You are on page 1of 55

ORHAN KEMAL

NAZIM HİKMET'LE 3,5 YIL

OYUN - 2 BOLUM

UYARLAMA IŞIK ÖĞÜTÇÜ

EKİM2010

1
OYNAYANLAR

RAŞİT(ORHAN KEMAL)

NAZIM

HAKİM -- HAPİSHANE MÜDÜRÜ

KATİP-- REMZİ

EMİN BEY

NECATİ -- 1.MAHKUM -- KAYA

İZZET -- 2.MAHKUM -- ÇOPUR

VASFİ -- ÇORBACI -- 3.MAHKUM

l.GARDİYAN -- YAYALAR KÖYLÜ İBRAHİM

2.GARDİYAN -- ERTUĞRUL

ANNE

2
ÖN OYUN

(NAZIM VE MAHKUMLAR MERDİVENLERDE)

NAZIM «Kaat helva yesem her gün»

MAHKUMLAR diye düşündü 5 yaşında.

NAZIM «Mektebe gitsem»

MAHKUMLAR diye düşündü 10 yaşında.

NAZIM «Babamın bıçakçı dükkanından


Akşam ezanından önce çıksam»

MAHKUMLAR diye düşündü 11 yaşında.

NAZIM «Sarı iskarpinlerim olsa


kızlar bana baksa»

MAHKUMLAR diye düşündü 15 yaşında.

NAZIM «Babam neden kapattı dükkanını?


Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına»

MAHKUMLAR diye düşündü 16 yaşında.

NAZIM «Gündeliğim artar mı?»

MAHKUMLAR diye düşündü 20 yaşında.

NAZIM «Babam ellisinde öldü,


ben de böyle tez mi öleceğim?»

3
MAHKUMLAR diye düşündü 21 yaşındayken.

NAZIM «İşsiz kalırsam

MAHKUMLAR diye düşündü 22 yaşında.

NAZIM «İşsiz kalırsam»

MAHKUMLAR diye düşündü 23 yaşında.

NAZIM «işsiz kalırsam»

MAHKUMLAR diye düşündü 24 yaşında.

NAZIM Ve zaman zaman işsiz kalarak


«İşsiz kalırsam»

MAHKUMLAR diye düşündü 50 yaşına kadar.

NAZIM 51 yaşında «İhtiyarladım.» dedi


«babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
«Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı? »
diye düşünüyor

MAHKUMLAR diye düşünüyor!

4
BİRİNCİ BÖLÜM

l.TABLO

(Solda Hapishane kalemi ve müdür odası. Burası önce mahkeme salonudur. Mobilyalar 1940 yılına
uygundur. Sahne ortasında Raşit ve Nazım'ın 52.Koğuş'u. "TECRİT-52.KOĞUŞ" yazılıdır.Duvardaki
raflarda önce Raşit'in eşyaları bulunur. Koğuş giriş kapısı soldadır. Karşılıklı iki yatak, bir masa birkaç
sandalye bulunur. İki yatağın arasında pencere, dağları görür. Bir tarafta tahta sandık. Yanında
mutfak malzemeleri vardır. Sahnenin sağında normal koğuş. Görünür bir şekilde "46.KOĞUŞ"
yazılıdır. Üç ranza ve bir adet tek kişilik yatak vardır. Bir masa. Bir köşede mutfak olarak kullanılan
kısım. Ranzaların arasında bir pencere. Pencereden dağlar görünür. Duvardaki takvimde Aralık 1940
yazmaktadır.)

HAKİM Gereği düşünüldü.11 Ekim 1938 tarihinde yapılan duruşmada sanık 12.Piyade Alay
Bölüğü bedelcilerinden Abdülkadir Kemali oğlu Raşit Kemali komünistlik propagandası yapıyor diye
ihbar edilmesi üzerine evinde yapılan aramada kendi el yazısıyla yazılmış ve Nazım Hikmet'e hitap
eden şiir parçaları ve Maksim Gorki'nin Rus İhtilali'nden Safhalar ve Mahkumlar adlı bir kitabı
çıkmıştır. Şahitlerin ifadelerine göre Raşit'in,yabancı rejimler lehinde propaganda yaptığını, bu fiil ve
hareketlerin askeri şahıslar içinde yapılmış olmasının isyana kışkırtma sayıldığını, bu husus
şahitlerin tanıklıkları ve hatta kendisinin açıkça kabul etmesi ile sabit olmaktadır. Sanık Raşit'in bu fiil
ve hareketi Askeri Usul ve Ceza Kanunu'nun 94. maddesi hükmüne uyduğundan, beş yıl
mahkumiyetine karar verdim.
(Sahne kararır. Mahkeme salonu Cezaevi Kalemi olur. Sahne aydınlanır.)

KATİP (Masasında.) Eeee... Raşit sonra?


RAŞİT Katip Bey var mı sonrası? 72.Koğuş'taki Ahmet Kaptan'ın dediği gibi, ha bu
poh yiyen yere getirmediler ya beni camiden!
KATİP (Evrakları karıştırırken.) Oooo... Raşit... Gözün aydın! Üstadın geliyormuş!
RAŞİT Benim üstadım filan yok ki?
KATİP Canım, Nazım Hikmet işte. Senin de üstadın sayılmaz mı?

5
RAŞİT Katip’in uzattığı evrakı alır,heyacanla okur) 14 Mayıs 1966 tarihinde bitecek
ceza süresini doldurmak üzere Mahkum Nazım Hikmet siyatiklerinden
rahatsız olup,kaplıcalardan İstifade etmesi için idarenizde bulunan Bursa
Hapishanesine naklen gönderilmektedir.Gereğinin yapılmasını..

( idare bölümünden çıkar. Hapishane avlusunda yürürken Nazım’dan şiirler okur)

Hehehey TARANTA - BABU


hehehey
yaşamak ne güzel şey
anasını sattığımın
yaşamak ne güzel şey..

MAHKUMLAR Yaşamak ne güzel şey


Yaşamak ne güzel şey..

NAZIM Yaşamak ne güzel şey


TARANTA - BABU
yaşamak ne güzel şey...
Anlıyarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak
YAŞAMAK...
Yaşamak:
birer birer
ve hep beraber
ipekli bir kumaş dokur gibi...
Hep bir ağızdan
sevinçli bir destan
okur gibi
YAŞAMAK..

6
MAHKUMLAR Yaşamak ne güzel şey
Yaşamak ne güzel şey
Anasını sattığımın.

NAZIM YAŞAMAK..
Ne acayip iştir ki
bu ne mene gidiştir ki TARANTA - BABU
bugün bu
«bu inanılmıyacak kadar güzel»
bu anlatılamıyacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
dar
böyle kanlı
bu denlü kepaze...

MAHKUMLAR Yaşamak ne güzel şey


Yaşamak ne güzel şey..

RAŞİT (Necati ile karşılaşır. Heyecanla.) Haberin var mı? Nazım Hikmet geliyor!
(Necati inanmaz.) Yemin ederim yahu!

NECATİ Yaşasın! Yaşasın! Aman, İzzet'e falan tembih edelim, gidip şiir filan
okumasın. Rahatsız edilmekten hiç hoşlanmaz.

RAŞİT Onu rahatsız etmem. Koğuşuna gitmeyi veririm, hiçbir şey sormam, şiir
filan da okumam. Onunla tanışıp ahbaplık etmesem bile, hiç olmazsa yüz
be yüz görecek, sesini duyacağım ya! O bile yeter bana .

(Raşit 46.Koğuş'a gider, İzzet "Kira Kiralina"yı okumakta, diğerleri: Çorbacı, Emin Bey,
Yayalar Köylü İbrahim ve Ertuğrul her biri bir işle meşguldür. Biri maltıza kömür koymakta,
biri yanmış maltızda tenceresinin kaynamasını beklemekte, biri pirinç ayıklar, biri gazete
okur.Raşit, İzzet'in yanına oturur. İzzet'in arkasındaki pencereden karlı dağlar görünür.) ..

7
İZZET (Kitaptan başını kaldırıp, bakar.) Bugün pek neşelısın! İlk geldiğin günlerdeki
gibisin. Neydi o son zamanlardaki somurtkanlığın.

RAŞİT Nasıl somurtmamalıydım be birader.Kendini öğretmen olarak tanıtan bir


mahkumla dostluk etmiştim biliyorsun. Çok geçmeden ipliği pazara çıkmış,
mahkumlar onu sahte öğretmen diye alaya almışlardı
İZZET O adam ile alay ettiklerini duymuştum.

RAŞİT Cezası azdı. Zaman zaman gardiyan nezaretinde dışarı çıkar, gezer dolaşır,
hayali olduğunu sonradan öğrendiğim "mebus" dayılar, "kurmay" amcalarla
buluşup görüştüğünden, harçlıklar aldığından dem vururdu. O kadar fakir ve
acınacak haldeydi ki...

İZZET (Sözünü keser.) Madem acıdın sende yardım etseydin ona!

RAŞİT Etmez olur muyum? Dışarı çıktığı günler, ona fanilamı, iskarpinimi donumu
çıkarıp vermiştim. O, ise benim hakkımda yalan dolu jurnaller verirmiş.
İfadelerim alındı, sorgulara çekildim, hiç sebepsiz sataşmalara uğradım.O da
öteki arkadaşlarımla beraber bu ihbarı yapanlara sövdü saydı, hatta cezasını
doldurup çıkarken hapishane kapısında boynuma sarılıp "Ben senin gibi
arkadaşı bir daha nerden bulacağım," dedi.

İZZET Zaten onu benimde gözüm tutmamıştı.

RAŞİT Bu olaydan sonra adeta herkese düşman olmuştum. insanları tanımanın ne


demek olduğunu bilmiyordum. Bunun içinde somurtup duruyordum.

İZZET Hadi geçmiş gitmiş artık. Sen niye neşelisin onu söyle?

RAŞİT Sana bir şey söyleyeceğim, bir şey söyleyeceğim ama, benden duymuş
olma.(İzzet merakla bakmaktadır.) Nazım geliyormuş!

İZZET (Kayıtsız.) Hangi Nazım?

RAŞİT Nazım Hikmet canım...

İZZET Sen sevin, bana ne? (Raşit İzzet'in yanından ayrılır. Koğuşun diğer tarafında
kaynamış kuru fasulyenin suyunu süzen Emin Bey'in yanına gider.)

RAŞİT (Sokularak.) Sana bir haber vereceğim ama..Benden duymuş olma...


8
EMİN BEY Peki.

RAŞİT (Heyecanlı.) Nazım Hikmet geliyor!

EMİN BEY Sahi mi söylüyorsun?

RAŞİT Şerefsizim yahu. Savcılık yazısında okudum. Siyatiklerinden rahatsızmış..

EMİN BEY (Heyecanla çalkalanır.) Hey koca Nazım! Onunla İstanbul Hapishanesi'nde
ne anılarımız vardır. Hey koca Nazım hey!

RAŞİT Haydi eyvallah! Diğer koğuşlardaki arkadaşlara da haber vereyım.

(Raşit Avluda Necati ile karşılaşır.)

NECATİ (Gülerek.) Ulan, ağzında mercimek ıslanmazmış! Bütün hapishanenin haberi


oldu Nazım'dan.Şiirlerimizi okuruz. Onun şiirlerini dinleriz.

RAŞİT Yok canım, bizimkiler de şiir mi?

NECATİ Sen gene çok okumuşsun, eski yazıyı biliyorsun. Ya ben?

RAŞİT (Düşünceli.) Demek yataklarını omuzladığı gibi..

NECATİ Sıkıntıya hiç gelemez. Gider.

RAŞİT Duydum. O okurken insanın yüzü dalga dalga olur! Hem biliyor musun,
ağlayan bir çocuğu kucağına alsa, çocuk susuverirmiş !

(Sahne kararır.)

2.TABLO (l.Tablo'nun devamı. Karlı bir sabah. Raşit masasında çalışmaktadır.)

NECATİ (Necati nefes nefese girer.) Nazım Hikmet'i az önce getirdiler!Müdür Bey’in
yanına soktular. Ona senden bahsettim. Gel, şimdi neredeyse çıkar!
(Avluda yürürler, sahnede Müdür'ün odasına denk gelen kısımda beklerler. Kenarda duran
Nazım'ın eşyaları: Pötikareli bir çula sarılı yatak dengi. Meşini eskimiş iki bavul, bir sepet)

GARDİYAN Katip Bey’den duydum.Savcı Bey,Müdür Bey’e telefon etmiş.Ona tek bir
oda vereceksin. Öteki mahpuslarla konuşturmayacaksın.Çünki kiminle
konuşursa kendine çevirir demiş.

RAŞİT Demek.. Rahatsız edilmeye hiç gelmez. Yatağını topladığı gibi gider.
9
(Müdür'ün oda kapısı açılır. Nazım avluya gelir. Necati ona doğru koşar.)

NECATİ Üstadım tekrar hoş geldiniz. Hapishane arkadaşım Raşit.

NAZIM (Ayaklarının topuklarını hazıroldaki bir er gibi birleştirerek, Raşit ile el

sıkışırlar.) Ben Nazım Hikmet.

RAŞİT (Heyecanlı.) Hoş geldiniz.

NAZIM (Nazım kendisini karşılamaya gelen mahkumlarla, kucaklaşır.)

Sen de mi buradasın Vasfi? Ne oldu senin temyizin?

VASFİ Bozdu Nazım Bey! Tasdikte etti. Bu duruma kahroldum sormayın.

NAZIM Vah vah, acıdım. Halbuki kuvvetli kışkırtma vardı... Sağlık olsun. Nasıl
vaziyetin? Evden yardım etmiyorlar mı?

VASFİ Durumum kötü. Evden de yardım gelmiyor. Şu an Karantinadayım.

NAZIM Demek Karantina'ya verdi Müdür Bey. İyi iyi... (Üstü başı paramparça bir
mahkumun yanına gider iri ve çıplak ayaklarıyla betona basmaktadır.)

Sonra Remzi?

REMZİ Adam vurdum üstat!

NAZIM Adam mı vurdun? Hapishanede adam vurur mu insan a Remzi?

REMZİ Teşvik ettiler, yedi lira için vurdum. Tekrardan cezam otuz seneye çıktı.

NAZIM Ne teşvikle mi? Demek teşvikle vurdun ha? Olur mu be Remzi,değer mi be

evladım? İnsan yedi lira için başka bir insana kıyar mı? Yaa.. Ettin bir

cahillik ama, bak tekrardan otuz seneye çıkmış cezan!

REMZİ Canımdan bezdim artık. İnsandan sayılmıyorum burda.

NAZIM Haydi haydi, öyle şey olmaz..Elbette insansın..Kendine niçin kahrediyorsun?


(Remzi, Nazım'ın kulağına bir şeyler fısıldar.) Sonra, şimdi bozuğum yok !
(Emin Bey gelir.) Vay Emin Beyciğim, mirim, üstadım. Vay benim canı
azizim...(Kucaklaşırlar.)Yahu Emin Bey? Seni neden sürdüler? Sen ki bir
garip ademsin,ne bıçak,ne eroin. Ha? sahi ne oldu senin mahkemen ?

10
EMİN BEY Aaah Nazım Bey ah! Yedi buçuk sene verdiler. Temyiz de bozdu.

NAZIM Vay anasını be... Hafifletici sebep vardı halbuki. Neyse, geçmiş olsun.
Şey de buradaymış, şu Ertuğrul.

EMİN BEY Evet, o da burda.

NAZIM Vay hınzır vay... Damayı öyle ilerlettim ki Emin Bey, burda onu mutlaka
yeneceğim. Dimitri de buradaymış.

EMİN BEY Hangi Dimitri?

NAZIM Kolonyacı Dimitri canım.

EMİN BEY Tanıdıklarınızın hemen hemen hepsi burada.

NAZIM Ya... Desene bütün ahbaplar burda... İyi iyi.

EMİN BEY Üstat, resme devam ediyor musun?

NAZIM Epey ilerlettim Emin Beyciğim..Bak...(Gardiyanlar eşyalarını aramaktadırlar.


Nazım bavulunu açar. Kağıtlar, defterler, kalemler, boyalar, fırçalar, resimler,
portreler vardır. Portreleri anlatır.) Bu, bizim Kemal Tahir. Muhakkak ki yarının
mühim Türk romancılarından biri olacak.Buna Asri Mehmet, derler...Çankırı
Hapishanesi’nin fotoğrafçısıydı. Buna Kelleci Mehmet derler.Kemal Tahir’in
bir büyük hikayesinin kahramanı.
(Ciddileşir.) Hani bizim şu Türk halkı da müthiş zeki canım!

(Sahne kararır.) (Müzik/ Sahne aydınlanır. )

(Nazım'ın eşyalarını Emin Bey, Necati ve Raşit taşımaktadır. Sahnede bulunan 46.Koğuş' a
doğru gitmektedirler. Nazım eşyalarını taşıyanların arkasından yürür.)
(Nazım'ın eşyaları 46.Koğuş'a bırakılır.)

RAŞİT Benim koğuşa gidelim. Hep beraber bir şeyler yeriz.

EMİN BEY Siz gidin! Benim koğuşta yapacaklarım var. Haydi hoşça kalın.

(Emin Bey gider. 52. Koğuş'ta üç kişi kalırlar.)

NECATİ (Raşit'i gösterir.) Üstadım, gayet güzel şiirleri var!

RAŞİT Hayır, şiir falan değil, birtakım gevezelikler... ·


11
NECATİ (Alayla.) Bize böyle demezdin ama....

NAZIM Neden gevezelik olsun... Okursunuz, dinleriz.

NECATİ Ben de koğuşa dönüyorum. Sizde dinlenirsiniz.

NAZIM (Necati çıkar. Raşit, iki kişilik yemek hazırlamaya başlar. Aynı kaptan ikisi
yiyecektir. Nazım itiraz eder.) Ayrı tabaklarda yiyebilir miyiz? (Raşit, iki ayrı
tabağa yemeği böler.) Aynı kapta yemek yemek, iskorpit hastalığına
davetiye çıkartmak demektir. Ayrı kaplarda yemek daha sağlıklıdır. Siz,
yiyeceği nasıl tedarik ediyorsunuz?

RAŞİT Hapishane bakkalından. Küçük bir defterim var, veresiye alanın, borcunu bu
deftere yazar, aybaşında babamdan para gelince öderim.

NAZIM (cüzdanını çıkartırken.) Bu yumurtalı sucuğa ne masrafınız oldu?

RAŞİT Ne yapacaksınız?

NAZIM Ben de masrafa katılmak istiyorum.

RAŞİT Üstadım bu günlük misafirim olun.

NAZIM (Cüzdanından parasını çıkarır) Bütün servetim bu iki buçukluktan ibaret.


İsterseniz bugünden itibaren ben de sizin defterinizin masraflarına ortak
olayım ve aybaşında ödeşelim.

RAŞİT Hayhay.

NAZIM Biliyor musunuz, yalnızlığı hiç sevmem. İdare'den izin alsak da, ben de
sizinle bu koğuşta kalsam.

RAŞİT Siz arzu ettikten, sonra memnuniyetle karşılarım.

NAZIM (Sevinçle.) Hayal bile edemezsiniz nasıl nefret ederim yalnızlıktan...

Bir tek satır yazamam, çıldırırım. izin için idareye ricada bulunacağım.
(Nazım izin almak için idareye gider.)

( sahnenin iki tarafında Nazım’la Piraye görünür. Piraye mektup okur,Nazım mektup yazar)

PİRAYE Bir tanem!


Son mektubunda:
'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun.
12
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşıyamam! '
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.

NAZIM (SES) Ölüm


bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!

PİRAYE Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarım kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.

13
NAZIM(SES) Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.

(SAHNE AYDINLANIR)

RAŞİT (Raşit bu sırada şiir yazmakta aynı zamanda okumaktadır.)

Damlalardan doğmuştu, yine öyle eriyor, Kendini bir hayalden bir hayale
veriyor! Geride bıraktığı önünde canlandıkça….

NAZIM İzni kopardım, artık burada beraber kalacağız. Aman birader, kapı kapı
üstüne, kilit kilit üstüne... İdare'ye çıkmak da bir dert burda. Kaç kapı var
üzerimizde Allah aşkına?

RAŞİT (Tereddütsüz.) Altı. Ben de evvelce merak edip saymıştım.

NAZIM (Islık çalar.) Füüüüüüuyt!! Eşyalarımı gidip alayım.(çıkar)

RAŞİT (yazar)Nazım Hikmet'in hapishaneye gelişiyle, şu ıslığa kadarki zaman iki


saatten çok değildi. İnsan onunla öyle kolay, öyle rahat konuşabiliyor ki..
Bu nasıl olmuştu? Bilmem. Bunu kavrayabilmek için herhalde Nazım
Hikmet'in samimiliği içine girmek lazım. Çünkü Nazım, düşmanları
tarafından bile sevilen bir insandır.

(Sahne kararır.) ( müzik/ sahne aydınlanır )

(Nazım, Raşit'in 52.Koğuş'una yerleşmiştir. Raflarda bavullar, eşyalar,resimler vardır.


Nazım'ın pötikare kılıflı yatağı koğuşun sağındaki köşededir. Üzerinde kahverengi ince
battaniyesi bulunur. Çay içtiği bakır kupa. Başucunda Piraye'nin resmi Nazım'ın Japon
masa saati raftadır.. İki yatağın arasında keçi postu serilidir. Raşit'in yatağı toplanmış
beyaz pike örtü ile örtülmüştür. Raşit'in duvarındaki raflarda şiir, düz yazı denemeleri
yapılmış müsvedde kağıtları, defterler.)

NAZIM (Ciddi. Masada oturmakta kağıtlarına bakmaktadır.) Tahsiliniz.

14
RAŞİT Ortaokul sondan tasdiknameli.

NAZIM Adaaam siz de! Devlete memur olmaya niyetiniz yoksa boş verin.

NAZIM Yabancı dil biliyor musunuz?

RAŞİT Pek az Fransızca.

NAZIM İlerletmek ister misiniz?

RAŞİT Elbette.

NAZIM Pekala... Şimdi sizinle biraz genel meseleler üzerinde konuşalım. Mesela, bu
harpten, bu İkinci Dünya Savaşı'ndan ne anlıyorsunuz. Yani, bu Alman
taarruzlarının anlamı nedir?

RAŞİT Almanya'da Nasyonal Sosyalistlerin iktidar mevkiine geçmeleriyle, savaş


hazırlıklarına başlayıp Nazi rejiminin emparyalist siyasetini diğer ülkelere
kabul ettirmek istemesi bütün ülkeleri bu savaşın içine çekti.

NAZIM Çok kitap okuyan bir insan olduğunuz anlaşılıyor! Ya şiirleriniz?

RAŞİT O kadar ilkel şeyler ki.

NAZIM Zarar yok, getirin, görelim. (Raşit kalkar, bavulundan şiirlerini alır gelir.
Nazım, piposuna tütün koyar, ateşler.) Evet, sizi dinliyorum.

RAŞİT Elimde bir kırık ney, omuzumda bir dağarcık,Tepemde güneşleri yutan kara
bulutlar... İçimdeki her düğüm……

NAZIM Yeter kardeşim, yeter... Bir başkası lütfen!

RAŞİT Ömrüm süzgeçte su gibi, Tükeniyor, damla damla...Gece, gündüz baş


başayız, Duvarları loş odamda...

NAZIM Berbat!

RAŞİT İpleri mi kırıldı, koptu yoksa çenemin, İdraki mi eridi, ne oldu düşüncemin?

NAZIM Yeter anlaşıldı. Kardeşim, bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin


tabirimi, ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz?

RAŞİT Ben şimdiye kadar ancak bunları yazabildim.

15
NAZIM Şimdi siz de benimkileri dinler misiniz? Ama, asla hatıra gönüle bakmak yok!
Siz de beni tenkit edeceksiniz, (Kara kaplı küçük defterden okumaya başlar.)
Bunun planını Çankırı Hapishanesi 'nde tasarlamıştım.

Onlar ki toprakta karınca,


                                   suda balık,
                                                havada kuş kadar
                                                             çokturlar;

korkak,
            cesur,
                     câhil,
                             hakîm
                                      ve çocukturlar
ve kahreden
                 yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

Demir,
         kömür
                   ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
                 ve sahra
               ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
               bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
               onlar ağır ellerini toprağa basıp
                                doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair

16
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
                                                                  denildi.

MAHKUMLAR Ateşi ve ihaneti gördük


ve yanan gözlerimizle durduk
                   bu dünyanın üzerinde.

NAZIM İstanbul 918 Teşrinlerinde,


İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :
                                  Mayıs ortalarından
                                            Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
               yani, arpalar biçilip
                                    buğdaya başlanırken
                                              yuvarlandılar...

Ateşi ve ihaneti gördük.


Ve kanlı bankerler pazarında
                            memleketi Alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
                  dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
                                        iki kat soyulmamak için.

Ateşi ve ihaneti gördük.


Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar Ovası,
                     gördü uzun dişli İngiliz'i.
Ve Aksu'yla Köpsu,
Karagöl'le Söğüt Gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
                                       büyük, âşık ölü,
17
şapkası horoz tüylü İtalyan'ı gördü.
Ve Çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız'ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve âyân ve mütehayyizânın çoğu

ve ağalar :
Bağdasar Ağa'dan
               Kellesi Büyük Mehmet Ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
              ve istiklâli yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
                            kara donlu köylülerden.

Ve bizim tarafa geçenler oldu


                           Tunuslu ve Hindli kölelerden.

Biz ki İstanbul şehriyiz,


Seferberliği görmüşüz :
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
                       bir de İttihatçılar,
        bir de uzun konçlu Alman çizmesi
                       914'ten 18'e kadar
                                    yedi bitirdi bizi.

Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker


erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
                              ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
Ve lâkin Tarabya'da, Pötişan'da ve Ada'da Kulüp'te

18
aktı Ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı Miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.

MAHKUMLAR Biz ki İstanbul şehriyiz,


işte, arzederiz halimizi
       Türk halkının yüce katına.

NAZIM Mevsim yazdır,


919'dur.
Ve teşrinlerinde geçen yılın
dört düvele teslim ettiler bizi,
                       gözü kanlı dört düvele
                               anadan doğma çırılçıplak.
Ve kurumuştu
            ve kan içindeydi memelerimiz.

NAZIM/MAHKUMLAR Biz ki İstanbul şehriyiz,


yüce Türk halkı,
malûmun olsun çektiğimiz acılar...

Nasıl buldunuz şiirleri mi?

RAŞİT -Üstadım bu başka, bambaşka. Bunda kutsal kitapları hatırlatan bir dil, bir
ululuk var. Fevkalade, enfes !

NAZIM -Hayır, bana iltimas geçtiniz.Sizde, sanat için iyi kumaş var, kesin.
Demin şiirlerinize karşı fazla haşin davranmıştım. Beni hoş görün,sanat
konularında hiç şakam yoktur.
(Sahne kararır.) (müzik- sahne aydınlanır)
(2.Tablonun aynı. 52.Koğuş. Fırtına sesi. Pencerede yağan kar. Nazım,Koğuşta volta atar.)

NAZIM -Bu hapishanede dehşetli rutubet var! Vücutlarımızı çalıştırmayışımız ne


fena! Mesela sabahları düzenli jimnastik yapsak. Fakat bu tarz şeyleri bizim
halk zıpıdık sayar, alışkın değillerdir. Kendimizi yadırgatmayalım
(Masaya oturur.) Günlerdir çalışıyoruz. Oku bakalım yazdığını.

RAŞİT (Çekinerek.) İsmini "Bir Beyrut Hikayesi" koydum.


19
“Beyrutta, yeni İstanbul lokantasında, Bulaşıkların başındayım.
On sekiz yaşındayım Saçlarım taralı ve parlak
Aklımda litografta çalışan beyaz Eleni var.”

NAZIM (Raşit'ten okuduğu şiiri ister.) Yazdığını verir misin! (Raşit şiirin yazılı
olduğu kağıdı verir. Nazım içinden okur, zaman zaman durur, düzeltme
yapar. Bu bir süre devam eder.) Haydi şimdi şiirin devamını oku!

RAŞİT (Okur.) “Eleni, beni görseydi bulaşık yıkarken... Düşünüyorum;


"Kaçsam mı?" diye.
Mesela Eleni'ye, "Kaçalım Kız" desem Ve kolundan tutup Sürüklesem!
Binsek Beyrut Limanı'ndan Üç bacalı bir vapura...
Ama, Akşam,
Babam çarpan kalbini, Yuvarlak elleriyle bastırıp:
"Allah Allah! Nerede kaldı bu oğlan?" diyecek,
Yahudi bakkalın önünde Beni bekleyecek
Ve dehşetle gelecek aklına annemin:
"Külliyedeki 150'1ik aktarın oğlu Hasan da böyle
Bir sabah gitmiş, bir daha dönmemişti evine!" Günler geçecek,
Her akşam iki ekmek
Ve muhabbet dolu gözleriyle Görünmeyecek oğullan,
Sevda çekmek de ne zor şey,
Evdeki pazar, çarşıya, uymuyor! Eleni güzel,
Yollar kaymak gibi, vapur kocaman ... Ama
Ekmek bekliyorlar akşama!”
(Şiir okumayı bitirir. Gözleri parlar.) Üstadım, benim pürüzlerle dolu takır
tukur şiirimden, elinizin değmesiyle sizinkileri hatırlatan şiir meydana çıktı.
(Nazım gülümser. Sahne kararır.)

(Sahne aydınlanır. 52.Koğuş'ta Necati ve İzzet masada oturmakta, Nazım ayaktadır.Şiirlerini


sessizce okumaktadırlar. Her ikisi şiirlerini okudukça yüzlerindeki mimikleri, el kol
hareketleri yoğunlaşır.Raşit kendi yatağında kitap okumakta.)

NAZIM Aferin İzzet! Bu mısra fevkalade...(İzzet gururla, Raşit'e bakar.) Sana da


aferin Necati. Tekrar gelin devam edeceğiz ( Necati ve İzzet çıkar)

20
RAŞİT Üstadım, siz bu Necati'ye fenalık yapıyorsunuz. İlkokulu bile bitirmemiş.
Kendisini sahiden şair sanıyor. Halbuki...
NAZIM (Piposundan aldığı dumanı savurur. Sözünü keser.) Sansın.
RAŞİT Ama hiç kimseye metelik vermiyor, beni diyor, Nazım Hikmet takdir ettikten
sonra...
NAZIM Desin.
RAŞİT Desin mi? Siz bir insana fenalık yapabilir misiniz?
NAZIM Ben ona fenalık yapmıyorum ki...
RAŞİT Kendisine kıymet verildiğine inanırsa, kültürünü artırmak için çalışmaz ki.
(Raşit karamsar ve kızgın,kitaplarını, defterlerini yatağı üzerinden kaldırır.
Bavuluna koyar. Koğuş penceresine oturur. Somurtmaktadır. Düşüncelidir.
Dağlara bakar.)
NAZIM (Gülümser.) Aynı kökten geliyoruz, sizi avucumun içi kadar tanıyorum.

(Sahne kararır.)
(2.Tablo devamı. 52.Koğuş.) -(Nazım, Raşit'in yatağı üzerinde birtakım kağıtlar bulur. Okur.)

NAZIM Revir meydancısı Yusuf, Trakya'nın kıraç bir köyündendi. Bir gece, koyun
çalmaya gelen bir hırsızı öldürüp gömmekten on sekiz yıla hüküm giymişti.
Hapishaneye düştükten sonra sık sık memleketini hatırlar, iri çoban
köpeklerinin gürler gibi havlayarak dolaştığı koyun sürülerini, tarlalara
yiyecek götüren kadınlar, mavi göklerde kıpkırmızı akan bulutlan görür gibi
olur, garip garip içini çekerdi.(Ayağında takunyalar hızla koğuştan çıkar.
Hapishane avlusuna koşarak gelir. Raşit avludadır.Heyacanlı elindeki
kağıtları gösterir) Siz mi yazdınız bunu ?

RAŞİT (Çekinerek.) Eeevet.

NAZIM Birader, neden bahsetmediniz bundan. Siz düzyazı yazın düzyazı! Mesela
bir küçük hikaye deneyin.

RAŞİT Ustadım edebiyatın kurallarıyla şimdiye kadar hiç uğraşmadım ki! Yapabilir
miyim bilmiyorum?

NAZIM Daha iyi ya, kimsenin tesirine kapılmadan kendinize has şekli bulursunuz!
21
(Avludan, koğuşa dönerler. Nazım raftan Mayakosvki'nin kırmızı ciltli kitabını alır.)

RAŞİT Yeni Mecmua' da bir yazı okumuştum. Serbest nazım şeklinin Nazım'a has
olmayıp Mayakovski'den kapma olduğunu dile getirmişti.

NAZIM Moskova'da bulunduğum, henüz Rusça bilmediğim günlerden bir gün elime
Rusça bir gazete geçti. Orada ilk defa kırık dökük mısralar gördüm. Bunun
bir şiir olması ihtimalini göz önünde tutarak, bir arkadaşıma tercüme ettirdim.
Yazı gerçekten bir şiirmiş, hem de Mayakovski 'nin bir şiiri. Onunla
tanışmam böyle oldu. Mayakovski'nin kırık dökük mısraları gerçekte
benimkine benzer ama, o bir nevi aruzla, Rus müstezadıyla yazar.

RAŞİT Sizin şiirinizde var olan nedir?

NAZIM Benimki sadece ahenktir. Milli mücadele sırasında arkadaşlarla Ankara'ya


gittik. O sıradaki Anadolu'nun dehşetli sefaleti içime dokundu. Bir şeyler
yazmak istedim. Söyleyecek söz çok, çeşitli, gelgelelim eldeki hece ve
aruzun imkanları pek dar. Bu kalıpları parçalayıp daha hür, daha geniş, daha
güçlü vasıtalar aradım.Şiirime has havayı buldum

NAZIM 919 Temmuzunun 23'üncü günü


          pek mütevazı bir mektep salonunda
                            in'ikad etti Erzurum Kongresi.

MAHKUMLAR Erzurum'un kışı zorludur balam,


tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
                kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.
Halim selimdir Erzurum'un adamı
                         ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...

NAZIM Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre :


orda, mazlum milletlerden bahsedildi
                             bütün mazlum milletlerden
ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.
Buna rağmen,
«Âsi gelmiyelim» diyenler vardı,
22
                 «makamı hilâfet ve saltanata.»
Hattâ casuslar vardı içerde.

MAHKUMLAR Buna rağmen,


«Bütün aksâmı vatan birküldür» denildi.
«Kabul olunmaz,» denildi,
                         «Manda ve Himaye...»

NAZIM Buna rağmen,


İstanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
Türk halkından kesmişlerdi umudu.
Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a :
«Amerikan mandası altına girelim,» diye.
«İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
birkaç vilâyet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
Memâliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil
                    Amerikan mandaterliğini talep etmeği
                                 memleketimiz için en nâfi
                               bir şekli hal kabul ediyoruz.»
Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.

MAHKUMLAR Erzurum'un kışı zorludur balam,


buz tutar yiğitlerin bıyığı.
Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
                  kabullenmez yılgınlığı...

NAZIM 4 Eylül 919'da toplandı Sıvas Kongresi,


ve 8 Eylülde
       Kongrede bu sefer
                    yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
Ak koyunla kara koyunun
                                  geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
Ve İstanbul'dan gelen bazı zevat,
                        sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
                        ve ihanetleriyle birlikte
                        bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.
Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok

23
                        işbu Mister Bravn'a güveniyorlardı.
Bu zevata

MAHKUMLAR «İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler

NAZIM denildi.
Fakat ayak diredi efendiler :
        «Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,»
                                                                         dediler,
        «Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,»
                                                                     dediler,
        «Hem zaten,»
                      dediler,
        «birbirine mani şeyler değildir
                                      istiklâl ile manda.
Ve esasen,»
                          dediler        
                          «müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
          Memleket harap,
                          toprak çorak,
                                   borcumuz 500 milyon,
                                              vâridat ise 15 milyon ancak.
          Ve Allah muhafaza buyursun
                           İzmir kalsa Yunanistan'da
                                    ve harbetsek,
                                               düşmanımız vapurla asker getirir.
          Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
          Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
                                                         dediler.
        «Onlar dretnot yapıyor,
          biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
          Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız :
          Mandamız korkunç değildir,
                                       diyorlar,
          Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
                                                        diyorlar.»
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
            «Hey gidi deli gönlüm,»
                                         dedi,
24
            «Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
              ya İSTİKLAL, ya ölüm!»
                                               dedi.

MAHKUMLAR Ya İSTİKLAL, Ya ölüm !

İşte böyle... (Bir süre geçer.)

RAŞİT -Sizin şiir çok büyük mü olacak?

NAZIM -İki bin sayfa. Haydi bini yalan de, bin. iki seneden fazla çalışmak lazım..

RAŞİT -(Raftan bir dergi alır. Yüksek sesle okur.) İçlerinde "Taranta Babu" ve sırf
ideoloji propagandası olan parçalar çıkarılırsa "Benerci Kendini Niçin Öldürdü"
derecesindeki eserleriyle gençler arasında, hatta bu devirde dahi sıfatını
alabilecekler vardır. (Raşit okuduğu sayfayı üste gelecek şekilde dergiyi
katlar. Nazım'a şaka yollu uzatır.) Dahiliği ilan edilen koğuş arkadaşım
üstadımı saygılarımla selamlarım.

NAZIM -(Hayretle gözlerini açarak.) N'olmuş, n'olmuş?

RAŞİT -Buyurun dergiyi okuyun, Halide Edip Hanım sizin dahi olduğunuzu yazıyor.
Demek sonunda değerinizi burjuva da kabul etti.

NAZIM -(Dergiyi alır. Koğuşta yürürken okur.) Hey şaşkın bayan, yediğin naneye bak!
Hem beni dahi mertebesine çıkarıyorsun, hem de ideoloji filan diyorsun. Bir
kere ben dahi, mahi değilim. Tevazu bir yana iyi bir sanatkarım.

RAŞİT -Buna şüphe yok!

NAZIM -Bu noktaya gelişim de lafla olmadı, bunu her şeyden önce ideolojime
borçluyum. Raşit, görüyorsun ya, bu anlı şanlı romancı bile hala sanatla
ideoloji arasındaki bağı kavrayamamış. Eğer sizin iyi sanatkarlarınız yoksa
ideolojinizin bugün artık iyi sanatkara ilham veremeyecek kadar özelliğini
yitirmesindendir. Hala ideolojiyle,inançsız, kafasız kalmanın ürünleri
arasındaki farkın nereden doğduğunu anlayamamış. Vah zavallı Halide
Edip bayancık vah!

25
RAŞİT -Üstadım, siz dışardayken, mesela bir kahveye giriverirmişsiniz,
sokulurmuşsunuz en fakir birisine, cebinizden para çıkarır, adama
dermişsiniz ki: 'Sen de çıkar bakayım paranı?' Adam çıkarırmış üç otuz
parasını, sonra birleştirirmişsiniz iki parayı, yarı yarıya paylaşırmışsınız.
Böyle bir şey oldu mu?

NAZIM -Asla, asla... hayatımda böyle zıpırca tek bir hareketim olmadı!

(Sahne kararır.)

3. TABLO

(52.Koğuş. Gece. Nazım uyumakta. Raşit çalışmaktadır. Dışarda lodos. Uğultu halinde
rüzgar eser.Japon saati ikiyi gösterir.Nazım yorganı atar, yataktan fırlar. Gözler uykulu.)

NAZIM Kaleminizi verir misiniz? (Başucundaki duvara bir şeyler yazar. Kalemi iade
eder. Yatar ve yorganı tepesine çeker.)

RAŞİT (Usulcacık kalkar, yazdığını sesli okur.) “En yalnız dalganın üstünde

Boş bir konserve kutusu.”

İlahi üstadım! Çok hoş bir insansın. “(Sahne kararır.)

(Sahne aydınlanır. Sabah. Hapishane avlusunda hızlı adımlarla dolaşan Nazım'ın


takunyalarının sesi, düşünceli. Volta atanlara çarpar. Eliyle "pardon" diyen bir hareket
yapar. Koğuşlara gider. Bir hareket bir telaş halindedir. Avluda Raşit'i görür.)

NAZIM -Lütfen kaleminizi...( Raşit kalemini uzatana kadar, tekrar gider. Döner.
Kalemi unutmuştur.) En sinirlendiğim şey, böyle kendimi kaybederek
dolaşırken etraftan seyredilmek. Deli diyeceklerinden korkuyorum. Onun için
kendimi tamamıyla kapıp koyuveremiyorum. Bir gün akrabamın evinde
misafirim. Şiir yazacağım tuttu. Başladım odanın içinde köşeleme gidip
gelmeye, perde perde heyecanlanarak söylenmeye.Bu davranışımı gören
hizmetçi kız, "Aman hanımım, koş! Küçük bey oynattılar galiba" demiş.

RAŞİT -(Güler.) İlahi üstadım. Oynatanların hepsi sizin gibi olsa keşke.

(Konuşa konuşa kendi koğuşlarına gelirler. Nazım ve Raşit günlük çalışmalarını yaparlar.)

26
NAZIM Sanat işleri fevkalade ciddiye alınmalıdır. Sanatçı büyük bir sorumluluk
altındadır. Sanatçı, emekçi kitlelere karşı daima sorumlu Vaziyettedir.
“Aldanma ki şair sözü elbette yalandır” lafı yanlıştır.Şair ruhların mühendisidir.

”İnan ki şair sözü elbette doğrudur” sözü gerçektir. (Masada çalışır.)

RAŞİT -(Nazım'ı dinlerken, yatak üzerinde defterine Nazım'la ilgili notlar almaktadır.
notları alırken yüksek sesle okur.) İnsanlar vardır, kuramcıdırlar, fakat
pratikte kuramlarıyla taban tabana zıttırlar. Nazım Hikmet, teoride ve pratikte
aynı olmaya çalışırdı. Çalışkan insana saygısı sonsuzdu. Mahkumların
atölyelerine sık sık iner, Tahta rendeler, bez dokurdu. Bu hareketlerini
herhangi bir amaca yoranlar bulunabilir, fakat bence bu onun, üretimde rol
alana karşı duyduğu saygıdan başka hiçbir şeye yorumlanmamalıdır. Nazım
Hikmet inanmış insandı. Herhangi bir davaya inanmış kimselere saygısı
vardı. Mehmet Akife saygısı bundandı. Onun fikirlerinin doğruluğundan değil,
davasına inanmış karakter sahibi bir insan olduğundan dolayı takdir ederdi..
(Yazdığı şiiri uzatır.) Yazdığım bu şiiri, sizin üstünüze yıktım üstat!

NAZIM -(Alır yüksek sesle okur. Gülmemek için kendini sıkmaktadır.)


“Kırk yaşında çember çevirebilmek, Sabun balonları üfleyebilmek havaya.
Kilerden reçel çalmak,
Gizli deliklerden gözetlemek komşu kızını!
Pırıl pırıl bir gümüş tatlı kaşığında Kırmızı gül reçelidir, çocukluk.
Sevebilmek dünyayı ve insanları, Sevebilmek her şeye rağmen
Sevebilmek, sevebilmek...
-Şiir olarak güzel, ama ben bu kadar anormal miyim?

RAŞİT -Sizin havanızı vermek istedim.

NAZIM -Ama, düşünün kırk yaşında, kazık gibi bir herifin kısa pantolonla, çember
peşinde caddelerden geçişini!Yahut taşlığa oturmuş bir herif düşünün, zıpır
bir şey, bacakları arasında bir hamamtası, elinde de koca bir sabun kalıbı,
efendim? Havaya balonlar üflüyor..

RAŞİT -Üstadım, dilimizdeki gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?

27
NAZIM -Dilimizin sadeleşmesini sempatiyle karşılıyorum.Fakat aşırılıklara

düşmemeye dikkat etmek lazım. Dilde ölçü halk olmalıdır. Halkın yadırgadığı,
her günkü konuşma dilinde kullanmadığı kelimeleri almamaya bilhassa dikkat
etmelidir.

RAŞİT -Yeni şiir akımlarıyla da yakından ilgilisiniz!

NAZIM -Evet! Genç şairleri ilgiyle izliyorum. Ancak, yapmak istedikleri şey yeni
değil. Vezni, kafiyeyi, ahengi, resmi hatta manayı atarak şiir yazılabilir.
Daha da ileri gidip yazıyı da atarak sadece şiir düşünülebilir. Fakat, ne
lüzum var bu kadar tasfiyeye?

RAŞİT -Peki ne yapmak lazım?

NAZIM -Asırlardan beri gelişe gelişe bugüne varan şiirin kazandığı imkanlardan
niçin faydalanmamalı? Bu sadece şekli zorlamakla yeni şeyler

yapılabileceğini zannetmektir. Mesele şekilden çok içerikte, içeriğin


yeniliğindedir.

RAŞİT -Onların içerikle ilgili kaygıları yok herhalde.

NAZIM -Yeniciler ümidi kırılmış, idealini kaybetmiş, dejenere olmuş veya olmaya
doğru giden bir sınıfın bezginliğini, dünyadan kaçmak özleyişini -ki gerçekler
karşısında yenilmekten gelir- bilhassa ölümü bol bol ifade ediyorlar. Bir acayip
egzotizme kaptırmışlar kendilerini, insanlığın büyük davalarıyla ilgilenmiyorlar,
yahut cesaretleri yeterli gelmiyor!

RAŞİT -Peki olumlu yaptıkları bir şey yok mu?

NAZIM -Var elbette! Tek olumlu tarafları dilleri. Dili iyi tasarruf -bu da kısıtlı olmakla
beraber- ediyorlar. Onların şiirleri, kocaman bir eserden dökülmüş parçalardır.
(Susar, kitap okumaya devam eder. Dışardan bir kurbağa vırak vırak diye
bağırmaya başlar. Okumayı bırakır, bu sesi dinler.) Şu münasebetsiz
kurbağanın bağırtısını duyuyor musun?

RAŞİT -Evet! Sanki gırtlaklanıyor gibi.


28
NAZIM -Cenabetin bet sesi olmasına rağmen kendini kuş zannediyor pezevenk.
Yahu, böyle kendi sesi hakkında hüsnü niyet sahibi hayvan olmaz. (kurbağa
daha yüksek perdeden bağırır.) Bak, duymuş gibi kerata...

(52.Koğuş'a İbrahim ve Çorbacı gelirler. Nazım resim sehpasını kurar.Sehpanın bir ayağı
kırıktır. İple bir tahtayı ayağa tutturmuştur. Resim tuvalini koyar. Boya çantasını çıkarır,
tüpleri battaniyeye yayar.Fırçaları hazırlar. Battaniye boya içindedir.İbrahim'i karşısına
kül renkli tabureye oturtur. Yüzünü inceler. Gözlerini yumar.Raşit yatağında.Çorbacı masada
Nazım'ı izlemektedir. Nazım'ın piposu ağzındadır.Pipo yanık değildir.Bir elinde fırça zaman
zaman tuvale fırça vurur. İbrahim bir taraftan savaş yıllarını anlatır.)

RAŞİT -Eee Çorbacı! İzzet'le Necati cezalarını tamamlayıp çıktılar. Darısı başımıza.

ÇORBACI -Evet! Darısı hepimizin başına.

RAŞİT -(Çorbacı'ya.) Üstat, Yayalar Köylü İbrahim'in yüzünü incelemeye başladı.

ÇORBACI -(Göz kırpar.) İbrahim'de anılara başlar artık. Hele kulak ver dinle!

İBRAHİM -(O günleri yaşar gibi.) Selimiye Kışlası mahşer gibi asker dolu.
Kimi cepheden gelmiş, kimi cepheye gidiyor. Velhasıl sevkiyat merkezi
olmuştu kışla.Yemek vermezlerdi. Bütün ekmekleri yürütmüş katip denen
sıçanlar. İstanbul bile aç. Kışlanın önünde bitler kaynıyor. İnanır mısın,
ayaklar altında çatır çatır ezilmekteler. Açlık itten beter eder insanı elbet.
Gidenler aç susuz, dönenler sakat, ölüm Allahın emri. Memetler insan değil,
balıkmış. Ölse Memet yenisi gelir yerine.Günde yüz Memet’in ölüsü çıkar
kışladan.Ben de bir Memet öldürdüm galiba. Baktım taş merdivende
oturuyor. Elinde ekmek vardı Memet'in. Koparıp koparıp çiğniyordu. Ben de
kurt gibi açtım.
ÇORBACI -Açtın da sen ne yaptın peki İbrahim?

İBRAHİM -Gel dedim, değiş tokuş edelim. Sen dedim, kes ver bir dilim, ben de bir kulaç
kesip kuşağımdan vereyim.Yok, dedi, kuşağının tekmilini ver. Kızdım. Bir
tekme attım. Tekerleniverdi sırtüstü zaten fazla kuvvet istemezdi, öylesine
zayıftı ki, neredeyse şeffaftı. Kafası taş basamaklara vurdu. Ekmeği aldım
elinden. Baktım soluğu kesilmiş. Velakin merdivenin taşından bir kan akar
uzanır.İşte böyle üstadım, açlık çıkınca yoluna, itten beter eder insanı elbet.

29
NAZIM Ne korkunçtu hasreti
yaylı bir karyolada ölmenin.
Bunu Sakaryalı Şakir bilir.
Kartallı  Kazım
başını dayadı tahtasına bölmenin.
Kısıldı sarı kurt gözleri.
Vagonla birlikte sarsılarak
başı sallanıyor iki yana.
Gözetliyor Şakir’i,

“Memetçik” diye düşünüyor,


“Memetçik, memet.”

Ve teker teker
kesilmeden tekrarlıyor tukurdayan tekerlekler
(gitgide daha çabuk, gitgide daha sert):

MAHKUMLAR “Memetçik, Memet,


Memetçik, Memet.”

NAZIM Ve seferberlik yılları, Memedin yüzü,


simsiyah çalılara lime lime takılarak
karanlıktan zorla çekilip çıkarılarak
bir uzun SEVKİYATTA gözüküyor Kazım’a.
Günün rahatlık duygusu neden bu kadar kolay?
Geçmiş felaketi hatırlamak neden bu kadar güç?
Pozantı’da gardıfrendi Kartallı Kazım
sene üç yüz otuz üç…

Gece gündüz cephelere sevkiyat gider.


Nerede başlayıp nerede biter?
Ocağında Çam ağacı yakan tirenler
Hat boyları yanmış odun kokusu.
askeride hat boyunun tapısı.

MAHKUMLAR Memetçik,  memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Dört cephe içinde koptu kıyamet.


Vagonların kırk kişilikse de yapısı
seksen Memet, yüz Memet yüklü hepisi.
Kilitlenmiş vagonların kapısı.
Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.

MAHKUMLAR Memetçik, Memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Kilitli vagonlarda yoktur merhamet…

30
O devir Pozantı son istasyondu.
Gardıfen Kartallı Kazım soyundu.
Çömeldi güne karşı, bitlenedursun.
Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.
Gidenler aç susuz, dönenler sakat.
Ölüm Allahın emri, açlık olmasa fakat.
Aç insan kurt olup saldıramazsa
açlık itten beter eder insanı elbet.

MAHKUMLAR Memetçik, Memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Bölük emininde yoktur merhamet…

Pozantıda bir dere içi, güneş yakıyor.


Gardıfen Kartallı Kazım bakıyor:
bir deri bir kemik Memet
düşmüş bıyıklar.
Memedin ayağında yarım çarıklar.
Memet yüzükoyun yatmış sayıklar.
Memet beygir fışkısından arpa ayıklar.
Arpayı götürüp derede yıkar.
Güneşte kurutup yiyecek Memet.
Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.
Ölüm Allahın emri, açlık olmasa fakat.

MAHKUMLAR Memetçik, memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Arpayı en fazla bir avuç verir


beygir fışkısında yoktur merhamet.
Makasın solunda kör demiryolu.
Kör demiryoluna çekilmiş vagon.
Vagonda oturmuş altı Alaman
Yüzleri kırmızı, kıçları şişman.
Makarna yiyorlar masa başında.
Belki de o kadar şişman değilller
ve lakin Kartallı öyle görüyor.

MAHKUMLAR Memetçik Memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Alaman olmakta var mı keramet?


Alaman’ın vagonuna köpeği bağlı.
Tüyü boz, kulağı kesik, sağrısı yağlı.
Doydu, makarnayı köpeğine verdi Alaman.
Makarna yer Alaman’ın köpeği bile.

31
Belki de makarna yemez her zaman.
Ve lakin Kartallı öyle görüyor.

MAHKUMLAR Memetçik Memet,


Memetçik Memet.

NAZIM Kör demiryolunda Memet yürüyor.


Yürüyor Memetçik köpeğe doğru.
Dört el üzerinde emekleyerek,
kah girip, kah duraklayarak,
başını, taşlayacakmış gibi saklayarak.

MAHKUMLAR Memetçik, memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Kaptı itin önünden makarnayı, kaçıyor:


Kaçıyor Memet arkasına bakmadan.
Aç insan kurt olup saldıramazsa
açlık itten beter eder insanı elbet.
Alkışlıyor Memedi Alaman.
Alaman’ın hoşuna gitti marifet.

MAHKUMLAR Memetçik, Memet,


Memetçik, Memet.

NAZIM Keklik dağdan dağa seker,


keklik yara yiyince
olduğu yere çöker.
Yıldı keklik
takati olsa da gayrı uçamaz…

Sevkiyat merkeziydi Selimiye Kışlası


tedbil havadan dönen Memetle dolu, yıkılası.
Etinde kapandı yara, bitti tebdil havası
ve lakin yıldı Memet
yüreğinde açılmıştır yarası.
Seferberliğin sonu artık
üç yüz otuz dört senesi.
Hey gidi yıkılası
Selimiye Kışlası…
Kışlanın avlusunda
kaynıyor toprağın yüzü tekmil
bit ile.
Dolaşırken çatır çatır eziyorsun,
Memedin emilmiş kanında geziyorsun.
Bu kan biti doyurmuş
Bu kan siyah ve de öldürür.
Selimiye Kışlası’nda Memedin eti
32
deriyle kılla değil
bit ile örtülüdür.
Avluda künyeler okunurdu
cephelere sevk için
Memet kaşınarak önüne bakar
cevap veremez lakin:
Çünkü Memet kaybetmiş umudu
Ve de tutmuş inadı.
Etini açlığa, bite yedirip
günde yüz Memedin ölüsü çıkar,
başçavuş künye oku sabaha kadar,
bağır avaz avaz,
Memedin bu kapıdan dirisi çıkmaz.
Ama devlet Memetten kuvvetlidir.
Bir sabah vakti
Avluda Memet yine kum gibiydi.
Belki on bin,
belki daha çok.
Bir canlı derya ki tekmil Memet.
Kaşınan ve de susan.
İnsan üstüne insan.
Bir taze başçavuş çıkmış masaya
(uzun boylu
kara bıyıklı
ve de tertemiz kabalağı var),
künye okuyor cevap almadan.
Bir saat iki saat.
Memet inatçıysa da çavuş da inat.
İki saat, üç saat.
Cevap veren yok.
Çavuş dayanamadı
sövdü masanın üzerinden ana avrat.
Memedi, umutlu ise,
bir tek de olsa
dağda sövmek tehlikelidir.
on bin umutsuz Memedi kışlada sövmek daha tehlikeli.
Uzandı masanın ayağına Memedin eli,
çavuş gökyüzünden kapaklandı yere.
Memet eğildi, kalktı
ve çavuşun bedeninden
ne et, ne kemik, ne de temiz kalabalığı bıraktı.
Muhafız taburuna verildi haber.
Muhafız Memetler geldiler.
Onlar süngülü, bitsiz ve semizdi.
Sanki kurt girdi sürüye.
Bir uğultu, bir kıyamet
Memet kaçar, kovalar memet.
Koparılıp alındı bir iki bin koyun.
33
Doğru Haydarpaşa, kilitli vagon.
Vagonların 40 kişilikse de yapısı
80 Memet, 100 Memet yüklü hepsi.

MAHKUMLAR Kilitlenmiş vagonların kapısı.


Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.
Memetçik, Memet,
Memetçik Memet.

NAZIM Ben bir Memet öldürdüm galiba,

bir ikindi zamanı,


Selimiye Kışlasında,
taş merdivende
Elinde ekmek vardı Memedin
Memet nerden bulmuş ekmeği?
Kim bilir…
Memet sarı bıyıklıydı,
siyahtı ekmek.
Ben kırmızı kuşağımı çözerek
(dört kulaç
Işıl ışıl
yünle karışık ipek)
“-Sen dedim, “kes ver bir dilim,
ben bir kulaç kesip vereyim”
“-Cık” dedi.
“-İki kulaç?”
“-Cık” dedi.
“-Üç Kulaç?”
Memet ipek kuşağımın tekmilini istedi.
Bıyıklar sarı.
Ben ekmeğe bakıyorum.
Onun gözünde kuşağımın ışıltıları.
Bir tekme attım kasıklarına
Tekerleniverdi sırt üstü memet.
Ve çam tahtasından yonga çıkar gibi
bir kemik parçası fırladı kafasından.
Ekmek benim elimde
ve lakin merdivenin taşından kan
canlı ve de kırmızı
akar uzanır
benim ipek kuşağa benzer.
Memetçik, Memet,
Memetçik, Memet.
Açlık çıkınca yoluna
Memetten Memede yok mu merhamet?…

34
ÇORBACI -Üstadım, Yayalar Köylü İbrahim az konuşur, ama konuştuğu zaman, ferman
altına mühür basar gibi konuşur.Birinci harpte Çanakkale'de Ingilizlere karşı
savaşmış. Onun için şakaları bile zalimdir. Kıs kıs gülüşüyle insana en acı
tenkitlerin iğnesini batırır.
NAZIM -(Resmin en önemli yerinde piposunu bir tarafa fırlatır. Islık çalar.)
Eheheeeyyyt! Yakaladık beyim, yakaladık! (Piposunu arar. Bulamaz.)Gelin
bakın beyim, gelin bakın! Analar ne aslanlar doğururmuş. (Çorbacı ve Raşit
resme bakmak için hareketlenirler.)
RAŞİT -Siz aslan mısınız?
NAZIM -Elbette. Değil miyim, canım, niçin bana aslanlığı çok görüyorsunuz.
RAŞİT -Yok canım, çok filan gördüğüm yok. (Çorbacı ile birlikte resme bakarlar.)
NAZIM -(Resmi gösterir) Şuradan bakın! Şöyle, şu istikametten. Nasıl? Canım,
canım siz beni hiç övmüyorsunuz. Ben iyi ressam değil miyim?
ÇORBACI -(Güler.) Anlaşıldı üstat mana yakalamış olacak. Hele bir bakayım,
İbrahim'in şu kurt gözlerinin ne biçim manası varmış? Ressam iyi,
ona laf yok da...
İBRAHİM -(Sözünü keser.) Çorbacı çay ısmarlayacaksın. Uyuz çakaldan bir kıl
koparsam kar, işte sana mana.
(Nazım arkasına bakmadan, eliyle battaniye üzerindeki piposunu arar.)

ÇORBACI -Şu kurdun suratı nedense mahzun olmuş, üstat.


İBRAHİM -Dur hele! Şurdan kalkıp mahzunu sana göstereyim. (Çorbacı'yı kovalar.)

(Sahne kararır.)
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

35
İKİNCİ BÖLÜM

4.TABLO

(52.Koğuş'ta, Raşit'in başucundaki duvarda Nazım'ın yaptığı karakalem portresi asılı.Nazım


karısına mektup yazmaktadır.Sahnenin diğer tarafında Piraye görünür Nazım’ın mektubunu okur.)
PİRAYE Karıcığım, Yine büyük bir merak ve telaşla beklediğim mektubunu aldım.
Suzan'ın sıhhatini çok merak ediyordum. Korkacak bir şey olmamasına
dehşetli sevindim. Ama senin nezle oluşun yine canımı sıktı. Annem
Ankara'dan Sare Teyze'nin yanına gitmiş.Küçük bir şiir yazdım. Seninle
konuşma tarzında. Fikirlerini bildir:
NAZIM Yirminci Asra Dair
Uyumak şimdi, uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim... Hayır, kendi asrım
beni korkutmuyor ben kaçak değilim.
Asrım sefil, asrım yüz kızartıcı, Asrım cesur, büyük ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım Ve bununla övünüyorum. Bana yeter
Yirminci asırda olduğum safta olmak Bizim tarafta olmak
Ve dövüşmek yeni bir alem için... Yüzyıl sonra, sevgilim...
Hayır, her şeye rağmen daha evvel, Ve ölen ve doğan
Ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır (benim şafak
çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem) Senin gözlerin gibi, Hatçem,
' Güneşli olacaktır...
PİRAYE Sen bu şiirde bana sevgilim diye hitap ediyorsun. Ben de sana Hatçem
diyorum. Ve bunun böyle olması çok hoşuma gidiyor.
Dün akşam hapishanede kavga oldu. İbrahim isminde bir ağayı
Bıçakla öldürdüler.Kabahat açlıkta.Açlar olmazsa ağalar ve ağalık olmaz.
NAZIM ( Raşit’e) Benim hakkımda yazdıklarınızdan en hoşuma gideni hangisidir,
biliyor musunuz?
RAŞİT Hangisi ?

NAZIM Daktilodaki ustalığım. Bu o kadar takdir edilsin istiyorum ki..

36
RAŞİT Gel de gülme. Bu adam bambaşka adam vesselam.
Hava bulanık. Yağmur çiseliyor. Hava serin. İşe gidemedik.

NAZIM Biliyor musun kardeşim yağan bu yağmur altındır, altın. (pörsümüş


çiçekleri temizler. Sularını değiştirrir. Ve çiçeklerin içinden dirilerini
teker teker kavanoza koyarken şarkı söyler).

RAŞİT Çiçeklere şarkı mı söylüyorsunuz?

NAZIM Evet, benim çiçeklerim şarkıya alışıktır. Onlar şarkıyla büyüdüler.

EMİN BEY ( Koğuşa gelir) Üstadım, Tolstoy'un tercümesi için okumaya geldim.
Ben okurum sizde yazarsınız.(Sessiz okur. Nazım hızlı daktilo yazar.)

RAŞİT (Nazım'a bakar.) Üstadım, Fransızca Limacon nedir?

NAZIM Vallahi bilmem üstat. Ben malum ya, balıklardan balinayla hamsiyi
birbirinden çok iyi ayırt ederim. (Emin Bey ve Raşit güler.) Ağaçlardan
çınarla dişbudağı ve serviyi karıştırırım. Kavak, söğüt, bir de çamı çok
iyi bilirim. Haa... Bir de atkestanesini tanırım, o da kestaneyi verdikten
sonra. Unutmayalım çiçeklerden gül, papatyayı bilirim.

EMİN BEY Fesleğeni?

NAZIM Fesleğen mi? Böyle münasebetsiz bir şeyi ilk defa duyuyorum.

ERTUĞRUL (Koğuşa girer.)Yahu üstat be, bir fikrim var ama, bilmem ne dersin?

NAZIM Nedir?

ERTUĞRUL Yakında dokumacılardan biri çıkıyor. Birkaç dokuma tezgahını satın


alıp dokuma işine girelim mi?

NAZIM Neden olmasın? Ben Müdür Bey'le konuşmaya gidiyorum.

(Sahne kararır)

(Sahne aydınlanır. Hapishane avlusunda Nazım, Raşit, Emin Bey, Ertuğrul konuşmaktadır.)

ERTUĞRUL -Dokuma tezgahı çalışmaya başladı üstat sayende.

37
NAZIM (Keyifli, heyecanlı. Piposundan dumanlar tütmekte.) Hiç sorma,
dokuma işi artık bizden sorulur. Haydi çocuklar, davranın! Şimdi artık
siparişler sonbaharda zeytinliklerden zeytin dökülür gibi üstümüze
yağacak. Tüccarları şöyle bir silkeleyelim. Kan şöyle paylaşacağız.
Bir pay Raşit'e, bir pay Kemal Tahir'e, bir pay Ertuğrul'a, iki pay
Piraye'ye, bir pay da bana.

EMİN BEY Ustat, işi büyüttün ha! Nasıl? Ya... Para böyledir işte.

ERTUĞRUL Gördün mü ya, insan işte böyle kapitalist oluyor. Yaman patron
kesildin, üstat!

NAZIM Tabii canım tabii, ben patron oldum artık, bozuldu tabiatım benim.

RAŞİT Yaa, fikirleriniz artık yabana atıldı. Artık hayır kalmadı sizden.

NAZIM (Gülerek.)Evet, maalesef öyle oldu. Kalmadı hayır bende. Beş para
etmem ben artık.

(Nazım koğuş'a doğru gider. Raşit, Emin Bey, Ertuğrul konuşurlar.)

RAŞİT Geçenlerde iki adem baba bana ne anlattı biliyor musunuz?

EMİN BEY Ne anlattı?

ERTUĞRUL Anlatsana!

RAŞİT Biri dedi ki, aman Nazım Baba sakınsın! Hacı Ağa onu vurmamı söyledi.
Güya nasılsa daha on sene yatacakmışım, parasız kalsam bir seneye bile
dayanamazmış insan. Patronu vurursan, dedi, iyi para alırsın benden. Fazla
ceza da görmezsin. Zaten hükümetin düşmanıdır o. Ben kabul edecek
oldum, sonra boş verdim bu işi. Öyle mangizleri çok gördük biz. Keriz, beni
haybeci mi zannetti? Vicdanım Baba Nazım'a el kaldıracak gibisinden değil.
Böyle söyledim adama Raşit Ağabey.

EMİN BEY Aferin adembaba' ya yürekli insanmış.

RAŞİT Arkadaşlar söylenenlerin ne vahim olduğunu görüyorsunuz.bizim bu

durumlar için üstadı kollamamız gerekiyor.Dikkatli olalım.

38
(Diğerleri baş sallar. Nazım tekrar avluya gelir. Emin Bey ve Ertuğrul çıkarlar. Raşit
bu konuşmayı tekrar Nazım'a el kol hareketleriyle kısaca sahnenin solunda anlatır.
İkisini aydınlatan üzerlerinde ışık vardır.) Hapishanenin en üst katındaki tecritlerden
birinde cinayetten yatan başka üç mahkumda sizi seyrederek şunları söylemişler:
(İkinci adembabanın anlattığı olayı, 46.Koğuş'ta bulunan mahkumlar canlandırır.
Bunlar sahneleri olmayan oyunculardır. 46.Koğuş aydınlanır. Avluya bakarak
konuşmaktadırlar.)

1.MAHKUM Bunu görüyor musun, bunu? Bunun adı tarihlere geçmiş dinime
imanıma. Adına Nazım Hikmet diyorlar.

2.MAHKUM Tabii geçer oğlum, herif kafalı adam, okumuş.

1.MAHKUM Aklıma ne geliyor biliyor musun, şeytan diyor, öldür şunu. Neden dersen,
insan öldürünce böylesini öldürmeli. Biz, ne... Vuruyoruz bir fasaryayı yat
Allah yat. Amma bunu öldürdün mü, bütün dünya gazeteleri yazar, hem de
namın tarihlere geçer.

3.MAHKUM Yok canım, Nazım Ağabey o...Gariban babası. Adamın eli varır mı vurmaya?

RAŞİT Bu konuşmaları diğer adembaba duymuş, sonra dedi ki, aman Raşit
Ağabey, söyle Nazım Ağabey'e kollasın kendini. Dönmüş nevirleri enayilerin,
çakarsın ya!

NAZIM (Gülerek.) Bak sen, adı tarihlere geçsin diye, herif beni vuracak. Geçse bari.
Tarihlere geçmek için yapacak başka iş kalmadı da...

(Sahne kararır.)

5.TABLO

(Sabah. Hapishane avlusunda Emin Bey, Ertuğrul, Raşit konuşmaktadırlar.)

RAŞİT -Dün akşam hapishanede bağrışmalar oldu. Kapının önünde bir şeyler
oluyordu. Ne oldu gördünüz mü?

ERTUĞRUL -Kavga olmuş. Revire kavgayı çıkaran on beş yaşlarında yaralı bir çocuk
teslim ettiler.

39
EMİN BEY -Yarası tehlikeli olmadığı için çocuk sabahleyin bir fırsat bularak üstadın
yanına geldi, ağabey adım Mustafa. Senden bir ricam var, dedi.

ERTUĞRUL -Üstat, pekala Mustafa, ne istiyorsun? Diye sordu. Bana bir desen yapar
mısın? Nasıl bir desen? Dedi.

EMİN BEY Meğer Mustafa bir dokumacının yanında çırakmış. Hapishane örtülerinin
gördüğü büyük rağbet şehrin bütün dokuma atölyelerini endişeye düşürmüş.

Bursa'da uzun zaman böyle desen görülmemiş.

ERTUĞRUL Dokumacıların ileri gelenleri kahvede toplanmış ve ne pahasına olursa olsun


desenin sırrını ele geçirmeyi kafalarına koymuşlar. Deseni yapan ustanın
adını, revirde hasta yattığını öğrenmişler. Bunun üzerine hapishane
kapısında bir dövüş tertip etmeye karar vermişler. Çok gizli olarak bu işi
Mustafa'ya yüklemişler. Bu işi başarırsa, dokumacılar ona hapishanede
bulunduğu müddetçe bakacaklar ve hele desenden bir numune ele
geçirebilirse, çıraklıktan kalfalığa terfi ettireceklermiş.

EMİN BEY -Üstat, Mustafa'ya birkaç yeni desen yaptı. Fakat hapishane dokuma ustaları
buna isyan ettiler; görülmüş şey miymiş. Durup dururken hem de bedava
sırlar rakiplere verilir miymiş!

ERTUĞRUL -Nazım Hikmet onlara, bir insanın kafasındaki zindanın hapishanenin taş
binasından çok daha korkunç olduğunu, rekabetin insanları ayırdığını,
halbuki dokumacılar topluluğunun insanları birleştirmesi lazım geldiğini uzun
uzun anlattı. Üstelik iplik yedeklerinin de bitmekte olduğunu. Elinde yalnız bir
tek deseni olsa ve şuracıkta, kendi kafasında yüzlerce başka desen daha
yaratsa, iplik olmayınca ressam olarak kaç para ederdi. Ustalar ancak bu
son delil karşısında rıza gösterdiler.

EMİN BEY Mustafa desen örneklerini alınca öpmek için üstadın ellerine saygıyla sarıldı.
O ise Mustafa'nın başını okşayarak, bana borcun var. Sen de usta

olduktan sonra, bilgini çıraklarından esirgemeyeceksin, dedi.

RAŞİT Üstat, her zaman etrafındakilere iyilik etmekten zevk duyar. Geçenlerde
ondan borç para istediler. Borç verecek parası olmadığı halde, başkasından
40
borç aldı, getirdi, verdi. O kadar ki, bazı gardiyanların ona borçlandıklarını
gördüm.

(Sahne kararır.)

(Öğleye doğru. Hapishane bahçesi. Nazım'ın yaşlı annesi ziyaretine gelir. Siyah elbiseli,
gözlüklüdür. Annenin elinde şahsi ve resim çantası, diğer elinde bir file içinde kesekağıdıyla
çilek getirmiştir.)

NAZIM Anneciğim hoş geldin! Nasılsın? Yolculuğun iyi geçti mi?

ANNE -Hoş bulduk oğlum. Nasıl olacağım? Her yerim ağrıyor, gözlerim eskisi gibi
iyi değil. Seni görmek için yolları aştım geldim. Seversin diye sana çilek
getirdim. Sen nasılsın? Sağlığın nasıl? Çalışabiliyor musun?

NAZIM -(Banka yan yana otururlar. Annesine yazdığı şiirleri gösterir.) Ne iyi yaptın
gelmekle. Nasıl olunursa öyleyim. Geçenlerde göğsüm ağrımıştı. Birkaç gün
revirde yattım. Şimdi iyiyim. Bol bol okuyor, şiir yazıyorum. Bu arada
resimde yapıyorum tabii. Bir taraftan dokuma işimizde devam ediyor. İnsan
Manzaraları çok gelişti. İçindeki Kuvayi Milliye Destanı için yeni yazdığım
şiirlerimden sana okuyayım.

ANNE Hadi oku da dinleyeyim.

NAZIM Ayın altında kağnılar gidiyordu.


Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
                 hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
             ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
                                          ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
                       toprak,
41
                             toprak
                                   ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
PİRAYE Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
              ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
                                        anamız, avradımız, yârimiz

ANNE ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen


ve soframızdaki yeri
                 öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
                                           kadınlar,
                                                 bizim kadınlarımız

NAZIM şimdi ayın altında


kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
                             ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
               yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,


ne ağaç, ne kuş sesi,
                  ne toprak kokusu vardır.
42
Gündüz güneşin,
                     gece yıldızların altında kayalardır.
Dağlarda tek
                    tek
                         ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
        güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan


          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.
          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
          ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.
          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
          yok edin insanın insana kulluğunu,
                                      bu dâvet bizim...
          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
          ve bir orman gibi kardeşçesine,
          bu hasret bizim...»

ANNE (Yaşaran gözlerini siler.) Çok güzel oğlum, şiirlerinle Milli Mücadeleyi çok
iyi anlatmışsın. Ellerin dert görmesin. Dayınla görüştüm. Dayına, tercüme
işlerin dolayısıyla savcılığın ikide bir seni sorguya çektiğini yazmışsın.
43
Dayın bana dedi ki, "Ben gereken yerlerle konuştum. Artık Nazım
tercüme işleri için takip edilmeyecek." Rahat ol oğlum çalışmana devam
et. (Nazım'ı elinden çeker.) Hadi şimdi de resim yapalım. Nazım gel
şöyle bakayım, bankın ucuna otur. Bana doğru dön, şöyle arkama doğru
bak! (Resim çantasını açar. Boyalan yayar, kağıt çıkarır. Nazım'ın
portresini yapmaya başlar. Emin Bey, Ertuğrul ve Raşit zaman zaman gelir
onları seyrederler.)

NAZIM (Kalkıp annesinin resmine müdahele eder.) Ama anne alnımı yanlış
yapıyorsun. Bak gözüm nasıl görünüyor?

ANNE (Kızarak) Aaaa! Sıkıyorsun ama! Hacıyatmaz gibisin


Nazımcığım! On dakika olsun yerinde duramıyorsun. Otur
oturduğun yerde!

NAZIM Peki anneciğim, affedersin.Yani demek istedim ki...

ANNE Ne oldu? Yine istediğin gibi değil, öyle mi? Hoşuna gitmedi mi? Sen ne
demek istediğini kendi resimlerine sakla (Gülerek Raşit'e döner.) Değil
mi ama evladım?

RAŞİT (Nazım'a bakarak.) Doğru söylüyorsunuz.

NAZIM (Ayağa kalkar, resme bakar, annesine yine karışır.) Anneciğim, yüzüm çok
güzel görünüyor. Yüzümün ifadesini biraz gerçekçi hale getirsen! Yüz
çizgilerimi görüyorsun. Bunları da resminde göstersen.

ANNE Benim resimlerimi beğenmiyor, şuna da bak!

NAZIM Anneciğim, anneciğim, anlatamadım. Demek istiyorum ki.. Mesele


beğenmek veya beğenmemek değil. Bir türlü anlatamıyorum sana ben.
Sen güzelliğe kapılıp, güzelliği kopya ediyorsun, halbuki resim canlı olan
bir şeyin kopyası olmamalıdır.

(Nazım eliyle koluyla, pijamasının etekleriyle oynayarak anlatır.)

ANNE Konuları parlak, cazip güzelden alıyorum. Ne yapayım

Nazımcığım, güzelliği seviyorum, hayranım zorla mı? Neden o kadar

44
kötü mü olmuş yani?

NAZIM Anneciğim, anlatamadım. Demek istiyorum ki, güzel bir kadının resmi
şüphesiz güzeldir. Ama Orta Anadolu'nun sıtmalı bir köyünde, bir deri bir
kemik, fevkalade çirkin, hatta iğrenç Fatma kadının okkalı bir portresi de
güzeldir! (Nazım bir portre getirmek için çıkar.)

ANNE (Sesini kısarak, Raşit'e.) Bu oğlan çılgın. Çılgın. Pekala resim işte. Ne
varmış da benim resimlerimi beğenmiyor.

(İki adembaba bahçeye girer. Bunlar: Kaya ve Çopur'dur. Siyah elbise içindeki
Anne'yi önce Kaya fark eder.)

KAYA (Hayret içinde, Anne'nin resmine bakakalır.) Allah'ın gücüne


gitmesin, kocakarıya bak, put resimleri yapıyor, günaha giriyor!
Hayvan, hele hele insan resmi yapmak ancak gavurların işidir di
mi laaan?

ÇOPUR (İrkilir. İkisi de daha çok resme yaklaşır.) Eveeet.

KAYA Hele bak, tıpkı Nazım Baba'ya benziyor. Saçları da.. Tıpkı o, ta
kendisi! Gözleri de mavi ... Kocakarı bir Müslüman kadına
benziyor ama gavur işi yapıyor.

ÇOPUR (Birden köpürür.) Dinine imanına yandığım Kaya! Kafanda sahiden


molozdan başka bir şey yokmuş. Cahil herif, Nazım Baba'nın anası bu!

NAZIM (Elinde portreler rüzgar gibi gelir. Arkasından gardiyan bahçede belirir.
Adembabalar önde, gardiyan arkalarında bahçeden kaybolurlar.) Yani
demek istiyorum ki, tabiatın sadece bir kopyacısı olmaktan ziyade,
kendimizden de bir şeyler katmalıyız. Yani Cezanne, Picasso resimleri
gibi... (Nazım'ın konuşması sessizleşir. El kol anlatımı belirir. Anne
sabırla dinler. Gözlüğünün üzerinden Nazım'a bakar. Elinde boya
fırçalan.)

ANNE (Yorgun.) Onlar dünya hakkındaki düşüncelerini resimle ifade etmeye


çalışırken, dünyayı tahrif ediyor, parçalıyor ve hakikate karşı geliyorlar.
Tamam Nazımcığım anladım. Artık yoruldum. Ben gidiyorum. (Nazım,
45
gitmekte olan annesine yardımcı olur. Resim kağıtlarını, boya, fırça
diğer malzemeleri toplar, resim çantasına koyar.)

NAZIM (Sarılır.) Güle güle anne. Tanıdıklara selam söyle. Sana mektup
yazarım.Yine gel anneciğim!

ANNE Hoşça kalın çocuklar! (Raşit annenin elini öper, Nazım yolcu eder. Anne
çıkar.)

(Nazım ve Raşit 52.Koğuş'a giderken bahçede konuşurlar.)

RAŞİT (Üzüntülü.) Ayrılık zor üstadım.

NAZIM Sorma. Onca yaşına rağmen buraya bana geliyor. Ne mübarek insandır
şu annem bilir misin?

RAŞİT Sizi sürekli düşünmesinden belli.

NAZIM (Nazım başka bir konuya geçer.) Geçenlerde kalp ağrısından revire
yatmıştım. Bir süre sonra oraya, beni öldürüp tarihe geçmek isteyen
mahkumu ağır yaralı olarak getirdiler. İsminin Avni olduğunu öğrendim.

RAŞİT (Heyecanlı.) Haberini aldım!

NAZIM Kendine gelip, su! Su verin! Dedi.

RAŞİT Siz ne yaptınız?

NAZIM Yaklaştım. Başını lime lime olmuş boz renkli revir muşambasından kaldırıp,
maşrapayı ağzına tuttum. Bir yudum içti. Sen misin baba? Benim evladım.
Ben de seni vuracaktım. Halbuki, son yudumumu elinden içecekmişim.
Bağışla, affet beni baba. Kusurumu bağışla. Dedi ve öldü.

RAŞİT Ne düşünüyorsunuz?

NAZIM Beni öldürerek tarihe geçmek istiyordu. Ama belli olmaz ilerde onu
yazarak tarihe geçirebilirim.

RAŞİT Üstadım siz insan sevginizle onu da yaparsınız. (Koğuş'a girerler.


Annenin getirdiği çilekleri yemek için hazırlık yaparlar. Çilek yıkanır,
ayıklanır, tabağa konur. Nazım çileği ayıklarken şarkı mırıldanır.)

46
NAZIM (Heyecanlı.) Durun, pudraşekeri ısmarlayalım, ondan sonra yeriz. (Koğuşun
kapısından bir gardiyana seslenir. Para verir.)

Gardiyan efendi! Gardiyan efendi! Birader şu parayı al da, rica etsem bize
pudraşekeri aldırır mısın? (Tekrar döner. Çilek ayıklama, tabağa dizme işine
devam eder.) Biliyor musunuz ne yapacağız? Bir kat çilek, bir kat şeker, bir kat
çilek, bir kat şeker. Sonra yanaşacağız kaşıklarla.

(Gardiyan gelir, pudraşekerini koğuşun kapısından verir. Çilek pudraşekeri konarak


yemeye hazır hale getirilir. Kaşıklan alır, hamle yaptıkları sırada anons duyulur.)

ANONS Nazım Hikmet idareye müracaat ediniz.

NAZIM Hay Allah kahretsin, kırk yılda bir şöyle ağız tadıyla bir çilek yiyelim dedik!
(Kalkar, çıkmadan önce.) Bakın, mızıkçılık yok ha! Ben gelinceye kadar
yemeyın.

RAŞİT (Gülerek.)Vallaha, çalışırım, ama elimde olmazsa ...

NAZIM Sakın... Beni hayatımda ilk defa katil edersiniz. (Raşit kahkahayla güler.
Nazım koşa koşa koğuştan çıkar, çok geçmeden koşa koşa geri döner.)
(Güler.) Hani, baban Hikmet Bey mezarından kalkıp gelmiş deseler, imkanı
yok bırakmayacağım çilekleri! (Masaya oturur, ikisi iki taraftan çilekleri
yemeye başlarlar. Bir süre sonra Nazım gülerek.) Ooooh be, çileğe
doyamadım demeyeceğim.

(Birden.) Benim hesabıma bir çay demleseniz de bir dem sürsek şu ölümlü
dünyada... (Neşeli ıslık çalar. Kalkar. Rafta duran yuvarlak bir taşı alır.
Üzerine lale resmi yapmaktadır. Raşit,

mangala çaydanlığı koyar, yatağına oturup not tutar.Nazım lastik


aramaktadır.) Yahu lastik var mı sizde,lastik? Lale resmini sileceğim
de! (Raşit'in bavulunun üzerinde duran lastiği bulur, alır.) Hah, işte!

RAŞİT Beyim, artık lastiğimiz taşlara sürüne sürüne mi harcanacak?

NAZIM (Güler.) Hayatımda böyle abartıcı adam görmedim.

(Taşın üzerindeki laleyi silmeye başlar. Raşit güler.) Canım, niye

47
alay ediyorsunuz benim lalemle. (Kalkar. Rafın üzerinde bir şeyler
aranır.) Canım, nerde şu Türk motifleri? Şurada tarih kitabı vardı.
Orada olacak.

RAŞİT (Tekrar güler.) Durun, bunları az sonra söyleyin de not edeyim.

NAZIM (Gülmesini güçlükle tutmaya çalışarak, dudaklarını titrete titrete.)

Canım, bu işi bari bana çaktırmadan yapın da, ben de rahat yaşayayım bu
dünyada. Siz beni kıpırdatmayacaksınız.

RAŞİT Üstadım, sizi işinizden alıkoymazsam eserlerde realite nasıl


gelişmelidir? Ne dersiniz?

NAZIM Bilhassa son yıllarda, gayet malum sebeplerle, bilhassa da


hikayecilerimizde, bir temayül çoğalmaktadır. Realite, bizzat tarihi
akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, korkunç,
iğrenç, rezil filan falan tarafları vardır.

RAŞİT Demek bu tarafları ...

NAZIM Bu tarafları aksettirmekle en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı,


tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır. Fakat
bütün bunlara rağmen bu realite yine insanların eliyle daha iyiye,
daha güzele doğru gelişme yolundadır. Gelişen şey ise ümitsiz
değildir, sevinçsiz değildir.

RAŞİT Bu konunun üzerinde ehemmiyetle duruyorsunuz, görüyorum.

NAZIM Evet! Bu bahsin üzerinde bilhassa duruyorum, çünkü fert olarak bir
insanın ümitsizliğe kapılması, kapılmaması yalnız kendini ilgilendirir.
Fakat mesela insanların hastalıklara karşı mücadelelerinin boş bir gayret
olduğuna inanan bir doktorun doktorluk etmeye nasıl hakkı yoksa, bir
yazarında yazarlık etmeye hakkı yoktur. Kimse onlardan bu hakkı zorla
alamaz, ama realite eninde sonunda onları yok eder.

RAŞİT Anlıyorum, karamsar olmamak lazım.

48
NAZIM Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için
tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın, daha
acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. (Piposunu
alır, ağzına götürür.) Bir de şunu unutma Raşit! Dünya ölçüsünde yazar
olmak lazım. Uçak asrında, memleket ölçüsünde yazar olmak yetmez.

RAŞİT -(Gözleri parlar.) Bunları aklımdan çıkarmayacağım üstadım.

(Notlarını tutmaya devam eder. Bir taraftan okur. Nazım taşa resim yapmaya
devam eder.) Şiirleri hakkında Nazım Hikmet'in en kıymet verdiği ölçü halktı.
Onun için bir halk sanatkarı, her şeyden önce halk tarafından anlaşılmalı ve
halkın sanatkarı olmalıydı. Bundan dolayı Memleketimden İnsan
Manzaraları, hapishanede her sınıf halka defalarca okunup, anlaşılması güç
yerler atılıp daha sade, daha açık yazılmıştı. Ben çok rastladım, Nazım
okurken dehşetli etkilere kapılanlar, ağlayanlar, iç geçirenler olurdu.
Ağlayanlar arasında ben de olurdum. Hatta biri şunu söylemişti: Üstat be,
senin yazdıkların benim anlattıklarımdan daha çok benzedi gerçeğe.

(Not defterini kapar. Nazım'a seslenir.) Üstadım, 2000 yılını hayalleyerek bir
şiir yazdım. Dinler misiniz?

NAZIM Seve seve Raşit. Oku dinleyelim.

RAŞİT (Okur.) 2000'e DAİR

Bin dokuz yüz senesinin İki bine


yerini verdiğini Görmek istiyorum

Ne zevkli şey olurdu seyretmek torunumu Van


Üniversitesi'ndeki kız arkadaşlarıyla Kutbu şimalide
kızak kaydığını Vaşington' da Kapitol bahçesinde

Ren şarabı içip

Çinli dostu Şin-Fo'yla beraber Şangay'dan


haber beklemek Adana'da gençlik aşımı
yaptırıp Hindistan'da gerdeğe girmek için

Arzuhalsiz müracaat etmek hastanelere


49
Ve duyduğum sevincin Radyografisini gösterip
Hintli kanma Sevgilim bak demek

Ve Bahrimuhiti Atlasi'de

Karımla beraber zıpkın atmak balinalara Ne tadına


doyulmaz olurdu

Misisli Çopur Ali'nin Sorbon'da Parçalanan atomun


sanayiye tatbikine dair Konferansını dinlemek

Ve 1941 harbi için Ne acayip


şey demek

Hey gidi 2000 senesi hey

NAZIM İki bin yılını yaşayacak olanlar bu şiiri bir gün okurlar umarım. Böylece yıllar
öncesinden ne düşündüğümüzü öğrenirler. Duygularını çok güzel
yansıtmışsın. (Çorbacı 52.Koğuş'a gelir.Nazım işiyle meşguldur. Raşit
Çorbacı'yı yakalar.)

RAŞİT Gel Çorbacı gel. Sana üstat ile yaptığımız maçı anlatmadım. Geçen gün
Nazım Hikmet bana karşı bir takım kurdu. Ben onlara karşı santrfor
oynuyordum. Biliyorsun şiirdeki kadar usta ve nefesli olmadığı için, her
atakta onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçip, gollerimi attıkça onu
çıldırttım.

ÇORBACI İyi halt etmişsin!

RAŞİT Öyle sinirlendi ki, kurşuni kasketinin siperini hırsla geriye çevirdi, santrfora
geçti. Beklere, haflara çıkışarak oyuncuların yerlerini değiştirdi, taktikler
verdi. Ama sonuç yine hüsran oldu.

ÇORBACI Adam çaresiz kalmış. Sonra ne yaptı?

RAŞİT Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan san


kaşlarıyla avluda faul kralı kesildi. Elle, kolla, tekmeyle girişti. Ben de esaslı
bir tekmesini yedim. Hani laf aramızda çok nefis bir tekmeydi.

50
ÇORBACI (Güler.) Futbolda adamı kızdırmaktan zevk alıyorsan, tekmeyi de hak
ediyorsun demektir. Dur şimdi beni meşgul etme. (Nazım'a döner.) Üstat
radyo vakti geçıyor.

NAZIM (Hayretle taşı elinden bırakır.) Öyle mi? Niye söylemiyorsun birader?
Cihan harbiyle ilgili haberleri kaçırmayalım. Almanların son durumunu
öğrenelim. Bu şahlanan gericiler başarılı olursa, insanlık ve insanlığın
bugüne kadar kazandığı gelişmeler en az bin sene geriye gidebilir. Fakat
Almanlar yenilecekler.Çünkü bu tarihi bir zorunluluktur.

ÇORBACI -Deve hazretleri Almanların Rusya içerisinde ilerleyişine çok seviniyor.

NAZIM -O zaman ona sorun! Peki, Sayın Deve cenapları, ya bir gün Alman
orduları tersyüz eder de, harekatı Almanya içinde takip etmek lazım
gelirse?

ÇORBACI -Kahkahayla gülerek, imkan var mı Monşer, imkan var mı? Diyecektir.

NAZIM -Eeeeh, son gülen iyi güler beyim, son gülen iyi güler. İmkanı yok, imkanı
yok müttefiklerin yenilmelerine. Tarih seyrini değiştirmeyecektir.
Almanya'nın sonu geldiğinde, hiç şüpheniz olmasın Deve de müttefiklere
yaklaşır, faşist yazarlarımız kadar demokrat oluverir bir anda.

1.GARDİYAN -(Koğuşa gelir, heyecanlı.) Nazım Bey, Piraye Hanım idareye telefon etmiş,
müdüriyetten çağrılıyorsunuz.

NAZIM -Hemen geliyorum. (Nazım neşeyle 52.Koğuş'tan fırlar. Sahne kararır.)

(52.Koğuş. Nazım masada sıkıntılı oturmaktadır. Raşit onunla ilgilenmektedir.)

RAŞİT -Sizi durgun gördüm üstat! Sıkıntılısınız... Neyiniz var? Benim


yapabileceğim bir şey var mı? Bu durgunluğunuz içime dokunuyor, ne oldu
üstadım?

NAZIM -(İçini çeker. Gözlerini pencereye diker, hazin hazin bakar.) Piraye,
telefonda şehre gelip otele indiğini, çok yorgun olduğunu, hapishaneye
hemen gelemeyeceğini söyledi.(Raşit ilgiyle bakmaktadır.)

51
Ben de ona dedim ki, "Bizim Katip Bey, o oteli iyi bulmuyor, oraya inme,
başka otele git!

RAŞİT -Piraye Yenge ne yaptı?

NAZIM -Ne yapacak? İnadı tuttu, "Hayır, dedi. Ben çocukluğumdan beri bu otele
inerim -anne ve babasıyla o otele geldiğini bilirim- hiçbir fenalığını
duymadım. Otelimi değiştirmekte sebep görmüyorum.

RAŞİT -Yenge böyle yapmazdı!

NAZIM -Benimle uzun süre tartıştı. İnersin, inmezsin, yok ille ineceğim, hayır
inmeyeceksin ... Velhasıl Piraye o otelde kalmaya karar verdi.

RAŞİT -Yenge böyle karar verince, siz ne dediniz?

NAZIM -(Hırslanarak.) Gelme benim yanıma... Geldiğin yere geri dön, dedim. O, o
otelde kaldıkça onunla konuşmayacağım!

(Piposunu yakar, dumanını üfler. Ayağında takunyalarla koğuşta dolaşır. Sahne kararır.)

(Sahne aydınlanır. Emin Bey 52.Koğuş'a girer.)

EMİN BEY -Üstadım, müjde, yenge geldi!

NAZIM -(Yüzü asılır. Raşit'e bakar. Başıyla "Ne dersin?" demek ister.)

RAŞİT -(0 da Nazım'a hareketleriyle "Gideceksin, çare yok" demek ister.)

(Emin Bey, koğuştan çıkar.)

NAZIM -(Raşit'e kızgınlıkla.) Git söyle ona, dönsün gitsin İstanbul 'una.

(Raşit koğuştan çıkar. Avluda Emin Bey'i görür.)

EMİN BEY -Müjdeyi verdim, niye aldırış etmedi?

RAŞİT -Piraye Yenge'ye küstü. O otelde kalma dedi. Yenge kalacağım diye diretti.
Bunun üzerine git söyle ona, dönsün İstanbul'una, gelmeyeceğim dedi.

EMİN BEY -(güler.) Yuuuh, Nazım Hikmet'e bak! İnandın mı?

RAŞİT -Boş ver yahu, numara yapıyor! Benim böyle söylediğime bakmayın, işi
idare edin, beni nazlandırın işte biraz canım, demeye getiriyor.

52
(Konuşa konuşa ayrılırlar. Raşit 52.Koğuş'a Nazım'ın yanına döner.)

Üstadım, Piraye Yenge idarede sizi bekliyor. Müdür Bey, Nazım gelmezse
bir daha kendisiyle konuşmam, Katip Bey'de, Nazım Hikmet yengeyle
görüşmezse bir daha hiçbir isteğini yapmam, dedi. Görüyorsunuz herkes
yenge ile görüşmeniz için sizin harekete geçmenizi bekliyor. Artık hepimizin
hatırından dolayı bizi kırmazsınız herhalde.

NAZIM -(Bu ilgiden memnun, bir taraftan hazırlanır. Saçlarını tarar. Vişne çürüğü
ayakkabısını parlatır. Elbiselerini giyer. Hazırdır.) Nasıl oldum? Şık değil
miyim ben?

RAŞİT -Oooo... Siz, siz bir Mister Eden oldunuz!

NAZIM -(San bıyıklarını yiye yiye güler.) Elbette canım, elbette. Ben Mister Eden
oldum.

(Sıkıntılı.) Yıl 1943 Raşit, aaaah canına yandığımın ah! Altı sene bitti.

RAŞİT -(Düşünceli.) Benim de beş yılım üstadım.

NAZIM -(Birdenbire parlayan mavi gözleriyle, canlı ekler.) Biliyor musunuz şu anda
en arzuladığım şey nedir? İstanbul'da olmalıyım. kendi evimde, kendi
zevkime, kendi ellerimle döşediğim evimde. Sonra akşamlar inmeli,
almalıyım yanıma karımla oğlum Memct'i, geze geze inmeliyiz Barba
bilmem neyakinin meyhanesine, biz kan koca karşılıklı rakı içerken, oğlum
da mezelerimizden yemeli. (Tutkulu olarak.) Bu, bu kadarcık bir saadet için,
tereddütsüz söylüyorum, geri kalan ömrümün on senesini seve seve
verirdim.

(Nazım çıkar. Raşit dışardan mangalı getirir. Mangalda

çaydanlık kaynamaktadır. Masada kansına mektup yazmakta ve okumaktadır.)

RAŞİT -Canım Karıcığım,

Mektubunu zevkle okudum. Ne de olsa sıkıldığını ve bu sıkıntıyı defetmek


için kocana yazdığını anlıyorum. Genç bir kadın kocasından beş sene ayn
kalırsa çıldırmasa bile üzülür. Benim de bütün sıkıntı ve asabiyetimin

53
sebebi senden çok uzakta olmamdır. Bol bol okuyor ve yazıyorum. Yakında
yanında olacağım. Sana roman, hikaye, şiir okur hoşça vakit geçiririz.

Ben artık eski Raşit değilim.

Şu satırları yazarken mangalın kenarında çaydanlık kaynıyor. Üstat yenge


ile görüşmeye gitti. Geldikten sonra çay içeceğiz. Ne yapalım. Bir
mahpusun eğlencesi bu. Evvelki gece revirde iki kişi öldü. Daha evvelisi bir
kişi. Bu gece de bir başkası delirdi. Bütün bunların sebebi açlık ve
sefalettir. Her şey o kadar pahalı ki bir mahpus için geçinmek dehşetli zor.

Hapishanede altı yüzden çok mahpus var. Hele adembaba denilen fakirler
öyle sefil ve perişanlar ki insan onlara baktıkça kahroluyor. Mektubumu
bitirirken seni ve Yıldızımı öperim. Sana yazmış olduğum şiiri de
gönderiyorum.

KARIMA

Erikler çiçek açtı, ilkbahar geldi karım. Yıllardır


bu insanı büyüleyen dünyaya, Penceresi demirli
odalardan bakarım.

54
55

You might also like