Professional Documents
Culture Documents
ÂDEM ĠLE
HAVVA‟NIN VÜCÛDUMUZDAKĠ YERĠ
Âdem(A.S.) Cennet‟te iken yalnız olarak, her nereye
dönerse dönsün“Allah” diyerek, mutluluk içinde
bulunuyordu. Bir gün başının ucunda bir kişi gördü. Sen
kimsin diye ona sordu.O da ben sana Cenâb-ı Hakk
tarafından verilmiş bir hayat arkadaşıyım dedi. Âdem‟de
ona senin adın Havva olsun diyerek, kabullendi. Havva
hayat sahibi demektir. Cenâb-ı Hakk onlara,bu Cennet‟te
yiyiniz içiniz fakat şu yasak meyveye yaklaşmayınız
diyerek,yasak koydu. Onlar da bir zamana kadar Cennet-
i Âlâ‟da yediler, içtiler, fakat o yasak meyveye
yaklaşmadılar. İblis ise Cennet‟ten kovulduğu için,Cenâb-
ı Hakk‟tan müsaade isteyerek, “Ya Rabbi senin kullarının
yoluna oturarak onları doğru yollarından saptıracağım”
dedi. Cenâb-ı Hakk da “Sen benim doğru kullarımı
saptıramazsın, eğri kullarım için seni bir imtihan vesîlesi
olarak, sana müsaade ettim”dedi.
İblis doğru Cennet‟in kapısına giderek,içeriye girme
formülleri aramaya başladı. Karşıdan yılan geliyordu. Ona
“Beni de Cennet‟e götür” diye dilekte bulundu. O da
“Seni herkes Cennet‟te tanır, ben seninle Cennet‟e
gidemem”dedi. İblis de“ Ben senin ağzının içerisine
girerek, senden gerektiği şekilde oradakilere konuşurum,
beni görmedikleri için, seni konuşuyor zannederler.
Dolayısıyla da beni ne görürler, ne de bilirler” dedi. Yılan
da “O zaman olur” diyerek kabul etti.
İşte, dünya ehli olan yılan ağzından, nefs-i emmâre olan
İblis insanın vücûd ülkesinde,insanın Cennet‟ine girmiş
olur. İblis doğru Havva‟nın yanına giderek,onu
kandırmaya başladı. “Ya Havva size Cenâb-ı Allah ne için
bu meyveyi yasakladı biliyor musunuz” dedi. Havva da
“Hayır” dedi.İblis de,siz ebedî Cennet‟te kalmayasınız
diye yasak koydu.Çünkü bu meyveyi yerseniz ebedîyen
Cennet‟te kalmanız zuhûr edecektir diye onu
kandırdı.Havva da buna kanarak, yedi fakat hiçbir şey
olmadı. Havva doğru Âdem‟in yanına gitti.Ona da “Bak
ben yediğim halde hiçbir şey olmadım. Sen de ye”
diyerek Âdem‟e de yedirdi. Âdem yiyince,bütün mahrem
yerleri açılıverdi.Âdem Cenâb-ı Hakk‟ın Zâtının, Havva
da Cenâb-ı Hakk‟ın sıfâtının sembolüdür.
Âdem akl-ı küll, Havva ise nefs-i küll tecellîsidir.Aklı
temsil eden Âdem nefsi temsil eden Havva‟ya ve
Havva‟daki nefsi emârenin arzu ve isteklerine
uydu.Dünya arzu ve isteklerini temsil eden yılanla
beraber,nefsi emâreyi temsil eden İblis birlikte hareket
ederek, nefs-i küll mazharı olan Havva‟yı tesir altına alıp
akl-ı küllü temsil eden Âdem‟i de Havva‟ya
uydurdular.yılan, ki dünya arzu ve istekleridir, bu
isteklerle birlikte akıl ve irâdenin,emmâre nefse
meyillenmesi, Âdem‟in yasak meyve olan, benlik
devresine girmesine vesîle olur. Havva, yediği halde bir
şey olmaması; aklın bir şeyi kabullenip,kalbin tasdik
etmesi, Âdem‟e yedirmesi demektir. Âdem‟e yedirmeden,
onda hiçbir değişiklik olması mümkün değildir. Zâhirde
bile,bir kişi başka bir kişiyi öldürmek istese, onun bu
isteği fiile dökülmediği müddetçe ceza görmez.Şühûd ve
müşâhede olmadan bir kişi ilimle, kendi varlığını Hakk‟a
verdim derse, kendinde tecellî eden Allah‟ın Vahdâniyyet
zuhûrunu, kendine nisbet edip “Ene” diyerek şirk
işleyeceğinden, Cennet‟ten çıkarılır. Zira Hakk‟a nisbet
edebilmesi için şühûd ve müşâhedesi olması lâzım idi.
Olmadığı için,Tevhîd Cennet‟inden çıkarılarak, süflîyyât
vâdisine geri dönmüş olur.
Cenâb-ı Allah “Ya Âdem, yasak meyveye yaklaşmayın
dediğim halde ne için o yasak meyveye yaklaştınız, diye
sorduğunda, Âdem hatasını anlamış ve “Nefsime
zulmettim” demiştir.
Böylece, Âdem ile Havva Tevhîd Cennet‟inden çıkarıldılar.
Âdem Serendip adasına Havva da Cidde‟ye gönderilerek
yeryüzüne indirildiler. Yetmiş yıl Rablerine tövbe ettiler.
Bir kişi Tevhîd zevklerinden, nefs-i emmâresiyle
uzaklaşırsa, yedi sıfat-ı subûtiyesinin beş zâhir ve beş
bâtın duygusu ile, 70 yıla tekâbül eder. Nedâmet
duyarak tövbe ederse, eski Tevhîd zevkine dönmesiyle
Allah tarafından, tövbesi kabul edilmiş olur. Yoksa,
Serendip adası Hindistan‟da, Cidde de Suudi Arabistan‟da
bir yer. Zâhir olarak, o zamanın vasıtasız ve bilgisizliği
göz önünde bulundurulacak olursa gelmenin ve gitmenin
mümkün olmadığı anlaşılmış olur.Âdem ile Havva‟yı,
Allah(C.C.)Arafat‟ta birleştirdi. Yani Vahdet zevki halinde,
ilimle değil şühûd ve müşâhede ile, kendilerindeki
Hakk‟ın zâhir oluşuna şahitlik yaptılar. Hakk‟a ârif olarak
Arafat‟ta, kendilerinin hiçbir şeyi olmadığını ,her tecellînin
Hakk‟ın tecellîsi olduğunu şühûd ettiler. Oradan
Müzdelife‟ye indiler. Âdem ile Havva birbirlerini çok
seviyorlardı.Hz. Muhammed onların nikâhını Müzdelife‟de
kıyarak evlendirdi.
Yani, zât ile sıfat, vücûd olan Muhammed mazharından
başka bir yerde yaşantısına devam edemeyeceğine göre,
onların nikâhını Hz. Muhammed kıydı denilmektedir.
Âdem ile Havva evlendikten sonra, bu vücûd ülkesinde
zât ve sıfat olarak Muhammed zuhûru ile, evlilikleri
devam edegelmektedir. Yeter ki bizler, Tevhîd zevki ile
zevkiyâb olalım. Yoksa o gün,bu gündür. Aksi takdirde
bizler de Vahdâniyyet Cennet‟inden çıkarılanlardan
oluruz. İkilik yeri olan bu arzda, yedi sıfatımızın (sıfât-ı
subutiyye) Cenâb-ı Hakk‟ın Âdem‟deki tecellîlerini şühûd
edesiye kadar o Tevhîd Cennet‟ine girmemiz mümkün
değildir. Pişmanlık ve canla başla çalışma sonunda
süflîyyât vâdisi olan vehim, hayâl ve vesvese gibi bizleri
Hakk ve hakîkatten uzaklaştıran her şeyden
kurtulduğumuzda, bu lütfa mazhar oluruz. Yoksa,
perişan bir vaziyette arzın üzerinde şaşkın şaşkın
yaşantımızı tamamlamış oluruz. Burada ikilikten kurtulup
mutluluğa eremeyenler,şunu iyi bilsinler ki âlem-i
âhirette de, mutluluğa eremeyeceklerdir.
Âdem ile Havva sırrını gönül âleminde
yaĢayamayan, nasıl olur da âhirette, Âdem ile
Havva‟yı lâtif vücûd ile zevk edebilirler. Cenâb-ı
Hakk bütün kardeĢlerime bu zevkleri ihsân etsin.
Âmin.
ÂDEM RĠSALESĠ
ÂDEM‟ĠN YARATILMASI
1 - Enfüste Muhammed
2 - Âfâkta Muhammed
3 - Vahdette Muhammed
4 - Kesrette Muhammed
ALLAH‟TAN HĠDÂYET,
PEYGAMBERDEN ġEFAAT VE
PÎRÂNDAN HĠMMET NE DEMEKTĠR
ARIYA VAHYOLUNMASI NE
DEMEKTĠR
N = Nûr-u Muhammed
H = Hidâyet-i Muhammediyye
L = Lütuf, ihsân demektir.
BERZAH NEDĠR
BĠSMĠLLAHĠRRAHMANĠRRAHĠM NE
DEMEKTĠR
“Bismillah” Allah‟ın Zâtını remzetmektedir
“Rahmân” Allah‟ın sıfatlarını remzetmektedir
“Rahîm” Allah‟ın ef‟alini remzetmektedir
CENAZENĠN YIKANMASI,
KEFENLENMESĠ, NAMAZININ
KILINMASI VE GÖMÜLMESĠ NEDĠR
Ölüm iki türlüdür: 1 - Izdırari ölüm. 2 - Ġhtiyarî
ölüm.
Izdırari ölüm:
Bedenimizin bir gün dünyadaki görevini tamamladıktan
sonra şeriat hükümleri dahilinde, kitaplarda yazıldığı gibi
ölü bedenin yıkanması, kefenlenmesi ve toprağa
gömülmesinden ibarettir. Çünkü bu beden ömrü
müddetince, rûhumuza hamallık yaptığı için ona da
zâhiren saygı ve ihtimam göstermemiz gereklidir.
Ġhtiyari ölüm :
Kendi istek ve arzularıyla ölmeden evvel ihtiyârî bir
ölümle ölenler ise, varlık şirkinden kurtulmuş kimselerdir.
Resûlullah efendimiz, Ebubekir Hazretlerinde bu hâli
gördüğü için “Yiyen, içen, gezen ölü görmek isteyeniniz
Ebubekir'e baksın”diye sahabeye söylemiştir. İşte
Mürşîd-i Kâmile gelen bir sâlik de, kendine nisbet ettiği
ef'alini, sıfatını ve vücûdunun olmadığını idrâk etmesi,
cenaze olan varlığının yıkanmasıdır. Çünkü bütün
nisbîyetlerinden temizlenmiştir. Fenâ-i ef‟âl, fenâ-i sıfat
ve fenâ-i vücûd kişiyi ihtiyârî olarak yok eder. Yani
Fenâfillâh olur. Allah'ta fâni olan artık kefenlenmeye hak
kazanmıştır. Kefen üç parçadan meydana gelen beyaz bir
kaput bezi veya patiskadan ibarettir. Fenâ-i Zât tecellî
Zâtla, fenâ-i sıfat tecellî-i sıfatla, fenâ-i ef‟âl tecellî-i ef‟âl
kefeni ile sarılır.Böylece kişi ölmeden evvel ölüp
yıkanmış ve kefenlenmiş olur. Kişinin idrakinde dâimî
zikirle Hakk‟la beraber olma yoksa,râbıtasında da hissiyle
bu tecellîleri şuhûd etmiyorsa,bu hâle geçemez.
Kefenlendikten sonra tabut olan bu ayaktaki vücûd
tabutu ile cenaze namazı kılınmaktadır. Artık bu kişi
ölmeden evvel ölmüş, Hakk‟ın üç tecellîsi ile de
kefenlenmiş, kendi cenaze namazını da kendisi kılmağa
hak kazanmıştır. Yoksa ölünün cenaze namazını diri
cemaatın kılması bir rumuzâttır. Cenaze namazı dört
tekbirle kılınır. Tekbirlerde ef'alin, sıfatın, Zâtın
idrâkinden sonra birliğe erdi ise,er kişi niyetine, ikilikte
kaldı ise isterse erkek olsun hatun kişi niyetine cenaze
namazı kılınır. Dördüncü tekbirde ise hiçbir şey
okunmadan, sağa ve sola selam verilmesi onun kurtuluşa
erdiğinin ispatıdır.Görüldüğü gibi birinci tekbirden sonra
„Subhaneke‟yi okumakla bütün fiillerin fâilini, ikinci
tekbirde, „Allahumme salli‟ ve „Allahümme barik‟
okumakla, Resûlullah efendimizin Allah‟ın sıfatları olması
nedeniyle övgü ve O‟ndan tecellînin Allah‟ın olduğu,
üçüncü tekbirden sonra,meyyit için duada
da vücûdun Vücûdullah olması idraki ile ölmeden evvel
ölmenin zevkini ve dördüncü tekbirde, hiçbir varlığı
kalmayan kişinin sağına ve soluna selam vermesi ile de
kurtuluşa erdiğinin ispatı olmuş oluyor. Ondan sonra da
ebedi istirahatını sağlamak için gözün göremeyeceği bir
yere götürüp geliyoruz. İşte manevî yönüyle cenaze
biziz. Yıkanması nisbîyet ve şirklerden kurtularak
Fenâfillâh olmaktır. Kefenlenmesi,Cenâb-ı Hakk‟ın varlığı
ile var olmağa kadar Makâmlardaki Allah‟ın yüceliğinin
idrâkidir. Toprağa gömmek ise bizlerin diye bildiğimiz
varlığımızın olmadığını,bu varlığın Cenâb-ı Hakk‟ın varlığı
olduğunun yaşama geçme hâlidir. Cenâb-ı Allah bütün
kardeşlerime bu idrâki nasîb etsin. Âmin.
CENNET VE CEHENNEM
NEDĠR
CUMA
DERVĠġ OLMAK
EZAN-I MUHAMMEDĠYYE‟NĠN
AÇIKLAMASI
1- Celâl tecellîler
2 - Cemâl tecellîler
3 - Kemâl tecellîlerdir
Cenâb-ı Allah
FARK VE CEM
1 - Umumî, herkese
2 - Ġsteyene verilen özel
3 - Kendisine ait
Bu ifadeler umumîdir. Tevhîd içinde mânâ verilirse:
1- Bütün sâliklere merâtib-i İlâhiyenin mertebeleri aynı
telkîn edilir. Hiçbirine ayrım yapılmaz. İnsan-ı Kâmilin
sâlike bu telkîni ilm-el yakîndir.
2- Özel, isteyene ise Rabbine küllî teslimiyeti sonunda
tecellî-i ef‟al, tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zât gibi Tevhîdi
şühûd ve müşâhede zevklerine sahip olup
Muhammediyyûn olmasıdır. Buna ayne‟l-yakîn müşâhede
ehli de denilebilir.
3- Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin kendisine ait olması
ise, o sırdır. Kendisi ve vârislerinin ona vâkıf olmasıdır ki,
o söylenmez.
İşte bir sâlik de Fenâ-i ef‟âl, Fenâ-i sıfat ve Fenâ-i Zât
mertebelerinde kendi varlığının olmadığını ilm-el yakîn
bilmiş olur. Bekâ zevkleri de, ona tecellî-i ef‟al tecellî-i
sıfat ve tecellî-i zât ile şühûdî zevkleri, gönlünde tecellî
etmesiyle de her kişide isti‟dâd ve kabiliyetine göre zuhûr
ettiği için özel olmuş oluyor. Rabbimden istediği kadar
ihsân edilmiş oluyor. Üçüncüsü ise Makâm-ı
Mahmûd‟dur. Resûlullah (S.A.V.) Efendimize aittir.
Vârisleri de oraya Resûlullah (S.A.V.)‟ın müsaadesiyle
ayak basarlar. Teberrüken girdikleri için Resûlullah
(S.A.V.) Efendimizin Makâmı olması hasebiyle onun
namına imza atarlar. Ayrıca bu yerde lâf ve saft yoktur.
Sır olduğu için anlatılmaz.
İşte bu anlatılanlara vâkıf olan kullar kendi acizliklerini
idrâk ettikleri için yalvarırlar yakarırlar ve her an ayrı
şe‟ndeki tecellîlerinin zevkini bizlere de ihsân et
derler.”Sıratelleziyne en amte aleyhim” demekle de
peygamberlere ve evliyalara verdiğin her türlü ihsân ve
nimetlerini bizlere de ver derler.”Gayril mağdubi aleyhim
veladdallin” peygamberlere uymayan kavimleri helâk
ettiğin gibi, gazâba uğrayanların ve doğru yol olan
Tevhîd yolundan ayrılanlar gibi bizleri ayırma diye
Fatiha‟nın yarısından sonraki âyetlerde de kul olarak
istekte bulunmaktadırlar.
İşte varlığı olmayan fakat Allah‟ın zuhûr etmesi için
Allah‟ın bir sıfatı olan bu Âdem mazhar olarak,
Ahadiyetinden mertebe mertebe yedi âyet halinde tecellî
eden Hakk‟ı kul mazharından zuhûra getirmektedir.
Âdem, yedi âyetten müteşekkil olan Hakk‟ın hüviyyet ve
enniyetini kemâliyle zuhûra getiren Muhammed
aynasından ibarettir. Âdemliğini bulanlar „Elif, Lâm, Mim‟
sırrına sahip, canlı ve şüphe götürmeyen bir kitaptır.
Böylece her gün kırk defa Fatihayı okumamızın nedeni
ortaya çıkmış oluyor.
Namaz kılan bir kişi her Fatihayı okuduğunda tekâmülde
olduğunu bilmeli ve kendi canlı bir Fatiha olduğu için
yedi penceresinden Hakk‟ın her an ayrı bir tecellîsini,
kendini yakın takibe alarak müşâhede etmeye gayret
göstermelidir. Allah cümlemize bu zevkleri tatmak nasîb
ve müyesser etsin. Âmin.
1 - Rabbil has
2 - Rabbü‟l-Âlemîn‟dir
1 - Ġhrâma girmek
2 - Arafat‟ta vakfeye durmak
3 - Kâbe‟yi tavâf etmektir
1 - Ġhrâma girmek :
Zâhirde her ne kadar Kâbe‟ye giden bir mü‟min mîkât
denilen yerde dikişsiz iki parçadan ibaret olan elbise
giymesi gerekli ise de, Allah‟ın Zâtını remzeden o Kâbe‟ye
varmadan kendisine nisbet ettiği ef‟âlini, sıfatını ve Zâtını
ifnâ ederek “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk,
lebbeyke lâ Ģerîke leke lebbeyk. Ġnnel hamde ven-
ni‟mete vel-mülke lâ Ģerîke leke” “Buyur Allah‟ım,
buyur çağrına koşup geldim. Buyur. Ortağın yoktur
Sen‟in. Buyur. Hamd Sana‟dır. Nimet Sen‟indir. Ortağın
yoktur Sen‟in.”telbiyesi ile tecellî-i ef‟âli, tecellî-i sıfatı,
tecellî-i Zâtını görmesini istemesinden ibârettir. Kesif
olan kulun kesâfetinden fenâ olmadan Hakk‟a şühûd ve
müşâhedesi mümkün olmaz. Ayrıca, bir kişi zâhir olan
icraatının bâtınını bilmeden veya bâtınını bilip de zâhirini
yapmadan, sîretin sûretten tecellîsini Tevhîd yaparak
yaşamadığı için, Allah‟ın murâdı olan hac farzını yapmış
olamaz. İşte, fenâ-i ef‟al, fenâ-i sıfat, fenâ-i Zât
nisbiyetlerinden soyunmayı zevk ederek tecellî-i ef‟al,
tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zâtı idrâk edenler, Zâtı Ahadiyyet
olan o Kâbe‟yi şühûd ve müşahede edebilirler. Onun için
bu şühûd ve müşahede bir Mürşîdsiz olamayacağı için
Mürşîde gitmek farzdir denmiştir. Şu halde ihrâma
girmek kişinin kendi varlığını Hakk‟ın varlığında yok
etmesi demektir. Kendi varlığı yok olan bir kişi ihtiyârî bir
ölüm hâlinde olduğu için
1 - ġeytânî tecellîler
2 - Nefsânî tecellîler
3 - Melekî tecellîler
4 - Rahmanî tecellîlerdir
Gönül Kâbe‟sinin,
1 - Ġhrâma girmek
2 - Kâbe‟yi tavâf etmek
HACCIN SIRLARI
Hacca gidecek bir kişinin
1 - Ġhrâma girmek
2 - Arafat‟ta vakfeye durmak
3 - Kâbe‟yi tavâf etmek
HAKÎKATA VUSLAT
HALĠFE NEDĠR
HĠCRET
Peygamber Efendimizin, Mekke-i Mükerreme'den,
Medine-i Münevvere'ye gitmesine hicret denilmektedir.
Mekke müşriklerinin peygamberimizi ve dolayısıyle de,
inananları rahatsız etmeleri nedeniyle, evvelâ
Peygamberimiz ve Ebubekir Hazretleri Medine‟ye hicret
etmişler, bunu takiben de, Allah ve Resulüne inananlar
Medine‟ye göç etmişlerdir. Bu göç edenlere „muhacir‟,
muhacirlere ev ve gönüllerini açan Medine ahâlîsine de
„ensar‟ denilmektedir. Mekke‟de iken İslâmiyet, lâyıkıyle
yayılmazken, Medine‟ye hicret edilince, İslâmiyet çığ gibi
yayılmağa başlamıştır. Zâhirdeki hicretle İslâmiyet çok
şeyler kazanmıştır.
Bizler de nefis âleminden rûh âlemine hicret yaptığımızda
çok şeyler kazanmış olacağız. Nefis âlemindeki kişiler,
dünya meşgaleleri, stresler vb. gibi bir çok müşküller
yüzünden rahatsız olmakta huzursuz ve mutsuz bir
yaşam sürmektedirler. Peygamberimizin Medine‟ye hicret
edip de huzur ve mutluluğa ermesi gibi, bizler de
Peygamber vârisi bir Mürşîd-i Kâmil vasıtası ile rûh
âlemine hicret ettiğimizde, ikilikteki huzursuzluk ve
mutsuzluğumuzun sona erdiğini göreceğiz.
Kur‟ân-ı Kerîm de Mekke âyetleri ve Medine âyetleri
olarak iki yerde nâzil olmuştur. Mekke‟de nâzil olan
âyetler bizlere i‟tikad, amel ve nefisle mücadele
metotlarını öğretmektedir. Her türlü ikilikteki Allah‟ın
bütün tecellîlerini öğrenmemizi ve cihad etmemizi
emretmektedir. Medine‟de nâzil olan âyetlere baktığımız
zaman da, Allah‟ın Vahdâniyyet deryasında yaşam
biçiminin uygulanması ve her varlıktaki Cenâb-ı Hakk‟ın
fark dediğimiz şeriat gözlüğü ile şuhûd ederek, mutluluk
ve saadet içinde dâimliği göstermektedir.
Şu halde Cenâb-ı Hakk bizlerden, Mekke ahâlisi olan
nefis diyarından, Medine olan rûh diyarına hicret
etmemizi istiyor. Bu da Ebubekir'in, Resûlullah'a tâbi
olarak Medine‟ye hicret ettiği gibi, O‟nun vârisleri
vasıtasıyla ve elbette bir merâtible mümkündür.
Kul ayrı, Allah ayrı iken, sefere çıkan bir sâlik, üç günlük
ef‟âl, sıfat ve Zât yolculuğunu yaparak hicret eder. Allah
kuluna şah damarından daha yakındır. O halde hicret de
kişinin kendinden kendine yaptığı bir seferdir. Yunus
Emre'nin “Şeriat tarîkat yoldur varana, hakîkat mârifet
ondan içeri” buyurdukları gibi bu yol ilim ve irfâniyet
yoludur. Hakk ve hakîkata hicret etmeyenler,
ibâdetlerinde taklîdden öteye geçemedikleri için huzur ve
mutluluğa kavuşamamaktadırlar. Onun için bu dört ilmin
zâhir ve bâtınını tahsil edip, yaşamak gerekir. İşte o
zaman hicret edilmiş olacağından Resûlullah Efendimizin
Medine‟ye hicretinden sonra İslâmiyetin hızla yayılması
gibi, bizlerin de gönül âlemine intikalimizle çok büyük
zevk ve tebdilâtlarla mutluluğa sahip olacağımız
muhakkaktır. Harabi Hazretleri bir ilâhîsinde şöyle
buyurmaktadır:
ĠNSANIN KENDĠSĠNĠ
OKUMASI
Dünya saadeti
Âhiret saadeti
a) Amel bölümü
b) Muamelât bölümü
Amelî bölümde her türlü zâhir ibâdetlerimiz mevcuttur.
Tevhîd ehli, Mürşîde gelmeden evvel bu Tevhîd akideleri
ona vâcib değilken, zorlama olmaksızın kendi istek ve
arzusuyla Mürşîde gelip “Ben kendi insan-ı asliyyemi
öğrenmek istiyorum” demek suretiyle vacipleştirmiş oldu.
Fetih Sûresi 10. âyetinde “Her halde sana biat
edenler ancak Allah'a biat etmiĢ olurlar. Allah'ın
eli (kudreti) onların elleri üstündedir. Onun için
her kim cayarsa yalnızca kendi aleyhine caymıĢ
olur. Her kim de Allah'a verdiği sözü yerine
getirirse O da ona yarın büyük bir mükafat
verecektir.” “Gerçekten sana biat edenler Bana biat
etmişlerdir.” buyrulmuştur. Biatler Mürşidin şahsına değil
onun mazharından Rabbil Âleminedir. Abdestsiz yere
basmaması, yalan söylememesi, beş vakit namazını
kılması, Ramazan‟da bir ay oruç tutması, eksiklik
aramaması, elinden geldiği nisbette ümmet-i
Muhammed‟e faydalı olmaya çalışması hâsılı Allah‟ın
emrettiklerini yapmayı, yasak ettiklerinden kaçmayı
kendisine vâcipleştirmiş oldu. Bir sâlikin bunlara uyması
gerekli iken, Tevhîdi kendisine uydurmak istemesi,
vagonun raylarından çıkarak trenin menziline
gidememesine benzer.
Muamelât bölümünde de günlük yaşantısında ailesine,
çoluk çocuğuna, komşu ve insanların tümüne muamelesi
emir ve yasaklar doğrultusunda olmalı, her türlü işlerinde
herkese eşit muamelede bulunmalı, ticaretinde kimisine
pahalı, kimisine ucuz mal satmamalıdır. Çünkü sendeki
varlık Hakk‟ın varlığı olduğu gibi karşındaki varlık da
Hakk‟ın varlığıdır. Şu halde karşındakine kötü muamelede
bulunursan, bilmelisin ki Hakk‟a kötü muamelede
bulunmuşsun demektir. Onun için Tevhîd ehli bunlara
riâyet etmeyi kendisine vâcib bilmelidir.
3- Tarîkat halini yaşamak ise, ilimle bildiği ef‟âlinin,
sıfatının, Zâtının Hakk‟ın olduğunu ayne‟l-yakînlik
derecesinde şühûd etmesidir. Ayne‟l-yakînlik derecesini
şühûd eden bir sâlikte elbette edeb, güzel ahlâk ve
tevazu‟un meyveleri görünecektir. İnsanın meyvesi
fiilleridir. Nasıl bir meyvenin rengi, kokusu ve tadı onun
aslını bizlere bildiriyorsa, ayne‟l-yakîn olan bir insanın
fiillerinin rengi Allah‟ın boyası “Sibgatullah” Tevhîd
boyası, kokusu Rahmân‟ın kokusu olan Tevhîd kokusu,
tadı da fiil ve sıfatlarından tecellî eden Tevhîdi yaşama
zevki olarak görünmelidir.
4- Eşya dediğimiz varlıklarda eşyanın hakîkatini bilip her
mazharda O‟nu müşâhede etmektir. Çünkü eşyanın
hakîkati ef‟âl-i İlâhiyedir. Ef‟âlin hakîkati esmâdır.
Esmânın hakîkati sıfat-ı İlâhiyedir. Sıfatın hakîkati de
Zâttır. Zira zerreden kürreye kadar her varlıkta Allahü
Teala ma‟lûmiyeti nisbetinde Zâtıyla tecellî etmekte,
onların kapları ve renkleri nisbetinde varlıklarda kendini
seyretmektedir. Tin Sûresi 4. âyette “Biz insanı en
güzel biçimde yarattık.” sırrını İnsan-ı Kâmil‟lerden
seyretmektedir. Böylece her varlıktaki tecellînin
hakîkatini zevk eden bir sâlik kendi varlığının olmadığını,
varlığın Hakk‟ın varlığı olduğunu, esmâsının dahi Allah‟ın
sıfatlarına verilmiş birer isimden ibaret olduğunu, kul
esmâsıyla dâima muhtaç, Mürşid-i Kâmil mazharından,
Samedâniyyeti ile lütuflarda bulunulduğunu zevkle
müşâhede eder.
İşte bu dört madde halinde saydığımız birinci, ikinci,
üçüncü merdiven basamağı gibi Tevhîd mertebelerini
geçmeden; Allah‟ı bilmek, görmek ve olmak halinde
Tevhîd etmedikçe; mârifet ehli olunamaz. Zira ibâdet,
mârifet miktarıncadır. Ârif olmayan tahkikî ibâdet
edemez. Nitekim Hz. Ali (K.V.) “Görmediğim Rabbime
ibâdet etmem” demiştir. Bu demektir ki Hazreti Ali kendi
vücûdundaki sıfatlarından Cenâb-ı Hakk‟ın tecellîlerini
müşâhedeyle zevk etmiştir.
İşte Allah‟ı Tevhîd edip bilmek için bu beş madde ile
vasıflandırdığımız hallerin ehl-i Tevhidde olması
istenmektedir. Elhamdülillah seçilmiş kullardanız.
Seçilmemiş olsa idik bir Mürşid-i Kâmilden bizleri
çağırmaz, Tevhîd ilmini de telkîn etmezdi. Sevilen
kullardanız ki kendi varlığımızın olmadığını, varlık
sahibinin Hakk Teala olduğunu, kendi mülkünde Zâtının
bütün sıfatlarından tecellîsini müşâhede etmeyi nasîb
etti. Kendi tecellîsini bizlerden kendi seyretti. Rabbimize
dâima hamd ederiz.
ĠNġĠRAH SÛRESĠ
ABDEST
1 - Abdest :
Su ile emredilen a‟zaların yıkanması, su yoksa pak
toprakla teyemmüm edilmesidir. Bu, şerîatın
uygulanması ile ilgili bedensel, dış temizliğimizdir.
ORUÇ
NAMAZ
2 - Tarîkat seviyesinde :
Her ne kadar Cehennem korkusu ve Cennet arzusu
olmadan, Allah rızası için namaz kıldıklarını söyleseler de,
kendileri ayrı Allah ayrı olduğu için ikilik içersindedirler.
Kendilerinden tecellî eden Hakk‟ın zuhûrunu bilirler, fakat
zevk edemezler. İlim ve amelleriyle huzu‟, hudû‟ ve huşû‟
haliyle namazlarını kılarlar. Ankebut Sûresi 45.”Sana
vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl!
Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve
uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah'ı anmak
en büyük zikirdir ve Allah, her ne iĢlerseniz
bilir” âyetine mazhar oldukları için ahlâk ve edepleri
şerîat erkanına göre çok farklıdır. Tevhîdde bunların
kıldıkları namaza, Yunus (A.S.)‟un taht-ı serada, yani
balığın karnında kıldığı namaz denilmektedir.
3 - Hakîkat seviyesindeki :
Namaz nedir. Namaz mü‟minin mi‟racıdır. Mi‟rac nedir.
Mi‟rac, Allah‟la beraber olmak ve konuşmaktır. Bir kişi
kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Cenâb-ı Hakk
olduğunu anladığı zaman, Allah‟ın Vahdâniyyetini
kendinde zevk edecektir. Necm Sûresi 8 ve 9.
âyetlerde “8. Sümme dena fe tedella. Fe kane Kâbe
kavseyni ev edna”) “sümmedena” ifadesiyle kişinin
kendisinde Hakk‟ın Vahdâniyyet tecellîsini zevk etmesi,
“fetedalla” ifadesiyle bütün sıfatlarından zuhûrâtı
(kulağının Hakk‟ı duyması, gözünün Hakk‟ı görmesi. . .
gibi), “Vekane Kâbe kavseyn” ifadesiyle (Allah‟ın
Vahdâniyyeti; bütün sıfatlarından zuhûra gelmesiyle, , iki
yayın birleşmesi gibi Allah‟ın Vahdetini ve kesretini gönül
evinde görmesi ve zevk etmesi) “Evedna” ifadesiyle de
Bir‟le Bir olma hâli anlatılmaktadır. Hakîkat seviyesinde,
kulun mazharından tecellî eden yani namazı kılan Hakk
olduğu için, kul diye vasıflandırdığımız kul sıfatından,
kıyamda ef‟âl-i İlâhisiyle âyet tecellîlerinin zuhûru,
rükû‟da sıfat tecellîlerinin zuhûru, secdede vücûdunun
Vücûdullah tecellîleriyle, kul diye bildiğimiz sıfat dilinden,
bazı kul diliyle bazı Hakk diliyle, karşılıklı yüce
âyetlerinin tecellîlerine namaz denmiştir. Hakîkatte rûh
bedenin emrinde değil, beden rûhun emrine girmiştir.
Rûhun gönül evindeki görüşme zevkini zâhir vücûddan
şerh ettiğini görürüz. Hakîkatte namaz kişinin gönlünde,
kul ile Hakk‟ın konuşmasıdır. Zâtın, sıfatlarından tecellî
idrâkidir. Hakikî sâlikin Mürşidi ile kendi gönül evinde
sohbetidir.
HAC
KELĠME-Ġ ġEHÂDET
KADĠR GECESĠ
Kadir gecesi Ramazan ayının 27. gününe tekabül eden
mübarek bir gece olarak kutlanmaktadır. Bakara
Sûresinin 185. âyetinden Kur‟ân‟ın Ramazan ayında,
Kadir gecesinin de Ramazan ayı içinde olduğu için Kadir
gecesinde inzal olduğunu anlamaktayız. Kadir Sûresinde
“1. Doğrusu Biz onu (Kur‟ân'ı) Kadir gecesinde
indirdik. 2. Kadir gecesinin ne olduğunu ne
bildirdi ki sana 3. Bin aydan hayırlıdır o Kadir
gecesi. 4. Onda melekler ve Rûh, Rablerinin
izniyle (yapılacak) her iĢ için peyderpey inerler. 5.
Bir selam (güvenlik) dir o gece, ta tan yeri
ağarana kadar” buyrulmuştur. Bin ay seksen küsur
sene yapar. İnsanoğlunun ömrü seksen küsur sene olsa
bu ömür müddetince içerisinde kadir gecesi olmayan bir
ömürden hayırlı demektir.
Evvelâ şunu iyi bilmek lâzımdır ki bu gece dünya
gecelerinden bir gece değildir. Yoksa bin aydan hayırlı
olan bu gecede sabaha kadar uyumayıp ibâdet etmekle
o gecenin ihyâsını yapıp ömrümüz boyunca elde
edeceğimiz ecirden fazla ecir elde edebiliriz diye
düşünürdük. Bu bir zevk-i İlâhidir. Bir sâlik Receb ayında
fenâ-i ef‟âli, Şaban ayında fenâ-i sıfatı, Ramazan ayında
fenâ-i Zâtı zevk edebilirse Cenâb-ı Hakk‟ın Tecellî-i Zâtına
mazhar olmasıyla Kadir gecesine erişir. Resûlullah
(S.A.V.) Efendimiz bir hadislerinde “Receb Allah‟ın ay‟ı,
Şaban benim ay‟ım, Ramazan ümmetimin ay‟ıdır.”
buyurmuşlardır. Receb neden Allah‟ın ayıdır. Çünkü
onsekizbin âlem Allah‟ın fiilleriyle zuhûra gelmiştir. Saffat
Sûresi 96. âyetinde “Halbuki sizi ve yaptıklarınızı
Allah yarattı” buyrulmaktadır. Onun için bir sâlik
kendine nisbet ettiği fiilleri Cenâb-ı Hakk‟a verirse Receb
ayını idrâk etmiş demektir. Şaban ayı da sıfatları
remzetmektedir. Bir kişi sıfatların mevsûfunun Allah
olduğunu bilirse Şaban ayını idrâk etmiş demektir. Fiiller
sıfatlardan, sıfatlar da vücûddan tecellî ettiği için
vücûdun Vücûdullah olduğunu bilen bir kişi Ramazan
ayını da idrâk etmiş olacaktır.
İşte fenâ-i ef‟âl, fenâ-i sıfat ve fenâ-i Zâtı zevk ettikten
sonra o kişiye melekler vasıtasıyla bütün vücûddaki
kuvvelerine rûh nazil olacaktır. Kulağa inen rûh kulağı
canlandıracak, göze inen rûh gözü mâsivâyı göremez
hale getirip Hakk‟ı görmeye, dili başka kelâm söylemeyip
Hakk‟ı konuşmaya başlayacaktır. Bu zuhûrât tecellî-i Zât
zevki olarak belirtilmekte ve zevk edilmektedir. Bu
tecellîler fecr zamanına kadar devam eder. Fecr, kişinin
bütün kuvvelerinden tecellî eden Hakk‟ın o vücûd
ülkesinin aydınlığa çıkma zamanıdır. Artık Vahdette olan
rûh bütün sıfat ve kuvvelerden o sıfat ve kuvveleri
aydınlatıncaya kadar bu meleklerin rûh ve selam
getirmeleri devam eder. Nasıl güneş doğmadan her taraf
aydınlanmaya başlarsa aynen onun gibi rûh da bütün
kuvvelerinden aydınlığa çıkar.
İşte Rablerinden melekler vasıtasıyla rûh ve selamın
bütün sıfat ve kuvvelerimize inmesi o vücûd ülkemizi
aydınlığa çıkarmış olacaktır. Bu aydınlık ise her sıfattan
Cemalullahın görünmesi demektir ki hakîkatten sonra
gelen şerîat-ı sânî dediğimiz Şerîat-ı Muhammediyye
budur. Bu yüzden Kadir gecesini dışarıda, dünya
gecelerinde bulmamız mümkün değildir. Onu
enfüsümüzde ararsak Rabbimiz bize onu bulduracaktır.
İşte bu vücûd minarelerinde fenâ-i ef‟âli yaptığımızda
gönlümüzde bir ışık parlar. Fenâ-i sıfatta yine
gönlümüzde bir ışık parlar. Fenâ-i Zât sonunda da
gönlümüzde bir ışık parladığında kandillerimizi yakmış
oluruz. Tecellî-i Zât zuhûr edince de Kadir gecesinin
kandili yanmış olacaktır. Geceler Vahdeti remzettiği için
Kadir gecesini de gecelerde aramaktayız. Bir kişi Allah‟ın
ef‟âlini, sıfatını, Zâtını kendi vücûd ülkesinde
Vahdâniyyetiyle birleyebilirse kadere ereceği için kadir
gecesini kutlamış olur. Bu bir zevk-i İlâhidir. Cenâb-ı
Hakk bütün ihvân kardeşlerimize ihsân etsin. Âmin.
KALB TEMĠZLĠĞĠ
KAZÂ VE KADER
1 - Kerâmet-i kevniye
2 - Kerâmet-i ilmiye
KEVSER SÛRESĠ
1 - Nefsine zulmedenler
2 - Nefsini kısanlar (muktesitler yani orta
halliler)
3 - Hayırda yarıĢ yapanlar olmak üzere üç zümre
zikredilmiĢtir
KURBAN
1 - Afakî kurban
2 - Enfüsî kurban
1 - Afakî Kurban :
Kur‟ân-ı Kerîm‟in Hac Sûresinde, büyük ve küçük baş
hayvanların Allah rızası için kesilip dağıtılmasının, kişinin
Hakk‟a yaklaşmasına bir vesîle olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca Kur‟ân okumak, namaz kılmak gibi ibâdetler de
Hakk‟a yaklaşmaya vesîledir. Bir yoksulu giydirmek,
karnını doyurmak gibi maddî yardımlar da Hakk‟a
yaklaşmaya vesîledir. Elbette her yaklaşmanın bir
derecesi ve birbirinden farkları vardır. Sözünü ettiğimiz
kurban ve yardımlar bizlerin gönlünü Hakk‟a
yaklaştırıyor, teslimiyetimizi arttırıyor ve yaşantımızda
kurbiyet farklılığı meydana getiriyorsa güzel, bunları
sağlamıyorsa âdetlerden ibaret olur.
a) Koç kurbanı
b) Can kurbanı
KURBAN BAYRAMI
Kurban kurbiyet demektir. Yani kulun Allah‟a yaklaşması
demektir. Bir kulun Allah‟a yaklaşabilmesi için enfüste ve
âfâkta ibâdetlerini lâyıkıyle yapması lâzımdır. İbâdetler
mâli ve amelî ibâdetler olmak üzere iki türlüdür.
a) Mâli ibâdetler :
Kur‟ân-ı Kerîm‟de bahsedilen (en‟âm) kurban olması
gerekli hayvanların Allah için kanlarının akıtılması ve
etlerinin üçe bölünerek fakirlere, eşe dosta ve kendi
ailesine ziyafet çekmesidir. Dikkat edilirse bu üç sınıfın
hepsi de nefsin ziyafetidir. Hac Sûresi 37.
âyette “Elbette onların etleri ve kanları Allah'a
ulaĢmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız
erecektir. Onları bu Ģekilde sizin buyruğunuza
verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı
tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!)
Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri
müjdele” buyruluyor. Elbette bir kişinin inancı olmasa
yüzlerce lirayı Allah için bir kurbana vermezdi. Demek ki
malını ve imkânlarını Hakk için harcaması onun Allah‟a
yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Fakirlerin, eşin dostun
bundan istifâde ederek memnun olması da Hakk‟a
yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Dolayısıyla halktaki
Hakk‟ın memnuniyeti Hakk‟ın da o kuluna yaklaşmasına
sebep olmuş olur. Onun için Resûlullah Efendimiz “Ben
iki kurban atasının evladıyım” buyurdular. Onun için her
sene birini kendi için birini de ümmeti için olmak üzere
iki kurban kesmiştir. Ayrıca bir yoksula sadaka vermek,
gıda, yakacak, giyecek, ilaç vb gibi ihtiyaçlarını gidermek
de kurban olmasa bile kişileri Hakk‟a yaklaştırabilir.
b) Amelî ibâdetler :
Kur‟ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca
gitmek ve zekât vermek gibi ibâdetler amelî ibâdetlerdir.
Amelî ibâdetler de bizlerin Hakk‟a yaklaşmamıza birer
vesîledir.
Allah kendine yaklaşmamız için bizlerden ne
istemektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟in bir çok yerinde, Allah‟a
yaklaşmak için vesîle aramamız emredilmektedir.
Bulduğumuz İnsan-ı Kâmillerden Allah‟a yaklaşma iki
safhada ta‟lîm edilir:
1 - Koç kurbanı
2 - Can kurbanı
1 - Nefsin amelleri
2 - Rûhun amelleri
M : Muhammed
A : Allah
Ġ : İlim
D : Dünya (her an tecellî eden mazharlar)
E : Hakk‟ın emirlerini ifade eder
MELAMÎYĠZ
MEVLĠD KANDĠLĠ
MĠ‟RAC
MÜ‟MĠN KĠMDĠR
Mü‟min Allah ve Resulüne inanan Kur‟ân-ı Kerîm‟de
emredilen emir ve yasakları uygulayarak emniyete
kavuşan kimsedir. Enfal Sûresi 2. âyet “Gerçek
mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı
zaman kalpleri ürperir; karĢılarında ayetleri
okunduğu zaman, îmânlarını artırır ve Rablerine
tevekkül ederler”, Enfal Sûresi 3. âyet “O kimseler
ki, namazı dürüst kılarlar ve kendilerini
rızıklandırdığımız Ģeylerden baĢkalarına
dağıtırlar” ve Enfal Sûresi 4. ayetlerde “ĠĢte gerçek
mü'minler onlardır! Onlara Rablerinin katında
dereceler vardır, mağfiret ve güzel rızık
vardır!” buyrulmuştur.
Bu âyet-i kerîmelerde geçen bu ifadeleri açmak
gerekirse; dâimî zikirle Allah‟ı her nefeste zikreden sâlikin
korkarak kalbi ürperir, titrer. Zira kendinin güç ve
kuvvetinin olmadığını, güç ve kuvvet sahibinin Allah
olduğunun bilincindedir. Allah‟ı Allah‟la zikrettiği
tâlimatını göz önünde bulundurarak kendisine şah
damarlarından daha yakın olan Rabbinin, kendi kalb
davuluna tokmağını vurduğunu, bu nedenle kalbinin
dâima titrediğini hissedecektir. Bu tokmağın vuruş sedâsı
vücûd ülkesindeki bütün sıfat ve a‟zalarımızın dikkatini
oraya toplayacaktır. Ayrıca, Tevhîd tokmağını vurdukça,
gözlerinden yaş akması, tüylerinin diken diken olması,
kalbinin hop hop hoplaması ve cezbeye gelmesi onun
kalbinin titremesinin ispatıdır. Kendini yakın takibe alan
kişi gafletten kurtulduğunda bu tokmağın vuruş
sedâlarındaki nurların kalbi zamanla ihâta ettiğini
görecektir. Artık “Zikirle kalbler mutmain olur” âyeti
tecellî ettiği için, nefse mahsus olan zikir kapısı
kapanmış, kalbe mahsus olan sıfat zikriyle mutmainlik
tecellî etmiş olacaktır.
İşte bu demden sonra o kimseye sırasıyla ef‟âl âyetleri,
sıfat âyetleri ve Zât âyetleri, zâhir ve bâtında
okunduğunda îmânları artacaktır. Zira sâlik daha evvel
bu âyetlerden yani Allah‟ın delillerinden habersizdi.
Okuyup, tecellîsini şühûd ettiğinde elbette ilm-el
yakînlikten ayne‟l ve Hakka'l yakınlığa vâkıf olunca îmânı
artmış olacaktır. Dolayısıyla da taklîdi bir îmândan tahkikî
îmâna geçtiklerinden, nefislerini bilmeleriyle Rablerini de
bilmiş olacakları için onlar Rablerine tevekkül ederler.
Çünkü her an ayrı bir şe‟nde tecellîsini gösteren Allah,
fiillerin fenâsı, sıfatların fenâsı, vücûdun fenâsından
terakkî ederek fiilerin fâilini, sıfatların mevsûfunu,
vücûdun mevcûdunu şühûd ederek her işini Allah‟a
bırakarak onun her tecellîsine rıza gösterir. Ayrıca onlar
kendi varlıklarından geçip Necm Sûresi 8. ve 9. âyetlerde
sözü edilen Allah‟la konuşmayı gerçekleştirmiş olurlar ve
bu zevkle namazlarını gereği üzere kılarlar. Her an ayrı
ayrı tecellîleriyle beraber olarak Hakk‟la konuşmuş
olurlar. Zira Allah‟ın bu Âdem ve âlemde altı pencereden
ayrı ayrı tecellîlerinin irfâniyetine sahip oldukları için
hepsini bir terazi ile tartarak değil, her penceredeki
Hakk‟ın terazisi olan fark kantarı ile tartarak huzur-u
kalble namazlarını dâimî salât olarak kılarlar. Bu manevî
zenginliklerini de kendilerine ve isteyenlere Hakk yolunda
harcarlar. İşte bunlar gerçek mü‟minler olup Rableri
katından onlara dâima ilhamlar zuhûr edip saadet içinde
amel edip Cennet‟teki tükenmez nimetlerden istifade
etmektedirler. Bunların bir adı da melamîdir. Çünkü
onların özü Kur‟ân, sözü Furkan, yüzü vech-i Rahmândır.
Cenâb-ı Allah, fâil-i mutlak resminde bu kişilerden tecellî
etmektedir. Fakat bunu görmek her insana nasîb
olmadığı için bilmeyenler onun yalnız resmini görür.
Allah‟ın en güzel esmâlarından biri de El-Mü‟min'dir. Emîn
edicidir. Zâhirde halk içinde herkes gibi yaşamlarını
sürdürürler. Fakat bâtında Hakk iledirler. Allah
cümlemize bu hasletleri nasîb etsin. Âmin.
MÜRġĠD-Ġ KÂMĠLLERĠN
SÂLĠKLERĠNDEN ĠSTEDĠKLERĠ
Tasavvufta, vuslat nefsten rûhadır. Nefs terbiyesi için,
kişinin kendi insan-ı asliyesini öğrenmesi şarttır. Bunun
için de Mürşid-i Kâmili olan Rabbine, sevgi, teslimiyet ve
sadakatle sarılması lâzımdır.
Sevgi, sıradan bir sevgi, teslimiyet sıradan bir teslimiyet
olursa, onun vuslatı mümkün değildir. Kişiler belki
sohbetlerde çok ilim de elde edebilir. Fakat nefsin
elinden kurtularak rûh vâdisine intikâl edemez.
Bir kişi, ister kabir ziyâretine gitsin, ister bir velinin türbe
ziyâretine gitsin, onun diri değil de ölü olduğu idrâkiyle
ziyâret ettiği müddetçe ondan hiçbir fayda sağlayamadığı
gibi, onunla irtibat da kuramaz. Bizler de aynen bunun
gibi, Kâmillerin Hakk‟ın varlığı ile diri olduğunu, Mürşîd
mazharından bizzât Cenâb-ı Hakk‟ın terbiye ve irşâd
ettiğini, herhangi bir kişinin huzurunda veya sohbetinde
değil, bizzât Hakk‟ın huzur ve sohbetinde olduğumuzu
hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Mürşid-i
Kâmillere sâliklerin sevgi ve teslimiyetleri tam olmazsa
onların da vuslatı olmaz. Çünkü sâliklerin sevgi ve
teslimiyeti nisbetinde Cenâb-ı Hakk onlarda algılama ve
kabulleniş zuhûr ettirmektedir. Dolayısıyla da, kendi
gönüllerinde, yalnız ilm-el değil, Hakka‟l-yakîn olarak
zevk idrâki tecellî edecektir.
Ma‟lûmunuz sevgi, tilkinin tavuğu sevmesi gibi tek taraflı
olursa, bu, arzu edilen sevgi değildir.
Rûhun sevgisi olan, kulun Hakk‟ı sevmesi ve Hakk‟ın da
kulunu sevmesi olan çift taraflı sevgi veya ilâhi sevgi
olan, kişinin bütün mevcûdiyetiyle Rabbine dönme hali
olursa, işte o zaman seviyorum diyebiliriz.
Sevginin kişilerde geliştirilebilmesi için, Peygamberimiz
“selamlaşınız, selamlaşma sevgi bağlarını pekleştirir.”
buyurmuşlardır. Onun için, selamlaşmalar ve
imkânlarımız nisbetinde sık sık ziyâretler yapmalıyız.
Ziyâret imkânımız olmasa bile, telefonla hal hatır sormalı,
gelen gidenlerle selam göndererek sevgi bağlarını
kuvvetlendirmeliyiz. Ancak sadece telefon etmek yeterli
olmamaktadır. Çünkü, kişilerin sevgisinin belirtisi
kendisindeki, hâl ve tutumundan görülmektedir. Bir
Fransız yazar "Söz Söylemek ve İnsanlar Üzerinde Tesir
Yapmak" adlı kitabında, "karşınızdaki kişilerin
hoşlanacağı bir şekilde karşınızdakine hitap ediniz"
demektedir. Güzel sözün etkisini eşlerimiz üzerinde
müşahede etmişizdir. Eşlerimize “Hayatım, gülüm,
canımın içi. .” gibi sözler kullandığımızda onların bizim
hakkımızdaki olumsuz fikirleri hemen değişir ve sevgi
bağlarının kuvvetlendiği görülebilir.”Tatlı dil yılanı bile
deliğinden çıkarır” denmiştir. Büyüklerimiz “Sevdiğin
nisbette sevilirsin” buyurmuşlardır.”Yemen‟dedir
yanımdadır, yanımdadır Yemen‟dedir” buyrulmuştur. Bazı
kişileri gönülden sevgileri nedeniyle, Yemen kadar uzakta
olsalar bile onları yanımızdaymış gibi hissederiz. Bazen
de bedenen yanımızda olsalar bile, sevgilerinin
yetersizliğinden Yemen kadar uzakta olduklarını
düşünürüz.
Mürşîd-i Kâmiller sâliklerinden teslimiyet isterler.
Teslimiyet „İslâm‟ kelimesinden gelir. Toplumda birçok
kişi İslâm olduklarını söyleyip dilleriyle “Lâ ilâhe illallah,
Muhammederresûlullah” dedikleri halde, İslâmın emir ve
yasaklarını uygulamazlar. Bunlar kelimenin Cennet‟ine
elbette gireceklerdir. Başka da herhangi bir îmân ve
amel olmadığı için, bunların Cennetlerinden de
mahrumdurlar. Bu teslimiyet Allah‟ın indinde yeterli
midir. Sizler bunun cevabını veriniz.
Bazıları da, kelime-i şehâdet getirirler, beş vakit
namazlarını da boynumuzun borcudur diye taklîdi olarak,
mânâsını bilmeden, nefislerini tatmin ederek kılarlar.
Bunlar da elbette amel Cennet‟ine gireceklerdir. Fakat
irfâniyet Cennetlerinden mahrumdurlar. Bir de bütün
bunları yapıp, bu yaptığı ibâdetlerin irfâniyetine sahip
olup, hem amel Cennetlerinde, hem de irfâniyet
Cennetlerinde, Cenâb-ı Hakk‟ın sevgili kulu olarak
bulunmaları ve yaşam müddetince huzur, refah ve
saadet içerisinde bir yaşam sürmeleri daha iyi değil
midir. Aynen onun gibi teslimiyetinde de, Ebubekir (R. A.
) Efendimiz gibi, bir sıddıkiyet içersinde Rabbimize teslim
olup, dâima kendimizde Rabbimizi müşâhede etmemiz,
Cennet‟imizde onunla beraber olmamızı sağlayacaktır.
Cenâb-ı Allah insanı merkez üssü olarak seçmiştir. Bütün
bu âlemdeki varlıkların özü, insan olan Âdem‟in merkez
üssünden, frekans, şua, cereyan ve dalgalar gibi kesafet
yönü ile göremediğimiz bir çok etkilenme nurunu, ilâhi
bir emirle Âdem‟in merkez üssünden kendilerine
aktarılmaktadır. Elbette, Rabbü‟l-Âlemîn mazharları olan
Mürşid-i Kâmillerden de onlara sevgi ve teslimiyet içinde
bulunan sâliklere, sevgi ve teslimiyetleri nisbetinde bu
nurun, yüksek bir cereyan halinde intikâl etmesi
görülecektir. Şu halde, bizi bizimle yönlendiren ve sevk
eden, zâhir olarak göremediğimiz, fakat fiillerin tecellîsini
gördüğümüzde anlayabildiğimiz güçlerin olduğu açıktır.
Onun için bizler sevgi ve teslimiyetimizi tam olarak
gösterirsek menzile ulaşmamız mümkün olacaktır. Soğuk
bir demir bile, ateşte kızardıktan sonra, ustanın elinde
istediği şekli alabiliyor. Yoksa soğuk olarak şekillenmesi
mümkün olmuyor.
Kardeşlerimin, sevgi ve teslimiyet içinde vuslat
bulmalarını Cenâb-ı Hakk‟tan niyaz ederim. Kendilerine
sorsunlar. Mürşîdlerini üzerlerindeki elbise gibi mi
zevketmektedirler, yoksa tam bir sıdkıyet ile kendi
rûhlarının efendilerinin olduğunu, onunla sevk ve idare
edildiklerini mi zevk etmektedirler. Üzerlerindeki elbise
gibi zevkediyorlarsa bu elbisenin banyoda veya
eskidiğinde çıkarılması ve değiştirilmesi mümkün olduğu
için vuslat bulamaz. Kendi rûhunun efendisi olarak,
dâima onunla beraber olduğunu, kendisinden sevk ve
idare edenin Rabbi olduğunu idrâki ederek yaşama
geçerse işte o zaman vuslat bulabilir. Tam bir sadakatle
teslim olamıyorlarsa o yerde durmamalarını, her kime
tam olarak teslim olabiliyorlarsa, manevî tahsillerini
orada tamamlamalarını öneririm.
Tek mürşid-i Kamil Alemlerin Rabbı olan Resurullah
S.A.V‟dir. günümüzde ise Mürşid-i Kamillerden O‟nun
kemalatıyla tecelli eden Allah‟tır. Mürşid-i Kamilleri
dinlemek, Zat-ı Hakk‟ı dinlemektir. Zatı hakk‟ı dinleyenler
ise müşkülleri nisbetinde paye olarak Zat-ı Hak‟dan
payesini olmış olurlar. Eğer ki kişideki kabulleniş bu idrak
ve daha aşağı bir kabulleniş ise karşısındaki Mürşid-i
Kamili de sıradan bir insan ne biliyor bende biliyorum
dercesine dinliyor ise o kişideki vuslat zor ve imaknsız
olur. Tüm kardeş ve kardeşlerimize Mürşid-i Kamilleri çok
iyi tanımaları ve onların mazharlarından bizleri irşad
edenin kim olduğunu, verilen söz ve sözlerin kime
verildiğinin iyi bilinmesi gerektiğini unutmamalıdırlar.
Allah cümle kardeş ve kardeş olacaklara bu idrakla
idraklanmayı nasib eylesin.
NÂS SÛRESĠ
N: Nûr-i Muhammediyye
S: Selâmete çıkan
R: Rahmete mazhar olan
NECM SÛRESĠ
N = Nûr-i Muhammediyye'dir
C = Cemâl-i İlâhiyedir
M = Tafsilât-ı Muhammediyye demektir
Ġ Ç Ġ NDEK Ġ LER
NÛRÂNÎ VE ZULMANÎ
PERDELER
ORUÇ
Ölüm üç türlüdür :
1 - Ġzdirari ölüm
2 - Ġhtiyârî ölüm
3 - Her nefesteki ölüm
ÖLÜM ÖTESĠ
PEYGAMBERĠMĠZĠN SEVR
MAĞARASINA SIĞINMA VAK‟ASI
RAHMÂN SÛRESĠ
RAMAZAN BAYRAMI
RAMAZAN AYI
RECEB AYI
1 - Muharrem ayı
2 - Safer ayı
3 - Rebîu‟l-evvel ayı
4 - Rebîu‟l-âhir ayı
5 - Cemaziye‟l-evvel ayı
6 - Cemaziye‟l-âhir aylarıdır
REGÂĠB KANDĠLĠ
1 - Enfüste Muhammed:
Zât olan Hakk‟ın sıfat olan Muhammed‟den yani kişinin
bütün sıfatlarından tecellîsini bilmek ve zevk etmektir.
2 - Âfakta Muhammed:
Bir Mürşid-i Kâmilin bütün ihvânlarından bilinmesi ve
görünmesidir.
3 - Vahdette Muhammed :
Ahadiyetten altı merâtib mertebelerinden açığa çıkan
Hakk‟ın tecellîlerini bilmek ve görmektir. Zira “Allah bu
âlemi altı günde yarattı.” âyeti bunu remzetmektedir.
4 - Kesrette Muhammed:
Allah Ahadiyetinden 1- Cemâdâtta, 2- Nebâtâtta 3-
Hayvânâtta 4- İnsanlarda tecellî etmekle bu kâinatta dört
yerde Tafsîlât-ı Muhammedi aynalarından kendini şerh
etmektedir. Çünkü bu âlemde Zât Allah, sıfat ise
Muhammed‟dir. Ancak Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz
“Allah‟ı kemâl sıfatlarda arayınız. Allah‟ı noksan
sıfatlardan aramayınız. Allah noksan sıfatlardan
münezzehtir” buyurmuşlardır. Bizler de Muhammed‟i
noksan sıfatlarda aramayız. Kemâl sıfatlarda ararız. O
noksanlıktan münezzehtir.
Onun için kemâl mertebelerinde tecellîler Muhammedî
tecellîlerdir. Bu mertebe ve yerlerde Muhammed‟i
tanıyan ve zevk eden kişiler her yerde ve her zaman
Muhammed‟le birdirler. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizden
ayrı olmadıklarını görür ve zevk ederler.
Hakîkatte Cennet, kişinin Allah‟la beraber olma zevki,
Cehennem ise, Allah‟tan uzak olma cehâletidir. Böylece
anlaşılmış oluyor ki kişiler hangi Cennet‟te olurlarsa
olsunlar Makâm-ı Mahmûd sahibi olan Resullulah
efendimizle dâima beraberdirler. Böylece “KiĢi sevdiği
ile beraberdir.” Hadis-i Şerifi tahakkuk etmiş olacaktır.
O‟nu sevmek, O‟nu bilmek ve O‟nunla dâima beraber
olup, O‟nun her türlü hâli ile hallenmektir.
Cehennemdekiler ise hiçbir zaman Muhammed‟i
bilemeyecek ve görmeyeceklerdir. Bu âlemde
saydığımız bu dört tecellînin dışında başka bir tecellî
bilmek ve görmek de mümkün değildir. Resûllulah
Efendimizle beraber olmak isteyenler bu yerlere nazar
etsinler. İnşaallah Rabbim onlara ihsân edecektir. Âmin.
RÛH NE DEMEKTĠR
RÜYA
SĠLĠK'ĠN TESETTÜRÜNÜN
AÇILIġI
Tevhîd yolu kişilerde ilim, i‟tikad, edeb ile ahlâk
güzelliklerini sağlıyorsa o, doğru yoldur. Bunlar eksik
veya yoksa o yol ilm-i ledün diye Kur‟ân-ı Kerîm‟in
bahsettiği sır veya esrar yolu değildir. Bir büyüğümüze
“Farzdan önce farz nedir” diye sorduklarında
“Farzdan önce farz, ilimdir” buyurmuş.”Farz
içindeki farz nedir” diye sorduklarında da “Farz
içinde farz da ihlâstır” buyurmuşlar. Görüldüğü gibi
ilim olmazsa menzile doğru ilerleyen bir kişi dosdoğru
yoldan sapabilir. İlimden gâye de i‟tikad, edeb ve ahlâk
güzelliklerini elde edip Âhiretin bahçesi olan dünyada çok
güzel mahsul ve meyveleri yetiştirmek, Âhirette de refah
ve mutluluk içinde ebedî olarak elde ettiklerini yemesidir.
Onun için her nefesteki kalbî zikrini saat gibi kurmaya
çalışmalıdır. Kurduktan sonra kalb mutmain olmuş
demektir. Kalb zikirle mutmain olunca “ircî” hitabına
mazhar olan sâlik, Mürşid-i Kâmilinin himmeti ile Tevhîd-i
ef‟âl mertebesi kendisine telkîn olunduğunda, artık
hissiyle tefekkür etmeye başlayacaktır. Kalbiyle dâimî
zikrine devam eden sâlik hissiyle de râbıtayı kullanmak
sûretiyle kendinde ve kendisi dışındaki varlıklarda fiilleri
şühûd etmeğe başlayacaktır.
Kulağın duyduğuna gözle de şahitlik yaparsak işte o
zaman kalbimiz o fiili tasdik eder. Yoksa kulağın
duyduğunu göz görmez ise şüpheden kurtulamadığı için
kalp o olayı tasdîk etmeyecektir. Kalbin tasdîki her olayın
şahitliği ile zuhûr eder. Ondan sonra kalp bütün sıfatlara
komut vererek onun kabullenmesini ister. Dolayısıyla da
her fiilin fâilini kişiye veya mazhara nisbet şekliyle değil,
Hakk‟a nisbet ederek müşâhede başlamış olur. Bir fiilin
görünmesine şühûd diyoruz. Kalb tasdîk ettikten sonra
bütün sıfatların kabullenişi ile görmeye de dâimî olduğu
için müşâhede diyoruz. Bir kişi bu dâimî zikri kalbiyle
yaptığı gibi hissiyle de mertebelerde dâima râbıtasını
kullanırsa işte o zaman hicâblar açılmaya başlayacaktır.
Nasıl dâimî zikri yapmayan bir kişi kendisini zorlamak
suretiyle zamanla o zikre alışkanlık meydana getiriyorsa
aynen onun gibi, enfüste ve âfâkta hissiyle râbıtayı
kullanmayı arzu eden bir sâlikte de elbette hicâblar
kendiliğinden açılacaktır. Dâimî zikirle birlikte devamlı
râbıtayı kullanmayanlarda bu hicâb açılmayacaktır. Bir
kişi Tevhîd mertebelerinden hangisinde olursa olsun
dâimî zikrini saat gibi kurduktan sonra mertebesinin
râbıtasını da mutlaka hissiyle kullanmalıdır. Yoksa idrâk
ve gönül aynasından bu niyetle bakmadığı için hicâblar
açılmayacaktır. Ma‟lûmunuz hicâblar ikidir: 1- Zulmânî
perdeler 2- Nûrânî perdeler.
Zulmânî perdeleri açmak için ilim ve irfâniyetle fâili,
mevsûfu ve mevcûdu iyi bilmek ve Hakk‟a nisbet etmek
lâzımdır. Bu irfâniyetten sonra da her mazhar kendisinin
isti‟dâd ve kabiliyetine göre Hakk‟ı açığa çıkardığını ve
varlıkların cins, renk ve vasıfları ne olursa olsun onun
Vahdâniyyet tecellîlerini perdeleyemeyişine nûrânî
perdeler denmektedir. Hicâb perde demektir. Zulmânî
perdelerin açılması için dâimî zikri ve hissimizle râbıtayı
kullanmayı dâimîleştirmeli, akıl nimetiyle de kendimizi,
yakın takibe alarak dâima kontrol etmeliyiz.
Bir sâlik ne kadar sohbetlerde bulunursa bulunsun,
irfâniyetini ilim yönüyle geliştirirse geliştirsin dâimî zikirle
birlikte, hissiyle mertebesindeki râbıtayı kullanmaz ise
hicâbları açılmayacaktır. Hicâbı açılmayan sâlik de
varlıkları ve fiilleri ayrı ayrı kendisine nisbet ederek
ihtilâftan ve ikilikten kurtulamadığı için hem mutsuz
olacak hem de ilmin ötesine geçemeyecektir.
Allah‟a gönül verenler yalnız ilimde kaldılarsa o kadar bir
gönül verisi var demektir. Yoksa ilim, âmil olmak için
elde edilmelidir. İlmiyle âmil olanlar edebinde, ahlâkında
dâima kendilerini kontrol ederler. Hz. Muhammed
(A.S.)‟e „Muhammed-ül emîn‟ denildiği gibi kendilerine de
toplum tarafından “emîn” denir ve onlardan toplum
memnundur.
E: Eline sahib ol
D: Diline sahib o
B: Beline sahib ol
SEVGĠ VE AġK
SEVMEK VE SEVĠLMEK
ġERĠAT NE DEMEKTĠR
1 - ġeriat-ı evvel
2 - ġeriat-ı sâniye
ġERÎAT NEDĠR
Kur‟ân-ı Kerîm‟de :
ġERÎAT SOHBETĠ
1 - Enfüste ġerîat
2 - Âfâkta ġerîat
3 - Vahdette ġerîat
4 - Kesrette ġerîattır
ġeriat hukuku:
Allahü teâlâ gizli bir hazine idi, bilinmekliğini murâd etti.
Bu halkı yani sıfatlarını halk etti. Bu âlemde Zât Allah‟tır,
sıfat ise Muhammed‟dir. Muhammed aynasından
tecellîleriyle kendini seyretti. Her bir sıfat kemâlâtıyla
Allah‟ın emanetlerini taşıyamadığı için Rahmâniyyet
sıfatına mazhar olan insana Muhammed diyoruz. Çünkü
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Siz Allah‟ı noksan
sıfatlarda aramayın kemâl sıfatlarda arayınız.”
buyurmuşlardır. İnsan da en üstün olarak yaratılması
nedeniyle Muhammed‟dir. Görmüyor musunuz, insanın
başı „mim‟, omzu „ha‟, bacakları „dal‟ şekliyle zâhirde bile
Muhammed yazısıyla görünmektedir. Onun için bu
insanın sîreti Hakk, sûreti ise Muhammed olmuş
oluyor.”Nefsini bilen Rabbini bilir.” Hadis-i Şerifi
gereğince nefsimiz bizim sekiz sıfat-ı subûtiyemizdir. Bu
sıfatlardan tecellî edenin rûhumuzun aslı olan Rabbimizin
olduğunu anladığımız zaman tek olan rûhun tekvîn
vâsıtasıyla yedi kapıdan kendini şerh ettiğini yani açığa
çıkardığını görürüz. İşte enfüsümüzde şerîat yani açığa
çıkma kendini bilinmekliğini istediği için şerh etmesi,
rûhun nefisten kendini ilân etmesidir. Bizler bir İnsan-ı
Kâmilden bu tahsili yapmadıysak her an kendini ilân
eden tecellîlerden haberdâr olamadığımız için bu
zevklerden mahrumuz demektir. Şerîat herkesin bildiği
gibi namaz kılmak oruç tutmak vb. amellerle ilgili
ibâdetler değildir. Elbette onlar da bu saydığımız dört
tecellînin dışında değildir. Ancak sadece onlarla kayıtlı da
olamaz.
ġeriat hukuku:
İnsan-ı Kâmilin kendini sâliklerinde, sâliklerin de İnsan-ı
Kâmili kendilerinde görmeleridir. Çünkü Zâtiyyûn bir
kâmilin sâliki de Zâtiyyûn sohbet ve irfâniyetle yetiştiği
için Zâtiyyûn kemâlâta sahiptir. Esmâ ve kitabî bilgilerle
yetişmiş olsa idi onlardan başka bir şeye vâkıf olması
görülemezdi. Onun için sâlik “Benden duyan, benden
gören, benden bilen, beni benimle sevk ve idâre eden
Rabbimdir” demesiyle bu şerîatı yaşıyor demektir.
Burada esas olan Kâmilin sûreti değil, onun, Rab
esmâsından açığa çıkan kemâl sıfatlarıdır. Bu sebeple
“terbiye eden, irşâd eden” kişi olarak ona Mürşîd denir.
Vahdette Ģerîat :
Allah Ahadiyetinde gizlilikte idi. Bilinmekliğini murâd etti.
Tecellî etmek için bu âlemi altı günde yarattı. Altı günde
yaratması altı mertebede kendisini açığa çıkarması, o
Makâm ve mertebelerden kendini şerh etmesi
anlamındadır. Yoksa Allah “kün” “ol” demesiyle “Fe
yekûn” “oldum” tecellîsiyle bir anda olmuştur. Fakat bir
sâlikin de altı mertebede tahsil yaparak aslını gördüğü
gibi altı mertebede kudret ve yüceliğin tecellîsini izhar
etti.
Kesrette Ģeriatı:
Allah gizlilikten, kesret âleminde dört yerde başka bir
değişik tecellîsini gösterdi. Yani cemâdâtta cemâdâtı
rûhuyla, nebâtâtta nebâtâtı rûhuyla, hayvânâtta
hayvânâtı rûhuyla, insanlarda insanî rûhuyla zuhûra
geldi. Bu yerlerden de kendini farkıyla şerh etmesine
kesretteki şerîat demiş oluyoruz.
Şu halde şerîatin sadece belirli birtakım amellerle ilgili
ibâdetler olmadığı, Allah‟ın bu saydığımız yer ve
mertebelerdeki tecellîlerinden ibâret olduğu
görülmektedir. Âyet-i kerîmede “Allah melekleri
vasıtasıyla yani kuvveleriyle Muhammed‟e namaz
kılıyor” denilmektedir. Yani Allah, Muhammed
mazharından kemâlâtıyla tecellî ediyor. Ey îmân edenler
sizler de bir Muhammedî olarak Allah‟ı kendi
mazharlarınızdan kemâlâtıyla zuhûra getirmek sûretiyle
O‟na namaz kılınız buyruluyor. Namaz mü‟minin
Mi‟racıdır. Mi‟rac ise Allah‟la konuşmak, Allah‟la bir
olmaktır. Peki Zât olan Allah, sıfat olan Muhammed‟le
nasıl konuşur ve bir olur. Tabii ki Zâtın sıfatından
tecellîsiyle, sıfatların da fiileriyle o sıfatların isti‟dâd ve
ma‟lûmiyetleri nisbetinde zuhûra gelmesi Cenâb-ı Hakk‟la
sıfatların konuşmasıdır. Zira fiiller sıfatların
tahakkümündedir. Sûrette insan olsa bile fiilleri hayvan
fiili ise o sîrette insan olamaz. Onun yaratılma yeri o
fiilerin tecellî vâdisidir. İşte bu dört yerde Allah‟ın
tecellîleri olan şerîatından başka beşinci bir şerîatı yoktur.
Onun için şerîat 6666 âyet-i kerîme olan Kur‟ân‟a,şerîat
de İnsan-ı Kâmil‟e eşittir. Niyazî-i Mısrî Hazretleri de:
ġĠRK NEDĠR
1 - Cehrî Ģirk
2 - Hafî Ģirk
1 - Ġ‟tikadda ġirk
2 - Amelde ġirk
TEMĠZLĠK ÎMÂNDANDIR
TERÂVĠH NAMAZI NE
DEMEKTĠR
TEVHÎD NEDĠR
1 - Fenâfillâh Nitelikleri
2 - Bekâbillâh'ın Onuru
TEVHÎD-Ġ EF‟ÂL :
Fenâfillâh mertebelerinin başlangıcı olup fiil ve işlerin
birliği demektir. Bir sâlikin bu mertebeye gelebilmesi için
her nefeste dâimî zikirle kalbinin mutmain olması,
dolayısıyla da dış temizliği olan zâhir abdesti ve dâim
zikir olan bâtın abdesti alması lâzımdır. Dışını şerîat
ahkâmıyla, içini de bir saat gibi dâimî zikirle kurması
lâzımdır. Fecr Sûresi 27 ve 28. âyetlerindeki “Ey
Rabbine itaat eden huzura ermiĢ rûh, dön
Rabbine, sen O'ndan O senden hoĢnut
olarak!” hitâba mazhar olarak Tevhîd-i Ef‟âl telkîn ve
tâlim edilir. Bu mertebede sâlike dört şühûd gösterilir. 1-
Tevhîd-i Ef‟âl 2- Fenâ-i ef‟âl 3- Tecellî-i Ef‟al 4- Cennet-ül
ef‟âl veya İrfan Cenneti. Râbıtası da “Lâ Fâile
illallah”tır.”Allah‟tan başka fâil -halkedici- yoktur.” Sâlik,
enfüste, âfâkta, sükûn ve hareket halinde bütün fiilleri
birleyerek, bunların hepsini Hakk‟a nisbet eder. Fiiller her
ne kadar iyi ve kötü fiiller diye isimlendirilse de iyilik ve
kötülükler bizler içindir. Yoksa Hakk‟a nisbet edildiğinde
hepsi „hayr‟dır. Ârifler fillerin cümlesini Hakk‟a nisbet
ederler. Yine de „Allah kötü yaptı. ‟ denilmez. Zira kötü
ismini icâd eden nisbettir. Eğer işin kula nisbeti olmamış
olsa, o işin iyiliği ve fenalığı tâyin olunamazdı. Saffat
Sûresi 96. âyetten anlıyoruz ki fiillerin fâili Allah‟tır.
”Allah sizleri ve sizlerin amellerinizi halk eyledi.”
İşte sâlik enfüsünde ve âfâkında bütün fiilleri hissî ve
kalbî olarak Hz. Allah‟a nisbet ederse kalbî müşâhede ile
zevk hâline geçer. Karşılaştığı her olayda fiillerin
meydana gelmesine vesîle olan mazhar veya kullara
nisbet etmeyeceği için şirkten kurtulan o sâlik, Hacivat
ile Karagözün kendilerinin hiçbir güç ve kuvvet sahibi
olmadıklarını, onları kavga ettirenin, onları oynatan
sanatkârın olduğunu bildiği gibi, bilecektir. Her şeyi yerli
yerinde görüp enfüsünde fark (Şerîata uyup uymadığını
tartması), eksikleri varsa peyderpey onları yok etmesi,
nefsini levm etmesi lâzımdır. Âfâkta ise „cem‟de
(Vahdette) mütalaa ederek mutlu ve huzurlu olacaktır.
Bu sâlikler yaşamlarında sâkîn ve şer‟î hükümlere tâbi
olarak yaşarlar. Bütün tecellîlere nazar ederler ve
zuhûrâta tâbi olurlar. Cenâb-ı Hakk‟a boyun eğerek tam
bir teslimiyetle, kalbi ile dâimî zikir, hissi ile de râbıtayı
kullanırlarsa, Efendisinin himmetiyle Tevhîd-i Ef‟âl
zevkine ermiş olurlar.
TEVHÎD-Ġ SIFAT:
Fenâfillâh mertebelerinin ikincisidir. Hayat, ilim, irâde,
kudret, semî, basar ve kelâm sıfatları Hakk‟ın olup, bu
sıfatlar sâlike ayna olmakta ve orada Hz. Mevlâ
müşâhede edilmektedir. Burada sâlik zevken bu sıfatlar
ile mevsûf olanın Hakk teâlâ olduğunu bilecektir. Bunun
için de bu mertebede dört şühûd öğretilir: 1- Tevhîd-i
sıfat 2- Fenâ-i sıfat 3- Tecellî-i sıfat 4- Cennet-ül sıfat.
Râbıta olarak da “Lâ Mevsûfe illâllâh” verilir. Bakara
Sûresi 255.”Allah‟tan baĢka hiçbir tanrı yoktur. O,
dâima yasayan, dâima duran, bütün varlıkları
ayakta tutandır.”, Şura Sûresi 11.” O'nun benzeri
gibi bir Ģey yoktur. O, öyle iĢiten, öyle
görendir” ve Kasas Sûresi 68.”Rabbin, dilediğini
yaratır ve seçer. Seçim hakkı onların değildir.
Allah, onların ortak koĢtuklarından münezzeh ve
yücedir!” ve benzeri âyetlerden bütün subût (sâbit)
sıfatların halîkının Allah olduğunu anlamaktayız.
Sıfatlar gayba aittir, zuhûra gelince şehâdete intikâl
ederek esmâ adını alır. İlim bir sıfattır, zuhûra gelince
âlim adını aldığı gibi bu mertebeyi gören sâliklerde edeb,
ahlâk ve yüceliklerin görülmesi lâzımdır. Zira fiil ve subût
sıfatların nisbîyetlerinden kurtulan bir kulun mâğfirete
ermesi, temizlik, doğruluk ve Resûlullah (S.A.V.)
Efendimizin güzel ahlâkını sergilemesi lâzımdır. Ef‟âl ve
sıfat mertebelerini görenlere Tevhîdde tarîkat ehli de
denilir.
TEVHÎD-Ġ ZÂT:
Tevhîd-i Zât, vücûd birliği demektir. Vücûd Hakk‟ındır.
Ef‟âlin vücûdu yoktur. Sıfattan tecellî ediyordu. Sıfatın da
vücûdu yok, o da vücûddan tecellî ediyor. Allah Vâcib-ül
Vücûd‟dur. İşte sâlike Fenâfillâh mertebelerinin
sonuncusu olan Tevhîd-i Zât Mürşidi tarafından dört
şühûdla tarif edilir. 1- Tevhîd-i Zât 2- Fenâ-i Zât 3-
Tecellî-i Zât 4- Cennet-ül Zât. Râbıtası ise “Lâ Mevcûde
illâllâh”dır.
Bu Makâmda sâlik hissen, aklen ve hayâlen gerek ef‟âl,
gerek sıfat ve gerekse Zât aynalarından Vücûdullaha
bağlanıp cümle eşyânın vücûdu Hakk olduğunu
mülâhaza eder ve zevk alır. Dâimî zevkte kalabilmesi için
râbıtaya sımsıkı sarılır. Halkın fânî Hakk‟ın ise bâki ve
zâhir olması halinde zevkiyâb olur. Bu halle hallenen kişi
ihtiyarî bir ölümle ölmüştür.”Mutu kable ente mutu”
“Ölmezden evvel ölünüz.” Hadis-i Şerifi budur. Kasas
Sûresi 88.”Allah'la birlikte diğer bir tanrıya daha
çağırma; O'ndan baĢka tanrı yoktur. O'nun
Zâtından baĢka her Ģey helâk olacaktır. Hüküm
O'nundur ve nihayet döndürüIüp O'na
götürüleceksiniz.”, Rahmân Sûresi 26 ve
27.”Yeryüzünde bulunan her Ģey fânîdir; Yüce ve
iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” ve Yunus Sûresi
62.”Uyan! Allah dostlarına ne korku vardır, ne de
onlar mahzun olurlar!” âyetlerinde açık olarak bu
mertebenin hâlini görmekteyiz.
Fenâfillâh mertebelerini gören bir sâlik nefsini bildiği için
Rabbini de tanımıştır.”Nefsini bilen Rabbini
bilir” (H.Ş.) Her ne kadar ilimle Fenâfillâh olunmuşsa da
yine de zaman zaman nefsine tâbiliğinden geçemediği
için hem mahcûbiyeti görülür hem de Makâm zevkleri
tecellî ettiğinde ehl-i keşiftirler. Yâni halkla olduklarında
hicâbları, Hakk‟la oldukları zaman keşifleri artar. Ehl-i
velâyettirler.
CEM MAKÂMI :
Bekâ Makâmlarının birincisidir. Fenâfillâh mertebelerini
zevk eden kul, kendisinin zannettiği fiil, sıfat ve Zâtın da
yok olduğunu anlayınca bu mertebe telkîn edilir.
Sâlik bu yerde Hakk‟ı zâhir halkı bâtın müşâhede
edecektir. Bu Makâmda halk ayna olup, oradan Hakk
zâhir olmaktadır. Ve Vahdet şühûdu kişiyi istilâ eder.
Cem Makâmı telkîn edilen sâlik Hakk‟a kuvve olup onun
kuvvesinden Hakk zâhir olurken, kendisi bâtın olur. Aynı
zamanda eşyâ da butûna girer. Bir cismin gölgesinin,
öğle vakti cisimde yok olduğu gibi halk mazharından
Hakk‟ın zâhir olmasıdır. Ef‟âlin, sıfatın, Zâtın birliği
zevkiyle her nereye bakarsa Hakk‟ın cemâl yüzünü
görmesi onun zevki olacaktır. Bakara Sûresi 115.
âyette “Doğu ve batı Allah‟ındır, yüzünüzü her
nereye çevirirseniz Allah‟ın cemâl yüzü
oradadır” buyrulmaktadır. Sâliki ismi ile çağırsalar
ismini bile duyamayışı onun zevki olacaktır. Bu Makâma
Kurb-i Ferâiz, Ulûhiyyet, Rûh Makâmı gibi isimler de
verilmiştir. Bu Makâmda sâlik fazla durdurulmaz. Sâlik
kabızlık ve yalnızlık içindedir. Cem Makâmı Hz. Îsâ
(A.S.)‟nın Makâmıdır.
TEVHÎDE DAVET
SABAH NAMAZI :
ĠKĠNDĠ NAMAZI :
YATSI NAMAZI:
1 - Zâtiyyun Veliler
2 - Sıfatıyyun Veliler
3 - Ef‟âliyyun Velilerdir
RUHUN KABZEDĠLMESĠ
MUSEVĠLĠKTE ĠSEVĠLĠKTE VE
MUHAMMEDĠLĠKTE NAMAZ