-Ala Afifi) , Kahire 1 964. s. 48; a.mlf. ,
Mi'ydril'l-ilm, Beyrut ts., Diirü'l-Endelüs, s. 286; a.mlf. , Şerefü'l-akl ve
mdhiyyetühü (thk. Mustafa A. Ata) , Beyrut 1986, s. 58.
50 İbn Teymiyye. Mecmüujetava. IX, 287.
51 İbn Teymiyye. Mecmüufetavd, VII, 24, 539; IX, 271 -288.
42 İslam Düşüncesinde Selefilik

rek varlıkları anlamlı bir şekilde tanımlayıp yorumlayabilen


ve onlar hakkında tutarlı hükümler verebilen, aynca insanı
diğer canlılardan ayıran zihinsel yetenek" olduğu söylenebi­
lir. 52

Akait, kelam, fıkıh ve fıkıh usulü ilimlerinde bütün öncül­


leri akla dayanan delillere, "akli delil" adı verilmiştir.

Nakil kelimesi ise sözlükte "iletmek, aktarmak, taşımak,


geçirmek, anlatmak, hikaye etmek" gibi çeşitli manalara ge­
lir. Terim olarak nakil, "başkasının sözünü olduğu gibi ak­
tarmak" demektir. Aktaran kişiye ise "nakil" adı verilir.53 Dini
terminolojide nakil, dini metin veya hükümlerin işitme yoluy­
la insanlar arasında aktarılması manasında kullanılır.

"Akıl-nakil ilişkisi" ifadesinde yer alan "nakil"den maksat,


bütün öncülleri işitmeye dayanan şer'i delillerdir. Bu delille­
rin sübutu, özellikle İslam'ın ilk dönemlerinde işitmeye bağlı
olduğu için onlara "sem'i delil" adı da vertlmiştir.

İslam alimlerine göre, nakil yoluyla aktarılan bilgi kaynak­


larının başında Kur'an-ı Kerim, sünnet (hadisler) ve icma ge­
lir.

Kur'an-ı Kerim'in nakli delil olduğu hususunda, selefiler


de dahil olmak üzere, bütün İslam alimleri ittifak etmişlerdir.

Yine İslam alimleri hadislerden (sünnet) tevatür derecesi­


ne sahip olanların (mütevatir) nakli delil olması konusunda
birleşmişlerdir. Tevatür derecesine ulaşmayan (ahad) hadis­
lere gelince, Mutezile alimlerinin bir kısmı akaitte bu hadisleri
bütünüyle reddederken, çoğunluğu bazı şartlarla söz konusu
hadislerle istidlal etmiştir. Eş'ariyye ve Matüridiyye alimle­
rinin çoğunluğu ise ahad derecesindeki hadisleri, Kur'an'ın
ruhuna ve genel telakkisine aykırı olmamak şartıyla akaidin
delilleri arasında kabul etmişlerdir.

52 Yusuf Şevki Yavuz, "Akaid İlminde Vahyin ve Aklın Yeri". Akaid ve Keliım
İlminde Vahyin ve Aklın Yeri Tartışmalı İlmf İhtisas Toplantısı 20-21 Ekim
2012, İstanbul 20 13, s. 35-36.
53 Nakil kelimesi için bk. Tehanevi, Keşşdju ıstıldhdti'lfanim, ll, 1426 (nakl
md.) .
Selefiliğin Genel Karakteristiği 43

İcma konusunda, Ebü İshak en-Nazzam (ö. 23 1 / 845) gibi


bazı Mutezile alimleri icmanın akaitte delil olamayacağını ileri
sürmüşse de kelamcıların çoğunluğu icmayı itikadi konular­
da nasları tekit eden bir delil olarak kabul etmiştir. 54

Selefilerin imamı Ahmed b. Hanbel'e göre, yukandaki de­


lillerden sünnet, Kuran'ın mana ve delaletini tayin edip be­
lirleyen bir beyan niteliğindedir ve din ancak sünnet yoluyla
öğrenilebilir. Dini, sünnetin beyanından yardım almaksızın
sadece Kitap'tan öğrenmeye çalışanlar doğru yolu şaşınr­
lar. 55 Dolayısıyla selefilere göre, nakli delil kavramı içerisinde
sünnet, biraz aşağıda ayrıca inceleyeceğimiz üzere, Kur'an-ı
Kerim ile eşdeğer bir seviyededir.

Sünnetin sübut bakımından tevatür ve ahad adıyla iki kısma


ayrılmasının selefi düşünce açısından pratikte fazla bir önemi
yoktur. Çünkü İmam Ahmed b. Hanbel'in mütevatir haberlerin
kesin bilgi ifade edeceğini kabul ettiği gibi56, ahad haberlerin de
kesin bilgi ifade edeceğini benimsediği söylenebilir. Mesela Ebu
Bekir el-Merrüzi'den (ö. 275/889) gelen bir rivayette, İmam Ah­
med'e, "Şurada bir insan, 'Haber ameli gerektirir, fakat ilmi ge­
rektirmez' diyor." diye sorduğunda, o bunu ayıplamış ve "Bu ne
demek bilmiyorum." cevabını vermiştir. 57 Bu diyalogdan Ahmed
b. Hanbel'in ahad haberden hasıl olan bilgiyi (ilim) ve onunla
amel edilmeyi bir tuttuğu sonucu çıkarılabilir.

İcma konusunda ise Ahmed b. Hanbel'e, "Sahabiler bir


meselede icma ettikleri zaman onlann görüşlerinden çıkma
hususunda ne dersin?" diye sorulduğu zaman o, "Bu çirkin
bir sözdür; Ehl-i bidatin sözüdür; sahabe ihtilaf ettiği zaman
da onların görüşlerinden çıkılmaz. " demiştir.58 İbn Teymiyye,

54 Yusuf Şevki Yavuz, "Delil-Kelam", DİA, IX. 137.


55 Muhammed Ebu Zehra. Ahmed İbni Hanbel (trc. Osman Keskioğlu). An­
kara 1 984, s. 240, 24 1 . 250.
56 Ebu Ya"la el-Ferra, el-Udde fı usüli'l:fikh (nşr. Ahmed b. Ali Seyr Müba­
reki) . 1-V, Riyad 1993, III. 845.
57 Ebu Ya"la el-Ferra, el-Udde, III, 899-900.
58 Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Mesdilü'l-İmö.m Ahmed b. Hanbel: Rivdye
ibnihi Abdullah (nşr. Züheyr Şaviş), Beyrut 1 988, s. 438-439: Ebu Ya'Ia
el-Ferra, el-Udde, N. 1 059-60.
44 İslam Düşüncesinde Selefilik

İmam Ahmed'in sahabe, tabiün ve etbau't-tabiinin icmalannı


kabul ettiğini söylemiştir. 59

Bütün bu açıklamalardan, selefılere göre akait alanında


geçerli olan "nakil" veya "nakli delil"in Kitap, sünnet (mü­
tevatir ve filıad türleriyle birlikte) ve icma (ilk üç neslin icmfü)
olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Şimdi artık mahiyetleri belirlenmiş olan bu "akıl" ile "na­


kil" arasındaki ilişkiye geçebiliriz.

Genel olarak kelamcılar aklın bilgi kaynağı olduğu husu­


sunda birleşmişlerdir. Bir konuya dair akli hükümlerde görü­
len çeşitli farklılık veya zıtlıklar, bizzat aklın kendisinde değil,
akıl sahibinin yeterli ilmi tefekkür seviyesine ulaşamamasın­
dan veya bu seviyenin gerektirdiği şartlan yerine getirmeme­
sinden kaynaklanır. 60

Aklın bilgi kaynağı oluşunda ittifak eden kelamcılar, onun


neleri bilip bilemeyeceği ve nakil karşısındaki yeri hakkında
ihtilaf etmişlerdir. 6 1

Mutezile akli istidlalin tek başına yeterli bir delil olduğunu,


fiillerde zati iyilik ve kötülük (hüsün ve kubuh) bulunduğunu
ve bunlann dinden bağımsız olarak akılla idrak edilebilece-

59 İbn Teymiyye, el-Müsevvedefi usüli'l-fıkh, Kahire 1983, s. 283-84.


60 Ebü Mansür el-Matüridi, Kitabü't-tevhid, s. 4-5: Pezdevi, Ehl-i sünnet
Akaidi. s. 8-22: Nureddin es-Sabüni, Matüridl Akaidi (trc. Bekir Topaloğ­
Ju), Ankara 1 99 1 , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s. 56-57: Taftazani.
Kelam İlmi ve İslam Akaidi (Şerhu'l-Akaid) (trc. Süleyman Uludağ), İstan­
bul 1980, Dergfilı yayınları. s. 1 1 5- 1 22.
61 Akıl-nakil ilişkileri üzerine yapılan bazı tartışmalar için bk. Ramazan Altın­
taş, "Kelami Epistomolojide Altlın Değeri", Cumhwiyet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi. 200 1 . c. V, sy. 2, s. 97- 1 29; a. mlf. . "Nass Karşısında
Aklın Değersel Durumu", Keldm Araştımıalan Dergisi. 2003, c. !, sy. 1 , s.
1 1 -20; a.mlf. . "Ebü Hanife'nin (ö. 1 50/767) Akıl-Vahiy Anlayışı", Keldm
Araştımıalan Dergisi. 2004, c. il, sy. 1 , s. 3-22: Cemalettin Erdemci, "Ke­
lam İlminde Akıl ve Naklin Etkinliği Problemi", Kelam İlmi'nin Yeniden İn­
şasında Geleneğin Yeri, Elazığ 2004. s. 329-344: a.mlf. , "Kelam İlminde
Vahiy". Milel ve Nihal: İnanç. Kültür ve Mitolqji Araştımıalan Dergisi. 20 1 1 ,
c . Vlll, sy. 1 , s . 1 19- 142: Mehmet Kubat, "İslam Düşüncesinde Aklın Vahiy
Karşısındaki Konumu", Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırma/an
Dergisi. 20 1 1 , c. vııı. sy. 1 . s. 7 1 - 1 1 8 : Hülya Alper. "Kelam İlminde Altlın
ve Vahyin Yeri", Akaid ve Keliim İlminde Vahyin ve Aklın Yeli Tartışmalı İlmi
İhtisas Toplantısı 20-21 Ekim 2012, İstanbul 20 13, s. 1 1 5- 1 54:
Selefiliğin Genel Karakteristiği 45

ğini, Şari'in emir ve nehyinin muktezasının da söz konusu


hüsün ve kubuh olduğunu ileri sürmüştür.62

Eş'ariyye aklın eşyanın hüsün ve kubhunu bilemeyeceği­


ni, bunun ancak şer'i bir bildirimle mümkün olacağını, fiille­
rin Allah'ın emir veya yasaklamasını gerektiren zati bir hüsün
ve kubha sahip olmadığını, bunların ancak Allah'ın izin ve ya­
saklamasıyla olacağını ve Allah'ın fiillerine hüsün ve kubhun
nispet edilemeyeceğini savunmuştur. 63

Matüridiyye bu iki zıt kutup arasında yer alarak aklın ken­


di başına mucip olmadığını, ancak Eş'ariyye'nin iddia ettiği
gibi de aklın ihmal edilmediğini, onun eşyanın hüsün ve ku­
bhunu bileceğini , fakat gerçek vacip kılanın yalnızca Allah
olduğunu, aklın ise bu icabı açıklayıcı (muarrif) bir işlevinin
bulunduğunu söylemiştir.64

Selefi düşünce mensupları ise, naklin açıklanması ve an­


laşılması için akli tefekküre ihtiyaç olduğunu kabul etmekle
birlikte aklı. dinin getirdiği gerçekleri kendi başına kavrayıp
anlamaktan aciz ve sınırlı bir kaynak olarak kabul etmişler­
dir. Mesela D<irimi'ye göre, akıl yoluyla idrak olunacağı kabul
edilen konular (ma'külat) insanların üzerinde ittifak edebil­
dikleri hususlar değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de işaret

62 Kildi Abdülcebbar. el-Muğni. VI, 30-3 1 ; a.mlf., Şerhu ıısuli'l-hamse, s.


3 1 0, 564: Abdülaziz el-Buhilri, Keşfii'l-esrıir alii Usüli'l-Pezdevi. İstanbul
1 890, IV. 230: Ali Bardakoğlu, "Hüsn ve Kubh Konusunda Aklın Rolü
ve İmam Matuıidi", EÜİFD, sy. 4, s. 62-63: Yusuf Şevki Yavuz. "Akaid
İlminde Vahyin ve Aklın Yeıi", s. 37. Mutezile'nin akıl anlayışı hk. bk.
Ramazan Altıntaş, "Mu'tezile'de Akıl Anlayışı", Kelam İlmi'nin Yeniden İn­
şasında Geleneğin Yeri, 2004, s. 3 1 1 -322.
63 Gazzali, el-Mustasjd min ılmi'l-usül, Kahire 1322/ 1 904, I. 57-59: İbn Emir
el-Hac. et-Takrir ve't-tahbir şerhü't-Tahıir. Beyrut 1 983. II, 9 1 ; Muham­
med b. Nizamüddin el-Ensilri. Fevdtihu'r-rahamüt, Kahire 1 322 / 1 904. 1,
33 (Gazzali'nin el-Mustasfd'sı ile birlikte) .
64 Ebü Mansur el-Matüıidi. Kitabü't-tevhid, s. 1 76- 1 85; Pezdevi, Ehl-i sün­
net Akaidi, 298-304: Abdülaziz el-Buhari, Keşfii 'l-esrdr, IV, 230, 234-236.
Maturidi'nin akıl-nakil ilişkisi hakkındaki görüşleıi hk. bk. J. Meıic Pes­
sagno, "Maturidl'ye Göre Akıl ve Dini Tasdik" [çev. İlhami Güler], Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1 996, c. XXXV , s. 425-435;
Hülya Alper, "İmam Maturidi'de Akıl-Vahiy İlişkisi: Aklın Önceliği ve Vah­
yin Gerekliliği", Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmalan Der­
gisi, 2010, c. vıı. sy. 2, s. 7-29.
46 İslam Düşüncesinde Selefilik

edildiği üzere65 her fırka kendi görüşünün doğru olduğunu


öne sürmekte ve karşı görüşü tenkit etmektedir. Bu sebeple
hangi akli ilkenin doğru olduğunu belirlemek için de naslara
başvurmak gerekir.66

İbn Teymiyye dinde Kur'an'ın rehberliğini esas alarak ona


uymak gerektiğini sık sık dile getirmiş ve bu konuda sahabe,
tabiün ve imamların Kur'an'a aykırı herhangi bir akıl yürüt­
meyi kabul etmediklerini, Kur'an'ın önüne çıkarılan hiçbir gö­
rüşü benimsemediklerini söylemiştir. 67

Eş'ari kelamcılarından Fahreddin er-Razi (ö. 606/ 1 2 1 0) ,


nakli delillerin yakin ve kesinlik ifade etmeyeceğini, zira bu
delillerin kati olabilmeleri için sözlük manası, gramer ku­
rallarına göre ortaya çıkan mana, eş anlamlı, mecaz, ızmar,
nakil, takdim, tehir, tahsis, nesh ve akla aykırı olmama gibi
herhangi bir ihtimalin bulunmaması gerektiğini, bu durumda
ise nakli delillerin zan, akli delillerin kesinlik ifade edeceğini
söylemiştir. 68

İbn Teymiyye, Fahreddin er-Razi ile onu izleyenler­


ce "kanü.n-i külli" haline getirilen, akıl ile naklin çatışması
durumunda "aklın esas alınıp naklin tevil edilmesi gerekti­
ği" prensibini reddetmek için Der'ü tedrudı'l-akl ve'n-nakl ev
Muvdfakatü sahihi'l-menkill li-sarihi'l-ma'kill adında geniş bir
eser yazmış ve Fahreddin er-Razi'nin bu anlayışını Yahudi ve
Hıristiyan din adamlarının Tevrat ve İncil karşısında takın­
dıkları tavra benzetmiş hatta onların peygamberlere saygı ko­
nusunda, gerçeğe bu görüş sahiplerinden daha yakın olduk­
larını ileri sürmüştür. 69

İbn Teymiyye'ye göre Ehl-i hak (selef uleması) akli delillere


ve aklın doğru kabul ettiği hükümlere itiraz etmez; onların

65 er-Rum 30/32.
66 Darimi, er-Red ale'l-Cehmiyye, s. 57; Yusuf Şevki Yavuz, "Darimi, Osman
b. Said-Akaide Dair Görüşleri", DİA, VIII, 496.
67 İbn Teymlyye, Mecmilufetdvd. XVI. 471 -472.
68 Fahreddin er-Razi, Medlimu usilli'd-din, Kahire 1905, s. 9; a.mlf., el-Mu­
hassal-Kelama Giriş (trc. Hüseyin Atay] . Ankara 1 978, s. 45-46.
69 İbn Teymiyye, Der'ü tedrudı'l-akl ve'n-nakl, !, 4-8.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 47

itiraz ettiği şey aklın Kitap ve sünnete muhalif sonuçlara va­


rabildiği iddiasıdır. Halbuki tam aksine, dinle çelişen her şey
akıl tarafından da yanlış bulunur.70

Ne var ki, herhangi bir konuda akıl deliliyle ulaşılan bir


hüküm ile şeriatın (nakil) zahiri çatıştığı zaman, zahiri hük­
mün (nakil) tevil edilmesi gerektiği hususunda Ehl-i sünnet
bilginleri büyük oranda ittifak etmişlerdir. Çünkü burada
tevile ihtimali olan akıl değil nakildir. Hatta İbn Rüşd (ö.
595/ 1 1 98), şeriat tarafından anlatılıp da zahiri itibariyle bur­
hana muhalif olan bütün konuların, şeriat iyice incelendiği
zaman onda zahiri itibariyle bile, akli teviline şahitlik yapan
veya şahitlik yapma derecesine yaklaşan başka bir şer'i de­
lilin mutlaka bulunacağını söylemiştir. 7 1 Kaldı ki, akıl hem
nakil için bir asıl hem de yakini bilgiye ulaşmak için bir yol­
dur. Bir şeyin ayrıntısını tashih için aslını çürütmek onun
her ikisini de çürütmek demektir. 72

İbn Teymiyye ise şer'in sübutu için aklın asıl ve kendisine


uyulması gereken bir delil olmadığını, ancak Allah katından
indirilmiş olan şer'in bizzat kendi kendisine sabit ve bizim il­
mimizden de aklımızdan da müstağni olduğunu söylemiştir. 73

70 İbn Teyrniyye, Der'ü teô.nıdı'l-akl ve'n-nakl, 1, 1 94- 195: M. Said Özervarlı,


"İbn Teyrniyye. Takıyyüddin-İtikadi Görüşleri", DİA. .XX, 405.
71 İbn Rüşd, Faslu'l-makdl (thk. Muhammed Ammare) , Kahire ts. , Da­
rü'l-ma'rife. s. 33.
72 Kadi Abdülcebbar, Şerhu usüli'l-hamse, s. 88; Fahreddin er-Razi, el-Mah­
sul fi ilmi usüli'l:fıkh (thk. Taha Cabir el-Ulvani). Riyad 1979. ı. 3/ 1 1 2;
Adudiddin el-ici. el-Mevdkıffi 'ılmi'l-kelô.m, Kahire ts., Mektebetü'l-Müte­
nebbi. s. 40.
73 İbn Teyrniyye, Muvô.fakdtü sahfhi'l-menkül li-sarfhi'l-ma'kül. Beyrut
1 405/ 1 985. Darü'l-kütübi'l-ilmiyye, 1. 82-83. İbn Teyrniyye'nin akıl-na­
kil ilişkisi konusundaki görüşleri için bk. Nicholas Heer. "The Priority of
Reason in the lnterpretation of Scripture: lbn Tayrniyyah and The Muta­
kallimün". Literary Herilage of Classical Islam Arabic and Islamic Studies
in Honor ofJames A. Bellamy (Ed. Mustansir Mir) . Princeton: The Darwin
Press 1993; M. Sait Özervarlı , İbn Teymiyye'in Düşünce Metodolojisi ve
Keldmcılara Eleştiris� İstanbul 2008, İSAM Yayınlan; Burhaneddin Kı­
yıcı , İbn Teymiyye'de Akıl-Nakil İlişkisi (yayımlanmamış doktora tezi) ,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara 2009; Bünyamin
Abrahamov, "Akıl-Nakil Uyumu Noktasında İbn Teyrniyye'nin Yaklaşımı"
(çev. Salih Özer) , İslami İlimler Dergis� 2009, c. iV, sy. 1 -2, s. 385-400.
48 İslam Düşüncesinde Selefilik

Öte yandan, selefılerin bu delil anlayışları sadece akait


alanında değil, aynı zamanda fıkıh ve usul alanında da geçer­
lidir. Mesela İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 75 1 / 1 350), Ahmed b.
Hanbel'in fetva usulünde birinci sırada Kitap ve sünnet nas­
larını sayarken, ikinci sırada sahabenin fetvasını zikretmiştir.
Ahmed, sahabeden birinin muhalifi bilinmeyen bir fetvasını
bulursa onu alır ve başka bir delile müracaat etmezdi. Saha­
beden bu tür bir fetva bulduğu zaman, ne amel ne re'y ne de
kıyası ona takdim ederdi. 74

Ahmed b. Hanbel'in fetva usulünde; bir mesele hakkında


nas, sahabe kavli veya onlardan birinin görüşü, mürsel veya
zayıf bir eser bulunmadığı zaman ancak beşinci sırada kıya­
sa gidilir ve onunla zarureten amel edilir. Ebü Bekir el-Hal­
lal (ö. 3 1 1 /923), Ahmed'in, "Şafü'ye kıyas hakkında sordum.
O, 'Ona ancak zaruret halinde gidilir' veya bu manaya gelen
bir şey söyledi." dediğini rivayet etmiştir. 75 Buna göre Ahmed
b. Hanbel ve arkadaşları, kıyası teyemmüm derecesinde ka­
bul etmişlerdir. Teyemmüme nasıl ki su bulunmadığına dair
zann-ı galip hasıl olunca gidiliyorsa, kıyasa da nas bulunma­
dığına dair zann-ı galip hasıl olunca gidilir.76

Selefi düşünce mensuplarının akıl-nakil ilişkisi hakkında­


ki bu "içeriği genişletilmiş" nakilci ve katı nasçı yaklaşımla­
rı belirginleştikten sonra, artık akıl-nakil çatışması halinde
hangi görüşün tercih edileceğinin pratik bir değeri kalmamış­
tır. Çünkü onlar nakli üstün tutan bu yaklaşımlarıyla, aklı
nakle tabi kılmış, aklın temelinin nakil olduğunu söylemiş
hatta aklı nastan ibaret görmüşlerdir. Mutezile nakli akla tabi
kılarken, selefiler de aklı nakle tabi kılmış ve böylece bu iki
zıt kutup, akıl ile nakli tam bir ayniyet içerisinde birleştirme
noktasında ittifak etmişlerdir. 77

Artık selefilere göre akıl-nakil çatışmasını gidermek, bu


akıl-nakil ayniyetiyle kolayca çözülebilir. Çünkü onlara göre,

74 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin an Rabbi"l-dlemin (thk. M.


Muhyiddin Abdülhamid) . Kahire 1955, 1, 30-3 1 .
75 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin, 1, 32.
76 İbn Teymiyye, el-Müsevvede, s. 330-33 1 .
77 Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı. İstanbul 1979, s . 80-8 1 .
Selefıliğin Genel Karakteristiği 49

sahih nakil ile sarih akıl arasında "gerçek" bir çatışma dü­
şünülemez ve bu iki delil birbirine uygun (muvafık) olmak
zorundadır; şayet ortada bir çatışma varsa, bu durumda ya
nas sahih değil ya da akıl sarih değildir.78

Selefi düşünceye mensup kişiler bu katı nasçı yaklaşım­


larının sonunda fıkıh alanında metodolojik bir tıkanmaya
düşmemek için insanın gerçek niyet ve maksadına (sübj ektif
irade) ayrı bir önem vermişlerdir. Hanefi ve Şafiiler hukuki mu­
amelelerin sıhhat veya butlanına hükmedebilmek için objektif
kriterler ortaya koyma kaygısıyla akitler esnasında kullanılan
lafızlara, gramer kurallarına, kıyas ve kaidelerine bağlı kalmayı
şart koşarken; Hanbeliler lafızlar yerine maksat ve niyeti, kıyas
yerine de nasları esas almışlar; özellikle nasların yasaklama­
dığı durumlarda istishabü'l-hal prensibinden hareketle, akit
ve muamele çeşitlerine geniş bir şekilde yer vermişlerdir. 79 Bu
durum ise, onlara özellikle itikat ve ibadet konularında "dar",
muamelat alanında ise "geniş" bir bakış açısı kazandırmıştır .80

Akıl-nakil ilişkisinde nakli üstün tutmanın ve katı nasçı


yaklaşımın bir diğer sonucu ise. aklı ve çeşitli akıl yürütme
yollarını kullanan re'y ehlini (Ehlü'r-re'y) ve kelamcıları kötü­
leyip dışlamak olmuştur. Naklin (ilmin ve hakikatin) yegane
temsilcisi ve muhafızı oldukları inancıyla hareket eden selefi­
ler İslam tarihi boyunca re'yi ve kelami düşünceyi kötülemek,
Ehl-i re'y ve Ehl-i kelamı zemmetmek, onların ilmi ve dini
meşruiyetlerini ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.
İslam düşünce ve kültür tarihinde Ehl-i re'y, Ehl-i tevil, Ehl-i
bidat ve Ehl-i kelam aleyhine yazılan hemen hemen bütün
zemmedici, reddedici ve dışlayıcı edebiyat8ı ile her türlü teh-

78 İbn Teymiyye'nin akıl-nakil çatışmasını gidermek için ileri sürdüğü for­


mül hk. bk. İbn Teymiyye, Muvdjakdtü sahfhi'l-menkül, 1, 76-79; a.mlf..
Mecmılujetdvd, III, 338-340: VI, 245; VII. 665; X. 435-453; XVI, 252-254,
442-443: xıx. 228-234.
79 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin. 1, 2 1 8-2 1 9. 344-346: III. 75,
1 07, 1 1 0- 1 1 9, 1 23, 1 40- 1 43, 1 76; IV. 1 99.
80 Hanbeli mezhebinin genel karakteristiği hk. bk. Ferhat Koca, İslam Hu­
kuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeli Mezheb� Ankara 2002, s. 1 98-2 1 O.
81 Ehl-i hadis'in başta Ehl-i re'y ve kelamcılar olmak üzere çeşitli gruplara kar­
şı hicıi ilk üç asırda yazdıkları reddiyeler için bk. Ahmet Özer. Ehl-i hadisin
50 İslam Düşüncesinde Selefilik

dit, baskı ve terör, başta Hanbeliler olmak üzere tamamıyla


selefi düşünceye mensup kişi veya grupların eseridir.82

V. ŞER'İ NASLAR: KUR'AN VE SÜNNETİN EŞİTLİGİ


İslam alimleri hemen hemen bütün fırkalarıyla birlikte,
akaitte ve fıkıhta Kur'an-ı Kerim'in birinci kaynak (delil) oldu­
ğu hususunda ittifak etmişlerdir.83

Red Literatürü (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi


Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008. Hicri üçüncü asırdan soma Ehl-i
hadis ve selefi bakış açısına sahip bazı kimselerin yazdıkları reddiyelere ör­
nek olarak bk. Hace Abdullah b. Muhammed b. Ali el-Ensiiıi Herevi, Zem­
mü'l-kelfım (thk. Semih Dugayın), Beyrut 1 994, Diirü"l-Fikri'l-Lübnil.ni; İbn
Kudfune. Zemmü't-te'vü (nşr. Bedr b. Abdullah Bedr), Kuveyt 1 4 1 6 1995,
Daru İbni'l-Esir; a.mlf.. Ibn Quddma's Censure of speculative theology =

Tahrimü'n-nazar fi kütübi elıli'l-kelfım (ed. George Makdisi), 2nd edition.


Norfolk 1985, Gibb Memorial Trust; Ebü"l-Fazl Abdurrahman b. Ahmed b.
Hasan b. Bündar Ebü'l-Fazl Razi, Ehfıdfs fi zemmi'l-keldmi ve elılihi (nşr.
Nasır b. Abdurrahman Ced'i), Riyad 1 996/ 1 4 17, Daru Atlas; Ebü"l-Ferec
İbnü'l-Cevzi, Zemmü'l-heva (nşr. Ahmed Abdüsselam Ata), Beyrut 1987. Da­
rü'l-Kütübi'l-İlmiyye. Öte yandan, günümüzde de selefi düşünce mensupla­
rı hfila Ehl-i re"y ve Ehl-i kelam düşmanlığına devam etmektedirler. Çeşitli
dillerde kurdukları enfal medya, daru"s-sünne, dii.ru"l-ittiba, daru"l-tavhid,
hakka"l-cihad, ıslah, kitap ve sünneti ihya, selef haber, selefi davet, selefi
menhec. selefi talk, tevhit. tevhit akademisi, tevhidi davet ve tevhit okulu
gibi pek çok medya platformunda selefi ve Vehhabi iddialarını sürdürmek­
tedirler. Hatta bunlardan bazıları yaptıkları Türkçe yayınlarda, bin yılı aşkın
süredir Türklerin izinden gittiği İmfun-ı Azfun Ebü Hanife'yi karalayabilmek
için tarihte selefi üstatlarının cerh ve ta'dil. zuafa ve metrükin kitaplarında
fütursuz bir tarafgirlikle yazmış oldukları çeşitli isnat ve iftiraları, "bozacının
şahidi şıracı olur" fehvasına uygun bir biçimde delil getirmektedir. Hanefi
mahallesine "din ve akıl satan bu "pazarlamacı"ların (kendileri 'davetçi' di­
"

yor). İslam filirıılerinin yüzyıllar önce, bütün İslam hukuk mezheplerinin eşit
meşruiyete ve saygınlığa sahip oldukları sonucuna vardıklarından henüz
haberlerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Ne var ki, selefilik de zaten böyle bir
akıl tutulmasıdır! Kafayı kuma gömmek ile zaman tünelinde yaşamak ara­
sında herhangi bir fark yoktur. Yüzyıllardır bütün Müslümanların büyük bir
ekseriyetinin peşinden gittiği, dini ve dünyevi hayatlarını görüş ve düşünce­
leri doğrultusunda düzenledikleri İmam Ebü Hanife'yi, "İslam" adına tahkir
ve tezyif etmek! Kiibe'sl böyle bir zihniyetin eline esir düşmüş olan bir dinin
haline binlerce iih u enin edilse sezadır!
82 Hanbelilerin diğer mezhep ve gruplara karşı saldırgan tutumlarına ör­
nekler için bk. Ferhat Koca, İslam Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeli
Mezhebi. s. 201-206: aynca elinizdeki eser, İkinci Bölüm, "Bölünme, Ait
Olma ve Hayatta Kalma" konusu.
83 İbn Hazın. el-İhkô.mfi usüli'l-ahkô.m. !, 104.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 51

Aynı şekilde, Ehl-i sünnet bilginleri Hz. Peygamber'in sün­


netinin gerek akait gerekse fıkıh alanında -sübut veya delalet
dereceleri hakkında farklı bazı şartlar ileri sürmekle birlikte­
ikinci kaynak olduğunda birleşmişlerdir.

Hz. Peygamber'in sünneti konusunda başta Hanbeliler


olmak üzere selefi düşünceye mensup kişi ve grupları diğer
İslam mezheplerinden ayıran en önemli husus, selefilerin
sünneti hiyerarşik derece olarak Kur'an-ı Kerim'den sonra
ikinci sırada saymayıp Kur'an'la birlikte eşit derecede saymış
olmalarıdır.

Onların bu yaklaşımları, sünnetin Kur'an-ı Kerim'i açık­


lama işlevine ve sünnetin doğrudan doğruya vahiy mahsulü
olduğuna dair görüşlerinden kaynaklanmaktadır.

Sünnetin Kur'an-ı Kerim'i açıklayıcı fonksiyonuna vurgu


yapan Ehl-i hadis'in erken dönem temsilcilerinden Yahya b.
Ebi Kesir (ö. 129/747) "Sünnet Kur'an üzerine hükmedici­
dir (anlamını belirleyici) , fakat Kur'an sünnete hükmedici
değildir."84 şeklinde maksadını aşabilecek nitelikte bir iddi­
ada bulunmuştur. Bu söz Ehl-i hadis'in imamı olan Ahmed
b. Hanbel'e sorulduğu zaman, "Ben bunu söylemeye cesaret
edemem. Fakat 'sünnet Kitab'ı tefsir eder ve açıklar' derim. "85
demiştir. Ahmed b. Hanbel'in verdiği bu cevap, Ehl-i hadis'in
"sünnet" savunmasında ne kadar cesaretli ve aşın olduklarını
göstermektedir. Ehl-i eser'in önemli temsilcilerinden biri olan
fakih Evzai (ö. 157 / 774) de "Kur'an'ın sünnete olan ihtiya­
cı, sünnetin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazladır."86 di­
yerek sünnetin Kur'an'ı açıklayıcı özelliğine vurgu yapmıştır.
Bu son söz başka bir Ehl-i hadis mensubu olan Mekhül'e (ö.
1 12 / 730) de nispet edilmiştir.87

84 İbn Abdülber. Cdmiu beyiini'l-ilm vefadlih (thk. Ebü'l-Eşbal ez-Züheyıi) ,


Suudiyye 1 4 1 4 / 1 994, Daru İbnü'l-Cevzi, il, 1 1 94.
85 İbn Abdülber. Cdmiu beyiini'l-ilm, II, 1 1 94.
86 Mervan Muhammed eş-Şe'ar. Sünen-i Evziil (trc. Ali Pekcan vd.], Kon­
ya 20 1 2, Armağan Kitaplar, s. 33; İbn Abdülber, Cdmiu beydni'l-ilm, II.
1 1 93.
87 İbn Abdülber, Cdmiu beyiini'l-ilm. il, 1 1 94.
52 İslam Düşüncesinde Selefilik

Sünnetin Kur'an'ı açıklama fonksiyonu konusunda Ehl-i


eser'in imamlarından Şafii sünnetin Kur'an'ın mücmelini
beyan, umumunu tahsis ve mutlakını takyit edeceğini, böy­
le bir açıklamanın ise Kur'an'a muhalefet sayılamayacağını
söylemiştir.88 Ona göre, "Resı1lullah'ın sünneti, Allah tarafın­
dan konulan özel ve genel hükümlerdeki muradını açıklar."89
İmam Şafii, Allah'ın Kitabı'nda yer alan meselelerde Hz. Pey­
gamber'in koyduğu her sünnetin, benzeri bir nas olma yönün­
den ve Allah adına mücmeli açıklama bakımından Kur'an'a
uygun olduğunu ve Hz. Peygamber tarafından yapılan bu
açıklamanın mücmelin daha fazla tefsir edilmesi anlamına
geldiğini belirtmiştir.90 Aynı şekilde o, Hz. Peygamber'in sün­
netinin hiçbir zaman Allah'ın kitabına muhalif olmayacağını;
fakat onun anı ve hassını beyan edeceğini tekrarlamıştır.91
İmam Şafii, Hz. Peygamber'in hakkında nas bulunmayan hu­
suslarda koymuş olduğu sünnetleri ise bizzat Allah'ın beyanı
olarak saymış ve bu görüşünü de Allah'ın peygambere itaati
emrettiği ayetlere bağlamıştır.92

Öte yandan, Ehl-i hadis ve selefi düşünce mensupları­


nın sünneti Kur'an'a denk sayma sebeplerinden ikincisi olan
sünnetin bizzat vahiy olduğu görüşü ise Kur'an-ı Kerim'de
Hz. Peygamber hakkında geçen "O hevadan (arzusuna göre)
konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy
iledir. �3 ve "Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydur­
muş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun can
damannı kopanrdık (onu yaşatmazdık); hiçbiriniz buna mani
de olamazdınız. "94 ayetleri ve bizzat Hz. Peygamber'in "Bana
Kur'an ve onun bir benzeri verildi. "95 hadisine dayanmaktadır.

88 Şafii, er-Risôle (thk. Ahmed Muhammed Şiikir) . Kahire 1979, s. 1 73. 2 1 2.


228.
89 Şafii. er-Risale, s. 79.
90 Şafii, er-Risdle, s. 2 1 2.
91 Şafii. er-Risdle, s. 228.
92 Şafii, er-Risale. s. 1 1 .
93 en-Necm 53/3-4.
94 el-Hakka 69/44-47.
95 Ahmed b. Hanbel. Müsned, İstanbul 1 982, IV, 1 30- 1 33; Ebu Davüd,
"Sünnet" 5; Tirmizi. "İlim", 10.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 53

İslam alimleri Hz. Peygamber'in sünnetinin vahiy olup ol­


madığı konusunda üç gruba ayrılmışlardır: Birincisi, sünne­
tin bütünüyle vahiy mahsulü olduğunu savunanlar; ikincisi,
sünnetin vahiyle ilişkisinin bulunmadığını ve onun tamamıy­
la Hz. Peygamber'in beşeri tecrübesi ve şahsi içtihatları oldu­
ğunu ileri sürenler; üçüncüsü ise, sünnette vahiy mahsulü
unsurlar olduğu gibi. Hz. Peygamber'in şahsi içtihatlarının da
bulunduğunu söyleyenler.

Bu gruplardan birincisini daha çok Ehl-i hadis ve selefi


düşünceye sahip kişiler; ikincisini Hartciler ve çağımızda
Seyyid Ahmed Han, Emir Ali, Ahmed Perviz, Tevfik Sıdki ve
Ebıl Reyye gibi kişiler; üçüncüsünü ise genel olarak Hanefi
ve Maliki bilginleri başta olmak üzere çoğunluk alimler teşkil
etmektedir. 96

Sünnetin bütünüyle vahiy ürünü olduğunu savunanlar


arasında Hassan b. Atiyye (ö. 130/748), Evzfü, Şafii, Buharı,
İbn Hibban (ö. 354/965), Ebıl Hafs Ömer b. İbrahim el-Uk­
beri (ö. 387 /997), İbn Hazın, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim
el-Cevziyye gibi Ehl-i hadis ve selefi düşünceyi benimsemiş
kimseler bulunmaktadır.

Erken dönem Ehl-i hadis temsilcilerinden Hassan b. Atiy­


ye (ö. 130/748) "Vahiy Allah'ın resulüne iniyordu ve Cebrail
bunu tefsir edecek sünneti peygambere haber veriyordu. "97
diyerek sünnetin Kur'an-ı Kerim gibi vahiy mahsulü olduğu­
nu ileri süren ilk kişilerden biridir. Süleyman b. Tarhan et­
Teymi (ö. 143/761), "Resıllullah'ın hadisleri Tenzil (Kur'an)

96 Sünnetin vahiy olup olmadığı konusundaki görüşler hk. bk. Mustafa


Genç, Sünnet-Vahiy İlişkisi (yayımlanmamış doktora tezi), Selçuk Üniver­
sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2005, s. 60- 168; Ahmet Önkal,
"Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahiy-i Gayr-! Metluvv", Kur'an ve Sünnet Sem­
pozyumu (1-2 Kasun 1 997) Bildiriler, Ankara 1 999, s. 55-69; Saffet San­
caklı, "Sünnet Vahiy İlişkisi", Diyanet İlmi Dergi, 1 998, c. XXXIV , sy. 3, s.
55-70; Ahmet Keleş, "Sünnet Vahiy İlişkisi". Dicle Üniversitesi İlahiyat Fa­
kültesi Dergisi, Diyarbakır 1999, c. !, s. 1 5 1 - 194; H. Musa Bağcı, "Sünnet
ve Hadislerin Anlaşılmasında Ehl-i hadis'in Beşerüstü Peygamber Tasav­
vurunun Etkisi". Günümüzde Sünnetin Anlaşılması {Sempozywn Tebliğ ve
Müzakereleri), 29-30 Mayıs 2004, Bursa 2005, s. 67-88.
97 İbn Abdülber. Cdmiu beydni'l-ilm, il, 1 1 93.
54 İslam büşüncesinde Selefilik

gibidir." ve "Allah'ın resulünün sünnetleri bizim indimizde


Allah'ın kelamı gibidir. "98 diyerek sünnet-Kur'an denkliğini
açıkça ifade etmiştir. Evzfü ise, "Sana Allah'ın resulünden bir
hadis geldiğinde sakın onun aksine bir şey söyleme! Çünkü
Hz. Peygamber onu Allah Tefila'dan alıp tebliğ etmiştir. "99 di­
yerek sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu ileri sürmüştür.

İmam Şafii, Allah'ın hükümleri ile elçisinin hükümleri


arasında herhangi bir fark olmadığını ve her ikisinin de aynı
konumda bulunduğunu belirterekıoo "Bir bilgin için sünne­
tin bağlayıcı oluşunda şüpheye düşmemek, Allah'ın hüküm­
leri ile elçisinin hükümleri arasında ihtilaf bulunmadığını ve
onların aynı derecede olduklarını bilmek, en uygun olan bir
haslettir. " demiştir. 1 0ı Yine o, Yüce Allah'ın insanlara iki şe­
kilde hüccet getirdiğini, bunların ikisinin esasının da Kitap'ta
bulunduğunu; bunlardan birincisinin Kur'an ayeti, ikincisi­
nin ise Hz. Peygamber'in sünneti olduğunu, çünkü Allah'ın
Kitab'ında Hz. Peygamber'in sünnetine uymayı farz kıldığı­
nı söylemiştir. 1 02 Aynca İmam Şafii, Kur'an-ı Kerim'de pey­
gambere verildiği belirtilen hikmeti 1 03 de "Allah'ın resulünün
sünneti"ıo4 olarak kabul etmiş ve bu hikmetin Allah tarafın­
dan Hz. Peygamber'in zihin ve gönlüne konulduğunu söyle­
miştir. 1 05 Ona göre, "Allah, resulündeki hikmeti Kitab'ıyla eş
tutmuş ve onu Kitab'a bağlamıştır." 1 06 İmam Şafii, Kur'an ve
sünnet arasında herhangi bir fark görmediği için de bu iki
delili birden ifade etmek üzere "nas" ifadesini kullanmıştır. 1 07

Ehl-i hadisin temsilcilerinden İbn Hibban (ö. 354/965),


Sahih'inde "Mustafa'nın (sav.) sünnetlerinin kendisinden de-

98 Hatib el-Bağdadi, el-Fakih ve'l-mütefakkih, 1, 265.


99 Zehebi. Tezkiretü'l-hujfaz. Beyrut, ts . Dfuu İhyai"t-Türasi'l-Arabi, I, 1 80.
.

1 00 Şafii, er-Risale, s. 1 73.


101 Şafii, er-Risal.€. s. 1 04.
1 02 Şafii, er-Risdle, s. 1 3 1 .
1 03 el-Bakara 2 / 1 5 1 .
104 Şafii, er-Risdle, s . 78.
105 Şafü. er-Risdle, s. 93.
1 06 Şafii, er-Risale, s. 79.
1 07 Şafii, er-Risdle, s. 22, 62; a.mlf. , "Cimau'l-İlm: İslam Hukukunun Kay­
naklan Üzerine Bazı Tartışmalar", (çev. Osman Şahin-Mithat Yaylı). On­
dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2004, sy. 17, s. 333.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 55

ğil Allah'tan geldiğini belirten haber" 1 08 başlığıyla sünnetin ta­


mamının vahiy mahsulü olduğunu savunmuştur.

Selefi düşünceye mensup alimlerden Ebu Hafs Ömer b.


İbrahim el-Ukbeıi (ö. 387 /997), "Allah'ın resulünün ümmeti
için vazetmiş olduğu sünnetin, Allah'ın emriyle tahakkuk et­
tiğini" söylemiştir. ıog

İbn Hazın vahyi "metluv" ve "gayr-i metluv" diye ikiye ayır­


mış ve metluv vahyi dillerde okunan, aleme karşı mucizevi
yönü bulunan ve kitap olarak telif edilmiş bulunan Kur'an;
gayr-i metluv vahyi ise nakledilen, varit olduğu anda kayde­
dilmeyen, aleme karşı mucizevi yönü olmayan, dillerde okun­
mayan Hz. Peygamber'den aktarılan haberler olarak tarif et­
miş ve bu iki tür haberin de Allah'ın muradını bizlere açıkla­
yan deliller olduğunu söylemiştir. 1 1 0 Ona göre, Kur'an ve sün­
net nasları tilavet bakımından farklı olsalar da hüküm koyma
ve bağlayıcılık açısından aralarında herhangi bir fark yoktur;
çünkü Kur'an ve sünnet Allah katından olmaları bakımından
eşittir. Kur'an gibi, Hz. Peygamber'in kelamı da vahiydir; "Zik­
ri biz indirdik, onun koruyucusu da biziz. " 1 1 1 ayetine göre vahiy
zikirdir, zikir de korunmuştur. 1 12

Selefi düşüncenin imamlarından İbn Teymiyye de sünnetin


Hz. Peygamber'e Kur'an gibi vahiyle nazil olduğu. fakat okun­
madığı (gayr-i metluv) görüşündedir. 1 13 İbn Teymiyye, Allah'ın
kitabı ile resulünün sünnetini şer'.i nas olarak hukuki deliller
hiyerarşisinin birinci sırasına yerleştirmiş ve müçtehit imam­
lardan hiçbirinin Hz. Peygamber'in herhangi bir sünnetine
kasten aykırı hareket etmediğini belirterek, onların Resül-i
Ekrem'in izinden gitme ve ona uymanın gerekli olduğu, pey­
gamber dışındaki insanların sözlerinin ise alınabileceği gibi
terk edilebileceği hususunda ittifak ettiklerini söylemiştir. İbn

108 İbn Hibbiin, el-İhsanfi takribi Sahih-i İbn Hibban (thk. Şuayb el-Arnaüd),
Beyrut 1408/ 1 988. Müessesetü'r-Risale. I. 189.
109 Ebü Ya"la el-Ferra, el-Udde, V. 1 580.
1 1 0 İbn Hazın, el-İhkdmfi usü.li'l-ahkdm. !, 95.
1 1 1 el-Hicr 1 5/9.
1 1 2 İbn Hazın, el-İhkdmfi usü.li'l-ahkdm. 1, 96.
1 1 3 İbn Teymiyye, Mecmuu Fetdvd, xııı. 364.
56 İslam Düşüncesinde Selefilik

Teymiyye'ye göre müçtehit imamların sahih bir hadise aykırı


içtihatta bulunması, ancak Hz. Peygamber'in o sözü söyledi­
ğine inanmamaları veya bu hadisle mezkur meseleyi kastet­
mediğini zannetmeleri ya da bu hükmün mensuh olduğunu
kabul etmeleri gibi hallerde söz konusu olabilir. 1 14

İbn Teymiyye'nin misyonunu devam ettiren öğrencile­


rinden İbn Kayyim el-Cevziyye'ye göre Yüce Allah, Hz. Pey­
gamber'e hem neyi kastettiğini açıklama hem de ona kendi
adına hüküm koyma (teşri) yetkisi vermiştir. Hz. Peygamber,
Allah'ın has ve anı ifadelerle kastettiği anlamı açıklamış, hü­
küm ve fetvaları da kitap kaynaklı ve ona uygun olmuştur.
Hatta Hz. Peygamber'in bütün kelamı, Allah adına yapılmış
açıklamalardır. 1 1 5

Daha önce de zikrettiğimiz gibi, İbn Kayyim el-Cevziyye


Hanbell mezhebinde şer'i hükümlerin çıkarıldığı kaynakla­
n naslar, sahabe fetvaları, mürsel ve zayıf hadisler ile kıyas
olarak saymıştır. 1 1 6 Bu sıralamada dikkat çeken husus, daha
önce Şafü'de de görüldüğü üzere, Kitap ve sünnet arasında
herhangi bir derece farkı gözetilmeksizin her ikisinin de "nas­
lar" kategorisi altında birleştirilmiş olmasıdır.

İbn Kayyim el-Cevziyye'ye göre sünnetin birincisi, münzel


kitapların getirdiğine uygun olan; ikincisi, Allah'ın kitabını
tefsir eden, Allah'ın muradını açıklayan ve mutlakını takyit
eden; üçüncüsü, Kitab'ın kaydetmediği bir hükmü içeren ve
o hükmü ilk defa olarak açıklayan olmak üzere üç konumu
bulunmaktadır. Bunlardan herhangi birini reddetmek caiz ol­
madığı gibi, Kitab'ın karşısında sünnetin dördüncü bir pozis­
yonu da yoktur. Dolayısıyla Kur'an'a aykırı ve onunla çelişkili
olan sahih bir tek sünnet varit olmamıştır. 1 1 7

İbn Kayyim el-Cevziyye, nasların -özellikle kendi zamanını


kastederek- adına sikke basılan, hutbe okunan, fakat geçerli

1 14 Ferhat Koca. "İbn Teymiyye. Takıyyüddin", DİA. XX 40 1 -402.


.

1 15 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'liimü'l-muvakkıin, il, 3 1 3.


1 16 İbn Kayyim el-Cevziyye. İ'liimü'l-muvakkıin, !, 29-33.
1 17 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin. il. 307; H. Yunus Apaydın,
"İbn Kayyim el-Cevziyye", DİA. XX 1 1 4.
,
Selefiliğin Genel Karakteristiği 57

bir hükmü ve yetkisi olmayan aciz halife derecesine indirildi­


ğini söyleyerek naslara hakkının verilmediğinden yakınmış­
tır. 1 1 s

Sünneti Kur'an-ı Kerim'e denk tutanlara göre, mütevatir


veya haber-i vahit olup olmamasına bakılmaksızın her kade­
medeki sünnet, Kur'an-ı Kerim'in anı naslarını tahsis edebi­
lir. Çünkü onlara göre, anı lafızların manaya delaleti zanni­
dir. Öyleyse burada anı olan ayetin sübutu kati, fakat delaleti
zanni; has olan haber-i vclhidin ise sübutu zanni, fakat dela­
leti katidir. Böylece söz konusu anı ve has iki delil, katiyyet ve
zanniyyet bakımından birbirine eşit demektir. ı ı9

Öte yandan, sünnet ile Kur'an'ı birbirine denk tutan Han­


belilerin Kur'an-ı Kerim'in sünnet tarafından nesh edilmesi
konusunda açık bir tavır alamadıkları gözlenmektedir. Fazl
b. Ziyad ve Ebü'l-Haris'ten gelen bir rivayette Ahmed'e sün­
netin Kur'an'ı nesh edip edemeyeceği sorulduğu zaman o,
"Kur'an ancak kendisinden sonra gelen bir Kur'an (ayeti) ile
nesh olunabilir; sünnet, Kur'an'ı tefsir eder." demiştir. 120 Ebıl
Ya'la ise. Kur'an'ın sünnetle neshinin akıl bakımından ceva­
zına engel herhangi bir durum olmadığını belirtmekle birlik­
te, Kur'an'ın sünnetle neshini şer'i açıdan caiz görmeyerek
bunun örneğinin bulunmadığını söylemiştir. 121 Ebıl Ya'la'nın
talebesi Ebü'l-Hattab el-Kelvezani (ö. 5 10/ 1 1 16) ise Kur'an'ın
mütevatir sünnetle nesh olunabileceği fikrini benimsemiştir.
Aynca, bu konuda Salih'in (ö. 265/878) babası Ahmed'den
yaptığı bir rivayet ise neshi kabul edenleri desteklemektedir
ve onlara göre bu durum, bir tür Allah'ın "Peygamberinin lisa­
nı ile nesh etmesi" manasına gelir. 1 22 Haber-i vahitle Kur'an ve
mütevatir sünnetin neshi, aklen caiz olmakla beraber şer'an

1 1 8 Apaydın, "İbn Kayyim el-Cevziyye", DİA, XX , 1 1 5.


1 1 9 Ebiı Ya'la el-Ferra, el-Udde, II, 550-55 1 ; Ebü'l-Hatt:ab el-Kelvezani,
et-Temhfdji usüli'l:fıkh (nşr. Müfid Muhammed Ebiı Ameşe). Mekke 1985,
II, l l l; İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin, II, 297-299; Ferhat
Koca, İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, s. 2 1 2-220.
1 20 Ebiı Ya'la el-Ferra. el-Udde, III. 788-789; Ebü'l-Hattab el-Kelvezani.
et-Temhfd, il, 369.
1 2 1 Ebiı Ya'la el-Ferra, el-Udde, III. 80 1 .
1 22 Ebü'l-Hattab el-Kelvezani. et-Temhfd, ıı. 369.
58 İslam Düşüncesinde Selefilik

caiz değildir. 1 23 Buna karşı, Kur'fuı'ın sünneti nesh etmesi ise


caizdir ve bu konuyla ilgili İmam Ahmed'den çeşitli örnekler
rivayet edilmiştir. ı24

Sünnetin Kur'fuı'la eşit tutulması tartışmasında, sünnetin


Kur'fuı'ı açıklama/tebyin görevine vurgu yapılması, genel ola­
rak bütün İslam alimleri tarafından kabul edilen bir husustur.
Ancak sünnetin Kur'an'ı açıklayıcı olması, onun Kur'fuı'la ay­
nileştirilmesini gerektirmez. Çünkü zaten sünnet, İslam dinin
"ikinci" müstakil kaynağıdır. Kaldı ki, Kur'fuı Yüce Allah'ın
bütün insanlığa gönderdiği "ilahi" bir hitap/kitap, sünnet ise
yüz yüze ve sıcağı sıcağına (tarihsel) söylenmiş "beşeri" bir
söz ya da hareket veya salt bir sükuttur. Bu söz veya hare­
ketlerin, söylendiği veya yapıldığı zaman ve mekan dilimin­
de, Kur'an'ın lafız ve ruhuna en uygun açıklamalar (üsve-i
hasene) olduklannda şüphe yoktur. Doğrudan doğruya Hz.
Peygamber'in kullandığı lafızlarla değil de manasıyla dahi ri­
vayeti kabul edilen bu söz ve hareketler, ilahi koruma altında
olmayıp en yüksek doğruluk derecesinden en düşük dereceye
kadar pek çok yollarla bize kadar ulaşmışlardır. Hatta İbn
Hazın sünnetin Kur'fuı (zikir) gibi korunmuş olduğunu ileri
sürse 1 25 de Resül-i Ekrem'in ister peygamber olmadan önceki
dönemden isterse peygamber olduktan sonraki dönemden iti­
baren söylediği bütün sözlerin ve yaptığı bütün hareketlerin,
onun sağlığı zamanında -birkaç istisna dışında- yazı ve kayıt
altına alınmadığı tarihsel bir gerçektir. Aynca, Hz. Peygam­
ber'in kayınpederi ve gar-i Hira'da yoldaşı olan Hz. Ebu Bekir
(es-Sıddik) , dostu ve kayınpederi olan Hz. Ömer (el-Faruk) ,
dostu ve iki kızının kocası Hz. Osman (Zü'n-nureyn/İki nu­
run sahibi) , amcasının oğlu ve damadı Hz. Ali (Babü'l-ilm/
İlmin kapısı) gibi en yakınlan, ondan en az veya diğer raviler­
den daha az rivayetlerde bulunmuşlardır. Yine, çeşitli sahabi­
lerin Kur'an'la kanşması endişesi ve yalan-yanlış söylenmesi

1 23 İbn Kudame. Ravzatü'n-ndzır (nşr. Abdülkerim b. Ali b. Muhammed


en-Nemle), Riyad 1 4 14/ 1993, !, 327-329.
1 24 Ebu Ya'la el-Ferra, el-Udde, III, 802-807; Ebü'l-Hattab el-Kelvezani,
et-Temhfd, il. 384-387.
1 25 İbn Hazın, el-İhkômfi usüli'l-ahkdm. !, 96.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 59

ihtimaline karşı hadis rivayetine sıcak bakmadıkları, hadis


rivayet edenlere doğrulukları hususunda yemin ettirdikleri
veya şahit getirmelerini istedikleri, Hadis Tarihi'nde herkes
tarafından bilinen ve kabul edilen bir husustur. Şayet sün­
neti Kur'an'la denk tutar ve onun gibi Cenabı Hak tarafından
korunduğunu kabul edersek. bize ulaşanların sahihini saki­
minden ayırma konusunda getirilen farklı şartlar ve yapılan
geniş tartışmalar bir yana, bize kadar gelmeyen sünnetler ve
onlann içerdikleri dini hükümler nasıl değerlendirilecektir?
O zaman, "Gelende hayır vardır" denilerek, bize kadar ula-
şan sünnetlerin "korunan" , "Kur'an gibi vahyolan" ve "İslam'ı
temsil eden" sünnetler; bize kadar ulaşmayanların ise "dini
herhangi bir değeri bulunmayan ve bu sebeple de yoklukları
dinde bir eksikliğe sebep olmayan" ve "hem hükümleri/ma­
naları hem de lafızları nesh edilmiş sünnetler oldukları" mı
söylenecektir? Böyle bir yorum ne kadar da fatalist ve tarafgir
bir yaklaşım olacaktır!

Aynca, sünnetin doğrudan doğruya ilahi vahiy olup olma­


dığı tartışmasında biz bir taraftan Hz. Peygamber'in "resul" -
lüğünün sadece "postacı/haberci" konumuna indirilmesini
isabetli bulmuyoruz. Çünkü Hz. Peygamber Kur'an'ı yalnızca
tebliğ ile değil, aynı zamanda tebyin etmekle (açıklamak) de
görevli idi126 ve bu görevini yaparken ilahi iradenin "otokont­
rol"ünde bulunuyordu . Şayet yaptığı açıklama veya davranış­
lardan herhangi biri ilahi iradeye uygun olmazsa, söz konusu
açıklama veya davranış derhal vahiy tarafından düzeltiliyor­
du. Yine bu tartışmada biz, Hz. Peygamber'in bütün söz ve
davranışlarını "salt ilahi vahiy" olarak kabul etmeyi de isabet­
li bulmuyoruz. Çünkü Hz. Peygamber'in nübüvvet ve imamet
vasıflan dışında birtakım cibilli (beşeri) davranışları, devlet
başkanlığı. kadılık, komutanlık, öğretmenlik, babalık, dede­
lik, akrabalık, arkadaşlık ve dostluk gibi pek çok insani yönü
bulunmaktaydı. İşte bu alanlarda Hz. Peygamber hem bir be­
şer olarak kişisel bilgi ve birikimiyle hem de Yüce Allah ile

1 26 Hz. Peygamber"in tebliğ ve tebyin görevi hk. bk. el-Maide 5/67; en-Nah!
1 6/44; Ankebiıt 29/ 1 8 .
60 İslam Düşüncesinde Selefilik

olan dostluğundan edindiği irfan ve tecrübesiyle, makasıd-ı


şarte ve mesfilih-i nasa en uygun bir şekilde içtihat ediyordu.
Onun bütün bu davranışları doğrudan doğruya ilahi vahyin
eseri değil, ancak "genel olarak" ilahi vahyin çerçevesi içe­
risinde bulunmaktaydı. Başta İmam Şafii olmak üzere Ehl-i
hadis ve selefi düşünce mensuplarının "sünneti yücelteyim"
derken, Hz. Peygamber'in mana ile rivayet edilenler de dahil
bütün söz ve hareketlerini "nas/metin" adı altında toplayarak
"vahiy" saymaları ve Kur'an'a denk tutmaları; Hz. Peygam­
ber'in özgür iradesini ve bütün beşeri yön, çaba ve fonksi­
yonlarını ortadan kaldırıcı bir sonuç doğuracaktır. 1 27 Böyle
bir netice ise, Hz. Peygamber'i sürekli vahiyle hareket eden
bir "melek peygamber"e dönüştürür. Halbuki Hz. Peygamber
sadece "Allah'ın kulu ve elçisi"dir ve onun "beşer" olarak gös­
terdiği üstün gayret ve başarı, insanlık tarihinin en büyük
peygamberlerinden (ülü'l-azm) biri olmasını sağlayan unsur­
ların başında gelir. Şayet Hz. Peygamber melek olsaydı veya
her nefes alış-verişinde yani her söz, hal ve tavrında vahiyle
hareket etmiş olsaydı, o zaman onun şahsi bir kişilik veya
başarısından bahsetmek mümkün olmazdı. Bunun yanın­
da, Hz. Peygamber'in peygamberliği süresince Yüce Allah'ın
vahyine ve Kitab'ına muhalif hareket ettiğini düşünmek bile
mümkün değildir. Çünkü böyle bir muhalefetin adı "günah" ,
"haram" ve "suç" demektir ve bu durum onun "ismet" sıfatına
aykırıdır. Ne var ki bu, onun bütün davranışlarının salt ilahi
vahiy eseri olduğu anlamına da gelmez.

Sonuç olarak, selefi düşünce mensuplarının sünneti


Kur'an-ı Kerim'le eşit bir konuma çıkarmaları, Ehl-i sünnet
epistemolojisindeki "bilginin kaynakları"ndan (esbabü'l-ilm)
biri olan "haber-i sadık" anlayışını zedeleyici bir yaklaşım­
dır. Çünkü Ehl-i sünnet'in kesin bilgi kaynağı olarak kabul
ettiği "haber-i sadık"tan maksat, bize kadar tevatür yoluyla
gelmiş olan "ilahi vahiy" yani Kur'an-ı Kerim'dir. İslam'ın ye-

1 27 İmam Şafıi'nin bu yaklaşımının eleştirisi için bk. İlhami Güler, "Şafıi'nin


Sünnete Yaklaşımının Kelami (Teolojik) Anlamı ve D!n'in Lfilıütiliğl ve
Nasütiliği Sorunu", İslam ve Modemizm Fazlur Rahman Tecrübesi, İstan­
bul 1997, s. 270.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 61

gane kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim yanına, onunla "eşit


derecede" başka bir "kutsal kitap" olarak -sübut derecelerine
bakmaksızın- Hz. Peygamber'den sadır olan her türlü beşeri
sözü, hareketi ve hareketsizliği (süküt) koymak, "din-i İs­
lam"ı "din-i Muhammedi"ye dönüştürebilir. Kaldı ki, bütün
sünnetleri salt ilahi vahiy eseri olarak kabul etmek; yukarıda
belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber'in beşeri kişiliğini tamamen
ortadan kaldırmak, "iş hakkında insanlara danış"masını 128
anlamsızlaştırmak ve sünnetin vürut sebeplerini, bağlamı­
nı, tarihsel ve coğrafi etken ve unsurlarını reddederek onla­
rı "ilahi bir kurgu ve rol"e dönüştürmek, Hz. Peygamber'i de
"otomatiğe" bağlanmış bir "vahiy alıcı ve verici araç" haline
getirmek demektir. Böyle bir "ilahi kurgu ve rol" anlayışı ise;
Firavun'un küfrü, Ebıl Cehil'in şirki, münafıkların nifakı, ta­
ammüden adam öldüren katillerin kastı ve hatta müminlerin
imanı gibi bütün beşeri tasarrufları anlamsızlaştırır ve onları,
insanın sorumlu olmadığı "zorunlu" birer ilahi rol ve tasar­
rufa dönüştürür. Bu tür bir sonuç da başta selefiler olmak
üzere bütün Ehl-i sünnet'in reddedeceği, Kaderiyye ve Ceb­
riyye gibi mezhepleri haklı çıkartacak pek çok akait ve kelam
tartışmalarının doğmasına sebep olur. Öte yandan, Hz. Pey­
gamber'in bütün sünnetlerini ilahi vahyin dışında ve onun
beşeri kabiliyet ve kapasitesinin ürünü olarak saymak ise,
kendisine ilahi vahiy gönderen Yüce Allah'tan bağımsız bir
şekilde "şeriat" tebliğ ve tebyin eden "seküler" bir peygamber
anlayışını doğurur. Böyle bir peygamber de "resul/elçi" değil.
dinin yegane sahibi ve kurucusu yani "hakiki şart" olur.

VI. SELEFİN DİNİ OTORİTE OLARAK KABUL


EDİLMESİ: ALTIN NESİL ÖZLEMİ

İslam'dan önce Arap toplumunda okuma-yazma bilenlerin


sayısı oldukça az idi. Bu sebeple de kültür yazıyla değil sözlü

1 28 "Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer


kaba ve katı kalpli olsaydın. şüphesiz etrafından dağılır giderlerdL Onlan
aJ[et, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış. fakat karar verdin mi
Allah'a güven. Doğrusu Allah güvenenleri sever." (Al-i İmran 3 /159).
62 İslam Düşüncesinde Selefilik

anlatım yoluyla (şifahi, semai) nesilden nesile aktarılıyordu.


Hz. Peygamber özellikle Medine döneminde Müslümanların
okuma-yazma öğrenmeleri için çeşitli tedbirler almış ise de
toplumdaki şifahi kültür geleneği henüz devam etmektey­
di. Okuma-yazma bilen sınırlı sayıdaki sahabilerin Kur'an
vahyini yazıya geçirmeleri müstesna, genel olarak toplumda
hem Kur'an-ı Kerim hem de Hz. Peygamber'in söz ve tavsiye­
leri sözlü/şifahi bir şekilde yayılmaktaydı. Bu durum oku­
ma-yazma bilenlerin sayısının arttığı ve İslam toplumunun
sözlü kültürden yazılı kültüre geçmeye başladığı dönemlere
kadar devam etmiştir. Aslında, sözlü kültürden yazılı kültü­
re geçiş bir toplumun hayatında görülebilecek en büyük de­
ğişimlerden biridir. Bu kültürel değişim ve transformasyon
ilk İslam toplumunda uzun yıllar içerisinde ve yavaş yavaş
gerçekleşmiştir. Dolayısıyla söz konusu değişimin ne zaman
tamamlandığını belirli bir yıl veya tarihe bağlamak mümkün
değildir. Ancak Hz. Peygamber'in hadislerini şifahi/semai
usullerle toplayan Ahmed b. Hanbel (ö. 24 1 /855) , Buhari (ö.
256/870), Müslim (ö. 2 6 1 /875) ve Ebü Davüd (ö. 275/889)
gibi büyük hadis müelliflerinin yaşadıkları tarihler dikkate
alındığında, kurucu mezhep imamlarının ve ilk öğrencilerinin
yaşadıkları yani İslam düşüncesinde re'y ve eser ekollerinin
oluştuğu bir dönemde henüz sözlü rivayet geleneğinin devam
ettiği ve yazılı kültüre geçişin tamamlanmadığı görülür.

Öte yandan, Hulefa-yı raşidin döneminde başlayan fetihle­


re Emeviler ve ilk Abbasi halifeleri tarafından da devam edil­
miş ve böylece tabiün neslinin yoğun olarak yaşadığı dönem­
de (yaklaşık hicri 60- 1 50 / 680- 768) İslam ülkesinin sınırlan
Hicaz yarımadasından Filistin ve Şam'ı aşarak Anadolu içleri­
ne, Irak, İran, Kafkasya ve Maveraünnehir bölgesine, Mısır ve
Kuzey Afrika sahillerine kadar ulaşmıştı.

Ancak bu genişleme yeni birçok sorunu da beraberinde ge­


tirmişti. Öncelikle fetholunan bölgelerde yaşayan Fars, Türk,
Rum, Erıneni, Kıpti ve Berberi gibi pek çok ırka mensup in­
san Arap sokağını doldurmuştu. Aynca onlar Arap sokağına
gelirken dini, siyasi, ekonomik ve kültürel pek çok sorunla-
Selefiliğin Genel Karakteristiği 63

rıyla birlikte gelmişlerdi. Böylece, İslam toplumunda ortaya


çıkan yeni sorun ve ihtiyaçların hem sayısı hem de çeşitliliği
artmış ve derinleşmişti.

Diğer taraftan, çeşitli iç ihtilaflar, rekabetler ve siyasi is­


yanlar sebebiyle Müslümanlar arasında birtakım siyasi, aki­
devi ve içtihadi ayrılıklar baş göstermişti. Bütün bu hızlı de­
ğişim ve gelişmelerin ortaya çıkardığı sorunlar için Kur'an-ı
Kerim'den ve Hz. Peygamber'in sünneti ile ashabının görüş
ve uygulamalarından bire bir olarak çözüm bulmak bazen
güç olabiliyordu. İşte bu durumda, yeni sorunlar hakkında
hüküm verirken, Kur'an-ı Kerim nasları, Hz. Peygamber'in
sünneti ve ashabın görüş ve uygulamalarından rivayet edilen
eserler (asar, haberler) yanında, re'y ve diğer akıl yürütme
yollarından da yararlanılıp yararlanılamayacağı konusunda
büyük bir tartışma başladı. Bu tartışmada tabiıln alimleri iki
ana gruba ayrıldı: Daha önceden kendilerine Ehl-i Hicaz (Hi­
caziyyıln) adı verilen alimler dinin asar ve ahbardan (haber­
ler) ibaret olduğunu ve bu sebeple de zorunlu haller dışında
re'y ve akli istidlal yollarının kullanılmasının caiz olmadığını
savundular. Bu kimseler artık toplumda ve ilim dünyasında
Ehl-i hadis (Ehl-i eser) veya Ashabü'l-hadis adıyla anılmaya
başladı. Daha önceden kendilerine Ehl-i Irak (Irakıyyıln) adı
verilen ve çoğu Arap olmayan unsurlardan (mevali) meydana
gelen bir grup alim ise, şer'i hükümlerin çıkarılması sırasında
Kitap, sünnet ve sahabe görüş ve uygulamaları yanında, re'y
ve akıl yürütme yollarının da kullanılabileceğini ileri sürdü.
Bu kimseler ise artık toplumda Ehl-i re'y (Re'yciler) olarak
anılmaya başlandı.

İşte selefi düşünce sahipleri, sözlü kültürün hakim olduğu


bir toplumsal yapıda yetişip bütün sorunlarını daha önceki
nesillerin görüş ve tavsiyeleri doğrultusunda çözmeye alışmış
olan Ehl-i esere mensup kimselerdir. Çünkü onlara göre "din"
demek "eser" (rivayet/nakil) , "bilgi" (ilim) demek "hadis" ve
"haber" demektir. Bütün bu nakil ve taşıma işlemini ise, İs­
lam'ın ilk ve "altın" nesilleri olan sahabe ve tabiıln yapmıştır.
Onlara bu hizmetleri sebebiyle İslam ilim ve kültür tarihinde
64 İslam Düşüncesinde Selefilik

"selef-i salihin" (geçmiş salih insanlar, altın nesil) adı verilmiş


ve her meselede öncelikle onların görüş ve uygulamalarının
dikkate alınması anlayışı benimsenmiştir.

Hz. Peygamber'in sünnetinin, ashap ve tabiilerin görüş ve


uygulamalarının İslam düşünce ve medeniyetinin oluşmasına
en büyük katkıda bulunan unsurlar oldukları inkar edilemez
bir gerçektir. Ancak söz konusu sünnetin büyük bir kısmının
Hz. Peygamber'in beşeri yön ve içtihatlarından oluştuğu ve
bu sebeple tarihsel unsurlar taşıdığı. selef-i salihinin görüş
ve uygulamalarının ise hemen hemen tamamıyla beşeri bir
tefekkürün mahsulü olduğu hususları da aynı derecede inkar
edilemez bir gerçektir. Beşeri tefekkür mahsulü olan bu görüş
ve tavsiyeler, zaman ve mekanın, imkan ve ihtiyaçların değiş­
mesiyle birtakım değişikliklere ve farklılaşmalara uğrar. İşte
Ehl-i hadis ve selefi düşünce mensupları, tabiiler döneminde
İslam toplumunun Hz. Peygamber'den beri en büyük değişim
ve dönüşümü yaşadığını fark edememiş ve zamanın bidüziye
teki-ar ettiğini zannetmişlerdir. Onlar sahabe ve tabiün dö­
neminin şartlarını, imkan ve ihtiyaçlarını, organik ve yapısal
formlarını bir paket halinde dondurarak "İslam dini" ile özdeş
hale getirmeye ve evrenselleştirmeye çalışmışlardır. 129 Halbu­
ki geçmişte yaşanan her somut olayın arkasında, kendisine
mahsus antropolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve kül­
türel vb. bazı sebep ve etkenler vardır ve bu açıdan yaşanan
her somut olay (vaka) "biricik"tir ve dolayısıyla onun çözümü
de kendine mahsus yani "biricik"tir. Hayat bir ırmak gibidir;
sürekli akar, ancak akan her su damlası yeni ve "biricik"tir ve
bu suda aynı anda sadece bir defa yıkanılabilir.

İşte zamanın değişimi gerçeğini ıskalayan Ehl-i hadis ve


selefi düşünce mensupları, zamanı durdurabilmek veya hiç
olmazsa onun çarklarının kendi görüşleri etrafında dönmesini
sağlayabilmek için eskiden beri çok iyi bildikleri nakil ve eser
müdafaası yapmaya ve önceki altın nesillere (selef-i salihin)
serenatlarda bulunmaya başlamışlar; söz konusu nesillere ve

1 29 Mehmet Zeki İşcan. Selefilik: İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, İstan­


bul 2009, Kitap Yaymevi, s. 66-67.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 65

onlardan rivayet edilen haberlere (asar) karşı gösterilen say­


gıyı ahlaki bir tavır olmaktan çıkararak metodolojik bir ilke
haline getirmişlerdir. Mesela, tabiün fakih ve hadisçilerinden
Mesrük b. Ecda'nın (ö. 63/683) "Kıyas ve re'yden sakınınız.
Çünkü re'y zelil eder. " , 1 30 Şa'bi'nin (ö. 104/722) "Ancak asan
terk ettiğiniz ve kıyası aldığınız zaman helak olursunuz. " , 1 3 1
İbn Sirin'in (ö. 1 10/729) "Esere dayandığımız müddetçe doğ­
ru yoldan sapmayız. " 1 32 ve hadis hafızı Yezid b. Zürey'in (ö.
182/798) "Re'y ashabı sünnetin düşmanlandır."ı33 sözleri,
"eser-re'y" ve "doğru yol-sapık yol" karşıtlıklanna dayanan
metodolojik hatta ideolojik aynşmayı açıkça ortaya koymak­
tadır. Bazı Ehl-i hadis mensuplan bu son cümleyi, önceden
yaptığı öngörü ve ileri sürdüğü görüşleri vahiy tarafından
dahi desteklenmişı34 olan Hz. Ömer gibi bir re'y üstadına nis­
pet ederek, onun "Re'y sahipleri sünnetin düşmanlandır. Şa­
yet din re'yle olsaydı, mestin altı meshedilmek için üstünden
daha layık olurdu." ı35 dediğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-i eser'e
mensup fakihlerden Evzfü (ö. 157 /774) de "İnsanlar seni dış­
lasa, yadırgasa ve reddetse bile sen seleften gelen rivayetlere
sanı. İnsanlar süslü püslü gösterseler bile kişilerin re'yleıin­
den sakın. Böyle yaparsan, şüphesiz sonuçta iş açığa çıkar ve
sırat-ı müstakim üzere olduğunu görürsün." ı35 diyerek sele­
fin eserlerine (asar) sanlmak gerektiğini ifade etmiştir. Süfyan

1 30 Hatib el-Bağdadi. el-Fakih ve'l-mütefakkih, 1, 459.


131 Hatib el-Bağdadi, el-Fakih ve"l-mütefakkih. I. 462.
132 Dfuimi. Reddü"l-İmiim ed-Ddrimi Osmiin b. Said a1d Bişr el-Mensi, s. 145.
1 33 Hatib el-Bağdadi. Şereju Ashfıbi'l-hadis (nşr. M. Said Hatipoğlu), Ankara
1 99 1 , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, s. 7.
1 34 Hz. Ömer'in vahiy tarafından onaylanmış bulunan öngörü ve görüşleri­
ne "Muvafakatü Ömer" adı verilir. Onun bu tür öngörüleri hk. bk. Zeliha
Bengü Özarslan. Beşeri İdrak İle Vahyin Buluşma Noktası "Muvafakat" Fe­
nomeni [yayımlanmamış yüksek lisans tezi) . Adana 2006, Çukurova Üni­
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 8-26: Selim Ank. "Keramet ve Firaset
Bağlamında Muvafakat-ı Ömer (r.a.)", Diyanet İlmi Dergi, 2005, c. XLI, sy.
4. s. 1 1 5- 1 28: Gökhan Atmaca, "Nüzfıl Sürecinde Bir Muhatab Olarak Hz.
Ömer ve Muvafakatlan", Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2010, sy. 2 1 , s. 43-67; Mustafa Fayda. "Ömer", DİA XXXN, 46.
135 Hatib el-Bağdadi, el-Fakih ve'l-mütefakkih, !, 455. Hz. Ömer'e nispet edi­
len benzer bazı cümleler için bk. age. , !, 453. 454.
136 Hatib el-Bağdadi, Şereju Ashdbi'l-hadis, s. 7: Zehebi, Tezkiretü'l-hujfdz. !,
180.
66 İslam Düşüncesinde Selefilik

es-Sevri (ö. 16 1/778) ise, "Din ancak asardan ibarettir, re'yle


değildir." 1 37 diyerek dinin anlaşılması ve yaşanmasının ancak
rivayetlerle mümkün olabileceğini ileri sürmüştür. İmam Ma­
lik b. Enes (ö. 179/795) de "Resulüllah ve ondan sonra gelen
yöneticiler (vülatü'l-emr) sünnet koymuştur. Onlara uymak;
Allah'ın kitabını tasdik etmek, Allah'a itaati tamamlamak ve
Allah'ın dini üzere kuvvetli olmaktır. Kim bu sünnetlerle amel
ederse hidayete erer; işlerini bu sünnetlerden yola çıkarak ya­
parsa başarıya ulaşır. Kim de bunlara muhalefet ederse, mü­
minlerin yolundan başka bir yola uymuş olur. " demiştir.138

Buna göre, sahabe ve tabiün nesli vahyin anlam ve açıkla­


masını en iyi bilenlerdir. Dolayısıyla, ilim (haber, eser) onlar­
dan alınır; onlardan gelen haberlerle Allah'ın helali helal, hara­
mı haram kılınır. Selefın bıraktığı mirastan yüz çeviren kimse
kendi hevasını din edinmiş ve Allah'ın kitabını O'nun kastettiği
mananın hilafına kendi re'yi ile tevil etmiş olur. Eseri (nakli/
haberi) kabul etmeyen kimse, "müminlerin yolu"ndan başka
bir yola girmeyi arzulayan kişidir. Halbuki Allah, "Doğru yol
kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'den ayrılıp
müminlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne
döndürür ve onu cehenneme sokarız. "139 buyurmaktadır. 140

Böylece Ehl-i hadise göre "asar", yeni ortaya çıkanlar


(muhdesat) karşısında doğru yol ve değişmeyen gerçekliği;
re'y ise değişkenlik ve sapıklığı temsil eder. Dolayısıyla eser
üzere olmak, istikamet üzere olmak demektir. Yeni olan (bi­
dat) bir şey ortaya çıktığı zaman yapılacak iş, ilk duruma sa­
rılmaktır. Çünkü "iş, ancak önceki iştir (ma'l-emru ille'l-em­
ru'l-evvel) ; şayet bize (abdestte veya gusulde) sadece tırnağın
yıkanacağı haberi ulaşsaydı, onu aşmazdık." 141

1 37 Hatib el-Bağdadi. Şerefa AshdbCl-hadis, s. 6.


138 Hatib el-Bağdadi, Şerefe Ashdbi'l·hadis, 7; a.mlf., el-Fakih ve'l-mütefak-
küı, 1, 435-436.
139 en-Nisa 4/ 1 1 5 .
1 4 0 Dfuimi, er-Red ale'l-Cehmiyye, s. 55-58.
1 4 1 Dartmi. Reddü'l-İmfım ed-Ddri.mi Osman b. Said, s. 145; Mehmet Zeki İş­
can, "Selefiliğin Temel Esaslan ve Sosyo-Politik Arka Plan", Tarihte ve
Günümüzde Selefilik, Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı, 08-1 O Kasun
20 1 3, Topkapı Eresin Hotel. İstanbul 2014. s. 96.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 67

Başta Ehl-i hadis ve Hanbeliler olmak üzere bütün selefi


düşünce mensupları, rivayet ve asara dayalı din anlayışlarının
sonucu olarak selef-i sfilihinin görüş ve uygulamalarını şer'i
deliller hiyerarşisinde naslardan (Kitap ve sünnet) sonra ikinci
sıraya koymuşlardır. Aslında, bu anlayışa hemen hemen bü­
tün Ehl-i sünnet mezhepleri belirli oranlarda sahip bulunmak­
tadır. Mesela, Hanefiler İslam hukukunun kaynakları olarak
Kitap ve sünnetten sonra sahabe görüş ve uygulamalarını esas
almış142, Mfilikiler Medinelilerin uygulama ve amelini (amel-i
ehl-i Medine) 143 ilke olarak benimsemişlerdir. Ancak İslami
grup ve mezhepler içerisinde ilk nesillerin görüşlerini kendi
dini anlayışlarının merkezine koyan ve bu konudaki ısrar ve
vurgularıyla temayüz edenler ise daha çok Ehl-i hadis, Hanbeli
ve Zfilıiriler gibi selefi düşünce mensupları olmuştur.

Bu görüş sahipleri İslam'ı doğru anlayıp yaşayabilmek için


selef-i salihin gibi anlamak ve yaşamak gerektiğini, bu se­
beple de onların görüş ve uygulamalarının dinin vazgeçilmez
kaynakları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mesela, Ahmed b .
Hanbel için "din" demek:

Allah'ın kitabı, asar, sünen ve Allah'ın Resulü, sahabileri, tabiün,


tebe-i tabiin, onlardan sonra da örnek olarak alınan, sünneti ka­
bul eden, asan koruyan, sapıklığı tanımayan ve hata veya ayrıl­
makla (i'tizal) suçlanmayan kabul edilmiş imamlar ile güvenilir
şahıslardan gelen sağlam rivayetlerdir. Onlar, kıyas ve re'yi sa­
vunan kimseler değildir; çünkü kıyas dinde değersizdir ve re'y
de (kıysasın) aynıdır ve (onun gibi) kötüdür. Dinde re'y ve kıyas
taraftarlan, güvenilir selef imamlanndan herhangi bir eser bu­
lunması dışında, sapıktır ve dalalettedir.144

1 42 Sahabe mezhebi hakkında klasik fıkıh usulü kitaplarındaki "sahabi kav­


li" veya "sahabi mezhebi" ile ilgili bölümler yanında aynca bk. Ebü Said
Selahaddin Halil b. Keykeldi el-Alili, İcmiılü'l-isı'ibe fi akvdli's-sahiibe
(thk. M. Süleyman Eşkar) , Kuveyt 1987; Şa'ban Muhammed İsmail, Kav­
lü's-sahdbi ve eseruhüfi'l:fıkhi'l-İsldmi, yy., 1988, Darü's-Selam; Ali Tok­
san. "Hadis İlmi Açısından Sahabi Kavli ve Değeri", Erciyes Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, s. 339-357.
143 Medinelilerin uygulama ve ameli hk. bk. İbrahim Kafi Dönmez, "Amel-i
ehl-i Medine", DİA, III, 2 1 -25.
1 44 W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi
Fığlalı). Ankara 1 98 1 , Umran Yayınlan. s. 366.
68 İslam Düşüncesinde Selefilik

İbn Teymiyye'nin şu sözü ise, geçmiş nesillerin dini oto­


ritesi hakkında selefılerin tipik yaklaşımını ortaya koyan en
somut örneklerden biridir: "Sonrakilerin öncekilerden ayrı
olarak ortaya koydukları ve daha önce hiçbir kimsenin söy­
lemediği her söz hatadır. Nitekim Ahmed b. Hanbel, 'Senin
için bir imamın olmadığı bir meselede konuşmaktan sakın'
demiştir. " 1 45

Selefi düşüncenin temsilcileri olan Hanbeliler fıkıh usu­


lünde kaynaklar nazariyesini, daha önce de belirttiğimiz gibi ,
naslar (Kitap v e sünnet) ile sahabe görüş ve uygulamaları
üzerine kurmuşlardır. Ahmed'e, "Sahabi:ler bir konuda icma
ettikleri zaman onların görüşlerinden çıkma hususunda ne
dersin?" diye sorulduğu zaman, o, "Bu çirkin bir sözdür, Ehl-i
bidatin sözüdür; sahabe ihtilaf ettiği zaman da onların görüş­
lerinden çıkılmaz. " demiştir. 146

Ahmed b. Hanbel'in icma ile ilgili sözlerini yorumlayan İbn


Teymiyye onun sahabe, tabiün ve etbau't-tabii:n icmasını ka­
bul ettiğini, ancak daha sonraki asırlarda meydana geldiği
ileri sürülen icmaların delil olacağına dair sözlerinde herhan­
gi bir işaret bulunmadığını söylemiştir. İbn Teymiyye "Kitap,
sünnet; Ömer b. el-Hattab, Abdullah b. Mes'üd (ö. 32/652)
ve diğer sahabilerin kelamı hakkındaki icmaya itimat ederiz.
Çünkü bu sahabilerden her biri, 'Ben Allah'ın kitabında olan­
la hüküm veririm; orada yoksa Allah'ın rasulünün sünnetiy­
le, orda da yoksa salih insanların üzerinde icma ettikleri şey­
lerle hükmederim' demişlerdir." diye açıklamıştır. 147

Aynı şekilde, Merrüzi'den gelen bir rivayette, İmam Ah­


med bilgiyi ararken, "Resülullah'tan gelen şeylere bakılır;
onlar içerisinde yoksa ashabından gelenlere bakılır; onlarda
da yoksa tabiündan gelenlere bakılır. " demiş, Ebu Davüd'dan
gelen başka bir rivayette ise ittibfun, "Nebiden ve ashabından

1 45 İbn Teymiyye, Mecmüu Fetdvd (thk. Abdurrahman b. Muhammed b. Kil­


sım) , Beyrut 1398, Dfuü'l-Arabiyye. XXI, 29 1 .
1 46 Abdullah b . Ahmed b . Hanbel. Mesdilü'!·İmdm Ahmed. s . 438-439; Ebu
Ya'la el-Ferra, el-Udde. IV. 1 059-60.
147 İbn Teymiyye, el-Müsevvede, s. 283-84.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 69

gelenlere uymak olduğunu" belirterek bundan sonra gelen


tabiiler hakkında ise muhayyer olunduğunu söylemiştir. 148

Daha önce de geçtiği üzere, İbn Kayyim el-Cevziyye, Ah­


med b . Hanbel'in fetva usulünde birinci sırada Kitap ve sün­
net naslarını sayarken, ikinci sırada sahabenin fetvasını
zikretmiştir. Buna göre Ahmed, sahabeden birinin muhalifi
bilinmeyen bir fetvasını bulduğu zaman onu alır ve başka bir
delile müracaat etmezdi. Ahmed, sahabeden bu tür bir fet­
va bulduğu zaman, ne amel ne re'y ne de kıyası ona takdim
ederdi. 149

Bütün bunlar Ahmed b. Hanbel'in selefin görüşlerine olan


bağlılığını göstermektedir. O, hayatı boyunca, hakkında se­
leften eser (nakil, görüş) bulunmayan bir meselede fetva ver­
meyi hoş karşılamamış ve insanları bundan şiddetle men et­
miştir. 1 50

İbn Kayyim el-Cevziyye'ye göre de sahabiler ümmetin en


fakihi, en alimi ve dini ahkamın maksat ve hikmetlerini en
iyi bilen kişilerdir. Sahabenin bilgileriyle sonrakilerin bilgileri
arasındaki fark, bunlarla onlann faziletleri arasındaki fark gi­
bidir. 1 5 1 İbn Kayyim'e göre, "sahabe ve tabiünun rehberliğin­
den daha mükemmeli yoktur. " 152

İslam'ın ilk üç neslini dini otorite olarak kabul eden selefi


düşünce mensupları, daha sonraki asırlarda ortaya çıkan bü­
tün fikri gelişme ve katkılan ise, İslam dininin asli muhtevası­
na dahil olmayan bidatler ve yeni türemeler şeklinde değerlen­
dirmişlerdir. O zaman da selefilerin en önemli vazifesi, dinin
aslını ve safiyetini konımak ve ortaya çıkan her türlü yenilikle­
re (bidat) karşı sonuna kadar mücadele etmek olmuştur. Hatta
tarihçi İbn Sa'd'ın (ö. 230/845) rivayet ettiği, Emevi Halifesi
Ömer b. Abdülaziz'den (ö. 10 1 /720) intikal eden bir kitapta

148 Ebıl Ya'lii el-Ferrii. el-Udde, IV. 1 090.


1 49 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin, I. 30-3 1 .
1 50 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin. 1 . 32.
151 İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'ldmü'l-muvakkıin, I. 1 75.
1 52 İbn Kayyim el-Cevziyye. İ'ldmü'l-muvakkıin, IV, 1 95; H. Yunus Apaydın,
"İbn Kayyim el-Cevzlyye", DİA, XX. 1 1 5.
70 İslam Düşüncesinde Selefilik

(emirname) belirtildiği üzere, "sünneti diriltmek" (ihyaü sünne)


veya "bidati söndürmek" (itfaü bid'a) 1 53 devletin resmi bir göre­
vi haline gelmiştir. Bidatlerle mücadele çerçevesinde, Ahmed
b. Cafer Ebü'l-Abbas el-Istahri'nin naklettiğine göre, Ahmed b.
Hanbel Ashabü'r-re'y hakkında şöyle demiştir:

Bunlar bidatçidirler: sapıktırlar; sünnete ve esere düşmandırlar; ha­


disleri iptal ederler ve Resulüllah'a (s.a.) karşı çıkarlar; Ebfı Hanife'yi
ve onun gibi düşünenleri imam edinirler. onların dinirıi din edinir­
ler. Rasulüllah'ın ve ashabının sözlerini bırakıp da bu görüşe sap­
lanankinden daha açık sapıklık ne olabilir? . . . Bu görüşlerden birini
benimseyen yahut doğrulayan veya ondan memnun olan ya da onu
seven kimse sünnete ters düşmüş. cemaatten ayrılmış, eseri terk
ederek ona aykırı beyanda bulunmuş ve bidate düşmüştür. 154

Ahmed b . Hanbel böyle dedikten sonra, onun militan ta­


kipçilerinden Ebu Muhammed Hasan b. Ali el-Berbehari (ö.
329/94 1) doğal olarak üstadından geri kalmaz ve şöyle der:

Sorup düşünmeden herhangi bir konuya dalma. Sahabeden ya­


hut ulemadan herhangi biri o konuda bir şeyler söylemiş mi?
Eğer, onlardan nakledilen herhangi bir esere rastlarsan ona san!
ve onu çiğneme; ona hiçbir şeyi tercih etme, aksi halde ateşi boy­
larsın . . . Sünnette kıyasa yer yoktur. Ona misaller de getirme. O
konuda arzulara uyma. Mahiyetine girilmeden ve yorum da ya­
pılmadan sadece Resulüllah'ın asan tasdik edilir. 'Niye? Nasıl?'
diye sorular sorulmaz. Kelam. tartışma, münakaşa gibi şeyler
muhdestir. Sahibi hakka ve sünnete isabet etse bile, bu muhdes
şeyler kalbe şüphe verir. . . Bir adamın asara dil uzattığını, anla­
n kabul etmediğini yahut onlardan herhangi birini inkar ettiğini
görürsen, onun Müslümanlığından şüphe et. Çünkü o kötü sözlü
ve kötü görüşlü birisidir; Resulüllah'a ve ashabına dil uzatmak­
tadır. Biz Allah'ı da, Peygamber'i de. Kur'an'ı da, hayn ve şerri de,
dünyayı ve ahireti de hepsini asar ile öğrendik. Kur'an'ın sünnete
olan ihtiyacı, sünnetin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazladır . . .
Resulüllah'ın bir tek hadisini reddeden kimse. eserin tamamını
reddetmiştir. O , Azim olan Allah'ı inkar etmiştir. Asara sanl ve

1 53 İbn Sa'd, et-Tabakô.tü'l-kübrô., Beyrut ts., Danı Sadır, V. 342.


1 54 İbn Ebü Ya'la, Tabakdtü'l-Handbile, 1, 35; M. Emin Özafşar, "Kültür Tari­
himizde Rey-Eser Çatışması", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der­
gisi, Ankara 2000, c. XLI. s. 247-248.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 71

Ehl-i asar ile ol. Onlara sor, onlarla otur ve onlardan iktibas et . . .
Bir adamın asara ta'n ettiğini yahut reddettiğini veya asardan
başka bir şey istediğini işitirsen, onun Müslümanlığından şüphe
et. Hiç kuşku yok ki, o heva sahibi bir bidatçidir. . . Asara, ehl-i
asar'a ve taklide sarıl. Çünkü din, Hz. Peygamber'i ve ashabını
taklitten ibarettir. ı55

Hz. Peygamber'in tedris halkasında yetişmiş olan İslam'ın


ilk nesilleri, henüz sözlü kültürden yazılı kültüre geçilmeyen
bir dönemde, Hz. Peygamber'den öğrendiklerini büyük bir
samimiyet ve özveriyle kendilerinden sonraki nesillere aktar­
mışlardır. Onlar bu çalışmalarıyla bütün İslam tarihi boyun­
ca hem en büyük saygıyı hak etmiş hem de İslam düşünce
ve medeniyetinde silinmez izler bırakmışlardır. Ancak onla­
rın bu saygıdeğer görüş ve tavsiyelerini "değişmez" veya "terk
edilemez" birer kutsal nassa dönüştürmek hem dinin episte­
molojisini oluşturan "haber-i sadık" ilkesini zedeleyen hem
de zamanın değişim gerçeğine aykırı olan bir yaklaşımdır. Bu
itibarla, İslam'ın ilk nesillerinin yaşadığı döneme öykünen ve
onların görüş ve uygulamalarını bir savunma ve dayanışma
platformuna dönüştüren selefiler geçmişi muhafaza ederken
"dün"ü dün olarak görememiş, onu "şimdi" ve "geleceğin" de
mutlak belirleyicisi haline getirmişlerdir. 1 56 Böylece "geçmiş",
şimdi ve geleceği esir almış ve selefilik koyu bir muhafazakar­
lık ve katı bir gelenekselciliğe dönüşmüştür. Halbuki "atala­
rın ocağına sadık kalmak demek, onların küllerini muhafaza
etmek değil, aksine alevini taşıyıp aktarmak demektir. "157 Ta­
rihin belirli bir anında bir halkın somut sorunlarına cevap
vermek için inmiş olan "her ayetin, bizi kendisinden hare­
ketle, günümüzün canlı sorunlarına canlı bir cevap bulmaya
çağıran ebedi sorgulama değeri"158 bulunmaktadır.

1 55 İbn Ebi Ya'la, Tabakô.tü'l-Handbile. il, 1 5-39; M. Emin Özafşar, "Kültür


Taıihimizde Rey-Eser Çatışması", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Ankara 2000, c. XLI, s. 250-25 1 .
1 56 Mehmet Zeki İşcan, Selefilik: İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, s . 74-
75.
1 57 Roger Garaudy, İslfun ve İnsanlığın Geleceği (trc. Cemal Aydın) , İstanbul
1995, III. Baskı. Pınar Yayınları, s. 1 66.
1 58 Roger Garaudy, İsldm ve İnsanlığın Geleceği, s. 204.
72 İslam Düşüncesinde Selefilik

Sonuç olarak, tarihte şayet İslam düşüncesi kendisini ge­


liştirememiş, tekrara düşmüş ve yüzünü geriye dönmüş ise,
bunun en önemli sebeplerinden biri, erken sayılabilecek bir
dönemden itibaren "selefilik" denen "tutuculuk" hastalığı ile
malul olmuş olmasıdır. 1 59

VII. HİLAFETİN KUREYŞILİGİ: ARAP


MİLLİYETÇİLİGİNİN İLHAM KAYNAGI
Başta Hanbeli mezhebi mensupları olmak üzere hemen
hemen selefi düşünceyi benimseyen bütün grupların İslam
tarihinde az veya çok siyasi rol ve etkinlikleri olmuştur. Çün­
kü selefi zihniyet, önceden mevcut olan dini anlayışı, dolayı­
sıyla da bu anlayışı besleyen siyasi ve sosyal yapıyı koruma
anlamına gelir ve bu sebeple de her selefi, mevcut yapının
kutsal bir muhafızı olarak siyasal yelpazedeki yerini alır. Ni­
tekim tabiiler döneminde meydana gelen Ehl-i re'y ve Ehl-i
eser ayrışmasında, Arap orijinli kimselerin daha çok Ehl-i
eser veya Ashab-ı hadis 160 içerisinde ; Arap orijinli olmayan ve

1 59 Selefilik hakkında benzer değerlendirmeler için bk. İlhami Güler, "Sağ­


cılık Olarak Sünnilik", Tezkire: Düşünce, Siyaset, Sosyal Bilim Dergis�
2000. c. IX. sy. 1 7, s. 90- 1 00; Sönmez Kutlu, "İslam Düşüncesinde Ta­
rihsel Din Söylemleri Olgusu", İsldmiydt. Ankara 200 1 . c. iV, sy. 4, s.
1 5-36; Mustafa Acar, "Radikal Selefi Zihniyete Bir Reddiye", Muhafazakar
Düşünce, Güz 2005, Yıl 2, sy. 6, s. 1 63- 1 96; Fethi Kerim Kazanç. "Se­
lefiyye'nin Nass ve Metot Ekseninde Din Anlayışı ve Sonuçlan", Kelam
Araştırmaları, 8/ 1 (20 10), s. 93- 1 2 1 : Mehmet Zeki İşcan, "Selefiliğin Şiilik
Değerlendirmeleri Bağlamında Nefret ve Şiddet Söylemi", e-Makdldt Mez­
hep Araştınnaları, VI/2 (Güz 20 1 3) , s. 1 5 1 - 1 72, s. 1 56; a.mlf. , "Selefiliğin
Temel Esaslan ve Sosyo-Politik Arka Plan", s. 9 1 - 1 10: Ahmet Akbulut.
"Selefiliğin Teolojik ve Düşünsel Temelleri'', Tarihte ve Günümüzde Selefi­
lik, s. 1 1 3- 1 33:
1 60 Bir kimsenin hadis ravisi olması başka. ehl-i eser veya ashab-ı hadis
olması ise başka bir husustur. Buna rağmen hadis ravileri arasında Arap
asıllı olanlar ile mevaliye mensup olanlann sayılan çeşitli araştırmala­
ra konu olmuştur. Mevalinin hadis rivayetindeki yeri üzerine çalışmalar
yapan Mustafa Öztürk, İbn Sa'd'ın (ö. 230/844) et-Tabakdtü'l-kübrd'sını
esas alarak -vefatı 200 (8 1 5) yılını aşmamış- sahabe sonrası nesiller için
yaptığı araştırmada Arap muhaddislerin sayısının 1 29. meva!inin ise 1 20
kişi olduğunu tespit etmiştir. Aynı yazar, Zehebi'nin Tezkiretü'l-hulfdz'ın­
da ise Araplar lehine bir artışın söz konusu olduğunu söylemektedir.
Tezkire'de tabakat esasına göre yer alan ve aynı zamanda vefatı 200'ü
Selefiliğin Genel Karakteristiği 73

hatta bu sebeple de küçümsenerek 161 "Mevali" 162 adı verilen


kimselerin ise daha çok Ehl-i re'y içerisinde 163 hatta onların
ileri gelenleri arasında yer aldıklan görülmektedir. 164

aşmamış olan kişilerin sayısı toplam 3 1 6'dır. Bunlardan 23 kişi sahabe­


den olup aralarında mevaliden bir kişi (Abdullah b. Selam) bulunmak­
tadır. Kalan ve tabiilerden meydana gelen 293 kişiden ise 1 28'i mevali,
1 56'sı Arap kökenli, ikisi de mevla kaydı getirilmeksizin Ebnavi (Farisi)
olarak tanıtılmıştır. Yedi kişinin ise Arap ya da mevla olmaları hususun­
da karar verilememiştir. Öte yandan. 1 3.000'e yakın ravinin biyografisini
içeren Buhari'nin et-Tc'ırihu'l-kebir'indeki 1 1 58 kişi bizzat mevla şeklinde
tanıtılmaktadır. Yine 8826 ravinin biyografisini ihtiva eden İbn Hacer'in
Tehzibü't-Tehzib'indeki ölüm tarihi belirtilip de vefatı hicri 200'ü aşma­
yan mevfili ravi sayısı 285'tir. Vefat tarihleri kaydedilmeyen mevali raviler
ise 74 1 kişiden meydana gelmektedir. Aynca hicri 200'den sonra vefat
eden mevalinin adedi 245'tir. Tehzibü't-Tehzib'deki toplam mevfili sayısı
ise 1 2 7 1 kadardır. Bu rakamlara göre, sahabe döneminde hadis ilminde
önde gelen kimselerin hemen tamamı Arap kökenlidir. Ancak gerek tabiin
devrinde gerekse daha sonra gelen il. Asrın sonuna kadarki dönemde
mevalinin sayısında büyük bir artış görülmektedir. Ne var ki. söz konusu
devirlerde de yine Arap kökenli raviler sayısal olarak mevali ravilerden
daha çoktur. Bk. Mustafa Öztürk, "Mevali Raviler ve Geçmiş Kültürlerin
Hadislere Etkisi: Hicri İlk İki Asır", Hadis Tetkikleri Dergisi, 2006. c. iV,
sy. 1 . s. 1 7- 1 9. Bu konuda aynca bk. Mustafa Öztürk, Mevc'ılfnin Hadis
Rivc'ıyetindeki Yeri (yayımlanmamış doktora tezi). İstanbul 2002, Marma­
ra Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
161 Mesela. Sudan asıllı mevali Said b. Cübeyr (ö. 95/ 7 1 4) Küfe kadılığına ta­
yin olduğu zaman, bazı kişiler kadılığın Araplara özgü bir meslek olduğu­
nu düşünerek bu atamaya karşı çıkmışlardır. Bk. Ebü'l-Abbas Muham­
med b. Yezid el-Müberred, el-Kc'ımil fı'l-luga ve'l-edeb (nşr. Muhammed
Ahmed ed-Dali), Beyrut 1 993. il, 622.
1 62 İslam'ın ilk dönemlerinde mevalinin konumu. sosyal. siyasal ve kültürel
hayattaki yeri hk. bk. Adnan Demircan, İslam Tarihinin İlk Döneminde
Arap-Mevcili İlişkisi, İstanbul 1 996; Mahmud Mikdad. el-Mevc'ılf ve nizc'ı­
mü'l-velc'ı mine'l-Cc'ıhiliyye ilci evc'ıhiri'l-asri'l-Emevi. Dımaşk 1 408/ 1 988;
İsmail Hakkı Atçeken. "Ömer B. Abdülaziz Dönemi Sonrası Emevi İdare­
cilerinin Mevali Politikaları". Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Konya 2002. sy. 1 3 . s. 69-88.
1 63 Süfyan b. Uyeyne'den gelen bir rivayette re'yi ihdas edenlerin Medine'de
Rebia, Basra'da Osman el-Betti (ö. 1 43/760). Kufe'de Ebü Hanife adında
üç köle çocuğu olduğu söylenmiştir. Bk. Esat Kılıçer. "Ehl-i re'y" . DİA, X,
523.
1 64 Mevaliye mensup bilginler özellikle fıkıh ilminin gelişmesine önemli kat­
kılarda bulunmuşlardır. Bu konuda Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in (ö.
1 82/798) şöyle dediği nakledilmiştir: "Abadile öldüğünde -İbn Abbas (ö.
68/687), İbnü'z-Zübeyr (ö. 73/692), İbn Ömer (ö. 73/692) ve Abdullah
b. Amr (ö. 65/684)- bütün beldelerde fıkıh bilgisi mevaliye intikal etti.
Mekke'nin fakihi Ata (ö. 1 14/732). Yemen'inki Tavus (ö. 1 06/724), Yema­
me'ninki Yahya b. Ebi Kesir (ö. 1 29/747). Basra'nınki Hasan-ı Basri. Kü­
fe'ninki İbrahim en-Nehai (ö. 96/ 7 1 5) . Suriye'ninki Mekhül (ö. 1 1 2/730).
74 İslam Düşüncesinde Selefilik

Öte yandan, Ahmed b. Hanbel'in hilafet hakkındaki bazı


görüşleri ile onun Haricilik ve Şiiliğe karşı olması, selefi dü­
şünce mensuplarını sürekli olarak siyasi tartışmaların önem­
li aktörleri arasına sokmuştur.

Muhammed Ebıl Zehre gibi bazı çağdaş alimler, Ahmed b.


Hanbel'in hilafetin Arap hanedanından birine veya herhangi
bir Arap kabilesine mahsus olduğunu tasrih etmediğini ileri
sürerkenı65 , Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ca'fer el-İstahri, Ahmed
b . Hanbel'in akide ile ilgili görüşlerine dair rivayetinde, onun
"İmamlar Kureyş'tendir." şeklinde özetlenebilecek bakış açısı­
nı benimsediğini ve insanlardan iki kişi kalıncaya kadar hila­
fetin Kureyş kabilesinin hakkı olduğunu ve diğer insanların
bu konuda onlarla çekişmeye ve onlar aleyhine isyan etmeye
haklarının bulunmadığını ve kıyamete kadar onlardan baş­
kası için hilafet hakkının kabul edilmeyeceğini savunduğunu
açıkça belirtmiştir. ı 66

Müslümanlar arasında erken dönemlerde ortaya çıkan


"Arap olan" ve "Arap olmayan" (mevali) ayınını ile Ahmed b.
Hanbel ve taraftarlarının hilafetin Kureyşiliğine dair görüşle­
rinin İslam tarihinde Arap milliyetçiliğinin ilk ilham kaynak­
lan oldukları söylenebilir.

Horasan"ınki Ata el-Horasani'dir (ö. 1 35/752). Tek istisna ise Medine"dir.


Allah Teala bu şehre Kureyş kabilesinden meşhur fakih Said b. Müsey­
yeb (ö. 94/ 7 1 3) isimli bir zatı nasip etmiştir. " Bk. Ebu İshak eş-Şirazi.
Tabakdtü"l-fukahii. nşr. İhsan Abbas. Beyrut 1 40 1 / 1 98 1 . s. 58. Ne var
ki, Kufe'nin imamı olan İbrahim en-Nehai'nin Arap asıllı olduğu isim sil­
silesinden anlaşılmaktadır. Bk. İbn Sa"d, et-Tabakdtü'l-kübrd, VI, 270;
Zehebi, Siyerü a'liimi'n-nübeld, V/520. Aynca, meviilinin İslam hukuk
mezheplerinin gelişmesindeki rolleri için bk. Harald Motzki, "The Role
of Non-Arab Converts in the Development of Early Islamic Law" . Islamic
Law and Society, Leiden 1 999, 6 (3). s. 293-3 1 7. Yine, mevaliye mensup
bazı bilginlerin çeşitli kelam mezheplerin oluşumundaki ve Kur'an tefsir­
lerinin yazımındaki rolleri için bk. Osman Aydınlı, "Mezheplerin Oluşum
Sürecinde Mevali'nin Rolü", Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi
Dergisi, c. Il, sy. 3, s. 1 -26; Nur Ahmet Kurban, "Meviili Müfessirlerin
Kur'an Tefsirinin Oluşumuna Katkılan ve Onlara Yöneltilen Eleştiriler" ,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergis� 2 0 1 1 , c. IV, sy. 1 6, s. 259-273.
165 Muhammed Ebu Zehra, İbn Hanbel haydtuhU ve asnıhıl, Kahire 1 98 1 , s. 162.
166 İbn Ebu Ya'la, Tabakdtü'l-Handbile, I. 26. Aynca bu konudaki genel değer­
lendirmeler için bk. Ziauddin Ahmed, "Some Aspects of the Political Theo­
logy of Ahmad b. Hanbal", Islamic Studies, XII/ l (Pakistan 1 973). s. 54.
Selefiliğin Genel Karakteristiği 75

Hanbeliler hem hilafetin Kureyş kabilesine mensup ol­


duğuna dair görüşlerinin bir gereği hem de Şia karşısında
Ehl-i sünnet'i temsil etme iddiaları sebebiyle tarih boyunca
Abbasi devletini desteklemiş ve bu otoriteyi zaafa uğratacak
her türlü girişime karşı çıkmışlardır. Mesela, Şii Büveyhile­
rin Bağdat Abbasi Hilafeti'ni nüfuzlan altına almaları üzeri­
ne (334-447 /945- 1 055) , Hanbeli mezhebi mensupları döne­
min siyasi muhalefet grubu rolünü üstlenerek Şia karşısında
Ehl-i sünnet'in; başta Büveyhiler ve Selçuklular olmak üze­
re diğer unsur ve devletler karşısında da Abbasi Hilafeti'nin
güçlendirilmesi taraftan olmuşlardır. Aynı şekilde Hanbeliler,
Moğollann Bağdat'ı işgalinden (656/ 1 258) sonra, Suriye ve
Mısır'da Ehl-i sünnet'in temsilcisi olarak Memlukları destek­
lemişlerdir.

Osmanlılar döneminde ise Muhammed b. Abdülvehhab,


Suud kabilesinin emiri olan Muhammed b. Suüd'la 1 744 yı­
lında Dir'iye'de anlaşarak Osmanlı'ya karşı siyasi bir hareke­
tin içerisinde yer almış ve bu hareket, Suudi Arabistan Kral­
lığı'nın doğmasına sebep olmuştur. Suudi Arabistan Krallığı,
kuruluşundan günümüze kadar, gerek devletlerarası müna­
sebetlerde gerekse uluslar arası sorunlarda Türkiye ve Türk­
lere karşı daima mesafeli durmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesi üzerine kurulan ve


temel ideolojisini "Türk düşmanlığı" teşkil eden Asya, Avru­
pa ve Afrika kıtasındaki bazı devletler, kendi ülkelerindeki
Müslüman unsurların dini eğitiminde Türkiye yerine, selefi
düşüncenin yaygın olduğu ülkeleri tercih etmişlerdir. Mesela,
soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Yu­
goslavya gibi çeşitli sosyalist ülkeler yüksek din tahsili yap­
mak amacıyla öğrencilerini Türkiye yerine, selefi düşüncenin
yaygın olduğu Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Suriye ve Ce­
zayir gibi ülkelere göndermişlerdir. Aynı şekilde, Suudi Ara­
bistan Krallığı da yıllardır Orta Asya ve Balkanlar gibi Hanefi
kültür havzasına mensup ülkelerden pek çok öğrenciyi karşı­
lıksız yüksek burslarla okutmakta ve bu öğrencilerin bir kıs­
mı kendi ülkelerine birer "selefi misyoner" ve "Osmanlı/Türk
76 İslam Düşüncesinde Selefilik

tarth ve kültürü düşmanı" olarak dönmektedir. Günümüzde


başta Suudi Arabistan olmak üzere, selefi düşüncenin yaygın
olduğu Körfez ülkeleri ve diğer bazı Arap ülkelerindeki yazılı
ve görsel medya, Türkler ve Türkiye aleyhindeki haber ve yo­
rumlar konusunda Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü ve ge­
lişmesini istemeyen çeşitli uluslararası güçlerin medyalarıyla
yarış içerisinde bulunmaktadır.

Bütün bunların sebebi, Türklerin özellikle Emevi:ler ve Ab­


basilerin ilk dönemlerinde ikinci sınıf vatandaş olarak kabul
edilen "mevfili"den olmaları ve onların, selefiliğin tam zıddı
ve panzehiri olan Ehl-i re'y'e yani Hanefi mezhebine mensup
bulunmalarıdır. Türklerin kültürel genlerine akıl ve re'ycilik
işleşmiştir ve bu sebeple de İslam tarihi boyunca toplu olarak
Hanbeli mezhebini benimsemiş herhangi bir Türk boyu veya
şehri olmadığı gibi 167, Hanbeli mezhebi ve literatürü içinde
temayüz etmiş Türk asıllı herhangi bir kişi de yoktur. 1 68 Gü­
nümüzde ferdi olarak Vehhabi/Suudi selefıliğinin etkisinde
kalmış olan bazı Türklerin ise yeterli derecede talih bilgi ve
şuuruna sahip olmadıkları söylenebilir. 169

1 67 Hanbelilerin yayıldığı coğrafya için bk. Ferhat Koca, İslam Hukuk Tarihin­
de Selefi Söylem: Hanbeli Mezhebi, s. 1 1 8- 1 20.
1 68 İslam hukuk tarihinde yaşamış olan fıkıh mezhepleri re'yi tercihten eseri
tercihe doğru Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ve Ziihiri mezhebi şeklinde bir
çizgi takip eder. Ayrıca bu sıralama, adı geçen mezheplerin İslam dünya­
sında en fazla yaygın olandan en az yaygın olana doğru derecelenmesini
de gösterir. Bu mezheplerin birbirleriyle ilişkileri, rekabet ve gerginlikleri
iki uç arasında değil. daha ziyade birbirine yakın olan mezhepler arasın­
da gerçekleşmiştir. Mesela. tarih boyunca Hanefiler ile Zahiriler ve Han­
beliler arasında mezhepler arası geçiş. gerilim ve rekabet -küçük bazı
istisnalar dışında- yaşanmamıştır. Çünkü Hanefiler İslam dünyasındaki
en büyük kitleyi; Zahiri ve Hanbeliler ise en küçük ve marjinal kesimleri
temsil etmiş ve böylece bu iki uç arasında önemli bir geçiş veya gerilim
meydana gelmemiştir. Hanefiler açısından mezhepler arası gerilim, re­
kabet veya mezhep geçişleıi daha çok Şafii mezhebiyle olmuştur. Ayrıca.
Ebü Hanife ve ilk öğrencileri ile çağdaşları olan İmam Malik ve onun ilk
öğrencileri arasında bazı ilmi tartışmalar yaşanmıştır. Öte yandan Şafii.
Miiliki, Hanbeli ve zahiri mezhepleri ise hem birbirleriyle sürekli rekabet
içerisinde olmuş hem de mezhepler arası geçişler kendi aralarında mey­
dana gelmiştir.
1 69 Bu satırların yazan insanların tam bir din, vicdan ve düşünce hürriye­
ti içerisinde istedikleri mezhebi, meşrebi, siyaseti. ideolojiyi ve dini ter­
cih etme haklan bulunduğuna, ayrıca bütün dini ve sosyal zümrelerin
Selefiliğin Genel Karakteristiği 77

Selefi hareketlerin hilafetle ilgili düşüncelerine bir işaret


olmak üzere şu hatırlatmayı yaparak bu konuya son verelim:
Yavuz Sultan Selim'in Memluk sultanı Kansu Gavıi'yi yendiği
ve böylece İslam Hilafeti'nin ve bütün Orta Doğu ile Afrika'nın
(Mısır ve diğer ülkeler) kapılarının Osmanlı'ya açıldığı savaş
Halep'in kuzeyinde, Kilis civarındaki Mercidabık'ta yapılmıştı
(24 Ağustos 1 5 1 6) . Bölgemizin en kanlı selefi örgütlerinden
bir olan IŞİD'in (Irak ve Şam İslam Devleti) meşhur yayın or­
ganlarından birinin ismi, işte bu savaşın yapıldığı yerin adı­
dır: "Dabıq"!

Böyle bir isim, selefilerin zamirlerinde (kalplerinde) hilafet


ve siyaset, özellikle de Osmanlı Hilafeti hakkında neler sakla­
dıklarına dair derin mesajlar içermektedir!

kendilerini ifade etme ve örgütlenme özgürlükleri olduğuna ve herkesin


de bu temel haklara saygı göstermesi gerektiğine inanır. Bizim burada
eleştirdiğimiz husus bazı mezhep, meşrep, ideoloji ve din mensupları­
nın söz konusu temel haklardan sonuna kadar yararlanarak ve ülkelerin
çeşitli sosyal, ekonomik, kültürel ve demografik zaaf veya ihtiyaçlarını
istismar ederek onlara din, mezhep ve ideolojilerini ihraç etmeye kalkış­
ması: kendi ülkelerinde ise tam bir faşizm ve diktatörlük içerisinde sa­
dece kendi mezhep. meşrep, ideoloji veya dinini hakim kılarak "öteki"lere
nefes alma imkanı vermemesidir. Böyle bir durumda, merhum Ziya Paşa
( 1 829- 1 880) gibi, "Sen herkesi kör filemi sersem mi sanırsın?" demekten
kendimizi alamıyoruz!
İKİNCİ BÖLÜM
SELEFİLİGİN GÜNÜMÜZDEKİ MOTİVASYONLARI

İslam düşünce tarihinde selefiliğin derin ve karmaşık kök­


lere sahip bulunması ve bu köklerden tarihin her devrinde
silahlı veya silahsız çeşitli grupların doğmuş olması, özellikle
günümüzdeki "yeni nesil" selefi grupların doğru bir şekilde
tanınmasını ve anlaşılmasını güçleştirmektedir. Bu selefiler
birbirlerinden farklı birtakım siyasal tutumları benimsemiş
olmaları sebebiyle içlerinde geniş bir yelpazeyi barındır­
maktadırlar. Birinci Bölüm'de de belirttiğimiz gibi, kaba bir
tasnifle, söz konusu yelpazenin bir ucunda ashabü'l-hadis
içerisinde yer alan klasik Hanbeliler ve Zahiriler, onların ya­
nında iman ve ibadetlerin saflaştırılması konusunda ısrar
eden Vehhabi-Suudi Selefileri, onlardan sonra eylemlerinin
eksenini davet ve tebliğ teşkil eden ve mensuplarının egemen
kültür ve toplumlara katılmalarına karşı çıkan vaiz militanlar
(Tebliğ Cemaati, Hizbü't-Tahrir ve benzerleri) ; yelpazenin di­
ğer ucunda ise başta İslam dünyası olmak üzere bütün dün­
yaya karşı savaş ilan eden cihadi/cihatçı selefiler (el-Kfüde,
IŞİD ve benzerleri) yer almaktadır. 1

Bir dinin mensuplarının o dinin inanç esaslarına, ahlak


veya hukuk ilkelerine ya da bu esas ve ilkelerden birine veya
o dine mensup olan nesillerden herhangi birisine özel bir
önem atfetmeleri, onlar hakkında özgün bazı yorumlar yap­
maları ve böylece o din mensupları arasından çeşitli yorum ve
uygulama farklılıklarının ve ekollerinin çıkması çok doğaldır.
Bu sebeple biz, İslam dininin inanç ve fıkıh esaslan üzerin­
de ortaya çıkmış olan ve bu konularda İslam'ın ilk nesille-

Olivier Ray. Küreselleşen İslam (çev. Haldun Bayrı). İstanbul 2003, Me­
tis Yayınlan, s. 1 3 1 . Suudi Selefiliğinden Cihadi Selefiyyeye geçişle ilgili
kıyınetli bir özet için bk. Mehmet Ali Büyükkara, " 1 1 Eylül'le Derinleşen
Ayrılık: Suudi Selefiyye ve Cihadi Seleflyye", Dini Araştırmalar. 2004, c.
vır. sy. 20, s. 205-234.
80 İslam Düşüncesinde Selefilik

rinin uygulamalarına özel bir önem veren selefi anlayışları,


kendilerine katılmamakla beraber. meşru anlayışlar olarak
görmekteyiz. Bizim burada doğal karşılamadığımız husus,
bir dine mensup olan herhangi bir grubun kendi görüşlerinin
"mutlak hakikat", kendisi dışındaki grupların görüşlerinin ise
"mutlak batıl" olduğunu kabul ederek diğer grupları dinden
dışlaması ve tekfir etmesi hatta onları öncelikle yok edilmeleri
gereken "düşmanlar" (müşrikler, kafirler) şeklinde niteleme­
leridir. İşte İslam düşünce tarihinde selefiler, ortaya çıktıkları
asırlardan günümüze kadar sürekli olarak diğer Müslüman
grupları dışlamışlar ve bu dışlayıcılık onların ortak bir özelliği
haline gelmiştir. Bu özellik ise günümüzde selefıleri hem İs­
lam dünyasının hem de bütün insanlığın huzurunu bozan bir
"ateş topu"na dönüştürmüştür.

Günümüzde bizim mahallemize de düşen bu ateş topunu


söndürebilmek ve sebep olduğu yangınları ve tahribatı ön­
leyebilmek için toplumu meydana getiren bütün unsurların
birtakım sorumlulukları bulunmaktadır. İşte bu sorumluluk
duygusuyla biz, söz konusu selefi düşüncenin genel özellik­
lerinin neler olduğunu ve bazı insanları bu düşünceyi benim­
semeye ve çeşitli tonlardaki selefi gruplara katılmaya teşvik
eden faktörleri ve sebepleri araştırmaya çalışıyoruz.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki, günümüzde bazı kişilerin doğ­


rudan doğruya ya da kendi dini anlayış ve geleneklerinden
koparak çeşitli selefi gruplara katılmalarının altında pek çok
sebep bulunmaktadır. Bu sebep ve motivasyonları (güdülen­
meleri, etkenleri) araştırmaksızın, gelinen son noktadan ha­
reket ederek selefi grupları sadece eleştirmek veya "potansiyel
birer terörist" olarak görmek onları anlamak ve hatta onlarla
mücadele etmek için doğru bir yol değildir. Çünkü hiçbir ha­
reket kendisini doğuran veya besleyen dini (ideolojik) inançla­
rı, psikolojik benzerlik veya yatkınlıkları, sosyolojik tabanı ve
mevcut statükoya/ düzene karşı alternatif bir düzen vadeden
siyasi bir söylemi olmadan hayatiyetini devam ettiremez. Ay­
rıca, söz konusu gruplara sadece "güvenlik meselesi" olarak
bakmak, onların kısa sürede yer altına inmelerine ve sonra
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 81

da başka bir mecrada ve farklı bir ad altında yeniden ortaya


çıkmalarına sebep olabilir.

İnsanların bazı selefi gruplara katılmalarına yol açan fak­


törler ve sempati kaynaklan her devre ve her coğrafyaya göre
farklı olabileceği gibi her topluma, her gruba hatta her bir
ferde göre de farklı olabilir. Bu nedenle söz konusu faktörlerin
sadece belirli bir sebep ya da motivasyona indirgenmesi veya
onların bütün hattıhareket tarzlarının tarihi materyalist yak­
laşım, normatif teolojik yaklaşım, sosyal pozitivist yaklaşım,
tarihsel-sosyolojik veya psiko-sosyal yaklaşım gibi teorilerden
yalnızca biriyle açıklanmaya çalışılması her zaman yeterli ve
kapsayıcı olmayabilir. Zira selefi gruplara katılan her bir ki­
şiyi böyle bir tercihe yönlendiren kendine mahsus özel bir
sebep ve motivasyonun bulunması her zaman mümkün ve
muhtemeldir.

Burada bazı insanları çeşitli selefi gruplara katılmaya sevk


eden faktörler için "sebep" yerine "motivasyon" kelimesini
kullanmamızın nedeni şudur: Bize göre "sebep", herhangi bir
sonucu doğuran objektif etkendir. Mesela, bir hasta hakkın­
da herhangi bir hastalık tanısı konulacağı zaman çeşitli la­
boratuar tahlil ve tetkikleri yapılır; bu tetkiklerde elde edilen
bulgulara göre hastalığın adı konur ve "Bu hastalığın sebe­
bi şudur; çünkü yapılan tahlil ve tetkiklerde hastanın şu şu
değerleri olması gereken seviyenin altında veya üstündedir."
denir. Burada tespit edilen "sebep"ler objektif ve somut nite­
liktedir. Bizim burada bazı kişileri selefiliğe yönelttiğini ileri
sürdüğümüz birtakım faktörlerin ise, adı geçen insanları se­
lefiliğe sevk ettiğine dair böyle bir laboratuar çalışmamız ve
objektif bir bulgumuz bulunmamaktadır. Böyle bir objektif
bulgu ancak selefi örgüt veya eylemlere katılan her bir fert
hakkında tek tek yapılacak mülakatlar, anketler, inceleme ve
araştırmalar sonucunda elde edilebilir. Halbuki selefi örgüt
ve eylemlere katılan bütün insanların ülke, ırk. cinsiyet, yaş,
eğitim ve ekonomik seviyeleri . . . gibi profil özelliklerini somut,
ayrıntılı ve objektif bir şekilde tespit eden çalışmalara henüz
sahip değiliz. Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey sadece
82 İslam Düşüncesinde Selefilik

selefi zihniyetin temel itikadi/kelami kabullerinden hareket­


le, selefilerin nasıl bir hattıhareket tarzı benimseyebilecekle­
rine dair spekülasyon yapmaktan ve sebep-sonuç ilişkisi kur­
maktan ibarettir. Bunu yaparken de imkan nispetinde yazılı
ve görsel basından ve açık bilgi kaynaklarından yararlanma­
ya çalışıyoruz. Dolayısıyla biz günümüzde insanları selefiliğe
sevk eden dini, psikolojik, sosyal, siyasal ve kültürel faktörler
için "sebepler" yerine "motivasyonlar" (etkenler, güdülenme­
ler, arzular) demeyi daha uygun bulduk.

Öte yandan, günümüzde çeşitli selefi grupların ortaya çıkış


sebeplerini araştıran bazı ilim adamları ve analistler genelde
klasik selefiliğin, özelde ise günümüzdeki aşın selefiliğin orta­
ya çıkış sebeplerini "nesnel ve öznel sebepler" başlıkları altın­
da açıklamaya çalışmışlardır. Söz konusu analistlerden Hadi
Ali'ye göre bu konudaki nesnel (objektif) sebeplerden bazıları
şunlardır:

1. Hakim rejimlerin diktatörlük ve despotluklarından


kaynaklanan yozlaşmış siyasi çevre; bazı Arap ve İs­
lam ülkelerine yönelik yabancı işgali, mezhepçi şiddet
olgusu ve bu ülkelerdeki istikrarsızlık hali.

2. Hakim rejimler tarafından siyasi muhaliflere v e özel­


likle de İslamcılara karşı aşın güç kullanılması, dışla­
yıcı ve baskıcı politikalar.

3. İslam ülkelerinin geri kalması ve bu ülkelerde şeffaflık


ve sosyal adaletin olmayışı.

4. İstihbarat organlarının İslami aşırılığı kullanma amaç­


lı plan ve müdahaleleri.

5. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin çifte standart


politikaları ve fırsatçı tutumları .

6. Diktatörlüğe karşı barışçıl Arap devrimlerinin başarı­


sızlığı ve özellikle Mısır'daki ılımlı İslam'ın bastırılması.

İslam tarihine, fikri ve fıkhi mirasa ilişkin bazı öznel (süb­


jektif) sebepler ise şunlardır:
Selefüiğin Günümüzdeki Motivasyonları 83

ı. İslam fıkhına ve tarihine yönelik tek yanlı bakışın ha­


kim olduğu İslami söylemin yapısı ve dinde şiddet ve
aşırılığa davet eden, ötekiyle ilişkilerde nefret ve aşırı­
lık ruhunu ajite eden sorumsuz fetvalar.

2. Cihat konusunda çoğu İslamcı cemaatlerin yanlış an­


lama ve uygulamalar içerisinde olmaları ve bu konuda
eski çağların yöntemlerini kullanmaları.

3. Çağımızda Afganistan'dan Sudan'a kadar tüm modem


İslami deneyimlerin adalet, özgürlük, refah ve ilerle­
meyi temin edecek olgun bir yönetim modeli sunmakta
başarısız olması.

4. Ilımlı İslamcı hareketleri davet ve siyaset alanlarında


donukluk ve gerilemenin vurması ve onların yenilen­
me ve değişime gitme konusunda açık ve cesur bir
programa sahip olmaması. 2

Şimdi biz bu nesnel ve öznel sebepler de dahil olmak üze­


re, günümüzde bazı kişilerin çeşitli selefi gruplara katılmala­
rının altında yatan çeşitli dini, psikolojik, siyasi, kültürel ve
iktisadi motivasyonları ayn ayn incelemeye çalışacağız.

I. DİNİ MOTİVASYONLARI
Din, toplumdaki inançlar, değerler ve normların en önemli
kaynaklarından birini teşkil eder. Özellikle motivasyon olgusu
ve sürecinde kolektif davranışlar büyük ölçüde inanç, norm
ve değer yönelimlidir. 3 Din, etnik ve ulusal politikalarda ve
uluslar arası ilişkilerde grup kimliğinin bir belirleyicisi olarak
çoğu kez anahtar rolü oynar. 4 İşte bu sebeple bazı kişilerin
selefi örgüt veya eylemlere katılmalarının temel etkenlerin-

2 Hadi Ali, "IŞİD Sorunu ve Ilımlı İslam'ın Sorumluluğu". http:/ /www.


aljazeera.com. tr / gorus/isid-sorunu-ve-ilimli-islamin-sorumlulugu,
07. 1 1 .2016.
3 Ünver Günay, Din SosyolojisL İstanbul 2000, İnsan Yayınları, s. 440.
4 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemlerinde Geniş
Gruplar ve Liderleri (çev. Özgür Karaçam) , İstanbul 2012, Okuyanus Ya­
yınlan, s. 34.
84 İslam Düşüncesinde Selefilik

den bili, insanın dünya ve ahiret görüşünü meydana getiren


inanç/itikad esaslan (teolojik sebepler) olmuştur. Çünkü Se­
lefi bir Müslüman için adı geçen inanç esaslan yegane "hak"
yoldur. Bu itibarla da söz konusu esaslan benimseyen bir
kişinin çeşitli selefi grup veya eylemlere katılması için aslında
bütün vicdani şartlar tamam olmuştur; artık o, bu inançları­
nı yaşayabileceği ve mensubiyet duygusuna sahip olacağı bir
örgüte veya eyleme katılmaya hazır durumdadır ve onun sa­
dece bu katılımı sağlayabilmek için elinden tutacak bir ada­
ma veya bir etkene ihtiyacı bulunmaktadır . İşte bu etken de
söz konusu selefinin içinde bulunduğu psikolojik, sosyolojik,
kültürel veya ekonomik bazı şartlardır.

Elinizdeki eselin Bilinci Bölüm'ünde selefiliğin temel inanç


esaslan, "Selefiliğin Genel Karaktelistiği" başlığı altında ay­
rıntılı bir biçimde incelenmiştir. Bu karaktelistik özellikler
selefilelin; 1) Allah'ın sıfatları ve müteşabihler konusunda
tevili reddedip teslim ve tefVizi benimsemeleli, 2) İman-amel
birlikteliğine inanmaları, 3) Kur'an'ın mahluk olmadığına
inanmaları, 4) Akıl-nakil ilişkisinde naklin üstün olduğuna
inanmaları, 5) Kur'an ve sünneti eşit kategolide saymaları ,
6) Selefin görüş ve uygulamalarını dini bir kaynak ve otolite
olarak kabul etmeleli, 7) Hilafetin Kureyş kabilesinin hakkı
olduğuna inanmalarıdır.

Aslında bütün bu özellikler selefiliğin, geçmişin "şimdi" ve


"gelecek" olarak yeniden inşa edilebileceği sanrısından iba­
ret olduğunu göstermektedir. Aynı nehirde iki defa yıkanıla­
mayacağı gerçeğine rağmen, yine de bu özellikler hcila bazı
kişileli selefi örgüt veya eylemlere katılmaya sevk eden dini
motivasyonlar olarak etkinliklelini sürdürmektedirler.

Biz söz konusu inanç esaslarını elinizdeki eselin Bilinci


Bölüm'ünde geniş bir şekilde incelediğimiz için burada onları
tekrar etmeyeceğiz. Ancak onların "Selefin görüş ve uygula -
malannı dini bir kaynak ve otolite olarak kabul etme" ilkele­
linin doğal bir sonucu olan bidat karşıtlıklarına ve "Hilafetin
Kureyş kabilesinin hakkı olduğu" iddialarının doğal sonucu
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 85

olan Şia karşıtlıklarına, günümüzdeki selefi yapıların en çok


kullandıkları söylemler olmaları sebebiyle burada özel olarak
değinmek istiyoruz.

A. Bidat Karşıtlığı

Bidat sözlükte, "icat etmek, örneği olmaksızın yapıp orta­


ya koymak, inşa etmek" manalarına gelir. Dini terminolojide
bidat biri geniş, diğeri dar kapsamlı olmak üzere iki şekilde
tarif edilmiştir.

Geniş kapsamlı tarife göre bidat, Hz. Peygamber'den sonra


ortaya çıkan her şeydir. Bu tarife göre, dini mahiyette görü­
len amel ve davranışlar yanında, günlük hayatla ilgili olarak
sonradan ortaya çıkan yeni fikirler, uygulama ve adetler de
bidat sayılmıştır.

Dar kapsamlı tanıma göre ise bidat, "Hz. Peygamber'den


sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özel­
liği taşıyan her şey" şeklinde tarif edilebilir. Bu tanımı be­
nimseyenlere göre, dinle yani inanç ve ibadet alanıyla ilgili
olmayan eylem ve işlemler bidat kavramının dışında kalır. 5

Gerek tarihteki klasik selefiler gerekse günümüzde ortaya


çıkan her tondaki selefiler bidat kavramını geniş anlamıyla
kabul etmiş ve Hz. Peygamber ile ilk nesiller (selef-i salihin)
döneminde yaşanan bütün hayat münasebetlerini, hukuki
eylem ve işlemleH. dini bağlayıcılığa sahip ve korunması ge­
reken bir form olarak benimsemişler, İslam dünyasında bu
dönemlerden sonra ortaya çıkan her türlü görüş, düşünce ve
uygulamayı, dinin ruhuyla uyuşup uyuşmadığına bakmak­
sızın "bidat" kabul etmişler ve bidatin de kendisiyle müca­
dele edilmesi gereken bir sapıklık olduğunu söylemişlerdir.
Bu noktada Selefi hareketlerin puta taparlık (şirk) olarak
niteledikleri bidatlerin listesi o kadar geniştir ki, neredeyse
bütün Müslümanlar onların "imansızlar" (müşrik) tanımına
girme riski altındadır. Söz konusu aşın anlayışları sebebiyle
Vehhabiler bidat konusunda güçlerinin yettiği tam bir şiddet

5 Bidat konusu için bk. Rahmi Yaran, "Bid'at", DİA, VI, ı29- 1 3 l .
86 İslam Düşüncesinde Selefilik

ve acımasızlıkla davranarak türbeleri tahrip etmişler, putpe­


restlik dedikleri her şeyi ve kutsal yerleri dağıtmışlar ve kendi
koydukları İslami arılık ve sahicilik standartlarını karşılamayı
başaramayan çok sayıda insanı, kadın-çocuk demeden öldür­
müşlerdir. 6 Ayrıca, daha sonra kurulan Suudi Devletlerinde
"krallık" dışındaki modern yönetim tarzları "bidat" kavramı
çerçevesinde değerlendirilerek Suudi krallığına meşruiyet ka­
zandırılmaya çalışılmıştır. 7

Bidat karşıtlığı. selefi bütün grupların "selefi"liklerinin do­


ğal bir sonucudur ve bu tavır onların hem özcü (arındırmacı,
puriten) hem de tepkici (reaksiyoner) bir nitelik kazanmala­
rına sebep olmuştur. Onlar müminlerin davranışlarını tek
başına İslam'a dayanmayan her şeyden arındırmak isterler.
Böylece kültürel ve toplumsal çevresi ne olursa olsun davra­
nışları aynı olan "soyut bir Müslüman" tipi ortaya çıkarmaya
çalışırlar. "Bu anlamda yeni-fundamentalizm, müminin ima­
nını arıtma ve davranışlarını bizzat kültür fikrinden, özellik­
le de yeniden inşa edilecek asli İslam nazarında bir sapma
olarak takdim edilen köken kültüründen kopuk, kapalı bir
ayin. zorunluluk ve yasak bütününe indirgeme çabası gös­
terdiği ölçüde, bariz biçimde bir kültürsüzleştirme etkeni ola­
rak ortaya çıkmaktadır."8 "Dolayısıyla yeni-fundamentalistler
için bir kültürü yeniden inşa etmek diye bir şey söz konusu
değildir. (Onlar) bizzat kültür kavramını reddetmektedirler.
Yeni-fundamentalist sanatçılar yoktur. Yeni-fundamentalist
bir romancı tasavvur edilemez."9 Özellikle Arabistan'daki "çok
önemli kültürleşme objesi olan sanat eserlerinin bir bir yok
edilmesi, Vehhabilerin kendileri dışındaki her türlü inanç, fi­
kir ve sembole hayat hakkı tanımama yönündeki genel eği­
limlerinin bir tezahürü olarak anlaşılabilir."10

6 Bemard Lewis, İslam'm Krizi (çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul 2003, Lite­
ratür Yayınları, s. 1 09 .
7 H. Ezber Bodur. 'Vahhabi Hareketi ve Küresel Terör", KSÜ İlahiyat Fakül-
tesi Dergisi, 2 (2003). s. 1 1 .
8 Olivier Roy, Küreselleşen İslam, s. 1 34 .
9 Olivier Roy, Küreselleşen İslam, s. 1 38.
10 H . Ezber Bodur. 'Vahhabi Hareketi ve Küresel Terör", s. 1 8.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 87

Selefilerin bu bidat karşıtlığı, onları dini düşünce ve dini


hayat konularında diğer bütün mezhep ve cemaatlerden ayı­
ran temel bir özellik haline gelmiştir. Hatta bidatlerin selefi­
lere kimlik kazandıran, onları besleyen ve büyüten bir ha­
yat iksiri olduğu dahi söylenebilir. Öyle ki, nerede bir bidat
varsa, orada buna tepki olarak selefi bir grup veya örgütün
ortaya çıkacağı öngörülebilir. Dolayısıyla, bidat ve hurafeler
aslında selefi örgüt ve eylemler üreten birer bataklıklardır.
Şayet İslam tarihinde bidat ve hurafeler yoğun olarak ortaya
çıkmamış olsaydı, onlarla mücadele etme iddiasında bulunan
selefiler de İslam toplumlarında bu kadar yoğun bir şekilde
gündeme gelme imkanı bulamazdı.

Bu durumda çeşitli selefi grup ve örgütlerle mücadele et­


menin en rasyonel yollarından birinin, onların doğmasına
sebep olan bidat bataklığını kurutmak olduğu söylenebilir.
Böyle bir iş ise, görüldüğünden daha zor ve karmaşık bir iştir.
Çünkü bu iş İslam toplumlarında ortaya çıkan yeni düşünce,
eylem ve işlemlerden hangisinin Müslümanların maslahatına
veya mefsedetine, hangisinin aklın ve vahyin çerçevesi içinde
veya dışında olduğuna karar vermeye bağlıdır. Maslahat ve
mefsedetin ne olduğunu belirleme, akıl ve vahyin sınırlarını
tespit etme konularında ise selefilerle (Ehl-i eser) pek çok me­
todolojik ayrılıklar içinde bulunmaktayız. Dolayısıyla başta
bidat kavramının tanımı olmak üzere, neyin bidat olup olma­
dığı konularında selefiler ile ezmanın değişmesiyle ahkamın
değişebileceğini kabul eden İslam düşünürleri ve hukukçu­
ları arasında sürekli bir mücadele yaşanacaktır. Ancak, se­
lefi grup ve örgütler bidatler konusunu ne kadar köpürtürse
köpürtsün, bize düşen tarihi ve kültürel mirası ret ve tahrip
etmeden, geleneği de kutsallaştırmadan İslam'ın tevhit aki­
desine, temel amaçl arına, yüksek ahlaki faziletlerine ve aklın
ilkelerine aykırı olan her türlü bidat ve hurafeden kaçınmak
ve onlarla tutarlı bir bütünlük içerisinde ve sürekli olarak
mücadele etmektir. Özellikle günümüzde namaz, oruç ve hac
gibi bazı ibadet alanlarıyla ilgili mücadele etmemiz gereken
bidatlere şu örnekler verilebilir: Meşru ezan lafızlarına çeşitli
88 İslam Düşüncesinde Selefilik

ilaveler yapılması, Kur'an hatimlerinin satılması, çeşitli cami


ve mescitlerin hazirelerinde bulunan bazı kabir ve türbelerin
mübarek gün veya gecelerde ibadet amacıyla ziyaret edilmesi,
buralarda mumlar yakılması, şeker ve sirke gibi özel birta­
kım maddeler dağıtılması, dilek tutulması, ağaç veya çalılara
bezler asılması; çeşitli tarikatlerde raks, sema ve devran gibi
sallanış ve hareketlerin "ibadet" olarak algılanması. . . İslam
dünyasında İslam'ın tevhid akidesine, Hz. Peygamber'in uy­
gulamalarına ve insan aklına aykırı bu tür bidat ve hurafeler
var olduğu sürece selefi gruplar da var olacak, söz konusu
bidat ve hurafeler arttıkça selefi gruplar da artacaktır.

B. Şia Karşıtlığı
Hz. Peygamber'in vefatı ( 1 3 Rebiülevvel 1 1 /8 Haziran 632
Pazartesi) üzerine Medine'de bir grup sahabe henüz cenaze
namazı kılınmadan önce Sakifetü Beni Saide'de toplanarak
Hz. Ebu Bekir'i (ö. 1 3/634) halife seçmiş, bu sırada cenazenin
teçhiz ve tekfıniyle meşgul olan Hz. Peygamber'in amcasının
oğlu ve damadı Hz. Ali ve etrafı ise böyle bir acele seçim işine
üzülmüşler ve Hz. Ebu Bekir'e ancak belli bir süre sonra biat
etmişlerdi. İşte ilk halifenin seçilmesi sırasında gösterilen bu
acelecilik ve Hz. Peygamber'in yakın akrabalarında doğan bu
muğberlik duygusu, İslam'ın acı ve hüzün dolu tarihinin baş­
langıcını teşkil eder.

Zamanla Hz. Ebu Bekir'in halifeliği konusunda bütün sa­


habe ittifak etmiş; Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer (ö. 23/644)
ve Osman b. Affan (ö. 35/656) birbirinden farklı seçim tarzla­
rıyla da olsa çoğunluk tarafından halife olarak benimsenmiş­
lerdir. Ancak Hz. Osman'ın Hz. Ali'ye yakın olduğu iddia edi­
len bazı kişiler tarafından hunharca şehit edilmesi ( 1 8 Zilhic­
ce 35/ 1 7 Haziran 656) Müslümanların çoğunluğu tarafından
hoş karşılanmamış ve bunun üzerine Hz. Osman'ın yeğeni
olan Şam valisi Muaviye b. Ebi Süfyan amcasının katilleri­
nin bulunmasını ve cezalandırılmasını talep etmiştir. Hz. Os­
man'ın şehadetinden sonra halife seçilen Hz. Ali şehit halife
Hz. Osman'ın katillerini bulma ve cezalandırma sözü vermiş
ise de bu sözünü gerçekleştirme imkanı bulamamıştır. Böyle
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 89

bir kaos içerisinde Müslümanlar Hz. Ali'nin taraftarları (Şia)


ve Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasını isteyen çoğunluk
(cemaat) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.

Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasını isteyenlerden mey­


dana gelen ve başında Hz. Aişe'nin bulunduğu ordu ile Hz.
Ali'nin ordusu arasında Cemel Savaşı (36/656) ve Hz. Ali ile
Mmiviye'nin orduları arasında Sıffın Savaşı (37 /657) yapılmış
ve bu savaşlarda müşriklerin öldüremediği ve bütün Müslü­
manların gözbebeği derecesinde kıymetli olan binlerce sahabe
şehit olmuştur. Sıffın savaşının sonunda Hz. Ali ile Muaviye
aralarında bir anlaşma yaparak ihtilaflı oldukları konularda
hakeme gitmeyi kabul etmişler, bunun üzerine Muaviye'nin
hakemi olan Amr İbnü'l-As Ezruh'ta Hz. Ali'yi hilafetten az­
lederek yerine Muaviye'yi getirdiğini ilan etmiştir (Şaban 38/
Ocak 659) .

Öte yandan, Hz. Ali'yi destekleyen bazı kişiler Abdullah b .


Vehb er-Rasibi etrafında toplanmış v e "La hükme illa lillah�
(Hüküm ancak Allah'ındır) diyerek Hz. Ali'nin hakeme gitme
kararını reddetmiş ve ondan ayrılmışlardır. Kendilerine Hari­
ci (çoğulu Havartc, ayrılanlar) adı verilen bu kişiler zamanla
tutumlarını şiddetlendirerek Hz. Osman ile Hz. Ali'nin kafir
olduklarını, aynca anlan kafir kabul etmeyenlerin de kafir
olup öldürülmeleri gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu sebep­
le Hariciler 66 1 yılında Hz. Ali, Muaviye ve hakem Amr İb­
nü'l-As'a suikast düzenlemişler; Muaviye ve Amr suikasttan
kurtulurken, Hz. Ali aldığı yaralar sonucu hayatını kaybet­
miştir ( 1 9 veya 2 1 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 66 1 ) .

Böylece Müslümanlar arasında; hilafetin ilk baştan itiba­


ren Hz. Ali'nin hakkı olduğunu savunanlar (Şiiler, Şia, taraf­
tarlar) , hilafetin Kureyş kabilesine mensup olan Hz. Ebu Be­
kir'le başlayıp diğer Hulefü-yı raşidinle devam ettiğini kabul
eden çoğunluk (cemaat, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat) ve halifenin
Kureyş kabilesinden olması şartının bulunmadığını ve seçim­
le gelmesi gerektiğini savunan Hariciler (Havaric) olmak üzere
üç siyasi grup ortaya çıkmıştır.
90 İslwn Düşüncesinde Selefilik

Bu fırkalar birbirlerine karşı siyasi üstünlük sağlayabil­


mek için politik argümanlar yanında birtakım dini deliller de
kullanmaya başlamışlar ve böylece adı geçen siyasi fırkalar
teolojik (itikadi) bir gruplaşmaya doğru evirilmişlerdir. Mese­
la, çeşitli Şii gruplar Hz. Peygamber'den sonra gelen ilk üç
halifeyi gayri meşru sayarak başta Hz. Ali olmak üzere bü­
tün Ehl-i beyt mensubu imamların nasla tayin edildikleri ve
masum (ismet sıfatı) oldukları, imametin nübüvvetin devamı
olduğu, imamların da tıpkı Nebi ve Resuller gibi meleklerden
üstün oldukları; imamları sevmenin iman, onları sevmemenin
küfür olduğu ve imamları seven kimselerin asla cehenneme
girmeyecekleri, masum imamların kabirlerini ziyaret etmenin
yüz bin hac ve umre sevabı kazandıracağı. . . gibi sanki İslam
dinin Şia'nın imamet anlayışını ispat etmek amacıyla geldiği
ve "dinin, imamı tanımaktan ibaret" olduğu şeklinde, "Sün­
ni aklın" asla kabul edemeyeceği çeşitli iddialarda bulunmuş
ve bu konularda binlerce (iki bin, elfeyn) delil getirmişlerdir.
Böylece Hz. Peygamber'in vefatı üzerinden henüz yüz yıl geç­
meden İslam dünyasında Şia, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ve Ha­
ricilik (Havaric) olmak üzere üç büyük itikadi mezhep ortaya
çıkmıştır.

Bunlardan Şiiler daha çok Güney Arabistan'da bulunan


Yemenli kabileler arasında ve Irak ile İran bölgelerinde ya­
yılırken, Ehl-i sünnet ve'l-cemaati meydana getiren ve Müs­
lümanların çoğunluğunu temsil ettiklerini savunan gruplar
Mekke ve Medine gibi sahabenin yoğun olarak yaşadığı mer­
kezler başta olmak üzere Emevi saltanatının merkezi olan
Şam (Dımaşk) , Abbasi hilafetinin merkezi olan Bağdat ve di­
ğer büyük İslam şehirlerinde yayılmış; Hciriciler ise başlan­
gıçta Irak bölgesinde ve çeşitli Kuzey Afrika ülkelerinde bazı
isyanlar çıkarmışlar ise de zamanla etkinliklerini kaybederek
İslam mezhepler tarihinde inanç ve düşünceleriyle yaşamaya
devam etmişlerdir.

İşte bu tarihsel özetten de anlaşılacağı üzere, sahabe ve


tabiilerin (selef-i sfilihin) büyük bir çoğunluğu yaşanan olay­
larda Hulefü-yı raşidin yanında ve dolayısıyla da Şia ve Ha-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 91

ricilerin karşısında yer almış; daha sonraki nesillerin çoğun­


luğu da siyasi olarak Emevi ve Abbasi iktidarlarını benimse­
mişlerdir.

Böyle bir tarihsel süreçte, üzerinde konuştuğumuz selefi­


ler (Ehl-i hadis) kendilerini doğal olarak Şia ve Havaric kar­
şıtı ve Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yanında konumlandırmışlar­
dır. Hatta Ehl-i hadis (selefiler) fıkha olan aidiyetleriyle ve bu
çerçevede Ehl-i re'y karşıtlığı ile yetinmeyerek isimlerindeki
"hadis" kelimesinin "sünnet" kelimesiyle olan yakınlığını da
istismar ederek tamamıyla siyasi bir ihtilaftan ortaya çıkan
ve gittikçe itikadi bir nitelik kazanan Ehl-i sünnet ve'l-cemaa­
tin de liderliğine soyunmuşlar ve böylece fıkhi bir hareket
olma yanında itikadi bir mezhep niteliğine de kavuşmuşlar­
dır. Özellikle Ahmed b. Hanbel ve taraftarlarının Mutezile
karşısındaki galibiyetlerinden sonra "Ehl-i hadis" ile "Ehl-i
sünnet" kavramları hemen hemen aynı manada kullanılma­
ya başlanmış ve Mutezile'nin büyük imamlarından biri olan
Ebü'l-Hasan el-Eş'ari'nin (ö. 324/935-36) Mutezili fikirlerden
vazgeçip Sünni (Selefi) düşünceyi benimsemesine rağmen
Ehl-i hadis ona itibar etmemiş ve içinde bulundukları zafer
sarhoşluğu ve kuvvetli özgüven duygusuyla İslam düşünce
tarihinde Ebü'l-Hasan el-Eş'ari ve Ebıl Mansur el-Matüridi (ö.
333/944) etrafında oluşan "Yeni Ehl-i Sünnet" anlayışlarını
yok farz ederek "Eski Ehl-i sünnet" (selefilik) mücadelesine
devam etmişlerdir.

Selefilerin (Ehl-i hadis) Şia karşıtlığı Emeviler ve Abbasile­


rin ilk dönemlerinde olduğu gibi, Abbasi Hilfileti'ni nüfuzları
altına alan Şii Büveyhiler döneminde (334-447/945- 1 055)
de devam etmiştir. Büveyhilerin meşruiyetlerini ispat etmek
için kendilerini tarihi olarak Sasanilere bağlamaya çalışma­
ları üzerine Bağdat'ta Şiiler ile Sünniler arasında mezhep
mücadeleleri başlamıştır. ıı Bu dönemde Bağdat'ta Büveyhiler
tarafından teşvik edilen İmami Şiiliği ile Mısır'da Fatımiler ta­
rafından desteklenen İsmaililiğin gelişmesi karşısında, daha
kurucu mezhep imamlarının sağlığından beri Sünni yapılan-

11 İbn Kesir. el-Biddye ve'n-nihdye, Beynıt 1 98 1 , Xl, 243.


92 İslam Düşüncesinde Selefilik

manın şart ve imkanları konusunda geniş bir tecrübeye sahip


olan Hanbeliler canlı bir mücadeleye girmiş ve bu sebeple,
söz konusu dönemde Hanbelilik, daha önce de ifade ettiğimiz
gibi, fıkhi bir mezhep olmanın yanında politik bir muhalefet
grubu rolünü de üstlenerek Sünniliğin ve Abbasi hilafetinin
müdafaası için kurulmuş siyasi organizasyonların başında
yer almıştır. 12 Bağdat'taki Sünni-Şii tartışmalarının toplum­
sal barışı bozması üzerine Büveyhi Sultanı Adudüddevle (ö.
372/983) bu olaylardan vaizleri sorumlu tutarak onların vaaz
vermesini yasaklamış, buna rağmen selefi-Hanbeli imamla­
rından İbn Sem'ün (ö. 387 /998) bu yasağa uymamıştır. 1 3

Hanbeliler Ehl-i sünnet taraftarlığını Büveyhilerden sonra


Bağdat'ı nüfuzları altına alan Selçuklular döneminde (44 7-
656 / 1 06 1 - 1 258) de devam ettirmişlerdir. Mesela, devrin en
önemli Hanbeli vezirlerinden olan Ebü'l-Muzaffer Avnüddin
Yahya b. Muhammed b. Hübeyre'nin (ö. 560/ 1 1 65) temel po­
litikası sünnetin ve hilafetin otoritesini yeniden inşa etmek
olmuştur. İbn Hübeyre bu amaçlarını gerçekleştirebilmek
için bir taraftan hilafeti Selçuklu sultanlarının kontrolünden
kurtarmaya ve Nureddin Mahmud Zengi'yi (54 1 -569/ 1 1 46-
1 1 74) Mısır'ı Fatımilerden almaya teşvik etmiş, diğer taraftan
da bütün Sünni halkı Şiiliğin karşısında ve Hanbeli akidesi
etrafında toplamaya çalışmıştır. 14 Yine bu dönemin en meş­
hur Hanbeli müelliflerinden biri olan tefsirci, hadisçi, tarihçi

12 Ferhat Koca. İslô.m Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeli Mezhebi. s.


60-6 1 ; aynca bk. Elinizdeki eser. Bii-inci Bölüm, "Hilafetin Kureyşiliği"
konusu.
13 İbn Sem'iın'un hayatı ve eserleri hk. bk. Hatib el-Bağdadi, Tô.rihu Bağ­
dad, ı. 274-277; İbn Ebu Ya'la. Tabakatü'l-Handbile, il, 1 55- 162; İbn
Kesir. el-Bidaye. xı. 323.
14 İbn Hübeyre'nin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Kesir, el-Bidaye, Xll,
250-2 5 1 ; İbn Receb, Kitabü'z-Zeyl ala Tabakati'l-Handbile, Katib Çele­
bi. Keefü'z-zunün an esami'l-kütüb ve'l:fünün (nşr. Şerefeddin Yaltkaya).
İstanbul 1 94 1 . !, 33. 63, 1 03, 1 08, 132. 600; il, 1385, 1437, 1462; Bro­
ckelmann. GAL. I, 502; Suppl., !, 687-688; H. Mason, 1Wo Statesman of
Medieval Islam: Vizir Ibn Hubayra and Caliph an-Nasir li Din Allah, Paris
1 972, s. 1 3-66: K. V. Zettersteen, "İbn Hübeyre", İA, V/2, s. 757; George
Makdisi. "İbn Hubayra", The Encyclopedia of Islam (new edition) . Leiden
(EI2 İng.), III, 802-803: Mehmet Aykaç, "İbn Hübeyre, Ebü'l-Muzaffer",
DİA . XX , 82-83.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 93

ve vaiz Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi (ö. 597 / 1 20 1 ) Şiiliğe meyle­


derek yeni bir politika takip etmeye çalışan Halife en-Nasır'ın
(575-622/ 1 1 79- 1 225) karşısında ve Hanbeli vezir Ebü'l-Mu­
zaffer b. Yünus'un (ö. 593/ 1 1 97) Sünni politikaları yanında
yer almıştır. 1 5

Öte yandan, Mısır'daki Hanbeliliğin en önemli temsilcile­


rinden biri olan müfessir, fakih ve vaiz Zeynüddin Ali b. İbra­
him b. Neca (ö. 599/ 1 202-3) da Nureddin Zengi'nin hizmetine
girmiş, 569 ( 1 1 73) yılında Eyyübi Devleti'ni ele geçirme plan­
lan yapan Şii Umare el-Yemeni (ö. 569/ 1 1 74) ve arkadaş­
larının düşüncelerini Selahaddin-i Eyyübi'ye (ö. 589/ 1 1 93)
haber vermiş ve bu sebeple de onun güvenini kazanmış, Ku­
düs'ün Haçlılardan geri alınması sırasında Selahaddin'in ya­
nında bulunmuştur. 16

Abbasi hilafetinin Moğollar tarafından yıkılmasından


(656/ 1 258) sonra Hanbeliler Sünni dünyanın liderliği konu­
sunda Mısır'daki Memluklar yanında yer almışlardır. Mesela,
Memluklar döneminin en meşhur selefi-Hanbeli imamların­
dan biri olan Takiyyüddin İbn Teymiyye (ö. 728/ 1 328) Mem­
luk ordularıyla 699 ( 1 300) ve 704 ( 1 305) yıllarında iki defa
Moğollara yardım etmekle itham olunan Kisrevan Şiilerine
karşı savaşa katılmıştır. 1 7

Memluklardan (648-922 / 1 250- 1 5 1 7) sonra Suriye, Filis­


tin, Mısır ve Hicaz topraklan Osmanlıların eline geçmiştir.
Osmanlılar Şia karşısında Ehl-i sünnet'i savunmakla bera-

15 Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi"nin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Receb. Zeyl


I. 399-433: İbnü'l-İmad, Şezeratü"z-zeheb fi ahbari men zehebe, Kahi­
re 1350-5 1 , IV, 329-330: Abdülhamid el-Alüçi. Müellejatü İbnü'l-Cevzi,
Bağdad 1 385 / 1 965: Naciye Abdullah İbrahim, "İbnü"l-Cevziyye, Fihrts­
tü kütübihi", Mecelletü'l-Mecmaı'l-İlmi"l-Iraki. XXXl /2 ( 1 980), 1 93-22 1 :
Cari Brockelmann, "İbnülcevzi", İA. V/2. 848-850: Henri Laoust. "Ibn
al-Djawzi", EF (İng.). Ill. 7 5 1 -752; Yusuf Şevki Yavuz-Casim Avcı. "İb­
nü'l-Cevzi. Ebü'l-Ferec". DİA, XX. 543-549.
16 Zeynüddin Ali b. İbrahim b. Neca"nin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Receb,
Zeyl, ı. 436-440: İbn Kesir. el-Bidaye. XIII. 18.
17 Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin hayatı ve eserleri için bk. Elinizdeki eser,
Giriş kısmı, "İkinci Dönem: Sistematik Bir Nazariye Olarak Selefilik" ko­
nusu.
94 İslam Düşüncesinde Selefilik

ber, hukuki uygulamalarında re'y ve içtihat taraftan olan


Hanefi mezhebini benimsemeleri sebebiyle Osmanlılar dö­
neminde (922- 1 342/ 1 5 1 7- 1 923) Hanbeli mezhebi mensup­
ları genel bir sessizliğe bürünmüşlerdir. Ancak bu sessizliği
Arabistan'ın Necid bölgesinde ortaya çıkan Muhammed b.
Abdülvehhab (ö. 1 206/ 1 792) bozmuş ve bu bölgede yerleşik
olan Suud kabilesi liderlerinden Emir Muhammed b. Suud (ö.
1 1 79 / 1 765) ile anlaşarak akfüd ve tevhid konularındaki selefi
görüşlerini kılıçla hakim kılmaya karar vermiştir. Osmanlılar
ile Suud kabilesine mensup güçler arasında yapılan çeşitli
savaşlar neticesinde Suudi Arabistan Krallığı kurulmuştur
( 1 932) . Osmanlılar döneminde Suudi-Vehhabi birlikleri 1 802
yılında Kerbela'yı basarak binlerce Şii Müslümanı katletmiş­
lerdir. 18

Suudi Arabistan Krallığı kurulduğu günden beri Mekke ve


Medine gibi İslam'ın kutsal mekanlarına sahip olmanın verdi­
ği avantajları da kullanarak sadece Hanbeli-Vehhabilerin de­
ğil bütün Müslümanların liderliğine soyunmuştur. Tarih bo­
yunca İslam dünyasının müzmin muhalifleri ve karşıt kültür
mensupları olan Şiiler ve onların merkezi temsilciliğini yapan
İran ise bu konuda Suudi Arabistan Krallığı ile sürekli bir re­
kabet içerisinde olmuştur. Bu iki ülke arasındaki rekabet sa­
dece politik arenada değil, aynı zamanda dini eğitim, öğretim
ve davet alanlarında da yaşanmıştır. Böylece İran'ın Şii lider­
leri İran dışındaki ülkelerden çeşitli öğrenci ve öğretmenleri
birtakım konferans ve dersler vermek amacıyla Tahran veya
Kum'daki medreselere davet ederken; Suudi Arabistan Krallı­
ğı veya Suudi sermayeli vakıflar da çeşitli İslam ülkelerinden
veya topluluklarından benzeri öğrenci gruplarını Selefi eğitim
vermek ve İran'ın Şii teolojisini reddetmek amacıyla Mekke ve
Medine'deki ya da çeşitli Körfez ülkelerindeki üniversite veya
enstitülere davet etmişlerdir. 1 9

18 Zekeriya Kurşun, Basra Köı:fezi"nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi, Katar'da


Osmanlılar: 1 87 1 - 1 9 1 6. Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004, s.
57-59.
19 Şii-Selefi kutuplaşması çerçevesinde İran ile Suudi Arabistan arasındaki
rekabet hk. bk. Hasan Onat. "İslam Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslü-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 95

Birbirine zıt ideolojiler üzerine kurulu bu iki devlet sür­


dürdükleri mezhepçi eğitim ve propaganda ile dünyaya "dev­
rim ve ideoloji" ihraç etmişler ve böylece bütün dünyada "yeni
nesil" Şii ve Selefi gruplar ve terör örgütleri ortaya çıkmıştır.
Irak'taki Mehdi Ordusu, Bedir Tugayları ve Asa'ibü ehli'l-Hak,
Suriye'deki İran, Lübnan, Yemen, Afganistan, Pakistan, Hin­
distan, Somali ve Fildişi Sahili gibi çeşitli ülkelerden gelen
Kudüs Gücü, Hizbullah, Ebü'l-Fadl el-Abbas Tugayı, Zülfikar
Tugayı, Bedir Kuvvetleri, Horasan Öncü Birlikleri, Musa Ka­
zım Tugayı, Kefil Zeyneb Tugayı gibi Şii milisler; Yemen'deki
Zeydi Hüsiler, Lübnan'daki Hizbullah gibi örgütler bu yeni
nesil Şii yapılanmanın; Afganistan'daki el-Kfüde; Irak, Suri­
ye ve Yemen'deki el-Kfüde, IŞİD, en-Nusra ve Ensaru'ş-şeria;
Nijerya'daki Boko Haram, Somali'deki eş-Şebab, Afrika'daki
İslami Mağrip el-Kaidesi, el-Murabitün, Ensaru'd-din, Tevhid
ve Cihad Hareketi ve Selefi Mücadele Grubu gibi örgütler ise
yeni nesil Sünni radikal yapılanmanın örneklerini teşkil eder­
ler. Ayrıca hemen hemen bütün İslam ülkeleri ve toplumları
içerisinde İran ve Suudi Arabistan Krallığı'na ve onların des­
tekledikleri örgütlere çeşitli derecelerde sempati duyan başka
birçok grup ve örgüt daha bulunmaktadır. Hatta günümüzde
İslam ülkesi olup olmadığına bakılmaksızın dünyanın nere­
sinde Şii bir hareket veya hareketlenme varsa onun arkasın­
da İran'ın, nerede de selefi bir hareket veya hareketlenme var­
sa onun arkasında da Suudi Arabistan Krallığı'nın etki veya
katkısının bulunduğunu söylemek mübalağa olmaz. Birbirine
düşman olan bu iki aşın ucun böyle bir imkan ve kapasiteye
ulaşması ise yalnızca İslam ülkeleri ve toplumları için değil,
bütün insanlığın huzur ve güvenliği için bir tehdittir.

Yukarıda isimleri geçenler de dahil olmak üzere, dünya­


daki Şii ve selefi bütün radikal örgütler birbirlerini anlama,
birbirlerinin hakikatlerine saygı gösterme ve bir arada uyum

manlann Açmazı: Şii-Selefi Kutuplaşması", İlahiyat Akademi: Altı Aylık


Uluslararası Akademik Araştuma Dergisi, 20 1 5, c. I. sy. 1 -2, s. 1 2 1 - 1 24;
Cemil Hakyemez, "Şii-Sünni İlişkileıi ve Selefilik", İlahiyat Akademi: Altı
Aylık Uluslararası Akademik Araştırma Dergisi. 20 1 5, c. !, sy. 1 -2, s. 1 29-
1 52 .
96 İslam Düşüncesinde Selefilik

içerisinde yaşama kültürünü geliştirme yerine, sürekli ola­


rak mezhepsel çatışmaları körüklemekte ve böylece hakim ol­
dukları alanlarda muhaliflerinin başta yaşam haklan qlmak
üzere bütün temel haklarını iptal edecek zulümler, işkenceler
ve vahşice katliamlar yapmaktadırlar. Özellikle günümüzde
"din" denince Şiiliği ve "Şiilik" denince de Fars milliyetçiliğini
anlayan Şii liderler ile "din" denince Selefiliği, "Selefilik" de­
nince de Arap milliyetçiliğini anlayan Selefi şövalyeler baskıcı,
faşist, otoriter, totaliter, kurtuluşçu (fırka-i naciye) , dışlamacı
ve tekfirci karakterleriyle aslında bir aynanın iki yüzü gibidir­
ler. İslam dünyasının huzur bulabilmesi ve İslam medeniyeti­
nin yeniden yeşerebilmesi için bütün bu mezhepsel fraksiyon
ve örgütlerin dengelenip denetlenmesi; İran'ın Şiilik, Suudi
Arabistan Krallığı'nın da selefilik ihraç etme sevdasından vaz­
geçmesi ve birbirine karşı sadece farklı iki mezhebin mensu­
bu gibi değil de düşman iki ayn dinin mensubu gibi davranan
bu şımarık kardeşlerin bütün Müslümanların sırtlarından bir
an önce düşmeleri gerekmektedir.

Öte yandan, Şii-Sünni çatışmalarının son bulması için


Batılı ülkelerden yardım istemek veya beklemek ise tam bir
hayalperestliktir. Çünkü her biri ölüm mangaları haline gelen
radikal selefi örgütler ile ölüm makineleri olan Şii tugayları
arasında on yıllar hatta yüzyıllar boyu sürecek kirli bir sa-
vaş Müslüman olmayan dünya açısından sadece sevinilecek
bir durumdur ve bu sebeple de Musul'da, Halep'te veya Hu­
mus'ta yaşanan trajedi ve katliamlar Batının yararına olan
birtakım stratejik gelişmelerdir. Onun içindir ki, günümüzde
bütün Batılı ülkeler Şii-Sünni çatışmasını artırmak ve düş­
manlıklarını körüklemek için Irak, Suriye ve Kuzey Afrika ül­
kelerine gökten bomba yağdırmaktadırlar.

il. PSİKOLOJİK MOTİVASYONLARI


İnsanlar biyolojik ve fizyolojik yapılarıyla olduğu gibi. ruhi
yapılarıyla da birbirlerinden farklı yaratılmışlardır. Bu sebep­
le de onların huy ve mizaçları, zeka ve hayal güçleri, kişilik
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 97

özellikleri ve dış dünyada meydana gelen olaylara karşı tutum


ve davranışları birbirlerinden farklı olur.

İşte insanların tabiatlarındaki bu farklılıklar onların dini:


metinleri anlama ve yorumlamalarında, dini: görüş ve tercih­
lerinde, çeşitli dini ve sosyal hareketlere katılmalarında etkili
olur. Böylece, insanların dini yorumlama ve yaşama tecrübe­
lerinde görülen farklılık ve tipolojiler ile insanların tabiatla­
rında bulunan farklılık ve tipolojiler arasında yakın bir ilişki
ve paralelliğin mevcut olduğu ortaya çıkar. Kaldı ki, insanın
bulunduğu her yerde bir etkileşim, her etkileşimin arkasında
ise neden-sonuç ilişkisi olan bir psikoloj i yatar. Bu psikoloj i
bir kişi veya bir küçük grubun çerçevesini aşıp bir ülke ve
hatta ulus-üstü Müslüman toplulukları ilgilendirdiği zaman
konu artık sadece psikoloj i ilminin değil, sosyal psikoloji veya
psiko-sosyolojinin de konusu haline gelmiş olur.

Topluluklar ile fertlerin karşılıklı münasebetlerini araştı­


ran sosyal psikoloj i veya psiko-sosyoloji, "bir yandan sosyal
faktörlerin şahsiyet üzerine yaptığı türlü tesirlerle ilgilenir;
bu suretle de sosyalleşme proseslerini aydınlatmak ister; öte
yandan da gruplarla toplulukların yapısı ve tekamülü üzerin­
de fertlerin ve sosyalleşme şekillerinin tesrilerini belirleme­
ye çalışır. Sosyal hareketlerin psikolojisi ferdi: olanla kolektif
olanın arasındaki karşılıklı aksiyonların en hassas noktasın­
da yer alır. Bu psikoloji önce sosyal hayatta ya kendiliğinden
meydana gelen yahut da türlü şekillerde terkipleşerek ikna
sistemleri yoluyla beliren ferdi: inançlarla vaziyet alışların ve
umumi efkarların toplulukların oluşu üzerine ne dereceye ka­
dar tesir ettiğini tayine çalışır. "20 Sosyal psikolojinin bu tet­
kiklerinden, her bir dini düşünce veya hareket ile onu benim­
seyen kişi veya grupların tabiatları, ruhsal yapı ve eğilimleri
arasında bir yakınlık ilişkisi bulunduğu anlaşılır. Bu ilişkide
"kah belirli bir fail kah şuursuz bir amil olan insan, doğrudan
doğruya ve türlü derecelerde kolektif aksiyona iştirak eder. "21

20 P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojisi (çev. Selmin Evrim) . İstanbul


ts., Anıl Yaymevi, s. 9- 1 0.
21 P . Maucorps. Sosyal Hareketlerin Psikolojisi, s . 1 1 .
98 İslam Düşüncesinde Selefilik

Ancak "ferdin ulaşmayı gaye edindiği ideal, benimsediği ide­


oloji, davranışını psikolojik sahanın gitgide daha yükseğinde
bulunan seviyelerine sevk eder. "22 Dini inanç ve düşünceler
ile kişilik (personalite) arasındaki bu ilişki sayesinde başta
dini alan olmak üzere toplumun sosyal, siyasal, kültürel ve
ekonomik bütün alanlarında akılcı/ilerlemeci, gelenekçi/mu­
hafazakar, sezgici/tecrübeci, uzlaşmacı, radikal, tepkici veya
şiddet yanlısı gibi pek çok yaklaşım tarzları ve grupları ortaya
çıkar.

Günümüzde selefi örgüt veya eylemlere katılan kişilerin


profil özellikleri bilimsel çalışmalarla tümüyle ortaya çıkarıl­
mamış olmakla beraber, yazılı ve görsel basından takip ede­
bildiğimiz kadarıyla, onların çeşitli selefi örgüt veya eylemlere
katılmalarının arkasında pek çok psikolojik sebebin birlikte
veya ayn ayn bulunduğu söylenebilir. Daha önce de belirtti­
ğimiz gibi, biz söz konusu kişilerin selefi örgüt veya eylemlere
katılmalarının salt bir psikolojik teori veya motivasyonla açık­
lanmasının yeterli ve isabetli olmayacağını düşünmekteyiz.
Zira onlardan her birini böyle bir tercihe yönlendiren kendi­
lerine has bir sebep ve motivasyonun bulunması her zaman
mümkündür. Dolayısıyla burada bahsedeceğimiz psikolojik
motivasyonlar sadece örnek olarak verilmiş bazı etkenlerdir.

Şimdi bu motivasyonlardan benzerlik ve uyum, göreli yok­


sunluk, ergenlik isyanı. mağdurluk ve hayal kırıklığı, aşın
haklılık duygusu, abartılmış narsisizm, savunma mekaniz­
ması (regresyon) , bölünme ve hayatta kalma, şekilciliğe tepki
ve geçmişi telafi konulan üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

A. Benzer1ik ve Uyum
Psikolojik ve sosyolojik durumları birbirine benzeyen veya
birbirine uyan kişiler zamanla birbirleriyle tanışır, kayna­
şır ve bir araya gelerek ortak bir platform oluştururlar. Zira
insanlar genellikle kendi kişilik özelliklerine benzer olanları
arar ve onlarla aynı ortamları paylaşarak sosyalleşirler. Bu
çerçevede muhafazakar eğilimli kişiler de bir araya gelirler ve

22 P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojisi, s. 20.


Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 99

sanki "yedek" veya "ikinci bir aile" ortamında, "geleneksel ya­


şama ve çalışma biçimlerinde meydana gelen kopuşlara, kök­
lü değişikliklere karşı doğal (kendiliğinden) ve/ya da kültürel
güdülenme yoluyla oluşan direnme"lerini23 ve getto dindarlı­
ğını gösterirler.

Günümüzde çeşitli selefi gruplarda yer alan kişilere bakıl­


dığı zaman onların çoğunlukla aynı veya benzer psikolojik ya­
pılara sahip oldukları, benzer sosyal zümreler içerisinde yer
aldıkları veya söz konusu zümreler tarafından etkilendikleri
görülür. Hatta yazılı ve görsel basında çıkan haberlerden ha­
reketle, bu gruplara mensup bazı kişilerin benzer yöneticiler,
eğitimciler veya hakim sınıf veya zümreler tarafından aşağı­
lanmış ve hayal kırıklığına uğramış kişiler oldukları, sorunlu
veya bölünmüş aile ortamlarında yaşadıkları söylenebilir. Ba­
tıda ve İslam ülkelerinde genellikle az gelişmiş bölge ve ma -
hallelerde yaşayan selefi örgüt mensupları açısından içinde
bulundukları psikolojik sorunlar, sosyal mahrumiyetler ve
yetersizlikler onların düşünce ve organizasyonları için birer
uygulama alanlan; eylemleri ise kişisel tanınma ve öne çıkma
araçları niteliğindedir.

B. Göreli Yoksunluk
Göreli yoksunluk, kişinin kendisini gerek kendi grubu
içerisinde gerekse diğer kişiler veya gruptakilerle kıyaslama­
sı sonucunda hissettiği yoksunluk duygusudur. Bu kurama
göre, yoksunluk bir memnuniyetsizlik duygusu veya adalet­
sizlik algısı içerir ve yerleşik bir dini gelenek içerisinde bulun­
makla birlikte, sahip olduğu inançlar ile dış dünya arasında
uyum kuramayan insanlar yeni birtakım dini hareketlere yö­
nelebilirler. 24 Çünkü bir insan ne kadar maddi refah içerisin­
de bulunursa bulunsun öznel yalnızlık duygusu yaşayabilir
ve kendisini manevi bir boşluk içinde hissedebilir; bu mane­
vi boşluğu giderebilmek içinse başka dini gelenek, grup veya

23 Doğu Ergi!, "Muhafazakar Düşüncenin Temelleri", Ankara Üniversitesi


Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ankara 1 986, c. 4 1 , sy. 1 , s. 270.
24 M. Ali Kirman, "Sosyolojik Teoriler Işığında Yeni Dini Hareketler", Toplum
Bilimleri Dergisi, c. 1 3, Haziran 2010, s. 65.
100 İslam Düşüncesinde Selefilik

oluşumlara yönelebilirler. Kaldı ki, yoksunluk nazariyesine


göre, genellikle dini kurtuluş hareketleri sosyo-ekonomik sta­
tü, servet ve güvenlik gibi mahrumiyetlerin ve toplumsal çe­
lişkilerin zirveye ulaştığı bunalım dönemlerinde ortaya çıkar­
lar. Kültür ve medeniyet değişiklikleri ise bu tür bunalımlar
için çok uygun ortamlardır. 25

Günümüzde özellikle çeşitli Batı ülkelerinde yaşayan ve


İslam ülkelerindeki akranlarına göre eğitim, sağlık, sosyal ve
ekonomik seviyeleri göreceli olarak daha iyi olan bazı kişilerin
selefi gruplara katıldıkları görülmektedir. Çünkü bu kişiler
aşın bir şekilde bireyselleşen ve sekülerleşen Batı toplumları­
na yabancılaşmakta, kalabalıklar içerisinde kendilerini yalnız
hissetmekte ve bu varoluşsal boşluğu doldurmak için de bazı
gelenekçi, radikal ve aşın gruplara yönelmektedirler. Böylece
onlar yoksun kaldıkları mutluluklarını, modem hayattan ve
toplumdan zaman tüneline/tarihe ve geleneğe kaçarak yaşa­
maya çalışmaktadırlar.

C. Ergenlik İsyanı
Günümüzde gerek Batı ülkelerinden gerekse ülkemizden
çeşitli selefi örgütlere katılan kişilerin en azından bir kısmın­
da bir tür ergenlik isyanı gözlemlenmektedir. Çünkü basın­
dan edindiğimiz bilgilere göre, onlardan bazısının düzenli bir
aile ortamında huzurlu bir çocukluk dönemi yaşayamadıkları
veya kuvvetli bir aidiyet hissiyle ailelerine bağlı olmadıkları
anlaşılmaktadır. Ergenlik sorunları yaşayan kişilerin veya er­
genlikten çıkamamış insanların davranış ve tercihlerinde ise
ailelerinden daha ziyade arkadaş çevreleri etkili olur. Bu tür
kişiler akran veya arkadaşları yoluyla dini, siyasi veya ideolo­
jik bir kimlik edinmek ve dava adamı olduklarını ispatlamak
için isyankar (aykırı) veya radikal kimi hareket ve örgütlere
yönelebilirler. Özellikle Batıda gittikçe artan ırkçılık, yabancı
düşmanlığı ve dışlanma gibi ayırımcı tavırlar, eşit vatandaş­
lığa dayalı mensubiyet duygusunun geliştirilememesi, işsiz­
lik ve ekonomik gerilik gibi çeşitli sorunlar da ergenlik isyanı

25 Ünver Günay. Din Sosyolojisi, s. 462.


Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 101

içindeki bu kişilerin radikal örgütlerin ağına düşmelerini ko­


laylaştırır. Aynca bu durum, ferdin kendi başarısızlıklarının
sorumluluğunu başkası üzerine atmaktan ibaret olan bir pro­
jeksiyon (aksettirme) halidir.26

Böyle bir ergenlik isyanıyla ve hatta büyüklenmeci bir ruh


haliyle şiddet içerikli çeşitli selefi organizasyonlara katılan
gençler hem aile ve çevrelerine karşı kendilerini ispat etmiş
hem de çocukluk dönemlerinin intikamını almış olurlar. Söz
konusu kişiler kendilerinden olmayan Müslüman gruplara
veya gayrimüslim toplumlara karşı "meydan okuyuş"a dönü­
şen bu ergenlik isyanı içerisinde "büyüklenmeci kendilik"27
(grandiose self) duygularıyla herkese nizamat vermeye çalışır­
lar ve "Şeriat", "İslam devleti" ve "Hilafet devleti" gibi isimler
altında dünyada bir cennet kurma ütopyası peşinde koşarlar.
Ancak hem İslam'ı hem de kendi kabiliyet ve kapasitelerini
iyi okuyamayan bu kişilerin zihinlerindeki "İslam" veya "İs­
lam devleti" aslında yüzleşemedikleri psikolojik veya sosyal
sorunlarından kendisine iltica ettikleri "dayanıksız bir sığı­
nak" ya da "plastik bir sevgili"dir. Zira aşın muhafazakarlıkla
kafası taşlaşmış, her türlü gelişme ve değişmeye kapalı, katı
kalpli, haşin ve nobran kişiler edep ve ahlakın, nezaket ve
nezahetin bizzat kendisi olan İslam ile uyumlu bir beraberlik
sürdüremez ve onlar ile İslam arasında sürekli olarak şiddetli
bir geçimsizlik (nüşüz) ve mutsuzluk yaşanır.

D. Mağdurluk ve Hayal Kırıklığı


Sosyal grup veya hareketlerin en hararetli taraftarları ge­
nellikle bazı mahrumiyetlere uğramış kişiler arasından çıkar
ve böylece söz konusu kişilerin baskıya uğramış olan arzula­
n, kolektif bir hedefin kollanması lehine yükseltilmiş olur. 28
Bu mağdurluk ve hayal kınklıklan onların iç dünyalarında
çeşitli yaralanma ve kanamalara yol açar. İnsanlar böyle bir

26 P. Maucorps. Sosyal Hareketlerin Psikolojisi, s. 1 7.


27 Kendilik psikolojisi ve büyüklenmeci kendilik hk. bk. İrem Anlı-Güler Ba­
hadır. "Kendilik Psikolojisine Göre Narsistik ve Sınır Kişilik Bozukluğu".
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Çalışmalan Dergisi, İstanbul 2007, c. 27. s.
1 - 1 2.
28 P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojisi, s. 1 7 .
102 İslam Düşüncesinde Selefilik

yaralanma sonunda bazen kendi yaralarını tedavi edecekleri­


ne, çeşitli acı reçetelere yönelebilir veya acısını paylaşacak bir
dayanışma ve savunma platformuna sığınabilir. Aslında bu
davranış, bir anlamda kişinin halledemediği ve başa çıkama­
dığı bazı sorunlardan kaçması (fuit) demektir. "Mahrumiyete
uğramış olan fert, kendi psikolojik sahasına, yalnız ve ancak
maruz bulunduğu gerginliklerin azaltılmasına yarayabilecek
olan idrak ve bilgileri almaya çalışabilir. Nitekim birçok kim­
seler, sosyal bakımdan kabul edilemez olan hareket tarzlarını
veya vakaları bu sayede basitleştirme veya unutma, hazfetme
yoluyla meşru kılarlar. "29

Özellikle "mağduriyeC kavramı, İkinci Dünya Savaşı'ndan


sonra Yahudi Soykınmı'na karşı dünyada oluşan tepkinin et­
kisiyle uluslararası kamuoyunda olumlu olarak algılanmaya
başlamıştır. Zamanımızda bu terim, haksızlığa uğrayan her­
hangi bir fert için olduğu gibi herhangi bir grup, zümre veya
topluluk için de kullanılabilmektedir.30

Günümüzde selefi gruplar Batılıların İslam ülkelerinin


yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürdüğüne, onların iç
ve dış işlerine müdahale ettiklerine dair tarihi gerçekleri dile
getirerek bir bütün halinde İslam ümmetinin mağdur oldu­
ğunu ileri sürmektedirler. Mesela İsrail'in bütün Batılı ülke­
lerin himayesiyle yıllardır Filistin'de yaptığı haksız, hukuk­
suz ve şımarıkça uygulamaları; Rusya'nın Afganistan'ı işgali,
Amerika'nın Irak ve Afganistan'da yaptığı çeşitli uygulama
ve işkenceleri, Rusya'nın Kafkasya'daki, Çin'in Doğu Tür­
kistan'daki Müslümanlara yaptığı zulüm ve baskıları, Uzak
Doğu Asya'daki çeşitli Müslüman unsurlara yapılan zulüm­
leri, Balkan ülkelerinin yaklaşık her on yılda bir sistematik
olarak gerçekleştirdikleri Türk göçleri ve Türk tarih, kültür
ve medeniyetine karşı yaptıkları soykırımları ijenosit) . Boş­
nak (Bosna-Hersek) ve Arnavut (Kosova) Müslümanlara karşı

29 P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojis� s. 1 7 .


30 Özgür Kellecioğlu. Psikopolitik Yönden İslamcı Fundamentalizmin İncelen­
mesi: İslamcı Köktendincilerin Motivasyonları, Ankara 2007 (yayımlanma­
mış yüksek lisans tezi), Kara Harp Okulu Savunma Bilimleıi Enstitüsü
Güvenlik Bilimleıi Ana Bilim Dalı, s. 1 7.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 103

yaptıkları katliamları, Arap bahan dolayısıyla ortaya çıkan İs­


lamcı başarıların sekteye uğratılması, Suriye'de Batılı ülkele­
rin zalim Esed rejimine müdahale etmemeleri ve başta Rusya
olmak üzere bir kısım devletlerin doğrudan veya dolaylı bir
biçimde Esed'i desteklemesi, Türkiye'nin kalkınma ve geliş­
mesinin sekteye uğratılması ve toprak bütünlüğünün orta­
dan kaldırılması için her türlü bölücü örgütün Batılı ülkeler
tarafından korunması ve desteklenmesi. . . gibi pek çok olay
bütün Batılı ülkelere karşı Müslümanların vicdanında derin
bir muğberlik ve hayal kırıklığına hatta kin birikimine sebep
olmaktadır. Bu tür hayal kırıklıkları ve örselenmeler, "gru­
bun kimliğinin tehdit edildiği stres durumlarında propaganda
ya da nefret içerikli konuşmalarla (yeniden) canlanabilir ve
liderler tarafından grubun kendilerine ve düşman ya da düş­
manlarına karşı olan paylaşılmış duygularını kamçılamakta
kullanılabilir. Geçmişe ilişkin duygular, algılar ve beklentiler,
güncel olaylar ve düşmanlarla ilgili olanlara büyük oranda
karışır ve bu da akıldışı politik kararlar almaya ve yıkıcı dav­
ranışlara yol açar."31

İşte selefi gruplar Batılı veya gayrimüslim ülkelerin Müs­


lümanlara yaptıkları sömürü, zulüm ve baskıların Müslü­
manlar arasında doğurmuş olduğu mağlubiyet ve mağdurluk
duygusunu, Müslümanların hem bir bütün olarak (makro)
hem de fert fert veya grup grup (mikro) yaşadıkları travma­
ları, dramatik ricat ve düşüşleri metodolojik bir kanıt olarak
kullanmakta ve derhal benlik savunmasına geçmektedirler.
"Öfkeli ya da hesapçı bu kişiler, yaralara merhem olan 'sonu­
na kadar gidelim' söylemleriyle ortaya çıkarlar. Bir hak olan
saygıyı karşıdakilerden dilenmemek gerektiğini, ama bunu
onlara dayatmak gerektiğini söylerler. Zafer ya da intikam
sözü verir. zihinleri ateşler ve zaman zaman incinmiş kar­
deşlerinden bazılarının için için rüyalarına girmiş olabilecek
aşırılıklardan da yararlanırlar. Artık dekor hazırdır, savaş
başlayabilir. Ne olursa olsun, 'ötekiler' bunu hak etmişlerdir,
çok eski zamanlardan beri 'bize çektirdikleri her şeyi' 'bizler'

31 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, s. 70.


104 İslam Düşüncesinde Selefilik

bir bir hatırlatmalıyızdır. Bütün cinayetleri, bütün haksız­


lıkları, bütün aşağılanmaları, bütün korkulan, isimleri, ta­
rihleri, rakamlan."32 Böylece, Batılıların İslam ülkelerindeki
kolonyalist hedeflerinin ve jeopolitik hesaplarının bitmediğini
fark eden, İslam dünyasında can veren bir insanın hayatının
Batı'da ölen bir kuştan, kediden veya böcekten daha değersiz
olduğunu gören çeşitli selefi örgütler, Müslümanlara sürekli
olarak Batı karşısında yaşadıkları tarihsel travma ve yenilgi­
leri hatırlatır ve selefiliği bir kurtuluş ve savunma platformu­
na dönüştürürler. İşte bu sebeple de "İslami köktendincilik,
Müslüman kitlelerin geleneksel değerlerini ve bağlandıkları
şeyleri değersizleştiren ve son tahlilde kendilerinden inançla­
rını, isteklerini, itibarlarını çalan ve hatta hayatlarını sürdür­
me koşullarından uzaklaştıran güçlere karşı duyduğu amaç­
sız ve biçimlenmemiş öfke ve hınçlarına bir amaç ve biçim
kazandırmıştır. "33

Ne var ki, bu savunma süreçlerinde dini, "kızgın ve mağ­


dur insanların afyonuna çeviren yanılsama tacirleri"34 hem
din ve tarihlerinin hem de ülke ve ailelerinin intikamını al­
mak için İslam dininin istediğinden çok daha fazla ve keskin
birtakım ideolojik yargılara ve eylemlere girişmekte, İslam ve
Batı medeniyetleri arasındaki yaralan derinleştirmekte, ger­
ginlik ve uçurumları artırmaktadırlar. Çünkü "bir heyecan ne
kadar şiddetli olursa, muayyen bir ihtiyacın tatminine bağlı
olan imkanlar sahasını o nispette genişletir, fakat ortadaki
muhtelif çözme çareleri arasındaki tercih, tefrik kabiliyetini
de azaltır. "35 Böylece selefiler, söz konusu savunma duygusu­
nun sağladığı meşruiyetle, bizzat İslam dininin temel kaynak­
ları olan Kur'an ve sünnetin yasaklamış olduğu bir boyuta
evirilerek pek çok masumun canına, kanına ve malına karşı

32 Amin Maalouf. Ölümcül Kimlikler (çev. Aysel Bora), İstanbul 2008. Yapı
Kredi Yayınlan, s. 27-28.
33 Bernard Lewis, "The Roots of Muslim Rage", The Atlantic Monthly, Sep­
tember 1990, 266, 3. s. 59.
34 Kemal Sayar, 'Terörün Psiko-dinamiği'", Dindarlık Olgusu (Sempozyum
Tebliğ ve Müzakereleri). editör. Hayati Hökelekli, Bursa 2006. KURAV Ya­
yınlan, s. 290.
35 P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojis� s. 1 9 .
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 105

tecavüz eder ve bu tecavüzlerini de mağduriyet edebiyatıyla


örtmeye çalışırlar. Ayrıca, Batı karşısındaki bu mağduriyet ve
ezilmişlik duygusu, selefilerin psiko-politik ve teolojik açıdan
ötekiyle ilişkilerde bir intikam aracına ve ötekine karşı her
şeyi mubah görme düşüncesine dönüşür.

E. Aşırı Haklılık Duygusu


İslam düşünce tarihinde selefi görüş mensupları gerek
inanç (itikat) gerekse fıkıh (hukuk) mezhepleri ve hareketleri
içerisinde çok küçük bir grubu temsil etmelerine rağmen ken­
dilerini İslam'ın hakiki temsilcisi, koruyucusu ve sembolleri
olarak görürler. Böylece onlar her konuda doğru ve mutlak
hakikati; başkaları ise yanlış ve batılı savunmuş olur. İşte se­
lefilerin kendilerini hakiki ve otantik gösterirken, başkalarını
sapkın ve otantik özden uzak gösteren bu yaklaşımları onlar­
da "aşın haklılık" duygusunun doğmasına yol açmıştır. Her
meselede haklı olan (!) selefiler doğal olarak hem bu dünyada
hem de ahirette kurtuluşa ve selamete ermişlerdir (fırka-i na­
ciye)! Selefilerin bu "kurtuluş" (selamet) saplantısı kendilerini
dünyanın merkezi, nedeni ve sonucu olduklarını sanmalarına
yol açar!

İşte hakikat tekelciliği ve aşın haklılık duygusuyla kendi­


sini kaybeden selefiler, dini düşüncede benimsemedikleri en
küçük bir değişimi veya değişim çabasını "dini ve dinsel de­
ğerleri değiştirme" yani klasik adıyla "tağyir ve tahrif" olarak
nitelemiş ve bu tür yaklaşımları en sert bir biçimde engelle­
meye çalışmışlardır.

Öte yandan, selefiler İslam dünyasında küçük bir grup


olmalarına rağmen onların aşırı haklılık duygusuyla yaptık­
ları eylemler İslam din ve düşüncesine büyük zararlar ver­
me potansiyeline sahiptir. Hatta günümüzde bazı terörist
selefi gruplar arkalarındaki çeşitli zengin Arap ülkelerinin
devlet veya sivil toplum bütçeleri, ele geçirdikleri hafif veya
ağır silahlan; kadın, çocuk ve yaşlı demeden toplumun en
dezavantajlı kesimlerini dahi gözleri kırpmadan öldürebilen
canavarca eylemleriyle sadece İslam dinine ve Müslümanlara
106 İslam Düşüncesinde Selefilik

değil, bütün insanlığa zarar veren en tehlikeli grup ve örgütler


arasına girmişlerdir.

F. Abartılmış Narsisizm
Psikoloji ve psikiyatride insanın kendi özüne tutkun ol­
ması·haline "narsisizm" adı verilir. Marazi bir kişilik özelliği
olan bu hal bir kimsede var ise, onun için artık tek bir haki­
kat vardır; o da kendisi ve kendisiyle ilgisi olan grup, parti,
mezhep veya liderdir. Herhangi bir gruba, parti veya mezhebe
taassupla bağlanan kişi, sürekli olarak diğer grup veya mez­
hepleri yok etme arzusunu taşır. Bu kişi kendi geleceğini ve
güvenliğini doğrudan doğruya kendi kişisel kaynaklarına da­
yanarak değil, ancak bağlandığı desteğe ihtirasla yapışarak
sağlayabilir. Böylece o, bizzat yaptıkları ya da ürettikleriyle
değil, bağlandığı veya dayandığı varlık ya da kişilerle avunur
ve övünür.36

"İnsanların özbenlik sevgisi abartıldığı zaman sergiledik­


leri tekrarlı düşünce, davranış ve duygu örüntüleri, hepsi bir
arada 'narsistik kişilik' olarak adlandınlmaktadır. Bu tür bi­
reyler kendilerinin emsalsiz ve büyük olduklarını düşünür,
bu da onların kendilerini tümgüçlü hissetmelerine ve sanki
herhangi başka birinden daha iyiymiş gibi eylemlerde bulun­
malarına neden olur. "37 "Abartılmış narsisizm, tekrarlayan
engellemelere, aşağılanmalara ve yoksunluklara uğrayan ki­
şilerde bir savunma olarak gelişme eğilimindedir."38 Özellik­
le kötücül narsistler (habis narsistler) "başka bireyleri ya da
grupları özyargılarının kararlılığını tehdit eden, kendilerinin
değersizleştirilmiş yönlerini temsil eden şeyler olarak gördük­
lerinden, ancak değersizleştirilmiş diğer kişilerin vicdansızca
yıkılması ve aşağılanması yoluyla büyüklük ve tümgüçlülük
yanılsamalarını devam ettirebilirler. "39

36 Hayati Hökelekli. "İnanç ve Mezhep Farklılıklarının Psikolojik ve Kültürel


Temelleri", Diyanet İlmi Dergi {Diyanet Dergisi] . 1984. c. XX, sy. 3, s. 28-
29.
37 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, s. 283-284.
38 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç. s. 284.
39 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, s. 288.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 107

Daha önce de çeşitli defalar ifade ettiğimiz üzere, selefiler


mutlak hakikatçidir ve hatta bu mutlak hakikatin de yalnızca
kendi inandıkları inanç ve düşünceler olduğunu savunmuş­
lardır. Onlardaki bu hakikat inhisarcılığı bazen "aşın haklı­
lık duygusu" boyutlarını aşarak abartılmış narsisizm40 sevi­
yesine ulaşır. Selefiler seçilmiş/kurtulmuş bir gruba (fırka-i
naciye) dahil olmanın verdiği güçlü özgüvenle kendi hata ve
eksiklerini görmeyip sürekli olarak başkalarının eksik ve ha -
talarını büyütmeye ve İslam'ın bütün temel kaynaklarını ve
metinlerini tamamen kendi düşünce ve anlayışları doğrultu­
sunda okumaya çalışırlar. Selefi düşünce mensuplarında bu­
lunan bu güçlü özgüven duygusu ve "büyüklenmeci kendilik"
onları gittikçe düşüncelerinde katılığa ve başkaları üzerinde
baskı kurmaya ve böylece kazandıkları "saldırgan zaferler"le
birtakım geçici hazlar elde etmeye çalışırlar. Bu çerçevede çe­
şitli aşın muhafazakar ve selefi gruplar hem tarihte hem de
günümüzde "mutlakçı ve büyüklenmeci" bir ruh haliyle ken­
dilerine göre "Ehl-i re'y, akılcı, Ehl-i sünnet düşmanı, Rafızi,
mezhepsiz, reformcu, modemist, sapık ve tehlikeli" bulduk­
ları çeşitli ilim adamlarını yazılı veya görsel medyada liste­
lemişler; onlara karşı her türlü iftira, yalan, dolan, tehdit ve
tekfir barındıran sözler söylemeyi veya "reddiye" adı altında
birtakım küfümameler yazmayı kendilerinin en tabii haklan
olarak görmüşlerdir.

Kendilik değerinin tehdit altında olduğuna inanan kişilerin


kendilerini korumak için çeşitli şiddet yollarına başvurmak­
tan kaçınmadıkları gibi, inanç ve iman değerlerinin tehdit al­
tında olduğuna inanan ve abartılmış narsisizme kapılan se­
lefiler de ötekine karşı şiddet uygulamaktan kaçınmazlar. Bu
abartılmış narsisizm ile hareket eden selefilerin ileri sürdük­
leri İslam/şeriat aslında tam anlamıyla bir faşizm, otoriterya­
nizm ve totaliteryanizmden ibarettir. Adı geçen "gözü dönmüş
haydut"ların (desperado) faşist, otoriteryen ve totaliteryen
ihtiraslarla yaptıkları katliamlarda kurbanlarının iniltileri ile

40 Narsisizm ve çeşitleri hk. bk. Meryem Karaaziz-İrem Erdem Atak, "Nar­


sisizm ve Narsisizmle İlgili Araştırmalar Üzerine Bir Gözden Geçirme",
Nesne Psikoloji Dergisi, 2013, c. 1, sy. 2, s.44-59.
108 İslam Düşüncesinde Selefilik

katillerin vecd çığlıkları insanlık için gerçek bir barış, hak ve


adalet manifestosu olan İslam dininin canlılığını, çekiciliğini
ve yaygınlaşmasını sadece kendisine inanmayanlar arasında
değil, bizzat kendisinin ateşli bağlıları ve samimi meraklıları
arasında dahi zayıflatmaya başlamıştır. Selefi grup ve örgüt­
ler abartılmış narsisizm ile İslam dünyasına korku salmaya
ve İslam düşüncesini esir almaya devam ettikçe İslam dininin
ve Müslümanların dünyada sadece güvenlik kuvvetlerinin ko­
nusu haline gelmesinden ve hatta İslam'ın topluma zararlı
bazı cereyanlar gibi sınırlandırılmasından endişe edilir.

G. Savunma Mekanizması: Regresyon


Selefilik, çeşitli vesilelerle de ifade ettiğimiz üzere, muha­
fazakar dini düşünce mensuplarınca "yenilik" ve "değişim"
denen yıkıcı (!) "bidat"lere karşı bir savunma ve yardımlaşma
platformu niteliğindedir. Bu durum politik psikolojinin temel
kavramlarından biri olan "savunma mekanizması"nı yani reg­
resyonu (gerileme) çağrıştırmaktadır. Çünkü regresyon, "kit­
lesel bir örselenmeyle karşılaşan bir toplumda ortaya çıkan
geniş grup gerilemesi, grubun ve liderinin ortak grup kim­
liklerini sürdürmeye, korumaya, yeniden biçimlendirmeye ya
da onarmaya yönelik çabalarını yansıtır. Örselenmiş toplu­
mun hayatta kalan pek çok bireyi de tıpkı bireysel gerileme­
de olduğu gibi, başka bazı yönlerden gerileme içinde olsa da
bazı yönlerden olgun yetişkinler gibi işlev göstermeye devam
eder. "4 ı "Gerileme, belirli düzeylerdeki örselenme, tehdit ya da
stres karşısında verilen kaçınılmaz ve zorunlu bir tepkidir. "42
Dolayısıyla regresyon (gerileme) , herhangi bir sosyal zümre
veya grubun karşılaştığı çeşitli negatif olaylar karşısında var­
lıklarını sürdürebilmek için başvurdukları bir tür savunma
mekanizmasıdır. 43

İnsanlar genellikle alışkın oldukları hayatın sürgit de­


vam etmesini ve değişmemesini ister. Düzen ve istikrardan

41 Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, s. 83.


42 Vamık D. Volkan. Körü Körüne İnanç, s. 80.
43 Özgür Kellecioğlu. Psikopolitik Yönden İslamcı Fundamentalizmin İncelen­
mesi: İslamcı Köktendincilerin Motivasyonları. s. 14.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 109

yana olan insan tabiatı istikrarsızlık ve kaosa karşı çıkarak


alışkanlıklarında ısrar eder. Zira "insan tabiatının en önem­
li özelliklerinden birisi, uzun süre önce yaşanmış olan 'altın
çağ'a geri dönme veya onu yeniden yaşama arzusudur. Bu
bireysel zihnin bir vasfıdır, öyle ki daima hayatının ilk yılları­
nı, bütün hayatının en güzel yıllan olarak anımsar. Bu beşeri
hususiyet, geçmiş tarihin kazanımlarını tekrar elde etmeyi
arzular. "44 Hele ortada bir peygamber veya ona yakın nesille­
rin tecrübeleriyle meydana gelmiş dini bir gelenekten sapma
veya kopmalar söz konusu ise, insanların istikrar duygulan
daha da artar ve geçmişin bütünüyle kutsallaştırılması ve her
alanda söz konusu geleneğe dönüş talepleri yükselir.

Gerek tarihte gerekse günümüzde İslam düşüncesinde gö­


rülen en büyük gerilimlerden biri "istikrar" (süreklilik) ile "de­
ğişim" fikri arasında cereyan etmektedir. İlahi vahiy, evrensel
bir ittifaktan ortaya çıkan doktrinin birliği (icmal , taklid naza­
riyesi formu içerisinde oluşan otoriteryanizm ve Şer'i doktrini
ebediyen geçerli olan bir hayat projesi şeklinde algılayan ide­
alizm katı bir süreklilik (istikrar) anlayışını doğuran faktörler
iken; insan aklı, İslam düşünce ve hukuk doktrinin ortaya
çıkardığı farklı anlayışlar, bağımsız araştırmalara izin veren
liberalizm ve hayatın realiteleri karşısında gerçekçi bir yak­
laşım ise değişim ve farklılaşmayı destekleyen unsurlardır. 45

Bu çerçevede İslam tarihinde Hulefü-yı raşidin dönemin­


den itibaren yaşanan çeşitli siyasi gerginlikler ve bu gerginlik­
ler sonucunda ortaya çıkan bazı dini, sosyal ve siyasi değişim­
ler Müslümanlar arasında geniş tartışma ve gruplaşmalara
sebep olmuştur. Söz konusu gruplardan biri olan Ehl-i hadis
(Ehl-i eser) Müslümanları içinde bulundukları parçalanmış­
lıktan kurtarmak ve toplum hayatını yeniden Hz. Peygamber

44 Henıy C. McComas. The Psyclwlogy of Religious Sects. London 1 973. s.


7 1 (Sönmez Kutlu. İslam Düşüncesinde Gelenekçi Din Söyleminin Anali­
zfnden naklen. Bk. http : / /www. sonmezkutlu.net/?pnum= l 29&pt=Gele­
nek%C3%A7i+Din+S%C3%B6yleminin+Analizi, 30.09.20 1 6 .
45 Noel J . Coulson, Conflicts and Tensions i n Islamic Jwispnıdence (the
Centre far Middle Eastem Studies, University ofChicago). London-Chica­
go 1 969, s. 96.
1 10 İslam Düşüncesinde Selefilik

dönemine göre şekillendirmek için Kur'an, sünnet ve sahabe


ile tabiinin görüş ve uygulamalarına dönmek gerektiğini ile­
ri sürmüşlerdir. Günümüzde ise çeşitli selefi gruplar, ortaya
çıkan çeşitli gelişme ve meydan okumalara karşı cevap vere­
bilmek için sürekli olarak bir o cepheye (kendisinden olma-
yan Müslüman gruplara} , bir bu cepheye (gayrimüslim ülke
veya gruplara) koşmakta ve Müslüman mahallesinin şımarık
çocukları olarak İslam ahlakıyla ilgili her türlü olgunluk ve
hoşgörüyü bir yana bırakarak tam bir vahşet içerisinde ve
katilce bir ruhsal düzenekle muhaliflerine saldırmaktadırlar.
Nitekim söz konusu muhafazakar unsurlar dışlayıcı ve tek­
fir edici yaklaşımları sebebiyle, İslam hukuk düşüncesindeki
"yeni liberalizmi İslam dışı görerek şiddetli bir biçimde ayıpla­
mışlardır. Onlar, söz konusu yeni liberalizmi sadece mevcut
durumdan (statüko) istenmeyen ve gereksiz bir sapma değil,
aynı zamanda hukukun sekülerleşme süreci olarak görmüş­
lerdir. Onlar, reformların arkasındaki gücün, sırf Batı mede­
niyetinin standart ve değerlerinin benimsenmesine dair bir
arzu olduğunu ve Kuran'ın yeniden yorumlanması isteğinin
de bu önyargıya dayalı amacı elde etmenin salt bir aracı oldu­
ğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre, sosyal amaçların huku­
kun hükümlerini biçimlendirmesine izin vermek, "toplumun,
nesnel olarak belirlenmiş olan ilahi hukukun hükümlerine
uyması gerektiği"ne dair İslam'ın temel prensibiyle doğrudan
doğruya bir çelişkidir. Bu yüzden yeni liberalizm, eninde so­
nunda bizzat dini inancın hakiki temellerini mutlaka çürüte­
cek bir süreçtir. "46

Sürekli savunma psikolojisi bireylerde kişilik bozuklukları­


na sebep olduğu gibi, sosyal grup ve zümrelerde de birtakım
kimlik bozulmalarına yol açabilir. Bu çerçevede, günümüzde
kendi anlayışları dışındaki her türlü düşünce ve gruplara karşı
kalpleri ve zihinleri kapalı olan ve güçlerini kendi üyelerinin
sadakat ve adanmışlığından alan bazı selefi grupların kitle psi­
kolojisi içerisinde saldırganlaştıkları ve bu saldırganlığın on­
larda psikolojik bir karaktere dönüştüğü gözlemlenmektedir.

46 Noel J. Coulson. Conjlicts and Tensions in Islamic Jurisprudence, s. 1 1 2.


Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 111

H. Bölünme, Ait Olma ve Hayatta Kalma


Selefilerin büyük çoğunluğunun gerek tarihte gerekse gü­
nümüzde ferdi hayatlarında dindar, zahit ve kendi halinde;
dini ve toplumsal meseleler karşısında ise ferdi hayatlarında
olduklarından çok daha katı, haşin ve mücadeleci oldukları
söylenebilir. Mesela, ilk selefi imamlarından Ahmed b. Hanbel
hayatı boyunca zühd ve takva içerisinde yaşamış, idarecilerin
ihsanlarından uzak durmuştur. O, sadece zahidfuıe bir hayat
yaşamakla kalmamış, kendisinden önce bu şekilde zühd içeri­
sinde yaşayanlarla ilgili rivayetleri toplayarak Kitô.bü'z-Zühd.47
adında bir de eser telif etmiştir. Ayrıca, Hanbeli alimlerinden
İbn Receb'in (ö. 795/ 1 393) V. (XI) asrın ortalarından VIII.
(XIV) asrın ortalarına kadar bir dönemi içine alan Hanbeli ta­
bakatıyla ilgili biyografik eserinde, tespitlerimize göre tanıtım
cümlesinde "zahid" ve "stlfi" sıfatları kullanılan doksan beş kişi
bulunmaktadır.48 Bu durum, İbn Receb'in eserinde tercüme-i
halleri anlatılan 552 kişinin yaklaşık beşte birinin zahidfuıe
hayat yaşayan insanlardan meydana geldiğini göstermekte­
dir. 49

Günümüzde çeşitli selefi örgütlere katılan insanların ço­


ğunluğunun da -basın ve yayın organlarından okuduğumuz
kadarıyla- ferdi hayatlarında ailevi sorumluluklarını yerine
getirmeye çalışan sıradan insanlar oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak, selefiler dini ve toplumsal meseleler söz konusu olun­
ca çok katı, mücadeleci ve dışlayıcı bir yaklaşım sergilemişler
ve bu durum onların kişiliklerinde bir bölünmeye yol açmış­
tır. Onların bu sert, mücadeleci ve dışlayıcı tavırlarına şu ta­
rihsel örnekler verilebilir:

47 Mekke 1 347/ 1927; nşr. Muhammed Celal Şeref, İskenderiye 1984; nşr.
Muhammed es-Said Besyılni Zağlıll, Beyrut 1 406 / 1 986; Türkçe trc.
Mehmed Emin İhsanoğlu, İstanbul 1 993. I-II.
48 İbn Receb. Zeyl, 1. 45, 50. 68. 86. 93. 95, 1 04, 106; il, 5, 40. 44. 53, 62,
77. 277. 280. 284. Özellikle XVIII. Asırda Hanbelilerin tarikatlarla iliş­
kileri konusunda bk. J. Voli. "The Non-Wahhabi Hanbalis of Eighteenth
Century Syria", Der Islwn, 49/ 1 ( 1 972), s. 278-288.
49 Ferhat Koca, İsldm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbelf Mezhebi, s.
207.
1 12 İslam Düşüncesinde Selefilik

Ahmed b. Hanbel'in hocalarından Abdurrahman b. Mehdi


(ö. 1 98/ 8 1 4) henüz halku'l-Kur'fuı konusundaki mihne olay­
lan başlamadan önce, "Şayet elimde yetki olsaydı, Kur'an'ın
yaratılmış olduğunu söyleyeni kafasını vurduktan sonra Dic­
le'ye atardım. " demiştir. 50

Ahmed b. Hanbel taraftarları Ehl-i sünnet ve Ehl-i hadis'in


en büyük temsilcilerinden biri olan Muhammed b. İsmail el­
Buhan'yi (ö. 256/870) halku'l-Kur'fuı konusundaki görüşle­
rinden dolayı taciz etmişler ve bu sebeple de Muhammed b.
İsmail Nisabür'u terk etmek zorunda kalmıştır.5 1

İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Sevr gibi alimlerle


ilmi müzakereler yaptığı sırada ders metnini okumakla görevli
olan ve Şafü'nin takdirlerini kazanan Za'ferfuıi (ö. 260/873)52
halku'l-Kur'fuı konusunda Ahmed b. Hanbel'in aksine görüş
belirttiği için, Buharı ve Müslim'in ravilerinden olan Nisabür­
lu Ebü'l-Abbas es-Serrac (ö. 3 1 3/925) tarafından rahatsız
edilmiş, Serrac halkı onun aleyhine kışkırtmış ve sokağa her
çıkışında "Za'ferani'ye lanet edin!" demiş ve halk da lfuıet et­
miş; bu baskı ve tacizlere dayanamayan Za'ferfuıi Nisabür'dan
Buhara'ya göçmek durumunda kalmıştır. 53

Meşhur tarihçi ve fakih Muhammed b. Cerir et-Taberi (ö.


3 1 0/923) Ahmed b. Hanbel'i fakih değil de sadece muhaddis
kabul ederek görüşlerini İhtilajü'l:fukaha adlı eserine alma­
mış, bunun üzerine Bağdat Hanbelileri Taberi'nin evini ku­
şatmışlar, öğrencilerinin onun evine girmelerine ve ondan eği­
tim almalarına -engel olmuşlardır. Taberi öldüğü zaman ise,
Hanbelilerin taşkınlıklarından korkulduğu için cenazesi gece
evinin içine gömülmüştür. 54

50 Zehebi. Tezlciretü'l-hujfaz. !, 33 1 .
51 M . Mustafa el-A'zami. "Buharı. Muhammed b . İsmail", DİA, VI, 369.
52 Zehebi, Tezkiretü'l-hujfaz. il. 525.
53 Zehebi. age . il, 733.
.

54 Taberi, İhtildfü'l-jukahd, Beyrut ts., Darü 1-Kütübi 1-İlmiyye, s. 8 (naşi­


rin mukaddimesi): Takiyyüddin Ali es-Sübki, Tabakatü'ş-Şdjiiyye (nşr.
Abdülfettah Muhammed el-Hulv-Mahmud Muhammed et-Tınil.hi], Kahire
1 385/ 1 966, III, 1 24- 1 25.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 1 13

Ebü'l-Hasan el-Eş'ari (ö. 324/938) Ahmed b. Hanbel hak­


kında sitayişkar ifadelerde bulunmuş ve onun görüşlerini be­
nimsediğini açıklamış, buna rağmen, başta dönemin meşhur
Hanbeli temsilcisi Berbehfui (ö. 329/94 1 ) olmak üzere diğer
Hanbeliler tarafından hüsnü kabul görmemiş55 hatta Eş'ari
öldükten sonra gömüldüğü türbesi Hanbeliler tarafından bir­
çok defa taciz edilmiş56 ve sonunda türbe yıkılarak kabrin yeri
gizlenmek zorunda kalınmıştır. 57

Ahmed İbn Hanbel taraftarlarından olan Yahya b. Ammar


hadisçi İbn Hibban (ö. 354/965) hakkında, "Onun ilmi çoktu,
ama dini çok değildi. O Allah'ın mekan içinde sınırlı olduğunu
reddetti, biz de onu Sicistan'dan kovduk." demiş ve yine aynı
İbn Hibban nübüwetle ilgili görüşleri sebebiyle Hanbeliler tara­
fından zındıklıkla suçlanmış hatta idam edilmesi istenmiştir. 58

Yaşadığı dönemin en parlak alim ve hatiplerinden biri olan


hadisçi ve tarihçi Hatib el-Bağdadi (ö. 463/ 1 0 7 1 ) Eş'arilikle
ilgisinin olduğu fark edilir edilmez Hanbeliler tarafından Bağ­
dat'taki Mansur Camii'nde hutbe okuması engellenmek isten­
miş ve onların çeşitli baskılarına maruz kalmıştır.59 Benzer
bir olay da Ebü'l-Fütüh el-İsferfüni'nin (ö. 538/ 1 1 43) başına
gelmiş ve bu bilgin sırf Eş'ari olduğu için iki defa Bağdat'tan
aynlmıştır.60

Meşhur mutasavvıf Kuşeyri'nin (ö. 465/ 1 072) oğlu süfi ve


kelamcı Ebü Nasr el-Kuşeyri, 469 ( 1076) yılında Hanbelilerin
Bağdat'ta çıkardıkları olaylar üzerine burayı terk etmek zorun­
da kalmış, meşhur usulcü ve fıkıhçı Ebü İshak eş-Şirazi (ö.

55 İbn Ebü Ya'la, Tabakdtü'l-Handbile, il. 18; İrfan Abdülhamid. "Eş 'ari,
Ebü 1-Hasan", DİA, XI, 444; Yusuf Şevki Yavuz, "Eş'ariyye". DİA, XI, 454.
56 İbn Asakir, Tebyinü kezibi'l-müjterifi md nusibe ile'l-İmdm Ebi'l-Hasan el­
Eş'aıi, Beyrut 1404/ 1 984, s. 4 1 3.
57 Ebü'l-Hasan el-Eş'ari, el-İbô.ne (nşr. Fevkiyye Hüseyin Mahmüd), Kahi­
re. ts. (Dfuii'l-Kütüb) , s. 37 (naşirin mukaddimesi) ; İrfan Abdülhamid,
"Eş 'ari, Ebü1-Hasan", DİA, XI, 445. Hanbelilerle Eş 'ariler arasındaki
ilişkiler hk. bk. A. Azmeh, "Orthodoxy and Hanbalite Fideism", Arabica,
xxxv /3 ( 1 988), 260-266.
58 Zehebi, Tezkiretü'l-huffdz, III, 92 1 -922.
59 Zehebi, age., III, 1 1 42.
60 Sübki, Tabakô.t, VI , 1 72.
1 14 İslam Düşüncesinde Selefilik

476/ 1 083) Vezir Nizfunülmülk'e (ö. 485/ 1 092) yazdığı mektup­


ta, Hanbelilerin yaptıklarını ve çıkardıkları fitneleri anlatarak
ondan yardım istemiş, Niz<imülmülk de cevabi yazısında İb­
nü'l-Kuşeyri'ye karşı olay çıkaranların şiddetle cezalandırılaca­
ğını söylemiştir.61 Ertesi sene, yani 470 ( 1 077) yılında Hanbeli­
ler başlarında Şerif Ebu Ca'fer b. Ebu Musa (ö. 470/ 1 077-78)
olduğu halde, Nizamülmülk'ten koruma talep eden Ebu İshak
eş-Şirazi ve talebelerine saldırmışlar ve meydana gelen sokak
çatışmalarında yirmi kişi hayatını kaybetmiştir.62 Bu olaydan
sonra yine Nizamülmülk, Ebu İshak eş-Şirazi'ye bir mektup
göndererek ona karşı saygılarını belirtmiş, fitne çıkaranların
cezalandırılacağını ve Şerif Ebu Ca'fer'in de hapsedileceğini bil­
dirmiş63, böylece Nizamülmülk'ün koruması sayesinde Eş'ari­
ler Bağdat'ta rahat nefes almaya başlamışlardır.64

Hanbelilerin bu katı davranışları sadece ilmi alanla sınırlı


kalmamış, günlük hayatta da bidat ehli olarak gördükleri ki­
şilere karşı tavır almışlar ve hatta onlarla selamlaşmayı dahi
uygun görmemişlerdir.65 Mesela, meşhur Şafü-Eş'ari bilgini
Ebu Mansur Fahreddin İbn Asakir ed-Dımaşki (ö. 620/ 1 223)
Hanbelilerin bir olay çıkarmasından çekindiği için onların
bulunduğu yerlerden geçmezdi.66 İbn Asakir'in meşhur Han­
beli bilgini Muvaffakuddin İbn Kudame'ye selam verdiği, fa­
kat onun İbn Asakir'in selamını almadığı rivayet edilmiştir.67

61 Sübki, age. iV, 234-235: VII. 1 6 1 - 1 62.


.

62 Sübki, age. . iV, 235.


63 Sübki, age. , iV, 235.
64 Bu olaylar ve Hanbelileıin Selçuklular dönemindeki faaliyetleıi hk. bk.
Samiha Sabaıi. Mouvements populaires ci Bagdad ci l'epoque 'Abbasside,
IXe-XIe siecles, Paıis 1 98 1 , s. 1 1 2- 1 20.
65 Özellikle 323 (934-5) yılında Bağdat'ta içki dükkii.nlannın yağmalanıp
müzik aletleıinin kırıldığı "Hanbeli fitnesi" adı veıilen olaylar hk. bk. İbn
Kesir. el-Biddye, XI, 1 8 1 - 1 82; Ahmed Teymür Paşa, Nazratün tdrihiyyefi
hudüsi'l-mezdhibi'l-erbaa, Kahire 1 35 1 , s.40-4 1 .
66 Sübki, Tabakdt, VIII, 1 78, 1 84.
67 Sübki, age VIII , 184- 1 85. Hanbelilerle Eş 'aliler arasındaki tartışmaların
. .

bir özeti ve Hanbelilerden Muvaffakuddin İbn Kudame ile Eş 'arilerden


Kadi Ebü Abdullah Muhammed b. Ali ed-Dımaşki arasındaki bazı mü­
nazaralar için bk. H. Daiber, 'The Quran as a "shibboleth" of varying
conceptions of the Godhead", Israel Oriental Studies, XIV (Lelden 1 994),
s. 249-295.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 1 15

Hanbeliler Şafii alimlerinden İzzeddin b. Abdüsselam'a (ö.


660/ 1 262) da aynı şekilde kaba davranmış ve onu Eyyübi
Sultanı el-Melik II. el-Eşref Muzafferüddin'e (648-50/ 1 250-
52) şikayet etmişlerdir.68

Hanbelilerin sert ve dışlayıcı tavırları bu noktada da kal­


mamış ve kendilerine göre tehlikeli gördükleri kimseleri zehir­
leyerek öldürmekten dahi çekinmemişlerdir. Mesela, kendisi
Eş'ari olup Hanbelilerle çeşitli tartışmalarda bulunan Ebu
Mansur Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Berrüvi et­
Tusi (ö. 567/ 1 1 7 1 ) kansı ve çocuğuyla birlikte Hanbelilerin
gönderdiği zehirli helva ile öldürülmüştür.69

Öteki görüş ve gruplara karşı bu katı tutumu sergileyen


Hanbeliler kendi içlerindeki sapmalar hususunda da bağışla­
maz bir tavır içinde olmuşlardır. Önemli bir fıkıh usulü, cedel
ve dil bilgini olan Hanbeli Ebü'l-Vefa İbn Akil (ö. 5 1 3/ 1 1 1 9)
zaman içerisinde Mutezile alimleriyle görüşmüş ve onlardan
istifade etmişti. Aynca, bazı sufılerle ilişki kurarak onla­
rın fikirlerini tanımış ve bu sebeple Hallac-ı Mansur'dan (ö.
3 1 0/922) bahsederken saygılı ifadeler kullanmaya özen gös­
termişti. Onun ifadelerini kaydeden talebeleri bu durumu ifşa
etmiş ve bu sebeple de İbn Akil yaklaşık beş yıl gizlenmek zo­
runda kalmıştır. O, tekrar halk içine çıkabilmek için camide
bütün halkın huzurunda ve divan önünde daha önce savun­
duğu fikirlerinden vazgeçtiğini ilan etmek ve bununla ilgili bir
belgeyi imzalamak zorunda kalmıştır.70

Özellikle Eyyübiler döneminde Suriye bölgesinde Hanbeli­


ler Ehl-i sünnet'e hakim olmuşlardı. Issız ve kimsesiz bir yer­
de Ehl-i sünnet'ten bir kişiye rastladıkları zaman ona karşı
kötü davranır hatta bazen ona küfreder veya onu döverler­
di. 71 Bu durumu tasvir eden Goldziher, söz konusu dönemde

68 Sübki. Tabakat, vııı. 2 1 8, 230, 237-8.


69 Sübki, age. , VI, 390-39 1 .
70 İbn Kudame. Tahrimü'n-nazar .fi kütübi ehli'l-Kelam: Kitdbün .fihi'r-reddü
alii İbn Akil (nşr. G. Makdisi). Norfolk 1 985, s. 5-7: İbn Receb, Zeyl. 1, 1 45;
George Makdisi, "Nouveaux details sur l'affaire d'lbn 'Aqil", Melanges Lou­
is Massignon, Damas 1957, III, 9 1 , 93.
71 Sübki, age. VIII. 237-38.
.
1 16 İslam Düşüncesinde Selefilik

"kendisinden emin olunan bir Hanbeli, beyaz bir karga kadar


nadir bulunuyordu. " der.72

Yine, çeşitli bidat ve hurafelere karşı çıkmak adına Veh­


habilerin İslam'ın kültür varlıkları olan birçok kabir ve tür­
beyi yıkmaları, kendi tevhid anlayışlarını benimsemeyenleri
müşrik ilan edip onlarla savaşı caiz görmeleri, mallarını ga­
nimet kabul etmeleri ve bu uğurda özellikle Hicaz, Suriye ve
Irak bölgelerinde birçok savaş yapmaları da ilave edilince,
selefilerin toplumsal hayattaki katı, müdahaleci ve dışlayıcı
karakterleri daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkar. 73

Tarihte kendilerinden olmayan kişi ve gruplara karşı bir


nevi terör estiren ve çeşitli "Hanbeli Fitneleri" çıkarmaktan
kaçınmayan selefi gruplar günümüzde de Afganistan, Irak,
Suriye, Türkiye, Yemen, Cezayir ve Mali. . . gibi bazı İslam ül­
kelerinde; New York, Londra, Madrid, Brüksel ve Paris . . . gibi
çeşitli Batılı merkezlerde masum insanlara karşı insanlık dışı
çeşitli terör saldırıları düzenlemektedirler. Hatta günümüz­
de çeşitli selefi örgütler, bizzat kendi bünyelerinde yetişen ve
herhangi bir siyasi nedenle kendilerinden ayrılan kimi eski
mensupları için derhal sapıklık, irtidat ve şirk ithamlarında
bulunmakta ve hatta onları gayrimüslimlerden daha önce­
likli olarak mücadele edilmesi gereken "düşman"lar şeklinde
yaftalamaktadırlar.74 Selefiler bu doymak bilmez dindarlık ve
muhafazakarlık hırsıyla muhaliflerinin başında sürekli olarak
tekfir kılıcını sallamakta ve yine bu hırsları sebebiyle bizzat
kendi içlerinde sürekli mutasyona uğramaktadırlar. Nitekim
elinizdeki eserin giriş kısmında selefiliğin tarihsel serüveni
anlatılırken de görüldüğü üzere, İslam tarihinde Ehl-i hadis
(Ehl-i eser) geninin mutasyonu olarak Hanbelilik ve Zahirilik,
bunların mutasyonu olarak İbn Teymiyye ve hareketi, onun

72 Ignaz Goldziher. "Zur Geschichte der hanbalitischen Bewegungen", Zeits­


chrift der Deutschen Morgenlii.ndischen Gesellschaft, Leipzig 1 908, s. 25.
73 Buraya kadar verilen bilgiler için bk. Ferhat Koca, İslam Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem: Hanbeli Mezhebi. s. 201 -206.
74 Selefilerin kendi içlerinde doğup yetişen ve herhangi bir sebeple kendi­
lerinden ayrılan kişi ve gruplar hakkındaki görüşleri için bk. Mehmet
Ali Büyükkara, "Biz Artık O Sapkınlardan Değiliz: Selefilerin Selefilerden
Tebenileri Üzerine Değerlendirmeler". İsldmiydt. 10/ l (2007), s. 57-76.
Selefıliğin Günümüzdeki Motivasyonları 1 17

mutasyonu olarak da Vehhabilik ve Suudi selefiliği doğmuş­


tur. Günümüzdeki cihadı selefilik ve IŞİD dahil diğer bütün
selefi terör örgütleri ise Suudi selefiliğinin genini taşıyan ide­
olojik bir transplantasyondan başka bir şey değildir.

Öte yandan, klasik İslam devletler hukuku doktrinlerinde


dünyanın "İslam ülkesi" (daru'l-İslam) ve "Harb/Küfür ülke­
si" (daru'l-harb/küfr) şeklinde ikiye ayrılmış olması, sıkı bir
muhafazakarlık içerisinde yaşayan bazı Müslümanların dün­
yayı "biz" ve "onlar" şeklinde iki kutuplu olarak algılamalarına
katkıda bulunmaktadır.

Batılı ülkelerin İslam dünyasını sömürmeye ve zaafa uğ­


ratmaya çalışmaları, İslam'ı birbirinden farklı kişi ve toplum­
ların kabul ettiği bir "din" olarak değil de tek bir "kavim" ve
"devlet" gibi algılamaları hatta bütün Müslümanları dünya
barışını tehdit eden "terörist bir grup" olarak değerlendirme­
leri (İslamofobia) , İslam dünyasında bir bütün olarak Batı
karşıtlığını geliştirmekte ve ortaya çıkan medeniyetler arası
gerilim atmosferi ise selefi gruplarda görülen ruhsal bölün­
me ve aidiyet duygusunu daha da pekiştirmekte ve onların
hayatta kalabilmek ve küfre galip gelebilmek için her tür çıl­
gınlığı göze almalarına sebep olmaktadır. Böylece, Batının İs­
lam'ı tehdit olarak kabul etmesi ve İslam ülkelerinde birtakım
sömürgeci amaçlar gütmesi, Müslümanların alt dini grupları
arasında "öteki"ni belirleme ve onlarla mücadele etme ko­
nusunda kimlik kazandıncı bir işlev görmektedir. Kendisini
İslam devleti ve yurdunda (daru'l-İslam) konumlandıran bir
selefi dünya ülkelerine bu açıdan bakmakta ve onlarla dos­
tane ve hasmane bütün ilişkilerini böyle bir perspektiften be­
lirlemektedir.

İnsanları ve ülkeleri "biz ve onlar", "hak ve batıl", "ak ve


kara" şeklinde ayırmak bazen aynı toplum içerisinde dahi çe­
şitli paralel grupların meydana gelmesine sebep olduğu gibi,
"sınır kişiliği" yaşayan bazı kimselerde de birtakım bölünme­
lere yol açar. Böylece onlar etraflarındaki insanları ve grup­
ları mutlak bir şekilde "iyi (dost)" ve "kötü (düşman)" olarak
görmeye başlar; kendisine ait olan her şeyi masum ve yüce,
1 18 İslam Düşüncesinde Selefilik

ötekine ait olanı ise kirli, saflığı bozulmuş ve çürümüş ola­


rak değerlendirir. Bu tür bir "hak" ve "batıl" sınıflandırması
ise selefilerin zihninde ideolojiden eyleme geçişi sağlayan bir
"atlama tahtası" işlevi görür. Çünkü bu sınıflandırma sonun­
da onlar, "dünyayı ancak bizim inanç ve düşüncelerimiz eski
güzelliğine döndürebilir; bunun için de karşımızdakileri mut­
laka yola getirmemiz gerekir, aksi halde onlar bizi yok edebi­
lir." diyerek muhaliflerini şeytanlaştınrlar. Sonuçta selefiler
açısından karşıt gruplar ve ötekiler kendi hatalarını, eksikle­
rini ve yaralanmışlıklarını üzerine attıkları kötücül bir imgeye
dönüşür. Büyük İslam ümmetine "ait oldukları" düşüncesiyle
"öteki"ni dışlayan ve tekfir eden selefiler bu "paranoid" an­
layışları ile "İslam ümmetinin hayatta kalma mücadelesi"ni
verdiklerine inanırlar. İslam dininin bir barış, merhamet, sev­
gi ve hoşgörü dini olduğunu unutan bu gruplar, ne yazık ki
kendi grup kimlikleri ile İslam'ın engin merhamet ve hoşgörü­
sünü gerektiği şekilde bütünleştiremezler. Çünkü onlar mut­
lak hakikat inhisarcılığı sayesinde yüksek bir özgüven duygu­
su içinde yaşamakta ve karşılaştıkları problemlerden sürekli
olarak "öteki"ni sorumlu tutmakta ve onlara karşı derin bir
kin ve nefret biriktirmektedirler. Selefi düşünce mensupları
arasında gözlemlenen bu "ruhsal bölünme", ait olma ve ha­
yatta kalma duygusu, onları kendi benliklerini ve görüşlerini
idealize etmeye, ötekine karşı ise tekfir ve dışlama dahil her
tür aşırılığa ve teröre sevk etmektedir. 75

İ. Şekilciliğe Tepki
Birinci bölümde de belirttiğimiz gibi, selefiler katı lafızcı ve
zahiri bakışlarının fıkıh alanında metodolojik bir tıkanmaya
yol açmaması için insanın gerçek niyet ve maksadına (süb­
jektif irade) büyük bir önem vermişlerdir. Hanefi ve Şafiiler
akitler esnasında kullanılan lafızlara, gramer kurallarına, kı­
yas ve kaidelerine bağlı kalmayı (irade beyanı) şart koşarken

75 Bölünme, ait olma ve hayatta kalma motivasyonları hk. bk. Özgür Kelle­
cioğlu, Psikopolitik Yönden İslamcı Fundamentalizmin İncelenmesi: İslam­
cı Köktendincilerin Motivasyonları, s. 22-25; Celaleddin Çelik, 1Ylrkiye'de
Dini Gruplann Sosyolojisi. Kayseıi 2 0 1 1 , Erciyes Üniversitesi Stratejik
Araştırmalar Merkezi [ERUSAM). Anallz No. 1 , s. 27.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 1 19

bilhassa Hanbeliler lafızlar yerine maksat ve niyeti (irade hür­


riyeti) , kıyas yerine de nasları esas almışlar; özellikle nasla­
nn yasaklamadığı durumlarda istishab prensibinden hareket
etmişlerdir.

Fıkıhta savundukları bu sübjektif irade teorisinin bir yan­


sıması olarak çeşitli selefi gruplar din eğitim ve öğretimiyle
meşgul olan bazı resmi kurumların yürüttükleri dini hizmet­
leri "şekilci bir dindarlık" olarak nitelemiş ve adı geçen ku­
rumlann birtakım yozlaşma ve çürümüşlüklerini de istismar
ederek onlara karşı radikal ve özcü (puriten) bir dil kullan­
mışlardır.

Ne var ki, Selefiler günümüzde kılıçla adam kesen, kafa


koparan, bombalarla tarihi ve kültürel mirası tahrip eden,
türbe ve cami yıkan ve dini bu şekli eylemlerden ibaret sanan
yaklaşımlanyla söz konusu özcü ve gayeci (teleolojik) söylem­
lerini bizzat kendileri bastırmaktadır. Dolayısıyla, her konuda
katı muhafazakarlığı savunan selefiler ne yazık ki makasıd,
samimi dindarlık ve hüsnü niyet konularında sabitkadem ol­
mayı başaramamışlardır. Bu sebeple de onlar pragmatik ve
makyavelist bir sarkaç içerisinde konjonktüre! çıkarlanna
göre niyet (maksat) ve zahiri:lik (lafızcılık) arasında bir o yana
bir bu yana sallanıp durmaktadırlar.

J. Geçmişi Telafi
Günümüzde Batıda veya İslam ülkelerinde selefi örgütlere
katılan veya bu örgütler tarafından beyni yıkanan insanların
en azından bir kısmının dini konularda yeterli bilgilere sahip
olmayan, toplum dışı kalmış, geçmişi sabıkalı, alkol ve madde
bağımlısı, çeteci veya yeni mühtedi kişiler oldukları gözlem­
lenmektedir. Bu insanlar kendilerine din adına ne sunulur
veya önlerine ne konursa onu "İslam" diye alıp kabul eden ve
herhangi bir sorgulama yapma kapasitesine sahip olmayan
"tövbekar" kimselerdir.

Söz konusu kişiler dini hayata katılmadan önceki hata ve


günahlarla dolu hayatlarını affettirmek ve geçmişlerini telafi et­
mek için geleceklerini dine ve İslam devletine/şeriata adarlar.
120 İslam Düşüncesinde Selefilik

Yol kesen, kasaba ve köyleri soyan haydutların geçmişle­


rini araştırmadan, sırf maddi bazı sebeplerle veya korunma
güdüsüyle kendilerine biat etmesinde herhangi bir sakınca
görmeyen makyavelist selefi lejyonerler ise, geçmişini telafi
etme amacıyla dine yönelen bu "yeniden doğma" veya "son­
radan olma" Müslümanların adanmışlık duygularını istismar
ederek onları birer canlı bombaya dönüştürürler.

111. SOSYO-KÜLTÜREL MOTİVASYONLARI


İnsan toplumsal bir varlıktır yani insanoğlu toplumun en
küçük nüvesini teşkil eden bir aile ortamında doğar; aile ve
toplumunun benimsediği değerler içerisinde yetişir. İnsan bir
nevi sosyal ve kültürel çevresinin mahsulü niteliğindedir ve
onun düşünce yapısında ve dünyaya bakış açısında söz ko­
nusu çevrenin belirleyici rolü bulunmaktadır.

Bu bağlamda günümüzde bazı insanların çeşitli selefi


gruplara katılmalarının arkasında da eğitim-öğretim, propa­
ganda araç ve gereçleri, sosyal ve kültürel aktiviteler gibi kişi­
nin zihin dünyasını şekillendiren ve düşüncelerine tesir eden
çeşitli sosyo-kültürel faktörler ve etkenler bulunmaktadır.

Şimdi söz konusu faktör ve teşvik kaynaklarından bazıla­


rını kısaca anlatmaya çalışacağız:

A. Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri


İslam eğitim ve kültür tarihinde her biri birer seçkin bilim
enstitüleri olan medreselerde çeşitli akfüd, kelam, tefsir, hadis
ve fıkıh kitapları okutulmuştur. Bu eserler Şii bölge ve top­
lumların eğitim kurumlarında genellikle Şii kaynaklarından
seçilmiş, Sünni bölgelerde de bölgenin nüfus yoğunluğunun
mezhebine göre Hanefi, Şafii, Maliki veya Hanbeli usul veya
füru kaynaklarından seçilmiştir. Söz konusu eserler okutu­
lurken -en azından Sünni dünyada- yaşayan dört Sünni mez­
hebin hak mezhep olduğu ve birbirine eşit bir meşruiyete ve
doğruluk payına sahip bulundukları kabul edilerek genel bir
" Sünni barışı"na ulaşılmıştır. Dolayısıyla, geleneksel medre-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonlan 121

selerde mezhebi eğitim ayırımcı ve dışlayıcı bir perspektiften


verilmemiş, bu sebeple de küçük bazı istisnalar dışında, İslam
tarihinde mezhep savaşları yaşanmamıştır. Ancak, özellikle
Suudi Arabistan Krallığı'nın temel ideoloj isini Selefi-Vehhabi
anlayışına dayandırması, adı geçen devletin bütün eylem ve
işlemlerini söz konusu anlayış çerçevesinde değerlendirme­
sine yol açmış hatta bununla da yetinmeyerek gerek resmi
kurum ve kuruluşları gerekse vakıflar gibi çeşitli sivil toplum
örgütleri aracılığıyla Selefi-Vehhabi ideolojiyi diğer İslam ülke
ve topluluklarına ihraç etmeye başlamıştır. Böylece selefi dü­
şünce ve bu düşünceyi savunan çeşitli gruplar İslam ülke ve
topluluklarında daha çok görünür hale gelmişlerdir.

Bu arada 1 979 yılında Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı


işgal etmesi üzerine, adı geçen ülkeden komşu ülkelere bü­
yük bir mülteci akını olmuş ve özellikle de Pakistan sınırında
kurulan kamplarda yüz binlerce Afganlı mülteci yaşamıştır.
Bu iltica döneminde Pakistanlı veya başta Suudi Arabistan
olmak üzere çeşitli Arap ülkelerinden gelen selefi dfüler Af­
gan mültecilere eğitim vermişlerdir. Yaklaşık on yıl süren mil­
li mücadeleden sonra Afganistanlılar Sovyetleri yurtlarından
atmışlar, ancak devletin kimler tarafından ve nasıl yönetile­
ceği konusunda anlaşamayan silahlı gruplar kirli ve kanlı bir
iç savaşa tutuşmuşlardır. Bunun üzerine, Pakistan mülteci
kamplarında selefi dailer tarafından eğitilmiş olan talebeler
(Tfiliban) de bu iç savaşa katılmış ve böylece Afganistan' da si­
lahlı selefi gruplar etkin hale gelmiştir. Aynca, dünyanın dört
bir yanından Afganistan cihadına yardım etmek amacıyla
gelen binlerce yabancı savaşçı burada hem ideolojik hem de
savaşa dair pratik eğitim almışlardır. Söz konusu yabancılar
Afganistan savaşından sonra geldikleri kaynak ülkelere dö­
nerek veya dünyanın problemli bölgelerine giderek buralarda
selefi ideolojiyi yaymaya ve selefilik adına çeşitli eylemlerde
bulunmaya başlamışlardır. Böylece, günümüzdeki hemen
hemen bütün selefi grup veya örgütlerin ortaya çıkışlarının
en önemli etkenlerinden biri, ilhamını Selefi-Vehhabi ideoloji­
den alan eğitim kampları, kurumlan ve faaliyetleri olmuştur.
122 İslam Düşüncesinde Selefilik

Eğitimin insanların bireysel bilgi ve becerilerini artırma


fonksiyonu yanında, toplumun çeşitli sosyal davranış kalıp­
larını öğretme, kültürel yapıyı koruma ve bu yapıyı gelecek
nesillere taşıma gibi birtakım sorumlulukları da bulunmak­
tadır. Bir ülke veya toplum ancak eğitim ve öğretim sayesin­
de farklı dil, din, ırk ve değer yargılan arasında ahenkli bir
uyum sağlayabilir ve böylece insanlar barış içerisinde birlikte
yaşama imkanına kavuşur. Ne yazık ki, selefılerin böyle fark­
lılıklar arasında "ahenkli bir uyum" sağlayarak birlikte barış
içerisinde yaşama gibi bir hedefi bulunmamaktadır. Çünkü
onlar böyle bir hedef yerine, herkesi kendi hakikatlerini ka­
bul etmeye zorlayan ve kabul etmeyenleri de dışlayarak mür­
tetlikle tehdit eden dar bir görüşe sahiptirler; onlar aldıkları
dışlayıcı dini eğitim ve öğretim sayesinde kendilerini herkesi
hizaya sokmakla görevli birer "Allah'ın kılıcı" ve "dinin muha­
fızı" olarak görürler.

Öte yandan, günümüzde bazı insanların çeşitli selefi grup­


lara katılmalarını teşvik eden motivasyonlardan biri de İslam
ülke ve toplumlarında verilen yetersiz din eğitimidir. Bu ye­
tersizlik sebebiyle çeşitli bölgelerden dini tahsil yapmak ama­
cıyla başta Suudi Arabistan olmak üzere selefi düşüncenin
yaygın bulunduğu bazı Arap ülkelerine öğrenciler gitmekte­
dir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, dünyanın dört bir tara­
fından dini tahsil için adı geçen ülkelere giden "dindar", "va­
tansever" ve "idealist" gençlerin büyük bir kısmı aldıkları se­
lefi eğitim sonunda ülkelerine kendi milli değerlerinden uzak­
laşmış, başta Türk tarih ve kültürü olmak üzere kendi dini
ve kültürel değerlerine düşman birer "selefi militan" olarak
geri dönmektedirler. Mesela, bütün topraklan İstanbul'dan
önce fethedilmiş olan Bulgaristan dahil , Makedonya, Kosova
ve Bosna-Hersek gibi dini hayatları yüzyıllarca Hanefi imam
ve müftüler tarafından tedvir edilmiş olan Balkan ülkelerin­
de bugün çeşitli selefi eğitim kurumlarından yetişmiş kişiler
etkili görevlere gelmekte, düzinelerce selefi sermayeli vakıf
ve dernek faaliyette bulunmakta; buralarda Osmanlı-Hanefi
geleneğinden yetişmiş Bosnalı, Üsküplü, Kosovalı, Prizrenli,
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 123

Sofyalı, Şumnulu, Razgradlı, Varnalı, Silistreli, Filibeli... yüz­


lerce ilim adamının eserleri kütüphane raflarında çürürken,
bölgenin dini tarih ve kültürüyle hiçbir ilgisi bulunmayan İbn
Kudame, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed
b. Abdülvehhab ve Abdülaziz bin Abdullah bin Baz gibi Se­
lefi-Vehhabi geleneğine mensup kişilerin risale ve kitapları
tercüme edilmekte ve hatta ücretsiz olarak dağıtılmaktadır.

Ayrıca, bazı İslam ülkelerindeki baskıcı ve militan laik­


lik uygulamaları da Müslümanlar arasında şiddetli tepkilere
sebep olmakta ve bunun sonunda selefi dailerin bir afyonu
haline gelen "Asr-ı saadete dönüş" çağrılan söz konusu ül­
kelerin halklarına daha cazip ve sempatik gözükmektedir.
Bu ülkelerdeki laik devlet organları İslam dininin eğitimi ve
pratiği hususlarında kısıtlama ve baskılarını artırdıkça Müs­
lüman halk da tepki olarak dini cemaat ve zümrelere yönel­
mekte, dindar ve muhafazakar yapılan iktidara getirmekte­
dir. Özellikle ülkemizdeki muhafazakar, dindar ve milliyetçi
iktidarlar dine karşı sevgi ve saygıları sebebiyle dini söylem­
lerde bulunan bütün cemaat ve zümrelere iyi niyetle bak­
makta, bu zümrelerden bazıları ise söz konusu iyi niyetleri
sonuna kadar istismar etmektedirler. Aslında bu iktidarların
muhafazakarlıktan kasıtları "dini ve milli değerleri korumak
ve geliştirmek" olduğu halde, onların burunlarından girmiş
olan bazı "Ehl-i sünnetçi" mikro organizmalar söz konusu
muhafazakarlığı. yedinci miladi yüzyıldaki Arap Yanmada­
sı'nın sosyal, siyasal ve kültürel tarihini "İslam dini" olarak
kabul eden selefi anlayış lehinde yönlendirmekte ve burun­
larına yerleştikleri siyasal iktidarların nefes almalarını yani
gerekli zihinsel değişim ve dönüşümleri gerçekleştirmelerini
zorlaştırmaktadırlar. Son yıllarda ülkemizde ilahiyat eğitimi
ve müfredatıyla ilgili yapılan tartışmaların temelinde de si­
yasal iktidarın burnuna yerleşmiş olan · bu organizmaların
akademik ve kültürel bünyeye verdiği çeşitli rahatsızlıklar
ve komplikasyonlar yatmaktadır. Devlet aklının bol ve temiz
hava teneffüs edebilmesi yani gerekli toplumsal değişim ve
transformasyonları gerçekleştirebilmesi için siyasal iktidar-
124 İslam Düşüncesinde Selefilik

ların burunlarına yerleşerek nefes almalarını güçleştiren ve


onlann burun sıvılarından (iktidar nimetlerinden) beslenen
parazitlerin bir an evvel bulundukları yerlerden temizlenme­
leri gerekmektedir. Aksi takdirde ülkemizde rivayet kültürüne
dayalı, dışlamacı ve tekfirci selefi unsurların dini eğitim ve
öğretim kurumlarında etkin hale gelmesi, ilhamını derin akli
tefekkür ve re'yden alan Hanefi-Matüridi geleneğini zayıflata­
cak ve Türkiye'nin IŞİD ve benzeri terör örgütlerine karşı olan
doğal direncini kırarak ülkemizi selefi teröristlerin ürediği bir
bataklığa dönüştürecektir.

Aynı şekilde, günümüzde İslam düşüncesinde "sabit" de­


ğerler ile dinamik ve değişken hayat münasebetleri arasında
sağlam ve adil bir dengenin kurulamaması sebebiyle, çeşitli
muhafazakar cemaat ve zümreler dini ve Ehl-i sünnet inancı­
nı korumak amacıyla selefiler gibi dışlayıcı ve tekfir edici bir
dil kullanmakta ve hatta Vehhabilik karşıtı olduklarını iddia
eden bazı cemaatler ile ilhamını Vehhabi hareketinden alan
terörist IŞİD'in -aralarında teorik ve pratik açıdan herhangi
bir fark kalmayacak şekilde- birbirlerine yaklaştıkları göz­
lemlenmektedir. Bu çerçevede ülkemizde çeşitli dini cemaat
ve zümreler tarafından içerisinde "Din, İman. İslam, Tevhit,
İlim, Hikmet, Fazilet" gibi değer yüklü bazı kelimelerin sıkça
kullanıldığı araştırma merkezleri veya akademileri oldukları
iddia edilen birçok organizasyon kurulmaktadır. Söz konu­
su zümreler bu merkezlerde Ehl-i sünnet inancını koruyacak
"molla" ve ilim adamlarının yetiştirileceği vaadiyle halktan
büyük yardım ve bağışlar toplamaktadırlar. Eğitim ve öğretim
alanında üniversite ve fakültelerden rol çalmaya çalışan bu
kaçak ve gizli (illegal) yapıların hocalarının, öğrencilerinin ve
okutacakları müfredatların herhangi bir standartları bulun­
madığı gibi, yetiştirdikleri öğrencilerin nerede ve nasıl istih­
dam edilecekleri de belli değildir. Bu tür "merdiven altı" ku­
rumların taşıdıkları isimler ile içerikleri (müsemmaları) ara­
sındaki fark "cennet yatakları". "Kevser yağlan" veya "Uhud
iç çamaşırları" şeklindeki istismarcı marka isimleri ile mü­
semmaları arasındaki fark gibidir. Büyük çoğunluğu "Ehl-i
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 125

sünnet" adı altında kendi ideolojisinden olmayanları dışlayan


ve tekfir eden, toplumun birlik ve dayanışma ruhunu bozan,
çatışmacı ve din istismarcısı bu tür bağnazlık merkezlerinin
ileride ülkemizin birlik ve beraberliğini, huzur ve güvenini,
özgürlük ve demokrasisini tehdit edecek boyutlara ulaşma­
masını temenni ederiz.

B. Temkinli Bir Din Diline Yaslanması


Selefiler Kur'an-ı Kerim ve sünnetin, başta sahabe olmak
üzere İslam'ın ilk nesillerinin görüş ve uygulamalarının esas
alınmasını yani "Asr-ı saadet"e dönülmesini, ilk nesillerden
sonra ortaya çıkmış olan birtakım akli tefekkür mahsulü eser
ve uygulamaların ise İslam'a aykırı birer tahrif ve yozlaşma
olduğunu ve bu tür bidat ve hurafelerle de şiddetli bir şekilde
mücadele edilmesi gerektiğini savunurlar.

Selefılerin din ve dünya hayatının temel sorunları hakkın­


da kullandıkları bu etkileyici retorik ilk bakışta temkinli bir
söylem olup pek çok Müslüman'ı heyecan ve hayranlıkla ken­
disine cezbeder. Bu sebeple de tarihte ve günümüzde pek çok
selefi vaiz bu dili kullanarak arkalarından geniş kitleleri sü­
rüklemeye çalışmış, selefi örgütler de bu temkinli rivayet dil
ve kültürüne yaslanarak insanların beyinlerini yıkamışlardır.

Ancak, yukarıdaki görüşlere daha yakından bakıldığı ve


onlar hakkında bazı sorular sorulduğu zaman çeşitli prob­
lemler ortaya çıkacaktır. Bu sorulara şu örnekler verilebilir:
Kur'an-ı Kerim'in ilk muhataplarının tarihsel sorunlarına
karşı getirmiş olduğu tarihsel çözümler gelecek nesiller ve za­
manlar için ne ifade etmektedir? Hz. Peygamber'in örnek uy­
gulama ve tatbikatı (sünnet) evrensel bir form olarak mı gü­
nümüze taşınmalı yoksa bu uygulamalardan elde edilen so­
nuçlar mı bağlayıcı kabul edilmelidir? İslam'ın ilk nesillerinin
(selef-i salihin) görüş ve uygulamaları bağlayıcılığa sahip birer
dini nas değerinde ve bütüncül bir form halinde mi kabul
edilmeli yoksa hukuki içtihat faaliyetlerinde örnek alınabile­
cek içtihadi görüşler koleksiyonu olarak mı değerlendirilmeli­
dir? Kur'an, sünnet ve ilk nesillere ait görüş ve uygulamaların
126 İslam Düşüncesinde Selefilik

(eser, nakil) tespiti (sübutu) ve bilhassa değerlendirilmesinde


(delalet) aklın rolü nedir ve ne olmalıdır? İslam'ın ilk nesil­
lerinden sonra ortaya çıkan ve İslam medeniyetini meydana
getiren ilmi, fikri, edebi, tarihi ve kültürel mirasın tümünü bi­
dat ve yozlaşma olarak kabul etmek doğrudan doğruya İslam
dinine ve bütün Müslümanlara haksızlık olmaz mı?

İşte bu ve benzeri sorular sorulduğu zaman Müslümanlar


gerçek sorunlarıyla karşı karşıya gelmiş ve yüzleşmiş olurlar.
Burada selefiler "anakronizm eğilimi içinde metin, yorum ve
fiil arasındaki geleneksel ve doğrusal ilişkiyi birbirine karış­
tır"salar76 da onların ileri sürdükleri içerikten daha çok şekil
ve forma ağırlık veren görüşleri, bize göre yukarıdaki sorulara
karşı elbette bir cevap teşkil eder ve hatta onların cevapları­
nın isabetli olma ihtimali de söz konusu olabilir. Ancak bizim
selefilere tanıdığımız bu görüş belirtme hakkını ve isabetli
olma ihtimalini ne yazık ki onlar kendilerinden başkasına
tanımamakta ve hakikatin sadece kendi görüşleri olduğunu.
diğerlerinin ise sapıklık içinde bulunduğunu ileri sürmekte­
dirler. Böylece konuşma demokratik tartışma ortamından çı­
karak mezhep ve din kavgasına dönüşmektedir.

C. Sosyal ve Kültürel Sorunlar


Çeşitli dini hareketlerin birtakım toplumsal değişim ve
bunalımlarla ilişkileri, aslında söz konusu hareketlerin sos­
yolojisinin tespit edilmesi bakımından önemli ipuçları içerir.
Bu ipuçları sayesinde dini hareketlerin farklı kültür. medeni­
yet ve inançlarla karşılaşmaları sonucu ortaya çıkan etki ve
tepkilerin meydana getirdiği değişim süreçleri sırasında yerli
kültür unsurları ile dış kültürlerden ithal edilenler arasında
bir sentez yapıp yapamayacakları veya mevcut geleneksel de­
ğerleri koruma, onarma (restorasyon) , ihya. tecdit yahut tadil
etme konularındaki tercih , kabiliyet ve kapasitelerinin neler
olacağı anlaşılır.77 İşte bu nedenle , günümüzde İslam ülkele-

76 Halil Aydınalp. "Kural Dışı Dini Bir Yönelim Olarak Çağdaş Tekfir İdeolo­
jisini Anlamak" . Mannara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul
20 1 4, sy. 46, s. 32.
77 Ünver Günay. Din Sosyolojisi. s. 440-44 1 .
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 127

rinde çeşitli selefi grupların ortaya çıkış sebepleri araştırılır­


ken söz konusu ülkelerin içinde bulundukları etnik ve mez­
hebi yapılar, dini cemaat ve tarikatlar, çalışanlar ve işsizler
gibi geniş halk yığınlarının sorunları, değer yargılan ve hayat
münasebetlerinde ortaya çıkan bazı değişimler, yozlaşmalar
ve sapmalar görmezden gelinemez.

Bugün İslam dünyasının en büyük sosyal sonınlanndan


biri hayatın her alanında görülen haksızlık ve adaletsizlik­
lerdir. Ne yazık ki, İslam dünyasının büyük bir bölümü hala
temel insan haklan, demokrasi ve hukuk devleti ilke ve stan­
dartlarından yoksun bulunmaktadır. Aynı şekilde, İslam ül­
kelerinde nüfusun büyük çoğunluğu insani gelişmişlik stan­
dartları altında, açlık veya yoksulluk sınırlarında yaşarken,
küçük bir azınlığın ise her türlü lüks ve israf içerisinde yüz­
düğü görülmektedir. Yine, İslam ülkelerinde yönetici elitle­
rin büyük bir kısmı halklarının refah seviyesini yükseltme,
sosyal adaleti gerçekleştirme, sağlık ve kültür alanlarında
iyileştirmeler yapma yerine; kendi şahsi ikbal ve çıkarlarını
koruma, insanların özgürlüklerini sınırlandırma, baskıcı ve
otoriter düzenler kurma peşinde koşmaktadırlar.

İşte İslam ülkelerindeki bütün bu sosyal, siyasal ve kül­


türel sorunlar selefi örgütlerin eline bulunmaz fırsatlar ver­
mekte hatta bu durum onlan, İslam dünyasındaki bütün
iktidarların haksız ve yanlış uygulamalarına karşı çıkan al­
tematif bir siyasi ve sosyal harekete dönüştürmektedir. Amin
Maaloufun "İslamcı hareket"lere nispet ettiği bu muhalefet
anlayışı selefi gruplara adapte edilerek şöyle denilebilir: İs­
lam dünyasında "balkonunun altında bir limuzinle doğma­
mış olan herkes, kurulu düzeni sarsma arzusu duyan herkes ;
yozlaşmaya, devlet zorbalığına, eşitsizliklere, işsizliğe, gelecek
endişesine isyan eden herkes, çok çabuk değişen bir dün­
yadaki yerinin neresi olduğunu bulmakta zorlanan herkes"
selefi hareketlerin "etkisine kapılıyor. Orada hem kimlik ihti­
yaçlarını, bir gruba dahil olma ihtiyaçlarını, maneviyata olan
ihtiyaçlarını, fazlasıyla karmaşık gerçekliklerin basit biçimde
1 28 İslam Düşüncesinde Selefilik

açıklanmasına olan ihtiyaçlarını, hem de eylem ve başkaldırı


ihtiyaçlarını gideriyorlar. "78

Burada "İslami köktenciliğin müstebit yönetime ve sos­


yo-ekonomik adaletsizliğe karşı bir başkaldırı ideolojisi olma
rolü daha az önemli değildir. Diğer kurumsal ve ideolojik mu­
halefet kanallarının olmaması, köktenciliğe, halk memnuni­
yetsizliğinin ifadesi için dince onaylanmış bir araç sağlıyor. "79
Böylece, devlet düzeninin veya toplumdaki güç odaklarının
herhangi bir mezhep, ideoloji, parti, aşiret veya zümre gibi tek
taraf lehine geliştiği ve yozlaştığı toplumlarda söz konusu ya­
pılara muhalefeti selefi grup ve örgütler üstlenerek sosyo-po­
litik alanlan dolduruyorlar. Bu durum İslam ülkelerinde hem
meşru muhalefet hareketlerinin gerektiği kadar gelişmediği­
ni hem de selefi gruplar ile yozlaşmış rejimler arasında bir
korelasyon bulunduğunu göstermektedir. Günümüzde selefi
örgütlerin yozlaşmış sosyal ve siyasal yapılara gösterdikleri
tepkilere onların Suudi Arabistan Krallığı'na karşı sergiledik­
leri tavır örnek verilebilir. Aslında Suudi Arabistan Krallığı
dünyadaki bütün selefi grupların maddi ve manevi velisi ve
mürebbisi olduğu halde, günümüzde başta Usame b . Ladin
olmak üzere çeşitli selefi terör örgütü liderleri adı geçen dev­
letin yönetici elitlerine karşı sert tepkiler göstermektedirler.
Onların bu tepkileri aslında Suudi Kraliyet ailesinin içine
düştüğü ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yozlaşma se­
bebiyle gün geçtikçe kaybettikleri masumiyet ve saflığa karşı
tutulan bir ayna niteliğindedir. Ancak, günümüzde bazı se­
lefi grupların demokrat ve şeffaf olmayan Suudi Arabistan ve
benzeri devletlerdeki yozlaşmalara karşı çıkmaları tam bir pa­
radokstur. Çünkü selefilik İslam tarihindeki içe kapanmanın,
hoşgörüsüzlüğün, dışlamanın ve totaliteryanizmin temsilcisi
niteliğindedir. Toplumsal hayattaki bütün sosyal sorunların,
haksızlıkların, yozlaşma ve yolsuzlukların temelinde ise işte
bu kapalılık. hoşgörüsüzlük ve baskıcılık yatmaktadır.

78 Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, s. 77.


79 R. Hrair Dökmeciyan, Arap Dünyasında Köktencilik (trc. Muhammed Ka­
rahanoglu). İstanbul 1 992, İlke Yayınlan. s. 196.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 129

Selefi grup ve örgütleri motive eden başka bir sosyal sorun


da bazı İslam ülkelerindeki baskıcı laiklik uygulamalarıdır.
Bu baskıcı uygulamalar Müslüman halkların kendi devletle­
rine olan güvenlerini sarsmakta ve devlet ile halk arasında­
ki mesafenin açılmasına sebep olmaktadır. Aynca bu durum
çeşitli selefi gruplar tarafından istismar edilerek İslami ciha­
dın öncelikle Müslümanlar arasındaki münafık ve kafirlerden
başlaması gerektiğine dair iddialarına dayanak teşkil etmek­
tedir. Yine bu durum hem "demokrasi" ile "İslam" arasında
kurulabilecek "dostane" ilişkileri zehirlemekte hem de pek
çok radikal grubun laik ve demokratik yapıların İslami olma­
dığı hatta İslam'a zarar veren düşman yapılar olduğu iddiala­
rını güçlendirmektedir.

İslam ülkelerinde uygulanan bu baskıcı laiklik uygulama­


larına ülkemizi yanın yüz yıla yakın süre meşgul eden, yo­
ran ve kutuplaştıran "meşum" başörtüsü yasağı örnek ola­
rak gösterilebilir. 1 974-75 yıllarında İmam-Hatip Liselerine
kız öğrencilerin alınmasıyla başlayan başörtü meselesi 1 2
Eylül 1 980 Askeri darbesinden sonra Türkiye'nin gündemini
tamamıyla meşgul etmeye başlamış, 1 982'de Yükseköğretim
Kurulu (YÖK) üniversitelerde başörtüsünü yasaklayan bir
yönetmelik çıkarmıştır. Bu yönetmeliğin değiştirilmesi veya
iptal edilmesi için çeşitli hükümetler, partiler ve Büyük Millet
Meclisi yıllarca çalışmış, ancak bu soruna dokunanın eli yan­
mış, partisi kapatılmış, siyasi yasaklı hale getirilmiş ve hat­
ta sırf bu yüzden demokratik düzenin işleyişine çeşitli askeri
müdahaleler yapılmıştır. Aynca, bu süreçte başı örtülü öğ­
renciler aşağılanmış, itilmiş-kakılmış, eğitim hayatlarına son
verilmiş ve "öteki"leştirilmişlerdir. Kadın-erkek, genç-yaşlı,
asker-sivil demeden insan öldüren katiller ve teröristler dahi
devletin araç ve gereçleriyle cezaevlerinden sınavlara getirildi­
ği bir sırada başörtülü öğrenciler gözyaşları içerisinde sınav
salonlarından atılmış ve koca bir ülke tam bir akıl tutulması
içerisinde başörtüsü sorununa dolanmıştır. Bu durum söz
konusu başörtülü öğrencilerde, onlann aile, dost ve akra­
baları arasında devletlerine karşı büyük hayal kırıklıklarına
1 30 İslam Düşüncesinde Selefilik

sebep olmuş, ilgili öğrencilerden bir kısmı tam bir mağduri­


yet ve hayal kırıklığı içerisinde ülkelerini terk etmek zorunda
kalmışlardır.

Devletin kendi eliyle kendi öz evlatlarını düşmanlaştırması


ise, çeşitli radikal ve selefi grupların eline büyük bir istismar
fırsatı vermiştir. Milletin "Yeter karar milletindir!" diyerek de­
mokrasiye ağırlığını koyması sonunda söz konusu uğursuz
yasak kaldırılmış, ancak bu arada pek çok genç de radikal
grupların kucağına düşmüştür. Bunun sonucu olarak şimdi
bazı gençler başörtüsüyle de yetinmeyip İslam'ın istediklerin­
den daha fazla bir şekilde yani farz veya vacip olmadığı halde
"farz ve vacipmiş gibi" gözlerinden başka her taraflarını örten
kara çarşaflarla, uzun sakallarla, yeşil takke ve cübbelerle
eğitim kurumlarına gelmeye başlamışlardır. Çeşitli selefi ve
radikal grupların yönlendirdiği bu tepkici gençlerin kendileri­
ne gösterilen engin toplumsal hoşgörüyü istismar etmemeleri
ve ileride ülkemizin huzur ve güvenliğini, birlik ve beraberli­
ğini tehdit eden bir güvenlik sorunu haline gelmemeleri ümit
edilir.

Öte yandan, çeşitli ülkelerdeki siyasi ve mezhebi baskılar


da selefi örgütlere katılımı teşvik etmektedir. Mesela. özellikle
Irak'ta selefi terör örgütlerinin gelişip kök salmasının hatta
IŞİD'in burada kurulup Suriye'ye sıçramasının temel sebep­
lerinden biri, Amerika Birleşik Devletleri güdümünde ve İran
etkisi altında kurulan Şii hükümetlerin katı mezhepçi politi­
kalarıdır. Şii hükümetlerin ve bilhassa Şii milis gruplarının
başta Felluce, Ramadi ve Tikrit olmak üzere çeşitli Sünni
bölgelerde yaptıkları baskı ve zulümler karşısında kendilerini
yalnız ve korumasız hisseden bazı Sünni çevreler IŞİD'i ko­
ruyucu ve kurtarıcı bir "melek" olarak algılamışlardır. Hatta
lrak'ta mezhepsel ve etnik gerilimin ayrıştırıcı gücünü arka­
sına alan IŞİD bu rüzgarla Suriye'ye de girmiş ve bu ülkedeki
bütün dengeleri geri döndürülmesi çok zor olacak bir şekilde
bozmuştur. Netice olarak, IŞİD bölgeyi askeri zaferlerle değil.
muhaliflerinin yaptığı politik yanlışlıklar sebebiyle ele geçir­
miştir. Aynı şekilde, IŞİD'in günümüzde çeşitli Kürt ve Şii böl-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 131

gelere saldırmasının temelinde d e Irak Devleti'ni Sünnilerden


alarak Kürtlere ve Şiilere teslim eden Amerika ve onun doğal
müttefiklerinin yanlış politikalarına karşı olan tepki yatmak­
tadır.

Günümüzde insanların çeşitli selefi örgütlere katılımları­


nın arkasında yatan sosyal ve kültürel faktörlerden biri de
bazı modern İslamcı hareketlerin yaşadıkları başarısızlıklar­
dır. Mesela, Mısır'da seçimleri kazanarak iktidara gelen İs­
lamcı hareket (Müslüman Kardeşler) eski rejimin çeşitli un­
surları tarafından başlatılan sosyal ve siyasal protestoları
durdurarak geniş orta sınıfların beklediği ekonomik, siyasi ve
sosyal değişimleri gerçekleştirememiş, asker ve bürokratlar­
dan meydana gelen devlet mekanizmasının işleyişini kontrol
altına alamamış; bunun sonucunda da bir yıl gibi kısa bir
süre içerisinde büyük bir demokratik zaferden kanlı bir traje­
diye evirilmiştir. Bu süreçte, darbeci güçlere en büyük deste­
ği verenlerin ise Mısır'ın içindeki bazı selefi partilerle Mısır'ın
dışındaki başta Suudi Arabistan ve onun güdümündeki bazı
Körfez ülkelerinin olması selefi düşünce açısından tam bir
paradokstur. Çünkü Selefi-Vehhabi ideolojisini benimseyen
söz konusu parti ve ülkeler bu konuda ya kendi ideolojik ya­
rarlarını ya. da durdukları yeri bilmemektedirler. Öte yandan,
Mısır'daki modem İslamcı hareketin despot askeri yönetim
tarafından yenilgiye uğratılması, bazı terörist selefi gruplar
için büyük bir istismar alanı açmıştır. Artık bundan sonra
Mısır'ın günden güne Iraklaştığını veya Suriyeleştiğini acı ve
üzüntüyle izleyebiliriz.

Bugün İslam coğrafyasının hemen hemen her bölgesinde


ortaya çıkan selefilik ateşini körükleyen temel faktörlerden
biri de Müslümanların hem kendi aralarında hem de Batı ile
ilişkilerinde yaşadıkları ekonomik, sosyal ve siyasal tüken­
mişlik duygularıdır. Bu duygu başta selefi düşünce mensup­
ları olmak üzere geniş Müslüman kitleleri sürekli olarak Batı
ile karşı karşıya getirmektedir. Böyle bir karşılaşma bütün in­
sanlık için büyük bir tehdit olan "medeniyetler çatışması"na
sürüklemektedir. Kimi Batılı aydınların bu çatışmayı körük-
132 İslam Düşüncesinde Selefilik

leyen birtakım açıklamaları ise selefi grupların "yaralanmış


narsistik" duygularını uyandırmaktadır.

Bazı insanların günümüzde çeşitli selefi gruplara katılım­


larını teşvik eden sosyal ve kültürel sorunlar konusuna son
verirken şu hususa da işaret etmeden geçemeyeceğiz: Aslın­
da günümüzdeki selefi grupların İslam ülkelerinde yaşanan
çeşitli sosyal ve kültürel sorunlarla ilgili herhangi bir çözüm
önerileri veya çözüm arayışları yoktur. Onlar insanların eği­
tim seviyelerini yükseltmek, sosyal güvenliklerini sağlamak,
işsizlere iş bulmak, toplumdaki yolsuzlukları ve yozlaşmayı
önlemek gibi konulan çözmek amacıyla değil, istismar etmek
amacıyla dile getirmektedirler. Temel ideolojisi tarihin her­
hangi bir devrine dönmek olan ve içinde yaşadıkları dünyanın
toplumsal gerçekliklerinden uzak bulunan mezhepçi militan­
lardan güncel ve aktüel sorunlar için aktüel çözüm önerileri
beklemek saf bir hayalperestlik olur.

D. Propaganda Mekanizması ve Sosyal Medya


Günümüzün en önemli eğitim, kültür, bilişim ve ileti­
şim araçlarından biri olan basın ve medya artık sadece bilgi
vermekle yetinmemekte, aynı zamanda insanları belirli bazı
yönlere yönlendirmekte ve onları dini, psikolojik, sosyal ve
kültürel alanlarda etkilemektedir. Özellikle hızlı iletişim araç­
larından biri olan internetin sağladığı sınırsız sayıda insana
ulaşılması, bilginin neredeyse ışık hızında yayılması, jeopo­
litik ve stratejik sınırların aşılması gibi çeşitli imkanlar bazı
terörist gruplar ve suç organizasyonları için propaganda yap­
ma, yardım toplama ve insan kaynaklarını artırma bakımla­
rından yeni bir mecra haline gelmiştir.

Basın ve medyanın bu gücünü keşfeden selefi örgütler


özellikle interneti illegal yapılanmalarının merkezi haline ge­
tirerek burada büyük bir veri tabanı ve propaganda mekaniz­
ması kurmuşlardır. Onlar bu yolla ideolojik eğitim vermekte ,
kanlı eylemlerinin koordinasyonunu sağlamakta, her türlü
askeri bilgi ve teknolojiyi elde etmekte ve gerçekleştirdikleri
terör eylemlerinin görüntülerini viral bir şekilde dünyaya ya­
yarak güç ve etkinliklerini artırmaktadırlar. Selefi örgütler sa-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 1 33

nal ağlarına düşürdükleri sempatizanlarının sürekli on-line


kalmalarını sağlayarak onlara kendi bilgi ve değerlerini yük­
lemekte ve onları selefi aktör, arkadaş ve prodüksiyonlarla
tanıştırarak sosyalleştirmektedirler. Böylece intemette sanal
bir selefi dünya veya diaspora kuran örgütler sempatizanları­
nı kendilerinin İslam'ın gerçek yüzü ve temsilcisi olduklarına
inandırarak onlan diğer dini zümre ve cemaatlerden ayrış­
tırmaya ve hatta camilerden bile uzak tutmaya çalışırlar. Bu
sanal propagandanın emniyetle tamamlanmasından sonra
ise gerçek kişiler devreye girerek ağlarına düşürdükleri sem­
patizanın örgüte fiili katılım sürecini başlatırlar.

Basın özgürlüğünü çok kötü bir şekilde istismar eden söz


konusu örgütler siber ortamlarda kurguladık.lan kafası kılıç­
la kesilen mürtet veya müşrikler, taşlanarak recmedilen ka­
dınlar, kolu kesilen hırsızlar, içki içtiği için celde vurulan in­
sanlar şeklindeki yüksek teatral özelliklere sahip propaganda
malzemeleriyle hem dinsel ve siyasal şiddetin simgeselliğini
üretir hem de diğer radikal gruplara ve düşmanlarına birta­
kım mesajlar verirler. Özellikle çeşitli mağduriyetler ve ha­
yal kınklıklan içerisinde olup da yalnızlıklarını gidermek için
sanal aleme sığınan ve her türlü etkiye açık olan kişiler ise
kolaylıkla selefi terör örgütlerinin operasyonel mecrası niteli­
ğindeki bu nefret dolu propaganda ağına düşerler.

Selefilerin dünyada meydana gelen çeşitli olumsuz haber­


ler hakkında birtakım dini metinleri referans göstererek ve
ikna edici bazı argümanları kullanarak yaptıkları kara propa­
gandalar sonunda ağlarına düşen insanlar dini ve ahlaki pra­
tikleri gelişen "dindar ve ahlaklı" kişiler olmak yerine, siyasi
ve ideolojik söylemleri öne çıkan ve bütün eylem ve işlemlerini
söz konusu ideolojik hesap ve çıkarlarına göre belirleyen "mi­
litan ve radikal" insanlar haline gelirler.

Öte yandan, selefi örgütlerin en önemli propaganda mal­


zemelerinden birinin de bazı selefi figürlerin eserleri ve bu
eserlerin çe şitli dillere yapılan tercümeleri olduğuna işaret et­
meliyiz. Özellikle İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Mu­
hammed b. Abdülvehhab, Abdullah Azzam ve Abdülaziz bin
134 İslam Düşüncesinde Selefilik

Abdullah bin Baz gibi selefi önderlerin eserleri dini konularda


yeterli donanıma sahip olmayan kişiler üzerinde önemli et­
kiler yapmışlardır. Bilhassa ülkemizde 1 960'tan sonra baş­
layan tercüme faaliyetleri sırasında kitapları Türkçeye çevri­
len Mısır ve Pakistan kökenli bazı selefi müelliflerin tesirleri,
uluslar arası selefi terör örgütlerinin ortaya çımasından son­
ra kısmen azalmış olmakla beraber, hala devam etmektedir.
Ancak bize göre, selefi örgütlerin yukarıda özetlenen yoğun
propaganda mekanizması. dini düşüncesinin temel karakte­
ristiğini akıl ve re'yin oluşturduğu Hanefi mezhebine mensup
insanlarımız açısından kendisiyle baş edilmesi kolay olan kü­
çük bir "karşıt kültür" enstrümanı niteliğindedir.

iV. SİYASİ MOTİVASYONLARI


A. Cihat, Hicret ve İslam Devleti Çağrıları
Günümüzde selefi gruplara katılımı teşvik eden önemli et­
kenlerden biri de onların İslam'ın "iyiliği emir ve kötülükten
nehiy" (emir bi'l-marüf ve nehiy ani'l-münker} ilkesini kullan­
maları ve "davet" adını verdikleri bu misyonla cihat çağrıla­
rında bulunmalarıdır.

Şüphesiz ki, İslam dini insanlardan her türlü hayır ve iyi­


liği yapmalarını ve her türlü kötülükten de kaçınmalarını ta -
lep eder. Aynca, İslam hukukunun teşri faaliyetleri sırasında
gözetilmesini istediği en önemli ilkelerden biri "iyiliğe giden
yolların açılması" (feth-i zenli') ve "kötülüğe giden yolların ka­
patılması"dır (sedd-i zenli'} .

İyiliğin emredilmesi ve kötülüğün nehyedilmesinin kimler


tarafından, nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı konularında
kısmen kişilerin kendi şart ve imkanları, bireysel takdir ve
tercihleri etkili olmakla beraber, "savaş" anlamındaki cihadın
kimler tarafından, nasıl, ne zaman, nerede ve kimlere karşı
yapılacağı hususları önemli bir devlet sorumluluğudur.

İslam hukukçularının çoğunluğu devletlerarası ilişkilerde


barışın (sulh} esas, savaşın ise geçici (anzi} ve zorunlu haller-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 135

de başvurulması gereken bir yol olduğunu kabul etmişlerdir.


Savaş ancak herhangi bir bölgedeki Müslümanların dinlerini,
canlarını, vatanlarını ve mallarını tehlikeye atan bir durum
ortaya çıktığı zaman söz konusu olabilir. Böyle bir savaşın
nasıl, ne zaman, hangi şartlarda ve boyutlarda olacağına ise
ilgili Müslümanlar yani onların iradelerini temsil eden dev­
letleri karar verir. Dolayısıyla, günümüzde selefiler de dahil
olmak üzere bütün dini grup veya cemaatlerin eğitim, kül­
tür ve yardımlaşma gibi birtakım medeni yollarla ve sosyal
sorumluluk duygusuyla Müslümanları veya gayrimüslimleri
iyiliklere çacğırmaları veya kötülüklerden sakındırmaları her
zaman mümkün ve hatta tavsiye edilen bir husustur. Ne var
ki, söz konusu dini cemaat veya zümrelerin kendi başlarına
bazı insanlara, gruplara veya ülkelere "savaş" açmaları caiz
değildir. Zira savaş Müslümanların din, can ve mal güvenlik­
lerini tehlikeye atan ve İslam vatanının tümüyle kaybedilme­
sine sebep olabilecek bir eylemdir ve böyle riskli bir işe karar
vermek ancak Müslümanları temsil eden ve onların masla­
hatlarını koruyan devlete (devlet başkanına) ait bir yetkidir.

Günümüzde çeşitli ülkelere karşı cihat çağrıları yapan se­


lefi gruplar ise herhangi bir bölgedeki bütün Müslümanları
veya devletlerini temsil etmemektedirler. Bu itibarla da onla­
rın herhangi bir ülkeye karşı "savaş" anlamında "cihat" ilan
etme yetkileri yoktur. İşte söz konusu selefi örgütler bu savaş
ilan etme yetkisizliklerini aşabilmek için günümüzde hakim
oldukları Irak ve Suriye'deki bazı bölgelerde "ed-Devletü'l-İs­
lamiyye fi'l-Irak ve'ş-Şam/DAİŞ" (Irak ve Şam İslam Devle­
ti/IŞİD) adında bir "devlet" kurmuşlar ve dünyadaki bütün
Müslümanları bu "devlet"e hicret etmeye çağırmışlardır.80 Söz
konusu yapının kurucularına göre, adı geçen "devlet"e hicret
edip katılmak her Müslüman üzerine "ayni bir vacip"tir yani
tıpkı namaz ve oruç gibi her Müslüman mükellefin bizzat ye­
rine getirmesi gereken bir yükümlülüktür.

80 Irak ve Şam İslam Devleti"nin (IŞİD) kurulmasıyla ilgili süreçleri özetleyen


kısa bir metin için bk. Can Acun. "Neo el-Kaide: Irak ve Şam İslam Devleti
(IŞİD)'". SETA Perspektif, Haziran 2014, sy. 53, s. 1 -5.
136 İslam Düşüncesinde Selefilik

Yine, söz konusu örgüt liderleıi din ve devletin birbirinden


ayn olamayacağını, bütün yönleriyle İslam'ın hüküm sürme­
diği bir devlet düzeninin kabul edilemeyeceğini ve günümüz­
deki demokrasilerin "yedek din" veya "tağut" (Allah'ın indir­
diği hükümler yerine başka hükümler ihdas eden) anlamına
geldiğini ileri sürerek kurdukları "İslam Devletrne katılım
çağrılarında bulunmaktadırlar.

Bu katılım çağrılarına rağmen, IŞİD Irak ve Suriye'de he­


nüz kendisine sadakatle bağlı vatandaş kitlesinden mahrum
bulunmaktadır. Adı geçen yapının kurucu unsurları olan
kişiler ideolojik motivasyonları yüksek, askeri ve doktriner
açıdan eğitimli olmakla beraber, onların büyük bir kısmı böl­
genin yerleşik halkı olmayıp dünyanın çeşitli ülkelerinden
hicret ve cihat çağrılarına inanarak gelmiş olan farklı dil ve
alışkanlıklara sahip selefi örgüt üyeleridir. IŞİD'in elde etti­
ği bölgelerde yaşayan yerli halkların çoğunluğu ise adı geçen
yapıyı ve onun kuruluş felsefesini benimsememektedir. Söz
konusu püriten organizasyonun modemiteyle olan ideolojik
çelişkileri ve karşı karşıya bulunduğu olumsuz reel politik
şartlar bir yana, sadece yeterli "sadık vatandaş" kitlesine sa­
hip olmaması, onun yaşama imkanı bulunmadığını gösteren
temel göstergelerden biridir. Açıkçası IŞİD elde ettiği toprak
parçasını koruyacak insan gücüne sahip değildir. Çünkü
IŞİD'in dayandığı selefi ideoloji tabiatı itibariyle kendi dışın­
daki mezhep, meşrep ve din mensuplarıyla ilişki kurabilecek,
entegrasyona girebilecek ve onlarla ortak bir demokratik plat­
formda buluşarak geniş "vatandaş" kitlesini oluşturabilecek
bir hoşgörüye sahip olmadığı için söz konusu yapı sosyalle­
şememekte, siyasallaşamamakta ve böylece de sürekli olarak
cephe savaşı yapmak zorunda kalan "savaşçı ve dışlayıcı" bir
grup halinde izole olmaktadır. Böyle izole terörist grupların
ise, günümüzde ülkelerin uluslararası kuruluşları da devreye
sokarak kullandıkları modem silahlar ve güçlü savaş makine­
leri karşında ölmekten ve kaybetmekten başka yapabilecek­
leri herhangi bir şey yoktur. Nitekim IŞİD coşkuyla savaşan
elemanlarının büyük bir kısmını ya yanlış politika ve strate-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 137

jiler sebebiyle giriştikleri gereksiz cephe savaşlarında kaybet­


miş ya da canlı bomba eylemlerinde kullanarak zayi etmiştir;
geriye kalan elemanlar ise çatışmalardan kaçarak geldikleri
kaynak ülkelere geri dönmektedirler. Dolayısıyla IŞİD -şayet
bazı ülkeleri n bölgesel veya uluslar arası jeopolitik ve siyasi
hedeflerine hizmet etmek amacıyla özel olarak kurulan veya
desteklenen paravan bir yapı değilse- sosyolojik bir altyapıya
sahip olmadığı için kısa sürede hayatiyetini kaybedecek ve
adı sadece geçmiş gazete sayfalarında kalacaktır.

Öte yandan, eylem ve işlemleri vahşet boyutuna ulaşan


IŞİD Nijerya'daki Boko Haram, Somali'deki eş-Şebab ve Mı­
sır'daki Ensaru Beyti'l-Makdis . . . gibi birkaç terörist grup dı­
şında, dünyadaki Müslüman alimler, devletler ve geniş halk
kitleleri tarafından varlığı, gerçekliği ve meşruiyeti bulunma­
yan terörist bir şebeke olarak kabul edilmiştir. Çünkü söz
konusu şebeke hem bütün Müslümanları esir almaya ve boğ­
maya çalışan hem de dünyada İslam düşmanlığını körükle­
yen İslam tarihinin gördüğü en zararlı ve tehlikeli yapılardan
biridir.

Netice olarak, dışarıda bütün komşuları tarafından "düş­


man" kabul edilmiş ve etrafı çevrilmiş, içeride de halkına bas­
kı ve ölümden başka bir gelecek vaat etmeyen "gayri meşru"
bir şebekeniın "devlet" olması ve hayatiyetini sürdürmesi bek­
lenemez. Günümüzde çeşitli selefi grupların hicret, cihat ve
"İslam Devleti" çağrılarına aldanarak söz konusu illegal orga­
nizasyona katılan insanlar sonunda ya vücutlarına bağladık­
ları bombalarla ya da üstlerine yağan bombalarla can verecek
ve olan yine Müslümanların en değerli hazinesi niteliğindeki
insan varlığına olacaktır.

B. Uluslararası Konjonktüre! Şartlar


Günümüzde bazı insanların çeşitli selefi gruplara katılma­
larını teşvik eden siyasi etkenlerden biri de uluslararası iliş­
kilerde ortaya çıkan yeni konjonktüre! şartlardır.

Selefi düşüncenin gelişim süreci bakımından son yüzyılda


ortaya çıkan en önemli olaylar 1 932 yılında Selefi-Vehhabi
1 38 İslam Düşüncesinde Selefilik

ideolojiyi benimsemiş olan Suudi Arabistan Krallığı'nın ku­


rulması, 1 979 yılında Şii mezhebini esas alan İran İslam dev­
riminin gerçekleşmesi ve il. Dünya savaşından sonra ortaya
çıkan Kapitalist Batı Bloğu ile Komünist Doğu Bloğu arasın­
da yaşanan soğuk savaşın l 990'lı yıllarda sona ererek Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) dağılması ve Batı
ülkelerinin "yeni düşman" olarak İslam dinini belirlemiş ol­
malarıdır.

Çağımızda meydana gelen bu üç büyük değişimin selefi


düşüncenin gelişim süreciyle ilişkisini Batılı ülkeler ve İslam
ülkeleri bağlamında ayrı ayrı değerlendirmek istiyoruz:

ı. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Ülkelerinin


Konjonktüre} Şartlan
il. Dünya savaşından sonra SSCB'nin temsil ettiği Doğu
Bloğu (Varşova Paktı) ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletle­
ri'nin (ABD) başını çektiği Batılı ülkeler arasında hemen he­
men dünyanın her bölgesinde ve uluslar arası her alanda
soğuk savaş yaşanmış ve bu iki blok sürekli olarak birbir­
leri aleyhine hasma.ne faaliyetlerde bulunmuşlardır. Özellik­
le 1 9 79 yılında Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi
üzerine ABD ve Batılı ülkeler ile başta Suudi Arabistan olmak
üzere çeşitli müttefik İslam ülkeleri Afgan mücahitlerini des­
tekleyerek Sovyetlerin yenilmesini ve Afganistan'dan çekilme­
sini sağlamışlardır.

Bu yenilgi sonunda 1 990'lardan itibaren bazı Doğu Avru­


pa ve Balkan ülkeleri Varşova Paktı'ndan ayrılarak Avrupa
Birliği'ne (AB) girmeye başlamış, Kafkaslar ve Orta Asya'da
çeşitli bağımsız devletler ortaya çıkmış ve böylece SSCB da -
ğılmıştır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla tek kutuplu hale gelen


dünyada İslam dini "yeni tehdit" olarak algılanmış ve bu teh­
didin ortadan kaldırılabilmesi için de İslam ülkelerinin de­
mokratikleştirilmesi hedefi ortaya konulmuştur. Böyle bir
tehdit algılamasında, ABD'nin Afganistan cihadı sırasında
desteklemiş olduğu Suudi Arabistanlı işadamı Usame b. La-
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 139

din'in kurduğu el-Kaide örgütünün 1 1 Eylül 200 1 yılında


ABD'de düzenlemiş olduğu terörist saldırılar etkili olmuş ve
bu saldırılardan sonra Amerika önce Afganistan'a, daha son­
ra da Irak lideri Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etmesi üze­
rine Irak'a girmiştir.

Amerika'nın Afganistan ve Irak'ı işgal etmesi bazı İslam ül­


keleri arasındaki sınırları ve sosyal dengeleri altüst etmiş ve
böylece başta etnik ve mezhebi olmak üzere büyük bir kaos
ortaya çıkmıştır. Özellikle 1 1 Eylül saldırılarından sorumlu
olan el-Kaide örgütünün selefi söylemleri sebebiyle ABD se­
lefi görüşleri. destekleyen başta Suudi Arabistan olmak üzere
bütün Sünni ülkeler ve hareketlerle daha önceden Batı he­
defleri doğrultusunda yaptıkları Sovyet nüfuzu, Baasçılık,
Nasırcılık ve İran karşıtlığına dair ortaklıkları bozarak onla­
ra şüpheyle bakmaya ve bütün bölgesel meselelerde onları
karar alma süreçlerinden dışlamaya, daha önceden hasma­
ne ilişkiler içinde bulunduğu İran'la hatta Marksist-Leninist
bölücü terör örgütleriyle dostane ilişkiler kurmaya başlamış
ve böylece İslam ülkelerindeki Sünni-Şii dengesi Şiiler lehine
bozulmuştur. İşte bu durum ontolojik olarak "tepkisel" bir
grup olan selefilerin Amerika'nın yeni Şii yanlısı politikala­
rına karşı Sünni İslam'ın temsilciğine soyunmalarına sebep
olmuştur. Artık, "güvenilmez müttefik" olan Amerika Birleşik
Devletleri'nin İslam ülkeleriyle ilişkilerinde yaptığı her hata
ve verdiği her açık selefi örgütlerin hanesine yazılacak artı bir
puan demektir!

Öte yandan, Doğu Bloku'nun dağılmasından sonra Batılı


ülkeler Avnıpa Birliği'nin (AB) genişletilınesine karar vermiş
ve böylece Türkiye hariç Avrupa kıtasında bulunan bütün
ülkeler Avnıpa Birliği'ne çeşitli seviyelerde üye yapılmıştır.
Ancak, AB'nin "tek devlet" yapısının gelişmesi ve genişlemesi
Avrupa ülkelerinde pahalılık ve işsizlik gibi çeşitli ekonomik
ve toplumsal sorunlara yol açmış ve söz konusu ülkeler bu
sorunları aşabilmek için gittikçe ırkçı ve dinci (Hıristiyani)
görüş ve aklmların etkisi altına girmiştir. Böylece Avrupa ül­
kelerinde öğ;renci, işçi, mülteci ve benzeri sebeplerle bulunan
140 İslam Düşüncesinde Selefilik

Müslüman unsurlara karşı ayırımcı, baskıcı ve diskırimine


edici davranışlar yaygınlaşmaya başlamıştır. Avrupa ülkeleri­
nin Haçlı köklerine dönerek Müslüman unsurlara "ikinci sınıf
insan" muamelesi yapmaları ise, söz konusu Müslümanların
Avrupa kültür ve medeniyetine olan güvenlerini sarsmış, ge­
leceğe dair ümitlerini kırmış ve bulundukları ülkelere karşı
sadakatlerini zedelemiştir. İşte toplumlar ve medeniyetler ar­
sındaki bu güvensizlik tepkisel bir yaklaşım olan selefi dü­
şünce için uygun gelişme fırsatları vermiştir. Artık Avrupa
ülkelerinde Müslüman unsurlara karşı yapılan her bireysel
veya kamusal yanlışlık selefi örgütlerin hanesine yazılacak
artı bir puan demektir!

Diğer taraftan, dağılan SSCB içerisindeki en büyük güç


olan Rusya Federasyonu, SSCB'nin bütün siyasi, askeri ve
kültürel imkan ve kapasitesine varis olmuştur. Söz konusu
ülke Sovyetler döneminde içine düşmüş olduğu çürüme ve
yozlaşmayı aşabilmek için çeyrek yüzyıla yakın bir süredir uğ­
raşmaktadır. Ancak Rusya bu süreçte, önceden olduğu gibi,
eski ideolojik ve siyasi partnerlerinin sırtlarına binmeye ve
stratejik hedeflerinden vazgeçmemeye özen göstermektedir.
Bu çerçevede Doğu Avrupa ve Balkanlar'da Ortodoks etkin­
liğini korumaya ve bu ülkelerin iç işlerine müdahale etmeye,
Akdeniz'e inme hedefleri çerçevesinde Suriye'deki mevzilerini
tahkim etmeye, Kıbrıs ve Yunanistan'la iyi ilişkilerini geliştir­
meye, Kafkaslar ve Orta Asya'da sözünden çıkma eğilimi gös­
teren ülkeleri içlerindeki kimi bölücü unsur ve hareketlerle
terbiye etmeye çalışmaktadır.

Rusya'nın selefi grup ve hareketlerle imtihanı ise SSCB dö­


nemindeki Afganistan işgali ile başlamıştır. Bu işgal sırasında
SSCB'nin Afganistan'da yaşamış olduğu yenilgi. yüzyıllardır
Rus emperyalizmi altında inleyen Müslüman Kafkas halkları
için büyük bir uyanışın başlangıcı ve ümit kaynağı olmuştur.
Bir kısmı Afganistan cihadına bilfiil katılan ve burada selefi
düşünceyle tanışan Kafkas kökenli gruplar Rusya'ya karşı
bağımsızlık mücadelesine girmişler ve Rusya bu mücadeleyi
kanlı bir şekilde bastırmıştır.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 141

Rusya'nm Müslüman azınlıklarla ilgili birincisi bağımsız­


lık talepleri, ikincisi ise selefilik olmak üzere iki temel sorunu
bulunmaktadır.

Rusya bu sorunlardan birincisini gevşek bir federasyon


içerisinde dlemokrasisini geliştirerek ve Kafkas halklarının
milli ve kültürel kimliklerine saygı göstererek çözebileceği hal­
de, bu makul yolu tercih etmeyip Kafkas halklarının başına
çeşitli mafyavari kişileri getirmekte ve bu haydutlar eliyle söz
konusu halkları terbiye etmeye ve sindirmeye çalışmaktadır.

Selefilik sorununa gelince, bu meselenin de doğrudan doğ­


ruya sorumlusu bizzat Rusya'nın kendisidir. Çünkü Müslü­
man Kafkas halkları tarihsel olarak itikat alanında Ehl-i sün­
net'in Eş'ari ve Matüridi geleneklerine, fıkıh (hukuk) alanında
ise Hanefi ve Şafii mezheplerine bağlıdırlar ve bu coğrafya ile
selefi düşünce (Ehl-i hadis, Ehl-i eser) arasında herhangi bir
tarihsel ilişki bulunmamaktadır. Ancak Sovyetler dönemin­
den itibaren Rusya kendi içindeki Müslüman unsurlardan
dini tahsil yapmak isteyenleri Türkiye gibi ılımlı Sünni ülke­
ler yerine , Suudi Arabistan başta olmak üzere Türkiye'ye me­
safeli duran ya da olumsuz bakan selefi düşüncenin yaygın
olduğu bazı ülkelere göndermiştir. Bu ülkelerde selefi eğitim
alan öğrencilerin büyük çoğunluğu ise kendi bölgelerine kav­
gacı, mezhepçi ve tekfirci birer "selefi dfü" olarak dönmüşler­
dir. Rusya'nın Kafkasya bölgesindeki selefi grup ve örgütlerle
mücadelesinin en makul yolu, bu bölge halklarının din eği­
timlerini onların kültürel genlerinde mevcut bulunan itikadi
esaslara uygun bir şekilde almalarını sağlamaktan geçmek­
tedir.

Bu arada, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere


Batılı ülkeler bazı İslam ülkelerinde adına "Arap Bahan" de­
dikleri bir demokratikleşme süreci başlatmışlar, ancak adı
geçen süreçler Tunus ve Mısır'da olduğu gibi "İslamcı" ha­
reketlerin iktidara gelmesiyle sonuçlanmıştır. Ortaya çıkan
bu İslamcı :lktidarlan uzun vadede İsrail'in güvenliği ve kendi
Haçlı ve kolonyalist perspektifleri açısından "tehlikeli" gören
ABD ve Batılı ülkeler söz konusu "bahar"ı tekrar "kış"a çevi-
142 İslam Düşüncesinde Selefilik

rerek adı geçen ülkelerde "Darbeyle gelen diktatörler seçimle


gelen İslamcılardan daha iyidir!" demiş ve eskiden olduğu gibi
kendi kontrollerinde birtakım baskıcı düzen ve idareleri ter­
cih etmişlerdir.

Başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin Mısır ve Tür­


kiye'de demokratik yollarla seçilmiş meşru hükümetlere kar­
şı girişilen askeri darbeleri desteklemiş olmaları, onların asıl
amaçlarının İslam ülkelerinde demokrasi ve insan haklarının
gelişmesi değil de sadece kendi ideolojik ve ekonomik çıkar­
ları olduğunu ortaya koymuştur. Artık bütün Müslümanlar
Batılı ülkelerle ilgili olarak daldıkları hayal aleminden şu acı
gerçekler dünyasına uyanmışlardır: Başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere bütün Batılı ülkeler dünyada hangi
İslam ülkesi veya bölgesine ilgi gösterir ve el uzatırlarsa, bu
ilgi ve el orayı geliştirmek veya oradaki sorunları çözmek için
uzatılmış bir dost eli değil; orayı karıştırmak, bölmek ve ora­
nın yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmek için uzatıl­
mış bir kolonyalist eldir. Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı
ülkeler İslam dünyasında kimi, hangi partiyi, hangi cemaat
veya zümreyi destekliyorsa, onlar kendi ülkelerine faydalı
oldukları için değil, adı geçen ülkelerin birer temsilcisi veya
distribütörü oldukları içindir.

İşte Batılı ülkeler hakkında varılan bu acı sonuç ve hayal


kırıklığı, Müslüman halkları gittikçe Batı uygarlığından uzak­
laştırmakta ve "Medeniyetler arası savaş"a yaklaştırmaktadır.
Doğal olarak bu çatışma psikolojisi ve atmosferi ise selefi ha­
reketlere zengin lojistik sağlamaktadır.

2. İslam Ülkelerinin Konjonktüre} Şartları


Günümüzde selefi düşüncenin gelişme ve yayılma süre­
ci açısından İslam ülkelerinin her birinin içinde bulunduğu
konjonktüre! şartları ayn ayn incelemek bu çalışmanın sınır­
larını aşan bir konudur. Ancak selefi düşüncenin gelişme sü­
recindeki etkileri sebebiyle Suudi Arabistan, İran ve Türkiye
burada hususi olarak anılmayı hak eden ülkelerdir.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonlan 143

a. Suudi Arabistan'ın Konjonktüre! Şartlan

Suudi Arabistan, daha önce çeşitli vesilelerle de işaret


edildiği üzere, Selefi-Vehhabi eğilimleri benimsemiş olan Mu­
hammed b . Suud ve onun soyundan gelenler tarafından 1 932
yılında kurulmuş bir devlettir. İslam'ın kutsal merkezleri olan
Mekke ve Medine'yi elinde bulunduran bu devletin kuruluşu,
İslam düşünce tarihinde makul sınırlar içerisinde yaşayan
selefi düşünce üzerinde uyarıcı etkisi yapmış ve bu devlet sa­
yesinde selefilik hormona} bir gelişme göstermiştir. Özellikle
Arap Yarımadası'ndaki petrol monarşilerinde yaşayanlar Se­
lefi-Vehhab! bir çevrede zenginleşmiş ve bu sebeple de söz ko­
nusu çevreyi maddi refahlarının manevi sebebi olarak kabul
etmişlerdir. 81

Suudi Arabistan Krallığı kendi eğitim ve öğretim faali­


yetleri, dini hayat, yasama ve yargı faaliyetleri başta olmak
üzere bütün hayat münasebetlerinde Selefi/Vehhabi ideo­
lojiyi esas almıştır. Adı geçen devlet gerek resmi kurumlan
gerekse çeşitli vakıfları ve sivil toplum kuruluşları aracılı­
ğıyla selefi düşünceye mensup kişilerin eserlerini neşretmiş
ve dinsel fanatizmin kaynağı olan selefi ideolojiyi dünyanın
dört bir yanına ihraç etmeye çalışmıştır. "Vehhabi öğretisel
metinlerinin inanılmaz sayıda nüshası Afrika savanasından
Endonezya'daki pirinç tarlalarına ve Avrupa banliyölertndeki
sosyal konutlara, dünyanın bütün camilerine"82 dağılmıştır.
Yine, Birinci Bölüm'de de ifade ettiğimiz üzere, Suudi devleti
dünyanın hemen hemen her bölgesinden din eğitimi almak
için ülkesine gelen öğrencilere yüksek burslar vermiş, bilhas­
sa Müslümanların azınlık olduğu bölgelerden her yıl bir grup
hacı adayını "Kralın misafirleri" olarak hacca davet etmiş ve
bütün bu öğrenci ve misafirlere ideolojik ve doktriner eğitim­
ler vermişttr. Suudi Arabistan'ın selefi düşünceye hizmeti sa­
dece bu kültürel faaliyetlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda
siyasi partneri olan Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün, Pakistan ve

81 Gilles Ke:pel. Cihat: İslamcılığın Yükselişi ve Gerilemesi (çev. Haldun Bay­


n). İstanbul 200 1 , Doğan Kitap, s. 82.
82 Gilles Kepel, Cihat: İslamcılığın Yükselişi ve Gerilemesi, s. 83.
144 İslam Düşüncesinde Selefilik

çeşitli Afrika ülkeleri gibi bazı devletlerle siyasi ve ekonomik


ilişkilerini geliştirerek selefi düşüncenin bu ülkelerde de ya­
yılmasında etkili olmuştur. Zira Suudi sistemi hem yayılma
şebekesi ve para yardımları hem de çektiği göçmen işgücü
akışıyla birçok Müslüman ülkenin toplum-devlet ilişkilerine
karışmaktadır. 83

Ancak Suudi Arabistan Krallığı benimsemiş olduğu katı ve


dışlayıcı Vehhabi ideolojisi sebebiyle paradoksal bir biçimde
kendi yıkımının "gen"ini de kendi içerisinde taşımış, maddi ve
manevi velayeti altında büyüyüp gelişen bazı selefi akımlar
zamanla onunla ters düşerek kontrolünden çıkmış ve yeni
mutasyonlara uğramışlardır. Bu çerçevede el-Kaide, IŞİD ve
bunlara bağlı ya da ilhamını bunlardan alan bazı selefi terör
örgütleri Suudilerin selefi çizgisini yeterli bulmayarak onlarla
mücadele etmeye başlamışlardır. Cihatçı selefılerin bu muha­
lefetlerinde, Suudi "kraliyet ailesinin üyeleri ve işbirlikçileri
arasında bozulma ve çılgın tüketimin meydana gelişi ve kabi­
leler ile şehirli orta ve alt sınıfların nisbi yoksulluklarında bir
artışın meydana gelmesi"84 de etkili olmaktadır.

Günümüzde selefi düşüncenin makul sınırlan aşarak


kendi dışındakilere terör uygulama boyutuna ulaşmasında
ve çeşitli selefi terör organizasyonlarının doğmasında bütün
insanlığa karşı en büyük sorumlu Suudi Arabistan devleti­
dir. Bu devlet selefi ideolojisini gözden geçirmediği ve makul
bir sınıra çekilmediği sürece söz konusu ideolojiden daha pek
çok terörist mutasyonlar olacak; bu durum hem Müslüman­
lan hem de insanlığı yoracak ve beşeri bünyede derin yaralar
açacaktır. Dolayısıyla, Suudi Arabistan devleti kendi ideolojik
temellerini yeniden kontrol ederek diğer bütün dini inanç ve
düşüncelere hoşgörüyle bakabileceği bir noktaya çekilmeli­
dir. Aksi halde, uzak olmayan bir gelecekte bütün dünyanın
"Suudi Arabistan" adıyla yeni bir sorunu olacak ve bu devle­
tin meşruiyet ve bekası tartışmalan başlayacaktır.

83 Gilles Kepe!, Cihat: İslamcılığın Yükselişi ve Gerilemesi, s. 8 1 .


84 R. Hrair Dökmeciyan. Arap Dünyasında Köktencilik, s . 1 58.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 145

b. İran'ın Konjonktüre! Şartları


Daha önce de çeşitli vesilelerle işaret edildiği üzere, Ehl-i
sünnet içerisindeki selefi gruplar Şia'yı kendi meşruiyetleri
için bir araç olarak kullanmaktadırlar. Bu sebeple de nerede
bir Şii varsa veya Şia'yla ilgili bir gelişme varsa, orada tepkisel
olarak bir selefi veya selefilikle ilgili bir gelişme var demektir.
Dolayısıyla , selefi gruplara katılımı teşvik eden en önemli mo­
tivasyonlardan biri onun Şia karşıtlığıdır. Bu itibarla da İslam
tarihinde Şiiliğin merkez alanlarından biri olan İran'daki her
türlü gelişme selefi düşünceyi ve örgütleri etkilemektedir.

Birbirine ters kutuplar ve düşman kardeşler olan Şia ve


Selefilik açısından İran tarihine makro bir bakışla bakıldığı
zaman şunlar söylenebilir:

İslam'dan önce Sasanilerin hakim olduğu İran (Irak-ı


Acem) , Hz. Ömer döneminde fethedilmiş ve yüzyıllar boyu Ehl-i
sünnet'e mensup Müslümanların merkezi olmuştur. Ancak
1 50 1 tarihinde Türk asıllı Şah İsmail (ö. 930/ 1 524) tarafın­
dan İran'da Safevi Devleti kurulmuş ve bu devlet rakibi olan
Osmanlı Devleti'nin Sünni politikalarına muhalefet etmek ve
yeni bir vatandaş kitlesi oluşturabilmek için On iki imam mu­
habbetini esas alan aşırı (gulat) Şiiliği devlet politikası olarak
benimsemicş ve yaklaşık yüz yıl gibi bir süre içerisinde katı
ve kanlı bir Şiileştirme politikasıyla bölgeyi tamamıyla Şiileş­
tirmiştir. Böylece İran'ı doğuda (Orta Asya ve Hindistan) ve
batıda (Osmanlı İmparatorluğu) Sünni komşularından keskin
çizgilerle farklılaştırmıştır. 85 Zaman içerisinde gulat-ı Şia'nın
yerini İsna aşeriyye (On iki İmam) Şia'sı almış ve Safevilerden
sonra Kaçarlar döneminde ( 1 796- 1 925) de Şiileştirme faali­
yetleri devam ettirilmiştir.86 Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin
1 5 Ocak 1B79 tarihinde ülkesini terk etmesiyle İran'da büyük
bir halk devrimi yaşanmış ve bu devrimden sonra "İran İslam
Cumhuriyeti" adında bir devlet kurulmuştur. 87

85 Bernard Lewis, 300 yıldır Sorulan Soru: Hata Neredeydi? (çev. Harun Öz­
gür Turgan-Serpil Bilbaşar) , İstanbul 2004, Oğlak Yayıncılık, s. 1 8 .
86 İsmail Safa Üstün, "İran", DİA, XXll, 400.
87 Yirminci asırda Şiilik ve İran İslam Devleti'nin Şii karakteri hakkında kıy­
metli bir özet için bk. Hasan Onat. "Yirminci Asırda Şiilik ve İran İslam
146 İslam Düşüncesinde Selefilik

Başlangıçta Şii olsun Sünni olsun dünyadald bütün Müs­


lümanların sempatisini kazanan İran İslam Cumhuriyeti sa­
hip olduğu yer altı ve yer üstü kaynaklarını devrim ihracı ve
özellikle Şia'nın yayılması amacıyla kullanmaya başlamıştır.
Dünyanın neresinde bir Şii varsa, İran devleti orada olmaya
çalışmış ve bütün ulusal ve uluslar arası konularda Şia'dan
tevarüs ettiği "takiyye" prensibini de kullanarak makyavelist
bir politika izlemiştir. Bu Şii kardeşler tarihte Abbasiler, Sel­
çuklular ve Memluklar gibi Sünni devletler aleyhine, girdik­
leri yerlerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan
barbar Moğollar ile işbirliği yapmaktan kaçınmadıkları gibi,
günümüzde de Müslüman Azerbaycan karşısında Ermenis­
tan'ı, Müslüman Türkiye karşısında ateist bölücü terör örgü­
tü PKK'yı, lrak'ta Sünni halk karşısında Amerika'yı, Suriye' de
mazlum Sünni çoğunluk karşısında zalim ve gaddar Nusay­
ri Esed'i ve Rusya'yı, Yemen'de Sünni çoğunluk karşısında
Mekke'ye füze atan Zeydi Hüsileri desteklemişler, Mısır ve
Türkiye'de seçimle gelmiş olan İslami değerlere saygılı meşru
hükümetlere karşı Batılı güçler tarafından desteklenen dar­
be girişimlerine sessiz kalmışlar ve böylece "İslam" dan Şiiliği,
"Şiilik"ten de Fars milliyetçiliğini anlamışlardır. İran'daki İs­
lam Cumhuriyeti'nin bu şekilde ulusalcı politikalar izlemesi­
nin ve etnik bir ideolojiye dönüşmesinin sebeplerini, onların
Şiiliği din ve dünyanın merkezine oturtan yaklaşımlarında ve
"pragmatizm ve gerçekçilikle özdeşleşmeye yönelen iktidar
pratiğinde"88 aramak gerekir.

Öte yandan, Sünnilere düşmanlık ve ihanet konusunda


sanki şeytanla dahi işbirliği yapabileceği intibamı veren bu
şark kurnazı "kardeş ülke" günümüzde Irak, Suriye, Lübnan,
Yemen ve Arabistan Yanmadası gibi çeşitli bölgelerde yine
kendi emperyal amaçlan doğrultusunda Şiiliği kaldıraç olarak
kullanmakta, tarihteki Safevi tecrübesinden hareketle bütün

Devrimi", Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu (Tebliğ­


ler ve Müzakereler}, 1 3- 1 5 Şubat 1 993, İstanbul 1 993, İlmi Neşriyat. s.
1 23- 1 57 ; a.mlf. . "İran İslam Devrimi ve Şiilik", e-Makdlat Mezhep Araştır­
malan, 2013, c. VI, sy. 2, s. 223-256.
88 Olivier Roy. Küreselleşen İslam, s. 33.
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 147

İslam dünyasını Şiileştirmek için çeşitli Şii fraksiyonları ve


silahlı milisleri Sünni karşıtı ölüm mangaları haline getirerek
son derece agresif ve kanlı bir politika izlemektedir. İslam ta­
rihinde Sünni İslam hilafetine başkentlik yapmış olan Şam ve
Bağdat da dahil olmak üzere Beyrut ve Sana gibi büyük Arap
başkentleri günümüzde Şii İran'ın kontrolü altına girmiş bu­
lunmaktadır. Bu süreçte İran yalnızca Afganistan, Yemen ve
Lübnan gibi bölgelerdeki Şii insan kaynaklarını kullanmakla
yetinmemekte, aynı zamanda doğrudan doğruya kendi insan
kaynaklarını, yer altı ve yer üstü zenginliklerini de hoyrat bir
şekilde bu mezhep ihracı ve retoriği için kullanmaktadır.

Ne var ki, İran güç ve imkanları sınırlı olan bir ülkedir ve


bu pervasız mezhepçiliği sadece kendi dışındaki İslam dün­
yası tarafından değil, doğrudan doğruya kendi iç demografik
unsurları tarafından da hoş karşılanacak bir davranış değil­
dir. Böyle durumlar için atalar "keskin sirke küpüne zarar
verir" ve "camdan köşkte oturanlar başkalarının evlerine taş
atarken iki defa düşünmeleri gerekir" demişlerdir.

İşte günümüzde İran'ın özellikle Irak ve Suriye'deki bu


mezhepçi müdahalelerine tepki olarak söz konusu bölgeler­
deki bazı Sünni kesimler selefi terör örgütü IŞİD'i kurtarıcı
bir kahraman olarak karşılamışlardır. IŞİD de Irak ve Suri­
ye'de Sünn i hakimiyetine dayalı bir düzen kurma ve diğer
dini grupları (Şii-Alevi, Nusayri; Hıristiyan-Yezidi) temizleme
vaadiyle bölgeyi terör yuvasına çevirmiştir.

c. Türkiye'nin Konjonktüre! Şartları


Türkler Müslüman oldukları ilk günden beri inanç alanın­
da çoğunlukla Ehl-i sünnetin Matüridi ve Eş'ari gelenekleri,
fıkıhta ise Ehl-i re'y (Hanefi mezhebi) içerisinde yer almış ve
bu tercihlerini zamanımıza kadar devam ettirmişlerdir. Dola­
yısıyla, daha önce de belirttiğimiz gibi, Türk-İslam düşünce
ve kültür tarihinde selefi herhangi bir damar mevcut değildir
ve bu sebeple de günümüz Türkiye'sinde ve diğer Türk kültür
havzalarında ortaya çıkan bütün selefi fikir ve gruplar başka
ülkelerden ithal edilmiş fikir ve gruplardır.
148 İslam Düşüncesinde Selefilik

Öte yandan, Türkler içerisinde selefi düşüncenin en büyük


muhaliflerden biri olan Şia'ya mensup geniş halk kitleleri bu­
lunmaktadır. Söz konusu Şiilerin (Aleviler) sosyal ve kültürel
talepleri ve görünürlükleri arttıkça, Sünni çoğunluk arasında
bu talep ve görünümlere itiraz eden ve Sünnilik savunmasına
geçen bazı gruplar ortaya çıkmaktadır. İşte günümüzde Tür­
kiye'nin güvenliğini tehdit eden en önemli sosyal ve kültürel
sorunlardan biri, çoğunluğu teşkil eden Sünni vatandaşlar ile
onlar kadar sayıya sahip olmayan Alevi vatandaşlar arasında
birlik, beraberlik ve kardeşliğin zedelenmesi sorunudur.

Tarihte Selçuklu ve Osmanlı devletleri inanç alanında Sün­


ni, fıkıh alanında Hanefi mezhebini tercih etmiş ve bu mez­
heplere göre dini hayat, eğitim ve öğretim, yasama ve yargı
faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Günümüzde ise Türkiye Cum­
huriyeti yürütme, yasama ve yargı faaliyetlerinde herhangi bir
din veya mezhebi esas almak yerine temel insan haklarına
saygılı. demokratik talep ve ihtiyaçlara göre hukuki düzenle­
melerini yapan laik bir devlettir. Ancak günümüzde çeşitli iç
ve dış unsurlar kendileriyle ortak bir tarihe, dine, dile, kültüre
ve ülküye sahip olduğumuz Alevi kardeşlerimizi sürekli olarak
kışkırtmaya ve Türkiye'nin mezhep yapısıyla oynamaya çalış­
maktadırlar. Böyle bir ortamda, bazı Alevi grupların bitmez
tükenmez talepleri çeşitli aşırı Sünni grupları ve özellikle de
selefi unsurlan provoke ederken, bazı selefi grupların doymak
bilmez dini hırsları da çeşitli Alevi grupları provoke etmektedir.

Diğer taraftan, dünyadaki Şia'yla ilgili her türlü kazanım


İran'ın, Sünnilikle ilgili her türlü kazanım da Suudi Arabis­
tan'ın kazanç hanesine yazılırken, Şii-Sünni çatışmalarında
kazanan veya kaybeden kim olursa olsun, her halükarda
kaybeden taraf daima Türkiye olmaktadır. Çünkü dışanda­
ki Şii-Sünni çatışmalannın sonuçlan Türkiye'deki Şii-Sünni
unsurlan olumlu veya olumsuz olarak etkilemekte ve bu du­
rum Türkiye'nin iç banşını, istikrar ve güvenliğini zedelemek­
tedir. Mesela, Suriye'de yaşanan elim olaylar bu durumun
açık bir örneğini teşkil etmektedir. Bilindiği gibi, Suriye'deki
zalim ve diktatör Esed'e karşı yapılan demokratik gösteriler
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 149

zamanla Alevi kesimlerden oluşan "şebbiha" gibi mezhepçi


milisler kullanılarak bilinçli bir şekilde demokratik zeminden
çıkarılıp mezhep savaşına dönüştürülmüştür. Böylece İran ve
Irak'ın silahlı unsurları başta olmak üzere, Lübnan'daki Şii
Hizbullah ve Afganistan'dan Afrika sahillerine kadar bütün
ülkelerden Şii militanlar Nusayri Esed'i desteklemek için Su­
riye'ye gelmiş; bu Şii bloğun karşısında ise dünyanın bütün
bölgelerinden gelmiş olan Sünni-selefi savaşçılar yer almıştır.
Yıllarca süren bu savaşta Suriyeli yüz binlerce kişi şehit ol­
muş, milyonlarca insan ülkesini terk ederek mülteci duru­
muna düşmüş; binlerce kişi yollarda, sınırlarda, denizlerde
ve sokaklarda telef olmuş, ülkenin yer altı ve yer üstü kay­
naklan ve zengin tarihsel mirası talan edilmiş, emperyalist
ülkeler birer kuzgun gibi "Suriye" adlı ceylanın üzerine çö­
reklenmiş ve bu arada Türkiye milyonlarca Suriyeli mülteciye
kucak açarak onlarla ekmeğini paylaşmış ve bu sebeple de
birçok siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunla karşı kar­
şıya kalmıştır. Batılı ülkeler ise, Suriye'deki sorunun kaynağı
olan diktatör Esed'le mücadele edecekleri yerde, söz konusu
zalimin baskı ve zulmünün eseri olarak ortaya çıkan selefi
örgütlerle savaşmayı tercih etmişlerdir. Çünkü onların amacı
Suriye'de demokratik bir devlet ve toplum inşa etmek değil;
Suriye'nin doğal kaynaklarını elde etmek, Suriye'yi bölerek
hem İsrail'in güvenliğini garanti altına almak hem de Orta
Doğu'da yeni İsrailvari peyk devletler kurmak ve bu arada
da selefi terör örgütlerinden 1 1 Eylül saldırılarının intikamını
alarak zedelenen milli onurlarını onarm aya çalışmaktır.

Günümüzde bazı insanları selefi örgüt ve eylemlere sevk


eden uluslararası konjonktüre! şartlar burada özetlediğimiz
konu ve alanlarla sınırlı olmayıp bu hususta daha pek çok
ulusal ve uluslararası sorun ve sebep bulunmaktadır. Bazı
insanlar "su içseler dahi kilo aldıklan"nı söyler. İşte bunun
gibi, günümüzde meydana gelen ulusal veya uluslar arası her
bir olumlu veya olumsuz olay selefi düşünce mensuplarının
işine yarar ve onların kullanımına elverişli bir durumdadır ve
bu sebeple de selefilik "obez" bir İslami eğilim haline gelmiştir.
1 50 İslam Düşüncesinde Selefilik

Bu konuyla ilgili netice olarak, Türkiye'deki Sünni olsun


Şii olsun bütün dini mezhep, grup, cemaat ve zümrelere
Suriye'de yaşananlardan ders çıkarmalan, banş ve kardeş­
lik içerisinde birlikte yaşamanın kurallannı benimsemeleri,
birbirlerine karşı engin bir hoşgörü ve empati ile bakmaları
ve herkesin bu ülkenin sevinç ve kederlerinde, nimet ve kül­
fetlerinde eşit hak ve sorumluluklara sahip birinci sınıf va­
tandaş olduğunu unutmamaları tavsiye edilir. Ayrıca, çeşitli
selefi örgütlerin İslam dünyasının sosyal ve siyasal zaafların­
dan yararlanma yollarının kapatılabilmesi için de İslam ül­
kelerindeki haksızlık ve adaletsizliklerin giderilmesi, diktatör
yönetimlerin demokratikleştirilmesi; temel insan haklanna
saygılı, şeffaf ve bütün eylem ve işlemleri hukuki denetime
açık yapılann oluşturulması, IŞİD ve benzeri terör örgütle­
riyle mücadelede zayıf kalan devletlerin desteklenmesi şart­
tır. Bu arada "müfsid kardeşler" İran ve Suudi Arabistan'ın
"defolu" ideolojilerini ihraç etmekten ve Müslümanlar arasına
fitne-fesat sokmaktan vazgeçmeleri de gerekir.

V. İKTİSADİ MOTİVASYONLARI

Günümüzde ortaya çıkan çeşitli aşın grupların doğuş ve


gelişmelerine etki eden faktörlerden biri de şüphesiz ki, söz
konusu grupların yaşadıkları birtakım ekonomik ve iktisadi
sorun ve mahrumiyetlerdir. Çünkü çeşitli psikologlar, aşın
ve terörist davranışların çoğunun ekonomik, politik ve şahsi
ihtiyaç ve amaçların yaratmış olduğu bazı hayal kırıklıklarına
tepki olarak ortaya çıktığını söylemişlerdir.

Ancak biz burada, herhangi bir ülkenin ekonomik ve ikti­


sadi sorunlarının o ülkedeki aşın grup ve organizasyonlann
doğuşlarının yegane sebebi olduğunu söylemek istemiyoruz.
Hatta böyle bir anlayışı, teröre meşruiyet kazandırıcı bir yak­
laşım olarak değerlendiriyor ve hoş karşılamıyoruz. Çünkü
biz zengin kesimler ve akranlarına göre daha iyi maddi im­
kanlara sahip olan öğretmenler, mühendisler, doktorlar ve
üniversite mensupları arasından ülkelerine ve devletlerine
Selefiliğin Günümüzdeki Motivasyonları 15 1

karşı terör faaliyetlerine girenler olduğunu gördüğümüz gibi,


fakirlik ve yoksulluk içerisinde yaşam mücadelesi veren geniş
halk kitlelerinin ülkelerine ve devletlerine tam bir sadakatle
bağlı olduklarını da görmekteyiz.

Bizim buradaki amacımız, sadece birtakım aşın ve terörist


yapıların doğuş ve gelişme sebeplerini mensup oldukları ül­
kelerin ekonomik ve iktisadi hayatlarından ayrı düşünmemek
gerektiğint ifade etmektir.

Bu çerçevede, günümüzde İslam ülke ve topluluklarının


en önemli güvenlik sorunlarından biri haline gelen selefi terör
örgütlerinl de İslam ülke ve toplumlarının ekonomik ve iktisa­
di sorunlarından ayrı düşünmek mümkün değildir. Hatta bu
durum sadece günümüz selefi grupları için değil aynı zaman­
da tarihte selefiliği siyasi bir ideolojiye dönüştüren Vehhabilik
için de geçerlidir. Çünkü Vehhabilik hareketinin ortaya çıktığı
Orta Arab istan'ın Necid bölgesi geniş bozkır ve çöllerden mey­
dana gelmekteydi. Burada az sayıdaki su kaynakları çevresi­
ne yerleşmiş bulunan hadariler ziraat ve ticaretle, çölde gö­
çebe hayatı yaşayan bedeviler ise hayvancılıkla uğraşmaktay­
dı. Çölde tarım ürünlerinin yetişmemesi, hayvancılığın da az
gelir getirmesi sebebiyle bedeviler hayati ihtiyaçlarını komşu
kabilelere veya yerleşik halka baskınlar yaparak ve yağmalar
düzenleyerek karşılıyorlardı . İşte bu bedevi kabilelerden biri
de Vehhabi hareketinin kurucusu olan Muhammed b. Abdül­
vehhab'ın mensup olduğu Temim (Beni Temim) kabilesi idi.89
İsyankar ve yağmacı eğilimlere sahip olan böyle bir bedevi
topluluğa Muhammed b. Abdülvehhab'ın tekfir edici ve tekfir
ettiklerine karşı da savaşı ve onlardan ganimet elde etmeyi
meşru görücü fikirleri elbette cazip gelmiştir. Zira daha önce­
den yağm acılıkla elde ettikleri mallar artık "Tevhid" akidesini
yaymak amacıyla yapılan cihat sayesinde meşruiyet kazanan
bir "ganimet" olacaktır.90

89 Temim kabilesi hk. bk. Abdülcebbar el-Ubeydi, "Kabiletü Temimi'l-Ara­


biyye beyne'l-Cahiliyye ve'l-İslam", Havliyydtü Külliyeti'l-addb, VII, Ku­
veyt 1406/ 1 986, s. 8- 1 0 1 : İrfan Aycan, "Temim", DİA, XL, 4 1 8-4 1 9 .
9 0 Necid'in coğrafyası, sosyal v e kültürel tarthi hk. bk. Hüseyin Hüsnü, Ne­
cid Kıtcısının Ahvdl-i Umiı.miyyesi, İstanbul 1 328: Mahmud Şükri el-Alı:isi,
1 52 İslam Düşüncesinde Selefilik

Görüldüğü gibi, Vehhabi hareketinin Necid bölgesinde


doğmasının en önemli sebeplerinden birinin, adı geçen bölge­
nin ekonomik ve iktisadi hayatındaki yetersizlikler ve mahru­
miyetler olduğu söylenebilir. Aynı şekilde, günümüzde İslam
dünyasındaki ve topluluklarındaki çeşitli iktisadi sorunların
da bazı aşın selefi örgütlerin doğuş ve gelişmelerini etkiledik­
leri söylenebilir. Çünkü günümüzde, Bemard Lewis'in dedi­
ği gibi, "neredeyse bütün İslam dünyası yoksulluk ve zulüm
koşullarında yaşıyor. . . Müslüman dünyada, sadece Batı'yla
değil Doğu Asya'nın hızla gelişen ekonomileriyle de kıyasla,
giderek iflas eden ekonomik durum bu hayal kırıklığım kö­
rüklüyor. "91 Mesela, bütün Arap ülkelerinin toplam GSMH'sı
1 999 yılında 53 1 .2 milyar dolardır ve bu rakam tek bir Av­
rupa ülkesinin gelirinden, mesela İspanya'mnkinden (59 5 , 5
milyar dolar) daha düşüktür.92 Ürdün Kralı II. Abdullah bir
makalesinde Arap dünyasının ekonomik şartlarını şu sözlerle
özetlemektedir: "Her beş Arap'tan biri günde 2 dolardan daha
az bir miktara geçinmektedir. Orta Doğu'da işsizlik rakamlan
ortalama olarak % 1 5'lere ulaşmakta ve her yıl altı milyon yeni
iş arayan insan pazara katılmaktadır. Bölgede kişi başına dü­
şen gelir son yirmi yılda ciddi oranlarda düşüş göstermiştir. "93

İşte 1 1 Eylül 200 l 'de el-Kfüde'nin düzenlemiş olduğu New


York ve Washington'daki insanlık dışı saldırılarda işinde-gü­
cünde olan binlerce masum insan gökdelenlerden patır pa­
tır düşerken veya cayır cayır yanarken Filistin ve Pakistan
sokaklannda bazı insanların sevinç çığlıkları atmalarının ve
Usame b. Ladin'i fakirden alıp zengine veren bir kahramana
veya bir intikam meleğine benzetmelerinin altında yatan se-

Tdrihu Necd (nşr. Muhammed Behce el-Eseri). Kahire ts .. Mektebetü


Medbüli, s. 6-95; Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkile­
ri. Ankara 200 1 . ASAM Yayınlan, s. 1 78- 1 85; Zekeıiya Kurşun. "Necid",
DİA. XXXII . 49 1 -493.
91 Bernard Lewis, İslam'ın Krizi (çev. Abdullah Yılmaz) , İstanbul 2003, Lite­
ratür Yayınlan. s. 1 0 1 .
92 Bernard Lewis, İslam'ın Krizi, s . 1 03- 1 04.
93 King Abdullah il. 'The Road to Reform", Foreign Policy, 1 45, November/
December 2004, s. 72 (http: / /foreignpolicy.com/2009/ 1 0/26/the-road­
to-reform/ 1 6 . 1 0.20 1 6) .
Selefiliğin Günümüzdeki M otivasyonları 1 53

beplerden biıisi, şüphesiz ki onların yıllarca egemenliği altın­


da inim inim inledikleri vahşi kapitalizm; adaletsiz, eşitliksiz
ve haksız küresel ekonomik düzendir. Nitekim Clinton yöne­
timinde Dış İşleri Bakan Yardımcısı olan Strobe Talbott da
yukarıdaki utanç verici sahneler ile hayal kırıklığı ve saldır­
ganlık teoris l arasındaki benzerliğe dikkat çekerek, " 1 1 Eylül
sonrasında hafızalardan çıkmayan Filistin ve Pakistan sokak­
larında dans eden insanların görüntüsü paralel bir meydan
okumadır. Hastalık, aşın nüfus, yetersiz beslenme, politik
baskı ve yabancılaşma umutsuzluk, kızgınlık ve nefret duy­
gularını besliyor." demektedir.94

Öncelikle İslam ülke ve toplumlarının kendi aralarındaki,


daha sonra da İslam ülkeleri ile Batılı ülkeler arasındaki eko­
nomik ve sosyal adaletsizlikler giderilemediği takdirde , çeşitli
sosyal kesimlerde oluşan husumet duygulan gittikçe artacak
ve bu durum aşın birtakım grup ve örgütler için bulunmaz
fırsatlar doğuracaktır.

Günümüzde İslam dünyası birincisi kuvvetli, zengin, soy­


lu fakat aynı zamanda yolsuz seçkinler; ikincisi ise fakir,
işsiz-güçsüz ve gücenmişlik (muğberlik) duygularıyla dolu
geniş halk yığınları olmak üzere iki büyük sosyal zümreye
ayrılmış durumdadır. İşte selefi örgütler nitelikli bir eğitim
alamamış, işsiz-güçsüz, sağlıksız ve kaybedecek bir zinciri
dahi bulunmayan bu ikinci grubun hayal kırıklıklarını bir ag­
resyon (kızgınlık, öfke) vesilesi olarak kullanmakta ve hatta
körüklemektedirler.

Konuyla ilgili son olarak başta Suudi Arabistan Krallığı'nın


resmi bütçesinde ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin bütçe­
lerinde "davet" yani "selefi ideolojiyi ihraç etmek" amacıyla
düzenlenecek toplantılar, organizasyonlar, basılacak kitap­
lar. dergiler ve verilecek öğrenci bursları için ayrılan yüksek
rakamlı tahsisat ile IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin petrol,
haraç , fidye , bağış ve her türlü kaçakçılıktan elde ettikleri

94 Strobe Talbott, "'The Other Evi!: The War on Terrorism Won't Succeed wit­
hout a War on Poverty,", Foreign Policy. 1 27, November /December 200 1 ,
s . 7 5 (http: / /foreignpolicy.com/2009/ 1 1 / 1 7 /the-other-evil/ 1 6 . 1 0.20 1 6) .
1 54 İslam Düşüncesinde Selefilik

devasa bütçeleıinin de günümüzde selefi grup ve örgütlere


katılım için önemli iktisadi motivasyonlardan bili olduğunu
ifade etmeliyiz.
SONUÇ

Selefilik, "altın çağ" ve "altın nesil" özlemiyle tarihin her­


hangi bir dönemini kutsallaştıran, eski kuşakları yeni kuşak­
lara karşı tercih eden ve geleneğe yapılan bütün yeni ekleme­
leri yozlaşma ve sapıklık olarak gören muhafazakar ve tutucu
bir zihniyettir. Bu nitelikleri itibariyle selefilik sadece İslam
kültür ve düşünce tarihinde değil, hemen hemen bütün din­
lerde, ideoloj ilerde, siyasi ve sosyal hareket ve oluşumlarda
görülen bir düşünce tarzıdır.

Selefilik, geçmişte yaşanan tecrübelerden yararlanmayı ve


tarihten ders çıkarmayı savunan normal bir muhafazakar ta­
vırdan, kendisinden başka bütün diğer düşünceleri dışlayan,
tekfir eden ve hatta onların hayatlarına son vermek isteyen
radikal (köktenci) ve teröristçe bir yaklaşıma kadar geniş bir
hareket alanına sahiptir.

İslam kültür ve düşünce tarihinde erken bir dönemde or­


taya çıkan selefilik (selefiyye) ise; İslam'ı anlama, yorumlama
ve yaşama konusunda İslam'ın ilk üç neslini model olarak ka­
bul eden ve bu modeli tarihin değil de dinin bir parçası haline
getirmeye çalışan bir anlayıştır.

İslam ilim ve kültür tarihine makro bir bakışla bakıldığı


zaman selefilik düşüncesinin tarihsel serüveni; metodolojik
bir ilke olarak selefilik, sistematik bir nazariye olarak selefi­
lik, dini ve siyasi bir akım olarak selefilik, radikal ve savaşçı
bir yapı olarak selefilik şeklinde dört dönem içerisinde ince­
lenebilir.

Selefilik İslam düşünce tarihinde Ehlü'l-eser, Ehlü'l-hadis


(Ashab-ı hadis) , Ehlü'l-hak, Sıfatiyye, İsbatiyye, Hanbeliyye ,
Zıihiriyye, Vehhabiyye ve Selefiyye gibi aralarında bazı ton
farkları bulunan çeşitli gruplar tarafından temsil edilmiştir.
Selefiliğin uzun geçmişi ve çeşitli grupların içlerine giren de-
1 56 İslam Düşüncesinde Selefilik

rin ve karmaşık kökleri sebebiyle özellikle günümüzdeki "yeni


nesil" selefileri doğru bir şekilde tanımak ve kategorize etmek
güçleşmektedir. Birbirlerinden farklı birtakım siyasal tutumla­
rı benimseyen günümüz selefileri içlerinde geniş bir yelpazeyi
barındırmaktadırlar. Kaba bir tasnifle, söz konusu yelpazenin
bir ucunda ashabü'l-hadis içerisinde yer alan klasik Hanbeliler
ve zahiriler, onların yanında iman ve ibadetlerin saflaştırılması
konusunda ısrar eden Vehhabi-Suudi Selefileri, onlardan son­
ra eylemlerinin eksenini davet ve tebliğ teşkil eden ve mensup­
larının egemen kültür ve toplumlara katılmalarına karşı çıkan
vaiz militanlar (Tebliğ Cemaati, Hizbü't-Tahrir ve benzerleri) ;
yelpazenin diğer ucunda ise başta İslam dünyası olmak üzere
bütün dünyaya karşı savaş ilan eden cihadi/ cihatçı selefiler
(el-Kaide, IŞİD ve benzerleri) yer almaktadır.

İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan bütün selefi grupla­


rın ortak inanç esaslarını ve karakteristik özelliklerini şu yedi
noktada toplamak mümkündür:

Birincisi, selefiler Allah'ın sıfatlarını ve müteşabihleri tevil


etme ve onlar hakkında akıl yürütme yerine Allah'a teslim
olmayı önermiş ve bu konulara dair nasları zahir manalarıyla
anlayarak teşbih ve tecsime yaklaşmışlardır.

İkincisi, selefiler "iman" ile "amel"in bir arada bulundu­


ğuna inanmışlardır. Onlar böyle bir iman anlayışıyla, hayat
münasebetlerinde katı bir ahlakçılığa yönelmiş ve iman-amel
birlikteliğini görmedikleri bütün olguları İslam dışı sayarak
bu olgularla ilgili kişileri tekfir etmişlerdir.

Selefilerin üçüncü özellikleri ise, Kur'an-ı Kerim'in mah­


h1k olmadığına yani yaratılmadığına inanmalarıdır. Selefilere
göre, Kur'an-ı Kerim'in "gayr-i mahluk" yani "kadim" (ezeli)
olması, onun manasının ancak sünnet ve selef-i salihinin söz
ve uygulamalarıyla açıklanabileceğine bir işarettir. Aynca bu
anlayışın simetriğinde, Kur'an'ın ebedi olduğu ve bu ebedili­
ğin de ancak sünnet ve selef-i salihinin söz ve uygulamala­
rıyla sağlanacağı fikri bulunmaktadır. Böylece, Allah'ın kela­
mının "kadim ve gayri mahluk olması", selefiler açısından ilk
Sonuç 1 57

İslam toplumunun sosyal yapı ve statükosunun da dokunul­


mazlığına bir işaret niteliğindedir.

Selefılerin dördüncü temel özellikleri, akıl-nakil ilişkisinde


naklin üstün olduğunu kabul etmeleridir. Selefiler aklı nak­
le tabi kılmış, aklın temelinin nakil olduğunu söylemiş hatta
aklı nastan ibaret görmüşlerdir. Kendilerini naklin (ilmin ve
hakikatin) yegane temsilcisi ve muhafızı olarak kabul eden
selefiler İslam tarihi boyunca re'yi ve kelami düşünceyi kötü­
lemek, Ehl-i re'y ve Ehl-i kelam'ın ilmi ve dini meşruiyetlerini
ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.

Selefilerin beşinci temel özellikleri, Kur'an ve sünneti eşit


kategoride kabul etmiş olmalarıdır. Bu kabul Ehl-i sünnet
epistemolojisindeki "haber-i sadık" anlayışını zedeleyici bir
yaklaşımdır. Çünkü Ehl-i sünnet'in kesin/kati bir bilgi kay­
nağı olarak kabul ettiği "haber-i sadık" , "ilahi vahiy"dir. Bu
vahiy içerisine, sübut derecelerine bakılmaksızın Hz. Pey­
gamber'den sadır olan her tür söz ve tasarrufu dahil etmek
hatta sünnetin kapsamını genişleterek İslam'ın ilk nesilleri­
nin söz ve uygulamalarını da "eser/asar" adıyla onun içerisi­
ne sokmak bu din-i İslam'ı "din-i Muhammedi"ye veya "din-i
Arab"a dönüştürebilir.

Selefilerin altıncı özellikleri ise, İslam'ın ilk nesillerinin


(selef-i salihin) görüş ve uygulamalarını vazgeçilmez dini bir
otorite ve kaynak olarak kabul etmeleridir. Selefiliği diğer bü­
tün düşünce ve hareketlerden ayıran ve kendisine bu ismin
verilmesini sağlayan söz konusu yaklaşıma göre, İslam'ın ilk
üç neslinden yani "altın nesil"den sonra meydana gelen bü­
tün fikri gelişme ve katkılar İslam dininin asli muhtevasına
dahil olmayan bidatler ve yeni türemelerdir ve bu sebeple de
söz konusu bidatlerle sert bir şekilde mücadele edilmesi ge­
rekir. Bu özelliği sebebiyle selefilik, İslam düşünce tarihinde
dış tehditlere ve yeni meydan okumalara karşı bir savunma
ve dayanışma platformu haline gelmiştir.

Selefilerin yedinci özellikleri, hilafetin kıyamete kadar Ku­


reyş kabilesinin hakkı olduğuna inanmalarıdır. Bu inanç is-
1 58 İslam Düşüncesinde Selefilik

lam tarihinde Arap milliyetçiliğinin ilham kaynaklarından biri


olmuştur. Aynca, bu inanç sebebiyle selefiler tarih boyunca
Abbasi hilafetini desteklemiş ve bu hilafeti zaafa uğratacak
her türlü unsur ve girişimin karşısında yer almışlardır. Dola­
yısıyla, selefi düşünce mensupları ortaya çıktıkları ilk günden
bugünümüze kadar az veya çok birtakım siyasi rol ve etkin­
likler içerisinde bulunmuşlardır.

İşte bu temel inançları sebebiyle, İslam düşüncesinde ez­


manın tegayyürür ile ahkamın da tegayyür edebileceği gerçe­
ğini ıskalayan selefiler ilk İslam toplumunun organik formunu
"İslam dini" ile özdeş hale getirmeye ve evrenselleştirmeye çalış­
maktadırlar. Bu tarih yanılgısı ve anakronizmin sebep olduğu
çeşitli komplikasyonlara karşı ise, başlangıcından günümüze
kadar sorumsuz ve şımarık bir şekilde dışlayıcı, tehdit ve tekfir
edici bir üslup kullanmaktadırlar. İslam düşünce tarihindeki
bu gerilemeci zihniyet günümüzde de hayatın her alanını kap­
layan bir karabasan ve zihinlere vurulan "kutsal" bir pranga
gibi varlığını her geçen gün daha çok hissettirmektedir.

Aslında herhangi bir dinin mensuplarının o dinin inanç,


ahlak veya hukuk esaslarına ya da bu esaslardan birine vur­
gu yapmaları veya o dine mensup olan nesillerden herhangi
birisine özel bir önem atfetmeleri, onlar hakkında özgün bazı
yorumlar yapmaları ve böylece o din mensupları arasından çe­
şitli yorum ve uygulama ekollerinin çıkması çok doğaldır. Bu
sebeple biz, İslam dininin inanç ve fıkıh esaslan üzerinde or­
taya çıkmış olan ve bu konularda İslam'ın ilk nesillerinin uy­
gulamalarına özel bir önem veren selefi anlayışları, kendilerine
katılmamakla beraber, meşru anlayışlar olarak görmekteyiz.
Bizim burada doğal karşılamadığımız husus, bir dine mensup
olan herhangi bir grubun kendi görüşlerinin "mutlak hakikat",
kendisi dışındaki grupların görüşlerinin ise "mutlak batıl" ol­
duğunu kabul ederek kendi dışındaki grupları dinden dışla­
ması ve tekfir etmesi hatta onları öncelikle yok edilmeleri gere­
ken "düşmanlar" (müşrikler, kafirler) şeklinde nitelemeleridir.

İşte İslam düşünce tarihinde selefiler, ortaya çıktıkları


asırlardan günümüze kadar sürekli olarak diğer Müslüman
Sonuç 1 59

grupları dışlamışlar ve bu dışlayıcılık onların ortak bir özelliği


haline gelmiştir. Bu özellik ise, selefıleri günümüzde hem İs­
lam dünyasının hem de bütün insanlığın huzurunu bozan bir
"ateş topu"na dönüştürmüştür.

Günümüzde bizim mahallemize de düşen bu ateş topunu


söndürebilmek ve sebep olduğu yangınları ve tahribatı ön­
leyebilmek için toplumu meydana getiren bütün unsurların
birtakım sorumlulukları bulunmaktadır. İşte bu sorumluluk
duygusuyla biz, bazı insanları selefi düşünceyi benimsemeye
ve çeşitli tonlardaki selefi gruplara katılmaya teşvik eden fak­
törleri ve sebepleri araştırmaya çalıştık.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki, günümüzde bazı kişilerin doğ­


rudan doğruya ya da kendi dini anlayış ve geleneklerinden
koparak çeşitli selefi gruplara katılmalarının altında pek çok
sebep bulunmaktadır. Bu sebep ve motivasyonları araştır­
maksızın, gelinen son noktadan hareket ederek selefi grup­
ları eleştirmek veya "potansiyel birer terörist" olarak görmek,
onları anlamak ve hatta onlarla mücadele etmek için doğru
bir yol değildir. Çünkü hiçbir hareket kendisini doğuran veya
besleyen dini (ideolojik) inançları, psikolojik benzerlik veya
yatkınlıkları, sosyolojik tabanı ve mevcut statükoya/ düzene
karşı alternatif bir düzen vadeden siyasi bir söylemi olmadan
hayatiyetini devam ettiremez.

İnsanların çeşitli selefi gruplara katılmalarına yol açan


sempati kaynaklan ve faktörler ise her devre ve her coğraf­
yaya göre farklı olabileceği gibi her topluma, her gruba hatta
her bir ferde göre de farklı olabilir. Bu nedenle söz konusu
faktörlerin sadece belirli bir sebep ya da motivasyona indir­
genmesi veya onların bütün hattıhareket tarzlarının yalnızca
bir teoriyle açıklanmaya çalışılması her zaman yeterli olmaya­
bilir. Zira selefi gruplara katılan her bir kişiyi böyle bir tercihe
yönlendiren kendine mahsus özel bir sebep ve motivasyonun
bulunması her zaman mümkün ve muhtemeldir.

Bize göre, günümüzde bazı insanların birtakım terörist se­


lefi gruplara katılmalarının engellenebilmesi için burada in-
160 İslam Düşüncesinde Selefilik

celenen dini, psikolojik, sosyo-kültürel ve iktisadi motivasyon


ve faktörlerin ortadan kaldınlmalan gerekir.

Bu çerçevede başta ülkemiz olmak üzere, bütün İslam ülke


ve toplumlannda sahih ve sağlam bir din eğitimi verilmeli;
böylece dinin, her türlü istisman ve terörü meşru gösteren bir
araç olarak kullanılması önlenmeli; din, sahih nakle ve sarih
akla aykın olan her türlü bidat ve hurafeden anndınlmalı;
dinin sabit değerleri ile değişen hükümleri arasında mutedil
bir denge sağlanmalı; fıkıh eğitimi taklit ve donukluk dönem­
lerinin anlayışlanyla değil yeniden içtihat perspektifiyle yapıl­
malı; Şia ve Ehl-i sünnet arasındaki düşmanlık boyutlanna
varan aynlıklar aynı dine inanan "din kardeşleri" perspekti­
_
fiyle asgariye indirilmeli ve bu iki zıt kardeş takiyye olarak
değil de gerçekten birbirlerine yaklaştınlmalıdır. Aynca, bazı
insanlann çeşitli selefi terör organizasyonlanna katılmala­
nnı teşvik eden psikolojik sorunlann ortadan kaldınlması,
İslam dünyasındaki siyasi ve sosyal sorunlann , adaletsizlik
ve haksızhklann giderilmesi ve İ slam ülkelerinin demokratik,
katılımcı ve şeffaf birer hukuk devletine sahip olmalan gerek­
mektedir. Çünkü günümüzde çeşitli selefi örgütlerin terörist
faaliyetlerinde istismar aracı ve "yakıt" olarak kullandıklan
bütün toplumsal sorunlann, haksızhklann, yozlaşma ve yol­
suzluklann temelinde kapalılık, eğitimsizlik, hoşgörüsüzlük,
önyargı, baskı ve diktatörlük yatmaktadır.

İslam dünyasının günümüzde karşı karşıya bulunduğu dini,


kültürel. sosyal ve siyasal pek çok meydan okumalara karşı
olduğu gibi, selefilik konusunda ortaya çıkan sorunlara karşı
da verebileceği en büyük cevap demokratikleşme, şeffaflaşma,
hoşgörü, diyalog ve birlikte yaşama kültürünü geliştirmektir.

Bu öneriler, otoriteryen bakış açısına sahip bazı muha­


fazakarlann sandığının aksine, dine ve dini değerlere zarar
vermez ve hatta ancak bu önerilerle İslam tarih ve düşüncesi
üzerine karabasan gibi çöken, Müslümanlan dünyaya ve ya­
şadıklan zamana yabancılaştıran, hikmet ve medeniyet dışı
selefilik fanatizmi zayıflatılabilir ve bu illetin doğduğu ortam­
lar dezenfekte edilebilir.
BİBLİYOGRAFYA

A. H. Green, "A Tunisian Reply to a Wahhabi Proclamation: Texts


and Contex:ts'', In Quest of an Islamic Humanism (ed. A. H.
Green), Cairo 1 984, s. 1 55- 1 77.
Abdu'l-Fettah Ebu Gudde, "Halk'ı Kur'an Meselesi: Raviler, Muhad­
disler, Cerh ve Ta'dil Kitaplarına Tesiri" (trc. Mücteba Uğur) .
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 975, c. XX , s.
307-32 1 .
Abdullah Aydınlı, "Ehl-i hadis ", DİA, X , 507.
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Mesailü'l-İmdm Ahmed b. Hanbel: Ri­
vaye ibnihi Abdullah (nşr. Züheyr Şaviş). Beyrut 1 988.
Abdullah es-Salih el-Useymin, "eş-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab
hayatühu ve fiknıhu", Etudes Arabes Dossiers, no. 82, Roma
1 99 1 -2 , s. 34-43.
eş-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhdb haydtühü vefikruh, IByad
1 4 1 2 / 1 992.
Abdurrahman Haçkalı, "Ehl-i Hadis-Ehl-i Re'y Ayrışması Fıkhi mi,
İtikadi mi?", İslam Hukuku Araştırmalan Dergisi, 2003, sy. 2,
s. 59-68.
Abdülaziz el-Buharı. Keşfü'Z-esrar ala Usüli'l-Pezdevi, İstanbul 1 890,
I-IV.
Abdülcebbar el-Ubeydi, "Kabiletü Temimi'l-Arabiyye beyne'l-Ca­
hiliyye ve'l-İslam", Havliyydtü Külliyeti'l-addb, VII. Kuveyt
1 406 / 1 986. s. 8- 1 0 1 .
Abdülhamid el-Aluçi, Müellejdtü İbnü'l-Cevzi, Bağdad 1 385/ 1 965.
Abdülkerim Zeydan. el-Veciz .fi usüli'l:fıkh, Beyrut 1427/2006, Mü­
essesetü'r-Risa!e.
Abdülvahid b. Abdülaziz et-Temimi, İtikadü'l-imami'l-münbel Ebi Ab­
dillah Ahmed b. Hanbel (Tabakatü'l-Hanabile içinde), II, 293-
300.
Abdürrahim Abdurrahman Abdürrahim, Tarihu 'l-Arabi'l-hadis
ve'l-mu'dsır, Katar 1 402/ 1 982.
Adem Apak, "İslam Tarihi Boyunca Selef ve Selefilik Kavramlarının
Anlam Serüveni'', Tarihte ve Günümüzde Selefilik, Milletlerara­
sı Tartışmalı İlmi Toplantı, 08- 1 0 Kasım 20 1 3 , Topkapı Eresin
Hotel, İstanbul 20 14, s. 39-50.
162 İslam Düşüncesinde Selejilik

Adnan Demircan, İslam Tarihinin İlk Döneminde Arap-Mevdli İlişkisi,


İstanbul 1 996.
Adnan Koşum, "Akıl (Re'y)-Nakil (Eser/Hadis) Aynşmasının Fıkhi
Boyutları", İslam Hukuku Araştınnalan Dergisi, 2008, sy. 1 2 ,
s. 87-98.
Adudiddin el-İci, el-Mevdkif fi 'ılmi'l-kelam Kahire ts. , Mektebe­
tü'l-Mütenebbi.
Ahmed b. Hanbel, er-Red ale'z-Zenddıka ve'l-Cehmiyye (Akdidü's-se­
lef içinde, nşr. Ali Sami en-Neşşar Ammar Talibi), İskenderiye
1 97 1 .
Kitdbü's-Sünne, (nşr. Muhammed b . Said Besyüni) , Beyrut
1 405/ 1 985.
el-Müsned, 1-VI, İstanbul 1982.
Usalü's-sünne (Ehl-i Sünnetin Esaslan). (trc. Ebu Muaz Sey­
fullah Erdoğmuş) . yy., ts. , s. 5 (www. islah.de) .
Ahmed Emin, "Muhammed b. Abdilvehhab", Etudes Arabes Dossiers,
no. 82, Roma 1 992- 1 , s. 6-3 1 .
Ahmed Fehim Matar, "eş-Şeyh Muhammed b . Abdülvehhab Abkariy­
yü'l-'asri ve üstazü'l-cili'', Mecelletü'l-Buhüsi'l-İsldmiyye, XIII
(Riyad 1 405/ 1 985), 233-247.
Ahmed Teymür Paşa, Nazratün tdrihiyyefi hudüsi'l-mezdhibi'l-erbaa,
Kahire 1 35 1 .
Ahmet Akbulut. "Selefiliğin Teolojik ve Düşünsel Temelleri", Tarihte
ve Günümüzde Selefilik, s. 1 13- 1 33.
Ahmet Keleş, "Sünnet Vahiy İlişkisi", Dicle Üniversitesi İlahiyat Fa­
kültesi Dergisi, Diyarbakır 1 999, c. 1 , s. 1 5 1 - 1 94.
Ahmet Önkal, "Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahiy-i Gayr-i Metluvv",
Kur'an ve Sünnet Sempozyumu (1 -2 Kasım 1 997) Bildiriler,
Ankara 1 999, s. 55-69.
Ahmet Özer, Ehl-i hadisin Red Literatürü (yayımlanmamış yüksek li­
sans tezi) , Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul 2008.
Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara 200 1 ,
ASAM Yayınlan.
Ali Bardakoğlu, "Hüsn ve Kubh Konusunda Aklın Rolü ve İmam
Maturidi", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy.
4, s. 62-63.
Ali Sayı, "Halku'l-Kur'an Meselesi ve Tefsir Hareketi Açısından De­
ğerlendirilmesi Üzerine", Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fa­
kültesi Dergisi, 1 989, sy. 6, s. 599-6 1 8 .
Bibliyografya 163

Ali Toksan, "Hadis İlmi Açısından Sahabi Kavli ve Değeri", Erciyes


Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, s. 339-357.
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler (çev. Aysel Bora) , İstanbul 2008,
Yapı Kredi Yayınlan.
Aziz al-Azmeh, Islams and Modemities, London 1 993, s. 1 04- 1 2 1 .
"Orthodoxy and Hanbalite Fideism", Arabica, XXXV/ 3 ( 1 988),
260-266.
Muhammed b. Abdülvehhab, Beyrut 2000, Riyad er-Reyyis
el-Kütüb ve'n-neşr.
Bekir Topaloğlu, "Esma-i hüsna", DİA, XI, 404-4 1 2 .
Kelam İlmi (Giriş), İstanbul 1 98 1 . Damla Yayınevi.
Berat Sarıkaya, "İbn Teymiyye'nin Tevhid Anlayışı ve Pratik Tevhid
Vurgusu", Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
20 1 5, c. IV, sy. 7, s. 9 1 - 1 1 4.
İslam Düşüncesinde Tevhid-İbn Teymiyye Örneği, Gümüşhane
2013.
Bernard Lewis, "The Roots o f Muslim Rage", The Atlantic Monthly,
September 1 990; 266, 3, s. 47-60.
300 yıldır Sorulan Soru: Hata Neredeydi? (çev. Harun Özgür
Turgan-Serpil Bilbaşar) , İstanbul 2004, Oğlak Yayıncılık.
İslam'ın Krizi (çev. Abdullah Yılmaz) , İstanbul 2003, Literatür
Yayınlan.
Buhari, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahfhu'l-Buhari, İstan­
bul 1 98 1 , I-VlII.
Burhan Baltacı, "Haberi Sıfatlar Bağlamında Gazzali'nin 'Selef Ta­
nımının Değerlendirilmesi'', Marife, yıl: 9, sy. 3, Kış 2009, s.
1 1 3- 1 23.
Burhaneddin Kıyıcı, İbn Teymiyye'de Akıl-Nakil İlişkisi (yayımlanma­
mış doktora tezi) , Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti­
tüsü, Ankara 2009.
Bünyamin Abrahamov, "Akıl-Nakil Uyumu Noktasında İbn Teymiy­
ye'nin Yaklaşımı" (çev. Salih Özer) , İslami İlimler Dergisi, 2009,
c. IV, sy. 1 -2, s. 385-400.
Can Acun, "Neo el-Kaide: Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)" , SETA
Perspektif. Haziran 20 1 4, sy. 53, s. 1 -5.
Carl Brockelmann, "İbnülcevzi", İA, V /2, 848-850.
Geschichte der Arabischen Litteratüre (GAL), Lieden 1 943-49,
I-Vl.
Supplement, Leiden 1 937-42, I-III.
1 64 İslam Düşüncesinde Selefilik

Celaleddin Çelik. Türkiye'de Dini Gruplann Sosyolojisi, Kayseri 20 1 1 ,


Erciyes Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (ERU­
SAM). Arıaliz No. 1 .
Cemalettin Erdemci, "Kelam İlminde Akıl ve Naklin Etkinliği Proble­
mi", Kelam İlmi'nin Yeniden İnşasında Geleneğin Yeri, Elazığ
2004. s. 329-344.
"Kelam İlminde Vahiy". Milel ve Nihal: İnanç. Kültür ve Mitoloji
Araştırmalan Dergisi, 20 1 1 , c . VIII . sy. 1 . s. 1 1 9- 142.
Cemil Hakyemez. "Şii-Sünni İlişkileri ve Selefilik", İlahiyat Akademi:
Altı Aylık ı.nuslararası Akademik Araştırma Dergisi, 2 0 1 5 , c. I.
sy. 1 -2, s. 1 29- 1 52 .
D. G. Hogarth. "Wahabism and British Interests", Intemational Alfa­
ires, N ( 1 925) . 70-8 1 .
D. P. Little, "Did Ibn Taymiyya Have a Screw Loose?", Stvdia Islami­
ca. XLI (Paris 1 975). 93- 1 1 1 .
'The Historical and Historiographical Significance of the De­
tention of Ibn Taymiyya". Intemational Joumal of the Middle
East Studies, N/3 (Cambridge 1 973). 3 1 1 -327.
Darimi. Ebu Said Osman b. Said, er-Red ale'l-Cehmiyye (nşr. Gösta
Wiestam). Leiden 1 960.
Reddü'l-İmdm ed-Ddrimi Osmtm b. Said aliı Bişr el-Mensi (nşr.
Muhammed Hamid el-F'ıki). Beyrut, ts., Darü'l-Kütübi'l-ilmiyye.
Doğu Ergil, "Muhafazakar Düşüncenin Temelleri", Ankara Üniversi­
tesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Arıkara 1 986, c. 4 1 , sy.
ı . s. 269-292.
E. Sirriyeh. "Wahhabis. Unbelievers and the Problems of Exclusi­
vism", British Society for Middle Eastem Studies Bulletin.
XVI/2 (Oxford 1 989). 1 23- 1 32 .
Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki, KiU'ıbü'l-Esma ve's-sifdt
(thk. İmadüddin Ahmed Haydar) . Beyrut 1 4 1 5/ 1 994, il . Bas­
kı. Daru'l-Kitabi'l-Arabi, ı-ır.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi. Tarlhu't-Taberi (nşr. Mu­
hammed Ebü'l-Fazl İbrahim) . Kahire 1 979, Darü'l-Ma'rife, I-XI.
Ebu Davud , Süleyman b. Eş'as b. İshak el-Ezdi, Sünenü Ebi Davud,
İstanbul 1 98 1 , I-V.
Ebu İshak eş-Şirazi, Şerhu'l-Luma' (thk. Abdülmecid Türki). Beyrut
1 988. I-II.
Tabakdtü 'l:fukaha. nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1 40 1 / 1 98 1 .
Ebu Mansür Abdulkahir b. Tahir et-Temimi el-Bağdadi. Usülü'd-din,
Beyrut 1 40 1 / 1 98 1 , Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.
Bibliyografya 1 65

Ebu Mansur el�Matüridi, Kitabü't-tevhid (thk. Fethullah Huleyf) , İs­


tanbul 1 979, el-Mektebetü'l-İslamiyye.
Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Halef el-Berbehari, Şerhu's-Sünne
(nşr. Abdurrahman b. Ahmed el-Cümeyzi) . Riyad 1 426, Mek­
tebetü Dart'l-Minhac.
Ebu Osman İsmail b. Abdirrahman es-Sabuni, Akidetü's-selej ve
ashabi'l-hadis (nşr. Nasır b. Abdurrahman el-Cedi'). Riyad
1 4 1 9 / 1 988, Daru'l-asıme.
Ebu Said Selahaddin Halil b. Keykeldi el-Alfü, İcmalü'l-isabe fi akva­
li's-sahdbe (thk. M . Süleyman Eşkar) , Kuveyt 1 987.
Ebu Ya'la el-Ferra, el-Mu'temedfi usılli'd-din (nşr. Vedi' Zeydan Had­
dad) . Beyrut 1 974.
el-Uddefi usılli'ljıkh (nşr. Ahmed b. Ali Seyr Mübareki) , Riyad
1 993, 1-V.
Ebü'l-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred, el-Kamil fi'Huga
ve'l-edeb (nşr. Muhammed Ahmed ed-Dali) . Beyrut 1 993, I-IV.
Ebü'l-Fazl Abdurrahman b. Ahmed b. Hasan b. Bündar Ebü'l-Fazl
Razi, Ehddis fi zemmi'l-kelami ve ehlihi (nşr. Nasır b. Abdur­
rahman Ced'i) . Riyad 1 996/ 1 4 1 7, Dam Atlas.
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi, Zemmü'l-heva (nşr. Ahmed Abdüsselam
Ata) . Beyrut 1 987, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye.
Ebü'l-Hattab el-Kelvezani, et-Temhid fi usılli'ljıkh (nşr. Müfid Mu­
hammed Ebu Ameşe) . Mekke 1 985, I-IV.
Ebü'l-Hüseyin el-Basri, el-Mu'temed fi usılli'ljıkh (thk. Muhammed
Hamidullah) , Dımaşk 1 964, l-II.
Ebü'l-Muin en-Nesefi. Tebsıratü'l-edille (thk. Claude Salame), Dı­
maşk 1 990, el-Ma'hadü'l-İlmi'l-Fıransi, l-II.
Ebü'l-Yüsr Muhammed Pezdevi, Ehl-i sünnet Akaidi (trc. Şerafeddin
Gölcük) . İstanbul 1 980, Kayıhan Yayınevi.
Ebü'l-Hasan el-Eş'ari, el-İbdne (nşr. Fevkiyye Hüseyin Mahmud). Ka­
hire. ts. (Darü'l-Kütüb).
Emin Said, Tarihu'd-Devleti's-Suıldiyye, Riyad ts. , (Matbuatü Dare­
ti'l-Melik Abdülaziz), I-II.
Esat Kılıçer, "Ehl-i re'y", DİA, X, 520-524.
İsldm Fıkhında Re'y Taraftarları, Ankara 1 975.
Fahreddin er-Razi, Muhammed b. Ömer, el-Mahsıllfi ilmi usılli'l:fıkh
(thk. Taha Cabir el-Ulvani) . Riyad 1 979. I-VI.
el-Muhassal-Kelama Giriş (trc. Hüseyin Atay) , Ankara 1 978.
Medlimu usılli'd-din, Kahire 1 905.
Fatih M. Şeker, Osmanlılar ve Vehhabilik, İstanbul 2007.
166 İslam Düşüncesinde Selefilik

Fatih Tok, "Ebu Hanife Hakkında İki İddia / İtham: Mürciilik ve Hal­
ku'l-Kur'an", İslam Hukuku Araştınnalan Dergisi. 20 1 2, sy.
1 9 , s. 245-267.
Fehmi Ced'an, el-Mihne, bahsünfi cedeliyyeti'd-diniyyi ve's-siyasiyyi
fi'l-İslô.m. Beyrut 2000, el-Müessesetü'l-Arabiyye li'd-dirasati
ve'n-neşr.
Ferhat Koca, "İbn Teymiyye, Takıyyüddin", DİA, XX , 39 1 -405.
"İbn Teymiyye: Mücadeleci Bir İmam Olarak", Doğu'dan Ba­
tı'ya Düşüncenin Serüveni: İslam Düşüncesinin Altın Çağı
(ed. Abdullah Kahraman) , İstanbul 20 1 5, İnsan Yayınlan, V,
1 223- 1 249 .
"İslam Düşünce Tarihinde Selefılik: Tarihsel Serüveni ve Ge­
nel Karakteristiği", Gaziantep Üniversitesi hahiyat Akademi
Dergisi, I / 1 -2, 20 1 5, s. 1 5-70.
İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul 1 996.
İslam Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeli Mezhebi, Anka­
ra 2002.
Fethi Kerim Kazanç, "Selefiyye'nin Nass ve Metot Ekseninde Din An­
layışı ve Sonuçları", Kelam Araştırmalan, Bi l (20 1 0) , s. 93-
121.
G . J . L. Soulie, "Formes et action actuelle du Wahabisme", Aftican et
l'Asie. 74 ( 1 966), 3- 10.
G. Rentz, "Wahhabism and Saudi Arabia", The Arabian Peninsula:
Society and Politics (ed. D. Hopwood). London 1 972.
Gazzali. Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasjd min ıl­
mi'l-usıll, Kahire 1 322 / 1 904, HI.
İlcamü'l-avdm an ilmil'l-kelam. (Mecmuatü resô.ili'l-Gazzô.li içe­
risinde) , Beyrut ts . , Darü'l-kütübi'l-ilmiyye, HI.
Mi'ydrü'l-ilm. Beyrut ts., Darü'l-Endelüs.
Mişkatü'l-envar (thk. Ebü'l-Ala Afifi), Kahire 1 964.
Şerejü'l-akl ve mdhiyyetühıl (thk. Mustafa A. Ata) , Beyrut
1 986.
George Makdisi, "Ibn Taimiya: A Sufi of the Qadiriya Order", Ameri­
can Joumal ojArabic Studies, I (Leiden 1 974), l l 8- 1 29.
"İbn Hubayra" , The Encyclopedia of Islam (new edition), Lei­
den (EI2 İng.) , III , 802-803.
"Nouveaux details sur l'affaire d'Ibn 'Aqil", Melanges Louis
Massignon, Damas 1 957, III, 9 1 - 1 26.
Gilles Kepe!, Cihat: İslamcılığın Yükselişi ve Gerilemesi (çev. Haldun
Bayrı) , İstanbul 200 1 , Doğan Kitap.
Bibliyografya 167

Gökhan Atmaca, "Nüzı11 Sürecinde Bir Muhatab Olarak Hz. Ömer ve


Muvafakatlan", Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergi­
si, 20 1 0, sy. 2 1 , s. 43-67.
H. Daiber, 'The Quran as a "shibboleth" of varying conceptions of
the Godhead", Israel Oriental Studies, XIV (Leiden 1 994), s.
249-295.
H. Ezber Bodur, Dini İhya Hareketi Olarak Vehhabiliğin Doğuşu, Ge­
lişmesi, Sosyo-politik ve Ekonomik Neticeleri (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), Ankara 1 986 (Ankara Üniversitesi Sosyal Bi­
limler Enstitüsü) .
"Orta Asya'da Militan İslamcı Hareketler ve Vahhabilik", Dini
Araştırmalar, 2004, c. Vll, sy. 20, s. 1 95-204.
"Vahhabi Hareketi ve Küresel Terör", Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, c. 1, sy. 2,
s. 7-20.
H . Hüseyin Tunçbilek, "İlahi Sıfatların İsbatı, Sayısı, Kısımlan ve
İsim-Sıfat İlişkisi" , Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der­
gisi, 2006, c. XI , sy. 1 5, s. 5-28.
H. Mason, Two Statesman of Medieval Islam: Vizir Ibn Hubayra and
Caliph an-Nasir li Din Allah, Paris 1 972.
H . Musa Bağ;cı, "Sünnet ve Hadislerin Anlaşılmasında Ehl-i hadis'in
Be:şerüstü Peygamber Tasavvurunun Etkisi", Günümüzde
Sünnetin Anlaşılması (Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri), 29-
30 Mayıs 2004, Bursa 2005, s. 67-88.
H. Yunus Apaydın, "İbn Kayyim el-Cevziyye", DİA, XX , 1 09- 1 23.
Hace Abdullah b. Muhammed b . Ali el-Ensfui Herevi, Zemmü'l-keldm
(thk. Semih Dugaym) . Beyrut 1 994, Darü'l-Fikri'l-Lübnani.
Hadi Ali, "IŞİD Sorunu ve Ilımlı İslam'ın Sorumluluğu", http:/ /www.
aljazeera.com. tr / gorus /isid-sorunu-ve-ilimli-islamin-sorum­
lulugu, 07. 1 1 .20 1 6 .
Hakkı Dursun Yıldız, "Emin", DİA, XI, 1 12- 1 1 4.
Halil Aydınalp, "Bir Karşıt Kültür Unsuru Olarak Türkiye'de Çağ;daş
Tekfircilerin Dini Hayata Bakışı ve Anlamlan", Toplum Bilimle­
ri Dergisi, 20 1 3, c. Vll, sy. 1 4 , s. 27-50.
"Kural Dışı Dini Bir Yönelim Olarak Çağ;daş Tekfir İdeolojisi­
ni Anlamak", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
20 1 4, sy. 46, s. 5-36.
Harald Motzki, "The Role of Non-Arab Converts in the Development
of Early lslamic Law" , Islamic Law and Society, Leiden 1 999,
6 (3), s. 293-3 1 7.
168 İslam Düşüncesinde Selefilik

Harun Öğmüş. "Halku'l-Kur'an Tartışmalarının Vahyin Allah'tan


İnsana İntikaliyle İlgili Telakkiler Üzerindeki Etkisi", Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009, sy. 28, s. 1 7-44.
Hasan Onat. "Yirminci Asırda Şiilik ve İran İslam Devrimi", Milletle­
rarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu (Tebliğler ve
Müzakereler). 13-15 Şubat 1 993, İstanbul 1 993, İlmi Neşriyat,
s. 1 23- 1 57.
" İran İslam Devrimi v e Şiilik", e-Makdldt Mezhep Araştırmala­
rı, 20 1 3, c. Vl . sy. 2. s. 223-256.
"İslam Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslümanların Açmazı:
Şii-Selefi Kutuplaşması". İlahiyat Akademi: Altı Aylık Ulusla­
rarası Akademik Araştırma Dergisi, 20 1 5, c. I. sy. 1 -2 , s. 1 07-
1 28.
Hasan Türkmen. "Ebü Haşim el-Cübbfü'nin Kelam Kavramına Fone­
tik Eksenli Yaklaşımı", Kelam Araştırmalan Dergisi, 20 1 4 , c .
xn. sy. ı . s . 353-370.
"Kelamın Mahiyeti Bağlamında Kur'an'ın Yaratılmışlığı Soru­
nu", Kelam Araştırmalan Dergisi, 2 0 1 4, c. Xll , sy. 2, s. 335-
362.
Hatib el-Bağdadi, el-Fakih ve'l-mütefakkih (thk. Adil b . Yusuf el­
Azazi) . el-Memleketü'l-Arabiyyetü's-Suüdiyye. 1 4 1 7 / 1 996,
Dam İbni'l-Cevzi. 1-II.
Şerefu Ashdbi'l-hadis (nşr. M . Said Hatipoğlu), Ankara 1 99 1 .
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan.
Tdrihu Bağddd, Beyrut. ts. (Darü'l-Kütübi'l-ilmiyye). I-XIV.
Hayati Hökelekli, "İnanç ve Mezhep Farklılıklarının Psikolojik ve Kül­
türel Temelleri", Diyanet İlmi Dergi {Diyanet Dergisi], 1 984, c .
XX. sy. 3, s . 24-34.
Hayreddin Karaman . "Fıkıh". DİA. XIII . 1 - 1 4.
İslam Hukuk Tarihi, İstanbul 1 989.
Henri Laoust. "Ibn 'Abd al-Wahhab . Muhammad", E12 (İng), III, 677-
679.
"Ibn al-Djawzi" , EI2 (İng.) , III. 75 1 -752.
"La Bibliographie d'Ibn Taymiyya d'apres Ibn Kathir" , Bulletin
d'Etudes Orientales Institut Français de Damas, (BEO}, IX (Da­
mas 1 942-3). 1 1 5- 1 62.
" Le Hanbalisme sous !es Mamliıks Bahrides", Revue des Etu­
des Islamiques, (REI), XXVIII (Paris 1 960). s. 1 -7 1 .
Hemy C . McComas. The Psychology of Religious Sects. Landon 1 973.
Bibliyografya 169

Hülya Alper, "İmam Maturidi'de Akıl-Vahiy İlişkisi: Aklın Önceliği


ve Vahyin Gerekliliği'', Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji
Araştırmalan Dergisi, 20 1 0 , c. VII. sy. 2, s. 7-29.
"Kelam İlminde Aklın ve Vahyin Yeri", Akaid ve Keldm İlminde
Vahyin ve Aklın Yeri Tartışmalı İlmi İhtisas Toplantısı 20-21
Ekim 201 2, İstanbul 20 1 3, s. 1 1 5- 1 54 .
Hüseyin Aydın, "İbn Teymiyye'de Allah Tasavvuru", Kelam Araştırma­
ları, 4/2, (2006), s. 39-86.
Hüseyin b. Gannam, Tdrihu Necd (nşr. Nasırüddin el-Esed) Kahire,
1 402/ 1 982, I-II.
Hüseyin Halef eş-Şeyh Haz'al, Tdrihu'l-Cezireti'l-Arabiyyeti fi as-
ri'ş-Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab, Beyrut 1 968.
Hüseyin Hüsnü, Necd Kıtasının Ahval-i UmQmiyyesi, İstanbul 1 328.
Hüsni Zeyne, el-Akl 'inde'l-mu'tezile, Beyrut 1 978.
lgnaz Goldziher, "Fıkıh", İA, İstanbul 1 977, Milli Eğitim Basımevi,
ıv. 605-606.
Zdhin1er "Sistem ve Tarihleri" (trc. Cihad Tunç), Ankara 1 982.
"Zur Geschichte der hanbalitischen Bewegungen", Zeitschrift
der Deutschen Morgenliindischen Gesellschajt, Leipzig 1 908,
s. 1 -28.
İbn Abdülber, Camiu beyani'l-ilm ve jadlih (thk. Ebü'l-Eşbal ez-Zü­
heyri) . Suudiyye 1 4 1 4 / 1 994, Dam İbnü'l-Cevzi, 1-II.
İbn Asakir, Tebyinü kezibi'l-müjterifi md nusibe ile'l-İmdm Ebi'l-Ha­
san el-Eş'ari, Beyrut 1 404/ 1 984.
İbn Ebü Ya'la, Tabakdtü'l-Hanabile (nşr. Muhammed Hamid el-Fıki) ,
Kahire 1 37 1 / 1 952, I-II.
İbn Emir el-Hac, et-Takrir ve't-tahbir şerhü't-Tahrir, Beyrut 1 983, 1-II.
İbn Hacer el-Askalani, ed-Dürerü'l-kamine fi a'ydni'l-mieti's-samine,
Beyrut. ts. (Daru'l-Cil) , 1-IV.
İbn Hazın, el-İhkamfi usüli'l-ahkdm, Beyrut 1 405/ 1 985, Darü'l-Kü­
tübi'l-İlmiyye, 1-IV.
İbn Hibban, el-İhsan fi takribi Sahih-i İbn Hibban (thk. Şuayb el-Ar­
naüd). Beyrut 1 408/ 1 988, Müessesetü'r-Risale, 1-II.
İbn Kayyim el-Cevziyye , İ'ldmü'l-muvakkı'in an Rabbi'l-dlemin (nşr.
M. Muhyiddin Abdülhamid) , Kahire 1 955, 1-IV.
İbn Kesir, Ebü'l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer, el-Bidaye ve'n-niha­
ye, 1-XIV. Beyrut 1 98 1 .
İbn Kudame, Muvaffakuddin, Ibn Qudama's Censure of speculative
theology = Tahrimü'n-nazar fi kütübi ehli'l-kelam (ed. George
Makdisi) , 2nd edition, Norfolk 1 985, Gibb Memorial Trust.
1 70 İslam Düşüncesinde Selefilik

Ravzatü'n-n6.zır (nşr. Abdülkerim b. Ali b. Muhammed


en-Nemle), Riyad 1 4 1 4 / 1 993, 1-II.
Tahrimü'n-nazarfi kütübi ehli'l-Keldm: Kitdbünfıhi'r-reddü ald
İbn Akil (nşr. G. Makdisi) , Norfolk 1 985.
Zemmü't-te'vil (nşr. Bedrb. Abdullah Bedr) . Kuveyt 1 4 1 6/ 1 995,
Danı İbni'l-Esir.
İbn Kuteybe, e!-Madrij (nşr. Servet Ukkaşe), Kahire 1 969.
İbn Manzür, Lisdnü'l-Arab, Beyrut, ts. (Danı Sadır) , I-XV.
İbn Receb, Ebü'l-Ferec Zeynüddin, Kitdbü'z-Zeyl ala Ta­
bakdti'l-Handbile, Beyrut. ts. (Darü'l-Ma'rife) . I-II.
İbn Rüşd. Faslu'l-makdl (thk. Muhammed Ammare) , Kahire ts. , Da­
rü'l-Ma'rife .
İbn Sa'd, et-Tabakdtü'l-kübrd, Beyrut ts. , Dam Sadır, I-XI.
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalim, Der'ü tednıdı'l-akl
ve'n-nakl (nşr. Muhammed Reşad Salim) , Riyad 1 399/ 1 979,
I-XI.
Dua ve Tevhid (çev. Abdi Keskinsoy) , İstanbul 2006, Pınar Ya­
yınlan.
el-Müsevvede fi usüli'l-fıkh, Kahire 1 983.
İktizdü's-sırdti'l-müstakim (nşr. Nasır b. Abdülkerim el-Akl) ,
Riyad 1 404, I-II.
İstiva Risalesi (trc. Heyet), İstanbul 1 996, Tevhid Yayınlan.
Mecmüatü'r-resdil ve'l-mesdil (nşr. Hayat Me'mfın Şeyha) ) ,
Beyrut 1 4 1 6/ 1 996, Daru'l-fikr, I-V.
Mecmüu fetdvd (nşr. Abdurrahman b. Kasım) . Kahire 1 404,
I-XXXVI I.
Mecmuu Fetdvd (thk. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım),
Beyrut 1 398, Darü'l-Arabiyye, I-XXXVI I.
Muvdjakdtü sahihi'l-menkül li-sarihi'l-ma 'kül, Beyrut
1 405 / 1 985. Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, I-11.
Tevhidü'l-Esmd ve's-Sifat, (İsim ve Sifat Tevhidi}, (trc. Heyet) ,
Tevhid Yayınlan, İstanbul 1 996.
İbnü'l-İmad, Abdülhay b. Ahmed, Şezerdtü'z-zehebfi ahbdri men ze­
hebe, Kahire 1 350-5 l , I-VIII.
İbrahim Arslan, "Sözün Mahiyeti ve Bu Bağlamda Bir Söz Olarak
Kelamullah (Dilbilimsel Bir Yaklaşım) " , Kelam Araştırmaları,
3/ 1 (2005), s. 1 4 1 - 1 63 (www.kelam. org) .
İbrahim Çelik, " Kur'an'da Haberi Sıfatlar ve Mukatil b. Süleyman'a
İsnad Edilen Teşbih Fikri" , Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakül­
tesi Dergisi, 1 987, c. II, sy. 2, s. 1 5 1 - 1 60.
Bibliyografya 171

İbrahim Kafi Dönmez, "Amel-i ehl-i Medine", DİA, III, 2 1 -25.


İlhami Güler, "Sağcılık Olarak Sünnilik", Tezkire: Düşünce, Siyaset,
Sosyal BiUm Dergisi, 2000, c. IX, sy. 1 7 , s. 90- 1 00.
"Şafü'nin Sünnete Yaklaşımının Kelami (Teolojik) Anlamı ve
Din'in Llihütiliği ve Nasütiliği Sorunu", İslam ve Modemizm
Fazlur Rahman Tecrübesi, İstanbul 1 997, s. 269-277.
İrem Anlı-Güler Bahadır, "Kendilik Psikolojisine Göre Narsistik ve
Sınır Kişilik Bozukluğu", İstanbul Üniversitesi Psikoloji Çalış­
malan Dergisi, İstanbul 2007, c. 27, s. 1 - 1 2.
İrfan Abdülhamid, "Eş 'ari, Ebü 1-Hasan", DİA, XI, 444.
İrfan Aycan, "Temim", DİA. XL. 4 1 8-4 1 9 .
İsmail Hakkı Atçeken, "Ömer B . Abdülaziz Dönemi Sonrası Emevi
İdarecilerinin Mevali Politikaları", Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Konya 2002, sy. 1 3 , s. 69-88.
İsmail Safa Üstün, "İran", DİA, XXll, 400-404.
İsmail Yagi, "Britanya ve'd-devletü's-Suüdiyyetü'l-üla", Mecelletü
Küfüyyeti'l-İctimdiyye, 1 (Riyad 1 977). 4 1 7 -447.
İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelcim, Ankara 1 98 1 , Umran Yayınevi.
J. B. Kelly, Britain and the Persian Gu!f 1 795- 1 880, Oxford 1 99 1 .
J. C. Hurewitz, Diplomacy in the near and middle east, New York
1958, 1-Il.
J. Kostiner, The Making of Saudi Arabia 1 91 6- 1 936 From Chieftaincy
to Monarchical State, New York-Oxford 1 993.
J. Meric Pessagno, "Maturidi'ye Göre Akıl ve Dini Tasdik" (çev. İlhami
Güler) . Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara
1 996, c . XXXV. s. 425-435.
J. Voll, "The Non-Wahhabi Hanbalis of Eighteenth Century Syrta",
Der Islam, 49/ l ( 1972) . 278-288.
K. V . Zettersteen, "İbn Hübeyre", İA, V /2, s. 757.
Kıidi Abdülcebbar, el-Muğni fi ebvcibi't-tevhid ve'l-adl, Kahire 1 963,
1-XVI.
Şerhu Usuli'l-hamse (Abdülkerim Osman) . Kahire 1 988.
Kamil Çakın, "Ebü Said ed-Dartmi'nin Allah'ın Sıfatları ile İlgili Bazı
Görüşleri" , Dini Araştırmalar, Ankara 2000, c. III, sy. 8, s. 47-
56.
Katib Çelebi, Keşfü'z-zunun an esami'l-kütüb ve'l-jünun (nşr. Şerefed­
din Yaltkaya). İstanbul 1 94 1 , 1-Il .
Kemal Sayar, "Terörün Psiko-dinamiği" , Dindarlık Olgusu (Sempoz­
yum Tebliğ ve Müzakereleri) , ed. Hayati Hökelekli, Bursa
2006, KURAV Yayınlan, s. 287-29 1 .
1 72 İslam Düşüncesinde Selefilik

King Abdullah il, 'The Road to Reform" , Foreign Policy, 1 45, November/
December 2004, s. 72 (http : / /foreignpolicy.com/2009/ 1 0/26/
the-road-to-reform/ 1 6 . 1 0.20 1 6) .
L. Kaba, The Wahhabiyya Islamic Reform and Politics in French West
Ajrica, Evanston, Illinois 1 974.
M . Ali Kirman, "Sosyolojik Teoriler Işığında Yeni Dini Hareketler" ,
Toplum Bilimleri Dergisi, c. XIII , Haziran 20 1 0 , s. 63-80.
M. Emin Özafşar, "Kültür Tarihimizde Rey-Eser Çatışması", Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 2000, c. XLI , s .
225-273.
M . J. Crawford , Wahhabi 'ulama' and the Law, 1 745- 1 932, Oxford
1 980.
M . Metin Hülagü, "İngilizlerin Hicaz İsyanına Maddi Yardımları", Bel­
leten, c. LIX, sy. 225 (Ağustos- 1 995). s. 1 39- 1 54 .
M . Mustafa el-A 'zami, "Buhfui, Muhammed b. İsmail", DİA, VI, 368-
372.
M. S. Zaharaddin, "Wahhabis� and its influence outside Arabia",
The Islamic Quarterly, XXIII/3 ( 1 979). 1 46- 1 57.
M . Safiullah, "Wahhasm: A Conceptual Relationship Between Mu­
hammad Ibn 'Abd al-Wahhab and Taqiyy al-Din Ahmad Ibn
Taymiyya", Hamdard lslamicus, X/ l (Karachi 1 987). 67-83.
M. Sait Özervarlı, "İbn Teymiyye Takıyyüddin-İtikadi Görüşleri", DİA,
XX, 405-4 1 3.
"Selefiyye", DİA, XXXVI , 399-402.
İbn Teymiyye'in Düşünce Metodolojisi ve Kelamcılara Eleştirisi,
İstanbul 2008, İSAM Yayınlan.
M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b. Nasr el-Huzfü". DİA, II, 1 1 0.
Mahmud Mikdad, el-Mevazı ve nizamü'l-vela mine'l-Cdhiliyye ila eva­
hiri'l-asri'l-Emevl, Dımaşk 1 408/ 1 988.
Mahmud Şükri el-Alüsi, Tarihu Necd (nşr. Muhammed Behce el-E­
seri) , Kahire ts . , Mektebetü Medbüli.
Tarihu Necdi'l-Hanbeli, Mekke 1 349.
Mahmudul Haq, "Wahhabi Tradition: Origins and Impact", The Gulj
in Transition (ed . M . S . Agwani), Delhi 1 987, s. 1 5-25.
Makdisi, Ebü Abdullah Muhammed b . Ahmed, Ahsenü't-tekdsim
[nşr. Fuat Sezgin] , Frankfurt 1 989.
Mehmet Ali Büyükkara, " 1 1 Eylül'le Derinleşen Ayrılık: Suudi Sele­
fiyye ve Cihadi Selefiyye", Dini Araştırmalar, 2004, c. VII, sy.
20, s. 205-234.
Bibliyografya 173

"Biz Artık O Sapkınlardan Değiliz: Selefilerin Selefilerden Teberıi­


leri Üzerine Değerlendirmeler", İsliimiyat, 10/ 1 (2007), s. 57-76.
"Günümüzde Selefilik ve İslami Hareketlere Olan Etkisi",
Tarihte ve Günümüzde Selefilik, Milletlerarası Tartışmalı İlmi
Toplantı, 08- 1 0 Kasım 20 1 3 , Topkapı Eresin Hotel, İstanbul
20 1 4 , s. 485-524.
Suudi Arabistan ve Vehhabilik, İstanbul 2004.
Mehmet Aykaç, "İbn Hübeyre, Ebü'l-Muzaffer", DİA, XX , 82-83.
Mehmet Kubat, "İslam Düşüncesinde Aklın Vahiy Karşısındaki Ko­
numu", Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmalan
Dergisi, 20 1 1 , c. Vlll, sy. 1 , s. 7 1 - 1 1 8 .
Mehmet Sait Uzundağ. "XIX. Asır Hindistan Hadis Alimi Sıddik Ha­
san Han'ın (ö. 1 307/ 1 890) Allah'ın Haberi Sıfatları İle İlgili
Görüşleri", Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 20 14,
c. XIX, sy. 1, s. 1 25- 1 45.
Mehmet Zeki İşcan, "Ehl-i Sünnet'te Dini Bir Otorite Olarak 'Se­
lef Fikrinin Ortaya Çıkışı", EKEV Akademi Dergisi. Erzurum
2005, c. IX, sy. 25, s. 22-23.
"Selefiliğin Şiilik Değerlendirmeleri Bağlamında Nefret ve
Şiddet Söylemi", e-Makaldt Mezhep Araştırmaları, Vl/2 (Güz
20 1 3) . s. 1 5 1 - 1 72.
"Selefiliğin Temel Esaslan ve Sosyo-Politik Arka Planı" , Tarih­
te ve Günümüzde Selefilik, Milletıerarası Tartışmalı İlmi Toplan­
tı, 08- 1 0 Kasım 20 13, Topkapı Eresin Hotel, İstanbul 20 1 4 , s.
9 1 - 1 10.
Selefilik: İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, İstanbul 2009,
Kitap Yayınevi.
Mervan Muhammed eş-Şe'ar, Sünen-i Evzdi (trc. Ali Pekcan vd.),
Konya 20 1 2 , Armağan Kitaplar.
Meryem Karaaziz-İrem Erdem Atak, "Narsisizm ve Narsisizmle İlgi­
li Araştırmalar Üzerine Bir Gözden Geçirme" , Nesne Psikoloji
Dergisi, 20 1 3 , c. 1 , sy. 2, s.44-59.
Metin Yurdagür, "Haberi Sıfatları Anlamada Metod", Erciyes Üniver­
sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 983, sy. 1 . s. 249-264.
Michael Cook, "Muhammed b. Abdülvehhab", DİA. XXX . 49 1 -492.
"On the Origins of Wahhabism", Joumal of the Royal Asiatic
Society (JRAS}, III/2, 2 (London 1 992), 1 9 1 -202.
Muammer Esen, "İbn Teymiyye'nin Kelamullah Tartışmalarındaki
Yeri", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 200 1 , c.
XLII, s. 257-27 1 .
1 74 İslam Düşüncesinde Selefilik

Muhammad Mohar Ali, "Impact of the Salafıa Movement on the


South Asian Sub-continent", Mecelletü Külliyyeti'l-Ulümi'l-İc­
timdiyyeti, IV (Riyad 1 980), 3- 1 5 .
Muhammed b. Nizamüddin el-Ensari, Fevdtihu'r-rahamüt, Kahire
1 322 / 1 904, I-II (Gazzfili'nin el-Mustasfd'sı ile birlikte) .
Muhammed Cemaleddin el-Kasımi, Tefsiru'l-Kdsımi (Mehdsi­
nü't-te'vil}, (nşr. Muhammed Fuad Abdülbaki). Kahire ts. ,
Daru İhyfü kütübi'l-Arabi, I-XVII.
Muhammed Ebfı Zehra, Ahmed İbni Hanbel (trc. Osman Keskioğlu),
Ankara 1 984.
İbn Hanbel haydtuhü ve asruhü, Kahire 1 98 1 .
Muhammed el-Hasan el-Hacvi, el-Fikrü's-sdmifi tdrihi'l:fıkhı'l-İsldmi
(thk. Abdülaziz Abdülfettah el-Kari) , Medine 1 976, I-II.
Muhammed Ramazan el-Bfıti, es-Selefıyye: Merhaletün Zemeniyyetün
Mübdreketün La Mezhebün İsldmiyyün, Dımaşk 1 408 / 1 988,
Dfuü'l-Fikr.
Muharrem Akoğlu, "el-Hayde Bağlamında Halku'l-Kur'an Tartışma­
ları" , Bilimname: Düşünce Platformu, 2005/2, c. III, sy. 8, s .
1 3-32.
Mihne Sürecinde Mu'tezile, İstanbul ts . . İz Yayıcılık.
Muhsin Abdülhamid, Min eimmeti't-tecdidi'l-İsldmi, Rabat 1 407/ 1 986.
Mustafa Acar, "Radikal Selefi Zihniyete Bir Reddiye", Muh4fazakdr
Düşünce, Güz 2005, Yıl 2, sy. 6, s. 1 63- 1 96.
Mustafa Altundağ, "Kelamullah-Halku'l-Kur'an Tartışmaları Çerçe­
vesinde 'Kelam-ı Nefsi-Kelam-ı Lafzi' Ayrımı", Marmara Üniver­
sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XVIII (2000), s. 1 49- 1 8 1 .
Mustafa Fayda, "Ömer'', DİA, XXXIV , 44-5 1 .
Mustafa Genç, Sünnet-Vahiy İlişkisi (yayımlanmamış doktora tezi) .
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2005.
Mustafa Öz, "Muhammed b. Abdülvehhab-İlmi Şahsiyeti", DİA, XXX.
492-493.
Mustafa Öztürk, "Mevali Raviler ve Geçmiş Kültürlerin Hadislere Et­
kisi: Hicri İlk İki Asır", Hadis Tetkikleri Dergisi, 2006, c. IV,
sy. 1 , s. 7-37.
Mevdlinin Hadis Rivdyetindeki Yeri (yayımlanmamış doktora
tezi), İstanbul 2002, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Mustafa Selim Yılmaz, "İslami Düşünce Tarihinde Bir Anlama Biçimi
Olarak Selefilik Üzerine Bir Deneme", İnsan ve Toplum Bilimle­
ri Araştırmalan Dergisi, c. 3, sy. 3, 20 14, s. 532-553.
Bibliyografya 175

Mustafa Yüce, "Hfuis el-Muhasibi'ye Göre Haberi Sıfatlar", Kelam


Araştırmalan Dergisi, 20 14, c. XII , sy. 2, s. 274-294.
Naciye Abdullah İbrahim, "İbnü'l-Cevziyye, Fihristü kütübihi" . Me­
celletü'l-Mecmaı'l-İlmi'l-Irdki, XXXl /2 ( 1 980) . 1 93-22 1 .
Neşet Çağatay-İbrahim Agah Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, An­
kara 1 985, II. Baskı.
Nicholas Heer, "The Priority of Reason in the Interpretation of Scrip­
ture: Ibn Taymiyyah and The MutakallimCm" , Literary Heri­
iage of Classical Islam Arabic and Islamic Studies in Honor qf
James A. Bellamy (Ed. Mustansir Mir) . Princeton: The Darwin
Press 1 993.

Noel J. Coulson, Conflicts and Tensions in Islamic Jurispnıdence (the


Centre for Middle Eastern Studies, University of Chicago, Lon­
don-Chicago 1 969.
Nur Ahmet Kurban, "Mevali Müfessirlerin Kur'an Tefsirinin Oluşu­
muna Katkılan ve Onlara Yöneltilen Eleştiriler" , Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, 20 1 1 , c. IV, sy. 1 6, s. 259-273.
Nureddin es-Sabüni, Mdtüridi Akaidi (trc. Bekir Topaloğlu) . Ankara
1 99 1 , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan.
Nurullah Agitoğlu, "Bir Hadisçi Olarak Suyüti'nin Bazı Haberi Sıfat­
lara Yaklaşımı- et-Tevşih Adlı Eseri Bağlamında", Fırat Üniver­
sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 20 1 4 , c. XlX, sy. 2, s. 1 03-
1 23.
"Halku'l-Kur'an ve Rü'yetullah Konulan Bağlamında İb­
nü'l-Mülakkın'ın Buhari'nin Bab Başlıklarına Yaklaşımı" , Şır­
nak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 20 1 4/2, c. V, sy.
1 0 , s. 99- 123.
Olivier Roy, Küreselleşen İslam (çev. Haldun Bayn) . İstanbul 2003,
Metis Yayınlan.
Osman Aydınlı, "Kur'an'ın Yaratılmışlığı Meselesi ve Mutezile'nin Ta­
rihi Seyrindeki Yeri" I-II. Dini Araştırmalar, 200 1 , c. III, sy. 9,
s. 45-62; c . IV, sy. 10, s . 37-52.
"Mezheplerin Oluşum Sürecinde Mevali'nin Rolü" , Gazi Üni­
versitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. II, sy. 3, s. 1 -26.
Osman Oral, "Haydertzade İbrahim Efendi'nin Vehhabilik Adlı Ma­
kalesi'', e-Makdldt Mezhep Araştırmalan, Vll/2 (Güz 20 1 4) , s.
7 1 - 1 02.
Ömer Aydın, "Haberi Sıfatları Anlama Yollan", İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 999, sy. 1 , s. 1 33- 1 58 .
1 76 İslam Düşüncesinde Selefilik

"Kur'an'da Geçen Belli Başlı Haberi Sıfatların Te'vili", İstanbul


Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sy. 2, s. 1 43- 1 77.
Ömer Rıza el-Kehhale, Mu'cemü'l-müellljin: Terdcimü Müsdnnifi'l-kü­
tübi'l-Arabiyye, Dımaşk 1 957, I-VllI.
Özgür Kellecioğlu, Psikopolitik Yönden İslamcı Fundamentalizmin İnce­
lenmesi: İslamcı Köktendincilerin Motivasyonlan. Ankara 2007
(Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) . Kara Harp Okulu Savun­
ma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalı.
P. Maucorps, Sosyal Hareketlerin Psikolojisi (çev. Selmin Evrim). İs­
tanbul ts. , Anıl Yayınevi, Türk Sosyoloji Cemiyeti Yayınlan,
no. 5.
R . Hrair Dökmeciyan, Arap Dünyasında Köktencilik (trc. Muhammed
Karahanoğlu), İstanbul 1 992, İlke Yayınlan.
Rıigıb el-İsfahani, el-Müfredatfi garibi'l-Kur'dn (thk. Muhammed Sey­
yid Kilani) . Beyrut ts., Darü'l-ma'rife.
Rahmi Yaraıı, "Bid'at", DİA, VI, 1 29- 1 3 1 .
Ramazan Altıntaş, "Ebu Hanife'nin (ö. 1 50/767) Akıl-Vahiy Anlayı­
şı" , Keldm Ara.ştırmalan Dergisi, 2004, c. il, sy. 1 . s. 3-22.
"Kelami Epistomolojide Aklın Değeri" , Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi. 200 1 , c. V, sy. 2, s. 97- 1 29.
"Mu'tezile'de Akıl Anlayışı'', Kelam İlmi'nin Yeniden İnşasında
Geleneğin Yeri, 2004, s. 3 1 1 -322.
"Nass Karşısında Aklın Değersel Durumu", Kelam Ara.ştırma­
lan Dergisi, 2003, c. I . sy. 1 . s. 1 1 -20.
Ramazan Yıldırım, "Halku'l-Kur'an Meselesinin Politik İstismarı" ,
Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Ara.ştırmalan Dergisi,
20 1 1 . c. VIII, sy. 1 , s. 49-69.
Rifat Türkel, "Etkileri Açısından Vehhabilik (Suudi Arabistan Dışı Ül­
keler Örneği) ", The Joumal ofAcademic Social Science Studies,
20 1 3 , c. VI, sy. 8, s. 699- 7 1 8.
Vehhabilik ve Arka Planı: Ba.şlangıçtan II. Suüd Devleti'ne Ka­
dar (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir 20 1 3 (Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) .
Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği (trc. Cemal Aydın) , İs­
tanbul 1 995, III. Baskı. Pınar Yayınlan.
S. A. Jackson, "lbn Taymiyyah on Trial in Damascus", Joumal of
Semitic Studies, XXXIX/ 1 . (Oxford 1 994), 4 1 -86.
S. M. Zwemer, "The Wahhabis; their origin, histoıy, tenets. and inf­
luence", Joumalof the Transactions of the Victoria Institute,
XXXIII (Landon 1 90 1 ) . 3 1 1 -333.
Bibliyografya 1 77

Sabri Erdem, "Haberi Sıfatlar ve Anlambilim", Dini Araştırmalar,


2003, c. V, sy. 1 5 , s. 1 09- 1 20.
Sabri Yılmaz-Mehmet İlhan, "Cüveyni'ye Göre Kelamullah ve Kelam-ı
Nefsi", Kelam Araştınnalan Dergisi, 20 1 1 , c. IX sy. ı . s. 2 1 5-
232.
Saffet Sancaklı, "Sünnet Vahiy İlişkisi", Diyanet İlmi Dergi, 1 998, c.
XXXIV, sy. 3, s. 55-70.
Salim Öğüt, "Ehl-i hadis-Fıkıh", DİA, X, 508-5 1 2 .
Samiha Sabari, Mouvements populaires c'ı Bagdad c'ı l'epoque 'A bbas­
side, ıxe-Xle siecles, Paris 1 98 1 .
Selahaddin el-Muhtar, Tdıihu'l-Memlekett'l-Arabiyyeti's-Suıldiyye fi
mazihd ve hddırihfı, Beyrut, ts. , (Dfını Mektebeti'l-hayat) , 1-II.
Selim Arık, "Keramet ve Firaset Bağlamında Muvafakat-ı Ömer (r.a.)",
Diyanet İlmi Dergi, 2005, c. XLI, sy. 4, s. 1 1 5- 1 28.
Serahsi, Usıllü's-Serahsi (thk. Ebü'l-Vefü el-Efgani) , Beyrut 1 973,
1-II.
Sönmez Kutlu, "İslam Düşüncesinde Gelenekçi Din Söyleminin Anali­
zi". http : / /www.sonmezkutlu .net/?pnum= l 29&pt=Gelenek%­
C3%A7i+Din+S%C3%B6yleminin+Analizi, 30.09.20 16.
"İslam Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu", İsld­
miydt, Ankara 200 1 , c. iV, sy. 4, s. 1 5-36.
Strobe Talbott, 'The Other Evil: The War on Terrorism Won't Succeed
without a War on Poverty,", Foreign Policy, 1 2 7, November /De­
cember 200 1 , s. 75 (http : / /foreignpolicy.com/2009/ l l / l 7 /
the-other-evil/ 16. 1 0 .20 1 6) .
Süleyman Uludağ. İslam Düşüncesinin Yapısı, İstanbul 1 979.
Şa'ban Muhammed İsmail, Kavlü's-sahfıbi ve eseruhıl fi'ljikhi'l-İs­
ldmi, yy . . 1 988, Darü's-Selam.
Şafii. Muhammed b. İdris, "Cimau'l-İlm: İslam Hukukunun Kay­
nakları Üzerine Bazı Tartışmalar" , (çev. Osman Şahin-Mithat
Yaylı) . Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2004, sy. 1 7 , s. 32 1 -362.
er-Risale (thk. Ahmed Muhammed Şakir) , Kahire 1 979.
Şamil Öçal, "Kelamullah'ın Çift Doğası: Kelam-ı Lafzi ve Kelam-ı Nefsi",
İsldmiydt, c. II, sy. 1 (Ocak-Mart 1999). Ankara 1 999, s. 6 1 -84.
Şehristani, Ebü'l-Feth Taceddin Muhammed b. Abdülkerim,
Kitdbül-Milel ve'n-nihal (nşr. Abdülaziz Muhammed el-Vekil) ,
Kahire 1 388/ 1 968, 1-III.
Şevkani, İrşadü'l-fuhfıl ila tahkiki'l-hak min ilmi'l-usfıl, Beyrut, ts.
(Darü'l-Ma'rife) .
1 78 İslam Düşüncesinde Selefilik

Taberi, İhtilô,fü'l:fukahii, Beyrut ts. , Dfuii 1-Kütübi 1-İlmiyye.


Taftazani, Kelam İlmi ve İslam Akaidi (Şerhu'l-Akaid) (trc. Süleyman
Uludağ) , İstanbul 1 980, Dergah Yayınlan.
Takiyyüddin Ali es-Sübki, Tabakütü'ş-Şdfiiyye (nşr. Abdülfettah
Muhammed el-Hulv-Mahmud Muhammed et-Tınahi) , Kahire
1 385/ 1 966, I-X.
Tehanevi, Kitabu Keşşafu ıstıla.hati'l-fünıln. İstanbul 1 984, 1-11.
Thmizi, Muhammed b. İsa b. Sevre. Sünenü't-Thmizi, İstanbul 1 98 1 , I-V.
Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İstanbul 2000, İnsan Yayınlan.
Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemlerinde Ge-
niş Gruplar ve Liderleri (çev. Özgür Karaçam) , İstanbul 20 1 2 ,
Okuyanus Yayınlan.
Veysel Kasar. "Kur'an'da Müteşabihat'tan 'İstiva' Kavramı", Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 997, sy. 3, s. 20 1 -227.
Veysel Koç, Vehhabilik ve Temel Prensipleri (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul 2005 (Marmara Üniversitesi Sosyal Bi­
limler Enstitüsü) .
W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E.
Ruhi Fığlalı) , Ankara 1 98 1 . Umran Yayınlan.
Yusuf İskender Gözüberk, Arşiv Vesikalan Işığında İlk Vehhabi Dev­
leti (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2006 (Mar­
mara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) .
Yusuf Şevki Yavuz-Casim Avcı, "İbnü'l-Cevzi, Ebü'l-Ferec'', DİA, XX,
543-549.
Yusuf Şevki Yavuz, "Ahmed b. Hanbel", DİA, II, 83-84.
"Akaid İlminde Vahyin ve Aklın Yeri", Akaid ve Kelam İlminde
Vahyin ve Aklın Yeri Tartışmalı İlmi İhtisas Toplantısı 20-2 1
Ekim 20 1 2 . İstanbul 20 1 3 , s. 29-46.
"Akıl", DİA, II, 242 .
"Darimi, Osman b. Said-Akaide Dair Görüşleri", DİA, VIII ,
496-497.
"Delil-Kelam", DİA, IX, 1 37 .
"Eş'ariyye'', DİA, XI . 447-455.
"Halku'l-Kur'an", DİA; XV, 37 1 .
"İstiva", DİA, XXIII . 402-404.
Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fa­
kültesi Dergisi, Ankara 1 953, c . XXVII, s. 5 1 -67.
Zehebi, Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed, Siyerü a'lami'n-nübeld
(nşr. Şuayb el-Arnaut ve diğerleri) , Beyrut 1 40 1 - 1 405/ 1 98 1 -
85, I-XXIII.
Bibliyografya 1 79

Tezkiretü'l-hulfdz, Beyrut, ts. , Dam İhyai't-Türasi'l-Arabi,


I-IV.
Zekeriya Kurşun, "Necid", DİA, XXXI I , 49 1 -493.
Basra Körfezi'nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi, Katar'da Os­
manlılar: 1 87 1 - 1 9 1 6, Ankara 2004, Türk Tarih Kurumu Ya­
yınlan.
Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti, Ankara 1 998.
Zekiyüddin Şa'ban, İslam Hukuk İlminin Esaslan (trc. İbrahim Kafi
Dönmez) . Ankara 1 990.
Zeliha Bengü Özarslan, Beşeri İdrak İle Vahyin Buluşma Noktası
"Muvafakat" Fenomeni (yayımlanmamış yüksek lisans tezi) ,
Adana 2006, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü­
sü.
Ziauddin Ahmed, "Some Aspects of the Political Theology of Ahmad
b. Hanbal", Islamic Studies, XIl/ l (Pakistan 1 973), s. 54.
DİZİN

A akıl 40, 47, 48, 49, 84, 1 56


AB 1 38 akit 49
abartılmış narsisizm 1 06, 1 07 akli delil 42, 46
Abbasiler 38, 62, 75, 76, 90. 9 1 Alaeddin Ali b. Süleyman el-Mer-
abdest 66 davi 1 7
Abdullah Azzam 1 33 Alevi 1 47, 148, 149
Abdullah b. Mes'üd 68 Aleviler 148
Abdullah b. Vehb er-Rasibi 89 Ali 88, 89, 90
Abdurrahman b. Mehdi 37, 1 1 2 Ali (Babü'l-ilm/İlmin kapısı) 58
Abdülaziz b. Suüd 20 alim 26
Abdülaziz bin Abdullah bin Baz Allah 15, 1 7, 1 8, 19, 25, 26, 27,
2 1 , 123, 1 3 3 28, 29, 30, 3 1 , 32, 33, 34.
aczi itiraf 1 5, 32 35, 36, 37, 38, 47, 52, 53,
Adudüddevle 92 54, 55. 56, 57, 59, 60, 66.
Afgan çocukları 2 1 70, 84, 1 22, 1 36, 1 56
Afganistan 2 1 , 22, 83, 95, 1 02, altın nesil 1 57
1 1 6, 1 2 1 , 1 38, 1 39 , 1 40, anı 52, 56. 57
147, 1 49 amel-i ehl-i Medine 67
Afganlı 1 2 1 amel-i sfilih 35
Afrika 75, 77, 95, 144, 149 ameli tevhit 1 8 , 34
Afrika savanası 1 43 Amerika Birleşik Devletleri 22.
agresyon 1 53 82, 1 02 , 1 30 , 1 3 1 . 1 38,
ahad 42, 43, 44 1 39, 1 4 1 . 142, 1 46
ahbar 63 Amin Maalouf 1 2 7
Ahmed 44, 57, 58 Amr İbnü'l-As Ezruh 89
Ahmed b. Cafer Ebü'l-Abbas Anadolu 62
el-lstahri' 70 anakronizm 1 26 , 1 58
Ahmed b. Hanbel 1 4 , 1 5 , 26, 27, Arabistan 86, 94, 1 46
33, 34, 37, 39, 4 1 , 43, 48, Arap 6 1 , 62, 63, 82, 1 03 , 1 05 ,
5 1 , 62, 67 , 68, 69, 70, 74. 1 2 1 , 122, 1 47, 1 52
9 1 , l l l , 1 12, 1 13 Arap Baharı 1 4 1
Ahmed b. Nasr el-Huzai 39 Arap milliyetçiliği 74, 96, 1 58
Ahmed Perviz 53 Arap ülkeleri 76, 1 52
Aişe 89 Arap Yarımadası 1 7, 20, 1 23
Aiz el-Karni 22 Arapçı 39
akait 1 6, 42, 48, 5 1 , 6 1 , 94, 1 20 araz 29, 36, 4 1
Akdeniz 140 Arnavut 1 02
182 İslam Düşüncesinde Selefilik

Asa'ibü ehli'l-Hak 95 Büveyhiler 75, 92


asar 63, 65, 66, 67. 70, 7 1 Büyük Millet Meclisi 1 29
ashab 63, 68, 7 1 büyüklenmeci kendilik 1 0 1 . 107
Ashab-ı hadis 39, 40, 63, 72, 79,
C-Ç
1 55
Ashabü'r-re'y 70 Cafer b. Muhammed es-Sadık 37
ashap 64 Cebrail 36, 37, 53
Asr-ı saadet 123, 1 25
Cebriyye 6 1
Asya 75
cedel 1 1 5
aşın haklılık duygusu 1 07
cehennem 66
Avrupa 75, 1 39, 1 40, 1 43
Cehmiyye 36
Avrupa Birliği 1 38, 1 39
Cemel Savaşı 89
Azerbaycan 1 46
Cenabı Hak 32, 59

B cevher 29
Cezayir 22, 75, 1 1 6
Baasçılık 1 39 cibilli 59
Bağdat 39, 90, 9 1 . 92, 1 1 2. l l 3. Cidde 1 9
1 1 4, 1 47 Cidde Antlaşması 20
Bağdat Abbasi Hilafeti 75 cihat 22, 83, 1 34, 1 36, 1 37, 1 5 1
Bakıllani 4 1 cisim 29
Balkanlar 75, 1 22, 138, 1 40 Clinton 1 53
basar 26 Çin 1 02
hatmi 33
bedeviler 1 5 1 D
Bedir Kuvvetleri 95
Dabıq 77
Bedir Tugayları 95
Darimi 30, 45
beka 26
daru'l-harb ı ı 7
Berbehan 1 1 3
daru'l-İslam 1 1 7
Berberi 62
davet 1 34
Bemard Lewis 1 52
delalet 5 1 , 1 26
Beyrut 1 47
demokrasi 1 29
bidat 19, 3 1 , 34, 66, 69, 70, 7 1 ,
Der'ü tedrudı'l-akl ve'n-nakl ev
85, 86, 87, 1 08, 1 16, 1 25,
Muvdfakatü sahihi'l-men­
1 57
kül li-sarihi'l-ma'kül 46
Boko Haram 95, 1 3 7
desperado 107
Bosna-Hersek 1 02, 1 22
ed-Devletü'l-İslamiyye fi'l-Irak ve'ş
Bosnalı 1 22
-Şam/DAİŞ 1 3 5
Boşnak 1 02
devran 88
Brüksel 1 1 6
Dımaşk 90
Buhara 1 1 2
Dış İşleri Bakan Yardımcısı 1 53
Buhari 1 5 , 53, 62, ı ı 2
diaspora 1 33
Bulgaristan 75. 1 22
Dizin 183

Dicle 1 12 Ebü'l-Fadl el-Abbas Tugayı 95


din-i Arab 1 57 Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi 1 5, 93
din-i İslam 6 1 Ebü'l-Fütuh el-İsferfüni 1 1 3
din-i Muhammedi 6 1 , 1 57 Ebü'l-Harts 57
Dir'iye 1 7 Ebü'l-Hasan el-Eş'ari 1 4, 91,
Doğu Asya 1 52 1 13
Doğu Avnıpa 1 38, 1 40 Ebü'l-Hattab el-Kelvezani 57
Doğu Bloku 1 39 Ebü'l-Muzaffer Avnüddin Yahya
Doğu Türkistan 1 02 b . Muhammed b. Hübey­
Don Kişot 23 re 92
Ebü'l-Muzaffer b. Yunus 93
E
Ebü'l-Vefü İbn Akil 1 5 , 1 1 5

Ebu Abdullah İbn Mende 1 5 Ehl-i asar 7 1

Ebu Bekir 88 Ehl-i beyt 90

Ebu Bekir Abdülaziz b. Ca'fer Ehl-i bidat 34, 43, 49, 68


(Gulamü'l-Hallfil) 1 5 Ehl-i eser 13, 1 4, 25, 5 1 . 52, 63,

Ebu Bekir el-Halla! 1 5, 48 65, 72, 87, 1 09 , 1 1 6, 1 4 1


Ebu Bekir el-Merrüzi 43 Ehl-i hadis 25, 3 1 , 34, 37, 39,
Ebu Cehil 6 1 40, 5 1 . 52, 53, 54, 60, 63,
Ebü Davüd 62, 68 64, 65, 66, 67, 9 1 , 1 09 ,
Ebü Hafs Ömer b. İbrahim el-Uk- 1 12, 1 1 6, 1 4 1
beri 53, 55 Ehl-i hak 46.

Ebü Hatim er-Razi 38 Ehl-i Hicaz 1 3 , 63

Ebü İshak en-Nazzam 43 Ehl-i Irak 1 3, 63

Ebü İshak eş-Şirazi 1 13. 1 14 Ehl-i kelam 49, 1 57

Ebü Mansür el-Matüridi 1 4, 4 1 , Ehl-i re'y 1 3 , 40, 49, 63, 72, 73,

91 76, 9 1 , 1 07 , 1 47 , 1 57
Ebü Mansür Fahreddin İbn Asa.­ Ehl-i sünnet 1 4, 1 5, 34, 36, 47,

kir ed-Dımaşki 1 14 5 1 , 60, 6 1 , 67, 75, 9 1 , 92,


Ebü Mansür Muhammed b. 93, 107, 1 12, 1 1 5 , 1 24,
Muhammed b. Ahmed 1 4 1 , 1 45, 1 47, 1 60
el-Berrüvi et-Tüsi 1 1 5 Ehl-i sünnet ve'l-cemaat 1 1 , 89.

Ebü Muhammed el-Berbehari 90, 9 1


1 5 , 70 Ehl-i Sünnet-i Amme 1 4 , 23

Ebu Nasr el-Kuşeyri 1 1 3 Ehl-i Sünnet-i Hassa 14, 23

Ebu Reyye 53 Ehl-i tevil 49

Ebü Said ed-Dartmi 1 5 , 27 Ehlü'l-eser 1 1 , 1 55

Ebu Sevr 1 12 Ehlü'l-hadis 1 1 , 1 55

Ebu Ya'la 57 Ehlü'l-hak 1 1 , 1 55

Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ca'fer Ehlü'l-hak ve'd-din ve'l-cemaa

el-İstahri 74 39
elfeyn 90
184 İslam Düşüncesinde Selefilik

Emeviler 62, 69, 76, 9 1 Felluce 1 30


Emin 39 felsefe 1 7
Emir Ali 53 feth-i zerfü 1 34
emirname 70 fıkıh 1 3 , 1 6 , 25, 42, 48, 49, 5 1 ,
Endonezya 1 43 1 05, 1 1 9, 1 20, 1 4 1 , 1 48,
Ensfuu Beyti'l-Makdis 1 3 7 1 58, 1 60
Ensfuu'd-din 95 fıkıh usulü 42, 68
Ensfuu'ş-şeria 95 fırka-i naciye 96, 1 05, 107
entegrasyon 1 36 fidye 1 53
Ermeni 62 Fildişi Sahili 95
Ermenistan 1 46 Filibeli 1 23
esbabü'l-ilm 60 Filistin 62, 93, 1 02, 1 52, 1 53
Esed 1 03, 1 46, 1 48, 1 49 Firavun 6 1
eser 66, 69, 1 26, 1 57 fuit 1 02
Eseriyye 1 1
Eski Ehl-i sünnet 9 1
G
esma-i hüsna 28 gar-i Hira 58
eş-Şebab 95. 1 37 gaıize 4 1
Eş'ari 14, 46, 1 1 5, 1 4 1 , 1 47 gayr-i metluv 55
Eş'ariyye 1 4, 36, 42, 45, 1 13, gayr-i muhdes 40
1 14 gayri mahluk 40
etbau't-tabiin l ı . 44, 68 Gazzali 41
evliya 29 gerileme 1 08
EvzAf 5 1 . 53, 54, 65 Goldziher 1 1 5
Eyyiıbi Devleti 93 , 1 1 5 grandiose self l O l
ezan 87 Grek Felsefesi 35
ezeli 36. 40 gulat-ı Şia 1 45
ezmanın tegayyiırü 23 gusul 66
Güney Arabistan 90
F

H
Fahreddin er-Razi 46
fakih 93 haber 63
Fars 62 haber-! sadık 60, 7 1 , 1 57
Fars milliyetçiliği 96, 1 46 haber-i vahit 57
farz 1 30 haberi sıfatlar 26, 27, 30
Fas 22 hac 28, 87
faşizm 1 07 Hace Abdullah-ı Herevi 1 5
fatalist 59 Haçlı 1 7, 93, 1 40 , 1 4 1
Fatımiler 9 1 , 92 hadariler 1 5 1
Fazl b. Ziyad 57 Hadi Ali 82
federasyon 1 4 1 hadis 1 6 , 60, 63, 1 20
Dizin 185

hadis 36 Horasan Öncü Birlikleri 95


Hadis Tarihi 59 Hulefü-yı raşidin 62, 89, 90, 1 09
halef 23 Humus 96
Halep 77, 96 hurafe 29
halik 27. 39 hüccet 54
Halku effili'l-ibad 1 5 hüsün 44, 45
halku'l-Kur'an 36, 38, 39, 1 1 2
ı-i
Hallac-ı Mansür 1 1 5
Hanbeli 1 5, 1 6 , 25, 67, 93, 1 1 6, Irak 22, 62, 90, 95, 96, 1 02, 1 1 6,
1 20 1 30 , 1 3 1 , 1 35, 1 36, 1 39,
Hanbeli Fitneleri 1 1 6 1 46, 1 47
Hanbeli mezhebi 1 4, 1 7, 1 8, 72, Irak ve Şam İslam Devleti/IŞİD
75, 76, 94 77, 1 35
Hanbeli-Vehhabiler 94 Irak-ı Acem 1 45
Hanbeliler 49, 50, 5 1 . 67, 68, IŞİD 77, 79, 95, 1 1 7, 1 24, 1 30,
75, 79, 92, 1 12, 1 1 3, 1 1 4, 1 36, 1 37, 1 44, 1 47, 1 50 ,
1 1 5, 1 19, 1 56 1 53, 1 56
Hanbeliyye 1 1 , 14, 1 16, 1 55 ızmar 46
Hanefi 49, 53, 75, 1 18, 1 20, 1 22 i'tizal 67
Hanefi mezhebi 22, 76, 94, 1 34, İbadet tevhidi 28
1 47, 1 48 İbn Batta el-Ukberi 1 5
Hanefi-Matüridi 1 24 İbn Baz 22
H anefiler 67 İbn Hamid 38
haraç 1 53 İbn Hazın 53, 55, 58
haram 60 İbn Hibban 53, 54, 1 1 3
Hariciler 36, 53, 89, 90 İbn Kayyim el-Cevziyye 1 7, 48,
Haricilik 74, 90 53, 56, 69, 1 23, 133
has 52. 56, 57 İbn Kudfune 1 5, 1 1 4, 1 23
Hassan b. Atiyye 53 İbn Kuteybe 1 5
Haşviyye 1 1 İbn Mende 38
Hatib el-Bağdadi 1 13 İbn Receb 1 7, 1 1 1
Havaric 89, 9 1 İbn Rüşd 47
hay 26 İbn Sa'd 69
hazire 88 İbn Sem'ün 92
Hey'etü Kibari'l-Ulema 2 1 İbn Sirin 65
Hıristiyan 46, 1 39 , 1 47 İbn Teymiyye 1 6 , 1 7 , 23, 28, 29,
Hicaz 20, 93, 1 16 3 1 , 37, 4 1 , 43, 46, 47, 53,
hicret 1 36, 1 37 55, 56, 68, 93, 1 1 6, 1 23,
Hilafet devleti 1 O 1 1 33
Hindistan 95, 1 45 İbnü'l-Kuşeyri 93, 1 1 4
Hizbullah 95 İbnü'l-Useymin 22
Hizbü't-Tahrir 79, 1 56
186 İslam Düşüncesinde Selefilik

İbrahim ed-Deviş 22 İslami köktendincilik 1 04


icma 42, 43, 44. 68. 1 09 İslami Mağrip el-Kaidesi 95
içtihat 1 3 , 1 9 , 53, 60, 64, 94, İslamofobia 1 1 7
1 60 İsmaililik 9 1
İdaretü'l-Buhüs 2 1 ismet 60, 90
İhtilô.fa'l-fekahfı 1 1 2 İsna aşeriyye 1 45
ikrar 33 İsrail 1 02, 1 4 1 , 1 49
İmam-Hatip Liseleri 1 29 İstanbul 1 22
imamet 59 istiane 29
İmami Şiiliği 9 1 istihsan 1 9
iman 33, 34 istishab 49, 1 1 9
imsak 1 5 , 32 istiva 27. 30, 3 1
İncil 46 ittibau's-selef 1 2
İngilizler 20 İzzeddin b. Abdüsselam 1 1 5
irade beyanı 1 1 8
J
irade hürriyeti 1 1 9
İran 62, 90, 94, 95, 96, 1 39, jenosit 1 02
1 42, 1 45, 1 46, 1 47, 1 48,
1 49, 1 50 K
İran İslam Cumhuriyeti 1 45, 1 46
Kaçarlar 1 45
İran İslam devrimi 1 38
Kaderiyye 6 1
irtidat 1 1 6
Keldi Abdülcebbar 4 1
İsbatiyye 1 1 , 1 55
Katli Ebu Ya'la el-Ferra 1 5
İshak b. İbrahim 39
kadim 27. 28, 30, 37, 39, 40,
İslam 23, 36, 40, 49, 50, 53, 58, 1 56
59, 60, 6 1 , 62 , 63 , 64, 67, kadir 27
69, 76, 79, 80, 82, 83, 86, kafir 1 8, 80, 1 58
87, 88, 90, 94, 95, 96, Kafkaslar 1 38, 1 40, 1 4 1
1 00, 1 02. 1 04, 1 05, 1 07, Kafkasya 62 , 1 02, 1 4 1
1 08, 1 09, 1 1 0, 1 1 6. 1 1 7, el-Kaide 22, 79, 95, 1 39, 1 44,
1 1 8, 1 1 9, 1 20, 1 2 1 , 1 22. 1 52. 1 56
1 23, 1 26 . 127, 1 28, 1 29, Kansu Gavri 77
1 30, 1 32, 1 33, 1 34, 1 37, kanün-i külli 46
1 38, 1 39, 1 4 1 , 1 42, 1 45, Kapitalist Batı Bloğu 1 38
1 47, 1 5 1 . 1 53, 1 55, 1 57, karşıt kültür 1 34
1 58, 1 60 keff 1 5. 32
İslam Cumhuriyeti 1 46 Kefil Zeyneb Tugayı 95
İslam Devleti 77, 1 0 1 , 1 1 9. 1 36, kelam 1 6 , 1 7, 26, 36, 38, 42, 6 1 .
1 37 70, 1 20
İslamcı 1 03, 1 3 1 . 1 42 kelam-ı lafzi 36
İslami 1 49 kelam-ı nefsi (zati) 36
İslami köktencilik 1 28 Kerbela 94
Dizin 187

Kemlıniyye 36 el-mahkum ffü 33


Kıbrıs 1 40 makasıd-ı şart 60
kıdem 26 Makedonya 1 22
Kıpti 62 makyavelist 1 19, 1 20
kıraat 37 Mali 22, 1 1 6
kıyam bi-nefsihi 26 Malik b. Enes 3 1 , 32, 37, 66
kıyas 1 9 , 48, 49, 65, 67, 69, 70 Maliki 1 4 , 53, 67, 1 20
Kisrevan 93 Mansür b. Yunus el-Buhtiti
KiUibü'z-Zühd 1 l 1 (Behuti) 1 7
Komünist Doğu Bloğu 1 38 Mansur Camii 1 1 3
Kosova 1 02, 1 22 marifet 34
Körfez ülkeleri 76, 94, 1 3 1 , 1 43 Marksist-Leninist 1 39
kubuh 44, 45 · masiyet 34
Kudüs 93 maslahat 87, 1 35
Kudüs Gücü 95 Matüridi 1 4, 1 4 1 . 1 47
Kum 94 Matüridiyye 14, 36, 42, 45
Kur'an-ı Kerim 1 1 , 1 7 , 1 9 , 26, Maveraünnehir 62
29, 30, 3 1 , 32, 35, 36, 37, Me'mun 38, 39
38, 40, 42, 43, 45, 46, 50, mecaz 27, 46
5 1 , 52, 53, 54, 55, 57, 58, meci' 27
59, 60, 6 1 , 62, 63, 84, 88, medeniyetler çatışması 1 3 1
1 04, 1 1 0, 1 25, 1 56, 1 57 Medine 1 9, 62, 67, 88, 90, 94,
kurban 28 1 43
Kureyş 74, 75, 84, 89, 1 57 mefsedet 87
Kuşeyrt 1 13 Mehdi Ordusu 95
Kuveyt 1 39 Mekhül 5 1
Kuzey Afrika 20, 62, 90, 96 Mekke 1 9 , 90, 94, 1 43, 1 46
Kürt 1 30, 1 3 1 Melik II. el-Eşref Muzafferüddin
1 15
L Memluklar 75, 77, 93, 1 46
laik 1 29, 1 48 Mercidabık 77
lejyoner 1 20 Merrüzi 68
Levh-i mahfüz :36 mesalih-i nasa 60
liberalizm 1 1 O Mesrük b. Ecda 65
Libya 22 mest 65
Londra 1 1 6 metluv 55
Lübnan 95, 1 4Ei, 1 47, 1 49 mevali 63, 73, 74
mezhep 1 36
M mezhepsiz 1 07
Mısır 22, 75, 77, 82, 9 1 , 92, 93,
ma'külat 45
1 3 1 , 1 34, 137, 1 4 1 , 1 42,
Madrid 1 1 6
1 43, 1 46
mahluk 37, 38, 39
188 İslam Düşüncesinde Selefilik

mihne 1 1 2 mükellef 33
milliyetçilik 1 2 mülteciler 1 2 1
modernist 107 münzel 56
Moğollar 1 7. 75. 93, 1 46 Mürcie 34
muarrif 45 mürit 29
Muaviye b. Ebi Süfyan 88. 89 mürsel 48, 56
mucize 55 mürtet 1 33
muhal 4 1 müsemma 1 24
muhalefetün li'l-havadis 26 Müslim 62 , 1 1 2
Muhammed 25 Müslüman 23, 35, 62, 63. 74,
Muhammed b. Abdülvehhab 1 7, 75, 80, 84, 85, 86, 87, 89,
1 8, 20, 28, 29. 75. 94, 90, 94, 97, 1 0 1 , 1 03. 1 04,
1 23, 1 33, 1 5 1 1 05, 1 08. 1 09. 1 1 0, 1 1 7,
Muhammed b . Cerir et-Taberi 1 23. 1 25. 1 26, 1 29, 1 35.
1 12 1 37, 1 40, 1 4 1 . 1 42, 1 43,
Muhammed b. İsmail el-Buhari 1 44, 1 52. 1 58, 1 60
1 12 Müslüman Kardeşler 1 3 1
Muhammed b. Said el-Kahtani Müşebbihe 1 1
22 müşrik 80, 1 33, 158
Muhammed b. Salih İbnü'l-U­ Müteahhirün 1 7
seymin et-Temimi 2 1 Mütekaddimun 1 4
Muhammed b . Suud 1 8 , 75, 94, mütekellim 27
1 43 müteşabih 1 5 . 19, 30, 3 1 , 32,
Muhammed Ebu Zehre 74 33, 84, 1 56
Muhammed Nasıruddin el-El- mütevatir 42 , 44, 57
bani 2 1
N
muhdes 36, 70
muhdesat 66 nakil 42
Mukbil el-Vadıi 2 1 nakli delil 44
el-Murabitun 95 namaz 28, 34, 87, 1 35
Musa 30 narsisizm 1 06, 1 07
Musa Kazım Tugayı 95 nas 54. 55, 57, 60, 63
musiki 29 en-Nası 93
Mustafa 54 Nasır el-Ömer 22
Musul 96 Nasırcılık 1 39
mutasavvıf 1 1 3 nebi 32, 68, 90
Mutezile 36, 42, 43, 44, 48, 9 1 Necid 1 7, 20, 94, 1 5 1 . 1 52
mutlak 52 nesh 46, 57, 59
muvafık 49 New York 1 1 6, 1 52
mücmel 52 Nijerya 22, 95, 1 3 7
müçtehit 55 Nisabur 1 12
müfessir 93
Dizin 189

Nizamülmülk 1 14 re'y 1 3 , 32, 62, 63, 65, 66, 67,


Nureddin Mahmud Zengi 92, 93 69, 94, 1 24, 1 57
Nusayri 1 46, 1 4'7, + 49 Rebia b. Ebi Abdirrahman 32
en-Nusra 95 recm 1 33
nübüvvet 59, 1 13 Red 'ale'z-Zenddika ve'l-Cehmiy-
nüşüz 1 0 1 ye 1 5
nüzül 26, 27, 30 reddiye 1 07
reformcu 1 07
0-Ö
regresyon 98, 1 08
Orta Arabistan 1 5 1 resul 59, 6 1
Orta Asya 75, 1 38, 1 40, 145 ruhsal bölünme 1 1 8
Orta Doğu 77, 1 49, 1 52 Rum 62
Ortodoks 1 40 Rus emperyalizmi 1 40
oruç 28, 87, 135 Rusya 1 02, 1 03, 1 40, 1 4 1 , 1 46
Osman b . Affan 58, 88, 89
s
Osmanlı Devleti 1 9 , 75, 77, 1 45,
1 48 Saddam Hüseyin 1 39
Osmanlı-Hanefi 1 22 Safevi Devleti 1 45, 1 46
Osmanlılar 75, 94 sahabe 1 1 , 1 3, 1 7 , 40, 43, 44,
otoriteıyanizm 107, 1 09 48, 56, 58, 63, 64, 66, 68,
Ömer 65, 58, 68, 88, 1 45 69, 70, 90, 1 1 0
Ömer b. Abdülaziz 69 sahabe kavli 48
Sahih 54
p
sahih nakil 49
Pakistan 2 1 , 9Ei, 1 2 1 , 1 34, 1 43 , Sakifetü Beni Saide 88
1 52, 1 53 Salih 57
Paris 1 16 Sana 1 47
personalite 98 sarih akıl 49, 1 60
PKK 1 46 Sasaniler 9 ı . 1 45
Prizrenli 1 22 Savaş 1 35
psikiyatri 1 06 sedd-i zerfil 1 34
puriten 86, 1 1 9 Sefer el-Havali 22
seküler 6 1
R Selahaddin-i Eyyübi 93
selbi 26
Rabıtatü'l-Aıemi'l-İslami 2 1
Selçuklular 75, 92, 1 46, 1 48
Rafızi 1 07
selef-i salihin 1 2 , 40, 64, 67, 85,
Rahman 30
90, 1 25. 1 56, 1 57
Rakka 38
Selefi Mücadele Grubu 95
raks 29, 88
Selefi-Vehhabi 12 ı . 1 23, 13ı.
Ramadi 1 30
1 37, 1 43
Razgradlı 1 23
190 İslam Düşüncesinde Selefilik

Selefiyye 1 55 sükut 1 5 , 32, 58 . 6 1


Selman el-Avde 22 Süleyman b . Tarhan et-Teymi 53
sem'i delil 42 sünen 67
sema 88 sünnet 1 1 , 1 3, 1 7, 1 9 , 26. 29,
semai 62 3 1 , 32, 40, 42, 43, 44, 47,
semi' 26 48, 5 1 , 52, 53, 54, 55, 56,
Seyyid Ahmed Han 53 57, 59, 60, 6 1 , 63, 64, 66,
Sıfatiyye 1 1 , 1 55 67, 68, 69, 70, 84, 1 04,
sıfütü'l-meani 26 1 10, 1 25, 1 56, 1 57
Sıffın Savaşı 89 Sünni 23, 90, 9 1 , 95, 1 30, 1 3 1 ,
sırat-ı müstakim 65 1 39, 1 45. 1 46, 1 47, 1 48,
Sicistan 1 1 3 1 50
sikke 56 Sünni banşı 1 20
Silistreli 1 23 Sünni-Şii 1 39
Sofyalı 1 23 Sünniler 9 1
Somali 22, 95, 1 37 Sünnilik 92, 1 48
sosyalist 75
sosyalleşme 97 ş
Sovyetler Birliği 2 1 , 75, 121, Şa'bi 65
1 38, 1 39, 1 40, 1 4 1 Şafii 37, 48, 52, 53 , 54, 56, 60,
Strobe Talbott 1 53 1 1 2, 1 14, 1 1 5, 1 20
Sudan 83 Şafiiler 1 4 , 49, 1 1 8
sufı 1 1 1 , 1 1 5 Şah İsmail 1 45
sulh 1 34 Şah Muhammed Rıza Pehlevi
Suriye 22, 75, 93, 95, 96, 1 03 , 1 45
1 1 5, 1 1 6, 1 30, 1 35, 1 36, Şam 62, 88, 90, 1 47
1 46 , 1 47, 1 48 , 1 50 Şan 45
Suud kabilesi 75, 94 şebbiha 1 49
Suudi Arabistan 2 1 , 22, 75, 76, şefaat 1 9
1 2 1 , 1 22. 1 3 1 . 1 39, 1 4 1 , Şerefüddin Musa b . Ahmed el­
1 42, 1 43, 1 48, 1 50 Haccavi 1 7
Suudi Arabistan Krallığı 1 8, 20, şeriat 33, 47, 6 1 , 1 0 1 , 1 1 9
2 1 , 75, 86, 94, 95, 96. Şerif Ebu Ca'fer b. Ebu Musa 1 5 ,
1 2 1 , 1 28, 1 38, 1 43, 144, 1 14
1 53 şeyh 29
Suudi Devletleri 86 Şia 36, 85, 89, 90, 9 1 , 1 45, 1 46,
Suudi selefiliği 2 1 , 1 1 7 1 48 , 1 60
Suudiler 20 şifahi 62
sübjektif irade 49. 1 1 8 Şii 89, 90, 9 1 , 93, 94, 95, 96,
sübut 5 1 1 30, 1 3 1 , 1 38, 1 39, 1 45,
sübüti 26 1 46, 1 47, 1 50
Süfyan es-Sevri 65
Dizin 191

Şii Büveyhiler 75 tenzihi/zati 26


Şii Hizbullah 1 49 Tenzil 53
Şiilik 74, 92, 93, 96, 1 45 terörist 22, 23
şirk 29, 34, 85, 1 1 6 teşbih 27, 30, 3 1 , 32, 1 56
Şumnulu 123 teşri 56
şüyühü's-sahve 22 Tevatür 42
tevessül 1 9 , 29
T
Tevfik Sıdki 53
Taberi 1 12 Tevhid ve Cihad Hareketi 9 5
tabiiler 1 3, 64, 72 tevhid-i mabüdiyet 1 8 , 34
tabiün 1 1 , 1 7, 40, 44, 62, 63, 64, tevhidü'l-esma ve's-sıfat 28, 29
65, 66, 67, 68, 69, 1 10 tevhidü'l-ibade 28, 29
tağut 1 36 tevhidü'l-ulühiyye 28
Tahran 94 tevhidü'r-rubübiyye 28
tahsis 46, 52, 57 tevhit 25, 28, 34, 87, 94, 1 5 1
Taif 1 9 tevil 1 9 , 3 1 , 32, 33, 46, 47, 84,
takdim 46 1 56
takdis 1 5 , 29, 32 Tevrat 46
takiyye 1 46, 1 60 Teyemmüm 48
taklit 1 09, 1 60 Tikrit 1 30
takyit 52 tilavet 37
Taliban 2 1 , 22, 1 2 1 tipolojiler 97
tarikat 29, 88, 1 27 totaliteryanizm 1 07
Tarsus 38 Tunus 22, 1 4 1
tasavvuf 1 6 , 25 türbe 88
tasdik 32 Türk 62, 75, 76, 1 02, 1 22, 1 45,
Te'vilü muhtelifi'l-hadis 1 5 1 47, 1 48
tebe-i tabiin 67 Türkçe 1 2 , 1 34
Tebliğ Cemaati 79, 1 56 Türkiye 75, 76, 1 03, 1 16, 1 24,
tebyin 58, 59 1 29, 1 39, 1 4 1 , 1 42, 1 47 ,
tecsim 30, 3 1 , 1 56 1 48, 1 50
tefsir 1 3, 1 6 , 1 20 Türkiye Cumhuriyeti 1 48
tefviz 1 5 , 30, 32, 84
U-Ü
tehir 46
tekfir 34, 1 07, 1 1 8, 1 5 1 , 1 58 ulühiyet 26, 28
tekfirci 96, 1 4 1 Umare el-Yemeni 93
tekvin 26 Usame b. Ladin 22, 1 28, 1 38,
teleolojik 1 19 1 52
Temim (Beni Temim) 1 5 1 usul 48
temsil 29 Uzak Doğu 20
tenzih 27, 3 1 Uzak Doğu Asya 1 02
192 İslam Düşüncesinde Selefilik

ülü'l-azm 60 Yahya b. Ehi Kesir 5 1


Ürdün 75, 1 43 yakini bilgi 4 7
Üsküplü 1 22 Yavuz Sultan Selim 77
üsve-i hasene 58 yed 26, 27, 30
Yemen 22, 90, 95, 1 16, 1 46, 1 47
v
yemin 1 2
vacip 3 1 , 4 1 . 1 30, 1 35 Yezid b . Zürey 65
vahdaniyet 26 Yezidi 1 47
vahdet-i vücut 29 Yugoslavya 75
vahiy 53, 55, 59, 6 1 . 1 09, 1 57 Yunanistan 1 40
Varnalı 1 23 Yüksekögretim Kurulu (YÖK)
Varşova Paktı 1 38 1 29
Vasıl b. Ata 4 1
z
vech 26, 27, 30
Vehhabi 20. 86, 1 44, 1 5 1 . 1 52 Za'ferani 1 1 2
Vehhabi-Suudi Selefileri 76, 79, zahid 1 1 1
1 56 Zahiri Mezhebi 1 4
Vehhabiler 85, 1 1 6 Zahiriler 6 7 , 79, 1 56
Vehhabilik 1 9, 20. 23, 1 1 7, 1 24, Zahiriyye 1 1 , 1 4 . 1 1 6, 1 55
1 5 1 . 1 55 zann-ı galip 48
Veki' b. el-Cerrah 37 zarüriyyat 4 1
vülatü'l-emr 66 zekat 28
Zeydi Hüsiler 95, 1 46
w
Zeynüddin Ali b. İbrahim b. Neca
Washington 1 52 93
zındıklık 1 13
y zikir 29
Zülfikar Tugayı 95
Yahudi 46
Yahudi Soykırımı 1 02
Yahya b. Ammar 1 1 3

You might also like