You are on page 1of 406

A

A‘lâ Sûresi
Kur’ân-ı Kerîm’in seksen yedinci sûresi.(…)
A‘lâ sûresinin ilk âyetleri, birinci âyetteki tesbih
ve tenzih emrinin gerekçesi gibidir: “O rab ki yara-
tan, düzene koyan, her şeyi inceden inceye takdir
eden, yol gösteren, otlağı meydana çıkaran, son-
ra da onu çerçöp edip sel kusmuğuna çevirendir”
meâlindeki âyetler (2-5), Allah’ın yüceliğini ve
kudretini dile getirir.(…)
Sûrenin, “Biz sana Kur’an’ı öğreteceğiz, sen de
artık hiç unutmayacaksın” meâlindeki altıncı âye-
tinde Hz. Peygamber’in unutmaktan korunmuş
olduğunun bildirilmesi de Allah’ın yüce kudretine
kimler olduğu konusunda müfessirler değişik yo-
rumlarda bulunmuşlardır. Bazı tefsirlerde a‘râfın
sırat üzerinde yüksek bir yer veya cennetle cehen-
nem arasında Uhud dağına benzer bir mevki oldu-
ğu belirtiliyorsa da tercih edilen görüşe göre a‘râf
cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki
surun yüksek kısmının adıdır. A‘râf sûresinde
“hicab” (7/46) diye zikredilen perdenin Hadîd sû-
resinde “sûr” (57/13) olarak adlandırılması da bu
görüşü desteklemektedir.
Ashâbü’l-a‘râftan kimlerin kastedildiği hususun-
da da müfessirler farklı görüş ileri sürmüşlerdir.
Rivayet tefsirlerinde yer alan on iki ayrı görüşe
göre bunları şu dört grup altında toplamak müm-
delil gösterilmekte, Peygamber’in şahsında ger- kündür:
çekleşen bu ilâhî mûcizenin sırrı, Kur’an’ı okuma 1. İyi ve kötü amelleri eşit olan müminler. Bunlar
ve ezberleme kolaylığı tarzında ümmetin hâfızla- başlangıçta cennete veya cehenneme konul-
rında sürekli olarak tecelli etmektedir.(…)(1) mayıp ikisi arasında bir müddet bekleyecek,
(1) DİA; [A‘LÂ SÛRESİ - Emin Işık] c. 02; s. 311 sonra Allah’ın lutfuyla cennete girecek olan
müminlerdir. Tefsir ve kelâm âlimlerinin çoğu
bu görüşü benimsemişlerdir.
A’raf
2. Âhirette müminlerle kâfirleri yüzlerinden tanı-
Cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki yacak olan melekler.
surun yüksek kısmının adı.
3. Cennet ve cehennem ehlini birbirinden ayı-
A‘râf “sur, dağ ve tepenin en yüksek kısmı” mâna- rarak haklarında şahadette bulunacak olan
sındaki urfun çoğuludur. İrfan (bilmek) kökünden peygamberler, şehidler ve âlimler gibi yüksek
türediğini kabul edenler de vardır. şahsiyetler. Bu görüşü benimseyenler arasında
Kur’ân-ı Kerîm’in yedinci sûresinin adı el-A‘râf’tır. Hasan-ı Basrî ve Fahreddin er-Râzî de bulun-
Bu sûrede “el-a‘râf” ve “ashâbü’l-a‘râf” (a‘râfta bu- maktadır.
lunanlar) şeklinde geçen (bk. el-A‘râf 7/46, 48) bu 4. Cennete veya cehenneme girmeyi gerektire-
kelime ile kastedilen yer ve burada bulunacakların cek durumda olmayan belli kişiler. Bunlar da

1
Vadi-i Hamuşan
herhangi bir peygamberin tebliğini duymadan üzere iki sebepten kaynaklanmaktadır. Âhirete
ölenler (fetret ehli), müşriklerin bulûğ çağın- iman konusu, bu sûrede sebep ve sonuçları ile ele
dan önce ölen çocukları veya gayri meşrû evli- alınmakta ve bütün yönleriyle aydınlatılmaktadır.
likten doğan çocuklardan ibarettir. Cennet ile cehennemin yanında bir de a‘râftan söz
Tefsirlerde söz konusu dört görüşün her biriyle il- edilmektedir. Bu bakımdan sûre, yalnızca İslâm
gili çeşitli rivayetler bulunmaktaysa da âyet, hadis dini açısından değil diğer semavî dinler açısından
ve sahâbe sözleriyle teyit edilen birinci görüş daha da âhirete iman konusunu tamamlayıcı ve nihaî
isabetli görünmektedir. Zira “tartılar”ı ağır gelen- hedefine ulaştırıcı bir özellik taşımaktadır.
lerle hafif gelenlerin durumları âyetlerde açıkça Sûre, vahyin önemini ve ona uymanın gereğini
ifade edildiği halde (bk. el-A‘râf 7/8; el-Mü’minûn bildiren âyetlerle başlar. Kendilerine vahiy bilgisi
23/102; el-Kāria 101/6), günahları sevaplarına ulaşmış olanların sorumluluğuna dikkat çekildik-
eşit olanların âkıbeti hakkında herhangi bir açık- ten sonra âhiret gününde amellerin tartılacağı,
lama yapılmamış olması, bunların ashâbü’l-a‘râfı buna bağlı olarak iyilerin kurtulacağı, günahkâr-
teşkil edeceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. ların da yaptıkları kötülük yüzünden ceza göre-
cekleri vurgulanır. Âhiret hayatına inanmayanlar
Âyetlerde belirtildiği üzere (bk. el-A‘râf 7/46-47)
kibirlerinden, ya da günaha düşkünlükleri yüzün-
a‘râfta bulunanların cennete girmeyi şiddetle arzu
den inkâr yoluna saparlar. Nitekim şeytan da kib-
ettikleri halde oraya henüz girmeden cennetlikleri
rinden dolayı Âdem’e secde etmemiştir.
selâmlamaları, gözleri cehennem ehline çevrilin-
ce, “Rabbimiz, bizi bu zalimler zümresiyle beraber Kötü ve çirkin şeyler işleyenler, “Atalarımızdan
bulundurma!” diye dua etmeleri de bu görüşü doğ- böyle gördük, Allah böyle emretmiş” derler (âyet
rular mahiyettedir. (…) Esasen, “Bizi bu zalimler 28). Oysa Allah kullarına kötü ve çirkin bir şey em-
zümresi ile beraber bulundurma!” ifadesi, bu ni- retmez. O doğru ve güzel olanı emreder. Yalnızca
yazı yapanların âkıbeti hakkında henüz hüküm kendisine tapılmasını, verdiği nimetlerden meşrû
verilmemiş olduğunun delili sayılır. Ayrıca Hz. ölçüler içinde faydalanılmasını ister. “De ki: Rab-
bim açık ve gizli kötülükleri, günah işlemeyi, hak-
Peygamber’den rivayet edilen ve günahı ile sevabı
sızlık ve taşkınlığı, kendisine ortak koşmanızı, bir
eşit olanların a‘râfta kalacaklarını bildiren hadis
de Allah hakkında bilgisizce konuşmanızı haram
de ilk görüşün doğruluğunu gösteren delillerden
kılmıştır” (âyet 33). Kibirlerinden dolayı Allah’ın
birini teşkil eder (bk. Müttakī el-Hindî, VII, 213).
âyetlerini inkâr edenlere gökyüzünün kapıları açıl-
Kıyamet sahnelerinden biri olarak Kur’an’da tas- mayacak; deve iğnenin deliğinden geçse de onlar
vir edilen a‘râf olayını, hayırla şer arasında mü- cennete giremeyeceklerdir (âyet 40). Oysa iman
tereddit davranan insanlara, tercihlerini hayır edip iyilik yapanlar göğüslerini daraltan bütün
yönünde kullanmaları için yapılmış ilâhî bir uyarı sıkıntılardan kurtulacak ve sevinç içinde cennete
kabul etmek mümkündür.(…)(1) gireceklerdir. Orada cehennem ehline seslenip,
(1) DİA; [ARÂF - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 259 “Biz rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk,
siz de rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldu-
nuz mu?” diyecekler, onlar da, “Evet, bulduk” diye
A’raf Süresi cevap vereceklerdir (âyet 44). Sonra a‘râftakiler
Kur’ân-ı Kerîm’in yedinci sûresi.(…) cehennemliklere, “Mal ve mülkünüzün, kasılıp ki-
İlk bakışta sûre, vahiy ve nübüvvet meselesiyle birlenmenizin bir fayda vermediğini şimdi gördünüz
ilgili deliller getiriyormuş intibaını vermekte ve değil mi?” diyeceklerdir (âyet 48). Dinlerini oyun
diğer peygamberlerle Hz. Peygamber’in karşılaş- ve eğlence haline getirenleri dünya hayatı alda-
tıkları direnişleri ele almaktadır. Ancak dikkatle tır ve onlar karşılaşacakları büyük günü unuturlar,
incelendiğinde bu direnişlerin özellikle âhirete Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ederler. Kıyamet
iman konusunda yoğunlaştığı görülmektedir. Âhi- gününde de Allah onları unutur (âyet 51).
reti inkâr da biri kibir ve kendini beğenmişlik, Gökleri ve yeri, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı
diğeri keyfî yaşayış ve günaha düşkünlük olmak yaratan, yarattıklarını en yüce bir hükümranlıkla

2
Vadi-i Hamuşan
yöneten Allah’ın buyrukları her yerde geçerlidir.
Yaratmak da buyurmak da O’na aittir. O sizin de
rabbinizdir: Huzurunda saygı, tevazu ve ümitle
munlar gibidirler. Büyüklük taslayarak Allah’ın
âyetlerinden yüz çevirenler, “doğru yolu görseler
de o yoldan gitmezler” (âyet 146).
A
dua ediniz. O, bozguncuları ve azgınları sevmez. Âdemoğulları Allah’a iman etmede, ikrar ve şa-
İyilik yapanlardan da rahmetini esirgemez (âyet hadet zincirinin birer halkası gibi nesiller halinde
55-56). Nûh kavmi azgınlığı ve taşkınlığı, Hûd yaratıldılar. “Bizim iman ve ikrardan haberimiz
kavmi nankörlüğü, Semûd kavmi kendini beğen- yoktu” (âyet 172) demesinler diye ardarda gelen
mişliği yüzünden helâk olup gittiler. Lût kavmi peygamberler tarafından uyarıldılar. Allah’ın âyet-
de hayasızlığa sapmıştı; kadınları bırakıp erkek- lerini hiçe sayanlar, yavaş yavaş ve farkına varma-
lere ilgi duyuyorlardı. Şuayb da kavmini uyarmış, dan helâke doğru sürüklenirler (âyet 182). Tev-
inananlara baskı yapmamalarını söylemişti. Fakat rat’da ve İncil’de adı yazılı olan bu resule, “bu ümmî
sözlerine inanmayı kibirlerine yediremediler. Şu- nebîye uyanlar, ona saygı gösterip yardım edenler,
ayb’ı ve inananları ülkeyi terke zorladılar. Sonuçta onunla birlikte gönderilen nura (Kur’an) uyanlar
kendileri zararlı çıktılar; üzerlerine azap yağdı. kurtulacaklar” (âyet 157). Allah “kitaba sımsıkı sa-
Sûrede geçmiş kavimlerin hayatlarından verilen rılıp namazı hakkıyla kılanlarla iyiliğe koşanların
bu canlı misallerle peygamberlerin iman uğrun- emeğini boşa çıkarmayacaktır” (âyet 170).
daki mücadeleleri gözler önüne serilir, sırası gel- Sûrenin sonlarında puta tapmanın anlamsızlığı ve
dikçe Mekkeli müşrikler uyarılır, müminlere de faydasızlığı bir kere daha ortaya konur. Kıyametin
sabır ve sebat göstermeleri tavsiye edilir. Allah’ın ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimsenin
tedbirinin her tedbirin üstünde olduğu hatırlatı- bilmediğine dikkat çekilir (âyet 187). Bu bilgi Hz.
lır. Bu da Hz. Mûsâ misaliyle açıklanır: Allah onu Peygamber’e dahi verilmemiştir. Peygamber’in gö-
Firavun’dan korumak için Firavun’un sarayında revi gayb âleminin sırlarını açıklamak değil, Allah
büyüttü. Sonra kendisine peygamberlik verdi ve tarafından bildirilenleri tebliğ etmektir. Çünkü o
Firavun’a gönderdi. Gösterdiği mûcizelerle sihir- sadece bir müjdeci ve bir uyarıcıdır (âyet 188).
bazları mağlûp etti. Firavun’un iman etmeyişi,
Gerçek dost, kitap indiren ve vahiy gönderip doğru
gerçeği göremeyişinden değil kibrinden ve salta-
yolu gösteren Allah’tır. O bütün iyilerin dostudur,
nat düşkünlüğündendi. Bununla beraber hemen
velîsidir (âyet 196). Kurtuluş affa sarılmak, iyili-
helâk edilmedi. Onun ve adamlarının gözlerini aç-
ği emretmek ve anlayışsızlardan yüz çevirmekle
mak için başlarına kıtlık, kuraklık ve çekirge âfe-
mümkündür. Şeytanın vesvesesinden Allah’a sığın-
ti geldi. Ancak yine de direniyorlar, ne pahasına
mak gerekir. Müttakiler şeytandan gelen vesveseyi
olursa olsun iman etmeyeceklerini söylüyorlardı.
hissederler. Şeytan kendi dostlarını hep azgınlığa
Sonuçta Firavun boğuldu, Mûsâ zafer kazandı.
sürükler, yakalarını hiç bırakmaz (âyet 201-202).
Mûsâ’nın iman mücadelesi bununla bitmedi. Bu
defa kendi kavminden bir kısım insanlar, tapmak Bu âyetler, sûrenin baş tarafındaki İblîs’in Allah’a
için Mûsâ’dan bir put yapmasını istediler. Mûsâ nasıl karşı geldiğini ve Hz. Âdem’le Havvâ’yı nasıl
bu teklife kızdı ve onları anlayışsızlıkla suçladı. aldattığını anlatan âyetlerle (11-25) bağlantılıdır.
Puta tapmak, gözle görülmeyen Allah’a tapmak- Yine sûrenin başında, “Siz rabbiniz tarafından
tan onlara daha kolay gelmişti. Mûsâ da rabbini indirilene uyunuz!” (âyet 2) âyetindeki emir, sû-
görmeyi dilemiş, fakat bunun mümkün olamaya- renin sonunda, “Ben ancak rabbim tarafından
cağı kendisine gösterilmişti (âyet 143). Mûsâ’nın bana vahyedilen şeye uyarım” (âyet 203) âyetinde
Tûr’a gidişini fırsat bilen bazı şaşkınlar altından cevabını bulmuş olur. Bu da sûrenin başı ile sonu
bir buzağı heykeli yaptılar ve ona tapmaya başla- arasındaki uyum ve bütünlüğü gösterir.
dılar. Tövbe edip dönenler affa uğrayıp kurtuldu- Din konusunda vahye uymanın önemi, Kur’an
lar. Çünkü Allah bağışlamayı sever, rahmeti her okunduğu zaman onu dinlemenin lüzumu, Allah’a
şeyi kuşatmıştır (âyet 152-153). Sahildeki kasaba sunulan duanın üslûp ve âdâbı bu son âyetlerde
halkı da cumartesi (sebt) günü yasağını çiğnedi. açıkça dile getirilir. Sûre, vahye uymanın nihaî he-
Azgınlara nasihat kâretmez. Onlar iğrenç may- definin Allah’ı doğru tanımak ve O’na kulluk et-

3
Vadi-i Hamuşan
mek demek olduğunu ortaya koyan şu âyetle son İnsanın yeryüzünde görünmesinden itibaren he-
bulur: “Rabbin katında değeri olanlar, kibre kapı- men her toplumda hayatın kısalığı, buna karşılık
lıp O’na ibadetten uzak kalmazlar. O’nun şanını yaşama arzusunun çok kuvvetli oluşu, ona daima
ululayıp yalnızca O’na secde ederler.” (…)(1) sonsuz bir hayat fikri ilham etmiştir. Bu eğilimin çe-
(1) DİA; [A‘RÂF SÛRESİ - Emin Işık] c. 03; s. 260
şitli toplumlarda bazı mitolojik mahsuller doğur-
duğu ve insanların ebedî bir hayat aramak için ver-
dikleri mücadeleleri anlatan Gılgamış destanı ve
Âb
İskender efsanesi gibi gerçekten şaheser örnekler
a. Su. verdiği görülmektedir. Bu örneklerde suyun öne-
b. mec. Şarap. mi hemen farkedilir. Çünkü böyle bir ebedî hayat
c. Kanlı göz yaşı.(1) sağlayan suyun (âb-ı hayât) varlığına olan inancın
(1) Çağbayır Yaşar. “Ötüken Türkçe Sözlük (Orhun doğuşunda, gerçek hayattaki suyun bütün canlı-
Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin lar için taşıdığı önemin rolü çok büyüktür. Onun
Söz Varlığı).” Ötüken, İstanbul (2007). hayat verici, diriltici, yapıcı ve canlılık kazandırıcı
özelliği çeşitli inanç sistemlerinde kendini göster-
miş ve ölümsüzlük kazandıran âb-ı hayât efsanesi-
Ab-cin
nin doğmasına uygun zemin hazırlamıştır.
Ölü yıkayıcıların kullandığı kurulama bezi; peşte-
Efsanelerin dışında, âb-ı hayâta Kur’ân-ı Kerîm’de
mal.(1)
Hz. Mûsâ ve Hızır kıssası anlatılırken (bk. el-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kehf 18/60-82), dolaylı olarak temas edilmiştir.
Âyet metinlerinde anlatılanlar özetlenecek olursa
Ab-ı cavid karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: İsrâiloğul-
ları’nın peygamberi Hz. Mûsâ bir gün genç arka-
Sonsuzluk suyu; abı hayat.(1)
daşıyla birlikte, kendisiyle buluşması emredilen
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. şahsiyetle görüşmek üzere yola çıkar. Buluşma
mevkii “iki denizin birleştiği yer” (mecmau’l-bah-
Ab-ı cavidan reyn)dir. Hz. Mûsâ burasını tanıyabilmek için ya-
nına azık olarak aldığı balıktan faydalanacaktır.
Sonsuzluk suyu, abı hayat.(1)
Çünkü balığın canlanıp denize atlaması, buluşma
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yerini belirleyen bir işarettir. Ancak Hz. Mûsâ’nın
genç arkadaşı, deniz sahilinde uğradıkları kaya-
nın yanında balığın canlanarak denize atladığını
Ab-ı cevani
ona haber vermeyi unutmuştur. Yolda yemek için
Gençlik suyu, abı hayat. konakladıklarında ise durumu kendisine anlatır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Bunun üzerine Hz. Mûsâ tekrar o yere döner ve
gerçekten aradığı kişinin orada bulunduğunu gö-
rür. Kendisine Allah tarafından “rahmet” ve “gizli
Ab-ı hayat Tasavvuru
ilim” verilen bu kulun Hızır adını taşıdığı, başta
İçeni ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan efsa- Buhârî ve Müslim olmak üzere, Ebû Dâvûd, Tir-
nevî su. mizî ve el-Müstedrek’te yer alan bazı hadislerde
İslâm-Türk kaynaklarında ve edebî mahsullerinde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Buhârî dışın-
aynü’l-hayât, nehrü’l-hayât, âb-ı câvidânî, âb-ı zin- daki hadis kaynaklarında Hz. Mûsâ ile arkadaşı-
degî, hayat kaynağı, hayat çeşmesi, bengi su, dirilik nın yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın
suyu, bazan da Hızır ve İskender’e atfen âb-ı Hızır nasıl dirildiğine dair herhangi bir açıklama yok-
veya âb-ı İskender vb. çeşitli isimlerle anılan bu tur. Sadece Buhârî’de mevcut değişik bir rivayette
efsanevî su, aslında bütün dünya mitolojilerinde bu sebebin açıklandığı görülmektedir. Bu hadise
mevcut bir kavramdır. göre, “Hızır’la buluşacakları kayanın dibinde bir

4
Vadi-i Hamuşan
kaynak (ayn) vardı ki buna ‘hayat kaynağı’ (ay-
nü’l-hayât, âb-ı hayât) deniyordu. O suyun temas
edip de diriltmediği hiçbir şey yoktu. İşte balığa bu
Kur’ân-ı Kerîm’in metni ile müfessirlerin metin-
lerini birbirinden ayırt etmemişlerdir. Efsane bu
haliyle diğer İslâmî edebiyatlarda olduğu gibi Türk
A
sudan sıçramıştı” (Buhârî, “Tefsir, Sûretü’l-Kehf”, edebiyatında da İskendernâme denilen bir edebî
4). Âb-ı hayât kavramına İslâm ilâhiyatı literatürün- türün oluşmasına yol açmıştır.(…)(1)
de rastlanılan ilk yer burası olmalıdır. Ancak, Buhârî (1) DİA, [ÂB-I HAYÂT-Ahmet Yaşar Ocak] c. 01; s.:
bu hadisi öteki rivayetlerin ardından, isnad zin- 1-3;
cirini vermeksizin ve şüpheli bir rivayet tarzında
zikrederek söz konusu rivayete güvenmediğini or-
taya koymak istemiştir. Bununla birlikte bu hadis Ab-ı hayat
Hızır meselesinde çok önemli yeri olan mitolojik a. Hızır’ın içtiği söylenen ölümsüzlük suyu; ben-
âb-ı hayât kavramının o devir Arap toplumunda gisu.
gayet iyi bilindiğini belgelemiş olmaktadır. b. mec. Yumuşak ve tatlı su.(1)
Balığın canlanması konusunda Kur’ân-ı Kerîm’de (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bilgi olmadığı için Buhârî’deki rivayet önem ka-
zanmış, diğer hadislerde de bu konuda açıklama
bulunmadığından balığın âb-ı hayâttan sıçrayan Ab-ı hayvan
sularla canlandığı yolundaki izah tarzı hemen bü- Ab-ı hayat; bengisu.(1)
tün kaynaklarda birinci derecede itibar görmüş- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tür. Bunun bir sebebi de herhalde halk arasında
âb-ı hayât ile ilgili inançların çok yayılmış bulun-
Ab-ı Hızır
ması olsa gerektir. Nitekim bu kavram Hızır’dan
bahseden bütün klasik kaynaklarda yer bulmuş ve Hızır’ın içtiği söylenen ölümsüzlük suyu; bengi-
pek çok folklor malzemesi ile giderek zenginleşti- su.(1)
rilmiştir.(…) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gılgamış destanındaki “su içinde otun sağladığı
ebedî hayat” kavramı ve bunun Gılgamış tara- Ab-ı Hurşid
fından aranması, İskender efsanesine kaynaklık Hızır’ın içtiği söylenen ölümsüzlük suyu; bengi-
etmiş olabilir. Çünkü m.ö. 3000-2000 yıllarına su.(1)
kadar inen Mezopotamya destanının, İskender
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
efsanesinin teşekkülü sırasında, İskender’in ebedî
hayat veren suyu araması epizodu olarak kullanıl-
ması, coğrafî mevki ve kültürel çevre olarak im- Ab-ı İskender
kânsız değildir. Müsteşriklerin hiçbiri bu noktayı a. İskender suyu.
dikkate almamışlardır. İskender efsanesindeki b. Abı hayat.(1)
aşçının, canlanıp suya atlayan tuzlu balığı ile Hz.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Mûsâ’nın canlanıp denize atlayan balığı arasında
bir benzerlik görülmekteyse de gerçekte Kur’ân-ı
Ab-ı revan
Kerîm ve sahih hadislerin naklettiği olayların bu
efsane ile benzerliği yoktur. Çünkü bu olaylarda a. Akarsu.
ebedî hayat bahşeden âb-ı hayâtı aramaya giden b. mec. Hayat.(1)
birileri söz konusu değildir. Bununla birlikte müs- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
teşriklerin ileri sürdükleri tezler müfessir, mu-
haddis ve tarihçilerin kıssayı açıklarken verdikleri
Ab-ı zindegani
mâlumat için tam anlamıyla geçerlidir. Müsteş-
riklerin gözden kaçırdıkları en önemli nokta Dirilik suyu; bengisu.(1)
budur, yani onlar meselenin tahlilini yaparken (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

5
Vadi-i Hamuşan
Ab-ı zindegi Medine dışında oturanların cuma namazı kılmak
Dirilik suyu; bengisu.(1) için şehre geldikleri zaman üzerlerinde abâ bu-
lunduğu, abânın etrafa yaydığı kötü koku cema-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ati rahatsız ettiğinden Hz. Peygamber’in onlara
yıkanarak gelmelerini tavsiye ettiği bilinmektedir
Aba (Müslim, “Cum‘a”, 6). Huzeyfe, peygamberin, üze-
a. Yünden dokunmuş, çok sağlam, eskiden daha rinde namaz kıldığı bir abâyı kendisine hediye et-
ziyade küçük esnafın ve fakir kimselerin giy- tiğini söyler (Müslim, “Cihâd”, 99).
dikleri potur, hırka, cepken, palto, terlik ve Bununla beraber Hz. Peygamber zamanında abâ-
benzeri şeyler yapılan, çoğunlukla devetüyü nın fakirlik alâmeti olmadığı ve özellikle bir dinî
renginde bir çeşit kaba kumaş, kaba çuha,(1)(2) mâna ifade etmediği muhakkaktır.
(3)(4) kaba yün kumaş.(7)
Zühd hareketi döneminde dünya nimetlerinden
b. Abadan yapılan hırkaları daha çok dervişler giy- yüz çeviren zâhidlerin kılık kıyafete değer verme-
diğinden, tasavvufu konu edinen, dinî- ebedi dikleri bilinmektedir. Veysel Karanî’nin mezbele-
eserlerde aba, dervişliğin sembollerinden biri likten topladığı eski elbiseleri birbirine yamayarak
olarak yer almıştır.(5) Dayanıklılığından dolayı örtünme ihtiyacını karşılaması, zâhid ve sûfîler
dervişlerin devamlı giydikleri bu kumaşın ren- için örnek bir hareket olmuştur. Bu dönemde mu-
gi çok defa beyaz olur. Asıl aba bütün vücudu rakka‘, hırka, sûf, kisâ ve mirt gibi elbise çeşitleri de
örtecek kadar geniş, yakasız ve kolsuz, ayakla- zâhidler tarafından kullanılmakta ve bunlarla abâ
ra dek uzanan önü açık bir giysidir. Kepeneğe arasında fazla bir fark bulunmamaktaydı. Abâ giy-
benzer. Mevlevilerdeki hırka karşılığıdır.(6) menin ilk zâhidler ve sûfîler zamanında yaygınlık
kazandığını, bu kıyafetin bir zühd ve fakr alâmeti
c. mec. Yoksulluk sembolü.
sayıldığını gösteren rivayetler de vardır. (…)
(1) Ayverdi, İlhan, and Ahmet Topaloğlu. “Misalli Bü-
Kuşeyrî’nin abâ yerine sûf kelimesini kullanması,
yük Türkçe Sözlük.” Kubbealtı Neşriyatı, 2005.
abâ ile sûf arasında bir ayırım yapılmadığını gös-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
terir. Bu sebeple abâ daha sonraları “hırka-i sûfiy-
(3) Develioğlu, Ferit, “Osmanlıca Türkçe Ansiklope-
dik Lügat.” Aydın Kitabevi, (2007) ye” ve “cübbe-i peşmîne” şeklinde tarif edilmiştir.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. “Türkçe Sözlük.” Yapı Kredi (…)
Yay., İstanbul (1995). Dervişlerin giydikleri kaba ve değersiz elbiseye
(5) Albayrak, Nurettin, “Ansiklopedik Halk Edebiyatı abâ denildiği gibi, değerli üstlüğe de kabâ (kaftan)
Sözlüğü.” Kapı Yayınları, İstanbul, (2010). denilir.
(6) Pala, İskender. “Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü.”
Ebû Hafs el-Haddâd, üzerinde kabâ bulunan Şah
Akçağ, (1995).
Şücâ‘-ı Kirmânî’yi görünce kendisine büyük saygı
(7) Kanar, Mehmet. Arap Harfli Alfabetik Osmanlı
göstermiş ve “Abâda aradığımı kabâda buldum”
Türkçesi Sözlüğü, Say Yay. İstanbul (2010).
demişti. Bu sözüyle o, iyi bir sûfî olmak için mut-
laka eski püskü abâ giymenin şart olmadığını, Al-
Aba Telakkisi
lah’ın velî kullarının kıymetli ve pahalı elbiseler
Müslüman kavimlerin çoğu tarafından giyilen de giyebileceklerini ifade etmek istemişti. Hz. Ali
önü açık bir üstlük ve bu üstlüğün yapıldığı kaba de değerli elbise giymekten vazgeçip abâ giymeye
kumaş. başlayan Âsım b. Ziyâd’a, “Allah sana dünya ni-
Abâe (‫ )العبائة‬veya abâye (‫ )العباية‬kelimesinin çoğul metlerini helâl kıldığı halde onlardan faydalanma-
şekli olan ve genellikle tekil mânasında kullanılan na rıza göstermeyeceğini mi sanıyorsun? Verdiği
abâ, hadislerde “yoksulların giydiği kaba bir elbise” nimetleri sayıp dökmektense onlardan faydalan-
olarak tarif edilmektedir. Hz. Peygamber’i ziyarete maya bak!” demiştir.
gelen Mudar’dan bir cemaatin üzerlerinde abâdan Son devirlere kadar abâ giymeye devam eden mu-
başka bir şeyleri olmadığı (Müslim, “Zekât”, 69), tasavvıflar, bu suretle abâyı bir zühd ve fakr sem-

6
Vadi-i Hamuşan
bolü olarak gören tasavvufî geleneğe sadakatlerini
göstermek istemişlerdir. Başlangıçtan beri velîle-
rin ve ermişlerin (etkıyâ, ahfiyâ) böyle gösterişsiz
Abak(ı)
Put, suret, heykel, totem
A
a. Eski Türklerde, ölmüş ataların, yani “aba” ların
elbiseler içinde kendilerini halktan gizlediklerine
tapılan suret ve heykelleri. Bir totem niteliğin-
inanılmıştır.
de olan bu abaklar, çokluk bir direğin başına,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî abâ giyenleri “çul için- evlerin ve çadırların önüne dikilirdi.(1)(2)
deki sultanlar” olarak nitelemektedir. Fakat halkın b. Türk Halk kültüründe bostanlara dikilen kor-
itimat ve teveccühünü kazanmaktan âciz kalan kuluklara da Abakı adı verilir. Korkutucu ol-
bazı riyakârlar, abâ giyerek maksatlarına kolayca ması itibariyle bu sözcükle doğrudan bağlantı-
ulaşmaya çalıştıkları için, abâ giymek aynı zaman- lıdır. Daha önceki dönemlerde kötü ruhlardan
da kurnazlığın ve çıkarcılığın bir alâmeti sayılmış- korunmak için evlere ve bahçelere dikilen hey-
tır. Nitekim, “Abâ içinde nice zındık, kabâ içinde kellerin, ongunların, totemlerin veya simgesel
nice sıddîk vardır” sözü buradan gelmektedir. direklerin dönüşmesiyle ortaya çıkmışlardır.(3)
Bu mesele üzerinde önemle duran İbn Teymiy- c. İlkel kavimlerde kötü ruhlardan korunmak için
ye’ye göre gerçekte velî olan, kılık kıyafetiyle ken- evlerin önüne dikilen heykeller.(4)
disini halktan ayırmak istemez, zaten yapılması (1) Hasol, Doğan. “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü.”
mubah olan bir konuda halktan farklı bir tavır YEM Yayınları İstanbul, (2002).
takınmanın anlamı da yoktur. Çünkü abâ, hırka (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ve taç gibi şeyler tasavvufun özüyle ilgisi olmayan (3) Karakurt, Deniz. “Türk Söylence Sözlüğü.” www.
şekilcilikten başka bir şey değildir. academia.edu/8541207/Türk_Söylence_Sözlüğü
Çeşitli İslâm ülkelerinde giyilen abâlar birbirin- (4) Turani, Adnan. “Sanat Terimleri Sözlüğü.” Remzi
Kitabevi, 5. Bsm., (İstanbul 1993).
den farklıdır. (…)
(1) DİA; [ABÂ - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 4-5
Abalı Baba (Abalar Baba) Türbesi-
Bulgaristan
Abacı Dede Türbesi-İstanbul-Üsküdar (1) Engin, Refik. “Balkanlardaki Yatır, Türbe, Tekke
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. “İstanbul Türbeleri ve Zaviyelerimiz.” Akademik Kitaplar, İstanbul
Rehberi” Kutup Yıldızı Yayınları, İstanbul (2005). (2014). s. 290
s. 141;

(2) Haskan, Mehmet Nermi2. “Yüzyıllar Boyunca Abalı Baba Türbesi-Ankara


Üsküdar.” C. 1- 3. Üsküdar Belediyesi, İstanbul. (1) Erdoğan, Abdülkerim.7, Gökçe Günel, Ali Kılıcı,
(2001). s. 523 “Adım Adım Ankara.” Ankara Büyükşehir Bele-
diyesi, Ankara B. B. Yay. Ankara Tarih ve Kültür
Dizisi: 7, Ankara, s. 471;
Abaddan
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5, Gökçe Günel, Ali Kılıcı.
Melek, cehennem, aşağı dünya. Hristiyan inan- “Manevi Mimarlarıyla Ankara.” Ankara B. B. Yay.
cında şeytanı bin yıl için bağlayan melek ya da Ankara Tarih ve Kültür Dizisi: 5, (2008). s. 68
yıldızdır.(1)
(1) Davidson, Gustav. “Melekler Sözlüğü - Gözden Abamu
Düşmüş Melekler Dahil” Sel Yayıncılık, (2010). Daimi, ebedi, ölmez, mengü, bengü, sonsuz.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Abade
İbadet edenler, kullar;(1) tapanlar.(2) Abamulug

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Daimi olan, ebedi, bengü, ölmez.(1)


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

7
Vadi-i Hamuşan
Abapuş-i Veli Türbesi-Afyonkarahisar Abbas Ali Türbesi-Arnavutluk
(1) Kollektif1, “Evliyalar Ansiklopedisi.” Türkiye Ga- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 100
zetesi Yayınları 12 Cilt, (1993). Cilt 1, s. 30

Abbas Mehdi Türbesi-Erzurum


Abathur Muzania
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 40
Mandeizm kozmolojisinde Utra ya da kutup yıldı-
zı meleğidir. İnsan ruhunun ölümden sonra tartıl-
dığı teraziyi yönetir.(1) Abbas Şeyh Türbesi-Erzurum
(1) Davidson, Gustav. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. “Türbeler Sözlüğü” Milenyum
Yayınları. s. 9
Abaya bürünmek.
mec. Ölmek.(1) Abbaton
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Hristiyan inancında, Süleyman’ın cinlere egemen
olmak amacıyla dualarında adı geçen Tanrı’nın
Abbasağa Mezarlığı ya da bir kutsal meleğin adı. Bu sözcüğün anlamı
Beşiktaş sırtlarında olan Abbasağa Mezarlığı, “ölüm”dür. Ve aynı zamanda da cehennemde “ko-
adını civarındaki Abbas Ağa Camii’nden almıştı. ruyucu” varlıktır.
Darüssaade Ağası Abbas Ağa 1668-1671 yılla- (1) Davidson, Gustav. a.g.e.
rı arasında bu makamda bulunarak, İstanbul’da
biri Laleli’de Kızlarağası Hamamı olmak üzere üç
Abdal
hamam ile pek çok çeşme yaptırmış, bu arada da
Beşiktaş’taki camii inşa ve vakfetmiştir. Mezarlık a. Nefsini terbiye etmek üzere dünya işlerinden
bu cami çevresinde kurulup, gelişmiş ve oldukça uzaklaşarak Allah’a ibadet ve zikre yönelmiş
geniş bir sahaya yayılmıştı. kimse; abid; zahid; veli; sofu; derviş.(1)
Yeri, İstanbul Şehremaneti’nce Necip Bey tarafın- b. Hiçbir şeyi kafaya takmayan, kalender yaşayışlı,
dan 1340’ta yayımlanan şehir planlarının Beyoğ- gezgin dervişler. Kalenderiye grubunun “serse-
lu bölümünde görülebilir. Servi ağaçları ile kaplı ri” dervişleri.(1)
olan bu mezarlıkta 17. yy’dan itibaren buraya c. Tasavufta fenâ, münâ, mübtegâ, müntehâ ma-
gömülmüş, birçok tarihi kişinin kabir taşları bu- kamları, velilerin varacakları son duraktır. Bu
lunuyordu. makam istikamet makamıdır. Geçmişteki ev-
1939da bu mezarlığın bütün ağaçları kesilmiş, liya, iradelerini Hakk’ın iradesine teslim edip
mezar taşları da sökülerek, kırılmış ve yok edil- vefatlarına kadar onun iradesine göre hareket
miştir. Hiçbir izi kalmayan Abbasağa Mezarlığı etmeyi arzulayarak bu makama varmak istemiş-
arsası da park olarak düzenlenmiştir. lerdi. İşte bunun için onlara abdal denmiştir.(2)
1941’de açılan park doğu yönünde Akdoğan So- d. Velilikle ilgili manevi derecelerden birine eriş-
kağı, batıda Maşuklar Sokağı arasındadır; toplam miş, Müslümanların dirlik ve düzenliği yolun-
alanı 12 bin m2’dir. Mezarlık kaldırılırken kesilen da büyük emek harcayan, güzel, iyi ve hayırlı
servilerin yerine çam, mazı, taflan, atkestanesi işlerde bereketli gayret gösteren tarikat eren-
ağaçları dikilmiştir. lerine verilen ad.(3)
Bugün parkta çınar, akasya, sedir, atkestanesi,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mazı ve defne türleri bulunmaktadır. Parkta bir
(2) Erginli, Zafer, “Metinlerle Tasavvuf Terimleri Söz-
basketbol sahası, çocuk oyun alanı, tarihi bir çeş-
lüğü” Kalem Yayınevi, (2006).
me ve seyir terasları vardır.(1)
(3) Akay, Hasan. “İslamî Terimler Sözlüğü-İTS”, İşaret
(1) Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt. 1, s. 10 Yayınları, İstanbul 1995.

8
Vadi-i Hamuşan
Abdal-Ricalu’l-Gayb
Dünya ilgilerinden kurtularak kendisini Allah
Hilye’sinde ise sadece hadis olduğu iddia edilen
bazı ibareler nakledilmiştir.
A
yoluna adayan ve ricâlü’l-gayb diye adlandırılan Ancak abdal telakkisi, çeşitli müelliflerce az çok
evliya zümresi içinde yer alan sûfî veya erenler farklı şekillerde açıklanmış da olsa, bütün ta-
hakkında kullanılır. savvuf zümreleri arasında benimsenmiş ve aynı
Abdal kelimesi Arapça’da, ikisi de “karşılık, biri- şekilde değer kazanan ricâlü’l-gayb telakkisiyle
nin yerine geçen” mânalarına gelen bedel ve bedîl bütünleştirilmiştir. Buna göre Allah, dünyanın cis-
kelimelerinin çoğulu olmakla birlikte, zamanla manî düzenini sağlamaları için bazı insanların çeşitli
Farsça ve Türkçe’de tekil mânasında kullanılmış görevler üstlenmesini takdir ettiği gibi, âlemdeki mâ-
ve Farsça’da “abdâlân”, Türkçe’de “abdallar” şek- nevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini,
linde çoğul yapılmış; ayrıca tasavvuf terminoloji- kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını
sinde abdalla birlikte, aynı mânada olmak üzere görevlendirmiştir. Herkes tarafından kolayca ta-
budelâ kelimesi de kullanılmıştır. nınmadıkları veya gizli olan hakikatlere, sırlara
vâkıf oldukları için ricâlü’l-gayb adı verilen bu seç-
Bu kelimelerden hiçbiri, sonradan tasavvufun
kin kişilerin arasında bir hiyerarşi vardır. Ancak
abdal geleneğinde ihtiva ettiği mâna ile Kur’ân-ı
her mertebedeki ricâlü’l-gaybın adları, hiyerar-
Kerîm’de yer almamıştır.
şideki yerleri çeşitli kaynaklarda farklı şekillerde
Ancak, hadis diye rivayet edilen ve aşağıda doğ- gösterilmiştir.
ruluğu üzerinde durulacak olan bazı sözlerde hem
Meselâ Hatîb’in Târîhu Bagdâd’ında (III, 75-76)
abdal ve budelâ kelimeleri geçmekte, hem de bun-
Kettânî’ye atfedilen en eski rivayetlerden birinde
ların nitelikleri, sayıları ve yaşadıkları yerlerden
ricâlü’l-gayb, aşağıdan yukarıya nukabâ, nücebâ,
söz edilmektedir.
abdal, ahyâr, umed (veya umud) ve gavs şeklinde
Abdal kavramının hicrî üçüncü yüzyıldan itibaren
gösterilirken İbnü’l-Arabî bunları nücebâ, nuka-
kazanmış olduğu muhteva göz önüne alınarak bu
bâ, abdal, evtâd, imâmeyn ve kutb şeklinde sıra-
kavrama, “birbirinin yerine geçenler, diledikleri za-
lamış, Âmülî ise bu hiyerarşinin alt tarafına bir de
man yerlerine aynı şekil ve görünümde başkasını (be-
ümenâ eklemiştir.(…)
del) bırakarak istedikleri yere gidenler, Peygamber’e
veya kutba vekil (bedel) olanlar” gibi bazı zorlama Esasen ilk dönemlerden beri, gizli güçlere sahip ve
mânalar yüklenmişse de Arapça’daki bedel ve be- sırlara vâkıf olduklarına inanılan abdalların Hızır,
dîl kelimelerinde, tasavvuf kaynaklarının abdalın İlyas, Mehdî gibi gizli şahsiyetlerle ilgili bulunduk-
başta gelen nitelikleri olarak gösterdikleri “ubû- ları öne sürülmüş, melâmet ehlinin gizli velîler
diyet, zühd, riyâzet, inziva, kalb temizliği, velîlik” (ahfiyâ) inancı abdalları daha da esrarengiz hale
gibi mânalardan hiçbiri yoktur. getirmiş, hatta bizzat abdalların dahi birbirlerini
tanımadıkları veya ancak üst tabakada olanların
Abdal telakkisi, ilk defa ortaya çıktığı sıralarda,
alttakileri tanıyabildikleri söylenmiştir.
âbid ve zâhidlerle birlikte muhaddis ve fakihler
için de kullanılmaktaydı. Nitekim itimada en ya- Hadis olduğu öne sürülen rivayetlerde abdalların
kın bilinen abdal hadislerini nakleden Ahmed b. sayıları hakkında 7, 30, 40, 60, 70, 80 gibi farklı
Hanbel, yeryüzünde muhaddislerden başka abdal rakamlar verilmekte, bu farklılığa sonraki müellif-
tanımadığını söylemiştir (bk. İbnü’l-Cevzî, Telbî- lerde de rastlanmaktadır. Bu hususta öteden beri
sü İblîs, s. 329). İmam Şâfiî ve İmam Buhârî’nin benimsenen ve halen de yaygın bulunan en eski
de abdal sözünü, beğendikleri kişiler için bir tak- telakki, abdalların sayısını kırk olarak gösterir.
dir ifadesi olarak kullandıkları rivayet edilir. Ab- Süyûtî, ricâlü’l-gaybdan olan abdal, nücebâ, evtâd
dullah b. Mübârek, Hâris el-Muhâsibî, Ebû Tâlib ve kutb hakkındaki hadislerin doğruluğunu sa-
el-Mekkî, Serrâc, Kelâbâzî, Sülemî, Kuşeyrî, Gaz- vunduğu el-Haberü’d-dâl adlı eserinde kırk abdal
zâlî, Hücvîrî gibi tasavvufun ilk ve en büyük mü- görüşünü benimsemiştir. Pek yaygın olmayan bir
elliflerinin eserlerinde abdal konusu ya hiç yer al- görüşe göre bu kırk abdalın yirmi ikisi erkek, on
mamış veya pek az ilgi görmüştür. Ebû Nuaym’ın sekizi kadındır. Yine fazla önemsenmemiş bir ri-

9
Vadi-i Hamuşan
vayette kırkı erkek, kırkı kadın olmak üzere sek- yaret Yerleri Ve Bunların Etrafında Oluşan Dini
sen abdaldan söz edilir. İnançlar.” Yük. Lis. Tz. Uludağ Ün. Sos. Bilm.
Enst. Bursa (2006). s. 8
İbnü’l-Arabî, Seyyid Şerîf gibi bazı müellifler de
yedi abdal görüşünü benimsemişlerdir. Bâyezîd-i
Bistâmî, “Sen yedi abdaldan birisin” diyenlere, Abdal Murad Türbesi-Bursa
“Hayır, yedisi de benim” demiştir (bk. İbnü’l-Cev- (1) DİA, Cilt. 1 s. 63,
zî, Telbîsü İblîs, s. 345).(…) (2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 38,
(3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183,
Abdal hadislerinin sıhhat derecesine kavuşmamış
(4) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 9,
olması, bu telakkinin kaynağının Ehl-i sünnet
(5) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 209
dışında aranmasına yol açmıştır. Nitekim Pey-
gamber ve ashaptan gavs, kutb, evtâd, nücebâ vb.
ricâlü’l-gayba ilişkin hiçbir söz nakledilmediğini, Abdal Musa Türbesi-Antalya
seleften bazılarının Hz. Peygamber’den rivayet (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9 .
ettikleri abdala dair sözün ise zayıf bir hadis ol- (2) DİA, Cilt 1 s. 64,
duğunu belirten İbn Teymiyye, ricâlü’l-gayb oldu- (3) Tatlı, Ercan. “Karaca Ahmet Sultan Ve Karaca
ğu söylenen bazı insanlara -onları Allah’a ortak Ahmet Dergahı” Yük. Lis. Tz. Marmara Ün. Sos.
gösterir gibi- olağan üstü yetkiler ve güçler nisbet Bilm. Akademisi, İst (2008). s. 12
etmenin İslâm akîdesiyle bağdaştırılamayacağını,
bu tür bir anlayışın daha çok hıristiyanların ve Abdal Musa Türbesi-Bursa
aşırı Şiî fırkaların akîdelerini yansıttığını belirt-
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 39
mektedir (bk. Minhâcü’s-sünne, I, 21-22; Mec-
mûu’l-fetâvâ, XI, 437-443).(…)(1)
Abdal Paşa Türbesi-Kastamonu
(1) DİA; [ABDAL - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 59-61;
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 282

Abdal Baba Türbesi-Sivas-Şarkışla


Abdal Yakup Dede Türbesi-İstanbul
(1) Gökbel, Ahmet. Şarkışla Yöresinde Ziyaret Yerleri
İle İlgili İnanç Ve Uygulamalar (1) DİA, Cilt. 1 s. 66,
(2) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e. s. 19

Abdal Cüneyt Zaviyesi ve Türbesi-Yunanistan


Abdi Baba Türbesi-Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 568

Abdal Hasan Türbesi-Kastamonu


Abdi Paşa Türbesi-Sırbistan
(1) Tanyu, Hikmet. “Türkiye’de Adak Ve Adak Yerleri.”
Elips Kitap Ankara (2007). s. 282 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 695

Abdal Mehmet Türbesi-Bursa Abdiyyet


(1) DİA, Cilt. 1 s. 63, a. Allah’a onun emirlerini yerine getirip yasakladı-
(2) Daş, Ertan. “Erken Dönem Osmanlı Türbeleri ğı şeylerden kaçınarak, kulluk etmek.(1)(3)
(1300-1500)” Ege Üniversitesi Sosyal Bilim- b. Kulluk makamı.
ler Enstitüsü Türk İslam Sanatı Anabilim Dalı,
(2003). s. 75,
c. Evliyalığın en yüksek makamı, derecesi.(2)
(3) Kepecioğlu, Kamil. “Bursa Kütüğü” Cilt 1-4, Bursa (1) Akay, Hasan. a.g.e.
B. B. (2009) Cilt 1, s. 38, (2) Asil, Yasin Şeref. “Dini Terimler Sözlüğü.” Alter
(4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179, Yayıncılık. 2011-04
(5) Alkaya, Hasan Basri. “Bursa Ve Çevresindeki Zi- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

10
Vadi-i Hamuşan
Abdulcabbar Türbesi-Elazığ
(1) Oymak, İskender1 “Elazığ Merkez ve Çevresinde
Abdullah Et-Tercüman Türbesi-Tunus
(1) DİA, Cilt. 40, s. 494.
A
Ziyaret Yerleri İle İlgili İnanç ve Uygulamalar.”
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 14/2
Abdullah Ferdi Efendi Türbesi-İstanbul
(2009): 29-61. s. 55.
(1) Adresler. a.g.e.
Abdulcebbar Dede Türbesi-Çorum
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 268 Abdullah Halife Türbesi-Giresun
(1) Kahraman, İsmail. “Fındığın Başkenti Kirazın
Abdulfettah Akri Türbesi-İstanbul Anavatanı Giresun.” Ankara, T.C. Kültür Bakan-
lığı Yayıncılık, 2013 s. 24
(1) “İstanbul’da Bulunan Türbeler Ve Adresleri.” www.
kulturvarliklari.gov.tr/TR,44099/istanbul-turbe-
ler-muze-mudurlugu.html Abdullah İbn Büreyda Türbesi-
Türkmenistan
Abdullah Ayderusi Türbesi-Yemen (1) Çeşmeli, İbrahim. “Orta Asya Camilerinde Tipolo-
ji ( 7-13. Yüzyıllar).” Dok. Tz. Yıldız Tek. Ün. Fen
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 54
Bilimleri Enst. İst.(2005). s. 308

Abdullah B. Büreyde Türbesi-Türkmenistan


Abdullah Paşa Aile Sofası-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 29, s. 225
(1) Haskan, Mehmet Nermi1. “Eyüp Sultan Tarihi.”
Cilt 1-2., Eyüp Belediyesi Yayınları.(2008). Cilt 2,
Abdullah Baba Türbesi-Arnavutluk s. 403

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 100


Abdullah Paşa Türbesi-Amasya
Abdullah Baba Türbesi-Yunanistan-Kavala
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 999.

Abdullah Paşa Türbesi-Bosna


Abdullah Bin Amr Bin As R. A. Türbesi-Mısır
(1) Kılıcı, Ali, “Anadolu Türk Mimarisinde Erken De-
(1) Kollektif3 “İslam Alimleri Ansiklopedisi” Türkiye
vir (Xıv-Xv) Y. Y Baldaken Türbeler.” Vakıflar Gen.
Gazetesi, Cilt 1 s. 228
Md. Yay. 2007 s. 138,

(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 122


Abdullah Bin Revaha Türbesi-Ürdün
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 1 s. 206
Abdullah ve Celal Paşalar Türbesi-Bosna
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 123
Abdullah Dehlevi Türbesi-Hindistan
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 56
Abdullah-ı Ensari Türbesi-Afganistan
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 87
Abdullah Desuki Türbesi-Mısır
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 78
Abdullah-ı Şemdini Türbesi-Şemdinli
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 165
Abdullah el-Ensari (R. A. ) Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.,
Abdullah-ı Yemeni Türbesi-Yemen
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. “İstanbul’u Aydınlatan
Nurlu Kandiller” İstanbul (2010)., s. 155 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 183

11
Vadi-i Hamuşan
Abdullah-il-Hudri Hz. Türbesi-İstanbul Abdurrahman Dede Türbesi-Urfa
(1) Adresler. a.g.e., (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 317
(2) Kollektif2. “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedi-
si.” (1-8 Cilt) Tarih Vakfı Yay.(1993). Cilt 1, s. 17,
Abdurrahman Efendi Türbesi-Malatya
(3) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e. s. 135
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 201

Abdulvahap Gazi Türbesi-Malatya


Abdurrahman Erzincani Türbesi-Adıyaman
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9
Abdulvahap Gazi Türbesi-Muş-Çatbaşı Köyü-
(1) Demir, Mehmet Latif. “Ortaçağ’dan Günümüze Abdurrahman Erzincani Türbesi-Malatya
Eğil Ve Hani’deki Mimari Eserler.” Yük. Lis. Tz. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9
Yüzüncü Yıl Ün. Sos. Bil. Enst. Van (2007). s. 130-

Abdulvehhab Gazi Türbesi-Sivas Abdurrahman Gazi Baba Türbesi-Van

(1) Yasak, İbrahim, Sivas Yatırları Ve Abdulvehhap (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 198,
Gazi Hazretleri, s. 32, (2) Van Valiliği, “Van Kümbetler Ve Türbeler” http://
(2) Kaya, Aslı. “Sivas İl Merkezinde Türk Devri Türbe www.vanwebtasarim.com/van-mimarisi.html
Mimarisi.” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, An-
Abdurrahman Gazi Türbesi-Eskişehir
kara (2007). s. 22,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 309 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 10
Abdurrahman Gazi Türbesi-Erzurum
Abdurrahim Efendi Türbesi-Bursa (1) Köse, Ali, and Ali Ayten. “Türbeler: Popüler Din-
darlığın Durakları.” Vol. 16. Timaş, (2010). s. 135,
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 204,
(3) Taşyürek, Muzaffer. “Erzurum Türbeleri Ve Ziya-
Abdurrahim Tirsî Türbesi-Bursa ret Yerleri.” Palandöken Belediyesi, (2010). s. 17,
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 47 (4) İçli, Rukiye. “Sosyolojik Açıdan Ziyaret Fenome-
ni–Erzurum Abdurrahman Gazi Türbesi Örneği.”
Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi (2007).
Abdurrahman Ağa Türbesi-İstanbul-Eyüp s. 16
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 9,
(2) Pur, Doğan. “İstanbul’un Manevi Mekanları, Tür-
beler.” s. 19
Abdurrahman Gazi Türbesi-Bitlis
(1) Bitlis Valiliği, “Bitlis.”, s. 31
Abdurrahman Arvasi Türbesi-Van
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 191 Abdurrahman Gazi Türbesi-
İstanbul-Samandra
Abdurrahman Baba Türbesi-Amasya (1) Kolay, Arif. “Sancaktepe Tarihi.” Sancaktepe Bele-
diye Yay. s. 133
(1) Durma, Abdülhalim. “Amasya Türbeleri.” https://
archive.org/details/AmasyaTrbeleri s. 2
Abdurrahman Gazi Türbesi-
Abdurrahman Çelebi Türbesi-İstanbul-Çapa İstanbul-Samandra
(1) Kollektif2. a.g.e. Cilt 1, s. 18- (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. s. 524

12
Vadi-i Hamuşan
Abdurrahman Karabaş Velî Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
Abdülahat Nuri Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 10,
A
(2) Kollektif2. a.g.e. Cilt 1, s. 21
Abdurrahman Musluhi Türbesi-Amasya
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e., s. 2 Abdülaziz Bin Zürare Türbesi-İstanbul
(1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e. s. 165
Abdurrahman Nazıf Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e., Abdülazizağa Ailesi Türbesi-Muğla
(2) Kollektif2. a.g.e. Cilt 7, s. 482 (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112

Abdurrahman Paşa Türbesi-istanbul Abdülazizağa Türbesi-Muğla


(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 7, (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112
(2) “Doğal Ve Kültürel Varlıkları Koruma Envanteri”
No: 2,
(1) Kollektif2. a.g.e. Cilt 1, s. 19
Abdülcebbar Türbesi-Kastamonu
(1) “Kastamonu Vilayetimizin Camileri, Külliyeleri,
Türbeleri.” (Kültür Ve Turizm Komisyonu Rapo-
Abdurrahman Paşa Türbesi-Hatay
ru). s. 2
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113

Abdülehad Nuri Türbesi-İstanbul


Abdurrahman Paşa ve Refiki Türbesi-
İstanbul (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 273

(1) Adresler. a.g.e.


Abdülfettah Dede Türbesi-Bosna

Abdurrahman Sırrı Türbesi-Bosna (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 123

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 150


Abdülfettah Paşa Türbesi-Erzurum

Abdurrahman Şami Hz. Türbesi-İstanbul (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 10

(1) Adresler. a.g.e.,


Abdülfettah-ı Veli Türbesi-Kastamonu
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e. s. 169
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 301,
(2) Kastamonu Belediyesi, “Kastamonu Gezi Rehbe-
Abdurrahman Tafsunci Türbesi-Afyon
ri.” Kastamonu Belediyesi Yay. s. 14
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 229

Abdülgani Efendi Türbesi-İstanbul


Abdurrahman-ı Harputi Türbesi-İstanbul
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 406
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 206

Abdülhak-ı Dehlevi Türbesi-Hindistan


Abdurrahmani Kureyşi Türbesi-Bitlis
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 303
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 10

Abdülhakim Erol Türbesi-Adıyaman


Abdurrauf Samedani Hz. Türbesi-İstanbul
(1) Sucu, Mustafa. “Kültürel Ve Turistik Değerleriyle
(1) Adresler. a.g.e. Adı-yaman” Adıyaman Beled.(2008). s. 70

13
Vadi-i Hamuşan
Abdülhalil Paşa Türbesi-İstanbul Abdülkerim Efendi Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65 (1) Adresler. a.g.e.

Abdülhamid Bey Türbesi-Edirne Abdülkerim Efendi Türbesi-Ankara


(1) Özkan, Selma. “Edirne Türbeleri” (yüksek lisans (1). a.g.e.S. 218
tezi), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
sü.(1995). s. 127
Abdüllatif Kutsi Türbesi-Bursa

Abdülhani Efendi Türbesi-İstanbul (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 10,


(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 433,
(1) Adresler. a.g.e.
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 92,
(4) Taş, Nazlı Pınar, ”Yıldırımda Anıtsal Yapılar.” Yıl-
Abdülhay Celveti Türbesi-İstanbul dırım Belediyesi (2009). s. 35,
(5) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 61,
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 362
(6) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179

Abdülkadir Dede Türbesi-İstanbul


Abdülmecid Sivasi Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 11,
(2) Kollektif2. a.g.e. Cilt 1, s. 52
Abdülkadir Efendi Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e., Abdülmecid Türbesi-İstanbul
(2) Gider, Şenay. “Halk Dindarlığının Bir Göstergesi
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 53
Olarak Adak Ve Ziyaret Fenomeni-İstanbul Örne-
ği.” Yük. Lis. Tz. Erciyes Ün. Sos. Bil. Enst. Kayseri
(2009). s. 48 Abdülmümin Baba Türbesi-Bulgaristan-Filibe
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 422
Abdülkadir Geylani Türbesi-Irak
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 1, s. 382 Abdülmümin Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 424-
Abdülkadir Türbesi-Isparta
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 239
Abdülrahim Karahisari Türbesi-
Afyonkarahisar
Abdülkadir Yâfiî Türbesi-Yafa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 11
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 17 s. 278

Abdülvedüd (Yavedüd) Sultan Türbesi-


Abdülkadir-i Geylani Türbesi-Bağdat İstanbul
(1) DİA, Cilt. 1 s. 234 (1) Adresler. a.g.e.,
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e. s. 281
Abdülkerim Beg Bin Mustafa Paşa
Türbesi-Şırnak Abdülvehhab Gazi Türbesi-Sivas
(1) Top, Mehmet. “Şırnak Kültür Envanteri.” Şırnak (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 22,
Valiliği, 2010. Ankara s. 50-65 (2) DİA, Cilt. 37, s. 283

14
Vadi-i Hamuşan
Abdülvehhab Gazi Türbesi-Elazığ-Kale köyü
(1) Tokat Ehli Beyt Dergahı, “Anadolu Alevi Bektaşi
Hz. Hatice’nin dayısının oğlu olan İbn Ümmü
Mektûm, Bilâl’le birlikte Resûlullah’a müezzinlik
yapmıştır. Peygamber hemen her gazâya çıktığın-
A
Dergahları” (Teb-Der) s. 26,
(2) Kıyak, Abdülkadir. “Halk Dindarlığı Bağlamında da Medine’de kalanlara namaz kıldırmakla onu
Kutsal Mekan Anlayışı -Baskil Örneği” Gümüş- görevlendirmiştir.
hane Ün. İlahiyat Fak. Der. Cilt 1 Sayı 2, (2012).
Abese sûresinden önceki Nâziât sûresi Hz. Pey-
s. 168
gamber’in bir uyarıcı olduğuna dair ifadelerle son
bulurken, bu sûre bizzat Peygamber’in uyarılması,
Abdü’l-Âhir ayrıca öğüt ve uyarının kimlere fayda vereceği ko-
Tasavvufta, yaratılmışların fani olmasından son- nusuna dikkat çekerek başlamaktadır.
ra, Allah’ın ahiriyet, sonsuzluk ve bekasına şahit Hz. Peygamber’e, kalpleri öğüt almaya, gerçeği
olan kimse.(1) anlamaya yatkın ve arzulu kimselerle ilgilenmesi
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. tavsiye edilirken, dünya nimetleriyle şımararak
bir umursamazlık içinde haktan yüz çevirenle-
re karşı tebliğden öte bir sorumluluk taşımadığı
Abdü’l-Bâ’is
hatırlatılmaktadır. Hak ve hakikatin apaçık or-
Tasavvufta, nefsin sıfat, şehvet ve hevalarından tada olduğu, dileyenin ona talip olabileceği, asıl
iradi olarak ölümünden sonra Allah’ın kalbini ha- ilgi gösterilmesi gerekenlerin hidayete ulaşmaya
kiki hayatla dirilttiği kul. Allah, cehalet ölülerini istekli kimseler olduğu ifade edilmektedir.
ilimle diriltir, onları Hakk’ın istediği şeye sevk
Daha sonraki âyetlerde ise Allah’ın nimetlerinden
eder.(1)(2)
bahsedilerek insanın nankörlüğü dile getirilmekte,
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. bu nimetler üzerinde düşünmeyen, nimetlerin şük-
(2) Seccâdî, Seyyid Cafer. “Tasavvuf ve İrfan Terimleri rünü eda etmeyen insanların acıklı sonu, kıyametten
Sözlüğü: Ferheng-İ Istılahat Ve Tabirat-İ Irfanî.” muhtelif tablolar çizilerek belirtilmektedir.(…)(1)
Ensar Neşriyat. İstanbul, (2007).
(1) DİA; [ABESE SÛRESİ - Abdullah Aydemir] c. 01;
s. 306
Abdü’l-Muhyi
Tasavvufta, Hakk’ın Muhyi ismiyle tecelli ettiği,
Abdü’l-Mümît
kalbini kendisiyle dirilttiği ve Hz. İsa gibi ölülerin
dirilmesine muktedir kıldığı kimse.(1) Tasavvufta, Allah’ın, nefsinin heva, öfke ve şehve-
tini öldürdüğü, kalbini dirilttiği ve aklını Hakk’ın
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
hayatı ile nurlandırdığı kimse. Onun nuru, Al-
lah’ın tecelli eden bu sıfatı sebebiyle, Allah’tan et-
Abese Sûresi kilenen bir düşünce yardımıyla nefsini ya da onun
Kur’ân-ı Kerîm’in sekseninci sûresi.(…) kuvvetlerini öldürerek başkasını da etkiler.(1)

Sûrenin ilk on altı âyetinden meydana gelen (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
bölümü, Hz. Peygamber’i bu tavrından dolayı
uyaran ve nasıl davranması gerektiğini açıklayan Abdürrezzak Dede Türbesi-Adana
bir muhteva taşımaktadır; bu hususta diğer sû- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 59
relerde de bazı âyetler vardır (bk. el-En‘âm 6/52;
el-Kehf 18/28). Hz. Peygamber, bu olaydan sonra
İbn Ümmü Mektûm ne zaman yanına gelse, “Ey Abdürrezzak Türbesi-Kastamonu
rabbimin beni kendisi hakkında uyardığı kişi, (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2,
merhaba, hoş geldin!” diyerek onunla yakından (2) Eyüpgiller, Kemal Kulgün. “Bir Kent Tarihi Kasta-
ilgilenir, iltifatta bulunur ve ihtiyacını sorardı. monu.” Eren Yay. s. 119

15
Vadi-i Hamuşan
Abdüssadık Bin Amr Bin Same Hz. luk, bereket anlamı da taşır. Farsça’da Abı hayat,
Türbesi-İstanbul Türkçe’de Bengisu olarak karşılanır.(3)
(1) Adresler. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kaya, Doğan. “Ansiklopedik Türk Halk Edebiyatı
Te-rimleri Sözlüğü.” Akçağ Yayınları, (2007).
Abdüssamed Türbesi-İstanbul
(3) Karakurt, Deniz. a.g.e.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 58

Ab-ı Güneş Türbesi-Erzurum


Abdüsselam B. Meşiş Türbesi-Fas
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 133
(1) DİA, Cilt. 38 s. 387

Abdüsselam Çelebi Türbesi-İstanbul Âbid


Âhiret saadetinin ibadetle kazanılacağına inana-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 11
rak kendisini ibadete veren samimi dindar.
Kur’ân-ı Kerîm’de bir defa tekil (âbid), on bir
Abı Hayat defa da çoğul (âbidûn, âbidîn, âbidât) şeklinde
a. Efsaneye göre yalnız Hızır’ın içtiği, içeni ölüm- geçen âbid kelimesi sözlükte “hizmet eden, ita-
süz kılan su; ebedi hayat suyu; dirlik suyu; ben- at eden” anlamına gelmekte, Kur’an’da ise sade-
gisu; mengü suyu.(1)(2)(3)(4)(5) Bir damla tadan ce “ibadet eden, tapınan” (bk. et-Tevbe 9/112;
ölümsüz hayatı bulmuş ve sonsuz saadete, mut- et-Tahrîm 66/5; Kâfirûn 109/2-4) mânasını ifade
luluğa kavuşmuş olur.(6)(7)(9) etmektedir.
b. Cana can katan, ferahlık veren şey.(1) Hz. Peygamber zamanında Abdullah b. Ömer gibi
c. İnsanı ölümsüz kılan gerçek aşk ve ilm-i ledûn. gereğinden fazla ibadete düşkün olan sahâbîler
(1)(2) Afakta olan âb-ı hayâtı zulmet içinde Hızır mevcut olmakla birlikte bunlara özellikle âbid
(a.s) buldu. Enfüste olan âb-ı hayâta, ki kalpte dendiğine dair herhangi bir rivayete rastlanma-
olan feyz-i mârifettir, ârifler nâil oldu.(8) mıştır. Halife Osman devrinde ortaya çıkan siyasî
karışıklıklardan sonra bazı müslümanların dün-
d. Tasavvufta tadanların asla yok olmayacakları ve
yadan el etek çekerek kendilerini ibadete verdik-
son bulmayacakları aşk ve muhabbet pınarı.(9)
leri görülmektedir. Birinci asrın sonunda ve ikin-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ci asırda sayıları artan âbid ve dindarlara nâsik
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kurrâ zâhid gibi adlar verilmekteydi. Halk, gerçek
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. anlamda İslâm’ı bunların yaşadığına inanıyor ve
(4) DİA. bu gibi kimselere saygı ve sevgi gösteriyordu. Bu
(5) Akay, Hasan. a.g.e. devirde yalnız Ehl-i sünnet içinde değil, Hâricî-
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. ler, Mu‘tezile ve Şîa arasında da tanınmış âbidler
(7) Pala, İskender. a.g.e. vardı. Hatta geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç
(8) Efendi, Seyyid Mustafa Rasim. “Tasavvuf Sözlüğü tutan ve sürekli Kur’an okuyarak âhirete hazırla-
(Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil)» haz. İhsan Kara, İs- nan Hâricîler’in alınları, dirsekleri ve dizlerinin
tanbul 2008. s.98
nasırlaştığı rivayet edilmektedir. Vâsıl b. Atâ ve
(9) Tasavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü, Seyyid Cafer
Amr b. Ubeyd gibi Mu‘tezile ileri gelenleri de âbid-
Seccâdi
lerdendi.
Kuşeyrî’nin er-Risâle’sinde belirttiğine göre, her
Âbı Kevser mezhep mensubu kendilerinde daha çok âbid ve
Cennette bulunan, Kevser ırmağının suyu.(1) zâhid bulunduğunu iddia etmeye başlamış, bunun
Kevser ırmağı, eni ve uzunluğu oldukça fazla ve üzerine Ehl-i sünnet kendi âbidlerine mutasav-
derindir. Kardan soğuk ve baldan tatlıdır.(2) Bol- vıf veya sûfî adını vererek bunları öbürlerinden

16
Vadi-i Hamuşan
ayırmaya çalışmıştır; aynı zamanda âbid sıfatını
da kullanmayı sürdürmüştür. Her iyi müslüman
gibi herhangi bir sûfî de aynı zamanda âbiddir.
nefse hâkimiyet; geçim derdi, tehlike ve musibet-
ler karşısında tevekkül, sabır ve rıza; havf ve recâ;
riya ve ucbdan arınma; hamd ve şükür.
A
Ancak tasavvuf bir hayat tarzı haline gelince, İbnü’l-Cevzî, ilimden mahrum olmaları sebebiyle
keşf ve irfan sahiplerine sûfî ve ârif, sadece sevap şeytanın tesirine tamamıyla açık olan cahil âbid
kazanmak maksadıyla çokça ibadet edenlere de ve zâhidleri şiddetle tenkit etmiştir (bk. Telbîsü
âbid denilmeye başlanmış, ârife nisbetle âbidin İblîs, s. 134 vd., 150 vd.). Bununla birlikte, Kur’an
daha aşağı bir mertebede olduğu iddia edilerek riyasız ibadeti kesin ifadelerle emrettiğinden, he-
ona daha az değer verilmiş, hatta zaman zaman men bütün müslümanlar âbidleri dine tam bağlı
âbid küçümsenmiştir. Nitekim ârifi âbidden üs- olan kişiler saymışlardır.
tün gören Bâyezîd-i Bistâmî, Allah’ın, saf mârifeti
(1) DİA; [ÂBID - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 307
taşımaya müsait olmayan kalpleri ibadetle meşgul
ettiğini ileri sürmüştür (bk. Sülemî, s. 71).
Âbid
Cüneyd-i Bağdâdî ve Mansûr b. Ammâr gibi sûfî-
ler ise âbidlerin tevfîk ehli olduklarını ifade etmiş- a. Hizmet eden, itaat eden.
lerdir. Ancak bu dönemde sevap kazanmak için b. Ahiret saadetinin ibadetle kazanılacağına ina-
kendilerini ibadet ve taata veren âbidler, ücret narak, kendisini ibadete veren, Allah’ın emirle-
karşılığı çalışan işçilere benzetilmiştir. Zâhidleri rine titizlikle uyan, samimi dindar,(1)(2) ibadet
ve sıradan sûfîlerle birlikte âbidleri de “hakikat eden, kulluk eden kimse.(1)
ehli” dediği âriflerden ayıran İbnü’l-Arabî, yalnız (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ârifleri kalp, müşâhede ve mükâşefe ehli sayar
(bk. Fütûhât, IV, 162).
Abid Efendi Türbesi-Makedonya
Câmî de Nefehâtü’l-üns’te âbidin zâhid, fakir (der-
viş) ve sûfîden farklı olduğunu söyler. Ona göre (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 559
sûfîler ve Melâmetîler hakka; fakirler, zâhidler ve
âbidler âhirete taliptir. Zengin olan ve dünya işle- Abidin Paşa Türbesi-İstanbul
riyle ilgisini sürdüren kişinin de âbid olması müm-
(1) Adresler. a.g.e.,
kün olduğundan, âbid fakir ve zâhidden farklıdır.
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 59
Şu halde sevap kazanmak için farzları ve nâfile iba-
detleri aralıksız yerine getirenler, zengin olsalar ve
dünyaya meyletseler de âbiddirler. Câmî, ibadet Abidat
edenleri âbid, müteabbid ve riyakâr âbid olmak Abideler; anıtlar.
üzere üçe ayırır. Birinciler gerçek âbiddir; ikinciler
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
samimi olarak âbidlere özenmektedirler; üçüncü-
lerse gösteriş için ibadet eden kimselerdir.
Riyayı, âbidin âhiret kurtuluşu için en büyük teh- Abidat-ı atika
like olarak gören Gazzâlî, Minhâcü’l-âbidîn adlı Eski anıtlar.
eserinde ibadeti, belli şeklî merasimlerin ötesin- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
de, insanın inanç, amel, duygu ve ahlâk dünyası-
nı disiplin altına almayı hedef edinen sürekli bir
Abide
cehd olarak göstermiştir. Gazzâlî âbidlerin büyük
saadete, yüksek devlete ulaşabilmeleri, mesut ve a. Bir olayı veya tanınmış örnek bir kişiyi gelecek
imrenilen birer kul olabilmeleri için takip etmeleri nesillere tanıtmak, hatırlatmak için yapılmış
gereken yolun (minhâc) ana safhalarını (akabât) eser.(1)(2)
şöyle sıralar: ilim; tövbe; dünyadan uzaklaşma, b. Bir özelliğin aşırılığı dolayısıyla örneklik edecek
insanlardan ayrı durma, şeytana karşı savaş ve kimse veya nesne.(2)

17
Vadi-i Hamuşan
c. mec. Büyüklüğü ve değeri mukayese kabul edil- Abidin
meyen şey.(2) İbadet edenler, kulluk edenler, tapınanlar.(1)(2)
d. (Ebed, Sonsuzluk) Anıt.(3) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Hasol, Doğan. a.g.e. Abrakadabra
a. Kılıcın büyüsünde adı geçen üç azizden biri. Bu
Abide Taşı sözcük en eski büyü sözcüklerinden biridir; İb-
Mezarın yanına, ölen kişinin özgeçmişini anlatan, raniceden gelir.(1)
oyularak yazılan taş.(1)(2) b. MS 3. yy’da Roma’de meşhur olan ve sihirle ilgili
olarak kullanılan bir terim. Sözcüğün kökeniy-
(1) İltar, Gazanfer. «Eski Türklerde Mezar Kültü ve
Gü-nümüze Yansımaları.» Türk Kültürü ve Hacı le ilgili teorilerden biri Aramice’de “Söylediğim
Bektaş Velî Araştırma Dergisi 27 (2003). s.4 gibi yaratacağım” anlamına gelen ‫ארבדכ ארבא‬
(2) Hayatın Ölümden Sonra Uçuşa Tebdili, Ahmet Avra Kedabra ibaresinden geldiğidir. Sözcüğün
Koçak, s.73 aramiceden geldiğini iddia eden bir başka görü-
şe göre ‫ ארבדכ אדבא‬abhadda kedhabhra anlamı
‘bu dünya gibi yok ol’ demektir ve hastalıkların
Abideleşme iyileştirilmesinde kullanılır.(2)
a. Abide durumuna getirilmek c. İbranice’de takdis, kutsama anlamına gelen ve
b. Birisi tarafından abidesi yapılmak. lanet olarak da kullanılabilen ha-brachah ve
c. mec. Başkaları tarafından çok yüceltilmek, çok öldürücü hastalık anlamına gelen dever ifade-
övülmek.(1) sinden gelmektedir ve körlüğe karşı kullanılan
kabalistik bir şifa ifadesidir.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
d. Tüm antik dünyada şeytani güçlerin yok edil-
mesi fikrinin bulunduğu ve Abrakadabra’nın
Abideleştirilmek bu tip şeytanlardan birinin adı.(2)
a. Uzun yıllar hatırlanacak bir yapı haline getir- e. Tanrı’yı ifade eden Gnostik Abraxas’dan geldiği
mek. de söylenir.(2)
b. mec. Çok aşırı yüceltmek, çok fazla değer ver- f. Suriye’deki bir tanrı ismi Aracalan’dan geldiği
mek.(1) de iddia edilmiştir.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. g. Ünlü film Harry Potter’ın ölümcül büyüsü affe-
dilmez lanetlerin en korkuncu avada kedavra
bu isimden gelmiştir.(2)
Abidemsi
(1) Davidson, Gustav. a.g.e.
a. Abide gibi, abideyi andıracak şekilde; abidevi. (2) http://tr.wikipedia.org/wiki/abrakadabra
b. mec. Çok büyük ve gösterişli.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Abu Gil
a. Su ve topraktan müteşekkil olan yeryüzü, fani
Abidevi dünya.(1)
b. İnsanların atası olan Adem Peygamber çamur-
a. Abide gibi, abideyi andıracak şekilde; abidemsi.
dan yaratılmıştır. Bilindiği gibi çamur, su ve
b. mec. Çok büyük ve gösterişli.(1)
topraktan müteşekkildir. Çamur içinde 40 gün
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. bekletildikten sonra vücud bulan insandan do-

18
Vadi-i Hamuşan
layı “Abu gil” insan bedeni yerine de kullanıl-
mıştır.(1)
(1) Er, Yasemin. “Klasik Arkeoloji Sözlüğü.” Phoenix
Yayınevi. (2006).
A
(1) Pala, İskender. a.g.e.

Acem Ali Türbesi-Amasya


Abuzergaffari Türbesi-Adıyaman
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 11,
(1) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 68
Acepşir Efendi Türbesi-Tokat
Abülleys Türbesi-Erzurum (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 63
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 133 (2) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 11

Acal
Acı
Vadeler, eceller, doğal ömürlerin sonları.(1)
a. Çok sevilen yakın bir kimsenin ölümünden du-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yulan keder, yas.(1)

ACAR, Gevher
b. mec. İnsana büyük üzüntü veren olay; dert; ke-

Milli Ktp./Tasnif No: 1973 SA 152


der; elem; azap; ıstırap; kahır.(1)

Medeniyetin Göstergesi Mezarlıklar, Yapı, (242), S.74- c. Hüzün verici ve dokunaklı; kederli; hüzünlü;
79, İst. Yapı end.Merk.,1973, İstanbul elemli.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. “Mezar Taşları Bibliyografyası”, (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Gele-
neksel Türk El Sanatları Anabilim Dalı Geleneksel Acı acı
Türk El Sanatları Bölümü, Yüksek Lisans Tezi,
Üzüldüğünü belli edecek şekilde çok keskin ve do-
Ankara-2009.
kunaklı.(1)

ACAR, M. Şinasi (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


TBMM Ktp./Tasnif No: 20041913
Gelimli Gidimli Dünya : Ünlü Hattatların Mezarları, Acı basmak
Gözde yayınevi, S.127, 2004, İstanbul
Derde, kedere, sıkıntıya uğramak.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Acar Sultan Türbesi-Kütahya


Acı çekme
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 291
Başından üzüntülü olaylar geçmiş olmak.(1) Ya-
kınlarını, sevdiklerini bir anda kaybedenlerin acı
Accera
çekmeleri, ağlamaları. Bu duygusallığın, ağlama-
a. Cenazede ölülerin önünde duran, üstünde güzel
nın ve üzülmenin sonucu ailenin arkasından şiir-
kokuların yakıldığı küçük bir sunak. Roma ka-
ler, şiirsel anlatımlar ortaya çıkarmıştır.(2)
nununda acceranın cenaze töreninde kullanımı
sınırlıydı.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Kurban törenlerinde kullanılan tütsü kutusu. (2) Aktaş, Ali. “Alevîlerde Ölümle İlgili Ritüeller.”
Tütsü acceradan alınır ve üstünde ateş yanan Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Der-
sunağa atılırdı.(1) gisi 11 (1999). s.14

19
Vadi-i Hamuşan
Acı çekmek Acıg olmak
a. Ağrı sızı duymak, canı yanmak.(1) Canı acımak.(1)
b. Başından üzüntülü olaylar geçmiş olmak.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
c. Yokluk ve sıkıntı çekmek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Acıgan
Çok acıyan; çok üzülen.(1)
Acı ekmeği (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ölü evine komşuların gönderdiği yemek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Acıgı tutmak
Öfkelenmek.(1)
Acı gelmek (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hoşa gitmemek, üzüntü yaratmak.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Acığını almak
İntikamını almak.(1)
Acı haber (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ölüm, yangın, deprem gibi insanı derinden üzen
olayın bildirilmesi, duyurulması.(1) Acığını çıkarmak
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. İntikamını almak.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Acı vermek
a. Birinin canını yakmak, acı çekmesine yol açmak.
Acık
b. Üzmek(1)
a. Acı, keder, ızdırap.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. b. Yas, matem.(1)
c. Dert; sıkıntı.(2)
Acı yemeği (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cenaze evinde, cenaze günü akşamı, komşuların (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
getirdikleri yemeklere denir.(1)
(1) Arıtürk, Ahmet. “Mersin İli Gülnar İlçesi Tarihi Acık etmek
Sosyo-Ekonomik Ve Kültürel Yapısı.” Niğde Üni-
Acı.(1)
versitesi Sos. Bil. Ens. İlköğretim Ana Bilim Dalı
Sosyal Bilgiler Öğretimi Programı Bilim Dalı Yük- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sek Lisans Tezi, Niğde 2007 Say:193

Acize Baba Tekyesi ve Türbesi-Kosova


Acıg
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 513
Acı; dert; ıstırap.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Acıklı
a. Acıma duygusu uyandıran; acı verecek nitelikte.
Acıg itmek
b. Kendisi için üzüntü ve acıma duyulmasını iste-
Istırap vermek; üzüntü içinde bırakmak.(1) yen kimsenin tutumu; acındırıcı; acındırmaya
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. çalışan.

20
Vadi-i Hamuşan
c. Dokunaklı; ağlatıcı; hazin.
d.(Edebi eser için) acı olaylara dayalı; dramatik.
c. Eziyet görmek; ıstırap çekmek; acı duymak.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
A
e. Bir uğraşma ve çabanın boşa çıkması ile ortaya
çıkan gülünç durum; garip. Acımaklı
f. Acı ve keder içinde kalmış kimse; yaslı; matem- (Ses için) acıklı, dokunaklı, hazin.(1)
li.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Acımasızca
Acıksınmak Acıma duygusu taşımadan; gaddarca; zalimce; in-
Müteessir olmak, üzülmek.(1) safsızca.(1)

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Acımasızlık
Acılanmak
a. Acımasız olma durumu; acımasız olan kişinin
a. Tadı acı hale gelmek.
tutumu; merhametsizlik; gaddarlık; insafsızlık;
b. Üzülmek, kederlenmek.(1)
taş yüreklilik.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. b. Bir şeyin acımasızca gerçekleştirilme durumu.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Âcile
Hazların hemen gerçekleşmiş olanı.(1) Acımazlık
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., Sa.52 Acıma duygusu taşımama hali; gaddarlık; merha-
metsizlik.(1)
Acılı (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

a. Üzüntülü ve sıkıntılı.
b. (Kişi için) bir yakınının ölümünü yaşamış olan, Acın
yaslı, kederli, elemli.(1)(2) Aç olarak; açlıkla; açlıktan.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Acın ölmek
Acıma a. Açlıktan ölmek.
a. Acımak işi. b. Aç olarak ölmek.(1)
b. Başkalarının mutsuzlukları, kederleri ve üzün- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tüleri karşısında insanı üzülmeye iten duygu;
merhamet.(1)
Acınaklı
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kederli; üzüntülü.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Acımak
a. Birine yakın, sevecen ve hoşgörülü davranmak;
Acınası
merhamet etmek; rahmetmek; yazıklanmak.
b. Birinin gördüğü zarardan veya başına gelen bir Acınacak, merhamet edilecek durum.(1)
felaketten dolayı üzülmek. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

21
Vadi-i Hamuşan
Acındırma Acısı içine işlemek
Acındırmak işi.(1) Bedenen veya manen yaşadığı büyük bir üzüntü-
nün sıkıntısını bütün benliğiyle hissetmek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Acındırmak
Acısına dayanamamak
a. Başkalarının kendisine acımasını sağlamak.
b. Bir kimseyi merhamete getirmek; yumuşatmak. Çok sevilen birinin ölümünden, rahatsızlığından
duyduğu üzüntüden dolayı sağlığı bozulmak veya
c. Kendisini zavallı durumda göstermek suretiyle
ölmek.(1)
karşısındakinin merhamet duymasını sağla-
mak.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


Acısını bağrına basmak
Şikayet etmeden üzüntüsünü gizlemek, ıstıraba
Acınılma
katlanmak.(1)
Acınılmak işi.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Acısu Köyü Mezarlığı ve Mezar Taşları


Acınılmak
Acısu Köyü, Sıraçların Anşabacılı Kolunun kurucu-
Bir kişiye veya canlıya başkaları tarafından acın- su Veli Baba ve onun hanımı Anşa (Ayşe) Bacının
mak: merhamet edilmek.(1) köyüdür. Veli Baba ve Anşa Bacı bu köyün girişin-
de bulunan mezarlık bahçesinin içinde bulunan
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
türbede gömülüdürler. Türbe içinde yatan kurucu
Davulcu Dede ile Anşa Bacı tahminen 1860 yılla-
Acınma
rında vefat etmişler. Köydeki mezarların yaklaşık
Acınmak işi.(1) 1,5 asırlık olduğu söylenebilir (Yılmaz 2010).
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Mezarlıktaki mezar taşları çok zengin bir kültü-
rü yansıtmaktadır. Eski mezarların yumuşak bir
çeşit taş ile yapıldığı görülmektedir. Ama yeni
Acınmak
mezarlar, genellikle beyaz mermerden yapılmış-
a. Keder ve üzüntü duyulmak. lardır. Mermer mezar taşlarında en çok görülen
b. Teselli edilmek. süslemelerden birisi kırmızı güldür. Bazı mezarla-
c. Bir olay karşısında kendi kendine üzülmek; ha- rın beton ile şekil verilerek kaplandığı ve kahve-
yıflanmak. rengi bir boya ile boyandığı dikkat çekmektedir.
Son yıllarda inşa edilen bazı mezar taşları ise mo-
d. Dert yanmak; başkasında merhamet uyandır-
zaik beton ile yapılmıştır (Yılmaz 2010).
maya çalışmak; sızlanmak.
Eski mezar taşlarında ayyıldız, uçları aşağı ve iç
e. Birine acımak; merhamet duymak.(1)
içe geçmiş üç adet üçgen, iç içe geçmiş iki baklava
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. şekilli eşkenar dörtgen, bir çember çerçeve içinde
dört, beş ve altı yapraklı yonca, yedi uçlu yıldız,
Acısı içine çökmek güneş, sivri çatılı çadır, Hz. Ali’nin Zülfikar kılıcı,
uçları aşağı kıvrık çanta şekilleri en sık görülen şe-
Bedenen veya manen yaşadığı büyük bir üzüntü-
killerdir. Bunların haricinde daha değişik şekiller
nün sıkıntısını bütün benliğiyle hissetmek.(1)
içeren mezar taşları da bulunmaktadır. Mezar-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ların baş tarafındaki taşın üst kenarı yuvarlak,

22
Vadi-i Hamuşan
ayakucundaki taşın üst kenarı ise sivri uçludur.
Mezarlardaki süsleme şekillerinin rengi genellik-
le ya turkuvaz mavisi-kırmızı, ya da sadece yeşil
Osmanlı Türbeleri, dış görünüşleri ile gövde ve
üst örtüden ibaret vertikal yapılardır. Bu yapıla-
rın çoğunda revak kullanılmıştır. Çok azı bu uy-
A
renklidir. Diğer renkler çok seyrektir. Bazı mezar gulamanın dışında bırakılmıştır. Yahşi Bey, Yeşil
taşlarında kısa dörtlükler bulunmaktadır. Bunlar- Türbe gibi yapılarda mahzen katı bulunmakla
dan bir dörtlük aşağıdaki gibidir; birlikte, bu türbe tipi dini gerekçelerle daha sonra
Bu dünyadan gider olduk, terkedilmiştir. Selçuklu türbelerinde olduğu gibi
Kalanlara selam olsun. birçok Osmanlı türbesinde de mihrap bulunmak-
Bizim için hayır dua, tadır.(2) Osmanlı Medeniyetinde önemli yatırlar
Edenlere selam olsun (Yılmaz 2010).(1) ve veliler için yapılan, dört ayak üzerinde, dört
kemerin taşıdığı, bir kubbe ile örtülü yapıdır.(1)
(1) Yılmaz, Orhan. “Tokat, Zile, Acısu Köyü Mezarlı-
ğında, Anşabacılı Sıraçları (Beydili Alevi Türkme- Türbeler, cephe oluşumlarına bakıldığında, yan
ni)’na Ait Mezar Taşları.” S.11 yüzlerinin dolu veya boş olmasına göre kapalı
veya açık türbe olarak iki grupta incelemek müm-
kündür. İlk örneklerine Beylikler döneminde rast-
Acıya koymak
lanan yan yüzleri açık türbeler, Osmanlı döne-
Izdıraba sokmak; zahmet vermek.(1) minde de uygulanmıştır. Önceleri, sadece kare,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. daha sonraları da dikdörtgen, altıgen, sekizgen
gibi, çokgen planlı olarak inşa edilen açık türbeler;
Açık türbe bir kaide üzerine, bulundukları alanın köşelerine
konulan ayak veya sütunların kemerlerle birbirle-
Türbe kelimesinin kökeni Arapça’da “toprağa gö-
rine bağlanmaları ve genellikle bir kubbe ile örtül-
mülü” anlamına gelen “turbah”tır. Türbeler, diğer
meleriyle oluşmaktadır.(2)
mimarlık örneklerine oranla küçük ölçekli yapılar
olmakla beraber, plan şemaları, cephe oluşumları (1) Eyice, Semavi. “Eyüp Sultan’da İlk Şeyhülislam
(yan yüzlerinin açık-kapalı olması), malzeme ve Türbesi”, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII. Tebliğ-
ler (7-9 Mayıs 2004) s.12, 2004, İstanbul, s.13
süsleme özellikleri açısından yapıldıkları döne-
(2) Bozdoğan, Melek, Hatice Kıran Çakır, And Selma
min özelliklerini yansıtmaları nedeni ile özel bir
Özkan. “Edirne Türbelerinin Mekânsal Analizi.”
öneme sahip olan simgesel yapılardır. İlk örnek- Trakya Univ J Sci 7.1 (2006): 23-31.
lerine Karahanlılar, daha sonra Gazneliler, Büyük
Selçuklular ve Anadolu Selçukluları döneminde
rastladığımız türbeler, Osmanlı İmparatorluğu Açık Türbe-Manisa
döneminde en gelişmiş şekline ulaşmıştır. (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113
Önceleri sadece padişahlar için yapılan türbeler,
daha sonraları valide, sultan, şehzade türbeleri Açık Türbe-Arnavutluk
gibi hanedan mensuplarına, beylerbeyi, paşa, vali,
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137,
savaşlarda önemli başarı göstermiş kişiler adına
(2) Kılıcı, Ali1. “Balkanlardaki Osmanlı Baldaken
ve evliya gibi ileri gelen din adamlarına adına da Türbeleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Vakıflar
yapılmaya başlanmıştır. Dergisi. Sayı. 32, Ankara (2009) s.91-142., s. 98
Osmanlılarda türbe; ölen kişinin cesedinin bu-
lunduğu yerden öte, padişahın tahta oturduktan Açık Türbe-Bosna
sonra ziyaret etmeyi adet edindiği, hafızların ku-
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138
ran okuduğu, halkın devamlı olarak ziyaret ettiği
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 100
mekanlar haline gelmişlerdir. Bu dönemde türbe-
ler, gerek iç gerek dış mekandaki çini ve taş süs-
lemeler ile kolayca geçilen bir cennet bahçesi gibi Açık Türbe-Hırvatistan
tasavvur edilmişlerdir. (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138

23
Vadi-i Hamuşan
Açık Türbe-Yunanistan-Kesriye Açıkgözoğlu, Ahmet, Sacit
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 140 http://ekitap.eyup.bel.tr
Eyüp Sultan’da Ketebeli Mezar Taşları, Tarihi Kültürü
ve Sanatıyla II. Eyüp Sultan Sempozyumu
Açık Türbe-Yunanistan-Selanik
(9-11 Mayıs 1997) S.202-205, Eyüp Belediyesi,
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 140 1997, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Açık Türbe-Bursa
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 69
Açıkgözoğlu, Ahmet, Sacit
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:-
Açık Türbe-Hırvatistan İmzasız Bir Sami Efendi Mezar Taşı, Tarihi Kültürü Ve
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 102 Sanatıyla Iı. Eyüp Sultan Sempozyumu (8-10 Mayıs
1998) S.325-327, İlahiyat Belediyesi, 1998, İstanbul

Açık Türbe-Arnavutluk (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 66


Açıkgözlü, Sacit
Açık Türbe-Bulgaristan Milli Ktp./Tasnif No: 1998 Ad 7746
Hattat Sami Efendinin Mezar Taşı Kitabeleri, Geçmiş-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 183
ten Günümüze Mezarlık Kültürü Ve İnsan Hayatına
Etkileri Sempozyumu Iı, S:128-139, Mezarlık Vakfı,
Açık Türbe 1-Kıbrıs 1998, İstanbul

(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Açık Türbe 2-Kıbrıs Açımlama


(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138 İncelemek maksadıyla cesedi yarma, kesip parça-
lara ayırma, otopsi; teşrih.(1)

Açıkbaş Sultan Türbesi-Kastamonu (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2


Acışmak
Açıkgöz, Namık a. Ağrımak; sızlamak; için için acımak.
Marmara Ü. Merkez Ktp./Tasnif No: NB1880. T9/A35 b. Üzülmek; acı duymak; kederlenmek.
Datça Mezar Taşları ve Kitabeleri, Balıkaşıran Yayınla- c. Canı yanmak.
rı, S.183, 2005, Muğla d. Birisinin ölümüne, felaketine hep birlikte üzül-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. mek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Açıkgözoğlu, Ahmet, Sacit
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 42150 Açman Ata Türbesi-Türkmenistan
Eyüp Sultan Civarında İmzalı Mezar Taşı Kitabeleri,
(1) Günay, Ünver. “Türk Halk Dindarlığının Önemli
Marmara Ü., Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi ABD,
Çekim Merkezleri Olarak Dini Ziyaret Yerleri.”
Y. Lisans Tezi, S.121, 1995, İstanbul
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 15 Yıl :
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. 2003/2 (5-36 s.) s. 8.

24
Vadi-i Hamuşan
Açlık
Kıtlıktan, yiyecek bulamamak yüzünden hayatları
konuda adağın mutlak veya muallak olmasını de-
ğil, adanan şeyin açıkça belirtilip belirtilmemesini
esas almışlardır. Adanan şey ismen belirtilmişse,
A
tehlikeye girmek, ölmek.(1)
adak ister mutlak ister muallak olsun, yerine ge-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tirilmesi vâciptir. Adak müphem ise, niyet edilen
şeyin ifası vâcip olur.(…)
Ad Sanctos Yerine Getirilmesi Gelecek Bir Zamana Bağlanan
Kilisenin içinde yada yanında gömülme âdeti. İ.S. Adak. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre, “Falan gün
313’te Constantin’in Hıristiyanlara tolerans tanı- ... adağım olsun” şeklindeki bu tür adakta zaman
yan bildirisinden sonra (Milano Fermanı) kentle- kaydına itibar edilmeyip daha önce de yapılabilir.
rin hemen yanında mezar bazilikaları yapılmaya İmam Muhammed, sadaka gibi malî ibadetlerde
başlanmıştır. Aziz mezarlarının yanında gömül- aynı görüşü paylaşmakla beraber, oruç ve namaz
menin öbür dünyada koruma sağlayacağı inancı gibi bedenî ibadetlerde belirtilen vakit gelmedikçe
kilisenin içinde ya da yakınında gömülme âdetine adak hükmünün sabit olmayacağı görüşündedir.
neden olmuştur.(1) (…)
(1) Er, Yasemin. a.g.e. Mekânla Mukayyet Adak. Adağın mutlak veya
muallak oluşuna göre yukarıda zikredilen hüküm-
ler geçerli olmakla birlikte, mekân şartına riayet
Adağın Çeşitleri
edilip edilmeyeceği konusunda farklı görüşler
Adaklar, genel olarak bir şarta bağlanıp bağlanma-
vardır. Ebû Hanîfe ve talebeleri Ebû Yûsuf ve Mu-
malarına göre mutlak ve muallak olmak üzere iki
hammed’e göre, mekân şartına itibar edilmeden
bölüme ayrıldığı gibi bunların da kendi aralarında
başka bir yerde de ifası mümkündür. Aynı şekilde,
bazı kısımları vardır.
Hanfeîler’e göre adakta belirli bir malı veya faki-
Mutlak Adak. Herhangi bir şarta bağlanmadan ri tayine de itibar edilmez; aynı cins ve miktarda
Allah rızası için yapılan adaktır. “Allah için şu başka bir mal ile başka fakirlere ödeme yapılabilir.
kadar gün oruç tutacağım”, “kurban keseceğim”, Mâlikîler’e göre, özellikle Mescid-i Harâm, Mes-
“namaz kılacağım” gibi ifadelerle yapılan adaklar cid-i Nebî ve Mescid-i Aksâ başta olmak üzere,
bu türe girer. Adağın günü belirtilmişse buna mu- herhangi bir mekânda namaz ve itikâf adanmışsa
ayyen adak, belirtilmemişse gayri muayyen adak bu şarta uyulması gerekir. Hanbelîler’e göre ise
denir. bu üç mescidden birinde namaz, oruç ve itikâf
Muallak (Mukayyed) Adak. Bir nimete kavuş- adanmışsa mekân şartına riayet edilir. Bunun dı-
mak, bir felâketi savmak için veya herhangi bir şındaki yerlerde, kurban adağı hariç, mekân şar-
olayın meydana gelmesi şart koşularak yapılan tına itibar edilmez. Şâfiîler’e göre sadaka adağın-
adaktır. “Hastam iyileşirse”, “sınıfımı geçersem”, da mekân şartına uyulur, oruçta mekânın önemi
“falan kimse gelirse” gibi. Bu adak da iki kısma yoktur. Namazda ise yalnız üç mescidden birinde
ayrılır: adak adanmışsa mekân kaydına riayet gerekir.
a) Gerçekleşmesi istenen bir şarta bağlanan adak. Bir kimse adağını yerine getirmeden ölürse, mec-
(…) bur olmamakla beraber, velîleri onun adına adak
b) Gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlanan borcunu ödeyebilirler. Hanbelîler’e göre hac,
adak.(…)(1) oruç, sadaka, itikâf gibi bedenî ve malî ibadetler-
(1) DİA; [ADAK - Ahmet Özel] c. 01; s. 337-340
de niyâbet geçerlidir; ancak namaz başkası adı-
na kılınamaz. İmam Şâfiî’nin bir görüşüne göre
oruçta da niyâbet olmaz; her gün için bir fakir
Adağın Hükmü doyurulur. İmam Mâlik’e göre hiçbir bedenî iba-
Adağın yerine getirilip getirilmemesinin hükmü dette niyâbet geçerli değildir. Hanefîler de, malî
mezheplere göre değişiklik gösterir. Hanefîler bu yönü bulunan hac hariç, bedenî ibadetler konu-

25
Vadi-i Hamuşan
sunda bu görüştedirler. İbn Hazm ise namaz da 3. Adanan şey, farz veya vâcip türünden bir ibadet
dahil olmak üzere velîlerin adağı yerine getirmek- olmalıdır. Buna göre namaz, oruç, hac, sadaka,
le mükellef olduğu görüşündedir. Üzerinde malî itikâf, kurban, umre gibi ibadetler adak konusu
bir adak borcu olarak ölen kimsenin bu borcunun olabilir.(…)
malından ödenmesi hususunda Mâlikî ve Hanefî- 4. Adanan malın adama sırasında kişinin mülkiye-
ler vasiyette bulunmasını şart koşarlar. Diğer tinde bulunması veya adağın mülke yahut mülk
âlimlere göre vasiyet etmese de malından öden- sebebine izâfe edilmesi gerekir. Kişinin sahip
mesi gerekir. olmadığı şeyi adayamayacağı Hz. Peygamber
Adak yalnız Allah rızası için yapılır. Başka herhan- tarafından belirtilmiştir (bk. Müslim, “Nezr”,
gi bir kimse adına adakta bulunmak haramdır. 3; Tirmizî, “Nüzûr”, 3).(…)
Adanan namaz, oruç, hac, vb. bir ibadet normal 5. Adanan şey, kişinin yapmakla mükellef olduğu
bir ibadet gibi ifa edilirken adak kurbanı, udhiy- bir ibadet olmamalıdır.(…)
ye veya nâfile olarak kesilen diğer kurbanlardan 6. Yeme, içme, konuşma gibi mubah bir fiili işleme
farklı hükümlere tâbidir. Adak adayanın kendisi, veya terketme konusunda yapılan bir adak da
eşi, çocukları ve torunları, anne ve babası, dede ve geçersizdir.(…)
nineleri adak kurbanının etinden yiyemezler; ye- Türbelerde mum yakma, bez bağlama, horoz kes-
dikleri takdirde karşılığını fakirlere sadaka olarak me, şeker ve helva dağıtma gibi halk arasında gö-
vermeleri gerekir.(1) rülen adak âdetlerinin de dinde yeri olmadığını
(1) DİA; [ADAK - Ahmet Özel] c. 01; s. 337-340 belirtmek gerekir.(1)
(1) DİA; [ADAK - Ahmet Özel] c. 01; s. 337-340
Adağın Şartları
Bir adağın dinen geçerli olabilmesi için bazı şart- Adak
ların yerine getirilmesi gerekir. Adak ancak onu a. Mübârek bir şahsa veya makama manevi yar-
ifade eden bir sözle olur. Yazı, işaret veya mücer- dımını dilemek için, bir istek veya dileğin ger-
ret niyetle olmaz. Hanefîler’e göre, gerek adakta çekleşmesi durumunda yerine getirilmek üzere
bulunma gerekse adanan şeyi tayin konusunda, yapılan vaat ve vaat edilen şey, nezir.(1)
yeminde olduğu gibi, şaka ile ciddilik aynıdır. Rıza
b. Allah’ın sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmak,
ve ihtiyar da şart değildir. Şâfiî’ye göre ise rıza şart
dileğinin gerçekleşmesini sağlamak için dince
olup ikrah (baskı) altında yapılan adak geçersiz-
mahzuru bulunmayan bir işi yapacağına dair,
dir. Mâlikîler’e göre de adağın ihtiyar veya öfke
Allah’a söz vermek.(2)(3)
halinde olup olmamasının önemi yoktur. Adak
adayanın, diğer ibadetlerde olduğu gibi, müslü- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
man ve mükellef (âkil bâliğ) olması şarttır. Buna (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
göre bir kimsenin müslüman olmadan önce yap- (3) Akay, Hasan. a.g.e.
tığı adakla çocuğun ve delinin adakda bulunması-
nın bir hükmü yoktur. Adak-nezr
Adağın geçerli olabilmesi için adanan şeyde bu- Dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi
lunması gereken şartlar şunlardır: vaadiyle üzerine vâcip kıldığı ibadet.
1. Adanan şeyin gerçekte mümkün, dinen de mak- Türkçe adak kelimesinin Arapça karşılığı olan
bul ve meşrû olması gerekir; aksi halde adak ge- nezr (‫)النذر‬, lugatta “insanın yerine getirmeyi ken-
çersizdir.(…) disine borç (vâcip) kıldığı, vaad ettiği şey” mânası-
2. Adanan şeyin Allah rızasına vesile olacak bir na gelmektedir. Nezr kelimesinin kökünde “vâcip
davranış, bir ibadet çeşidi olması gerekir. Gü- kılmak, gerekli kılmak” mânası bulunduğundan
nah olan bir şeyi adamak, bütün âlimlere göre İmam Şâfiî, kasten yaralama suçunda ödenmesi
haram olup geçersizdir.(…) gereken diyeti (erş) nezr diye adlandırmıştır.

26
Vadi-i Hamuşan
Kelimenin kök anlamlarından biri de “uyarıcı ve
sakındırıcı mahiyetteki tebliğ ve i‘lâm”dır. Nite-
kim adak olarak verilen şeye nezîre dendiği gibi,
ve adağın ilâhî takdiri değiştirmeyeceğine işaretle,
“Adak hiçbir şeyi değiştirmez (bir başka rivayette,
hiçbir fayda sağlamaz), ancak adakla cimrinin malı
A
ordudaki öncü ve gözcü birliklerine de -düşmanın azaltılmış olur” (Buhârî, “Eymân”, 26, “Kader”, 6;
durumunu bildirmeleri sebebiyle- aynı ad veril- Müslim, “Nezr”, 2) dediği rivayet edilmektedir.
miştir (bk. Tâcü’l-arûs, “nzr” md.). Bazı âlimler bunu ve adağı yasaklayan benzeri di-
Sâmî dillerden olan İbrânî-Ârâmî ve kısmen Âsurî ğer hadisleri zâhirî mânasıyla anlarken diğer bazı
dillerinde de adamak ve takdis mefhumlarını ifa- âlimler te’vil yoluna gitmişlerdir. Bunlara göre söz
de etmek üzere nezr köküne rastlanmaktadır (bk. konusu hadislerdeki yasak, kişinin yapmakla yü-
J. Pedersen, İA, IX, 240). kümlü olmadığı bir ibadeti yapacağına dair Allah’a
Bir fıkıh terimi olarak nezir, “dinen mükellef ol- söz verip onu üstlendikten sonra sözünden dön-
madığı halde, kişinin farz veya vâcip türünden bir mekten sakınması gerektiğine ve adağın mânevî
ibadeti yapacağına dair Allah’a söz vermesi” şek- sorumluluk getiren bir iş olduğuna işaret etmekte-
linde tarif edilmiştir. dir. Aksi halde, adak adamak anlamsız ve geçersiz
bir şey olurdu. Oysa birçok âyet ve hadiste adakla-
Kelime, gerek sözlük gerekse terim anlamında
rın yerine getirilmesi emredilmiştir. Bu hadisler-
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde (bk. Wensinck,
den anlaşılan bir diğer husus da adağın insana bir
Mucem, “nzr” md.) geçmektedir.
fayda sağlamayacağı ve bir zararı gidermeyeceği,
İki âyette (bk. el-Bakara 2/270; el-İnsân 76/7) yani adakla ilâhî takdirin değişmeyeceği gerçeği-
isim olarak tekil, bir âyette (bk. el-Hac 22/29) dir. Bunun aksi bir düşünceyle adak adamak, İslâm
çoğul, ayrıca iki âyette de Hz. Meryem ve anne- inancıyla bağdaşmadığından yasaklanmıştır (bk.
sine atıfla fiil olarak zikredilmektedir: “İmrân’ın Tâcü’l-arûs, “nzr” md.; Şevkânî, VIII, 271).(…)(1)
karısı, ‘Rabbim! Ben karnımda olanı sadece sana
hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur; (1) DİA; [ADAK - Ahmet Özel] c. 01; s. 337-340
doğrusu her şeyi işiten ve bilen ancak sensin’ de-
mişti” (Âl-i İmrân 3/35). “İnsanlardan birini gö- Adak Ağacı
recek olursan de ki: Ben rahmâna oruç adadım,
Ağaçlarla ilgili inanç ve uygulamaların tarihi çok
bugün hiçbir insanla konuşmayacağım” (Meryem
eskidir. Eski inançlarda ağaç, dünyanın merkezi-
19/26). Bu iki âyet, daha önceki semavî dinlerde
nin sembolü olarak kabul edilir. Bu ağaç, gökyüzü
de adağın meşrû olduğunu göstermektedir.
ile yeryüzünü birbirine bağlayan dikey merkezdir.
Adak, genellikle herhangi bir hususta Allah’ın yar-
Ağaç, gökyüzü, yeryüzü, yeraltı ve insan ile Tanrı
dımını temin gayesiyle başvurulan dinî bir davra-
arasında irtibatı sağlayan bir kozmik geçiş vası-
nış olarak şu veya bu şekilde hemen hemen bütün
tasıdır. Ağaç, kozmik hayatın bilinmeyen tüken-
dinlerde görülmektedir.
meyen kaynağını oluşturmakta, öte yandan da
Kur’ân-ı Kerîm’de adağı teşvik eden veya yasak- gökyüzü ve cenneti temsil etmektedir.
layan herhangi bir hüküm yoktur. Daha önce de
İslam öncesi inanç sisteminde yaratıcı, esirgeyi-
belirtildiği gibi, Hz. Meryem ve annesine atıfla iki
ci ve Tek Tanrı’ya belalardan kurtulmak, şükran
adak olayı zikredilmekte ve bazı âyetlerde de (bk.
duygularını ifade etmek için adaklar adamak, kur-
el-Hac 22/29; el-İnsân 76/7) yapılan adakların
ban sunmak yaygın bir uygulamadır. Giden Tanrı
yerine getirilmesinin lüzumuna işaret edilmekte-
kutunu (şansını) geri getirmesi için Tanrı’ya, sem-
dir. Bu ise, esasen diğer birçok âyette (bk. en-Nahl
bolize eden kutsal ağaçların altında törenler yapıl-
16/91; el-İsrâ 17/34) zikredildiği üzere ahde vefa
makta, bezler bağlanarak kutsal ağaç vasıtasıyla,
gösterilmesi gerektiğine dair genel İslâmî kuralın
Tanrı’ya niyazlarda bulunulmaktadır. İnanca
bir gereğidir. Hz. Peygamber’in, Allah’a itaat ka-
bilinden olan adakların yerine getirilmesini em- göre, bu ağacın kökleri yer altındaki cehenneme,
retmesine mukabil (bk. Buhârî, “Eymân”, 26, 27; dalları gökyüzündeki cennete ulaşmaktadır.(1)
Nesâî, “Eymân”, 29, 41), adak adamayı yasakladığı (1) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e., s.4

27
Vadi-i Hamuşan
Adak Kurbanı gın diğer bazı adak çeşitleri ise şiddetli hastalık vb.
Adak olarak kesilen koyun, keçi, sığır ve deve cin- hallerde bir tanrı veya tapınağa hediye sunmak,
sinden hayvan,(2) kurban.(1) oruç tutmak veya haccetmek gibi fiillerdi. Mâbed
yanındaki mukaddes ağaca bez bağlamak, dağları
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ziyaret etmek, mum yakmak vb. birçok adak çeşi-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dinin yaygın olduğu Japonya’da mâbedlerde hu-
susi adak yerleri vardır. Dinî hayatın önemli bir
Adak Kuyusu Türbesi-İstanbul kısmını adakların oluşturduğu Hindistan’da da
belli başlı adaklar arasında en önemlileri, belirli
(1) Adresler. a.g.e.
günlerde hiçbir şey yememek veya bazı yiyecek-
lerden kaçınmak suretiyle yapılan perhiz ve oruç
Adak Tarihi tutmaktır. Eski şamanist Türkler’de de suyu kut-
Gerek Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’de, gerekse Grek sama, ağaca bez bağlama, yatırları ziyaret etme ve
ve Latin literatüründe peygamberler, krallar, aziz- kurban kesme gibi adaklara rastlanmaktadır.
ler ve başkalarının yaptığı muhtelif adaklarla ilgili İslâmiyet’in ortaya çıkması sıralarında adak Arap-
misaller çoktur. lar’da da günlük hayatta sıkça görülmekteydi. Ge-
Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta adak, normal dinî nellikle, sürüdeki hayvanların 100’e ulaşması, bir
vazifeler dışında, bir kimsenin ya samimi dindar- erkek çocuk sahibi olma ve savaş kazanma gibi ni-
lığın bir nişânesi olarak veya Allah’ın yardımını metlere erişme veya bir hastalıktan yahut bir teh-
temin maksadıyla belli bir şeyi yapma veya ter- likeden kurtulma gayesiyle kurban adanırdı. Bu-
ketme hususunda Allah’a söz vermesi şeklinde nun yanında, bazı olaylar gerçekleşinceye kadar
görülmektedir. Kilise hukuku, alelâde adak ile me- birtakım davranışlarda bulunmamak gibi bir nevi
rasimli adak arasında, ikincisinin değiştirilememe yemin mânasına adaklar da sıkça görülmekteydi.
özelliğine sahip olması bakımından fark gözetir. Meselâ bir kişi veya kabileden öç alıncaya veya o
kabileden şu kadar adam öldürünceye yahut bir
Ortaçağ’da adak, çok defa varlıklı kimselerce kilise
kuraklık halinde yağmur yağıncaya kadar et, yağ
veya bir azizin türbesinin yaptırılması, onarılması
vb. şeyler yememe, şarap içmeme, cinsî ilişkide
yahut tezyini şeklinde görülmektedir. Hıristiyan
bulunmama, koku sürünmeme, eğlenmeme gibi
dünyasında rastlanan sayısız adak türleri arasında
adak-yeminlerde bulunulurdu. İtikâfta bulunmak,
haccetmek, sadaka vermek, hastalar için azizlerin
oruç tutmak da diğer belli başlı adaklar arasında
kabirlerinden toprak almak, kilisede mum yak-
görülmektedir.(…)(1)
mak, kilise parmaklıklarına bez bağlamak gibi fiil-
ler en çok görülenleridir. Katoliklik’te adakla ilgili
hüküm ve düzenlemelerin varlığına karşılık Pro- Adak adama
testanlık adağı resmen tanımamıştır; buna rağmen a. (İslamiyet öncesinde) mezar ve ağaçlara paçav-
halk arasında adak yaygın şekilde görülmektedir. ralar, bezler bağlayarak, dağ, orman, ağaç ve su
Eski Çin’de prensler ve yüksek devlet memurları- ruhlarına, kurbanlar adayarak minnet ve teşek-
nın, ittifak veya barış antlaşmalarının onaylanma- kürlerini ifade etmek.
sı gibi önemli olaylar vesilesiyle merasimli adakta b. Velilerin ruhlarına adak adama inanç ritüelleri.(1)
bulunmaları yaygın bir âdetti. Prensler tarafından (1) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e., s.5
sığır veya domuz, memurlar tarafından köpek,
halk tarafından da tavuk kurban edilir ve kanı
Adak Taşı
adak adayanların dudaklarına sürülürdü. Çin’de
sık görülen bir adak çeşidi de arkadaşlar arasında Bazı tekkelerin bahçesinde bulunan ve hastaların
yapılan ve kanların karıştırılmasıyla onaylanan iyileşmesi için üzerine hasta olanların yattığı taş-
ebedî kardeşlik adağıydı. Bunun kan akrabalığına tır.(1)
denk bir bağ oluşturduğuna inanılırdı. Çin’de yay- (1) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e., s.1

28
Vadi-i Hamuşan
Adaklık
a. Adak olarak ayrılmış hayvan.
Âdem
Semavî kitaplara göre ilk insan ve ilk peygamber.(1)
A
b. Türbe ve benzeri adak adamakta yararlanılan İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebe-
yer.(1) biyle ebü’l-beşer, Kur’ân-ı Kerîm’de (bk. Âl-i İm-
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. rân 3/33) Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında
sayılmış olduğundan safiyyullah unvanlarıyla da
anılmaktadır.
Adam
Âdem kelimesinin menşe ve iştikakı tartışmalı-
a. İnsan, kişi,(2) yetişkin erkek.(1)
dır. Kelimenin Sumer dilindeki adamu (babam),
b. Olumlu nitelikleri bulunan, erdem sahibi ol- Âsur-Bâbil dilindeki adamu (yapılmış, meydana
muş, kendisine güvenilir, dürüst kişi.(1) Değer- getirilmiş, ortaya konmuş; çocuk, genç) veya Sâbiî
li, ahlaklı, faziletli kimse.(2) dilindeki adam (kul) kelimesinden geldiği ileri sü-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rülmüştür (bk. L. Pirot, DBS, I, 87). Bazıları, Âdem
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. kırmızı topraktan (adamah) yaratıldığı için ona,
“kırmızı” mânasına gelen Adam adının verildiğini
Adam Öldürmek ileri sürmüşlerse de bu görüş ilgi görmemiştir (bk.
a. Silahla veya başka usullerle birini öldürme.(1) L. Pirot, a.e., I, 87). Diğer taraftan, Tekvîn’deki
(2/7) “Yerin toprağından (adamah) insanı (adam)
b. Kur’an-ı Kerim’de haksız yere adam öldürmek,
yarattı” ifadesinden dolayı, âdem kelimesinin top-
şirkin ardından gelen büyük günahlardan biri-
rakla bağlantısı olduğu da söylenmiştir (bk. B. s.
dir.(2)
Childs, IDB, I, 42).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Adam, İbrânîce’de insan türü için kullanılan müş-
(2) Ateş, Süleyman. “Kuran Ansiklopedisi.” Kuba Ya-
yınları, 1997, Cilt.1, s.63.
terek bir isimdir. Ahd-i Atîk’te bu kelime, insan ve
insan türü anlamında 500’den çok yerde, nâdiren
de özel isim olarak ilk insan için kullanılmıştır
Adam Fakı Türbesi-Sivas
(bk. B. s. Childs, a.e., I, 42). Tekvîn’in ilk beş ba-
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 116 bında kelime hem özel isim olarak (5/1-5), hem de
“insan türü” (1/26-28) ve “ilk insan” (2/4; 4/26)
Âdem mânalarında kullanılmıştır. Çağdaş yorumcular,
a. İnsan, adam, kişi.(2) Beşer.(3) kelimenin Tekvîn’e (4/25) kadar “insan türü” an-
lamında kullanıldığı kanaatindedirler.
b. İlk yaratılan insan ve ilk peygamber.(3)(4) İnsan-
lığın babası, Hz. Adem. Âdem kelimesinin hangi dilden geldiği ve hangi
kökten türemiş olduğu konusu müslüman dilciler
c. İnsanda bulunması gereken erdemlere sahip
arasında da tartışılmıştır. Dilcilerin çoğu bu keli-
kimse.(2)
menin Arapça asıllı olduğunu, “esmerlik” anlamına
d. Masiva, Hakk’tan gayrı nesne,(1) zulmet, şer, gelen el-üdme (‫ )األدمة‬veya “tip, örnek” anlamında-
batıl, çirkin.(6) ki el-edeme kökünden türetildiğini savunurlar.
e. Tasavvufta kâinatın aslı Adem’dir, âlemler yani Başka bir görüşe göre, “bir şeyin dış yüzü” (daha
her şey var olmadan önce Âdem’de mündemiç çok edîmetü’l-arz şeklinde “yeryüzü”) anlamına
idiler.(5) gelen el-edîme kelimesinden türetilmiştir.(…)(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. (1) DİA; [ÂDEM - Süleyman Hayri Bolay] c. 01; s. 363
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Akay, Hasan. a.g.e. Âdem’e Meleklerin Secde Etmesi
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’e göre, Allah Âdem’i yarattığı ve ona
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. ruh verdiği zaman meleklere, “Âdem’e secde edin!”

29
Vadi-i Hamuşan
diye emretmiş, bütün melekler bu emre uymuşlar lek olursunuz yahut ebedî kalıcılardan olursunuz
(bk. el-Bakara 2/34; el-A‘râf 7/11; el-Hicr 15/29- diye şu ağacı size yasakladı” (el-A‘râf 7/20) ve “Ey
31; el-İsrâ 17/61; el-Kehf 18/50; Tâhâ 20/116; Sâd Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayacak bir
38/72-74), ancak İblis kendisinin ateşten, Âdem’in hükümranlığı göstereyim mi?” (Tâhâ 20/120) di-
ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün yerek onları yanılttığı belirtilmektedir. Bu konuda
olduğunu ileri sürerek emre karşı gelmiş (bk. el- sahih hadislerde de başka bilgi yoktur. Diğer İs-
A‘râf 7/12; el-Hicr 15/33; el-İsrâ 17/61; Sâd 38/76) lâmî kaynaklarda yer alan ve bu ağacın hayrı ve
ve bu yüzden lânetlenerek Allah’ın rahmetinden şerri bilme ağacı veya üzüm asması, buğday, incir
uzaklaştırılmıştır (bk. Sâd 38/74-78). Bunun üzeri- ağacı vb. bitki türlerinden biri olduğunu belirten
ne, Allah’tan kıyamete kadar, düşmanı olan Âdem rivayetler ise İslâm dışı kaynaklara dayanmakta-
soyunu doğru yoldan ayırmak, kendi cemaatini ço- dır (bk. Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 184; Abdullah
ğaltmak için mühlet istemiş (bk. el-A‘raf 7/13-18; Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s. 256-257).
el-Hicr 15/34-43; el-İsrâ 17/61, 65; Sâd 38/75-83), Hz. Âdem’in yasak ağaca yaklaşması ve Allah’ın ya-
Allah da ona bu fırsatı vermiştir. sağını çiğnemesinin şekli ve neticeleri hakkındaki
İslâm’da Allah’tan başkasına ibadet maksadıyla bilgiler Tevrat ve Kur’ân-ı Kerîm’de farklılıklar
secde etmek küfür olduğundan, meleklerin Hz. göstermektedir.(…) Kur’ân-ı Kerîm’de yılandan
Âdem’e secdesi İslâm âlimlerince ibadet secdesi söz edilmemiştir. Bazı İslâm tarihi kitaplarında
değil, saygı secdesi ve bir nevi biat olarak yorum- geçen bu yılan unsuru tamamen İslâm dışı kay-
lanmıştır. Bazı eserlerde (meselâ bk. Taberî, Câ- naklara dayanmaktadır. Kur’an’a göre onları yasak
miu’l-beyân, I, 180) ağaca yaklaşmaya teşvik eden şeytandır. Âdem’e
Hz. Âdem’e secde etmekten kaçınan melekler ol- karşı açık bir kıskançlık içinde bulunan şeytan,
duğu ve bunların yakıldığı ifade edilmekteyse de önce Allah’ın emrine karşı gelerek Âdem’e secde
bu rivayet, İslâm’ın melekler hakkındaki genel etmemiş (bk. el-A‘râf 7/11-12), sonra da onu alda-
telakkisi ile bağdaşmaz (bk. İbn Kesîr, I, 111).(1) tarak günah işlemesine sebep olmuştur. Şeytanın
cennete girişi ve Âdem ile Havvâ’ya yaklaşması ko-
(1) DİA; [ÂDEM - Süleyman Hayri Bolay] c. 01; s. 363 nularında Kur’an ve sahih hadislerde bilgi yoktur.
Diğer İslâmî kaynaklardaki bilgiler ise genellikle
Âdem’in Cennete Konması ve Çıkarılması apokrif yahudi kaynaklarından alınmıştır.(…)
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın Hz. Âdem ve Havvâ’ya Kur’ân-ı Kerîm’e göre de yasağı çiğnemenin he-
cennete yerleşmelerini emrettiği belirtilmekte men ardından utanılacak yerleri kendilerine gö-
(bk. el-Bakara 2/35), ancak bunun âhirette iyile- rünmüş ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp
rin kalacakları “ebedîlik yurdu” (dârülhuld) olan üzerlerine örtmeye başlamışlardır (bk. el-A‘râf
cennet olup olmadığı konusunda açık bir ifade 7/22; Tâhâ 20/121).(…)
bulunmamaktadır.(…) Kur’an’a göre de Âdem ve eşi, işlenilen bu suç se-
Kur’an’a göre, Âdem ve Havvâ cennete yerleş- bebiyle içinde bulundukları cennetten, belirli bir
tikten sonra orada Allah’ın nimetlerinden dile- müddet yaşamaları için yeryüzüne indirilmişler-
dikleri gibi faydalanıyorlardı. Allah onları yasak dir. İnsanlar arasındaki düşmanlıklar da yasağı
ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı: “Ey çiğnemiş olmanın bir cezasıdır (bk. el-Bakara
Âdem! Eşin (Havvâ) ile birlikte cennete yerleş; 2/36, 38; el-A‘râf 7/24; Tâhâ 20/123). (…)
orada çekinmeden istediğiniz her yerde cennet ni- Kur’ân-ı Kerîm’de, hıristiyan itikadının aksine,
metlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın; Âdem’in hatasının ve cezasının ferdîliği, Allah’ın
sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz” (el-Baka- insanlara yönelttiği şu hitapla da belirtilmiştir:
ra 2/35). Kur’ân-ı Kerîm’de bu ağacın mahiyeti “Yalnız size benden bir hidâyet geldiği zaman
hakkında bilgi verilmemiştir. Sadece şeytanın kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir
Âdem ile Havvâ’ya çirkin yerlerini göstermek için, korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir; inkâr
“Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf me- edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise ateş ehlidir,

30
Vadi-i Hamuşan
orada ebedî kalacaklardır” (el-Bakara 2/38-39;
Tâhâ 20/123).(…)
değişik terimlerle ifade edilmektedir. Fahreddin
er-Râzî bu âyetlerde onun yaratılış keyfiyetinin
muhtelif şekillerde tasvir edildiğini belirterek
A
Aslında Hz. Âdem ve eşinin şeytanın iğvâsına ka-
pılmaları, pişmanlık duymaları ve tövbe etmeleri, bunları şöyle sıralamaktadır: Toprak (türâb), su
tövbelerinin kabul edilmesi, cennetten çıkarılma- (mâ’), çamur (tîn), akışkan veya süzme çamur
ları gibi hadiseler, onların soyunun dünya haya- (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), ku-
tına ait macerasının bir hulâsası gibidir. Bu ilk rumuş çamur (salsâl). Salsâl Kur’an’da farklı ifa-
günah ve daha sonraki gelişmelerin, yeryüzünde delerle tekrarlanmıştır (bk. el-Hicr 15/26, 28, 33;
insanlar da haramlara yaklaştıktan sonra ataları er-Rahmân 55/14). Râzî’ye göre bunların ilkinde
Âdem gibi samimiyetle tövbe ederlerse tövbeleri- “porselen (hazef) gibi ses çıkaran (fehhâr) kuru-
nin kabul edilebileceğini, günah karşısında insan muş çamur”, ikincisinde “bir müddet suda kal-
için bir tövbe ve af müessesesinin daima işleyece- dığından rengi siyahlaşmaya yüz tutmuş madde
ğini, insanın böylelikle kemale ereceğini gösterdi- (hame’)”, üçüncüsünde de “kokusu değişmiş mad-
ği düşünülebilir. de (mesnûn)” kastedilir (bk. Mefâtîhu’l-gayb, VIII,
74-75).(…)
Hz. Âdem’in hayatının yasak meyveyi yedikten ve
cennetten çıkarıldıktan sonraki dönemi hakkında Kur’an, sahih hadisler ve bunlara dayanan diğer
Kur’ân-ı Kerîm’de bilgi yoktur. Diğer İslâmî kay- güvenilir İslâmî kaynakların Hz. Âdem hakkında
naklardaki haberler ise genellikle yahudi gelene- verdiği bilgilerden çıkan sonuca göre Âdem top-
ğinden aktarılmış bilgilerdir.(…) raktan yaratılmıştır. Konuyla ilgili âyetlerden, bu
yaratılışın belli bir gelişme seyri takip ettiği ve sü-
Hz. Âdem’in dili İslâmî telakkiye göre Arapça, ya-
resi bilinmemekle birlikte belli bir zaman içinde
hudi ve hıristiyanlara göre ise Ârâmîce idi. Cen-
tamamlandığı sonucu da çıkarılabilir. Ancak bu
nette Arapça, yeryüzüne inince de Süryânîce ko-
gelişme hiçbir zaman, ilâhî irade ve kudretin tesiri
nuştuğu, on iki yazı çeşidi ile 700 dil bildiği de öne
olmaksızın tabii bir tekâmül şeklinde anlaşılma-
sürülmüştür.(…)
malıdır. Bütün ilgili âyetlerde Âdem’in yaratılma-
Hz. Âdem’in kabrinin nerede olduğu konusunda sı olayında Allah’ın irade ve kudretinin etkisine
İslâmî kaynaklarda çeşitli rivayetler vardır. İbn özellikle dikkat çekilmiştir. Ayrıca Âdem’in her-
İshak’a göre Âdem’in kabri cennetin doğusun- hangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil,
da bir yerde, diğer rivayetlere göre ise Mekke’de topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün ilk
Ebûkubeys mağarasında veya Hindistan’daki atası, yeryüzünde, öteki bütün canlı ve cansız varlık-
Nevz dağındadır (bk. Sa‘lebî, 37). Başka bir riva- ların aksine, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun
yete göre de tûfanda Hz. Nûh, Âdem’in tabutunu için gerekli mânevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabili-
gemiye almış, tûfandan sonra da Beytülmakdis’e yetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tar-
defnetmiştir.(1) tışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu
(1) DİA; [ÂDEM - Süleyman Hayri Bolay] c. 01; s. 363 sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını
bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviye-
sine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştır-
Âdem’in Yaratılışı ve Meziyetleri mak mümkün değildir.(…)
Kur’ân-ı Kerîm’e göre Âdem’in yaratılışının diğer Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in hangi günde ya-
insanlarınki gibi olmadığı kesindir. Özellikle Âl-i ratıldığı belirtilmemekte, ancak hadislerde onun
İmrân sûresinin elli dokuzuncu âyetinde, “Allah cuma günü yaratıldığı, o günde cennete konul-
nezdinde -yaratılış bakımından- Îsâ’nın durumu duğu, yine cuma günü cennetten çıkarıldığı,
Âdem’e benzer; Allah onu topraktan yarattı; son- aynı günde tövbesinin kabul edildiği ve yine bir
ra ona ‘ol!’ dedi ve oluverdi” denilerek bu iki pey- cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir (bk.
gamberin yaratılışlarındaki olağan üstü duruma Ebû Dâvûd, “Salât”, 207; Tirmizî, “Cuma”, 1; İbn
işaret edilmiştir. Mâce, “İkametü’s-salât”, 79, “Cenâiz”, 65; Dârimî,
Hz. Âdem’in yaratıldığı madde, çeşitli âyetlerde “Salât”, 206; Müsned, II, 311).(…)

31
Vadi-i Hamuşan
Hz. Âdem ve soyunun halife diye tanıtılması yer alan bir hadiste (bk. V, 178, 179, 265), ilk pey-
Âdem’den önce bir insan türünün yaşamış olduğu gamberin kim olduğu yolundaki bir soruya Hz.
sonucuna götürmez. Zira daha tutarlı ve genel ka- Peygamber’in “Âdem’dir” karşılığını verdiği belir-
bul gören bir görüşe göre bu kelime, “daha önceki tilmektedir.(…)
bir insan topluluğunun halefi, onların yerini alan” Hz. Âdem ve onun soyunun diğer birçok varlık-
mânasında değil, “Allah’ın vekili, yeryüzünde tan daha üstün ve değerli sayılmasının (bk. el-İs-
O’nun hükümlerini yaşatan, uygulayan, dünyayı râ 17/70) temelinde Allah’ın onlara verdiği bilgi
imar, insanları idare ve terbiye eden, dünyadaki gücü bulunduğu söylenebilir. Nitekim Kur’an’da
diğer bütün canlılardan üstün olan, onları emri meleklerin, insanoğlunu “yeryüzünde fesat çıka-
altına alan” anlamında kullanılmıştır.(…) ran ve kan döken” varlık olarak nitelendirmeleri
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’le ilgili âyetlerde bu üzerine Allah’ın Âdem’e bütün isimleri öğrettik-
konu genellikle üç ayrı noktadan ele alınmıştır. ten sonra bunları meleklere sorduğu, onlar bile-
Öncelikle Âdem’in son derece önemsiz bir mad- meyince Âdem’e, “Ey Âdem, onlara eşyanın isim-
de olan topraktan başlamak üzere bedenî ve ruhî lerini bildir!” dediği ve Âdem’in isimleri onlara
yönleriyle tam ve kâmil bir insan haline gelinceye bildirdiği açıklanmıştır (bk. el-Bakara 2/30-33).
kadar geçirdiği safhalardan söz edilir ve bu suretle Tefsirlerde genellikle, bu âyetlerdeki “isimler”in
Allah’ın kudretinin üstünlüğü vurgulanmış olur. kavram bilgisi olduğu ve meleklerin bilmedikleri
İkinci olarak Âdem’in varlık türleri arasındaki şeyler hakkında Hz. Âdem’in bilgili kılındığı, böy-
mevkiinin yüksekliğine işaret edilir. Bu âyetlerde lece onun ilimde meleklerden daha üstün nitelikte
hem Âdem’in hem de onun soyunun yeryüzünün yaratıldığı yine bu âyetlerde belirtilmektedir. Söz
halifeleri olduğu, Allah’ın kendilerine verdiği aklî, konusu âyetlerin birinde, “Allah Âdem’e bütün
zihnî, ahlâkî vb. meziyetlerden, dolayısıyla hem isimleri öğretti” denilerek Âdem’in bilgisinin ge-
Allah’a ibadet eden hem de yeryüzünde Allah’ın nişliğine işaret edilmiştir. Bilgi gibi bir meziyet
hükümlerinin yerine getirilmesini sağlayan, ayrı- ve imtiyaza sahip olmak meleklerin bile Âdem’e
ca diğer birçok varlık türlerini kendi hizmetinde secde etmesini gerektirdiğine göre, insanoğlu aynı
kullanabilen varlık olduğuna dikkat çekilir. Çe- meziyet sayesinde tabiattaki birçok varlığa ve güç-
şitli âyetlerde Allah’ın emri uyarınca meleklerin lere hâkim olup eşyaya şekil verme ve onları kendi
Âdem’e secde ettikleri bildirilmektedir. Buna göre yararına kullanma kabiliyetinde yaratılmıştır.(1)
Allah Âdem’i meleklerden daha üstün ve onların (1) DİA; [ÂDEM - Süleyman Hayri Bolay] c. 01; s. 363
saygısına lâyık bir mertebede yaratmıştır. Bu mezi-
yet yalnız Âdem’e münhasır olmayıp aynı zaman-
Adem
da bütün insanlığa şâmil bir şereftir. Kur’an’da
başka vesilelerle de insanoğlunun bu meziyetine Yokluk, vücudun-varlığın zıttı,(1) hiçlik, ölüm,(2)
(3) var olmama, bulunmama.(3)(4)
işaret edilmiştir (bk. el-İsrâ 17/70; et-Tîn 95/4).
Kur’ân-ı Kerîm’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Âdem’in (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nebî veya resul olduğunu açık ve kesin olarak ifa- (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
de eden âyet yoksa da yine Kur’an’ın açıkladığına (4) Akay, Hasan. a.g.e.
göre, “Âdem rabbinden vahiy (kelimât) almıştır”
(el-Bakara 2/37). Allah ona hitap etmiş, yükümlü- Ademiyet
lük ve sorumluluğunu bildirmiştir (bk. el-Bakara
a. İnsanlık, beşeriyet.
2/33, 35; el-A‘râf 7/19; Tâhâ 20/117). Başka bir
âyette de Allah’ın Nûh, İbrâhim hânedanı ve İm- b. İnsana yakışır şekilde davranma.(1) Erkeklik,
rân hânedanı ile birlikte Âdem’i de âlemlere üstün terbiyeli insan olma.(2)
kıldığı belirtilmekte (bk. Âl-i İmrân 3/33), böylece c. Adamlık, insanlık, mertlik tasavvufun en büyük
dolaylı olarak onun peygamber olduğuna işaret gayesidir. Sufilerin esas amacı da bu hedefe
edilmektedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ulaşmaktır.(3)

32
Vadi-i Hamuşan
d. Yoklukla ilgili, ölümle ilgili.(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Adırılmak
Ayrılmak, ölmek.(1)
A
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Adı Belli Olmayan Türbe-Erzurum


Ademoğlu, Beyhan
(1) Özdoğan, Duygu. “Başlangıcından Osmanlı Ha-
Marmara Ü. Merkez Ktp./Tasnif No: 736.5/A228 kimiyetine Kadar Erzurum Ve Çevresi” Yük. Lis.
Karacaahmed 7. Ada Mezar Taşları, Marmara Ü. Sos- Tz. Fırat Ün. Sos. Bilm. Enst. Elazığ (2008). s. 129
yal Bil. Ü., İlahiyat Abd, Y.Lisans Tezi, S. 286, 2002,
İstanbul
Adil Bey Türbesi-Kastamonu
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2,
(2) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 22
Aden Bahçesi
Bütün ölüler diriltilecek ve hesaba çekilecekler. Adil Dede Türbesi-Konya-Ereğli
Dünyada erdemli hayat sürenler, bu davranışla-
(1) Nar, Hasan. Gülşah Kılıç, Besim s. Baş. “Geçmiş-
rının mükâfatını Aden Bahçesi’nde görecekler.(1) ten Günümüze Ereğli.” (2009) s. 71-
(1) Akbaş, Muhsin, Yahudi ve Hıristiyan Düşüncesin-
de Ölüm Sonrası Hayat ve Diriliş İnancının Dini
ve Teolojik Temelleri, D.E.Ü İlahiyat Fak. Der.
Adile Sultan Türbesi-İstanbul
Sayı XV. İzmir, 2002, s.43 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 11,
(2) Pur, Doğan, a.g.e. S, 7,
Adet (3) Envanter. a.g.e. No: 5,
(4) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 407,
a. Toplum içinde yapıla, yapıla alışılmış olan, usul,
(5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 84
kâide, anane, gelenek, görenek, örf, teamül,
töre, yapıla geliş.(1) Herkes tarafından uyulan
hal, yol,(2) ola gelmiş.(3) Adiliyye-i Berraniyye Türbesi-Suriye
b. Alışkanlık, huy, tabiat.(3) (1) DİA, Cilt. 38 s. 322
c. İhlassız ibadet; şekli ibadet.(4)
d. Ölüm olayı karşısında hissedilenler ve ölüm
Adilşah Kadın Türbesi-İstanbul
sonrasındaki bilinmezliğin neticesinde top-
lumlarda oluşan çeşitli inanma, töre ve tören- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 11
lerin tümü.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Adilşah Kadın Türbesi-İstanbul
(2) Akay, Hasan. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.,
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 85
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(5) Çıplak, Nilgün. “Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezar-
lıklar Çevresinde Oluşan İnanç Ve Pratikler.” Türk Adli ölüm
Kültürü Y. XL.S.474 s.1 Ölüm olgularında, sosyo-demografik özelliklerin
ortaya konulması ve bulguların yapılan diğer ça-
lışmalarla karşılaştırılmasına denir.
Adınçıp Bark
(1) Can, Muhammet-Tırtıl, Lale, İstanbul Bağcılar’da
Şaşılası bir anıt mezar.(1)
Adli Ölüm Olgularının Değerlendirilmesi, Van
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Tıp Dergisi, 15(3) 2008, s.70

33
Vadi-i Hamuşan
Âdiyât Sûresi mek” anlamında saygılı bir biçimde anlatmak için
Kur’ân-ı Kerîm’in yüzüncü sûresi.(…) “kergek bulmak”, “uçu barmak” ve “adrılmak” ke-
limeleri kullanmaktadır.(1)
Sûrenin ilk beş âyeti, kıyameti andıran bir savaş
sahnesini canlandırmaktadır. Bu beş âyet, “uğultu- (1) Sekeryan, Ari. “Kutadgu Bilig’de Ölüm Kavramı”,
lu sesler çıkararak hızla koşan, kıvılcımlar, ateşler Fatih Üni. Uluslararası Öğrenci Sempozyumunda
saçan, sabah erken baskınlar yapan, tozu dumana Sunulan Bildiri. s.3
katan, düşman birliklerini kuşatıp onlara cephe-
den saldıran” cesur gazilerin Allah katındaki de- Adsız (Kümbet) Türbesi-Kayseri
ğerlerini ilân ve şanlarını yüceltir; müminleri de
(1) Kayseri Valiliği, “Kayseri, 2004.” Fot. Mustafa Ki-
böyle olmaya teşvik eder.
laborucu, s. 21
Daha sonraki âyetler, genelde insanoğlunun nan-
kör ve menfaat düşkünü olduğuna dikkat çeker.
İnsanın kendisinin de yakından şahit olduğu bu Aedicula
özelliğinin ona bir değer kazandırmayacağını, ak- a. Tapınaklarda ya da mezarlarda ölünün heykeli-
sine ilerde başına iş açabileceğini ima eder. nin konduğu mihrap.
Nihayet sûre, insanların bir gün yeniden dirilip b. Roma sanatında, tapınak yada mezarlarda Tan-
Allah’ın huzuruna döneceklerini ve esasen Al- rı heykelinin, ölü heykelinin yada kutsal eşya-
lah’ın hepsini bütün yönleriyle bildiğini hükme nın konulduğu küçük niş. (1)
bağlayan âyetlerle son bulur. Böylece sûre, Allah (1) https://www.seslisozluk.net/aedicula-nedir-ne-de-
yolunda canlarını bile feda etmekten çekinmeyen mek/
inanmış ve fedakâr insanlarla en küçük bir çıka-
rı için başkalarının hakkını çiğneyen, aç gözlü ve
nankör insanlar arasındaki çelişkiyi, inançları ve Af
mânevî değerleri uğruna mücadele edenlerle, hak Bağışlama ve sorumluluktan kurtarma anlamında
hukuk ve mukaddesat tanımadan toplumu kemi- ahlâk ve fıkıh alanlarında kullanılan bir terim.
renler arasındaki farkı gözler önüne serer. Sözlükte “yok etmek, silip süpürmek; fazlalık, ar-
Bu sûreyi yalnızca Asr-ı saâdet’te gerçekleşmiş tık” gibi mânalara gelen afv, bir ahlâk ve hukuk
olan İslâm inkılâbının habercisi gibi görmek, sa- terimi olarak genellikle, “kötülük ve haksızlık
dece ona mahsus bir müjde sanmak da doğru de- edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, ceza-
ğildir. Daha sonraki yüzyıllarda gerçekleşmiş olan landırmaktan vazgeçme” anlamlarında kullanıl-
yenilikler, özellikle savaş silâh ve araçlarındaki maktadır (bk. Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerîa, s. 344;
gelişmeler de onun geniş muhtevası içine girer. Lisânü’l-Arab, “afv” md.).
Sûrenin Mekkî olduğu, o dönemde müslüman- Afv kelimesi Kur’an’da, birinde “fazlalık”, di-
ların elinde at ve silâh bulunmadığı göz önüne ğerinde “bağışlama” mânasında olmak üzere iki
alındığında, bu âyetlerdeki mânaların bütünüyle âyette geçmektedir (bk. el-Bakara 2/219; el-A‘râf
gelecek zamanlarla ilgili olduğu anlaşılır. Burada 7/199).
sonraki yüzyıllarda icat edilecek ateşli silâhlardan
Bunlardan Bakara sûresindeki âyette “Sana hayır
söz edilmesi, geleceğin harp alet ve vasıtalarında-
yolunda ne harcayacaklarını da sorarlar. Fazlasını
ki gelişmeleri çok önceden haber veren bir mûcize
(harcayınız), de!” buyurulmuştur. Fıkıh kitapla-
sayılır. Buna göre âdiyât yalnızca at ve develeri de-
rında bu âyetteki mânası dikkate alınarak “afv”
ğil, motorlu savaş araçlarını, mûriyât kelimesi de
kelimesi “malın nisaptan fazla olan kısmı” anla-
ateşli silâhların hepsini içine alır.(1)
mında terim olarak da kullanılmıştır.
(1) DİA; [ÂDİYÂT SÛRESİ - Emin Işık] c. 01; s. 387
Afv, ayrıca beş âyette Allah’ın sıfatı olan afüv, bir
âyette insanların sıfatı olarak âfîn şeklinde, yirmi
Adrılmak yedi âyette de çeşitli fiil kalıplarında kullanılmış-
Saygı duyulan şahsiyetlerin ölümünü “vefat et- tır. Aynı kullanış tarzları hadislerde de görülür.

34
Vadi-i Hamuşan
Akıl ve teennîden çok duygularının etkileriyle
davranma eğiliminde olan Câhiliye toplumunda
kötülüğü kötülükle karşılamak genel bir uygula-
Af Ahlâkı
İslâm ahlâkçıları affetmeyi müslümanlar arasında
A
riayet edilmesi gereken bir din kardeşliği görevi
ma idi. Bunun aksine davranış, çoğunlukla zayıf- ve hakkı olarak düşünmüşlerdir. Nitekim din kar-
lık ve acz işareti sayıldığından insanlar aftan ziya- deşliği haklarının sıralandığı eserlerde yer alan
de cezalandırma yolunu seçerlerdi. konular arasında çoğunlukla “af ve öfkeye hâkim
Buna karşılık Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın affedi- olma” veya “af ve hoş görme (safh)” gibi başlıklar
ciliği ve mağfireti çeşitli vesilelerle ifade edilerek da bulunur. Bu münasebetle üzerinde durulan en
affın ilâhî bir sıfat ve yüksek bir ahlâkî meziyet önemli tartışma konusu, hangi suçların affedilebi-
olduğu kesin olarak ortaya konmuştur. leceği veya edilemeyeceği meselesidir.
Yine Kur’an’a göre bir kötülüğün karşılığı ona Bir kişiye karşı kötülük ve haksızlık yapan kimse-
denk bir cezadır ve bu adaletin gereğidir. Hiçbir nin haksızlığa uğrayan tarafından affedilebileceği,
suçlu, birine vermiş olduğu zarardan veya suçu- üstelik bunun bir fazilet olduğu hususunda bütün
nun karşılığı olarak kanunda gösterilen cezadan ahlâkçılar görüş birliğine varmışlardır.
fazlasıyla cezalandırılamaz. Çünkü bu zulümdür. Bir suçlunun, haksızlığa uğrayan taraf rıza göster-
Buna karşılık haksızlığa uğrayan taraf suçluyu medikçe, başka herhangi bir kişi veya kuruluşça
bağışladığı takdirde, “onu mükâfatlandırmak Al- affedilemeyeceği de yine ittifakla benimsenmiştir.
lah’a düşer” (eş-Şûrâ 42/40). Zira bağışlayan kişi Dinî vecîbelerini ihmal etmek veya dinî yasakla-
adaletin yerine getirilmesinden gönüllü olarak rı çiğnemek suretiyle kötülük yapmakta olan bir
vazgeçmiş ve affetmekle bir ihsanda bulunmuş- müslümanın öteki müslümanlarca af ve müsa-
tur. Affetmek, İslâm’da bütün faziletlerin teme- maha ile karşılanıp karşılanamayacağı hususu
lini teşkil eden takvâya en yakın meziyettir (bk. tartışmalıdır. Gazzâlî’nin belirttiğine göre, Ebû
el-Bakara 2/237). Zer el-Gıfârî’nin öncülüğünü ettiği bir topluluk,
bu nevi kötülüklerde ısrar edenlerle dostluk ve ar-
Bu sebeple Kur’an’da müslümanlar bu fazilete
kadaşlık ilişkilerinin kesilmesi gerektiğini savunur-
çağırılırken, “Onlar affetsinler, hoş görsünler. Al-
ken, Ebü’d-Derdâ, Hakîm et-Tirmizî gibi sûfîlerin
lah’ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz?” (en-
oluşturduğu ve Gazzâlî’nin de iştirak ettiği diğer
Nûr 24/22) buyurulmaktadır.
bir grup ise af ve müsamahadan yana olmuştur.
Belli başlı hadis kitaplarında af konusuna özel Onlara göre Kur’an’da da kötü kişilerden değil,
bölümler (bablar) ayrılmış ve bu bölümlerde Hz. onların işledikleri fenalıklardan uzak durmak ge-
Peygamber’in affediciliği, müslümanların birbir- rektiğine işaret edilmektedir (bk. Yûnus 10/41;
lerinin hatalarına, özellikle kadınlara, çocuklara, Hûd 11/35).
yetimlere karşı affedici ve müsamahakâr olmaları, İslâm ahlâkçıları affın sağlayacağı faydalar üzerin-
devlet adamlarının affa önem vermeleri, müşrik- de de durmuşlardır.
lerin, müslümanlara kötülük edenlerin ve zimmî-
Esasen Kur’ân-ı Kerîm’de affın teşekkür ve min-
lerin affedilip edilemeyeceği gibi konulara dair
net duygularını harekete geçireceğine işaret edil-
pek çok hadis zikredilmiştir.
miş (bk. el-Bakara 2/52), Hz. Peygamber de “Al-
Ayrıca en eski dönemlerden itibaren özellikle lah, muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi
edep ve mev‘iza türünde yazılmış ahlâk kitapla- aziz kılar” (Müsned, II, 235, 238) buyurmuştur.
rında af konusuna da yer verilerek ilgili âyet ve Buradaki aziz kelimesinin Arapça’da hem “şeref-
hadisler kaydedilmiş, selef âlimlerinin, sûfîlerin, li”, hem de “güçlü” anlamına geldiği göz önüne
hatta bazı kitaplarda Pisagor, Sokrat, Eflatun, alınırsa bu hadiste affın faydasının oldukça geniş
Aristo, Enûşirevân gibi eski filozof ve hakîmlerin tutulduğu sonucuna varılabilir.
af konusundaki hikmetli sözlerinden nakiller ya-
Râgıb el-İsfahânî affın sağladığı mutluluğa ceza-
pılmıştır.(1) landırma yoluyla ulaşılamayacağını, bu faziletin
(1) DİA; [AF - Mustafa Çağrıcı] c. 01; s. 395; insana toplum içinde itibar kazandıracağını be-

35
Vadi-i Hamuşan
lirterek, özellikle cezalandırma gücü ve imkânı ğını savunmuşlar, bunu âyetlerle de (bk. en-Nisâ
bulunanların buna rağmen affı tercih etmelerini 4/93; Yûnus 10/27) ispatlamaya çalışmışlardır.
saygıdeğer bir davranış olarak nitelemektedir. Esasen bu tartışmanın bir yönü, iki mezhep ara-
Bu bakımdan affın tebliğ ve eğitim metodu olarak sındaki imanla ilgili görüş ayrılığına dayanmak-
da önemi büyüktür. Kur’ân-ı Kerîm’de affın ıslah tadır. Nitekim Ehl-i sünnet, iman alanı ile amel
edici yönüne de işaret edilmiş (bk. eş-Şûrâ 42/40), alanını ayırdığı ve iman ilkelerini benimsemesi
Hz. Muhammed’in tebliğdeki başarısı, onun dav- şartıyla amelî alanda büyük günah işleyenleri
ranışlarındaki inceliğe, yumuşak kalpli olmasına de mümin saydığı, dolayısıyla bunların ilâhî affa
bağlanmış ve kendisine bağışlayıcı olması öğüt- mazhar olabileceklerini kabul ettiği halde, Mu‘te-
lenmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/159). Bu sebeple bü- zile bunu reddetmiş, inkâr ve şirkten uzak olsa
tün İslâm eğitimcileri af ve müsamahayı eğitimin bile, diğer büyük günahları işleyenin de tövbe
vazgeçilmez metotları arasında göstermişlerdir. etmeden öldüğü takdirde imandan çıkacağını ile-
Af ile ilgili diğer bir tartışma konusu da özellikle ri sürmüş, fâsık diye adlandırdığı bu kimseleri af
kelâm kitaplarında yer alan Allah’ın affının sınırlı kapsamının dışında tutmuştur.
olup olmadığı ve bu affın adalet ilkesiyle alâkası me- Ancak, Mu‘tezile’nin müteahhir âlimlerinden Kadî
selesidir. Abdülcebbâr, af konusunda mezhebin Bağdat ve
Selef âlimleriyle daha sonraki bütün Ehl-i sünnet Basra kollarının telakkilerini özetledikten sonra,
mensupları, hem aklî hem de naklî deliller gös- Allah’ın fâsıkı affetmesinin aklen mümkün olma-
tererek, Allah’ın şirk ve küfür dışındaki bütün dığı şeklindeki klasik görüşe katılmadığını belirt-
günahları dilerse bağışlayacağını kabul etmişler- miştir (bk. Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 678). Ona göre
dir. Şöyle ki: Bâkıllânî’nin de belirttiği gibi (bk. bu, aklî bir zorunluluk değildir. Allah büyük günah
et-Temhîd, s. 351-353) insan aklı ve tecrübesi af- işleyeni, imkânsız olduğu için değil, cezalandıraca-
fetmenin yüksek bir meziyet olduğunu ve bunun ğını bildirdiği (vaîd) için bağışlamayacaktır.(1)
adalet ilkesiyle çelişmediğini göstermektedir. Ni- (1) DİA; [AF - Mustafa Çağrıcı] c. 01; s. 395;
tekim müslüman olsun olmasın, bütün insanlar,
cezalandırma hak ve yetkisine sahip olduğu halde,
cezalandırmak yerine af yolunu tercih eden kişiyi Af Fıkhı
adaletsizlikle suçlamak şöyle dursun, onun bu ha- Bağışlama ve sorumluluktan kurtarma anlamında
reketini takdirle karşılarlar. ahlâk ve fıkıh alanlarında kullanılan bir terim.
Öte yandan, Allah insanlara affetmeyi ve müsa- İslâm hukukunda af, sanık hakkındaki hukukî
mahakâr olmayı öğütlemiştir. Bu durumda, insan- takibattan vazgeçme veya mahkûmun cezasının
lar için yüksek bir erdem olan affetmeyi, bütün bir kısmını yahut tamamını bağışlama anlamında
kemal sıfatlarıyla en yüksek derecede muttasıf kullanılır.
olan Allah için imkânsız görmek aklî bakımdan İslâm dininde cezaların konmasında asıl hedef
izah edilemez. Şu halde Allah, bağışlamayacağını suçların önlenmesi ve dolayısıyla cemiyet düze-
bildirdiği küfür ve şirk dışındaki bütün günahları ninin korunarak insan hak ve hürriyetlerinin te-
dilerse affeder. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler- minat altına alınmasıdır. Bu sebeple insanların
de de bunu teyit eden naklî deliller mevcuttur (bk. huzurunu ciddi şekilde bozan suçlar için, suçun
en-Nisâ 4/48; ez-Zümer 39/53). mahiyetine göre, Kur’an ve Sünnet’te çeşitli ceza-
Buna karşılık Mu‘tezile âlimleri, bu görüşü redde- lar takdir edilmiş, suçların işlenmesi ve yaygınlık
derek tövbe etmeden veya kötülüğünü bağışlatacak kazanmasına müsamaha gösterilmemiştir.
değerde daha önemli iyilikleri olmadan büyük gü- Buna karşılık, İslâm ceza hukukunda suçların te-
nah işleyen birini affetmenin yanlış, çirkin, hikmet şekkül ve ispatı hususunda konan şartlar cezanın
ve adalete aykırı olduğunu, dolayısıyla Allah için bu uygulama alanını daraltmış, suçun meydana geli-
anlamda bir affın düşünülemeyeceğini, daha kesin şinde ve ispatlanmasında kesinliği gölgeleyen her
bir ifade ile, Allah için böyle bir affın câiz olmadı- şüphe suçlunun lehine kullanılmıştır.

36
Vadi-i Hamuşan
Bunun yanı sıra, bazı durumlarda suçlunun affı
mümkün kılınmış ve genel bir esas olarak, afta
hata etmenin cezalandırmada hata etmekten
Hüküm kesinleştikten sonra hırsızlık suçunun
affı hiçbir şekilde mümkün değildir. Kazf suçun-
da ise hüküm kesinleştikten sonra, İmam Şâfiî
A
daha hayırlı olduğu kabul edilmiştir. Hz. Peygam- ve Ahmed b. Hanbel’e göre, mağdurun affı cezayı
ber bir hadisinde şöyle buyurur: “Elinizden geldiği düşürür. Çünkü onlara göre kazf haddi tamamen
kadar müslümanların cezalarını kaldırmaya çalışın. kul hakkıdır veya bunda kul hakkı ağırlıktadır.
Onun için bir çıkış yolu varsa bırakın gitsin. Emirin Kazf haddinin tamamen Allah hakkı olduğu, kul
afta hata etmesi cezalandırmada hata etmesinden hakkının ise dava açmaktan ibaret bulunduğunu
hayırlıdır” (Müsned, V, 160). kabul eden İmam Mâlik, Ebû Hanîfe ve diğer bir-
çok âlime göre ise hüküm kesinleştikten sonra af
İslâm ceza hukukunda, kısas ve ta‘zir cezalarının
câiz değildir.(1)
affı genel olarak kabul edilmiştir. Buna karşılık
(1) DİA; [AF - Fahrettin Atar] c. 01; s. 396
hadcezalarında, bazı istisnalar dışında af müm-
kün değildir. Diğer taraftan İslâm’da suçluların
affı daha çok mağdur ile suçlu arasındaki bir me- Af Fıkhı - Kısas Cezalarında
sele olarak kabul edilmiş ve affı yasama organının İslâm ceza hukukunda af, kul hakkının hâkim ol-
yetkisine bırakan beşerî hukuk sistemlerinin aksi- duğu kısas cezasını düşüren sebeplerden biri ola-
ne, af yetkisi hakkı çiğnenen mağdurun kendisine rak kabul edilmiştir. Suçlunun mağdurun bizzat
verilmiştir.(1) kendisi veya velîsi tarafından affedilmesi Kur’an
(1) DİA; [AF - Fahrettin Atar] c. 01; s. 396 ve Sünnet’te teşvik edilmiştir (bk. el-Bakara
2/178; el-Mâide 5/45; eş-Şûrâ 42/40; Müsned, II,
386; III, 213, 258; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 3).
Af Fıkhı - Had Cezalarında
Öldürme ve yaralama suçlarında uygulanan kısas
Mahkeme kararıyla kesinleşmiş had cezalarında
cezalarında af, kul hakkı olan kısası düşürmekle
prensip olarak devletin hiçbir af yetkisi yoktur.
birlikte devlet gerekirse suçluya ta‘zir cezası ve-
Ancak suç unsurları ve ispat şartlarında eksiklik
rebilir. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre,
olması halinde cezanın düşmesi söz konusu oldu-
kasten öldürme ve yaralama suçlarında af hem
ğu gibi, bazı durumlarda suçlunun bağışlanması karşılıksız, hem de diyet karşılığında olabilir. Zira
da kabul edilmiştir. bunlara göre söz konusu suçlarda mağdur, suçlu-
Mağdur tarafından dava açılmasına bağlı olmayan nun rızasını almadan kısas ve diyet cezalarından
had cezalarında af hiçbir şekilde mümkün değil- herhangi birinin uygulanmasını hâkimden iste-
dir. Dava açılmasına ihtiyaç gösteren hadlerde -ki yebilir. Bu suçlarda asıl cezanın kısas olduğunu,
bunlar kazf ve hırsızlık suçlarına uygulanan had- diyete hükmedilmesinin suçlunun rızasına bağlı
lerdir- af söz konusu olabilir. Bu iki suçta, dava bulunduğunu kabul eden Ebû Hanîfe ve İmam
açılmadan önce veya sonra, henüz hüküm ke- Mâlik’e göre ise af ancak karşılıksız olabilir. Diyet
sinleşmeden mağdurun suçluyu affetmesi cezayı karşılığında kısastan vazgeçilmesi suçlunun rıza-
düşürür. Bu hususta fıkıh âlimleri görüş birliğine sına bağlı olduğundan buna af değil, sulh denir.
varmışlardır. Affa mağdurun bizzat kendisi yetkili olup onun
Hz. Peygamber bir hadisinde, mahkemeye intikal ölümü halinde, kısas hakkına sahip olan velîleri
ettirilmeden önce had davalarında affın mümkün bu yetkiyi kullanabilirler. Bunlar da Ebû Hanîfe,
olabileceğini, ancak mahkemede dava açıldıktan Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, erkek ve kadın
sonra affın söz konusu edilemiyeceğini belirtmiş- bütün mirasçılardır. İmam Mâlik’e göre ise bu hu-
tir (bk. Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 6). Ancak bu af sade- susta yetkili asabe mirasçılar olup bunlar arasında
ce kul hakkını düşürür, cezayı tamamiyle ortadan da bir öncelik sıralaması söz konusudur.
kaldırmaz. Devlet, suçlunun da durumunu göz Bütün fukahaya göre affeden kimsenin âkil ve
önüne alarak ta‘zir cezası verebilir. bâliğ olması şarttır. Kısas konusunda hak sahibi-

37
Vadi-i Hamuşan
nin çocuk olması halinde, İmam Şâfiî ve Ahmed Âferîde
b. Hanbel’e göre, çocuk aleyhine bir tasarruf sayı- Yaratılmış, halkedilmiş,(1) meydana getirilmiş,
lacağı için velînin karşılıksız afta bulunma yetkisi mahluk.(2)
yoktur. Affın ancak karşılıksız söz konusu olabi-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
leceğini kabul eden İmam Mâlik ve Ebû Hanîfe’ye
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
göre de çocuğun hakkını iskat (düşürme) sayılaca-
ğından, velî asla affa yetkili değildir. Ancak, velî
veya vasî kısası mal karşılığında affedebilirler ki Âferînende
bu da af değil sulhtür. Bu hususta fukaha arasın- Yaratıcı, yaratan, “Allah”.(1)(2)
daki ihtilâf özde olmayıp şekildedir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hak sahibi olanlardan bazıları affedip diğerleri af- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
fetmezse, Ebû Hanîfe, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e
göre af geçerli olup affetmeyenlere diyetten his-
seleri ödenir. İmam Mâlik ise bu konuda affede- Âferîniş
nin erkek olmasını ve ölüye yakınlığını esas almış, a. Yaratılış, hilkat, âlem.(1)(2)
ancak erkek asabenin aynı derecede bulunmaları b. Yaratılmışlar, bütün mahluklar.(1)
halinde birisinin affını yeterli saymıştır. Ortak iş- c. Hz. Âdem’in ve âlemin yaratılışı.(2)
lenen suçlarda suçluların bir kısmı affedilip diğer-
lerine kısas uygulanabileceği gibi, yaralanan bir (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kimsenin ölümden önce yaptığı af da fıkıh âlimle- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ri tarafından geçerli kabul edilmiştir.(1)
(1) DİA; [AF - Fahrettin Atar] c. 01; s. 396 Âfet
a. İnsan için çok kötü bir durum, musibet, bela.(1)
Af Fıkhı - Ta‘zir Cezalarında b. Çok sayıda insan ve hayvanın ölümüne yol açan
İslâm hukukçuları bazı hadislere dayanarak ta‘zir salgın hastalık.(1)
cezalarında affın câiz olduğunu kabul etmişlerdir. c. Önlenmesi elde olmayan büyük felaket, bela,
Devlet, kul hakkının bulunmadığı, yalnız kamu musibet, bâdire.(2)
hakkının çiğnendiği suçlarda, suçlunun ve cemi- d. Sakınılması gereken, tehlikeli, insana büyük za-
yetin maslahatı söz konusu ise, ta‘zir cezasını affa rar verecek olan kimse veya şey.(2)
yetkili sayılmıştır. Kul hakkının ihlâl edildiği du- e. İnsanın kendini kaptırıp, kurtulamadığı du-
rumlarda ise devletin af yetkisi olmayıp mağdur rum.(2)
şahıs dilerse suçluyu affedebilir. Ancak fert ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kamu haklarının birleştiği ta‘zir cezalarında bir
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tarafın affı diğer tarafın hakkını düşürmez.(1)
(1) DİA; [AF - Fahrettin Atar] c. 01; s. 396
Âfet Ahlâkı
İslâm ahlâkı, fıkıh ve hadis alanlarında farklı an-
Afak Hoca Türbesi-Kaşgar
lamlarda kullanılan bir terim.
(1) DİA, Cilt. 1 s. 397,
Sözlükte “belâ, musibet, hastalık, kusur, genel-
(2) DİA Cilt 8 s. 323
likle isabet ettiği şeyi faydalı olmaktan çıkaran
durum” gibi mânalara gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de
Afat
bulunmamakla birlikte hadislerde bu anlamlar ya-
Afetler, musibetler, belalar,(1) felaketler.(2) nında “ölüm, bir kabiliyet veya hasletin fayda ve
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. değerini ortadan kaldıran ârızî hal” gibi mânalar-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. da da geçmektedir.

38
Vadi-i Hamuşan
İslâm ahlâkında âfet insan nefsinin kötü eğilimle-
ri ile dış organların kötü fiil ve hareketleri hakkın-
da kullanılmıştır. Riya, kin, kıskançlık gibi insan
Meyve, sebze gibi ziraî ürün ve mallara zarar ve-
ren bu âfetler için câiha tâbirini, bunların tesiri
hakkında da genellikle helâk ve telef kelimelerini
A
nefsinin kötü eğilimleri ile yalan, gıybet gibi kötü kullanırlar.
sözler ve diğer yanlış ve haksız fiiller insanın se- Fıkıh usulü âlimlerinin ise âfet kelimesini “insa-
lim fıtratını bozduğu, ahlâkî kemale ulaşmayı en- nın irade ve ihtiyarını bozan veya ortadan kaldıran
gellediği ve mutsuzluğa götürdüğü için İslâm ah- ehliyet ârızaları” mânasına kullandıkları görülür.
lâkçıları bunlara çoğunlukla âfât (âfetler), bazan Bu mânada âfet, insanın bizzat kendi elinde olma-
da emrâz (hastalıklar) adını vermişlerdir. yarak meydana gelen baygınlık, bunama, delirme
Daha çok Gazzâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn ve Kim- gibi âfetlerle insanın kendi iradesinin söz konusu
yâü’s-saâde adlı kitaplarına dayanan ve bunlar- olduğu sefeh (akılsızlık), sarhoşluk ve cehalet gibi
daki konuları yeniden sistemleştiren sonraki âfetler olmak üzere ikiye ayrılır.
bazı müelliflerin ahlâk ve nasihat kitaplarında bu Usul âlimleri âfeti daha çok insan irade ve ihti-
kötülükler, ârız oldukları meleke veya organlara yarına tesiri, fakihler de mala tesiri açısından ele
göre sekiz bölümde incelenmiştir. alarak dinî ve hukukî sorumluluk bakımından so-
Bunların ilki olan kalbin âfetleri, başta inkâr, şirk nuçları üzerinde durmuşlardır. Gerek insanın ira-
ve nifak olmak üzere düşünce ve inanç alanındaki de ve ihtiyarına, gerekse mala yönelik âfetler iba-
yanlışlıklarla riya, kin, kıskançlık gibi duygu ala- detlerde, muhtelif akid ve muamelelerde, haksız
nındaki fenalıkları ifade eder. fiillerde, duruma göre sorumluluğun hafifletilme-
si veya tamamen kalkması, muhayyerlik sübûtu,
İkinci sırada yer alan dilin âfetleri Gazzâlî’nin
fesih, red, butlân, cezanın tehiri veya düşürülmesi
İhyâü ulûmi’d-dîn’inde yirmi maddede toplan-
gibi sonuçlar doğurmaktadır.(1)
mıştır. Bunlar yalan, gıybet, sövüp sayma gibi ge-
nellikle ferdin ahlâkî şahsiyetine, toplumun dirlik (1) DİA; [ÂFET - Ahmet Özel] c. 01; s. 399;
ve düzenliğine zarar veren, adalet ilkesine, edep
kurallarına aykırı düşen sözlü kötülüklerdir. Afgani Şeyh Mehmet Efendi Türbesi-
Geri kalan âfetler grubu ise kulak, göz, el, karın, Makedonya
cinsel organ ve ayaklar ile ilgili ahlâkî kötülükleri (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 602
ihtiva eder.
Son olarak, herhangi bir meleke ve organa nis- Aftal Dede Türbesi-Bolu
bet edilmeyen, ancak dinin ve ahlâkın kötü say- (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 205
dığı tutum ve davranışlar da “bedenin bir organa
bağlı olmayan âfetleri” başlığı altında dokuzuncu Afsun
âfetler kümesi olarak gösterilmiştir. Sıla-i rahmi
a. Efsun kelimesinin halk ağzındaki şekli, büyü,
terketme, vesvese, insanlar arasında ihtilâf ve çe-
sihir.(1)
kişme, bid‘at, hurafeler vb. fenalıklar bu kısımda
incelenir.(1) b. İnsanlar ve diğer canlılar üzerinde söz ve işaret-
le iyi veya kötü bir etki bırakma işi.(2)(3)
(1) DİA; [ÂFET - Mustafa Çağrıcı] c. 01; s. 398-399;
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Âfet Fıkhı (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
İslâm ahlâkı, fıkıh ve hadis alanlarında farklı an-
lamlarda kullanılan bir terim. Afsunlu
Fıkıh âlimleri âfet terimiyle genellikle insan müda- a. Yabancıların dokunmasına ve yaklaşmasına
halesi bulunmadan meydana gelen musibet ve zarar- karşı efsunlanmak suretiyle korunan, büyülü,
ları kastederler. tılsımlı.(1)(2)

39
Vadi-i Hamuşan
b. Zehirli hayvanların sokmalarına karşı efsun- güç ve kudretin bulunduğuna inanılmış, buna bağlı
lanmak suretiyle bağışıklık kazanmış olan, olarak da ona aşırı saygı gösterilerek kutsiyet izâfe
şerbetli.(1) edilmiştir. Bu yüzden bütün dinlerde, farklı şekil-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lerde de olsa ağaca önem verilmiştir.(1)
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) DİA; [AĞAÇ - Hikmet Tanyu] c. 01; s.456-457;
[AĞAÇ - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 457-459

Afüv
“Affı bol, daima affeden” manasına olup esma-i Ağaç Baba Türbesi-Sakarya
hüsnâdan biridir.(1) Merhametli, daima suçu ba- (1) Kaynak Yok
ğışlayan.(2) Allah.(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Ağaç dikme
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Mezara ağaç dikilmesi, eski inançlarda yaygın
olarak görülen ağaç kültüyle ilgilidir. Ağaç, yerin
Afv dibindeki kökleri, göğe doğru yükselen gövdesi ve
gökyüzüne dağılan dal, budak ve yapraklarıyla ol-
a. Birinin suçunu bağışlama.(1)
duğu kadar, mevsimden mevsime kendini yenile-
b. Af kelimesinin asıl şekli.(2) mesi ve daha birçok özelliği ile en eski dönemler-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. den bu yana dini bir yapıya sahip olmuştur. Ayrıca
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. çoğu zaman hayatın ve ebediliğin sembolü olarak
kabul edilmiştir.(1)
Agı (1) Çıplak, Nilgün. a.g.e., s.7
Ölünün çıktığı evde yas tutulması esnasında ağıt
yakılır. Bağırarak, dövünerek ağlayanlar, susarak Ağaç Düşüncesi
bu yürek sızlatan ağıtı dinlerler. Ağlayıcılara “Boz-
Kur’ân-ı Kerîm’de şecer veya şecere kelimesi hem
layıcı” denir. Söylenen ağıt ise bozlakdır. Bozlak
ağaç hem de genel olarak bitki anlamında olmak
Azerbeycan Türkçesinde “Agı” kelimesiyle karşı-
üzere yirmi altı yerde geçmektedir. Bu anlamda-
lanmaktadır.(1)
ki kullanılış hadislerde de görülür (bk. Buhârî,
(1) Ergönenç Akbaba, Dilek. “Nogay Türklerinde “Ezân”, 160; İbnü’l-Cevzî, s. 380-382).
Ölüm ile İlgili İnançlar ve Ağıtlar.” Milli Folklor
Kur’an’da ayrıca hurma, nar, üzüm, incir ve zeytin
20 (2008): 77-84. s.78
gibi bazı ağaçlar ismen anılmakta, incir ve zey-
tin ağacı üzerine yemin edilmektedir (bk. et-Tîn
Ağaç 95/1). Yine Kur’an’da ağacın ilâhî lutuf ve kud-
Çeşitli faydaları, estetik özellikler ve hayatın saf- retin eseri olarak yaratıldığı belirtilerek birçok
halarını sembolize etmesi sebebiyle bütün dinle- canlının ağaç olmaksızın yaşayamayacağı gerçeği-
rin önemle üzerinde durduğu bitki. ne dikkat çekilmiştir (bk. en-Nahl 16/10-11; en-
Çiçeği, meyvesi ve diğer estetik özellikleriyle tarih Neml 27/60).
boyunca insanların dikkatini çeken ağacın beşikten Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği ve ilk oluşumun altı
mezara kadar hayatın her safhasında kullanılması, devirde meydana geldiğini anlatan hadise göre
ona karşı özel bir ilgi uyandırmıştır. İklimlere göre ağacın yaratılışı, yer kabuğunun ve dağların teşek-
türlerinin farklı oluşu, her mevsim görünümünün külünden sonra üçüncü devre rastlar (bk. Müslim,
değişmesi, özellikle kışın yapraklarını döküp ba- “Münâfıkîn”, 27; krş. Fussılet 41/9-10).
harda tekrar canlanması sebebiyle, ölümden sonra Göklerde ve yerde bulunan her şeyin, güneş, ay,
yeniden hayata dönüşün sembolü gibi görülmüş- yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve birçok in-
tür. Bunun yanında, ağacın hayatiyetin ötesinde sanın Allah’a secde ettiğini ifade eden âyetler (bk.
bir ruha sahip olduğuna, dolayısıyla bünyesinde bir el-Hac 22/18; er-Rahmân 55/6) (…) vardır.

40
Vadi-i Hamuşan
Çeşitli hadislerde de ağacın zikir ve tesbihte bu-
lunduğu (bk. Tirmizî, “Hac”, 14; İbn Mâce, “Menâ-
sik”, 15), ezanı duyduğu ve ezan okuyan hakkın-
ve fiilî sünnetten örnekler vermişlerdir (bk. Wen-
sinck, “şecer” md.).
A
İslâm dininde insanların ve diğer canlıların sağlığı,
da hüsn-i şehâdette bulunacağı (bk. İbn Mâce, beslenmesi, çeşitli geçim vasıtalarının sağlanması
“Ezân”, 5), bir nevi haberleşme görevi yaptığı (bk. için çok gerekli olan ağacın korunması, lüzumsuz
Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32) ifade edilir. yere kesilmemesi konusuna da önem verilmiştir.
Nitekim Müslim ve Ahmed b. Hanbel gibi bazı Mekke’nin hareminde bulunan ağaçların kesilme-
muhaddislerin rivayet ettiği bir hadise göre kı- si, bitkilerin koparılması Hz. İbrâhim’den itibaren
yamet kopmadan önce öyle bir zaman olacak ki yasaklanmıştır.
müslümanlar yahudilerle savaşacak ve onları ye-
Hz. Peygamber, Medine’de de belli sınırlar için-
necekler. Bu arada yahudiler taş veya ağaçların
de bir harem tayin etmiş, bu sınırlar içinde ağaç
arkasında gizlenecekler. Ancak bunlar arkalarında
kesen ve uygunsuz davranışta bulunan kimseye,
yahudi bulunduğunu müslümanlara haber vere-
“Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti
cek; “yalnız garkad (sincan dikeninin büyüğüne
üzerine olsun” diyerek bedduada bulunmuştur
benzer dikenli bitki), arkasındaki yahudiyi sakla-
(Buhârî, “Medîne”, 1; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 95,
yacak; çünkü o, yahudi ağaçlarındandır” (Müslim,
99; Müsned, I, 119).
“Fiten”, 82; Müsned, III, 67).
Yine Resûl-i Ekrem Tâifliler’e yazdığı mektupta
Hz. Peygamber ağaç motifini muhtelif ifadelerinde
(emirnâme) şehrin ağaçlarının kesilmeyeceğini,
teşbih unsuru olarak kullanmış, özellikle hurma
belli koruluklarda avlanmanın yasaklandığını, bu
ağacını övmüş, bu ağacın yapraklarını dökmedi-
yasakları çiğneyene ibret verici cezaların uygula-
ğini ve daima faydalı olduğunu hatırlatarak iyi ve
nacağını belirtmiştir (bk. M. Hamîdullah, s. 159,
hayır sever müslümanı bu ağaca benzetmiştir (bk.
161).
Buhârî, “İlim”, 4-5; Müsned, III, 426; V, 31, 179).
Ağacın Hz. Peygamber’in mûcizeleri açısından da
Bir gün birbirine yakın iki kabrin yanından geçerken
durmuş ve bu kabirlerde yatanların bazı günahları se- ayrı bir önemi vardır. Siyer ve hadis kitaplarının
bebiyle azap görmekte olduklarını haber vererek yaş kaydettiğine göre, özellikle peygamberliğinin yak-
bir hurma dalı getirtmiş, onu ikiye ayırarak kabirlerin laştığı günlerde ve daha sonraki dönemlerde do-
üzerine koymuş ve şöyle demiştir: “Belki bu dallar laştığı yörelerdeki ağaçlar onu, “Esselâmü aleyke
kuruyuncaya kadar azapları hafifletilir” (Buhârî, yâ Resûlellah!” diyerek selâmlıyorlardı (bk. İbn
“Vudû”, 55-56; Müslim, “Tahâret”, 111). Böylece Hişâm, I, 234-235; Tirmizî, “Menâkıb”, 6).
ağaçların Allah’ı tesbih ettiği anlatılmak istenmiş- Ayrıca mûcize kabilinden bir ağacın yerinden ay-
tir (bk. Nevevî, III, 201-202). rılarak Peygamber’in huzuruna geldiği, sonra da
Hz. Peygamber ağacın dikilmesine, yetiştirilme- yerine döndüğü rivayet edilir (bk. İbn Mâce, “Fi-
sine ve korunmasına büyük önem vermiş, bizzat ten” 23).
kendisi de ağaç dikmiştir. Bir hadisinde en iyi Kur’ân-ı Kerîm’de cennet tasvir edilirken ağaç-
sadakanın canlıya su vermek olduğunu belirtmiş lardan, bunların sarmaş dolaş dallarından, ye-
(bk. Buhârî, “Şirb”, 9; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 41; İbn şilliğinden, meyve ve gölgesinden bahsedilmiş,
Mâce, “Edeb”, 8), bir diğerinde de şöyle demiştir: çeşitli hadislerde de cennet ağaçlarının bazı özel-
“Bir müslümanın diktiği ağaçtan insanların ye- likleri hakkında bilgiler verilmiştir (bk. İbn Kesîr,
dikleri, çaldıkları, kuşların ve öteki hayvanların II, 252-263).
yedikleri, kısacası herhangi bir canlının o ağaçtan Yine bazı hadislerde müminlerin ruhlarının yeşil
faydalandığı her şey onu dikip yetiştiren için mak- kuşlar görünümünde cennet ağacına tutundukla-
bul bir sadakadır” (Müslim, “Müsâkāt”, 7). rı belirtilmiştir (bk. Tirmizî, “Fezâilü’l-cihâd”, 13;
Muhaddisler, eserlerinde ağaç dikmenin, sulama- İbn Mâce, “Cenâiz”, 4, “Zühd”, 32). Ancak bu tas-
nın, yetiştirmenin ve korumanın önemi hakkında vir, kıyametin vukuundan ve fiilen cennete girme-
çeşitli bölümler düzenlemişler, konuyla ilgili kavlî den önceki âhiret hayatına dair olmalıdır.

41
Vadi-i Hamuşan
Kur’an’da ağaçlardan elde edilen ve insan haya- çiğnemelerine sebep olduğu anlatılmaktadır (bk.
tı için büyük önem taşıyan meyvelere de temas Tâhâ 20/120; krş. el-A‘râf 7/20-22). Âdem ve
edilerek bunların, Allah’ın kullarına birer ikramı Havvâ’dan kendisine yaklaşmamaları istenen ve
olduğuna dikkat çekilmektedir (bk. M. F. Ab- bazı âyetlerde sadece “şu ağaç” (‫)هذه الشجرة‬, ibâre-
dülbâkı, “fâkihe”, “fevâkih” md.leri). Bunun gibi siyle geçen bu ağaç, dinî ve edebî literatürümüzde
ağaçların sağladığı gölgenin de önemli bir nimet “şecere-i memnûa” olarak da anılmaktadır.
ve imkân olduğuna işaret edilmektedir (bk. a.g.e., Şecere-i mel‘ûne. Lânetlenmiş ağaçtan maksat
“fâkihe”, “fevâkih”, “zıl” md.leri). zakkumdur (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 17/9.).
Kur’ân-ı Kerîm’de özel vasıflarıyla anılan, övgü Şecere-i mübâreke. “Allah göklerin ve yerin nu-
veya yergi ile anlatılan belli ağaçlar da vardır. Tû- rudur...” (en-Nûr 24/35) meâliyle başlayan âyette
risînâ’da yetiştiği, zeytin ve zeytinyağı sağladığı geçen “mübârek ağaç” terkibi, aynı âyetin deva-
bildirilen ağacın (bk. el-Mü‘minûn 23/20) zeytin mında zeytin diye açıklanmış ve bu özel zeytin
ağacı olduğunda ittifak vardır. Tûr’da Hz. Mûsâ’ya ağacının ne doğuya ne de batıya nisbet edilemeye-
nâzil olan vahiy bir ağaç vasıtasıyla, yani ağaçtan ceği, yağının yanmadığı halde bile çevresini aydın-
seslenilerek gelmiştir (bk. el-Kasas 28/30). Tefsir- lattığı ifade edilmiştir. Bu ağacın elektriği temsil
lerde bunun ne tür bir ağaç olduğu konusu tartı- ettiğini söylemek mümkündür. Bundan başka söz
şılmış ve unnâb, semüre-mugaylân dikeni, sincan konusu âyetteki “mübârek ağaç” tâbiriyle İslâm
dikeni veya Mûsâ ağacı, ulleyk (sarmaşık) veya bö- dini, nübüvvet müessesesi, Hz. İbrâhim gibi tarih
ğürtlen olabileceği ileri sürülmüştür (bk. Elmalılı, boyunca insanlığın hidayete ulaşmasında büyük
V, 3730)(1) önem taşıyan müessese veya kişiler kastedilmiş
(1) DİA; [AĞAÇ - Hikmet Tanyu] c. 01; s.456-457; olabilir (bk. Elmalılı, V, 3522-3523; Ö. R. Doğrul,
[AĞAÇ - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 457-459 İTA, I, 119; H. B. Çantay, II, 634-635).
Şeceretü’r-rıdvân. Hicretin altıncı yılında Hu-
Ağaç İsimleri deybiye Musâlahası’ndan önceki nazik ve teh-
likeli devrede müslümanların Hz. Peygamber’e
Kur’an’da özellikle anılan ağaçlar şunlardır:
ettikleri biata bey‘atürrıdvân, gölgesinde bu
Şecer-i ahdar. “Yeşil ağaç” demek olup ilmi ve biatın yapıldığı ağaca da Allah’ın hoşnutluğuna
kudreti her şeye yeten Allah’ın bu ağaçtan ateş lâyık bir olayın hâtırasını taşıması dolayısıyla
meydana getirdiği ve bunu insanların hizmeti- şeceretü’r-rıdvân (hoşnutluk ağacı) denilmiştir
ne verdiği belirtilir (bk. Yâsîn 36/79-81; el-Vâ- (bk. el-Feth 48/18). Kaynaklar bu ağacın mugay-
kıa 56/71-73). Müfessirler, şecer-i ahdarın çölde lân türünden semüre ağacı olduğunu belirtmek-
yetişen ve birbirine sürtüldüğü takdirde yaşken tedir. Bey‘atürrıdvân’da hazır bulunan Müsey-
bile ateş çıkardığı bilinen merh ve afar ağacı ola- yeb b. Hazn’ın ifadesine göre, biata iştirak eden
bileceğini belirtmişlerdir. Bazı çağdaş müfessirler sahâbîler bir yıl sonraki ziyaretleri sırasında yeri-
bu tür âyetlerde elektriğin icadına da bir işaretin ni unuttukları için ağacı bulamamışlardır. Ancak
bulunduğu görüşündedirler (bk. Âlûsî, XXIII, 55- müteakip yıllarda şeceretü’r-rıdvân veya onun
56; XXVII, 149-150; Elmalılı, VI, 4042; VII, 4718- yerine başka bir ağaç ziyaret edilerek altında na-
4719). Şecer-i ahdarı mutlak mânada ağaç, ağaç maz kılınmaya başlanmış, durumu öğrenen Hali-
fosillerinden oluşan kömür olarak anlamak da fe Ömer, zamanla kutsallaştırılacağı kaygısıyla bu
mümkündür. ağacı kestirmiştir (bk. Buhârî, “Megazî”, 35; Ö. R.
Şeceretü’l-huld. “Ebediyet ağacı” demektir. Doğrul, İTA, I, 120-121).
Kur’an’da, Âdem ile Havvâ’nın bu ağaca yaklaş- Şecere-i tayyibe, şecere-i habîse. Kur’ân-ı
maktan menedildikleri bildirilmekte (bk. el-Ba- Kerîm’de güzel söz (kelime-i tayyibe) iyi ağaca,
kara 2/35; el-A‘râf 7/19), ancak şeytanın, yasak- kötü söz (kelime-i habîse) de kötü ağaca benzetil-
lanan bu ağacı “ebedî hayat ve saltanatın kaynağı” miştir (bk. İbrâhîm 14/24, 26). Bu âyetlerde “gü-
şeklinde takdim ederek onların bu ilâhî yasağı zel söz” ve “kötü söz”den ne kastedildiği hakkında

42
Vadi-i Hamuşan
bilgi verilmemekle beraber iyi ve kötü ağaç tasvir
edilmektedir. Buna göre iyi ağaç (şecere-i tayyibe),
kökü sağlam, göğe doğru dal budak salmış ve her
55). Müfessirler Kur’an’da “lânetlenmiş ağaç”
(el-İsrâ’ 17/60) diye nitelendirilen ağacın da zak-
kum olduğunu kabul ederler.(1)
A
mevsim meyve veren ağaçtır. Kötü ağaç ise kök- (1) DİA; [AĞAÇ - Hikmet Tanyu] c. 01; s.456-457;
süz, kolayca koparılabilen kısa ömürlü bir bitki- [AĞAÇ - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 457-459
dir. Müfessirler, bu âyetteki “güzel söz”ü kelime-i
tevhid, iman veya müminin kendisi diye yorumla-
Ağaç kültü
mışlardır. Çoğunluğun kabul ettiği birinci yoruma
göre güzel ağacın kökü müminin kalbi, gövdesi Yeryüzünde en yaygın kültünden birisi olan ağaç
imanın kendisi, dalları da müminin gerçekleştir- kültü, dinler tarihinin tespitine göre, insanlık ta-
diği iyi amellerdir. “Kötü söz” ise şirk ve inkârdır. rihinin hemen her döneminde kendini göstermek-
Bu, köksüz, kararsız, faydasız bir bitkiye benzer ki tedir. Çünkü ağaç birçok toplum ve dinde ilahların
böyle bir bitkinin varlığıyla yokluğu birdir (bk. İbn ve ruhların barındığı kutsal varlıklardır. Hatta
Kayyim, s. 327-332). evren, dev bir ağaç şeklinde tasavvur edilmiştir.(2)

Tûbâ ağacı. “Güzellik, iyilik, huzur ve rahatlık, göz Orta Asya sahasından Anadolu’ya kadar bu kültün
aydınlığı”, ayrıca “en güzel, en hayırlı” mânalarına tespit edildiği her yerde ağaç-evliya münasebetine
gelen tûbâ, Kur’ân-ı Kerîm’de iman ve iyi amel sa- rastlanmaktadır. Çeşitli yerlerde bazı ağaçlar ya-
hiplerine vaad edilmiştir (bk. er-Ra‘d 13/29). Râ- nında evliya mezarları tespit edilmiştir. Bunlar,
gıb el-İsfahânî, bunun cennetteki her türlü nimet, ağaçlarda mevcut olduğuna inanılan ruhların,
ölümsüz hayat, zevali bulunmayan şeref ve yüce- Müslüman evliya hüviyetinde ortaya çıkması ola-
lik, sürekli zenginlik anlamlarına gelebileceğini rak değerlendirilmektedir.(1)
kaydeder (bk. el-Müfredât, “tûbâ” md.). Bazı Mü- (1) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e. s. 6
fessirler de tûbânın cennetteki bir ağacın adı ol- (2) Atmaca, İlhami. “Suruç Ve Çevresi Halk İnanışla-
duğunu belirtmişlerdir (bk. Taberî, XXIII, 98-101; rının Dinler Tarihi Ağsından Değerlendirilmesi.”
Fırat Üni. Sos. Bil. Enst. Felsefe Ve Din Bilimleri
Râzî, XIX, 50). Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği
Anabilim Dalı, Dinler Tarihi Bilim Dalı. Yük. Lis.
bir hadise göre Hz. Peygamber’e tûbânın dünya Tezi, Elazığ, 2006. s.59
ağaçlarından hangisine benzediği sorulmuş, o da
hiçbirine benzemediğini ifade etmiştir (bk. Müs-
Ağaç Telakkisi
ned, IV, 183-184).
Ağacı kutsallaştırma inancı eski kavim ve dinlerin
Yaktîn ağacı. Kur’an’da, Hz. Yûnus’un denizden
hemen hepsinde rastlanan bir husustur ve günü-
hasta olarak karaya çıkarıldığı sırada çevresinde
müzde de görülmesine rağmen iptidai devirlere
yaktîn türünden bir bitki bitirildiği ve vücudu-
ait bir inanç şeklidir. Bazı eski dinlerde, özellikle
nun onunla örtüldüğü ifade edilir (bk. es-Sâffât
bahar mevsiminde ağacın yeniden canlanma-
37/145-146). Kaynaklar yaktînin hızla gelişip dal
sı olayının ölüme karşı koyma şeklinde yorum-
budak salan, yaprakları büyük, gövdesiz, kabak
lanması da aynı inanca yol açmıştır. Ağacın belli
türünden bir bitki olduğunu kaydeder (bk. Kamus
aralıklarla kendini yenilemesi, onun ulûhiyetin
Tercümesi, “yaktîn” md.; Elmalılı, VI, 4075). mekânı olduğu fikrini doğurmuş, böylece ağaçlar-
Zakkum ağacı. Cehennemde biten ve cehen- da ilâhların ve ruhların bulunduğu kabul edilmiş-
nem halkının gıdası olacağı haber verilen ağaç. tir. Avustralya’nın eski geleneklerini yaşatan bazı
Kur’an’ın tasvirine göre tomurcukları şeytanların toplumlarında ağacın içinde mukaddes bir gücün
başına benzer. Cehennem halkı bu ağacın mey- bulunduğuna inananlar ve bu gücü kendi yapı-
vesiyle karınlarını doyurmak zorunda kalacaklar, larına katmaya çalışanlar hâlâ mevcuttur. Eski
ancak bu şeyler karınlarında erimiş madenler gibi Yunan’da ağaçlarla birlikte doğup ölen ağaç peri-
kaynayacaktır. Sonra suya kanmayan hastalar lerinin bulunduğuna inanılmakta, Eski Mısır’da
gibi devamlı kaynar su içeceklerdir (bk. es-Sâffât sikomor (firavun inciri) tanrıları barındıran ağaç
37/62-67; ed-Duhân 44/43-46; el-Vâkıa 56/51- olarak kabul edilmekteydi.

43
Vadi-i Hamuşan
Ağaçların içinde bir güç bulunduğu veya cin ve pe- ya’dan bir pazar önce dallar takdis edilmekte, çam
rilerin ağaçlara yerleştiği inancı, koruluklarda ve ağacı ise Noel’in sembolü sayılmaktadır. Ayrıca
ormanlarda bu gibi varlıkların mevcudiyeti, hatta Hz. Îsâ’nın çarmıha gerildiği ağacın da büyük bir
orman ilâhının varlığı gibi inançları ortaya çıkar- önemi vardır. Hıristiyanlığa göre bu, cennetteki
mıştır. Romalılar’a göre meşe Jupiter’e, zeytin ise hayat ağacından yapılmıştır; bu ağaç ölüleri dirilt-
Apollon’a aittir. Halk inançlarına göre zeytin Mi- me özelliğine sahiptir.(1)
nerva’nın barınağıdır; incir ise altında Buddha’nın
(1) DİA; [AĞAÇ - Hikmet Tanyu] c. 01; s.456-457;
Nirvana’ya kavuştuğu ağaçtır. [AĞAÇ - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 457-459
Ağaca kutsallık izâfe edilmesi zamanla bazı ağaç-
lara özel nitelikler yüklenmesine yol açmıştır. Me-
selâ selvi hayat ağacını, nar da ebediyeti ve cenneti Ağaca bağlanan paçavra
temsil eder. Çam ise Noel ağacı, kutsal gece ağacı, Kanlı ve kansız kurbanlar, hep bir ayin ya da tö-
yeni yıl ağacı diye kabul edilmiştir. Ağacın bütünü ren eşliğinde Tanrı’ya sunulmaktadır. Ağaçlara
gibi dalları ve diğer bazı kısımları da çeşitli bakım- bağlanan paçavralar da Tanrı’ya sunulan kansız
lardan sembol kabul edilmiştir. Eski Romalılar’da kurbanlardan bir tanesidir.(1)
defne dalı zaferin, zeytin dalı barış ve mutluluğun, (1) Turan, Fatma Ahsen, Bulgaristan’da Demir Baba
meşe yaprakları ise gücün sembolüdür. Kutsallık Tekkesindeki İnanç Sembollerinin ve Ritüelleri-
atfedilen ağaçlar semavî ağaç, insanlık ağacı, hayat nin Çözümlenmesi, s.5
ağacı, bilgi ağacı gibi çeşitli adlarla anılmışlardır.
Bazı Çin ve Hint kavimlerince ağaç, dünyanın ek-
Ağaca çaput bağlamak
seni olarak düşünülmüş, Kuzey Amerika Kızılderi-
lileri’nde de aynı inanç müşahade edilmiştir. Hint Anadolu’nun pek çok bölgesinde ağaçlardan deva
geleneği, en eski metinlerden itibaren, kozmosu istemek, dileklerinin gerçekleşmesi için çaput
devâsâ bir ağaç şeklinde tasvir eder. Upanişad’lar- bağlamak gibi pratiklere sık rastlanmaktadır.
da kâinat, ters dönmüş bir ağaç olarak düşünül- Daha ziyade, ağacının da sıradan olmayacağına
mektedir ki bu ağacın kökleri semada, dalları ise inanılan kutsal mekânlar tercih edilir.(1)(2)
yeryüzündedir. Ters dönmüş semavî ağaç telakkisi (1) Altan, Asiye, Beykoz Yûşa Türbesi Bağlamında
Yahudilik’te de vardır. Yahudilik’te hayat ağacı yu- Türbe Ziyaretlerinin Psiko-Sosyal Yönden İncelen-
karıdan aşağıya doğru uzanmaktadır. Daha başka mesi, Marmara Ü Sos. Bil, Enst. İlahiyat Ana Bilim
dinlerde de hayat ağacı inancı mevcuttur. Çeşitli Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007, s. 24;
mitolojilerde insanın kendisinden geldiği, ölüm- (2) Artun, Erman. “Çukurova Konar-Göçer Türkmen-
den sonra ruhların tekrar ona döndüğü bir hayat lerinin Halk Kültürlerinde Eski Türk İnançlarının
ağacı motifi bulunmaktadır. İzleri.” II. Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Ede-
Yahudilik’te de ağacın kutsallığı ve özel nitelikli biyat Bilgi Şöleni 10 (2006): 12., s. 3
ağaçlar fikri vardır. Hz. Âdem’in cennette kar-
şılaştığı “bilgi ağacı” ile yine aynı hadiseyle ilgili Ağacak
olarak zikredilen “hayat ağacı” bunlardandır. Ay- Tabut.(1)
rıca Ken’ânîler ve İbrânîler’de yeşil ağaçların ayrı
bir önemi vardır. Zira onlar her yeşil ağaç altında (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ilâhlarına ibadet etmişler (Tesniye, 12/2), ken-
dileri için yüksek yerler, dikili taşlar ve aşerler Ağca Bey Türbesi-Adana
(kutsal direk) yapmışlar (I. Krallar, 14/23), kur- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12,
ban kesip buhur yakmışlardır (II. Krallar, 16/4; II. (2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113
Tarihler, 28/4; İşaya, 57/5; Yeremya, 2/20, 3/6,
13, 17/2). Yahudilik’te ayrıca Sukkot bayramında
ağaç dalları kullanılmaktadır. Hıristiyanlık’ta, Hz. Ağcabey Ailesi Türbesi-Adana
Îsâ’nın Kudüs’e girişini hatırlatmak üzere Paskal- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113

44
Vadi-i Hamuşan
Ağça Beyzade Türbesi-Adana
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12
di. Bu şekilde bazan kabile ihtilâfları ve kan da-
vaları körüklenir, ölüm olayı ve cenaze kaldırma
meselesi bir güç gösterisi ve bir öç alma hareketi
A
haline getirilirdi. Bu törenlerde İslâm’ın şiddetle
Ağıt
yasakladığı itikad ve amelle ilgili pek çok unsur da
Ölen kişinin ardından nağme ile terennüm edilen bulunmaktadır. Bu yüzden ağıtçılık kınanmış ve
sözler; yas törenlerinde söylenen şiir, şarkı ve tür- lânetlenmiş, hatta ilk devirlerde, Müslümanlığa
küler. yeni giren kadınlardan ağıtçılık yapmayacaklarına
Ağıtın kelime mânası “ağlama”dır; bu mânasından dair söz dahi alınmıştır (bk. Ebû Dâvûd, “Cenâiz”,
dolayı yas törenine katılanları ağlatmak amacıyla 25; Müsned, III, 65). Ancak bütün bu tedbirlere
ölünün arkasından ağlanarak söylenen sözlere ve rağmen ağıtçılık devam etmiştir.
bu sözleri söyleme fiiline ağıt denilmiştir. Yaptığı iyilikleri ve fedakârlıkları bir bir sayarak
Ağıt bütün eski kültürlerde yaygın bir gelenek ha- ölünün üzerinde ah vahla ağlamaya nedb veya
linde mevcuttur ve bu eski geleneğin çeşitli izleri- nüdbe denir. Kaderi kınama ve ilâhî takdire karşı
ni bugün hem iptidai kabilelerde hem de gelişmiş çıkma şeklindeki nüdbelerle İslâm âdâb ve erkânı-
cemiyetlerde görmek mümkündür. Ölen kişinin na yakışmayan feryat ve figanlar yasaklanmıştır.
arkasından onun sosyal durumuna göre, hâtırası- Fakat taşkınlık yapmadan inleyip sızlanarak ağ-
nı yâdetmek üzere yapılması gerekli görülen yas lamanın mubah sayıldığı görülmektedir. Nitekim
törenine ağıt töreni de denir. Ağıt törenlerinin Hz. Peygamber vefat edince Hz. Ebû Bekir, “Vah
düzenli bir merasim özelliğine sahip bulunanları Nebî, ah benim dostum, vah vah canciğer karde-
olduğu gibi, sade ve gösterişsiz olanları da vardır. şim!” diye ağlamış (Buhârî, “Cenâiz”, 32; Müslim,
Aynı şekilde ağıtların da basit ve sanatsız ifade- “Cenâiz”, 16-28), Hz. Fâtıma ise “Vah benim baba-
lilerinden sanatkârane söylenmiş ve bestelenerek cığım!” diye gözyaşı dökmüştü (Müsned, VI, 31).
belirli formlara sokulmuş olanlarına kadar deği- Feryat ederek ve çığlıklar kopararak ölüye ağla-
şik şekilleri mevcut olup pek çok kültürde başlı mak mânasına gelen nevha-niyâhe ise hadislerde
başına bir ağıt edebiyatı ortaya çıkmıştır. Ağıtlar şiddetle yasaklanmış, Câhiliye âdeti sayılmış ve
hemen bütün toplumlarda kadınlar tarafından ölünün azap görmesine yol açacağı haber veril-
söylenmekte ve “ağlayıcı” mânasına gelen kelime- miştir (bk. Buhârî, “Megazî”, 34, 46, 83; “Ahkâm”,
lerle adlandırılan bu kadınların teşkilâtlanmış bir 49). Ölüye ağlarken saçları yolma, üst baş yırtma,
meslek oluşturdukları dahi görülmektedir. (…) yüz göğüs paralama, başa kül savurma, diz dövme,
İslâm’dan önce Araplar arasında ağıt yakma ve yas karalar giyme, feleğe küfretme gibi hal ve hareket-
tutma merasimlerinin varlığı bilinmektedir. Arap- ler de günah sayılarak yasaklanmıştır. Hatta cena-
lar bu çeşit merasimlere niyâhet-nevha, nedb-nüd- ze toprağa verildikten sonra ölünün evinde toplan-
be, resâ-mersiye, mâtem, bükâ ve na‘y gibi isimler mak ve burada yemek pişirip gelenlere yedirmek de
verirlerdi. Eski Araplar’da da ölülerin arkasından nevha sayılmıştır (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 34).
ücretle elbiselerini yırtıp saçlarını yolarak ağlayan Ölü için üzülme ve sessizce gözyaşı dökmenin gü-
birtakım kadınlar vardı; ağıtçılığı meslek haline nah olmadığını açıkça ifade eden hadisler vardır.
getirerek geçimlerini bu yoldan temin eden bu Hz. Peygamber, oğlu İbrâhim ölmek üzereyken
kadınlara nâiha-nâihât deniliyordu. Ağıt sırasın- ağlamış ve bunu garip karşılayan Abdurrahman
da yaptıkları hareketlere göre sâlika (çığlık atan), b. Avf’a, “Gözümüzden yaş akar, kalbimize hüzün
ressâe (mersiye söyleyen), hâlika (saçlarını yolan) çöker; ama dilimiz Allah’ın rızasına aykırı bir söz
ve şâkka (üstünü başını yırtan) gibi isimler alan bu söylemez” demiştir (İbn Mâce, “Cenâiz”, 60; Müs-
kadınlar menâha denilen ağıt söyleme mahallin- ned, I, 204). Bir hadise göre ölü için ağlamaktan ve
de toplanarak hep birlikte ölünün iyiliklerini ve yaş dökmekten göz, üzülmekten de kalp sorumlu
kahramanlıklarını anlatan ezgiler okur, ses ve değildir; ama el yaptıklarından, dil söylediklerin-
hareketleriyle çevredekileri elem ve ıstıraba bo- den sorumludur (bk. Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim,
ğan hazin bir matem havası meydana getirirler- “Fezâil”, 62).

45
Vadi-i Hamuşan
Ağıt ve ağlama konusuyla ilgili değişik hadisler- rabını paylaştıklarını iddia ederler. Bu günlerdeki
den anlaşıldığına göre ölüye üzülmek, iyi huyları- yas törenlerinde mûyeger ve nevha-künende de-
nı ve güzel davranışlarını yâdederek ağlamak, eğer nilen ağıtçılar bıçaklarla başlarını yarar, yüzlerini
ilâhî takdire razı olmama ve kadere isyan etme keserler, zincir-zenler zincirlerle sırtlarını döver-
mânasına gelen ifadelerle birlikte bulunmazsa ler ve sîne-zenler göğüslerine vurur, ah vah edip
mubahtır. Üstünü başını yırtma, saçını yolma, di- çığlıklar atarlar. Ayrıca bu törenler sırasında şebîh
zini veya başını dövme gibi el hareketleri ise câiz denilen Kerbelâ fâciası sorumlularının kuklaları
görülmemiştir. da yakılır. Şiîler, diğer imamların katledildikle-
Elim ve hazin bir hadise olan ölümden duyulan ri günlerin yıl dönümlerinde de buna benzer yas
acıya karşı her insanın aynı metanet ve mukave- âyinleri düzenlerler. Bu suretle âyinler Şiîler’in
meti gösteremeyişinden dolayı, bu hususta câiz saflarını sıklaştırmaları ve birliklerini perçinleme-
olan söz ve hareketlerle câiz olmayanları ayırmak leri için bir vasıta olarak kullanılmaktadır. Şiîlik’te
için bir sınır koymak çok güçtür. Mümkün oldu- mersiye edebiyatının ve matem âyinlerinin geliş-
ğu kadar ilâhî takdire teslimiyet göstererek dinî mesini sağlayan ağıtçılık, İslâm’ın birliğini ve bü-
ahkâm ve âdâba uygun düşmeyen davranışlardan tünlüğünü devamlı olarak zedelemekten başka bir
ve sözlerden sakınmalı, acıyı ve üzüntüyü devam sonuç vermemiştir. Yine Şiî tesirlerle bazı Sünnî
ettirmemeye çalışmalıdır. tekkelerde de muharrem ayında Kerbelâ hadisesi-
Fıkıh âlimleri, ağıtçılık bir yana, bir kimsenin çığ- nin yıl dönümü için âyin ve zikir meclisleri tertip-
lıklar kopararak ve yüksek sesle hıçkıra hıçkıra lenerek hadiseyi hatırlatan ilâhiler (muharremiy-
kendi ölüsüne ağlamasını dahi câiz görmemiş- ye) okunması âdet haline getirilmiştir.
lerdir. Bu türlü davranışlar Hanefî ve Mâlikîler’e Ağıtçılık meselesinde Mu‘tezile âlimleri genellikle
göre haramdır. Zehebî ve İbn Hacer el-Heytemî, Sünnîler gibi düşünmüşlerdir.
yüksek sesle ölüye ağlamayı büyük günahlardan Bazı mutasavvıflar ise ölüye ağlamamak lâzım
(günâh-ı kebâir) sayar ve bunu küfür olarak gö- geldiğini ileri sürmüşler, emrihak vâki olduğu za-
renlerin bile bulunduğunu haber verirler. İmam man âşık mâşukuna, kul mevlâsına vâsıl oldu diye
Birgivî Vasiyetnâme’sinde, “üzerime sağu sağmaya- sevinmişler, neşîdeler söylemişler, semâ etmişler
lar” diyerek öldüğü gün de, ölümünün yedinci veya el- ve düğünde olduğu gibi ziyafet vermişlerdir. Hz.
linci gününde de yemek pişirilip ölü aşı verilmemesini Mevlânâ’nın ölüm yıl dönümlerinde mevlevîha-
açıkça istemiştir. nelerde icra edilen ve günümüzde de devam eden
Sünnî âlimlerin sürekli karşı çıkmalarına rağmen “şeb-i arûs” (düğün gecesi) törenleri bu tarz kut-
ağıtçılık, Ehl-i sünnet muhitinde her zaman var- lamalara bir örnektir. Şiîler’in yaptıklarının tam
lığını muhafaza etmiştir. Bugün Anadolu’nun her tersi olan sevinmek, neşîdeler söylemek ve semâ
yerinde ve bütün İslâm âleminde, bilhassa köyler- etmek de dine ve insan tabiatına aykırı olduğu
de ağıt yakma, ağıtçılık yapma âdetleri devam et- için çok sınırlı kalmış ve toplum tarafından geniş
mektedir. Fakat ağıtçılık en aşırı şekilde Şiî-Alevî bir kabul görmemiştir.(1)
zümreler arasında yaşama ve gelişme imkânı bul- (1) DİA; [AĞIT - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 472;
muştur. Bütün Sünnî kaynaklar ağıtçılığı menetti- [AĞIT - Süleyman Şenel] c. 01; s. 473
ği halde, Şiî-Alevî ulemâsı bunu teşvik etmiş, çok
nâdir hallerde ise aleyhinde bulunmayıp sadece
Ağıt Edebiyatı - Türk
sükût etmişlerdir. Hz. Ali’nin şehid edilmesi dola-
yısıyla ramazanın on sekiz, on dokuz ve yirminci Ağıtın Türkler’de çok eski bir geleneği vardır. Or-
günlerinde, Kerbelâ fâciası vesilesiyle de 10 Mu- hun Kitabeleri’nde yuğ ve sığıt olarak adlandırılan
harrem’de Şiîler çeşitli yas törenleri tertip ederek bu türe, Dîvânü lugati’t-Türk’teki Alp Er Tunga
ağıt söyler, içlerini döker, başka bir ifadeyle dert- sagusu ilk örnek sayılabilir.
lerini tazelerler. Bu suretle, imamların çektikleri Azerbaycan’da şiven ve ağı, Türkmenler’de âğı, tavs
acılara ve işkencelere katıldıklarını, onların ıstı- ve tavsa, Kazak Türkleri’nde köris, müslüman Ker-

46
Vadi-i Hamuşan
kük Türkleri’nde sazlamağ ve hıristiyan Kerkük
Türkmenleri’nde madras gibi kelimeler, konu ve
biçim bakımından ağıt yerine kullanılmaktadır.
dan ağıtları şekillerinden çok konuları açısından
sınıflandırmak gerekir. Bazı araştırıcılar ağıtın
divan şiirindeki mersiye karşılığı olduğunu ileri
A
Anadolu ağızlarında ise ağıt ve ağıt töreni için sürerlerse de bunlar hüzün ve kederi ortak tema
ağıt, ağıtmak, ağıtlama, ağat, ağut, avut, deme, de- alarak kullanımlarının dışında yapı, mahiyet ve
şek, deyiş, diyeşek, mersiye, sagu, sağı, sağunç, savu, söylenişleri bakımından birbirlerinden tamamen
sayma, şivan, türkü ve yakım gibi kelimelerle ağıt ayrıdır. Yüksek sesle, ağlayarak ve belirli bir tö-
etmek, ağıt düzmek, ağıt havası, ağıt koparmak, ağıt renle okunan ağıtların çoğu anonim olduğu halde
söylemek, ağıt tutmak, ağıt yakmak, ağıt yapmak, mersiyenin şairleri bellidir. Ayrıca mersiye yal-
ağıt yitirmek, bayatı söylemek, sağu kılmak, sağu sağ- nızca ölen biri için söylendiği halde ağıt, tabii bir
ma, sağı sağmak, şivan etmek, yakım yakmak, yas ça- felâket, gelin olan kız veya hapse düşen biri için de
ğırmak, yas etmek, yas kaldırmak ve yası tutturmak söylenebilir. Ağıtta, mersiyede olduğu gibi yalnız
gibi deyimler kullanılmaktadır. acı ve keder anlatılmaz; ölenin iyilikleri, üstünlük-
Bu kelime ve deyimler, söylendikleri yöreye, âdet leri ve kahramanlıkları da anlatılarak övülür.
ve geleneklerin özelliklerine göre birtakım anlam Kına gecelerinde ve düğünlerde de gelin ağlatmak
farklılıkları gösterirler. Bazı bölgelerde erkeklerin için ağıtlar yakılmaktadır. Kına ağıtı, gelin ağıtı,
de ağıt yaktığı görülmekle beraber ağıtlar genel- ağıt havası, gelin ağlatma havası, gelin savusu,
likle kadınlar tarafından yakılır. Ağıtçılığı bir mes- savu sağmak, gelin türküsü, gelin yası ve okşa-
lek olarak sürdüren, para veya birtakım hediyeler ma denilen bu ağıtlarda ölüm acısı yerine, ayrılık
karşılığı ağıt söyleyen yakıcılar halen mevcuttur. üzüntüsü vardır. Gelin ağıtları, gelinin ağzından
Ağıt yakanlara ağcı, ağıtçı, ağlayıcı, âşık bacı, baya- ya da yakınlarının ağzından söylenir. Askere giden
tıcı, sağıcı, sağucu, sağu sağıcı, sazlıyan gibi isimler oğul, kaza neticesinde sakat kalan genç, yenilgi ile
verilmekte, ağıtların söylendiği yas törenlerine sonuçlanan savaş, düşman saldırısı, ayaklanma,
de çeşitli bölgelerde sadlamağ, şivan, ölgülü veya göç, yangın, kıtlık ve hastalık gibi konulara da ağıt-
sadece yas denmektedir. Ağıtlar, yakanın adıyla lar yakılmıştır. Bunlardan başka isteğini yerine ge-
anıldığı gibi, ölen kişinin veya ölümün vuku bul- tirememe, sevdiğine kavuşamama gibi durumlar-
duğu yerin adıyla da anılır. da ve at, köpek, geyik gibi çok sevilen hayvanların
Ağıtlar genellikle ölenin yakın akrabaları tarafın- ölümlerinde yakılmış ağıtlar da bulunmaktadır.
dan yakılır. Bu törenlerde hem ağlanır, hem de Ağıtçılar, yakacakları ağıtın metnini hâfızaların-
ezgiyle birlikte etkili sözler söylenir. Törenler, daki eski temeller üzerine kurarlar. Ayrıca kendi
çoğunlukla ölünün başında ve ölünün gömülme- yetenekleriyle, içinde bulundukları zaman, mekân
sinden sonra ölü evinde yapılır; ancak, ölü gömü- ve olayın yarattığı etkiden faydalanarak söyledik-
lürken mezarlıkta ve daha sonra yapılan mezar leri ağıtın şekil ve konu bakımından zenginleş-
ziyaretlerinde veya ölünün hatırlandığı zaman- mesini sağlarlar. Ağıtlar çoğu zaman uzun man-
larda da ağıt törenleri tertiplenmektedir. Ağıtlar, zumeler halinde söylenir. Bunların metinlerinde
ya bir kişi veya törene iştirak edenler tarafından vezinler genellikle düzensizdir. Serbest tarzda,
ölenin ya da akrabalarının ağzından yakılır. Bazan konuşur gibi söylenen cümlelerin kelimeleri ara-
ölünün çamaşır bohçası sırayla kadınların önüne sında seci yapılarak bir iç kafiye meydana getirilir.
konur ve önüne bohça konulan kadın ağıt söyler. Bağlantılı ve bağlantısız bendlere sahip bulunan
Aynı ağıtta ağzından konuşulan kişilerin değiş- ağıtların bend ve bağlantılarındaki mısra sayısı
tirildiği de görülmektedir; buna örnek olarak iki değişebilmektedir. Ağıtlar, dörtlükler halinde de
aylık bir bebeğin ağıtında ninesi, annesi ve baba- söylenir. Bu dörtlüklere, bazı yörelerde ölü deşet-
sının ayrı ayrı konuşturulduğu tesbit edilmiştir. leri ve sazlamağ gibi isimler verilir. Ağıt örnekleri
Ağıtlarda değişik olaylar için çoğu kez birbirine arasında soru-cevap şeklinde düzenlenmiş dört-
çok yakın söyleyişler tekrarlanır. lükler de bulunmaktadır.
Ağıtlar hece vezniyle söylenmekte ve mâni, koşma, Ağıtlar, en çok yedi, sekiz ve on birli hece vezni ile
türkü, destan şekillerinde olmaktadır. Bu bakım- söylenmekte, kafiye yapıları değişebilmekte ve ka-

47
Vadi-i Hamuşan
fiyesiz olanlarına da rastlanmaktadır. Saz şairleri- ağıtlardan ve meşhur türkülerden parçalar bulu-
nin aruzla söyledikleri örnekler de mevcuttur.(1) nan ağıt örnekleri de dikkat çekmektedir.(1)
(1) DİA; [AĞIT - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 472; (1) DİA; [AĞIT - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 472;
[AĞIT - Süleyman Şenel] c. 01; s. 473 [AĞIT - Süleyman Şenel] c. 01; s. 473

Ağıt Mûsikisi - Türk Ağıtın Tarihçesi


Ağıtlar edebî yapı ve ezgileriyle birlikte bir bütün- Sumerler’de ölünün arkasından ağıt düzen grup-
lük arzederler ve ağıtçıların törenlerdeki vücut ların varlığı bilinmektedir. Eski Çin’de, ölenin ar-
hareketleri de anlamlarını tamamlar. Ağıtların dından yedi gün yedi saatlik bir yas merasimi icra
ezgileri, gerçekte söyleyenin hâfızasında eskiden edilirdi. Bilhassa ölüyü gömmek için mezara gidi-
kalan bir nevi “melodi kalıpları”dır. Ağıt yakma lirken ağıtçılar kendilerini yerden yere atarak ağıt
deyimi ise “yas töreni sırasında ağıtı yakanın, söylerler ve bazan bunlara rahiplerle müzisyenler
hâfızasında yer etmiş bulunan mahallî melodi de iştirak ederlerdi. Eski Şinto ölü gömme âdetleri
kalıplarına söz döşemesi” olarak tanımlanabilir. arasında da ağlayıcı grupların sakin ve ağır başlı
Bu sebeple ezgi kalıpları hem bölgenin ritim, me- bir şekilde, çoğunlukla manzum ağıtlar söyledik-
lodi, diyalekt, tavır ve üslûp özelliklerini yansıtır, leri bilinmektedir. Tibet’te ise ölünün başında Bu-
hem de söyleyenin şahsî üslûbunu taşır. Genellik- dizm’in kutsal metinlerinden parçalar okunur ve
le ağıtların söz ve ezgi cümleleri içinde “ah”, “of”, bu esnada ağıt da yakılırdı. Burada ağıtların yaş-
“aman”, “anacığım”, “kuzum”, “babamın oğlu” gibi lılardan çok gençler için yakıldığı görülmektedir.
anlamlı ve anlamsız terennümler de bulunur. Eski Yunan’da korainai denilen ağlayıcı kadınların
toplum içinde belirgin bir yerleri vardı. Yunan ve
Tamamen serbest ağızla ve serbest bir ritimle söy-
Roma sanatında cenaze töreni sahnelerine geniş
lenen ağıtlar, Türk halk müziğinin “uzun hava” yer verildiği görülmektedir. İstanbul Arkeoloji
formu içinde telakki edilmektedir. Bu çeşit ağıtlar müzelerinde bulunan milâttan önce IV. yüzyılın
oldukça fazladır ve âdeta ritimli bir ezgi gibi belli ilk yarısına ait ünlü “Ağlayan Kadınlar Lahdi” bu
durak yerlerine sahiptir. Tiz seslerden başlayarak tür eserlerin en güzel örneğidir.
çoğunlukla inici bir melodik seyir takip eden ağıt-
Yahudilerde ağıt ve yas merasimi ölü gömme
ların ses genişliği genel olarak bir oktav kadardır;
âdetlerinin önemli bir parçası olarak görünmekte-
ancak bundan daha dar ve daha geniş ses sahalı
dir. Yedi günlük yas müddetince “şarkıcı kadınlar”
olanları da bulunur. Serbest ritimli ağıtların son
(II. Târihler, 35/25), “ağlayıcı kadınlar” (Yeremya,
bölümlerinde karar sesine olan süratli melodik
9/17) ve “hünerli kadınlar” (Yeremya, 9/17) ad-
düşmeler, ağıtların ortak özelliklerindendir. Ağıt- ları verilen bu işi meslek edinmiş kadınlar, ölen
lar, uzun hava tarzında ve tamamen serbest ritim- kişinin önemine göre uzun veya kısa şiirler söy-
de oldukları gibi, kırık hava tarzında ve düzenli lerler ve koro halinde haykırarak ağlarlardı. Hz.
bir ritimde de olabilirler. Ana usul, birleşik usul ve Dâvûd’un Saul (Tâlût) ve Yonathan için yaktığı
karma usulde örnekler çoktur. Bunların dışında, ağıt bu tarz şiirlere bir örnektir (bk. II. Samuel,
serbest başlayıp sonradan usule giren, saz bölüm- 1/18, 27). Milâttan önce X. yüzyıla ait Byblos Kra-
leri belli bir usulde, söz bölümleri ise serbest ri- lı Ahiram’ın lahdi üzerinde bellerine kadar elbise-
timli ağıt örnekleri de bulunmaktadır. Türk halk lerinin üstünü yırtmış olan kadınların saçlarını
mûsikisinin zengin çeşitleri arasında ölüm olay- yoldukları görülmektedir.
larının sözsüz olarak yalnız saz ile tasvir edildiği
Bu bilgilerden, ölünün arkasından yas tutma ve
bazı örnekler de yer almaktadır. ağıt yakma merasimlerinin Doğu’da da Batı’da da
Derlenmiş olan türkülerin bir kısmı konu itiba- önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
riyle ağıttır. Bu durum, ağıtların zamanla türkü Yalnız, Yahudilik’te ve bazı eski geleneklerin tesiri
haline dönüştüğünü göstermektedir. Kıtaları ara- altında kalan ilk dönem hariç, Hıristiyanlık’ta ağıt
sında başka halk şairlerinin şiirlerinden, daha eski mefhumu bulunmamaktadır.

48
Vadi-i Hamuşan
Eski Türkler’de de ölü için durumuna uygun defin
ve yas törenleri tertiplemek ve bu törenlerde ağıt
yakmak, haykırarak ağlamak, yüz yırtmak, saç
“Benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağ-
lardınız” (Buhârî, “Küsûf”, 2; Müslim, “Küsûf”, 1)
buyurmuştur.
A
yolmak, elbise parçalamak ve ölü aşı hazırlamak Ağlamanın sebebi Allah korkusu ve sevgisi, cehen-
gibi değişik âdetler vardır. Matem âyinlerine yuğ, nem, kıyamet ve ölüm endişesi, cennet nimetleri
ağıtlara sagu, matem yemeğine yuğ basan denir. olduğu gibi, dünya ile ilgili üzüntü ve acılar da ola-
Orhun Kitâbeleri’nde, Dede Korkut Hikâyeleri’n- bilir. Nitekim Hz. Ya‘kub oğlu Yûsuf için ağladığı
de ve Dîvânü lugati’t-Türk’te bu hususlarla ilgili gibi Hz. Peygamber de oğlu İbrâhim’i can çekişir-
geniş bilgiler ve sagu örnekleri yer almaktadır. ken kucaklayarak öpmüş, koklamış ve onun için
İslâm kaynaklarında da eski Türkler’in bu âdet- gözyaşı dökmüş, bunu gören çevresindeki sahâbî-
leri hakkında bilgilere rastlanır. Meselâ Taberî, ler de ağlamışlardı (bk. Buhârî, “Cenâiz”, 44; Müs-
110’da (728) ölen bir Türk kumandanı ile 121’de lim, “Fezâil”, 62).
(739) ölen Kürsül Han adlı bir Türk hükümdarı-
Yine Hz. Peygamber annesinin kabrini ziyareti
nın defin ve yas törenlerini geniş bir biçimde an-
sırasında ağlamış (bk. Nesâî, “Cenâiz”, 101), ölen
latmıştır (bk. Târîh, II, 1520, 1691). Çeşitli Türk
bir torunu için de gözyaşı dökmüş (bk. Buhârî,
lehçelerinde yasla ilgili ağıt, deşek, sagu, şivan,
“Cenâiz”, 33; Müslim, “Cenâiz”, 12), koma halinde
bayatı, tavsa ve köris gibi elli kadar kelimenin bu-
bulunan Sa‘d b. Ubeyde’yi ziyaret ettiğinde gözle-
lunması, bu geleneğin Türk kültüründeki yerini
göstermektedir.(1) ri yaşarmış ve orada bulunanlar da ağlamışlardı
(bk. Buhârî, “Cenâiz”, 54; Müslim, “Cenâiz”, 12).
(1) DİA; [AĞIT - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 472; Ayrıca Osman b. Maz‘ûn’un naaşını yaşlı gözlerle
[AĞIT - Süleyman Şenel] c. 01; s. 473
öpmüştü (bk. Tirmizî, “Cenâiz”, 14).
İslâm’da bedenî, ailevî, dünyevî felâket ve acılara
Ağlama ağlamayıp sabır ve tahammül göstermek tavsiye
Hayatın her döneminde insanların tepkilerini gös- edilmekle birlikte, bu durumlarda taşkınlık yap-
termede özel bir yeri olan ağlamanın dinî hayatta madan ağlamak yasaklanmamıştır. Buna karşılık
da önemi vardır. Rivayete göre Hz. Âdem cennet- nevha yani isyanı andıracak şekilde bağırıp çağı-
ten çıkarılıp yeryüzüne indirilince, işlediği günaha rarak, saçını başını yolarak ağlama kesin olarak
o kadar çok ağlamıştı ki bütün melekler ona acı- haram kılınmıştır. Kalben üzülmek ve gözyaşı
mışlardı. Sonunda bu kadar çok ağlaması affedil- dökmekte ise dinen mahzur yoktur. Nitekim Hz.
mesini sağlamıştı (bk. Ahmed b. Hanbel, s. 61). Peygamber, oğlu İbrâhim’in ölümüne ağladığı için
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Ya‘kub’un sevgili oğlu Yû- kendisine hayretini ifade eden bir sahâbîye, “Kal-
suf’un hasretiyle çok ağlamasından dolayı gözle- bimizde acı, gözümüzde yaş var; ama dilimiz Al-
rine perde indiğini haber vermektedir (bk. Yûsuf lah’ın rızasına aykırı bir söz söylemez” buyurmuş-
12/84). Hz. Dâvûd’un da günlerce ağladığı nakle- lardı (Buhârî, “Cenâiz”, 43; Müslim, “Fezâil”, 62).
dilir (bk. Ahmed b. Hanbel, s. 61). Diğer peygam- İslâm’da dinî his ve heyecanla ağlamak tavsiye
berlerin de ağladıklarına dair rivayetler vardır. edilmiş ve bu tür ağlamalar karşılığında büyük se-
Bütün semavî dinlerde aşırı derecede gülmek vap vaad edilmiştir. Meselâ kimsenin bulunmadı-
hoş karşılanmamış, buna karşılık ağlamak tavsi- ğı bir yerde Allah’ı zikredip ağlayan müminin âhi-
ye edilmiştir. Nitekim Kur’an da az gülmeyi, çok rette Allah’ın özel lutfuna nâil olacağı (bk. Buhârî,
ağlamayı tavsiye eder (bk. et-Tevbe 9/82). Ağlaya- “Rekāik”, 24; Müslim, “Zekât”, 91), Allah korku-
rak yere kapananları öven ve bu hareketin saygı sundan ağlayan kişinin cehennemden âzat edile-
duygusunu artırdığını ifade eden Kur’ân-ı Kerîm, ceği (bk. Tirmizî, “Fezâilü’l-cihâd”, 8, 12; Nesâî,
bu suretle ince ve hassas kalbi över (bk. el-İsrâ “Cihâd”, 8), Allah’ın, kalbi hüzünlü ve gözü yaşlı
17/109); kaba ve duygusuz kalbi taşa benzete- olanlara azap etmeyeceği (bk. Buhârî, “Cenâiz”,
rek yerer (bk. el-Bakara 2/74; Âl-i İmrân 3/159; 45; Müslim, “Cenâiz”, 12), Allah korkusundan ağ-
el-Hac 22/35; el-Hadîd 57/16). Hz. Peygamber, layan, harama bakmayan ve askerde nöbet tutan

49
Vadi-i Hamuşan
kimselere cehennem ateşinin haram olduğu (bk. savvıflar arasında bazıları bu halleriyle meşhur
Dârimî, “Cihâd”, 15; Nesâî, “Cihâd”, 11) hadisler- olmuşlardır.(1)
de belirtilmiştir. (1) DİA, [AĞLAMA - Süleyman Uludağ] c. 01; s. 474
Hz. Peygamber, “Kur’an hüzünle nâzil oldu” bu-
yurarak onu okurken veya dinlerken yerine göre Ağlamacı
hüzünlenmeyi ve ağlamayı tavsiye etmiştir (bk.
Ağıt söyleyen kadın.(1)
İbn Mâce, “İkame”, 176). Nitekim kendisi de
İbn Mes‘ûd Nisâ sûresinin 41. âyetini okurken (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
dolu dolu gözyaşı dökmüştü (bk. Buhârî, “Fezâi-
lü’l-Kurân”, 35; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 247- Ağlamak
248).
a. Acı, keder, pişmanlık, üzüntü, korku ve bazen
Kur’ân-ı Kerîm’de de Allah’ın âyetleri okunduğun- de sevinç gibi, duyguların yoğunlaşmasından
da ağlayarak secde edenler övülmüştür (bk. Mer- ötürü gözyaşı dökmek.(1)(2)
yem 19/58). Hz. Ömer, kız kardeşi Fâtıma’nın
b. Göğe yükselmeyi ifade eden “ağıt” kelimesi,
evinde dinlediği âyetlerin tesirinde kalarak ağla-
ölenlerin ruhunun göğe yükselmesi inancına
mış ve müslüman olmuştu (bk. İbn Hişâm, I, 230).
dayanarak, bir ölünün, kaybolan bir şeyin arka-
Hz. Ebû Bekir’in de yufka yürekli olduğu, Sevr
sından yas tutmak, yanma manasında kimi kay-
mağarasında ağladığı, Hz. Peygamber’in vefat
naklarda “ağlama” olarak tanımlanmıştır.(1)(3)
edeceğini sezince göz yaşı döktüğü bilinmektedir
(bk. Buhârî, “Fezâilü ashâbi’n-Nebî”, 2; Müslim, (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“Fezâilü’s-sahâbe”, 2).
(3) Suluoca, Murteza, Üsküp ve Çevresinde Ölümle
Hz. Peygamber, kendisine kurtuluşun yolunu so- İlgili İnanç ve Uygulamalar
ran Ukbe b. Âmir’e, işlediği günahlardan dolayı
ağlamasını tavsiye etmişti (bk. Tirmizî, “Zühd”,
Ağlamış Baba Türbesi-İstanbul
60). Tebük seferine katılamayan Kâ‘b b. Mâlik,
Mürâre b. Rebî‘ ve Hilâl b. Ümeyye kusurlarını (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 58
affettirmek için hüngür hüngür ağlamışlardı (bk.
İbn Hişâm, IV, 945). Ağlayan gelin
İçinden gelerek ağlayamayanlara ağlar bir ta- a. Gelinlik çağında ölen genç kızların mezar taşla-
vır takınmaları tavsiye edilmiştir (bk. İbn Mâce, rına işlenen “ters lale” yahut “ağlayan gelin”
“Zühd”, 6; Müslim, “Cihâd”, 58). Bununla birlikte çiçeği.
lüzumsuz, zamansız ve yersiz ağlamalar, riya sa- b. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da baharda açan,
yılması ihtimali bulunan gözyaşları yasaklanmış çiçekleri aşağıya bakan bir bitkidir.(1)
ve bu türlü ağlamaların şeytandan kaynaklandı-
(1) Kutlu, Hüseyin. a.g.e., s.32
ğı bildirilmiştir (bk. Müsned, V, 235). Nevhanın
ve ağıtçılığın yasaklanmasının sebebi de bu tarz
ağlamaların din ve dünya bakımından zararlı olu- Ağu İçen Evlatları Türbesi-Elazığ
şudur. İslâm’ın bu konudaki görüşü, olur olmaz (1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 56 -
şeylere ağlamamak, başkalarını kendine acındır-
mak için gözyaşı dökmemek, sabır ve tahammül Ah
ederek kendine hâkim olmak, yeri ve zamanı ge- a. Derinden bir soluk vererek veya iç çekerek, kul-
lince de ağlayarak içini boşaltmak şeklinde özet- lanıldığı yere ve ses tonuna göre, maddi veya
lenebilir. manevi bir acıyı, ağrı, ıstırap, pişmanlık, esef,
Bu dinî temele bağlı olarak özellikle tasavvufta acıma özlem, yanıp yakılma, yeis, ümitsizlik,
hüzünlü bir tavır içinde bulunma ve ağlamaya beğenme, hayranlık vb. duyguları ifade eden
büyük önem verilmiş, hatta ilk zâhid ve muta- feryat, inilti.(1)(3)

50
Vadi-i Hamuşan
b. Aşığın iç âlemindeki ateşin ve elemin ifadesi
olan iştiyak nidası. Arap alfabesinde “Allah”
lafzının ilk ve son harfleri “ah”tır.(3)(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
A
c. Beddua, kötü dilek.(1)(2) Ahfâ
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. En gizli, çok gizli sır.(1)(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. İnsanda “Latife” denilen manevi melekelerden
(3) Kaya, Doğan. a.g.e. biri.(1)
(4) Uludağ, Süleyman. “Tasavvuf Terimleri Sözlüğü.”
c. Evliyalığın en yüksek derecesi.(3)
İstanbul Marifet Yayınları, (1991).
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ahadiyet (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Gazali, Ebu Hamid1. “Kıyamet Ve Âhiret.” Hakikat
a. Birlik, teklik, Allah’ın birliği, mutlak birlik.(1)(3)
Kitabevi, İstanbul 2011, s.151
b. Sadece Allah’ın sıfat isimlerindendir.(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Ahfad
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Torunlar; çocukların çocukları.(1)(2)
(3) Kâşani, Abdürrezzak. “Tasavvuf Sözlüğü.” Çev. Dr.
Ekrem Demirli, İz yayıncılık, (2004) b. Gelecek nesiller.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ahat Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 286
Ahi
a. Ahiliğe, ahilik ocağına mensup olan kimse.(1)(2)
Ahd
b. Bir kimsenin en çok sevdiği yakını; arkadaş,
a. Ahit, söz verme, ant, yemin.(1)(2)
dost.(1)
b. Devir, zaman, gün.(1)(2)
c. Osmanlılarda zaviyelerde şeyh makamında olan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kimse.(2)
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
d. Ahi, Arapça kardeş demektir. Fakat Anadolu’da
vaktiyle mevcut olmuş olan bir zümrenin adı-
Ahdan dır. Divân-ı Lûgat-ı Türk bu kelimeyi “cevâd” ile
Dert ortakları, dostlar, yoldaşlar, arkadaşlar, ah- izah ediyor ki, cömert, eli açık demektir.(3)
baplar.(1)(2) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) Onay, Ahmet Talat. “Eski Türk Edebiyatında Maz-
munlar ve İzahı.” Akçağ Yayınları, Ankara (2000).
Ahdetmek
a. Sözünü tutacağına dair Allah’a yemin etmek.(2) Ahi Ahmed Zencani Türbesi-Bayburt

b. Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek.(1) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 57

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ahi Ali Baba Türbesi-Adıyaman
(1) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 75

Ahdi Atik
Yahudilere ait İbranice veya Aramice mukaddes Ahi Ali Baba Türbesi-Kastamonu
kitaplar; Tevrat, Zebur ve Kaballer.(1)(2) (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2

51
Vadi-i Hamuşan
Ahi Baba Türbesi-Erzurum Ahi Erbasan Türbesi-Kütahya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12, (1) Kütahya Valiliği, “Kütahya 2002.” Kütahya Valiliği
(2) Özdoğan, Duygu. a.g.e. s. 137 İl Özel İd. Yay.(2002). s. 68

Ahi Evran Mehmet Efendi Türbesi-Afyon


Ahi Baba Türbesi-Sivas
(1) Karanfil-Güldemir, Münevver. “Afyon-Bolvadin
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 115
Ve Çevresi Halk İnanışları Ve Uygulamaları”.
Diss. DEÜ Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Yük. Lis.
Tz.(2008). s. 98
Ahi Barak Baba Türbesi-Amasya
(1) Kalafat, Yaşar.1 “Ahi Türbeleri Etrafında Oluşan
Halk İnançları.” Türklük Bilimi Araştırmaları Ahi Evran Türbesi-Kütahya
14.14 (2003): 177-186. s. 183 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 87,
(2) Ölçen, Sadık. “Kütahya Ansiklopedisi.” Kütahya
Ahi Bayram Türbesi-Aydın Belediyesi Kültür Yay., Kütahya (1999). s. 15

(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 86,


(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 180- Ahi Evran Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1, Gökçe Günel, Ali Kılıcı.
Ahi Beyazıd Türbesi-Sandıklı “Tarih İçinde Ankara.” Ankara B.B Yayınları, An-
kara Tarih ve Kültür Dizisi: 1, (2008). s. 185
(1) Karakuş, Ali Osman. “Sandıklı Türbeleri ve Türbe-
lerle ilgili Halk İnançları” Cilt.1, Sandıklı Beledi-
yesi 2011 s. 149 Ahi Evran Türbesi-Karaman
(1) Karaman Valiliği, “Karaman Kültür Envanteri
Ahi Çelebi Türbesi-Bursa 2009.” s. 245

(1) Bursa B.B.2, “Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı”


28-30 Nisan 2011, Türk İslam Sempozyumları Ahi Evren Dede Türbesi-Trabzon
Bursa (2011.). s. 105 (1) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 182

Ahi Ebubekir Türbesi-Muğla


Ahi Evren Türbesi-Kırşehir
(1) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 184
(1) DİA, Cilt. 25 s. 482,
(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 178
Ahi Elvan Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 102, Ahi Fahrettin Türbesi-Erzurum
(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 181
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 68

Ahi Emir Ahmed Türbesi-Sivas Ahi Hüsameddin Türbesi-Ankara


(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 63, (1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 48
(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 181,
(3) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 72
Ahi İbrahi Türbesi-Aydın
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12
Ahi Emir Ahmedi Zencani Türbesi-Bayburt
(1) Çöteli, M. G., “Bayburt Kent Dokusunun Gelişi-
mi.” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
Ahi Mecdud Türbesi-Burdur
sü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, (1) Kızılkaya, Abdurrahman. “Burdur’da Yaşam.” Bur-
(2005). s. 66 dur Beld. (2007). s. 38

52
Vadi-i Hamuşan
Ahi Mesud Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 69
Ahî Şerafeddin’e ait kabrin ise bugün sadece san-
duka eteği yerinde durmaktadır. 1933’te Ankara
Etnografya Müzesi’ne götürülmüş olan ceviz ağa-
A
cı sanduka üzerinde ölünün adından başka, Âye-
Ahi Musa Türbesi-Elazığ
tü’l-kürsî ve başka âyetler yazılıdır; ayrıca zengin
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12 bir oyma süsleme de görülür. Türk ağaç işçiliğinin
en güzel eserlerinden olan ve tabut biçiminde bir
Ahi Şemsettin Türbesi-Isparta-Uluborlu sanduka ile altı kare, üstü çokgen sivri külâhlı
küçük bir türbeye benzer başlık kısmından mey-
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 4 dana gelen bu sandukanın Nakkaş Abdullah b.
Mahmud tarafından yapıldığı kitâbesinde belirtil-
Ahi Şerafettin Türbesi-Ankara miştir. Ahî Şerafeddin Türbesi ve ona ait sanduka,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12,
Ankara’nın Selçuklu devrine ait en başta gelen
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 54,
tarih ve sanat âbidelerindendir. Evvelce etrafında
yer alan ve içinde pek çok eski mezar taşı bulunan
(3) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 154,
hazîre bozulmuş, taşlar başka yerlere taşınmıştır.
(4) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 180,
Yalnız bunlardan, 781’de (1379-80) vefat eden
(5) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 85
Ali Hüsâmeddin Hüseyin b. Yûsuf’un mezar taşı
kalmıştır.(1)
Ahî Şerafeddin Türbesi
(1) DİA; Ahî Şerafeddin Türbesi- Semavi Eyice c. 1, s.
Ankara’da Samanpazarı semtinde XIV. yüzyıla ait 532
türbe.
Arapça kitâbesine göre 731’de (1330-31) Ahî Ahi Kavuğu
Hüsâmeddin için yapılmıştır. İçindeki yedi kabir-
Mezar taşlarında kullanılan bir biçim. Bu biçimde,
den biri onun, bir diğeri 751’de (1350-51) vefat
mezar taşı yukarıdan aşağıya doğru hafifçe daral-
eden oğlu Ahî Şerafeddin Mehmed’indir. Ayrıca
mıştır. Mezar taşındaki başlık tipi “Ahi Kavuğu”-
burada Ahî Şerafeddin’in kızı Devlet Hatun (ö. dur. Kavuk iki kademeli yapılmış olup, kavuğun
763/1361-62) ile Ahî Hüseyin’in kızı Ayşe Ha- alt kısmına kalın şeritle sarık şekli verilmiş, üst
tun’un (ö. 833/1430) sandukaları da bulunmak- kısmı ise altı eşit parça şeklinde dilimlenmiştir.
tadır. Diğer üç sandukanın ise Ahî Hüsâmeddin’in Bu bilgiler, ölen kişinin mensup olduğu sosyal sı-
soyundan gelen kimselere ait olduğu tahmin edil- nıfın belirlenmesini de temin eder.(1)
mektedir.
(1) Demirel, Feray. “Besni Mezar Taşları.” Selçuk Üni-
Ahî Şerafeddin Türbesi sekizgen bir plana göre versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi
yapılmış olup alt kısmı karedir. Üstünü dıştan se- Anabilim Dalı Türk Dünyası ve Ortaçağ Kültürleri
kiz, içten on altı dilimli kâgir bir sivri külâh örter. Arkeolojisi Bilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans
Böylece kareden on altıya geçiş, ustalıklı bir biçim- Tezi, Konya (2008)., s.49
de tromplar, köşe üçgenleri ve ufak nişlerin yar-
dımıyla sağlanmıştır. Türbe değişik ölçülerde ve Ahi Şorba Türbesi-Kastamonu
cinslerde devşirme taşlardan yapılmıştır. İçerisin- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 93
deki yedi sandukadan bir tanesi alçı kabartmalarla
süslüdür ve Ahî Hüsâmeddin’e aittir. Sahibi belli
Ahi Temürliden Türbesi-Kütahya
olmayan diğer bir sanduka da yine alçı tezyinatlı
olup üzerine kelime-i tevhid işlenmiştir. İki sandu- (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 291
ka ise altıgen mavi renkte çinilerle kaplanmıştır.
Devlet ve Ayşe hatunların sandukaları mermer- Ahi Tuman Baba Türbesi-Erzurum
dendir. (1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 27

53
Vadi-i Hamuşan
Ahi Yunus Türbesi-Çanakkale desiyle sadakat mükellefiyeti altına sokmuş olan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12,
müminin ahlâkî bir borcudur. Bu sebeple Kur’an
(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 185 ahdin önemi üzerinde ısrarla durmuştur. İster
Allah’a ister insanlara karşı verilmiş olsun, her
Ahi Yusuf Perende Türbesi-Tokat vaad ve ahid, yükümlülük için ehliyet şartlarını
taşıyan bir insanı borçlu ve sorumlu kılar. İslâm
(1) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 182
ahlâkında bu sorumluluğun yerine getirilmesine
ahde vefa veya ahde riayet denir ki her iki tabir
Ahi Yusuf Türbesi-Antalya de Kur’an’dan alınmıştır (bk. el-Bakara 2/177; el-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 12, Mü’minûn 23/8).
(2) Kalafat, Yaşar.1 a.g.e.S. 180 “Sözünde durmak, verdiği sözlere bağlı kalmak,
özü ve sözü doğru olmak” gibi anlamlan içine
Ahi Yusuf Türbesi-Sivas alan ahde vefa veya kısaca vefa, İslâm ahlâkının
en önemli prensiplerinden biridir. Ahlâkçılara
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 114
göre ahde vefayı yüksek bir fazilet haline getiren
husus, kişinin taahhüdünün aksini her an yapma
Ahi Yusuf Türbesi-Erzurum imkânına sahip olduğunu bilmesine rağmen, ken-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 225 disini verdiği söze bağlı hareket etmek zorunda
hissetmesidir.
Ahi-Türkoğlu Çelebi Hüsameddin Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şeriflerde olgun
Türbesi-Konya müminlerin vasıfları sayılırken, onların ahde
(1) Özönder, Hasan. “Konya Velileri.” Konya : [y.y.], vefa gösterme özelliklerine işaret edilir (bk. el-
1990 s. 77 Mü’minûn 23/8; el-Meâric 70/32). Kur’an’da
ahde vefa ile ilgili âyetlerde, kendileriyle yapılmış
antlaşmaların hükümlerine riayet ettikleri müd-
Ahid
detçe, müslüman olmayan taraflara dahi verilen
İslâm ahlâkında ahid ve va‘d terimleri genellikle söz istikametinde uygulamada bulunulması em-
eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak Kur’ân-ı redilmektedir (bk. et-Tevbe 9/1, 4, 7).
Kerîm’de va‘d ve bundan türetilmiş olan kelime-
Diğer ahlâkî faziletlerde olduğu gibi ahde vefa
ler, “Allah’ın inanan ve iyi işler yapan insanlara mad-
göstermede de ümmeti için örnek bir yaşayış
dî ve manevî ecir ve mükâfat vereceğini bildirmesi”
sürdürmüş olan Hz. Peygamber’in Hudeybiye
mânasında geçer.
Antlaşması’ndan hemen sonra, yanındaki müslü-
Ahid kelimesi ise ahlâkî bir kavram olarak genel- manların itirazlarına rağmen, kendisine sığınan
likle “birine söz verme, vaad ve taahhütte bulunma, Ebû Cendel’i antlaşmanın gereği olarak müşrik-
anlaşma yapma” mânalarında kullanılmıştır (bk. lere iade etmesi, onun verdiği söze bağlılığının
M. F. Abdülbâki, “‘ahd”, “va‘d” md.leri). en canlı örneklerinden birisidir. Ona “el-Emîn”
Hadislerde de bu mânalar hem ahid hem de va‘d sıfatının düşmanları tarafından bile verilmesinin,
kavramlarıyla ifade edilmiştir (bk. Wensinck, kendisinin ahde vefa ve emanete riayet faziletine
“‘ahd”, “va‘d” md.leri). kemâliyle sahip bulunmasından ileri geldiği bütün
Kur’an’da iman, yalnızca zihnî bir inanma değil, kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim o, konu ile il-
bunun yanında kişinin dinî naslarla belirlenmiş gili hadislerinde ahde uygun hareket edilmesini
olan esaslara uyacağına dair gönüllü bir taah- imandan saymış, ahde aykırı davranmayı ise nifak
hüdü olarak değerlendirilmek suretiyle iman ile alâmetleri arasında göstermiştir. Zira sözünde
ahid arasında sıkı bir münasebet kurulmuştur. durmamak, sözüne güvenilmez olmak, imanın
Böylece Kur’an’a göre ahde vefa, iman ederek Al- özünde bulunan sadakat mefhumu ile çelişmek-
lah ile ahidleşmiş ve bu suretle kendisini hür ira- tedir. Halbuki gerek Kur’an’da (bk. el-Bakara

54
Vadi-i Hamuşan
2/177), gerekse hadislerde ahde vefa ile sadakat
arasında kopmaz bir bağ bulunduğu belirtilmiştir.
Ahir Zaman
a. Son zaman, dünyanın sonunun yaklaştığı, kı-
A
İnsanların toplum hayatının gereği olarak birbir- yametin kopmasının yakın olduğu kabul edilen
leriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun zaman bölümü. Dünyanın sonuna doğru. Dün-
hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yanın sonu. Dünyanın son günleri.(1)(2)(3)
yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla du- b. Ahlakın bozulup kötüleştiği, fitne ve fesadın kı-
ran İslâm ahlâkçıları, bu konuyu ekseriyetle “dilin yamet günlerinin yaklaştığını gösterecek kadar
âfetleri” başlığı altında incelemişlerdir. yaygınlaştığı zaman.(1)(2)
Ahlâkçılar, herhangi bir vaadde bulunurken, ile- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ride ahde vefa göstermeyen bir kişi durumuna (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
düşmemek için, yerine getirilemeyecek hususlar-
da düşünmeden hemen “evet” demek yerine, söz
Ahir Zaman İnancı
veren tarafın ahdini yerine getirmesini engelleyen
meşru bir sebebin baş gösterebileceğini dikkate İslâm literatüründeki âhir zaman terimi, dinler
alarak, sözün ardından, “inşallah” denilmesini tarihindeki eskatoloji (âhiret bilgisi) ile alâkalıysa
tavsiye etmişlerdir.(1) da aynı değildir. Eskatoloji, kozmolojide bir saf-
hadır; buna karşılık âhir zaman terimi kıyamete
(1) DİA; [AHİD - Metin Yurdagür]c. 01; s. 535 yaklaşan son devreyi, zamanın ve âlemin sonunu
veya son günlerini ifade eder. İslâm inancına göre
Ahid âlemin başı olduğu gibi sonu da vardır. Ancak bu
a. Yemin, ant.(1)(2) sonu bilmek beşer gücünün dışındadır.
b. Söz verme.(1)(2) İnsanın eceli gibi âlemin de ecelini belirlemek ve
c. Zaman, devir.(1) belirlediği şekilde gerçekleştirmek Allah’a aittir.
Fakat art niyetli bazı kimseler gayelerine ulaş-
d. Antlaşma, ittifak.(2)
mak için, diğer bazıları da bilgisizlik sebebiyle bu
e. Emir, buyruk.(2)
konuda tarih vererek veya tahminde bulunarak
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı iddialar ortaya atmışlardır.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Halbuki aşağıda meâli verilen âyetler bu gibi iddi-
aların yersiz ve anlamsız olduğunu açıkça göster-
Ahir mektedir: “Kıyametin ne zaman kopacağını sana
a. Son, sonunda, akıbet, nihayet.(1)(2) sorarlar. De ki: Onun bilgisi sadece rabbimin nez-
dindedir. Onun vaktini kendisinden başka kimse
b. Sondaki, en sondaki, hâsılı, en sonunda, en son-
açıklayamaz” (el-A‘râf 7/187). “Kıyametin ne za-
ra, sonuncu, sonraki.(1)(2)(3)
man kopacağını bilmek ancak Allah’a aittir” (Lok-
c. Bir evveli olmadığı gibi, bir sonu da olmayan, mân 31/34). “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan
her şeyden sonra kalacak olan manasında Es- başka kimse bilemez” (en-Neml 27/65).
ma-i Hüsna’dan, Allah’ın sıfatlarından biri.(1)(2) Kur’an’ın bu açıklamalarını da göz önünde bulun-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. duran hadisçiler, dünyanın ömrünün 7000 sene
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. olup Hz. Peygamber döneminin son bin seneyi
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. içine aldığı şeklindeki rivayetleri asılsız kabul et-
mişlerdir (bk. Ali el-Karî, s. 452-454). Bununla be-
Ahir Nefes raber bazı İslâm bilginleri bu konuda üç devreden
söz etmişlerdir. Başlangıçtan Tevrat’ın nüzûlüne
Son nefes, ölüm anı.(1)(2)
kadar olan ilk devre, İslâm’ın zuhûruna kadar ge-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. çen zaman ikinci devre, hicretten kıyamete kadar
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. devam edecek olan zaman dilimi ise son devredir

55
Vadi-i Hamuşan
(bk. Elmalılı, V, 3739). Fakat süre belirlemeden bu Zamanın devrî olduğunu kabul eden dinlere göre
son devreye âhir zaman denilebilir. Çünkü çeşitli (Eski Mısır, Aztek, Sumer dinleri ile Hinduizm ve
hadislere göre âhir zaman Hz. Peygamber’in bi‘se- Budizm) zaman, birbirini takip eden devrelerden
tiyle başlamıştır (bk. Buhârî, “Rikak”, 39; Müslim, oluşur ve bu devreler sonsuza kadar sürüp gider.
“Fiten”, 132-139). Ancak ne zaman biteceğini Al- Âlemin fâni olduğunu ve zamanın düz bir hat
lah’tan başka kimse bilmemektedir. şeklinde akıp gittiğini kabul eden dinlere göre ise
Son peygamber (hâtemü’l-enbiyâ) olması dolayı- (Zerdüştîlik, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm),
sıyla Muhammed aleyhisselâma İslâm literatü- âlemle beraber içinde yaşanılan zaman da sona
ründe “âhir zaman peygamberi” de denilmiştir. erer ve yeni bir âlemle birlikte sonsuz zaman baş-
Zira ondan sonra artık peygamber gelmeyecektir lar. Ancak her iki grup dinin benimsediği bir ger-
ve kıyamete kadar sürecek olan devrede Allah çek var ki bu da insanın içinde yaşadığı devre veya
yoluna yapılacak davet onun adına olacaktır. Bu devrelerin “sonlu” olmasıdır.
hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: Âhir zaman, zamanın devrî oluşunu kabul eden
“Muhammed sizlerden herhangi birinin babası de- dinlerde insanın içinde yaşadığı devrenin son dö-
ğildir. Ancak o, Allah’ın resulü ve peygamberlerin nemini, âlemin ve insanın fâni olduğunu kabul
sonuncusudur” (el-Ahzâb 33/40). Bu âyette geçen eden dinlerde ise dünya hayatının kıyametten ön-
“hâtem” (mühür) kelimesi kıraat imamlarınca ceki son zamanlarını ifade eder.
böyle okunduğu gibi “hâtim” (mühürleyen, sona Yahudilik’te dünyanın genel ömrü haftanın her
erdiren) şeklinde de okunmuştur. Mühür bir şeyin günü bin sene kabul edilerek 7000 yıl sayılır. Bu-
sonuna basıldığına göre Hz. Peygamber, her iki kı- nunla beraber dünyadaki faal yıl 6000 olup ikişer
raat açısından da nübüvvet silsilesinin sonuncusu, bin yıllık üç devreye ayrılır. Bunların birincisi karı-
nübüvvet zincirinin son halkası olmaktadır. şıklık, ikincisi hikmet ve şeriat, üçüncüsü ise me-
Âhir zaman terimi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almıyor- sih devresidir. Âlemin yenileşmesi yani kıyametin
sa da hadislerde çokça kullanılmıştır. kopması 7000 yılın geçmesiyle olacaktır. Kıyamet
Hz. Peygamber’in, dinî hayatın zayıflaması ve ah- öncesinde başka bir deyişle kötülüklerin yaygınla-
lâkın gerilemesi şeklindeki kıyamet alâmetlerine şacağı kriz devresinden sonra gelen mesih döne-
temas eden hadislerinde “âhirü’z-zamân” terimi minde İsrail’in düşmanlarından hiçbiri yahudilere
kullanıldığı gibi bu anlamı ifade eden “‫سيأتي على‬ zarar veremeyecek, onlar yeniden Eden bahçesin-
‫( ”الناس زمان‬insanlar üzerine öyle bir zaman gele- deki saadete dönecekler ve insanlarla vahşi hay-
cek ki ...) ibaresine de sık sık rastlanır (bk. Wen- vanlar barış içinde yaşayacaklardır. Mesih gel-
sinck, Mu‘cem, “Zamân” md.). meden önce seller, zelzeleler, harpler, ihtilâller,
güneşin ve ayın kararması, yıldızların dökülmesi
Hadis literatüründeki bu kullanılış müslümanla-
gibi fevkalâde olaylar vuku bulacaktır. Yahudi ina-
rın zamana, olaylara ve geleceğe bakışlarına tabii
nışına göre, başından sonuna kadar insanın yer-
olarak tesir etmiş ve onları, özellikle ahlâk ku-
yüzündeki tarihini önceden düzenleyen Tanrı’dır.
rallarına aykırı düşen davranışlarla beklenmedik
Mesih gelmeden mesihî devrede vuku bulacak ha-
olayları âhir zaman alâmeti olarak değerlendirme-
diseler yahudiler için âhir zaman olaylarıdır.
ye sevketmiştir.(1)
Hıristiyanlık’ta zaman tasavvuru Yahudilik’tekine
(1) DİA. [ÂHİR ZAMAN - Günay Tümer] c. 01; s. 542-
benzer. Bu dine göre de üç devre söz konusudur:
543
1. Yaratılıştan önceki devre (bk. Korintoslular’a
Birinci Mektup, 2/7). 2. Yaratılış ile Hz. Îsâ’nın
Ahir Zaman Telakkisi
ikinci gelişi arasındaki devre (bk. Galatyalılar’a
Dünyanın son günleri veya sonu anlamında kulla- Mektup, 1/4). 3. Ebedî hayat (bk. Efesoslular’a
nılan bir terim. Mektup, 1/21, 2/7 vd.). Hz. Îsâ beklenen mesihtir.
Dinler, zamanın başlangıcı ve sonu meselesinde Onun ikinci gelişinden önce milletler milletlere
iki gruba ayrılmıştır. karşı çıkacak, zelzeleler ve kıtlıklar olacak, irtidad-

56
Vadi-i Hamuşan
lar, fitneler, dinsizlikler ve fesat yaygınlaşacaktır
(bk. Selânikliler’e İkinci Mektup, 2. bab; Matta,
24/26; Markos, 13/24-31; Luka, 21/25 vd.). İşte
dan söz etmek oldukça güçtür. Çünkü İslâmiyet’in
ilk devirlerinden günümüze kadar farklı görüşler
benimseyen âlimler var olagelmiştir (Taberî, XII,
A
bütün bunlar, “son”u getirecek olaylardır.(1) 71; İbn Kayyim, s. 286; Robson, s. 386).
(1) DİA. [ÂHİR ZAMAN - Günay Tümer] c. 01; s. 542- Bu görüşleri iki noktada toplamak mümkündür.
543 1. Âhirette kâfirlere uygulanacak olan azap ebedî-
dir. Ehl-i sünnet’in çoğunluğu ile Mu‘tezile, Şîa
Ahiret ve Hâricîler bu görüşü benimsemiştir (Eş‘arî,
Makalât, s. 474; Tabâtabâî, XI, 24).
a. Ölümden sonra gidilecek olan âlem, öbür dünya,
beka âlemi, öteki dünya, son ikamet mahalli. 2. Söz konusu azap uzun asırlar devam ettikten
sonra bir gün sona erecektir. Ashaptan Hz.
b. Son.
Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b.
c. İnsanın ölümüyle, dünya hayatından sonra baş- Mes‘ûd, Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre, Câbir b.
layan ebedi, sonsuz hayat, ikinci hayat.(1)(2)(3) Abdullah ve Ebû Saîd el-Hudrî; tâbiînden Abd
(4)(5)
b. Humeyd, Şa‘bî ve İshak b. Râhûye’nin dahil
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. olduğu (İbrâhim b. Hasan, s. 473) selef âlim-
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. lerinden başka Cehm b. Safvân, Ebü’l-Hüzeyl
(3) Pala, İskender. a.g.e. el-Allâf ve bazı Şiî fırkalarla Mevlânâ Celâled-
(4) Akay, Hasan. a.g.e. dîn-i Rûmî (Mûsâ Bigiyef, s. 17), İbn Teymiyye,
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. İbn Kayyim el-Cevziyye, İbnü’l-Vezîr ve İsmail
Hakkı İzmirli gibi önemli bir grup âlim bu görü-
Ahiret Âlemi şün savunucuları arasında yer almaktadır (Ta-
berî, XII, 71; Eş‘arî, Makalât, s. 475; İbn Hazm,
Birinci ve ikinci defa sûra üflenmesinin arasında
el-Usûl, s. 45; a.mlf., el-Fasl, IV, 145; İbn Kay-
geçen zamana, bir tarife göre “ahiret âlemi”, başka
yim, s. 286).(…)
tarife göre ise “berzah âlemi” denir.(1)
Azabın ebedî olacağını savunan İslâm âlimleri ço-
(1) Erdoğan, Hüseyin s. “Ölüm Ve Ötesi.” Çile Yayın-
ğunluğunun dayandığı delilleri şöylece özetlemek
ları, (2000). s.191
mümkündür:
1. Kur’an’da kâfirlerin ebedî olarak cehennemde
Âhiret Azabının Ebedîliği
kalacakları özellikle “hulûd” ve “ebed” kelime-
Cehennem azabının ebediyeti hakkında İslâm ön- leriyle ifade edilmiş, azaplarının hafifletilme-
cesi dinlerden beri çeşitli görüşler ileri sürülmüş- yeceği, aksine arttırılacağı, azabı tatmaları için
tür.(…) tenlerinin veya vücutlarının devamlı surette
Âsi müminler ve kâfirler için azabın ebedîliği ko- yenileneceği ve hiçbir şekilde cennete gireme-
nusunda İslâm âlimlerinin görüşleri birbirinden yecekleri belirtilmiştir. Hadislerde de aynı bil-
farklıdır. Ehl-i sünnet’e ve bazı Şîa fırkalarına giler mevcuttur. Şu halde azap ebedîdir (İbn
göre cehenneme giren müminler, ister küçük is- Kayyim, s. 292-293; Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahâviy-
ter büyük günah işlemiş olsunlar, eninde sonunda ye, s. 425-426).
oradan çıkacaklardır (Eş‘arî, Makalât, s. 294; İbn 2. Kur’an’da belirtildiğine göre (Hûd 11/107) Al-
Bâbeveyh, s. 90-91).(…) lah’ın dilemesi müstesna olmak üzere gökler ve
Kâfirlere uygulanacak azabın ebedîliğine gelin- yer devam ettiği müddetçe azap da sürecektir.
ce, her ne kadar Cehm b. Safvân ile Ebü’l-Hüzeyl Âhiret hayatı ebedî olduğuna göre orada gök-
el-Allâf dışındaki bütün İslâm âlimlerinin bu aza- lerin ve yerin varlığı da ebedî olacaktır. Âyette
bın ebedîliği üzerinde ittifak ettiği nakledilirse de geçen “gökler” ve “yer” anlamındaki kelimelerle
(Eş‘arî, Makalât, s. 474; İbn Hazm, el-Usûl, s. 43) dünyadaki değil âhiretteki gökler ve yer kaste-
aslında konu ile ilgili olarak bir ittifak veya icmâ- dilmiş olmalıdır.(…)

57
Vadi-i Hamuşan
3. Azabın uzun devirler boyunca devam edeceğini aykırı olduğu kabul edilirse uzun asırlar süre-
“ahkab” kelimesiyle ifade eden âyet (en-Nebe’ cek azabın da hikmete aykırı olması gerekir.
78/23) ya ehl-i kıble ile ehl-i tevhîd hakkında- Zira ebedî azaba dayanamayan âciz kullar
dır veya bu kelime “ardı arkası kesilmeyecek, uzun devirler sürecek olan azaba da dayana-
sonsuza kadar peş peşe sürüp gidecek olan maz (Âlûsî, I, 141; Mustafa Sabri, s. 22, 23,
sonsuz devirler” anlamına gelmektedir. Söz 50, 108).
konusu âyetteki “ahkab”, sonlu uzun asırlar 9. Allah kâfirleri ebedî olarak azapta bırakacağı-
anlamında olsa bile ebediyet ifade eden âyetler nı haber vermiştir (vaîd). Azabı sona erdire-
daha çok ve daha sarihtir; binaenaleyh tercihe cek olursa sözünden dönmüş ve gerçek dışı
şayan olan onların ifade ettiği hükümdür (Ta- beyanda bulunmuş olur ki bu Allah hakkında
berî, XII, 70-71; XXX, 89; Elmalılı, VIII, 5542). muhaldir (Mûsâ Bigiyef, s. 36).
4. Hadislerde sadece âsi müminlere şefaat edile- 10. Allah’ı inkâr edip ona eş tanımanın cezası an-
ceği ve cehennemden yalnız bunların çıkacağı cak ebedî olarak sürecek bir azap olabilir. Daha
haber verilmiştir. Kâfirler de çıkacak olsa şe- hafif bir ceza işlenen suça denk düşmez.(…)
faatın müminlere tahsis edilmesinin bir mâ- Kâfirlere uygulanacak azabın sona ereceğini kabul
nası kalmazdı. Bunun yanlışlığı ise ortadadır eden âlimlerin dayandığı deliller de şöylece özet-
(Kurtubî, s. 511-512; İbn Kayyim, s. 293; Şer- lenebilir:
hu’l-Akıdeti’t-Tahâviyye, s. 425-426).
1. Kur’ân-ı Kerîm’in üç âyetinde cehennemde ka-
5. Allah kâfirleri affetmeyeceğini açıkça belirt- lışın ebedî olmadığı açıkça belirtilmiştir. Bun-
miş, âhirette azabı gördükten sonra tövbe lardan biri, şakilerin (kâfirlerin) göklerle yerin
etseler bile bunun kabul edilmeyeceğini açık- devam ettiği müddet kadar cehennem ateşinde
lamıştır. Bu husus azabın sona ereceği düşün- kalacaklarını, fakat Allah’ın dilemesi halinde
cesiyle çelişir durumdadır (Âlûsî, I, 141, 143). bu sürenin kısaltılabileceğini haber veren âyet-
6. İlâhî rahmet dünyada herkese şâmil olduğu tir (Hûd 11/107). En‘âm sûresinde (6/128)
halde âhirette sadece müminlere tahsis edil- yer alan diğer bir âyet de aynı mahiyettedir.
miştir, kâfirlerin nasibinin ise sadece ateşten Üçüncü âyet ise azgınların cehennemde “ah-
ibaret olduğu ifade edilmiştir (Elmalılı, IV, kab” süresince bekleyeceklerini bildiren âyettir
2825). İlâhî rahmetin gazaptan geniş olma- (en-Nebe’ 78/23).(…)
sı ise azabın mutlaka sona ereceği mânasına 2. Hadislerde hiçbir hayır işlemeyen ve azaptan
gelmez. Bunu azabın hafifletilmesi, nimet gibi kurtulmak dileğinde bulunan cehennemlik-
telakki edilmesi veya azap görenlerin rahmete lerin buradan çıkarılacakları belirtilmiştir
nâil olanlara nisbetle daha az sayıda olması (Buhârî, Tevhîd”, 24; Tirmizî, “Sıfatü Cehen-
tarzında yorumlamak mümkündür (Âlûsî, I, nem”, 10; İbn Kayyim, s. 297, 309). Bunu bü-
140). tün azap görenlere teşmil etmek mümkündür
7. Kâfirler için azabın ebedî olacağı hususunda (İbn Kayyim, s. 303-310).
ashap, tâbiîn ve Ehl-i sünnet âlimleri ittifak 3. Azaptan söz eden bazı âyetler onu “bir gün”ün
etmişlerdir. Bu konuda ihtilâf çıkaranlar ise azabı olarak niteler. “Bir gün”ün süresi hakkın-
bid‘at ehlidir. İcmâa aykırı olan görüş ise yan- da çeşitli görüşler ileri sürmek mümkün olsa da
lıştır (İbn Kayyim, s. 292; Mustafa Sabri, s. “gün”ün belirli bir zaman parçası olduğu şüp-
112). hesizdir. Buna karşılık naslar cennet nimetleri
8. Kesin naklî deliller varken aklî veya zayıf bazı için “bir günün nimeti” tarzında bir ifade kul-
naklî delillere dayanarak azabın sona ereceği- lanmamaktadır. Bu da azabın geçici, nimetinse
ni ileri sürmenin dinî bir değeri yoktur. Bu se- devamlı olduğunu gösteren delillerden biridir
beple de Allah’ın kullarını azaba uğratmasında (İbn Kayyim, s. 307).
mutlaka bir hikmet aramak isabetli değildir. 4. Rahmeti bütün yaratıkları kuşatmış olan Allah,
Eğer hikmet aranır ve ebedî azabın hikmete yaratıklarına rahmet sıfatıyla muamele ede-

58
Vadi-i Hamuşan
ceğini vaad etmiş (el-En‘âm 6/ 12; el-Mü’min
40/7), rahmetinin dünyada olduğu gibi âhiret-
te de gazabını geçeceğini haber vermiş (Buhârî,
Azabın ebedî olmadığını benimseyen âlimlerden
İbn Kayyim ile Mûsâ Bigiyef gibi bazı müellifler,
cehennemin eninde sonunda yok olacağını ve kâ-
A
“Tevhîd”, 55), yüce zâtını güzel isim ve sıfatla- firlerin de cennete gireceğini kabul ederler (İbn
rıyla tanıtırken kullarına karşı şefkatli olduğu- Kayyim, s. 297-298, 305, 308-309; Mûsâ Bigiyef,
nu ısrarlı bir şekilde vurgulayan isim ve sıfatla- s. 8-9).(…)
rı bulunduğuna dikkat çekmiştir.(…) Azabın ebediyeti konusunda her iki gruba mensup
5. Bazı hadislerde belirtildiğine göre (Müsned, II, âlimlerin dayandıkları naklî ve aklî delillere karşı
451, 482; III, 362; Buhârî, “Rikak”, 18; Müslim, taraflarca ileri sürülen birçok itiraz vardır. Bun-
“Münâfikun”, 71), cennete girecek olanlar işle- ların bir kısmı objektif olmadığı için problemin
dikleri ameller sebebiyle değil Allah’ın rahmet çözülmesine yardım etmekten uzaktır. Öyle görü-
ve ihsanı sayesinde bu nimete nâil olacaklardır. nüyor ki kâfirler için azabın ebediyeti problemi iki
Buna göre cehennem ehlinin de ilâhî bir lutfa yönden önem kazanmaktadır.
mazhar olmaları gerekir. Kâfirin ebediyen azapta kalacağını ve hiçbir şekil-
6. Azabın ebedî olacağı konusunda ümmetin ih- de cennete giremeyeceğini savunanlar Kur’an’da-
tilâfı vardır. Zira ashap, tâbiîn, tebeü’t-tâbiîn ki “hulûd” ve “ebed” kelimelerine dayanmaktadır.
ve her asrın ulemâsından az da olsa bir grup Ancak sadece bu iki kelimeye dayanarak böyle bir
azabın ebedî olmadığı görüşünü savunmuştur hükme varmakta çeşitli zorluklar vardır. Çünkü
(Makdisî, I, 201; İbn Kayyim, s. 286-288; Mûsâ hulûd sözlükte, “değişikliğe uğramadan bir yerde
Bigiyef, s. 76-77). Şu halde bu görüş bid‘at ka- uzun müddet beklemek” anlamındadır. Ebed de
bul edilemez. “sonsuzluk” mânasında değil “uzun süren zaman”
7. Azap inkâr ve isyan edenlere yönelik bir vaîd- anlamında kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfre-
dir. Ehl-i sünnet âlimlerinin de kabul ettiği gibi dât, “hld” ve “ebed” md.leri; M. Reşîd Rızâ, I, 234;
Allah’ın vaîdinden dönmesi mümkün olup bu, VI, 78-79; VIII, 68, 99).(…)
lutufkârlığına ve affediciliğine daha uygundur. Problemin ikinci yönünü oluşturan kâfirlerin
Cenâb-ı Hak Kur’an’da va‘dinden dönmeyece- cennete girip giremeyecekleri konusuna gelince,
ğini açıkladığı halde vaîdinden dönmeyeceğini her ne kadar bununla ilgili naslarda açıkça “Kâfir-
bildirmemiştir.(…) ler cennete asla giremeyeceklerdir” denilmemek-
8. İnsanları günahları sebebiyle cezalandırmak te, bunların “deve (veya halat) iğnenin deliğinden
yerine affetmek, adalet yerine lutufla muamele geçinceye kadar cennete giremeyecekleri” belir-
etmek Allah’a daha çok yaraşır (İbn Kayyim, s. tilmekte (el-A‘râf 7/40) ve bunu da kâfirler için
302, 310). Nitekim o bütün günahları affede- cennete girişin çok zor gerçekleşeceği mânasında
ceğini müjdelemiştir. Şirki bağışlamayacağını anlamak mümkün görülmekteyse de cennetin Al-
beyan etmesi ise affetme tarzının değişik ol- lah’a şirk koşanlara haram kılındığını açıkça bil-
masıyla ilgili bir husustur. Yani bazı günahları diren âyet (el-Mâide 5/72) karşısında kâfirlerin
azap etmeden affeder, şirki de azap ettikten oraya girebileceklerini söylemek oldukça güçtür.
sonra affeder (Mûsâ Bigiyef, s. 54).(…) (…)

9. Sonlu günahlara verilecek olan cezanın da son- İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, dinen yasak
lu olması gerekir. Allah verecekleri cezaların sayılan bir fiili işleyen kimse dünyada dinin koy-
suçlara denk olmasını kullarına emretmiş ve duğu cezaya çarptırıldığı takdirde âhirette ayrıca
cezalandırmada aşırı gitmelerini yasaklamış- azaba uğratılmayacaktır. Çünkü ceza suçun kefa-
ken kendisinin, ebediyete nisbetle çok kısa bir reti sayılır. Hanefîler’e göre ise had, kısas vb. mü-
süreyi kapsayan dünya hayatında suç işleyenle- eyyideler suçun dünyevî cezası olup âhiret azabını
ri sonu gelmeyen bir azapla cezalandırması mâ- kaldırmaz. Âhiret azabından kurtulmak için ayrı-
kul değildir (Makdisî, I, 200; Fahreddin er-Râzî, ca samimi bir tövbe gereklidir.(1)
II, 56; XVIII, 63). (1) DİA; [AZAP - Yusuf Şevki Yavuz] c. 04; s. 309

59
Vadi-i Hamuşan
Âhiret Azabının Mevcudiyeti s. 347, 358). İbnü’l-Arabî de bu görüşe katılır (el-
İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu kâfirlerle Fütûhât, IV, 385, 450, 451). İslâm Meşşâî filozof-
âsi müminler için kabir ve âhiret azabının vuku ları ise âhiret hayatını sırf ruhanî bir hayat kabul
bulacağı görüşünde birleşmişlerdir. Bazı Mür- ettiklerinden azabın da yalnız ruhî olacağını ileri
cie mensuplarıyla bir kısım filozoflar (Ebû Bekir sürmüşlerdir (bk. İbn Sînâ, s. 291-295).(…)(1)
er-Râzî, s. 96; İbnü’l-Vezîr, s. 366), daha çok aklî (1) DİA; [AZAP - Yusuf Şevki Yavuz] c. 04; s. 309
gerekçelere dayanarak yaratıcının kullarına azap
etmemesi gerektiğini ve âhiret âleminde bunun
Âhiret Halleri
fiilen gerçekleşmeyeceğini iddia etmişlerdir.(…)
Dünya hayatından sonra başlayıp ebediyen de-
Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde, Allah’ın lu-
vam edecek olan ikinci hayat.
tuf ve keremine güvenerek inkâr ve isyana düşül-
memesi konusunda bütün insanlar uyarılmakta Âhiret, evvelin mukabili ve “son” mânasındaki
(Lokmân 31/33; Fâtır 35/5; el-Hadîd 57/14; el-İn- âhirin müennesi olup Kur’an’da 110 yerde geçer.
fitâr 82/6), iyilerle kötülerin hem dünya hayatın- Bunun yirmi altısında müzekker ve el-yevm ke-
da hem de âhirette farklı muamelelere tâbi tutu- limesine sıfat şeklinde el-yevmü’l-âhir (son gün),
lacakları ısrarla belirtilmektedir. Beşerî adalet ve dokuzunda dâr ile sıfat veya isim tamlaması ha-
hukuk sistemlerinde de aynı ayırımın gözetildiği linde ed-dârü’l-âhire, dârü’l-âhire (son ikamet ma-
bilinmektedir. Diğer semavî kitaplara paralel ola- halli), birinde enneş’etü’l-âhire (ikinci yaratılış, son
rak Kur’ân-ı Kerîm de cehennemin insanlar ve hilkat) tarzında, elli yerde de dünya ile (ikisinde
cinlerle dolacağını (Hûd 11/119; es-Secde 32/13), dünya mânasındaki ûlâ ile) mukabele edilmiş ola-
yetmiş defa af dilenseler bile kâfirlerin affedil- rak zikredilir. el-Âhirenin, yalın olarak kullanıldığı
meyeceğini (et-Tevbe 9/80), Allah’ın bağışlayıcı yerlerde de ed-dârü’l-âhire tamlaması mânasında
olması yanında azabının da şiddetli olduğunu (el- olduğu kabul edilir. Bu kullanılış şekillerinden de
Hicr 15/50) haber vermektedir.(…) anlaşılacağı üzere âhiret mefhumu ile dünya mef-
Genel İslâmî anlayışa göre kişi eğer peygamber- humu arasında sıkı bir münasebet vardır. Âhiret
lerin irşadına mazhar olmamışsa azaba da mâruz dünya hayatını takip eden, ona benzer fakat daha
kalmayacaktır (Âlûsî, XV, 39-41). Bazı Şiî fırkalar- değişik ve ölümsüz bir hayattan, ebediyet âlemine
la Hâricîler’in dışında kalan İslâm âlimlerinin ço- ait çeşitli merhaleler ve hallerden ibarettir.
ğunluğuna göre akıldan yoksun olanlarla çocuklar İnsanın ölümüyle onun âhiret hayatı başlamış
sorumlu tutulmayacak ve azap görmeyeceklerdir olur. Bir hadiste, kabrin âhiret duraklarının ilki
(Eş‘arî, Makalât, s. 55, 110-111).(…) olduğu belirtilmiştir (bk. Tirmizî, “Zühd”, 5; İbn
Âhirette insanlara uygulanacak olan asıl azap ce- Mâce, “Zühd”, 32). Kıyametin kopmasına kadar
hennemde vuku bulmakla birlikte yeniden diri- sürecek olan bu zamana berzah hayatı denilmiştir.
lişle başlayıp cehenneme girinceye kadar geçecek Ancak çeşitli merhaleleri ve kendine has halleriy-
olan her safha kâfirler ile âsi müminler için bir le tasvir edilen âhiretin gerçekleşmesi, bugünkü
nevi azap halini alacak ve bunlar yaklaşan kötü dünya nizamının bozulmasından sonra olacaktır.
âkıbetlerini ıstırap içinde bekleyeceklerdir.(…) Âhiret hayatını kıyametin kopması, hesabın görül-
İslâm âlimleri, âhiret azabının kişinin cismanî mesi ve hesap sonrası ebedî hayatın başlaması şeklin-
veya ruhanî varlığının hangisine uygulanacağı de üç merhalede ele alıp incelemek mümkündür.
konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Haş- a) Kıyametin kopması Kur’ân-ı Kerîm’de saat ke-
viyye’ye mensup bazı âlimler azabın sadece bede- limesiyle ifade edilmiş ve bu anı Allah’tan başka
ne uygulanacağını savunurken Selefiyye’nin önde hiç kimsenin bilemeyeceği belirtilmiştir. Beklen-
gelen âlimleriyle Ehl-i sünnet, Şîa ve Mu‘tezile medik bir zamanda ve çok süratli olarak gerçek-
kelâmcılarının çoğunluğu azabın hem bedenî hem leşecek olan bu olayın dehşetine gökler de yer de
de ruhî olacağını kabul etmişlerdir (İbn Teymiy- dayanamayacak, o günün şiddetinden çocukların
ye, IV, 282-283; Muhammed Ahmed Abdülkadir, saçları ağaracak, emzikli kadınlar bebeklerini unu-

60
Vadi-i Hamuşan
tacak, hamileler çocuklarını düşürecek ve bütün
insanlar şaşkına dönecektir (bk. el-A‘râf 7/187;
el-Hac 22/1-2; el-Müzzemmil 73/17). Kur’ân-ı
20/105-107; et-Tekvîr 81/1-3; el-İnfitâr 82/1-3;
el-Karia 101/1-5).
A
b) Âhirette hesabın başlaması, sûra ikinci üfle-
Kerîm’de kıyametin tasviriyle ilgili âyetlerden an- yişten sonra kabirlerdekilerin tekrar diriltilmesi
laşıldığına göre, bu olay kâinatta mevcut kozmik ve mahşerde toplanmasıyla olacaktır. Kur’ân-ı
düzenin bozulmasıyla başlayacaktır. Fakat bunun Kerîm’de hesap meydanına hareketin bir davet-
ne zaman olacağı kimseye bildirilmemiş, sadece çinin (İsrâfil) çağrısıyla olacağı, kişilerin çağrıya
“belki de yakın olduğu” ifade edilmiş (bk. el-Ahzâb karşı koymadan koşuşan çekirgeler gibi belli bir
33/63); eş-Şûrâ 42/17) ve alâmetlerinin belirdiği hedefe doğru ilerleyeceği ifade edilir (bk. el-Ka-
haber verilmiştir (bk. Muhammed 47/18). Hz.
mer 54/6-8; el-Meâric 70/43-44). Bu yolculuğun
Peygamber de orta parmağıyla şahadet parmağını
tasviri hakkında çeşitli hadisler de rivayet edil-
göstererek kendi dönemi ile kıyametin kopması-
miştir (bk. İbn Kesîr, I, 228-232). İslâm inancına
nın iki parmağı gibi birbirine yakın olduğunu söy-
göre kıyamet gününde insanların hesaba çekilme-
lemiştir (bk. Buhârî, “Rikak”, 39; Müslim, “Fiten”,
si belli kayıtlara bağlı olarak yapılacaktır. Bunlara
133-135). Ancak naslarda geçen bu tür zaman
Kur’an’da kitâb (yazılı belge) adı verilmekte (bk.
belirlemelerini, birkaç bin yılın önemsiz bir küsür
el-İsrâ 17/13-14), Türkçe’de ise amel defteri ola-
sayıldığı jeolojik ve kozmolojik zaman kavramı
rak bilinmektedir. Amel defteri, yazıcı melekler
içinde yorumlamak gerekir. Buna göre kıyametin
(Kirâmen Kâtibîn) tarafından tutulmakta ve kişi-
kopuşu gibi büyük bir kozmik olayın ne zaman
nin dünyadaki bütün söz, fiil ve bazan da niyet-
gerçekleşeceğini söylemek, hatta tahmin etmek
leri hayır ve şer olarak değerlendirilerek bu def-
mümkün değildir. Zaten İslâm literatüründe ko-
tere geçirilmektedir (bk. el-Kehf 18/49; el-İnfitâr
nuyla ilgili ciddi sayılabilecek herhangi bir zaman-
82/10-12).(…)
lama da mevcut değildir.
Kıyameti tasvir eden ve kula ait sorumluluk sınır-
Hadis literatüründe, kıyametten önce ortaya çı-
larını çizen çeşitli âyet ve hadislerden anlaşılacağı
kacak olan “kıyamet alâmetleri”yle ilgili oldukça
geniş bilgi vardır. Bir kısmının sağlamlık bakımın- üzere, bütün mükellefler (insanlar ve cinler) her
dan tenkide tâbi tutulabileceği bu tür rivayetlerin şeyden önce imandan sorguya çekilecektir. Bun-
muhtevasını iki grupta mütalaa etmek müm- dan sonra kul haklarının, daha sonra da Allah ile
kündür. Bunlardan birincisi dinî emirlerin ihmal kul arasındaki hakların hesabı görülecektir. Müs-
edilmesi ve ahlâkın bozulması tarzındaki mânevî lüman âlimlerin çoğunun kanaatine göre, ilâhî
faktörlerdir. İkincisi ise deccalin ortaya çıkışı, Hz. vahye samimiyetle inananlar, kul hakkı veya diğer
Îsâ’nın dünyaya dönüşü, kozmik düzenin bozula- günahları sebebiyle bir süre cezalandırılsalar da
rak güneşin batıdan doğup doğudan batması gibi sonunda kurtuluşa ereceklerdir. Fakat kendileri-
mevcut tabiat kanunlarını aşan olaylardır.(…) ne bildirildiği halde ilâhî tebligata inanmayanlar
ebedî hüsrana uğrayacaklardır.
Kıyametin nasıl kopacağı hususu Kur’an’da ayrın-
tılı sayılacak bir şekilde anlatılmıştır. Buna göre c) Âhiret gününde kulun tâbi tutulacağı hesa-
görevli melek tarafından sûra üflenecek, Allah’ın bın sonucu, Kur’ân-ı Kerîm’de, “terazilerin (tar-
diledikleri hariç, göklerde ve yerde kim varsa tıların) ağır yahut hafif gelmesi” şeklinde ifade
düşüp ölecek, ikinci üfleyişte ise herkes diriltilip edilmiştir. Nasıl olacağını Allah’tan başka kimse-
mahşere (toplanma yerine) gitmeye hazır olacak- nin bilmediği bu terazide “tartılar”ı ağır gelenler
tır (bk. ez-Zümer 39/68). Birçok âyet kıyametin kurtuluşa erecek ve mutlu bir hayat süreceklerdir.
kopuşunu büyük bir kozmik değişim olarak tasvir “Tartılar”ı hafif gelenler ise kendilerini hüsranda
eder: Gök yarılacak, güneş dürülecek, yıldızlar dö- bulacaklardır (bk. el-A‘râf 7/8-9; el-Mü’minûn
külecek, denizler kaynayıp kabaracak, dağlar ye- 23/102-103; el-Karia 101/6-8). Kur’an terminolo-
rinden kaldırılıp yürütülecek ve ufalanıp atılmış jisinde kurtuluş (felâh) cennet, rızâ ve cemâli, hüsran
yün haline gelecek; kısacası hem yer hem de gök- da cehennem, elem ve mahrumiyeti ifade eder. Rızâ,
ler şekil değiştirecektir (bk. İbrâhîm 14/48; Tâhâ kurtuluşa erenlerin Allah’tan, O’nun da kendile-

61
Vadi-i Hamuşan
rinden hoşnut olmasıdır ve bütün maddî nimetle- yapılan itirazlara cevap mahiyetinde ortaya çıktı-
rin üstündedir (bk. et-Tevbe 9/72; el-Fecr 89/27- ğından, ilk döneme ait kelâm kitaplarında, tartış-
30; el-Beyyine 98/8). Cemâl de Cenâb-ı Hakk’a malı konular arasına girmeyen âhiret mevzuuna
bakmak ve O’nu görmektir (bk. el-Kıyâme 75/22- fazla yer verilmemiştir. Mütekâmil devirden itiba-
25; el-Mütaffifîn 83/15). Hüsrana uğrayanlar bu ren yazılan kelâm kitaplarında ise âhiret konusu
nimetlerden mahrum olacakları gibi çeşitli elem daima kendine has yerini almış ve daha çok İslâm
ve azaplara da mâruz kalacaklardır. filozoflarıyla Mu‘tezile ve Havâric gibi bid‘at fırka-
ları arasında anlaşmazlık konusu olan meseleler
Cennet ve cehennem hayatını tasvir eden birçok
tartışılmıştır. Tasavvuf ve irşada yönelik İslâmî
âyet ve hadisin ve ayrıca âhiret hayatıyla ilgili di-
eserlerde de âhiret konularına yer verilmiştir.
ğer nasların üslûp ve muhtevasına bakıldığı tak-
dirde, bu ikinci hayatın sadece ruhlar âleminde İslâm âlimleri âhiret inancıyla ilgili müstakil eser-
başlayıp süreceğini ileri sürmek, bu hayat içinde ler de meydana getirmişlerdir. Bu eserlerin bir kıs-
bedenlerin rol almayacağını söylemek aşırı bir mı, ölümden veya dünyanın yıkılışından itibaren
te’vil olur. Bu sebepledir ki Gazzâlî “haşr-i cis- cennet ile cehennemin ebedîliğine kadar bütün
mânî”yi inkâr eden filozofların bu kanaatini İslâm âhiret hayatını içine almaktadır.(…)(1)
dışı telakki etmiştir. Âhiretle ilgili nasların ihtiva (1) DİA; [ÂHİRET - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 543-548
ettiği maddî unsur ve tasvirler, insanlar tarafın-
dan idrak edilebilmesi için dünyadakilere benzeti- Ahiret Hayatı
lirse de bunların temel özellikleri itibariyle tama-
İnsan ölünce başlayan hayat. Ahiret hayatı üç
men ayrı şeyler olduğu şüphesizdir. Ebedî âlemin
kısımdır. Tekrar dirilinceye kadar “kabir hayatı”,
kanunlarını fâni âlemin kanunlarıyla mukayese
sonra “kıyamet hayatı”, bundan sonra “cennet ve
etmek ve birinin şartlandırdığı mantıkla diğeri
cehennem hayatı”dır. Bu üçüncü hayat sonsuz-
hakkında hüküm vermek elbette ki yanlıştır (bk.
dur.(1)
es-Secde 32/17; Buhârî, “Bedü’l-halk”, 8; Müslim,
“Îmân”, 312). (1) Gâzâli, Ebu Hamid. a.g.e. s.6

Cennet ile cehennemin ve âhiret hayatının ebe-


dîliği hemen hemen bütün İslâm âlimlerinin be- Âhiret Hayatının Varlığı
nimsediği bir husustur. Saadet yurdu olan cenne- Âhiret inancı, iptidai kavimler dahil, tanrının
tin ebedîliğine itiraz edilmemekle beraber, elem varlığını kabul eden hemen hemen bütün din ve
ve azapla dolu cehennem hayatının sona erebi- düşünce sistemlerinde mevcut olmakla beraber,
leceğini veya cehennem halkının azaba karşı ba- ölümden sonraki bu hayatın mahiyeti ve tasviri
ğışıklık kazanabileceğini ileri sürenler olmuştur. hakkında birbirinden farklı görüşler benimsen-
Hz. Ömer, İbn Mes‘ûd, Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd miştir.(…)
el-Hudrî tarafından benimsendiği rivayet edilen Kur’an’da Hz. Nûh, İbrâhim, Yûsuf, Mûsâ, Îsâ ve
bu görüşe taraftar olanlar arasında İbnü’l-Arabî, diğer peygamberlerin kendi ümmetlerine âhiret
İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye de bulun- akîdesini telkin ettikleri ifade edildiği gibi (bk.
maktadır (bk. İbn Kayyim, s. 280-315). Yûsuf 12/101; Meryem 19/33; Tâhâ 20/55; eş-Şu-
İslâm inancının temel konularından birini teşkil arâ 26/81-102; Nûh 71/17-18), Allah’a ve âhiret
eden âhiret mevzuu çeşitli İslâmî eserlerde ele alı- gününe inanan yahudi, Nasârâ ve Sâbiîler’in kur-
narak işlenmiştir. Konularına göre düzenlenmiş tuluşa erecekleri beyan edilmekte (bk. el-Bakara
muhtelif hadis kitapları, kıyamet alâmetleri ve 2/62; el-Mâide 5/69) ve “kendisinden önceki ilâhî
âhiret hallerine çeşitli bölümler ayırmışlar (fiten kitapları doğrulayıcı” olarak gönderilen Kur’an’ı
ve melâhim, sıfâtü’l-kıyâme, sıfâtü’l-cenne, sıfatü âhirete inananların kabul edeceği haber verilmek-
cehennem gibi) ve konu ile ilgili birçok hadisi bu tedir (bk. el-En‘âm 6/92).
bölümlerde toplamışlardır. Kelâm ilmi, genellikle Kur’ân-ı Kerîm’den önceki semavî kitapların gerek
İslâm inancına veya Ehl-i sünnet akîdesine karşı otantik gerekse apokrif kabul edilen nüshalarında

62
Vadi-i Hamuşan
âhiret inancına yer verilmekle beraber, konu hiç-
bir zaman Kur’an’daki kadar açık ve müessir bir
şekilde ifade edilmiş değildir.(…)
temezse Allah da ona kavuşmayı istemez” buyur-
muş, yanında bulunanlar, “Hiçbirimiz ölümü hoş
karşılamayız” deyince sözlerine şöyle devam et-
A
Kur’ân-ı Kerîm’de yüzden fazla terim ve deyim kul- miştir: “Durum sandığınız gibi değil. Gerçek şu ki,
lanılarak âhiret akîdesi işlenmekte (bk. Gazzâlî, mümin olan bir kimsenin son nefesleri yaklaşınca
IV, 516-517; Zebîdî, X, 462-465), konuyla ilgili Allah’ın hoşnutluğu ve lutuflarıyla müjdelenir;
âyetler hem Mekkî hem de Medenî sûrelerde sık artık ona göre Allah’a kavuşmaktan daha sevimli
sık tekrarlanmaktadır. Bu tekrarın, konunun bir şey bulunamaz” (Buhârî, “Rikak”, 41; Müslim,
önemini vurgulamak, sorumluluk duygusunu pe- “Zikr”, 14, 16-18).(…)
kiştirmek, dünya ile âhiret arasındaki psikolojik Kur’ân-ı Kerîm’de âhireti inkâr etmenin gayri
mesafeyi kısaltarak müminin ruhunu yüceltmek tabiiliğine şöyle işaret edilmektedir: “İyi bilin ki
ve hayatını ebedîleştirmek gibi hedeflere yönelik Allah’ın lâneti, kişileri Allah yolundan döndüren,
olduğunu söylemek mümkündür. Birçok sûrede onu eğriltmek isteyen ve âhireti inkâr eden zalim-
kâinatın, özellikle insanın yaratılışından, evrenin lerin tepesinedir” (Hûd 11/18-19).(…)
idare edilişinden ve hayatın akışından bahseden Her şeye rağmen âhiret vâkıasının doğrudan id-
âyetlerle âhiret hayatını tasvir eden âyetler yan raki -bir inanç konusu olduğu, duyuların ötesinde
yana yer almıştır (bk. Mülk, İnsân, Mürselât, bulunduğu ve her yaşayana göre şu anda mevcut
Nebe’, Nâziât, Târık, A‘lâ sûreleri). olmayıp gelecekte gerçekleşeceği için- mümkün
Kur’an’ın tasvirine göre dünya hayatı bir “oyun değildir. Konuyla ilgili olarak sıralanan bütün de-
ve eğlence”, bir “süs ve öğünüş”tür; “mal, evlât liller akla ışık tutmaktadır; kabul veya red kara-
ve nüfuz yarışı”dır. Netice itibariyle o geçici bir rı akıl ile kalbin iş birliğine bağlıdır. Ufku dar, iç
faydalanış ve aldanış vesilesidir. Asıl hayat âhiret dünyası fakir olanlar sathî bir düşünüşle, “Çürü-
hayatıdır, huzur ve sükûn sadece ölümsüz âlem- müş, zerresi kalmamış kemikleri kim diriltebilir?”
dedir (bk. el-Ankebût 29/64; el-Mü’min 40/39; tarzındaki bir şüpheye kapılabilir. Böyle bir te-
el-Hadîd 57/20). reddüdün, “Nereden geldim, nereye gidiyorum?”
Her ne kadar ölüm geride kalanlar için acı ve has- şeklinde ifade edilen başlangıç ve sonuç (mebde
ret dolu bir olay ise de imanlı gönüller için fânilik- ve meâd) probleminin sonuç kısmıyla ilgili olduğu
ten ebedîliğe geçişi sağlayan bir vasıtadır. Nitekim şüphesizdir. Kur’ân-ı Kerîm, “Onları ilkin yaratan,
birçok âyette ölüm ve âhiret hayatı “buluşmak, tekrar diriltir” (Yâsîn 36/79) demek suretiyle (…)
sevdiğine kavuşmak” anlamındaki likaa (likaullah, söz konusu itiraza cevap verir. Başlangıca inanan
likaü’l-âhire) kelimesiyle ifade edilmiştir (bk. M. sonucu da kabul etmek zorundadır.(…)
F. Abdülbâkı, Mu‘cem, “likā” md.). Aynı noktaya İslâm akaidinin üç ana esasından (Allah, peygam-
temas eden bir başka âyette de Allah’ın dostları ber, âhiret) birini teşkil eden âhiret inancı her
olduklarını ileri süren yahudilere şöyle hitap edil- şeyden önce insanda sorumluluk duygusu mey-
miştir: “Eğer samimi iseniz ölmeyi temenni edin” dana getirmekte ve bu yönüyle hem hukukî hem
(el-Cum‘a 62/6). Gerçi insan, yaratılış itibariyle de ahlâkî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında
yaşama sevincine sahiptir ve ondaki bu duygu ha- insanın zorluklarla, haksızlıklarla mücadele etti-
yat mücadelesinin en önemli güç kaynağını teşkil ği halde bunları ortadan kaldıramadığı, neticede
etmektedir. Bu sebeple ölüm tabii olarak ürkü- elem çektiği bir gerçektir. Mutlak adaletin tecelli
tücü bir şeydir. Ancak asıl hayatın ikinci âlemde edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün
başlayacağına inananlar, ölümün ebedî yokluk ol- engellerin ortadan kalkacağı ebediyet âleminin
madığını kabul ederler. Henüz hayattayken âdeta varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli
bu yeni hayatın özlemini duyarlar. kaynağı ve yaşama sevincidir. Cenâb-ı Hak, insan-
Kütüb-i Sitte’de yer alan bir hadise göre Hz. Pey- ların atası olan Âdem’i “kendi eliyle” yarattığını,
gamber, “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse Allah ona ruhundan üflediğini ve onu meleklerin sec-
da ona kavuşmayı ister; kim Allah’a kavuşmayı is- desine vesile kılıp yeryüzünde kendi halifesi tayin

63
Vadi-i Hamuşan
ettiğini beyan etmektedir (bk. el-Bakara 2/30; etmeyen kimselere önem verme! Onların ilim adı-
Sâ‘d 38/71-75); bu mânada Allah’tan gelen insa- na varabildikleri son nokta işte bundan ibarettir”
nın fenâ bulmayıp yine ona dönmesi kaçınılmaz (en-Necm 53/28-30).
bir sonuçtur. Yaratılış hikmetini unutmayan ve Birçok âyette Allah’a imanla âhirete iman beraber
insanlık şuurunu yitirmeyen kişinin ruhu bundan
zikredildiği gibi âhireti inkâr edenlerin Allah’ı da
başka hiçbir şeyle tatmin bulamaz.
inkâr durumuna düştükleri ifade edilir (bk. en-
Kur’ân-ı Kerîm, diğer ilâhî kitaplarla mukayese Nisâ 4/38; er-Ra’d 13/5). Çünkü sorguya çekile-
edilemeyecek kuvvette âhiret akîdesini telkin et- ceği ve dünyada yaptıklarının karşılığını göreceği
mektedir. Bununla birlikte İslâmiyet dünyadan el ikinci bir hayata inanmayan kimsenin Tanrı’nın
etek çekmeyi hiçbir zaman tasvip etmez. Dünya varlığını kabul edişi, çoğu zaman kozmogoni an-
başlangıç, âhiret sonuç olduğuna göre ikisi ara-
layışının gerektirdiği felsefî bir kanaatten öte-
sında denge kurmak gereklidir. İnsan âhirete ha-
ye geçemez. Felsefî kanaatler kalbin değil fikrin
zırlanırken dünya nimetlerinden nasip almayı da
ürünleridir ve kişinin davranışlarına yön verme
unutmamalıdır (bk. el-Kasas 28/77). Önemli olan,
gücünden genellikle yoksundur. Emir altına gir-
dünyanın cazibesine kapılıp âhiret saadetini ih-
mek, davranışlarını insan üstü âlemden gelen
mal etmemektir. Çünkü, “dünya âhirete nisbetle
prensiplere göre düzenlemek ve ileriki bir hayat
geçici ve değersiz bir metâdan ibarettir” (er-Ra‘d
programı çerçevesinde sorumluluk almak iste-
13/26). “Âhiret yurduna gelince, asıl hayat, huzur
ve sükûn oradadır” (el-Ankebût 29/64; el-Mü’min meyen insanlar, âhiret realitesini inkâr ederler.
40/39). Hz. Peygamber’in, “Allahım! Asıl hayat Hatta buna engel olacak vicdanlarının sesini bile
âhiret hayatıdır, asıl saadet ebediyet saadetidir!” kısmaya çalışırlar.
(Buhârî, “Cihâd”, 33; “Salât”, 48) tarzında başla- Kur’ân-ı Kerîm âhireti inkâr eden bazı tipleri de
yan duası bu gerçeğin bir ifadesidir. kibirli ve katı yürekli olarak tasvir eder. Maddî
Âhiretin gerçekliği konusu, insanın psikolojik hazlara düşkün ve bayağı arzularını tatmin için
muhtevasında ve dış dünyada bulunan bunca deli- kalbini karartan, kibirli, mütecaviz, merhametsiz,
le rağmen yine de inkâr edilebilmektedir. Kur’ân-ı yetimi itip kakan, fakire bizzat yardımcı olmadığı
Kerîm, inkâr sebeplerinin başında dünya sevgisi- gibi başkaları nezdinde de bu konu için gayret gös-
ni zikreder. Ölümsüz âlemin nimetlerine nisbet- termeyen kimse, “din günü”nü yani âhireti inkâr
le son derece değersiz olan dünya nimetlerinin eder (bk. en-Nahl 16/22; el-Müddessir 74/43-47;
hemen ele geçirilebilir olması onları cazip hale el-Mütaffifîn 83/10-14; el-Mâûn 107/1-3).
getirmiştir. Bu cazibeye kapılan gönüller fâni ha- Kısa bir dünya hayatından sonra ölümle her şeyin
yatı ebedî hayata tercih eder. Genellikle servet ve son bulduğunu iddia etmek, insan ruhunu sonu be-
mevki sahibi insanların oluşturduğu bu tipler dünya
lirsiz bunalımlara sürükler. Düşünen kafa ve duyan
hayatının çekici görünümüne aldanır, servetlerine,
gönüllerin bunu kabullenmesi kolay değildir.(1)
toplumdaki siyasî ve sosyal mevkilerine güvenerek
mağrur olurlar. Hatta bu anlayış giderek onlar- (1) DİA; [ÂHİRET - Bekir Topaloğlu] c. 01; s. 543-548
da bir inanç haline dönüşür (bk. el-Mü’minûn
23/33-38; en-Neml 27/1-5; el-Câsiye 45/34-35). Ahiret Hesabı
Halbuki onların bu davranışı selim yaratılışlarına
Zalimlerin azabı, dünyada başlarına gelen felaketle
ters düşmektedir. Âhirete inanmayanların tatmin
bitmez. Asıl azap ahirettedir. Herkes bu dünyadan
edici hiçbir delilinin bulunmadığını, bu konudaki
sonra yaptığının hesabını verecek, yaptıklarının
iddialarının bir kuruntudan ibaret olduğunu şu
sonucuyla karşılaşacaktır. Ancak ahretteki hesap
âyetler veciz bir şekilde ifade etmektedir: “On-
verme, bu dünyadaki gibi gerçeği ortaya çıkarmak
ların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Sadece zan
için bir sorgulama değildir. Kulları hesaba çekecek
ve kuruntuya dayanırlar. Halbuki zan, gerçek
olan da melekler değil, bizzat Allah’ın kendisidir.(1)
karşısında hiçbir şey sağlamaz. Bizi anmaktan
yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını arzu (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.6, s.532

64
Vadi-i Hamuşan
Ahiret Mizanı
Ahiretteki insanların sevap ve günahlarını tarta-
15-20. âyetlerde, imanın iyilik ve ahlâkla, inkârın
da kötülük ve ahlâksızlıkla olan ilişkisi konu edi-
lir. Gerçek müminin aile ve sosyal çevresiyle olan
A
cak olan ahiret mizanı, terazisi dünyada sarrafla-
rın altın tartan terazilerinden daha çok hassastır. iyi münasebetleri üzerinde durulur. Allah’a ve âhi-
Öyle ince tartar ki, zerre kadarını bile zayi etmez. ret gününe inanan insanın Allah’ın emrine uyarak
Çünkü kendisinde zerre kadar bir şaşırma meyda- O’nun rızasını iyi davranışlarda araması ve iyiliğin
na gelmez.(1) her şeyden önce en yakınlara, özellikle ana ve ba-
baya yapılması gerektiğine işaret edilir. Kendisini
(1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s.267
büyütmek ve yetiştirmek için birçok sıkıntılara
katlanan ana babasına karşı saygılı davranmayan,
Ahiret Terazisi onların öğütlerini dinlemeyenlerin âhirette azap
Kıyamet, yok olmak değil, ölmüş cesetlerin dirilip görecekleri ihtar edilir.
kalkma zamanıdır. İnsanlar kabirlerinden kaldırı- 21-29. âyetlerde, Mekkeli müşriklerin Hz. Pey-
lıp Yüce Divân’a sevk edilirler. Dünyada yaptık- gamber’e ve müminlere karşı takındıkları olum-
ları işler, Yüce Mahkeme’nin terazisinde tartılır. suz tavırdan vazgeçip öğüt almaları için kendile-
Tartıları ağır gelen, yani işlerinde bir değer bulu- rine Âd kavminin uğradığı âkıbet hatırlatılır. Hz.
nan, iyilikleri kötülüklerinden çok olan kimseler, Hûd’un Âd kavmini, putları bırakıp yalnız Allah’a
cennette hoş bir yaşam içerisinde olurlar. Tartı- kulluk etmeleri, aksi halde büyük bir felâkete uğ-
ları hafif, yani dünyada değersiz, adi işler yapmış rayacaklarını haber vererek uyardığı, buna rağmen
olan, kötülükleri ağır basan insanların annesi de onların küfür ve inkârda ısrar ettikleri, Allah’ın da
Hâviye’dir. Onların yeri cehennemdir.(1) onları, inkâr ve taşkınlıklarının cezası olarak, her
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.1, s.209 şeyi yıkıp yok eden korkunç bir kum fırtınası ile
helâk ettiği anlatılır ve aynı âkıbete uğrayan diğer
toplumların halinden ibret alınması öğütlenir.
Ahkaf Sûresi
Son âyetlerde ise cinlerin de insanlar gibi Hz.
Kur’ân-ı Kerîm’in kırk altıncı sûresi.(…) Peygamber’in tebliğine uymakla mükellef olduk-
Konusu bakımından kendisinden önceki Câsiye ları ve bu konuda uyarıldıkları belirtilerek Allah’ın
sûresinin devamı mahiyetinde olan Ahkaf sûre- davetine uymayanların apaçık bir sapıklık içinde
sindeki âyetleri muhteva yönünden beş grupta bulunduklarına ve âhirette cezalandırılacaklarına
mütalaa etmek mümkündür. işaret edilir.
1-6. âyetlerde, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafın- Ahkaf sûresinde, Hz. Peygamber’e kavminden
dan indirilmiş bir kitap olduğuna işaret edildikten gördüğü eza ve cefaya, diğer büyük peygamberler
sonra Allah’ın göğü, yeri ve diğer varlıkları belli (ülü’l-azm) gibi katlanması tavsiye edilir.
bir süre içinde ve bir gayeye bağlı olarak yarattığı,
Sûre, küfrün sonunun yakın olduğunu, inananla-
bu gerçek apaçık ortadayken Allah’tan başka tan-
rın mutlaka başarıya ulaşacaklarını haber veren
rılar edinmenin mânasızlığı, haklarında akla veya
âyetlerle sona erer.(…)(1)
nakle dayalı hiçbir delil bulunmayan, sürekli ya-
karılsa da kıyamete kadar hiçbir karşılık vereme- (1) DİA; [AHKAF SÛRESİ - Emin Işık] c. 01; s. 550
yecek olan putlara tapmanın saçmalığı çarpıcı bir
şekilde ortaya konur; bunun ne kötü bir sapıklık Ahlat Akıtları
olduğuna dikkat çekilir. Toprak seviyesinde hafif tümseklerle dikkati çe-
7-14. âyetlerde, vahyin gerçekliği ve buna bağlı ken, Ahlatlılar’ın eskiden beri akıt adını verdikleri
olarak Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğu, bu mezar yapıları, Ahlat’ta uzun süre araştırma
Kur’an’ın şüphe götürmez üstünlüğü, iman dava- ve kazılar yapan Halûk Karamağaralı tarafından
sının haklılığı, müşriklerin bile bile gerçeği kabule “tümülüs tarzında eski Türk mezarları” şeklinde
yanaşmadıkları anlatılır. tanımlanmaktadır.

65
Vadi-i Hamuşan
Kesme taştan yapılmış olan akıtlar, süslemeli tipin temsilcisidir. Gevaş’ta bulunan Halime
mazgal pencerelere ve tonoz örtülere sahip küm- Hatun Kümbeti ile yakın benzerlik gösteren bu
bet cenazelikleri şeklindedir. Eski ve üst kısımları yapı, Karakoyunlu devrine aittir ve kitâbesinden
yıkılmış kümbetlere ait olabilecekleri de düşünül- Emîr Ali’nin 799’da (1396-97) ölen kızı Erzen
mektedir.(1) Hatun için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Gövdede
(1) DİA; [AHLAT - Ara Altun] c. 02; s. 23 her yüzey ince nişlerle ve yoğun bir taş işçiliğiyle
hareketlendirilmiş, kubbenin üstüne de piramit
çatı örtülmüştür. İki Kubbe mahallesindeki Ke-
Ahlat Kümbetleri
şiş Kümbeti bu yapının daha basit bir tekrarıdır.
Kümbetlerin en eskisi 619 (1222-23) tarihli Şeyh Yine İki Kümbet mahallesindeki Emîr Ali Türbesi
Necmeddin Türbesi olup kare duvarlar üzerinde de kitâbesi olmamakla birlikte XIV. yüzyıla tarih-
içten kubbe, dıştan piramit külâhla örtülü ve alt lenen ilgi çekici bir yapıdır. Kare planlı kümbetin
kısmında cenazeliği (crypta) bulunan kesme taş- üstü içten kubbe, dıştan sekizgen kasnaklı piramit
tan basit bir yapıdır. Bundan sonra yapılan küm- külâhla örtülüdür. Ancak, güney duvarı yerinde
betler, silindir biçimi gövdeleri, konik külâhları bütün genişliğince bir kemer vardır. Bu kemer, iç
ve köşeleri dıştan yumuşatılmış yüksek cenazelik
mekânı alçak bir duvarla çevrili açık avluya bağla-
bölümleriyle dikkati çekerler. Göl kıyısına doğru
maktadır; yapının girişi de buradandır. İki Kubbe
yapılmış olan Ulu Kümbet (Usta-Şâgird Kümbeti),
mahallesindeki mezar anıtlarından Şîrin Hatun
XIII. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir.
Kümbeti ve Mirza Bey Kümbeti adlarıyla tanınan
Bu eser, içten ve dıştan silindir biçimi gövdesi, ko-
kitâbesiz ve yarım kalmış iki yapı da kuvvetli bir
nik külâhı, cenazeliği ve gövdesindeki taş işçiliği
ihtimalle XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyıl başları-
ile tek başına Ahlat kümbetlerini sembolize edebi-
na aittir. XV. yüzyıla ait olan Bayındır Kümbeti
lecek niteliktedir. Geçen yüzyılın sonunda yıkılıp
ise Anadolu’da benzeri bulunmayan bir yapıya
ortadan kalkmış olan yakınındaki 672 (1273-74)
sahiptir. Bayındır Mescidi’nin güneyinde yer alan
tarihli Şâdî Aka Kümbeti’nin bu eserin tam bir
kümbet, 886 (1481) yılında ölen Melik Bayındır
benzeri olduğu bilinmektedir. Karşısındaki tepe-
Bey b. Rüstem için Mimar Baba Can tarafından
nin üstünde aynı formu daha basit süslemelerle
yapılmıştır. Kitâbesinde hükümdarın unvanları
tekrarlayan Hasan Padişah Kümbeti 673 (1274-
sıralanmakta ve hayatı anlatılmaktadır. Cenazelik
75) tarihlidir ve son yıllarda yeniden yapılırcasına
bölümü üzerindeki silindir gövde, kubbe ve konik
restore edilmiştir; yanında da yarım bir kümbetin
külâhla örtülüdür. Yapının ilgi çekiciliği, güney
cenazelik kısmı durmaktadır. İki Kubbe mahalle-
tarafının bodur silindir pâyeler ve kemerlerle bir
sinde yan yana ayakta kalmış olan kümbetlerden
galeri biçiminde açık olarak ele alınmasından ileri
birincisi, kitâbelerinden 678 (1279-80) yılında
gelmektedir.
kısa aralıklarla ölmüş oldukları anlaşılan Hüseyin
Timur ile Esentekin Hatun’a ait mezar anıtıdır. XIII. Yüzyılda silindir biçimi, XIV. yüzyılda da çok
Kare planlı cenazeliği ve onaltıgen geçişten son- yüzlü gövdeleriyle ortaya çıkan kümbetlerde esas
ra silindir gövdesi bulunan kümbetin çatısı kub- olan, altta cenazelik üstte de içten kubbe, dıştan
be üstüne konik külâhla örtülüdür. Bitişiğindeki külâhla örtülü gövde kısımlarının bulunmasıdır.
Bugatay Aka Kümbeti de yine kitâbelerinden 680 Gövdenin içi, daima kıble yönü belirtilmiş bir zi-
(1281) yılında öldükleri anlaşılan Emîr Bugatay yaret mescidi şeklinde düşünülmüştür. Ancak ge-
Aka b. İnal Aka ile Şîrin Hatun bint Abdullah’ın nellikle dört yönde süslemeli açıklıkları bulunan
mezar anıtıdır. Beşik tonozlu kare cenazelikten bu gövdelerin kuzeydeki açıklıkları kapı olmakla
onikigene ve silindir gövdeye geçilip üstü kubbe ve birlikte yerden çok yüksekte kalmaktadır. Nasıl çı-
konik külâhla örtülmüştür. Tahtısüleyman mahal- kıldığı bilinmeyen bu kapılara çözüm olarak resto-
lesindeki kitâbesiz yarım kümbet de aynı silindir rasyonlar sırasında iki yandan çıkılan merdivenler
gövdeye sahip olan XIII. yüzyıl yapılarındandır. yapılmıştır.
Merkez mahallesinde XIV. yüzyıla ait Erzen Ha- Cenazelik bölümlerinde ilgi çekici tonoz örtüler
tun Kümbeti, onikigen gövdesiyle değişik bir bulunmakta ve kapıları genellikle doğuya açıl-

66
Vadi-i Hamuşan
maktadır. Aynı restorasyonlarda buralara inen
basamaklar da yeniden yapılmıştır.
Ahmed Baba Türbesi-Kırklareli
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285
A
Hepsinin mazgal pencere biçiminde havalandır-
ma ve aydınlatma açıklıkları vardır ve süsleme-
Ahmed Baba Türbesi-istanbul
lidir. Tamamen volkanik kesme taştan yapılan
kümbetlerin çoğunda kitâbeler beyaz taşa yazıl- (1) Adresler. a.g.e.
mış, bazılarında da külâh altından yine beyaz taş
kitâbe veya süsleme şeridi geçirilmiştir.
Ahmed Bedevi Türbesi-Mısır
XIII. yüzyıl kümbetlerinin silindirik gövdeli olan-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 125,
larında dahi yüzey sathı nişlere bölünmüş ve ka-
(2) DİA, Cilt. 37, s. 43
val silmelerle hareketlendirilmiştir.(1)
(1) DİA; [AHLAT - Ara Altun] c. 02; s. 23
Ahmed Bican Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 409
Ahlat Mezar Âbideleri
XII-XV. yüzyıllar arasına tarihlenen âbidevî mezar
Ahmed Bican Türbesi-Gelibolu
yapıları ve taşları. Ahlat’a, Ortaçağ Türk mimarisi
mezar tiplerinin topluca incelenebileceği, benze- (1) DİA, Cilt. 2 s. 49
ri bulunmayan bir açık hava müzesi görünümü
kazandıran ilgi çekici mezar âbideleri, özellikle Ahmed Bîcan Türbesi
Meydan Mezarlığı çevresinde ve Ahlat’ın eski ma- Gelibolu’da XV. yüzyıla ait türbe.
hallerinde yer almaktadır. Bu eserleri kümbetler,
Muhammediyye müellifi Yazıcıoğlu Mehmed’in
akıtlar ve mezar taşları şeklinde sınıflara ayırmak
küçük kardeşi Ahmed Bîcan için yaptırılmış oldu-
mümkündür.(1)
ğu söylenmekte, ancak üzerinde hiçbir kitâbe bu-
(1) DİA; [AHLAT - Ara Altun] c. 02; s. 23 lunmamaktadır. Âmil Çelebioğlu, Envârü’l-âşıkın
yazarı Ahmed Bîcan’ın kabrinin ağabeyi Yazıcıoğ-
Ahlat Mezar Taşları lu Mehmed Efendi’nin mescid ve türbesi yanında-
ki hazîrede bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca
Ahlat mezar âbideleri içinde önemli bir yer işgal
Evliya Çelebi, Sofya’ya gittiğinde kendisine orada
eden ünlü mezar taşları, Selçuklu ve Beylikler dö-
Ahmed Bîcan’a ait bir kabir gösterildiğini kayde-
nemi mezarlarına ait olan XII-XV. yüzyıl taşları-
derse de bu gerçekle uyuşmamaktadır (Osmanlı
dır. Bunların dışında, XVI-XVII. yüzyıllara ait bazı
Müellifleri, I, 17, dipnot 1).
Osmanlı mezar taşları da bulunmakta, fakat bun-
lar birkaçı hariç Selçuklu mezar taşlarının kötü bi- Taş ve tuğladan muntazam bir işçilikle inşa edilen
rer taklidi olmaktan öte değer taşımamaktadırlar. türbe kare planlı olup üstü sekizgen sağır kasnak-
Ahlat mezar taşları yapıları itibariyle, lı bir kubbe ile örtülüdür. Giriş kısmında iki ağır
a) şâhideli (baş ve ayak taşlı) mezarlar, pâyeye dayanan kemerlere oturan bir ön mekân
vardır. Türbenin içinde iki lahit bulunmaktadır.
b) şâhidesiz sandukalar,
Bunlardan Ahmed Bîcan’a ait olduğu kabul edi-
c) çatma lahitler olmak üzere üç gruba ayrılmakta- lenin dış yüzü zengin surette geometrik ve rûmî
dır. Bunlardan sayıları bin civarında olan şâhideli kabartmalarla bezenmiştir. Diğeri ise bir kadına
mezarlar, özellikle alışılmış ölçülerden çok büyük, aittir. İrdesel ve Alemdaroğlu’nun hiçbir tarihî
3.50 m. yüksekliğe varan ve her cephesinde süsle- esasa dayanmaksızın Hallâc-ı Mansûr Türbesi
me bulunan dikdörtgen prizma şeklindeki şâhide- olarak adlandırdıkları bu eser son yıllarda tamir
leriyle Ahlat mezar taşlarını karakterize ve temsil edilerek yenilenmiştir.(1)
etmektedirler.(1)
(1) DİA; Ahmed Bîcan Türbesi- Semavi Eyice C. 2, S.
(1) DİA; [AHLAT - Ara Altun] c. 02; s. 23 52

67
Vadi-i Hamuşan
Ahmed Gazi Medresesi Ve Türbesi birer arslan kabartması görülür. Bu arslanlar ön
Milas Peçin’de Menteşeoğulları dönemine ait pençelerinde birer sancak tutarlar. Sancaklardan
medrese ve türbe. bir tanesinde Ahmed Gazi adı okunmaktadır.
Bugün Milas’a 4 km. mesafede, vaktiyle Menteşe Türbenin içinde iki kabir vardır. Bunlardan biri,
Beyliği’nin merkezi olan Peçin’de (Perçin, Berçin, Memlük neshi olarak adlandırılan hatla yazılmış
Barçın) bulunan medrese, kapısı üstündeki inşa ve gerek baş, gerek ayak taşlarının her iki yüzünde
kitâbesine göre 777 (1375-76) yılında Menteşe- devam edecek biçimde düzenlenmiştir. Bundan,
oğulları’ndan Ahmed Gazi tarafından yaptırılmış- Ahmed Gazi’nin 793 Şâbanında (Temmuz 1391)
tır. Ahmed Gazi Peçin’i beyliğin merkezi yapmış vefat ettiği anlaşılmaktadır. Kitâbeyi yazan ise
ve imarına büyük önem vermiştir. Evliya Çelebi Hacı Hatib lakabıyla tanınan Mustafa b. Îsâ’dır.
1671’e doğru burayı ziyaret ettiğinde, Ahmed Ağa İkinci kabrin eski bir tarihte tamir görmüş oldu-
Medresesi adıyla tanınan medrese Menteşeoğlu ğu ve bu arada değişik taşların kullanıldığı, hatta
Orhan Bey Camii’nin karşısında bulunuyordu. ayak taşının esasında bu mezara ait olmadığı ileri
“Eni ve boyu yüzer ayak olan, toprak damı on altı sürülmektedir. Çünkü bir taşta 6 Rebîülevvel 823
çam direk tarafından desteklenen” Orhan Bey Ca- (21 Mart 1420), diğerinde 10 Zilhicce tarihi var-
mii’nden bugüne pek az bir iz kalmış, medrese ise dır. Bu ikincide ise yıl eksiktir. Lahdin yapımın-
harap bir halde günümüze gelebilmiştir. da kullanılan kırık parçalardan birinde de İlyas
Muntazam kesme taştan yapılan medresenin kızı Fatma adı okunmuştur. Her halde bu kabir
cümle kapısı kademeli profilli iki sivri kemer için- de Menteşeoğulları ailesinden birine ait olmakla
de yer alır. Giriş eyvanından dikdörtgen biçimli ve beraber kimin olduğu bilinmemektedir. Türbenin
evvelce ortasında bir şadırvanın olduğuna ihtimal dip duvarında dışarı açılan bir kapı vardır. Beçin
verilen bir iç avluya ulaşılır. Eyvanın tam karşı- Dedesi adıyla çevrede bir ziyaretgâh olarak tanı-
sında ise dershane odasının bulunması gereken
nan kabir, halk nazarında bir evliya türbesi duru-
yerde yine geniş bir kemerle avluya açılan kubbeli
muna girmiştir. Medresenin dışında yeni, arslan
türbe bulunmaktadır. Avlunun etrafında üzerleri
kabartmaları ile süslü bir de çeşme vardır.(1)
beşik tonozlarla örtülü on hücre vardır. Bu hücre-
lerin önlerinde bir revak yoktur. Giriş cephesinin (1) DİA; Ahmed Gazi Medresesi Ve Türbesi- Semavi
iç tarafında iki yanda medresenin damına çıkışı Eyice c. 2, s. 69
sağlayan birer merdiven vardır. Bu merdivenler
ayrıca, türbeye bitişik bir çift odanın üstünde yer Ahmed Bin Ebu Bekr Ayderusi Türbesi-Yemen
alan iki odanın da aşağı ile bağlantısını sağlamak-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 155
tadır. K. Erdmann tarafından ortaya atılan, türbe
bölümünün diğer kısımlardan daha önce yapılmış
olabileceği yolundaki görüş ise inandırıcı değildir. Ahmed Bin Ebu Bekr Türbesi-Yemen
Ahmed Gazi Medresesi’nde fazla bir süsleme ol- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 155
mamakla beraber, yapı gerek mimari düzenleme-
si, gerekse âdeta gotik üslûbu andıran cümle kapı-
Ahmed Buhari Türbesi-İstanbul
sı kemerleri ile Selçuklu geleneklerinden farklı bir
mimari anlayışın belirtilerini taşımaktadır. (1) Envanter. a.g.e. No: 6

Menteşeoğlu İbrâhim Bey’in üç oğlundan biri


olan Ahmed Gazi, Sultânü’s-sevâhil unvanıyla ta- Ahmed Cahidi Efendi Türbesi-Gelibolu
nınmaktadır. Medresenin kubbeli büyük eyvanı (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 140
bir türbe haline getirilmiş olup Ahmed Gazi’nin
mezarı burada bulunmaktadır. Türbenin dışında,
Ahmed Cevdet Paşa Türbesi-İstanbul
duvarda Batı’daki asâlet armalarını andırır biçim-
de mermere işlenmiş arka ayakları üstünde duran (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 20

68
Vadi-i Hamuşan
Ahmed Cüzeyri (Cezeri) Türbesi-Cizre
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 144
Ahmed Kuşeyri Türbesi-Antakya
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 254
A
Ahmed Dede Türbesi-Düzce Ahmed Kuşeyri Türbesi-Antakya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13, (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13
(2) Düzce Valiliği, “Düzce İnanç Türizmi.” (Broşür).
s. 2
Ahmed Mesih Paşa Türbesi-İstanbul
Ahmed Dede Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 410

Ahmed Muhtar Efendi Türbesi-Sandıklı


Ahmed Dede Türbesi-Manisa
(1) Karakuş, Ali Osman. a.g.e. s. 180
(1) Manisa Valiliği, “Coğrafi Ekonomik Sosyal Kül-
türel Ve Tarihsel Yönünden Manisa’95”, Manisa
Valiliği Yay. s. 278 Ahmed Paşa Türbesi-Bursa
(1) DİA, Cilt. 2 s. 111,
Ahmed Duran Türbesi-Sivas (2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 91,
(3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 310

Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul


Ahmed Efendi Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 2 s. 116
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 410

Ahmed Paşa Türbesi-Sudan


Ahmed El-Bedevi Türbesi-Mısır
(1) DİA, Cilt. 37, s. 462
(1) DİA, Cilt. 2 s. 48

Ahmed Paşa Türbesi-Trablusgarp


Ahmed Fakih Türbesi-Konya (1) DİA, Cilt. 41, s. 420
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13
Ahmed Paşa Türbesi-Van
Ahmed Gazzi Türbesi-Bursa (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183
Ahmed Raufi Üsküdarî Hz. Türbesi-İstanbul
Ahmed İzzet Paşa Türbesi-Edirne (1) Adresler. a.g.e.

(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13


Ahmed Rıfai Türbesi-Mısır
Ahmed Kehattü Mağribi Türbesi-Hindistan (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 302

(1) DİA, Cilt. 27, s. 322


Ahmed Sarban Türbesi-Hayrabolu

Ahmed Kuddusi Türbesi-Niğde (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 324

(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 241,


Ahmed Sayyad Türbesi-Yemen
(2) Saltık, Ahmet. “Bor’un Tarihi Yapıları, (Yük. Lis.
Tz.) Niğde Ün. Sos. Bilm. Enst. Niğde (2007). s. 126 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 329

69
Vadi-i Hamuşan
Ahmed Semerkandi Türbesi-Uşak (2) Sirel, Şazi, “Ahmet Yesevi Türbesi Aydınlatması”,
Yapı, sy. 186, yıl 1997, ss.107-119.
(1) Uşak Valiliği. “Uşak, Kültürel Değerler Yapı En-
vanteri.” İzmir (2007). s. 209
Ahmed Z. Gümüşhanevi Türbesi-İstanbul
Ahmed Süreyya Emin Hazretleri Türbesi- (1) Özdemir, Mehmet Akif. “Allah Dostları”, İmza Yay.
İstanbul İst. 2007. s. 285
(1) Adresler. a.g.e.
Ahmed-i Günani Türbesi-İstanbul
Ahmed Şemseddin Marmaravi Türbesi- (1) Adresler. a.g.e.
Manisa
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 345 Ahmedi Sarban Türbesi-Tekirdağ
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14
Ahmed, Tevhid
Milli Ktp./Tasnif No: 1960 Sa 70 Ahmedi Zencani Türbesi-Bayburt
Akşehir`De Rumeli Fatihi Şehzade Süleyman Pa- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14
şa`Nın Kerimesi Mezarı, Türk Tarih Encümeni,
Sayı:44, s.65-92, 1947, İstanbul Ahmediye Türbesi-İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.

Ahmed Turan Türbesi-Malatya Ahmedü’l-Ensari (Hamdullah) Türbesi-


(1) Yakar, Özgür Yücel. “Sosyal, Kültürel Ve Ekono- İstanbul
mik Yönleri İle Malatya.” Malatya Valiliği (2014). (1) Envanter. a.g.e. No:119
s. 140

Ahmed-ül Ensari Türbesi-İstanbul


Ahmed Turani Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.,
(1) Adresler. a.g.e., (2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 116
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 263

Ahmet b. Harun Er-Reşit-


Ahmed Türbesi-Türkmenistan Basra-Zübeyir Kasabası
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 523 (1) Eroğlu, Cengiz-Murat Babuçoğlu. “Osmanlı Vila-
yet Salnamelerinde Basra.” Orsam (2012)., s. 176

Ahmed Usta (Dökümcübaşı Ahmed) Türbesi-


Ahmet Baba Türbesi-Kırklareli
İstanbul
(1) Akgünay, Tamer. “Kırklareli.” Kırklareli Valiliği s.
(1) Adresler. a.g.e.
72

Ahmed Vesim Paşa Türbesi-İstanbul Ahmet Bey Türbesi-İstanbul-Üsküdar


(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65 (1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 525

Ahmed Yesevi Türbesi-Türkistan Ahmet Bey Türbesi-Macaristan


(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 368, - (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 541

70
Vadi-i Hamuşan
Ahmet Daniş Efendi Türbesi-Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 602
taşları ve kümbetler günümüzde hala özelliklerini
korumaktadır. Bu taşlar, açık kahverengi, koyu
kahverengi (kestane) ve kül gibi çeşitli renklerde
A
Ahmet Dede Tekkesi ve Türbesi-Sırbistan
bulunmaktadır. Yöredeki binalarda yaygın olarak
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 693 koyu kahverengi taşlar kullanılmıştır (Şimşek ve
Erdal 2004).(2)
Ahmet Dede Türbesi-Kastamonu (1) Yılmaz, Orhan. “Tokat, Zile, Acısu Köyü Mezarlı-
ğında, Anşabacılı Sıraçları (Beydili Alevi Türkme-
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
ni)’na Ait Mezar Taşları.” S. 7.

Ahmet Fakıh Türbesi-İstanbul Ahrâr


(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 77 Gerçekleşen sonuç ne olursa olsun, bir hadisenin
arka planını bilerek neticesini önceden kestirme
Ahmet Mahir Efendi Türbesi-Kastamonu yeteneğine sahip olan hür insanlardır.(1)
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 (1) Şenel, Cahid. “İslâm Filozoflarının Haz ve Elem
Anlayışlarının karşılaştırılması “, (Yayınlanma-
mış YL Tezi), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilim-
Ahmet Turan Gazi Türbesi-Sivas ler Enstitüsü, İstanbul (2005). s.52
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 65
Ahret
Ahlak a. Ölüm ile başlayan hayat, ölümden sonra gidilen
yer, öbür dünya, kabir hayatı, arasat, mahşer.(1)
a. İnsanda iyi veya kötü huylar, tabiat, karakter,
yaratılış, mizaç.(3)(1) b. İnsanların öldükten sonra dirilip sonsuza değin
b. İyi huylar, insanı manen yükselten iyi tabiat- kalacakları ve Tanrı’ya bu dünyadaki eylemleri-
lar, faziletler, övgüye değer davranışlar.(3)(1) İyi nin hesabını verecekleri yer, öteki dünya.(2)
özellikler, güzel huylar, erdem, hüsnü hal.(2)(4) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
c. Bir toplumda kişilerin davranışlarını düzenle-
yen ve herkesin uyması gereken kurallar.(1)
Ahretlik
d. İnsanın doğuştan getirdiği huylarla sonradan
kazandığı manevi yapısını sergileyen bir takım a. Sevap kazanmak maksadıyla küçük yaştan iti-
davranış ve tavırlar; aktöre, edep.(2)(3)(4) baren yetiştirilmiş hizmetçi kız, besleme, evlat-
lık.(1)(2)
e. Allah’ın insanı yaratış fıtratına uygun davranış-
lar bütünü, tabiat.(2) b. Birbirine kardeş gözü ile bakacağına, ahrette
birbirlerinin lehine şahitlik edeceğine dair söz
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
vermiş iki kadından birine göre diğeri.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e. c. Bu dünyayı terke hazır kimse.(1)
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. d. Kendinden geçmiş kimse.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ahlat taşı (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Bitlis’in Ahlat ilçesinde, yöresel ismiyle Ahlat taşı


(ignimbrit), konut yapımından cami minaresine Ahseni Takvim
kadar çeşitli alanlarda duvar ve kaplama malze- a. En uygun ölçülerde; en uygun biçimde, yaratılı-
mesi olarak kullanılmıştır. Selçuklular döneminde şın en güzeli, en güzel yaratılış, en güzel biçim.
Ahlat taşından yapılmış yaklaşık 700 yıllık mezar (1)(2)

71
Vadi-i Hamuşan
b. İnsan.(1) dine’ye hücumu, savaş karşısında münafıklarla
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. korkakların durumu, savaştan kaçmak için baha-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ne uydurmaları, müminlerin bu savaşla imtihan
edilmeleri dile getirilmektedir.
Ahû-yi Türki Türbesi-Mısır
21-27. âyetlerde savaş karşısında müminlerin
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 163
tavrı anlatılmakta, münafıklarla korkakların aksi-
ne onların savaştan dolayı yılgınlık göstermedik-
Ahund leri, Hz. Peygamber’i örnek aldıkları, karşılarında-
a. Büyük efendi.(1) ki düşman birliklerini kendileri için bir imtihan
b. Şiilerin din adamı, hoca. İran’da din adamlarına saydıkları, bundan dolayı iman ve teslimiyetleri-
verilen unvan, üstat, hoca, öğretmen.(1)(2) nin arttığı, sonunda da Allah’ın vaad ettiği zafere
ulaştıkları belirtilmektedir. Bu savaşın en önemli
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. sonucu, Medine ve çevresindeki yahudi tehlikesi-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. nin ortadan kalkmış olmasıdır.
28-34. âyetlerde Hz. Peygamber’in örnek aile ha-
Ahya yatı ortaya konmaktadır. Hendek Gazvesi’nden
Diriler, canlılar. Yaşamakta olanlar.(1)(2)(3) sonra müslümanların iktisadî durumları düzelip
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. de Peygamber hanımlarının bu refahtan nasipleri-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ni almak istemeleri üzerine Ahzâb sûresinin 28-29.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. âyetleri nâzil oldu ve şayet refaha yönelik istekle-
rinde ısrar ederlerse Hz. Peygamber’in onları boşa-
yıp istedikleri şeyleri kendilerine vereceği belirtil-
Ahyar di. Fakat onlar peygamber hanımı olarak kalmayı
Hayırlı, iyi ve olgun kimseler, fazilet ve kemal sa- ve onun dilediği şekilde yaşamayı tercih ettiler.
hipleri. Erdemli olanlar.(1)(2)(3) 35-40. âyetlerde Hz. Peygamber’in aile hayatının
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. dindarlık ve iffet temeli üzerine kurulduğunu gös-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. teren, aynı zamanda müslümanlarda da bulun-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. ması istenen on özelliğe işaret edildikten sonra,
onun Zeyneb ile evlenmesi olayı ve bu evlilikten
elde edilen sonuçlar anlatılmaktadır. Buna göre
Ahzâb Sûresi âzatlı bir köle, Câhiliye devrindeki uygulamanın
Kur’ân-ı Kerîm’in otuz üçüncü sûresi.(…) aksine, soylu bir kadını nikâhlayabileceği gibi mü-
Gelenekçi ve dar çerçeveli aşiret düzeninden minler de evlâtlıklarının boşadığı kadınlarla evle-
iman, eğitim, ahlâk ve hukuk temelleri üzerine nebileceklerdir.
kurulu geniş çerçeveli ve ileri bir toplum düzenine 41-52. âyetlerde Allah’ı anmanın gereği belirtil-
geçişin cihanşümul ilkelerini getiren Ahzâb sûre- dikten sonra Hz. Peygamber’in yalnızca iman ve
si, dokuz ana konuyu ele almaktadır. ibadet konularında değil, insanoğlunun faaliyet
1-8. âyetler kâfir ve münafıkların dedikoduları- alanına giren bütün konularda özellikle aile ha-
na değil, Allah’tan gelen vahye uymayı emreder. yatında ve sosyal ilişkilerde örnek bir şahsiyete
Câhiliye dönemine ait olan zıhâr ve evlât edinme sahip olduğuna işaret edilmektedir.
âdetleriyle soy üstünlüğü ve asâlet unvanlarını 53-58. âyetlerde Hz. Peygamber ve onun hanım-
ortadan kaldırır. Tevhid inancına dayalı yeni dü- ları karşısında müminlerin riayet etmesi gereken
zende bütün müslümanların dost ve kardeş ol- belli başlı muaşeret kaideleri zikredilmektedir.
duklarını, birbirlerine eşit ve aynı haklara sahip 59-68. âyetlerde yalan haber yayan, iffetli kadın-
bulunduklarını anlatır. ları rahatsız eden ve toplumun huzurunu bozma-
9-20. âyetlerde müttefik kuvvetlerin (ahzâb) Me- ya çalışan ahlâksız, münafık, iftiracı ve bozgun-

72
Vadi-i Hamuşan
culara karşı müminlerin uyanık bulunmaları ve
tedbirli olmaları tavsiye edilmekte, sözü edilen bu
kişilerin feci âkıbetleri anlatılmaktadır.
Ak Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 241
A
69-73. âyetlerde önce müminlerin Hz. Mûsâ’yı
Ak Baba Türbesi-Makedonya
üzen yahudilerle münafıklara benzememeleri
emredilmektedir. Bu kısım sûre girişindeki âyet- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 613
lerin bir bakıma tekrarı ve tekidi mahiyetindedir.
Ancak orada sevgi ve din kardeşliği açısından ele Ak İmam Türbesi-Türkmenistan
alınan iman, burada o sevgi ve kardeşliğin canlı ve
(1) Günay, Ünver. a.g.e. s. 8-
müşahhas ifadesi olan itaat ve disiplin açısından
değerlendirilmekte ve görevlerin yerine getirilme-
si sonucuna bağlanmaktadır. İtaat âyetinden son- Ak İşan Türbesi-Türkmenistan
ra emanet âyetinin gelmesi, emre itaat etmenin (1) Günay, Ünver. a.g.e. s. 8-
emanete riayet anlamı taşıdığını gösterir.
Sûrenin en son âyeti de ilk âyetiyle ilgilidir. Çün- Ak Saray Ding Türbesi-Türkmenistan
kü ilk âyet kâfirlerle münafıklara uymamayı em-
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
retmekte, son âyet ise onların Allah tarafından
azaba uğratılacaklarını bildirmektedir. Sûre, mü-
minlerden günah işleyenlerin tövbelerinin kabul Akar, Azade
edilip bağışlanacaklarını müjdeleyerek sona er- T.T.K. Ktp.
mektedir.(1) Eski Türk Mezar Taşı Süslerine Dair, Sanat Dünyamız,
(1) DİA; [AHZÂB SÛRESİ - Emin Işık] c. 02; s. 196 Sayı 2, Yıl 1, S.12-21, T.T.K., Yapı Kredi Bankası Yay.,
Eylül, 1974

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Akbar
a. Arapların inancına göre Akbar, cinler ülkesidir.
(1) Kamus ve tefsirlerde, Arapların çölde, Akbar Akar, Azade
denen, cini bol bir yerin varlığına inandıkları Vakıflar Gn. Md. Ktp.
belirtilmektedir.(2) Tezyini Sanatlarımızda Vazo Motifleri, Vakıflar Dergisi,
Sayı:Vııı., S. 267-271, 1969, Ankara
b. Araplar güzel olan şeyleri oraya nispet ederler,
“Akbar Malı” derlerdi. Yani bunu bir insan ya- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
pamaz, bu cin ülkesi olan Akbar malıdır, çok
güzeldir.(1) Akar, Azade
c. Rengârenk nakışlı halı, sergi veya döşek için Ak- T.T.K. Ktp./Tasnif No: Aıı 7294- 6, A
bari kelimesi kullanılır olmuştur.(2) Yüzyıllar Boyunca Mezar Yazıtlarında Süslemeler,
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., Cilt-9, s. 375, Atatürk Konferansları, 1973-1974, Vı, S. 73-78, T.T.K
(2) Akbaş, Ahmet, Kur’an’da Cennet ve Huriler, Har- Yay., 1977, Ankara
ran Üni.Sos.Bil.Enst.Temel İs. Bil. Anabilim Dalı (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Yük.Lis.Tezi, s.45

Akarsu, Kamil
Aişe Binti Cafer-i Sadık Türbesi-Mısır
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 330
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 406
Celvetiye Tekkelerinde Bulunan Mezar Taşları Ve Kita-
beler, Gazi Ü. Sosyal Bilimler Enst. Sanat Tarihi Abd, Y.
Ak Astane Baba Türbesi-Özbekistan Lisans Tezi, S:259, 1985, Ankara

(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

73
Vadi-i Hamuşan
Akbaba Sultan Türbesi-İstanbul Akçeli Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 139, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 285
(2) Bilir, Ali. “Çeşmibülbüle Gizlenmiş Âbıhayat Bey-
koz”. Vol. 340. Kitabevi Yayınları, (2008). s. 115, Akdere Övliya Türbesi-Türkmenistan
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 67
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8

Akbaş Baba Türbesi-Sivas


Akkız Sultan Türbesi-Çankırı
(1) DİA, Cilt. 37, s. 283
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Akbaş Sultan Türbesi-Sivas


Akseki Kemaleddin Efendi Türbesi-İstanbul
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 124
(1) Adresler. a.g.e.

Akbıyık Türbesi-Bursa
Akşabe Sultan Türbesi-Antalya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14,
(2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 97,
(3) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 408,
(4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183, Akşemseddin Türbesi-Göynük
(5) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 12 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 410,
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 163,
Akbilek Türbesi-Amasya (3) DİA, Cilt. 2 s. 302,
(4) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 158
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

Aktaş Türbesi-Bolu
Akça Koca Sultan Türbesi-Kayseri
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14
(1) Günay, Ünver. a.g.e. s. 16-

Aktürbe (Ahmed Bey) Türbesi-istanbul


Akçakirazlı Şeyh Hacı Ali Efendi Türbesi-
(1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 7,
Elazığ
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 411
(1) Oymak, İskender1. a.g.e.S. 50

Akyapı Türbesi-Tokat
Akçakoca Türbesi-Düzce
(1) Tokat. “Kültür Varlıklarımız” Her Şeyi İle Tokat.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14 s. 269,
(2) Selçuk, Mehmet Fatih, “Tokat Niksar Gelenek-
sel Mimaride Renk Araştırması.” (Yüksek Lisans
Akçaören Türbesi-Çankırı
Tezi), Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitü-
(1) Yılmaz, Metin. http://www.cansaati.org/toplu- sü, Edirne (2008). s. 52
luk/forum_posts.asp?TID=3607

Akyazılı Sultan Dede Türbesi-Sakarya


Akçayuva (Kümbet) Türbesi-Van
(1) Kaynak Yok
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81
Akyazılı Sultan Türbesi-Bulgaristan
Akçe Hisar (Akçahisar) Türbesi-Arnavutluk (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 424,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 109 (2) DİA, Cilt. 2 s. 302,

74
Vadi-i Hamuşan
(3) Kahraman, Nurcihan. “Şumnu’da Şerif Halil Paşa
Camisi” Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştır-
maları Enstitüsü, Türk Sanatı Anabilim Dalı, İs-
Akibet
a. Daha önce yapılan şeylere varılan netice, sonuç.
(2) Son, bitim, sonuç, nihayet, sonunda, netice-
A
tanbul, (2005). s. 6
de, encam.(1)(2)(3)

Akyazılı Sultan Türbesi-Bulgaristan b. Gelecek, istikbal.(1)(2)


c. Ölüm.(1)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 225
d. İnsanın başına gelebilecek hal, karşılaşılabile-
cek durum.(2)
Akıllı, Hüseyin
Milli Ktp./Tasnif No: 1998 Ad 7746
e. İnsanların, davranışları sebebiyle fert veya top-
lum halinde dünyada ve ahirette karşılaşacak-
Edirne Osmanlı Mezarlıklarının Restorasyon Ve Kon-
ları sonuç.(4)
servasyon Işığı Altında Değerlendirilmesi, Geçmişten
Günümüze Mezarlık Kültürü Ve İnsan Hayatına Etkileri (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Sempozyumu, Mezarlık Vakfı, 1998, İstanbul (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) DİA, a.g.e.

Akıllı, Hüseyin
T.T.K Ktp./Tasnif No: A.V. 8621 Âkif
Gevaş Tarihi Türk Mezarlığında Yok Olma Durumunda İbadet etmek için Harem-i Şerif’te, mescitte yahut
Olan Bir Mezarın Onarımı, Vııı. Araştırma Sonuçları Top- başka bir yerde, itikâfa çekilen kimse, mûtekif.(1)(2)
lantısı, (28 Mayıs - 1 Haziran 1990, Ankara), S.323-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
349, Anıtlar Ve Müzeler Gn. Md.,1991, Ankara
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Akika
Akıncı, Sırrı
Çocuğun doğumunun yedinci günü veya daha
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 250 42
sonra yahut da saçının ilk kesilişinde çocuk için
4 Mezar Taşı, 4 Hikâye (İdris- İ Bitlisi-Tahir Paşa-Ayas
şükran ifadesi olarak kesilen kurban.(1)(2)(3)
Paşa-Rasim Efendi), Hayat Tarih Mecmuası, Sayı:10,
55-57,1969, İstanbul (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e.

Akıncı, Sırrı
Akıl
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 250
a. Düşünme, anlama, kavrama yetisi; davranışla-
Bir Mezar Taşının Hatırlattıkları: Estergon Fatihi Lale
rını ayarlama melekesi; us; idrak, anlayış, fahi-
Mehmet Paşa, Hayat Tarih Mecmuası, Y.7, C.1,
Sayı:3, S.48-49, 10/1968, İstanbul
me, fetanet, feraset, basiret, müdrike, müfek-
kire.(1)(2)(3)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
b. Hafıza, hatır, bellek.(1)(2)(3)
c. Fikir, düşünce, kanaat.(1)(2)
Akıncı, Sırrı
d. Sadece insana has bir meleke.(1) İnsanın kendi
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 250
davranışlarını tanımasına, bilmesine ve değer-
3 Mezar Taşı 3 İlim Adamı, Hayat Tarih Mecmuası, Y.6, lendirmesine yarayan kabiliyeti; anlak, beyin,
C.1, Sayı:2, S.76-79, 1970, İstanbul
derk, dimağ, havsala, izan, kafa, kavrayış, kiya-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. set, natıka.(2)

75
Vadi-i Hamuşan
e. İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, gerçekle yalanı Aklı Faal
ayırt edebilme gücü, ufuk.(2) Ayırt etme gücü.(3) Kahir olan nurların cümlesinden babamız, türümü-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. zün tılsımının Rabbi, nefislerimizin feyiz kaynağı,
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. nefislerimizin ilmi ve ameli kemalâtının tamamla-
(3) Püsküllüoğlu, Ali, a.g.e. yıcısı, Ruhu’l-Kudüs olan bu şey hâkimler, filozof-
lar tarafından “akl-ı faal” olarak adlandırılır.(1)

Akıl Âlemi (1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Kindi’ye göre öte dünya, ahiret, akıl âlemidir.


Buna geçiş de ölüm ile gerçekleşir. Ölümün ürkü- Akli Haz
tücü bulunması, orası hakkında yeterli bilgi sahibi İbn Bâcce, (Lezzâtu’l-Ma’kûlât) düşünme (tefek-
olmayıştandır.(1) kür), hayal etme (tahayyül) ve nükte gibi zihni ka-
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s.33 biliyetler vesilesiyle alınan hazları anlatmak için
“akli haz” ifadesini kullanmıştır.(1)

Âkile (1) Şenel, Cahid. a.g.e., s.71

a. Üstünde belirdiği organı yavaş yavaş yiyip biti-


ren, yenirce denilen yara, kemirici ülser, kanser.(1) Aklı Kûl

b. Kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya Allah’ın kudretiyle en önce ortaya çıkan akıl. Arş-ı
yaralama hadisesinde suçlu adına diyet ödemeyi Azam, Cebrail, Hz Muhammed’in (s.a.v) nuru
yüklenen şahıslar topluluğu.(2) akl-ı kûl olarak nitelendirilir.(1)

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Kaya, Doğan. a.g.e.


(2) DİA
Akpınarlı, K. Kâni
Akl-Ukûl Milli Ktp./Tasnif No: 1937 Ad 447
a. Aklın alameti Hüsn-i tedbir. Zagnos Paşa Ahfadına Ait Bazı Mezar Taşları I
Kaynak, (72), S. 571-573; (73), S. 588-591, 1939,
b. Hem sözle hem fiilen her şeyi olması gereken
Balıkesir
yere koymak, bunu tasdik etmek ve en çoğu en aza
tercih etmektir.(1) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Erginli, Zafer. a.g.e.


Akpınarlı, H. Feriha

Aklı Evvel Taş İşlemeciliği, Kırım El Sanatlarının Dünü V E


Bugünü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay.,
Meşşai felsefesinde ilahlık derecesidir. Vücut, aklı
S. 284-289, 2005, Ankara
evvel derecesinde, kendisindeki sıfat ve esmayı
bir bütün ve öz olarak görür.(1) İlk akıl, levh ve (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
kalem, maddeleri ayırt eden müfret cevherlerdir.
Bunlar mücerrred (soyut) aydınlıklar olup, hisse- Akraba kabirleri
dilebilen değil, sadece düşünülen şeylerdir. Ruh En çok ziyaret edilen, anne, baba, kardeş ve evlat-
ve kalpte bu cevherlerdendir. Bunlar fesada uğ- lar gibi yakın akrabaların kabirleridir.(1)
ramaz, kaybolmaz, yok olmaz ve ölmezler. Sadece
(1) Toprak, Süleyman. “Fethin 550. Yılında Eyüp Sul-
bedeni terk ederler.(2)
tan Türbesi Nasıl Ziyaret Edilmeli.” Eyüp Sultan
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. Sempozyumu VII. Tebliğler, Eyüp Sultan Beledi-
(2) Erginli, Zafer. a.g.e. yesi Yayınları. s. 141.

76
Vadi-i Hamuşan
Akreb
Bilhassa vakıf, miras ve velayet gibi akrabalık ba-
İstanbul’un mânevî fâtihi kabul edilen ve Fâtih
Sultan Mehmed’in hocası olan Akşemseddin’in
türbesi Süleyman Paşa Camii yanındadır. Kapı ke-
A
ğıyla yakından ilgili konularda öncelikle hak ve
yetki sahibi kimseyi ifade eden bir fıkıh terimi.(1) meri aynasındaki Arapça kitâbesine göre, 792’de
(1390) dünyaya gelip 863 Rebîülâhir sonlarında
(1) DİA
(Şubat 1459) vefat eden Şeyh Akşemseddin için
868 (1463-64) yılında yaptırılmıştır. Evliya Çe-
Aksel, Malik lebi Seyahatnâmesi’nin matbu nüshasındaki bir
Milli Ktp./Tasnif No: 1967 Ad 4298 notta, türbenin harap olması üzerine hazîne-i
hâssadan masrafı karşılanarak yeni ve güzel bir
Dini Resimler, Elif Yayınları, 1967, İstanbul
türbe yapıldığı belirtilmiştir. 1952 yılından itiba-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. ren türbenin dış mimarisi tamir görmüş, bu sırada
içindeki sandukaların yerleri değiştirildiği gibi bir
Aksel, Tibet tanesi de anlaşılmayan bir sebepten kaldırılarak
T.T.K. Ktp./Tasnif No: B.I ,1289,A Yenikapı Mev- yok edilmiştir.
levihanesi Haziresi Ttk, İslam Dünyasında Mezar- Akşemseddin Türbesi, çapı 4.80 m. kadar olan
lıklar Ve Defin Gelenekleri, C.1, S.223-281, 1996, bir altıgen biçimindedir ve kesme taştan yapıl-
Ankara mıştır. Üstünü kurşun kaplı bir kubbe örter. Her
cephesinde altlı üstlü ikişer pencere vardır. Kapı
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
çerçevesi basit, sade ve Osmanlı devri Türk türbe
mimarisinin klasik çağının mütevazi bir örneği-
Aksel, Tibet, -Işın, E.-Yelkenci, D dir. Son tamirde sandukaların yanlara yerleşti-
Milli Ktp./Tasnif No: 1983 Ad 5683 43 rilmesi gibi yanlış bir işin niçin yapıldığının iza-
“Stlea Turcicae” Vııı Yenikapı Mevlevihanesi Hazi- hı mümkün değildir. Türbede Akşemseddin’den
resi, İslam Dünyasında Mezarlıklar Ve Defin Gele- başka iki oğlu da yatmaktadır. Evliya Çelebi,
nekleri, C.1, S. 223-281, Ttk, 1996, Ankara Akşemseddin’in pek çok sayıdaki oğul ve torun-
larının adlarını vererek bunların çoğunun onun
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
yanında yattıklarını bildirir. Şeyhin sandukası,
Anadolu’da Selçuklu devrinde çok görülen ceviz
Aksoy, Mustafa ağacından işlenmiş sandukaların bir benzeridir.
Milli Ktp./Tasnif No: 1960 Sb 27 İki yan cephesinde kabartma harflerle bir hikmet
Türk Cumhuriyetlerinde Ve Türkiye’de Halı, Kilim ile bir hadîs-i şerif yazılmıştır. Baş taraftaki ay-
Ve Mezar Taşlarındaki Damgalar, Türk Yurdu, Y.21, nasında rûmîlerle bezenmiş yine bir hadîs-i şerif,
Sayı:171, S.62-73, Ank. Türk Ocağı, 2001, Ankara diğer aynada ise bir hakîm sözü görülür. Akşem-
seddin’in sandukası, Osmanlı devrinde yapılan
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ağaç sandukaların sonuncusu olarak özel bir de-
ğere sahiptir.(1)
Akşam Sakız Çiğnemek
(1) DİA, AKŞEMSEDDİN TÜRBESİ - Semavi Eyice c.
Akşam vakti sakız çiğneyen kişinin ölü eti çiğne- 2, s. 302
diğine inanılır.(1)
(1) Ayva, Sevilay, Boruktolu Meram/ Konya Köyün- Aktepe, M. Münir
den Adet ve İnanmalar s.3; Turkoloji.cu.edu.tr
Milli Ktp./Tasnif No: 1970 Sa 430
İzmir’e Ait Bazı Kitabeler Ve Notlkar, Tarih Dergisi,
Akşemseddin Türbesi C.Xıv, Sayı:129, S.57-80, İ.Ü. Ed. Fak. Yay., 1964,
İstanbul
Bolu’nun Göynük kazasında Akşemseddin’in def-
nedildiği kabir. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

77
Vadi-i Hamuşan
Aktuğ, Fatma Nur babasız dünyaya gelişi ve irşadları, özellikle Al-
Ankara İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: 726.8/Akt.O lah’ın birliği hakkında söyledikleri açıklanmakta
ve İnciller’de bulunmayan bilgiler verilmektedir.
Xııı-Xvı.Yüzyılda Bursa Mezartaşları, Ank.Ü.İ.F.Türk-İsl.
San.Tar.Abd, Lisans Tezi, S.32, 1981, Ankara Hz. Îsâ’nın misal olarak seçilmesinde onun özel
durumu rol oynamaktadır. Çünkü o, peygamber-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ler arasında, getirdiği din yanlış yorumlarla en
çok çığırından çıkarılmış bulunan bir peygamber-
Âl-i İmrân Sûresi dir ve ümmeti tarafından “Allah’ın oğlu” olarak
Kur’ân-ı Kerîm’in üçüncü sûresi.(…) kabul edilmiş (bk. et-Tevbe 9/30) ve tanrılaştı-
rılmıştır (bk. el-Mâide 5/17, 72). Halbuki ulû-
Sûrenin ilk âyetleri ilâhî vahyin hedef ve maksa-
hiyyetle nübüvvetin birbirine karıştırılmaması
dını açıklar. Daha önce indirilmiş olan Tevrat ve
gerekmektedir. İşte bundan dolayı sûrede konu
İncil gibi Kur’an da insanları doğru yola, hak dine
Hz. Îsâ’nın şahsında yeniden ele alınmakta ve
yöneltmek için gelmiştir ve bu kitaplar birbirini
bütün yönleriyle aydınlığa kavuşturulmaktadır.
destekler. Yine bu ilk âyetlerde ilâhî vahyin tefsir
Aslında mesele, yalnız hıristiyanların değil on-
ve te’vilinde gözetilmesi gereken usul hakkında
larla birlikte diğer dinlerin, özellikle putperestlik
şu önemli ilke ortaya konulur: Allah’ın peygam-
kalıntısı bâtıl inanışların etkisiyle ulûhiyyetin
berlerine indirdiği vahyin bir kısmı kesin anlam-
tenzih sınırlarını ihlâl eden bütün aşırı akımların
lı muhkem âyetler, bir kısmı da değişik konuları
ve bâtınî mezheplerin de meselesidir. “Allah’tan
açıklamaya yarayan, derin ve hikmetli mânalar
başkasına tapmamak ve insanların birbirlerini
taşıyan müteşâbih âyetlerdir. Dinin temel ilkele-
tanrılaştırmasına meydan vermemek” (âyet 64)
riyle ilgili ve kesin anlamlı olan muhkem âyetler
ilkesine, Ehl-i kitap’la birlikte bütün insanlık da-
kitabın anası, dinin anayasası sayılır. Birtakım in-
vet edilmektedir.
celikleri, sübjektif gerçekleri ifade eden ve değişik
Sûrenin bu başlangıç bölümünde nübüvvet ko-
konulara uygulanabilecek çok yönlü, sembolik ve
nusunun ulûhiyyete göre yerini belirleyen âyet-
mecazî anlamlar taşıyan müteşâbih âyetler ise yo-
ler de bulunur. Bu mesele iyice aydınlığa kavuş-
ruma muhtaçtır.
turulduktan sonra peygamberlerin birbirlerine
Allah birdir, Allah katında din de birdir ve bu da göre durumları açıklanır. Allah onların hepsin-
İslâm’dır. İlâhî dinler kaynakta aynı temel ilkelere den mîsâk almıştır: Her peygamber kendisinden
dayanır. Mülkün ve melekûtun tek ve mutlak sa- öncekileri tasdik eder, kendisinden sonra gelecek
hibi Allah’tır. O mülkünü dilediğine verir. Verdiği peygamberi de haber verir ve ümmetine o pey-
nimetleri geri almaya da kadirdir. O’nun kudreti gambere inanıp yardım etmelerini tavsiye eder
sonsuzdur ve her şeye gücü yeter. Peygamberle- (âyet 81). Allah’ın İbrâhim ve öteki peygamberler
rini seçmek ve seçtiği peygambere vahiy yoluyla vasıtasıyla gönderdiği din işte budur. Göklerde
kitap göndermek O’nun işidir. Âdem, Nûh ve ve yerdekiler ister istemez O’na teslim olduğu
İbrâhim’i, İbrâhim ve İmrân soyundan gelen pey- halde kitap ehli olanlar kendilerine Allah’ın di-
gamberleri seçip gönderen O’dur. Peygamberler ninden başka bir din mi arıyorlar? Müslümanlar
yaptıklarını kendilerine mal etmezler. Bir pey- Allah’a, kendilerine indirilen Kur’an’a, İbrâhim,
gamber olarak Hz. Îsâ da vaktiyle bu gerçekleri İsmâil, İshak ve Ya‘kub’a indirilenlere, İbrâhim
dile getirerek, “Ben size rabbinizden bir mûcize soyundan gelen peygamberlere gönderilenlere
getirdim. O halde O’ndan korkun, bana da itaat inanırlar. Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve diğer peygamber-
edin. Gerçek şu ki Allah benim de rabbim, sizin de lere indirilen kitaplara da inanırlar ve Allah’ın
rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin! Doğru yol peygamberleri arasında fark gözetmezler, “Biz
işte budur!” demişti (âyet 51). Allah’ın isteğine uyarız” derler (âyet 84). Allah’ın
Sûrenin giriş kısmından hemen sonra gelen âyet- dini olan İslâm’ın yolu, peygamberler arasında
lerde Hz. Îsâ’nın ailesi, anası, Meryem’in iffeti, ayırım yapmadan hepsine inanmaktır. Kim İs-

78
Vadi-i Hamuşan
lâm’dan başka bir din peşinde koşarsa o din kabul
edilmeyecek, o kimse âhirette ziyan edenlerden
olacaktır (âyet 85).
lar aşağılığa mahkûm edilmişler ve Allah’ın gaza-
bına uğramışlardır. Bunun sebebi de Allah’ın âyet-
lerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri
A
Peygamberlerin ümmetlerine, onların da pey- öldürmüş olmalarıdır; ayrıca isyan edip taşkınlık
gamberlere karşı görev ve sorumlulukları da şöyle yapmalarıdır” (âyet 112).
belirlenmektedir: Allah kullarını sevdiği ve ka- Hz. Îsâ’nın şahsında görüldüğü gibi, bir pey-
yırdığı için onlara peygamber göndermiştir (âyet gamberin ümmeti tarafından tanrılaştırılması
30), kendi içlerinden bir peygamber göndermek- nasıl yanlış ve yakışık almayan bir durumsa, bir
le büyük lutufta bulunmuştur. Çünkü müminler peygamberin iftiraya uğrayıp hakaret görmesi
dilini anladıkları o peygamber sayesinde doğru ve alelâde bir insan yerine konması da hatalı bir
yolu bulur, hidayete ererler; Allah’ın kitabını öğ- tutumdur. Çünkü peygamberler Allah tarafından
renir, hikmeti tanırlar; kötü huylardan arınırlar, seçilmiş din ve ahlâk elçileridir. Ümmetlerinin ulu
ahlâken yücelip olgunlaşırlar. Oysa daha önceleri kişileri ve ataları hükmündedir.
apaçık bir sapıklık içindeydiler (âyet 164).
Bir dini belirleyen üç önemli unsur vardır. Bunlar
Peygamberlerin görevi yalnızca söyleyip geçmek
kitap, peygamber ve mâbeddir. Bir din kendine
ve birtakım dinî bilgileri öğretmekle yetinmek
mahsus kitabı, peygamberi ve kutsal mâbediyle
değildir. Onlar din ve ahlâk eğitimiyle de görevli-
ayrı ve bağımsız bir din özelliği kazanır. Sûrenin
dirler. Bir peygambere inananlar ona ümmet olur-
başında Hz. Peygamber’e inen kitaptan, bunun
lar. Her ümmet peygamberinin emirlerine uymak,
da Tevrat ve İncil gibi bir din kitabı olduğundan
onu örnek almak ve izinden gitmek mecburiyetin-
söz ediliyor. Daha sonra Hz. Muhammed’in bir
dedir. Allah’a ve O’nun emirlerine itaat demek,
peygamber olduğu vurgulanıyor. Geriye kutsal
peygambere itaat demektir (âyet 32). Allah’ı sev-
yer olarak mâbed konusu kalıyor. Sûrede kutsal
diklerini söyleyenlere Peygamber’in şöyle demesi
yer olarak Mekke’deki ilk evden (Kâbe) ve ora-
istenmektedir: “Siz eğer gerçekten Allah’ı seviyor-
sanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gü- nın bereket ve hidayet kaynağı oluşundan söz
nahlarınızı bağışlasın” (âyet 31). Gerçek mümin- edilmesi (âyet 96), dinin tamamlayıcı unsuru
ler, “Ey rabbimiz, biz senin indirdiğine inandık ve olmasından dolayıdır. Daha önce nâzil olan Ba-
Peygamber’e uyduk, bizi sana inananlarla beraber kara sûresinde Kâbe’nin kıble oluşundan ve bu-
yaz!” derler (âyet 53). Din peygamber eliyle gelir, nun öneminden söz edilir. Çünkü Medine’deki
fakat peygamberin ölümüyle son bulmaz: “Mu- yahudiler, başlangıçta müslümanların Kudüs’teki
hammed ancak bir peygamberdir. Kendisinden Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılmalarını istis-
önce de birçok peygamber gelip geçmiştir. Peki mar ediyor ve dillerine doluyorlardı. Bunu ba-
o ölür, ya da öldürülürse siz gerisin geri küfre mi hane ederek Müslümanlığı Yahudiliğin basit bir
döneceksiniz? Geri dönmekle kimse Allah’a zarar taklidi, bir kolu gibi göstermeye kalkışıyorlardı.
veremez. Oysa Allah şükredenleri mükâfata erdi- Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesiyle Müslümanlık ayrı
recektir” (âyet 144). ve müstakil bir hüviyet kazandı. Bu sûrede yalnız-
Gerek müşriklerden gerekse Ehl-i kitap’tan bazı ca kıble olarak değil kutsal yer olarak orayı ziya-
kendini bilmez fâsıklar, Hz. Peygamber hakkın- ret etmenin gereğine dikkat çekiliyor. Böylece din
da iftira ve dedikodular yayıyorlar ve onu küçük olarak İslâmiyet’le beraber ümmet olarak müslü-
düşürmeye çalışıyorlardı. Hz. Peygamber ve müs- manlar da kendilerine mahsus özellikleri bulunan
lümanlar da bu sataşmalara üzülüyorlardı. “Seni apayrı bir cemaat ve müstakil bir ümmet haline
yalancılıkla itham ettilerse -üzülme-; senden önce geliyorlar. Yahudilerle giriştikleri mücadeleler,
apaçık mûcizelerle, suhuf ve aydınlatıcı kitaplarla müşriklere karşı verdikleri savaşlar, Necran hıris-
gelmiş olan nice peygamber de yalancılıkla itham tiyanları ve öteki hıristiyan heyetlerle yaptıkları
edildi” (âyet 184). Böyleleri sizi üzmekten öteye dinî görüşme ve münazaralar da müslümanların
gidemezler, size büyük zararlar veremezler. “On- müstakil ve apayrı bir ümmet olma yolunda hızla

79
Vadi-i Hamuşan
ilerlemelerine yardımcı olmuştur. İşte bu sûrede Alaca (Kümbet) Türbesi-Kayseri
gerek müşriklerle gerekse Ehl-i kitap ile olan bu (1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21, -
mücadelelere genişçe yer verilmiştir. Diğer din (2) Kayseri İlinin Turizm Potansiyeli” https://www.
mensuplarına karşı çeşitli durumlarda alınacak frmtr.com/halkla-iliskiler-turizm-ve-insan-kay-
tavırlar belirlenmiştir. naklari-ulastirma/1024423-kayseri-ilinin-tu-
rizm-potansiyeli.htmlS. 24,
Müslümanlar iyiliği yaptıran, kötülüğü engelleyen
(3) Kayseri Tarihi Eserleri” https://www.frmtr.com/
ve Allah’a inanan bir kitle oldukları için insanların
tarih/2661540-kayseri-tum-tarihi-yapilari-ve-
yararına ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet-
bilgileri.html s. 4,
tir (âyet 110). Bu özelliklerini korudukları sürece (4) Aydın, Remzi. “Kayseri’de II. Abdülhamid Han Dö-
üstünlüklerini ve hayırlı ümmet olma vasıflarını nemi’nde İnşa Edilmiş İki Yapı: Zeynel Abidin Ve
devam ettireceklerdir. Düşmanları çoktur, ama Seyyid Burhaneddin Türbesi.” Journal Of World
onlardan korkup çekinmelerine gerek yoktur. Of Turks/Zeitschrift Für Die Welt Der Türken 3.3
İmanlarını ve özelliklerini korudukları ve birbirle- (2011). s. 40
riyle dayanışma içinde oldukları sürece düşmanla-
rı kendilerine zarar veremeyeceklerdir. Alaca Camii Türbesi-Makedonya-Üsküp
Sûre içinde yer yer sabırdan, cesaretten, kin ve (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 624
öfkeye yenik düşmenin tehlikesinden söz eden
âyetler de bulunmaktadır. Bütün bunlar teşekkül Alaeddin Ali Çelebi Türbesi-İstanbul
etmekte olan İslâm toplumuna huzur ve güven
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 175
içinde yaşamanın şartlarını öğretmeye yönelik
uyarılardır. Sûre, âdeta kendisini baştan sona
Alaeddin Bey Türbesi-Karaman
özetleyen şu âyetle son bulur: “Ey iman edenler!
Sabredin, sebat gösterin, birbirinizle dayanışma (1) DİA, Cilt. 2 s. 324,
içinde olun ve Allah’ın emirlerine karşı gelmekten (2) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 247,
sakının ki felâh bulasınız.” (…)(1) (3) Topal, Cengiz. “Karaman Kültür Envanteri 2007”
Karaman Valiliği İl Kültür ve Turizm Müd, (2007)
(1) [ÂL-i İMRÂN SÛRESİ - Emin Işık] c. 02; s. 308 s. 47

Alaaddin Ali Bey Türbesi-Karaman Alaeddin Eretna Türbesi-Kayseri


(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 82 (1) DİA, Cilt. 11 s. 295

Alaeddin Uşaki Türbesi-Uşak


Alaaddin Ali Türbesi-Erzurum
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 27,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14
(2) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 210

Alaaddin Esved Türbesi-Karaman Alaeddin-i Arabi Türbesi-İstanbul-Eyüp


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 14 (1) Vassaf, Hüseyin. “Sefine-İ Evliya Cilt 1-2” Seha
Neşriyat, İst. (1990). s. 491-

Alaaddin Mısri Türbesi-İznik


Alagöz Türbesi-Amasya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

Alaaddin Türbesi-Bursa Alaiyeli Türbesi-KonyaSeydişehir


(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 117, (1) Kara, Naci. “Seydişehir’de Türk-İslam Devri Yapı-
(2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 181 ları” Konya, (1993)

80
Vadi-i Hamuşan
Alamadan Dede Türbesi-İzmir
(1) Önkal, Hakkı.5 “Tire türbeleri.” (1989) s. 35
si’ne vakfedilmiş bazı değirmenlerle arazi, bağ ve
tarla gösterilmektedir.
A
Türbeye bitişik olan cami bilinmeyen bir tarihte
Alatlı Türbesi-Bulgaristan yıkılarak ortadan kalkmış, son derece bakımsız
kalan türbe, zamanla büyük ölçüde tahribe uğ-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 435 ramıştır. Sivri külâhın ucu ve bir yanı tamamen
yıkılmış, duvarlarda tehlikeli çatlaklar meydana
Alav Hoca Türbesi-Türkmenistan gelmiştir. Türbe, 1965-1967 yıllarında Vakıflar
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
İdaresi’nce tamir edilerek kurtarılmış ise de son-
raları yine bakımsız kalmıştır.

Alay Bey Türbesi-Kahramanmaraş Muntazam kesme taştan yapılan Alâeddin Bey Tür-
besi içten ve dıştan on iki cepheli bir gövde ile bunu
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. S296 örten dilimli bir külâhtan meydana gelir. Dış cephe-
nin bir tarafında kalan izlerden evvelce caminin bu-
Alay Beyi Mehmet Bey Türbesi-Sırbistan raya bitişik olduğu anlaşılmaktadır. Hatta türbenin
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 701
bu bitişik tarafta camiye açılan bir hâcet penceresi
de (veya kapısı) bulunmaktadır. Benzeri binaların
hepsinde olduğu gibi bu türbede de altta bir cena-
Alâ vechi’l-guremâ zelik mahzeni vardır. Burada evvelce bir mumyanın
Ölen kişilerin mallarının, borçlarına karşılık gel- bulunduğu yolunda söylenti varsa da İ. Hakkı Kon-
mediğinde, tereke bedelinin alacaklılar arasında, yalı 1966’da mahzende sadece etraftaki mezarlık-
alacakları oranda taksimi.(1) tan toplanıp içeri atılmış kafa taslarına rastlamıştır.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Gövdenin yukarı kısmında çok güzel bir celî-sülüs
hatla besmele-i şerif, binayı saran bir şerit halinde
işlenmiştir. Çifte merdivenle çıkılan kapı, türbe-
Alâeddin Bey Türbesi nin en itinalı yapılmış kısmıdır. Etrafında, içinde
Karaman’da Hisar mahallesinde XIV. yüzyıl son- âyet yazılı bir çerçevenin bulunduğu kapı nişinin
larına ait türbe. tacı mukarnaslı olup yukarısında “Allah” ve “Mu-
Karamanoğulları soyundan Alâeddin Bey tara- hammed” adları işlenmiştir. Türbenin içinin ev-
fından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Şikârî, velce çinilerle kaplı olduğuna da ihtimal verilebilir.
Alâeddin Bey’in “...gazâ mâlinden Lârende’de (Ka- Alâeddin Bey Türbesi ve Camii’nin hemen yakı-
raman) hisar kurbünde bî-nazîr bir câmi...” ile ya- nında 1927’de tamamen yıktırılan Emîr Mûsâ
nına bir türbe yaptırdığını söyler ve “kendüsi anda Medresesi ile Emîr Fahreddin Ahmed Türbesi, Ra-
medfundur” diyerek bu hususu belgeler. 1361’de hime Hatun Hankahı ve Emîr Mûsâ Hamamı’nın
beyliğin idaresini ele geçirmiş olan Karamanoğlu bulunması, XIV. yüzyılda Karaman’ın bu mahalle-
Alâeddin Bey, 800’de (1397-98) Yıldırım Bayezid sinin mimari bakımdan güzel eserlerle dolu mâ-
ile Konya’da yaptığı savaşta yenilip esir düşerek mur bir çevre olduğunu gösterir. Ancak zamanla
öldürüldüğüne göre bu türbeyi sağlığında yaptır- bütün bu tarihî yapılar ortadan kalkmış, geriye
mış olmalıdır. Yine Şikârî, Gedik Ahmed Paşa’nın sadece Alâeddin Bey Türbesi kalmıştır.(1)
Karaman’ı Osmanlı ülkesine kattıktan sonra, (1) DİA; ALÂEDDİN BEY TÜRBESİ - Semavi Eyice c.
malzemesini, sarayın yerinde yaptırdığı hisarda 2, s. 324
kullanmak üzere Karamanoğulları’nın vakıf eser-
lerinin bazılarını yıktırttığı sırada bu caminin de
Alâim
yıkıldığını, fakat türbenin durduğunu bildirir. İ.
Hakkı Konyalı’nın tesbitine göre, 881 (147-677) Alâmetler, nişanlar, izler, belirtiler, işaretler.(1)(2)
tarihli Vakıflar Defteri’nde (nr. 564), civardaki (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
birkaç köyde Karamanoğlu Alâeddin Bey Türbe- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

81
Vadi-i Hamuşan
Alâmat bilmem” dedim. Üçüncü defa kolları arasına alıp
a. Alâmetler, nişanlar, izler, belirtiler, nişanlar, daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle
işaretler.(1)(2)(3) dedi: ‘Oku, yaratan rabbinin adıyla; insanı alaktan
yaratan O’dur. Oku, rabbin nihayetsiz kerem sahi-
b. Kıyamet gününün işaretleri.(3)
bidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bil-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. mediğini öğreten O’dur.”‘ (Buhârî, “Bedü’l-vahy”,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 3; Müslim, “Îmân”, 252).
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
Sûrenin geri kalan on dört âyetinin çok daha sonra
ve Ebû Cehil hakkında nâzil olduğu rivayet edilir.
Alâmet Alak sûresi, vahiy bilgisinin insanı olgunlaştırma-
a. İz, nişan, belirti, işaret, emare, alem, araz.(1)(2) daki önemini belirtmektedir. Buna göre yaratanı
b. Belirli bir şeyi, bir fikri veya inancı ifade etmek tanımak, ilmin de dinin de temelini teşkil eder.
için kullanılan harf, bitki, hayvan veya seçilen her- İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin
hangi bir remiz, sembol, simge.(1)(2) beş kısa âyet içinde iki defa tekrar edilmesi, oku-
manın insan hayatında ne kadar önemli olduğu-
c. Bir şeyin olacağını önceden haber veren olağa-
nu göstermektedir. Birinci emrin yaratanı, ikinci
nüstü işaret ve olay. Kıyamet alametleri.(1)
emrin ise kalem karinesiyle yaratılanları tanıma-
d. Bir hüküm varlığının işareti olan, ancak o hük- ya işaret olduğu da söylenmiştir. Kur’an, insanın
mün ne varlığıyla, ne de gerekli olmasıyla ilgisi bu- öteki canlılar arasındaki yerini belirlerken onun
lunmayan şey anlamında bir usûl-i fıkıh terimi.(3) “mazhar-ı esmâ” (el-Bakara 2/31) kılındığını ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. bu öğrenme özelliği ile onlardan ayrıldığını ifade
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. eder. Bilgisiz olan ve biraz da zenginliğine güve-
(3) DİA nip şımaran kimsenin kolayca emir ve kuralları
çiğnediği, bu sûrenin daha sonraki âyetlerinde bil-
dirilir. İnsanın gerçek kurtuluşu ise Allah’a yakın-
Alak Sûresi
laşma çabasına bağlıdır. Bu da onun çevresine za-
Kur’ân-ı Kerîm’in doksan altıncı sûresi.(…) rar veren kötü ve çirkin huylardan arınıp Allah’ın
Alak sûresinin ilk beş âyetinin nüzûlü hakkında emirlerine itaat etmesiyle ve bu itaatin en belirgin
Buhârî ile Müslim’in Hz. Âişe’den gelen rivayetle- ifadesi olan secde ile mümkündür. Sûrenin son
rine göre, Hz. Peygamber inzivaya çekilmeyi âdet âyeti buna işaret etmek üzere secde emrini ihtiva
edindiği Mekke ile Mina arasında bulunan Hira etmektedir; nitekim bu son âyette tilâvet secdesi
mağarasında iken, Ramazan ayının 27. Pazarte- vardır.
si gecesi tan yerinin ağarmaya başlamasından az Sûre, insanı hem başlangıç, hem sonuç bakımın-
önce ufukta nurdan bir şekil görmüş ve o zamana dan bütün olarak ele almaktadır. İnsan olarak ya-
kadar hiç karşılaşmadığı bu nûrânî varlığın kendi- ratılmak bilmeyi, tanımayı, tanımak ise yaratana
sine seslendiğini duymuştur. Resûl-i Ekrem olayı secde etmeyi gerektirir. Sûre bütünüyle, “Ben cin-
şöyle anlatır: leri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye
“O varlık bana Cebrâil olduğunu, Allah’ın beni yarattım” (ez-Zâriyât 51/56) âyetinin açıklaması
peygamber seçtiğini ve bunu bildirmek için ken- gibidir.(1)
disini görevlendirdiğini söyledi. Bana istincâyı ve (1) DİA; [ALAK SÛRESİ - Emin Işık] c. 02; s. 334
abdest almayı öğretti. Ben de temizlenip dönünce
okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi
söyledim. Beni kolları arasına alıp kuvvetle sıktı; Albastı İnanışı
sonra “Oku!” dedi. Ben yine, “Okuma bilmem” a. Orta Asya topluluklarında Kırgız, Kazak ve Baş-
dedim. Beni tekrar kolları arasına aldı, kuvvetle kurtlarda albastıyı “keçi veya tilki” suretinde
sıktı ve “Oku!” diye tekrar etti. Ben yine “Okuma tasavvur etmektedir.

82
Vadi-i Hamuşan
b. Gagavuzlar ise albastıyı “kötü ruhlu bir dev”
suretinde düşünmekte, loğusa kadını, onun
kötülüklerinden korumak için, yastığın altına
Alemdar Ali Türbesi-Gelibolu
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 51
A
makas koymakta, odasına süpürge bulundur-
Alemdar Baba (Baba Hasan) Türbesi-İstanbul
makta ve loğusa kadının bulunduğu odada kırk
gün mum yakmaktadır.(1) (1) Adresler. a.g.e.

(1) Atmaca, İlhami, a.g.e.


Alemdar Baba Türbesi-Bitlis
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15,
Albız
(2) Törehan, M. Serdar. “Dünden Bugüne Bitlis” Bitlis
Şeytan.(1) Valiliği Yayın No:19 s. 98
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Alemdar Baba Türbesi-İstanbul-Üsküdar

Aldaçı (1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 526-

Ölüm ruhu, ölen kişinin ruhunu karşılayan, o kişi-


nin daha önceden ölmüş bir yakının ruhu.(1) Alemdar Hasan Baba Türbesi-Edirne

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29

Alemdar Türbesi-Irak
Aldayıcı
(1) Bayatlı, Necdet Yaşar. “Irak-Diyale İlinin Hanekin
a. Aldatıcı.(1)
İlçesinde Ziyaret Yerleri (Kutsal Mekânlar) ve Bu
b. Hilenin cezasını veren.(1) Yerler Etrafında Oluşan İnanç ve Pratiklerde Eski
c. Sözünde durmayan, ahdini bozan, hilekar.(1) Türk İnançlarının İzleri.” Türk Kültürü ve Hacı
d. Şeytan.(1) Bektaş Velî Araştırma Dergisi 56 (2010). s. 112

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Alemşah Sultan Türbesi-Bursa
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 108
Aldan Dede (Alaeddin Efendi) Türbesi-Isparta
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. “Isparta İl
Alemşah Türbesi-Eskişehir
Merkezinde Bulunan Türbeler.” Bilig Türk Dün-
yası Sosyal Bilimler Dergisi 35. s. 77 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15

Alebak Türbesi-Kosova-Mlike Köyü Âlem


(1) Vırmiça, Raif. “Kosova Tekkeleri Türbeleri Ve Ki- Duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen veya mevcu-
tabeli Mezar Taşları.” Sufi Kitap, İstanbul.. s. 364, diyeti düşünülebilen, Allah’ın dışındaki varlık ve
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 520 olayların tamamını ifade eden terim.
Âlem, “alâmet ve nişan koymak” mânasındaki alm
Alemberdar Türbesi-Türkmenistan veya “bilmek” anlamındaki ilm kökünden türetil-
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 157
miş olup yaratıcısının varlığına alâmet teşkil eden,
onun mevcudiyetinin bilinmesini sağlayan de-
mektir. İnsanlar, cinler ve melekler gibi akıl sahibi
Alemdar Ahmed Baba Türbesi-İstanbul
varlıkları ifade etmek için âlemûn-âlemîn, diğer
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 142, varlıkları belirtmek için de avâlim şeklinde çoğulu
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 526 kullanılır. Birinci şekliyle canlı cansız bütün var-

83
Vadi-i Hamuşan
lıkları anlatması da mümkündür (bk. Râgıb el-İs- ve numenler âlemini ifade eden birer terim haline
fahânî, “âlem” md.; Lisânü’l-Arab, “âlem” md.). getirilmiştir.
Hz. Ali’ye nisbet edilen ve insanın tek başına bü- Ayrıca Kur’an’da şehâdet - gayb, mülk - melekût
tün âlemleri temsil ettiğini benimseyen görüşe şeklinde geçen birbiriyle bağlantılı kelimelerin
dayanılarak âlem kelimesinin bazan sadece insan her biri felsefî ve tasavvufî literatürde birer âlemi
için kullanıldığı da olmuştur. Genel kullanımda ifade eden kavramlar olarak kullanılmıştır. Aynı
âlem teriminin kapsamlı tarifi maddî veya mânevî durum Kur’ân-ı Kerîm’de, neredeyse müphem
olan varlıkların hepsini içine alır: tabiat âlemi, ruh olduğu hissini verecek kadar ve her devrin ilmî
âlemi, akıl âlemi, melekler âlemi, edebiyat âlemi, telakkilerini tatmin edecek şekilde ana hatlarıyla
İslâm âlemi gibi. çizilmiş bulunan kâinat tasvirinin tamamı için
de geçerlidir. Çok sayıda âyette arş, kürsî, felek,
Âlem kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, gerek kâina-
semavat, arz, yıldızlar, gezegenler gibi kozmik nes-
tı gerekse özel olarak insanlar topluluğunu ifade
nelere yapılan atıflar, daha sonraki İslâm ilim ve
etmek amacıyla ve hepsi de “âlemîn” şeklinde
fikir ekollerinin kozmolojiye dair ürünleri içinde
çoğul olmak üzere yetmiş üç defa kullanılmıştır.
hususi ve sistemli kâinat modellerinin merkezî
Bunların kırk ikisinde “rabbü’l-âlemîn” terkibiy-
kavramlarını oluşturacaktır.(1)
le zikredilerek Allah Teâlâ’nın canlı cansız bütün
varlıkların ilâhı olduğu vurgulanmıştır. Bunun ya- (1) DİA; [ÂLEM -
nında gelmiş geçmiş bütün insan türü anlamında
(bk. el-Ankebût 29 / 10), ayrıca, “Size verdiğim Âlem Düşüncesi
nimeti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın” İslâm kelâmcılarının fikirleriyle gelişen âlem ta-
(el-Bakara 2 / 47) meâlindeki âyette olduğu gibi savvuru, birbirine rakip fırkaların mevcudiyetine
“çağın insan toplulukları” mânasında da kullanıl- rağmen genel olarak aynı geleneği takip etmiştir.
mıştır. Hz. Muhammed için kullanılan “âlemlere İrade hürriyeti ve ilâhî sıfatlarla ilgili olarak ara-
rahmet” (el-Enbiyâ 21 / 107) tabirindeki “âlemîn” larında esaslı fikir ayrılıkları bulunan Mu‘tezile
kelimesiyle bütün yaratıkların kastedildiği yolun- ile Ehl-i sünnet kelâmcıları, tabiat felsefesi söz
da umumi bir kanaat vardır. konusu olduğunda dikkati çeken bir fikir birliğine
Kur’an’da 176 defa bir arada tekrarlanan “se- varmışlardır. Boşluk (halâ) fikrini kabul etmeyen,
mavat” ve “arz” kelimeleri birlikte göz önünde madde - sûret teorisini esas alan, atom fikrini
bulundurulduğu takdirde bu kelimelerin âlemi, reddeden ve âlemi açıklamada tabii determiniz-
yani kâinatı ifade ettiği anlaşılır. Bu tür âyetlerde me temelli bir yer veren Meşşâî felsefedeki âlem
Cenâb-ı Hakk’ın gökleri ve yeri yarattığı, bunların tasavvurunun tam anlamıyla zıddı sayılabilecek
maddî ve mânevî tasarruf ve hâkimiyetini kendi bir atomculuk anlayışı ana hatlarıyla her iki kelâm
idaresinde bulundurduğu, semavat ve arzın sır- ekolünce de benimsenmiş ve böylece bir geleneğe
larını sadece onun bildiği ve bunlarda bulunan dönüşmüştür. Araya giren tabii sebepler zincirine
şuurlu şuursuz her şeyin kendisine boyun eğdiği zorunlu ve doğrudan etki tanımaksızın, oluşun her
(secde ettiği) ifade edilir (bk. M. F. Abdülbâkī, safhasında Allah’ın yaratma fiilini ön plana almak,
Mucem, “semâvât” md.). âlemdeki oluşları her an Allah’ın yaratıcı iradesine
muhatap kılmak ve bu oluşlarla ilgili olarak ileri
Âlem kelimesi “bütün insanlar, müminler” mâ-
sürülebilecek herhangi bir tabiat kanununu veya
nasında ve ayrıca “rabbü’l-âlemîn” şeklinde ha-
zaruret şartını ortadan kaldırmak Ehl-i sünnet’in
dislerde de geçmektedir (bk. Wensinck, Mucem, hâkim fikridir. Allah ile âlem arasındaki münase-
“âlem” md.). bet sadece ilâhî sebep planında düşünülmüş ve
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen, “Halk da emir de ona tabii plandaki sebepler yok sayılmıştır. “Varlık”
mahsustur” (el-A‘râf 7 / 54) meâlindeki âyette yer esasına dayalı Meşşâî felsefenin aksine kelâm ilmi
alan halk ve emr, daha sonra İslâm düşünürlerin- “oluş”u esas almış ve âlem Allah’ın yaratıcı iradesi-
ce halk âlemi ve emr âlemi şeklinde, fenomenler nin kuşattığı sürekli bir oluş-yok oluş süreci olarak

84
Vadi-i Hamuşan
tasavvur edilmiştir. Daha genel bir karşılaştırmay-
la şu söylenebilir ki, kelâm atomculuğu âlem ve
âlem ötesi gerçeklik arasındaki süreksizlik esasına
meydana gelir. Arazlar ise ancak başkasına bağlı
olarak yer tutabilen ve devamlı olmayan şeyler
olarak düşünülmüştür. Hareket, sükûn, tatlar,
A
dayanırken Meşşâî (ve İşrâkī) model sonlu ile son- kokular, kudret, iradeler vb. bu kategoriye girer.
suz arasındaki sürekliliği esas almıştır. Hâdis olan yani sonradan meydana gelmiş bulu-
Mu‘tezile kelâmcılarından Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf nan arazlar olmaksızın aynlar da cismanî planda
(ö. 226 / 841), tabiatı sistemli olarak izah etme- var olamadığı için bunların ezelî olduğu düşünü-
ye çalışan ilk müslüman düşünürlerdendir. Ona lemez. Çünkü aynlar arazlardan önce olsaydı on-
göre âlem atomlardan oluşmuştur ve değişkendir. lardan ayrı olması gerekirdi. Hâdisten önce bulu-
Atomlar basit varlıklardır ve üç boyuttan yok- namayanın kendisi de hâdistir; şu halde arazlara
sundur. Varlığın en basit ve bölünemeyen parça- olduğu gibi aynlara da yokluk tekaddüm etmiştir.
sı, atomda (cüz lâ yetecezzâ) son bulur. Bu basit Bu durumda aynların varlığı bizzat kendilerinden
cevherler birbirleriyle bitişip (ittisâl) terkipler olamaz. Onun varlığıyla yokluğu aklen eşittir; bu
oluştururlar veya birbirlerinden kopup ayrılırlar iki ihtimalden (câiz) birini tercih edecek bir tahsis
(infisâl); yani hareket veya sükûn halindedirler. ediciye gerek vardır ki o da varlığı zorunlu olan
Atomların hareket ve bitişmeleri neticesinde Allah’tır.(1)
oluş (kevn) vuku bulur; ayrılmaları ise bozulu- (1) DİA; [ÂLEM -
şu (fesâd) meydana getirir. Şu var ki hareket ve
sükûn bizâtihi atomların tabiatı değildir. Onları
hareket ettirip durduran Allah’ın iradesidir. Olu- Âlem Tasavvuru
şun doğrudan faktörü olan ilâhî irade fikridir ki İlk sûfîler özellikle tasavvufu tarif ederken âlem,
kelâm bilginlerinin atomcu âlem tasavvurunu kevn ve halk kelimelerini kullanmışlar ve bunla-
Grek filozofu Demokrit’in atomculuğundan ayı- ra dünya ve âhiret mânası vermişlerdir. Ebû Amr
rır. Demokrit’in ezelî ve ebedî olan ve birer cisim ed-Dımaşkī tasavvufu “âleme eksik gözle bakmak
addedilen atomlarının aksine İslâm atomculuğu, ve hatta ona karşı gözü kapamaktır” şeklinde,
atomları Allah’ın yaratıcı kelimesi (kün) ile za- Şiblî de sûfîyi “halktan (âlem) ilgisini kesen ve
man içinde var ve yok edilen boyutsuz varlıklar Hakk’a eren kişi” diye tarif etmişlerdir (Kuşeyrî,
olarak tarif etmiştir. Nitekim Allâf da bu teoriyi s. 127). Dünyadan yüz çevirip âhirete yönelen ilk
metafizik görüşlerinden bağımsız olarak ortaya dönem zâhidleri daha çok dünya - âhiret ikiliğin-
koymamıştır. “Bölünemeyen parça” fikri yaratıcı den bahsetmişler, sûfîler ise bütün yaratılmışlar-
ilâhî irade ve kudret fikriyle bağlantılıdır. Bu fik- dan yüz çevirip Allah’a yöneldikleri için Hak - halk
rin gayesi, sınırlı ve hâdis bir birim elde etmek ve (Allah - âlem) ikiliğini dikkate almışlardır.
böylece atomların toplamından meydana gelen Gazzâlî’den itibaren mutasavvıfların âlem anlayı-
varlıkların da sonlu olduğunu göstermektir. şı değişmiş ve bu konuda farklı görüşler ortaya ko-
Ehl-i sünnet kelâmcılarına göre de âlem cevher nulmuştur. Hatta aynı müellifin bile eserlerinde
(cüz = atom) ve arazlardan meydana gelmiştir. âlemi farklı şekilde tasvir ve tasnif ettiği görülür.
Cevherler arazların, dolayısıyla değişmelerin ma- Meselâ Gazzâlî İhyâü ulûmi’d-dîn adlı eserinde üç
hallidir. Atomların kalıcılıkları ve sabit özellikle- âlemden bahsederek madde ve cisimler sahasına
ri yoktur. Kendisine durum (vaz‘) kategorisinin mülk âlemi, mânevî varlıklar sahasına melekût
nisbet edilemediği atomların hacimleri de yoktur. âlemi, ikisi arasındaki sahaya da ceberût âlemi
Mekân, geometrik noktalar şeklinde tasavvur adını verir (IV, 420). Mişkâtü’l-envâr’da ise âlemi
edilen atomlar toplamı olduğu gibi zaman da öy- maddî (şehâdet, halk) ve mânevî (gayb, emr) ol-
ledir ve zamanın bölünemeyen en küçük parçası mak üzere ikiye ayırır. Maddî âleme yakın olanına
“an” adını alır. Bir başka açıdan âlemi a‘yân ve bazan ceberût, bazan da melekût âlemi adını verir
a‘râz şeklinde ikiye ayıran kelâmcılar a‘yânın basit (s. 65). Sühreverdî el-Maktûl âlemi nur tabakaları
olanlarına cevher (atom), mürekkep olanlarına da (heykelleri) şeklinde tasavvur etmiştir. Ona göre
cisim demişlerdir ki cisimler en az iki cevherden Allah nurların nurudur (nûrü’l-envâr). Âlemler ise

85
Vadi-i Hamuşan
ona yakın olduğu nisbette nurlu, ondan uzak bu- mevcut olduğundan bahsedilmiştir. İbn Haldûn,
lunduğu nisbette de karanlık olur. Yokluk ve mad- âlemi Allah’ın sûreti sayan tasavvufî görüşün fi-
de karanlık âlemi meydana getirir, ruhanî âlem ise lozoflardan alındığını söyler (Şifâü’s-sâil, s. 22).
nurludur. Şeyhülislâm Mustafa Sabri, İbnü’l-Arabî’nin Allah
Vahdet-i vücûd esasına dayanan İbnü’l-Arabî ile âlemi özdeşleştirdiğini, filozoflar gibi âlemin
âleme Allah’ın sûreti, Allah’a da âlemin ruhu na- yaratılmışlığını ve Allah’ın hür iradesini (fâil-i
zarıyla bakmıştır. Ona göre sadece Allah vardır, muhtâr) kabul etmediğini ileri sürerek bu görüşle-
âlem ise onun varlığının çeşitli tecellîlerinden iba- rin Yunan felsefesinden kaynaklandığına dikkati
rettir. Bu sebeple bazı mutasavvıflar, “Allah var- çekmiştir (Mevkıfü’l-akl, III, 187-361).
dı, O’nunla birlikte başka bir şey yoktu” (Buhârî,
“Bedü’l-halk”, 1) meâlindeki hadise, “Şimdi de öy- Âlem Tefekkürü
ledir” ifadesini eklemişlerdir. İbnü’l-Arabî’ye göre
VIII - XI. yüzyıllar arasında İslâm dünyasında
âlem her an yaratılmakta ve yine yaratıldığı anda
meydana gelen tercüme faaliyetleriyle Eflâtun,
yok olmaktadır. O buna “el-halku’l-cedîd” adını
Aristo, Plotin, Batlamyus vb. Grek filozof ve bil-
verir (Affîfî, II, 213-215). Bu anlamdaki yaratma,
ginlerinin kozmolojiye dair fikirlerine müslüman
aslında sürekli tecellîden başka bir şey değildir.
mütefekkirler vâkıf olmuştu.
Bu tecellînin farklı dereceleri beş âlemi (avâlim-i
hamse) meydana getirir. İslâm felsefesini daha çok metafizik, psikoloji ve
ahlâk sahasında tesiri altında bırakan Eflâtun,
Kelâmcılar âlemin yaratılmış, İslâm filozofları ise
Arapça’ya tercüme edilmiş bulunan Timaios diya-
kadîm olduğunu savunurlar. İlk sûfîler bu konu-
logu aracılığıyla İslâm kozmolojisinin teşekkülü-
da kelâm âlimleri gibi düşündükleri halde sonraki
ne de katkıda bulunmuştur. Özellikle onun ideler
mutasavvıflar bu iki görüşü uzlaştırmaya çalış-
âlemi ve gölgeler âlemi ayırımı, Kindî ile başlayacak
mışlar, fakat sonuç itibariyle filozofların görüşle-
olan “akledilir âlem”-“duyulur âlem” ayırımına
rini kabullenme yoluna girmişlerdir. İbnü’l-Arabî,
ilham vermiş, ayrıca Eflâtun’un âlemi insan gibi
Sadreddin Konevî, Sadreddin eş-Şîrâzî ve Câmî
cisimden ve ruhtan müteşekkil saymış olması,
gibi mutasavvıflarda bu durum açıkça görülür.
“âlem ruhu” kavramının İslâm kozmoloji doktrin-
Tasavvufta genellikle üç âlemin varlığı kabul edilir. lerinde hareket prensibi olarak merkezî bir yer
Akıl ve duyu ile bilinen maddî âlem, bu yolla biline- işgal etmesini sağlamıştır.
meyen mânevî âlem ve ikisi arasında köprü vazife-
Bunun yanında Tanrı’dan başka ilâhî bir cevher
si gören berzah âlemi. Maddî ve mânevî âlemler,
olarak gayri maddî telakki edilen ruh anlayışı, İs-
yapılarına göre cismanî - ruhanî, şeffaf olup olma-
lâm filozoflarınca benimsenmiş bir başka önemli
dıklarına göre kesif - latif, kaynaklarına göre zul-
fikirdir.
mânî - nûrânî, idrak edilir olup olmadıklarına göre
şehadet - gayb, derecelerine göre de süflî - ulvî gibi Aristo’nun De Caelo (gök hakkında) adlı eseriyle,
çeşitli isimler alırlar (bk. Gazzâlî, Mişkâtü’l-en- kendisine isnat edilen De Mundo (âlem hakkında)
vâr, s. 25). İbnü’l-Arabî’den itibaren insana küçük adlı kitap, İslâm dünyasına es-Semâ ve’l-âlem şek-
âlem (el-âlemü’s-sagīr, el-âlemü’l-asgar), kâinata linde birleştirilerek aktarılmış ve bu eser felsefî
da büyük âlem (el-âlemü’l-kebîr, el-âlemü’l-ekber) İslâm kozmolojilerinin Helenistik kaynakların-
denilmiş, insanın küçük âlem, âlemin büyük insan dan birini teşkil etmiştir. Onun özellikle ay altı ve
olduğu vurgulanmıştır (el-Mucemü’s-sûfî, s. 818; ay üstü âlemler ayırımı doğrudan bir tesir olarak
İbrâhim Hakkı, s. 22, 312). zikredilmelidir.
Mutasavvıflara göre âlem son derece geniştir. Al- Filozofa göre, ay altı âlem oluş ve bozuluş (kevn
lah’ın öyle yaratıkları vardır ki yeryüzünden ve ü fesâd) âlemidir; ay üstü âlem ise ezelî ve ebedî
burada insanların yaşamakta olduklarından bile (ilâhî) varlıkların bulunduğu âlemdir.
haberleri yoktur. Tasavvufî eserlerde bu genişli- Oluş ve bozuluş âleminin dört unsurdan oluş-
ği ifade etmek için 18.000 veya 360.000 âlemin masına karşılık semavî âlem beşinci unsur olan

86
Vadi-i Hamuşan
esîrden meydana gelmiştir. Âlemin en dışında ilk
muharrik olan Tanrı’nın hareket ettirdiği ve sabit
yıldızların yerleştirildiği birinci gök, merkezinde
zof Yahyâ en-Nahvî tarafından ileri sürülen delil-
ler de İslâm dünyasında oldukça ilgi görmüştü ve
nitekim Gazzâlî Tehâfütü’l-felâsife’sini yazarken
A
ise sabit halde yeryüzü bulunmaktadır. Bu ikisi bu delillerden istifade etmiştir.
arasında da sayıları elli beşi bulan canlı felekler ve Klasik İslâmî kaynaklarda ilk İslâm filozofu diye
onlarla birlikte devrî şekilde hareket eden gök ci- tanıtılan Kindî, Helenistik literatürü yakından
simleri yer almaktadır. İlk hareket içe doğru çevri- tanımasına rağmen tavizsiz bir yoktan yaratma
lerek kozmik dönüşler sağlanır. Bu şekilde işleyen fikrini savunmuştur. Kindî’ye göre ezelî varlık
âlemin Aristo’ya göre ezelî oluşu, daha sonra bu fikri cismanî olamaz ve değişmemesi gerekir. Buna
yoktan yaratma inancıyla telif ederek yorumlama- karşılık âlem cismanî olduğuna ve sürekli değişme
ya çalışan müslüman filozoflar için problem teşkil halinde bulunduğuna göre ezelî değildir. Âlemin
etmiştir. varlığından önce hareketin varlığı kabul edilemez;
Aristo’nun İslâm dünyasında yaygın olarak Mâ aksi halde ezelî olduğu düşünülen varlığın değiş-
bade’t-tabîa adıyla bilinen Metaphysica’sına ait çe- ken olması gerekirdi ki bu apaçık bir çelişkidir.
şitli bölümler, özellikle “Lamda” bölümü, âlem ta- Zaman da hareketin ölçüsü sayıldığına göre âlem-
savvurunu metafizik kavramlarla temellendirme den önce zamanın var olduğunu düşünmek de bir
hususunda müslüman düşünürleri hayli etkile- çelişkidir. Şu halde zaman ve hareket parametre-
miştir. Onun bu eserinde geliştirdiği ve başlıcala- leri içinde değişken olan âlem sonludur ve yoktan
rını cevher-araz, madde - sûret ve dört sebep fikrinin yaratılmıştır. Çünkü âlemi önce sakin iken sonra-
teşkil ettiği teoriler, İslâm Meşşâî felsefesinin dan harekete geçmiş ezelî bir varlık olarak düşün-
de başlıca temaları haline gelmiş, fakat bu fikir- düğümüzde de ezelî olanın değişkenliğini bir defa
ler müslüman filozofların kaleminde az çok kılık daha ileri sürmüş ve çelişkiye düşmüş oluruz.
değiştirmiştir. Bu değişmenin en çok Allah-âlem İslâm’da ilk defa Fârâbî’nin kaleminde ifadesini
münasebeti, daha doğrusu âlemin yaratılışı konu- bulan ve İbn Sînâ’nın eserleriyle son şeklini alan
sunda olduğu söylenebilir. sudûr teorisi asıl itibariyle varlığın vâcip (zorunlu)
Eflâtun’da belli belirsiz de olsa mevcut bulunan ve mümkin olarak ikiye ayrılmasına, yaratmanın
yaratma fikrine karşılık Aristo’nun âlemin ezelî akletme faaliyeti olarak düşünülmesine ve niha-
olduğu fikrini ileri sürmüş olması, bu filozoftan yet “bir’den ancak bir sâdır olur” prensibine daya-
etkilenen müslüman düşünürleri, İslâm inancıy- nır.
la telifi daha müsait olan alternatif modeller ge- Sudûr, âlemin yüce ve kemal sahibi zorunlu var-
liştirmeye itmiştir. Buna imkân veren bir diğer lıktan (vâcibü’l-vücûd, Allah) belli bir düzen için-
faktör de, Aristo’ya nisbet edilen ve gerçekte Yeni de ve devamlı olarak taşması, bu suretle zorunlu
Eflâtuncu filozof Plotinus’un eseri Enneades’in varlığın kendisinden başka varlıklar vücuda getir-
IV., V. ve VI. kitaplarının özeti mahiyetinde olan mesinden ibarettir.
Esûlûcyâ (teoloji) adlı kitabın İslâm felsefe çevre- Bu şekilde kendi zâtını akletmesiyle (taakkul)
lerinde yaygın şekilde okunmasıydı. Allah’tan ilk taşan şey, ilk akıldır (el-aklü’l-evvel).
Böylece Eflâtun ve Aristo’yu Doğu mistisizmine Özü itibariyle mümkin olan bu akıl, zorunlu var-
has bir fikir atmosferi içinde uzlaştıran Yeni Ef- lığa nisbeti içinde vâciptir. Ancak özündeki müm-
lâtuncu fikirler, İslâm düşüncesinde sudûr teorisi kin oluş özelliği, kendisinde çokluğun da bulun-
olarak bilinen açıklama modelinin oluşmasına ze- ması anlamına gelir.
min hazırlamıştır. İlk aklın kendi üstündeki prensibi akletmesi, ikinci
Yeni Eflâtuncu literatür içinde Hucecü Bruklüs fî aklın sudûruna yol açar; kendi mümkin özünü ak-
kıdemi’l-âlem adıyla anılan ve âlemin ezelîliğini sa- letmesiyle de ilk feleğin nefsi ve cismi meydana
vunan eserler de müslümanlarca tanınmaktaydı. gelir. Burada İbn Sînâ’nın; a) tamamen gayri maddî
Proclus’a ait bu eserdeki fikirlere karşı VI. yüzyıl- akıl, b) gayri maddî ama faaliyetinde cisme ihtiyaç
da yoktan yaratma fikrini savunan hıristiyan filo- duyan nefis, c) üç boyutlu, bölünebilir cisim şeklinde

87
Vadi-i Hamuşan
koyduğu ontolojik ayırımının belirmeye başladığı rumlarda farklı sûretler kabul eden aynı madde-
görülmektedir. den meydana gelmiştir. Bu sebeple sürekli olarak
İkinci aklın aynı şekilde ilk prensibi akletmesi birbirlerine dönüşürler. Bu değişme bir sûretin
üçüncü aklı, kendi özünü düşünmesi ikinci feleğin yok olup yenisinin kabul edilmesiyle oluşur. Ma-
nefsini ve cismini meydana getirir ve bu, ay altı denlerden başlayarak, bitkiler ve hayvanlar âle-
âlemi yöneten onuncu akıl ve dokuzuncu feleğin mine ait olan ve nihayet meteorolojik mahiyette
sâdır olmasına kadar devam eder. Böylece on akıl bulunan hadiseler daima söz konusu madde-sûret
ve dokuz felek, bir dizi akletme sonucu meydana ve dört unsur, dört nitelik esası üzerinde cereyan
gelmiş olur. eder. Ancak bu değişmeler bağımsız ve kendiliğin-
den değildir. Onlar ay altı âlemdeki bütün faali-
Şu halde yaratma veya var etme süreci ile akletme
yetleri düzenleyen onuncu akıl tarafından meyda-
süreci aynıdır ve daha yüksek varlık mertebeleri-
na getirilir. Kaldı ki, unsurlardan oluşan âlemin
nin akledilmesiyle daha alttakiler oluşur. Burada
gerek ilk maddesi (heyûlâ) gerek sûretleri, faal
ayrıca dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu
aklın feyzinden kaynaklanmaktadır. Böylece akıl-
semavî akılların teolojik bir kavram olan melek-
lar ve nefislerden oluşan ve gayri cismanî (meta-
lere tekabül etmesidir. Nitekim faal akıl veya vâ-
fizik) olan âlemin cismanî (fizik) âlemdeki bütün
hibü’s-suver olarak da anılan onuncu akıl, İslâm
değişiklikleri kontrol ettiği bir âlem tasavvuruna
felsefesinde Rûhulkudüs yani Cebrâil ile özdeşleş-
ulaşılmaktadır. Hatta ay altı âlemde, yine dört
tirilmiş ve vahyin veya ilhamın aracı olarak düşü-
unsurun çeşitli oranlarda terkibinden meydana
nülmüştür. Ayrıca insanda bulunan kuvve halin-
gelen canlılar âlemi, en kapsamlısı insanda bulu-
deki aklı fiil haline getiren ve ay altı âlemdeki oluş
nan ve kısmen hayvanlarla bitkilerde de görülen
ve bozuluşları düzenleyen kozmik bir güç olarak
gelişme, üreme, hareket, idrak ve düşünme gibi
da faal akıl çok yönlü fonksiyona sahiptir.
faaliyetlerini yine gayri cismanî olan nefis faktö-
Böylece âlemin akıllar (melekler), nefisler ve gök rüne borçludur. Nefis bu fonksiyonların canlılar
cisimlerinden oluşan semavî bölgesi, ay feleği ile, mertebesindeki yerleşimine göre nebatî, hayvanî
oluş ve bozuluşların meydana geldiği ay altı âlemden ve nâtık nefis adını alır ve hepsi birden insan nef-
ayrılmış olmaktadır. Bu ayırım aynı zamanda koz- sinde toplanmış bulunur.
molojik ve ontolojik bir farka da delâlet eder. Söz İslâm Meşşâî felsefesi Aristo’yu takip ederek âlem-
konusu modelde semavî âlem, sekizi Batlamyus de boşluğun (halâ) bulunmadığı fikrini savunur. İbn
sisteminden alınmış olan dokuz felekten meyda- Sînâ âlemin tek ve küllî bir küre (yuvar = sphère)
na gelmektedir. Bunlardan sonuncusu, müslüman olduğunu ileri sürerken bu fikri esas alır. Ona göre
astronomlar tarafından eklenen ve sabit yıldızlar bir başka küllî âlem olsaydı onun da bir başka küre
feleğinin üzerinde yer alan atlas feleğidir. Her biri olması gerekirdi ve aralarında boşluk bulunurdu;
tek veya bir grup melek tarafından yönetilen ve oysa âlemde boşluk yoktur. Bu görüşün doğurdu-
bir üst varlık prensibine bağlı bulunan feleklerin ğu bir başka felsefî sonuç da atomculuğun reddi-
hareketi Allah tarafından verilir. Burada yalnızca dir. Oysa İslâm kelâmcılarının savunduğu atomcu
en dıştaki feleği hareket ettiren Aristocu tanrı anlayı- âlem görüşünde boşluk, atomların, içinde hareket
şı yerine, feleklerin hepsini aynı anda hareket ettiren edebilmesi için kabul edilmesi gereken ontolojik
bir tanrı anlayışı söz konusudur. Bu topluca hareke- bir realitedir. Buna mukabil âlemde boşluk ka-
tin sağlanmasında akıllar doğrudan, nefisler do- bul etmeyen ve madde-sûret teorisini esas alan
laylı bir görev üstlenmiştir. Akıl ve nefis faktörü Meşşâî âlem modelinde ne mekân ne de zaman,
göklere canlılık ve iradî hareket imkânı verir ve cisim ve hareketten bağımsız birer realite olarak
doğrudan doğruya Allah’ın emrine muhatap ola- düşünülmez. Söz gelişi, eğer uzay sonlu ise onun
bilmeleri bu tabiatları sayesinde gerçekleşir. ardında ne bulunduğu şeklindeki bir soruya İbn
Ay altı âlem, diğer deyişle kevn ü fesâd âlemi ise Sînâ’nın vereceği cevap, bu sorunun saçma oldu-
her biri belirli tabii niteliklere sahip olan dört un- ğu, cismanî varlığın bulunmadığı yerde uzayın da
surdan teşekkül etmiştir. Bu dört unsur çeşitli du- bulunamayacağı tarzında olacaktır. Aynı şekilde

88
Vadi-i Hamuşan
hareket ve değişme yoksa zaman da yoktur. Çün-
kü zaman hareketin ölçüsüdür. Bunun yanı sıra
Aristocu dört sebep teorisinin Meşşâî modelde
gerekirdi ki bu da imkânsızdır. Bu durumda ya
Allah’tan yokluğun sâdır olduğu söylenmelidir
-ki bu doğru değildir, zira âlem vardır- yahut
A
merkezî bir yer işgal etmesinden doğan bir baş- da âlemin Allah’ın ezelî ve yaratıcı iradesiyle
ka ayırıcı özellik de kâinatta hiçbir hadisenin belli birlikte ezelden beri var olduğu kabul edilmeli-
bir sebepten hariç olamayacağı, tabiatta tesadüfe dir. Kaldı ki, âlem zorunlu varlığın bir taşması
imkân bulunmadığı ve âlemde bir determinizmin olduğuna göre sudûr merhalesinden önce bir
hüküm sürdüğü fikridir. Bu fikir Sünnî kelâm sis- yokluk tasavvur etmek, Meşşâî düşünüşe göre
teminde Allah’ın mutlak kudreti ve fâil-i muhtâr neredeyse imkânsızdır.
oluşu inancıyla uzlaştırılamaz bulunmuş ve sabit XI. yüzyıl İslâm düşüncesinin kavşak noktasında
tabiatlar veya tabiat kanunları fikri reddedilerek duran ve kendi çağının yaygın fikir akımlarıyla he-
indeterminizme meyledilmiştir. saplaşmaya girişen Gazzâlî, Fârâbî ve İbn Sînâ’nın
İslâm felsefe çevrelerinde âlemin tek, bütün ve eserlerinde ifadesini bulan ezelî âlem tasavvuru-
organik bir sistem olarak kavranışı, onun, çeşit- nu şiddetle eleştirmiş, âlemi Allah’tan başka bir
li organlardan müteşekkil olmasına rağmen tek kadîm varlık şeklinde düşündükleri ve böylece
bir ferdiyet olan insana benzetilmesine yol açmış İslâm’daki tevhid akîdesinin dışına çıktıkları ge-
ve âleme “büyük insan” denmiştir. Buna karşılık, rekçesiyle filozofları tekfir etmiştir. Gazzâlî’nin
Allah’tan başka varlıklara ait bütün mertebelerin bu konudaki hareket noktası, Allah’ın âlemi ira-
kendisinde toplandığı bir varlık olarak düşünül- desinin dışında belirlenmiş bir zamanda değil,
mesi dolayısıyla insana da “küçük âlem” adı ve- kendi dilediği anda yaratmış olduğudur. Onun
rilmiştir. Makrokozmos (âlem) ve mikrokozmos iradesi herhangi bir sınırlama ve tayinle bağımlı
(insan) arasındaki bu münasebetin İslâm felsefe olmadığı için Allah’ın âlemi neden şu zamanda
geleneğiyle tasavvuf anlayışında ortak bir kabul değil de bu zamanda yarattığını sormak saçmadır.
gördüğünü özellikle belirtmek gerekir. İslâm fel- Aynı şekilde Allah’ın iradesi herhangi bir sebebe
sefesinde küçük ve büyük âlem arasındaki müna- bağlı da değildir veya en azından bu sebep kendi
sebet genellikle adalet prensibine dayandırılır ki iradesi dışında değildir. Ayrıca her sebebi o anda
bu prensip büyük âlemde nizamı, küçük âlemde bir sonucun takip ettiği fikri de zorunlu değildir
ise itidali gerçekleştirir. ve sonucun sebebin mevcudiyetinden bir süre
İslâm filozofları determinizm prensibinden yola sonra doğması hiç de akıl dışı değildir. Dolayısıyla
çıkarak; Allah’ın iradesini ezelî kabul edip âlemin bu irade
a) Her eserin bir illeti vardır, sebebiyle ve bu iradenin belirlediği zaman içinde
meydana geldiğini benimsemek mantıklıdır.
b) İllet eserin dışında, ondan başka bir varlığın fi-
ili olmalıdır, Bunun yanı sıra sudûrcu âlem görüşünde yer alan
determinizm ve yaratılış sürecine iştirak eden
c) İllet yahut da yaratıcı bir fiil, eserini yani sonu-
aracı ve görevli varlıklar fikri, Eş‘ariyye kelâmının
cunu aynı anda meydana getirir şeklinde oluş-
dayandığı Allah’ın yegâne fâil-i muhtâr varlık olu-
turdukları aksiyomlardan şu fikre varmışlardı:
şu fikriyle temelden çeliştiği içindir ki Gazzâlî bu
Âlem yokluktan meydana gelmiş olsaydı onu
teoriye de şiddetle hücum etmiş, tatmin edici bul-
meydana getiren illet maddî ve tabii varlık ola-
madığını ve tutarsızlıklarla dolu olduğunu beyan
mazdı; çünkü hipotez gereği henüz fizik varlık
ederek reddetmiştir. Onun Tehâfütü’l-felâsife adlı
söz konusu değildir. Bu illet, âlemin muayyen
eserinde öne sürdüğü güçlü tenkitlere İbn Rüşd
bir zamanda yaratılmasını dileyen ilâhî irade
Tehâfütü’t-Tehâfüt adlı eseriyle karşılık vermişse
şeklinde ifade edildiğinde ise ilâhî iradenin baş-
ka bir sebepten müteessir olduğu sonucu orta- de bu eserde Gazzâlî’ye ve kelâmcılara yöneltilen
ya çıkar. Oysa bu imkânsızdır. Ayrıca Allah’ın tenkitler, Sünnî kelâmın artık yerleşmiş bulunan
ilminde değişiklik meydana getirdiği düşünü- hâkimiyetine bir halel getirmemiştir.(1)
len böyle bir sebebin bu ilmin dışında olması (1) DİA; [ÂLEM -

89
Vadi-i Hamuşan
Âlem b. Tasavvufa göre, yaradılışın safha safha oluşma-
a. Yerde ve gökte yaratılmış olan şeylerin bütünü, sında, mertebe mertebe tecellisinde, ruhla mad-
kâinat, evren.(1)(2)(3) de arasında ruhun maddeye en yakın olduğu
âlem, geçit âlemi.(2)(4) Ruhların beden kalıbına
b. Yeryüzü, dünya, cihan, acun, evren.(1)(2)(3)(5)
girmeden önce bulundukları manevi âlem ile
c. Diyar.(1) maddi âlem arasındaki yer.(3)
d. Herkes, bütün insanlar.(1)(2)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
e. Kendi içinde bir bütün oluşturduğu tespit veya (2) Albayrak, Nurettin, a.g.e.
tahmin edilen varlıklar veya soyut kavramlar (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
topluluğu.(2)
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
f. Herkes, el gün, başkaları, eller, yabancılar.(3)
g. Duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen veya mev-
Âlemi Ceberrut
cudiyeti düşünülebilen, Allah’ın dışındaki var-
lık ve olayların tamamını ifade eden terim.(4) a. Arş-ı âlânın en alt, fakat gökyüzünün en üst ta-
bakasıdır.(1)
e. Tasavvufta birçok tamlamalarla kullanılan âlem,
Allah tarafından yaratılmış her şeydir.(5) b. Âlem-i Lâhuttan sonra gelen, Allah’ın bütün
varlıkların üzerinde olan kudretinin tecelli ettiği
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. âlem, İlahi kudret âlemi.(1)(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Pala, İskender Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü
Âlemi Dünya
Alemeyn Tasavvufa göre, Hakk’ın insan vasıtasıyla nazar et-
Dünya ve ahiret, iki âlem.(1)(2) tiği âlem, dünya âlemi, içinde yaşanan dünya.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.

Âlemi Ahar Âlemi Emr


Tasavvufta, misâl ve felekler âlemidir. Onun üze- a. Hiçbir şart ile bağlı olmayan dünya.(1) Herhangi
rinde nefisler ve akıllar âlemi vardır.(1) bir sebeple bağlı olmaksızın Hak tarafından vücut
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. bulan âlem, emir âlemi, melekût âlemi, âlemi
emr olarak kabul edilir.(3)
Âlemi Beka b. Âlemi şahadetten, yani görünen maddi âlem-
Ebedi âlem, ahiret.(1)(2) den başka âlemlere verilen isim, âlemi gayb.(2)(4)

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Çağbayır Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kaya, Doğan. a.g.e.
(4) Aybayrak, Nurettin, Ansiklopedik Halk Edebiyatı
Âlemi Berzâ
Sözlüğü
a. Sufiler tarafından kabul edilen, bir misal âlemi.
Ruhlar âleminde bulunan her ferdin, cisimler
âlemi olan dünyada bürüneceği şeklin benze- Âlemi Ervah
rinin, bu âlemde zahir olmasından dolayı, bu Cisim olmadıkları için, zaman ve mekânla ilgisi ol-
mertebeye misal âlemi ve Âlem-i Berzâ denir.(1) mayan ruhlar âlemi. Âlemi ervahtaki her ruh hem

90
Vadi-i Hamuşan
kendini, hem de kendini yaratanı idrak etme yeti-
sine sahiptir.(1)(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kaya, Doğan. a.g.e.
A
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Âlemi His
Beş duyu organından herhangi biri ile (duyularla)
algılanabilen, idrak edilen âlem, madde âlemi.(1)
Âlemi Esbab (2)(3)
a. Sebepler âlemi,
(1) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
b. Dünya, içinde yaşanılan dünya, bu dünya.(1)(2)(3) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Âlemi Itlak
Tasavvufa göre, Allah’ın zat âlemi, ahadiyet maka-
Âlemi Fâni mı, âlemi lahut.(1)(2)
Geçici âlem, içinde yaşanılan dünya, sonlu dünya, (1) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
bu dünya.(1)(2)(3) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

(1) Albayrak, Nurettin. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Alemi Kebir
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. Büyük âlem, kâinat.(1)
b. Kâinata göre çok küçük olduğu halde her şeyi
Âlemi Fark kendinde topladığı, âlemlerin aslı ve yaratılış se-
Tasavvufa göre, aslında birlikten, vahdetten doğ- bebi olduğu için mecazen insan. Kâinat büyük
duğu, zuhur ettiği halde, ayrı ayrı şekillere bürün- âlem, insan küçük âlemdir. Kâinat insanın büyük
düğü için her şeyin birbirinden farklı olarak çok- nüshası, İnsan ise kâinatın küçük nüshasıdır.(1)(2)
luk, kesret şeklinde göründüğü dünya âlemi.(1)(2) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Albayrak, Nurettin. a.g.e. (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


Âlemi Kevn ve Fesâd
Alemi Gayb Var olma ve bozulup dağılma dünyası.(1) Yaratılan
ve son bulacak olan geçici âlem, dünya, kâinat.(2)
Bilinen ve içinde yaşanan maddi âlemin dışındaki
bilinmeyen, görünmeyen âlem, gizli dünya, gayb (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
âlemi.(1)(2)(3) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

(1) Aybayrak, Nurettin. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Âlemi Kübra
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Büyük âlem. Zahiren kâinat kastedilir. İnsan ise
küçük âlemdir.(1)
Âlemi Halk (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
a. Bütün doğmuşlar, yaratılmışlar âlemi.
b. Beş duyu ile idrak edilen âlem.(1)(2) Âlemi Kuds
c. Hak tarafından bir sebebe bağlı olarak yaratıl- a. Noksansız yaratılmış mukaddes âlem, İlahi ma-
mış âlem. Şahadet âlemi bu gruptadır.(3) nalar âlemi.(1)

91
Vadi-i Hamuşan
b. Hakk’ın sıfat ve isimleri.(2) rinin, bu âlemde zahir olmasından dolayı bu
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
mertebeye misal âlemi denmiştir. Âlem-i Ber-
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. zah da denilir.(1)(2)
b. Ruhun ilahi âlemden cisimler âlemine inerken
geçtiği varlıkların hayalleri ile dolu olan,(3) ruh-
Âlemi Külli
lar âlemiyle madde âlemi arasında bulunan,
Tasavvufa göre, kendisine “vücut”, varlık denilen madde âleminde zuhura gelecek bütün varlık-
zattır. Bunların tamamı mücerred ruhlar, mu- ların latif suretler halinde örneklerinin var ol-
seccem nurlar, münevver (aydınlık) ve karanlık duğu âlem.(4)
cisimlerdir.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. (2) Erginli, Zafer. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Âlemi Lâhut (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

a. Âlemlerin en üstünü ve evveli, Allah’ın zat âle-


mi.(1)(2) Âlemi Mülk ve Şahadet
b. Manevi âlem, Allah’ın katı.(3) a. Âlemi şahadet, âlemi melekûtun basamağıdır.
(1) Albayrak, Nurettin, a.g.e. Sıratı müstakime sulûk, bu yükselişten ibaret-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. tir. Mülk, şahadet âlemidir. Bize göre şahadet
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. âlemi âdet olarak his ile (duyu organlarımızla)
idrak ettiğimiz her şeydir.
b. Cisimler âlemi, madde âlemi, görünen âlem.(2)(3)
Âlemi Mana
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
a. Manevi âlem, mana âlemi, rüya.(1)(3)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
b. Görülmeyen âlem.(2)
(3) Kaya, Doğan, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terim-
(1) Albayrak, Nurettin. a.g.e. leri Sözlüğü
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Âlemi Nâsut
a. İnsanlık âlemi.(1)
Âlemi Melekût
b. Görünen âlem, zahir âlem.(2)
a. Meleklerin türediği belirtilen nurani, şerefli,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yüce cevherlerdir. Nurlar, onlardan beşeri ruh-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lara taşar.(1)
b. Şahadet âlemi ile ceberût âlemi arasındaki ara
âlem.(2) Âlemi Nurani

c. Allah’ın mutlak egemen olduğu âlem.(3) Her cismin fıtratına uygun bir yaratılışı vardır ve
buna nurani âlem denir.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Âlemi Sagir
Âlemi Misal a. Büyük âlem olan kâinata göre küçük âlem olan
a. Sufiler tarafından kabul edilen bir misal âlemi. insan.(1)(2)
Ruhlar âleminde bulunan her ferdin cisimler b. Kendi küçük olduğu halde her şeyi kendinde
âlemi olan dünyada bürüneceği şeklin benze- topladığı, âlemlerin aslı ve yaratılış sebebi ol-

92
Vadi-i Hamuşan
duğu için en büyük âlem (âlem-i kübra) sayılan
insana göre fer’i yani teferruat vaziyetinde olan
diğer varlıklar, diğer yaratılmışlar.(1)
lir. Bir duvarında mihrap olan bu mekânın altında
esas mezar odası bulunmaktadır. Nisbetleri bakı-
mından biraz dar ve geometrik motiflerin hâkim
A
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
olduğu çerçevelerle sınırlanmıştır. Bu çerçeveler-
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
de dal kıvrımları aralarında hayvan kabartmaları
yer almaktadır.

Âlemi Süfli Alemşah Kümbeti Anadolu Selçuklu türbe mima-


risinin devamı sayılan bir yapı olmakla beraber,
Yeryüzü, dünya.(1)(2)
süslemesindeki bazı motifler Orta Asya gelenek-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lerine işaret etmektedir.(1)
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(1) DİA; [ALEMŞAH KÜMBETİ - Semavi Eyice] c. 02;
s. 368
Âlemi Suğra
Küçük âlem. Tasavvufta küçük âlem ifadesiyle in- Alevi
san kastedilir. Hz. Ali’ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli dinî
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. ve siyasî gruplar için kullanılan bir terim.
Sözlükte “Ali’ye mensup” anlamına gelen kelime-
nin çoğul şekli Aleviyye ve Aleviyyûn’dur. Alevî
Âlemi Sûri
terimi İslâm kültür tarihinde Hz. Ali soyundan
İçinde yaşadığımız, gözümüzün gördüğü dünya gelenler mânasında, ayrıca siyasî, tasavvufî ve
âlemi. Şahit olunan zahiri âlem.(1)(2)(3)
itikadî anlamda kullanılagelmiştir. Hz. Ali soyun-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. dan, oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Ha-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. nefiyye, Ömer ve Abbas vasıtasıyla gelenlere Alevî
(3) Albayrak, Nurettin. a.g.e. denilmiştir (Makrîzî, I, 8).
Emevîler’in son dönemlerinden itibaren Hz.
Âlemi Ulvi Ali’nin soyundan gelenler, özellikle Hasan ve Hü-
Madde âleminin üstünde yüce âlem, ruhlar âlemi. seyin’in neslinden olanlar için şerif, seyyid, emîr
(1)(2) gibi lakaplar yanında Alevî nisbesi de kullanılma-
ya başlamış ve bu husus daha sonraki devirlerde
(1) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
devam etmiştir. Günümüzde de aynı nesle bağlı
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
olanlar bu nisbeyi kullanmaktadır (el-Kāmû-
sü’l-İslâmî, V, 463-466).
Alemşah Kümbeti Emevî ve Abbâsî devirlerinde iktidara karşı Hz.
Sivrihisar’da XIV. yüzyıla ait bir türbe. Ali soyuna mensup çevrelerde beliren hareket-
Kapısı üstündeki Arapça kitâbeden anlaşıldığına lerde Alevî nisbesi kendini göstermiş, fakat ba-
göre, İlhanlı Beyi Sultan Şah için bir mescid ve zan da Hz. Ali soyu ile hiçbir bağı bulunmayan
bir medrese ile birlikte 728 (1327-28) yılında Me- çevreler, sadece hareketlerine nüfuz ve yaygınlık
likşah tarafından yaptırılmıştır. Son yıllarda da kazandırmak amacıyla kendilerini Alevîliğe nisbet
önemli ölçüde bir tamir görerek harap olmaktan etmişlerdir. 255 (869) yılında Basra’da ortaya çı-
kurtarılmıştır. kan Zenc İhtilâli buna bir örnek teşkil eder (bk.
Türbenin sekizgen gövdesi muntazam işlenmiş Mes‘ûdî, VIII, 58).
kesme mermer taşlarından yapılmış, üstü tuğla- İslâm siyasî tarihinde ise bu terim ilk defa hilâ-
dan yine sekiz dilimli bir piramit külâhla örtül- fetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmaya
müştür. İki taraflı merdivenle çıkılan üst mekâna başlamıştır. Hz. Peygamber’in vefatını müteakip
zengin süslemeli bir niş içine açılmış kapıdan giri- ortaya çıkan ve üçüncü halifenin öldürülmesin-

93
Vadi-i Hamuşan
den sonra da şiddetlenen hilâfet münakaşaların- Osmanlı arşiv belgeleri ve vekayi‘nâmelerinde kı-
da Ali tarafını tutanlara el-Aleviyye veya şîatü Alî zılbaş veya Râfizîler diye geçmesine rağmen bun-
(Ali’ye bağlı olanlar, Ali taraftarları), bunların kar- lar kendilerine Alevî nisbesini vermişlerdir (bk.
şısındaki gruplara da el-Ömeriyye, el-Osmâniyye Öztelli, s. 188-189).(1)
(Ömer ve Osman’a, dolayısıyla Ebû Bekir’e bağlı (1) DİA; [ALEVÎ - Ahmet Yaşar Ocak] c. 02; s. 369
olanlar) denilmiştir.
Bu anlamıyla Alevî terimi Hz. Ali taraftarlarından
Alevi
oluşan siyasî topluluğu ifade eder. Bununla birlik-
te, Abbâsîler’in iktidarı boyunca merkezî idarenin a. Aleviliği benimsemiş olan, Alevilik meşrebinden
zayıflaması sonucu İslâm dünyasının muhtelif olan,(6)(1) Hz. Ali’ye intisabı olan, Kızılbaş,(5)(8)
yerlerinde ortaya çıkan ve mahallî idareyi ellerine Şii mezhebinden olan.(7) Hz. Ali’yi diğer halife-
geçiren veya müstakil devletler kurabilen sülâleler lerden daha çok seven, daha üstün tutan, Hz.
de kendilerinin Hz. Ali soyuna mensup olduklarını Ali taraftarı.(2) Hz. Ali’ye bağlılık noktasında
göstermek üzere Alevî nisbesini kullanmışlardır. birleşen, Hz. Ali’ye hususi ilgi gösteren(7)(8) çe-
Fas’ta İdrîsîler ve bizzat Alevî nisbesini taşıyan şitli dini ve siyasi gruplar.(4)
sülâle, Mısır’da Fâtımîler, Yemen’de Süleymânîler b. Hz. Ali ve Hz. Fatma’nın neslinden gelen,(1)(2)
ve Ressîler, Kuzey İran’da Zeydîler, Âmül’de Ha- (7) seyit, şerif.(8)

senîler ve İspanya’da Hammâdîler Alevî devletler c. Hz. Ali’ye varan tarikat silsilesi.(8) Silsile olarak
olarak görülürse de (bk. Bosworth, s. 25, 59, 63) Hz. Ebu Bekir’e bağlananlar Sıddıkî, Hz. Ali’ye
bunların çoğunun gerçekte Hz. Ali’nin soyu ile bağlananlar ise Alevi olarak anılır.(3)
bağları bulunmadığı bugün bilinmektedir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Alevî terimi tasavvufta bazı tarikatların ortak
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
adı olarak da kullanılmıştır. Tasavvufun XI. yüz-
(3) Kaya, Doğan. a.g.e.
yıldan itibaren tarikatlar şeklinde teşkilâtlan-
(4) DİA
masından sonra bunlardan bazıları silsilelerini
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
çeşitli maksatlarla Hz. Ali’ye dayandırdıkları için
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
“Alevî tarikatlar” diye tanınmışlardır. Kādiriyye
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
ve Rifâiyye bunlardandır. Bazıları da -Nakşiben-
(8) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
diyye gibi- silsilesini Hz. Ebû Bekir’e dayandırdık-
larından “Bekrî” diye anılmışlardır (Trimingham,
Alıç Türbesi-Çankırı
s. 262-263).
Bununla birlikte alevî teriminin asıl anlamını ka- (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
zandığı ve yaygın olarak kullanıldığı saha, Hz. Ali
hakkında beslenen inançlara dairdir. Genellikle Alıçlı (Kümbet) Türbesi-Malatya
Şiîler ve Şîa içinde yer aldıkları kabul edilen bazı (1) Malatya, “Malatya’da Tescil Edilmiş Taşınmaz
mezhepler Alevî nisbesini alırlar. Nitekim Zey- Kültür Varlıkları” (2013 Kasım-Aralık) s.4. htt-
diyye, İsnâaşeriyye gibi mutedil Şiîler’in yanında ps://www.bayramozcan.av.tr/Uploads/Page/Ek/
Beyâniyye, İsmâiliyye ve Bâtıniyye mensupları www_malatya_gov_tr_upload_7_files_projeleri-
Alevî diye bilinirler. Fakat çağımızda asıl Alevîler miz_kultur_varliklari.pdf
olarak tanınan iki itikadî mezhep vardır. Bunlar-
dan biri, bugün genellikle Lübnan, Suriye, Hatay Alışoğlu Türbesi-Ankara
yörelerinde varlığını sürdüren Nusayrîlik, diğeri
(1). a.g.e.S. 254
ise XIII. yüzyılda Anadolu’daki etnik ve sosyal -
dinî kaynaşmaların bir sonucu olarak ortaya çı-
kan ve XVI. yüzyılda Safevîler’in propagandası ile Ali Ağa Türbesi-Sivas
gelişen Kızılbaşlık’tır. Bu mezhebe bağlı olanlar (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111

94
Vadi-i Hamuşan
Ali Asgar Efendi Türbesi-Kastamonu
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
ve Değerlendirmeler.” Türk Kültürü ve Hacı Bek-
taş Velî Araştırma Dergisi 33 (2005). s. 2
A
Ali Baba Türbesi-Arnavutluk-Akçahisar
Ali Ayağı Türbesi-Azerbaycan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 109
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8-

Ali Baba Türbesi-Arnavutluk-


Ali Baba (Gulami Ali Baba) Türbesi-İstanbul Akçahisar-Kruje
(1) Adresler. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 109-

Ali Baba Türbesi-Erzurum Ali Baba Türbesi-Bulgaristan


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 237

Ali Baba Türbesi-Erzincan Ali Baba Türbesi-Bulgaristan-Tekke Köyü


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291

Ali Baba Türbesi-Sivas Ali Baba Türbesi-Makedonya


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 612
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15,
(2) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 3,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 306 Ali Baba Türbesi-Yunanistan-Girit, Kandiye
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 994
Ali Baba Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 107,
Ali Behçet Efendi Türbesi-İstanbul
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 288 (1) Adresler. a.g.e.

Ali Baba Türbesi-İzmir Ali Beyaz Kardeşler Türbesi-Elazığ

(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 67, (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 223
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 198
Ali Bin Doğan Hademe-i Türbesi-
Ali Baba Türbesi-Kosova-Prizren, Jur Köyü Kosova-Vılçitrin
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 349,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 495
Ali Bin Durmuş Hademe-i Türbesi-
Kosova-Vılçitrin
Ali Baba Türbesi-Ankara
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538
(1). a.g.e.S. 72

Ali Bin Mustafa Ömeri Türbesi-Suriye


Ali Baba Türbesi-Malatya
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 117
(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53

Ali Bin Sehl Türbesi-İran


Ali Baba Türbesi-Çorum
(1) Özkurt, Kemal. “İsfahan’da Büyük Selçuklu ve
(1) Özdemir, Nazife. “Çorum İl Merkezine Bağlı Üç- İlhanlı Dönemi Mimari Eserleri.” YYÜ., SBE., Ya-
köy’deki Bazı Türbe ve Yatırlar Üzerine Derleme yınlanmamış Doktora Tezi, Van (2008). s. 180

95
Vadi-i Hamuşan
Ali Cafer Türbesi-Kayseri Ali Câfer Kümbeti yüksek bir kaide üstüne otur-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15,
maktadır. Asil ve zarif hatların hâkim olduğu bu
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 19,
türbede yalnız pencere çevreleriyle kapı, taşlar
(1) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 70,
işlenmek suretiyle bezenmiştir. Kapı mukarnas-
(1) Kahraman, Nurcihan. a.g.e. s. 25
lı bir tacın altında açılmıştır. Anadolu’daki Türk
yapı sanatının güzel örneklerinden olan Ali Câfer
Kümbeti’nin giriş mekânının hemen hemen bütü-
Ali Aba
nü yıkılmış durumda idi. Ayrıca külâhın yarısının
Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Ali, Hz Fatma, Hz. taşları dökülmüş ve iç dolgu meydana çıkmıştı.
Hasan ve Hz. Hüseyin’i ifade eden bir terim.(1) Ancak son yıllarda bu tarihî eserin sanat değeri
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in soğuk- anlaşılmış ve 1977 yılında büyük ölçüde tamir
tan korunmaları için geceleri örtmüş olduğu ken- edilmiştir. Halen mülkiyeti Kayseri Belediyesi’ne
di abası ile üzerini örttüğü dört yakını.(2) ait bulunmaktadır.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. (1) DİA, [ALİ CÂFER KÜMBETİ - Semavi Eyice] c. 02;
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. s. 384-385

Ali Câfer Kümbeti Ali Çelebi Türbesi-Yozgat


Kayseri’de XIV. yüzyıla tarihlenen bir türbe. (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 88
Kimin için yaptırıldığı bilinmemekte, sadece Ali
Câfer adında, tarihî şahsiyeti meçhul bir kişiye Ali Çelebi Türbesi-Amasya
izâfe edilmektedir. A. Gabriel, bu kümbetin 750
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
(1349-50) yılına doğru yapılmış olabileceğini bir
ihtimal olarak ileri sürmüş, birçokları da bu ta-
rihi kesin olarak kabul etmişlerdir. İçinde Sırçalı Ali Çelebi Türbesi-İstanbul
Kümbet’in de bulunduğu mezarlıkta olan Ali Câ- (1) Adresler. a.g.e.
fer Kümbeti’nde, külâh eteğinde Bakara sûresin-
den bir âyet yazılmış olup başka bir kitâbe yoktur. Ali Danışman Türbesi-Kastamonu
Yapı eğer gerçekten XIV. yüzyıl ortalarına ait ise
bu takdirde Eretnaoğulları’nın bu bölgedeki hâki- (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 282
miyeti sırasında yapılmış olmalıdır.
Ali Câfer Kümbeti sekizgen bir plana göre inşa Ali Dede Hazretleri Türbesi-Bursa
edilmiştir. Bu cins yapılarda nâdir rastlanan bir (1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e., s. 294
özellik olarak kapısının dışında küçük bir giriş
mekânı vardır. H. Ethem Eldem tarafından ileri Ali Echüri Türbesi-Mısır
sürüldüğü gibi, bu giriş mekânının sonradan ek-
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 15 s. 171
lenmediği A. Gabriel tarafından ispatlanmıştır.
İçten de sekizgen olan esas mekânı bir kubbe ör-
ter. Bunun üstünde ise yine sekiz köşeli piramit Ali Efendi Türbesi-Sırbistan-Ujice
biçiminde bir külâh vardır. İçinde duvarların sekiz (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 707
cephesinden, kemerler, istiridye kabuğu biçimin-
de küçük tromplar ve prizma şeklinde bir silme ile Ali El-Hadi Türbesi-Irak
kubbe yuvarlağına geçilir. Türbenin üç cephesinde
birer pencere açılmıştır. Esas taban yıkılmış oldu- (1) DİA, Cilt. 4 s. 50
ğundan evvelce içinde bulunması gereken sandu-
kadan hiçbir iz kalmamıştır. Ali Er Rumi Türbesi-Sandıklı
Çok intizamlı kesme taş kaplı olarak yapılmış (1) Karakuş, Ali Osman. a.g.e. s. 158

96
Vadi-i Hamuşan
Ali Fakih Türbeleri-Bosna
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 123
Ali Paşa Türbesi-Romanya
(1) DİA, Cilt. 35, s. 172
A
Ali Fenai Türbesi-İstanbul Ali Paşa Türbesi-Bosna

(1) Adresler. a.g.e. (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137,


(2) Kalajdzic, Mirsad. “Bosna’da Osmanlı Dönemi
Selatin Camileri.” Yük. Lis. Tz. Marmara Ün. Sos.
Ali Gazi Baba Türbesi-İstanbul Bilm. Enst. İstanbul (2006). s. 71,
(1) Adresler. a.g.e. (3) Engin, Refik. a.g.e. s. 124

Ali Gega Baba Türbesi-Arnavutluk Ali Paşa Türbesi-Makedonya

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 43 (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139

Ali Paşa Türbesi-Artvin


Ali Hadi Naki Türbesi-Irak
(1) Artvin Valiliği, “Artvin”, Artvin Valiliği İl. Kult.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 439
Tur. Mud.(2007) s. 43

Ali Hadi Türbesi-Irak Ali Paşa Türbesi-Tokat


(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 79 (1) Tokat. a.g.e. s. 269

Ali Han Türbesi-Aydın Ali Paşa Türbesi-Kosova


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 445

Ali İbni Şaban Efendi Türbesi-İstanbul Ali Paşa Türbesi-Macaristan


(1) Adresler. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 553

Ali Kayası’nın Çam Türbesi-Çorum Ali Rıza Efendi Türbesi-istanbul


(1) Özdemir, Nazife. a.g.e. s. 5 (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 52,
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 528

Ali Koç Baba Türbesi-Bulgaristan


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 311
Ali Paşa Camii Ve Türbesi
Romanya’nın Dobruca bölgesinde Babadağı kasa-
basında bir cami ve türbe.
Ali Kuşî Efendi Türbesi-İstanbul
Bir vakfiyesi bulunmakla beraber caminin yapıldı-
(1) Adresler. a.g.e.
ğı tarih ve bânisi kesin olarak belli değildir. Ekrem
Hakkı Ayverdi’ye göre, Vakıflar Arşivi’ndeki vak-
Ali Mest Edhemi Türbesi-Bursa fiye Sultan III. Mehmed zamanında (1595-1603)
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 düzenlenmiş ve sûreti 1019 Rebîülevvelinde
(1610) arşiv kaydına alınmıştır. Yine Ayverdi’ye
göre “gazi” lakabı ile tanınan Ali Paşa, dört defa
Ali Osman Efendi Türbesi-Tokat
Budin beylerbeyi olan serhad gazilerinden Ka-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 136 dızâde Ali Paşa’dır. Ancak bu Ali Paşa’nın Babada-

97
Vadi-i Hamuşan
ğı ile ne gibi bir ilgisi olduğu anlaşılmamaktadır. bahseder. Ali Paşa evkafından olan hamamdan
Romanya müftüsü Yâkub Mehmed Efendi’nin da hiçbir iz kalmamış, son kalıntıları 1955’te yok
yazdığına göre ise cami 1522 tarihine aittir. Hal- edilmiştir.
buki türbenin köşesinde Ali Paşa’nın ölüm tarihi Ali Paşa Camii bugün Romanya sınırları içinde bu-
olarak 1029 (1620) yılı bulunduğu gibi vakfiye lunan en büyük Osmanlı devri eseri olarak özel bir
kaydı da bunu desteklemektedir. Stanescu, ca- değere sahiptir.(1)
minin güzel bir vakfiyesi olduğunu, ancak bunun
(1) DİA; ALÂEDDİN BEY TÜRBESİ - Semavi Eyice c.
1938’den sonra kaybolduğunu, sadece fotokopisi-
2, s. 324
nin kaldığını bildirir. Cami XVIII. yüzyıldaki Türk-
Rus savaşlarında tahribe uğramış, XIX. yüzyılda
yanmış fakat daha sonra tekrar ihya edilmiştir. Ali Rıza Han Türbesi-Kosova
1907-1910 yıllarında bir tamir daha görmüştür. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 445
1966’daki ziyaretimizde çok bakımsız ve oldukça
harap halde iken sonraları tamir edilerek müze
Ali Sahip Ata Türbesi-Konya
haline getirilmiştir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
Ali Paşa Camii kare bir plana göre taşlardan yapıl-
mış olup üstü ahşap bir çatı ve kiremit örtülüdür.
Girişte pâyelere oturan üç sivri kemerli bir son Ali Sancak Baba Türbesi-Çorum
cemaat yeri vardır. Sonradan yapıldığı anlaşılan (1) Teb-Der. a.g.e. s. 26
minare kıble duvarının sağ köşesine bitişiktir.
Esas cümle kapısından başka, camiye sonradan
Ali Semerkandi Türbesi-Ankara
açıldıkları anlaşılan iki yan kapıdan da girilir.
Cami içinde üç duvar boyunca U biçiminde ahşap (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 159
bir mahfil bulunmaktadır. Ahşap kaplanmış olan
tavanın ortasında bir şemse vardır. Bunun içini de Ali Senai Efendi Türbesi-Edirne
bir dizi ayyıldız süsler. Bu tavan, üslûbundan açık- (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 30
ça anlaşıldığı gibi, XIX. yüzyıldaki yangından son-
ra yapılan tamire aittir. Caminin içinde ve dışında
herhangi bir mimari süsleme yoktur. Ali Sıtkı Efendi Türbesi-Afyon

Ali Paşa Türbesi ise muntazam kesme taştan altı (1) Karanfil-Güldemir, Münevver. a.g.e. s. 99
köşeli kubbeli bir yapıdır. Köşeleri pahlı olarak ya-
pılmıştır. Mebus George Lamandi tarafından yaz- Ali Tabli Türbesi-İstanbul
dırılarak bir köşeye yapıştırılan Türkçe ve Romen- (1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 68
ce bir kitâbede Ali Paşa’nın ölüm tarihi verilmekte
ve 1910’da yapılmış bir tamir anılmaktadır. Tür-
Ali Tusi Türbesi-Tokat
benin içinde sadece tahta bir sanduka bulunur.
1966’daki ziyaretimizde hazîrede 1232 (1816- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15,
17), 1266 (1849-50) ve 1283 (1866-67) tarihli (2) Tokat: Zamana Kök Salan Kent” (2010), Yeşilır-
mezar taşları görülmüştür. Caminin önünde avlu mak Havzası Kalkınma Birliği, İstanbul: Sanat
etrafında evvelce bir medrese bulunduğu ve 1880- Çevresi. s. 48
1901 yıllarında İslâm Semineri (müslüman çocuk-
larının İslâmî eğitim gördükleri bir nevi medrese) Ali ve Hasan Baba Türbesi-Safranbolu
olarak bir süre kullanılan bu yapının son izlerinin (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
1964-1965’te kaldırıldığı bilinmektedir. Son ce-
maat yerine bitişik olarak içine merdivenle inilen
bir de pınar vardır ki Evliya Çelebi buradan “yirmi Ali-Gav Sultan Türbesi-Konya
ayak merdivenle inilen abdest muslukları” olarak (1) Özönder, Hasan. a.g.e. s. 129

98
Vadi-i Hamuşan
Aliçeyrek-II Kaya Mezarı
Erzurum İli Horasan İlçesi’nin 14 km. doğusunda
b. Belli bir alanda (ilim dalında çalışan) araştırma
yaparak bir görüş ve düşünce ortaya koyabilen
fikir adamı, bilgin, bilim adamı.(1)(2)(4)
A
bulunan Aliçeyrek Köyü’nün yaklaşık 1 km. güne-
yinde yer almaktadır. c. Dini bilimlere ait bilgisi olan kimseye verilen
Bölge 1992 yılında Vecihi Özkaya tarafından in- ad.(1)
celenmiş, bölgedeki yazıtların ve diğer merkezle- d. Bilgisi ezeli ve ebedi olan anlamında, Allah’ın
rin ışığında kumtaşı kayalarına açılmış çok sayıda sıfatlarından, Esmai Hüsna’dan biri. Her şeyi
yapı Urartu dönemine tarihlendirmiş ve merkez- en iyi şekilde bilen: Allah.(1)(2)(3)
lerin Patnos Dedeli’de olduğu gibi daha sonra ki- e. Elemli, kederli, ıstırap çeken.(3)
lise olarak kullanıldığını belirtmiştir. Ancak böl- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
gede daha sonra araştırma yapan Çevik yapıların (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Urartu özelliği taşımadığını muhtemelen Bizans (3) DİA,
dönemine ait kiliseler olduğu ileri sürmüştür. (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Bizlerde Nevzat Çevik’in görüşünün daha doğru
olduğunu düşünmekle birlikte Vecihi Özkaya gibi
Aliman Türbesi-Konya
merkezin konumu bölgedeki yazıtlar gibi faktör-
leri de dikkate alarak Demir Çağı’nda da kulla- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
nılabileceğini düşünerek daha detaylı çalışmalar
yürütmenin gerektiğini düşündük. Alimoğlu Türbesi-Ahlat
Bu amaçla Vecihi Özkaya’nın kilise veya kaya me- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
zarları olarak belirlediği yapıların yaklaşık 500
m. batısında, akarsuyun diğer yamacında kilise-
Aliözü Köyü Türbesi-Çankırı
lerin aksine farklı kaya türüne farklı bir işçilikle
1.588 m. rakımda inşa edilen bir kaya nişi veya (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
tek odalı bir kaya mezarı tespit edilmiştir. Demir
Çağı özelliği taşıdığı kabul edilen 2,95 x 2,49-2,14 Alınlık
x 1,64 m. ölçülerindeki yapının girişi büyük ölçü- a. Büyük bir mimari yapının giriş kısmının üstün-
de tahrip olsa da tek odalı bir kaya mezarı büyük- deki duvar hizasında yükselen, üçgen veya yu-
lüğüne sahip olduğu anlaşılmaktadır. Zemininin varlak görünüm.(1) Yunan mimarisinde kiriş-
toprakla dolu olduğu görülen yapıda niş, sunu leri gizleyebilmek için çatının önüne ve cephe
çukuru gibi herhangi bir mezar donanımı tespit duvarının üstüne yapılan üç köşe duvar.(2)
edilememiştir. (1) b. Levha, tabela, kitabe.(1)
(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 141-142. c. Kadınların alınlarına taktıkları, altın, gümüş,
elmas, inci gibi kıymetli şeylerden takı.(2)
Alihan Baba Türbesi-Aydın (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 177, (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Özkan, Mustafa Kenan. “Aydın’daki Alihan Oğlu
İsmail (Alihanbaba) Türbesi.” www.aydıneczacıo- Âliye
dası.org.tr
a. Bir melek ve ruhani varlığa izafe edilen her
isimdir.(1)
Alihan Türbesi-İzmir b. Yüce, üstün, bir şeyin en üst noktası, en üst
(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 10 nokta, zirve.(2)
c. Yemin eden, yemin edici.(2)
Âlim (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
a. Bilgili, çok şey bilen, ilim sahibi,(1) bilici, bilen.(2) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

99
Vadi-i Hamuşan
Alkestas Mezarı olup biten her şeyi bilen, duyan ve gören mut-
Termessos’taki bu kaya mezarı büyük bir olasılık- lak ilim sahibi, kendisinden başka birine ibadet
la “Büyük İskender’in” komutanlarından Alkestas edilmeyen, kâinatın ve kâinatta kendisi dışında
için yapılmıştır. Mezar duvarındaki büyük atlı ka- var olan her şeyin, tek yüce yaratıcısının İslâm
bartması dikkat çeker.(1) dinindeki başka kelime ve terimlerle karşıla-
namayan tek adı.(2) İslâm dinine göre bütün
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
kemal sıfatlarının kendisinde bulunduğu, mut-
lak, hakiki, eksiksiz, ezeli, ebedi, her şeyin, ye-
Alkı gâne sahibi, maliki ve yaratıcısı olup eşi benzeri
Orhun yazıtlarında geçen bu fiilin eski anlamı, ve zıddı tasavvur edilemeyen, diğer varlıkların
kutsamak, dua etmek, övmektir.(1) zaruri kaynağı ve gerçek sebebi olan varlık.(3)
(1) Koçak, Ahmet, “Hayatın Ölümden Sonra Uçuşa b. Cenâb-ı Hakk’ın doksan dokuz isminden en
Tebdili”, Acta Turcıca, yıl IV. s. 2-1, s. 89, 2012 büyüğü, ulûhiyete ait sıfatlarının hepsini ken-
dinde toplayan ve zatına delalet eden en büyük
Alkınçu ismi, İsm-i Azam, Lafza-i Celâl.(3) Lafza-i Celâl,
a. Azalma, eksilme.(1) İsm-i Azam, yani yüce yaratıcının en büyük ve
en muazzam ismi.(4)
b. Son, nihayet.(1)
c. Ma’bûd bi’l-hak, mutlak ilah, Hakk ve meşru
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olarak yalnızca O’na kulluk edilip tapıldığından
el-Ma’bûd bi’l-hak, yani hakiki ve yegâne ma-
Alkınçu Öd but denilmiştir.(4)
a. Ölüm vakti, ölüm saati.(1) d. Kâinatı yaratan ve yöneten tek mutlak varlık,
b. Ecel, son, nihayet.(1) İslâm’ın tanıttığı tek Tanrı. Varlığı kendinden
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olan ve kemal sıfatlarını kendinde toplayan ha-
kiki mabudun özel ismi.(5)

Alkış (1) DİA;


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
a. Takdir, aferin, beğenme, övme, övgü, tahsin,
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
takdis, kutsama, tebrik.(1)(2)(3)
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
b. Osmanlılarda padişah, sadrazam ve vezirlerle (5) Akay, Hasan. a.g.e.
bayramlarda, bazı merasimlerde yüksek sesle
yapılan dua.(1)
Allah Rızası
c. Birisi için açıkça iyilik dileme, hayır dua,(1)(2)(3)
a. Kuldan karşılık beklemeden sırf Allah’ın rızası-
“sena”, “münacat”.(4)
nı elde etmek için, Allah’ın hoşuna gidecek bir
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. şey yapmış olmak için,(1)(2) karşılıksız.(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Rica ve yalvarma maksadıyla kullanılan bir söz.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1)(2)
(4) Albayrak, Nurettin, a.g.e.
c. Dilencilerin para isterken söyledikleri dua sözü.(1)

Allah (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
a. Kâinatı yaratan ve idare eden en yüce varlık.(1)
Her şeyin yaratıcısı olan tek ve mutlak varlık,
Tanrı, Hudâ.(3) Varlıklar âleminin tek sahibi Allah Yolunda Cihad
ve tek yöneticisi, rahmet ve merhamet sahibi, Cihad ve cehd, çaba harcamak, her şeyi başarmak
varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, kâinatta için var gücüyle çalışmak demektir. Savaşmak ta

100
Vadi-i Hamuşan
amacın gerçeklemesi için en son çabayı harcamak
olduğundan, cihadın kapsamına girer (..).
sahip olduğu halde, cezalandırmak yerine af yo-
lunu tercih eden kişiyi adaletsizlikle suçlamak
şöyle dursun, onun bu hareketini takdirle karşı-
A
Savaş anlamındaki harpten çok daha kapsamlıdır.
Cihad, üç kısma ayrılır. larlar. Öte yandan, Allah insanlara affetmeyi ve
müsamahakâr olmayı öğütlemiştir. Bu durumda,
i. Açık düşmana karşı savaşmak,
insanlar için yüksek bir erdem olan affetmeyi, bü-
ii. gizli düşman olan şeytanla savaşmak tün kemal sıfatlarıyla en yüksek derecede mutta-
iii. iç düşman olan nefisle savaşmak.(1) sıf olan Allah için imkânsız görmek aklî bakımdan
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 2 izah edilemez. Şu halde Allah, bağışlamayacağını
bildirdiği küfür ve şirk dışındaki bütün günahları
dilerse affeder. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler-
Allah Yolunda Kıtal
de de bunu teyit eden naklî deliller mevcuttur.
Öldürmek anlamındaki “katl” kökünden gelen
Buna karşılık Mu’tezile âlimleri, bu görüşü redde-
“kıtâl”, karşılıklı öldürme, yani vuruşma, savaşma
derek tövbe etmeden veya kötülüğünü bağışlata-
demektir.(1)
cak değerde daha önemli iyilikleri olmadan büyük
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 2
günah işleyen birini affetmenin yanlış, çirkin,
hikmet ve adalete aykırı olduğunu, dolayısıyla Al-
Allah Yolunda Öldürülenler lah için bu anlamda bir affın düşünülemeyeceğini,
Kur’an’da birçok yerde, Allah yolunda öldürülmüş daha kesin bir ifade ile, Allah için böyle bir affın
olanların, gerçekte ölmedikleri, sonsuzluk yur- caiz olmadığını savunmuşlar, bunu âyetler ile de
dunda hem kendilerinin nimet içinde bulunduk- ispatlamaya çalışmışlardır.
larına, hem de henüz Allah yolunda öldürülüp de Esasen bu tartışmanın bir yönü, iki mezhep ara-
kendilerine katılmamış olan müminlerin korku sındaki imanla ilgili görüş ayrılığına dayanmak-
ve üzüntüye uğramayacaklarını, Allah’ın, inanan tadır. Nitekim Ehl-i sünnet, iman alanı ile amel
insanların ecrini zayi etmeyeceğini kesin olarak alanını ayırdığı ve iman ilkelerini benimsemesi
görüp bilmelerine sevindikleri anlatılmaktadır.(1) şartıyla amelî alanda büyük günah işleyenleri
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.3 de mümin saydığı, dolayısıyla bunların ilâhî affa
mazhar olabileceklerini kabul ettiği halde, Mu’te-
zile bunu reddetmiş, inkâr ve şirkten uzak olsa
Allah’ın Affı
bile, diğer büyük günahları işleyenin de tövbe et-
Sözlükte “Yok etmek, silip süpürmek; fazlalık, ar- meden öldüğü takdirde imandan çıkacağını ileri
tık” gibi mânalara gelen afv, bir ahlâk ve hukuk sürmüş, fâsık diye adlandırdığı bu kimseleri af
terimi olarak genellikle, “Kötülük ve haksızlık edeni, kapsamının dışında tutmuştur. Ancak, Mu’tezi-
suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan le’nin müteahhir âlimlerinden Kâdî Abdülcebbâr,
vazgeçme” anlamlarında kullanılmaktadır. afv konusunda mezhebin Bağdat ve Basra kolla-
Af ile ilgili bir tartışma konusu da özellikle kelâm rının telakkilerini özetledikten sonra, Allah’ın fâ-
kitaplarında yer alan Allah’ın affının sınırlı olup sıkı affetmesinin aklen mümkün olmadığı şeklin-
olmadığı ve bu affın adalet ilkesiyle alâkası mese- deki klasik görüşe katılmadığını belirtmiştir. Ona
lesidir. Selef âlimleriyle daha sonraki bütün Ehl-i göre bu, aklî bir zorunluluk değildir. Allah büyük
sünnet mensupları, hem aklî hem de naklî deliller günah işleyeni, imkânsız olduğu için değil, cezalandı-
göstererek, Allah’ın şirk ve küfür dışındaki bütün racağını bildirdiği (vaîd) için bağışlamayacaktır.
günahları dilerse bağışlayacağını kabul etmişlerdir. (1) DİA
Şöyle ki: Bâkıllânî’nin de belirttiği gibi insan aklı
ve tecrübesi affetmenin yüksek bir meziyet oldu- Allâme Meclisi Türbesi-İran
ğunu ve bunun adalet ilkesiyle çelişmediğini gös- (1) Gerçek, Osman. “İran İzlenimleri Gezi Güncesi”
termektedir. Nitekim müslüman olsun olmasın, (2010). http://docplayer.biz.tr/6012004-Iran-iz-
bütün insanlar, cezalandırma hak ve yetkisine lenimleri-gezi-guncesi-osman-gercek.html s. 33

101
Vadi-i Hamuşan
Al-Muntasır Türbesi-Samarra Altıkapılı Türbesi-Ürgüp
(1) Ünsal, Behçet. “İstanbul Türbeleri Üzerinde Stil (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15
Araştırması.” Vakıflar Dergisi, 16 (1982): 77-120.
s. 73
Altın Çalma
Altıayak(lı) Türbesi-Makedonya Besni’de kimi mezar taşlarının başlığındaki iki ka-
Bu türbede yatanların Tatar kumandanları olduk- demeli sarıklı fesin üst kısmına yarım dairevi bir
ları tahmin edilmektedir. Türk-Tatar ile Avustur- formla verilen sarık şeklinin tam ortasında, üçgen
ya orduları arasında 1689 yılında yapılan savaşlar şeklinde, zemin oyma tekniğinde yapılmış ve yö-
esnasında şehit olan yüksek rütbeli Tatar kuman- rede yaygın olarak takılan “altın çalma” adı verilen
danlarının mezarları olduğunu Salih asım Bey söy- bir takı bulunur.(1)
lerken Lidiya Kumbaracı’da buna katılmaktadır. (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 57
Türbenin bulunduğu mahallenin sakinleri de ora-
da yatanla ilgili ilginç olaylara tanık olmuşlar. Bu Altın Dede Türbesi-Gaziantep
mahallede yaşayan insanlar, türbede yatanın evli-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 232
ya olduğunu nasıl öğrenmişler? 25-30 yıl öncesi-
ne kadar avlulardaki çeşmeler her gece on iki den
sonra kendiliğinden açılıp kapanırmış. Önceleri Altın ve Gümüş
bu olaya bir anlam veremeyenler olmuş. Sadece “Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda har-
açılıp kapanan çeşmeye şaşkınlıkla bakanlar var- camayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele.” (Tev-
mış. Fakat aradan yıllar geçmiş bu olay da böyle be Suresi, 34) ayeti mucibince teraküm ve temer-
devam edince, insanlar neyin ne olduğunu tahmin küz yapanlar, ahirette azaba uğrayacaktır.
etmişler. Aslında evliya, her gece birer komşunun
avlusundaki çeşmeleri ziyaret edip, abdest alıp,
Altınbaş Gazi Türbesi-Sinop
çeşmeyi yine kapatıp gidiyormuş. Bu olayın far-
kına varan mahalle sakinleri o zamandan sonra (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16
kapılarını kilitlemiyor tam aksine açık bırakıyor-
larmış. Hıristiyan’ların arasında da bu olaya tanık Altınova Açık Türbe-Balıkesir
olanlar varmış. Müslüman aileleri çocukları orada (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 110
oyun oynamasınlar diye, ilginç yöntemlere baş
vurmuşlar: “Çocuklara, eğer türbede oyun oynar-
Altunizade İsmail Paşa Türbesi-İstanbul
sanız Altı Ayak Baba geceleri rüyanıza gelip yüzü-
nüzü tırmıklayacak” diyorlarmış. (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65

Bu türbenin ziyaretçisi çoktur, her dinden ve mil-


letten insanlar gelip burada dua ediyorlar. Hıristi- Altunkum Yalman Türbesi-İçel
yanlar ve Romenler mum yakıp dua ederken, Müs- (1) Kalafat, Yaşar.3 “Adana Ve Çevresinde Türbeleri-
lümanlar da Yâsin-î Şerif’lerini ihmâl etmiyorlar. miz”, Iıı. Uluslar Arası Çukurova Halk Kültürü Bil-
Bir de Müslüman kardeşlerimiz türbenin yanında gi Şöleni (Sempozyumu), Bildiriler, Adana: Adana
her geçtiklerinde bu zâtın ruhuna Fâtiha okurlar.(4) Valiliği Yayınları, s.409-422.(1999)

(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139


(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 95, Amâ
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 624 a. Hiçbir şeyin varlık sahasına çıkmadığı, henüz
(4) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 25 yaratılmadığı âlem, yokluk âlemi.(1)
b. Melekler, amâdan yaratılmış olan akıllardır. Bu
Altıgen Türbesi-Ürgüp mertebeden ilk yaratılan ilâhi kalemdir. Allah
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 15 kalemi seçmiş, onu takdim etmiş ve bütün âle-

102
Vadi-i Hamuşan
mi yaratmak için kurulan divanda, onu vazife-
lendirmiş, maslahatlarına bakma işini ona ver-
miş ve bunu Allah’a yaklaşmak için teklif ettiği
koymak için yapılmış Loculus, çoğu kez bezemele-
ri olur ve ağzı mühürlenirdi.(1)
A
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
bir ibadet kılmıştır.(2)
c. Bulut, yoğun ve karanlık bulut, hafif ve ince bu-
Ambrosia
lut.(3)
Homeros destanlarında Olympos Tanrıları
d. Ahâdiyyet mertebesi. Bu mertebede ululuk
“Ambrosia” ve “Nektas” ile beslenirler. Ölümsüz
(celâl) perdesinde bulunan Allah’ı ondan baş-
anlamına gelen Ambrosia, birçok çiçek özlerinin
kası ne bilir, ne de tanır.(3)(4)
katıldığı bir çeşit balmış. Ambrosia ile beslenen
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Tanrılar yaralanmaz olurlar, bu büyülü bal in-
(2) Erginli, Zafer. a.g.e.
sanlara da içirildi mi, onlara gençlik, mutluluk ve
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
ölümsüzlük sağlarmış.(1)
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Erhat, Azra. “Mitoloji Sözlüğü”, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1993
Ama Dede Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 429 Amcazade Hüseyin Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 128,
Amanizi
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 20
Şeytan adı.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Amden Katl
Birini haksız yere, bilinçli olarak öldürme.(1)
Amansız
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
a. Öldürücü, cana kıyıcı.(1)(3)(2)
b. Müsamahasız, affetmeyen, bağışlamayan, acı- Ame
ması olmayan, hoşgörüsüz.(1)(3)
Japon geleneğinde cennet. Ame, ilâhlarla saygıde-
c. Rahat ve huzur vermeyen, uğraştırıcı, aman ğer kişilerin yurdu olup, olağanüstü bir bahçedir.(1)
vermeyen, göz açtırmayan, nefes aldırmayan,
(1) Akbaş, Ahmet. a.g.e., s. 10
bîaman.(1)(2)
d. Mahveden, bozan.(1)
Amedi Manevî
e. Şifa bulmaz, çaresiz, devasız.(2)
Tasavvufa göre, “Görmekte olduğunuz gökleri
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. direksiz olarak yükseltti” ayetinde, işaret edildiği
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. gibi, gökleri tutan şeydir. Burada görülmeyen di-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. reklere bir işaret vardır. Bu, âlemin ruhu, kalbi ve
nefsidir. Bu da Allah’tan başka hiç kimsenin bile-
Amasyalı Seydi Halife Türbesi-Amasya meyeceği insan-ı kâmilin hakikatidir.(1)
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 191 (1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Ambar Deviren Türbesi-Çankırı Amel


(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Dünya ve ahrette, ceza veya mükâfat konusu olan,
kişiye sorumluluk yükleyen iş, uygulama, bir kural
Ambitus veya dini emirleri yerine getirmek için yapılan iş,
Yer altındaki Roma mezarlarında içine ölü külü fiil, hareket.(1)(2)(3)(4)(5)
kabının konulduğu küçük bir niş ya da bir ceset (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

103
Vadi-i Hamuşan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Müfessirler Kur’an’da zikredilen kitap ve suhu-
(3) Akay, Hasan. a.g.e. fun, insan ömrünün muhasebesinin yazılı bu-
(4) DİA, İslâm Ansiklopedisi; lunduğu defter mânasını ifade ettiği gibi kişinin
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. hesabının görüldüğünü bildiren bir belge anlamı-
na gelebileceğini de belirtirler. Mu‘tezile’nin ço-
ğunluğu ve sonraki (müteahhir) Eş‘ariyye âlimleri
Amel Defteri
amel defterini, Allah’ın, insanların iyilik ve kötü-
İnsanların dünyada benimsediği inanç ve işlediği lükleri hakkındaki bilgisi şeklinde yorumlamışlar,
fiillerin kaydedildiği belge. Mâtürîdiyye ile Selefiyye’nin tamamı ve Eş‘ariyye
Kur’an’da kitâb ve suhuf adlarıyla geçen amel ile Mu‘tezile’nin bir kısmı ise keyfiyeti ve mahiye-
defterine kitâbü’l-a‘mâl, sahîfetü’l-a‘mâl de denir. ti bilinemeyen bir amel defterinin varlığını kabul
Kur’ân-ı Kerîm’in belirttiğine göre insanın dünya- etmişlerdir.
da benimsediği inanç ve işlediği bütün fiiller tes- Kur’ân-ı Kerîm sadece fertlerin değil, milletlerin de
bit edilmiş olup kıyamet gününde bir kitap halin- amel defterlerinin olacağı, her milletin hesap günün-
de kendisine sunulacak; okuma bilen ve bilmeyen de kitabını okumaya davet edileceği ve yaptıklarının
herkesten kendi kitabını okuması istenecektir karşılığının kendilerine verileceği bildirilerek yer-
(bk. el-İsrâ 17/13-14). yüzünde şımarmayan ve ortalığı fesada vermeyen
“Kirâmen Kâtibîn”, “hafaza”, “rusül”, “rakıb-atîd” milletlerin hesaplarının temiz çıkacağını anlatır (bk.
adlarıyla anılan meleklerin yazıp kaydettikleri el-Câsiye 45/28-29; el-Kasas 28/83).
(bk. el-En‘âm 6/61; el-Enbiyâ 21/94; Kāf 50/18; Kur’an bu suretle insanın hem ferdî hem de içti-
ez-Zuhruf 43/80) bu kitap, cennete girecek olan maî sorumlulukları bulunduğuna işaret ederek
ashâbü’l-yemîne sağ taraftan, cehenneme atıla- onu her iki bakımdan da dikkatli olmaya çağırır.
cak olan ashâbü’ş-şimâle ise soldan veya arkadan Hadislerde, kıyamet günü amellerin yazılı olduğu
verilecektir (bk. el-Hâkka 69/19, 25; el-İnşikāk sayfaların ellerde uçuşur gibi sağa sola çevrileceği
84/7, 10). tasvir edilir. Bu tür ifadeler gerçek tasvirler olabi-
Amel defterini sağdan alan “yüzleri parlak zümre” leceği gibi konunun önemini ve mutlaka vuku bu-
sevinip umduğuna kavuşacak, soldan veya arka- lacağını anlatmayı hedef almış remizler de sayıla-
dan alan “bedbaht zümre” ise başına gelecek felâ- bilir (bk. Tirmizî, “Kıyâme”, 4; İbn Mâce, “Zühd”,
keti anlayarak yok olmayı isteyecektir (bk. el-Hâk- 33; Müsned, IV, 414).(1)
ka 69/18-26; el-İnşikāk 84/6-12). (1) DİA; [AMEL DEFTERİ - Ahmet Saim Kılavuz] c.
Amel defterini okumak için okuma yazma bilmek 03; s. 21
gerekmeyecek, herkes Allah’ın ilhamıyla defterini
okuyacaktır. Amel Defteri
Amel defteri ile ilgili olarak Kur’an’da açıklanan “Hafaza melekleri” tarafından insanın, dünyada
hususlardan biri de günahkârlara ait kitapların benimsediği inanç ve her türlü hareketinin, amel-
siccînde, iyilere ait olanlarınsa illiyyînde buluna- lerinin yazıldığı, kaydedildiği defter.(1)(2)(3) Zerre
cağıdır. Siccîn de illiyyîn de hatalardan arınmış, kadar iyilik veya kötülük mutlaka bu deftere kay-
tahriften uzak, yazıları bozulup silinmez bir sicil- dedilmektedir.(2) “Kirâmen Kâtibin” adı verilen iki
de kayıtlı kitaplardan ibarettir. (…) yazıcı melek tarafından kaydedilen bu amellerin,
Fussılet sûresinde (41/20-22) kulakların, gözlerin kıyamet gününde hesabı görülür. İyilikleri yazan
ve derilerin, Yâsîn sûresinde de (36/65) kıyamet melek, insanın sağ yanında, kötülükleri yazan ise
günü ağızların mühürlenip ellerin ve ayakların in- sol yanında bulunur. Namazın sonunda her iki
sanın işlediği fiiller hakkında şahitlik yapacağının yana verilen selamları bu melekler alırlarmış.(4)
bildirilmesi, amel defteriyle ilgili bu yorumu teyit (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
eder mahiyettedir. (2) Akay, Hasan. a.g.e.

104
Vadi-i Hamuşan
(3) DİA,
(4) Pala, İskender. a.g.e.
Âmentüde sıralanan ve Ehl-i sünnet inancına bağ-
lı herkesin kabul etmesi gereken bu iman esasları
Kur’an’da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bir yerde
A
Amentü müminin vasıfları olarak Allah’a, âhiret gününe,
a. İslâm dininin altı temel inancını ifade eden meleklere, kitaba (Kur’an’a) ve peygamberlere
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamber- iman şeklinde sıralanırken (bk. el-Bakara 2/177),
lerine, ahiret gününe, kader hayır ve şerrin Al- başka bir yerde müminlere “Allah’a, peygamberi-
lah’tan olduğuna inandım” anlamındaki, Arap- ne (Hz. Muhammed’e), peygamberine indirdiği
ça cümlenin ilk kelimesi.(Bununla cümledeki kitaba (Kur’an’a) ve önceden indirdiği kitaba”
inanç esaslarının bütünü kastedilir.) Amentüye iman etmeleri emredilir (bk. en-Nisâ 4/136).
inanmak.(1)(3) Buna karşılık Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, pey-
b. İslâm dininin temel inançlarını belirleyen hadi- gamberlerini ve âhiret gününü inkâr edenin koyu
sin ilk sözü ve iman duası.(2) bir sapıklık içinde olduğu belirtilir. Bu âyetlerde
c. İnandım(2) anlamındadır ve bir konuda inanıla- değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah’a,
cak şeyleri özlü biçimde anlatan bir terim ola- meleklere, kitaplara, peygamberlere ve âhirete
rak kullanılır.(4) iman olmak üzere beş ilkede toplanmış ve gele-
neksel âmentü metninde bulunan kader, yani
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hayır ve şerrin Allah’tan olduğu inancı bunlar ara-
(3) DİA; sında zikredilmemiştir.
(4) Akay, Hasan. a.g.e. Âmentüdeki iman esaslarının sayısı ve muhte-
vası hadislerde de farklıdır. Buhârî’nin rivayet
ettiği Cibrîl hadisinde, “İman nedir?” sorusu-
Amentü Esasları
na, “Allah’a, meleklerine, Allah’ın görüleceğine,
İslâm dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade
peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye
eden terim.
inanmandır” (Buhârî, “Îmân”, 37) cevabı veri-
Arapça’da âmene (‫ )آمن‬fiilinin birinci tekil şah- lerek sayılan beş değişik esas arasında da kader
sı olan ve “inandım” mânasına gelen âmentü, zikredilmediği halde İbn Hanbel (Müsned, I, 21),
Kur’an’da üç yerde, söz sahibinin imanını açıklar- Müslim (“Îmân”, 1), Tirmizî (“Îmân”, 4), İbn Mâce
ken kullandığı bir ifade olarak geçer (bk. Yûnus
(“Mukaddime”, 9), Ebû Dâvûd (“Sünnet”, 17) ve
10/90; Yâsîn 36/25; eş-Şûrâ 42/15). Şûrâ sûresin-
Nesâî’nin (“Îmân”, 4) rivayetlerinde “hayrı ve şer-
de doğrudan doğruya Hz. Peygamber’e “âmentü”
ri ile birlikte kadere iman” esası diğerlerine ilâve
demesi emredilir. Buna dayanarak âmentünün
olarak zikredilir.
Kur’an’da yer alan bir terim olduğunu söylemek
mümkündür. Tirmizî’nin diğer bir rivayetine göre Hz. Peygam-
ber, “âmentü” lafzıyla başlayan bir hadisinde (“Fi-
“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusü-
ten”, 63), “Ben Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve
lihî ve’l-yevmi’l-âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şer-
rihî mine’llahi teâlâ; ve’l-ba‘sü ba‘de’l-mevti hakk âhiret gününe inandım” demiştir. Bu hadiste de
eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muham- iman esaslarının yine beş noktada toplandığı ve
meden abduhû ve resûlüh” = “Allah’a, meleklerine, Kur’an’da olduğu gibi burada da iman esaslarını
kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kade- formülleştiren âmentü metninden (‫وبالقدر خيره‬
re, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman ettim. ‫وشره من اهلل تعالى والبعث بعد الموت حق أشهد أن ال إله‬
ّ
Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah’tan başka ilâh
‫ )إال اهلل وأشهد أن محمد ًا عبده ورسوله‬kısmının eksik
olmadığına, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğu görülür.
olduğuna şahadet ederim” şeklinde sıralanan ve İman esaslarını âmentü formülünde olduğu gibi
mü’menün bih olarak da adlandırılan itikadî esas- topluca konu edinen bazı âyet ve hadislerde ka-
ların hepsi âmentü terimiyle ifade edilir. dere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kud-

105
Vadi-i Hamuşan
ret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebilen el-Akıdetü’z-zekiyye, vr. 2ª vd.) başlattığı “âmen-
özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu‘tezile’nin tü şerhi” telif türü, kendisinden sonra da devam
ve günümüzdeki bazı araştırmacıların iddia ettiği etmiştir. Âmentü öğretiminin Mâtürîdîler arasın-
gibi (bk. Hüseyin Atay, s. 89-97) İslâm’da kader da son derece yaygın olmasında, konuyla ilgili ilk
inancının bulunmayışından dolayı değildir. Nite- eserleri Semerkandlı âlimlerin yazmış olmalarının
kim özellikle kader inancı üzerinde duran başka etkisi büyüktür.(1)
âyet ve hadisler de vardır.
(1) DİA; [ÂMENTÜ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 30
Aslında İslâm literatüründe iman esasları “Al-
lah’a, peygambere ve âhiret gününe iman” şek-
linde önce üç (el-usûlü’s-selâse), sonra kelime-i Amentü Telakkisi
şehâdette belirtildiği üzere Allah’a ve Hz. Muham- Dinî toplulukların temel itikadî esaslarını ihtiva
med’in peygamberliğine iman şeklinde iki, son eden ve bir mânada dinin teorik mahiyetini ortaya
olarak da Allah’a iman şeklinde (aslü’l-usûl) tek koyan âmentüler Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm,
bir esasta özetlenmiştir. Bu son yaklaşıma göre Hinduizm, Eski Mısır ve İran dinlerinde de vardır.
Peygamber’e iman, Allah’a imana ulaşmanın yolu, Yahudiliğin ilk dönemlerinde bu din mensupları-
âhiret de Allah’ın fiillerinden biri olduğundan Al- nın bugünkü mânada belirlenmiş bir âmentüleri
lah’a iman edilince ötekiler kendiliğinden benim- yoktu. Bu devirde insanın Tanrı ile olan ilişkilerini
senmiş olur. İşte Hz. Peygamber imanı, “Allah’tan ifade etmek için Tevrat’taki bazı bölümlerle (Tes-
başka ilâh olmadığını tasdik etmektir” diye tarif niye, 4/6-8, 10/12) yetinilmekteydi.
ederken (bk. Müslim, “Îmân”, 33; Tirmizî, “Îmân”,
Grek felsefesinin metafizik problemleriyle ilgi-
5) ve, “Allah’tan başka ilâh yoktur diyen cennete
lenmek zorunda kalan yahudilerde âmentü ko-
girer” müjdesini verirken (bk. Tirmizî, “Îmân”, 17)
nusundaki ilk çalışmayı filozof Philon’un (ö. 40)
bu gerçeği ifade etmiştir.
yaptığı görülür. Philon, Hz. Mûsâ tarafından öğre-
Dinî bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve tildiğini kabul ettiği beş maddelik âmentüyü ortaya
ilk devirlerden beri öğretilegelen Ehl-i sünnet’in koyup bunları “Allah vardır, birdir, hâkim-i mutlak-
geleneksel itikad metni olan âmentünün, baş- tır, âlem yaratılmıştır ve tektir” şeklinde sıraladı. Fi-
ta Cibrîl hadisi olmak üzere, Hz. Peygamber’in listin yahudileri Philon’un Grek felsefesinin etkisi
“İman nedir?” sorusuna verdiği değişik cevaplar- altında kaldığını ve Filistin’deki dinî gelişmelerden
dan (bk. Müsned, I, 19; Tirmizî, “Kader”, 17; Ebû
zamanında haberdar olmadığını ileri sürerek onun
Dâvûd, “Sünnet”, 34; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9)
tesbit ettiği âmentüyü kabul etmediler.
derlendiği anlaşılmaktadır. Zira Tirmizî’nin bir
rivayetinde (“Fiten”, 63) yer almayan kısımlar Bu husustaki diğer bir teşebbüs Mişna’da bulun-
Müslim’de (“Îmân”, 46, 53), İbn Mâce’de (“Mu- maktadır (bk. I. Epstein, s. 203). Fakat asıl çalış-
kaddime”, 10) ve Tirmizî’nin başka bir rivayetinde malar, Semerkant civarında ve diğer bölgelerde
(“Kader”, 10) aynı lafızlarla zikredilmektedir. İbn yaşayan İslâm kelâmcılarının Yahudiliğe yönelt-
Hacer ve Aynî’nin Cibrîl hadisine yaptıkları şerh- tikleri tenkitlerle başladı. Özellikle Semerkant
ler de bu görüşü teyit etmektedir (bk. Fethu’l-bârî, bölgesinde bulunan Karailer müslümanlardan
I, 197; Umdetü’l-kārî, I, 326, 335). etkilenerek bir taraftan yapılan tenkitlere cevap
vermeye, diğer taraftan da âmentülerini tesbit
Âmentü klişesine akaid kitapları içinde ilk defa
etmeye çalıştılar.
İmâm-ı Âzam’ın el-Fıkhü’l-ekber’inde rastlanır
(s. 1). Daha sonra Hakîm es-Semerkandî es-Sevâ- İlk ciddi çalışmayı Saadia Gaon (Saîd b. Yûsuf
dü’l-azam’da (s. 5) ve özellikle Ebü’l-Leys es-Se- el-Feyyûmî, ö. 942) ve Toledolu Abraham b. Da-
merkandî Beyânü akıdeti’l-usûl adlı eserinde vid’in (ö. 1198) gerçekleştirmesinden sonra bu-
iman esaslarını âmentü biçiminde özetlemiştir. gün yahudilerin dua kitaplarında bulunan on üç
Müteahhir devirde Ubeydullah b. Muhammed maddelik âmentü Mûsâ b. Meymûn (ö. 1204) ta-
es-Semerkandî’nin âmentüyü şerhederek (bk. rafından ortaya konuldu (bk. ERE, IV, 244-246).

106
Vadi-i Hamuşan
Burada yer alan Allah’a, peygamberlere ve öldükten
sonra dirilişe imanın dışındaki on esas Allah’ın sı-
fatları, Hz. Mûsâ’nın nübüvveti, üstünlüğü, Allah’la
b. Gönlünde korku bulunmayan, kalbi emniyet
içinde olan,(1) emin olan, korkusuz.(2)(6)
A
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
konuşması ve Tevrat’ın neshedilemeyeceğine dairdir.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Daha sonra H. Crescas (ö. 1410), Josef Albo (ö. (3) DİA;
1444) ve Moise Mendelssohn (ö. 1786) gibi refor- (4) Akay, Hasan. a.g.e.
mist yahudiler tarafından yahudi âmentüsü ye- (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
niden tesbit edilmişse de muhafazakâr yahudiler (6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Mûsâ b. Meymûn’un belirlediği âmentüye bağlı
kalmıştır.
Amir B. Ebu Vakkas Türbesi-Ürdün
Havârilerden iki nesil sonra ilk defa Roma’da tes-
bit edilen, “Havârilerin iman esasları” olarak bi- (1) DİA, Cilt. 35, s. 499
linen ve daha sonraki Filistin, Mısır, Küçük Asya
ve Antakya âmentülerinin de temelini teşkil eden Amiri Mücrib
on üç maddelik hıristiyan âmentüsü ise Allah’a,
Öldürme, bir organ kesme ve sakatlama tehdidi
Rab Îsâ’ya, Kutsal Ruh’a ve öldükten sonra dirilişe
ile bir eylemi yapmaya veya yapmamaya zorlayan
inanmanın yanında Hz. Îsâ’nın doğumu, çarmıha
ve tehdidini gerçekleştirmeye muktedir kişi.(1)
gerilişinden sonra diriltilip göğe yükseltilmesi ve
herkese hükmetmek üzere tekrar dünyaya geli- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
şiyle ilgili birtakım hıristiyan akîdelerini de ihtiva
eder.
Amitabha
İznik (325) ve İstanbul (381) konsillerinde tesbit
Uzak Doğuda ölümsüz nuru temsil eden Buda
edilen ikinci hıristiyan âmentüsünde teslîs akîde-
heykeli.(1)
si biraz daha genişletilerek kökleştirilmiştir.
(1) Turani, Adnan. a.g.e.
İslâm’dan önceki bu iki semavî dinin âmentülerin-
de kitaplara, meleklere ve kadere iman yer alma-
makta, buna karşılık Hıristiyanlık’ta Hz. Îsâ’nın Ampir
ulûhiyetine ve Allah’ın oğlu olduğuna inanma esa- Napolyon döneminde Fransa’da başlayıp, bütün
sı getirilmekte, yahudilerin elinde bulunan Tev- Avrupa’ya yayılan mimari, mobilya ve giyim biçi-
rat’ta ise âhirete imandan bahsedilmemektedir. mi,(1) bir üslûp.(2)
İslâm kaynaklarına göre bütün peygamberlerin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
insanlara aynı iman esaslarını öğrettiği, bunlarda
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
hiçbir değişikliğin bulunmadığı, peygamberlerin
ve ilâhî kitapların birbirini tasdik ettiği (bk. el-
Hac 22/78; eş-Şûrâ 42/13; Âl-i İmrân 3/3; el-Ba- Amr Abdullah Sadık Efendi Türbesi-İstanbul
kara 2/91; el-Fâtır 35/31) dikkate alınırsa, yahudi (1) Adresler. a.g.e.
ve hıristiyanların Kitâb-ı Mukaddes’te iman esas-
ları ile ilgili olarak birçok değişiklikler yaptıklarına
hükmetmek gerekir.(1) Amr b. As Vehb b. Huşeyre Hz. Türbesi-
İstanbul
(1) DİA; [ÂMENTÜ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 30
(1) Adresler. a.g.e.

Âmin
a. Dualardan ve hayır temennilerinden sonra, Amr İbnü’l-As (r. a) Türbesi-İstanbul
“Allah kabul etsin, öyle olsun”(1)(2) anlamında (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 46,
bitiriş sözü.(3)(4)(5)(6) (2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 174

107
Vadi-i Hamuşan
Amu Abdullah (Minar Conban) Türbesi-İran herkesin ayakta olduğu bir zaman, karışık, teh-
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 116 likeli, sıkıntılı, telaşlı durum.(4)
b. Çok kalabalık, mahşeri kalabalık.(3)
Amulet c. Kıyamet, mahşer günü.(4)
Antik çağda kötülüğü önlemek için takılan, bazen (1) Kalafat, Yaşar5. Van Gölü Havzası Örnekleri İle
öldükten sonra mezarların içine ya da mumyala- Halk İnançlarımızda Ölüm Meleği, yasar.kalafat@
rın yanına konan küçük takılar.(1) gmail.com, s. 2;
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Ana
a. İnsanın ve hayvanın yavru sahibi olan dişisi,
Anabacı
anne, valide.(1) Çocuğu olan kadın.(4)(5)
b. Dini bakımdan hürmete layık, mübarek kadın- a. Müritler tarafından şeyhin hanımına verilen
lara verilen, müminlerin annesi olma gayesi.(1) ad. “Hanım Sultan” da denilir.(1) Bu ad en çok
Dince aziz tanınan kimi kadınlara verilen saygı Bektaşiler tarafından kullanılır.(3)
sanı, Meryem Ana gibi.(4) Dini açıdan kendisine b. Bir topluluğa çıkarılacak yemeği düzenleyen,
saygı duyulan kadın.(5) idare eden kadın.(2)
c. Analık şefkat ve duygusuna sahip olan kimse, (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
koruyucu, kollayıcı, velinimet.(1) Anne gibi şef- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
katli davranan kadın.(5) (3) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
d. Kimi zaman bir yakınlık olmasa da, anne yerine
konan veya öyle imiş gibi kendisine saygı gös-
Anadolu Mezarlıkları Ve Mezartaşları
terilen yaşça büyük kadın isimlerinden sonra
kullanılan unvan sözü,(1) hitap sözü,(5) saygı Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi mezartaş-
seslenmesi.(4) larmın özelliklerini belirleyebilmek için 12. ve 15.
yüzyıllar arasında çeşitli bölgelerde yapılmış olan
e. Kendi cinsinden olan veya kendine benzeyen
Anadolu mezartaşlannı, taşıdıkları özelliklerle be-
şeyler içinde en büyük ve en önemli olan, te-
raber incelemek gerekmektedir.
mel, esas, asıl.(1) Bir şeyin temeli olan.(4) Bir
yerde bulunan aynı tür şeylerin en ağırı, en ağır Anadolu mezarlıklarında tespit edilen en erken
işlevlisi, ya da en büyüğü.(4) Bir şeyin kaynağı, tarihli Türk mezartaşları, 11. yüzyılın son çey-
asıl sebebi, dayanak noktası.(5) reği ile 12. yüzyıla aittir. İznik’in ilk fetih döne-
f. Veli kavramı yerine kullanılan terim.(2) mine ait mezartaşları ile Erzurum ve Van Gölü
çevresindeki mezarlıklarda rastlanılan bir grup
g. Mahya için minarelerin üst şerefelerinden bir-
mezartaşı bu döneme aittir. Anadolu Selçuklu ve
birine gerilen halatın ucuna geçirilen boncukla-
rın sayısı kadar olan ipler.(3) Beylikler Döneminde yapılan mezartaşları; san-
dukalar ve şahideler olmak üzere iki ana tip ar-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. zederler. Fakat farklı bölgelere hakim olan sosyal,
(2) Köse, Ali. a.g.e., s. 14,
kültürel ve coğrafik koşulların değişikliği, zaman
(3) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
içindeki gelişme veya yeni etkiler nedeni ile bu iki
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ana tipin biçim, ölçü ve süsleme bakımından yeni
(5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bir takım alt grupları diyebileceğimiz varyasyon-
lan oluşmuştur. Bu sebeple Selçuklu ve Beylikler
Ana Baba Günü Dönemi mezartaşlarını, yukarıda da belirttiğimiz
a. Felaketin büyüklüğünü tanımlamak için kul- gibi taşıdıkları özelliklere göre bölgelere ayırarak
lanılır.(1) Herkesin kendi derdine düştüğü,(2) incelemek ve aynı bölge içinde farklılıklar göste-

108
Vadi-i Hamuşan
ren önemli merkezleri aralarındaki ilişkileri de
belirterek tek tek ele almak gerekmektedir.
bir diğer yanları sanatçı kitabeleri olmalarıdır. Bu
mezartaşlarından en erken tarihliler 14. yüzyılın
başlarına, en geç olanlar ise 16. yüzyıla aittir.
A
12. ve 15. yüzyıllara ait mezartaşlarının bol ve
zengin örneklerle karşımıza çıktığı ilk bölge Doğu Doğu Anadolu’da önemle ele alınması gereken
Anadolu’dur. Bu bölgedeki mezartaşlannm tip- bir başka mezartaşları grubu da koç, koyun ve at
leri, ölçüleri, malzemesi ve süsleme karakterleri şeklinde olanlardır Çoğunluğu müzelere alınmış
Orta ve Batı Anadolu’daki mezartaşlarından fark- olmakla birlikte yine de küçük bir kısmı mezar-
lıdır. Taşıdıkları genel özellikler dışında belli başlı lıklarda ya da resmi devlet binalarının bahçelerin-
merkezlerin her biri mahalli sayılabilecek özellik- de süs unsuru olarak bulunmaktadır. Bu konuda
lere de sahiptir. Erzurum ve çevresindeki mezar- bir iki öncü örneğin dışında henüz doyurucu ve
lıklarda rastlanan bu döneme ait mezartaşları gri bütün sorulara cevap veren bir çalışma yapılma-
renkli türden yapılmış sanduka ve şahidelerdir. mıştır. Genellikle Kafkasya ve yakın bölgeler olan
Tarihi bilinen en eski sandukalar 13. yüzyılın ikin- Doğu Anadolu’da rastlanılan bu mezartaşlarına
ci yarısına aittir Bunlar çoğunlukla dikdörtgen bir iki örnekle de olsa Batı Anadolu’da karşılaşıl-
prizma şeklinde bloklardır. Üst kısımları prizma- ması konunun boyutlarını genişletmektedir. Bu
tik veya hafif silindiriktir. Çifte Minareli Medrese mezartaşları içinde koç ve koyun şeklinde olanla-
(Hatuniye) Müzesi’nde toplanmış olan bu sandu- rına daha çok raslanmaktadır.
kaların bir şahide gibi biçimlendirilmiş olan baş Ahlat, mezartaşları ile çok tanınan ünlü bir mer-
ve ayak taraflarındaki yüzlerinde kabartma olarak kezdir. Mezartaşları; çatma lahitler, şahidesiz
işlenmiş kandil ve şamdan motifleri vardır. Bu prizmatik sandukalar ve şahideler olmak üzere
kitabesiz mezartaşları 13. yüzyılın sonuna veya üç ana tiptir. Bu mezartaşları hiç bir İslami me-
14. yüzyılın başına tarihlenmektedir. Bu mer- zartaşlarında rastlanmayan büyüklükteki ölçüle-
kezdeki 14. yüzyıl şahideleri tip olarak esinlerini ri, kitabelerin içeriği ve ejder motifli süslemeleri
Ahlat’dan almış olmalarına rağmen, sanat değeri ile adeta Orhun Anıtlarının İslamiyetten sonraki
bakımından onlarla kıyaslanamazlar. devamı gibidirler. Harbe Şehir, Taht-ı Süleyman,
Van Gölü çevresindeki merkezler bu bölgedeki en Kırklar, Merkez, Meydanlık ve Kale mezarlıkla-
önemli yer olan Ahlat’ın etkisini taşırlar. Bu mer- rında bulunan bu mezartaşları 12.-16. yüzyıllar
kezlerden biri olan Erciş’de, mezartaşlarının çoğu arasına tarihlenirler. Kale Mezarlığı, Ahlat’ın Os-
kalkerden yapılmıştır. Bunların içinde yazı ve manlı devrine ait mezartaşlarını barındırır. 12.
süsleme unsuru olmayan sade ve basit örneklerin yüzyıl ile en erken tarihli mezartaşları da Mey-
yanında filiz kıvrımları ve kufi yazılarla süslü şah danlık Mezarlığındadır. Altı mezarlığın en büyüğü
ideler de vardır. Bu mezartaşlarının arka yüzünde olan Meydanlık Mezarlığındaki mezartaşlarında,
çok defa üstte mukarnaslı düz bir alınlık bulunur. özellikle 14. yüzyıla ait olanlarda üstün bir sana-
Bunun altındaki kitabe ile çevrelenmiş kısım bir tın izleri görülür. Batı Anadolu’da ancak bir iki ör-
kandille veya sapları geometrik örgüler meydana neğine rastladığımız mezartaşlarına sanatçıların
getiren ve yalnızca 14. yüzyıla ait mezartaşlarında imza atması geleneğine burada 20 isimle tanık
görülen geç rumi kıvrımları ile doldurulmuştur. oluyoruz.
Bunlann dışında, devrilmiş bir sütunu andıran Malatya’nın eski Kırklar Mezarlığında bulunan ta-
düz ve sade sandukalar da mevcuttur. Tarih kita- rihi mezartaşları üç ana tip sunarlar. Bunların bir
besi olmayan bu sandukaların hiç biri 13. yüzyılın kısmı dikdörtgen prizma şeklinde büyük bloklar
ortalarından daha eski değildir. Gevaş’da Halime halindedir. Bir kısmı da Anadolu’nun her tarafın-
Hatun kümbetinin yanında büyük bir mezarlık da görülen, mezar kitabesini taşıyan küçük sivri
vardır. Buradaki prizmatik ve şahideli sanduka- kemerli şahidelerdir. Bunların arasında yuvarlak
lar dikkat çekici örneklerdir. Bu mezartaşları da kemerli ve kulaklı bir şahide kabartma arkaik küfi
Van Gölü çevresindeki diğer merkezlerdeki süsle- yazısı ile dikkat çekicidir. Malatya için özellikle ka-
me repertuvarına sahiptir. Bunların esas önemli rekteristik olanlar ise dikdörtgen prizma biçiminde

109
Vadi-i Hamuşan
dört bloktan meydana gelen ortası açık sanduka bi- üst üste kademeli prizmatik, bazen de boyuna
çimindeki mezartaşlarıdır. Bunların baş taraf!arın- kesilmiş yaran silindir şeklindedir. Dikey biçimde
daki blok şahide yerini tutmak için hafifçe çıkıntılı baş ve ayak taşlan şeklindeki şahideler, 5-20 cm.
olarak yapılmıştır. Sandukaların yan kenarların- eninde, üst kısmı dilimli ya da sivri kemerli ola-
daki süsleme tamamen Malatya’ya özgüdür. Ulu rak yapılmışlardır. Baş taşlanna Arapça ve Farsça
Cami içindeki bu tip bir sandukanın yan kenarlan- olarak ayetler, hadisler,şiirler ve mezann adına
ndaki hayvan figürleri ile bu merkez ayrıca önem yapıldığı kişinin kimliği, ayak taşma da ölüm ta-
kazanır. Bu mezartaşları 13. yüzyılın son çeyreği ile rihi yazılmıştır. Seyrek olarak da bütün yazılann
14. yüzyılın ilk çeyreği arasında yapılmış olmalıdır. baş taşma yazılıp ayak taşmda ise süslemeye yer
Yukarıdaki şahideler daha erken örneklerdir. Küfi verildiği görülür. Selçuklu çağı Konya mezartaşla-
yazılı mezartaşı 12. yüzyılın ilk yansına aittir. rında süsleme unsuru olarak yazı, bitkisel motif-
Anadolu mezartaşları içinde ortaya koydukları ler, zencirek ve iki örnekte de figürlü tasvir kul-
özelliklerle, ayrı bir bölge karekteri gösteren bir lanılmıştır. Selçuklu dönemi Konya mezartaşları,
diğer bölge de Orta Anadolu’dur. Burada çoğu biçimde ve süslemede arkaik denemeleri ve yeni-
Nasrettin Hoca Mezarlığından müzeye alınmış likleri ile henüz bu bölgede olgunlaşmamış fakat
zengin bir mezartaşı kolleksiyonu ile ilk akla gelen yenilik olarak devrinde bir gelişmenin başladığını
merkezlerden biri Akşehir’dir. Bu merkezde şahi- gösteren ömeklerdir. Bu deneme ve yeniliklerin
de sayısı sandukalardan daha çoktur. Bu şahideler, bir ölçüde olgunlaşacağı ve geçiş dönemi özelliği
taç kısmı iki veya üç dilimli sivri kemer formunda olrak eklektik bir üslup karekteri ile karşımıza
ve yanlarda burmak süs sütunceleri ile genel biçim çıkacağı Konya’nın Beylikler dönemi (Karama-
özelliği olarak diğer Orta Anadolu merkezlerindeki noğulları) mezartaşları ise çalışmamızın esasını
biçimleri tekrarlarlar.Ölçüleri itibarı ile de aymdır- oluşturan takip eden bölümlerde geniş bir şekilde
lar.Bu mezartaşlan 14. yüzyılın ikinci çeyreğinden incelenecektir.
sonraya tarihlenirler. Taç kısımları girift hatayi Sivas ve Tokat mezartaşlan birbirini tamamlayan,
motifi ile doldurulmuştur. Bazılarının ortasında hemen hemen eş özellikler taşıyan bir grup oluş-
kandil ve şamdan motifleri de bulunur. Akşehir tururlar. Sivas’ta sanduka ve şahide tiplerinin böl-
mezarlıklarının belki de en önemli özelliği Ana- gesel özellikler gösteren değişik örnekleri vardır.
dolu’nun hiç bir yerinde rastlamadığımız sayıda Mermerden yapılmış olan sandukalar 14. yüzyılın
figürlü mezartaşlarına sahip olmasıdır. Bu mezar ikinci yarısından kalmadır. Bu mezartaşları baş ve
taşlarının bir kısmı hattat ve sanatkar kitabeleri- ayak taraflarının yanlarında burmalı sütunceler
ne de Figürlü mezartaşlarına sahip bir başka Orta bulunan mihraplı şahideler şeklinde işlenmiş olan
Anadolu merkezi olan Konya’da Selçuklu devrin- şahideli sandukalardır. Bunların benzerlerine Van
den bugüne 32 ayrı yerde mezarlık kurulmuş, bun- Gölü çevresindeki merkezlerde de rastlanır. Sivas
ların ancak altısı günümüze gelebilmiştir. Bu me- şahideleri, üst kısımlarının sivri ve dilimli kemer
zarlıkların en önemlileri de Musalla, Üçler ve Hacı şeklinde olması itibarı ile Kırşehir, Konya ve Akşe-
Fettah mezarlıklarıdır. Bu mezarlıklarda hemen hir mezartaşları ile birlik gösterirlerse de mukar-
hemen tarihi ve sanat değeri olan hiç bir mezarta- naslı mihrap tarzındaki kompozisyonları, değişik
şı kalmamıştır. Bugüne kalan mezartaşları Konya motifleri ve çok ince işlenmiş olmaları ile onlardan
İnce Minareli Medrese ve Konya Sırçalı Medrese ayrılırlar. Sivas’daki şahidelerden tarihli olanlar,
müzelerinde bulunmaktadır. Selçuklu dönemi 14. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Sivas Müzesi’n-
Konya mezartaşları, çoğunluğu mermerden olmak de ince uzun dikdörtgen prizma şeklinde bir grup
üzere “Sille Taşı” denilen sanmtrak kahve renkli mezartaşı daha vardır. Bunların kenarlarında veya
tüfden ve beyaz ya da gri renkli bir çeşit kalker üstlerinde seyrek olarak yazıya rastlanır. Yanlızca
olan “Gödene Taşı’ndan yapılmışlardır. üst yüzeyleri işlenmiş olan bu taşlar şahideli san-
Selçuklu dönemi Konya mezartaşlan sanduka dukaların kapak taşlarıdır. Bunların ait oldukları
ve şahide olmak üzere iki tipte yapılmışlardır. sandukaları tespit etmek mümkün değildir.
Genellikle mermerden yapılmış olan sandukalar Tokat mezartaşları içinde çoğunlukla karşılaşılan

110
Vadi-i Hamuşan
tip sandukadır. Bunlar tek parça halinde ve şahi-
delidir. Kitabelerinden tarihleri tespit edilebilen-
ler 15. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Tokat Müzesi
tarafından geri alınınca bu mezartaşları surların
onarımında kullanılmıştır. Bu mezartaşlarından
sonra, yaklaşık 250 yıl sonraya ait olan İznik’in
A
yakın çevreden toplanan şahidelerle de zengindir. erken Osmanlı dönemi mezartaşları ile karşılaşı-
Bu taşlarla Sivas’takiler genel olarak form, kom- yoruz. Bunlar sivri kemerli veya dilimli, mukar-
pozisyon ve motifler bakımından pek çok ortak- naslı taç kısmı rumi ya da hatayilerle süslü, bazen
lıklar gösterir. Değişik örneklerin dışında bunlar ortasında süslü bir kandil, rozet, madalyon, bazen
dilimli, kemerli yüzleri keskin profilli mukarnaslı de yalnızca yazı olan değişik boylardaki mermer
bir mihrap nişi gibi işlenmiş ve tekrarlanan rozet- şahidelerdir. Bu mezartaşları Selçuklu ve Beylikler
lerle süslenmiş küçük şahidelerdir. devrinden Osmanlı sanatı üslubuna geçiş döne-
Tarihi mezarlıkları ve mezartaşlarının korunama- minin bir özelliği olan eklektisizm örnekleridir.
ması nedeni ile incelenecek pek az mezartaşı kal- Erken Osmanlı devrinin Bursa mezartaşları ge-
mış olan Kırşehir, yine de Orta Anadolu’da önemli nellikle mermerdir. İnce uzun prizmatik sandu-
bir merkezdir. Çoğunluğunu şahideler teşkil eden kaların baş ve ayak tarafında birer şahide vardır.
Kırşehir mezartaşları Konya ve Akşehir mezartaş- Orta Anadolu’dakilere göre hayli yüksek olan bu
larından pek farklı sayılmazlar. şahidelerin üstleri sivri kemerlidir. Baş taşlarının
ayak taşlarına göre daha yüksek olduğu bu mezar-
14. yüzyılla beraber gördüğümüz Ankara mezar-
taşlarının dış yüzleri daha süslüdür.
taşları diğer Orta Anadolu merkezlerindeki mezar-
Batı Anadolu’nun Bergama, Manisa, Aydın, Tire,
taşlarından daha sadedirler. Ankara’daki şahideler
Milas gibi merkezlerinde görülen mezartaşla-
çağdaşları Akşehir şahidelerine oldukça benzerler.
rının en eskileri 14. yüzyılın ilk yarısından, Ay-
Süslemelerinde girift bitkisel öğeler, rumi ve ha-
dınoğulları ile Menteşeoğullarından kalmadır.
tayi motifleri kullanılmıştır. Ankara mezartaşları
Şahideler Orta Anadolu’nun küçük şahidelerini
içinde Ahilere ait bir çok mezartaşı vardır. Orta
hatırlatırlar. Özellikle Tire’deki 15. yüzyıl mezar-
Anadolu bölgesi olarak ele aldığımız merkezlere
taşları sade örneklerdir. Süs öğeleri çok az kulla-
benzer özellikler gösteren bir başka yer de Afyon
nılmıştır. Menteşeoğullarına ait Milas’da bulunan
ve çevresidir. Afyon mezartaşları hem tipleri hem
şahideler de dilimli taç ile iki yanında sütunceler
de tasvirlerinin konuları ve içerdikleri figürlerin
bulunan bir kitabeliği içerirler. Taç kısımları ha-
çeşitliliği bakımından özel bir durum gösterirler.
tayilerle kaplıdır. Kitabeler işlek bir sülüsle yazıl-
Sarı tüfden yapılmış olan bu taşların üzerinde av
mıştır. Bunlar da Aydınoğulları mezartaşları gibi
ve mücadele sahneleri ile bu sahnelerde de ejder,
küçüktür. Bergama civarındaki Konam ve Dikili
yılan, kuş, rozetler, çift tavus kuşu ve sfenks mo-
mezarlıklarındaki 15. yüzyıla ait mezartaşlarında
tifleri görülmektedir. İslam öncesi Türk kültürü ile
yüksekliklerin arttığı ve yazının Osmanlı sülüsü-
bağlantısı kuvvetle muhtemel olan bu figürlü me-
ne dönmeye başladığı görülür. Bu taşlar rumiler
zartaşları 13. yüzyılın sonlarına ya da 14. yüzyılın
ve palmetlerle süslenmiştir. Batı Anadolu’da bu
başlarına ait olmalıdır. Figürlü mezartaşlarının
döneme ait mezartaşları içinde figürlü olanlara
mahiyeti kadar bu bölgede koç, koyun başlı me-
rastlanmamıştır.(1)
zartaşlarının bir iki örnekle de olsa mevcudiyeti
önemli ve dikkatleri çekici bir hususdur. (1) Başkan, Seyfi. “Karamanoğulları dönemi Konya
mezartaşları.” Vol. 6. TC Kültür Bakanlığı, 1996.
Anadolu’da bilinen en erken tarihli mezartaşların- s. 61-69.
dan bir grubun da İznik’de bulunduğunu yukarıda
belirtmiştik. Sözünü ettiğimiz bu mezartaşları
11. yüzyılın son çeyreğinde İznik’i alan ve buraya Analoji
kısa bir süre hakim olan Selçuklu Türklerine ait- İki şey arasındaki benzerliğe dayanarak birisi
tir. Sanduka tipindeki bu mezartaşlarında arkaik hakkında verilen hükmü diğerine de uygulama,
küfi yazılı kitabe ve kıvrımdallar süsleme unsuru benzerliği bir bilgi prensibi olarak kullanma şek-
olarak kullanılmıştır. Daha sonra şehir Bizanslılar lindeki akıl yürütme yolu, kıyas ve temsil yoluyla

111
Vadi-i Hamuşan
hüküm çıkarma, andırış, andırma,(1) örnekseme, Anavysos Kourosu
kıyas.(1) Attika’daki bir mezarlıkta bulunan doğal büyük-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lükteki mermer, kovros.(İ.Ö. 540)(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e.

Anane
Anbarlı Evliya Türbesi-Amasya
a. Bir toplumda atalardan kalmış olması dolayısıy-
la saygı duyularak devam ettirilen kültürel ak- (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
tarımlar, gelenek.(1) Belli bir kimliği korumuş
olan topluluklarda, kuşaktan kuşağa aktarılan Anber Reis Türbesi-Konya
ve hukukun kaynaklarından birisini oluşturan
(1) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. “Meram Kitabı, Mev-
sosyal davranış, örf,(1) âdet.(2)(3) lana-Konevi-Meram.” Meram Belediyesi Sadred-
b. Alışkanlık.(1) din Konevi Araştırma Merkezi Yayınları. Konya.
(2007). s. 62
c. Ağızdan ağza nakledilerek gelen rivayet.(2) Bir
hadis, bir haber vb. rivayet ve nakil yoluyla
Andık Dede(Andık Deresi) Türbesi-Isparta
gelen şeylerin “an fülânın an fülân” (falandan
filandan) diyerek söylenenin gösterilmesi, riva- (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 78
yeti nakledenlerin ardı ardına sıralanması.(4)(5)
d. Ayrıntı, tafsilât.(2) Andır
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ölüden kalan eşya, sahipsiz kalan eşya, soyka.(1)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) DİA, İslâm Ansiklopedisi;
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Ane Hatun Türbesi-Erzurum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16,
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 74
Anasırı Erbaa
Eski kimyacılar tarafından bütün madenlerin esa-
Anı Daim
sı sanılan,(1) maddi âlemin esasını teşkil ettiğine
inanılan ve basit cisim olarak kabul edilen dört Tasavvufa göre, Ezel ile ebedi içine alan, ilâhi haz-
unsur; su, hava, ateş, toprak.(2) ret mertebesinin genişlemesidir. Ezel ve Ebedin
her ikisi de ezeldekilerin, ebedteki zaman parça-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
larına doğru zuhuru için, şu anki vakit içindedir.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ezel ve ebedin bütün parçalarını içine almasıyla
ezel, ebed ve içinde bulunan bir an birleşir. Bunun
Ana Sultan Türbesi-Kütahya için ona “zamanın batını” veya “zamanın aslı”
denir. Çünkü zamanın parçası olan anlar, onun
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68,
üzerindeki nakışlar ve hüküm ve suretlerinin zu-
(2) Bozoğlu, Ömer-Nihat Değirmenci “Kütahya.” Kül-
hur ettiği değişikliklerdir. O aslında, her zaman
tür Ve Turizm Bak. Yay. Ank.(2006). s. 28,
kendi hali içinde vardır, sabittir ve değişmezdir.(1)
(3) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 25
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Anasultan Türbesi-Bursa
Anıt
(1) Dikmen, Alaattin. “Bursa İnanç Coğrafyası (Bazı
İlçeler Örneği)” Doktora Tz. Uludağ Ün. Sos. a. Bir olayı veya tanınmış örnek bir kişiyi gelecek
Bilm. Enst. Bursa (2007). s. 118 nesillere tanıtmak, hatırlatmak, hatırasını de-

112
Vadi-i Hamuşan
vam ettirmek üzere yapılan(1)(2)(3) ya da diki-
len, göze çarpacak büyüklükte, simge niteliğin-
de yapı, yontu, gömüt, sütun ya da benzeri bir
geçildiği duygusu uyandırdığından, büyük ölçüde
anormal olarak kabul edilir.(1)
A
(1) Altuntek, N. Serpil. “Şanlıurfa İli Bediüzzaman
yapıt, abide.(4) Mezarlığı Yazıtlarındaki “Uçmak” ve “Kapı” Me-
b. Tarih ve sanat değeri büyük yapı.(1) Çok önemli taforları Üzerine Bir Simgesel Antropolojik Çö-
ve değeri yüksek olan eser.(2) zümleme.” Journal of Faculty of Letters/Edebiyat
Fakultesi Dergisi 27.1 (2010).
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Animizm
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Evren’de var olan her şeyin bir ruha sahip olduğu
ve evrenin ruhlar âleminin gizli güçlerince yöne-
Anıt Kabir
 tildiği şeklindeki ilkel inanç.(1)
a. Atatürk’ün Ankara Rasattepe’deki mezarı ve et- (1) Turani, Adnan. a.g.e.
rafındaki anıtsal eserler.(1)
b. Tarihe geçmiş kişiler, devlet büyükleri için yapı- Anisteemi
lan ve abide değeri olan mezar.(2)(3)
Yeni Ahit’te “anisteemi” (yukarı kalkmak) keli-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. mesi, çeşitli defalar ölü bedenlerinin dirilmesine,
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. özellikle de Hz. İsa’nın üçüncü günde ölümden di-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. rilişine atıfla kullanılmıştır.(1)
(1) Hıtchcock, Mark. “Hıristiyanlıkta Ölümden Son-
Anıt Mezar raki Hayat.” Dinbilimleri Akademik Araştırma
a. Tarihi kişilikler,(1) Devlet büyükleri için yapılan Dergisi (Ekim/Kasım/Aralık 2005), c. V, sy. 4, ss.
ve abide değeri olan mezar.(2) 297–314. s. 302

b. Anıtsal mezar, mozole.(3)


Anjelik
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Melek gibi anlamına gelir.(1)
(3) Hasol, Doğan. a.g.e. (1) Turani, Adnan. a.g.e.

Anıtsal Ankâ
a. Anıtla ilgili, anıt ölçüsünde ya da niteliğinde, Tasavufa göre, Allah’ın, âlemin cesetlerini kendi-
abidevi.(1) Büyüklüğü ile anıtı andıran.(2) Anıta sinde, kendisiyle açtığı havadır. Anka heyuladan
benzeyen.(2) Görenlerde bir anıt etkisi bırakan. kinayedir. Çünkü o da Anka gibi görülmez, ancak
(2) Anıt değerinde olan.(3)(4)
suretle birlikte bulunur. O düşünebilir bir varlık-
b. Ululuğu, sağlamlığı, güzelliğiyle, görünüşüyle tır. Bütün cisimler arasında müşterek olan mut-
gözü, gönlü çeken.(4) lak heyula “unsur-i azam [en büyük unsur]” olarak
c. Çok önemli, çok büyük ve değerli.(4) isimlendirilir.(1)
(1) Hasol, Doğan. a.g.e. (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ankaravi İsmail Rusühi Türbesi-İstanbul
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 213
Ani Ölüm
Özellikle genç yaşta vuku bulan ölümler. Bir baş- Ankebût Sûresi
ka deyişle, ani ölümler, kozmik düzenden kaosa Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi dokuzuncu sûresi.(…)

113
Vadi-i Hamuşan
Ankebût sûresi birbiriyle ilişkili çeşitli konuları Bâtıl ve anlamsız şeylere inanıp Allah’ı inkâr eden-
ihtiva etmektedir. ler zarara uğrayacaktır. Allah huzurunda her şey
İlk âyetlerde (1-9) insanların yalnızca “iman gün gibi açığa çıkacaktır. Kâfirler, Hz. Peygam-
ettik” demekle kurtulamayacakları, müminlerin ber’den azabın kendilerine hemen gelmesini iste-
dünya hayatında inançları uğruna çektikleri sıkın- diler. Halbuki azabın muayyen bir vakti vardır ve
tılarının da birer imtihan olduğu, böylece gerçek onlara ansızın gelecektir. Herkes ölümü tadacak ve
müminlerle münafıkların ortaya çıktıkları, daha Allah’ın huzurunda hesap verecektir. Müminlerin,
önceki peygamberler ve onlara inananların da çok yurtlarından ayrıldıkları takdirde geçim sıkıntısı ve
zorlu belâlara uğratıldıkları ve imtihana çekildik- açlık korkusuna kapılmaları için bir sebep yoktur.
leri, eskiden beri din yolunda kuvvetlilerin zayıf- Çünkü Allah kullarından dilediğine rızkı bol bol ve-
rir, dilediğine de darlaştırır. Gökten yağmur indirip
ları ezmeye kalkıştıkları, çeşitli tuzaklarla ve yalan
ölü toprağa can veren de O’dur (âyet 52-63).
vaadlerle onları dinlerinden döndürmeye çalıştık-
ları, müminlere amellerinin daha güzeli ile karşı- Allah’a ve âhiret gününe iman edenler bu dünya-
lık verileceği, kâfirlere ise uydurdukları şeylerden nın geçici olduğunu bildikleri için daima Hakk’ın
dolayı hesap sorulacağı bildirilmiştir. rızâsını gözetirler, âhiret hayatına önem verirler.
Onlar darda kaldıkları zaman Allah’a yalvaran, ra-
Bu ilk âyetlerin arkasından münafıklardan söz
hata kavuştukları anda Allah’ı bırakıp puta tapan-
edilmiş ve onları bekleyen acı sona işaret edilmiş-
lara benzemezler. Allah’a karşı yalan uydurandan
tir (âyet 10-13).
ve gerçek kendisine açıklandıktan sonra onu inkâr
Daha sonra (âyet 14-22), inanmak istemeyenlerin edenden daha zalim bir kimse olamaz (âyet 64-68).
her zaman peygamberlere düşman oldukları ve
Ankebût sûresi, Allah’a inanan ve Allah yolunda
onları göçe zorladıkları, fakat sonuçta kâfirlerin
sıkıntılara göğüs geren gerçek müminlerin Al-
ilâhî cezaya çarptırıldıkları, nitekim yeryüzünde
lah’ın himayesinde olduklarını ve Allah katında
görülen şehir harabeleri ve o eski görkemli yapıla-
yüksek bir mevkiye sahip bulunduklarını müjde-
rın, gerçeklere kulak tıkayan, azgınlık yapıp yoldan
leyen âyetle sona erer.(1)
çıkan ve bu yüzden helâk olan inkârcı kavimlerden
geriye kalmış ibretli eserler olduğu ifade edilmiş; (1) DİA; [ANKEBÛT SÛRESİ - Emin Işık] c. 03; s. 215
Allah’ın yaratılışı tekrar tekrar yenileyerek vücuda
getirdiğine ve O’nun hükmünden kaçıp kurtulma- Ankuza Baba Türbesi-Harput
nın mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Hz.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 220,
Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Lût gibi bazı peygamberle-
(2) Yavuz, Emrah. “Harput Halk Kültüründe Ziyaret
rin kıssalarına temas edilen âyetlerde (23-44) ise ve Ziyaret Yerleri Etrafında Oluşan İnanç ve Uy-
aklı olanların ibret alacağı olaylar ve acı sonuçları gulamalar.” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
gözler önüne serilerek müminlere güven ve ümit (1) Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

verilmiş, imansızlara ve zalimlere de başlarına ge- Elazığ (2005).


lecek felâketler ve musibetler hatırlatılmıştır. (3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 220,
(4) Oymak, İskender1. a.g.e.S. 42-
Allah’ın vahiy yoluyla insanları aydınlatması, on-
ları kötü yollardan ve bilgisizliğin karanlığından
korumak içindir. Müminler kitabı okuyarak ve Anma
ibadet edip namaz kılarak arınırlar, ruhen yük- a. Anmak eylemi, yâd, zikir.(1)
selip olgunlaşırlar. Ehl-i kitap olanlar, müşrikler
b. Genellikle ölmüş bir kişiyi veya mühim bir ola-
gibi inatçı ve inkârcı değillerdir. Onlar kitap ve
yı akla getirme, hatırlama, yâd etme, zikretme,
vahyin ne olduğunu bilir ve anlarlar. Peygamber,
bahsetme.(2)(3)
Kur’an’dan evvel herhangi bir kitap okumuş değil-
dir, üstelik yazı yazmayı da bilmiyordu. Kur’an’da c. Daha önce öğrenilen ya da yaşananın bilince
iman edenler için hem rahmet, hem de öğüt var- çıkması.(1)
dır (âyet 45-51). (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

114
Vadi-i Hamuşan
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Anonim Türbe VI-Şırnak
(1) Ertekin, M. Zahir. “Cizre’deki Mimari Eserler.”
A
Yük. Lis. Tz. Yüzüncü Yıl Ün. Sos. Bilm. Enst. Van
(2005). s. 71
Anmak
a. Aklına getirdiği bir şeyi, bir kimseyi veya olayı
Anonim Türbe VII-Kayseri
anımsayarak sözünü etmek, diliyle söylemek,
(1) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 44
bahsetmek, zikretmek.(2) Adını dile getirmek.
(1)(3)
Anonim Türbe VIII-Gaziantep-Nizip
b Geçmişte olan bir olayı veya tanıdığı birini ak-
lına getirmek, hatırlamak, anımsamak, düşün- (1) Kaynak Yok
mek ve bunu gösteren bir davranışta bulun-
mak,(1)(2) yâd etmek, tahattur etmek.(3) Anonim Türbe IX-Bayburt
c. Bir büyüğün hizmetlerini ve iyiliklerini anlat- (1) Çöteli, M. G. a.g.e. s. 61
mak için toplanmak.(2)
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Anonim Türbe X-Bayburt
(2) Çağbayır, Yaşar, Ötüken, Türkçe Sözlük; (1) Çöteli, M. G. a.g.e. s. 64
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ansab
Anonim (İsa Baba) Türbesi-İzmir Hanefi ve Sünni olan Karapapaklar, kabir taşla-
(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 88 rını, insan heykeli şeklinde yapmışlardır. İslâm
dininde içki ve kumar gibi “ansab” denilen dikili
taşlara tapmak yasaktır.(1)
Anonim (Zortul) Kümbet Türbesi-Van
(1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 16
(1) Van Valiliği. a.g.e.

Ant
Anonim Türbe I-İzmir
a. Allah’ı veya mukaddes bir varlığı şahit tutarak
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 124
verilen söz, yemin, kasem, ahit, besa, gülbank,
kasem, peyman.(1)(3) Bir şeyin doğruluğunu Al-
Anonim Türbe II-İzmir lah’ın tanıklığı ile beyan etme veya aynı yolla
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 126 söz verme.(2)
b. Bir kimsenin verdiği sözün ya da söyledikle-
Anonim Türbe III-Gümüşhane rinin doğruluğunu tasdik için, yasa ya da örf
(1) Özkan, Haldun. “Gümüşhane’de Osmanlı Dönemi
gereği, belli sözleri söylemesi ya da hareketleri
Türbeleri” A. Ü. Türkiyat Araşt. Enst. Dergisi Sayı yapması.(2)(3)
41 Erzurum (2009). s. 160 c. Bir şeyi yapacağı ya da yapmayacağı konusunda
kendi kendine kesin söz verme.(3)
Anonim Türbe IV-Filistin (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali, a.g.e.

Anonim Türbe V-Aksaray


Antakya lahiti
(1) Topal, Nevzat. “Anadolu Selçukluları Devrinde Ak-
saray Şehri.” Dokt. Tz. Niğde Ün, Sos. Bilm. Enst. Lahitin içinde bulunan paralar ve diğer malze-
Niğde (2006). s. 59 meler bize dönemi, yaşayışı, kimlerin egemenlik

115
Vadi-i Hamuşan
sürdüğü, kültürü dini ve daha bir çok önemli ko- (1) https://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/ara.
nularda yorum yapmamızı sağladı. php?q=ante

Lahit çok değerli ve emek isteyen bir mermerden


Afyon Mermerinden yapılmıştır. Bu da bize Lahitin Anthropoid
Afyonda yapıldığını fakat Antakya’ya mezar sahibi Yunanca’da İnsan şeklinde, insan gibi anlamına
için gönderildiği fikrini düşünmemizi sağlamakta. gelen bu terim insan vücudu şeklindeki lahit ve
1993 yılında Antakya’nın Kışlasaray Mahallesi’n- tabutlar için kullanılır.(1)
de 2. mıntıka 487 parsel sayılı taşınmazda yapılan (1) Er, Yasemin. a.g.e.
bir temel hafriyatı sırasında bulunmuştur. 5 gün
süren bir çalışma ile lahit çıkartılarak müzeye ge-
Anubis
tirilmiştir. Lahit için Hatay Arkeoloji Müzesi’nde
özel salon yapılmıştır. Mısır’da ölülerin çakal başlı tanrısı.(1)

Antakya Lahiti milattan sonra 3. yüzyıla aittir. (1) Er, Yasemin. a.g.e.

Lahit, sidemara tipi olarak adlandırılan gruptan-


dır. Aslında Sidemara, Konya’daki antik bir yerin Apo Mırzitni
adıdır. İlk defa bu yörede bu tür lahit uygulaması Müslüman Arnavutlarda, baş sağlığı dilemek için
görüldüğü için bu adı almıştır. Antakya Lahiti’nin kullanılan ifade.(1)
mermeri Afyon yöresinde bulunan İsce Hisar
(1) Sulooca, Mürteza, Üsküp ve Çevresinde Ölümle
mermer yataklarından çıkarılmıştır. ilgili inanç ve Uygulamalar, s.18
Lahit 243 cm uzunluğunda, 122 cm genişliğinde
ve 120 cm yüksekliğindedir.
Apoptois
Lahit içinde Roma dönemine ait, Alpin ırkından
Özel gelişimlere ve çevresel uyarılara karşı önce-
olduğu anlaşılan biri erkek ikisi kadın üç yetişki-
den tasarlanmış, genetik olarak programlanmış
nin iskeletinin bazı küçük buluntuları zarar gör-
ölüm.(1)
meden açığa çıkarılmış ve müzede özel bir odada
sergileniyor. (1) Demirsoy, Ali, Yaşlanmanın ve Ölümün Evrimsel
Öyküsü, s. 8, Turkısh Journal of Geriatrıcs, S.1,
Lahitin dış yüzeyi hem aile fertlerinin yaşayışını
1998
hem de mitolojik öyküleri anlatan kabartmalarla
süslenmiştir. Ön cephede aile fertleri resmedi-
lirken, küçük cephede adak sahnesi işlenmiş. La- Apotheosis
hitteki erkek ava meraklı olduğu için diğer uzun Bir ölümlünün tanrılar düzeyine yükselmesi. La-
bölümde de av sahnesi işlenmiş. Öteki küçük bö- tince de consecratio olarak bilinir. Yunan mi-
lüm de ise kişilerin gençlikten olgunluğa geçişteki tolojisinde sık rastlanan bu motif Helenistik dö-
vaftiz sahneleri yer alıyor. Lahitin kapağında ise nemden sonra üst sınıf arasında yaygınlaşmıştır.
karı kocanın mermerden yapılmış yatar vaziyette Anadolu arkeolojisinde sık rastladığımız heroon
heykelleri bulunuyor. (mezar anıtları) bunu gösterir. Apotheosis ölmüş
Erkeğin kafası çalışmalar sırasında bulunamamış bir imparator için Roma’da uygulandı.(1)
kadının yüzü ise heykeltıraş tarafından işlenme- (1) Er, Yasemin. a.g.e.
miştir.(1)
(1) http://arkeogenc.blogspot.com.tr/2013/05/antak
Arab Mehmed Türbesi-Bursa
ya-lahiti.html
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183

Ante
Helenistik tapınaklarda sella (cella)nın yan duvar- Arab Şah Türbesi-Semerkant
larının uçları.(1) (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 276

116
Vadi-i Hamuşan
Arabacı Sefer Dede Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 138
(13) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(14) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(15) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
A
Araban Baba Türbesi-Makedonya
Aralık Hacı İbrahim Gödek Türbesi-Iğdır
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 626
(1) Buyruk, Hasan. “Tarihi ve Kültürel Varlıklarıy-
la Iğdır” Iğdır Belediyesi Kültür Yayınları Yayın
Araf No:2, Iğdır.(2006). s. 220

a. Ahirette günahla sevabı denk olanların kalacak-


ları, Cennet ile Cehennem arasında bir yer,(1) Arakçin
(10) set.(2)(3)(5)(6)(9)(11)(12)(13)(14) Sevapla günahı a. Genellikle tarikat mensupları tarafından kulla-
birbirine eşit ve denk olduğu için ne cennete nılan bir başlık türü.(1)
ne de cehenneme gidemeyenlerin bulundukları b. Teri emmesi içim fes, kavuk ve külah altına gi-
yer.(7) yilen ince pamukludan yapılmış, üzeri işli bez
b. Cennet ile cehennem arasında bulunan surun takke, terlik, arakkiye.(2)(3) Üzerine sarık sarı-
üst kısmı, balkonları, burçlarıdır. lan keçe külah,(2) yünden veya pamukludan ya-
pılmış bir nevi takke.(3)
c. Yerden yüksek olan her şey,(8) tepe.(7)
(1) DİA;
d. Örfler, âdetler.(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
e. İki şey ortasında kalan yer veya hal; ne bir taraf
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ne öbür taraf, ara geçit.(3)
f. Tasavvufta “Araf” matla’, yani Hakk’ı her şeyde, Arap Ahmet Paşa Türbesi-İstanbul
o şeyi O’nun mazharı (zuhur yeri, zuhur etti-
(1) Kırıkçı Recep, a.g.e. s. 66,
ği yer) olarak bütün sıfatlarıyla tecelli eder bir
(2) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16,
halde müşahede etme makamıdır. Bu makam,
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 550
her tarafı seyretme makamıdır.(4)(7)
g. Cennet ve cehennem arasındaki (zahiri ve bati-
Arap Ata Türbesi-Özbekistan
ni olan) sur ve settir. Batini cennete dönüktür.
Cennet onun yanındadır. Zahiri cehenneme (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 240
dönüktür. Cehennem onun yanındadır.(15)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Arap Baba Türbesi-Elazığ
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 143,
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 221,
(4) İmam Şa’rani. “Ölüm Kıyamet Ahiret ve Ahir Za- (3) Yavuz, Emrah. a.g.e.
man Alametleri”, Bedir Yayınevi, İstanbul. (4) Oymak, İskender1. a.g.e.S. 33
(5) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e.,
(6) Akay, Hasan. a.g.e. , Arap Baba Türbesi-İstanbul-Kadıköy
(7) Seccâdî, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 30
(8) Ünal, Necdet. “Kur’ân’ı Kerim’de A’râf ve A’râf
Halkı.” Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi
10.3 (2010): 39-52. s: 39-40 Arap Baba Türbesi-Erzurum
(9) Erdoğan, Naim, Kıyamet ve Ahiret Ölüm ve Son-
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 133
rası, Huzur Yayınları, s. 243;
(10) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(11) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Arap Beşir Dede Türbesi-Isparta
(12) Erginli, Zafer. a.g.e. (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 78

117
Vadi-i Hamuşan
Arap Dede Türbesi-Kütahya (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 51;
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Arap Dede Türbesi-Bursa


Arbaş, Hamit
(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 105
Milli Ktp./Tasnif No: 1983 Sa 15
Çanakkale Yalı Camii Haziresi Mezar Taşları, Arkeoloji
Arap Dede Türbesi-Sivas-Şarkışla Ve Sanat Tarihi Dergisi, Y.12, Sayı: 2, S.1-23, Ege Ü.
(1) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 4 Ed. Fak., 2003, İzmir

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Arap Evliyası Türbesi-Sivas-Kırıkseten
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 72 Arbaş, Hamit
Milli Ktp./Tasnif No: 1983 Sa 15
Arap Evliyası Türbesi-Sivas-Gürsel Paşa Cad. Divan Edebiyatı Müzesindeki Bir Grup Mezar Taşı,
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 74- Arkeoloji Ve Sanat Tarihi Dergisi, Y.11, Sayı:2,S.1-12,
Ege Ü. Ed. Fak., 2001, İzmir

Arap Evliyası Türbesi-Sivas- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Mehmet Paşa Mah.
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 74 Arcosolium
(Mimarlık) (Lat. arcus, ok, ve solium, ölüler için
Arap Şeyh Türbesi-Diyarbakır çanak). Hıristiyan yeraltı mezarlıklarında sık rast-
lanan bir çeşit mezara verilen ad. Örnekleri klasik
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16,
ve doğu Eskiçağ mezarlarında da bulunmuştur.
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 110,
Sünger taşından duvarlarda açılmış bir oyuktur;
(3) Diyarbakır Valiliği. “Diyarbakır Kent Rehberi.” Di-
yarbakır Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bu oyuğun üst kısmı, yuvarlak kemer biçimindedir
s. 34 ve çoğu zaman resimlerle süslenmiştir. Dini tören,
arcosolium’un mensa’sı üzerinde yapılırdı.(1)
Arap Şeyh Türbesi-Sivas (1) https://www.seslisozluk.net/arcosolium-nedir-ne-
demek/
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 76

Ardıçlı Türbesi-Burdur
Arap Baba Türbesi-Kars
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38
(1) Kars Valiliği, “Kars İli Kültür Envanteri 2009.” s.
54
Arıklı Türbesi-İçel

Arasat (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.

Kur’an’a, İslâm’a göre Kıyamet gününde(1) bütün


ölülerin kıyamet günü dirilip, toplanacağı mey- Arınma
dan,(2)(3)(4) mahşer yeri, haşr ve neşir meydanı,(5) a. Arınmak işi, temizlenme, paklanma, korunma.
mevkif yeri,(6) mahşer meydanı.(7) (1)(2)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Kirlendiği sanılan kişi, eşya ve hayvanların, bu


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. kirden arıtılması amacıyla uygulanan ateşe tut-
(3) DİA; ma, tütsüleme, yıkama, kurban kesme, büyü
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. yapma gibi halk uygulamalarının tümü.(1)

118
Vadi-i Hamuşan
c. Ruhun tutkulardan kurtulması.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ariz Baba Türbesi-Kırklareli
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285
A
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Arkam Baba Türbesi-İstanbul
Arif (1) Adresler. a.g.e.
a. Çok anlayışlı, hakkıyla bilen, gördüğünü uzun
düşünmeye gerek kalmadan hemen kavrayacak Arkasolium
yetenekte olan, anlaması, kavraması, sezgi-
Mezar hücresi; Katakomplarda duvara dikine ko-
si güçlü, bilen, vâkıf, aşina, tanıyan, anlayışlı,
nulmuş mezar yeri olup üstü yarım kubbeli bir
kavrayışı mükemmel, marifet sahibi, anlayışlı
niştir.(1)
kimse, irfan sahibi, ehl-i dil.(1)(3)(4)
(1) Turani, Adnan. a.g.e.
b. Allah’ın sırları kendisine açılmış olan seçkin
kul, herkesin göremediği manevi gerçekleri gö-
ren, anlayan, bilgilerin en üstünü olan “Allah’ı Arnavud Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
bilme” konusunda bilgi sahibi ve yüksek bir ol- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16,
gunluğa erişmiş olan, Allah Teâlâ’nın kendi za- (2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 20
tını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini müşahe-
de ettirdiği kimse.(2) Tasavvuf anlayışına göre
Arnavud Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
arif âlimden farklıdır. Âlim dış âlemi bilen, arif
ise ezel sırları kendisine açılmış olan, Allah’ı, (1) Adresler. a.g.e.
kâinatı, nefsini tanıyan, bilen, irfan sahibi kim-
sedir.(1) Müşahede ve temaşadan hâsıl olan bil- Arnavudiye-Defterdariye Türbesi-Bosna
giye marifet, bu bilgiye sahip olan şahsa da arif (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 693
denir.(4) Manevi tecrübeyle marifet ve hakikat
mertebesine ulaşan sûfi.(5)
Arpalık
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfı mensuplarına,
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. idari işlerde ve saray teşkilatında görevli olan-
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e. lara maaşlarına ek olarak verilen yahut emek-
(5) DİA liye ayrıldıkları, işlerine son verildiği zaman
emekli veya açık maaş olarak tahsis edilen mal
veya para.(1)(2)(3)
Arif Efendi Türbesi-Burdur
b. Padişahların annesine, kız kardeşine ve haseki
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38 sultanlara verilen haslar, başmaklık.(2)
c. Hayvan dişlerinde bulunan ve hayvan yaşlan-
Arif Efenfi Türbesi-Amasya dıkça aşındığı için, yaşını belli eden benek.(3)
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 d. Açıktan menfaat sağlanılan yer, yiyim kapısı.(3)
(1) Onay, Ahmet Talat, a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Arife Toprağı
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Adana çevresinde, arife günü mezarlığa, ölenin
bahçesinden alınıp götürülen toprak.(1)
Arraf
(1) Başçetinçelik, Ayşe2, Adana Halk Kültüründe Me-
zarlıklar ve Ruhlarla İlgili İnanmalar, turkoloji. Olaylar arasındaki benzerlik ve ilişkileri tespit ede-
cu.edu.tr. , s.2 rek geçmiş ve daha çok gelecek hakkında tahminde

119
Vadi-i Hamuşan
bulunan kişi. “Bir şeyi bildirmek” anlamındaki ırf eden rivayetler vardır. Bunların birinde arrâf adı
veya urf kökünden türeyen arrâf, kaynaklarda biri doğrudan geçmemekte, sadece arrâfın tarifine
yukarıdaki ıstılahı mânada, diğeri de “Kâhin” mâ- uyan muhaddes kelimesi yer almaktadır. Geçmiş
nasında olmak üzere iki türlü kullanılmıştır. milletler içinde peygamber olmadıkları halde tah-
Arrâf hakkında verilen bilgiler onun kâhinden min ve zanları gerçekleşen muhaddesün denilen ki-
farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre şiler bulunduğunu ve ümmeti içinde böyleleri varsa
arrâf, olaylar arasındaki herkesin farkedemeyeceği Ömer’in bunlardan biri olması gerektiğini belirten
şekilde gizli ve karmaşık olan benzerlik ve münasebet- Hz. Peygamber’in bu hadisteki muhaddes ile ar-
leri doğuştan sahip olduğu bir kabiliyetle hissedebile- râfı kastettiği kabul edilmektedir. Bu ifadelerden,
ceği gibi, kazandığı tecrübelerle de istikbale dair bazı Hz. Peygamberin karinelere dayanarak gelecek
olaylar hakkında önceden tahminlerde bulunabilir. hakkında tahminlerde bulunmayı tasvip ettiği an-
Sıradan insanlardan farklı bir zekâ ve idrak üstün- laşılmaktadır.
lüğüne sahip olduğu kabul edilen arrâf bu gücünü Kâhin veya arrâfa itibar ederek bunları tasdik
yöneldiği konuya teksif eder ve olaylar arasındaki edenlerin Muhammed’e indirileni inkâr etmiş sa-
bağlantıyı, mevcut olayların gelecekte doğuracağı yılacaklarını, namazlarının kırk gün kabul edil-
sonuçları, aynı sebebe bağlı olmakla beraber far-
meyeceğini ve cennete giremeyeceklerini bildiren
kedilemeyecek derecede karmaşık bir mahiyet ar-
diğer hadislerde arrâf, kâhinle eş anlamda kulla-
zeden benzer hadiseleri bulmaya çalışır.
nılmış ve bunların hiçbir delile dayanmayan gaybı
Arrâfın gerek yaratılıştan sahip olduğu kabiliyet, bilme iddiaları reddedilmiştir. Kaynaklarda Câ-
gerekse tecrübe birikimi sayesinde geleceğe dair hiliye devrindeki arrâflıkla ilgili olarak nakledilen
verdiği haberler zaman zaman doğru çıkmakla bilgiler, daha çok bu ikinci türden hadislerde kâ-
birlikte her söylediğinin gerçekleşmesi mümkün
hinle eş anlamda kullanılan arrâfa aittir. Su dolu
değildir. Çünkü bu haberler kesin bilgi vasıtaları-
bardağa, güneşe, billur parçasına bakarak, remil
nın değil, bazı zan ve tahminlerin ürünüdür.
atıp secili ve kafiyeli sözler söyleyerek gaipten ha-
Geçmişe ait olmak üzere verdiği haberler ise daha ber vermeleri de bunu göstermektedir.(1)
çok bu konuda soru soranın fizyolojik ve psikolo-
(1) DİA
jik durumundan elde ettiği bazı ipuçlarına dayanır.
Arrâfın muhatabının vücut hareketlerine, tutum
ve davranışlarına, ilk söylediği kelimelere dikkat Arpacı Dede Türbesi-Adana
ederek kaybolan eşyayı, yitik develeri bulduğu,
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 234
hırsızları ve katilleri teşhis ettiği rivayet edilir.
Câhiliye döneminde Araplar yeni doğan çocukları-
nı gelecekleri hakkında bilgi almak üzere arrâflara Arpacı Hayreddin Türbesi-İstanbul
götürürlerdi. Daha çok panayırlarda meslekleri- (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 114,
ni icra eden arrâflar çocukların vücut yapılarına, (2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 385
özellikle fizyonomilerine bakarak istikballeriyle
ilgili bazı tahminler yürütürlerdi. Yemâmeli Re-
bâh b. Kühle, Necidli Eblak el-Esedî, Eclah ez-Züh- Arpacı Hayreddin Türbesi-istanbul
rî, Urve b. Zeyd el-Esedî Câhiliye devrinin ünlü ar- (1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 7
râflarındandır. İslâm döneminde de eskisi kadar
olmasa bile arrâflara rastlanır. Bunlara daha çok
Arseven, C. Esat
kayıp eşya hakkında bilgi almak üzere başvurulur-
du. İlâç ve tedavi konusunda da arrâflardan fay- T.T.K Ktp./Tasnif No: B 4255-3
dalanılırdı. Türk Mezarları, Sanat Ansiklopedisi, C.Iıı, S.1317-
1318, Meb Basımevi, 1950, İstanbul 44
Kur’an’da arrâftan söz edilmez. Hz. Peygam-
ber’den arrâf hakkında iki farklı hüküm ihtiva (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

120
Vadi-i Hamuşan
Arseven, Celal Esat
T.T.K Ktp./Tasnif No: B 4255
(2) BKDK. “Geniş Türk Coğrafyasında Tamamlanmış
Ve Halihazırda Devam Eden Belli Başlı Projeler.”
T. C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Kordinatör-
A
Mezar Taşı, Sanat Ansiklopedisi, C.Iıı, S.1318, Maarif lüğü, http://www.kdk.gov.tr/depo/3cGTCSonHa-
Matbaası, 1983, İstanbul li.pdf, s. 5
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Arslan Bey Türbesi-Kütahya
Arslan, Ayşegül
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 191
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 205568
Edirne Üç Şerefeli Camii Haziresi Mezar Taşları, Ya-
Arslan Casib Türbesi-İran
yınlanmamış Y. Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Abd, Y.Lisans Tezi, (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 77
S.529, 2007, Ankara
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Arslan Cazip Türbesi-Afganistan
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
Arslan, Aslı Sağıroğlu
Tbmm Ktp./Tasnif No: 20052664 Arslan Dede Türbesi-Makedonya
Kayseri Zamantı Irmağı Çevresindeki Bezemeli Mezar
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 562
Taşları, Develi Belediyesi Kültür Yay., 2005, Kayseri
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Arş
Arslan, Aslı (Sağıroğlu) a. Kürsü, taht, makam,(1)(2) çardak, tavan, kub-
Milli Ktp./Tasnif No: 2007 Ad 10298
be,(5) çadır.(6)
Develi İlçesindeki Bezemeli Mezar Taşları, Develi b. Mahiyeti insanlarca kesin olarak bilinmeyen fa-
Belediyesi, 2007, Develi-Kayseri kat yüksekliği dolayısıyla bütün kâinatı kapla-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
yan Allah’ın kudret ve azametinin tecelli ettiği,
tahtının bulunduğu en yüksek gök katı,(2) doku-
zuncu kat gök.(1) İslâm inancına göre âlem ta-
Arslan, Celili
savvurunda en yüksek nokta.(2) Tanrı katı.(4)(5)
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:-
c. Mecaz olarak ülke, saltanat, gök bilimi, astro-
Bitlis Ahlat’taki Türk Devri Yapıları (Celili Arslan), An-
nomi anlamlarına da gelir. Maddi âlemin ilk
siklopedisi, C.8, S.92-99, Yeni Türkiye Yay., 2002,
Ankara
tabakası olduğu kabul edilir.(5)

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


d. Kur’an ve hadiste ilahi hükümranlık ve taht an-
lamında kullanılan bir terim.(3)

Arslan, Muhammet e. Mutasavvıflara göre ilk ve en geniş varlık mer-


tebesi, insan-ı kâmilin kalbi.(3)
Atatürk Ü. Türkiyat Araştırmaları Enst. Ktp.
Iğdır Karakoyunlu’da El Motifli Mezar Taşları, Atatürk
f. Eski astronomide, Batlamyus nazariyesine göre
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, bütün felekleri çevreleyen, hepsinin üstünde
Sayı:40, S.209-232, Atatürk Üniversitesi Türkiyat ve yıldızlardan boş kabul edilen dokuzuncu kat
Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü, 2009 , Erzurum. gökteki Felek’ül-Eflak, Feleki A’zam veya Feleki
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Atlas dahi denilir. Buradan itibaren Allah ilmi-
nin başlaması ve Levh-i Mahfuz’un Arş’ta bulun-
duğuna inanılması dolayısıyla mecazen Allah’ın
Arslan Baba Türbesi-Kazakistan takdirinin geldiği yer olarak bilinir. Allah’ın kud-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 235, ret ve ululuğu bu kattan evrene yayılır.(6)

121
Vadi-i Hamuşan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 27/23, 38, 41, 42) ve ayrıca Allah’a nisbet edilmiş
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. olarak iki şekilde kullanılmıştır. Arşın doğrudan
(3) DİA; veya dolaylı olarak Allah’a nisbet edildiği on sekiz
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. âyetin bir kısmında rabbü’l-arş (et-Tevbe 9/129;
(5) Albayrak, Nurettin, a.g.e. ez-Zuhruf 43/82), bir kısmında da zü’l-arş (el-İsrâ
(6) Pala, İskender. a.g.e. 17/42; el-Mü’min 40/15) tabirleri kullanılmıştır
(7) DİA; [ARŞ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 409; [ARŞ ki her ikisini de “arş sahibi” mânasında anlamak
- Süleyman Uludağ] c. 03; s. 410
mümkündür. Göklerin ve yerin yaratılmasından
bahseden bir âyette O’nun arşının su üzerinde
Arş İnancı bulunduğu belirtilir (Hûd 11/7).
Kur’an ve hadiste ilâhî hükümranlık ve taht anla- Bazı âyetlerde de arşın büyük, değerli ve şeref-
mında kullanılan bir terim. li (azîm, kerîm) oluşundan söz edilir (et-Tevbe
Sözlükteki asıl anlamı “yükseklik, yüksek yer ve 9/129; el-Mü’minûn 23/116). Arş melekler tara-
yüksek şey”dir. Buna bağlı olarak “tavan, ev, çadır; fından taşınmaktadır ve bu taşıyıcıların kıyamet
ayağın parmaklara doğru uzanan tümsek kısmı” günündeki sayısı sekizdir. Yine melekler arşın
gibi mânalarda da kullanılmıştır. Ayrıca mecazi çevresini sarmış olup yüce Allah’ı övgü ve tesbih
olarak “hükümranlık, şan, şeref ve taht” anlamla- ile anarlar (ez-Zümer 39/75; el-Mü’min 40/7;
rına da gelir. el-Hâkka 69/17). Kâinatı yaratan ve idare eden
Kitâb-ı Mukaddes’te arş “kralın tahtı, hüküm- Allah arşa istivâ etmiştir (Yûnus 10/3; er-Ra‘d
ranlık, Allah’ın tahtı” olmak üzere üç mânada kul- 13/2). Bazı müfessirler Kur’an’da yer alan “yük-
lanılmıştır. seltilmiş tavan” (“es-sakfü’l-merfû‘”, et-Tûr 52/5)
Dâvûd ve Süleyman peygamberlerin tahtı ile Fira- tabiriyle arşın kastedildiğini belirtirler (Süyûtî,
vun’un tahtına arş adı verilirken kelimenin birinci ed-Dürrü’l-mensûr, VI, 118).
anlamına (Luka, 1/32; I. Krallar, 1/46; Yeremya, Hadislerde Allah’a, Cebrâil’e ve şeytana ait ol-
22/30), ilâhî saltanatın eski zamandan beri kurul- mak üzere üç ayrı arştan söz edilir. Bunlardan
muş olup (Mezmurlar, 93/1-2) ebediyen devam Cebrâil’in ve şeytanın arşı hakkında fazla bilgi
edeceği, bu saltanatın hak ve adalet temellerine verilmez; sadece Hz. Peygamber’in, Cebrâil’i gök-
dayandığı (Mezmurlar, 45/6) belirtilirken de ikin- le yer arasında bir arş (taht) üzerinde otururken
ci anlamına işaret edilmiştir. gördüğü belirtilir (Buhârî, “Tefsîr”, 65/5; Müslim,
Üçüncü anlamdaki arş ise Allah’ın ezelden beri “Îmân”, 257). Şeytanın da Allah’ın arşı gibi deniz
üzerinde oturduğu (Mezmurlar, 9/4, 6, 7, 47/8, (veya su) üzerinde bir arşı bulunduğu, çevresi-
55/19; Vahiy, 6/13, 7/10) bir taht olup evrenin en nin yılanlarla çevrili olduğu ve şeytanın insanları
yüksek noktasındadır (Mezmurlar, 11/4; JE, XII, saptırmak üzere yardımcılarına emirleri buradan
141). Kerûbîler’in başları üzerindeki gök kubbede verip yeryüzüne saldığı bildirilir (Müslim, “Münâ-
bulunan bu taht, pembemavi karışımı gök yakutu fıkūn”, 66, 67, “Fiten”, 87; Tirmizî, “Fiten”, 63).
rengindedir (Hezekiel, 1/26, 10/1; Mezmurlar, Hadislerde Allah’a atfedilen arşın nitelikleri ise
99/1; İşaya, 37/16). şöyle sıralanabilir: Göklerle yeryüzünün yaratıl-
Altından billûr gibi berrak bir hayat ırmağı akar masından önce su üzerinde bulunan arş, yedinci
(Vahiy, 22/1, 3). Kalın bulutlarla örtülü bulunan göğün üzerindeki firdevs (veya adn) cennetinin
tahtın çevresinde arslana, danaya, kuşa ve insana üstündeydi. Allah da arşın fevkindedir (Buhârî,
benzeyen özel yaratılışlı dört canlı mevcuttur (Va- “Tevhîd”, 21, “Bedü’l-halk”, 1, “Cihad”, 4; Tirmizî,
hiy, 4/6-10). Secdeye kapanan melekler ve bütün “Tefsîr”, 6, 58, 68, “Sıfatü’l-cenne”, 4). Alt, üst,
gökler ordusu bu tahtın etrafını kuşatmıştır (Va- sağ, sol gibi yönleri, ağırlığı, gölgesi, köşeleri, sü-
hiy, 7/11-12; I. Krallar, 22/19). tunları bulunan bu arş göğün üzerinde kubbe şek-
Kur’an’da arş, Hz. Yûsuf’un ve Sebe Melikesi Bel- linde duran büyük ve değerli bir nesnedir (Buhârî,
kıs’ın tahtı anlamında (Yûsuf 12/100; en-Neml “Tevhîd”, 22, 23, “Tefsîr”, 65/5; Müslim, “Îmân”,

122
Vadi-i Hamuşan
327, “Tevbe”, 14, “Zikir”, 61-63; Tirmizî, “Tef-
sîr”, 41). Arşın sütunları üzerinde kelime-i tevhid
yazılıdır (Süyûtî, el-Hasâisü’l-kübrâ, I, 12-13);
sütunlu olarak tanıtılan arşın koç şeklinde veya
insan, arslan, öküz, kartal yüzlü olan ve ayakları
yerde, başları yedinci kat göğün üzerinde bulunan
A
sağında Hz. Peygamber’e tahsis edilen makam-ı meleklerce taşındığı, sayıları dört olan bu taşıyıcı-
mahmûd bulunmaktadır (Tirmizî, “Menâkıb”, 1; ların âhirette bazı peygamberlerin de katılmasıyla
Müsned, I, 398). sekize ulaşacağı, Allah’ı tesbih ederken Arapça, di-
Arş meleklerce taşınmakta ve Allah’ı tesbih eden ğer zamanlarda ise Farsça konuştukları nakledilir
melekler onun etrafında dönmektedirler (Buhârî, (Taberî, XXIV, 19, 26; XXIX, 33; Zemahşerî, III,
Halku efâli’l-ibâd, s. 194; Tirmizî, “Daavât”, 79; 415; Kazvînî, I, 86).
İbn Hacer, XXIV, 239). Şehidlerin ruhları arşın al- Fakat bu rivayetlerin çoğu İsrâiliyat’a dayanan
tında dolaşır (Müslim, “İmâre”, 121). asılsız bilgilerdir. Arşın melekler tarafından ta-
şınmasını, işlerin yürütülmesi ve idare edilmesi
Kıyamet günü insanların hesaba çekilme işine
anlamında bir mecaz olarak telakki edenler de ol-
başlanması için Hz. Peygamber arşın altında
muştur (Beyzâvî, III, 221).
secdeye kapanarak şefaat dileyecektir (Müslim,
“Îmân”, 327). Hasan-ı Basrî’nin görüşünü benimseyen bazı âlim-
ler arş ile kürsînin aynı şey olduğunu ileri sürmüş-
Hz. Peygamber güneşin bir yörüngede (müstakar)
lerse de bu görüş çoğunluk tarafından kabul edil-
seyrettiğini ifade eden âyetin (Yâsîn 36/38) tef-
memiştir (İbn Teymiyye, Mecmûu fetâvâ, IV, 584).
sirini yaparken onun yörüngesinin arşın altında
olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 23; Ebû Müslim el-İsfahânî arşa “kâinat binasının ça-
Müslim, “Îmân”, 250-251). tısı” (Râzî, XVII, 15) mânasını vermiştir.

Hadis literatüründe arşla ilgili olarak yer alan bu Kâmil b. Kemâl de arşı “Allah’ın kayyûm oluşu” ile
bilgilerin yanında Sünnî-Şiî birçok kelâm ve tef- te’vil etmek istemiş, fakat karşı delillerle bunun
sir kitabı ile hadis şerhi mahiyetindeki eserlerde isabetsizliği gösterilmiştir (Âlûsî, XII, 9-10).
Hz. Peygamber’e atfedilen daha başka bilgiler de Konuyla ilgili rivayetlerde belirtildiğine göre taşı-
mevcuttur. Bu tür rivayetler arasında, arşın nur- yıcı meleklerden başka arşın etrafında dönen ve
dan veya kırmızı, yeşil, sarı ve beyaz renkli nur- içlerinde Cebrâil ile Mikâil’in de bulunduğu yet-
dan (İbn Ebü’d-Dünyâ, vr. 48ª; Mâtürîdî, s. 70; miş bin saf oluşturmuş melekler vardır. İsrâfil de
Semerkandî, s. 123; Küleynî, s. 129) veya nur su- sûra üflemek için emir bekleyen bir görevli olarak
yundan (Âlûsî, XII, 9, 10) yahut kırmızı veya yeşil arşın çevresinde bulunmaktadır.
yakuttan (Zemahşerî, III, 145; İbnü’l-Cevzî, III, Arşı taşıyan meleklerle kürsî arasında nurdan olu-
212) yaratılmış büyük bir nûrânî cisim olduğunu şan yetmiş veya yetmiş bin perde (hicab) bulunur
belirtenler bulunduğu gibi, onun Allah’ın nurun- (Zemahşerî, IV, 152; Beyhakī, s. 508; İbnü’l-Cevzî,
dan yaratıldığını ifade edenler de vardır (Zehebî, VII, 208; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, III, 297, 298;
s. 56-58, 96; İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 182). V, 336).
Bazı rivayetlerde arşın sütunları arasındaki me- Naslarda arşın, üzerinde bulunduğu belirtilen
safenin çok uzun olduğu, güneşin ışığını arşın suyun mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sü-
nurundan aldığı (Mâtürîdî, s. 70), bütün canlı rülmüştür. Bunları dört noktada toplamak müm-
varlıklara ait resimlerin (bilgilerin) arşta bulun- kündür:
duğu (Sa‘lebî, s. 11), bütün yaratıkların dillerine 1. Bu su ölüleri diriltecek olan bir çeşit hayat
göre arşın Allah’ı tesbih ettiği (Abbas el-Kummî, suyudur (Makdisî, II, 10). Kur’an’da “el-bah-
II, 176), arşın göklerin üzerinde bir kubbe gibi rü’l-mescûr” (et-Tûr 52/6) diye adlandırılan
durduğu (Dârekutnî, vr. 70ª), kıyamet günü yeni- “taşkın deniz” de bu sudur (Zehebî, s. 65).
den şekillenecek olan yer yüzüne ineceği (İbn Kesîr, 2. Anâsır-ı erbaadan biri olan ve bütün canlı var-
en-Nihâye, I, 268) bildirilir. lıkların kaynağını oluşturan sudur (M. Reşîd
Söz konusu kaynaklarda bazan dört, bazan sekiz Rızâ, XII, 17).

123
Vadi-i Hamuşan
3. Mahiyeti ancak Allah tarafından bilinen bir su- Cehmiyye’nin arşa verdiği “mülk” yani “yerleri ve
dur (İbn Hacer, XXVIII, 191). gökleriyle birlikte bütün âlem” mânası Mu‘tezile
4. Arşın su üzerinde olması tamamen mecazi mâ- kelâmcıları tarafından da benimsenerek savunul-
nada olup ilâhî hâkimiyet ve saltanatın zorun- muştur. Ebû Hanîfe, Eş‘arî ve Mâtürîdî dışındaki
luluk kanunlarından bağımsız bir tarzda cere- Sünnî kelâmcıların çoğunluğu ile bazı Şiî âlimler
yan etmesi demektir (Elmalılı, IV, 2759-2761). Cehmiyye ve Mu‘tezile’nin tesiriyle arşa “mülk”
mânası vermişlerse de zamanla İslâm filozofları-
Bu dört görüşten hadislerin teyit ettiği ve birçok
nın konu ile ilgili düşüncelerinden etkilenerek onu
âlimin de benimsediği, mahiyeti bilinmese de ar-
“âlemi her yönden kuşatıp sınırlayan ve her taraf-
şın altında gerçek anlamda bir suyun mevcut ol-
tan yuvarlak olan dokuzuncu felek” diye açıklamış-
duğunu savunan görüştür. Bu telakkiye göre arşın
lardır (Râzî, XII, 147; Beyzâvî, II, 245; et-Tarîfât,
su üzerinde oluşu bir geminin deniz üzerinde du-
“arş” md.; Ubeydullah es-Semerkandî, vr. 2ª).
ruşu gibi de değildir.
Naslarda hakkında pek az bilgi verilen arş konu- Böylece kelâmcılar istivâ meselesinin zihne getir-
sundaki itikadî tartışmalar kelâm ilminin teşek- diği antropomorfist güçlüklerden kurtulmak için
kül etmeye başladığı hicrî II. asrın başlarına kadar arşa “mülk” ve “saltanat” mânası vermekle birlik-
uzanır.(1) te onun hâricî varlığı bulunan bir nesne olduğunu
kabul etmeye de mecbur kalmışlar, en azından arş
(1) DİA; [ARŞ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 409; [ARŞ
kavramının her iki anlamı da kapsadığı görüşünü
- Süleyman Uludağ] c. 03; s. 410
benimsemişlerdir (İbn Fûrek, s. 43; Nesefî, Tebsı-
ra, vr. 61b). Hatta arşın şekil ve mahiyetinin bi-
Arş Düşüncesi linemeyeceği, fakat göklerin üstünde bulunan bir
Dârimî’nin belirttiğine göre Cehmiyye ve Mu‘tezi- cisim olduğu noktasında müslümanların ittifak
le gruplarının ortaya çıkışına kadar geçen zaman ettikleri bile öne sürülmüştür (Pezdevî, s. 223-
içinde Ehl-i kitap’la birlikte müslümanların tama- 224; İbnü’l-Arabî, s. 313-314; Râzî, XV, 238; XVII,
mı, yedinci kat göğün üstünde bulunan, melekler- 13, 187).
ce taşınıp çevresinde dönülen büyük ve değerli bir Âlem anlayışlarını Batlamyus nazariyesine dayan-
arşın varlığına iman ettikleri halde sözü edilen fır- dıran İslâm filozofları, kürsînin yedi kat gök ile
kaların bunu inkâr edip arş kavramına “mülk” yani yedi kat yere nazaran büyüklüğünü çölün ortasına
“bütünüyle âlem” mânasına gelen yeni bir anlam atılmış bir yüzük halkasına, arşın da kürsîye göre
vermelerinden itibaren Ehl-i sünnet’in ilk kaynak- büyüklüğünü çölün halkaya olan büyüklüğüne
larında “arşa iman” konusuna önemle yer verilme- benzeten, böylece arşın kâinata nisbetle büyük-
ye başlanmıştır (er-Red ale’l-Cehmiyye, s. 9). lüğünü anlatan bir hadisi de (İbn Hacer, XXVIII,
Söz konusu kaynaklarda arşa imana dair müstakil 386) delil göstererek kürsînin “felek-i sevâbit”,
fasılların açılması, Dârimî’nin bu ifadesini doğru- arşın ise “felek-i atlas” olduğunu öne sürmüşler
lar mahiyettedir (bk. İbn Ebû Zemeneyn, vr. 29ª). ve bütün felekleri arşın hareket ettirdiğini sa-
Hatta bu konuda müstakil eserlerin bile yazıldığı vunmuşlardır (İbn Sînâ, Risâletü’l-arş, vr. 495ª-b;
bilinmektedir. İbn Ebû Şeybe’nin Kitâbü’l-Arş’ı ile Râzî, XIV, 118, 120). Bazı kelâmcıların arş hak-
Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın Fezâilü’l-arş kında yaptığı yorumların da kaynağını teşkil eden
adlı eseri bunlardan bazılarıdır (Keşfü’z-zunûn, II, (İbn Teymiyye, Mecmûu fetâvâ, VI, 54) bu nazari-
1276, 1438). Benzeri eserler daha sonra da kale- ye günümüzde değerini kaybetmiştir.
me alınmıştır. Selefiyye’ye mensup âlimler ise Kur’an’da ve özel-
Kelâm ilminin giderek yayılması ve Ehl-i sünnet likle hadislerde yer alan bilgilere dayanarak arşı
âlimlerince de kullanılan bir metot haline gelme- âlemden ayrı bir nesne kabul etmişler, onun ye-
siyle akaid ve kelâm kitaplarında arş, mânası, ma- dinci kat göğün üstündeki adn veya firdevs cenne-
hiyeti, yaratılmışlığı ve Allah’la ilişkisi bakımın- tinin üzerinde kubbe şeklinde bir taht olduğunu
dan tartışma konusu olmuştur. ve âlemin buradan idare edildiğini söylemişler,

124
Vadi-i Hamuşan
görüşlerine muhalefet eden kelâmcılarla filo-
zofları da şiddetle tenkit etmişlerdir (Ahmed b.
Hanbel, s.102; İbn Teymiyye, Mecmûatü’r-resâil,
528), arşın küre şeklinde olmadığını göstermek-
tedir (İbn Teymiyye, Mecmûu fetâvâ, V, 150-152;
VI, 547). Bununla birlikte hadislerdeki tasvirleri,
A
IV, 111-112; İbn Kayyim, Hâdi’l-ervâh, s. 59-60, arşın küre şeklinde olmasına engel görmeyenler
332-333). de vardır (Meydânî, s. 91; Âlûsî, XVI, 161).
Çünkü onlara göre naslarda belirtilen özellikleri Arşın yaratılmış olup olmadığı konusuna gelince,
dikkate alarak arşa “ilâhî tasarrufun hüküm sürdü- İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre o Allah’ın ya-
ğü âlemin tamamı” mânasını vermek imkânsızdır. rattığı ilk varlıktır (Malatî, s. 102; Dârimî, er-Red
Arşın melekler tarafından taşınması, etrafında ale’l-Merîsî, s. 437; Râzî, XXII, 14, 187). İlk yara-
dönülmesi, göklerle yerin yaratılmasından önce tığın su veya kalem olduğunu ileri sürenler varsa
mevcut olması, aynı âyette yedi gök ile arşın birbi- da bunların yaratılıştaki öncelikleri, göklerin ve
yeryüzünün yaratılışına nisbetle izâfî olduğu ka-
rinden ayrı varlıklar şeklinde mütalaa edilerek Al-
bul edilmektedir (M. Reşîd Rızâ, I, 149).
lah’ın yedi göğün de büyük arşın da rabbi olduğu-
nun belirtilmesi (Dârimî, er-Red ale’l-Cehmiyye, İbn Huzeyme gibi bazı âlimler, “Allah vardı, on-
s. 9, 1011; a.mlf., er-Red ale’l-Merîsî, s. 436), alt, dan önce hiçbir şey yoktu ve arşı su üzerinde idi”
üst gibi cihetlerinin ve ayrıca sütunlarının bulun- (Buhârî, “Bedül-halk”, 1) hadisi ile İbn Abbas’tan
ması (Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahâviyye, s. 252; Âlûsî, nakledilen, “Allah hiçbir şey yaratmadan önce arşı
XVI, 154), ilk devir âlimlerince sadece “taht” mâ- su üzerinde idi” (Dârimî, er-Red ale’l-Cehmiyye,
nasında kullanılması (İbn Kuteybe, s. 37 vd.; İb- s. 12) şeklindeki habere dayanarak arşın ezelden
nü’l-Cevzî, III, 213) ve Kur’an’da Allah’ın değerli beri Allah’la beraber var olan kadîm bir nesne ol-
(kerîm) bir arş sahibi olarak nitelendirilmesi gibi duğunu savunmuşlardır (Aynî, XX, 299).
hususlar, Selefiyye’nin arşa “mülk” mânası ver- İbn Teymiyye arşın yaratılmış olduğunu belirtir
meye engel gördüğü belli başlı dayanaklardır (İbn (Mecmûatü’r-resâil, IV, 354-355; a.mlf., Mecmûu
Teymiyye, Mecmûatü’r-resâil, IV, 108-109). fetâvâ, V, 145-146, 314). Ancak onun arşı tür ola-
Zira âyet ve hadislerde belirtilen bu nitelikleri rak kadîm, fakat zat olarak hâdis telakki ettiğini
göz önünde bulundurup arş kelimesinin geçtiği iddia edenler olmuştur (Muhsîn el-Emîn, s. 486-
yerlere “mülk” veya “âlem” kelimesini koyarak söz 487). Nu‘mân b. Mahmûd el-Âlûsî ise bunun İbn
konusu naslardan anlamlı hükümler çıkarmak her Teymiyye’ye yapılmış bir iftira olduğunu söyler
zaman mümkün olmaz. Meselâ arş kelimesinin (Cilâü’l-ayneyn, s. 206). Arşın kadîm olduğu iddi-
geçtiği bazı nasları, “Mülkün etrafını meleklerin ası, onun su üzerinde yaratıldığını açıkça belirten
kuşattığını görürsün”; “Bir de ne göreyim, Mûsâ hadis (Tirmizî, “Tefsîr”, 12) ve sahâbe sözleri (Ta-
berî, XII, 3-4; Makdisî, I, 148-149) yanında selef
mülkün sütunlarından birine tutunmuş”; “Mül-
âlimleriyle kelâmcıların ulûhiyyet anlayışına aykı-
kün altına gider ve secdeye kapanırım” şeklinde
rı düşmektedir.
anlamanın yanlışlığı açıktır.
Arşla ilgili olarak üzerinde durulan Allah-arş iliş-
M. Reşîd Rızâ, arşı gerçek mânasında kabul etme-
kisi konusunda da farklı görüşler mevcuttur. Ceh-
yi Allah’ın hükümranlığını ifade etmek için daha
miyye, Mu‘tezile ve bazı Şîa kelâmcıları Allah’la
uygun görür. Zira ona göre ancak büyük bir arş,
arş arasındaki münasebeti izah etme güçlüğünden
büyük bir mülkün idare edilmekte olduğunu gös-
kurtulmak için arşın Allah’a nisbet edilen müsta-
terir (Tefsîrü’l-menâr, XI, 91).
kil varlığını inkâr edip naslara muhalif düşmüşler-
Selefiyye’ye göre arş, filozofların öne sürdüğü gibi dir (Eş‘arî, Makalât, s. 210; Kadî Abdülcebbâr, s.
âlemin tamamını içine alan bir küre şeklinde de 351; Abbas el-Kummî, II, 175). Buna karşılık Mü-
değildir. Çünkü “mülk” mânasına alınmasını im- şebbihe, Mücessime ve Kerrâmiyye mensupları
kânsız kılan sebepler, onun küre şeklinde olması- arşın Allah’ın mekânı olduğunu, aksi takdirde me-
na da engel teşkil eder. lekler tarafından taşınmasına ve etrafında dönül-
Hadislerde de cennetin ortasında ve üstünde bu- mesine bir mâna verilemeyeceğini söylemişlerdir
lunan bir kubbe gibi tasvir edilmesi (Beyhakī, s. (Bağdâdî, s. 73, 77, 112).

125
Vadi-i Hamuşan
Ebû Hanîfe ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Allah’ın, ya- yer alan bilgilere uygun görünmektedir (Müslim,
ratıklarından ayrı olarak arşın üstünde olduğuna “Selâm”, 124).
inanmayı gerekli görerek arşı Allah ile yaratıkları Öyle görünüyor ki mahiyeti, Allah ve kâinatla iliş-
arasında bir sınır kabul etmişlerdir (Ebû Hanîfe, kisi ne olursa olsun, arşın ilâhî azamet ve saltana-
el-Vasıyye, s. 75; Eş‘arî, el-İbâne, s. 105-109). tın tasviri gibi mecazi mânası varsa da sadece bu
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye göre Allah-arş iliş- mânaya itibar ederek onun gerçek bir varlığı bu-
kisi naslarda belirtildiği şekilde ispat edilmeli, lunan, meleklerce taşınıp çevresinde dönülen ulvî
ancak teşbih de nefyedilerek gerçek mânasının bir makam olduğunu inkâr etmek naslara aykırı
bilinemeyeceğine inanılmalıdır (Kitâbü’t-Tevhîd, düşmektedir; dolayısıyla ashap ve tâbiînden beri
s. 74-75). Daha sonra gelen Eş‘ariyye ve Mâtürî- inanılagelen şekliyle arşın mevcudiyetini kabul
diyye kelâmcıları arşın varlığını inkâr etmemekle etmek gerekmektedir.(…)(1)
birlikte, Allah’ı sonsuz ve sınırsız bir varlık olarak (1) DİA; [ARŞ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 409; [ARŞ
kabul edip arşın üstünde, herhangi bir yerde veya - Süleyman Uludağ] c. 03; s. 410,
bir yönde bulunması cisim olmasını gerektireceği
için O’nunla arş arasında bir yön ve mekân mü-
Arş Tasavvuru
nasebeti kurulamayacağını savunmuşlardır (Gaz-
Arş kelimesinin tasavvuf literatüründe geniş
zâlî, el-İktisâd, s. 29; Nesefî, Tebsıra, vr. 62ª-63ª);
bir kullanım alanı vardır. Bir mânaya göre bir var-
Fahreddin er-Râzî, ilâhî emirlerin ilk muhatapları
lık mertebesi olup nesneler âleminin (âlem-i halk)
olan meleklerin bulunduğu bir yer olması itibariy-
başlangıcıdır, “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâhâ
le arş ile Allah arasında sadece kâinatın yönetil-
20/5) âyetinde bu mânaya işaret edilmiştir. Arşı
mesi açısından bir ilişki kurulabileceğini belirtir
kürsî takip eder. Diğer bir anlama göre arş, Al-
(Esâsü’t-takdîs, s. 158).
lah’ın zuhûr ve tecelli edeceği bir “tenezzül mahal-
Selefiyye’ye göre ise Allah’la arş arasında naslar- li”dir (müstevâ). Meselâ “fasl ve kazâ arşı” bir maz-
da ispat edilen, ashap ve tâbiîn âlimleri yanında hardır, bir başka deyişle Allah’ın haşr günü fasl ve
müctehid imamlarca da kabul edilen bir yön iliş- kazâ (yargılama ve karara bağlama) için tecelli ede-
kisi mevcut olup bunun inkârı mümkün değildir ceği bir yerdir. Arş, daha alttaki varlık mertebeleri-
(Buhârî, Halku efâli’l-ibâd, s. 120-134; İbn Kay- ne göre ihata ve mülk mânasına gelen bir sıfat ola-
yim, İctimâu’l-cüyûşi’l-İslâmiyye, s. 39, 41-43). rak da düşünülür ve bu anlamda rahmânın arşının
Bunlara göre Allah zâtıyla yaratıkları arasında bütün varlıkları kuşattığı kabul edilir.
değil arşın üstündedir, âhirette de öyle olacaktır; Genel olarak Allah’tan başka bütün varlıklara
ancak arşa bitişmekten, dokunmaktan, ona hulûl Allah’ın arşı (arşullah) denildiği gibi özel olarak
etmekten münezzehtir. O’nun arşın üzerinde Allah isminin mazharı olan insana da bu isim ve-
oluşu, bir insanın taht üzerinde oturuşu veya bir rilir. Sûfîler, yerlere ve göklere sığmayan Allah’ın
cismin diğer bir cisim üzerinde duruşu gibi düşü- mümin kulunun kalbine sığdığını ifade eden bir
nülemez. Çünkü Allah’ın zâtı da sıfatları da ya- hadîs-i kudsî naklederler. İnsân-ı kâmilin kalbi
ratıklara benzemediğinden O’nun yaratılmış bir yer ve gökten daha geniştir. Öyleyse Allah arşa
nesne olan arşla ilişkisini kavramak imkânsızdır istivâ ettiği gibi mümin kulunun kalbine de istivâ
(İbn Teymiyye, Mecmûu fetâvâ, V, 199, 258, 388). eder, yani orada isim ve sıfatlarıyla tecelli eder. Bu
M. Reşîd Rızâ, kelâmcıların, gayb âlemini duyu- durumda “kalb Allah’ın arşı, gönül çalabın tahtı”
lar âlemine kıyas ettiklerinden Allah-arş ilişkisini haline geldiğinden bütün ilâhî isimlerin mazharı
inkâr ettiklerini belirterek Allah’ın kâinatı idare olan insân-ı kâmile el-arşü’l-mahdûd denir.
ederken arşı vasıta yaptığını, emirleri önce arş “Hû” zamirine (arşuhû, bk. Hûd 11/7) izâfe edilen
ehline verdiğini, emirlerin buradan ilgili yerlere arşa tasavvuf dilinde arşü’l-hüviyyet denir. Arş
ulaştığını kabul edip ulûhiyyetin arşla olan mü- hayatın kaynağı olan su üzerinde olduğu için (bk.
nasebetine böyle bir açıklama getirir ki (Tefsî- el-Enbiyâ 21/30) ona arşü’l-hayât da denilmiştir.
rü’l-menâr, III, 217-218) bu açıklama hadislerde Ayrıca nefs-i nâtıkaya arşü’r-rûh, levh-i mahfûza

126
Vadi-i Hamuşan
arşü’l-azîm, Hakk’ın amâya inişine arşü’l-amâ,
mahşerde tecelli edeceği mazhara arşü’l-fasl ve’l-
kazâ, yine Hakk’ın istivâsına uygun genişlikte
için parıldayan yemani şimşek gibi. Sonra Allah
hebâyı yaratmıştır. Cismin suretini kabul eden
ilk şekilde uzunluk, genişlik ve derinliktir. Bun-
A
olan müminin kalbine de arşü’l-Kur’ân denir.(1) da tabiat zuhur eder. Onun uzunluğu akıldan,
(1) DİA; [ARŞ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 03; s. 409; [ARŞ genişliği neftsen, derinliği merkeze kadar boş-
- Süleyman Uludağ] c. 03; s. 410 luktan meydana gelir. Bundan dolayı onda bu üç
hakikat bulunur. Böylece üçgen oluşur, bu kül-
li cisimdir. Bu cismi kabul eden ilk şekil kürevî
Arşı Ala
şekildir, bu felektir, ismi de arştır. Allah oraya,
Göğün en yüksek tabakası.(1)
Rahman ismiyle, kendine uygun ve mahiyetini
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ancak kendisinin bilebileceği bir istivâ ile teşbih-
siz, keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir. Bu terkib
Arşı Azam [bileşik unsurlardan oluşma] âleminin başlangı-
Göğün en yüksek tabakası, Tanrı katı.(1) cıdır. O’nun arşa istivâsı amâdandır. Bu, hayat
arşı olup, altıncı arştır.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Arşı Hayat
Meşiet ve irade arşıdır. O, zat ile aynı seviyede Arşi Baba Türbesi-Arnavutluk
olup, hüviyet arşıdır.(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 43

(1) Erginli, Zafer. a.g.e.


Arşiyan
Arşı İlahi Arşın etrafında tespih edip, dolaşan melekler.(1)
a. Göğün en yüksek tabakası, Tanrı katı.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Şehit ruhlarının durdukları yerdir.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Artuk, İbrahim
(2) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 382
Milli Ktp./Tasnif No: 1947 Ad 1292
Artukoğlu Emir Balak Ve Mezarı, Belleten, Sayı 41,
Arşı Kerim C:Xı, S:127-135, Ttk Y., 1947, Ankara 45
Tasavvufa göre Kademeynin [iki ayağın, yani zât’a (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ait zıt hususiyetlerin] konulduğu yer. Sonra Allah
bunu başka bir feleğe çevirip kürsi olarak adlan-
Artuk, İbrahim
dırmıştır. O, yeryüzünde bir çölün ortasına atıl-
mış bir halka gibi, arşın ortasındadır. Milli Ktp./Tasnif No: 1970 Ad 2407
Mardin’de Akkoyunlu Hamza’nın Mezarı, Belleten, Sayı
Allah bu iki felek arasında hebâ âlemini yaratmış-
134, C:Xxxıv, S: 56-63, Ttk Y.,1970, Ankara.
tır. Bu kürsiyi müdebbir meleklerle imar etmiş ve
Mikâil’i oraya oturtmuştur. Kademeyn ona reh- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
berlik etmiştir.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. Artuk, İbrahim
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Sb 311
Arşı Rahmani Artukoğlu Belekin Mezarı, Tarihten Sesler, C.2,
Sayı.17-18, S.38-40, 9/1944, Ankara
Tabiat, hebâ, cisim ve felekten ibaret olan dört
mevcudu içinde toplayan arştır. Tıpkı havada ayn (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

127
Vadi-i Hamuşan
Arûsâni Huld (1) Zuhayli, Vehbe. “İslâm Fıkhı Ansiklopedisi.” Risale
Yayınları, (2006) C.10, s.385;
Sonsuzluk gelinleri, cennet hurileri.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Arz Asabe
a. Yeryüzü, dünya,(1)(2)(4) yer küresi,(2) yeryuvarlı- a. Ölene nisbet edilirken arada kadın bulunmayan
ğı,(4) toprak,(1) yer.(2) erkek,(1) erkek tarafının hısımları,(2) baba tara-
fından akraba olanlar.(2)(3)
b. Ülke, memleket, diyar.(1)(2)
b. Kavim, kabile.(2)(3)
c. Yeryüzündeki bir noktanın ekvatora olan uzaklı-
ğını ifade eden coğrafya ve astronomi terimi.(3) c. Taraftarlar, yakınlar, dostlar.(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. d. Kendisi için açıkça bir hisse belirtilmemiş olan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. varistir.(1) Esas mirasçılar hissesini aldıktan
(3) DİA; sonra geri kalan hisseyi alabilenler.(3)İslâm hu-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. kukunda miras bırakana doğrudan veya erkek
vasıtasıyla bağlı bulunan mirasçılar için kulla-
Arzı Mukaddes nılan fıkıh terim.(4)
a. Peygamberlerin defnedildikleri yere denir.(1) e. Külahın veya fesin kenarı.(3)
b. Kutsal topraklar; Filistin ve çevresi,(2) Kudüs.(3) (1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C.10, s.321;
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 500 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e., (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (4) DİA

el-Âs Asadar Baba Türbesi-İstanbul-Üsküdar


“Mersin ağacı” anlamında tefsir edilen ve ölmezli-
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 531
ğin sembolü olduğu kabul edilen bir ağaç.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 9, s. 450
Asaf

Asa a. Süleyman Peygamberin veziri İbn-i Barhyâ’nın


adıdır. Kur’an-ı Kerim’de tavsif edilmiştir. Nus-
a. Değnek,(1) uzun sopa, baston.(2) Yürürken da-
ha, tılsım, vefk gibi garip ilimler ile simyânın
yanmak için kullanılan baston.(1) Eskiden yaşlı
mucidi telakki olunur.(1)(2)
kimselerin baston gibi kullandıkları değnek.(4)
b. Övgü sıfatı olarak sadrazamlar, vezirler için
b. Hükümdarların, din adamlarının, kumandanla-
kullanılmış ve kelime zamanla teşmil yoluyla
rın manevi ve maddi kudret, dini-sihri güç, oto-
“vezir” anlamına gelmiştir.(3)(4) Doğu edebiya-
rite sembolü/simgesi olarak ellerinde tuttukla-
tında vezirin eş anlamlısı olarak kullanılır.(5)
rı, ağaç ya da metalden yapılmış sopa, değnek.
(1)(4)(2)(3) (1) Kurnaz, Cemal, Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA; (4) DİA;
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (5) Pala, İskender. a.g.e.

Asabat Asalı Baba Türbesi-İstanbul


Asebenin çoğulu(1)(2) (1) Adresler. a.g.e.

128
Vadi-i Hamuşan
Asarkaya, H.
Milli Ktp./Tasnif No: 1934 Ad 1171
b. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, Kıtmir adın-
daki köpekleriyle birlikte, Hıristiyanlara baskı
yapan hükümdardan kaçarak sığındıkları bir
A
Tarihsel Araştırmalar: Tokat Mezarlıkları, Yeni Tokat,
mağarada, üç yüz küsur sene uyuduktan sonra
(52), S.18-19, Tokat Halkevi, 01.02.1936, Tokat
hiçbir şeyin farkına varmadan tekrar uyandık-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. ları rivayet edilen yedi kişi.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Asf (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Zulüm.(1)(2)(3) (3) DİA;
(4) Pala, İskender. a.g.e.
b. Yoldan çıkma.(1)
(5) Kaya, Doğan. a.g.e.
c. Can çekişme, ölüm hali.(1)(2)(3)
d. Haksızlık.(2)(3)
Ashab-ı Kiram Türbesi-Yunanistan
e. Kuvvetli esinti, kasırga.(3)
Engin, Refik. a.g.e. s. 860
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Ashab-ı Kürsi
Allah’ın dost edindiği, kendileri de Allah’ın dos-
Ashab tu olan, salih velilerdir. Bunlar Allah’ın dostları
olup, üç kısımlardır. Kemal, Celal ve cemal sahibi
a. Sahipler.(1)(2)(4)
olanlar.(1)
b. Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında yaşamış,
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
onu görmüş ve sohbetinde bulunma şerefine
erişmiş(1) Kur’an’ı ve İslam’ı bizzat kendisin-
den öğrenen İslam büyükleri.(2)(3) Hz. Muham- Ashab-ı Şekavet
med’in (s.a.v.) ashabı,(4) sahabe. Cehennem ashabına denir.(1)
c. Bir şeyle ilgili olanlar, bir şeye veya bir kimseye (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
mensup bulunanlar.(1)
d. Bir varlık veya bir özelliğe sahip olanlar.(2)
Ashab-ı Şimal
e. Dostlar.(2)(4)
a. Kıyamet gününde amel defterleri sol taraftan
f. Tanınmış kişiler.(2) verilecek olan cehennem ehli.(1) Bunlara “Ashab-ı
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. meş’eme, Ashab-ı Yesar” da denilir. Ashab-ı Ye-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. min’in zıddıdır.(4)
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. b. Kalpleri kötü ahlakla ve öldürücü şehvetlerle
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. dolu olan kimselerdir.(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ashab-ı Kehf (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
a. Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen, zamanlarının
(4) Pala, İskender. a.g.e.
zalim yönetiminden kaçarak saklandıkları
bir mağarada uzun yıllar kalan ve uyandıkları
zaman köpeklerinin kemiklerinden bir şeyin Ashab-ı Yemin
kalmadığını gören muhterem kişiler,(1) mağara a. Allah’a itaatleri ve amelleri iyi olup amel def-
arkadaşları, “Yedi uyurlar” veya “Yedi Âlimler” terleri sağ taraftan verilecek inanılır, güveni-
diye de bilinirler.(4)(3)(5) lir insanlar, sağcılar,(1) cennet ehli.(2) Bunlara

129
Vadi-i Hamuşan
“Ashab-ı Meymene” de denir. Ashab-ı Şimal’in (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
zıddıdır.(4) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.,
b. Tasavvvufa göre ibadetleriyle ilahi tevkifi elde
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
etmeye muvaffak olan kimselere denir. Ancak
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
bununla birlikte sürekli bir hâle ve makama
ulaşmamışlardır.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Asil
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. Sağlam, köklü,(1) iyice kökleşmiş, edepli terbi-
(3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. yeli adam.(5)
(4) Pala, İskender. a.g.e. b. Gerek doğuştan, gerekse hükümdar tarafından
verilen soyluluk unvanı.(1) Asalet sahibi, soylu
Asılana Bakmak kimse.(2) Soylu.(3)(4)

Bir idam mahkûmunu sehpada seyretmek, in- c. Onurlu, şerefli, yüceliği, incelik ve zarafeti
sanlarda unutkanlık hastalığının vukuuna sebep olan,(1) yüce, saygı değer.(2)
olurmuş. Bunun için çocuklara asılanı göstermez- d. Ölüm.(1)(4)(5)
ler, hatta seyredenlerin de uzun müddet bakmala- e. İyi ve yüksek duygularla yapılan.(3)
rına müsaade etmezler.(1) d. Dar ikindi.(4) Öğleden sonranın son kısmı, ak-
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. şam.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Asılhan Türbesi-Çanakkale (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Asılmak
a. Yüksekte bulunan çengel, dal, ağaç vb. bir yere Asitanı Fena
iliştirilip sarkıtılmak, tutturulmak, bağlanmak,
Ölümlü dünya.(1) Fani dünya.(2)
takılmak, iliştirilmek, sallandırılmak.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Boğazına ip geçirilerek, ayakları yerden kesilip
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
darağacında sallandırılmak suretiyle öldürül-
mek, idam edilmek.(1)(2) Asmak eylemi kendi-
sine yapılmak.(3)(4) Askulap
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Ölüleri dirilten bir tanrı olduğu için Zeus tara-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. fından bir yıldırımla öldürülmüştür. Askulap’ın
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e., alameti yılan ya da bir değneğe sarılmış yılan idi.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Halen doktorların ya da tıp fakültelerinin rozet-
lerinde bulunan işaret de buradan gelmektedir.(1)
(1) Turani, Adnan. a.g.e.
Âsi
a. Allah’ın emir ve yasaklarına uygun davranma-
Aslan Paşa Türbesi-Adıyaman
yan, günahkâr.(1)(2)(4)(5)
b. Yasa ve kurallara, buyruklara karşı gelen, baş- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113
kaldıran, dik başlı, isyankâr,(3) İsyancı,(4) karşı
gelen.(5) Aslan Paşa Türbesi-Yunanistan-Girit, Hanya
c. Ahlakı bozuk, ahlaksız.(5) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 994

130
Vadi-i Hamuşan
Aslanapa, Oktay
Milli Ktp./Tasnif No: 1989 Ad 2698
5,90-6,10 x 3,2-4 m. boyutlarındaki ön bölümden
sonra yapı giriş kapıları bulunmayan 47 cm. ge-
nişliğinde ve ileriye doğru genişleyen bir bölme ile
A
Türk Sanatı, C.1, S.65-98; C.2, S.121-143,Remzi
Kitapevi, 1989, İstanbul 48
ikiye ayrılmaktadır. Bu bölümünde mescit olarak
kullanıldığı dönemde kapılarının yıkıldığı ve iki
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
odayı ayıran duvarın inceltildiği ve batıdaki oda-
nın büyütüldüğü anlaşılmaktadır. Aynı boyutlar-
Aslanapa, Oktay da olmayan bu odalardan doğudaki 2,53 x 1,7 x
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 125 1,95 m. ölçülerinde batıdaki ise 2,60 x 5,6 x1,89-
2,12 m. ölçülerindedir.
Bursa Yenişehir’inde Reyhan Paşanın 734 Tarihli
Mezar Taşı Ve Lahdi, Sanat Tarihi Yıllığı, (1969-1970), Mezarın kuzeydoğu duvarında 62-68 x 46-50
Sayı:3, S.59-67, İ.Ü. Ed. Fak. Yay.,1970, İstanbul cm. ölçülerinde iki niş, güneybatı duvarında ise
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. ikisi daha sonra tahrip edilse de tespit edilebilen
105-83-56 cm. genişliğinde üç niş bulunmaktadır.
Nişlerden birinin kıble yönü olması da değerlen-
Aslanapa, Oktay dirilerek genişletilerek mihrap olarak kullanıldığı
T.T.K Ktp./Tasnif No: A Iıı 154 anlaşılmaktadır. Doğu odasının kuzey duvarının
Tezyinat, Türk Sanatı, S. 24-30, İ.Ü. Ed.Fak. Yay., önünde yerden 10 cm. yükseklikte başlayan 2,13 x
No:627, İstanbul 0,55 x 1,42 m. ölçülerinde bir seki yer almaktadır.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Örneklerine Yoğunhasan, Atabindi-I gibi mer-
kezlerde rastladığımız tavana yakın kanallar veya
süslemeler Asma Kaya mezarında da görülmekte-
Asma Çubuğu
dir. 75 cm derinliğindeki bu kanal kaya mezarının
Bir mezarlıkta bir mezar kazıldı mı, yedi mezar güney duvarından başlayıp kuzeydoğu duvarı bo-
olmadan durmaz. Bu nedenle ölenin mezarının yunca tavan seviyesinde devam etmektedir.
ayakucuna sekiz boğumlu bir asma çubuğu diki-
Asma kaya mezarının iç mimarisinin çok özenli
lir. Bunun yeni ölümleri engelleyeceğine inanılır.
(1) olmadığı ve mescit olarak kullanıldığı dönemde
de mimarisinde bazı değişiklikler yapıldığı görül-
(1) Karabacak, Esra. “Kıbrıs Ağzında Ölümle İlgili An- mektedir. Özellikle doğudaki odanın dikdörtgen
latımlar’’, Milli Folklor, 12/24(2012), 204-213. s.
bir plan taşırken hiçbir mezar unsurun görülme-
207, www.millifolklor.com
diği batı odasının ovale yakın bir planda olduğu
görülmektedir. Aslında duvardaki ve yerdeki iz-
Asma Kaya Mezarı lere bakıldığında özellikle batı odasının dikdört-
Iğdır İl Merkezi’nin 33 km. güneydoğusundaki gen bir plandan oval bir plana dönüştürüldüğü ve
Asma Köyü’nün hemen üstünde yükselen tepelik muhtemel bir sekinin tamamen yok edildiği anla-
kısımda yer almaktadır. şılmaktadır. Köy yerleşmesinin ortasında kaldığı
için mimarisi dışında diğer herhangi bir arkeolo-
Yakın tarihe kadar toprak altında olduğu bilinen
jik veri elde edilemeyen kaya mezarının mimarisi
kaya mezarı, yine benzer bir toprak kayması son-
büyük ölçüde değişse de çizimde belirttiğimiz gibi
rası ortaya çıkmış köylüler tarafından temizlene-
bir yapıya sahip olduğu anlaşılan yapının Demir
rek mescit olarak kullanılmıştır.
Çağı’nda yapıldığı düşünülmektedir.
“Eski Camii” olarak tanımlandığı bu dönemde
kısmen tahrip edilen kaya mezarı duvarında bazı Ayrıca Asma Kaya mezarının yaklaşık 2,5 km. gü-
oyuklar oluşturulmuş, yapı genişletilmiş ve metal neybatısında kaya mezarı ile mimari ve dönemsel
bir kapı takılmıştır. 94 x 1,93 m. ölçülerindeki gi- farklılık taşıyan muhtemelen Orta Çağ’da inşa
rişin mescit olarak kullanıldığı dönemde düzelti- edilen kaya odaları bulunmaktadır.(1)
lerek genişletilmiş olduğu düşünülmektedir. (1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 142-143.

131
Vadi-i Hamuşan
Asmak Beyhakı, III, 174b). Ancak bu sûreyi okumanın fa-
a. Bir kimseyi boğazına ip geçirip ayaklarını yer- ziletine dair Sa‘lebî ve Vâhidî gibi bazı müfessirler-
den keserek sallandırmak suretiyle öldürmek, ce Ubey b. Kâ‘b’dan nakledilen ve bazı tefsirlerde
idam etmek.(1)(2) yer alan, “Allah Asr sûresini okuyanın günahlarını
affeder ve o kimse hakkı ve sabrı tavsiye edenler-
b. Bir nesneyi bir yere, aşağı doğru sarkacak bi-
den olur” meâlindeki hadisin mevzû olduğu kabul
çimde takmak, bağlamak.(2)
edilmiştir (bk. Zerkeşî, I, 432).
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Mehmed Âkif Ersoy bu sûre ile ilgili duygularını
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
şu mısralarla dile getirir:
Hâlikin nâ-mütenâhi adı var, en başı Hak
Asmug-Asmuğ Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak
Eski İran dini olan Zerdüştlükte, kötülük ve boz- Hani, ashâb-ı kirâm, ayrılalım, derlerken
gunculuk yaparak, kötülük Tanrısı Ehrimen’e yar- Mutlaka “Sûre-i Vel’asrı” okurmuş, bu neden
dımcı olduğuna inanılan bir cin, şeytan.(1)(2)
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh
(2) Onay, Ahmet Talat, a.g.e. Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.(1)
Aspiral (1) DİA; ASR SÛRESİ - Muhammed Eroğlu, c. 3, s. 502
Taş işçiliğinde kullanılan aletler, mezar taşı ya-
pımında da kullanılmaktadır. Bu aletler arasında
Asrî Mezarlık
mezar taşını kabaca şekillendiren alete “aspiral”
denir.(1) Cumhuriyet’ten sonra yeni kurulan bazı mezarlık-
lara verilen genel ad; İstanbul Gayrettepe-Zincir-
(1) Hanoğlu, Canan, Erzurum 2006, Erzurum Mer-
likuyu’da bulunan bir mezarlık.
kez’de Cami Hazirelerinde Bulunan XVIII.- XVX.
Yy. Mezar Taşları, Atatürk Ü. Sos. Bil. Enst. Sanat Cumhuriyet devrinin başlarında birçok alanda
Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,, s. 202 yapılan değişiklikler mezarlık tanzim ve mima-
risinde de kendini göstermiştir. Bir taraftan bil-
hassa şehir içinde kalan tarihî mezarlıklar çeşitli
Asr Sûresi
bahanelerle tahrip edilerek yok edilmiş, diğer
Kur’ân-ı Kerîm’in 103. sûresi.(…) taraftan da ihtiyaç duyulan yerlerde yeni mezar-
Adını ilk kelimesinden alan Asr sûresi, kısa olmak- lıklar açılmıştır. Asrî mezarlık adıyla anılan ve
la beraber Kur’an-ı Kerîm’deki bütün nasihatların hemen her şehir ve büyük kasabada kurulan bu
özü sayılır. İmam Şâfiî’nin bu sûre hakkında, “Şa- yeni mezarlıklarda kabirlerin içi beton duvarlarla
yet Kur’an’da başka bir şey nâzil olmasaydı şu pek örülerek üstü beton kapaklarla kapatılmış, bazan
kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’an’ın birkaç kat olabilen bu kabirlere böylece birden
bütün ilimlerini kucaklıyor” dediği nakledilir. Sû- fazla defin yapılma imkânı elde edilmiştir. Çeşitli
renin birinci ve ikinci âyetlerinde Allah asra yemin kâgir malzemeyle dış görünüşleri itibariyle havuz
ederek insanların hüsran içinde bulunduklarına biçiminde yapılan mezarların baş taşlarına mezar
dikkat çekerken üçüncü âyetinde sırasıyla, iman sahibinin pantografla işlenmiş resminin yerleşti-
edenlerin, amel-i sâlih işleyenlerin, birbirlerine rilmesi de bu devrede ortaya çıkan ve asrî mezar-
hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin bundan müstesna lık görüntüsünü tamamlayan unsurlardandır.
olduklarını haber vermiştir. İstanbul’da da bu anlayışa uygun olarak Zincirli-
Ashaptan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri di- kuyu’da 380.847 m² üzerinde modern bir mezar-
ğerine Asr sûresini okumadan ve ardından selâm lığın inşasına başlanmış ve ilk defa 12 Nisan 1937
vermeden ayrılmadıkları rivayet edilmiştir (bk. tarihinde şair Abdülhak Hâmid Tarhan’ın buraya

132
Vadi-i Hamuşan
defnedilmesiyle Atatürk tarafından resmî açılışı
yapılmıştır. 1959 yılına kadar Asrî Mezarlık adıyla
bilinen bu mezarlık bu tarihten sonra çok tanınan
Astral Yolculuk
Rüya görmek, astral yolculuk yapmak demektir.(1)
A
(1) Cannon, Dolares, Ölümün Ötesi, İstanbul 1998,
mevkiinden dolayı Zincirlikuyu Mezarlığı ismiyle
Akaşa Yay. , s. 37
anılmıştır. İstanbul’da bundan başka Zincirlikuyu
adını taşıyan iki semtin daha bulunmasının orta-
Asude
ya çıkardığı bazı karışıklıklara rağmen bugün bu
ad daha çok Gayrettepe-Zincirlikuyu Mezarlığı a. Sıkıntı ve üzüntülerden uzak, dağdağasız, gai-
için kullanılmaktadır. lesiz, rahat, huzurlu, esen, dinç,(1)(2)(3)(4) sakin,
sessiz.(1)(2)
Asrî Mezarlık inşa edilirken Hâtıralar Parkı adıy-
la, daha çok Türk sanat ve fikir adamları ile çeşitli b. Uzak, fariğ, azade.(3)
sahalarda şöhret bulmuş insanların da defnedi- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
leceği bir yer olarak düşünülmüştü. Bu sebeple (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ömer Seyfeddin’in naaşı 1939’da Türkiye Büyük (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Millet Meclisi’nin kararı ile Kadıköy Mahmutbaba (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Mezarlığı’ndaki kabrinden alınarak buraya defne-
dilmiştir. Ancak günümüzde bu görüş önemini ta- Asude Hatun Türbesi-İstanbul
mamen kaybetmiş ve Zincirlikuyu şehrin normal
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 94,
mezarlıklarından biri haline gelmiştir.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 21
Asrî Mezarlık’a defnedilen tanınmış şahsiyetler
arasında Rıza Tevfik Bölükbaşı, Cemil Topuzlu,
Asude Hatun Türbesi-İstanbul
Yûsuf Ziyâ Paşa, Zuhurî Danışman, İsmail Hami
Danişment, Sait Faik Abasıyanık, Reşit Rahme- (1) Adresler. a.g.e.
ti Arat, Falih Rıfkı Atay, Fazıl Ahmet Aykaç, Ali
Ekrem Bolayır, Behçet Kemal Çağlar, Faruk Na- Asumani
fiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Ercümend Ek- a. Göğü ilgilendiren, gökyüzüne ait,(1) göğe men-
rem Talu, Ahmet Kudsi Tecer, Mazhar Osman sup, gökle ilgili.(2)
Uzman, Mehmed Emin Yurdakul, Hüseyin Sa-
b. Melek.(1)(2)
deddin Arel, Mehmet Suphi Ezgi, Refik Fersan,
Selâhattin Pınar, Şerif Muhittin Targan, Osman c. Gök renginde, açık mavi.(2)
Şevki Uludağ, Ali Sami Boyar, Halil Dikmen, (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Cemal Nadir Güler, Münir Hayri Egeli, Ali Vasfi (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Egeli, Emin Onat, Refet Bele, Ragıp Gümüşpala,
Fuat Ağralı, Ali Fethi Okyar, Kâzım Orbay, Şükrü Asur
Saraçoğlu, Remzi Oğuz Arık ve Erol Güngör’ün
Cin, şeytan.(1)
adları sayılabilir.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA; [ASRÎ MEZARLIK - Necdet İşli] c. 03; s. 503

Aş Verme
Assâika Ölünün ardından belirli günlerde aş verme, yas
Uman lehçesinde “ölüm” anlamına gelir.(1) âdetlerinden biridir.(1) Ölü gömüldükten sonra,
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 28, s. 289 üç veya yedi güne kadar verilen yemek.(2)
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 2;
(2) Bayat, Fuzuli. Türklerde Cenaze Törenleri Bağla-
Âstâne Baba Türbesi-Türkmenistan
mında Mevlid Okuma Geleneği, Sosyal bilimler
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 415 Dergisi, S.19, 2008, s. 149

133
Vadi-i Hamuşan
Aşağı Aktaş Kaya Mezarı Aşere-i Mübeşşere
Iğdır İli Tuzluca İlçesi’nin 24 km. kuzeybatısında- Peygamberimizin, o kişiler daha hayatta iken,
ki Aşağı Aktaş Köyü’nün hemen üzerinde yer alan kendilerini doğrudan cennete gitmekle müjdele-
merkez; kalesi, kaya basamakları, kutsal kaya işa- diği on sahabe ki, bütün Müslümanların efdali (en
retleri, kutsal alanı ve kaya mezarı ile bölgedeki şereflisi) sayılırlar.(1)(2)(3)(4)
önemli merkezlerden biridir.
(1) Öztuna, Yılmaz. “Tarih Ve Politika Ansiklopedisi.”
Kalenin bulunduğu kayalığın güneyindeki kayalı- Ötüken Nşr. İstanbul (2006).
ğa açılan kaya mezarına günümüzde ulaşan bir yol (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bulunmamaktadır. Zor ve tehlikeli yollarla yak- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
laşık 15 m. yükseklikteki girişine ulaşabildiğimiz
kaya mezarı tek odalı bir yapı taşımaktadır.
Aşçı Ahmed Dede Türbesi-İstanbul
1 x 0,85 m. ölçülerindeki giriş kapısına sahip olan
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 45
kaya mezarı 3,10 x 3,13x 2,19 m. ölçülerindedir.
Kaya mezarının doğu duvarında zeminden 79-80
cm. yükseklikte başlayan ve 75-78 cm yüksek- Aşçı Ahmed Dede Türbesi-İstanbul
liğindeki silmeli bir seki bulunmaktadır. 2,56 x (1) Adresler. a.g.e.,
1,15-1,17 x 0,75-0,78 m. ölçülerindeki bu sekinin (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 358
2,56 m. genişliği içeriye doğru 56 cm daralarak 2
m. olmaktadır. Hemen hemen hiç tahrip olmayan
Aşk
sekinin zemininde herhangi bir oyuk görülme-
mektedir. Sekinin güney üst köşesinde silmenin a. Bir şeye, bir ideale veya yüce tanınan değere
hemen bitiminde 9,5 x 12 x 9 cm. ölçülerinde bir karşı çok kuvvetli, aşırı düşkünlük, sevgi ve
oyuk bulunmaktadır. Doğu duvarında ayrıca daha bağlılık, aşırı muhabbet.(1)(2)(3) Şiddetli istek,
sonraki dönemlerde kullanıldığının da göstergesi tutku.(2) b. Allah sevgisi.(1)
olan 4 haç çizimi görülmektedir. c. Hakk’ın zuhuruna sebep olan ilk sıfat.(3)
Batı duvarında 25 x 23 x 10 cm. ölçülerinde bir d. Sevginin son mertebesi, sevginin inancı tam
oyuk ve bir haç motifi olduğu görülmektedir. Diğer olarak hüküm altına alması, varlığın aslı ve ya-
duvarlara göre oldukça sade olan kuzey duvarı üze- ratılış sebebi.(5)
rinde daha sonra yapılan bir haç motifi bulunur. e. Bir şeye veya birine karşı müfrit muhabbet, aşırı
Zeminde ise kuzey duvarının önünde doğuya doğ- sevgi.(5)(6)
ru 20 x 6,5 cm ölçülerinde, doğu duvarı önünde
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kuzeye doğru 15 x 6 cm. ölçülerinde ve batı duvarı
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
önünde 12 x 3,5 cm.lik birer oyuk bulunmakta-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
dır. Ayrıca giriş kapısının batı köşesinde 5 cm.lik
(4) DİA;
muhtemelen bir zıvana deliği izi görülmektedir.
Oldukça iyi bir işçiliğin ürünü olan tek odalı kaya (5) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
mezarının güneybatısında ana kayanın düzeltil- (6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
mesi ile oluşturulmuş bir kutsal alan ve sunak çu-
kurları bulunmaktadır. (1) Âşık
(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 145. a. Bir şeye veya birine karşı aşırı sevgi ve bağlılık
duyan kimse, tutkun, meftun, seven, algın,
Aşağı Pirler Türbesi-Amasya vurgun, düşkün.(1)(2)(3)(4)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16 b. Her türlü dünya gailesi ve dünya nimeti sevgi-
sinden uzaklaşmış, bütün sevgisini Allah’a ada-
Aşağı Tekke Türbesi-Gerede mış derviş.(2) Allah Teâlâ’yı son derece ve azami
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16 mertebede seven, muhib, Hak aşığı.(3)

134
Vadi-i Hamuşan
c. Çok dalgın, sade bir biçimde yaşayan kimseler
için de kullanılır.(4)
Aşıklı Sultan Türbesi-Kastamonu
(1) Keçeci, Mehmet. “Batı Karadeniz Tarihi” https://
A
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. issuu.com/hiperteknoloji/docs/batikaradenizta-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rihi s. 56,
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (2) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 16
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Aşıkpaşazade Şeyh Ahmed Efendi Türbesi-
Âşık Bacı İstanbul

Ağıt söyleyen kadın.(1) (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 94,


(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 21
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Aşık Aydın Pir Türbesi-Türkmenistan Âşık Paşa Türbesi


Büyük Türk mutasavvıf-şairlerinden Âşık Pa-
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
şa’nın Kırşehir’deki türbesi.
Şehrin dışında, kuzeye doğru uzanan bir tepenin
Aşık Baba Türbesi-Yunanistan-Gümülcine
yamacında kurulmuş geniş bir mezarlığın içinde
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 997 bulunan türbe, yan cephesindeki kitâbeden öğ-
renildiğine göre, 13 Safer 733’te (3 Kasım 1332)
Aşık Çelebi (Kale) Türbesi-Makedonya-Ohri vefat eden Âşık Paşa için yaptırılmıştır. Kitâbede
Âşık Paşa, Şeyh Bâce olarak anılmış, doğum ve
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 613-
ölüm tarihleri ise bazı kelimelerin ebced değerle-
rinden çıkarılmıştır. O tarihlerde Kırşehir Eretna-
Aşık Çelebi Türbesi-Makedonya- oğulları’nın (veya Ertena) arazisi içinde bulundu-
Ohri, Gazi Baba ğundan, bu türbenin de Eretnaoğulları’nın veziri
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 614 ve Âşık Paşa’nın yeğeni Alâeddin Ali Şah tarafın-
dan yaptırılmış olabileceği bir ihtimal olarak ileri
Aşık Çelebi Türbesi-Makedonya-Üsküp sürülmüştür. Saim Ülgen’e göre, türbe kubbesinin
şekil olarak Kırgız çadırını andırması, bu eserin
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 626
mimarının Horasan erenleriyle Anadolu’ya gelmiş
Orta Asyalı bir Türk olabileceğini akla getirmek-
Aşık Hasan Türbesi-Çankırı tedir. Türbenin yanında Âşık Paşa ailesinden bazı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. kişilerin de mezarları bulunuyordu. Bunlardan
birinin Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa’nın bir
hanımına ait olduğu ileri sürülmüş, bu mezara
Aşık Paşa Türbesi-İstanbul
ait kırık ve eksik bir halde bulunan taş müzeye
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 16 kaldırılmıştır. Yine türbenin dışındaki başka bir
taşın da Âşık Paşa’nın oğlu Can’a ait olduğu ile-
Aşık Paşa Türbesi-Kırşehir ri sürülmekte ise de buradaki tarihi 4 Şevval 764
(17 Temmuz 1363) olarak okuyanlar olduğu gibi
(1) DİA, Cilt. 4 s. 5,
tarihin 964 (1557) olduğu da H. Baki Kunter ta-
(2) DİA, Cilt 25 s. 483,
rafından ileri sürülmektedir. Kitâbede Can b. Âşık
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 287
Paşa adı okunduğuna göre ikinci görüşe katılmak
zordur. Burada ayrıca Âşık Paşa’nın zevcesi Hâce
Aşık Yunus Türbesi-Bursa Hatun’a ait olduğu idDİA edilen bir mezar taşı
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183 daha görülmüştür. Anadolu Türklüğü bakımından

135
Vadi-i Hamuşan
çok değerli olan Âşık Paşa Türbesi ve çevresi uzun Paşa Türbesi’nin ön mekânında yere döşenmiş iki
süre bakımsız kalmış ve etrafındaki hazîre geniş parça halinde mermer bir levha bulmuştuk. Yere
ölçüde tahribe uğramıştır. Türbe 1935’te ufak bir saplanacağı kısmı işlenmeden bırakıldığına göre
tamir görmüştür. herhalde bir mezar taşı olan bu levhanın üst kıs-
Bazı vakıf kayıtlarından Kırşehir’de Âşık Paşa adı- mında rûmî motiflerle bezenmiş bir madalyon,
na bir de zâviye olduğu anlaşılmaktadır. Halkın alt bölümünde ise bir pars veya dişi arslan resmi
büyük saygı gösterdiği erenlerin türbeleri yanında görülüyordu.
zâviyeler kurulduğu düşünülecek olursa bu tesisin Âşık Paşa Türbesi, simetriden kaçınan çok deği-
türbe yakınında bulunması gerekir. Ancak bugün şik bir mimari anlayışın eseridir. Orta Asya eski
çevrede bu hususu destekleyecek herhangi bir iz Türk geleneklerine bağlı özellikleriyle Anadolu’da
yoktur. C. Hakkı Tarım daha aşağıda mahalle için- İslâm-Türk yapı sanatının değerli bir örneğidir.
deki bazı işlenmiş kalıntıların zâviyeye ait olabile- Değişik plan düzeni, ölçülü fakat zarif süslemesi
ceğini yazmaktadır. ile içinde yatan büyük Türk mutasavvıfı ve Ana-
dolu Türk edebiyatının kurucularından biri olan
Âşık Paşa Türbesi’nin yan cephesi şehre bakacak
Âşık Paşa’nın şanına uygun bir mahfaza teşkil et-
bir biçimde yamaca yerleştirilmiştir. Tamamen
mektedir.(1)
mermerden olan yapının ön mekânını teşkil eden
giriş holüne bu yan cephedeki süslü bir kapıdan (1) DİA; [Âşık Paşa Türbesi - Semavi Eyice] c. 4, s. 5
girilir. Bu mekânın yan tarafında bulunan bir
kapı, kubbeli esas türbeye geçişi sağlamaktadır. Aştek Türbesi-Özbekistan
Türbe, her bir kenarı 5.35 m. ölçüsünde bir kare-
(1) DİA, Cilt. 38 s. 269
den ibarettir. Âşık Paşa’nın sandukası tam ortada
değil giriş duvarının yanındadır. Türbenin altın-
At Baş Türbesi-Kırgızistan
da bir mezar odası olması gerekirse de bu husus
araştırılmamıştır. Sekiz köşeli olarak yapılan sa- (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
ğır kubbe de mermerden olup burada çok eski bir
Asya geleneğine uyularak bindirme
At Evliyası
tekniği kullanılmıştır. Türbe mekânının dört kö- II. Osman’ın çok sevdiği Sisli Kır adlı atı öldü-
şesine yerleştirilen dört sütun üstüne dört kemer ğünde Üsküdar’daki Kavak Sarayı’nın bahçesine
atılmış, bunların arasındaki pandantiflerle sekiz gömülmüş ve mezara dört dizelik 1028-7/1619
dilimli kubbeye geçiş sağlanmıştır. tarihli bir de kitabe dikilmişti. Saray yıkıldıktan
Türbenin içinde bulunması muhtemel hiçbir tez- sonra mezar açıkta kalmıştı. Halk, arasında “At
yinat günümüze gelmemiştir. Dışta ise üç cephe- Evliyası” olarak da ün yapan bu mezara sancılı at-
nin son derece sade olmasına karşılık şehre bakan lar getirilir ve etrafında gezdirilirdi. Zamanla me-
güney cephesi ve bilhassa buradaki giriş itina ile zar evler arasında kalmış, ancak atı hastalananla-
süslenmiştir. Cephenin kenarında bulunan taç- rın rahat ziyaret edebilmeleri için kitabesi sokağa
kapının üst kısmı bir zencerek motifi ile bezen- konulmuştu. Bu kitabe daha sonra Arkeoloji Mü-
miş, bunun içine sivri kemerli bir niş oyulmuştur. zesi’ne kaldırılmıştır.(1)
Nişin yarım kubbesi dilimli olarak işlenmiştir. (1) D.B. İstanbul Ansiklopedisi
Bu nişin alt kısmında yayvan kemerli esas giriş
bulunur. Cephelerin ortasındaki pencereler ise
At gömmek
birer sivri kemer içinde açılmıştır. Esas türbe bi-
nasının dışında mahya hattı profilli bir silme ile Çin kaynaklarından elde edilen bilgilere göre,
belirtilmiştir. Güney cephede tam ortada bu silme Orta Asya’da defin törenleriyle ilgili usul ve âdet-
dikdörtgen bir çerçeve meydana getirmekte olup lerinden biri de mezarların bir köşesine at göm-
bunun içinde kitâbe bulunmaktadır. 1965 yılında mektir.(1)
Kırşehir’de yaptığımız incelemeler sırasında Âşık (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e. s. 12

136
Vadi-i Hamuşan
At kaya
Bugün Hacı Bektaş Veli külliyesinin içinde veya
At Mezarı Türbesi-İstanbul
(1) Envanter. a.g.e. No: 18,
A
yakın çevresinde beş taşlardan (şahid taşı) biri (2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 531
olan at kaya, bir kısmı fonksiyon açısından külli-
ye ile bağlantılı bir kısmı da Hacı Bektaş Veli’ye Ata
ilişkin menkıbelerin hatırasını yaşatan muhtelif
a. Cömertçe verme, ihsan, bağış,(3) bahşiş, lütuf,
taşlardan biridir.(1)
karşılık beklemeden iyilik yapmak.(1)
(1) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e. s. 7
b. Bağışlama, af.(3)
c. Soyundan gelmekle birlikte bizden çok önceleri,
At kesme asırlar önce yaşamış olan kimseler, ecdat.(2) Ki-
Çin kaynaklarına göre Gök Tanrı inancını benim- şinin, geçmişte yaşamış olan soy büyükleri.(4)
semeyen kavimler, bu inanç sisteminin gereği Türkçede “baba”, “dede” ve “ced” manalarında
olarak yılın belirli dönemlerinde, Gök Tanrı’ya, kullanılan bir kelime.(5)
atalara, tabiat kuvvetlerine at kurban ederlerdi.(1) d. Din büyükleri.(2) Bektaşi Şeyhi.(2) Şeyh, mürşit,
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 1 özellikle Yesevilikte ve Nakşibendîlikte, ilk za-
manlarda mürşitlere ve şeyhlere ata denilirdi.(1)
At koşturmak-Yuğ töreni e. Eski Türkler de yaşlı, saygı değer ve hakim kim-
se.(3)
Yuğ törenlerinin başlıca amacı ölü yemekleri ver-
mektir. Fakat bununla beraber bu törenler, ölü (1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
için yapılan gösterileri de içermiştir. Nitekim (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yuğ merasimlerinde ağıtlar, saç kesmeler, atları (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
koşturmak gibi bir dizi uygulamalar buna örnek (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
olabilir.(1) (5) DİA;

(1) Bayat, Fuzûli, 2008, Türklerde Cenaze Törenleri


Bağlamında Mevlit Okuma Geleneği, sosyal Bi- Atabey Ertokuş Türbesi-Isparta
limler Dergisi, S.19, s. 150
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17,
(1) Doğan, Nermin Şaman. “Isparta’da Selçuklu Ve Bey-
At mezarı likler Dönemi Mimarisi” Isparta Val.(2008). s. 283

II. Osman’ın çok sevdiği Sisli Kır adlı atı öldüğünde


Üsküdar’daki Kavak Sarayı’nın bahçesine gömül- Atabey Gazi Türbesi-Kastamonu
müş ve mezara dört dizelik 10287 1619 tarihli bir (1) Keçeci, Mehmet. a.g.e. s. 56,
de kitabe dikilmişti. Saray yıkıldıktan sonra mezar (2) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 17
açıkta kalmıştı. Halk, arasında “At Evliyası” olarak
da ün yapan bu mezara sancılı atlar getirilir ve et- Atabey Muzafferiddin Türbesi-Kastamonu
rafında gezdirilirdi. Zamanla mezar evler arasında
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17
kalmış, ancak atı hastalananların rahat ziyaret
edebilmeleri için kitabesi sokağa konulmuştu. Bu
kitabe daha sonra Arkeoloji Müzesi’ne kaldırılmış- Atabeyli, Naci
tır. Üsküdar’da Karacaahmet Mezar-lığı’nda altı Milli Ktp./Tasnif No: 1960 Sa 103
adet mermer sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe- Bir Tetkik Gezisi Bursa Kaza Ve Köylerinde Arkeolojik
den oluşan ve “At Mezarlığı”, “Atlar Mezarı” diye Eserler, Uludağ, 25. Sayı(1/1940) S. 45-48; 26. Sayı
anılan bir açık türbe daha vardır. Ancak burada in- (3/1940), S. 51-61; 27. Sayı (5/1940), S.48-56,
sanların gömülü olduğu kabirler bulunmaktadır.(1) Bursa Halkevi, 1940, Bursa

(1) D.B. İstanbul Ansiklopedisi (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

137
Vadi-i Hamuşan
Ata ters binme Ateizm
Eski Türklerde ölü gömme töreni sırasında yapı- Allahsızlık, Tanrı tanımazlık,(1) Allah’ın varlığına
lan, yas âdetlerinden biridir.(1) inanmayış, Allah’ı inkârcılık, zındıklık.(2)
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 2 (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Atab
a. Mahvolma.(1) Ateş, İbrahim
b. Ölüm.(1) Vakıflar Gn. Md. Ktp.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Ölüm Ya Da Ölümsüzlüğe Göç, Vakıflar Dergisi,
19. Sayı, 1989, Ankara
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Atabinen, R. Saffet
T.T.K.Ktp./Tasnif No: Aı 9399 46
Mezarlarımız, Türkiye Turing Otomobil Kurumu Bellete-
Ateş Kültü
ni, Sayı:75, S.14, 1948, İstanbul Eski Türkler, ataların canlarının ateşin içinde te-
celli ettiğine inanıldığı için, ocağı ve ateşi kutsal
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
saymışlardır. Mezar başında ateş yakma geleneği-
ne Altay ve Yenisoy boylarında da rastlanır. Bu yö-
Atacan, Veysel nüyle defin işleminin yapıldığı günün akşamında
Tbmm Ktp./Tasnif No: 20012482 mezar başında ateş yakılması da söz konusu eski
Rize Hemşin Yöresi Osmanlı Mezar Taşları Ve Kitabe- inanışların günümüzdeki izleri olmalıdır.(1)
leri, Türk Halk Kültürünü Araştırma Ve Tanıtım Vakfı, (1) Çıplak, Nilgün. a.g.e., s. 8
2001

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Ateş Bâz-ı Veli Türbesi-Konya
(1) DİA, Cilt. 4 s. 58,
Atagül İşan Türbesi-Türkmenistan (2) DİA, C. 26 s. 190,
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 (3) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 30-251

Ataulla Said Bakhoz Türbesi-Özbekistan Ateş üzerinden atlama

(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524


Ateşin üzerinden atlayarak günahların dökülmesi
inancı ateş kültüne dayanmaktadır.(1)
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 15
Atav
Ölülerin ruhları için, üçüncü veya yedinci günü
Ateş Zade Şeyh Hacı Mehmet Efendi Türbesi-
verilen ziyafet.(1)
Isparta
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 88,
(2) Gül, Hüseyin-Songül Boybeyi. “Geçmişten Günü-
Ate müze Isparta.” Atatürk Kültür Merkezi Yay. Anka-
ra, (2009). s. 216
Allah’ın varlığına inanmayan, inkâr eden kimse,
Tanrı tanımaz,(1) Allahsız, mülhit, ateist.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ateşbaz Veli Türbesi-Konya
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 264,

138
Vadi-i Hamuşan
(2) Özönder, Hasan. a.g.e. s. 115,
(3) Önkal, Hakkı.3 “Konya’da Âteş-Bâz-ı Velî Türbe-
si”, Atatürk Ün. İlahiyyat Fak. Dergisi, sy. 1 (Ara-
Atike Hanım Türbesi-Aydın
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17
A
lık 1975), s. 223-237.
Atinalı Ali Efendi Türbesi-Bursa
Ateşbaz (1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 183
a. Mevlevi tekkelerinde mutfağa verilen isim.(1)
b. Mevlevi tekkelerinde aşçı dede.(2)
Atis, Mediha
c. Sünnet düğünlerinde hokkabazların sabaha
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Sb 306
karşı pamuk yakarak oynadıkları oyun.(1)
Şair Fitnat Ve Tek Partili Rejimin İmtiyazlı Gedikli Alimi
d. Eskiden ateşle gösteri yapan oyuncu.(2)(3) İ. Hakkı Uzunçarşılı, Tarih Hazinesi, Y.1, Sayı.12,
e. Bayramlar ve diğer kutlama törenleri için havai 37/1951, S. 580-585, 620, Ülkü Kitap Yurdu, 1973,
fişekler yapıp gösteriler düzenleyen kişi.(2)(3) İstanbul
Osmanlılarda, şenlikler için donanma fişekleri-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ni hazırlayan kimse.(4)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Atlar Mezarı
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda altı
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. adet mermer sütun üzerine oturtulmuş bir
kubbeden oluşan ve “At Mezarlığı”, “Atlar Me-
zarı” diye anılan bir açık türbe daha vardır. An-
Ateşi
cak burada insanların gömülü olduğu kabirler
a. Ateşli,(1) ateşe mensup, ateşe ait, ateşle ilgili.(2)
bulunmaktadır.(2)
b. Ateş renginde.(1)(2)
b. Bir sunak şeklinde yapılan ve üstünde çeşitli
c. Öfkeli, hiddetli.(1)
motifler olan mezar tipi. Roma döneminde çok
d. Cehennem zebanisi.(1)(2) yaygındır.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) D.B. İstanbul Ansiklopedisi

Ateşiyan
Atropos
a. Cehennemlik olanlar.(1)
Kaderi simgeleyen Tanrıçalar üçtür. Adı “geri dö-
b. Cehennem zebanileri.(2)
nülmez” anlamına gelen Atropos, ömür ipliği bü-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ken Moiralar arasında eceli, ölümü simgeler.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Erhat, Azra. a.g.e.

Atın Kuyruğunu Kesme


Automedon
Ölenin bindiği atın kuyruğunu kesme, ölüm olayı
ile karşılaşan Eski Türklerin, kendilerine özgü bir İlyada’da Akhilleus’un arabasını süren yiğit. Ege
takım yas âdetlerinden biridir.(1) denizindeki adaların birinde Troya savaşına katıl-
maya gelmiş, sonradan Akhilleus’un seyisi olmuş-
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 2
tur. Ölümsüz atları Ksanthos’la Balios’a bakar. Pat-
roklos’un ölüsünü elde etmek için yiğitçe savaşan
Atik Ali Paşa Türbesi-İstanbul Automedon Akhilleus’un en vefalı arkadaşların-
(1) DİA, Cilt. 4 s. 66, dan sayılır.(1) Yunan mitolojisine göre başlangıçta
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 405 Teselya’nın söylenen kralı Akhilleus’un arabasını

139
Vadi-i Hamuşan
süren Automedon, daha sonraları Akhilleus’un Ay Sadık Türbesi-Adıyaman-Kahta
oğlu Neoptolemos’a hizmet veren biridir.(2) (1) Teb-Der. a.g.e. s. 27
(1) Erhat, Azra. a.g.e.
(2) Korkmaz, Mehmet. “Mitoloji Sözlüğü.” Alter Ya-
yınları, (2011)
Aya Dede Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.

Avam
a. Nefis perdesiyle perdelenenler.(1) İnanç ve iba- Ayak Dedesi Türbesi-Isparta
detleri genellikle taklide dayanan, dinin şekil (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 238
ve merasimlerinin ötesine geçemeyenler için
kullanılan bir tasavvuf terimi.(5) Sûfi olmayan.
(7) Mevlevilikte tarikat ehli olmayan.(7) Ayak Tahtası

b. Cahil halk tabakası,(2) halkın alt tabakası,(3) halk, Mezarın yerini, yönünü belirlemek amacıyla ya
umum, herkes,(3) halkın cahil tabakası.(4)(6) baş ya da hem baş hem ayak tarafına dikilen tah-
talar.(1)
(1) Yücer, Hür Mahmut, Mehmet Nuri Efendi’nin
Üsküdar’da ki Hizmetlerinin Dini ve Kültürel (1) Hanoğlu, Canan, . a.g.e. s. 15
Hayata Etkileri, Üsküdar Sempozyumu VI. Eyüp
Belediyesi, s. 85;
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ayanoğlu, Fazıl
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Atatürk İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: 360.05
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Tahrib Edilen Eski Eserler Serisi Lütfü Efe Mezarı,
(5) DİA; Vakıflar Dergisi, Sayı:9, S.261-264, 1971, Ankara
(6) Kaya, Doğan. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(7) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Ayanoğlu, Fazıl İsmail


Avcıbaşı Mehmed Efendi Türbesi-İstanbul
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No: 345/3705/12
(1) Adresler. a.g.e.
Fatih Devri Ricali Mezar Taşları Ve Kitabeleri, Vakıflar
Dergisi, Sayı: Iv,S.193-208, 1958, Ankara
Avdan Baba Türbesi-Denizli
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 273

Ayanoğlu, Fazıl İsmail


Avgunlu Medresesi Türbesi-Kayseri
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No: 345/3705/4
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81
Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihi Makbereler,
Vakıflar Dergisi, Sayı: Iı, S.399-405, 1942, Ankara 47
Avış
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
a. En aşağı cehennemim adı.(1)
b. Sihir, büyü, afsun.(1)
Ayanoğlu, Fazlı İsmail
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Sb 306
Türk Tarih Vesikalarından: Eşsiz Mezar Taşları, Tarih
Avut Hazinesi, (12), 598-60, Ülkü Kitap Yurdu,1951,
Ağıt.(1) İstanbul.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

140
Vadi-i Hamuşan
Ayas Bey Türbesi-Bursa
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 13 s. 129
da servilerle kaplı olduğu görülen mezarlıkta ilk
yapılan binalar Alman Sefareti ile bugünkü Etap
Marmara Oteli’nin biraz yukarısında yer alan ve
A
sonraları İstanbul Kulübü olarak kullanılan Os-
Ayas Bin Abdullah Piri Fani Hademe-i manlı Bankası’nın müdür lojmanıdır. Bu inşaat
Türbesi-Kosova-Vılçitrin sırasında başlayan tartışmalar mezarlık arazisinin
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538 1933’te belediyeye devredilmesinden sonra da de-
vam etmiş ve vakıf mütevellisi Selâhattin Molla
Bey’in azli üzerine arazinin mazbut vakıf haline
Ayas Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul
getirilmesinin ardından mezarlık tamamen orta-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17 dan kaldırılmıştır. Bu sırada, özellikle Gümüşsu-
yu Askerî Hastahanesi’ne yaralı olarak getirilip
vefatlarından sonra bu mezarlığa gömülen 1313
Ayas Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul
(1897) Yunan Harbi’nin bazı şehidlerine ait kabir-
(1) Adresler. a.g.e., lerin başka yerlere nakledilmesi, gazetelerin bü-
(2) Kollektif2. a.g.e. Cilt 1, s. 446 yük çapta polemiğe girmelerine yol açmış, fakat
sonuçta İstanbul’un en merkezî yerlerinden biri-
Ayas Paşa Türbesi-İstanbul nin mezarlık olarak bırakılamayacağı görüşü galip
gelerek çok değerlenen arazi parsellenip satışa
(1) DİA, Cilt. 4 s. 204,
çıkarılmıştır. Kaldırılan mezarların taşları, Reşat
(2) Pur, Doğan. a.g.e. S, 8,
Ekrem Koçu’nun tabiriyle, o bölgede inşaatına
(3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 412,
başlanan “şeddâdî apartmanların” temellerinde
(4) Saatçı, Suphi. “Sinanın Eyüpteki Türbeleri”, Eyüp
ve adı geçen askerî hast
Sultan Sempozyumu V. s. 153
hanenin çevre duvarının yapımında kullanılmış,
birkaç tanesi de hâtıra olarak Alman Sefareti’nin
Ayas Paşa Mezarlığı
bahçesinde muhafaza altına alınmıştı.
İstanbul’da eskiden mevcut olan büyük mezarlık- Bu mezarlıktaki kıymetli mezar taşı kitâbelerinin
lardan biri. tamamı, XIX. yüzyılın sonlarında Fındıklılı İsmet
Taksim’den başlayarak Dolmabahçe ve Fındık- Efendi tarafından tesbit edilmişse de yayımlana-
lı’ya kadar inen büyük mezarlığın bugün Taksim madan yazarın ahşap eviyle birlikte bir yangın
ve Gümüşsuyu çevrelerine rastlayan kesimini sonucu yok olmuştur. Bu mezarlıkta medfun bazı
içine almakta idi. Adını, kabri Eyüp Sultan Camii kişilerin mezar taşları da Fazıl Ayanoğlu tarafın-
hazîresinde bulunan, Kanûnî’nin vezîriâzamla- dan tesbit edilmiştir. Tarihçi Fındıklılı Silâhtar
rından Ayas Paşa’dan alır. Çünkü mezarlık alanı Mehmed Ağa, şair Şinâsi gibi pek çok ünlü kişinin
vaktiyle Ayas Paşa Vakfı’na (tesisi: 1526) dahildi gömülü olduğu bilinen mezarlığın en eski fotoğrafı
ve Ayas Paşa Konağı da bu civarda bulunuyordu. Ma’lûmât Mecmûası’nda (29 Teşrinievvel 1324, sy.
İstanbul’a dair eski seyahatnâmelerin hepsinde 158), diğer bazı fotoğrafları ise yakın yıllarda ya-
tasvir edilen ve gravürlerine yer verilen mezarlık yımlanmıştır (Eldem, II, 16, 18; Gülersoy, II, 123).
I. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda kendi ha- 1970 yılında yanan ve daha sonra tamir edilerek
line terkedilmiş, bu sebeple mezar taşları tahrip bugün Atatürk Kültür Merkezi adıyla faaliyette
olmuş, 1933’te ise lağvedilerek diğer 392 mezar- bulunan Kültür Sarayı da Ayaspaşa Mezarlığı üze-
lıkla birlikte Evkaf İdaresi’nden İstanbul Beledi- rine inşa edilmiş binalardandır. Bunun karşı kö-
yesi’ne devredilmiştir. Mezarlığın vaziyet planı, şesinde, Gümüşsuyu’na inen yokuşun sağ başında
J. Pervititch’in Eylül 1926 tarihli 30. kadastral bulunan iş hanı da 1980’lerde mezarlıktan kalan
paftasında görülmektedir. 1915-1917 yıllarında son parçanın kaldırılması suretiyle inşa edilmiş ve
İstanbul’un balondan çekilen hava fotoğrafların- böylece yakın yıllara kadar küçük bir kısmı duran

141
Vadi-i Hamuşan
Ayaspaşa Mezarlığı hiçbir izi kalmayacak şekilde pınarları.(1) Rumlarca kutsal sayılan, suyun
tamamıyla ortadan kaldırılmıştır.(1) şifalı olduğuna inanılıp ziyaret edilen, bir kült
(1) [AYAS PAŞA MEZARLIĞI - Necdet İşli] c. 04; s. 204 yeri haline getirdikleri çeşme veya pınar.(2)(3)(4)
b. Kutsal kaynak.(1)
Ayas Paşa Türbesi c. Ayazma kelimesi “kutsal su” anlamına gelmek-
İstanbul’da Eyüp Camii’nin arkasında Bostan İs- tedir. Yunanca kutsal anlamına gelen Hagia
kelesi’ne açılan kapının sağında bir türbe. kelimesi Türkçeye “aya” şeklinde geçmiştir. Bu
kelime ile Arapça su anlamına gelen “ma” ke-
Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından
limesi birleştirilerek “ayazma” kelimesi türetil-
Ayas Paşa için yaptırılmıştır. 22 Ramazan 942 (15
miştir.(5)
Mart 1536) tarihinde sadârete getirilen Ayas Paşa
bu mevkide iken 26 Safer 946’da (13 Temmuz (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
1539) veba salgınında ölünce, Sâî Mustafa Çelebi (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tarafından belirtildiğine göre, Eyüp’teki türbe- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
sinin yapımı Lutfi Paşa’nın tavsiyesiyle, o vakte (4) DİA;
kadar tanınmayan Mimar Sinan’a ısmarlanmıştır. (5) Köse, Ali. a.g.e. s. 15
Fakat Mimar Sinan’ın bilinen eserlerini sayan tez-
kirelerde bu türbenin adı yoktur. Sadrazam Ayas
Aydaş Aşı
Paşa’nın, 1559’da idam edilen Bağdat ve Âmid
Beylerbeyi Ayas Paşa ile karıştırılmasından dolayı Adana’da doğumdan sonraki aylarda gelişemeyen,
bu yanlışlığın doğduğu ileri sürülmüştür. Türbe cılız, hastalıklı çocuğa “aydaş çocuk” adı verilir.
çok harap durumda iken yakın tarihlerde büyük Aydaş çocuk için “aydaş aşı” pişirilir. Bu, sem-
ölçüde tamir görerek kurtarılmıştır. bolik bir aştır. Çocuğun yeterince pişmediği dü-
şüncesinden hareketle yapılan taklit büyülerinin
Ayas Paşa Türbesi, dört mermer sütuna oturan
uygulamasıdır. Aydaş çocuğu dikenli gül ağacının
kesme taştan dört sivri kemerin taşıdığı kubbe-
arasından ve kurt ağzının iskeletinden geçirme,
den ibaret bir açık türbedir. Kubbenin altında
uygulanan diğer pratiklerdir.(1)
yüksek bir mermer sanduka bulunur. Bunun baş
şâhidesi mihrap biçiminde işlenmiş, ayak taşı ise (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 7
düz olup üzerlerinde güzel bir hatla kabrin paşaya
ait olduğunu belirten Arapça bir ibare vardır. Ayak
Aydaş Çocuk
şâhidesinde ise türbenin sahibinin adı ve ölüm ta-
rihi yer almaktadır. Adana’da doğumdan sonraki aylarda gelişemeyen,
cılız, hastalıklı çocuğa “aydaş çocuk” adı verilir.
Ayas Paşa Türbesi mimarisi bakımından fazla dik-
kat çekici bir eser olmamakla beraber, Mimar Si- (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 7
nan’ın ilk eseri olduğu söylentisi ona İstanbul’un
içindeki tarihî yapılar arasında özel bir yer sağla-
Ayday, Cedide
mıştır.
Ankara İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: 726.8/
(1) [AYAS PAŞA TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. 4, s. 204-
Ayd.G
205
Gebze’de Bulunan Osmanlı Dönemi Mezar Taş-
ları, Lisans Tezi, Ank.Ü.İ.F.Türk-İsl.San.Tar.Abd,
Ayaz Köyü Türbesi-Bursa
S.49, 2001, Ankara
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 72
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Ayazma
a. Hıristiyanlıkta aziz ve azizelere ithaf edilen, Aydede (Kırk Fenerliler) Türbesi-Bursa
halk arasında şifalı sayılan ziyaret kaynak ve (1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 14

142
Vadi-i Hamuşan
Ayderusi Abdurrahman Bin Mustafa Türbesi-
Mısır
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 282
demektir. Arkasında başka bir şeyin varlığını
gösteren veya kanıtlayan şeye “ayet” denilir.
(1) Kimsenin inkâr edemeyeceği alâmet, işa-
A
ret, belirti, açık delil,(3)(4) iz.(7)(8) açık alâmet,
nişan, eser.(2)
Aydınlık Baba Türbesi-Yunanistan-Yenice
b. Kur’an-ı Kerim’deki sureleri meydana getiren
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 978
kelime veya cümlelerinden her biri.(2)(3)(4)(5)
(6) Hüküm, söz, mesaj. Kur’an’daki hakiki veya

Aydınoğlu Mehmed Bey Türbesi-Aydın takdiri başlangıcı ve bitişi olan ve Kur’an su-
(1) DİA, Cilt. 4 s. 240, relerini oluşturan ilahi söz, ilahi hüküm, ilahi
(2) Eroğlu, Süreyya. “Batı Anadolu Beylikleri Mimari- mesaj.(7)
sinde Tipolojiye Bağlı Süsleme Tasarımları.” Dokto- c. Manen uyanmaya sebep olan olay.(4)
ra Tz. Mimar Sin. Ün. Sos. Bil. Ens. İst.(2006) s. 130
d. Yüklü anlam taşıyan anlaşılması ve kavranması
güç ifade.(4)
Aydoğan, Ali e. Allah’ın varlığına, Peygamberlerin doğruluğuna
Milli Ktp./Tasnif No: 2000 Bd 2777 işaret eden delil ve mucize anlamındadır.(5)(7)
Türkiye’de Mezârlık Ziyâretlerim Ve Cumhuriyet Devri f. Hakk’ın zat ve isimlerinin mazharları, Allah’ın
Manzum Mezârtaşı Kitâbeleri, Mezarlıklar Vakfı, 1999, varlığının ve kudretinin nişanesi oldukları için
İstanbul bunlara ayet denilmiştir.(8)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 28;
(2) Pala, İskender. a.g.e.
Aydoğan, Ali (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp ./Tasnif No:
(5) DİA; [ÂYET - Yusuf Şevki Yavuz - Abdurrahman
736.5
Çetin] c. 04; s. 244
Cumhuriyet Devri Manzum Mezar Taşı Kitabeleri,
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Darü’l-Kütübi’l-Garbiyeti’l-Küt. (60 İl Mezârlığı, 572
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
Kitâbe), Mezarlıklar Vakfı; İslam Araştırmaları, S.247,
(8) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
1999, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Âyet Anlayışı
Âyet bu alanda çeşitli açılardan ele alınarak işlen-
Aydoğdu, Günnur
miştir. Bazı âlimlerin Kur’an’da âyet sonu (durak)
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 63263 saydığı yerleri diğerlerinin saymaması, sûre baş-
Amasya Mezar Taşları, Gazi Ü., Sosyal Bilimler Enst. larındaki besmelelerle yine bazı sûrelerin başında
Sanat Tarihi Abd, Yüksek Lisans Tezi, S. 270,1997 bulunan harflerden (hurûf-ı mukattaa) her birinin
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. müstakil birer âyet kabul edilip edilmemesi gibi
sebeplerden dolayı âyet sayısında -her biri 6000’in
üzerinde olan farklı rakamlar ortaya çıkmıştır.
Aydoğdu Türbesi-Bursa
İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre o bu sayı-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17
nın 6600 olduğunu söylemiş, âyet sayısını 6204,
6214, 6219, 6225, 6236 olarak tesbit edenler de
Ayet olmuştur (Süyûtî, I, 189).
a. Eyyun’den yahut teeyyî’den, ya da eviye’den Bu konuda Ebû Amr ed-Dânî el-Beyân fî addi âyi’l-
türediği ileri sürülen âyet kelimesi, zahir alâ- Kurân ve İbrâhim b. Ömer el-Ca‘berî Hüsnü’l-me-
met, belirgin işaret, olağanüstü olay, mucize ded fî marifeti fenni’l-aded adlarıyla müstakil bi-

143
Vadi-i Hamuşan
rer eser kaleme almışlardır. Ca‘berî’nin bu eseri, gece inenler), sayfî-şitâî (yaz veya kış mevsiminde
Zerkeşî’nin el-Burhân’ında (I, 266) el-Müfred fî inenler), firâşî-nevmî (yatakta-uykulu halde iken
marifeti’l-aded adıyla zikredilmiştir. inenler) diye sınıflandırılır. Ayrıca neshe konu ol-
Âyetlerin son kelimesine veya bu kelimenin son ması bakımından da nâsih-mensuh gibi kısımlara
harfine, iki âyetin arasını ayırdığı için “fâsıla” de- ayrılır.
nilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in daha çok Mekkî sûrelerinde
Kur’an’da en uzun âyet Bakara sûresinin 282. imana teşvik etmek, inkâr ve küfürden caydırmak,
âyeti, en kısa olanlar ise “yâsîn” (Yâsîn 36/1), dikkat çekmek, mânayı teyit ve tekit etmek gibi
“errahmân” (er-Rahmân 55/1), “müdhâmmetân” maksat ve hikmetlerle bazan bir âyetin birkaç defa
(er-Rahmân 55/64), “sümme nazara” (el-Müddes- tekrar edildiği görülmektedir. Meselâ, “And olsun
sir 74/21), “ve’l-fecr” (el-Fecr 89/1), “ve’d-duhâ” ki Kur’an’ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık” meâlin-
(ed-Duhâ 93/1), “ve’l-asr” (el-Asr 103/1) sözlerin- deki âyet dört yerde (el-Kamer 54/17, 22, 32, 40);
den ibaret olan âyetlerdir. “Benim azâbım ve uyarım nasılmış?” meâlindeki
Alak sûresinin ilk beş âyetinin ilk nâzil olan âyet- âyet dört yerde (el-Kamer, 54/16, 18, 21, 30);
ler olduğu hususundaki kesin sayılabilecek bilgi- “O gün, yalanlamış olanların vay haline!” meâlin-
nin yanında Bakara sûresinin 281, Mâide 3, Nisâ deki âyet on yerde (el-Mürselât 77/15, 19, 24, 28,
176, Nasr 1-3 ve Tevbe sûresinin 128-129. âyetle- 34, 37, 40, 45, 48, 49; el-Mutaffifîn 83/10);
rinden her birinin en son gelen âyetler olduğunu “Öyle iken rabbınızın nimetlerinden hangisini
bildiren rivayetler mevcuttur. yalanlarsınız?” meâlindeki âyet ise otuz bir yerde
Âyetlerin Kur’ân-ı Kerîm’deki tertibi gelişigüzel (er-Rahmân 55/13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32,
veya indiriliş sırasına göre yapılmamış, vahiy ile 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59,
belirlenmiştir. Sûreler arasında olduğu gibi âyet- 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77) geçmektedir.(1)
ler arasında da bir münasebet ve tenâsüp var- (1) DİA; [ÂYET - Yusuf Şevki Yavuz - Abdurrahman
dır. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm tefsir edilirken göz Çetin] c. 04; s. 244
önünde bulundurulmalıdır.
Âyetler çeşitli yönlerden tasnife tâbi tutulmuştur. Ayet-Mucize Düşüncesi
Bizzat Kur’ân-ı Kerîm, âyetlerin bir kısmının Allah’ın varlığına, peygamberlerin doğruluğu-
muhkem (mânası belirgin), bir kısmının da mü- na işaret eden delil ve mûcize anlamında, ayrıca
teşâbih (birkaç mânaya gelebilen) olduğunu ifade Kur’ân-ı Kerîm sûrelerinin belli bölümlerinden
etmiştir (Âl-i İmrân 3/7). her biri için kullanılan bir terim.
Bundan başka, bazı âyetlerin mücmel (mânası Sözlükteki asıl anlamı “bir şeyin ve bir amacın
izaha muhtaç olacak şekilde kapalı) bazılarının da mevcudiyetini gösteren alâmet”tir. Buna bağlı
mübeyyen veya müfesser (mânası açıklanmış) ol- olarak “açık alâmet, delil, ibret, işaret” gibi anlam-
duğu kabul edilmiştir. larda da kullanılmıştır. Kur’an’da tekil ve çoğul
Tefsir ve usul âlimlerinin çoğuna göre hicretten şeklinde 382 defa geçen âyet kelimesi terim ola-
önce gelen âyetlere Mekkî, hicretten sonra ge- rak çeşitli anlamlar ifade etmektedir.
lenlere Medenî denilmiştir. Gerek hicretten önce 1. Delil. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın varlığını is-
gerekse sonra Mekke’de nâzil olanlara Mekkî, Me- pat etmeyi amaçlayan delillerden çoğunlukla âyet
dine’de nâzil olanlara Medenî diyenler bulunduğu diye söz edilir.
gibi Mekkeliler’e hitap edenlere Mekkî, Medineli- Kelâm ve felsefede ihtirâ, gaye ve nizam gibi adlar
ler’e hitap edenlere Medenî diyenler de vardır. verilen bu deliller Kur’an’da Allah’ın varlığı ile
Âyetler indirilen yer ve zamana göre de arzî-se- ilgili âyetlerin ana konusunu teşkil eder. Buna
mavî (Hz. Peygamber yeryüzünde veya gökte yani göre göklerin ve yeryüzünün belli bir düzende
mi‘racda iken inenler), hazarî-seferî (hazarda veya yaratılışı, yer küresinin canlıların yaşamasına
seferde iken inenler), nehârî-leylî (gündüz veya elverişli hale getirilişi, ona belli bir ağırlık kazan-

144
Vadi-i Hamuşan
dıran dağların mevcudiyeti, ziraata ve iskâna uy-
gun ovaların, seyahate elverişli yolların oluşumu,
hayat kaynağı suyun gökten indirilişi, aynı su ile
la bakan ve inanma niyeti taşımayan inkârcılara
helâk edici felâketler gönderilerek bunlar yok edil-
miş ve geride onlara dair alâmetler bırakılmıştır
A
beslenen aynı iklimin topraklarında tadı ve be- (el-Kasas 28/36; el-Kamer 54/2, 15; Tâhâ 20/128;
sin değeri farklı yiyecek ve meyvelerin bitirilişi, el-Ankebût 29/15, 35; Hûd 11/103; el-Hicr 15/74,
göklerin görülebilir direkler olmaksızın yükselişi, 77; eş-Şuarâ 26/67, 121, 174; Sebe’ 34/15; ez-Zâ-
atmosferin tehlikelerden korunmuş bir tavan ha- riyât 51/37).(…)
line getirilişi, güneşin ısı ve ışık, ayın da aydınlık 3. Kıyamet alâmetleri. Önceden iman etmeyen-
kaynağı oluşu, insan ve yük naklinde faydalanılan lerin veya iman sayesinde hayır kazanmayanların,
gemilerin denizlerde batmadan seyredişi, besin Allah’ın bazı âyetleri ortaya çıktığı anda inandık-
kaynağı ve binek olarak kullanılan çeşitli hay- larını ifade edişlerinin fayda vermeyeceği belirti-
vanların insanların emrine verilişi, erkekli dişili lirken kullanılan “âyât” kelimesi (el-En‘âm 6/158)
olarak yaratılan insanların dünyayı imar etmesi kıyamet alâmetleri mânasında anlaşılmalıdır.
ve uyum içinde çoğalmasını sağlamak üzere karşı 4. Kur’an’ın tamamı veya belli bölümleri.
cinsleri arasında güçlü bir sevgi bağının kuruluşu, Kur’ân-ı Kerîm’deki sûrelerin belli bölümlerinden
uykuya yatan insanın bir tür ölü haline geldikten her biri, benzerlerini meydana getirme imkânı
sonra tekrar hayata dönüşü... bütün bunlar “her bulunmaması açısından, Hz. Muhammed’in hak
şeyi bilen”, “her şeye gücü yeten” ve “dilediğini peygamber olduğuna belge teşkil ettiği veya bir
yapan” yüce Allah’ın varlığına dair apaçık âyet- ifadeyi diğerinden ayırdığı, yahut da harfler toplu-
lerdir. Ne var ki bunları düşünebilen, gerçeklere luğundan oluştuğu için âyet diye adlandırılmıştır.
inanmak isteyen, söz ve öğüt dinleyen kimseler
Âyet Kur’ân-ı Kerîm’de olduğu gibi hadislerde de
anlayabilmektedir (bk. el-Bakara 2/ 164; er-Rûm
dört ayrı anlamda kullanılmış, bu arada güneş ve
30/20-25; el-Enbiyâ 21/3132; en-Nahl 16/66-69; ayın Allah’ın kudretine delâlet eden iki âyet oldu-
el-Câsiye 45/3-5; er-Ra‘d 13/2-4; Yûnus 10/5, 67; ğu ifade edilmiş (Buhârî, “Bedü’l-halk”, 88), ilki
el-En‘âm 6/95-99). güneşin batıdan doğmasıyla başlayacak olan on
2. Mûcize. Peygamberlerin Allah tarafından gö- âyet (alâmet) ortaya çıkmadıkça kıyametin kop-
revlendirilmiş elçiler olduklarını ispat eden hâri- mayacağı haber verilmiştir (Müslim, “Fiten”, 39-
kulâde olaylar da Kur’ân-ı Kerîm’de âyet diye ifade 41; İbn Kesîr, I, 51, 165).
edilmiştir. Son devir İslâm âlimlerine göre mutlak anlamda
Peygamberlerin davetine muhatap olan bütün âyet başlıca iki kısma ayrılır:
milletler, davet sahibinin doğruluğundan emin ol- 1. Fiilî âyetler. Kâinattaki sayısız çeşitlilik ve fark-
mak düşüncesiyle, ondan tabiat kanunlarını aşan lılıkları sürekli bir düzen ve kanuna bağlayan yara-
ve ancak ilâhî bir kudret sayesinde gerçekleşebilen tıcının varlığını, birliğini ve yüce sıfatlarını göste-
gözle görülebilir bir alâmet (âyet) göstermesini ren ve yaratıkların taşıdığı özelliklerden çıkarılan
istemişlerdir. İnanmak arzusunda olanların ima- delillerin tamamı bu tür âyetleri oluşturur. Bunlara
nını, inkârcıların da bir anlamda inadını kuvvet- “kevnî”, “tekvînî” veya “ilmî âyet” de denilir. Elma-
lendiren bu âyetler pek çok defa vuku bulmuştur. lılı, ulûhiyyete işaret eden âyetleri de kendi içinde
Hz. Nûh’un tûfanı, Hz. Sâlih’in devesi, Hz. üç kısma ayırır: a) Sadece âlimlerin farkına vara-
Mûsâ’nın asâsı ve diğer mûcizeleri, Hz. Îsâ’nın bileceği tabiat kanunlarında mevcut umumi âyet-
babasız olarak dünyaya gelişi, çamurdan yapılmış ler, b) Güneş ve ay tutulması, gök gürlemesi gibi
bir kuşa can verişi, ölüleri diriltişi, evlerde sakla- herkesin müşahede ettiği âyetler, c) Mûcizeler gibi
nan yiyecekleri haber verişi gibi hârikulâde olaylar hârikulâde âyetler (Hak Dini, V, 3184).
Kur’an’da söz konusu edilen âyetlerden bazılarıdır 2. Kavlî âyetler. Peygamberlere indirilen ilâhî ki-
(bk. el-A‘râf 7/73, 106; Âl-i İmrân 3/49; el-Mâide tapların hepsi bu tür âyetlerdir. Bunlar fiilî âyet-
5/114; Tâhâ 20/ 22; Meryem 19/17-21; el-İsrâ lere işaret eder ve insanlar tarafından kolaylıkla
17/59). Gösterilen bunca âyetlere sihir nazarıy- anlaşılmaları için gerekli açıklamaları ihtiva eder.

145
Vadi-i Hamuşan
Bunlara “teşrîî”, “tenzîlî” ve “vahyî âyetler” de de- Bu uygulamanın uğruna inanılır. O gün eve ge-
nilir (Elmalılı, I, 569-570; Reşîd Rızâ, I, 287; III, len kişinin eve uğur getirdiğine, o yıl evde sağlık,
313; İTA, I, 666). sıhhat ve huzur olacağına inanılır. Bu uygulama
Âyetin Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin doğru- Ahıska Türklerinde ayıklama diye bilinen bir ina-
luğunu ispat eden delil anlamında kullanılışı ilk nıştır.(1)
devir kelâm âlimlerince de devam ettirilmiş, fakat (1) Türk Topluluklarının Halk İnançları-II. Kültür
sonraki dönemlerde onun yerine daha çok mûcize Kavramları ve Türk Dünyası, s. 78
terimi tercih edilmiştir (Bâkıllânî, s. 31, 35; Kadî
Abdülcebbâr, II, 416, 417, 509). Nübüvvetle ilgili Ayırt Dede Türbesi-Isparta
olarak kaleme alınan çok sayıdaki eserin adında
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 79
(el-Envâr fî âyâti’n-nebiyyi’l-muhtâr, el-Âyâtü’l-
beyyinât, el-Âyâtü’l-vâdıhât vb.) mûcize mânasın-
daki âyet kelimesi bir klişe olarak kullanılmıştır Ayin
(Keşfü’z-zunûn, I, 204; Îzâhu’l-meknûn, I, 7, 145). a. Mevlevi semai esnasında çalınmak ve söylen-
Bunların dışında âyet, mezhepler tarihi ve tasav- mek üzere çeşitli makamlarda bestelenmiş ve
vufta da farklı anlamlarda kullanılmıştır. dört selama ayrılmış olan Türk musikisinin en
güzel, en muhteşem örneklerini teşkil eden bü-
Mezhepler tarihinde âyet iki ayrı kullanılış kazan-
yük beste.(1)(4)
mıştır.
b. Mevlevi tekkelerinde okunan ağır bestelerin
Biri İbn Tûmert’in, mehdîliğini tasdik eden tâbi-
biçimi.(6)
lerini sınıflandırması sırasında kullandığı “âyet-i
aşere”, “âyet-i hamsîn” ve “âyet-i seb‘în” tabirle- c. Tekkelerde, tarikat ehlinin kendi aralarında,
rindeki âyet kelimesidir ki alâmet mânasına gelir. belli günlerde, genellikle musiki eşliğinde yapı-
Diğeri de İsnâaşeriyye Şîası’nca ilâhî hakikatlerin lan, belli bir usul ve düzene göre topluca icra
tercümanı ve Allah’ın yeryüzündeki alâmetleri ettikleri zikir, dini merasim, sema.(7) zikir, tö-
gözüyle bakılan âlimlere verilen “âyetullah” unva- ren.(3)(4)
nındaki âyettir. Tasavvufta ise âyet, mahiyetleri d. Gelenek, görenek, usul, üslup, âdet, adap ma-
farklı ve sayıları çok olan varlıkları gerçek ilâhî nasına Farsça kelime olup, çok tanrılı dinlerin
birlik gözü ile bir tek varlık olarak müşahede et- ibadetleri ve törenleri hakkında kullanılır.(2)(3)
mekten ibarettir. Hakk’ın zât ve sıfatlarının ay- Dini tören.(3)(6) Âdet, töre, yol, kanun.(4) Ritü-
nası durumunda olan âyetleri müşahede etmek, el, merasim, tören, nizam, şekil, kaide.(7)
nefis aynasında Hakk’ı görmektir. Sûfîlere göre e. Amacı gizli bir gücü belirli bir eyleme yönelte-
bütün âlem bir âyet olmakla beraber en büyük bilmek için yapılan büyü.(3)
âyet insanın kendisidir.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) DİA; [ÂYET - Yusuf Şevki Yavuz - Abdurrahman (2) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
Çetin] c. 04; s. 244 (3) Çağbayır, Yaşa. a.g.e.
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ayetleme (6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kur’an’daki surelerin ayet, ayet hatta kelime, keli- (7) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
me ele alınıp bunların inanç ve düşünce ile birleş-
tirildiği, yorumlandığı şiir türü.(1) Ayin Cem
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. a. Alevilerin tarikata birinin yeni girmesi veya bir
ulu kişinin anılması vesilesi ile düzenledikleri
Ayıklama tören.(1)(2)
Yılbaşı günü eve sabah erkenden, komdan bir koç, b. Mevlevi ve bilhassa Bektaşi tarikatı mensup-
mümkün ise ak koç getirilip ev ak koça ayaklatılır. larının aralarında yaptıkları, yemekli, musikili

146
Vadi-i Hamuşan
[bazı Bektaşilerde içkili] sohbet toplantısı ve
ayin.(3)(4)
ğında ve bir o kadarı da solunda olarak yürür-
ler.(1)
A
c. Cem veya Cemşid ayini. Efsaneye göre şarabın b. Allah’ın tecelli ettiği kâinat ve özellikle insan-ı
mucidi olan eski İran hükümdarlarından Cem kâmilin kalbi. Kâinat, vûcud-u mutlak olan Al-
veya Cemşid adına yapılan tören.(2) lah’a ayna mesabesindedir. Allah mahlûkların
d. İçki meclisi.(3) İçkili toplantı.(4) içinde en fazla insanda tecelli etmiştir.(2) İn-
sana, özel anlamda kâmil insana ayna (âyine,
e. Divan edebiyatında kullanılan bir remiz.(5)
mir’ât) ve mir’ât-ı Hak, ayine-i Rahman denir.(3)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
c. Bir olayı veya durumu göz önüne seren, göz
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
önünde canlandıran şey.(4)(5) Bir olayı, bir du-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rumu görmemize, anlamamıza yarayan, bir ba-
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kıma onu yansıtan durum ya da şey.(6)
(5) DİA
d. Işığı yansıtarak cisimlerin görüntüsünü veren
arkası sırlı cam, gözgü.(4)
Ayine Tutmak
e. Şeytan.(4)
Hasta, baygın ve boğulmuş kimselerin ölüp öl-
mediğini anlamak için ağzına ayna tutarlar. Eğer (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 332;
aynada nefes tesiriyle buğu husule gelirse o şahıs (2) Kaya, Doğan. a.g.e.
sağ demektir.(1) (3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
(5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Ayinhan
Mevlevi tekkelerinde sema esnasında bestelenmiş
Aynalı Tonoz
şiirleri (ayin-i şerif) okuyan kimse.(1)(2)(3)
Manastır tonozunun üst bölümünü yatay bir düz-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lemle keserek elde edilen tonoz.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Hasol, Doğan. a.g.e.

Ayn’ül-Hayat Aynalı Hatun Türbesi-Sinop


a. Hayat çeşmesi, ab-ı hayat,(1) dirilik veren su.(2) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17
Öz hayat.(3)
b. Hay isminin batını olup bir kimse bunun haki-
Ayne’l-Yakin
katini kavrarsa sonsuz hayata ulaşmış demektir.
Zira hayat kaynağından kendisini ezeli kılacak bir a. Bir şey hakkında görmek, müşahede etmek
şerbet içer. Böyle bir kimse Hakkın hayatı ile canlı suretiyle elde edilen bilgi. Yakîn, “kesin bilgi”
demektir.(4)(3) anlamına gelir. Ayne’l-yakin, Allah’ı gönül gö-
züyle görür demektir.(1) İlme’l-yakin ve Hak-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ka’l-yakin arasındaki keşif ve müşahede yo-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
luyla varılan bilginin ikinci mertebesi(2) Gözle
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
ve görerek hâsıl olan yakin. Kalbin müşahede
(4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
yoluyla hakiki vahdeti görmesi.(3) Göz ile görür
derecede müşahede ederek bilmek. Tasavvufta
Ayna müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilme denir.(7)
a. Cennet içinde var olan bir huri kızı. Bu kadın b. Görülerek elde edilen kesin bilgi.(2) Gözle gör-
yürüyünce etrafında yetmiş bin hizmetçi sa- müş gibi, kesin olarak,(2) güvenerek bilmek.(6)

147
Vadi-i Hamuşan
Doğrudan gözlemleme yoluyla elde edilen ke- ğa ve Koşuyolu dönemecinde sona ermektedir. Bu
sin bilgi.(6)(4) şekilde adını da alt başındaki çeşme ve namazgâh-
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
tan almaktadır. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, 1934’te
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
basılan İstanbul Rehberi’ndeki haritaya göre (paf-
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
ta: 29), Ayrılık Çeşmesi sokağı ile Taşköprü cad-
(4) DİA; Yusuf Şevki Yavuz
desi ve bu cadde ile Hasanpaşa mezarlık sokağı
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.3;
arasında bulunan iki ayrı yapı adasında iki parça
(6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
halinde uzanıyordu. Bu mezarlığın gerçek duru-
(7) Pala, İskender. a.g.e.
mu ve yayıldığı saha, 1334 (1918) yılında İstanbul
Şehremâneti tarafından hazırlanan 1:5000’lik ha-
ritaların Kadıköy paftasında görülebilir. Pervitit-
Aynı’l-Cem
ch’in sigorta planlarında da aynı kabristanın daha
Tam cem hali. Bu halde bulunan sûfi her şeyi fâni, sonraki durumu işaretlenmiştir.
yalnızca Allah’ı baki olarak görür. Bütün varlıkla-
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, Üsküdar’dan başlaya-
rı ya Allah veya Allah’tan gören sûfi, bu hal içinde
rak Kadıköy üzerinden Kızıltoprak’a kadar uza-
tam olarak fâni (aynu’l- fena) olduğundan her işi
nan Büyük Karacaahmet Mezarlığı’nın bir bakıma
Allah’a nispet eder ve Allah’tan başka fail yoktur.(1)
son önemli ucudur. Anadolu yakasının bu çok ge-
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. niş sahaya yayılan mezarlığı, İbrahimağa deresine
inen yamaçta bir bölüme sahip olduktan sonra
Aynı Ali Türbesi-Manisa ayrı adlar alarak arada boşluklar ile tarihî Bağdat
yolu boyunca devam eder. Önce İbrahimağa, daha
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 178
aşağıda Saraçlar Çeşmesi mezarlıkları bu uçta sı-
ralanırlar. Bağdat yolunun önemli menzil yerle-
Aynı Hatun Türbesi-Eskişehir rinden biri olan Ayrılık Çeşmesi ve Namazgâhı’n-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 17 dan itibaren de hafif bir yokuş şeklinde yükselen
arazide, Bağdat yolunun iki yanında Ayrılık Çeş-
Ayni Ali Baba Türbesi-İstanbul mesi Mezarlığı uzanıyordu. Eski adı ile Hünkâr
İmamı semtine giden Acıbadem yolunu atladıktan
(1) Adresler. a.g.e. sonra ise tekrar aşağıya inen yamaçta Söğütlüçeş-
me, daha ileride Mahmudbaba mezarlıkları bulu-
Ayni Dede Türbesi-Bosna nuyor, Yoğurtçu deresinden sonra da yine küçük
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 124 bir mezarlık yer alıyordu. Son otuz kırk yıl içinde
hiçbir iz kalmamacasına yok edilen bu kabristan-
lardan İbrahimağa Mezarlığı’nın büyük parçası
Aynü’l-Hayat Kadın Türbesi-İstanbul
ile Saraçlar Çeşmesi, Söğütlüçeşme ve Yoğurtçu
(1) Adresler. a.g.e. deresi Taşköprü mezarlıkları artık kalmadığı gibi
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nın da yalnız bir parça-
Aynü’l-Hayat Türbesi-İstanbul sı müstakil bir mezarlık halinde iskân bölgesinin
içinde bulunmaktadır.
(1) Envanter. a.g.e. No: 19
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nın Haydarpaşa de-
miryolu yapıldıktan sonra korunması için etrafı
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı
duvarla çevrilmişti. Ancak bilhassa 1960’lardan
İstanbul Kadıköy’de bir mezarlık. itibaren bu mezarlığın içine yerleşen gecekondular
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı Kadıköy’de Rasimpaşa hızla ağaçları ve mezar taşlarını tahrip etmeye baş-
mahallesindedir. Kadıköy’den Acıbadem’e giden lamışlar ve neticede Acıbadem caddesinden iner-
yoldan başlamakta ve tren hattına paralel olarak ken sağ tarafta kalan bölüm on yıl içinde tamamen
Ayrılık Çeşmesi ve Namazgâhı yanında İbrahima- yok olmuş, yalnız bir aralıkta nasılsa kalabilen son

148
Vadi-i Hamuşan
üç dört mezar taşı da 1980’e doğru kaybolmuştur.
Bugün Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nın bu parça-
sından hiçbir iz veya kalıntı yoktur. Sadece gece-
19), Haseki ağası Mustafa Ağa (1237/1821-22),
Hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyun’dan defterdâr-ı
şıkk-ı evvel mektupçusu Seyyid Hâfız Halil Efendi
A
kondular arasında duran bir iki servi ağacı evvelce (1239/1823-24), Sultanahmed kâtibi Elhâc İbrâ-
burada mezarlık bulunduğunun son işaretleridir. him Bey (1240/1824-25), Dergâh-ı Muallâ kapı-
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nın tren yolu tarafında- cıbaşılarından Hacı İbrâhim Ağa (1244/1828-29),
ki diğer parçası da aynı duruma girmekte, hatta hanımı ve câriyesi Ayşe Hanım, Vâlide Sultan Ket-
içine gecekondular yapılmakta iken Türkiye Tu- hüdâsı Yûsuf Ağa’nın etbâından sâbık Sikke Nâzı-
ring ve Otomobil Kurumu’nun 1970-1975 yılların- rı Mehmed Ağa (1250/1834-35), Maliye Hazîne-i
da müdahalesiyle bir dereceye kadar kurtarılmıştı. Celîlesi muhasebecisi Emin Bey (1250/1834-35),
Kurum buradaki gecekonduları yıktırmış, toprağı Maliye Nezâret-i Celîlesi Âmedî Kalemi mukabe-
kazarak birçok gömülmüş veya kırık şâhideyi bul- lecisi Ahmed Cemil Bey (1250/ 1834-35), Bursa
muş, bunlardan dikilebilenleri yeniden diktirtmiş Kadısı Yazıcı Mehmed Efendizâde İbrâhim Efendi
ve mezarlığın cadde sınırı boyunca da demir par- (1252/1836-37), Tarîk-i Aliyye-i Nakşibendiy-
maklık taktırtmıştı. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı ile ye’den Şeyh Mehmed Can Efendi (1259/1843),
tren yolu arasında kalan yapı adasındaki parsel sa- ulemâdan Seyyid Ahmed Efendi (1281/ 1864-65),
hipleri bu düzenlemeden pek hoşnut olmamışlar Ruûs-ı Hümâyun kesedarı Şâkir Şevki Efendizâde
ve yersiz ihbarlarla çalışmaları engellemeye gayret ve Rumeli beyler beyi pâyeli Kütahya Kaymakamı
etmişlerdir. Günümüzde bu mezarlık parçası yine
Mehmed Nebil Paşa (1281/1864-65), Defterdar
sahipsiz olduğundan tahribe uğramaktadır.
Şükrü Efendi (1283/1866-67), Sarây-ı Hümâyun
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nda Acıbadem caddesi serhalifesi Hacı Rifat Efendi (1287/1870-71), su-
başında, etrafı tuğladan duvarla çevrili bir sofa- dûr-i izâmdan reîsülmüneccimîn ve hey’et-i a‘yân
dan başka pek çok tarihî şahsiyetin adlarını veren a‘zâ-yı kirâmından Elhâc Seyyid Ahmed Tâhir
mezar taşları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Efendi (1297/1880), Sefâin-i Bahriyye-i Osmâniy-
Mehmed Râif Bey tarafından yayımlanan kitapta ye kaptanlarından Seyyid Mehmed Vâsıf Efendi
yer almıştır.(1) (1311/1893-94), Sultan Mustafa silâhtarı Ahmed
(1) [AYRILIK ÇEŞMESİ MEZARLIĞI - Semavi Eyice] Bey’in teberdarı…
c. 04; s. 286
Bu kısa liste, Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nın XVIII.
yüzyılın sonlarına doğru teşekkül ettiğini ve XX.
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’ndaki Kabirler
yüzyıl başlarına kadar buraya defin yapıldığını
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı’nda genellikle saraya göstermektedir.(1)(2)
mensup kişilerin kabirleri bulunmaktadır. Bugün
(1) [AYRILIK ÇEŞMESİ MEZARLIĞI - Semavi Eyice]
pek az bir parçası kalan mezarlıkta mevcut mezar
c. 04; s. 286
taşları da yarı yarıya gömülmüş, bir kısmı parçalan-
(2) Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Semavi
mış, büyük bir kısmı da otlar ve dikenler arasında
Eyice
kaybolmuş durumdadır. Bunlardan tesbit edilebilen
bazılarının sahiplerinin unvan ve meslekleriyle ve-
Ayşe Bahri Kadın Türbesi-istanbul
fat tarihleri aşağıda belirtilmiştir: Darphâne-i Âmi-
re kâtiplerinden Dâvud İsmâil Efendi (1192/1778), (1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 8,
Halep kadısı Kethüdâzâde Mustafa Sâdık Efendi (2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 413
(1197/1783), Çuhadâr-ı Hazret-i Şehriyârî Ahmed
Ağa (1211/1796-97), Tatarpazarcıklı Bostanzâde Ayşe Bibi Türbesi-Kazakistan
Elhâc Mehmed Ağa (1220/1805-1806), Sakabaşı (1) DİA, Cilt. 25 s. 129
Mehmed Ağa (1232/1816-17), Enderun ağaların-
dan Ali Ağa (1233/1817-18), Sarây-ı Atîk aşçıbaşı-
larından Ebûbekir Ağa (1234/1818-19), Hâcegân-ı Ayşe Gazi Türbesi-Amasya
Dergâh-ı Hümâyun’dan Esad Efendi (1234/1818- (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

149
Vadi-i Hamuşan
Ayşe Hanım Sultan Türbesi-İstanbul Ayyar
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 532 a. Çok gezen, kurnaz, çevik, hilekâr, hırsız, casus,
suikastçı,(1) hileci, düzenbaz,(2) dolandırıcı,
Ayşe Hatun Tekkesi ve Türbesi- atik, tembel,(3)(5) zeki.(5)
Yunanistan-Dimetoka b. Ayyaran zümresinden olan kimse.(2)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989- c. Fütüvvet ehlinden olan cömert, cesur ve fe-
dakâr bazı sûfilere de ayyar denilmiştir.(4)
Ayşe Kadın Halveti Türbesi- (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
Makedonya-Üsküp (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 626- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Ayşe Sultan Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 10 s. 448
Azab
a. Organlarda duyulan ıstırap, organik acı.(1) İn-
Ayvaşık Dede (Ivaz Baba) Türbesi-Ankara
san bedeninden veya ruhi sebeplerden kaynak-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 123 lanan ıstırap, acı.(2) Pişmanlık, çaresizlik, korku
vb. durumların verdiği sıkıntı, işkence, keder.
Ayvaz (Ayvad) Baba Türbesi- (1) Pişmanlık, nadim olma, korku.(2) Şiddetli ve

Yunanistan-Dimetoka bunaltıcı sıkıntı, buhran,(2) büyük sıkıntı.(4)


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989 b. Günah işleyenlere, kâfirlere ve inkârcılara ölüm
sonrası verilecek ceza ve uygulanacak eziyet.(1)
(2) Allah’ı tanımayan veya emirlerine karşı gelen-
Ayvaz Baba Türbesi-Bulgaristan
lere dünyada ve ahirette verilen ilahi ceza.(3)(4)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 424
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ayvaz Dede Türbesi-Bosna
(3) DİA;
(1) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 6, (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 688
Azabun Elim
Ayverdi, E. Hakkı Kur’an-ı Kerim’de nefsin eğilimleri ve bunun öte
T.T.K. Ktp./Tasnif No: B I 2648 dünyadaki sonuçları anlatılırken, acının şiddeti
Osmanlı Mimarisinde Çelebi Ve Iı. Sultan Murad “azabun elim” olarak vurgulanmıştır.(1)
Devri, (1451-1481), C.Iı, Baha Matbaası, 1972, (1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 1
İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Azaim
a. Azimetin cem’idir. Azimet, dua, efsun demek-
Ayverdi, E. Hakkı tir.(1) Cinlerden, hastalık vb. tehlikelerden ko-
T.T.K. Ktp./Tasnif No: B I 2035-1 runmak için okunan dualar, efsunlar.(2)
Avrupa’da Osmanlı Mimari Esreleri (Roman- b. Büyük ve çok önemli olaylar, çok mühim me-
ya-Macaristan) C.I, S. 47, 51-52, 135, 203-207, seleler.(2)
222, 224-226, 479, 510, 573-574, İstanbul Fetih c. Cinleri ve şeytanları itaat altına almayı öğrettiği
Cemiyeti, 2000, İstanbul ileri sürülen bir ilim.(3)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.

150
Vadi-i Hamuşan
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA, Süleyman Uludağ
kimi suda boğularak (el-İsrâ 17/103), kimine yağmur
felâketi verilerek (el-A‘râf 7/84) bunlar maddî ceza-
ya çarptırılmış; Kur’an’a inanmayan Ehl-i kitap ile
A
münafıklarda olduğu gibi kimine de zillet damgası
Azak, Gürbüz
vurularak kıyamete kadar mânevî azaba mâruz bı-
Gazi Ün. Merk. Ktp./Tasnif No: Nk1465aza 1993
rakılmıştır. Yine Kur’ân-ı Kerîm kâfirlerin sahip
3000 Türk Motifi, 302 S. Azak Yayınları, 1993, olduğu gelip geçici dünya nimetlerinin aslında ken-
İstanbul 49
dileri için bir azap olduğunu (et-Tevbe 9/85) haber
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. vermiş, bu şekilde maddî imkânların insan bedeni-
ne haz vermesine karşılık ruhu için ıstırap kaynağı
Azap olabileceği, mânevî mutluluğun madde ile değil Al-
lah’a bağlanmakla gerçekleşeceği ve Allah yolunda
Allah’ı tanımayan veya emirlerine karşı gelenlere
harcanmayan servetin sahibini azaba sürükleyece-
dünyada ve âhirette verilen ilâhî ceza.
ği anlatılmak istenmiştir (et-Tevbe 9/35).
Arapça’da azâb “terketmek, vazgeçmek, vazgeçir-
İnkârcı ve isyankârların dünyada ilâhî azapla ce-
mek” gibi mânalara gelen azb kökünden isim olup
zalandırılmalarını, pişmanlık duyup girdikleri
“işkence, eziyet ve elem” anlamında kullanılır.
sapık yoldan dönmelerini ve rablerine yönelme-
Elem ve ıstırapların bir kısmı beden, bir kısmı da lerini sağlamak gibi gaye ve hikmetlere bağlayan
ruh üzerinde etkili olduğuna göre azap hem mad- Kur’ân-ı Kerîm (el-En‘âm 6/64; en-Nahl 16/53;
dî hem de mânevî bir elem ve ceza niteliği taşır. es-Secde 32/21), açık bir ifade ile olmasa bile,
Kur’an’da türevleriyle birlikte 490 defa geçen ölümle başlayıp tekrar dirilişe kadar sürecek olan
azap, genellikle ilâhî emirlere karşı gelenlere veri- kabir hayatında da sözü edilen kişiler için azabın
len cezanın adı olarak kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de devam edeceğine işaret eder, ancak ayrıntılı bil-
azap mânasında geçen başka kelimeler de vardır. gi vermez (bk. el-Mü’minûn 23/100; el-Mü’min
Bunlardan en çok tekrarlananlar nâr, cehennem, 40/46; Nûh 71/25).
ricz, be’s ve ikabdır (Ebü’l-Beka, s. 191). İman edip ilâhî buyruklara uyanların dışında kalan
İlgili âyetlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre insanlarla cinler, inkârlarının derecesi ve günah-
ilâhî azap dünyada, kabir hayatında ve âhirette ol- larının büyüklüğüne bağlı olarak asıl azabı âhiret
mak üzere üç safhada gerçekleşir. Kâinatın yegâ- âleminde göreceklerdir (en-Nisâ 4/145; en-Nahl
ne yaratıcısı, yöneticisi ve dolayısıyla sahibi olan 16/88). Bu azap tekrar dirilişle başlayacak ve ce-
Allah kullarından dilediğine azap etmeye mukte- henneme girişle son şeklini alıp devam edecektir.
dir olmakla birlikte (el-Mâide 5/40; el-Ankebût Yine Kur’an’da belirtildiğine göre peygamber gön-
29/21) O azabının inkâra ve isyana karşılık oldu- derilmeyen topluluklara azap edilmeyecek (el-İsrâ
ğunu bildirmiştir (el-A‘râf 7/96; et-Tevbe 9/ 95; 17/15); buna karşılık Allah’ın huzuruna çıkacak-
Yûnus 10/8, 70). larına inanmayıp âyetlerini inkâr eden kâfirler,
Kur’an’a sırt çeviren yahudiler, hıristiyanlar, mü-
İlâhî buyrukları tanımayanlara, peygamberleri-
nafıklar, müşrikler, peygamberlerin bir kısmına
ni alaya alıp yalanlayanlara, kâfirlere, fâsıklara,
inanıp diğerlerini inkâr edenler şiddetli azaba uğ-
zulüm ve haksızlık yapanlara, hak dine girdikten
ratılacaklar (el-Kehf 18/ 105-106; en-Nisâ 4/139,
sonra dönenlere, işledikleri günahlar sebebiyle bir
145, 161, 172; el-Mâide 5/72-73; Âl-i İmrân
ceza ve azap olmak üzere çeşitli felâketler gönde-
3/151; elAhzâb 33/73); bunların yanında yetim-
rilerek dünyada helâk edildikleri muhtelif âyet- lerin mallarını haksız yere yiyen, mümini kasten
lerde beyan edilmiştir. öldüren, iffetli kadınlara iftira eden ve Kur’an’da
Bilhassa Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamber- belirtilen sınırları (hudûdullah) aşıp peygamberle-
lerin inkârcı kavimleri çeşitli şekillerdeki felâket- rin bildirdiklerine aykırı davranan -büyük günah
lerle azaba uğratılmış, kimi yerin dibine geçirilerek, sahibi- müminler de azaptan kurtulamayacaklar-
kimine gökten taş yağdırılarak (el-Ankebût 29/40), dır (en-Nisâ 4/10, 14, 93, 97; el-Mâide 5/94-95;

151
Vadi-i Hamuşan
en-Nûr 24/23, 63). Sözü edilen bu zümreler, kı- Genellikle kabirde geçtiği için kabir azabı ola-
saca kâfirler ve âsi müminler, azaplarını Allah’ın rak da bilinen berzah âlemindeki azap hakkında
dilediği sürece kalacakları cehennemde çekecek- âyetlere nazaran hadislerde daha ayrıntılı bilgiler
lerdir (Hûd 11/106-107; en-Nebe’ 78/23). mevcuttur. Konuyla ilgili hadislerde belirtildiğine
Kur’an’daki cehennem tasvirlerinden anlaşıldı- göre âsi müminlerle kâfirler kabir sıkması, melek-
ğına göre fizyolojik ve psikolojik nitelikli olmak lerce dövülerek işkenceye uğratılmaları ve cehennem-
üzere iki türlü uygulanacak olan azabın ilki yakıcı deki yerlerinin devamlı surette kendilerine gösteril-
ateşler, dondurucu soğuklar, demir topuzlar ve zincir- mesi şeklinde çeşitli azaplara çarptırılacaklardır
ler, ateşten yatak, örtü ve elbiseler, kaynar sular, zak- (Buhârî, “Cenâ’iz”, 82, 87-91; Müslim, “Cennet”,
kumdan ve dikenli ağaçlardan yiyecekler, katranlar, 68, 70; Tirmizî, “Cenâ’iz”, 67).
dar hücreler gibi vasıtalarla gerçekleştirilecek (en- Hadislerde, iman ve iyi amelleri sayesinde âhiret
Nisâ 4/55; İbrâhîm 14/1617, 49; el-Kehf 18/29; azabı görmeden cennete girecek olan müslüman-
el-Hac 22/19-21; el-Furkan 25/13; es-Sâffât lar yanında, günahından tövbe edenlerin, Allah’ı
37/62; el-Mü’min 40/71-72; el-İnsân 76/4, 13); devamlı olarak ananların, Mescid-i Nebevî’de arka
azabın ruhlara en şiddetli ıstırabı verecek olan arkaya kırk vakit namaz kılanların da azaptan
ikinci türü ise bu azaba müstahak olanların Allah’ı kurtulacakları haber verilir (Müsned, I, 271; III,
görmekten ve O’nunla konuşmaktan mahrum bırakı- 155; IV, 217; Tirmizî, “Da’avât”, 6, “Sıfatü’l-kıyâ-
larak ilâhî lânete uğratılmaları şeklinde vuku bula- me”, 12). Ayrıca bazı hadislerde inceden inceye
caktır (el-Bakara 2/161-162; Âl-i İmrân 3/77). hesaba çekilenlerin ve kötülükleri ağır basanların
mutlaka azaba uğratılacakları (Müslim, “Cennet”,
“Acıklı, büyük, şiddetli, aşağılayıcı, sürekli, uzun
79) bildirilir. Yine hadislerde belirtildiğine göre
süreli” gibi nitelikler taşıyan cehennem azabının
cehenneme girenlere farklı derecelerde azap edile-
kâfirler için “ahkab” adı verilen uzun devirler sü-
cektir. Peygamberleri öldürenler, sapıklığa önder-
receği, bunun kâinatın ömrü kadar sürekli olaca-
lik yapıp topluma bu şekilde yön verenler ve zalim
ğı, fakat ilâhî iradeye bağlı olarak sürenin uzatılıp
devlet başkanları en şiddetli azaba mâruz bırakıla-
kısaltılabileceği (el-En‘âm 6/128; Hûd 11/107;
caklardır (Müsned, I, 375, 407; II, 55). Müslüman
en-Nebe’ 78/23), Kur’an’da verilen bilgiler arasın-
olmamakla birlikte Hz. Peygamber’i himaye eden
da yer alır.
ve dolayısıyla İslâmiyet’in yayılışını destekleyen
Azaptan korunmak için sık sık dua etmelerini mü- Ebû Tâlib’e ise hafif bir azap uygulanacaktır (Müs-
minlere tavsiye eden (Müs lim, “Mesâcid”, 128, ned, I, 290). Cehennemdekilerin kimi ayak bilek-
132) ve azabı ilâhî iradeye bağlayan (Buhârî, “Tev- lerine, kimi dizlerine, kimi de beline ve göğsüne
hîd”, 31; Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme”, 3) hadislerde kadar ateşe gömülecek (Müsned, III, 13; Müslim,
de dünyada, kabir hayatında ve âhiret hayatının “Cennet”, 33), kâfirlerin bedenleri büyültülerek
muhtelif safhalarında uygulanan azap çeşitlerin- farklı şekillere sokulacaktır (Müslim, “Cennet”,
den söz edilir (Müsned, II, 134; III, 288; Müslim, 44, 45; Tirmizî, “Sıfatü Cehennem”, 3).
“Cennet”, 67).
Azap konusu İslâm literatüründe dünyada, ka-
Hadislerde âhiret azabına nisbetle daha hafif ola- birde, âhiret hayatının çeşitli safhalarında ve ce-
rak nitelenen (Müsned, I, 238) dünya azabı, Hz. hennemde olmak üzere dört açıdan ele alınarak
Peygamber’in mâruz kalmaktan endişe ettiği bir işlenmiş, ayrıca azabın sürekliliği üzerinde de
azap türü olarak gösterilmiştir (Müsned, VI, 66). durulmuştur. Dünya azabını uyarı ve helâk ma-
İlâhî rahmete nâil olan ümmetinin âhiretten çok hiyetinde olmak üzere iki şekilde mütalaa etmek
dünyada azaba uğratılacağını belirten (Müsned, mümkündür. Uyarı azabı, Yûnus peygamberin
IV, 410) Hz. Peygamber, kaza, cinayet ve savaş- kavminde olduğu gibi ilâhî buyruklara uymayan
larda vuku bulan ölümleri, veba gibi bulaşıcı hasta- toplulukların gerçeği görüp kabul etmelerini sağ-
lıkları, deprem ve sel felâketlerini, iç anlaşmazlıkları lamak maksadıyla mâruz bırakıldıkları felâketler
dünyevî azaplar arasında saymıştır (Müsned, IV, türündendir. Kişilerin karşılaştığı hastalık vb. bazı
418; VI, 64; Tirmizî, “Cenâ’iz”, 66). âfetleri de bu grup içinde ele almak mümkündür.

152
Vadi-i Hamuşan
Helâk azabı ise Nûh, Hûd, Sâlih ve Lût peygamber-
lerin kavimlerinde görüldüğü üzere inkârcılık ve
isyankârlıkta direnen milletleri mahvedip geride
Rebîülevvel sonlarında (1456 Mart başları) yapıl-
mıştır. Yanındaki türbenin üç satırlık oldukça girift
hatlı yine Arapça kitâbesine göre ise türbe 854’te
A
kalan insanlara müessir bir ibret vermek gayesini (1450) inşa edilmiştir. Azeb Bey 1444’te II. Mu-
taşıyan azaptır (Âlûsî, XV, 36). Dünyevî azabın bir rad’ın yanında Varna Savaşı’na katılmış ve zafer-
kısmı Allah tarafından konulan içtimaî kanunlara den sonra hediyelerle Memlük sultanına elçi olarak
uymamanın tabii bir sonucu, bir kısmı da ilâhî ga- gönderilmiştir. Bir şer‘iyye sicili kaydına göre 10
zabın neticesi olarak meydana gelir ki helâk azabı Safer 983’te (21 Mayıs 1575), mütevellisi Mustafa
bu ikinci türdendir (M. Reşîd Rızâ, IV, 294).(1) Bey’in ihmali yüzünden mescid harap olduğundan
(1) DİA; [AZAP - Yusuf Şevki Yavuz] c. 04; s. 309 halk tarafından müdahalede bulunulmuştur.
Azeb Bey Mescidi, Bursa’da hayli örnekleri bulu-
Azap Baba Türbesi-İstanbul nan pâyeli son cemaat yeri olan, kare mekânı tek
(1) Adresler. a.g.e., kubbe ile örtülü tiptedir (Acem Reis, Ahmed-i Dâî,
(1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 291 Altıparmak vb.). Bu devir camilerinde görüldüğü
gibi iki sıra tuğla ve moloz taş dizileri halinde ya-
Azayı pılmıştır. İki yanı duvarla kapalı olan son cemaat
yeri, iki kemerle ayrılmış, üstleri beşik tonozlarla
Taziye sahiplerine yapılan çeşitli yardımlar.(1)
örtülü üç bölüm halindedir. Benzeri camilerde de
(1) Atmaca, İlhami. a.g.e., s. 51
olduğu gibi son cemaat yeri kemerlerinin üstün-
de düz bir duvar yükselmektedir. Kare mekândan
Azazil 5.80 m. kadar çapı olan kubbeye geçiş ise Türk üç-
a. Şeytanın melekler arasında yaşadığı ve henüz genleriyle sağlanmıştır.
Hz. Adem’e secde etme emrini alıp da isyan et- Mescidin sağında bulunan türbe de kare planlı
mediği zamanki adı.(1)(3)(4)(5) olup üstünü mescidinki çapında bir kubbe örtmek-
b. Başka bir görüşe göre o, gökte ve yeryüzünde tedir. Kapının alınlığında altı köşeli tuğlalardan
bir davetçiydi. Gökte meleklere iyilikleri, yer- bir süsleme vardır. Kâzım Baykal türbenin için-
yüzünde insanlara kötülükleri gösteren bir de Ubeyd Bey’in 901 (1495-96) tarihli kabrinden
davetçi. İblis’in adı onun adından türemişti. başka birkaç mezar bulunduğunu bildirir. Onun
Sonradan Azazil olarak değiştirildi.(2) tarafından türbenin çevresindeki hazîrede Turhan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Azeb Bey’in mezar taşı görüldüğü gibi batı tara-
(2) Erginli, Zafer. a.g.e. fında yıkılmış bir türbenin veya başka bir binanın
(3) DİA; kalıntıları da tesbit edilmiştir. Caminin yakınında
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. çok yaşlı bir de çınar ağacı bulunmaktadır.(1)
(5) Pala, İskender. a.g.e. (1) DİA; [AZEB BEY MESCİDİ ve TÜRBESİ - Semavi
Eyice] c. 04; s. 315
Azeb Bey Türbesi-Bursa
Azımı Türbesi-Ankara
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18,
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 78,
(1) Erdoğan, Abdülkerim.2, Gökçe Günel, Ali Kılıcı.
(3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179
“Osmanlı’da Ankara.” Ankara B. B. Yay. Ankara
Tarih ve Kültür Dizisi: 2, (2008). s. 253
Azeb Bey Mescidi Ve Türbesi
Bursa’da XV. yüzyıla ait mescid ve türbe. Azife
Azeb Bey Mescidi Bursa’da Muradiye semtinde Kıyametin kopacağı günün veya kıyametin isimle-
Kullukçu sokağında bulunmaktadır. Kapısı üstün- rinden biri.(1)(2) Yaklaşan anlamına gelip kıyame-
deki sülüs hatla yazılmış Arapça kitâbesine göre tin çok yakın olduğunu belirtir.(3)
ümerâdan Azeb Bey b. Abdullah tarafından 860 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

153
Vadi-i Hamuşan
(2) DİA; Bekir Topaloğlu d. Nefsin arzusuna bakmadan, ruhsat ve cevaz
(3) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.1 haline iltifat etmeden şer’i emir ve yasakların
hem lafzına, hem ruhuna uygun bir şekilde ha-
Azifet reket etmek.(6)
Kıyamet.(1)(2)(3) e. Büyük, ulu.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. f. Kastetmek, karar vermek, yemin etmek.(6)
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) DİA; Mustafa Baktır
Azim (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
a. Melekût âleminde azim diye çağrılan kimse. Al- (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
lah’ı ve O’nun ayetlerini bilen kimsedir.(1) (6) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

b. Derecesi ve mevkii yüksek olan, yüceliği sınır-


Aziz
sız, Allah.(3) Aklın ve hayalin alamayacağı,
gözün göremeyeceği kadar sonsuz büyük ve a. Değerli, saygın, sayın, muazzez,(1) sayılan,(4)
azametli manasında Esma-i Hüsna’dandır.(2)(4) yüce, kıymetli, mukaddes,(2) sevgide çok üstün
c. Büyük, ulu, yüce,(3) şiddetli, kuvvetli, hayret tutulan, çok sevilen.(4)
uyandırıcı, görkemli, muhteşem,(3) haşmetli.(4)(6) b. Kutsal.(1)
d. Bir fiil işlemek yahut işlememek konusunda ke- c. Hayatı ve dini yaşayışı başkalarına örnek ola-
sinleşmiş karar veya irade.(2) Yapılmak istenen bilecek nitelikte olan,(1) keramet sahibi erkek
bir iş, varılmak istenen bir hedef için her türlü eren, ermiş, veli.(2)(4)
güçlüğü göğüsleme kararlılığı, kesin karar, ira- d. Hıristiyanlıkta İncil’in ruhuna uygun yaşadı-
de, gayret, gaye, niyet.(3) Kararlılık.(6) ğı tespit edilen ve kendisine uyulması kilisece
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. kabul edilen,(1) din büyüğü olarak kabul ettiği
(2) DİA; Suat Yıldırım kimse.(2) Dini görevlerini yerine getiren, nefsi-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ni terbiye edip dini hayatta her türlü fedakârlı-
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ;
ğa katlanan ve çeşitli kerametler gösterdiğine
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
inanılan kimselere kilise tarafından verilen un-
van.(3) Yüce din adamı.(8)
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
e. Sevgi ve saygı ifade eden hitap sözü.(1)
Azime-han f. Benzeri bulunmayan, eşsiz kudret sahibi, mağ-
lup edilmesi mümkün olmayan manasında Es-
Büyücü.(1) Büyü duası okuyan.(2)
ma-i Hüsna’dandır.(2)(3)(6) Şiddet, kuvvet, gale-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
be, kahır vb. anlamlarına işaret eder.(5)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
g. Senedinin râvi sayısı, başından sonuna kadar
her tabakada en az iki olan hadisler için kulla-
Azime nılan terim.(3)
a. Cinlerden, bir kısım hastalıklardan ve zararlı h. İzzet sahibi, çok muhterem, gayet nadir rast-
şeylerden korunmak için okunan dua, efsun,(1) lanan yüce şahsiyet, galip muktedir.(6) Değerli,
tılsımlı kâğıt, muska,(2) büyü duası, tılsım,(4) itibarlı, saygıdeğer, sayın.(8)
afsun.(5) ı. Ariflerce kâmil arifi anlatmak için kullanılır.(7)
b. Büyük iş, büyük günah, büyük bela.(2)(4) j. Üstün gelen.(8)
c. İnsanların karşılaştığı güçlük ve zaruret hali k. Mutlak güç sahibi.(8)
gibi durumlara bağlı olmaksızın konmuş şer’i (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
hükümler için kullanılan fıkıh terimi.(3) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

154
Vadi-i Hamuşan
(3) DİA; [AZÎZ - Ömer Faruk Harman] c. 04; s. 332
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Azîz kavramı Ahd-i Atîk’te Tanrı (I. Samuel, 6/20;
Hoşea, 11/9; İşaya, 6/3) ve İsrâiloğulları (Çıkış,
19/5; Tesniye, 7/ 6) için kullanıldığı gibi Kudüs,
A
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Sînâ dağı gibi bazı yerler için de kullanılmıştır
(7) Seccadi, Seyyid Cafer, a.g.e. (İşaya, 27/13, 52/1). İsrâil kavmine lider olarak
(8) Kanar, Mehmet. a.g.e. seçilmiş kimseler, Levililer ve hahamlar da bu sı-
fatla nitelendirilmiştir (Çıkış, 19/14; Yeşu, 7/13).
Aziz Baba Türbesi-Sivas Ahd-i Cedîd’de de Tanrı için kullanılan bu terim
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 146 (Yuhanna, 17/11), daha çok Hz. Îsâ ve Rûhulku-
düs’e nisbet edilmiştir (Markos, 1/24; Luka, 1/35;
Matta, 1/18). Melekler, peygamberler ve havâriler
Aziz Baba Türbesi-Tokat
de azîz kabul edilmiştir (Luka, 9/26; Resullerin İş-
(1) Tokat. a.g.e. s. 268 leri, 3/21; Efesoslular’a Mektup, 3/5).
Azîz Hıristiyanlığın ilk devirlerinde bütün hıristi-
Aziz Mahmud Hüdai Türbesi-İstanbul yanlar için kullanılırken (Resullerin İşleri, 9/13)
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 150, sonraları, özellikle kiliseye bağlı olarak yaşayan ve
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 312, bu uğurda canlarını feda edenlere (martyr) verilen
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 509, bir unvan olmuştur.
(4) Gider, Şenay. a.g.e., s. 8, 155’te öldürülen İzmir (Smyrne) piskoposu Poli-
(5) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 251, karpos, bu şekilde azîz ilân edilen ilk kişidir. Daha
(6) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 533 sonra azîz kategorisine, imanları uğruna büyük
işkencelere mâruz kalan, ancak ölüme mahkûm
Aziz Muslihuddin Efendi Türbesi- edilmeyen kişiler de (confessore) katılmış, Orta-
Sırbistan-Ujice çağ’da büyük kral ve prensler de azîz ilân edilmiş-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 707 tir. İlk azîzler defteri (martyrologe) 332’de Roma
kilisesi tarafından tutulmuş, buraya yazılanlar
faziletlerine göre sınıflandırılmıştır. Bunların ba-
Aziz Telakkisi şında bâkire Meryem, sonra havâriler, İncil yazar-
Dinî görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye ları ve diğerleri gelmektedir.
edip dinî hayatta her türlü fedakârlığa katlanan ve Azîz unvanı verme yetkisi önceleri mahallî kilise
çeşitli kerametler gösterdiğine inanılan kimselere yetkililerine ait iken 1234’ten itibaren bu yetki
kilise tarafından verilen unvan. sadece papalara tanınmıştır. Azîz unvanının veril-
“Güçlü, değerli ve şerefli” anlamındaki izz veya izzet mesi ve azîzlere gösterilecek tâzimle ilgili kurallar
kökünden sıfat olan azîz, Türkçe’de Batı dillerinde- 1588 yılında Papa V. Sixte ve 1634 yılında Papa
ki saint kelimesinin karşılığı olarak “Allah nezdinde VIII. Urbain tarafından konulmuş, Papa XIV. Be-
değerli, Allah dostu” mânasında kullanılmıştır. noit (ö. 1758) bunlara yeni hükümler ilâve etmiş-
Arapça karşılığı kıddîstir. Batı dillerinde aslı La- tir. Bu husustaki en son değişiklik ve düzenleme-
tince sanctus olan saint kelimesi, İbrânîce’de ise ler, Papa II. Joannes Paulus tarafından 25 Ocak
qâdoş kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelimenin 1983’te ilân edilmiştir.
“ayırmak, ayrı bir yere koymak” anlamına gelen Azîz unvanına hak kazanacak kişinin hayat ve
qâd kökünden türediği veya Âsur dilinde “parlak, eserleri etraflı bir şekilde araştırılmakta, hıristi-
temiz” mânasına olan qudduşudan geldiği ileri sü- yan inancına ve geleneklerine aykırı bir durum
rülmüştür. yoksa kerâmetleri incelenmekte ve o kişi papa ta-
Ahd-i Atîk’in Yunanca tercümesinde bu kelimenin rafından azîz ilân edilmektedir.
karşılığı olarak “ayrılmış, diğerleri arasından seçil- Azîzlere yapılan tâzim, kiliselere resim ve heykel-
miş” anlamını taşıyan hagios kullanılmıştır. lerinin konulması, âyinlerde isimlerinin zikredil-

155
Vadi-i Hamuşan
mesi, kendilerinden şefaat ve yardım dilenmesi Azrail
suretiyle gösterilir. Azîzler ölüm yıl dönümlerinde a. Dört büyük melekten, Allah’ın emri ile insanla-
anılırlar; ayrıca 1 Kasım günü bütün azîzler için rın canını almakla görevli olanı, ölüm meleği.(1)
azîzler günü (toussaint) olarak kutlanmaktadır. (2)(3)(4)(5)(6)(7)

Ortodokslar da Katolikler gibi azîzliği kabul eder- b. Can alıcı değil, canı cana ulaştırıcı.(8)
ler; Protestanlar ise azîzliği kabul etmekle beraber
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ibadet derecesine vardırılan aşırı tâzimi reddet-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mektedirler.
(3) DİA; [AZRÂİL - Ahmet Saim Kılavuz] c. 04; s. 351
Hıristiyanlık’taki azîz inancı İslâmiyet’teki velî (4) Pala, İskender. a.g.e.
anlayışına yakındır. “Dost ve yardımcı” mânasına (5) Akay, Hasan. a.g.e.
gelen velî Kur’an’da Allah’a ve Resûlü’ne nisbet (6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
edilmiştir (bk. el-Mâide 5/55). Ayrıca takvâ sahibi (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
müminlerin Allah’ın velîleri (evliyâullah) oldukla- (8) Aktaş, Ali, a.g.e., s. 7
rı ifade edilmiş ve gerek dünyada gerekse âhirette
korku ve üzüntüye düşmeyecekleri zikredilmiştir
(bk. Yûnus 10/ 62-64). Azrail Anlayışı
Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğuna göre Dört büyük melekten can almakla görevli olanı.
Allah nezdinde velî mertebesine ulaşanların in- Ahd-i Atîk’te ölüm Tanrı’nın gönderdiği bir me-
sanlar tarafından tesbit edilmesi mümkün değil- leğin faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Rab ile
dir. Bundan dolayı Müslümanlık’ta velî unvanını İsrâiloğulları arasındaki diyalogu sağlayan “rab-
verecek herhangi bir makam yoktur ve hürmetle bin meleği” (Yahve’nin meleği) insanların ölümle
anılan kişilerin gerçek dinî mertebesini bilmek cezalandırılmasında zaman zaman görev almakta
mümkün değildir. Ancak din uğrunda verdikleri (II. Krallar, 19/35; I. Tarihler, 21/ 15), bu işi ya-
hizmetler ve bıraktıkları tesirler sebebiyle hakla- pan melek bazan da “helâk edici” (Çıkış, 12/23; II.
rında müslümanlar tarafından hüsnüzan beslen- Samuel, 24/16) diye adlandırılmaktadır. “Ölüm
miş ve velî olarak anılmışlardır. melekleri” (mal’ake ha-mawet) ifadesi ise sadece
Esasen İslâmiyet’te Allah’tan başka bir kimseye bir yerde zikredilmektedir (Süleyman’ın Meselle-
ibadet etmek, hatta ona ibadeti andıran aşırı tâ- ri, 14/16). Rabbiler (yahudi din bilginleri) “ölüm
zim ve hürmet göstermek câiz olmadığından, velî- meleği” (mal’ak hamot) kavramını Mezmurlar’da-
lere gösterilmesi gereken tâzimle ilgili herhangi ki (89/48) ifadeyle temellendirmişlerdir.
bir esas da tesbit edilmemiştir.(1) Rabbiler’e ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği
(1) DİA; [AZÎZ - Ömer Faruk Harman] c. 04; s. 332 adı yer alır ki bunlardan biri de Azrael’dir. Yahu-
dilik’te ölüm meleğinin yaratılışın ilk gününde var
edildiğine inanılır. Mekânı göklerde olup on iki
Azizler Kültü kanadı vardır. Ölüm anında kılıcını çekmiş olarak
Azizlerin doğaüstü güçleri, hastaları iyileştirmek kişinin başucuna gelir. O, Mesih tarafından yok
ve kötülüklerden koruma gibi özelliklere sahip ol- edilecektir.
duğu ve bu özelliklerinin ölümlerinden sonra da Yahudi geleneğine göre ölüm meleği, ruhunu al-
devam ettiğine inanış.(1) mak üzere Hz. Mûsâ’ya geldiği zaman Mûsâ onu
(1) Suluoca, Murteza. a.g.e., s. 58 reddetmiş ve onun ruhu Tanrı tarafından alınmış-
tır (JE, IV, 480-481). Daha ayrıntılı olmak üzere
Azmzade Esad Paşa Türbesi-Ankara benzer bir rivayet de hadislerde yer almaktadır
(Buhârî, “Cenâ’iz”, 69, “Enbiyâ’”, 31; Müslim,
(1) Erdoğan, Abdülkerim.6 Gökçe Günel, Ali Kılıcı.
“Feżâ’il”, 157, 158).
“Edebi Ve Tarihi Şahsiyetleriyle Ankara.” Ankara
B. B. Yay. Ankara Tarih ve Kültür Dizisi: 6, (2008). Hıristiyanlık’taki umumi melek inancı Yahudi-
s. 41 lik’ten alınmadır. Bu sebeple onlarda da ölüm me-

156
Vadi-i Hamuşan
leğinin varlığına ve görevlerini ifa edişine Yahudi-
lik’te olduğu gibi inanılmaktadır (Michl, I, 511).
larını alırken şefkat ve nezaketle hareket ederler
ve kendilerine selâm verirler (en-Nahl 16/32); kö-
tülük işlemek suretiyle kendilerine zulmedenlerin
A
Azrâil kelimesi muhtemelen İbrânîce asıllı olup
Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde geçmemek- canlarını alırken de yüzlerine ve arkalarına vuru-
tedir. Secde sûresinde (32/11) insanların canını rak onlara karşı sert ifadeler kullanırlar (el-Enfâl
almakla görevli olan melekten “melekü’l-mevt” 8/50; Muhammed 47/27; en-Nisâ 4/97; el-A‘râf
(ölüm meleği) diye bahsedilir. Hadislerde de “me- 7/37).
lekü’l-mevt” tabiri geçmektedir (Buhârî, “Cenâ’iz”, Kur’an ve sahih hadislerde Azrâil hakkında ayrın-
69, “Enbiyâ’”, 31; Müslim, “Feżâ’il”, 157, 158; Tir- tılı bilgi yoktur. Bundan dolayı A. J. Wensinck gibi
mizî, “Tefsîr”, 7; İbn Mâce, “Cihâd”, 10; Müsned, bazı âlimlerin ölüm meleğini tasvir biçimi, onun
II, 269, 351; IV, 287; V, 395). gücü, bulunduğu yer, canlıların ruhunu alış şekli
Ancak ilk iki halife döneminde müslüman olan ve zamanı hakkındaki iddiaları (bk. İA, II, 156-
Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih gibi şahıs- 157; EI² [İng.], IV, 292-293) İslâmî değildir. Ölüm
lardan nakledilen İsrâiliyat arasında Azrâil ile il- gibi çok önemli bir hadise etrafında insanlık tarihi
gili bazı rivayetler de tefsir kitaplarına girmiştir. boyunca oluşan ortak yorum ve yakıştırmalardan
Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin ölüm meleği hak- ve kısmen de İsrâiliyat’tan ibaret olan bu tür ri-
kında verdiği bilgiler (Haķā’iķu’d-deķā’iķ, s. 507) vayetler bazı müslüman müellif ve ediplerin eser-
bu nevi rivayetlerdendir. lerine de girmiştir. Nitekim Türk edebiyatında ve
halk hikâyelerinde de Azrâil motifi aynı unsurlar-
Secde sûresinde ve öteki bazı âyetlerde can almak-
la işlenmiştir.(1)
la görevli melekten tekil sigasıyla bahsedildiği hal-
de diğer âyetlerde (el-Enfâl 8/50; en-Nahl 16/32- (1) DİA; [AZRÂİL - Ahmet Saim Kılavuz] c. 04; s. 351
33) çoğul şekliyle (melâike) bahsedilir. Bu sebeple
Azrâil’in ruhları almakla görevli melekler toplulu- Azrail’in Kayığı
ğunun reisi olduğunu veya meleklerden yardımcı-
Halk inançlarında tabut için, Azrail’in kayığı tabiri
ları bulunduğunu söylemek mümkündür.
kullanılır.(1)
Nâziât sûresinin baş tarafında geçen (79/1-2)
“nâziât” (çekip çıkaranlar) ve “nâşitât” (incitme- (1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 8.
den alanlar) kelimelerinin ölüm melekleri (nâziât
kâfirlerin ve günahkârların, nâşitât da müminle- Azrail’in Kılıcı
rin canlarını almakla görevli melekler) mânasına
Bazı yörelerimizde ve bu arada Van gölü havza-
geldiği görüşü kesin değildir. Çünkü müfessirlerin
sının batı yakasında ve Harputlularda, ölü evden
kanaatine göre aynı kelimelerin ruhları, yıldızları,
çıktı mı, bütün sular dökülür. Ölünün yattığı oda-
gazileri veya onların atlarını nitelendirmiş olması
nın duvarlarına su serpilir. Güya hasta can verir-
da mümkündür.
ken oralara kan sıçramıştır. Zaten evdeki suların
Kur’an’da ölüm meleğinin can almakla görev- dökülmesinin gayesi de Azrail can alırken o su
li olduğu açıkça belirtilmekle birlikte (es-Secde kaplarına da kanın sıçradığı inancıdır. Yine başka
32/11) bu fiil, her işin gerçek faili olan Allah’a da bir inanç da, su kapları açık bırakıldığı takdirde
nisbet edilir (ez-Zümer 39/42). Nitekim başka ölünün ruhunun bu kaplardan içeceğidir. Harput-
âyetlerde (el-En‘âm 6/61; el-A‘râf 7/37) ölüm me- lular Azrail’in kılıcını evdeki bu sularla yıkadığına
leklerinden “elçilerimiz” (rusulünâ) diye bahsedil- inanırlar.(1)(2)
mektedir.
(1) Akman, Eyüp, Kastamonu’da Ölümle İlgili Âdet
İbn Mâce’nin rivayet ettiği bir hadise göre ise ve İnanışlar, Folklor Edebiyat Der. C. 15, S.59, s.
(“Cihâd”, 10) ölüm meleği bütün ruhları almakla 193;
görevlendirilmiştir.
(2) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. s. 14.
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği üzere ölüm me-
lekleri, kötülüklerden korunan müminlerin ruh-

157
Vadi-i Hamuşan
158
Vadi-i Hamuşan
B
Ba’s
a. Dirilme, öldükten sonra dirilme.(1) Kıyametin
kopmasından sonra Allah tarafından ölülerin
diriltilmesi hâdisesi.(2)(3)(4)(5) Tekrar dirilme,(6)
yeniden dirilme, diriltilme.(8) Diriliş, diriltme.(9)
b. Yollama, gönderme,(3)(4) gönderilme.(8)(9)
c. Allah’ın insanları (halkı) dine davet için pey-
gamber göndermesi.(3)(4)(9)
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(2) DİA; [BA‘S - Yusuf Şevki Yavuz] c. 05; s. 100
niden canlandırması, onları kabirlerinden çıkara-
rak hayata göndermesi” anlamında kullanılır.
Ba‘s inancı bazı farklılıklarla birlikte İslâmiyet’ten
önce eski Mısır, İran, Çin ve Hint dinlerinde bu-
lunduğu gibi (EI² [İng.], I, 1093), Yahudilik ve Hı-
ristiyanlık’ta da vardır (Hezekiel, 37/1-14; İşaya,
27/19; Daniel, 12/2, 3, 13; Korintoslular’a I. Mek-
tup, 15/32).
Kur’an’da ifade edildiği üzere Câhiliye devri Arap-
ları’nın büyük bir kısmı ölümden sonraki dirilişi
inkâr ederken bir kısmının buna inandığı bilin-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mektedir (Cevâd Ali, VI, 123-133).
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kıyamet hallerinden olan ba‘s Kur’an, sünnet ve
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
icmâ ile sabit olduğundan İslâm dinindeki iman
(6) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 180;
esaslarından biridir, bunu inkâr eden dinden çık-
(7) Ateş, Süleyman. a.g.e.
mış kabul edilir.
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(9) Kanar, Mehmet. a.g.e. Kur’an’da kıyamet gününün mutlaka geleceği,
kabirlerin açılacağı (el-İnfitâr 82/4), yeryüzünün,
içindeki ağırlıkları dışarıya atacağı (ez-Zilzâl 99/2)
Ba’s ve Allah’ın insanları tekrar dirilterek yerden ot
Kıyametin kopmasından sonra Allah tarafından bitirir gibi topraktan çıkaracağı (Nûh 71/17-18)
ölülerin diriltilmesi hadisesi. bildirilmiş, “Cibril hadisi”nde de ba‘s iman edil-
Sözlükte “birini kaldırıp harekete geçirmek; uyku- mesi gereken esaslar arasında sayılmıştır (Buhârî,
dan uyandırmak, diriltmek” gibi mânalara gelen “Îmân”, 37).
ba‘s kelimesi, genel olarak Allah’ın herhangi bir Ehl-i sünnet’e göre ba‘s kesin naslarla sabit olduğu
şeyi yoktan var etmesi, Hz. Îsâ gibi bazı peygam- gibi aklen de mümkündür. Mu‘tezile ise mümine
berlerin ölüleri diriltme mûcizesi, Hz. Peygam- mükâfat, kâfire ceza vermenin Allah’a vâcip oldu-
ber’in düzenlediği en çok üç kişilik askerî müfreze ğu şeklindeki temel görüşünden hareketle ba‘sı
gibi ıstılahî mânaları yanında İslâmî literatürde mümkün olmanın ötesinde aklen zorunlu görmüş-
asıl ve en yaygın olarak, “kıyamet gününde Al- tür (Kemâl b. Ebû Şerîf, s. 213-214). Kerrâmiyye
lah’ın âhiret hayatını başlatmak üzere ölüleri ye- de aynı kanaati paylaşmıştır (Bağdâdî, s. 237).

159
Vadi-i Hamuşan
Şîa’nın konu ile ilgili görüşü Ehl-i sünnet’inkin- arasında bulunan ruhların kabirlerdeki cesetlere
den farklı değildir (Muhammedî er-Rîşehrî, VII, gireceği ve dirilişin böylece gerçekleşeceği anlatılır
95). Mansûriyye ve Cenâhiyye gibi bazı İslâm dışı (en-Nihâye, I, 241).
fırkalar ise ba‘sı inkâr etmişlerdir. Kıyamet tasvirleriyle ilgili hadislerde kabirden ilk
Kur’an’da, sûra birinci üflemenin ardından -Al- defa Hz. Muhammed’in kalkacağı ve organları te-
lah’ın diledikleri müstesna- bütün canlıların yok şekkül etmiş düşük çocuklar (es-sıkt) dahil bütün
olacağı, ikinci üfleme üzerine de ba‘s hadisesinin insanların dirileceği bildirilir (Buhârî, “Tefsîr”,
gerçekleşeceği ve ölmüş bütün yaratıkların yeni- 39/3; İbn Mâce, “Cenâiz”, 58). Ayrıca ba‘s sırasın-
den canlanarak (ez-Zümer 39/68) belli bir hedefe da kişilerin çıplak, tüysüz, sünnetsiz, sağlıklı ve
doğru koşuyormuş gibi (el-Meâric 70/43) rableri- otuz yaşlarında olacakları belirtilir (Müsned, V,
nin huzuruna çıkacakları (Yâsîn 36/51) anlatılır 232; Buhârî, “Rikak”, 45; Müslim, “Cennet”, 55-
ve dirilişin, gerçeği öğrenme ve amellerin kar- 59; Nesâî, “Cenâiz”, 118).
şılığını görme hikmetine bağlı olduğu (en-Nahl Ebû Dâvûd ise insanların ölümleri sırasında giyin-
16/38-39; et-Tegabün 64/7) vurgulanır. miş oldukları elbiselere bürünmüş olarak diriltile-
“Yevmü’l-ba‘s” (er-Rûm 30/56) ve “yevmü’l-hurûc” ceklerini ifade eden bir hadis nakleder (“Cenâiz”,
(Kaf 50/42) ismi de verilen o günde insanlar ara- 18). Fakat Müslim’deki, “Her kul öldüğü hal üzere
sındaki soy yakınlığının fayda vermeyeceği, her- diriltilir” (“Cennet”, 83) hadisi dikkate alınarak
kesin kendi derdine düşeceği ve bu yüzden kişi- Ebû Dâvûd’un rivayetindeki “elbise” kelimesi
nin kardeşinden, anne baba, eş ve çocuklarından “iman ve amel elbisesi” anlamında te’vil edilmiştir
kaçacağı (Abese 80/34-36), kimsenin birbirine bir (İbn Kesîr, I, 269).
şey sormayacağı (el-Mü’minûn 23/101), herkesin Hadislerde ba‘sın aklen mümkün görülen bir hadi-
tek başına muhatap alınıp sorumlu tutulacağı, se oluşu üzerinde durulmuş ve Kur’an’dakine ben-
bazı yüzlerin ak, bazılarının kara olacağı (Âl-i İm- zer tarzda ispatlar yapılmıştır (Beyhakī, s. 649).(1)
rân 3/106) şeklinde kıyametle ilgili bilgiler (kıya- (1) DİA; [BA‘S - Yusuf Şevki Yavuz] c. 05; s. 100
met halleri) Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde zikre-
dilmektedir. Ba’s Ba’de’l-Mevt
Kur’an, ölümden sonra dirilişi hayretle karşılayan a. “Öldükten sonra dirilme” anlamında Arapça bir
ve bu konuda kesin bilgi sahibi olmak isteyenlere ifadedir ve İslâm inanç esaslarından olan ahiret
cevap teşkil etmek üzere, ölmüş ve parçalarına ay- gününe iman konusu içinde işlenmiştir.(1)(2)(3)
rılmış bazı canlıların yeniden diriltildiğini haber (4)(5)
vermek suretiyle (el-Bakara 2/72-73, 259-260)
b. Tamamen yok olmuş gibi görünen bir şeyin ye-
duyulur âlemden de insan zihnini diriliş gerçeğine niden canlanması, hayatiyet kazanması.(3)
yaklaştırıcı örnekler sergilemektedir.
c. Yeniden uyanma, kalkma.(4)
Hadislerde anlatıldığına göre bir cuma günü ger-
çekleşecek olan (İbn Kesîr, I, 257-260) yeniden (1) Akay, Hasan. a.g.e.
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 191;
diriliş, insandaki acbü’z-zeneb adı verilen ve hiçbir
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
zaman çürüyüp yok olmayan bedene ait maddî
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
unsurların gökten inecek bir nevi hayat suyu sa-
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
yesinde bir anda canlanmasıyla gerçekleşecek ve
insan kabirden veya acbü’z-zenebin bulunduğu
yerden bir bitkinin topraktan çıkışı gibi süratle Ba’s Düşüncesi
canlanıp ortaya çıkacaktır (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3, Ba‘s ile ilgili âyetler yeniden dirilişin cismanî ola-
78/1; Müslim, “Fiten”, 141, 142; Müsned, II, 322; cağını göstermektedir. Nitekim ölüp toprağa karış-
İbn Ebû Âsım, II, 433; İbn Kesîr, I, 244-247).(…) tıktan sonra dirileceklerini akıllarına sığdıramayan
İbn Kesîr’in naklettiği bir hadiste, İsrâfil’in sûra inkârcılara, “Biz toprağın onlardan yiyip tükettik-
ikinci defa üflemesinden sonra göklerle yeryüzü lerini de, geride bıraktıklarını da çok iyi biliriz,

160
Vadi-i Hamuşan
katımızda her şeyi muhafaza eden bir kitap var-
dır” (Kaf 50/4) şeklinde cevap verilmiş; çürümüş
kemikleri göstererek, “Bunları kim diriltebilir?”
diyenlere, “Onları ilk defa yaratan diriltecektir”
varlığın döl suyu (nutfe) denilen bayağı bir nesne-
den yaratıldığı söylenecek olsa bunu kabul etmekte
güçlük çekecektir. Şu halde canlıların hayata geliş
biçimi dikkatle düşünüldüğü takdirde ilk yaratılı-
B
(Yâsîn 36/78-79) buyurulmak suretiyle kemiklerin şın ba‘s denilen ikinci yaratılıştan daha şaşırtıcı ol-
diriltilmesi ba‘sın kapsamında gösterilmiş, böylece duğu kolaylıkla anlaşılacaktır (İhyâ, IV, 511).
dirilişin cismanî olacağı vurgulanmıştır.
Esasen ölülerin diriltilmesinde önemli olan husus
Ayrıca cennet ve cehenneme, cennet ehli ve onla- bunu gerçekleştirecek bir gücün bulunmasıdır.
ra verilecek nimetlere, cehennem halkı ve onlara Sonsuz kudret sahibi yaratıcının varlığına inanıl-
uygulanacak azaba dair birçok âyet ve hadiste yer dığı takdirde ba‘sın imkânsızlığı görüşü tamamen
alan tasvirler âhiret hayatının cismanî olacağını, geçersiz kalır.
yani ruh ile bedenin birleşmesiyle kurulup devam
Ehl-i sünnet kelâmcıları, toprağa karışan bedenin
edeceğini açıkça göstermektedir.
tamamen yok olması halinde bile ölümden önce-
Bu kadar açık ve kesin nasları te’vil edip âhiret ki varlık ve keyfiyetleriyle (cevher ve arazlarıyla)
hayatının sadece ruhanî olduğunu iddia etmek,
yeniden diriltilebileceği görüşündedirler. Kalânisî
tutarlı te’vil çeşitlerinin hiçbiriyle bağdaşmaz. Bu
ile Mu‘tezile’den Kâ‘bî bedene ait hiçbir niteliğin
sebepledir ki Gazzâlî bu tür te’villeri inkârla eşit
(araz), Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Ebû Ali el-Cübbâî
tutmuş ve buna taraftar olan filozofları tekfir et-
ve oğlu Ebû Hâşim ise bazı niteliklerin iade edil-
miştir (Tehâfütü’l-felâsife, s. 84-90).
mesini imkânsız görürler. Kerrâmiyye’ye göre is-
Ehl-i sünnet, Mu‘tezile ve Şîa gibi ana İslâmî mez- ter maddî ister mânevî olsun tamamen yok olan
hepler yeniden dirilişin cismanîliğini kabul eder- hiçbir nesnenin aynen iade edilmesi mümkün
ler. Bunu imkânsız görenlere karşı Kur’an, sper- değildir. Bu sebeple onlar ölülerin bedenlerinin
manın uygun ortamda gelişmesini tamamlayarak yok olmayacağını, sadece parçalanıp dağılacağını,
güçlü, güzel endamlı, akıllı ve mükemmel bir var-
ba‘s sırasında bu parçalar bir araya getirilerek yine
lık haline gelinceye kadar geçirdiği gelişme süreci-
bir beden olarak birleştirileceğini savunmuşlardır
ni, aynı şekilde kupkuru ve ölü toprağın yağmur
(Bağdâdî, s. 233-234).
suyuyla canlanışını ve çeşit çeşit bitkilerle bezeni-
şini, yeniden dirilmenin mümkün olduğunu ispat- Gazzâlî ise ikinci hayatın ancak ruh (nefis) ve be-
layan deliller olarak gösterir (el-Hac 22/5). denle birlikte gerçekleşeceğini, yalnız bu bedenin
dünya hayatındaki beden olabileceği gibi farklı
Ayrıca Kur’an şunu da hatırlatır ki eğer insan bir
unsurlardan yaratılmış yeni bir beden olarak da
çeşit ölüm sayılabilecek olan uykuya dalışından
düşünülebileceğini belirtmiştir (Tehâfütü’l-felâ-
sonra tekrar hayata dönüşü üzerinde fikir yürütür
sife, s. 285).
veya kâinatın akıllara durgunluk veren kozmik iş-
leyişini araştırırsa cismanî haşri anlamakta güçlük İslâm Meşşâî filozoflarının cismanî diriliş konu-
çekmez. Çünkü bunların gerçekleşmesi insanların sundaki olumsuz tavırları (bk. meselâ İbn Sînâ, s.
ölümden sonra diriltilmelerinden daha kolay de- 291-295), “ma‘dûmun aynıyla iadesi”ni imkânsız
ğil, aksine daha zordur. Kur’an tecrübe dünyasın- görmelerinden ileri gelmektedir. Onlara göre çü-
dan aldığı bu nevi delillere dayanarak hem diriliş rüyüp yok olan (ma‘dûm) bedenin âhirette tekrar
olayının aklî temellerini göstermiş, hem de bunu aynıyla meydana getirilmesi mümkün değildir.
inkâr edenlerin hiçbir delile sahip bulunmadığına Halbuki ruh bâkidir, onda değişiklik söz konusu
ve itirazlarının ilmî bir değer taşımadığına işaret değildir. Gerçi Allah yeni bir beden yaratıp ruhla
etmiştir (el-Câsiye 45/24). birleştirmeye muktedirdir; fakat aynı ruhun farklı
Gazzâlî’ye göre yeniden dirilme hakkındaki şüphe- bedenlerle birleşmesi bâtıl bir inanç olan tenâsü-
ler, bu dünyadaki benzer olayların mahiyetini iyi hü gerektirir. O halde ba‘s ve kıyamet sadece ruh-
kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Nitekim can- lar için söz konusudur. Âyet ve hadislerde geçen
lıların üremesi ve ceninin oluşumu hakkında bilgi cismanî tasvirler ise insana âhiret hayatıyla ilgili
sahibi olmayan bir kimseye, insan gibi yüksek bir gerçekleri daha kolay anlatmak, iyiliğe teşvik et-

161
Vadi-i Hamuşan
mek ve kötülükten vazgeçirmek için başvurulan (Beyrut 1986), İbn Ebû Dâvûd es-Sicistânî’nin el-
sembollerden ibarettir (İbn Rüşd, s. 152-155). Bas (Beyrut 1987), Beyhakī’nin el-Bas ve’n-nüşûr
İslâm filozoflarının bu görüşünü kelâmcılar “ec- (Beyrut 1988), İbn Ebü’d-Dünyâ’nın el-Bas ve’n-
zâ-i asliyye” formülüyle cevaplandırmışlardır. nüşûr, Abdülhak b. Abdurrahman el-İşbîlî’nin
Buna göre her canlının bedeni doğumundan ölü- Kitâbü’l-Âkıbe fi’l-bas (Keşfü’z-zunûn, II, 1402,
müne kadar sürekli değişikliğe uğrasa da değiş- 1437), Gazzâlî’nin el-Budûr fî ahbâri’l-bas ve’n-
meyen bazı aslî parçalar mevcuttur. İşte kıyamet nüşûr (Îzâhu’l-meknûn, I, 171), Muhammed Ah-
gününde canlının bedeni onun bu aslî cüzlerinden med Abdülkadir’in Akıdetü’l-bas ve’l-âhire adlı
meydana getirilecektir. Şu halde fazlalıkların çü- eserleri bunlardan bazılarıdır.(1)
rüyüp yok olması, toprağa karışması, hatta başka (1) DİA; [BA‘S - Yusuf Şevki Yavuz] c. 05; s. 100
bir canlının bedenine intikal etmesi yeniden diri-
liş için bir problem teşkil etmez. Diriliş olayının Ba’s-ı Emvat
gerçekleşmesi için dünyadaki bedene ait çürümüş Ölülerin dirilmesi.(1)(2)
parçaların aynen iade edilmesi de gerekli değildir.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Organların kendisinden teşekkül ettiği aslî unsu-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
run mevcut oluşu yeterlidir. Nitekim dünyadaki
beden de devamlı olarak yenilenmekte ve değiş-
mektedir (M. Reşîd Rızâ, VIII, 473). Ba’s Olunmak

İslâm filozofları içinde özellikle Fârâbî ve İbn Sînâ, a. Bir vazifeye gönderilmek, vazifeli kılınmak.(1)
devirlerinde, hem matematik ve tabiat ilimleri- b. Allah tarafından, Peygamberlik göreviyle yol-
ni hem de metafizik konuları sinesinde toplamış lanmak.(1)
bulunan felsefe adına konuşmuş ve Helenistik (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
felsefeden de etkilenerek spekülatif metotla cis-
manî ba‘sın mümkün olmadığını öne sürmüşlerdi. Baasü’l-Ekber
Kelâmcılar da aynı metotla, fakat vahyin ışığından
En büyük diriliş.(1)
faydalanarak bunun mümkün olduğunu söylüyor-
lardı. Çağımızda ortaya çıkan ve canlıdaki fizyolo- (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

jik ve psikolojik bütün özelliklerin “gen” adı veri-


len çok küçük bir parçada bulunduğunu keşfeden Bab
genetiğin verileri kelâmcıların görüşüyle büyük bir
a. Bazı tarikatlarda en yüksek makamda bulunana
uygunluk arzetmektedir. Genetiğin bu keşfi aynı
verilen unvan.(1)
zamanda, hazırlanacak uygun fizikî şartlar içinde,
b. Şia fırkalarının kendi mezhep büyükleri için
insanların acbü’z-zenebden diriltileceklerini bildi-
kullandıkları dini unvan.(3)
ren hadisleri de teyit eder mahiyettedir.
c. Tövbe.(1)(4)
Hayvanların tekrar diriliş olayına dahil olup olma-
dıkları hususu da kelâmcılar arasında tartışılmış- d. Herkesçe başvurulan ulu kapı, dergâh.(2)
tır. Bazı kelâmcılar hayvanların da diriltileceğini e. Kapı, bölüm, fasıl.(4)
ve hesaplaşmadan sonra toprak haline getirilece-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ğini kabul eder, Nazzâm ise bunların da cennete
(2) Akay, Hasan. a.g.e.
gireceğini ve burada yaşamaya devam edeceğini
(3) DİA;
ileri sürer (Bağdâdî, s. 237).
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Ba‘s ba‘de’l-mevt (ölümden sonra diriliş) akîdesi
kelâm kitaplarının sem‘iyyât kısmında işlendiği
gibi bu konuda İslâm düşüncesinin teşekkül dö- Bâb Mirza Ali Muhammed Şirazi Türbesi-
nemlerinden itibaren müstakil eserler de yazıla- Hayfa
gelmiştir. Hâris el-Muhâsibî’nin el-Bas ve’n-nüşûr (1) DİA, Cilt. 4 s. 466

162
Vadi-i Hamuşan
Baba
a. Bir çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan er-
kek, ata, cet, peder.(1) Çocuk sahibi adam.(2)(3)(5)
Baba Hatim Türbesi-Afganistan
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524

Baba Haydar Semerkandi Türbesi-İstanbul


B
b. Bazı mutasavvıflara, tekke büyüklerine veya ta-
rikat liderlerine verilen unvan.(1)(2)(4)(6) (1) Adresler. a.g.e.
c. Şeyh, mürşit,(3) manevi önder.(7)
d. Ahmed Yesevi’nin Horasan diyarından Anado- Baba Hüseyin Tekkesi Türbesi-Arnavutluk
lu’ya gelen müritlerine ve Bektaşilik, Haydari- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 89
lik, Kalenderilikte önder kişilere verilen ad.(8)
e. Koruyucu durumunda olan kimse.(2) Baba İlyas Türbesi-Amasya
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Yıldız, Harun. “Amasya Yöresi Örneğinde Alevî/
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Bektaşî Kültüründe İnanç Merkezleri”, Ulusla-
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. rarası Sosyal Araştırmalar Dergisi, IV, 16, Kış
(2011). s. 475
(4) DİA;
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) Albayrak, Nurettin. a.g.e. Baba Kamber Türbesi-Türkmenistan
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(8) Kaya, Doğan. a.g.e.

Baba Kasım Türbesi-İran


Baba Ali Efendi Türbesi-Arnavutluk
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 124
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 94
Baba Kemal Cundi Türbesi-Türkmenistan
Baba Ali Şahzengi Türbesi-İstanbul (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38
Baba Kondu Türbesi-Bulgaristan
Baba Cafer Türbesi-İstanbul (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 421
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18,
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 515, Baba Kudsi (Baba Kuzusu) Türbesi-Sandıklı
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 57,
(1) Karakuş, Ali Osman. a.g.e. s. 160
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 244

Baba Mahmut Türbesi-Irak


Baba Çağırgan Türbesi-Gümüşhane
(1) Bayatlı, Necdet Yaşar. a.g.e. s. 111
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18

Baba Nahas Türbesi-Ankara-Kalecik


Baba Erenler Türbesi-Ankara-Altındağ
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 144
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 127

Baba Ruşnai Türbesi-Afganistan


Baba Gamber Türbesi-Türkmenistan
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524

Baba Sultan Türbesi-Eğridir


Baba Gürün (Baba Gürgür) Türbesi-Kerkük (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18,
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 60 (2) Gül, Hüseyin-Songül Boybeyi. a.g.e. s. 211

163
Vadi-i Hamuşan
Baba Sultan Türbesi-Bursa Babu’s-Saade Ağa Hüseyin Ağa Türbesi-
İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 18
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 107,
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38
Baba Sultan Türbesi-Ankara-Akyurt
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 128
Babücan Ana Türbesi-Ortaasya
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24
Baba Tahir Uryan Türbesi-İran
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 338
Babük Bey Türbesi-Kayseri
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21
Baba Yakup Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 66
Bab’üssa’ade Ağası Baba Mustafa Ağa
Türbesi-İstanbul
Baba Yusuf Türbesi-Makedonya (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 417
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 571
Bacaktan Açılma
Baba Zakir Alaaddin Türbesi-Bursa “Bacaktan açılacağı gün” Kur’an-ı Kerim’de geçen,
(1) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 62, işlerin güçleşeceği, son derece çetin kıyamet günü,
(2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 yani “ahiret hesabının başlayacağı gün” anlamına
gelen ifade.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.3
Baba-Ata Türbesi-Kazakistan
(1) Bubur, Rüçhan. a.g.e. s. 130
Bachelor’s Grove Mezarlığı – Şikago
Kimsenin ziyaret etmediği ve yakın zamanda
Babaci Hatun Türbesi-Kazakistan
resmî olarak da ziyarete kapatılan Bachelor’s
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524 Grove Mezarlığı, bugüne kadar pek çok sıra dışı
olayın yaşandığı iddia edilen bir mekân. Polislerin
Babalar Türbesi-Yunanistan-İskeçe alanda yaptığı incelemelere göre mezarlık bugün
çeşitli gruplar tarafından kara büyü ritüelleri için
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 998
kullanılıyor.
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
Babasız nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu-
a. Babası ölmüş, babası olmayan.(1) cu-25-mezarlik-733955

b. Babası belli olmayan.(1)


(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Bacı
a. Tasavvuf yolunda aynı inançtaki tarikat men-
suplarının kadınlar için kullandıkları bir söz.(1)
Babay Boks Türbesi-Kosova-Yakova (2)(4)

(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 380 b. Kız kardeş, hemşire.(3)


Bablok Baba Türbesi-Kosova c. Şeyh hanımlarına verilen unvan.(3)
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 344, (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 495 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

164
Vadi-i Hamuşan
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Bağ-ı Behişti
a. Cennet bağı.(1)
b. Cennet.(2)
B
Bacım Sultan Türbesi-Ankara
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1). a.g.e.S. 361,
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 51,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 156
Bağ-ı Cinân
Backa Tekkesi Türbesi-Arnavutluk a. Cennetler bağı.(1)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 90 b. Cennet.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bacque, Grammont Ve Diğerleri
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1985 Sa 11
Tarihsel Kaynak Olarak Osmanlı Mezarlıkları, Uygula-
nan Yöntemler Ve Bilgisayarda Yapılabilecek İşlemler, Bağ-ı Firdevs
Erdem, C. 6, 16, S. 210-214, Atatürk Kültür Dil Ve
a. Cennet bağı.(1)
Tarih Yüksek Kurumu, 1990, Ankara
b. Cennet.(2)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Bacqué-Rammont, Jean-Louis
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Sa 152
İstanbul Mezarlıklarından Osmanlı Toplumuna Bakış, Bağ-i Heşt Der
Yapı, (146), S.48-55,İst. Yapı End. Merk., 1994, “Sekiz kapılı bahçe” anlamına gelen bu kelime,
İstanbul
cennete işarettir. Nitekim rivayetlerde cennetin
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. sekiz, cehennemin yedi kapısı olduğu nakledil-
miştir.(1)
Bacqué-Rammont, Jean-Louis- Aksel, Tibet (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Ttk Ktp./Tasnif No: B. I 1294
Türk İslam Dünyasında Defin Gelenekleri Hakkında Bağ-ı Huld
Uluslar Arası Bir Kaynakça Denemesi, İslam Dünyasın-
da Mezarlıklar Ve Defin Gelenekleri, Ttk Yayınları, C.2, a. Sekiz cennetten birinin bahçesi.(1)
S. 211-256, 1996, Ankara b. Cennet.(2)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Bağ-ı Adn
Cennet.(1) Bağ-ı İrem
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. İrem bağı.(1)
b. Cennet.(1)(3)
Bağ-ı Bedi c. Cennet bahçesi.(2)
a. Eşsiz bağ.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Cennet.(1) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

165
Vadi-i Hamuşan
Bağ-ı Kuds Bağlarbaşı Surp Haç Mezarlığı
a. Kutsal bahçe.(1) Nuh Kuyusu Cad. No: 144, 34662 Bağlarbaşı.
b. Cennet.(1) 16. yüzyılın ortasından beri var olan bu mezarlık
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. alanı Bağlarbaşı olarak adlandırılan tepede bulu-
nur. Mezarlıktaki en eski mezar taşı 1637 tarihli-
dir. Mezarlık 14 bin m2’lik bir alana sahiptir. İkiye
Bağ-ı Naim
bölünmüş olan bu alanın kuzey bölümü Surp Haç
a. Bolluk bereket bahçesi.(1)
Kilisesi’ne, güney bölümü ise Surp Garabed Kili-
b. Cennet.(1) sesi’ne 1555 yılında tahsis edilmiştir. 1884’te ise
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. sınırları belirlenmiştir. Mezarlığın başlıca hayır-
severi 1718 yılında vefat eden Diyarbakırlı katırcı
Bağ-ı Refî Atam olmuştur.
a. Yüce bahçe.(1) Mezarlıkta yer yer görkemli ve birer sanatsal na-
b. Cennet.(1) dir eser gibi dikkat çeken işlemeli anıtmezarlar ve
mezar taşları bulunmaktadır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bu mezarlıkta gömülü olan tanınmış kişiler:
Patrik Hovhannes Papertzi Çamaşırcıyan (1757-
Bağ-ı Rıdvan
1817), Patrik Sarkis Kuyumcyan (1804-1865)
a. Hoşnutluk bahçesi.(1)
Hassa mimarı Kayserili Sarkis Kalfa (vefatı 1737),
b. Cennet.(1)
Hassa mimarı Bali Kalfa (vefatı 1803), Hassa mi-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. marı Kirkor Amira Balyan (1764-1831), Hassa ve
Devlet mimarı Sarkis Bey Balyan (1831-1899),
Bağ-ı Vesî Hassa mimarı Giragos Odyan (1804-1865), Dok-
tor Vahan Paşa Manuelyan (1840-1902), Eğitimci
a. Geniş bağ.(1)
Reteos Berberyan (1848-1907)
b. Cennet.(1)
Şair Bedros Turyan (1851-1872), Şair Madteos Za-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rifyan (1894-1924), Eğitimci Hovhannes Hintliyan
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org
Bağ
a. Bahçe, bostan.(1)(2)(3)
Bağlarbaşı Surp Garabed Mezarlığı
b. Neşeli ruhani âlem.(1)
Nuh Kuyusu Cad. No: 148, 34662 Bağlarbaşı.
c. Cennet.(2)(3)
16. yüzyılın ortasından beri var olan bu mezarlık
d. Gezinti yeri.(2)
alanı Bağlarbaşı olarak adlandırılan tepede bulu-
e. Bu kelime ariflerin sözlerinde ve tasavvuf ede-
nur. Mezarlıktaki en eski mezar taşı 1637 tarihli-
biyatında çeşitli terkipler şeklinde kullanılmış-
dir. Mezarlık 14 bin m2’lik bir alana sahiptir. İkiye
tır: kıdem bağı, ezel bağı, sonsuz bağ, sonsuz-
bölünmüş olan bu alanın kuzey bölümü Surp Haç
luk bağı, hikmet bağı.(4)
Kilisesi’ne, güney bölümü ise Surp Garabed Kili-
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. sesi’ne 1555 yılında tahsis edilmiştir. 1884’te ise
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. sınırları belirlenmiştir. Mezarlığın başlıca hayır-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. severi 1718 yılında vefat eden Diyarbakırlı katırcı
(4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. Atam olmuştur.
Mezarlık alanında yer yer birer sanatsal nadir eser
Bağırsak Dedesi Türbesi-Isparta olarak nitelenebilecek görkemli ve işlenmiş anıt
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 88 mezarlar ve mezar taşları bulunmaktadır.

166
Vadi-i Hamuşan
Bu mezarlıkta gömülü olan tanınmış kişiler: Vanlı
Patrik Zakarya (vefatı 1640), Patrik Asdvadzadur
(1768-1846), Alemdağ kilisesinin son ruhani ön-
deri Peder Muşeğ Gopoyan.
Bahri Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
B
Bahriye Mevlevihanesi Türbesi-İstanbul
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 417

Bahadır As Türbesi-Suriye Bahsi Bin ne Hoca Hademe-i Türbesi-


(1) DİA, Cilt. 38 s. 322 Kosova-Vılçitrin
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538
Bahadır Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 421 Baht
Gelecekteki olayları kaçınılmaz biçimde belirleyen
Bahadır, Hüseyin Avni
ilahi gücün insan ve toplum için çizdiği yaşayış
biçimi, talih, kader, şans, kısmet, ikbal, nasip.(1)
İ.Ü Ed. Fak. Ktp. (2)(3)(4)
Bakırköy Kabristanı Eski Mezar Kitabeleri, İstanbul
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ün., Ed Fak., Tarihi Abd, Basılmamış Lisans Tezi,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
S.150, 1966, İstanbul
(3) DİA;
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Bahaeddin Efendi Türbesi-Konya Bâis


(1) DİA, Cilt. 4 s. 458 a. Sebep, gerektiren, gönderen.(1)(2)
b. “Kıyamette ölenleri dirilten, insanları kabir-
Bahaeddin Zekariyya Hz. Türbesi-Hindistan lerinden kaldıran ve gönüllerde saklı olanları
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 12 meydana çıkaran” anlamında Esma-i Hüs-
na’dandır.(1)(3)(4)
Bahaeddin Zekeriyya Türbesi-Pakistan c. Bir tarafa yöneltip gönderen, bir işle görevlendi-
(1) DİA, Cilt. 4 s. 462
rilen, harekete geçiren.(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Bahaediin Nakşibend Türbesi-Özbekistan (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 32, s. 340
(4) DİA

Bahaüddin Nakşibend Türbesi-Türkmenistan


Bakara Sûresi
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci ve en uzun sûresi.(…)
Dikkatle incelendiği zaman baştan sona sûrede ön
Bahçevan Şeyh Mehmed Arif Efendi Türbesi-
planda tutulan ana hedeflerin üç noktada yoğun-
İstanbul
luk kazandığı görülür.
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 128,
1. İslâm dininin iman esaslarını açıklamak, bilhas-
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 21
sa Âyetü’l-kürsî’de doruk noktasına varan tek tan-
rı (tevhid) inancının özelliklerini belirtmek, müs-
Bahri Baba Türbesi-Bursa lümanların nasıl bir tanrı inancına sahip olmaları
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 gerektiğini ortaya koymak.

167
Vadi-i Hamuşan
2. Kur’an hidayetinin ne olduğunu (âyet 185) ve ayrılırlar. Bu üçüncü gruptan olan iki yüzlülerden
bu hidayet karşısında çeşitli insan gruplarının du- bir kısmına, daha sonra nâzil olan Nisâ (âyet 137-
rumunu ve yerini belirlemek. 145), Tevbe (âyet 66-67) ve Münâfıkūn sûrelerin-
3. Müslümanların başka dinlerin mensupların- de “münafık” adı verilecektir.
dan ayrı, müstakil bir cemaat ve kendine mahsus Bu girişten sonra Allah’a ibadet etmenin kulluğun
vasıfları bulunan bir ümmet olduklarını ortaya tabii gereği olduğu açıklanır. Göklerde ve yeryü-
koymak, bu ümmetin toplu davranış kurallarını zünde meydana gelen ve bize alelâde gibi görünen
belirtmek; bununla ilgili olarak İsrâiloğulları’nın olayların rabbin yüce kudretini tanıttığına dikkat
din anlayışı ve uygulamasında içine düştükleri çekilir. Ancak dindar olmak için o kudretin varlığı-
yanılgı ve sapmalardan çarpıcı örnekler vererek nı bilmek yetmez, vahiy yoluyla gelen ilâhî emirleri
müslümanları uyarmak.(…) kabul edip onlara uymak gerekir. Çünkü gerçekte
Medine devrinde artık müslümanlar tek tek inanç hidayetin ne olduğunu yalnızca vahiy bildirir (âyet
arayışı içinde olan kişiler değil diğer dinlerin men- 21-24). Vahyin önemi ve onun kul gücünün üstün-
supları ve inanç grupları karşısında belli bir cema- de bir bilgi çeşidi olduğu kesin bir dille ortaya kon-
attir. O zamana kadar gelen âyetlerle hidayet ve duktan sonra inananlarla inanmayanların vahiy
takvânın fert açısından taşıdığı mânalar zaten or- karşısındaki değişik tavırları gözler önüne serilir.
taya konmuş bulunmaktadır. Artık bu gibi İslâmî İnsanlar yok iken yaratılmışlar, sonra ölecekler,
kavramların toplum açısından ne anlam ifade et- daha sonra diriltilecekler ve en sonunda da Allah’ın
tiğinin açıklanmasına, birtakım toplu davranış ör- huzurunda hesaba çekileceklerdir. Birçok kimse bu
nekleriyle ortaya konmasına sıra gelmiştir. İslâmi- gerçeği görmezlikten gelip inkâra sapar. Onlar
yet mücerret kavramlar üzerine kurulu bir felsefî Allah’a karşı üstlendikleri kulluk andını tutacak
sistem değil, iyi hareket ve güzel davranış demek yerde yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Böyle-
olan “sâlih ameller” dini olduğuna göre müslüman leri hüsrana uğrayacaklardır (âyet 27-29). İnsan-
toplumuna yön verecek ilke ve kuralların bilinme- ları kendi yaratılış sebepleri üzerinde düşünmeye
sine ihtiyaç vardır. Bundan dolayı sûrenin pek çok sevkeden bu âyetler ilk insanın yaratılışını merak
fâsılası çoğul sigasıyla gelmiş, sûre, sonu büyük konusu yapar. Bundan sonraki âyetler bu merakı
kurtuluşa çıkan iman ve hidayet yolunun yolcula- gidermeye yöneliktir. Âdem yeryüzünde halife ola-
rını belirleyerek ve bu kitabın onlar için hidayet rak yaratılmış, bilgi edinme yeteneğiyle donatıl-
rehberi olduğunu ilân ederek söze başlamıştır. mış ve kendisine isimler öğretilmiş, bu özelliğiyle
Bu bakımdan bütünüyle Fâtiha sûresindeki, “Ey de meleklere üstün tutulmuştur. Bununla beraber
Rabbimiz, sen bizi doğru yola ulaştır!” duasının eşiyle birlikte yedikleri yasak meyve yüzünden gü-
(âyet 6) cevabı ve açıklaması gibidir. Fâtiha sûre- nah işlemişler ve cennetten çıkarılmışlardır. Sonra
sinde Allah’tan istenen hidayetin ne olduğu bütün Allah yine de onlara acımış, tövbe etmeyi öğretmiş
yönleriyle bu sûrede açıklanır; hem iman ve itikad ve her ikisini de bağışlamıştır (âyet 35-39).
esasları bakımından, hem de o imanın gereği olan Bu âyetler, yahudi ve hıristiyanların ilk günah
ibadet ve davranış örnekleri bakımından ortaya hakkındaki nazariyelerinin vahiy temelinden yok-
konur. Dindarlığı belirleyen şekil ve kurallarla sun, asılsız bir iddia oluğunu ortaya koyar. Aslın-
birlikte o kuralların hangi mânevî hedefleri ve ne da bağışlanmış olan bir günahın nesilden nesile
gibi ince hikmetleri gözettiği de bildirilir. Buna sürüp gittiğini akıl ve mantık da kabul etmez. Bu-
göre dindarlığın bir yönüyle disiplin, ciddiyet, itaat rada anlatılmak istenen şey, Âdem ile Havvâ’nın
ve teslimiyet, diğer yönüyle bilgi, tefekkür, basîret, şeytana ve nefislerine uyup günah işlemeleri,
hikmet, sevgi ve samimiyet olduğu ortaya konur. sonra tövbe edip bağışlanmaları şeklinde kendini
Sûrenin ilk âyetleri, söz konusu hidayet karşısın- gösteren bu iniş ve çıkışların onların soyundan
da çeşitli insan gruplarının yerini belirleyen bir gelen herkes için daima mümkün ve muhtemel
giriş mahiyetindedir. Buna göre insanlar mümin- olduğudur. Allah’ın emirlerine uymak ve şeytanın
ler, kâfirler, bir de iki yüzlü kararsızlar olarak üçe fitnesinden sakınmak konusunda Âdemoğulla-

168
Vadi-i Hamuşan
rı’na dikkatli ve iradeli olmaları gerektiği yolunda
bir uyarıdır. Allah’a inanan, O’ndan bağışlanma
dileyenler için korkuya mahal yoktur; çünkü on-
lar bağışlanacaklardır. Korkması gerekenler, inkâr
Harâm tarafına dönmelerini son bir defa daha
tekrarlayarak hükme bağlar (âyet 144) ve Allah’ın
bir hükmü ortadan kaldırıp onun yerine bir baş-
ka hükmü koyabileceğini bildiren nesih âyetinin
B
edenler ve inkârda direnenlerdir; çünkü onlar (âyet 106) neye delâlet ettiğini kıblenin tahviliyle
ateşte süresiz kalacaklardır. bilfiil göstermiş olur.
Sûrenin bundan sonraki âyetleri (40-101), bir in- Daha sonraki âyetler ise dindarlığın Allah’tan
sanın hayatında görülebilen iniş ve çıkışların ka- korkmak, O’nu çok çok anmak, O’nun yolunda
vimlerin hayatında da görülebileceğini anlatmak can ve mal kaybıyla birlikte birtakım korkulara ve
üzere yahudilere eski şanlı geçmişlerinden bazı sıkıntılara katlanmak demek olduğunu bildirmek-
önemli olayları hatırlatır.(…) te ve Allah yolunda öldürülenlere ölü denemiyece-
Peygamberler hakkında saygısızlık ifade eden ğini haber vermektedir (âyet 151-157).
düşünce ve sözlerden uzak durmayı ihtar eden Vahiy yoluyla gelen hidayeti bile bile inkâr edenle-
âyetlerden (âyet 102-104) sonra yahudi ve hıris- rin lânete uğrayacaklarını ilân ve ihtar eden âyet-
tiyanların dinde üstünlük iddialarının ve yalnızca lerden sonra başta yahudiler olmak üzere bütün
kendilerinin cennet ehli oldukları yolundaki ka- insanlığa şu çağrı yapılır: “İlâhınız bir tek Allah’tır.
naatlerinin yanlışlığı vurgulanır. Halbuki, “Özünü O’ndan başka tanrı yoktur. O rahmândır, rahîm-
iyilikle ve samimiyetle Allah’a yöneltenlere rableri dir” (âyet 163).
katında daima mükâfat vardır” (âyet 112). Önem- Ardından gelen âyetler, muameleler ve yiyecek-
li olan da doğuya veya batıya yönelmek değil her ler hakkında helâl ve haramı bildiren tâlimatlar
yerde Allah’ın kudretini görebilmektir (âyet 115). mahiyetindedir. Bunlar sırasıyla kısasta hayat
Bu âyet ve bundan sonraki âyetler, kıblenin Kâbe olduğu, ölüme bağlı bir tasarruf olan vasiyetin ge-
yönüne çevrilmesi için gerekçe anlamı taşır. Za- çerliliği, ramazan orucunun farz kılınması, haksız
ten o bina, birer peygamber olan İbrâhim ve oğlu kazançların haram oluşu, savaş yasağı bulunan
İsmâil tarafından yalnızca Allah’a ibadet için ya- haram aylar içinde de olsa Mekke’de saldırıya uğ-
pılmış mübarek bir evdir. İbrâhim’in duası, kendi rayan müslümanların buna karşılık verebilecek-
soyundan Allah’a inanmış insanların gelmesi ve leri, bununla beraber tehlikeye atılmanın doğru
yoldan çıkanları uyarmak üzere Allah’ın onlara olmayacağı, hac ve haccın sağlayacağı barış ve
kendi içlerinden peygamberler göndermesi şek- bunun faydaları hakkındaki âyetlerdir. Peygam-
lindeydi. Ya‘kūb da ölüm döşeğinde çocukların- berler insanları uyarmak ve aralarındaki anlaş-
dan, ataları İbrâhim’in dinine bağlı kalacakları mazlıkları çözmek için gönderilmişlerdir. İnfakın
hususunda söz almıştı. “Onlar bir ümmetti, geldi en başta anaya ve babaya iyilik demek olduğu
geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin ka- bilinmelidir. Savaş bazan kaçınılmaz olur; hoşa
zandıklarınız da sizindir. Onların yaptıklarından gitmeyen şeyler çok defa insan hakkında hayırlı
siz sorguya çekilmeyeceksiniz” (âyet 134, 141). sonuçlar doğurabilir. Aslında zulüm ve fitnenin
Allah’ın bir yeri kıble yapması, yalnızca Peygam- sürüp gitmesi savaştan daha büyük tehlikedir.
ber’e uyanlarla uymayanları belli etmek içindir Putperest bir kadınla nikâh câiz değildir. Evlilik,
(âyet 143). İlk zamanlarda müslümanlar namazda nesep, süt kardeşliğinin müddeti, boşanma ve id-
yahudilerin kıblesi olan Kudüs’e yöneliyorlardı. detle ilgili âyetlerden sonra korku zamanında ve
Yahudiler bu durumu istismar ediyor, onları ken- binek üstünde namazın nasıl kılınacağı açıklan-
dilerini taklide özenen basit insanlar gibi görmeye maktadır. İsrâiloğulları’ndan bazı heyetlerin önce
ve göstermeye çalışıyorlardı. Hem bu istismarı nasıl hararetle savaş istedikleri, daha sonra ondan
önlemek, hem de ibadetin şu veya bu yöne değil nasıl yüz çevirdikleri hatırlatılmaktadır. Savaş
doğrudan Allah’a yapılmasındaki önemi göster- zaruret olduğu zaman ondan kaçmamak, azimle
mek üzere âyet, Hz. Peygamber’in ve bütün müs- direnmek ve sebat etmek gerekir. Çünkü, “Allah
lümanların bundan böyle namazlarında Mescid-i eğer insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğer-

169
Vadi-i Hamuşan
leriyle savmamış olsaydı yeryüzü altüst olurdu” 283) göklerin ve yerin Allah’a ait olduğu, Allah’ın
(âyet 251). Bütün bunlar Allah’ın vahiy yoluyla gizli açık herşeyi bildiği, dilediğini bağışlayıp dile-
bildirdiği gerçeklerdir. diğini cezalandırabileceği ihtar edilir (âyet 284).
Hiç şüphesiz Hz. Muhammed de Allah’ın peygam- Sûre, İslâm dininin iman ilkelerini ve müslüman-
berlerinden biridir (âyet 252). Allah peygamber- ların din anlayışını belirleyen ve âdeta sûreyi baş-
lerini farklı özelliklerde yaratmış ve birbirlerine tan sona özetleyen şu meâlde bir hâtime ile son
üstün kılmıştır. Ancak insanlar içinden birçoğu bulur: Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün
ilâhî gerçeklerin ve peygamberlerin değerini inkâr müslümanlar Allah’tan gelen vahye inanırlar. Al-
eder. Halbuki âhiret gününde hesap olduğunu ve lah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberleri-
ona hazırlanmak gerektiğini haber verenler de on- ne iman ederler ve iman açısından peygamberler
lardır. İnsanlar hiçbir dostluğun, yardım ve alış- arasında hiç fark gözetmezler. Allah’ın emirleri
verişin fayda vermeyeceği bir günde, kendisinden
karşısında, “İşittik ve itaat ettik” derler ve mağfi-
başka ilâh olmayan, kendisini uyku ve uyuklama
ret dilerler. Allah hiç kimseye taşıyamayacağı bir
tutmayan, göklerin ve yerin yaratıcısı, herşeyi bi-
yük yüklemez. Her kulun yaptığı iyilik de işlediği
len, kürsîsi yeri ve gökleri kaplayan, yüce arşın sa-
kötülük de kendisine aittir. Bilmeden veya unu-
hibi, hay ve kayyûm olan Allah huzurunda hesaba
tarak işlenen hatalar bağışlanacaktır. Müminler
çekileceklerdir. Bununla beraber dinde zorlama
Allah’tan af, mağfiret, rahmet ve kâfirlere karşı
yoktur. Çünkü artık doğrulukla eğrilik iyice açığa
yardım dilerler (âyet 285-286).
çıkmıştır. Allah inananların yardımcısıdır, onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır (âyet 253-257). Sonuç olarak denilebilir ki Bakara sûresi Allah’ın
Hidayetin, her şeyden önce Allah hakkında sağ- birliği inancına açıklık getirmiş ve ulûhiyyetle ilgi-
lam bir itikada sahip olmakla ve bunun da ancak li meselelere ağırlık vermiştir.(…)(1)
peygamberlere gelen vahiyle mümkün olacağı- (1) DİA; [BAKARA SÛRESİ - Emin Işık] c. 04; s. 527
nı bildiren bu âyetlerden sonra, Hz. İbrâhim’in,
Allah hakkında kendisiyle münakaşaya tutuşan
Bakırer, Ömür
birini nasıl susturduğunu ve ölülerin dirileceği
konusundaki inancının mûcize yoluyla nasıl pe- Milli Ktp./Tasnif No: 2000 Bd 3941
kiştirildiğini bildiren âyetlerin gelmesi çok anlam- 13. Ve 14. Yüzyıllarda Anadolu Mihrabları, Türk Tarih
lıdır. Bunu takip eden âyetler hesap gününe nasıl Kurumu, 2000, Ankara
hazırlanılacağını, bunun için ne gibi iyiliklerin (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
yapılıp hangi yasaklardan sakınmak gerektiğini
bildirir. Gönül okşayıcı güzel sözün başa kakılan
Bakırcı, Naci
iyiliklerden daha değerli olduğu haber verilir.
Fakirlerin ve yardıma muhtaç olanların kayırılıp Mevlevi Mezar Taşları, Rumi Yayınlar, 2006, Konya
gözetilmesini emreden âyetlerden sonra bu kısım, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
bütün Kur’an’ın en son nâzil olan âyeti olduğu ri-
vayet edilen, “Allah’a döndürüleceğiniz o günden
sakının! Zira o gün herkese hak ettiği mutlaka Bakırköy Ermeni Mezarlığı
verilecek ve kimse haksızlığa uğramayacaktır” Tayyareci Hayrettin Sok. No: 2, 34144 Bakırköy.
âyetiyle noktalanır (âyet 281). Sûrenin büyük he- Mezarlık yaklaşık 1840’lı yılardan beri vardır. Bu-
sap günüyle ilgili bu kısmı, âdeta Fâtiha sûresindeki rada önemli kişiler gömülüdür.
“mâliki yevmi’d-dîn” âyetinin geniş bir açıklaması
Hariciye Vekaleti görevlilerinden ve konsolos Sar-
mahiyetindedir.
kis Efendi Balyan (1882-1836)
Borç ve alacakların miktarıyla ödeme zamanlarının
Emektar eğitmen Boğos Bezazyan (1876-1951)
yazılmasını veya borçların rehin karşılığında veril-
mesini tavsiye eden âyetlerden sonra (âyet 282- (1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org

170
Vadi-i Hamuşan
el-Bâki
a. Sonsuz.(1)
b. Allah’ın sıfatlarından, sonsuz kalıcı.(1)
Bakülü Seyyid Yahya Türbesi-Azerbaycan
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 3 s. 313
B
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Bala Süleyman Ağa Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 95,
Bâki (2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 21,
a. Sürekli, sonsuz,(1) ebedi, ölümsüz, kalımlı,(2) (3) Envanter. a.g.e. No: 105,
varlığını koruyan, devam eden, devamlı,(2) ka- (4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 6,
lıcı,(6) daimi.(7)(8) (5) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 292
b. Varlığının sonu olmayan, bitip tükenmez, yok
olmaz, sürekli, kalıcı anlamındadır. Allah’ın sı- Balaban Ağa Türbesi-İstanbul
fatlarından, Esma-i Hüsna’dan birisi.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Adresler. a.g.e.
c. Tanrı.(7)(8)
d. Medine Mezarlığı.(8)
Balaban Paşa Türbesi-Edirne
e. Ölümsüzlük yurdu.(9)
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 116
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA;
Balacı Hatun Türbesi-Kazakistan
(4) Akay, Hasan. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 25 s. 129
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Balbal
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(8) Kanar, Mehmet. a.g.e. a. Taş ve ağaçtan yapılmış heykeller.(1)(2)
(9) Bardakçı, Mehmet Necmettin. “Aziz Mahmud b. Müslümanlıktan önce Türk Alplerinin mezarla-
Hüdayi’nin Tasavvufî Düşüncesinde Ölüm Ve
rın doğu tarafına, öldürdükleri düşman sayısın-
Ölüm Sonrası Hayat.” Uluslararası Aziz Mahmud
ca dikilen taştan kaba heykeller veya sivri uzun
Hüdayi Sempozyumu, Üsküdar Belediyesi, 20-22
Mayıs 2005. s. 251 taşlar, mezar taşı, ölen kahramanın öldürdüğü
düşman sayısınca dikilen heykel.(3)(4)(5)

Bâkikulu c. Hunların mezarların etrafına diktikleri taşlara


denir.(6)
Osmanlı Devleti’nde tahsisat ve vergi işlerine ba-
kan memur, maliye müfettişi.(1)(2) (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 12;
(2) Bakırcı, Naci. “Mevlevî Mezar Taşları.” Rûmî Ya-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
yınları, 2005. s.11;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Özkan, Selma. a.g.e., s. 8;
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bâkilik
(5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ebediyet, ölümsüzlük, ebedilik, beka.(1) (6) Turani, Adnan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Balbay, Mustafa
Bakiyat Bilkent Ün./Tasnif No: Ds 247.Y42b35 2000
a. Sürüp giden, devam eden şeyler.(1) Yemen Mezarlığı, Cumhuriyet Kitabevi, S:204, 2000,
b. Ölümsüzler.(1) İstanbul

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

171
Vadi-i Hamuşan
Baldahin Balcıgil, Osman
Roma döneminde Doğu Akdeniz bölgesinde görü- Milli Ktp./Tasnif No: 1984 Sb 53
len bir mezar tipidir. Genellikle kare planlı olup Mezar Taşında Simgeleşen İnançlar, Tarih Ve Toplum,
bir kaide üstünde yükselen bu mezarlar piramidal C.4, Sayı:19, S.66-67, İletişim Yay. 1985, İstanbul
çatılıdır. Baldahin mezarlarına güzel bir örnek (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Dağlık Klikya kıyısındaki Kelenderis (Aydıncık)
antik kentinde vardır. Yöre halkı tarafından “Dört
Balçık Tekkesi Türbesi-İstanbul
Ayak” ya da “Kral mezarı” olarak bilinen 8m. yük-
seklikteki kare planlı mezarda gömü odası bugün (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 418
toprak altındaki alt kattadır.(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
Balçık Tekkesi Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.

Balcı Baba (Kovacı Dede) Türbesi-İstanbul


Baldeken Türbesi-Kıbrıs-Girne
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 540
(1) Hilkat, Emine. “Girne’deki Tarihi Yapılar.” Konya,
(1997). s. 527
Balcı Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28 Balı Dede Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Balcı, Naci
Balı Şeyh Türbesi-Ankara-Kalecik
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 87285
İç Anadolu Bölgesindeki Mevlevi Mezar Taşlarında (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 144
Görülen Dekoratif Sanatlar Ve Semboller, Selçuk Ü.
Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi Abd, Doktora Tezi, Balıklı Ermeni Mezarlığı
S.400,1999
Seyit Nizam Yolu No: 8, 34015 Silivrikapı.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
İstanbul’un en eski iki Ermeni mezarlığından bi-
risidir. 1554’te Şer’i devretme yazısıyla Ermeni
Balcı, Naci Cemaati mülküne geçmiştir. Zamanla mezarlığın
içinden bir yol açılarak mezarlık “Büyük Balıklı”
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 17407 50
ve “Küçük Balıklı” olarak ikiye ayrılmıştır. Planı
İç Anadolu Bölgesindeki Mevlevi Mezar Taşlarında
ise 1919’da hazırlanmıştır. Yaklaşık 500 adet me-
Görülen Dekoratif Sanatlar Ve Semboller, Selçuk Ü.
zar taşının bulunduğu mezarlıktaki en eski kayıt
Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi Abd, Yüksek Lisans
Tezi, S.113, 1991 1618 yılını gösterir.
Mezarlık girişinin sağında 1985’te Sarkis Gövde-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
relioğlu’nun hayırseverliğiyle yapımı tamamlan-
mış olan Surp Sarkis Şapeli bulunmaktadır.
Balcı, Hülya Nurcan Balıklı mezarlığında istirahat eden din adamların-
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: dan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Patrik Giragos
726.2/Bal.K Yerevantzi (vefatı 1642), Sis Katolikosu Toros
Kilis Canbolat Paşa (Tekke) Camii Hazinesindeki Me- Sepasdatzi (vefatı 1657), Patrik Isdepanos Meğ-
zar Taşları, Ank.Ü.İ.F.Türk-İsl.San.Tar.Abd, Lisans Tezi, retzi (vefatı 1674), Peder Gomidas Kömürciyan
S.Vı; 102, 2008, Ankara (1656-1707)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Cemaat üyelerinden ise:, Minyatür ustası ve res-

172
Vadi-i Hamuşan
sam Margos Dzağgarar (vefatı 1676), Yeremya
Çelebi Kömürcyan (1637-1695), Minyatür ustası
Kapriyel Tıbir (vefatı 1712), Hassa tüccarı Bedros
Amira Aliksanyan (vefatı 1779), Zil ustası Zil-
Ballı Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 424
B
Ballıbaba Türbesi-Arnavutluk
ciyan ailesi, Hassa mimarı Edirneli Hagop Kalfa
(1738-1803), Şair Misak Medzarentz, Dr. Zakar (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 67
Tarver (1894-1960)
Balman,Vahap
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org
Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 392/
Bal.M
Balıklı Türbesi-Kütahya
Mezar Sesleri : Geçmişten Günümüze Mezar Taşı
(1) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 38 Kitabeleri, Balman Yayıncılık, S.275, Ankara

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Balım Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 285 Balok Baba Türbesi-Kosova
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533
Balım Sultan (Hızır Bali) Türbesi-Kırşehir
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 286 Baltalı Baba Türbesi-İstanbul
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 95,
Balım Sultan Türbesi-Nevşehir (2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 21
(1) DİA, Cilt. 5 s. 18
Baltalı Baba Türbesi-İstanbul
Balım Sultan Türbesi-İzmir (1) Adresler. a.g.e.

(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 109


Bandır Baba Seyidi Türbesi-Bingöl

Bali Baba Türbesi-Bulgaristan (1) Kaynak yok.

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 359


Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizamettin Efendi
T.-istanbul
Bali Efendi Türbesi-Bulgaristan
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 52,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 386
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 541

Bali Hoca (Abdullah Bali Efendi) Türbesi-


Bani
İstanbul
a. Kuran, kurucu, tesis eden kimse, müessis.(1)(2)(3)
(1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 8
b. Yaratıcı (Allah).(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Balkaden Türbe
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Üzeri açık türbeler.(1) Mimari bakımdan önem arz (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
eden bir mezar yapısı şeklinde olan açık türbeler.(2)
(1) Önkal, Hakkı.6 “Eyüp Türbeleri” 8-10 Mayıs 1998 Bâng-i Revârev
Eyüp Sultan Sempozyumu Tebliğler II. Eyüp Bele-
diyesi (1998). s. 73
İsrafil’in çalacağı sûrun ikinci derecesi.(1)
(2) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 35 (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

173
Vadi-i Hamuşan
Bang-i Rihlet etmiştir. Böylece türbeye ferah bir görünüş ka-
Ölüm sesi.(1) zandırılmıştır. Yakın zamanda iyi bir tamir gören
türbenin kalem süslemeleri ve ahşap işlemeleri de
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
yenilenmiştir. Kubbe ortasında besmeleyle birlik-
te altın yaldızla yazılmış A‘râf sûresinin 89. âyeti
Barak Baba Türbesi-Çanakkale-Bigadiç bir madalyon halinde yer alır. Mukarnas köşelik-
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 6, lere oturan kubbe motifleri rûmîler, palmetler ve
şemselerden meydana gelmektedir.
Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi-İstanbul Türbe içindeki dört sandukada Câfer Paşa, Bar-
baros Hayreddin Paşa, Cezayirli Hasan Paşa ve
(1) DİA, Cilt. 5 s. 68,
Barbaros’un hanımı Bâlâ Hatun bulunmaktadır.
(2) Ünlü, Rasim. “Deniz Tarihimizde İz Bırakanlar,
Türbe ve Mezarlar” Volume I (Istanbul: Deniz Ba- Türbe dışındaki hazîrede ise Barbaros’un yakınları
sımevi Müdürlüğü, 2007) s. 103, vardı. Türbe içinde sandukalar dışında iki büyük
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 54 şamdan, bir ahşap Kur’an mahfazası, bir sakal-ı
şerif ve arabesk süslemeli bir metal vazo ile 1816
tarihli Seyyid İbrâhim imzalı bir hat levhası vardır.
Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi
Türbe, Barbaros Hayreddin Paşa’nın son yıllarında
İstanbul Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii karşısında
Deniz Müzesi’nin yanında yer alan türbe. oturduğu yalısının yakınında inşa edilmişti. Son-
raları bu yalı ortadan kalkmıştır. Türbenin çevre-
Mimar Sinan’ın eseri olan türbe, XVI. yüzyılın
sinde de zamanla geniş bir hazîre teşekkül etmişti.
ünlü denizci ve kaptan-ı deryâsı Barbaros Hay-
1944’e doğru burada bir Barbaros anıtı yapılması
reddin Paşa için yaptırılmıştır. Kitâbesine göre
kararlaştırıldığında türbenin etrafı açılmış, arala-
948’de (1541-42) yapılan türbe dıştan oldukça
rında II. Abdülhamid devrinin Beşiktaş muhafızı
sade bir görünüme sahiptir. Türbe girişinin üze-
Yedisekiz Hasan Paşa’nın mezarının da bulunduğu
rindeki kitâbede “Hâzâ türbe-i fâtih-i Cezâyir ve
hazîre kaldırılmış, türbe de restore edilmiştir.(1)
Tunus merhum gazi kapudan Hayreddin Paşa
rahmetullahi aleyh-sene 948” yazılıdır. Kitâbe (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
üstündeki kemerin arasında ise celî-sülüsle “Alla-
hümme’ftah lehû ebvâbe rahmetike” (yâ rab, ona Bardakçı Baba Türbesi-İstanbul
rahmet kapılarını aç) ibaresi vardır.
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 136
Türbe klasik biçimde sekizgen planlı ve kesme taş-
tandır. Kapı önünde üstü ayna tonozlu iki sütuna
Bardakkıran Dede Türbesi-Balıkesir
dayanan bir revak bulunur. Bu tonoz örtüsü mer-
merden baklava başlıklı sütunlar ve sivri kemerler (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 197
üzerine oturmaktadır. Sekizgen gövdenin bütün
yüzleri birbirinin aynıdır. Aynalık kısmında geo- Bardaklı Baba Türbesi-Ankara
metrik geçmeler, aralarındaki madalyonlar içinde
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 179
ise malakârî palmet ve rûmî motifli süslemeler
vardır. Giriş dışında kalan bütün cephelerde yer
alan ikişer pencerenin üst tarafta bulunan alçı Bârık
petek şebekeli ve sivri kemerli, alttakileri ise mer-
Cennetin kapısındaki ırmak.(1)(2)
mer alınlıklı ve dikdörtgen sövelidir. Aynı zaman-
da üst kat pencereleri kafesli olup renkli camlara (1) İbn Kesir. a.g.e., s. 415;
sahiptir. (2) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 383

Çatı basit bir silme ile nihayetlenir. Kubbe se-


kizgen alçak bir kasnak üzerine oturmaktadır. Barın, Sevgihan
Sade görünüşlü cephe teşkilâtı içeride de devam İ.Ü Ed. Fak. Ktp.

174
Vadi-i Hamuşan
Xv-Xvı. Yüzyıllarda Edirne Mezar Taşları, İstanbul Ün.,
Ed Fak., Sanat Tarihi Abd, Basılmamış Lisans Tezi,
S.108, 1982, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Barışta, Ö., Hatice
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr
İstanbul Eyüp Sultan Cafer Paşa Türbesi Kazısı Ve Bit-
kisel Bezemeli Mezar Taşları Üzerine, Tarihi Kültürü Ve
B
Sanatıyla Iv. Eyüp Sultan Sempozyumu (05-07 Mayıs
2000) S.252-277, Eyüp Belediyesi, 2000, İstanbul
Barışta, Ö., Hatice
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 2005 Ad 3289
Göynük Akşemseddin Türbesi Haziresindeki Bitkisel
Bezemeli Kadın Mezar Taşları, Vı. Ortaçağ Ve Türk Bark
Dönemi Kazı Sonuçları Ve Sanat Tarihi Sempozyumu
(8-10 Nisan 2002) 2002, Kayseri
a. Barınak, konut, ev, bina, mesken.(1) Konut an-
lamında olmakla birlikte tek başına kullanıla-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
maz, her zaman “ev bark” biçiminde kullanılır.
(2)(3)

Barışta, Ö., Hatice b. Mezarların üzerinde türbe şeklinde yapılmış


T.T.K. Ktp./Tasnif No: Aıı 8555 51 olan bina, anıtkabir.(1) Ziyaret olunan yer ma-
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk Mezar Taşlarında nasında olan ve ölü defnedilen yer,(4) türbe.(5)
Bazı Takı Tasvirleri, Xııı. Türk Tarih Kongresi,(04-08 c. Bugün kurgan adını verdiğimiz Eski Türk me-
Ekim 1999), C. Iıı, Kısım Iı, S.1309-1313- 18 Resim,
zarları, toprak altında birbirine geçirilen ahşap
T.T.K. Yay. 2002, Ankara
tomruklarla inşa edilmiş oda ya da odalardan
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. oluşurdu. Kurganın üzerine toprak ya da dallar
yığılarak bir höyük teşkil edilirdi. Kurganın ya-
Barışta, Ö., Hatice pımında bazan ahşap tomruk yerine taş kulla-
nıldığı da olurdu. Kurganlar, genellikle yüksek
T.T.K. Ktp./Tasnif No: A.Vı 0729-3, C
tabakadan olan Türkler için yapılırdı. Çin sı-
Konya İnce Minareli Medrese Müze’sindeki 15-16.
nırlarından Macaristan’a değin uzanan bozkır-
Yüzyıl Sembolik Lahitlerden Örnekler, Xıı. Türk Tarih
Kongresi Bildirileri, (12-16 Eylül 1994), C.3, S.1073- larda bu kurganlara rastlanır. Bu kurganlar İs-
1077, Ttk, 1999, Ankara lamlık’tan sonraki Türk mezar mimarisinin en
önemli kaynağıdır. Selçuklu sanatının örnekle-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
rinden olan kümbetler ve daha sonraki zaman-
larda görülen türbeler, Eski Türkler’in kurgan
Barışta, Ö., Hatice ve bark geleneğinin devamıdır. Eski Türkçe’de
Vakıflar Gn. Md. Ktp. türbe kavramının kaşılığı bark idi. Özellikle
Xvı. Yüzyıl Taş İşlemeciliği Süsleme Temalarına İstan- ünlü devlet adamları ve büyük kişiler için bark
bul’dan Bazı Örnekler, Vakıflar Dergisi, Sayı:26, S.335- yani türbe yapılırdı. Köl Tigin, Tonyukuk ve
346, Vakıflar Gn. Md. Yay., 1997, Ankara Bilge Kagan’ın da kendi adlarını taşıyan anıtla-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. rının içinde birer barkları yani türbeleri vardı.
Günümüz Türkler’inde görülen türbe ziyareti
geleneği, kaynağını Eski Türkler’in kurgan ve
Barışta, Ö., Hatice
bark geleneğinden, dolayısıyla da atalar kül-
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr tünden almaktadır. Bugünün Türkleri de, ata-
Eyüp’ta Bazı Çocuk Mezar Taşları, Tarihi Kültürü Ve larının bark ve kurganları ziyaret etmesi gibi,
Sanatıyla I. Eyüp Sultan Sempozyumu (09-11mayıs türbeleri ziyaret ederler. Hatta, bu ziyaretlerin
1997) S.172-180, Eyüp Belediyesi, 1997, İstanbul dine uygun olmadığı kimi zaman dini otorite-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. lerce ileri sürülse de. Özellikle bayram arifesi

175
Vadi-i Hamuşan
ya da bayramın ilk günü Türk mezarlıkları ve erkek kefeninin üç parçasından başka kadınların,
türbeleri ziyaretçilerle dolup taşar.(6) “baş örtüsü” ile “göğüs örtüsü” vardır.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Aktaş, Ali, a.g.e., s.20
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Baş Sağlığı
(4) Hanoğlu, Canan. a.g.e, s.11;
(5) Yavuz, Emrah, a.g.e., s.110 Yakını ölen bir kimseye “başınız sağ olsun”, “acı-
(6) http://www.simavim.com/forum/index.php?topic nızı paylaşırım”, “Tanrı rahmet eylesin”, “kalanlar
=6557.0;wap2 sağ olsun”, gibi acısının paylaşıldığını ifade etmek
için gösterilen ilgi, söylenen hayır dua ve yakın-
lık ifadesi.(1)(2)(3) İsmet Özel, bu ifadenin, ölüm
Barok
anında ve acısı altında bile, Türk halkının başında
Rönesans’tan sonra 17 ve 18. y.y’da klasik sanatı bulunan insana dua imkanı hasıl ettiğini, “başımız
izleyen, İtalya’da ve Avrupa’nın özellikle Katolik sağolsun” ifadesiyle “liderimiz sağ olduktan, baş-
memleketlerinde gelişen, kıvrık hatlara ve süslere sız kalmadıktan sonra her acı, her mesele aşılır”
yer veren, güzel sanatlarda şaşırtmayı, görkemi ve anlamını kastettiklerini belirtir.
göz kamaştırıcılığı yeğleyen bir sanat biçimi, özel-
likle mimaride, plastik sanatlarda, müzikte bu bi- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
çimle büyük yapıtlar ortaya konmuştur.(1)(2)(3)(4) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Baş Tahtası
(4) Hasol, Doğan. a.g.e. Ölünün baş tarafı olan batı yönüne dikilen tah-
tada onun babasının adı, kendi adı ile soyadının
Basan yanı sıra, doğduğu ve öldüğü tarihleri içeren bil-
gileri yazılır. Bu tahtaya baş tahtası denilir.(1) Me-
Ölü gömüldükten sonra verilen yemek.(1)
zarın yerini, yönünü belirlemek amacıyla ya baş
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yada hem baş hem de ayak tarafına dikilen tahta-
lar olarak tanımlanmaktadır.(2)
Bast (1) Aktaş, Ali, a.g.e., s.27;
a. Hurufilikte, cezbe ile kendinden geçme.(1) (2) Hanoğlu, Canan. a.g.e, s.35;
b. Ruhen rahatlama ve manevi ferahlık duyma an-
lamına gelen bir tasavvuf terimi.(3)(2) Baş Taşı
c. Kulun bedeninin ve amellerinin ilim gerçekleri- Mezar taşları baş ve ayak tarafında bulunur ve “şa-
ne uyması, içinin de murakabe ve Allah ile üns- hide” adını alırlar. Baş taraftakine baş taşı, ayak
le dolmasıdır. Böylece hem görünüşü, hem içi tarafındakine ayak taşı adı verilir. Bazen baş taşı,
güzel olur.(4) Kabul, lütuf, himaye ve üns işareti tek başına olabildiği gibi, ikisi beraber de buluna-
olarak kalbe doğan bir haldir.(4)
bilir.(1) Metfunun künyesini ya da ölümü ile ilgili
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. beyitleri içeren kitabe baş taşına işlenmektedir.(3)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Orta Asya’dan günümüze kadar mezarların üzerle-
(3) DİA; ri örtülmüş ve ölen kişinin özelliklerini belirtmek
(4) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.26 amacıyla baş taşı ve ayak taşı yapılmıştır.(2)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s.26;
Baş Örtüsü (2) Hanoğlu, Canan. a.g.e, s.11;
Kadınların kefeni beş parçadan meydana gelir ve (3) Güven, Erman. a.g.e, s.237

176
Vadi-i Hamuşan
Baş, Ufuk
Milli Ktp./Tasnif No: 1982 Sb 58
Eski İzmir’de Bir Mezarlık, Bilim Birlik Başarı, Sayı.37,
Karamanoğulları Dönemi Konya Mezar Taşları, Kültür
Bakanlığı Y., 1996, Ankara
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
B
S.21-24, Yaşar Holding A.Ş., 1983, İzmir
Başkan, Seyfi
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 Sb 12
Konya Selçuklu Çağı Mezar Taşları, Ankara Sanat Reh-
Başar, Zeki 52
beri, C.19, Sayı:218, S.10-11, 1984, Ankara
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Ad 1351
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Erzurum’da Eski Mezarlıklar Ve Resimli Mezar Taşları,
Atatürk Üniversitesi Tıp Dergisi, Atatürk Ü. Tıp Fak.
Başkan, Seyfi
Yay, No:21, 1973, Erzurum
Milli Ktp./Tasnif No: 1974 Sb 101
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Ahlat Mezar Taşları, Sanat Dünyamız, C.14, Sayı:37,
S.56-73, 1988, İstanbul
Başar, Zeki (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Erciyes Üniversitesi Kayseri İlahiyat Fakültesi Ktp./
Tasnif No: 726.8 Başkan, Seyfi
Erzurum’da Eski Mezarlıklar Ve Resimli Mezar Taşları, Milli Ktp./Tasnif No: 1980 Sa 26 53
Sevinç Matbaası, S.146, 1973, Ankara
Başlangıcından 14. Y.Yıla Sonuna Kadar Anadolu Me-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. zar Taşları Ve Karamanoğlu Devri Konya Mezar Taşları
Üzerine Bir İnceleme, Türk Dünyası Araştırmaları Dergi-
si, Sayı: 67, S.203-215 Ağustos 1990, İstanbul
Başaran, Cevat
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
T.T.K Ktp./Tasnif No: A.Iv/9109
Bayramiç-Kızılköy’de Bulunmuş Bir Mezar Kabartma-
Başlık
sı, Türk Tarih Kurumu, S.467-477, 3 Resim, 1986,
Ankara a. Korumak amacıyla başa giyilen nesne, takke, kü-
lah, serpuş, miğfer, agel, arakiye, bere, börk, ka-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
balak, kalpak, kep, kavuk, taç,(1) baş giyeceği.(2)
b. Bir sütun veya direğin en üstündeki dışarıya
Başçı Mahmud Türbesi-İstanbul doğu çıkıntı yapan bitim kısmı, sütun tepeliği.
(1) Adresler. a.g.e. (2)(1)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Başçı Mustafa Efendi Türbesi-Edirne (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 99
Başlık ve Semboller
Başka Bir Diyara Taşınmak Erkek mezar taşı kitâbelerinde mevtânın sosyal
Bektâşiler için ölüm, göçmek, bir diyardan, başka hayattaki statüsünü yansıtan, başlıklar ve sembol-
bir diyara taşınmaktır.(1) ler genellikle mezar taşı kitâbelerine işlenmiştir.
Her halde dünya üzerinde pek az toplum, mezar
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 66.
taşlarını usta işi bezemeler, lâleler, sümbüller ve
sair nebâtat ile süsleyip mezarlıklarını Osmanlılar
Başkan, Seyfi kadar şenlendirebilmiştir. Şüphesiz erkek mezar
Milli Ktp./Tasnif No: 1997 Bd 756 taşlarının en dikkat çeken kısmı başlıklarıdır.

177
Vadi-i Hamuşan
Başlıklar üç ana kısma ayrılabilirler: kişinin, vefat ettiğinde meslek yaşamının henüz
a. Kavuk (Kallâvi Kavuk, Mücevveze Kavuk, Ka- başlarında olduğu anlaşılabilir.
fesî Sarıklı Kavuk, Kâtibî Kavuk, Örfî Kavuk, Son derece ilgi çekici bir alâmet-i fârika olan ser-
Yeniçeri Başlıkları) puş, ilk bakışta Osmanlı mezar taşının, esas itiba-
b. Fes (Mahmûdî Fes, Azîzî Fes, Hamîdî Fes) riyle antropomorfik, yani insan şekilli olduğunu
düşündürür. Gerçekten de, Orta Asya’da ve - Eski-
c. Tarîkat Tâcı (Mevlevî Tâcı, Kâdirî Tâcı, Nakşî
şehir taraflarındaki insan suratlı mezar taşlarında
Tâcı, Bektâşî Tâcı, Halvetî Tâcı)
olduğu gibi - Anadolu’da rastlanan antropomorfik
Osmanlı mezar taşlarında dikkat çekici özellikler özelliği çok belirgin olan insan şekilli mezar taş-
bulunmaktadır. Heybeti ile bir anda kendini gös- ları, bu tezi kuvvetlendiren bir nitelik taşımakta-
teren bir mezar taşı, itinalı süslemesi ve usta bir dırlar. Ancak Osmanlı mezar taşları, bu geleneğe
hattatın kaleminden çıkan kitâbesi ile gelip geçeni bağlı olmakla birlikte, neredeyse bunu dışlayan
kolaylıkla etkisi altına alabilir.
bir özelliğe de sahiptir. Zira Osmanlı mezar taşla-
Hazîrelerdeki mezar taşlarında ise bu istek daha rında kavuğun yansıttığı anlam, her şeyden önce
da abartılı bir hal alabilir. Şehzade Mehmed Ca- sosyal statünün belirlenmesi ile ilgili idi. Batılı-
mii’nde olduğu gibi, bu alanları kuşatan duvarlar laşma çabalarının sonucu olarak gündelik hayata
sağır olduğu için, mezarın önüne açılan bir niyaz giren fesin, mezar taşlarındaki kullanımı da, bun-
penceresi vasıtası ile, sokaktan geçenler ile taş dan çok farklı anlam taşımamaktaydı.
arasında iletişim sağlanmaya çalışıldığı görülür.
Nitekim Cumhuriyet’ten sonra özel bir kanun ile
Bunun en önemli nedeni, şüphesiz gelenden ge-
fesin yerini alan şapka, özel bir statü sembolü ol-
çenden bir “Fâtiha” alma isteğidir.
madığı için, mezar taşlarında kendine yer bulama-
Ama öte yandan, ulemânın çoğu zaman eleştirdiği mıştır.
bu şatafat ve gösterişin ardında kimliğini, bir za-
Osmanlılar’da mezar taşlarının asıl amacının bir
manlar mevcut olan varlığını ve sosyal statüsünü
insan tasviri ortaya koymak olmadığı, aksine, o
yansıtma isteği gibi, toplumsal bir fonksiyonun
insanın pâyesini, daha alt katmanda kimliğini
olduğu da şüphe götürmez bir gerçektir.
ortaya çıkarmak, kısacası taşın sahibini tanıtmak
Hayatlarında, toplumun herhangi bir kesiminin olduğu görülecektir. Kişinin genç yaşta ölmüş
unsuru olmakla birlikte, ölümleri neticesinde ya- olduğunu belirten çiçek, Hacı olduğunu belirten
şayanların belleğinden silinmeye başlayan hatıra- Hurma Ağacı, idam edildiğini anlatan boyun kıs-
larını bir kaç nesil sonrasına duyurma isteğinin en mındaki Kement, mesleklerini yansıtan Tulumba,
açık delîli, “Artık ben yokum, ama hatıram bura- Çapa, Ok ve Yay gibi simgelerde de kişinin kimliği
dadır!” anlayışının estetik bir ifadesidir aslında ile ilgili daha özel bilgiler verilmeye çasoldan lışıl-
mezar taşları… mıştır. Bu yüzden, serpuşun ve diğer simgelerin
Osmanlı mezar taşlarının en çarpıcı unsurunun mezar taşlarındaki anlamı son derece büyüktür.
serpuş, yani kavuk olması da, bu isteğin ne kadar Osmanlı’da sosyal statünün en önemli göstergesi
güçlü olduğunu göstermektedir. Günlük hayatta, olan kavuklar, bu nedenle mezar taşlarının da en
ilmiye ve devlet kadrolarında görev sahibi olanla- belirleyici özelliği olmuşlardır.
rın, tasavvuf hayatında mühim bir yer işgal eden- XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı mezar taşlarında
lerin, beşeri hayatta söz sahibi konumda olanla- kendini göstermeye başlayan kavuk, yatay bir lah-
rın, basit sarıklar ya da başlık takan halktan ayıran din başında yer alan kare kesitli bir şâhidenin üze-
en önemli farkı, taktıkları kavukları idi. En basit rine oturtulmaktaydı. Bunların lahitsiz, doğrudan
anlamı ile, kişinin sosyal statüsünü ve kariyerini toprağa gömülen türlerine de sıkça rastlanabil-
topluma ilân eden bir simge olan kavuğun önemi, mektedir. Ancak lahdin bir gömü alanı olmadığı,
şüphesiz sadece yaşayanlar arasında değildi. sadece mezarın üzerinde bir belirleyici olarak bu-
Osmanlı’da, serpuş, mezar taşının dili olmuştur. lunduğunu ilave etmemiz gerekir. Kare kesitli şâ-
Kavuğun kenarına iliştirilmiş bir gül sayesinde o hidenin ön cephesinde ise, çoğunlukla iyi bir şairin

178
Vadi-i Hamuşan
elinden çıkan ölüm manzumeleri veya hemen her
taş ustasının repertuarında bulunan klasik ibare-
lerden oluşan bir kitâbe bulunur. Fetih sonrası dö-
nemde İstanbul’da karakteristik hale getirilen bu
etmeyen renklerle sağlanmaktaydı. Zira vezirler
ve paşaların kavuğu farklı renkte şeritlerle süs-
lenmekteydi. Zeytinburnu Ayvalık Mezarlığı’nda
Tepedelenli Ali Paşa ve oğullarının mezar taşında
B
model, XVI. yüzyılın başlarından itibaren değişik bu kavuktan bulunmaktadır.
şekillerle zenginleştirilmişti. Fatih Kanunnamesi’nde zikredildiği için bunlar-
Bu gelişimin İstanbul’da yaşanmış olması da şa- dan daha eski olduğu tahmin edilen Mücevveze
şırtıcı değildir. Zira, payitaht olması nedeniyle ise, zaman içinde geniş bir kullanıcı grubu edin-
hemen her şeyin menşei olan İstanbul, mezar taş- miştir. Nitekim böyle bir kavuk görüldüğünde, sa-
ları açısından da “Osmanlı” kimliğini belirleyen hibinin statüsünü kestirmek, kitâbeyi okumadan
bir merkez konumunda olmuştu. Nitekim İstan- mümkün olmamaktadır. Daha çok saray görevli-
bul’daki Osmanlı mezar taşları ve mezarlıkları, leri, Sekbanbaşı, Yeniçeri Ağası gibi komutanlar
her ne kadar temelde İslâmi olsa da, kendinden ile müteferrikalar ve Hünkâr Çavuşları tarafından
önceki veya çağdaşı olduğu toplumların mezar kullanılan bu türde, geniş tepeli bir serpuşa, boylu
kültüründen ve sanatından birçok noktada ayrı- boyunca uzanan altı şerit destar bağlanmıştır.
lan, şahsına münhasır bir kültürün ürünleri ola- Diğerleri ile hemen hemen aynı dönemlerde gö-
rak karşımıza çıkmıştır. Sosyal hayattaki gelişme- rülmeye başlayan Mücevveze, diğerinden daha
ler ve ortaya çıkan yeni modaların, ölüm kültürü uzun süre kullanılmış ve Sultan II. Mahmud dö-
ve bunun yan ürünleri olan sanat ve estetik de- nemindeki fes inkılâbından sonra ortadan kaybol-
ğerler ile mimarideki etkileri ilk olarak İstanbul’da muştur.
ortaya çıkmış ve buradan imparatorluğun dört bir Daha çok orta ve alt tabaka ulemâ sınıfı ve ka-
yanına ihraç edilmişti. dılar tarafından kullanılan, dilimli ve basık bir
En eski türü, sivri ve dilimli bir külaha geniş ola- takkenin etrafına kılıçlamasına sarılan destar ile
rak sarılmış burma destarla kuşatılan iri kavuk- oluşturulan tür ise bu grubun üyelerini belirle-
lardır. Sahibinin zenginliğinin göstergesi olarak mektedir. Ancak zamanla yaygınlık kazanan bu
iri sorguç kabartmaları ile süslenen bu tür kavuk- tür başlıklar, herhangi bir Tarîkata mensup olan
lar, XVI. yüzyılın başlarından itibaren görülmeye siviller ve dervişler tarafından da kullanılmaya
başlar ve XVII. yüzyılın sonlarına doğru ortadan başlanmıştır. Bunların farklılıkları ise takkenin
kaybolur. dış yüzünde, dikişlerle oluşturulan ve her tarîkat-
Ancak bu süre zarfında sultanların sandukaları ta farklı sayıdaki dilimlerle belli olmuştur.
üzerinde, Sadrazam, Vezir ve Paşa gibi üst düzey Öte yandan Kazasker ve Şeyhülislâm gibi üst
devlet görevlileri ile hatta henüz küçük yaşta ve- düzey ulemanın mezar taşlarında, en azından
fat eden çocukların mezar taşları ve sandukaların- XVIII. yüzyılın ortalarına kadar herhangi bir ka-
da kullanılan bu kavuğun, geniş bir kullanıcı kit- vuk kullanımına şahit olunmaz. Kanuni Sultan
lesine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Zeytinburnu Süleyman’ın Şeyhülislâmı Ebusuud Efendi’nin
ilçesindeki mezarlıklarda bu kavuktan birkaç Eyüp’teki mezarında görüldüğü gibi, silindir şek-
adet bulunmaktadır. Bunların ortadan kalkma- linde şâhideleri tercih eden bu zümrenin, mezar
sından sonra görülmeye başlayan Kallâvi Kavuk taşlarında kavuk şekli kullanmanın, mezarlara su-
ise, aslında Sadrazam, Vezir ve üç tuğlu paşaların ret yapılmasını yasaklayan İslamiyet’in koyduğu
kullandığı bir tür tören başlığı idi. Gündelik kul- kurallara göre hareket ettiği anlaşılmaktadır.
lanımda çok az yeri bulunan bu kavuğun mezar Ancak XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren tören
taşlarındaki kullanımı, tamamen semboliktir. kavuğu olarak kullanılmaya başlayan “Örfî” tabir
Tepesi kesik koni şeklindeki bu kavuk, yaklaşık olunan başlıklar, kısa zaman sonra bu sınıfın me-
40 cm yüksekliğindedir. Geniş bir brokar şerit ile zar taşlarında da yer bulmaya başlamıştır. Yuka-
kılıçlamasına kuşatılan kavuğun, sahibinin sosyal rıya doğru daralan oval şekilli bu kavuğun üzeri,
statüsünü belirtme görevi ise, günümüze intikal geniş destarlarla tamamen kuşatılmıştır.

179
Vadi-i Hamuşan
Destarının kafes biçiminde sarılmış olması nede- bezemesinin, bir süsleme olmaktan ziyade, henüz
niyle “Kafesî” olarak adlandırılan tür ise, daha çok genç yaşta iken vefatı belirten bir simge olduğu
divan ve sadaret kâtipleri, Tevkiî, Beylikçi, Reisül- görülmektedir. Destarın sarılma şekli buna benze-
küttâb, Defterdar, Tersane ve Darphane Emîni mekle birlikte, alt kısmı daha toplu olan bir başka
gibi Hâcegân ünvanına sahip olan kişiler tarafın- türde farklılaşan bir diğer özellik ise, üzeri baklava
dan kullanılmaktaydı. “Kalafat” olarak adlandırı- şekilleri ile bezeli olan diğerinin aksine, kavuğun
lan ve üst kısmı mantar şeklinde sonlanan tür, bu yivli oluşudur. Yine bu türün bir başka varyantın-
modelin en belirgin örneklerinden biridir. Ancak da ise, kavuğun üzeri yıldızlarla bezeli ve destar
bunun kullanımı, yüzeyi yivlerle zenginleştiril- kavuğun alt kısmına düz olarak sarılmaktadır.
miş düz tepeli silindirik kavuğa sahip olan türün Öte yandan kullanıcı grubu ve kullanım yaygınlı-
yanında daha nadirdir. Yine bu türün içinde bu- ğı açısından en sık rastlanan tür ise, tepesi bazen
lunmakla birlikte, dilimli küre şeklinde olması ile yuvarlak biten konik bir külaha değişik şekillerde
diğerlerinden ayrılan bir tür vardır ki, bu serpuşu sarılan destar ile oluşturulan kavuktur.
kullanan kişilerin sosyal statüleri de farklıdır. Zira
Değişik meslek gruplarından, bazı tarîkatların
daha çok dîvan kâtipleri tarafından kullanılan di-
mensuplarına kadar çok zengin bir kullanıcı gru-
ğer türlerin aksine, kapıkulu tabir olunan sipahi-
buna sahip olan bu serpuşun, daha ziyade kapı-
ler tarafından kullanılmaktaydı.
kulu tabir olunan sipahi ve Yeniçeri ocaklarının
Nitekim XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren, Çorbacı, Çavuş vb. ileri gelenleri tarafından kulla-
daha alt kademelerde bulunan kâtipler de, bu baş- nıldığı anlaşılmaktadır. Tabii ki, bu zümrenin kul-
lığı kullanmaya başlamışlardır. landığı kavuklarda bazı farklılıklar içermekteydi.
Ancak bunlar gibi kâtipler ve memurlar, “Kâtibî” Sahibinin devlet kademesi içindeki mevkiini be-
olarak adlandırılan kavuğu kullanmaktaydı. Os- lirtme görevi ise, muhtemelen günümüze intikal
manlı Dönemi mezar taşlarında en sık rastlanan etmeyen renklerle sağlanmaktaydı.
serpuş türü olan Kâtibî’nin, bir kaç değişik türü Şekil olarak buna benzemekle birlikte, külahının
bulunmaktadır. Bu serpuşun kullanım aralığı ise, küçüklüğü ve kılıçlamasına birbiri üstüne sarılan
XVII. yüzyılın başlarından, XIX. yüzyılın ortala- destarının etekte genişlemesi ile üçgen bir görü-
rına kadar uzanmaktadır. Öte yandan bu türün nüm kazanan kethüda kavuğu ise, bu meslek gru-
kullanıcı grubuna bakıldığında ise, kâtiplerin yanı bunun alâmet-i farikasıdır. İster bir hanım sulta-
sıra, aralarında saray görevlileri, kapıkulları, deği- nın ya da bir paşanın hizmetinde olsun, ister bir
şik meslek gruplarına mensup kişiler ve hatta alt asker ocağının ya da çarşının başında bulunsun,
kademe din görevlilerinin de bulunduğu geniş bir tüm kethüdalar tarafından kullanılan bu başlık,
kitle tarafından kullanıldığı dikkati çekmektedir. oldukça yaygın bir kullanıma sahipti.
Kavuğu yukarıya doğru genişleyen silindir şeklin- Kullanıcı grubunu ilk bakışta yansıtan serpuşlar
de olan bu türün, sarığın bağlanma şekline göre ise, hiç şüphesi “Zerrîn” olarak adlandırılan baş-
farklılaşan birkaç şekli vardır. Oluşan bu çeşitlili- lıklar ile yeniçerilerin giydiği “Börk” adı verilen
ğin, kullanıcı grubunun genişlemesinin bir sonucu özel başlıklardır. Tabii ki bunlara, “Tâc” ve “Sikke”
olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemde bazı adı verilen, tarîkatlara ait özel başlıkları da ekle-
loncaların başkanları ile esnafların bu tür başlık memiz gerekir. Çuhadar, Hazînedar, Hasodabaşı
kullanmaya başladığı dikkati çekmektedir. İlk mo- gibi Enderun’da görev alan üst düzey memurlar
delde kavuğun etrafı düz destar ile ön kısmında “V” tarafından kullanılan Zerrîn, genellikle tepesi yu-
biçiminde bir açıklık oluşturacak şekilde sarılmak- varlatılmış silindir şeklindedir.
tadır. Bunun bir alt türünde ise kavuğun alt kısmı- Ancak sıklıkla karşılaşılmıyor olsa da, yine tepesi
na sarılan destar, önde altta ters “U” ve üstte de yuvarlak olup aşağıya doğru daralan değişik bir
“V” şeklinde bir açıklık oluştururken, iki yana doğ- türü daha vardır. Üzeri son derece süslü olan bu
ru genişleyerek serpuşa ters “V” şekli vermektedir. başlıklar, 1829’daki kıyafet devriminden sonra
Öte yandan bu serpuşların bazılarında görülen Gül ortadan kalkmıştır. 1826’daki Vak’a-i Hayriyye

180
Vadi-i Hamuşan
neticesinde lağvedilen Yeniçeri Ocağı ile birlikte
tarihe karışan Börk ise daha da şanssızdır. Ocağa
duyulan nefret yüzünden, vak’a esnasında ocağa
ve ocaklılara ait bir çok şey ile birlikte, İstanbul
bulmaya başlamıştır. Kullanıldığı yaklaşık yüz
yıllık süreçte, çeşitli modaların etkisiyle, ancak
çalışılan kurum ve statüyü yansıtacak unsurları
muhafaza ederek değişik şekiller alan Fes, mü-
B
mezarlıklarında bulunan çok sayıda Börk serpuşlu teakip yıllarda kullanımının toplumun hemen
Yeniçeri mezar taşı da tahrip edildiği için, günü- her kesimine sirayet etmesi neticesinde, mezar
müze çok az sayıda örnek ulaşabilmiştir. taşlarından kavukları neredeyse tümüyle silecek,
Kaynaklarda, Zeytinburnu Silivrikapı Mezarlığı’n- ancak benzer bir dili kullanmaya devam edecekti.
da bulunan Yeniçeri mezar taşları resimleri ile bir- Feslerin de üç ayrı çeşidi; Mahmûdi, Azîzi ve
likte verilmiştir. Fakat, bugün bu taşlar yerlerinde Hamîdi fesler mezarlıklarda görülmektedir.
bulunmamaktadır. Fakat “Dardağan” tabir edilen Son olarak küçük bir ayrıntı: Müslüman mezar
Yeniçeri başlığına yer yer rastlanmaktadır. taşlarında ölen kimsenin fotoğrafını kullanma ge-
Tarîkatlara ait başlıklar da, ilk bakışta kendile- leneği bulunmamaktadır. Fakat çeşitli mezarlık-
rini belli ederler. larda nadir de olsa fotoğraflı mezar taşı kitâbele-
Özellikle Mevlevîler’in kullandığı, etekte geniş- rine rastlanmaktadır. Bülbülderesi Mezarlığı’nda
leyen tepesi yuvarlak silindir şeklindeki sikke- epeyce fotoğrafı bulunan Osman Hasan imzasına
ler dikkat çekicidir. Mevlevî dervişleri bu başlığı Zeytinburnu’nda Erikli Baba Dergâhı’nda sadece
kullanırken, Dede statüsünde olanlar bu sikkenin bir mezar taşı kitâbesinde rastlanmıştır.(1)
alt kısmına destar dolamaktaydılar. Bektâşîler’in (1) Berk, Süleyman. a.g.e. s. 30-40.
kullandığı on iki terkli ‘Hüseynî’ ve dört terkli
“Edhemî” tâcları da, ilk bakışta ayırt edilebilen
başlıklardır. Başmakçılı Ahmed Dede Türbesi-Afyon

Diğer tarîkatlarda ise, takkenin üzerindeki dilim (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 2, s. 150
sayısı belirleyici olmaktadır. Bayramî Tarîkatı altı
terkli takke kullanırken, Celvetî Tarîkatı on iki Başsız
terkli takke kullanmaktaydı. Öte yandan sivil ve
Başı olmayan.(1)(2)
resmî kişilerin bu tarîkatlarla olan ilişkileri, daha
çok mezar taşları üzerine işlenen simgeler vasıta- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sıyla belirtilmekteydi. Tarîkate girmeyip sadece (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
“Muhib” olarak kalanların taşlarına bu başlılar ko-
nulmamış sadece rölyef olarak işlenmiştir. Bata
Belirlenmesi kolay olan bir başka başlık ise, kadın- Kazakçada dua, alkış anlamına gelir. Aslı Arapça
ların kullandığı “Hotoz” adı verilen özel başlıklar- “Fatiha”dır.(1)
dır. Genellikle basık yarım küre şeklinde olan bu
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
başlıklar, bazen dilimli ya da halkalı olabilmekte,
bazı örneklerde ise yüzeyin dönemin üslubunda
desenlerle bezendiği görülmektedir. Boyun kısım- Batasıca
ları çoğunlukla çiçek demetleri ile bezeli olmakla “Yok ol, öl” anlamında ilenme sözü.(1)
birlikte, maddi gücünü yansıtmak isteyenlerin,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
muhtemelen sağlıklarında sahip oldukları kolye,
gerdanlık gibi ziynet eşyalarını nakşettirdikleri de
görülmektedir. Onlar da kendi sosyal statülerini, Bâtıl
herhalde böyle belirtmişlerdir. a. Boş, esassız, çürük, temelsiz, asılsız, dayanak-
1829 yılında yürürlüğe konan kanun ile, çeşitli sız, hükümsüz, anlamsız, geçersiz, beyhude,
devlet kurumlarının resmî başlığı olan Fes, bunun yalan, boş şeyler.(1)(2)(5)(6)(8)(10) Zatında sebat
hemen akabinde mezar taşlarında da kendine yer ve hakikat olmayan, esassız, boş şey.(7) Doğru

181
Vadi-i Hamuşan
ve sahih olmayan, gerçekle ilgisi bulunmayan, bilgiye dayanmayan delil” (el-Mü’min 40/5) gibi
geçerliliği bulunmayan(1)(2)(5)(9) birbirinden farklı anlamlarda kullanılmıştır. İlgili
b. Yanlış inanç, inançlara uymayan.(2) âyetlerde sellerin veya ateşte eritilen nesnelerin
c. Asılsız, doğru olmayan düşünce, kitaba uyma- üzerindeki köpüğe benzetilen (er-Ra‘d 13/17)
bâtılın hak karşısında varlığını sürdüremeyece-
yan iddia, haksızlık.(2)
ği ve kısa zamanda yok olup gideceği bildirilmiş
d. Aslı olmayan şey. Sofilere göre batıl hep vardır.
(el-İsrâ 17/81), Ehl-i kitabın bile bile hakkı bâtı-
Çünkü eşya zıddıyla bilinir. Bu bakımdan batıl
la karıştırıp gerçeği gizlediği açıklanmış ve onlar
gerçeğin bilinmesinde önemli bir faktördür. böyle davranmamaları için uyarılmışlardır (Âl-i
(3) Tasavvufi anlayışa göre Hakk’ın dışındaki
İmrân 3/71; el-Bakara 2/42).
her şey batıl ve hayalden ibarettir.(9) Mâsiva,
Yine bu âyetlerde Kur’an’a bâtılın hiçbir şekilde
mümkün varlıklar, yaratılmış âlem, saf yokluk.
yaklaşamayacağı, Allah’ın ona karışacak bâtılı yok
Hakk’ın, Cebbar ve Kahhar sıfatı yanında her
edip hakkı devam ettireceği belirtilmiş (Fussılet
şey yok olur, hiçbir şey var olarak gözükmez.
41/42; eş-Şuarâ 42/24), meşruiyet sınırları dışına
Hakk’ın dışındaki şeyler bâtıl ve hayal olarak
çıkarak birbirlerine ait malları bâtıl yollarla yeme-
görülür.(10)
meleri için insanlar uyarılmış (en-Nisâ 4/29), gök-
e. Hz. Peygambere veya bir İslâm büyüğüne nispet lerin, yerin ve aralarındaki varlıkların bâtıl olarak
edilen asılsız söz.(4) (boşu boşuna) yaratılmadığına işaret edilmiştir
f. Gerçeğe uymayan inanç, hüküm ve düşünceleri (Sâd 38/27).
ifade eden terim, hakkın karşıtı.(4) İlgili âyetlerde ayrıca bâtılın (ilâh diye tapınılan
g. İşlemez, battal.(2) varlıklar) hiçbir şeyi ilk defa yaratamayacağı gibi
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. yok oluşundan sonra da onu tekrar diriltemeye-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ceğine dikkat çekilmiş (Sebe’ 34/49), kendilerine
(3) Kaya, Doğan. a.g.e. gökten ve yerden rızık veren Allah’ı bırakıp da bu
(4) DİA; [BÂTIL - Fahrettin Olguner] c. 05; s. 147- nevi işlerin hiçbirine gücü yetmeyen putlara tapan
148 bâtıl inanç sahipleri kınanmış (en-Nahl 16/72-73)
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. ve neticede bunların hüsranda kalacakları haber
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e. verilmiştir (el-Ankebût 29/25).
(7) Pala, İskender. a.g.e. Bâtıl, hadislerde de Kur’an’dakine yakın anlam-
(8) Kanar, Mehmet. a.g.e. larda kullanılmıştır. İlgili hadislerde Allah’tan
(9) Albayrak, Nurettin. a.g.e. başka her şeyin bâtıl olduğu (Buhârî, “Rikak”, 29),
(10) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Allah’ın ehl-i hakkı ehl-i bâtıla mağlûp olmaktan
koruduğu (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1), müslümanla-
rın hakkı, gayri müslimlerin ise bâtılı temsil ettiği
Bâtıl Düşüncesi
(Buhârî, “Şurût”, 15) ve dinî konularda bilgi almak
Gerçeğe uymayan inanç, hüküm ve düşünceleri için Ehl-i kitap âlimlerine başvurulması halinde
ifade eden terim, hakkın karşıtı. bâtıl olan bir akîdeyi tasdik etme veya bir gerçeği
“Boşa gitmek, temelsiz ve devamsız olmak” an- yalanlama ihtimali bulunduğu (Müsned, III, 338)
lamındaki butlân kökünden türeyen bâtıl, türev- bildirilerek bâtıla genellikle hakkın zıddı bir an-
leriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de otuz altı defa lam verilmiştir. Hz. Peygamber ayrıca bazı hadis-
geçmektedir. lerinde şiirleri bâtıl diye nitelendirmiştir. Hadis
Söz konusu yerlerde “yalan” (el-Mü’min 40/78; yorumcuları bundan şiir sanatının övgü veya yergi
Fussılet 41/42), “boşa çıkan amel” (el-Bakara vesilesi olamayacağı sonucunu çıkarmışlardır (İb-
2/264), “çirkin, faydasız ve gayesiz iş” (Âl-i İmrân nü’l-Esîr, btl” md.).
3/191), “Allah’ın dışında ilâh diye tapınılan put” Âyet ve hadislerdeki anlamlarından hareketle
(Lokmân 31/20), “hakkı örten perde” (Âl-i İmrân İslâmî kaynaklarda bâtıl şu şekillerde tarif edil-
3/71), “hakkın zıddı” (eş-Şuarâ 42/24), “gerçek miştir: Şeriatın yasakladığı her şey, gerçekliği

182
Vadi-i Hamuşan
bulunmayan her şey, yalan ve yanlış olmasa bile
planlanan hedefe ulaştırmayan her türlü faydasız
iş, söz ve davranış, genellikle kabul edilmiş inanç-
lara uygun olmayan hükümler. Bazan da “hükmün
şekline uymayan tüm ziyaretler, hak olmayan, içi-
ne bid’at karışmış olan batıl ziyaretlerdir.(1)
(1) Toprak, Süleyman. a.g.e., s.145
B
gerçeğe, düşüncenin de kendi reel konusuna ay-
Bâtıni
kırı bulunması” diye tanımlanarak bâtılın sadece
inanç ve hükümleri değil tasavvurları da içine alan a. İçte olan, iç âlemle ilgili. Karşıtı zahiri.(1) Sır ve
bir terim olduğu kabul edilmiştir (Cemil Salîbâ, I, gizlilikle ilgili.(2) İç gerçekle ilgili, gizli olan.(3)
193). Buna göre bir hüküm veya tasavvurun ger- Dâhili, sır ve hakikatle ilgili.(4)
çeğe aykırı oluşunu ifade ettiği için bâtılın kesin b. Bâtınilik mezhebine mensup olan,(1) Bâtınilik
hiçbir delile dayanması mümkün değildir. Bunun- inancında olan kişi.(2)
la birlikte konusunu daha çok duyu verilerinin dı- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şında kalan inanç ve düşünce problemleri oluştur- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
duğu veya bâtılın hak suretinde görünme, hakkın (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
da bâtılla karıştırılma imkânı bulunduğu yahut (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
da toplumda bâtılın lehinde, hakkın ise aleyhinde
bir dayanışma içine girildiği için insanlar çok defa
Battal Gazi Türbesi-Malatya
bâtılı hak, hakkı da bâtıl telakki edebilmişlerdir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 19
Bâtıl İslâmî literatürde yanlış, asılsız ve ilâhî kay-
naklı olmayan din ve mezhepler için kullanıldığı
gibi farklı mezhepleri benimseyen hak din men- Battal Gazi Türbesi-Kayseri
suplarınca çeşitli grupları kötülemek maksadıyla (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 283
da sık sık başvurulan bir terim olmuştur.
Tasavvufta ise Allah’ın dışında kalan bütün var- Batşe-i Kübra
lıklar değişkenlik ve fânilik özellikleri taşıdıkla- Kur’an-ı Kerim’de Bedir Gazvesi veya kıyamet
rından bâtıl kabul edilir.(1) günü için kullanılan bir tabir.(1)
(1) DİA; [BÂTIL - Fahrettin Olguner] c. 05; s. 147-148 (1) DİA

Batıl İnanç Bav-ı Kal Türbesi-Diyarbakır


a. Doğru olmayan, yersiz, boş, gerçekle uyuşma- (1) Soyukaya, Nevin-Ercan Alpay-Fatma Kaya. “Di-
yan,(1) doğruluğu ispat edilemeyen,(2) geçersiz, yarbakır Kültür Envanteri (Merkez)” -I, Haz., Di-
hükümsüz olan, temelsiz, yanlış inanç anlamı- yarbakır Valiliği s. 152
na gelmektedir.(3)
b. Yalan ve yanlış olmasa bile istenilen hedefe Bayatı
ulaştırmayan her türlü faydasız iş, söz ve dav- Ağıt.(2) Nahcivan Türklerinde ölünün ardından
ranış.(3) “bayatı” denilen bir tür ağıt okunur.(1)
c. Genellikle kabul edilmiş inançlara ters düşen (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hükümlerdir.(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Bayatıcı
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ağıt söyleyen kadın.(1)
(3) Altan, Asiye, a.g.e., s.11
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Batıl Ziyaret
Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından açıklanan Bayazıt Dede Türbesi-İzmir
ve bizzat tatbik edilerek öğretilen mezar ziyaret (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 277

183
Vadi-i Hamuşan
Bayburtlular Türbesi-İstanbul için baykuş evin etrafından uzaklaştırılır.(2) Gaga-
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 420 vuzlarda da baykuş, ölüm habercisi olarak bilinir.
Baykuşun gece ağlaması, baykuşun bulunduğu ev-
den ölü çıkacağı olarak yorumlanır.(3)
Bayezid Baba ve Murad Baba Türbeleri-
(1) Üçüncü, Kemal. Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Ölüm
Sırbistan
Temi, s.9;
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 700 (2) Sulooca, Mürteza, Üsküp ve Çevresinde Ölümle il-
gili İnanç ve Uygulamalar, Yüksek Lisans Tezi, s.3;
(3) Türk Topluluklarının Halk İnançları-II, s.38
Bayezid-i Bistami Hazretleri Türbesi-İran
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 363
Baykuş ötmesi
Baykuşun sürekli aynı evin çatısında ötmesi, ölü-
Bayezid-i Bistami Türbesi-İran mün habercisi sayılır.(1)
(1) Özdemir, Mehmet Akif. a.g.e. s. 197
(1) Akman, Eyüp, a.g.e., s.192

Bayındır Baba Türbesi-Muş


Bayrak, M. Orhan
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 300 Tbmm Ktp./Tasnif No: 99001396
Türbeler Sözlüğü, Mezarlıklar Vakfı, 1988, İstanbul
Bayındır Baba Türbesi-Yunanistan-Pellis (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1002

Bayrak, M. Orhan
Baykal, Kâzım Milli Ktp./Tasnif No: 1984 Sb 53
Milli Ktp./Tasnif No: 200 Alf U Eski Mezar Taşları, Tarih Ve Toplum, C.4, Sayı:19,
Fatih`İn Hocalarından Molla İlyas Ve Bursa`Daki Meza- S.22-24, 1985, İstanbul 54
rı, Uludağ, (76), S.16-17, 1946 –17, Bursa (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Bayrak, Merve
Baykara, Tuncer Ankara İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: 726.8/Bay.T
Milli Ktp./Tasnif No: 1994 Bd 815 Tirebolu’da Bulunan Osmanlı Dönemi Mezar Taşları,
Asya Türk Kültürünün Bir Unsuru Olarak Mezar Taşı, Ank.Ü.İ.F.Türk-İslam San. Tarihi Abd, Lisans Tezi, S.Iı;
X. Vakıf Haftası Kitabı, S.127-130,Vakıflar Genel Md., 65, 2008, Ankara
1993, Ankara
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Bayraklı Dede Türbesi-Çanakkale


Baykuş
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 19
Eski Türk kültüründen bugüne, ölümü çağrıştır-
dığı için uğursuz olarak nitelenen bir kuştur.(1)
Üsküp Müslümanlarında ölümü çağrıştıran kuşla- Bayraklı Dede Türbesi-Bilecik
rın başında baykuş gelmektedir. Eğer baykuş bir (1) Ünal, Özlem Çiçek. “Bilecik- Osmaneli (Lefke) ‘De
çatıda öterse, o evin ahalisinden birinin en kısa Hagios Georgios Rum Kilisesi” Yük. Lis. Tz. Yıl-
zamanda öleceğine inanılır. Bundan kaçınmak dız. Tk. Ün. Fen Bilm. Enst. İst.(2007). s. 35

184
Vadi-i Hamuşan
Bayraktar Dede Türbesi-Konya-Ereğli
(1) Nar, Hasan. Gülşah Kılıç, Besim s. Baş. a.g.e. s. 71
Bebeğin nazardan korunması
Adana’da çocuğa nazar değmesinden çekinilerek
bazı uygulamalara başvurulur. Bunun için çocu-
ğa nazar boncuğu veya çengelli iğne takmak, ço-
B
Bayraktar Hasan Baba Türbesi-Bulgaristan
cuğun ilk “kakalı bezi”nde var olduğuna inanılan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 427
güçten kaynaklanmaktadır. Çocuğun ilk kakalı
bezi, kutsal bir nesne gibi 40 gün saklanmakta,
Bayraktar Türbesi-Sırbistan kötü etkileri uzaklaştıracağına, yaraları iyileştire-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 693 ceğine inanılmaktadır.(1)
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 8
Bayram Baba Türbesi-Aksaray
(1) Gür, Nevzat. “Aksaray İl Merkezindeki Türbeler”, Bebek eşi
Selçuk Ün. Ed. Fak. Konya, (2005) s. 847
Adana’da doğumdan hemen sonra çocuğun eşinin
toprağa gömülmesi olayı eski Türklerden günü-
Bayram Baba Türbesi-Sırbistan müze kadar halk geleneğinde yerini korumak-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 702 tadır. Eskiden olduğu gibi bugün de eş toprağa
gömülmekte bebekte uygun bir yere saklanmakta
Bayram Baba Türbesi-Edirne veya gömülmektedir.(1)

(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28 (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 7

Bayram Dede Türbesi-Ankara-Ayaş Beddua


a. Çaresiz olan, acı çeken, kötülüğe maruz kalan
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 118
bir insanın rahatlamak, teskin olmak gayesiyle
söylediği, kötü düşünce ve dilekleri kapsayan,
Bayram günü
söze orijinallik veren, ifadeyi güçlendiren, ka-
Salik’in bir bakıma “bedenini aşması” biçiminde lıplaşmış söz.(1)
tasavvur edilen ölüm, bazı hallerde bayram günü
b. Bir kimseye (başına kötü şeyler gelmesi için
şeklinde telakki edilmiştir.(1)
söylenen sözler) kötülük dilemek için aleyhine
(1) Araz, Rıfat, Dini-Tasavvufi Türk Şirinde Ölüm yapılan dua, ilenç, inkisar, intizar, lanet, telin,
Terennümleri, Bizim külliye Der., S.39, s.8, 2009 kargış(3)(4)(5)(6)(7)
c. Dilin tabii akışı içinde oluşmuş ve gücümüzün
Bayram Paşa Türbesi-İstanbul yetmediği veya böyle bir yola başvurmak istedi-
(1) DİA, Cilt. 5 s. 268,
ğimiz zaman kullanılan belli kalıplardır. Bu ka-
(2) Envanter. a.g.e. No: 20,
lıplar bazen derin bir düşüncenin, eski ve yeni
(3) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. “İstanbul’un Kitabı
inanç sistemlerinin izlerini taşımaktadır.(2)
Fatih” Cilt 1, Fatih Beld. (2011). s. 216, d. Allah’tan birinin kötülüğe uğraması için dilekte
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 102 bulunma, ilenme.(4)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
Bayram Şah Türbesi-Erzincan (2) Sulooca, Mürteza, Üsküp ve Çevresinde Ölümle İl-
gili İnanç ve Uygulamalar, Yüksek Lisans Tezi, s.19;
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 19
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Baytazzade Hacı Abdullah Efendi Türbesi- (5) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
Kilis (6) DİA; [BEDDUA - Mustafa Çağrıcı] c.05; s. 298
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 388 (7) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

185
Vadi-i Hamuşan
Beddua Düşüncesi “Sıyâm”, 7, “Duâ”, 11), bizzat kendisi de mazlu-
Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için ya- mun bedduasına uğramaktan Allah’a sığınmıştır
pılan dua. (Müsned, V, 82-83; İbn Mâce, “Duâ”, 20).

Beddua, Farsça’da “kötü” anlamına gelen bed ile Bununla birlikte beddua Hz. Peygamber’den en
Arapça’da “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen az duyulan sözlerdendir. Bunun sebebi, İslâm
ahlâkında af ve ihsana adaletten daha çok önem
dua kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir.
verilmesidir.
Dinin zulüm ve haksızlık saydığı geçerli sebeplere
Nitekim, “Bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir
dayanması şartıyla beddua etmenin câiz olduğunu
kötülüktür. Yine de bir kimse bağışlar ve böyle-
gösteren âyet ve hadisler vardır. Nitekim müfessir-
ce iyilik yolunu tutarsa artık onu ödüllendirmek
lerin çoğu, “Allah kötü sözün alenen söylenmesini
Allah’a düşer” (eş-Şûrâ 42/40); “Kim sabreder ve
sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariçtir” (en-Nisâ
bağışlarsa işte bu, muhakkak ki büyüklere yaraşır
4/148) meâlindeki âyetin haksızlığa uğrayanların
yüce davranışlardandır” (eş-Şûrâ 42/43) meâlin-
zalime beddua etmelerine izin verdiğini belirtmiş-
deki âyetler bağışlamanın üstünlüğünü açıkça
lerdir. Ayrıca Hz. Peygamber’in de müslümanlara göstermektedir.
işkence etmek, İslâm dinine şiddet ve baskı yoluy-
Hatta bazı tefsirlerde, Uhud’da müslümanlara
la karşı koymak gibi kötülükleriyle tanınan bazı
karşı savaşan müşriklerle ilgili olarak Hz. Mu-
müşriklere beddua ettiğini ve bu bedduasının etki-
hammed’e hitaben, “Senin yapacağın bir şey yok.
sini gösterdiğini bildiren hadisler vardır.
Allah ya onların tövbelerini kabul edecek ya da
Bu hadislerin birinde verilen bilgiye göre Resûl-i kendilerine kötülük ettikleri için onları azaba uğ-
Ekrem, müşriklerin önde gelenlerinden Ebû Cehil, ratacaktır” (Âl-i İmrân 3/128) meâlindeki âyetin,
Ümeyye b. Halef (veya Übey b. Halef), Utbe b. Re- bazı müşriklere beddua eden Hz. Peygamber’i ikaz
bîa, Şeybe b. Rebîa ve Ukbe b. Ebû Muayt’ın için- etmek maksadıyla geldiği, nitekim bu kişilerin
de bulunduğu yedi kişi hakkında beddua etmiş ve sonradan müslüman oldukları belirtilmektedir
hadisin râvisi İbn Mes‘ûd’un bildirdiğine göre bu (bk. İbn Kesîr, II, 96-97; Buhârî, “Megāzî”, 21).
kişilerin hepsi Bedir Savaşı sırasında öldürülmüş, Esasen Hz. Muhammed’in genellikle İslâmiyet’e
böylece Peygamber’in bedduası yerini bulmuştur karşı direnenlere beddua etmek yerine onların hi-
(bk. Müsned, I, 393, 397). dayete ermeleri için dua ettiği bilinmektedir (me-
Yine Hz. Muhammed’in müslümanları uyarmak selâ bk. Buhârî, “Daavât”, 59).
düşüncesiyle, paraya taparcasına düşkün olan İslâm âlimleri, müslümanların olur olmaz sebep-
(Buhârî, “Cihâd”, 70, “Rikāk”, 10), ana babaya âsi lerle birbirleri aleyhine beddua etmelerinin İslâm
olan (Müsned, II, 346; Müslim, “Birr”, 8) bazı kim- ahlâkıyla uyuşmayacağına dikkat çekmişlerdir.
selere ad vermeden beddua ettiği bilinmektedir. Bilhassa mutasavvıf ahlâkçılar bedduanın tasav-
vufî edeple bağdaşmadığını belirtirler. Nitekim
Özellikle mazlumun bedduasının kabul olunacağı-
Gazzâlî tevekkül ehlinin uyması gereken kuralları
na dair bazı hadisler vardır. Nitekim birçok kay-
sıralarken bunlardan birinin de malı çalınan kim-
nakta yer alan bir hadise göre Resûlullah Muâz b.
senin hırsıza beddua etmekten kaçınması olduğu-
Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken bazı gö-
nu, eğer beddua ederse tevekkülünün bâtıl olaca-
revlerini sıraladıktan sonra, “Mazlumun beddua-
ğını kaydettikten sonra zâhid ve mutasavvıfların
sından sakın! Çünkü onunla Allah arasında perde
zalime beddua etmek yerine ona acıdıklarını, ıslah
yoktur” diyerek zulüm ve haksızlık konusunda
olması için dua ettiklerini anlatan rivayetler akta-
onu uyarmıştır (Buhârî, “Mezâlim”, 9).
rır (bk. İhyâ, IV, 283).(1)
Ayrıca başka hadislerinde de misafirin duası ve
(1) DİA; [BEDDUA - Mustafa Çağrıcı] c. 05; s. 298
babanın çocuğu hakkındaki duası, adaletli devlet
başkanı ve oruçlu kimsenin duasıyla mazlumun
bedduasının kabul edileceğinden şüphesi olma- Bedei Sultan Türbesi-Isparta
dığını belirtmiş (Müsned, IV, 154; İbn Mâce, (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 61

186
Vadi-i Hamuşan
Beden
a. İnsanda ve hayvan vücudunda kol, bacak ve baş
dışında, ağaçlarda kök ve dallardan geriye ka-
lan kısım, gövde.(1)(2)(4)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.24

Bedreddin Han (Üç Bacılar) Türbesi-Bitlis


B
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111
b. Canlıların maddi varlıkları, vücut, gövde, cisim,
ten.(1)(2)(3)(4)
Bedüh
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
a. Eskiden, uğur getirdiğine inanılan, elle yazılan
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
veya kaşe olarak basılan Arapça “be, dal, vav,
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ha” harflerinden meydana gelmiş, mektup zarf-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
larının üstüne yazıldığı gibi, zarfları kapatan
mühürlere de kazılan ve anlamı bilinmeyen bir
Bedene
kelime.(2)(3) Bunun yerine ebced hesabına göre
Kurbanlık deve.(1) Kurbanlık için ayrılmış büyük karşılığı olan ‘2, 4, 6, 8’ sayıları da kullanılır.
baş hayvanlardır. Vücutlarının büyük olmasından (4) Kelimenin İbranice’de bir melek adı olduğu
dolayı onlara duvar gibi büyük anlamına gelen söylenir veya Esma-i Hüsna içinde yer aldığı
“bedene” adı verilmiştir.(2) iddia edilir.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Eskiden kullanılan bir tılsım.(1)
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e.. C.3
(1) DİA;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Bedensel yaşamın sona ermesi
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
Yaşlı bireylerden bazıları ölümü, bedensel yaşamın (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
sona ermesi ve öte dünyaya geçiş basamağı olarak (5) Kaya, Doğan. a.g.e.
görürken, bir kısmı da ölmüş olan sevdiği bireyle
yeniden buluşma olarak değerlendirmektedir.(1)
Begân Kulu Han Türbesi-Buhara
(1) Koç, Mustafa, Yaşlılık Döneminde Ölüm Olgusu-
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 2 s. 78
na Karşı Geliştirilen Tutum ve Davranışlar, Ekev
Akademi Der. s. 11, yıl 6, s. 95, 2002
Behişt-Âsâr
Bedevi Cennet izleri taşıyan.(1)
a. Abbas Seyyit Ahmedü’l-Bedevi’nin 13. yüzyılda (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kurmuş olduğu bir Sünni tarikat.(1)(3)
b. Bedevilik tarikatına mensup olan kimse,(2)(3)
Behişt-Aşiyan
Bedevilik tarikatına ait.(2)
“Durağı, makamı cennet olan, cennet mekân,
c. Bedevi olma durumu, göçebelik.(2)(3) Çöl ve va-
mekânı cennet olası, merhum, rahmetli” anlamın-
halarda develeriyle birlikte konargöçer olarak
da, ölmüş olan muhterem kimseler için kullanılır.
yaşayan Araplara verilen ad.(4) Arap göçebesi.(5) (1)(2)(3)(4)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e., (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) DİA; (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Bedl Behişt-Hırâm
Bir şeyi başka bir şeye değiştirmek, bir şeyi başka a. Cennete gitmiş,(1)(3) cennette salınan, cennet-
bir şeyin yerine koymak demektir.(1) lik.(2)

187
Vadi-i Hamuşan
b. Melek gibi yürüyen.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Behişt-zâr
Behişt-i âbâd a. Cennet.(2)
Cennet.(1) b. Cennet gibi güzel olan yer,(1)(2)(3)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Behişt-i bala
Cennet-i âla.(1)
Behişt-Bihişt
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e, s.170;
Cennet, uçmak.(1)(3)(2)

Behişt-i gümyeşt (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
Kaybolmuş cennet.(1)(2)
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Behişti
a. Cennete ait, cennete mensup, cennetlik,(1) cen-
Behişt-i nişan
nete ilişkin,(2)(3) behişte mensup,(4)
İçinde cennetten iz, belirti bulunan.(1)
b. Melek gibi güzel.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
Behişt-i nişin (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Cennette oturan,(1) cennetlik(2) (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. Behiştiyan
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Cennete mensup olanlar, melekler.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Behişt-i nümâ
Cennet görünüşlü.(1) Behlül Efendi Türbesi-Bulgaristan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 207

Behişt-i sima Behram Efendi Türbesi-Sırbistan


Cennet gibi güzel yüz,(1)(3) cennet yüzlü, güzel
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 693
yüzlü.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Behram Paşa Türbesi-İstanbul
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.,
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 542

Behişt-rû
Cennet yüzlü,(2) cennet gibi güzel yüzlü,(1)(2) huri Behram Şah Türbesi-Erzincan-Kemah
gibi güzel yüzlü.(3) (1) Ertekin, M. Zahir. a.g.e. s. 92

188
Vadi-i Hamuşan
Bekâ-yı vücûd
Varlığın devamı, ölmezlik.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nın en sade ve veciz tarifini Hz. Peygamber’in,
“Allahım! Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey
yoktur; sen âhirsin, senden sonra hiçbir şey ola-
maz” şeklindeki duasında görmek mümkündür
B
(bk. Müslim, “Zikir”, 61; Tirmizî, “Daavât”, 19;
Bekâ İbn Mâce, “Duâ”, 2).
a. Kalıcılık, yok olmama, sürekli varoluş(1)(7) Öl- Bekā, âlemin yaratıcısı olan Allah’ın ezelden beri
mezlik, ölümsüzlük, ebediyet, ebedilik, bakilik. mevcudiyeti yani kıdem sıfatı ile yakından ilgili-
(2)(3) Geleceğe doğru varlığını koruyarak devam dir. “Kıdemi sabit olanın ademi muhaldir” kaziy-
etme, devamlılık.(2) Sebat, evvelki hal üzerinde yesi gereğince ezelden beri mevcut olan Allah’ın
kalma. Fenâ, yokluk zıddı olarak kullanılır.(5)(6) geleceğe doğru da sonsuz olarak var olacağını ka-
b. Allah’ın varlığının sonsuzluğunu ifade eden ke- bul etmek mantık bakımından zorunludur.
lam terimi.(4) Konu ile ilgili eserlerde sıkça kullanılan sermediy-
c. Kötü huy ve vasıflarından arınan salikin iyi huy yet kelimesi, kelâmcılar tarafından kıdem ile bekā
ve vasıflar edinmesi, kendisinden fani olup, arasında kurulmuş olan bu bağlantıyı gösteren ve
Hak ile beraber olması anlamına gelen bir ta- bu iki sıfatın taşıdığı anlamları ifade eden bir te-
savvuf terimi.(4) rimdir. “Zeval bulmaz, ölmez” mânalarına gelen lâ
yezâl ve lâ yemût lafızları da Cenâb-ı Hakk’ın bekā
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. sıfatını ifade için kullanılmaktadır.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Allah’a nisbet edilen bekānın hangi sıfat grubu
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
içinde kabul edileceği hususu kelâm âlimlerince
(4) DİA; [BEKA - Metin Yurdagür] c. 05; s. 360
tartışılagelmiş ve Eş‘ariyye ile Mâtürîdiyye ara-
(5) Pala, İskender. a.g.e.
sındaki görüş ayrılıklarından birini teşkil etmiştir
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(bk. Ebû Azbe, s. 66). Hatta Eş‘ariyye içinde bile
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
bekā sıfatının yorumlanması konusunda görüş
ayrılığı vardır. Bizzat İmam Eş‘arî’nin bekā ile il-
Bekâ Düşüncesi gili görüşleri Bâkıllânî, Cüveynî ve Fahreddin er-
Allah’ın varlığının sonsuzluğunu ifade eden kelâm Râzî gibi Eş‘ariyye’ye mensup âlimler tarafından
terimi. benimsenmemiştir.
Sözlükte “sebat ve devam etmek, kesintiye uğra- Bu husustaki görüş ayrılıkları şu şekilde özetlene-
madan geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamına bilir:
gelen bekā, terim olarak Allah Teâlâ’nın varlığına a) Bekā ilim, hayat, kudret sıfatları gibi “sıfât-ı
herhangi bir yokluğun gelemeyeceği (fenânın sel- meânî”dendir. Allah Teâlâ kendi zâtına yaraşır
bi) mânasını taşır; zıddı fenâdır. bir bekā ile bâkıdir. Bu anlayış İmam Eş‘arî ve
Kur’an’da beka sıfatı ism-i tafdîl ve fiil şeklinde onu takip edenlerin görüşüdür.
Allah’a nisbet edildiği gibi (Tâhâ 20/73; er-Rah- b) Bekā vücûd gibi bir “sıfat-ı nefsiyye” olup zât üze-
mân 55/27) aynı mânada olmak üzere âhir ve rine zâit ve ondan ayrı değildir; zât ile özdeştir;
samed isimleri de O’na izâfe edilmiştir (el-Hadîd bu sebeple hiçbir şekilde zâttan ayrılabilecek bir
57/3; el-İhlâs 112/2). Ayrıca Kur’an’da Allah’ın sıfat olarak düşünülemez. Bâkıllânî, Cüveynî ve
beka sıfatını ölümsüzlük, fenâ bulmamak gibi Fahreddin er-Râzî bu görüşü savunmuşlardır.
kavramlarla ifade eden başka âyetler de mevcut- c) Vücûdu sıfât-ı nefsiyye olarak değerlendirme-
tur (meselâ bk. el-Furkan 25/58; el-Kasas 28/88). yen Ehl-i sünnet’in çoğunluğu ise bekānın Al-
Hadislerde ise Cenâb-ı Hakk’ın bekā ile vasıflan- lah’ın selbî sıfatlarından biri olduğu görüşünü
dığını gösteren, bu lafızdan türemiş veya yakın benimsemektedir.
anlamlı kelimelerden teşekkül etmiş birçok es- Kur’ân-ı Kerîm’de her canlının öleceği (Âl-i İm-
mâ-i ilâhiyye vardır (bk. Beyhakī, s. 9 vd.). Bekā- rân 3/185) ve her şeyin helâk olacağı (el-Kasas

189
Vadi-i Hamuşan
28/88) ifade edilmektedir. Ölümsüzlük ve de- benzerinin, türünün (emsâl) devamı bahis ko-
ğişmezlik anlamına gelen bekā ise sadece Allah’a nusudur. Bu ise gerçek değil zâhirî bir bekādır.
mahsustur. Yine Kur’an’da cennet ile cehennem 3. İbn Hazm gibi bazı âlimlere göre Allah’tan baş-
ehlinin bulundukları yerlerde ebediyen kalacakla- ka bütün varlığı zaman bakımından ezelî say-
rı (en-Nisâ 4/57, 122, 169; el-Ahzâb 33/65), dola- mak dinin ve aklın kabul edeceği bir şey değil-
yısıyla ölmeyecekleri haber verilmektedir. dir. Şu halde bir şeyin hâdis (yaratılmış) olduğu
Aynı mahiyetteki ifadeler hadislerde de yer alır (bk. kabul edildikten sonra onun gelecek açısından
Wensinck, Mucem, “cennet”, “cehennem” md.leri). sonsuz (bâkî, ebedî) olduğunu söylemek din ve
İlk bakışta naslarda göze çarpan bu ifade farklı- mantık açısından imkânsız değildir. Bu görüş
lıkları kelâmcılar arasında cennet ve cehennem de Allah’ın dışındaki varlıklara nisbet edilen
ile içindekilerin devamlılığı konusunda görüş ay- bekānın gerçek mânada bir bekā olmadığı dü-
rılığına yol açmıştır. Nitekim Cehm b. Safvân, Al- şüncesine dayanır.(1)
lah’tan başka her şeyin fâni olduğunu ifade eden (1) DİA; [BEKA - Metin Yurdagür] c. 05; s. 360
naslara dayanarak geçmişte olduğu gibi gelecekte
de Allah’tan başka hiçbir şeyin bulunmayacağını, Bekâ bulmak
dolayısıyla cennet, cehennem ve içindekilerin yok a. Ölümsüzlüğe erişmek, ebedi olmak,(1) kalıcı ol-
olacağını savunmuştur. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ise mak, ölümsüzleşmek.(2)
aynı delillere dayanarak Allah’ın kudretiyle varlık
b. Devam etmek.(1)
kazanan her şeyin (makdûrât) fâni olduğunu ileri
sürmüştür; ancak o bu fenâyı hareketsizlik mâna- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sında anlamıştır (bk. İbn Hazm, el-Faśl, IV, 145- (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
146; Bağdâdî, el-Farķ, s. 122-124). Buna karşılık
kelâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, aşağıdaki ge- Bekâbillah
rekçelere dayanarak bu görüşleri reddetmişlerdir: a. Allah’tan başka varlığın olmadığının idrakinde
1. Her şeyden önce, “her canlının öleceği ve her ve şuurunda olma.(1)
şeyin helâk olacağı” tarzındaki ifadelerle dünya b. Tarikatlarda dervişin nefsini yok ederek fenâ-
hayatının ve kâinattaki bu düzenin kastedil- dan sonra eriştiği son mertebe, ebedi ve ezeli
diğini kabul etmek lâzımdır. Bu husus, bu tür olan Allah’ın bekâsı ile baki olma hali.(2)
ifadeleri ihtiva eden âyet ve hadislerin üslûp ve
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
muhtevalarından açıkça anlaşılmaktadır.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
2. Allah’a nisbet edilen bekā ile cennetle cehen-
nemin bekāsı mahiyet itibariyle birbirinden
Bekar Sultan Türbesi-Aksaray-Bekar Köyü
farklıdır. Allah’a nisbet edilen bekā değişmez
(lâ yetegayyer) ve kendisiyle özdeş (bi-zâtihî) (1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 82
anlamına gelir. Cennetle cehennemin, bunla-
rın içindeki halkın, nimet ve azabın bekāsı ise Bekir Baba Türbesi-İzmir-Menemen
kendiliğinden olmayıp Allah’ın yaratmasıyla (1) Teb-Der. a.g.e. s. 4
mümkündür ve daima değişerek varlığını sür-
dürmek durumundadır. Yani Allah’tan başka
Bekir Dede Türbesi-Bursa
hiçbir şey kendi kendine yeterli olarak ve de-
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
ğişmeyerek aynıyla varlığını sürdüremez. Tıpkı
dünyadaki canlıların, hücrelerinin yenilenerek
devam etmesi gibi Allah her an bir cennet ile Bekriye
bir cehennemi yok eder ve aynı an içinde yerine a. Halvetilik tarikatının Karabaşiye şubesinin
başka bir cennet ile bir cehennem getirir. Bura- XVIII. yüzyılda Mustafa Bekri Efendi tarafın-
da bir şeyin aynıyla devam etmesi (bekā) değil dan kurulan bir kolu.(1)(2)(3)

190
Vadi-i Hamuşan
b. Hz. Ebu Bekir’in, ashabın en faziletlisi olduğu-
nu kabul edenlerle, onun soyundan gelenlere
verilen ad.(3)
c. Bekir b. Uhtü Abdülvâhid b. Zeyd’in mensupla-
âzâm berekâtıyla müstecâbü’d-dua idi. Yaptığı
dua üzerine derûnundan beyaz bir kuş çıkarak
uçtu ve dili göğsüne sarkıp köpek gibi lehs ederek
ölmüştür.(1)
B
rından teşekkül eden bir fırka.(3) (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
d. Şâzeliyye tarikatının vefâiyye kolunun Ebu’l-
Mekârım Muhammed el-Bekri’ye nispet edilen Bel kudalık
bir şubesi.(3) Kırgızlarda birbirlerine akraba olmayı çok isteyen
(1) Yücer, Hür Mahmut, a.g.e., s. 83; aileler arasında Bel kudalık (Beşik kertmesi) var-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. dır. Çocuklar dünyaya gelmeden başlar. Her iki
(3) DİA tarafta ters cinsiyetli (kız-erkek yada erkek-kız
şeklinde) çocuğa sahip olurlarsa birbirlerine adan-
mış kabul edilirler.(1)
Bektâşi
(1) Türk Topluluklarının Halk İnançları, s.35
a. Bektaşiliğe ait, Bektaşilikle ilgili.(1)
b. Hacı Bektaş Veli Hz.’lerinin kurmuş olduğu
Belâ
Bektaşilik tarikatına mensup olan kimse.(1)(2)
Hacı Bektaş Veli yolunda olan kimse.(3)(4) a. İnsana büyük bir sıkıntı veren, zarara sebep
olan, içinden çıkılması güç durum, badire, dert,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
gam, keder, olay, afet, musibet, felaket, büyük
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
gaile, büyük dert, gayet zor iş.(2)(3)(6) Çözümü,
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
içinden çıkılması, alt edilmesi zor durum.(5)
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
b. Başa dert olan, insanı çok üzen kimse veya şey.
(2) Kendisinden kurtulunması, sakınılması ge-
Bektaş Baba Türbesi-Amasya
reken şey, kötülük.(3) Büyük sıkıntı ve zarar
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 19, sebebi olan olay veya kişi.(3)(5)
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 183 c. Yapılan kötülüklere karşılık olarak hak edilen ya
da uğranılan (hak edilmiş olarak verilen) ceza.
(3)(5)
Bektaş Baba Türbesi-Amasya
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 d. Allah’ın insanları denemek için verdiği maddi
ve manevi sıkıntı, dert, külfet.(4)
e. Saliklerin ıstılahında dostların çeşitli belalara
Bektaş Efendi Türbesi-İstanbul ve sınavlara tutulmalarıdır. Kula gelen belalar
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 421 ne kadar artarsa kulun yakınlığı da o kadar ar-
(2) Adresler. a.g.e. tar. Belâ evliyanın elbisesi ve yiyeceğidir.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Bektaşoğlu, Mustafa (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1969 Sc 6 (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ruhları Okuyan Taşlar: Mezar Taşları, Diyanet, (125), (4) DİA; [BELÂ - Süleyman Uludağ] c. 05; s. 380
S.64-67, 2001, İstanbul (5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Bel’am-ı bâur Belâ Düşüncesi


Bel’am, Filistinli ve Ken’âniyyundan idi. İsm-i Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve
â’zam-ı bilirdi. Gayet âbid ve perhizkardı. İsm-i mânevî sıkıntı, dert, külfet.

191
Vadi-i Hamuşan
Belâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “eskimek; de- Belâya uğrama aynı zamanda günahtan arınma-
nemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve sıkıntı” ya ve mânen yükselmeye de vesile olur. Öyle gü-
mânalarında kullanılmıştır. nahlar vardır ki ancak belâya sabretmek suretiyle
Firavun’un İsrâiloğulları’na yaptığı korkunç iş- silinir. Hz. Âişe, Hz. Peygamber’den daha şiddetli
kenceler “büyük belâ” (belâün azîm, el-Bakara ağrılara mâruz kalan birini görmediğini söyler
2/49; el-A‘râf 7/141; İbrâhim 14/6) ve “açık belâ” (bk. Tirmizî, “Zühd”, 56). Hastalığa mübtelâ olan
(belâün mübîn, ed-Duhân 44/33) diye vasıflan- müminin günahları affa uğrar (el-Muvatta, “Ayn”,
dırılmıştır. Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban 8; Müsned, VI, 157).
etmeye teşebbüsüne de “açık belâ” (deneme) de- Belâ, huzur ve selâmet mânasına gelen âfiyet mu-
nilmiştir (es-Sâffât 37/106). Allah’ın kendisini kabili olarak da kullanılmıştır. Bir hadise göre âfi-
denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile yette olanlar, belâ ehline âhirette verilen sevabın
çıkması da “güzel belâ” (belâün hasen) olarak tarif çokluğunu görünce, “Keşke dünyada iken derimiz
edilmiştir. Bu mânada Bedir Gazvesi ve sonucun- makasla doğransaydı” diyecekler ve onların âhi-
da kazanılan zafer, “güzel bir belâ” yani başarıyla retteki haline imreneceklerdir (Tirmizî, “Zühd”,
verilmiş bir imtihan olarak nitelendirilmiştir (bk. 58). Bununla birlikte Allah’tan âfiyet dilemek
el-Enfâl 8/17). gerekir (Tirmizî, “Daavât”, 91; Müsned, V, 231,
235). Bu yüzden belâda olanlara merhamet etmek
Kur’an’da dinî yükümlülükler de belâ kelimesiyle
lâzımdır; âfiyette olanların da hamd etmeleri ge-
ifade edilmiştir. Bakara sûresinin 155 ve Muham-
rekir (el-Muvatta, “Kelâm”, 8).
med sûresinin 31. âyetlerinde belâ (ibtilâ) bu mâ-
nada kullanılmıştır. Allah’ın korku ve kıtlık ver- Hz. Peygamber, “Takat getirilemeyen belâlara
mesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer kendinizi mâruz bırakarak zelil olmayın” buyur-
belâdır (bk. el-Bakara 2/155). muş (Tirmizî, “Fiten”, 67; İbn Mâce, “Fiten”, 31)
ve dayanılmaz belâlardan daima Allah’a sığınmış-
Esasen Kur’an’a göre dünya, kimin daha güzel
tır (Buhârî, “Daavât”, 23).
iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri
Zâhid ve sûfîler belâ ve âfiyet konusunu deği-
olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır (bk.
şik bir şekilde ele almışlardır. Mutarrif b. Şıhhîr
el-Mülk 67/2). Hz. Peygamber de denenmek ve
belâda sabır halinde olmayı âfiyette şükür halin-
denemek için gönderilmiştir (bk. Müslim, “Cen-
de olmaya tercih ederken diğer bazıları âfiyette
net”, 63). Başta peygamberler olmak üzere Allah
şükretmeyi belâda sabretmeye tercih etmişlerdir.
herkesi bir belâ ile denemektedir. Özellikle muta-
Gazzâlî ise avam için belâya sabretmenin nimete
savvıfların üzerinde önemle durdukları bir hadise
şükretmekten daha faydalı olduğunu belirtmek-
göre en şiddetli belâlara uğrayanlar önce peygam-
teyse de aslında insanların her iki durumda ta-
berler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir (bk.
kınacakları tavra, niyet ve amellerine göre belâ-
Tirmizî, “Zühd”, 56; İbn Mâce, “Fiten”, 23; Dâ-
ya sabretmenin veya nimete şükretmenin daha
rimî, “Reķāiķ”, 67; Buhârî, “Merđâ”, 3).
değerli olabileceğini düşünmektedir. Esasen ona
İnsanın dert ve musibetlerle karşılaşması kaçınıl- göre sabır ve şükür iç içedir. Çünkü dinî ve ahlâkî
mazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti ibtilâ (de- açıdan her nimet bir belâ, her belâ da bir bakıma
nenme) halinde ortaya çıkar. Deri için tabaklanma nimettir. Dolayısıyla kemal sahibi bir insan aynı
ne ise insan için ibtilâ da odur; altın ateşte, insan şartlar altında hem sabredici hem de şükredicidir.
mihnette belli olur. Büyük belâlara ancak büyük Sûfîlere göre belâ da âfiyet de Allah’tandır. Allah
insanlar dayanabilir. Bir hadise göre kazanılacak hangisini münasip görürse insan onu gönül hoş-
olan sevabın büyüklüğü katlanılan belânın ağırlı- luğu ile kabullenerek hakkında hayırlısının o ol-
ğı nisbetinde olur. Bu yüzden Allah sevdiklerine duğuna inanmalıdır. Allah’ın kahrını da lutfunu
belâ verir. Buna razı olan Allah’ın rızâsını kazanır; da hoş karşılayan, cefada da safada da rızâ halin-
isyan eden ise Allah’ın gazabına uğrar (Tirmizî, den ayrılmayan sûfîler belâda “mübtelî”yi yani
“Zühd”, 56; İbn Mâce, “Fiten”, 23). belâyı veren Allah’ı görürler; belânın sonuçlarını

192
Vadi-i Hamuşan
ve karşılığını düşünerek teselli bulur, belânın acı-
sını hissetmezler. Sevgiliyi temaşa ederken belâ-
nın ıstırabını unuturlar.
Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre belâ âriflerin yolunu
te ve bu sonuncuların kötü âkıbetine işaret edil-
mektedir.(…)(1)
(1) DİA; [BELED SÛRESİ - Muhammed Eroğlu] c. 05;
s. 398
B
aydınlatan bir meşaledir; müridler için uyanış,
gafiller için helâk olma sebebidir. İlâhî aşk ve mu-
Beledü’l-emin
habbeti esas alan mutasavvıflar en büyük dert ve
belâ olarak aşkı görürler. Fakat âşık mâşuku için Mekke şehri.(1)
her türlü acıya ve sıkıntıya severek katlanır, hatta (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bundan mânevî bir haz duyar.(1)
(1) DİA; [BELÂ - Süleyman Uludağ] c. 05; s. 380 Belevi
Anadolu’daki en önemli mezar anıtlarından olan
Beled Belevi anıt mezarı büyük bir olasılıkla İ.Ö 246’da
a. Şehir, memleket, diyar, belde.(1)(2) ölen kral II. Antiokhos için yapılmış ama bitme-
b. Ülke.(2) miştir. Yüksek bir kaide üzerinde Korit sütun-
larıyla çevrili tapınak şeklindeki mezar genelde
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Halikarnasos, Mausolleion’unun tapınak mezar
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
geleneğini sürdürür ama kaidenin içindeki tonoz-
lu mezar odası Mekedonya tarzına göre yapılmış-
Beled Sûresi
tır. Lahit kapağındaki ölünün uzanmış heykeli
Kur’ân-ı Kerîm’in doksanıncı sûresi.(…) İtalya’da yaygın ama Anadolu’da az rastlanan bir
Beled sûresinde, mekânların en şereflisi Mekke’ye mezar motifi olması nedeniyle ilginçtir.(1)
yemin edilecek insanın zor ve çetin şartlar içinde
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
dünyaya getirildiği, bu sebeple de olgun bir insan
olabilmek ve yüce gayelere erebilmek için sıkıntı-
lara göğüs germek zorunda bulunduğu hatırlatıl- Beliyye
maktadır. Böylece Hz. Peygamber’in karşılaşacağı Cahiliye döneminde Arapların ölünün mezarı ba-
güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı zulüm şında aç susuz bırakarak ölüme terk ettikleri dişi
ve baskıya da işaret edilmektedir. deveye verilen ad.(1)
Gücüne ve servetine güvenerek Allah’a karşı ge- (1) DİA
len kimselerin aldandığı, ayrıca insana maddî ve
mânevî birtakım nimetlerin verildiği, hayır ve şer
yollarının gösterildiği belirtilmekte, sarp yokuşa Bende-i âl-i aba
benzeyen hayır yolunun bir köle âzat etmek veya Al-i Aba bendesi, taraftarı, kölesi. Kendilerini
açlık ve kıtlık zamanlarında akrabadan bir yetimi bende-i âl-i abâ olarak nitelendiren birçok şair,
yahut perişan durumdaki bir yoksulu doyurmak ehl-i beyti öven şiirler inşad etmiştir.(1)
olduğu bildirilerek yardımlaşmaya verilen önem
(1) http://abked.net/index.php/abked/article/view/83
ve İslâm’ın kölelik müessesesi karşısındaki tavrı
ortaya konmaktadır.
Bengi
Ayrıca iman ettikten sonra birbirine sabır ve mer-
Sonsuz sürece kalacak, hiç son bulmayacak, hep
hameti tavsiye etmenin lüzum ve önemine dikkat
yaşayacak, hep kalacak olan, ölümsüz, ölmez, ebe-
çekilmiştir. Sayılan bu özellikleri taşıyanlara “as-
di.(1)(2)(3)
hâbü’l-meymene” (sağ taraftarları, amel defterleri
sağdan verilenler), Allah’ın âyetlerini inkâr eden- (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
lere de “ashâbü’l-meş’eme” (sol taraftarları, amel (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
defterleri soldan verilenler) denildiği bildirilmek- (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

193
Vadi-i Hamuşan
Bengi su b. Ölümsüzlük taşı.(2)
Âb-ı Hayat,(1)içenlere sonsuz hayat verdiğine ina- c. Mezarın üzerine dikilen büyük bir taş.(3) Bir kişi
nılan ve efsanelerde geçen ölümsüzlük suyu.(2)(3)(4) öldüğünde, kurgan şeklindeki mezarın üzerine,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. büyük bir taş “bengü taş” dikildiğini Orhun ya-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e., zıtlarının bugünkü kalıntılardan anlaşılıyor.(4)
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Kaya, Doğan. a.g.e. (2) Demirel, Feray. a.g.e., s.12;
(3) Hanoğlu, Canan. a.g.e, s.13;
Bengileme (4) Özkan, Selma. a.g.e., s.8

Ölümsüzleştirme.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Benli Muhittin Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Bengilemek
Sonsuz yaşama niteliği kazandırmak. Bengi kıl- Benli Sultan Türbesi-Kastamonu
mak, ebedileştirmek. Ölümsüzleştirmek.(1)
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 54,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 10

Bengileşme Benli, Yusuf


Ölümsüzleşme.(1) Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 21247
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Akşehir’de Bulunan Süslemeli Türk Mezar Taşları,
Selçuk Ü., Sosyal Bilimler Enst. Sanat Tarihi Abd,
Bengileşmek Y. Lisans Tezi, S:253, 1992, Konya
Sonsuz yaşama niteliği kazanmak, ebedileşmek, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ölümsüzleşmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Benliler Türbesi-Muğla
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 299
Bengilik
a. Ölmezlik, sonsuzluk, ebediyet.(1) Bengi olma
durumu, ölümsüzlük.(2) Benlizade Ahmed Reşid Efendi Türbesi-
İstanbul
b. Zaman bakımından başlangıcı ve sonu, zaman-
la ilgisi olmayan varlık.(1) (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 128,
(2) Envanter. a.g.e. No: 95
c. Sonsuz ve ölçülmez zaman.(1) Hiçbir zaman öl-
çülemez olan sonsuz zaman.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Benzetme büyü
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Çocuğu olmayan kadın 40 tane çakıl taşı toplayıp,
bir bez içine koyarak bağlar ve kuluçkaya oturmuş
Bengü tavuğun altına koymak suretiyle çocuk sahibi ola-
cağına inanır.(1)
Osmanlıca da anıt, abide anlamına gelir.(1)
(1) Turani, Adnan. a.g.e. (1) Atmaca, İlhami. a.g.e., s. 21

Bengü taş Berat


a. Anıt, kitabe.(1) Üzerinde tarihi olaylar ve kişi- a. Azat belgesi.(1)
lerle ilgili anlatımların olduğu büyük bir taş.(2) b. Kefalet belgesi.(1)

194
Vadi-i Hamuşan
c. İmparatorluk döneminde göreve atama, maaş
tahsisi, rütbe ve nişan gibi haklar ile bağışık-
lıkların tanındığına dair devletçe verilen belge.
(1)(2)(3)
yılında Berat gecesinde vuku bulduğunu kabul et-
meleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Bu rivayetlerle, Hz. Peygamber’in şâban ayına ve
özellikle bu ayın on beşinci gecesine ayrı bir önem
B
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. vererek onu ihya ettiğine dair diğer rivayetleri göz
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. önüne alan bazı âlimler bu geceyi namaz kılarak,
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Kur’an okuyarak ve dua ederek geçirmenin sevaba
vesile olacağını, bu geceye mahsus olmak üzere
belli bazı ibadet ve kutlama şekilleri ihdas edip
Berat gecesi
âdet haline getirmenin ise dinde yeri bulunmadı-
Şâban ayının on beşinci gecesi. ğını söylemişlerdir. Kaynakların belirttiğine göre
Berat Arapça berâe-berâet kelimesinin Türkçeleş- Berat gecesine ait özel bir namaz yoktur.
miş şeklidir. Berâet, “iki şey arasında ilişki olma- Gazzâlî, bu gece her rek‘atında Fâtiha’dan son-
ması; kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya ra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz
yükümlülüğünün bulunmaması” anlamına gelir. rek‘at veya her rek‘atında Fâtiha’dan sonra yüz
Şâbanın on beşinci gecesinde müslümanların İhlâs okunan on rek‘at namazın çok sevap olduğu-
Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yükünden na dair bir rivayet naklettiği halde (İhyâ, I, 203),
kurtulacağı umularak bu geceye Berat gecesi den- İhyâü ulûmi’d-dîn’deki hadisleri tenkide tâbi tu-
miştir. Berat gecesi için Arapça eserlerde “şâbanın tan Zeynüddin el-Irâkı (a.e., I, 203, dipnot 1) ile
ortasındaki gece”, “mübarek gece”, “rahmet gece- Nevevî bunun aslının olmadığını söylemişlerdir.
si” ve “sak (‫=الصك‬belge) gecesi” mânalarına gelen Bu namazın bir bid‘at olduğunu kaydeden Nevevî,
terkipler kullanılmaktadır. bu konuda Kūtü’l-kulûb ve İhyâü ulûmi’d-dîn’de
Berat gecesi müslümanlarca kutsal sayılmış, bu geçen rivayete aldanılmaması gerektiğini söyle-
gecenin diğer gecelerden farklı bir şekilde geçiril- mekte (el-Mecmu, IV, 56), Ali el-Kārî de bu riva-
mesi, bu gecede daha fazla ibadet edilmesi âdet yetin uydurma olduğunu belirterek Berat gecesi
halini almıştır. namazının 400 (1010) yılından sonra Kudüs’te or-
Hz. Peygamber’in, “Allah Teâlâ -rahmetiyle- şâba- taya çıktığını kaydetmektedir (el-Esrârü’l-merfûa,
nın on beşinci gecesi dünya semasında tecelli s. 462).
eder ve Kelb kabilesi koyunlarının kılları sayısın- Bu namazın ilk defa 448 (1056) yılında Kudüs’te
dan daha fazla kişiyi bağışlar” buyurduğu rivayet Mescid-i Aksâ’da kılındığına ve zamanla yaygınlık
edilmiştir (Tirmizî, “Savm”, 39; İbn Mâce, “İkā- kazanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir
me”, 191). rivayet de nakledilmektedir (Ali Mahfûz, s. 288).
Diğer bir rivayete göre de Hz. Peygamber, “Şâba- Ancak Fâkihî’nin (ö. 272/885’ten sonra) Mekkeli-
nın ortasında gece ibadet ediniz, gündüz oruç ler’in bu geceyi Mescid-i Harâm’da ihya ettikleri-
tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dün- ne ve bazılarının 100 rek‘atlı bir namaz kıldığına
ya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, dair rivayeti (bk. Ahbâru Mekke, III, 84) dikkate
‘Yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok alınırsa bu namazın daha önceden de kılındığını
mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok söylemek mümkündür.
mu bir musibete uğrayan ona âfiyet vereyim, yok Duhân sûresinde (44/3) Kur’an’ın “mübarek bir ge-
mu şöyle, yok mu böyle!’ der” buyurmuştur (İbn cede” nâzil olduğu ifade edilmektedir. İslâm âlim-
Mâce, “İkāme”, 191). lerinin çoğunluğuna göre burada işaret edilen gece
Ancak eserlerinde bu hadislere yer veren Tirmizî Kadir gecesidir. Çünkü diğer âyetlerde Kur’an’ın
ve İbn Mâce, bunların sened yönünden zayıf oldu- ramazan ayında (el-Bakara 2/185) ve Kadir gece-
ğuna da işaret etmektedirler. Bir kısım âlimlerin, sinde (el-Kadr 97/1) indirildiği belirtilmektedir.
kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’de- İkrime b. Ebû Cehil’in de dahil olduğu bir grup âlim
ki Kâbe istikametine çevrilmesinin hicretin ikinci ise Duhân sûresindeki âyetle Berat gecesine işaret

195
Vadi-i Hamuşan
edildiği kanaatindedirler. Bu takdirde Kur’an’ın Berişti
tamamının Berat gecesi levh-i mahfûzdan dünya Melek, ferişte.(1)
semasına indiği, Kadir gecesinde de âyetlerin pey-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
derpey inmeye başladığı şeklinde bir yorum ortaya
çıkmaktadır. Nitekim bazı müfessirler bu görüşü
benimsemişlerdir (bk. Elmalılı, V, 4293-4295). Berk, Süleyman
Berat gecesinin fazileti ve ihyası ile ilgili müstakil Tbmm Ktp./Tasnif No: 20070173
risâleler yazılmıştır (meselâ bk. Keşfü’z-zunûn, II, Zamanı Aşan Taşlar: Zeytinburnu’nun Tarihi Mezar
1591-1592; Îzâhu’l-meknûn, I, 108).(1) Taşları : Envanter, Merkez Efendi Mezarlığı. Dedeler
Mezarlığı, Takkeci İbrahim Ağa Camii Haziresi, Zeytin-
(1) DİA; [BERAT GECESİ - Halit Ünal] c. 05; s. 476
burnu Belediyesi Kültür Yay., S.352, 2006, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Berde Türbesi-Azerbaycan
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 11 s. 367
Berk, Süleyman
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr
Bereket
Eyüp Sultan Sınırları İçerisinde Hattat Mustafa Ra-
a. Bolluk, gürlük, feyiz. Olağandan, alışılandan kım’a Ait Mezar Taşı Kitabeleri, Tarihi Kültürü Ve Sana-
çok olma durumu, bol verim.(1)(2)(4)(5) tıyla Iıı. Eyüp Sultan Sempozyumu (28-30mayıs 1999)
b. Allah’ın verdiği nimetler.(1) Allah’tan gelen hay- S.243-249, Eyüp Belediyesi, 2000, İstanbul
rın bir nesnede görünmesi ve devam etmesi,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
artıp çoğalması, Tanrı ihsanı, nimet.(2)
c. Allah’ın verdiği nimetler için şükran ifadesi.(1)
Berkli, Yunus
d. Uğurlu olma, kutluluk, saadet, mübareklik,
meymenet, mutluluk, Tanrı vergisi.(2)(5) Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 210543

e. Çeşitli dinlerde dua, ayin ve ibadetlerle elde Erzurum Ve Erzincan Çevresindeki Koyun, Koç Ve At
edilmeye çalışılan bolluk, genişlik, hayır ve saa- Biçimli Mezar Taşları Ve Sanat Tarihindeki Yeri, Atatürk
det anlamlarında dini bir tabir.(3) Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü , Sanat Tarihi
Abd, Doktora Tezi, S.482, 2007 55
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA;
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Berzah-ı câmi
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Bütün berzahların aslı olan ilk taayyün ve vâhidiy-
yet mertebesidir.(1)
Bereket Türbesi-Kosova-Rugova Köyü
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 363,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 518
Berzah

Bergü a. Kelam, tasavvuf ve işraki felsefede değişik ma-


nalarda kullanılan bir terim.(1) Dünya ile âhiret
Borç, verecek.(1)
arasında ölülerin ruhlarının kıyameti bekledik-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. leri, kıyamete kadar bulunacakları yer.(2)(3)(4)
b. Ölümle başlayıp kıyamete kadar süren zaman.
Berhay (6)(7)

Ağıt, feryat.(1) c. Zorlu, belalı geçit, can sıkıcı, bunaltıcı yer.(2)(3)


(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Zor, güç.(4)

196
Vadi-i Hamuşan
d. Dünya, geçici dünya.(3)
e. Kabir hayatının sonu.(8)
f. İki şey arasında bulunan engel, perde demektir.(9)
ifade etmektedir (İbnü’l-Esîr, “berzah” md.). Ber-
zah kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçer.
Bunlardan ikisinde (el-Furkan 25/53; er-Rahmân
55/19-20) Allah’ın yüce kudretinin bir delili ola-
B
(1) DİA; [BERZAH- Cüneyt Gökçe] c. 05; s. 20 rak “tatlı ve tuzlu iki denizin birbirine karışma-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. sını önleyen engel” anlamındadır. Diğerinde ise
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (el-Mü’minûn 23/99-100) insanların ölümlerin-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. den yeniden diriltilmelerine kadar sürecek olan
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e. ara dönemi hatırlatacak şekilde kullanılmıştır.
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Söz konusu âyette, ölümle yüz yüze gelen inanç-
(7) Akay, Hasan. a.g.e. sızların pişmanlık duyarak hayatta iken yapmaya
(8) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 63; bir türlü yanaşmadıkları kulluk görevlerini yerine
(9) Ateş, Süleyman. a.g.e. C.24 getirmek için dünyaya geri döndürülmeyi isteye-
cekleri, ancak bunun asla gerçekleşmeyecek bir
Berzah âlemi talep olduğu bildirilmekte, onların bu son gün-
leriyle âhiretin fiilen vuku bulması arasında bir
a. Dünya hayatı ile âhiret hayatı arasındaki âlem.(1)
berzah (kabir) hayatının mevcut olduğu beyan
b. Birinci ve ikinci defa sura üflenmesinin arasında
edilmektedir.
geçen zamana, birinci tarife göre “âhiret âlemi”,
ikinci tarife göre ise “berzah âlemi” denir.(2) Kelâm ilminde berzah terimi genellikle yukarıda
işaret edilen dinî mânada alınmış ve ölümü nasıl
c. Kabir âlemine berzah âlemi denilir. Diriltilip
gerçekleşirse gerçekleşsin her insanın mutlaka bir
kaldırılacakları güne kadar, İkinci sur’un üfü-
berzah döneminden geçeceği kabul edilmiştir. An-
rüleceği gündür ki kıyametin başlangıç anıdır.
cak bazı hadislerde mümin, kâfir yahut günahkâr
Kıyamete kadar ölüler kabirlerinde kalacaklar,
olarak ölenlerin berzah döneminde karşılaşacakla-
kalkmayacaklar. Kur’an-ı Kerim’de ifade ettiği
rı durumlar vb. konularda açıklamalar yapılmakla
gibi kalkmalarına bir berzah (bir engel) vardır.
birlikte bu nevi ayrıntılı bilgiler Kur’ân-ı Kerîm’de
İşte o engele “berzah âlemi” deniliyor.(3)
bulunmadığı için berzah döneminin mahiyeti ve
(1) Aydar, Hidayet, ölümsüzlük Arzusu ve Uzun süre kabir ahvaline dair meseleler itikadî mezhepler
Yaşamak Meselesi, diyanet ilmi Dergisi, S.1, s. 89, arasında bazı tartışmalara konu olmuştur.
2005;
Tasavvuf düşüncesinde genellikle, akıl ve duyular-
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s.191;
la bilinebilen maddî âlem (âlem-i şehâdet, âlem-i
(3) Erdoğan, Naim. a.g.e, s. 69-70
halk), bu yollarla bilinemeyen mânevî âlem (âlem-i
gayb, âlem-i emr) ve ikisi arasında köprü vazifesi
Berzah Düşüncesi
gören berzah âlemi olmak üzere üç âlemin varlığı
Kelâm, tasavvuf ve İşrâkı felsefede değişik mâna- kabul edilir. Bazı tasavvufî yorumlara göre Kur’ân-ı
larda kullanılan bir terim. Kerîm’de berzah kelimesinin yer aldığı âyetlerin
Sözlükte “iki şey arasındaki engel” mânasına ge- ikisinde (el-Furkan 25/53; er-Rahmân 55/19-20)
len berzah kelimesi, eski bir coğrafî terim olarak adı geçen “iki deniz” ile maddî ve mânevî âlem, bu
“bir kara parçasının iki deniz arasında kalan dar ikisi arasında bulunduğu belirtilen “berzah” ile de
kısmı (kıstak)” anlamında da kullanılmıştır. Dinî “âlem-i berzah” kastedilmiştir. Yine aynı mahiyet-
terim olarak ise ölümle başlayıp yeniden diriltil- teki bazı yorumlar berzahı, küçük kıyamet olan
meye (ba‘s) kadar sürecek olan ara dönem, dünya ölümden sonra insan ruhunun kıyamete kadar ka-
ile âhiret arasındaki âlem ve kabir hayatı karşı- lacağı ve onun dünyada iken işlediği her türlü fiilin
lığında kullanılır. Berzahın çoğulu olan berâzihle mânevî karşılıklarından meydana gelen “misâlî be-
oluşan berâzihu’l-îmân terkibi, meşhur vesvese den” olarak değerlendirir. Bu misâlî beden kişinin
hadisinde şek ve yakın arasındaki mertebeleri gerçek mezarıdır. Ölen her insan dünyada işlediği

197
Vadi-i Hamuşan
amellere göre bu gerçek mezarda ya azap görür rivayet edilen Horasanlı dervişlerin gömülü oldu-
veya lezzetlere mazhar olur. ğuna inanılır.(1)
İşrâkı felsefede berzah, “sırf karanlık” (zulmet-i (1) DBİA
mahz) olduğu düşünülen cisimleri ve bedenleri
ifade eder. Melekût âlemi de denilen nur ve ruh
Beş Kardeş Türbesi-Sivas-Şarkışla
âleminin altındaki maddî ve karanlık âlem berzah-
tır. Bütün cisimler ve unsurlar gibi güneş ve diğer (1) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 5
yıldızlar da özünde karanlık cevherlerdir (el-cevâ-
hirü’l-gāsika). Bu berzahların aslı cismiyyet olup Beş Kardeşler Türbesi-Malatya
nur cismiyyete ilâvedir ve ârızîdir. Her berzah
(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53
önünde karanlık olduğundan “berzah berzahı icat
edemez” (Sühreverdî, s. 107-119). Çünkü berzah
bizâtihi var değildir. Berzahlar var olabilmek için Beşaret
özünde karanlık olmayan “mücerred nur”a muh- a. Tasavvuf edebiyatında habibin mahbubuna ka-
taçtır ve onun tasarrufu altındadır (bk. NÛR). Ay- vuşmasına beşaret denilmektedir. Bu iki kısımdır.
rıca İşrâkı felsefede doğu “nurların doğduğu yer” Birincisi, dünyanın sonunda melek vasıtasıyla
(meşriku’l-envâr), batı ise “berzah âlemi” olarak verilen müjdedir. İnsan yüzünü âhirete yönelt-
telakki edilmiştir (bk. Corbin, s. 211-212).(1) tiği zaman melek gelir ve şöyle der: “Korkmayın
(1) DİA; [BERZAH- Cüneyt Gökçe] c. 05; s. 20 ve hüzünlenmeyin, size vaat olunan cennetle se-
vinin.” Diğeri ise yine melek vesilesiyle kıyamet
günü muhasebe esnasındadır.(1)
Berzah hayatı
b. İyi haber, müjde.(2)(3)
Ruhun bedensiz hayatına berzah hayatı denilir.(1)
c. Sevinç, memnuniyet.(3)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.11
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Beş arşın bez
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kefen bezi ve ölüm kastedilir.(1)
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 11. Beşik bebeğini korumak
İlk kırk günde bebeğin başına ölüm, hastalık gibi
Beş arşın bez istemek bir şey gelmemesi ve nazardan korumak için be-
Bazen son derece sınırsız istekler ve önüne geçil- şiğine sarımsak ve benzeri şeyler konmaktadır.
mez arzular vardır. Mesela vatana kavuşmak veya Çocuğa en büyük zararı Navi olarak adlandırılan
yitirilmiş vatan toprağını kurtarmak gibi. Onlara vaftiz edilmemiş çocuk ruhları verdiğine inanılır.
ulaşılması için ölüm seve seve istenir.(2) “Beş arşın Bunlardan korunmak için beşiğe ayrıca tarak, sü-
bez” istemek, yani kefeni özlemek, ölüme davet pürge ve bıçak tutulur. Tarak büyük dağ olup Na-
çıkarmaktır.(1)(2) “Men beş arşın bez isterem/Ga- vi’lerin gelmesini engellemek için, süpürge onları
raağaç’ta dağım ola”(2) dövmek için, bıçak ise ağrı bastığı zaman onları
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 11.
kesmeğe yaramaktadır.(1)
(2) Ş. M. Garapapağ, Edebi Borçalı (...) Bakı, 2002, s.52. (1) Sulooca, Mürteza. a.g.e, s.41-42

Beş Emirler Mezarlığı Beşik Baba Türbesi-Harput


Fatih’te, Karagümrük’teki bu ziyaret yerinde- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 66,
ki mezarlarda İstanbul kuşatmasına katılan ve (2) Yavuz, Emrah. a.g.e.
çarpıştıkları Bizanslı askerlerle birlikte öldükleri (3) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 46

198
Vadi-i Hamuşan
Beşik Tonoz
Kesiti yarım silindir biçimindeki tonoz. (1)
(1) https://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/ara.
php?q=be%C5%9Fik+tonoz+
Beşparmak (Kümbet) Türbesi-Kayseri
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21,
(2) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 64
B
Bevar
Beşinci Mehmed Türbesi-İstanbul Yok olma, ölme, mahvolma, çürüme.(1)(2)(3)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 60,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 5, s. 349
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Beşinci Mehmed Reşad Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31,
Bevarik
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 17
a. Işıklar, parıltılar,(1) göz kamaştırıcı parıltılar,(2)
Şimşekler, yıldırım parıltıları.(2)
Beşinci Murad Türbesi-İstanbul
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 5, s. 513 b. Berkler, bevarik ve levayih daima bir arada kul-
lanılmışlar ve saliklere gelen, kalbi vâridleri an-
latmak için kullanılmışlardır.(1)
Beşinci Sekbanbaşı (İncirli Baba) Türbesi-
İstanbul (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Beşir Ağa Türbesi-İstanbul Bey-i mariz


(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 123, Ölümcül hastalık durumunda yapılan satış.(1)
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 69,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(3) Pur, Doğan. a.g.e. S, 8,
(4) Envanter. a.g.e. No:21
Bey Türbesi-Tunus
Beşir Gazi Türbesi-İstanbul (1) DİA, Cilt. 41, s. 398
(1) Adresler. a.g.e.
Beyan Kûli Han Türbesi-Buhara
Beşir Sultan Türbesi-Bosna (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 11 s. 267
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 118,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 158 Beyat Baba Türbesi-Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 628
Beşkazalı Osman Zühtü Efendi Türbesi-
Isparta
Beyaz Türbe-Diyarbakır
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 79
(1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 151

Beşler
Beyazıdı Bestami Türbesi-Zile
Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 19
Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşan beş ulu kişiye
verilen ad.(1)(2) Âl-i Aba, Ehl-i Aba, Ehl-i Beyt
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
Beyazizade Ahmed Efendi Türbesi-İstanbul
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e. (1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 542

199
Vadi-i Hamuşan
Beyce Sultan Türbesi-Denizli Beyin ölümünün gerçekleşmesinin ardından kan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 20,
dolaşımının ve solunumun bir müddet daha de-
(2) Daltaban, Ahmet-Suat Akçaöz. “Denizli Kültür
vam edebilmesi, yine bazı irade dışı hareketlerin
Değerleri” Denizli Valiliği Kültür Müd., Denizli görülebilmesi klasik ölüm anlayışıyla en önemli
Valiliği (2001) s. 67 anlaşmazlık noktasını teşkil eder. Klasik İslâm
düşüncesinde ruhun en temel fonksiyonlarından
Beydah sayılan akletme, kavrama ve iradeli davranışlar
sergileyebilme özelliklerinin beynin bütün işlevle-
Cennetteki bir ırmağın adı.(1)
rini yitirmesi durumunda ortadan kalkmasından
(1) Kesir, İbn-i, Ölüm Ötesi tarihi kıyamet Âhiret hareketle beyin ölümünü ruhun bedenden ayrıl-
Cennet Cehennem, s.415 masının alâmeti olarak sayan yaklaşım bu kriterin
kabul edilmesinde dinen bir sakınca görmez.
Beydak bezi Ancak bunun karşısında, ruhun bedenle olan
Kerkük Türkmenlerinde, çocuk sahibi olamayan ilişkisinin beynin fonksiyonlarına indirgeneme-
eşler mezarlık veya ulu kişilerin mezarlarına yeşil yeceği ve ölümün kalbin atışlarının tamamen
bez bağlanır. Bu beze Irak Türkmenlerinde Bey- durmasıyla kesinlik kazanan bir süreç olduğunu
dak Bezi denir.(1) düşünen muhalif görüşe göre bu kriterin kabul
(1) Türk Topluluklarının Halk İnançları, II., s. 104 edilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan beyin ölümü kriterinin ardında
Beygu, A. Şerif yatan en önemli sebeplerden biri organ naklini
kolaylaştırmak ve özellikle kalp naklini mümkün
İ.Ü Merkez. Ktp.-
kılmaktır. Böyle bir amacın bulunması, tıp çev-
Ahlat Kitabeleri, 104 Sayfa, Hamit Matbaası, 1932,
relerinde kesin biçimde onaylanmasına rağmen
İstanbul
beyin ölümü kriterinin dünya kamuoyunda yüzde
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. kırklara varan bir oranda kabul görmemesine yol
açmaktadır. Öte yandan ancak uzmanlarca tesbit
Beyhan Sultan Türbesi-Makedonya edilebilen bir husus olması sebebiyle beyin ölümü-
ne karar veren hekimlerin meslekî ve ahlâkî ye-
(1) DİA, Cilt. 37, s. 511,
terliğinin tesbiti meselenin gözden kaçırılmaması
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 628
gereken önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.
Beyin ölümü Beyin ölümü kriteri konusunda İslâm dünyasın-
Beyin ölümü beynin bütün işlevlerinin geri dö- da da lehte ve aleyhte görüşler bulunmaktadır.
nüşsüz olarak ortadan kalkmasıdır. Beyin, kan Dünya İslâm Birliği’ne bağlı Fıkıh Akademisi, 17-
dolaşımı ve solunum dahil vücuttaki sistemleri 21 Ekim 1987 tarihli toplantısında aldığı kararda
idare eden ve bir bütün halinde çalışmasını sağla- beyin ölümünü hastanın yaşam destek ünitesin-
yan merkezî organ olduğundan beynin fonksiyon- den çıkarılmasını meşrulaştıracak bir ölçüt kabul
larını geri dönülmez biçimde yitirmesinin insanın etmiş, ancak kesin ölüm kararı için kalp atışının
ölümü demek olduğu kabul edilmektedir. ve solunumun durması gerektiğini belirtmiştir.

Beyin ölümü gerçekleştikten sonra vücudun alt İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh
sistemleri bir süre daha beyinden bağımsız biçim- Akademisi ise 3 Temmuz 1986 tarihli kararında
de yaşam destek ünitesinin yardımıyla bazı işlev- şu iki husustan birinin gerçekleşmesiyle kişinin
lerini sürdürür. Kalbe verilen elektrik dalgaları, öldüğüne kesin biçimde hükmedileceğini karar-
birtakım kimyevî maddelerin etkisi ve solunum laştırmıştır:
aygıtı sayesinde vücutta kan dolaşımı devam ede- 1. Kalbin ve solunumun tamamen durması ve
bilir. Bünyeye göre farklılık göstermekle birlikte doktorların bu durumdan geriye dönüşün im-
bir süre sonra kalp atışı da durur. kânsız olduğuna karar vermesi.

200
Vadi-i Hamuşan
2. Beynin bütün fonksiyonlarının tamamen dur-
ması ve doktorların bu durumdan geriye dönü-
şün imkânsız olduğuna karar vermesi.(1)
(1) DİA; [ÖLÜM - Salime Leyla Gürkan] c. 34; s. 33
tanı olarak adlandırılan ikinci bölümde çok eski-
den Ceneviz ve Rum mezarlıkları bulunuyordu.
Üçüncü bölüm, meşhur Türk okçularından Toz-
koparan Ahmed Efendi’ye izâfeten Tozkoparan
B
[ÖLÜM - Bekir Topaloğlu] c. 34; s. 35 [ÖLÜM - Mezarlığı adıyla anılır. Son bölüm ise Âşıklar Me-
Mustafa Çağrıcı] c. 34; s. 36; [ÖLÜM - Süleyman zarlığı bölümüdür.
Uludağ] c. 34; s. 38; [ÖLÜM - Hüseyin Esen] c. Âşıklar Mezarlığı’nda halen kısmen dikili, kısmen
34; s. 39
gömülü mezar taşları mevcuttur. Burada yapılan
hafriyatlarda birçok mezar tesbit edilmiştir. Ter-
Beylerbeyi Türbesi-Edirne sâne-i Âmire’nin bu bölgede bulunmasından ve
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 52, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Kasımpa-
(2) Bozdoğan, Melek, a.g.e., s. 29, şa halkının asker, esnaf ve tarikat ehli olarak üç
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 204, gruptan meydana geldiğinin belirtilmesinden de
(4) Yıldırım, Savaş. “Erken Osmanlı (1300-1453) Ya- anlaşılacağı gibi Beyoğlu Mezarlığı’nda denizciler-
pılarında Çini Süsleme.” Doktora Tz. Ankara Ün. le bazı esnaf ve tarikat mensupları defnedilmiştir.
Sos. Bil. Enst. Ankara (2007). s. 65
Beyoğlu Mezarlığı’nın Şişhane başındaki ilk ve eski
bölümünde Evliya Çelebi’nin babası Derviş Meh-
Beylerbeyi Türbesi-Niğde med Zıllî ve annesi, dedesi Timurcu Kara Ahmed,
(1) DİA, Cilt. 33, s. 97 onun dedesi Timurcu Yavuz Özbek, annesi ve ak-
rabaları gömülmüşlerdir. Şişhane bölümünün ucu
Beyoğlu Mezarlığı Tünel’in yukarı ağzının bulunduğu yere kadar uza-
nıyordu. XVIII. yüzyılda tünelin kazılması sırasın-
İstanbul’da bugünkü Tepebaşı semtinden başlaya-
da çalışmaları yürüten Fransız mühendisi Gavand
rak Kasımpaşa’ya inen yamaçları kaplayan alanda
bu mezarlığa zarar vermemeye dikkat etmiştir.
günümüzde ortadan kalkmış büyük bir mezarlık.
Buranın devamı olan Çürüklük bölümünde ise Ka-
Galata semtini çevreleyen Ceneviz surlarının he- sımpaşa tekkelerine müntesip dervişler ve tarikat
men dışından itibaren Kasımpaşa sırtlarına kadar mensupları ile bir kısım esnaf defnedilmiştir.
devam eden büyük ve sık servilerle kaplı yamaçlar
Yaklaşık 400 senelik bir mâziye sahip bulunan
Beyoğlu Mezarlığı’nı meydana getirirdi. Jak Pervi-
Beyoğlu Mezarlığı’nın Çürüklük Kabristanı için-
tich’in 1926 tarihli sigorta haritalarının 21 ve 22
de bir mesire yeri, Âşıklar Mezarlığı bölümünde
numaralı paftalarında ve İstanbul Belediyesi’nin
de Safa Meydanı ve dua yeri gibi özel mahaller
1934 şehir rehberinin 16. paftasında eski adıyla
vardı. Beyoğlu Mezarlığı’nda aile sofaları yer al-
Tozkoparan, bugünkü adıyla Refik Saydam cad-
mışsa da günümüzde bunlardan hiçbiri kalma-
desinin Haliç’e bakan batı bölgelerini teşkil eden
saha, kadastronun 108 ve 112. paftalarında 867, mıştır. Mezarlığa 1860-1864 yılları arasında defin
868 ve 872. adalar mezarlık olarak gösterilmiştir. yapılmadığı gibi mevcut mezarlar başka bir yere
nakledilmeyerek olduğu gibi bırakılmış ve harap
Şişhane semtinden başlayarak Kasımpaşa’da
olmuştur. Bu mezarlığın son parçaları da Cemal
Yahya Kethüdâ mahallesinin üst kısmına kadar
Paşa’nın Bahriye Nâzırlığı sırasında onun emriyle
uzanan bu mezarlığın arasındaki ufak tâli yolları
kaldırılmıştır (1914).
sonradan insanların gelip geçme yolu olarak kul-
lanmaları sonucu bunlar sokak haline getirilmiş, 1935’lere kadar Kuledibi’nin Yüksekkaldırım ta-
böylece mezarlık parçalara ayrılmıştır. Galata rafında mezarlıktan bir parça durmaktaydı. Bu
surunun hemen yanından itibaren Şişhane Yo- tarihte mevcut taşlar sökülüp arazi set haline ge-
kuşu başında günümüzde Lohusa Hatun Türbesi tirilmiş ve üzerine açık hava kahvesi kurulmuştur.
olarak adlandırılan Meyyitzâde Türbesi’nin bu- Günümüzde ise mezarlığın hiçbir izi kalmamıştır.
lunduğu yerden başlayan Beyoğlu Mezarlığı’nın Beyoğlu Mezarlığı’nda medfun bulunanlardan
ilk bölümü ile bunu takip eden Çürüklük Kabris- tesbit edilebilenler şunlardır: Evliya Çelebi’nin ai-

201
Vadi-i Hamuşan
lesi, Hüseyin Çelebi Efendi (1052/1642-43), Yel- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kenci Mustafa Efendi (1161/1748), Molla Meh- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
med (1171/1757-58), Yanık Şeyh Ahmed Efendi (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1187/1773-74), Zeyneb Tûtî Hanım (1200/1785- (5) DİA
86), Rukıye Hanım (1220 / 1805-1806), Abdüla-
had Efendi kerimesi Emine Hatun (1233/1817- Beyyine Sûresi
18), Kādirî şeyhi İsmâil Efendi (5 Şevval 1254/22 Kur’ân-ı Kerîm’in doksan sekizinci sûresi. (…)
Aralık 1838), Üsküdar’da Toygartepe Rifâî Tekke-
Sûrenin ilk beş âyetinde, gerek Ehl-i kitap’tan
si’nin şeyhi Saçlı Şeyh Hüseyin el-Hâdî Efendi (11
olan inkârcıların gerekse müşriklerin Hz. Peygam-
Cemâziyelâhir 1268/2 Nisan 1852).(1)(2)
ber’in zuhuruna kadar bu durumlarını sürdürdük-
(1) DİA; [BEYOĞLU MEZARLIĞI - Necdet İşli] c. 06; s. 81 leri hatırlatılmış, Tevrat ve İncil’de geleceği bildi-
(2) DBİA; rilen peygamberin henüz gönderilmemiş olmasını
bu tutumlarının bir mazereti olarak ileri sürdük-
Beyt-i ma’mûr lerine işaret edilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in
a. Hz. Adem’le birlikte yeryüzüne, Kâbe yakınla- gelişinden sonra artık özellikle Ehl-i kitab’ın top-
rına indirilmiş, tufandan sonra tekrar yerine yekün hak dini kabul etmeleri gerekirken böyle ol-
alınmış bulunan göğün yedinci katında bir cen- madığı belirtilerek bunlardan bir kısmının İslâm’a
net köşkü.(1)(2)(3) yöneldiklerine, diğerlerinin ise aynı inkâr üzere
kaldıklarına dikkat çekilmiş, kendilerinden bek-
b. Gökte, Kâbe hizasında Kerrûbiyânın tavafı olan
lenenin ise samimiyetle ve sadece Allah’a kulluk
Beyt-i Şerif.(4)
etmeleri, namazı dosdoğru kılıp zekâtı vermeleri
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s.26; olduğu vurgulanarak hak dinin ve gerçek dindarlı-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ğın temel ilkeleri ortaya konmuştur.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Son üç âyet mümin ile kâfir arasındaki farklı du-
rumu belirtir: Dini inkâr eden, Allah huzurunda
hesap verme korkusundan uzak olduğu için gü-
Beyt-i makdis nah ve kötülükten sakınmaz. Bunun için dinsiz-
a. Kudüs’teki meşhur cami, Mescid-i Aksâ.(2) Üç ler insanların en kötüsü, en zararlısı, müminler ise
ilahi dinde de önemli bir yere sahip olan ve kut- inançları gereği günahlardan sakınıp Allah rızâsına
sal sayılan şehir.(3) Kudüs, Kudüs cami.(4) uygun iyilikler yaptıkları için insanların en iyisi, en
b. Allah sevgisinden başka bir şeye bağlı olmayan hayırlısıdırlar. Müminler bu dünyada mutlu yaşar-
bir gönül.(4) lar, âhirette de cennete kavuşurlar. Ebedî mutlu-
luk Allah rızâsını elde etmek demektir. Bu da ancak
(1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s.141;
Allah’a inanmak, sonsuz kudretine sığınmak ve
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
O’na saygı duymakla olur.(…)(1)
(3) DİA;
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) DİA; [BEYYİNE SÛRESİ - Emin Işık] c. 06; s. 99

Beyt-i mâl Beyzâ


Allah’tan ilk feyezan eden varlık olan akl-ı evvel
a. Devlet hazinesi,(1)(2)(3)(5) maliye hazinesi,(4)
veya melekût âlemi anlamında kullanılan tasav-
devlete ait mal varlığının bütünü ve bununla
vuf terimi.
ilgili idari-malî kurum.
Yokluk karanlığı ile varlık aydınlığı arasındaki ilk
b. Varisi bulunmayan, dolayısıyla da devlet hazi-
çizgi ve yaratıklar âleminin ufkunda beliren ilk
nesine ait olan miras.(1)
varlık akl-ı evveldir. Bundan dolayı bazı mutasav-
c. Mal evi.(3) vıflar mutlak gayb ve mâsivânın yok olma halini
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. amâ ve zulmet, eşyanın var olma halini de Arap-

202
Vadi-i Hamuşan
ça’da beyaz anlamına gelen beyzâ veya nur terim-
leriyle ifade ederler.
Cürcânî’nin kaydettiğine göre (et-Tarîfât, “beyzâ’”
md.) mutasavvıflardan bir kısmı beyzâyı “fakr”
ayrımlar da içerir. Ülkemizin genelinde türbe zi-
yaretleri, yatırlarda ibadet edip bez bağlama ve bu
tür uygulamalar yaygındır.(1) Kimi türbeler çocu-
ğu olmayan kadınların ziyaret ettiği türbelerdir.
B
yani “imkân” anlamında kullanırlar. Fakr, bütün Kadınlar buralarda dua ederek bu insanların yüzü
yoklukların kendisinden varlık kazandığı bir be- suyu hürmetine Allah’tan bir çocukları olmasını
yazlık ve bütün varlıkların kendisinde yok olduğu dilerler. Bu duaların yanı sıra yatır ya da yanında-
bir siyahlıktır. Mutasavvıfların “fakrü’l-imkân” ki ağaçlara bez bağlandığı da olur.(4)
dedikleri durum budur. (1) Arıtürk, Ahmet, a.g.e., s.143;
Bazı mutasavvıflar beyzâ terimi ile melekût âlemi- (2) Günaltay, M. Şemseddin, Ölüleri Kutsallaştırma
ni kastederler. Bunların anlayışına göre melekût Türbeler ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet Ü ilahiyat
âlemi, Allah’ın dünyadan çok uzaklarda yarattığı Fak. Der. s. 1, Sivas 1996, s.189;
ve meleklerin bulunduğu beyaz bir âlemdir. Dün- (3) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s.77;
yaya çok uzak oluşu sebebiyle burada bulunan (4) Artun, Erman, a.g.e., s. 16
meleklerin Allah’ın Âdem ve İblîs’i yarattığından
ve Allah’a âsi yaratıkların bulunduğundan bile ha- Bez beşik bağlama
bersiz oldukları söylenir.(2) Çocuk istemek için genel bir ritüeldir.(1)
a. Melekler âlemi ve melekût-i ala.(1) (1) Köse, Ali. a.g.e., s. 104
b. Allah’tan ilk feyezan eden varlık olan akl-ı evvel
veya melekût âlemi anlamında kullanılan ta-
Bezâzet
savvuf terimi.(2) Gayb siyahlığından da ilk ola-
rak o ayrılmıştır. Bulunduğu felekte en büyük a. Bezâzet imandandır ve dünya nimetlerinden
ışık o olduğu için beyzâ adını almıştır.(3) faydalanmamak demektir.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. b. Üst baş perişanlığı, kıyafet bozukluğu, dağınık-
(2) DİA; lık,(2) pejmürdelik, perişanlık, kıyafetsizlik.(3)
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Beyzade Efendi Türbesi-Elazığ (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

(1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 38


Bezeme
Bez (Gömlek) a. Daha güzel, daha göz alıcı göstermek amacıyla
bezeklerle, süslerle donatmak, güzelleştirmek
Omuzdan ayağa kadar örtülen bez kefen.(1)
için süsler yapmak,(3) bezemek,(1) süsleme işi,
(1) Başçetinçelik, Ayşe4, Adana Halk kültüründe Ölü- tezyinat.(1)(2) Her hangi bir yüzeyi süslemek
nün Yıkanması-Kefenlenmesi ve Diğer uygulama-
için düz ve kabartmalı olarak boyalı ve boyasız
lar, s. 2
yapılan güzel motiflere denir. (Çetintaş, 2009,
yayınlanmamış ders notları)(4)
Bez bağlamak
b. Süsleyen şey, süs.(2)
Geçmişte türbede, çeşitli dileklerde bulunduktan
c. Duvar süsleri.(2)
sonra bez bağlandığı bilinmektedir.(3) Herhangi
bir hastalık oluşunca, tedavisi için bir babanın d. Sanat eserlerinin yüzeyini süslemek için kulla-
dergâhına koşularak kapısına, penceresine bezler nılan desen ve şekiller.(2)
ve iplikler bağlanır.(2) Kadın, gebe kalmak, çocuk (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
doğurabilmek için birtakım çarelere ve yollara (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
başvurur. Bu çareler, yollar ve işlemler ana çizgile- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ri bakımından aynı olmakla beraber, kimi yöresel (4) Kayalı, Mihrican. a.g.e. s.13.

203
Vadi-i Hamuşan
Bezl-i mühec Bu tabirdeki “elest” kelimesi A‘râf sûresinin 172.
Canını ortaya koymak. Kulun Allah’a teveccühü âyetinden alınmıştır. Bu âyette, geçmişte Allah’ın
sırasında gücünün yettiği ölçüde elinden gelen Âdem oğullarından yani onların sırtlarından
gayreti sarf etmesi ve Allah’ı bütün sevdiklerine (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendi-
tercih etmesidir.(1) lerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben si-
zin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
da “evet” dedikleri belirtilmiştir. Allah’la insanlar
arasında vuku bulan bu sözleşmeye “mîsâk”, “kālû
Bezm-i aden belâ”, “ahid”, “belâ ahdi”, “rûz-i elest”, “bezm-i
Cennet meclisi.(1) ezel” ve “bezm-i elest” gibi çeşitli adlar verilmiştir.
Bunlardan en çok kullanılanı, özellikle Osmanlı
(1) Açıkgöz, Yusuf, İst. 2007, Anadoluhisarı Osmanlı
dinî-tasavvufî edebiyatında meşhur olanı “bezm-i
Dönemi Mezar Taşları Kitabelerinin Dil İncele-
mesi, Mar. Ü Türkiyat Araş. Enst. Türk Dili ve
elest” terkibidir. Kur’ân-ı Kerîm’in diğer bazı âyet-
Ede. Ana Bilim Dalı Türk Dili Bilim Dalı yüksek lerinde de aynı konuya dair açık veya dolaylı ifade-
Lisans Tezi, s. 208 ler bulmak mümkündür.
Rûm sûresinde yer alan bir âyette (30/30) “ed-dî-
Bezm-i elest nü’l-kayyim” (süreklilik özelliği taşıyan dosdoğru
din) tâbiriyle anılan Hak dinin Allah tarafından
a. Ezelde, başlangıcı olmayan geçmiş zamanda,
insan fıtratına tevdi edildiği ve onun bu temel
insanlar yeryüzünde yaratılmadan evvel Allah
özelliğinin değişmeyeceği ifade edilir. Peygamber-
ile ruhların söyleştiği toplantı. Allah’ın ruhları
ler tarihinde tevhid inancının büyük savunucusu
yarattığı zaman, kâinatı yaratmadan evvel on-
Hz. İbrâhim başta olmak üzere diğer peygamber-
ları toplayıp “Elestü-bi-Rabbiküm” (Ben sizin
ler de tebliğ hayatlarında dîn-i kayyim denilen bu
Rabbiniz değil miyim?) diye sorduğu ve ruhla-
ilâhî-fıtrî inancı bir irşad aracı olarak kullanmış-
rın “Belâ” (evet, Sen bizim Rabbimizsin) diye
lardır (meselâ bk. el-En‘âm 6/161; Yûsuf 12/40).
Allah’ı tasdik ettikleri ezel meclisi.(1)(2)(3)(4)(5)(6)
Yine Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif âyetlerinde
b. Meclis, muhabbet ve sohbet toplantısı.(4)
Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Âdem’den, Âdem oğulların-
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. dan, çeşitli peygamberlerin ümmetlerinden Hak
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yoldan sapmayacakları konusunda söz aldığı ve
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. onlarla bir nevi antlaşma akdettiği ifade edilir (bk.
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e. M. Fuad Abdülbâkī, “ahd”, “mîsâk” md.leri).
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Konu ile ilgili olarak hadis(…)ler de mevcuttur.
(6) DİA [BEZM-i ELEST - Yusuf Şevki Yavuz] c. 06; s.
Bu rivayetlerde belirtildiğine göre Allah Âdem’i
106-108; [BEZM-i ELEST - İskender Pala] c. 06;
s. 108
yaratınca kıyamete kadar gelecek olan bütün in-
sanları onun sırtından (sağ ve sol tarafından) veya
sulbünden zerreler halinde çıkarmıştır (el-Muvat-
Bezm-i elest düşüncesi ta’, “Kader”, 2; Müsned, I, 272).
Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında Übey b. Kâ‘b’den kendi görüşü olarak nakledilen
yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir bir rivayete göre Allah bu zerrelere ruh ve şekil ve-
tabir. rip onları konuşturmuş, sonra da kendilerini şahit
Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm tutarak, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabın-
kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim” mânasın- da bulunmuş, kıyamet gününde bundan habersiz
da çekimli bir fiil olan “elestü”den oluşan bezm-i olduklarını ileri sürmemeleri için bütün kâinatı ve
elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hi- Âdem’i şahit tutmuş ve daha başka tavsiyelerde
tabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap bulunmuş, onlar da bütün bunları kabul etmişler-
verdikleri meclis anlamını ifade eder. dir (Müsned, V, 135).

204
Vadi-i Hamuşan
Bezm-i elestte yapılan sözleşmenin zamanı, yeri
ve keyfiyeti konusunda İslâm âlimleri farklı gö-
rüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları iki grupta topla-
mak mümkündür.
nihayet bu konuda ileri sürülen hadislerin sahih
olmaması, bezm-i elestin Allah’la insan zürriyet-
leri arasında geçen karşılıklı konuşma anlamına
gelmediğini gösteren delillerin başlıcalarıdır.
B
1. Allah’ın insanlardan aldığı ahid insan türünün Birinci görüşü savunanlara göre ise zürriyetlerin
fiilen dünyaya gelişinden önce gerçekleşmiş, beyaz ve siyah zerreler halinde yaratılışına iliş-
bütün insanların zürriyeti Âdem’in sırtından kin hadisler zayıf görülse bile Kur’ân-ı Kerîm’de
zerreler halinde çıkartılmış, onlara ruh ve akıl Âdemoğullarının sırtlarından çıkartılan zürriyet-
verilerek ilâhî hitapta bulunulmuş, onlar da lere, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap
buna sözlü olarak cevap vermişlerdir.(…) edildikten sonra onların tekitli bir ifade ile “evet”
diyerek cevap verdiklerinin açıkça belirtilmesi,
2. İnsanların bedenleriyle birlikte dünyaya gel-
insanların hitaba kabil olabilmeleri için belli bir
melerinden önce zerreler halindeki zürriyetle-
bünyeye değil şuura sahip olmalarının gerekli bu-
rinden (ruhlarından) topluca alınmış bir ahid
lunması, zürriyetlerin Âdem’in veya Âdem oğul-
yoktur. Naslarda sözü edilen sözleşme mecazi
larının sırtlarından çıkartılması insan gücüne ve
anlamda olup bedenlerin yaratılmasıyla ger-
bilgisine nisbetle imkânsız ve mantıksız görün-
çekleşmiştir. Bu temel görüşü benimseyenlerin
mekle birlikte Allah’ın engin kudretine ve ilmine
bazılarına göre mîsâk zürriyetlerin baba sul-
nisbetle mümkün ve mâkul olması, bezm-i elestin
bünde yaratılışı sırasında, bazılarına göre anne
Allah’la insan zürriyetleri arasında karşılıklı bir
rahmine yerleşip organik teşekkülünü tamam-
konuşma şeklinde gerçekleştiğini gösteren delil-
laması esnasında vuku bulmuştur (Elmalılı, III,
lerdir.(…)
2328-2331).(…)
Selefiyye’nin müteahhir dönem âlimlerince ileri
Allah’ın insanlardan ahid ve mîsâk almasını, ken-
sürülen görüş ise daha çok onların, ruhun bedenle
di varlığı ve birliğinin idrakini insanın psikolojik
birlikte yaratıldığı tarzındaki fikirleriyle irtibatlı-
muhtevasına yerleştirmesi ve bunun sonucu ola-
dır (bk. İbn Kayyim, s. 252). Eğer bezm-i elestteki
rak onun akıl yürütmeye ihtiyaç duymaksızın bu
sözleşme birinci görüşe göre açıklanırsa ruhun
gerçeğe vâkıf olması şeklinde anlayanlar da var-
önceden yaratıldığını kabul etmek icap eder ki on-
dır. Başta İbn Teymiyye olmak üzere Selefiyye’nin ların kanaatine göre bu doğru değildir.
müteahhir dönem âlimleri bu görüştedirler. Onla-
Sünnî âlimlerin çoğuna göre ise ruhlar bedenler-
ra göre Hz. Peygamber’in her doğan çocuğun “fıt-
den önce yaratılmıştır (Zemahşerî, I, 547). Esasen
rat üzere” yaratıldığını haber vermesi bunu teyit
Selefiyye’nin bezm-i elestteki sözleşmeyi Allah’ın
etmektedir.(…) İbnü’l-Arabî de mîsâkla insan fıt-
varlığı ve birliğine dair zaruri bilgilerin insan ru-
ratı arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğuna dikkat
hunun derinliklerine yerleştirmesiyle açıklaması
çekmiştir.
da dünyaya gelmelerinden önce ruhlara sözlü bir
Bezm-i elest ile ilgili olarak ileri sürülen iki ana telkin yapılmasını gerektirir.
görüşün ikincisini benimseyenler, söz konusu an-
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın da belirttiği
laşmanın bedenlerin yaratılmasından önce Allah
gibi (Hak Dini, III, 2326-2327) bezm-i elestteki
ile insan zürriyetleri (ruhları) arasında karşılıklı
sözleşmenin keyfiyeti bilinmese bile bunun en
bir konuşma şeklinde gerçekleşmediği hususunda
azından bir “kelâm-ı nefsî” ile vuku bulduğunu
ittifak etmiş bulunmaktadırlar. Onlara göre ilgili
kabul etmek gerekir.(1)
âyette zürriyetlerin Âdem’den değil de Âdemo-
ğullarının sırtlarından çıkartıldığının bildirilme- (1) DİA [BEZM-i ELEST - Yusuf Şevki Yavuz] c. 06;
s. 106-108;
si, kendilerinden nefisleri de şahit tutularak söz
alındığının haber verilmesine rağmen böyle bir
mîsâkın insanlarca hatırlanmaması, bu tür bir Bezm-i elest edebiyatı
anlaşmanın fizik açıdan imkânsız olması, ayrıca Bezm-i elest dinî-tasavvufî edebiyatta bazan yal-
mantıklı bir açıklamadan yoksun bulunması ve nızca “elest” şeklinde geçer ve “bezm-i ezel” olarak

205
Vadi-i Hamuşan
da bilinir. Bezm-i elest terkibi kelime oyunları, delalet etmektedir. Aynı şekilde tarikat salikinin
edebî sanatlar, vezin ve kafiye endişesi vb. sebep- vecd ve mertebelerine de işaret etmektedir.(1)
lerle şiirde “bezm-i cân”, “kālû belâ” gibi çeşitli (1) Seccadi, Cafer. a.g.e
tamlama ve tabirler halinde de kullanılmıştır. Al-
lah ile ruhlar arasındaki en eski meclisi ifade eden
Bî ser ü bî pâ
bu terkibin yerine “belâ ahdi” (belî ahdi) şeklinin
kullanıldığına da rastlanır. Melâmî taşı, Melâmî, Hamzavî mezar taşlarına ve-
rilen ad. Bu tarikat, özel derviş kıyafet ve taçlarını
Klasik Şark-İslâm edebiyatlarındaki yaygın anla-
reddettiği için mezar taşlarında başlık bulunmaz.
yışa göre âşıklar sevgililerine elest bezminde âşık
Melâmîler bütünüyle gizlilik esasına uydukların-
olmuşlardır. Elest günündeki ruhlar meclisinde
dan dolayı, ancak ölümlerinden sonra başsız-a-
âşık uyanık olduğunu, sevgilisini ilk defa orada
yaksız anlamına gelen “bî ser ü bî pâ” denilen
gördüğünü ve görür görmez hemen âşık olduğunu
değişik taş formuyla rahatlıkla ayırt edilebilirler.
söyler. Bu aşkın o günden beri sürüp geldiğini, aşk
Bu, Melâmîlere yönelik katliamlara bir gönderme
şarabının kendisine o gün içirildiğini ve cömertli-
olduğu gibi, canlarından geçip kendilerini tümüyle
ğin o gün takdir edildiğini belirten âşık, sevgilinin
Hakk’a vermiş olduklarını da ifade eder. Taşların
en büyük âşığının da kendisi olduğunu ima eder.
üzerinde kişinin tarikatla ilişkisine ait bir bilgi
Âşığın elest günündeki uyanıklığı mecazidir, as-
yoktur. Yalnız isim ve mesleğinden bahseder.(1)(2)
lında âşık sevgilinin güzelliği karşısında sarhoş ve
sergerdândır. Bu hal o günden beri devam ettiğin- (1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 28
den âşığın olup bitenlerden haberi yoktur ve ha-
berdar olmayı da istemez. Çünkü o gün herkes söz Bıçak atılması
vermiş ve yemin etmiştir. Sevgilinin aşkına sadık Evde dolaşan ölüm ruhunu ve diğer kötü ruhları
kalacağına dair söz veren âşık da bunu yerine ge- uzaklaştırmak için, cenaze evden çıkarılırken ar-
tirmek mecburiyetindedir.(…) kasından bıçak atılması uygulanan davranışlar-
Elest bezminde “belî/belâ” (evet) diyenlerin mü- dandır.(1)
min, “hayır” diyenlerin ise kâfir oldukları husu- (1) Artun, Erman, a.g.e., s.11
sundaki halk inancı edebiyata da yansımıştır. Bu
inanıştan dolayı âşıklar o mecliste sevgili yüzün-
Bıçak bırakma
den küfre düştüklerini söylerler. Nâilî’nin, “Gönül
ki kâfir-i deyr-i elest olup kalmış/Bakıp cemâline Ölümden hemen sonra yapılan işlemlerin bir bölü-
sûret-perest olup kalmış” beyti bu hususu ifade mü doğrudan doğruya cesetle ilgiliyken bir bölümü
etmektedir. Dinî-tasavvufî edebiyatta bezm-i de ceset çevresinde toplanmaktadır. Cesedin şiş-
elest ile ilgili daha değişik inanış ve görüşlere de memesi için karnına bıçak vb. metal eşya konur.(1)
rastlamak mümkündür. Âşık, ruhlara dünyadaki (1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 5
hisse ve nasiplerinin bezm-i elestte paylaştırıldı-
ğını, akıl sahibi olanların o gün aşkı seçtiklerini Bıçakla yüzü kesme
anlatır. Ezel sâkîsinin sunduğu içki ile sarhoş olup
Göktürklerde, ölümün ardından geride kalanla-
hâlâ ayılmadığını belirten âşık, bu sarhoşluğun
rın bıçakla, yüzlerini keserek akan kanla birlikte
harâbat ehli olmakla dünyada da devam ettiğini
gözyaşı döktükleri, çaresiz kalan insanın bir takım
çeşitli şekillerde ifade eder.(1)
tepkilerle acısını dile getirdiği görülmektedir.(1)
(1) DİA; [BEZM-i ELEST - İskender Pala] c. 06; s. 108
(1) Başçetinçelik, Ayşe5, Adana Halk Kültüründe Yas
Tutma/ Ağıt Söyleme, s. 1
Bezm-i ev edna
Kendinden geçme ve insanın mukaddes ruhlar Biçici, Hür, Kamil
makamına yükselmesine ve “La şey” makamına Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 145388

206
Vadi-i Hamuşan
Manisa Gördes’te Bulunan Osmanlı Dönemi Süslemeli
Mezar Taşları, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens-
titüsü, Sanat Tarihi Abd, Yüksek Lisans Tezi, S.854,
2004
(4) Günaltay, M. Şemseddin, a.g.e., s. 189;
(5) Kalafat, Yaşar4. Hz. Eyyub Türbe ve Mağarası Et-
rafında Gelişen Halk inançları, Eyüb a.s dan Eyüp
Sultan’a Halk Kültürü Köprüsü, Eyüp Sultan
B
Semp. X. Tebliğler Eyüp Bld., s. 355;
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(7) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Biçici, Hür, Kamil (8) Akay, Hasan. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1970 Sb 582 (9) DİA; [BİD‘AT - Rahmi Yaran] c. 06; s. 131
Cumhuriyet Dönemi (1929-61) Gördes’in Gele- (10) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
neksel Süslemeli Mezar Taşlarından Bazı Örnek-
ler, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Y.47, Sayı:1, Bid’at Düşüncesi
S.169-196, 2006, Ankara
Asr-ı saâdet’ten sonra ortaya çıkan, şer‘î bir deli-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. le dayanmayan inanç, ibadet, fikir ve davranışlar
hakkında kullanılan bir terim.
Biçici, Hür, Kamil Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen
Eyüp Sultan Mehmet Vusûli Efendi Türbesi Ha- “bd‘a” kökünden türeyen bid‘at, “daha önce ben-
ziresi, Kültürü Ve Sanatıyla Iıı. Eyüp Sultan Sem- zeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes)
pozyumu (28-30mayıs 1999) S.490-501, Eyüp şey” anlamına gelir. “Bd‘a” kökünün bu sözlük mâ-
Belediyesi, 2000, İstanbul nası Kur’ân-ı Kerîm’de de yer almıştır (el-Ahkāf
46/9; el-Hadîd 57/27). Bid‘at çıkarmaya ibtidâ‘,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
çıkaran veya işleyen kimseye de mübtedi‘ denir.
Bid‘at biri geniş, diğeri dar kapsamlı olmak üzere
Bid’at iki şekilde tarif edilmiştir.
a. İslâm dininde Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanın- Geniş kapsamlı tarife göre bid‘at Hz. Peygam-
da bulunmayıp sonradan ortaya konan, şer’i bir ber’den sonra ortaya çıkan her şeydir. Bid‘atın söz-
delile dayanmayan İslâm dışı inanç, ibadet, fi- lük anlamından hareketle yapılan bu tarife göre,
kir, hükümler, âdetler, yargılar, ilkeler, davra- dinî mahiyette görülen amel ve davranışlardan
nışlar, aşırılıklar, yenilikler.(5)(6)(7)(8)(9)(10)(1)
başka günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya
b. Sonradan çıkma, sonradan türeyen, ortaya çı- çıkan yeni fikirler, uygulama ve âdetler de bid‘at
kan şey, yeni âdet. Genellikle benimsenmeyen, sayılmıştır. Başta İmam Şâfiî olmak üzere Nevevî,
iyi görülmeyen âdet ve davranışlar için kullanı- İzzeddin b. Abdüsselâm, Mâlikîler’den Şehâbed-
lır.(6)(7)(8)(10) din el-Karâfî, Zürkānî, Hanefîler’den İbn Âbidîn,
c. Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından açıkla- Hanbelîler’den Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Zâhirî-
nan ve bizzat tatbik edilerek öğretilen mezarlık ler’den İbn Hazm bid‘atı bu şekilde kabul edenler-
ziyaret şekline uymayan tüm ziyaretler, Hak dendir. Bu tarifi benimseyen âlimler, görüşlerini
olmayan, içine bidat karışmış olan batıl ziya- Hz. Peygamber ve sahâbîlerden nakledilen bazı
retlerdir.(3) Bir nevi ölüye tapınma olan bu gibi rivayetlere dayandırmaktadırlar.
şeylerin İslâm’la hiçbir alakası yoktur.(4)
Meselâ Müslim, Nesâî, İbn Mâce gibi muhaddis-
d. Türbe ve kabir ziyaretleriyle ilgili batıl inanç ve lerin naklettiği bir rivayette (Müslim, “İlim”, 15,
uygulamalar, İslâm dininde bidat olarak görül- “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; İbn Mâce, “Mu-
mektedir.(2) kaddime”, 14; Müsned, IV, 357, 359, 360, 361)
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. Resûl-i Ekrem, İslâm’da güzel bir çığır (sünnet-i
(2) Altan, Asiye. a.g.e., s. 21; hasene) açana o çığıra uyanlar bulunduğu sürece
(3) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 145; sevap verileceğini, kötü bir çığır (sünnet-i seyyie)

207
Vadi-i Hamuşan
açana da aynı şekilde günah yazılacağını ifade et- açarsa” anlamında değil, “Kim İslâm’da güzel bir
miş, Hz. Ömer de teravih namazını topluca kılan- çığırı (sünneti) ihya ederse” anlamındadır. Hz.
ları görünce, “Bu ne güzel bir bid‘attır” (Buhârî, Ömer’in teravih namazının cemaatle kılınma-
“Terâvîh”, 1; el-Muvatta, “Ramazân”, 3) demiştir. sı için söylediği “ne güzel bir bid‘at” sözündeki
Bid‘atı sonradan ortaya çıkan her şeyi içine alacak “bid‘at” da terim anlamında değil sözlük anlamın-
şekilde geniş kapsamlı olarak kabul eden âlimler, da kullanılmıştır.
Hz. Peygamber’in bid‘atı reddeden hadisleriyle Bid‘at konusundaki görüşleri ve bu alana tahsis
her devirde günlük hayata girmesi zorunlu bulu- ettiği el-İtisâm adlı eseriyle dikkati çeken Şâtıbî,
nan yenilikleri bağdaştırmanın yegâne yolu ola- bid‘atı “sonradan ortaya konan dinî görünümlü
rak onu, yapılmasında mahzur bulunmayan “iyi yol” olarak tarif etmiştir ki ona göre kişiler bu
bid‘at” (bid‘at-ı hasene, bid‘at-ı mahmûde, bid‘at-ı yola Allah’a daha çok kulluk etmeyi istedikleri için
hüdâ) ile yapılması yasaklanan “kötü bid‘at” girerler. Dinî görünümlü olmayan, dinî telakki
(bid‘at-ı seyyie, bid‘at-ı mezmûme, bid‘at-ı dalâl) edilmeyen hususlar bid‘at sayılmaz. Meselâ bir
diye ikiye ayırmayı uygun bulmuşlardır. Kur’an’ı kimsenin helâl olan bir şeyi kendisine yasaklama-
bir mushafta toplamak, teravih namazını cema- sı bid‘at değildir; ancak bu yasaklamayı dindarlık
atle kılmak, minare ve medrese inşa etmek iyi vesilesi sayması bid‘attır. Bu bakımdan bid‘atın
bid‘ata, kabirlerin üzerine türbe yapmak ve buralara iyi veya kötü diye nitelendirilmesi isabetli olmaz,
mum dikmek de kötü bid‘ata örnek olarak göste- daha doğrusu bid‘atın iyi olması söz konusu de-
rilebilir. Bu anlayışa göre hadislerde reddedilen ğildir; çünkü iyi bid‘at denilenler esasında bid‘at
kötü bid‘attır. Şâfiî fakihlerinden İzzeddin b. Ab- olmayan şeylerdir. Şâtıbî, İzzeddin b. Abdüs-
düsselâm daha da ileri giderek bid‘atı mükellefin selâm’ın beşli ayırımına da karşı çıkmıştır. Ona
fiillerine paralel olarak vâcip, mendup, mubah, göre sonradan ortaya konulan ve dinî mahiyette
mekruh, haram olmak üzere beşe ayırmaktadır. görülen yeniliklerin şer‘î bir dayanaktan hareketle
Bid‘atı dar kapsamlı olarak anlayanlar ise onu, vâcip, mendup veya mubah bid‘at diye nitelendi-
“Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve dinle il- rilmesi doğru değildir. Çünkü şer‘î dayanağı bulu-
gili olup ilâve veya eksiltme özelliği taşıyan her şey” nan bir ibadet ve uygulama bid‘at sayılmayacağı
diye tarif etmişlerdir. Bu görüşü benimseyenler gibi bu şekilde bid‘at-ı hasene sayılan hususlar da
arasında, Mâlikîler’den başta İmam Mâlik olmak maslahat veya aslî ibâha prensibiyle izah edilebi-
üzere Turtûşî, Şâtıbî; Hanefîler’den Bedreddin lir. Bu sebeple bid‘atı mekruh ve haram diye iki-
el-Aynî, Birgivî; Şâfiîler’den Beyhakī, İbn Hacer ye ayırmak mümkünse de iyi veya kötü şeklinde
el-Askalânî, İbn Hacer el-Heytemî; Hanbelîler’den tasnif etmek yahut İbn Abdüsselâm’ın yaptığı gibi
Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Receb sayı- beşe ayırmak mümkün değildir. Şâtıbî’den önce
labilir. Bunlara göre dinle ilgisi ve dinî mahiyeti İbn Teymiyye de aynı paraleldeki görüşlerini dile
bulunmayan şeyler bid‘at sayılmaz; bu bakımdan getirmiştir.(…)
örf ve âdet türünden olan davranışlar bid‘at kav- Doğurduğu sonuçlara göre bid‘atın hasene-seyyie
ramının dışında kalır. Dar kapsamlı bid‘at anla- diye ikili veya vâcip, mendup, mubah, mekruh ve
yışına sahip olanlar görüşlerine mesnet olarak, haram şeklinde beşli tasnife tâbi tutulmasından
“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir” başka itikadî-amelî, fiilî-terkî, ibadetlerle veya
(Müslim, “Cuma”, 43); “Sonradan ihdas edilen günlük yaşayışla ilgili olmasına göre taabbüdî-â-
her şey bid‘attır” (Nesâî, “Îdeyn”, 22; İbn Mâce, dî şeklinde ayırımları da yapılmıştır. Ayrıca hiçbir
“Mukaddime”, 7) ve “Her bid‘at dalâlettir” (Müs- dinî delile dayanmayan bid‘at (bid‘at-ı hakîkî) ile
lim, “Cuma”, 43; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6) meâlin- bazı yönleriyle dinî bir delile dayanıyormuş inti-
deki hadislerin genel ifadelerini esas almışlardır. baı verdiği halde uygulandığı biçimiyle delilden
Bunlar diğer grubun dayandığı hadisleri de kendi mahrum bulunan bid‘at (bid‘at-ı izâfî) şeklinde
görüşleriyle bağdaşacak şekilde yoruma tâbi tut- diğer bir ayırım daha yapılmıştır. Hakiki bid‘ata
muşlardır. Meselâ yukarıda söz konusu edilen ha- örnek olarak kişinin helâl bir yiyeceği dinî duygu-
dis, “Kim İslâm’da güzel bir çığır (sünnet-i hasene) larla kendisine haram kılması, Şiîler’in aşure günü

208
Vadi-i Hamuşan
başlarını, yüzlerini tırmalayıp tokatlaması, izafî
bid‘ata örnek olarak da dinî bir delille tesbit edi-
lenler dışında belirli günlerde oruç tutmaya veya
belirli vakitlerde namaz kılmaya özel bir önem ve-
Bid’i Ziyaret
Peygamber Efendimiz (s.av) tarafından açıklanan
ve bizzat tatbik edilerek öğretilen mezarlık ziya-
ret şekline uymayan tüm ziyaretler, Hak olmayan,
B
rilmesi gösterilebilir.(…) içine bid’at karışmış olan bâtıl ziyaretlerdir.(1)
Bid‘atla mücadele konusunda İslâm âlimlerinin (1) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 145
bir kısmı fitneye sebep olabileceği endişesiyle
müsamahalı davranmayı uygun bulurken genel-
likle ilk selef âlimleri, özellikle de Hanbelî gruplar Bidâyet
ve İbn Teymiyye bid‘atlara karşı sert bir tutum a. Sülûkun başlangıcı tasavvuf yolunun ilk mer-
sergilemişlerdir. İbn Teymiyye, yaşadığı asrı sün- halesi. Saliklerin hallerinden birisidir. Nefsin,
netten uzaklaşan ve bid‘atlara dalan bir çağ ola- kendi gücüyle kendi bedenini hal ve geleceği iti-
rak nitelendirmekte ve bid‘atlarla en sert şekilde barıyla faydalı olacak şekilde şeriata uygun ola-
mücadele etmenin gerektiğine inanmaktadır. rak idare etmesi ve yönlendirmesi. Salikin “seyru
(…) Kâtib Çelebi halk arasına yerleşen bid‘atları İlallah”ın başlangıcında riayet etmesi gereken şey-
ortadan kaldırmanın çok zor olduğunu, bu konu- lere seyrin başlangıcı olduğu için bidâyet denir.(2)(3)
da din ve devlet adamları tarafından gösterilen b. Alışılmış hayattan emredilen bir hayata çık-
gayretlerin boşa gittiğini, bu sebeple bid‘atlara ve mak, sonra takdir edilene, sonra yine alışılmış
bid‘at ehline karşı yürütülecek mücadelenin mü- olana dönmektir.(1)
samahalı olmasının gerektiğini belirtmektedir (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(Mîzânü’l-hak, s. 72-73). (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
İslâm âlimleri tarih boyunca kabule şayan olma- (3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
yan bid‘atın sınırlarını çizmek ve halk arasında
yaygınlaşan bid‘atlarla mücadele etmek amacıyla Bihişt
çok sayıda eser kaleme almışlardır. Bunlar ara-
a. Firdevs, cennet, uçmak. Allah’ın iyi ve salih kul-
sında Muhammed b. Vaddâh el-Kurtubî’nin (ö.
larının kıyametten sonra gidecekleri yer.(1)(2)
286/899) el-Bida ve’n-nehyü anhâ, İbn Ebû Ren- (3)(4)
deka et-Turtûşî’nin (ö. 520/1126) Kitâbü’l-Havâ-
dis ve’l-bida, Ebû Şâme el-Makdisî’nin (ö. 665/ b. Ruhani cennet, yani bedenin aracılığı olmadan
1267) el-Bâis alâ inkâri’l-bida ve’l-havâdis, İb- kalbin duyduğu manevi zevk ve hazlar.(2)
nü’l-Hâc el-Abderî’nin (ö. 737/ 1336) el-Medhal (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
ilâ tenmiyeti’l-amâl bi-tahsîni’n-niyyât, İbrâhim (2) Uudağ, Süleyman. a.g.e
b. Mûsâ eş-Şâtıbî’nin (ö. 790/1388) el-İtisâm, (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İdrîs b. Baytekin et-Türkmânî’nin Kitâbü’l-Lüma (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
fi’l-havâdis ve’l-bida, Süyûtî’nin (ö. 911/1505)
el-Emru bi’l-ittibâ ve’n-nehyü ani’l-ibtidâ, Os- Bilgelik
man b. Fûdî’nin (ö. 1232/1817) İhyâü’s-sünne ve
Bilge olma, olayları erdem ve bilgiden gelen bir
ihmâdü’l-bida, çağdaş âlimlerden Ali Mahfûz’un
üstünlükle değerlendirme durumu. Doğru yargı-
el-İbdâ fî medârri’l-ibtidâ, Muhammed Bahît’in
lama, yani aklın erdemi.(1)(2)
Ahsenü’l-kelâm fîmâ yetealleku bi’s-sünneti
ve’l-bidai mine’l-ahkâm, Muhammed Abdullah (1) Şenel, Cahid. a.g.e., . 6-4;
Dirâz’ın el-Mîzân beyne’s-sünne ve’l-bida, İzzet (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ali Atıyye’nin el-Bida tahdîdühâ ve mevkıfü’l-İs-
lâmi minhâ adlı eserleri sayılabilir.(1) Bilget, N. Burhan
(1) DİA; [BİD‘AT - Rahmi Yaran] c. 06; s. 131 Gazi Ün. Merkez Ktp./Tasnif No: Na6177bil 1993

209
Vadi-i Hamuşan
Sivas Anıt Mezarları, 53 S. : Res, Plan., T.C. Kültür sisi Ölü Defin ve Nakil İşleri, Çevre Sağlığı Temel
Bakanlığı Yayınları ; 1446. Sanat-Sanat Tarihi; 26-28, Kaynak Dizisi No. 20, s. 12
1993, Ankara

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Birişt


Melek.(1)
Bimarhane (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Piri Mehmet Efendi’nin halk arasında birçok ke-
rameti olduğuna, sağlığında Gökçay’daki Sarı-
dere’de abdest alacak su bulamadığı için, asasını Bırobıro
yere vurarak su çıkarttığına, bazı olayları önceden Aladağ Yörüklerinde, Çukurova “Bırobıro” diye
haber verdiğine inanılmaktadır. Tekkesine gelen bilinen ve korku veren bir canlının varlığına ina-
akıl hastalarına önce okuyup üflediği, sonra tek- nılır. Bırobıro seslendiği insanı kandırabilirse onu
kesi içinde bulunan Yeşil Direği kucaklamalarını ikiye böleceği inancı vardır. Bir kuş gibidir. Lo-
istediği, bu işlemlerden sonra da akıl hastalarının ğusaya zarar vereceği düşünüldüğünden uğursuz
iyileştiği rivayet edilmektedir. Halk arasında bu sayılır.(1)
tekkeye “Bimarhane” denmektedir.(1)
(1) Artun, Erman, a.g.e., s.6
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e., s. 85

Bir Tutam At Kılı (İziler)


Bin Tanrılı İl
Eski Türklerin inancına göre hemen her dağın, her
“Bin Tanrılı İl” olarak bilinen çoktanrılı inanca gözenin, her gölün, ırmağın “izi” adı verilen sahip-
sahip, Anadolu’nun en eski uygarlıklarından biri
leri bulunmaktadır. İşte bu “izi”ler insandan kur-
olan Hititlerin (M.Ö 1200-2000) ölümden sonra-
ban isterler. Kurban sunmayanlara ise, zararları-
ki hayata inanıp inanmadıkları hakkında kesin bir
nın dokunacağına inanırlar. Bu kutsal ruhlar zarar
bilgimiz bulunmamaktadır.(1)
vermeyi sevmezler. Bir tutam at kılı bağışlamak
(1) Öztürk, Burcu. “14. Yy. Anadolu Kümbetlerinde bile zararlarından kurtulmak için yeterlidir.(1)
Kripta Problemi”, Marmara Ünv. Türkiyat Araş-
tırma Ens.Türk Sanatı Ana Bilim Dalı Yüksek Li- (1) Altan, Asiye, a.g.e., s. 24
sans Tezi, İstanbul (2008); s. 4

Birinci Abdülhamid Han Türbesi-İstanbul


Bina Emini (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 231,
Arşiv belgelerinin tetkiki, yapıların onarımında (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 1, s. 37
görev alan çalışanlara denir.(1)
(1) Önkal, Hakkı-Üstün, Ayşe, Eyüp’teki Bazı Cami ve Birinci Ahmed Türbesi-İstanbul
Türbelerin Tamiriyle İlgili Arşiv Belgeleri Hakkın-
(1) DİA, Cilt. 1 s. 10,
da Görüşler, Eyüp Bld Eyüp Sultan Sempozyumu
IV. Tebliğler, s.145 (2) Aydın, Yüksel İ. Padişah Türbeleri, Kubbealtı Yay.
2009 s. 34, s. 78

Birinci Sınıf Mezar


Birinci Alaeddin Keykubad Türbesi-Konya
Belediyece tayin edilecek bir ücret karşılığında en
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190
fazla 12m² olarak tespit edilerek daimi surette te-
min edilmiş olup, aile bireylerine intikal eden aile
mezarlığıdır.(1) Birinci Baybars Türbesi-Mısır
(1) Güler, Çağatay-Çobanoğlu, Zakir, Mezarlıklar Te- (1) DİA, Cilt. 5 s. 222

210
Vadi-i Hamuşan
Birinci Bayezid Türbesi-Bursa
(1) DİA, Cilt. 5 s. 234
Adana Etnoğrafya Müzesindeki Mezar Taşları, Ata-
türk Ü.İlahiyat Fak. Yayınları, 1999, Erzurum 56
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
B
Birinci Gıyaseddin Keyhusrev Türbesi-Konya
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190 Bisomus
İki bölümü olan bir lahit.(1)
Birinci İzzeddin Keykavus (Yarım Türbe) (1) Er, Yasemin. a.g.e.
Türbesi-Konya
(1) Erdemir, Yaşar. a.g.e., s. 191 Bitik
a. Amel defteri.(1)
Birinci İzzettin Keykavus Türbesi-Sivas b. Muska, efsun, üfürük.(1)
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 90 c. Hastalık veya yorgunluk sebebiyle gücü kalma-
mış olan.(1)
Birinci Keykavus Türbesi-Sivas d. Durumu kötü,(1) mahvolmuş, ümitsiz bir du-
rum almış, bitmiş.(2)
(1) DİA, Cilt. 25 s. 353
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Birinci Murad Türbesi-Kosova
(1) DİA, Cilt. 18 s. 294
Bitkisel Süsleme
İslamlığın ilk yıllarından itibaren dini ve sivil mi-
Birinci Murad Hüdavendigar Türbesi-Bursa
marilerde rastlanmaktadır. Türk İslam bitkisel
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 278, süslemelerinde en çok kullanılanlar, asma yap-
(2) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 24,
rakları, sarmaşıkları, rumi, palmet, palmiye dalları,
(3) Cengiz, İsmail. “Prusa’dan Günümüze Bursa, Me-
kenger ve kıvrık dallardır. Gül, karanfil, lale, nar çiçe-
deniyetin İpek Şehri.” Bursa Büyükşehir Belediye-
si Yay., (2008). s. 76,
ği, sümbül gibi üsluplaştırılmış çiçekler ve selviler de
(4) Öcalan, Hasan Basri. “Evliya Çelebi, Seyhatna-
kullanılmıştır. (Yetkin, 1956, 34)(1)
me’ye Göre Ruhaniyetli Şehir Bursa.” Bursa İl (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Özel İdaresi, 169. Ankara (2009) s. 76

Biyolojik Ölümsüzlük
Birinci Mustafa ve İbrahim Türbesi-İstanbul
a. Ölümden sonra yeniden dirilişe, bir başka âlem-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 66.
de ölümsüzlük olarak hayatın devam edeceğine
(2) DİA, Cilt. 31, S5. 275,
inanmak.(1)
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 5, s. 543
b. Kişinin ölümünden sonra neslinin evlatları ta-
rafından sürdürülmesidir. Bu bağlamda Âdem
Birinci Sultan Selim Türbesi-İstanbul
ve Havva’nın kıyametin kopacağı vakte kadar
(1) Önkal, Hakkı.4 “Osmanlı Hanedan Türbeleri.” Vol. ölümsüzleştikleri söylenebilir, zira o vakte ka-
22. Kültür Bakanlığı, (1992). s. 122
dar yaşayacak her insan, onların bir parçası,
soylarının bir devamı olarak yaşayacaktır.(2)
Birsen, Ünal (1) Yazoğlu, Bahattin, Ölümsüzlük İnancının Dayan-
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tas- dığı Temeller, s. 3;
nif No: 726.8-14 (2) Aydar, Hidayet, a.g.e., C 41, s. 1, s. 83.

211
Vadi-i Hamuşan
Bodrum Mezar Boğdurulmak
Eskiden türbe yada kiliselerde, yeraltında yapılan a. Birinin emriyle boğulmak suretiyle öldürülmek.(1)
ölü odası.(1) b. Birisi tarafından boğdurmak işi yapılmak.(2)
(1) Hasol, Doğan. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bogovin Mehmet Baba Türbesi-Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 579 Boğma
Boğmak eylemi,(1)(2) havasız bırakarak öldürme.(1)

Boğazkesen Türbesi-Ankara (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1). a.g.e.S. 69,
(2) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 229,
(3) Bozkurt, Tolga. “Beypazarı’ndaki Türk Devri Ya- Boğmak
pıları” Kültür Ve Turizm Bak. Yay. Ankara (2004). a. Bir canlıyı ağzını, burnunu tıkamak, boğazını
s. 124 sıkmak veya suya batırmak suretiyle nefes al-
masına engel olarak öldürmek.(1)(2)
Boğazlamak b. Sıkmak, bunaltmak.(1)
a. Bir canlıyı, boğazını kesmek suretiyle öldür- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mek.(1)(3) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Gaddarca, haince, hunharca, acımasızca, kan (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
dökerek öldürmek.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Boğulmak
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. Herhangi bir nedenle havasızlıktan, nefes ala-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. mamaktan dolayı ölmek.(1)(2)
b. Yok olmak, ortadan kalkmak.(1)
Boğazlanmak (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Boğazı kesilerek öldürülmek.(1)(2) (2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
b. Haince öldürülmek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Bolulu Himmet Efendi Türbesi-İstanbul
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.

Boğazlaşmak Bomos
a. Birbirini boğazlayarak öldürmek.(1) Sunak ve mezar altarının Yunancası. Anadolu’da
b. Öldüresiye, kıyasıya dövüşmek, kavga etmek.(2) sık görülen bir mezar tipi. Antik Roma’da İ.S 1-2.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yüzyıllarda popüler olan bu mezar tipinde değişik
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. süslemeler vardır.(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
Boğazlatmak
İnsanı veya hayvanı haince, gaddarca öldürtmek. Bonaventure Mezarlığı – Gürcistan
(1)(2)
Pek çok şehide ev sahipliği yapan Bonaventure Me-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. zarlığı, ruhlarıyla değil heykelleriyle ünlü bir me-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. zarlıktır. Bunlardan bir tanesi küçük bir kız olan

212
Vadi-i Hamuşan
Gracie Watson’a ait heykeldir. Küçük kızın heyke-
linin etrafında pek çok hediyelik eşya bulunmakta-
dır ve söylentiye göre bu hediylerden biri alındığın-
da Watson’ın heykeli gözyaşları dökmektedir.
mir kitâbesi bulunmaktadır. Feyzî mahlaslı bir şa-
irin yazdığı kitâbe metnine göre harap olan tekke,
Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Valisi Kayserili Ahmed Paşa
tarafından kendi parasıyla 1287’de (1870-71) ta-
B
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- mir ettirilmiştir.
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25- Mescidin sol duvarına bitişik olan türbe tama-
mezarlik-733955 men müstakildir. Yapı malzemesi ve üslûbu mi-
nare ile hiçbir benzerlik göstermez. Küçük, kare
Borazani Ali Dede Türbesi-Yunanistan planlı, üzeri ahşap çatılı ve biri yanda olmak üzere
(1) DİA, Cilt. 6 s. 284 iki pencerelidir. Ahşap sandukanın etrafı demir
bir şebeke ile çevrilidir. Türbenin giriş kapısı
üzerinde dört satırlık mermer bir kitâbe vardır.
Borazânî Ali Dede Mescidi Ve Türbesi Yazı tarzı mescidinkiyle aynı özellikler taşıyan
Rodos’ta XVI. yüzyılda kurulmuş Gülşenî tekkesi- bu kitâbenin metni şöyledir: “Tarîkat-ı Aliyye-i
ni meydana getiren mescid, türbe ve meşrutadan Gülşenî mürşidânından Boruzen Ali Baba Fâtih
ibaret küçük bir külliye. Sultan Süleyman Hazretleri’yle fî 20 Receb 928’de
Kanûnî’nin 1522 Rodos seferinde borazancıbaşı [15 Haziran 1522] birlikte gelip fî 5 Saferü’l-hayr
olan Ali Dede, aynı zamanda Gülşeniyye’nin ku- 929 [24 Aralık 1522] tarihinde Rodos’un fethinde
rucusu İbrâhim Gülşenî’nin halifelerinden Abdi bulunup fetihten sonra Rodos’ta ihtiyâr-ı ikamet
Halife’nin dervişlerindendi. Rodos’un fethinden eylemiş, irşad ile imrâr-ı vakt ederek irtihal etmiş-
sonra padişahın izniyle buraya yerleşerek Halve- tir. Rahmetullahi aleyh”.
tiyye’nin Gülşeniyye şubesine bağlı bir tekke açtı.
Burada dikkati çeken önemli husus, kitâbenin
Rodos’ta Kaleiçi’nde Omiriu sokağında küçük bir
hangi tarihte konulduğunun belli olmayışıdır. An-
külliye halinde düzenlenmiş bulunan yapılar, avlu
cak her iki kitâbe tipik XIX. yüzyıl eseri özellikleri
içindeki bir mescid, bir türbe ve bir meşrutadan
göstermektedir. Bu da Ahmed Paşa’nın mescidi ta-
meydana gelmektedir. Ali Dede ilk dergâhını, Di-
mir ettirirken Borazânî Ali Dede’nin türbesini de
ocletianus zamanında (284-307) öldürüldüğüne
yaptırdığını gösterir. Zira türbenin inşaat malze-
inanılan Azize Kyriaki’ye ithaf edilmiş XIV. yüzyı-
me ve tekniği XIX. yüzyıl özelliğini taşımaktadır.
la ait bir kilisenin yanında yer alan bir evde kur-
Ayrıca Borazânî Ali Dede’nin sandukasının baş ve
muştu. Bu küçük kilise fetihten sonra bir minare
ayak taşları da yoktur. Çevrede yapılan araştırma-
eklenerek camiye çevrilince Ali Dede de tekkesini
larda XVI. yüzyıla ait bir mezar taşı veya kitâbe
buraya nakletmiştir. Daha sonra halk buraya Ala-
parçası da bulunamamıştır. Büyük bir ihtimalle
ca Tekke veya Borazânî Ali Baba Mescidi demeye
buradaki taşsız mezarın üzerine Ahmed Paşa bu
başlamış ve bu isim caminin adı haline gelmiştir.
türbeyi tamamen bir makam olarak inşa ettirmiş-
Kesme taştan yapılmış üzeri beşik tonozlu, tek
tir. Omiriu sokağındaki dar girişten mescide kadar
kapılı ve alçak pencereli bina mahallî üslûbun ti-
pik bir örneğidir. Sol taraftaki minareye yuvarlak olan yer döşemesi tipik Rodos işi motiflidir.
kemerli bir kapı ile dışarıdan girilir. Bütün Ro- Bu küçük külliyenin bugünkü durumu ise içler
dos’taki benzerlerinde olduğu gibi klasik özellikte acısıdır. Türbenin çatısı çökmüş, sanduka da yer
olan minare, kare bir temel kaideye oturan sekiz yer parçalanmıştır. Ardiye olarak kullanılan cami
cepheli bir pabuç kısmı üzerinde yükselir. Üçgenli harimi de çok bakımsız ve arka bahçesi çöplük gö-
örgülerle esas silindirik gövdeye geçilen tek şe- rünümündedir. Çökerek yok olmaya terkedildiği
refeli ve kısa olan bu minarenin konik külâhı da anlaşılan cami ve türbenin kurtarılması, Rodos’ta
taştandır. Günümüzde alemi düşmüşse de minare henüz ayakta duran bir fetih eserinin ihyası mâ-
nisbeten iyi bir durumdadır. nasını taşıdığından önemlidir.(1)
Mescidin kapısı üstünde mermerden çift sütun (1) DİA, [BORAZÂNÎ ALİ DEDE MESCİDİ ve TÜRBE-
üzerine on satır halinde ta‘lik hattıyla yazılmış ta- Sİ - Esin Yücel-Turnalı] c. 06; s. 285

213
Vadi-i Hamuşan
Bosnalı Gazi İbrahim Paşa Türbesi-İstanbul Boyraz, Şeref
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 20, Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 726.8/
(2) Envanter. a.g.e. No: 52 Boy.T
Türkiye’de Mezar Taşı Sözleri, Akçağ, S.255, 2003,
Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi-İstanbul İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38,
(2) Envanter. a.g.e.
Bozca Şıh Türbesi-İçel

Bostan Çelebi Türbesi-Konya (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.

(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 121


Bozgeyik Dede Türbesi-Zonguldak
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 322
Bostan Çelebi Türbesi-Isparta
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 89
Bozlak
a. Feryat etmek, haykırmak, ağlamak, sızla-
Boyacıköy Ermeni Mezarlığı
mak anlamlarına gelen bozlak, Divânu Lü-
Reşitpaşa Mah., Zergerdan Sok. No: 7, 34467 gati’t-Türk’te “ses vermek, bağırmak”, “boz-
Emirgan. latmak” şeklinde yer almakta; Dede Korkut
Ermeniler’in bu semtte 18. yüzyıldan beri var hikâyelerinde ise “bağıra bağıra ağlamak, feryat
olduklarını dikkate alarak mezarlığın da o tarih- etmek, deveyi bağırtmak”, anlamlarına gelen
lerden itibaren var olduğunu tahmin edebiliriz. “buzlamak”, “buzlatmak” şeklinde geçmekte-
Alanı ise 1650 m2 dir. dir. Azerbaycan Türkçesinde de “agı” kelime-
siyle karşılanmaktadır.
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org
b. Bozlak, Türk Edebiyatında “kısa hikâye”dir.
c. Türk Halk Müziğinde “uzun hava” olarak ad-
Boyacı Baba Türbesi-Edirne
landırılmaktadır.(1)(2)(3)(5) Orta Anadolu’daki
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 125 Abdallar ile Güney Anadolu’da yaşayan Avşar-
ların söyledikleri ezgilerdir. Genellikle erkekler
Boyalı Köy Eyvan Türbesi-Afyonkarahisar tarafından söylenir.(4)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 20 (1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Boyalı Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul
(4) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 128, (5) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 22

Bozlav
Boyatı
Nogay Türklerinde ölümün olduğu evde ağıt yakı-
Ağıt.(1) lır. Söylenen ağıta “bozlav” denir.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78;
(2) Kaya, Doğan. a.g.e.
Boynunu Vurmak
Boynun kesilmesi şeklinde uygulanan idam ceza- Bozlavcı
sı.(1) Ağıt söyleyen kadın.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (1) Kaya, Doğan. a.g.e.

214
Vadi-i Hamuşan
Bozlayıcı
Ölümün olduğu evde ağıt yakılır. Bağırarak, dövü-
nerek, ağlayanlar susarak bu yürek sızlatan ağıdı
dinlerler. Ağlayıcılara bozlayıcı denir.(1)
Bugatay Aka-Şirin Türbesi-Ahlat
(1) Çöteli, M. G. a.g.e. s. 63
B
Bugünlük Yarınlık
(1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78 Çok yakın bir zamanda olması beklenen doğum
veya ölüm için söylenir.(1)
Bozoğlan Dede Türbesi-Zonguldak (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 321


Buhar Olmak
Börklü İnsan Heykeli “Kaybolmak, yok olmak” anlamlarında kullanılan
bu ifade, cesetlerin yakılarak ruhun havaya yücel-
Kıpçaklara ait örneklerini bildiğimiz kurganların
tilmesi geleneğinden kalmadır.(1)
yanı sıra Kök-Türkler’de de kabir taşı olarak kul-
lanılan koç heykelleri ve Kemek/Kıpçaklar kolun- (1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 85.
dan Kırgızların eseri olarak başlıklı, börklü insan
heykelli mezar taşları bulunmuştur.(1) Buharalı Hacı Yusuf Efendi Türbesi-Çankırı

(1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 13 (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Buhur
Budak Efendi Türbesi-Konya
a. Özellikle dini törenlerde kokusu için yakılan ve
(1) Tatır, İbrahim. “Konya Ereğli’deki Türk İslam Dev-
tüterek yanınca etrafa güzel bir koku yayan öd
ri Eserleri,” Selçuk Ün. Ed. Fak. 1989/19.
ağacı, amber, günlük gibi maddeler, tütsü.(1)(2)
(2) Nar, Hasan. Gülşah Kılıç, Besim s. Baş. a.g.e. s. 71 (3)(4)

b. Ölünün gerek yıkanışı, gerekse kefenlenişi sı-


Budela rasında değişik kokulu maddeler yakılıp tüttü-
Abdal ve budela, ariflerin nezdinde meşhur kut- rülür, cesede ve kefene çeşitli kokular, yağlar,
kutsal sular dökülür. Yakılarak koku çıkarılan
bun halifeleri olan yedi kişidir. Bunlardan birisi
maddelerin başında buhur gelir.(6)
bulunduğu yerden bir yere yolculuk yapmak iste-
c. Cenazeden sonra evde buhur tüttürülmesi, ölü-
diğinde cismini ve bedenini orada bırakarak yol-
mün evdeki diğer bireylere bulaşmasını önle-
culuk yapar, öyle ki eğer bir kimse onun cismini
mek içindir.(5)
bu halde görecek olsa bunun onun ruhu mu cismi
mi olduğunu anlayamaz. Bedel kelimesinin anla- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mı da budur başka bir şey değil. Yani bedeninde (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kendi yerine bir bedel bırakır.(1) (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) DİA; [BUHUR - Sargon Erdem] c. 06; s. 384
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (5) Artun, Erman, a.g.e., s. 11;
(6) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 1
Budmak
Donarak ölmek, buymak, donmak.(1) Buhur Tarihi

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ateşe atılmak veya özel bir kap içinde yakılmak
suretiyle güzel kokulu dumanından faydalanılan
madde, tütsü.
Buga Dede Türbesi-Muğla
Aslı Arapça bahûr olan buhur, koku veya kokulu
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 298 buhar (duman) çıkarıcı maddelere verilen ad-

215
Vadi-i Hamuşan
dır. Bu tür maddelere başka dillerde de “tütmek, dinî törenlerde asma buhurdanlar görevli çocuk-
duman ve koku çıkarmak” köklerinden türeyen lar tarafından sallanmak suretiyle dumanı kili-
isimler verildiği görülmektedir: İbrânîce ketôreth seye yayılmaktadır. Buhur dumanının Tanrı’ya
(ketûrâ; Arapça’da takattur tütsülemek); Sans- yükselen duaları sembolize etmesi Yeni Ahid’den
kritçe dhuma; Grekçe thyos, thymiama; Latince kaynaklandığı halde (Vahiy, 8/4 “Ve Tanrı’nın
tus, turis gibi. önünde meleğin elinden, mukaddeslerin duaları
Tarihte bilinen ilk medeniyetlerden itibaren he- ile buhurların dumanı çıktı”), kilise kayıtlarında
men bütün çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerde, dinî IV. yüzyıldan önce dua sırasında buhur yakıldı-
ve sihrî törenler sırasında ateşe güzel kokulu mad- ğına dair bir işaret bulunmamaktadır. Bu husus-
ta IV-VIII. yüzyıllar arasında bazı kayıtlara rast-
de atmak veya mayi serpmek, yerine getirilmesi
lanmakta ise de buhur yakmanın gelenek halini
gereken önemli şartlardan biri sayılmıştır. Ele ge-
ancak IX. yüzyılda aldığı ve bu tarihten itibaren
çen arkeolojik buluntu ve yazılı belgelerden Çin,
Yunan ve Latin kiliselerinin her ikisinde de buhur
Hint, İran, Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Yunan,
kullanımının yaygınlaşmaya başladığı görülmek-
Roma, Aztek ve İnka gibi eski medeniyetlerin
tedir. Bunun sebebi, hemen tamamı Hindistan ve
hepsinde tütsü yakmanın mânevî temizlenme ve
Arabistan menşeli olan buhur maddelerinin daha
tanrılara yaklaşma aracı olarak kabul edildiği anla-
önce hıristiyan ülkelerinde kolaylıkla bulunama-
şılmaktadır. Genelde birleşen çeşitli inançlara göre
yışına bağlanabilir. Nitekim buhurun Batı kili-
güzel kokulu dumanlar tanrıları hoşnut etmekte,
selerinde Doğu kiliselerine nisbetle daima daha
eğer kızgınsalar öfkelerini yatıştırmakta, yapılan
kısıtlı kullanıldığı bilinmektedir. Bugün Katolik
duaların göğe yükselip tanrılara ulaşmasına ve
ve Ortodokslar’a ait önemli âyinlerin tamamında
kabulüne vesile olmaktadır. Aynı zamanda da me-
buhur kullanılmaktadır. Çeşitli Protestan kilisele-
leklerle iyi ruhları tütsü çevresine toplarken güzel
rinin Reformlar’ın hemen başlarında (XVI. yüzyıl)
şeylerden hoşlanmayan şeytanlarla kötü ruhları
terkettikleri buhur geleneği, XIX. yüzyılın orta-
da kaçırmaktadır. Dolayısıyla tütsülenen yer ve ki-
larında Tractarian (Oxford) hareketinin etkisiyle
şiler kötülüklerden uzak tutulup iyiliklere yaklaş- Anglikan Kilisesi’nde tekrar benimsenmiş, fakat
tırılmış, böylece mânen temizlenmiş sayılmakta- yine de diğerlerine göre sınırlı tutulmuştur.
dır. Aslında, gerçekleştiğine inanılan bu olayların,
Müslümanlık’ta ibadetlerle ilgili bir buhur yak-
mistik atmosfer içinde baygın kokuların insanlara
ma geleneği yoktur. Ancak güzel kokuyu çok se-
verdiği rehavet ile müsbet duygulardan ve ayrıca
ven, devamlı surette kokulu yağ kullanarak bunu
baharat dumanlarının baş ağrısı gibi bazı fizyolo-
ashabına da tavsiye eden ve hatta kızı Zeyneb’in
jik rahatsızlıklara iyi gelip zararlı böcek ve haşeratı
vefatında naaşının birkaç defa sidr ile yıkanıp sonun-
kaçırmasından ibaret olduğu şüphesizdir.(…)
cu suyuna kâfur katılmasını isteyen Hz. Peygam-
Semavî dinler içinde buhur yakmaya en fazla ber’in (Buhârî, “Cenâiz”, 8, 9, 13) ibadet maksa-
önem veren din eski Mûsevîlik’tir. Çünkü buhu- dıyla değil fakat güzel kokmaları için mescidlerde
run nasıl hazırlanacağı (Çıkış, 30/34-38) ve ne buhur yakılmasını emrettiği bilinmektedir (Ket-
zamanlar yakılacağı (Çıkış, 30/7-8) bizzat Rab ta- tânî, s. 87).
rafından bildirilmiştir; ayrıca buhur sunağının ne
Ayrıca Hz. Ömer’in minbere oturduğu zaman
şekilde yapılacağı da en ince ayrıntılarına kadar âzatlısı Abdullah el-Mücmir’in buhur yaktığı ve bu
yine Rab tarafından tarif edilmiş (Çıkış, 30/1-6) sebeple el-Mücmir (buhurdan yakıcı) lakabını ta-
ve Tevrat’ın pek çok yerinde bu emirler çeşitli şe- şıdığı rivayet edilmektedir. Coğrafyacı İbn Rüste
killerde tekrarlanmıştır. Mûsevîlik’te, çok tanrılı ise (X. yüzyıl) Hz. Ömer’in Medine’deki mescide,
dinlerde olduğu gibi, buhur dumanlarının Tan- üzeri insan figürleriyle süslü Suriye işi bir gümüş
rı’nın öfkesini yatıştırdığına inanıldığı da yine buhurdan hediye ettiğini bildirmekte (el-’Alâ-
Tevrat’tan anlaşılmaktadır (Sayılar, 16/44 vd.). ku’n-nefîse, s. 66) ve bu bilgiler İslâm’ın ilk yıl-
Hıristiyanlık’ta buhur duaların Tanrı’ya yüksel- larında mescidlerde buhur yakmanın bir gelenek
mesinin sembolü kabul edilmekte ve bu sebeple haline geldiğini göstermektedir. Ancak buhurun

216
Vadi-i Hamuşan
Hz. Ömer’in minbere oturduğu sırada yakılmasın-
dan anlaşıldığına göre bu gelenek yalnız cuma ve
bayram namazlarına inhisar etmiş olmalıdır.
Nitekim yine İbn Rüste, kendi yaşadığı devirde
sü maddeleri öd ağacı, sandal ağacı, lâdin, günnük,
şeker kamışı, tarçın, Çin tarçını, reçine, balzam ve
kurutulmuş limon kabuğu gibi maddelerle bazı böcek
cinsleri ve kokulu topraktır. Bunlar çubuk, talaş, toz
B
buhurun daha çok saraylarla konaklarda halife ve ve kabuk şeklinde yakılabildikleri gibi bazıları be-
beyler tarafından kullanıldığını, bazan da cami ve lirli oranlarda bir araya getirilerek özel bir karışım
mescidlerde yakıldığını söylemektedir. XII. yüz- halinde de kullanılmaktadır. Tevrat’ta Rab tara-
yıl seyyahlarından İbn Cübeyr, ramazan ayında fından hazırlanışı tarif edilen ve din dışı amaçlarla
Mekke’de kıldığı bir namazdan bahsederken ca- kullanılması haram kılınan buhur böyle bir özel
mide bol miktarda buhur yakıldığını açıklamakta karışımdır (Çıkış, 30/34-38).(1)
(er-Rihle, s. 129), XIII. yüzyılda ise Mevlânâ duayı (1) DİA; [BUHUR - Sargon Erdem] c. 06; s. 384
buhur dumanına benzetmektedir (Mesnevî, VI,
beyit nr. 4216-4217).
Buhuri Şeyh Yakub Efendi Türbesi-İstanbul
Nâdir bulunduğu için pahalı bir madde olan buhu-
run zamanla camilerde cuma, bayram ve teravih (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 422
namazları sırasında da yakılmasından vaz geçil-
mesine karşılık yine İslâm’ın ilk asırlarından itiba- Buk’a
ren özel olarak kullanılmasına devam edilmiştir.
a. Yer, mekân, belde, diyar, ülke, toprak, memle-
Meselâ Mâlik b. Enes’in (ö. 179/795), yalnız ha- ket.(1)(2)
dis dersi verirken Hz. Peygamber’e bir saygı ni-
b. Türbe, yatır.(1)
şanesi olmak üzere boy abdesti alarak en temiz
elbiselerini giyip güzel kokular süründüğü ve c. İslâm dünyasında türbe, zaviye ve özellikle eği-
odasında buhur yaktırdığı (Kadî İyâz, I, 154), Ab- tim yeri için kullanılan bir terim.(4)
bâsî Halifesi Me’mûn’un (813-833) her salı günü (1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.,
sarayına topladığı âlimlerin, huzura alınmaların- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dan önce yemek yedirilerek buhurdan yakılmış (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
odalarda tütsülendirildikleri (Mes‘ûdî, IV, 19) (4) DİA
bilinmektedir.
Bugün de mevlid, tasavvuf müziği icrası ve sünnet Bukağılı Baba Türbesi-İstanbul
töreni gibi dinî veya kökeni dinden kaynaklanan
(1) Adresler. a.g.e.
toplantılarda bu gelenek devam ettirilmekte ve
Kahire gibi geleneklerine bağlı İslâm şehirlerinin
eski çarşılarında, elde dolaştırılan buhurdanlar Bukranion
ücret karşılığı dükkânlara sokularak havaları tüt- Bucranium olarak da bilinir, kurban edilen ökü-
sülendirilmektedir. zün iskeletinden oluşan bezeme örgesi. Kurban
Milâttan önce XI. yüzyıldan beri, altın kadar edilen öküzün kafasının tapınağın ahşap çatı ki-
kıymetli buhur sayesinde zengin olduğu bilinen rişlerine asıldığı törenlerden kaynaklanmıştır.
ve halen dış gelirlerinin % 10’unu buhur ihraca- Örge daha sonra Dor düzenindeki tapınakların
tından elde eden dünyanın bir numaralı buhur sütunları üstündeki lento ve frizlerde taşa oyula-
üreticisi Yemen’de ise buhur kullanımı günlük rak yapılmıştır. Çoğunlukla askı çelenkler arasın-
hayatın içine girmiş olup topluca oturulan hemen da almaşık düzende işlenmiştir.
her yerde buhur yakılmakta ve özellikle mübarek En erken örneği, Irak’ta, İÖ 5000’e tarihlenen
günlerde, buhur dumanına tutulmuş çömleklere bezeli bir çömleğin üstünde rastlanan bu motif,
konularak kokulandırılmış sular içilmektedir. Mısır ve Mezopotamya mühürlerinde de görülür.
Bazılarının adları Eski Mısır, Mezopotamya, İbrânî Örge daha sonra boğa ve çift balta kültüyle ilişkili
ve Hint kaynaklarında da tesbit edilen başlıca tüt- olarak Tunç Çağında Girit’e girmiştir. Girit’te def-

217
Vadi-i Hamuşan
ne dallarından bir çelenkle süslenmiş boğa başla- d. Tasavvuf edebiyatında aşığın ruhunu, ruhani
rına rastlanmıştır. dünyaya taşıyan aşka işarettir.(1)(2)(3)(4)(5)(6)
Roma lahit ve ostotheklerinde de bukranion yapma (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
geleneği göze çarpar. Roma örneklerinde defne da- (2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
lından çelenk yoktur. Boğa başı bukranionlarının (3) DİA; [BURAK - Mustafa Öz] c. 06; s. 417, [BURAK
yanı sıra canlı gösterilmiş koç, teke gibi hayvan- - Mustafa Uzun] c. 06; s. 417-419
ların başları ile de volütlü başlıklar oluşturulduğu (4) Pala, İskender. a.g.e.
görülür. Bukranion örgesi daha yakın zamanlarda (5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Rönesans mimarlığında da kullanılmıştır.(1) (6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) https://www.turkcebilgi.com/bukranion
Burak Düşüncesi
Bulak Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul Mi‘rac gecesinde Hz. Peygamber’i taşıdığı rivayet
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 20, edilen binek.
(2) Envanter. a.g.e. No: 80,
Burak “parıldamak, şimşek çakmak” anlamına
(3) DİA, Cilt. 33, s. 585,
gelen Arapça berk (‫ )البرق‬kelimesinden türetilmiş
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 327
olup renginin saf ve parlak oluşu veya çok hızlı ha-
reket edişi sebebiyle bu adı almıştır (Lisânü’l-’A-
Bûles rab, “brk”, md.).
Cehennemin içinde Bûles denilen zindan, hücre.(1) İsrâ sûresinin ilk âyetinde, Allah’ın bir gece Hz.
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 270 Muhammed’i Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Ak-
sâ’ya kadar yürüttüğü bildiriliyorsa da söz konusu
Buluntu Hoca Türbesi-Urfa âyette bu yolculuğun burakla gerçekleştiğine dair
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113
herhangi bir işaret yoktur.
Konu ile ilgili hadislerde yer alan ayrıntılı bilgile-
Bun (Mum) Baba Türbesi-Sivas re göre yolculuk Mescid-i Aksâ’dan sonra semaya
yükseltilmek suretiyle devam etmiştir. Cebrâil’in
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 146
de refakat ettiği ve İslâmî kaynaklarda “isrâ” ve
“mi‘rac” diye adlandırılan bu gece yolculuğu ha-
Bun Baba Türbesi-Sivas dislere göre burak denilen bir binekle gerçek-
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 78 leşmiştir. Kaynaklar bu bineğin beyaz renkli ve
fevkalâde süratli olduğunu, katırla eşek arası bir
Bunsuz Dede Türbesi-Çankırı yapıya sahip bulunduğunu bildirirler. İsrâ olayını
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. anlatan hadislerin bir kısmında burakın, yukarı-
da belirtilen vasıflarından başka uzun kulakları
(İbn Hişâm, I, 398) ve uyluklarına bitişik iki ka-
Burak
nadının bulunduğu, bu kanatları sayesinde bir
a. Burak, “parıldamak, şimşek çakmak” anlamına adımda gözünün görebildiği en uzak mesafeyi
gelen Arapça “berk” kelimesinden türetilmiştir. katedebildiği de kaydedilmektedir. Bazı kaynak-
b. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) üzerine binerek Mi- lara göre de Hz. Peygamber buraka yaklaşıp bin-
raç’a çıkması için emrine verilen, özellikleri mek istediği sırada burak huysuzluk etmiş, fakat
bizce bilinmeyen semavi binek. Renginin saf ve Cebrâil’in, o zamana kadar taşıdığı kişiler içinde
parlak oluşu veya çok hızlı hareket edişinden en faziletli insanın şu anda kendisine binmekte
dolayı bu adı almıştır. olan kişinin olduğunu hatırlatması üzerine utan-
c. Bir rivayete göre Burak, cennet hayvanlarının cından ter dökmüştür (meselâ bk. İbn Hişâm, I,
genel adıdır. 398; İbn Sa‘d, I, 214).

218
Vadi-i Hamuşan
Hadislerde belirtildiğine göre Hz. Peygamber
Cebrâil ile birlikte Mescid-i Aksâ’ya vardığında
buraktan inmiş, Cebrâil burakı eskiden kalmakta
olduğu yere götürmüş ve bağlamış, Resûl-i Ekrem
fevkalâde özelliklerine telmih ve teşbih suretiyle
bu sayılan türler dışındaki manzum eserlerin bazı
parçalarında da zikredilmiştir. Böylece burak, Hz.
Peygamber’in mi‘raca çıkarken istifadesine sunu-
B
de orada bulunan peygamberler cemaatine imam lan vasıtaların ilki olarak, gerek hadislerde gerek-
olarak namaz kıldırmıştır. Cebrâil’in Resûlullah’la se sîret kitaplarında hakkında pek fazla ayrıntı
birlikte buraka binip binmediği konusu ihtilâf- bulunması sebebiyle üzerinde çok geniş bir şekil-
lıdır. Hâkim’in el-Müstedrek’inde (IV, 606), Hz. de durulan ana motiflerden biri haline gelmiştir.
Peygamber’e burak getirildiğinde Cebrâil’in de Burak hakkındaki hadislerde bulunan bilgilere si-
arkasına bindiği tarzında Ebû Hamza Meymûn el- yer ve tefsir kitaplarında anlatılanların ilâvesiyle
A‘ver’den rivayet ettiği hadis konu ile ilgili diğer ortaya çıkan mâlumat, şairlerin geniş hayallerinin
haberlerle desteklenmemiştir. ürünü olan çeşitli unsurlrla süslenmiş, âdeta ef-
Mi‘racın İslâm literatürüne girdiği şekliyle Hz. sanevî bir varlık ortaya çıkmıştır. Minyatürlere
Peygamber’e has bir mûcize olduğu bilinmekte- konu olmasından itibaren ise bu efsanevî varlık,
dir. Burak olayı da mi‘rac sırasında meydana ge- biraz da başka kültürlerden unsurlar ve tesirler
len tabiat üstü birçok olaydan biri olarak kabul alarak şaşırtıcı birtakım vasıflarla resmedilmiş-
edilmelidir. Deney ve gözlem dünyasının dışında tir. Böylece daha sonraları edebiyatla minyatürün
vuku bulan bu tür olayların tabiatta gözlenen ka- karşılıklı etkilenmeleri sonucu İslâmî kaynaklarda
nunlarla değerlendirilmesi mümkün değildir. yer almayan özellikler taşıyan bir burak şekli or-
Burak Resûl-i Ekrem’den başka diğer peygamber- taya çıkmıştır.
lere de hizmet etmiştir. Taberî’nin naklettiği bir Burakın edebî eserlerde geçen başlıca özelliklerini
rivayette Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi ziyarete giderken şu şekilde sıralamak mümkündür: Süleyman Çele-
bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple bi’nin, “Andayiken nâgehân ol yüzi ak/Cebrail cen-
buraktan “İbrâhim’in bineği” (dâbbetü İbrâhim) netten irgürdi burak” beytinde ifade edildiği gibi
şeklinde söz edilmektedir (Tefsîr, XV, 5, 10). vatanı cennet olan burak Hz. Peygamber’den önce
Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde bulunan başka nebîlere, bu arada Hz. İbrâhim’e de hizmet
ümmetlerine ulaşabilmeleri için peygamberlere etmiştir. Abdülvâsi Çelebi’nin, “Bu İbrâhim burâ-
binek verileceği, Sâlih peygamber devesine biner- kıdır ki kāim/Binip Kâbe tavâf eylerdi dâim” bey-
ken Hz. Muhammed’in de kızı Fâtıma ile birlikte tinde buna işaret edilmiştir. Burak deve, at veya
buraka bineceği ve o gün burakın sadece kendisi- katırdan küçük, merkepten büyüktür. Gövdesi ata
ne tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili benzer, boynu deve boynu, yüzü insan yüzü gibi
rivayetlerdendir.(1) olup hûrilerden güzel ve cennet âhûlarının bile
gıpta ettiği bir varlıktır: “Ne burak ol semend-i
(1) DİA; [BURAK - Mustafa Öz] c. 06; s. 417,
hûr-sirişt/Gıbtafermâ-yı âhuvân-ı bihişt” (Abdül-
bâki Ârif Efendi). Süratini arttırmak için kullandı-
Burak Edebiyatı ğı, açtığında cihanı kaplayan iki kanadı ve kısa bir
Burak doğrudan doğruya isrâ ve mi‘rac hadisesiy- kuyruğu vardır. “Burâk-ı berkseyr” terkibi şimşek
le ilgili olduğu için İslâmî Türk edebiyatında daha kadar hızlı oluşunu anlatır. Bu sebeple bir adımda
çok mi‘racdan bahseden eserlerde (mi‘râciye, 70.000 yıllık yol katedebilir ve adımını gözünün
mi‘racnâme), bunların genel hacmine uygun bir gördüğü yerin en son noktasına atabilir: “Kanda
şekilde beyitler veya müstakil bölümler halinde nûr-ı nigâhı dikse alem/Ol mahalle ederdi vaz‘-ı
yer almıştır. Ancak hadisenin Hz. Peygamber’le kadem” (Abdülbâki Ârif Efendi). Bazı şiirlerde
ilgisinden dolayı onu konu edinen na‘t gibi man- deve ayaklı, ceylan tırnaklı olarak tavsif edilen
zumelerle bazı kaside ve gazellerde, ayrıca mevlid, burak, uçtuğunda kuşların kendisine yetişemeye-
sîret gibi dinî, Leylâ ve Mecnûn gibi aşk ve macera ceği kadar süratli bir varlıktır: “Ol kadar çâbük ü
ağırlıklı mesnevilerde de burakın yer aldığı görül- sebük-rev idi/Rakîbi sanki mihr ü pertev idi” (Ab-
mektedir. Bunun yanında sahip olduğu değişik ve dülbâki Ârif Efendi). Şairlerin tasvirlerinde dudağı

219
Vadi-i Hamuşan
la‘l, dişi mercan, kulağı yakut, zümrüt veya zeber- Burakın sahih kaynaklarda bulunmayan bu tarif
cedden, yelesi müşkten, saçı müşk gibi siyah, etek ve tasvirlerinin ortaya çıkışını İsrâiliyat’tan olan
gibi uzun, gözü zühresıfat, parlak, berrak, nergis rivayetlere, insan başlı hayvan (sfenks) şeklinde
gibi de süzgün olarak anlatılır. Başı la‘lden, alnı resmedilişini de komşu kültür çevrelerinden gelen
kırmızı yakuttan olup karnı sarı, göğsü ak renk- dış tesirlere bağlamak mümkündür. Bu tesirler iki
lidir. Kanatları kızıl yakuttan, ayağı zümrütten, şekilde açıklanmaktadır. Birincisi, bu figürün eski
tırnağı inciden, örtüsü ise gümüştendir. Parlaklığı Bâbil, Mısır, Grek ve Suriye kültürlerindeki insan
şimşek gibi yeri göğü aydınlatır. İtaatkâr, sevimli başlı hayvan heykel ve kabartmalarının etkisi al-
ve yumuşak huyludur. Kudüs kadar değerlidir. tında ortaya çıktığı şeklindeki görüştür. İkincisi
Hz. Peygamber Mekke-Kudüs yolculuğunu burak- ise bunun, tarihçe en eski minyatürlü mi‘racnâ-
la yapmış, mi‘raca çıkarken burak Kudüs’te kalmış melerden biri olan Uygur mi‘racnâmesinde görül-
ve Cebrâil onu Mescid-i Aksâ’nın kapısında, ya- mesi sebebiyle, Uygurlar’ın daha önce mensubu
nında veya yakınındaki peygamberlerin binekle- bulundukları Budizm, Maniheizm gibi dinlerin
rini bağladığı bir halkaya veya eliyle deldiği taşa ve bu dinlerde geniş bir yeri olan dinî resimlerin
bağlamıştır. Dönüşte de Mekke’ye yine onunla etkisi altında geliştiğidir. Nitekim şimdiye kadar
gelmiştir: “Avdet için Mekke’ye ol şehriyâr/Oldu bilinen en eski burak minyatürünün yer aldığı
saâdetle burâka süvâr” (Nahîfî). Bazı mi‘racnâme- Câmi’u’t-tevârîh’in (707/1307) Edinburg nüshası
lerde ifade edildiğine göre Cebrâil burakı almak da aynı tesirin izlerini taşımaktadır. Ancak İslâm
için cennete geldiğinde onu hüzün içinde bulur ve minyatür sanatında burakın ilk defa ne zaman
sebebini sorar. Burak, bir defasında “yâ Muham- resmedildiği bilinmediğinden bugün için bu mü-
med” diye bir nida duyduğunu, o andan beri bu nasebetleri bütün yönleriyle açık bir şekilde tesbit
isme âşık olduğunu, ondan uzak olmanın hüznü etmek mümkün olmamaktadır. Arnold birinci gö-
içinde bulunduğunu söyler. Cebrâil kendisini müj- rüşü tercih ederek bunu Rey’de bulunan bir çini
deleyerek onu Hz. Muhammed’e götürmeye gel- tabakla, bundan biraz sonraya tarihlenen Mu-
diğini bildirince sevinir ve uçarcasına Mekke’ye sul’daki Zengî Atabekleri’nden Bedreddin Lü’lü’
ulaşır. Ancak Hz. Peygamber binmek istediğinde (1233-1259) için yapılmış diğer bir çini tabaktaki
huysuzlanır. Cebrâil sebebini sorunca, “Vefâ gös- kadın başlı aslan vücutlu örneklerle belgelen-
terip cennette de beni binek olarak kabul ederse dirmekte (Painting in Islam, s. 120, rs. LV a, b),
razıyım” diyerek istediği teminatı alınca uysalla- böylece bu örnekleri sfenksle burak arasını bağ-
şır, Hz. Peygamber de üzerine biner. lamaya yarayabilecek bir geçiş şekli olarak kabul
İslâm minyatür sanatında da burak tasvirlerinin etmektedir. Emel Esin ise, mi‘racnâmede mercan
önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Nitekim ge- renkli bir alaca at biçiminde çizilen burakın bu
rek mi‘racnâme minyatürlerinde gerekse tarih ve tasvirinin İç Asya kültürüne sahip Selçuklu sanat-
sîret türündeki kitaplarla konuya yer veren diğer kârlarının buluşu olması ihtimalini de göz önüne
mesnevilerin minyatürlü nüshalarında, hamseler- alarak, bugün daha isabetli ve kabul edilebilir gö-
de, hatta minyatür albümlerinde (murakka‘), ana rülen ikinci görüşü benimsemektedir.
hatları aynı olmakla birlikte farklı devirlerin deği- Burakın, edebî eserlerde kısa kuyruklu olduğu belir-
şik üslûpları yanında sanatçıların şahsî tasavvur tilmesine rağmen, her halde süslemeye uygun düş-
ve temayüllerinden doğan değerlendirmelerin de mesi sebebiyle bazı minyatürlerde kuyruğu uzun
akislerini taşıyan eserler ortaya konulmuştur. Öte ve kıvrımlı, bazılarında da bir tavus kuşu kuyruğu
yandan içinde yer aldığı kompozisyonlar değişik gibi rengârenk gösterilmiştir. Burakla doğrudan il-
olmakla birlikte bu eserlerin hemen hepsinde bu- gisi olmayan bir başka farklılık da burakın üstünde
rak genellikle edebî eserlerde rastlanan özellikle- resmedilen Hz. Peygamber’in, genellikle Osmanlı
riyle çizilip renklendirilmiştir. Ayrıca Sa‘lebî’den sanatkârlarının dışındaki sanatçıların çizdiği min-
(ö. 427/1035) beri bazı kaynaklarda tekrar edildi- yatürlerde peçesiz, Osmanlı devrinde yapılmış
ği üzere, örgülü saçları iki yanından sarkık dişi bir eserlerde ise peçeli olarak gösterilmesidir. Nitekim
melek şeklinde başında bir tac ile resmedilmiştir. İlhanlılar döneminde yaşayan ve mi‘racnâmesinin

220
Vadi-i Hamuşan
bazı resimleri günümüze kadar ulaşan ünlü ressam
Ahmed Mûsâ’nın çizdiği tasvirlerin hepsinde Hz.
Peygamber’in yüzü peçesizdir (Çağman – Tanındı,
s. 13, rs. 6, Behrâm Mirza Albümü’nden). Ayrıca
veya önünden geçmiş gibi göründüğü, güneş
sistemine ait sembollerle gösterilen on iki Ta-
kım Yıldızdan her biri.(1)(4) Zodyak (ekliptiğin
iki yanında, aşağı yukarı 10 derece genişliğinde,
B
Reşîdüddin’in Câmi’u’t-tevârîh’inde bulunan bir içinde Güneş’in ve gezegenlerin döndüğü bir
minyatürde Hz. Peygamber’in yüzü peçesiz olduğu gökkubbe kuşağıdır) üzerinde yer alan on iki
gibi burak da benzerlerinden çok farklı olarak iki Takım Yıldızdan her biri.(2)
elinde bir kitap (muhtemelen Kur’an) taşımaktadır b. İlm-i Nücum’da önemli bir yer tutan burç hâlâ
(Arnold, rs. LIII). halkın çoğunluğunun inandığı bir gayb ilmidir.(3)
Burakın yer aldığı kompozisyonları birkaç grupta (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
toplamak mümkündür. En yaygın olan şekil, bura- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kın altta, ön planda Kâbe’nin göründüğü bulutlar (3) Pala, İskender. a.g.e.
arasında üstünde Hz. Peygamber, yanında Cebrâil (4) DİA
ile Mekke’den ayrılışının tasviridir (örnek için bk.
Tanındı, rs. 16). İkinci tip resimler burakın bulutlar
Burgaç Hatun Türbesi-Tokat
ve melekler arasında Hz. Peygamber ve Cebrâil ile
yol alışını gösterir (Arnold, rs. LVIII). Üçüncü olarak (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 32
Mescid-i Aksâ’ya varışın resmedildiği minyatürlere
işaret edilebilir. Burada burakın yanında Hz. Pey- Burhaneddin Fakih Türbesi-Konya
gamber’in diğer peygamberlerle buluşması, onlara
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 20
namaz kıldırması daha ön plandadır (Behrâm Mir-
za Albümü, vr. 62ª). Bir başka grup ise Cebrâil’in
burakı bağlamasından sonra mi‘rac yolculuğuna de- Burhaneddin Muhakkık Tirmizi Haz.
vam edişinin resmedildiği kompozisyonlardır. Türbesi-Kayseri
Burak sadece minyatür sanatının çerçevesi için- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 143
de kalmayıp halk resimlerine de konu olmuştur.
Arnold’un belirttiğine göre Mısır köylülerinin ev- Burmalı Minare Camii Türbesi-Amasya
lerinde binicisiz burak resimleri hâlâ mevcuttur.
(1) Önkal Hakkı.1 “Selçuklu Devri Amasya Türbeleri.”
Ayrıca Hindistan’da da muharrem âyinlerinde ya-
Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi: An-
pılan yürüyüşler sırasında burak resimleri taşın- kara, s.185-240 (1980). s. 204
maktadır. Türkiye’de ise burakın hâtırasının halk
arasında canlılığını koruduğunun bir belirtisi de
Burmalı Minare Camii Ve Türbesi
kelimenin Türkçe’de bugün bile çok kullanılan bir
isim olmasıdır. Amasya’da XIII. yüzyıla ait olduğu kabul edilen
cami ve türbe.
Edebiyat ve minyatür sanatında böylesine geniş
yer bulan, zengin ve ilgi çekici özelliklere sahip bir Burmalı Minare Camii, kapısı üstünde bulunan ve
mahiyet kazanan burak motifinin bütün bu eser- oldukça girift bir hatla yazılmış olan kitâbesine
lerde, onları hayalce zenginleştiren, edebiyat ve göre Selçuklu Sultanı Keykubad oğlu Gıyâseddin
göz zevki yanında dinî duyguları okşayan, üzerin- II. Keyhusrev zamanında (1237-1246) onun emîr-
de sanat ve hüner gösterilen bir unsur veya konu lerinden Ferruh (veya Ferah) b. Selçuk tarafından
olma seviyesine yükseldiği söylenebilir.(1) yaptırılmıştır. İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın okuyuşuna
göre kitâbede ayrıca kardeşi hazinedar Yûsuf’un
(1) DİA; [BURAK - Mustafa Uzun] c. 06; s. 417-419
da adı vardır. Kitâbedeki “amere” kelimesini ta-
mir anlamında kabul eden bazı yazarlar, Burmalı
Burç Minare Camii’nin Ferruh Bey tarafından tamir
a. Güneşin, gök küre üzerinde bir yıl boyunca iz- ettirildiğini sanmışlardır. Halbuki bu kelime yeni
lediği düşünülen yörüngede yaklaşık 30˚lik yay yapılan, imar edilen her türlü eser için kullanılır.

221
Vadi-i Hamuşan
V. Cuinet’nin, bu caminin esasının Komnenos sahanlığının altındaki bir menfezdendir. Üst kat
sülâlesi devrine ait bir Bizans kilisesi olduğunu 1147’de (1734-35) kütüphane yapıldığına göre bu-
yazdığına dair Hüseyin Hüsâmeddin Bey’in ver- rada olması gereken sandukalar çok daha önceleri
diği bilgi yanlıştır. Adı geçen yazarın eserinde (La yok olmuştur. İçten kâgir bir kubbe ile örtülü üst
Turquie d’Asie, Paris 1892, I, 745) Burmalı Mi- katın üç cephesinde aynı hizada olmayan pencere-
nare Camii’ne hiçbir atıfta bulunulmadan sadece ler vardır. Bunlardan minareye bakan tarafta olanı
Amasya’da Komnenos sülâlesi devrine ait bir kili- diğerlerinden daha değişik şekilde bezenmiştir.
se kalıntısının bahsi geçer. Mukarnaslı nişin köşelerinde sütunçeler ve üstle-
Hüseyin Hüsâmeddin Bey’in bildirdiğine göre Fer- rinde rozetler işlendiği gibi iki yan yüzlere de çok
ruh Bey’in damadı İzzeddin Mehmed Pervâne Bey küçük mihrabiyeler oyulmuştur. Böylece burası
699’da (1299-1300) bir vakfiye tanzim ettirmiş- türbenin dışarı açılan kapısı karakterindedir. Fakat
tir. Yine onun bildirdiğine göre mütevellilik daha böyle bir kapıya ulaşmayı sağlaması gereken çift
sonra Müeyyedzâdeler’e geçmiş ve cami 999’da taraflı merdiven yoktur. Belki ilk tasarı sonra de-
(1590-91) zelzeleden zarar görmüş, 1011’de ğiştirildiğinden kapı pencereye dönüştürülmüştür.
(1602-1603) yanmış, ancak mütevelli Müeyye- Burasının bir hâcet penceresi olması halinde yine
dzâde Pîrî Çelebi mâbedi ihya ettirerek bir ahşap buraya erişebilmek için bir merdivene ihtiyaç var-
minare yaptırmıştır. Cami 1143’te (1730-31) tek- dı. Türbenin gövdesiyle külâh kısmını ayıran saçak
rar yandığında da Hacı Ahmed Efendi tarafından silmesinin altında mukarnaslı bir kuşak dolanır.
yeniden tamir ettirilerek taştan bir minare yaptı- Amasya’da Burmalı Minare Camii ve Türbesi,
rılmıştır. Bu tamirden az sonra 1147’de (1734-35) Anadolu’da Türk mimarisinin en erken ve değer-
Hıfzızâde Hacı Osman Fâik Efendi camiye bitişik li eserlerinden olup gerek inşa tarihi gerekse mi-
türbenin üst katını kütüphane haline getirmiş, marileri bakımından etraflı şekilde incelenerek
fakat sonraları buradaki kitaplar dağılmıştır.(…) birçok meselenin aydınlığa çıkarılması gereken
Türbe. Giriş cephesinin solunda cami duvarına bi- yapılardandır. Ayrıca eski bir fotoğrafta caminin
tişik olarak yapılmış ve üst katına harimden de ir- giriş cephesi önünde görülen tonozlu harabenin
tibatı olan türbe, Selçuklu mezar anıtları geleneği- mahiyeti ve cami ile münasebeti olup olmadığı da
nin bir örneğidir ve cami ile birlikte inşa edilmiştir. araştırılmalıdır.
Hüseyin Hüsâmeddin Bey’e göre burası Cümûdâr (1) DİA, [BURMALI MİNARE CAMİİ ve TÜRBESİ -
Türbesi olup Moğollar’dan Hülâgû Han’ın torunu Semavi Eyice] c. 06; s. 445
Cümûdâr b. Yeşmüt b. Hülâgû’ya aittir. Yanında
da Amasya Emîri Abuşkay İşboğanuyan yatmak-
Burkut Ata
tadır. Hüsameddin Bey, “kayıtlara göre” dediği bu
bilginin kaynağını göstermediğinden ne derece Türkmenistan’da yağmurun piri olduğu kabul
doğru olduğu bilinemez. Halbuki caminin hemen edilir. Bu pirin adı “Burkut Ata”dır. Yağmur duala-
bitişiğinde olduğuna göre bu türbede caminin esas rında Burkut Ata’nın adı vasıta edilerek, Allah’tan
kurucusu veya kurucularının yatması gerekir. Son- yağmur dilenir.(1)
raları tamamı Amasya Müzesi’ne kaldırılan mum- (1) Türk Toplulukların Halk İnançları II. , s. 44
yalanmış cesetlerin 1271’e (1854-55) doğru Fethi-
ye Camii’nden buraya getirildiği söylenmektedir.
Köşeleri üçgen şeklinde pahlı kare biçiminde olan Bursalı Ahmed Paşa Türbesi-Bursa
kaide üzerinde yükselen türbe muntazam işlen- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21
miş kesme taşlardan yapılmıştır. Gövde kısmı ise
sekizgen şeklinde olup üstü son tamirde piramit
Burûc Sûresi
biçiminde bir külâhla tamamlanmıştır. Altında ce-
nazeler için mumyalık veya cenazelik mahzeni bu- Kur’ân-ı Kerîm’in seksen beşinci sûresi.(…)
lunan türbenin üst katına cami içinden geçilir. Kare Sayısız galaksileriyle gökyüzü, yüce yaratanın
planlı ve beşik tonozlu mahzene iniş, üst katın giriş sonsuz kudretini ortaya koyan canlı ve kevnî bir

222
Vadi-i Hamuşan
alâmettir (âyet). Bu kudretin akıllara durgunluk
verecek boyutta dile geldiği yer olduğu için sûre
burçlarla dolu olan semaya yemin ile başlar; vaad
edilen kıyamet gününe, o günde her şeyi açık seçik
Çünkü Mutaffifîn sûresi, ölçüde ve tartıda olduğu
gibi yönetimde, adalet ve hukuk uygulamasında
da insanlar arasında ayırım yapanların acıklı son-
larını bildirir. İnşikāk sûresi de ebedî diriliş demek
B
görecek olanlara ve onların gözleri önünde cereyan olan vahyin önemini ve ona inananların kurtula-
edecek şeylere ant ile (âyet 1-3) giriş bölümünü ta- caklarını, kabul etmeyenlerin yanacaklarını haber
mamlar.(…) verir. Bu sûrede ise yalnız inkâr etmekle kalmayıp
Bundan sonraki âyetler, hiçbir suç işlemedik- inananlara kin duyan, zulüm ve haksızlık yapan,
leri halde yalnızca Allah’a inandıkları için as- üstelik yaptıklarından pişmanlık duymak yerine
hâbü’l-uhdûd tarafından kendilerine zulmedilen, bundan zevkalan din düşmanlarının durumu göz-
işkenceye uğrayan, ateşle dolu hendeklere atılıp ler önüne serilir(…)(1)
diri diri yakılan iman ehlinin hazin durumunu (1) DİA; [BURÛC SÛRESİ - Emin Işık] c. 06; s. 463
dile getirir. Ancak Allah bu işkence ve zulmü ya-
panların hepsine tevbe etmedikleri takdirde ha- Buruciye Medresesi Türbesi-Sivas
kettikleri cezayı verecektir. Allah, uğrunda sıkıntı
çekenlerin ise öcünü alacak ve onları cennetlerine (1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 47
koyacaktır. Asıl büyük ve ebedî kurtuluş da budur
(âyet 4-11). Sûrede bundan sonra Allah’ın üstün Burunsuz Baba Türbesi-Kosova
kudretine, küfürde ısrar edenlere karşı çetin ya- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 443
kalamasına ve onları ansızın kuşatacağına dikkat
çekilmiş, bunun yanında bağışlayıcı olduğu da
Bustan Buva Türbesi-Fergana
hatırlatılmış, güçlerine güvenip müminlere zul-
meden Firavun ve Semûd kavmi nasıl ayakta kala- (1) Bubur, Rüçhan. “Kazakistan’daki Türbe Cami Ör-
mayıp helâk olmuşsa onların izinden gidenleri de nekleri.” Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi s.11,
ss.127-144 (201). s. 142
aynı sonucun beklediğine işaret edilmiştir (âyet
12-18). Sûre inananlara müjde veren, kâfirleri de
kötü sonla tehdit eden âyetlerden sonra Kur’ân-ı Buyahya
Kerîm’in yüceliğini, ebedî ve değişmez özelliğini Azrail.(1)(2)
vurgulayan bir hükümle son bulur (âyet 19-22).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Sûrede müminleri ateş dolu hendeklere atıp ya- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kan ve sonra da onları seyrederek eğlenen zâlim
ve işkenceci ashâbü’l-uhdûddan söz edildiğine
göre ilk müslümanlara eza ve cefa eden Mekkeli Buyan
müşriklerin bunlar hakkında az çok bilgi sahibi a. Sevap, iyi amel, iyilik, erdem.(1)
oldukları ve bildikleri böyle bir misalle âyetlerin b. Kut, saâdet, mutluluk.(2)
kendilerini uyardığı anlaşılmaktadır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Burûc sûresi ilk bakışta Hz. Peygamber’i ve zulüm
gören müslümanları teselli için gelmiş gibi görü-
nüyorsa da maksadın yalnız ashâbü’l-uhdûd veya Buyruk
yalnız ilk müslümanlar olmadığı açıktır. Bâbil hü- a. Alevi inancının tezahürü olarak ortaya konulan
kümdarları ve Roma kralları gibi XX. yüzyılda da ve velayet, pire bağlanma, zikir, tövbe, muraka-
dünyanın birçok ülkesinde inananlara uygulanan be, tevazu, ilahi aşk, insan-ı kâmil, on iki imam,
baskı ve sindirme faaliyetleri göz önüne getiri- on dört masum, on yedi kemer-best, yol, edep,
lince sûrede kıyamete kadar gelip geçecek bütün erkân gibi konuları ihtiva eden eserlere verilen
inananların ortak kaderine işaret edildiği anlaşı- ad.(1) Alevi-Bektaşi büyüklerinin vecize ve ata-
lır. Bu bakımdan Burûc sûresi, kendisinden önceki sözü değerindeki sözleri ve bu sözlerin derlen-
Mutaffifîn ve İnşikāk sûrelerinin devamı gibidir. mesinden oluşurlar.(3)(4)

223
Vadi-i Hamuşan
b. Buyrulan, emredilen şey, emir, hüküm.(2) Bülbül, Süleyman
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. 100. Yıl Ü. Ktp./Tasnif No: 291/Ark/Ms/B87v
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Van Gölü Havzası Türk Mimarisinde Figürlü Bezeme,
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 1995 100. Yıl Ü. Sos. Bil Enst. Arkeoloji Ve Sanat Tari-
(4) Albayrak, Nurettin. a.g.e. hi Abd, Basılmamış Y. Lisans Tezi, 11s., Res., 27cm,
1995, Van 57

Buzan İmamzade Kerrar Türbesi-İran (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 176


Bünyamin Ayaşi Türbesi-Ankara
(1) DİA, Cilt. 6 s. 491,
Buzla
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 105,
Bağırarak ağlamak.(1) (3) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21
(1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78
Büreyde B. Husayb Türbesi-Türkmenistan
Buzlaş (1) DİA, Cilt. 41, s. 606
Birlikte bağırarak ağlamak.(1)
(1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78 Büruciye Türbesi-Sivas
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21
Buzlat
Ağlatmak, feryat ettirmek, bağırtmak.(1) Büyü
(1) Ergönenç Akbaba, Dilek. a.g.e. s. 78 a. İnsan ve tabiatla ilgili olarak, bir takım olağa-
nüstü, gizli güçlerle doğaüstü varlıkların yardı-
mıyla -bağ kurarak- ya da doğada bulunan gizli
Bülbülderesi Mezarlığı
güçlere söz geçirmek yoluyla, istenen sonucu
Üsküdar’da çarşı içindeki Selman Ağa Camii’nden elde edecek şekilde, insan geleceği üzerinde za-
Bağlarbaşı’na giden yolun ilk bölümü olan Selma- rarlı, yararlı veya koruma amaçlı etkiler yapma,
nıpak Caddesi’nin Cumhuriyet Caddesi adıyla de- yönlendirmede bulunma gibi işlerin bütünü;
vam ettiği mahal, Bülbülderesi diye bilinir. sihir, afsun, efsun, tılsım, gözbağı.(1)(2)(3)(5)
Buradaki Bülbülderesi Mescidi, Bülbülderesi Me- b. Tabiatüstü güçler yardımıyla tabiatı etkileyerek
zarlığı (Selanikliler Mezarlığı), Yeni-bülbül Soka- olağanüstü sonuçlar elde etme esasına dayanan
ğı, gibi sözcükler semtin adından gelmektedir. faaliyetler için kullanılan bir terim.(4)
Cumhuriyet Caddesi’nin de adı eskiden Bülbülde- c. Sihir, ilme fenne uymayan gizli sebepler kulla-
resi-Bağlarbaşı yolu idi. narak garip işler yapmayı sağlayan ilim.(6)
Yolun izlediği dereboyu, mezarlığın bulunduğu
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yamaç, onun üst kısmını oluşturan ve önceleri
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Değhamamı denilen tepe bir zamanlar bülbüller-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
le dolu olduğundan Bülbülderesi diye adlandırıl-
(4) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502
mıştır.(1)
(5) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 4;
(1) DBİA (6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.

Bülbül Hatun Türbesi-Bursa Büyü Çeşitleri


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21, 1. Ak Büyü (koruyucu büyü). Genel olarak ferdin
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 95 veya toplumun iyiliği için yapılan büyüdür. Ku-

224
Vadi-i Hamuşan
raklık, yaralanma, mal ve mülkün zarara uğrama-
sı, hastalık gibi felâketlere karşı, ayrıca çocuklara
ve lohusa kadınlara zarar veren şeylere çare bul-
mak veya bunları önlemek için yapılan koruyucu
çası, bir tırnak ucu, kopartılan bir iplik parçası gibi
şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsü genellikle
kişinin iyiliği için yapılmaktaysa da bazan bir kö-
tülüğü uzaklaştırmak veya zarar vermek için de
B
büyü de ak büyü sayılır. Bu büyüde dinden ve din buna başvurulabilmektedir.
adamından, dualardan ve dinî metinlerden fayda- 6. Taklit Büyüsü. Pek çok yerde uygulanmakta-
lanılır. Tekniği kısmen büyünün taklit ve temas dır. Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını et-
tarzlarıdır. kileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme
2. Kara Büyü. Ak büyünün aksine birine kötülük esasına dayanır. Bu büyünün temeli, Frazer’in
yapmak, zarar vermek gayesiyle yapılır. Kişileri benzerin benzeri meydana getirdiği şeklindeki il-
birbirinden ayırmak, evlilerin boşanmasını sağ- kesine dayanır. Aynı zamanda analoji büyüsü, ho-
lamak, cinsî kudreti önlemek, hasta etmek, sakat meopatik büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem
bırakmak, hatta öldürmek gibi kötü istekler kara de kötü gayeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde
büyünün gayeleri içindedir. Bütün bu istekler dinî çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin
ilkelere aykırı olduğu halde kara büyü yapanlar de ufak taşlarla bir ev yapmaları benzerin benzer
bile bile bazı kutsal değerleri, nesneleri, metinleri şeyler meydana getirebileceği inancından kaynak-
araç olarak kullanırlar. Uygulama tekniği genellik- lanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil
le taklit ve temas yoluyladır. dallarla donatılıp başından su dökülmesi de (Bal-
kanlar’da) bir taklit büyüsüdür. Bu büyü çeşidinde
3. Aktif Büyü. Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını
dualar ve okumalar ikinci planda kalır. Gerek tak-
yönetim ve denetimi altına alarak güçlü iradesiy-
lit gerekse temas büyüsü, birbirlerinden uzak şey-
le onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia eder,
lerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkiledikleri-
kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu tel-
ni, bir çeşit gizli ve görünmez vasıta ile uyarmanın
kin eder; özel bazı sözleri, tekerlemeleri, dua veya
birinden ötekine geçebildiğini ifade etmek üzere
bedduaları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir
“sempatik büyü” şeklinde de adlandırılır.
durum meydana getirmek ister. Meselâ Güney Af-
rika’da yaşayan Zulu kabilesi mensupları, kızgın Büyü hakkında değişik açılardan daha başka tas-
kömür üzerine su dökülmesiyle yapılan büyünün nifler de yapılmıştır. Meselâ Frazer’e göre temas
fırtınayı önlediğine inanırlar. Kötü ve zararlı olay- ve taklit büyüsü sempatik büyünün iki dalıdır.
ları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların Frazer büyüyü nazarî ve pratik olarak ikiye ayı-
rır, nazarî büyüye “sahte bilim”, pratik büyüye
zararlarından kaçınmak için bu büyüye başvurulur.
de “sahte sanat” der. Pratik büyüyüayrıca olum-
4. Pasif Büyü. Genellikle savunma ve korunma
lu, olumsuz diye ikiye ayırır. Arnold van Gennep
için yapılır. Kutsal yazı, bıçak, makas, mavi bon- büyü işlemlerini sempatik-sirayet edici, dolay-
cuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak bü- lı-dolaysız, olumlu-olumsuz şeklinde altı kısımda
yücülerin bazı faaliyetleriyle gebe ve lohusaların mütalaa eder. Malinowski ve takipçileri ise büyü
zararlı etkilere karşı korunması bu büyü içinde işlemlerini koruyucu, yapıcı ve yıkıcı olarak üç bö-
kabul edilir. Büyücü bu maksatla o kişinin muska lümde ele alırlar. Yapıcı büyü av, tarım gibi eme-
ve uğurluklar gibi okunmuş veya hazırlanmış bazı ğin verimi için yapılan büyüdür. Trobriandlılar
şeyleri taşımasını ister. açık denizde avlanırken büyü yaparak güvenlik
5. Temas Büyüsü. En çok yapılan büyü şekillerin- ararlar. Yıkıcı büyü kara büyüdür, zarar vermeye
dendir. Frazer, birbiriyle ilişkisi bulunan şeylerin dayanır. Koruyucu büyü ise tehlikeleri önleme,
fizikî temas olmasa bile birbirlerini etkileyecekle- hastalıkları iyileştirme gibi gayelerle yapılır.(1)
rini belirtir. Ona göre büyü ile ilgili gücün temas- (1) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502
la, yakınlıkla bir başkasına geçtiğine inanılmıştır.
Temas büyüsünde temas esas olduğundan par-
ça-bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından Büyü Düşüncesi
alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez par- Tabiatüstü güçler yardımıyla tabiatı etkileyerek

225
Vadi-i Hamuşan
olağan üstü sonuçlar elde etme esasına dayanan Kur’ân-ı Kerîm’de geçen sihir kelimesi büyü an-
faaliyetler için kullanılan bir terim. lamını da taşımakla birlikte sihir büyüden daha
Eski Türk dilinde büyü bügi, bügü şeklinde ya- geniş kapsamlıdır; büyü ile sihrin bazı şekilleri
zılmakta ve “sihirbaz, din adamı” anlamına gel- arasında farklar vardır. Öte yandan Türkçe’de
mekteydi. Daha sonra “akıllı” anlamını kazanan büyücü ile sihirbaz aynı anlama gelmemektedir.
kelime bilge ile anlamdaş olmuş gözükmektedir Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık,
(bk. Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 428; III, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir sa-
228). Büyü anlamına gelen Almanca ve Fransızca natı yürütme anlamı da vardır. İllüzyonizm, man-
magie, İngilizce magi, magic (bk. spell, incantati- yetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan
on, sorcery, charm) kelimelerinin aslının Yunanca sihirbazdır. Büyücü ise iyi veya kötü varlıkların
magostan geldiği bilinmektedir. Pehlevî dilinde yardımını sağlayan, büyü tekniğini, usullerini, tıl-
(eski Farsça) büyü magu kelimesiyle karşılanmak- sımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları,
ta, eski İran’da tabiat üstü güçleri kullanabildiğine diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan kimsedir.
inanılan Med kabilesi mensubu rahipler sınıfına Cadılar ve kâhinler büyücülerle karıştırılırsa da as-
da maguş denilmekteydi. lında onlarınki bir teknik değil şahsî kabiliyettir.(1)
İslâm kaynaklarında mecûs, mecûsî şeklinde ge- (1) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502
çen kelimelerin, tabiattaki bazı varlık ve olayla-
rı yönettiği, gaipten haber verdiği, büyücülükle
Büyü Tarihi
bazı işleri gerçekleştirdiği kabul edilen bu sınıf
için kullanıldığı söylenebilir. Bütün bunlar göz Büyü, Paleolitik devrede bile örnekleri bulunan çok
önünde tutularak büyü, “tabiat üstü gizli güçler- eski bir uygulamadır. “Benzer benzeri meydana
le ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler getirir” şeklindeki büyüsel anlayışla çizilmiş kargı
bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kulla- saplı hayvan resimlerinin çok eski tarihli mağara
nılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı duvarlarında tesbit edilmesi bunu göstermektedir.
sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde Ayrıca o dönemlerden kalma, mumya gibi bir balçık
tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması türünün koruduğu cesetlerin kırmızı boya ile kap-
ve ahlâkî amaç taşımaması büyünün en temel landığı görülmekte, benzer benzeri meydana geti-
özellikleridir; başlıca gayesi ise daima çıkar sağ- rir inanışına uygun olarak kana benzeyen kırmızı
lamaktır. Büyünün asıl amacı insana ve olaylara rengin ölü için bir hayat özü şeklinde düşünüldüğü,
etki ederek bol ve çok avlama, balık tutma, hay- böylece kırmızıya boyanarak büyülenmiş cesedin
van yetiştirme, düşmanı yenme, zarara uğrat- yeniden dirileceğine inanıldığı sanılmaktadır.
ma veya öldürme, çocuk, ürün ve mal çoğaltma, Eski Mezopotamya ve Mısır’dan kalma, tılsımlı söz-
kadın elde etme, hastalıktan kurtulma, kısacası ler ve büyü formülleri ihtiva eden çok sayıda metin
bitkileri, hayvanları, insanları, tabiat olaylarını günümüze kadar gelmiştir. Onların törenlerinin
ve güçlerini kontrol ederek şu veya bu kişi yahut çoğu büyü ile ilgiliydi. Milâttan sonra I-IV. yüzyıl-
kişilere iyilik ya da kötülük etmek suretiyle bir lara ait Yunan ve Mısır papirüslerinde hayvanlar
menfaat sağlamadır. Büyü, olağanüstü etkileyici ve insanlarla ilgili büyü formülleri, büyü törenleri,
bir güç veya bilgiye sahip olduğuna inanılan bazı büyünün tutması için gerekli görülen temizlenme
insanlara yaptırılır. Bunlar büyücü, şaman, sihir- usullerini içinde bulunduran büyü örnekleri çoktur.
baz, hekim gibi toplumlara göre adları değişen Mezopotamya bölgesinde rahipler aynı zamanda
kimselerdir. Bunların güçlerini iyiye de kötüye de büyü ile ilgili törenleri yürütmekte idiler. Akkadlar,
kullanabileceklerine inanılır. Büyüde araç olarak Bâbilliler ve Asurlular’da kötü cinlerden korunmak
ruhlar, cinler, şeytanlar, canlı veya ölmüş bazı için muskalar kullanılmaktaydı. Özellikle Bâbilli-
hayvanlar, cisimler, şekiller, hatta adlar kullanı- ler’de toplum hayatı büyü üzerine kurulmuştu. Sa-
lır. Tarih boyunca büyüye başvurulduğu gibi gü- nat, ticaret, savaş, din, av vb. faaliyetler hep büyü
nümüzde de en gelişmiş toplumlarda bile büyü ile iç içe idi. Eski Mısırlılar büyü yoluyla hayat ve
yapanlara ilgi duyanlar vardır. ölümü etkileyebileceklerini, tabiat güçlerini dene-

226
Vadi-i Hamuşan
timleri altına alabileceklerini sanıyorlardı (aktif
büyü). Mısır tanrıları aldatılabilir, zorlanabilir, ita-
at altına alınabilirdi. Bu yüzden Mısırlılar büyüsel
jestler ve tanrıları kendi isteklerine uydurabilecek
deliler’in büyülerinden etkilenmiş olan eski Roma
büyücülerin merkezi haline gelmişti. İmparatorlar
sık sık bunlara başvuruyorlardı.
Eski İran’da dinle büyü, başka hiçbir yerde görül-
B
âyinlerle büyücülerin ölülere iyi davranmayan tan- memiş ölçüde birbirine karıştırılmıştı. Gatha’lar-
rılara ceza verebileceğine inanıyorlardı. dan da anlaşıldığı gibi Zerdüşt sadece tevhidi
Eski Çin’de büyü taoizmle özdeşleşmişti. Kon- yerleştirmekle kalmadı, aynı zamanda başta büyü
füçyüsçülük genelde büyüye karşı çıkınca eski olmak üzere bâtıl inançlarla da mücadele etti. Son-
büyücülerin işlerini taoist veya Budist rahipler raki Avesta bölümlerinde bile büyücüler ve cadılar
sürdürdüler. Çin’de büyü insanı hayatta ve ölüm lânetlenmişse de zamanla oluşan yeni dinî yapıda
ötesinde güçlendirmeyi ve böylece ruhları hatta Zerdüşt’ten kalan telkinlerle halkın sürdürdüğü ve
tanrıları bile kontrol altına almayı gaye edinmişti. içinde büyü ile ilgili elemanların da yoğun olarak
Bu yüzden büyü hayatı sarmış, halk dinini istilâ et- yer aldığı inançlar bir araya geldi ve daha sonraki
miş, halk kültürü büyüsel temalar ve ruhlarla ilgili safhada müslümanların Mecûsî diye adlandırdı-
alışılmışın üstündeki maceralarla dolup taşmıştı. ğı dinî sentez ortaya çıktı. İyiliğin kötülüğe galip
Eski Japonlar’da çeşitli büyü uygulamaları görül- gelmesi şeklindeki aslî gayeye uygun olarak iyi cin
mekle birlikte şinto âyinlerinde büyü ile tanrıla- ve ruhların yardımıyla kötü cin ve ruhların zararlı
ra isteklerini sunan büyücü rahiplerin büyüsel etkileri giderilmek ve büyücülerin kötülükleri ön-
formülleri ve afsunlarına yer veren dualara pek lenmek istendi. Zerdüşt devrinin melekleri ateş,
rastlanmaz. Ancak zühd hayatı yaşayan kimse- sığır ve yer cinlerine, kurban büyü âyinine, dualar
ler büyü, cincilik ve gizli bilimlerle uğraşırlardı. da afsunlara dönüştü. Hastalıklardan, kötü varlık-
Japonya’ya Budizm girdikten sonra bu eski uy- lardan kurtulmak için afsunlar, büyüler yapıldı (ak
gulamalar gelişmiş Budist gizli bilimciliğiyle kay- büyü). Airyaman adlı eski İran sağlık tanrısına baş-
naştırıldı. Konfüçyüsçü telkinler Japonya’da bü- vurularak Angra Mainyu tarafından yaratıldığına
yücülüğü bir ölçüde engellediyse de şimdiki şinto inanılan 99.999 hastalığa çare bulunmaya çalışıldı.
mezhepleri hastalıkların tedavisinde büyü, keha- Airyaman şimdiki Parsîlik’te göğün “izad”ı olarak
net ve cinciliğe hâlâ büyük önem vermektedir. devam etmektedir. Ancak onun iyileştirici gücü
Hinduizm’de büyücülük geniş yer tutar. Veda- Feridun’a verilmiştir. Eski İran’da ateş kültünde
lar’da büyü ile ilgili olanla olmayanı ayırmak zor- de büyünün yeri vardır. Parsîler’le Hindistan’da ve
dur. Sonraki Vedik devrede büyüye ilginin daha da İran’da bulunan çok az sayıdaki Mecûsî bakiyesi
arttığı göze çarpar. Hindistan’da tıp uygulamala- (Ceberler) hâlâ büyüsel âyinler icra ederler.
rı büyü ile yakından ilgiliydi. Zengin olsun fakir Ken‘ânîler’de büyü ile ilgili materyal Sumer-Ak-
olsun herkes, adak adayarak hastalıktan kurtul- kad geleneği kadar çok değildir. Bununla beraber
maktan büyüsel-yarı büyüsel uygulamalara kadar Eski Ahid kayıtlarından Ken‘ânîler’in büyüleri
birçok büyü çeşidine ilgi duyardı. hakkında bilgi edinilebilmektedir. Ayrıca Ugarit
Eski Yunan’da Hekata sırlı bir kişiliğe sahip olma- metinleri milâttan önce 2000 yıllarındaki büyü-
sı yanında büyü ilâhesi olarak da benimsenmişti. cüler ve yaptıkları hakkında bilgi vermektedir.(1)
Şehirlerde büyücüden geçilmezdi. Bütün eski Yu-
(1) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502
nan filozofları büyüye inandılar; hatta içlerinde
Porphyrius gibi kendini büyüye hasredenler de
oldu. Büyücüler Pisagor’un rakamlarından fayda- Büyü Tarihi - Türk
lanarak sayıları büyülü daireler içinde kullandılar. Çeşitli Türk kavimlerinde büyü, kehanet, falcılık,
Pisagorcular büyü nazariyeleri yanında büyü uy- cincilik vardı. Şamanlarda kam kelimesiyle ifade
gulaması da yaptılar. edilirdi. Kam ruhlar, tanrılar ve cinlerle ilişki ku-
Romalılar büyüyü boş ve anlamsız, büyücüleri hi- rabildiğine inanılan kimse idi. O afsun (arvaş) ve
lekâr ve yalancı saymakla beraber onlarda da bü- büyü yapar, afsunlu sözler söyler, kâhinlik (ırk)
yücülük geniş çapta yer almıştı. Mısırlılar’la Kal- yoluyla insanın içinden geçenleri bilir, gaipten

227
Vadi-i Hamuşan
haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedavi Uygurlar’ın dinî kitaplarında da tılsım şekillerine
ederdi; anlaşılmayan afsunlu sözler söyler, üfü- rastlanmıştır. Budist Türkler’in dinî eserlerinde
rür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen “tılsım-muska” anlamına gelen vu kelimesi Çin-
varlıklarla ilişkiye girerdi. Kam ve üfürükçüye (af- ce’dir. Bu kelimeyi onlara Çinli Budist rahipler öğ-
suncu, arbağçı) ürüng denilen bir ücret verilirdi. retmişlerdir. Türkler müslüman olduktan sonra
Eski Türkler’de çocuklar cinlere ve göz değmesine vu yerine bitig (yazı) kelimesini kullanmışlardır.
karşı ilâçla afsunlanırdı. Yine göz değmesine karşı X. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halin-
bağ, bostan ve bahçelere korkuluk (abakı) ve na- de Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra da İs-
zarlık (kösgük) dikilirdi. lâm’ın şiddetle yasaklamasına rağmen büyü-sihir,
Cin çarpan kimsenin yüzüne soğuk su serpilir, İslâm’dan önceki devreden kalan âdetlerle, ayrıca
sonra “kovuç kovuç” (kaç kaç) denilerek üzerlik eski İran, Mezopotamya, Mısır ve nihayet Ana-
ve öd ağacıyla tütsülenirdi. “Kovuz” (Oğuzlar’da dolu kültürlerindeki katkılarla günümüze kadar
“kovuç”) cin çarpmasına karşı afsun, üfürük ola- varlığını sürdürebilmiştir. Türkler’in müslüman
rak söylenirdi. Yel “cin”, yelvi “büyü”, yelviçin olmaları sırasında bu geniş âlemin kamları, Budist
“büyücü” anlamında kullanılırdı. Orta Asya Türk ve Maniheist rahipleri yeni dinin yayılmasını önle-
lehçelerinde arbağ da (Kıpçaklar’da arbav) “büyü” yemeyince eski geleneklerini yaşatmak ve meslekî
anlamına gelirdi. çıkarlarını korumak için kendi hurafelerini başka
Yılanı ininden çıkarmak yahut zehrini gidermek milletlerden öğrendikleri âdet ve inançlarla bir-
için yılan afsunu okunurdu. Dudaklardaki uçuk leştirip bunlara biraz da dinî bir görüntü vererek
kötü bir ruhtan bilinir, özel bir törenle afsunlana- cincilik, üfürükçülük, muskacılık ve afsunculuğa
rak tedavi edilir, buna uçuklama, tedavi edene de yeni bir şekil kazandırmışlardır. Yûsuf Has Hâcib
uçukçu denirdi. tarafından XI. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış
olan Kutadgu Bilig’de kamlar otacı denen hekim-
Havayı etkileyerek yağmur, kar ve dolu yağdır-
lerle birlikte anılmış, her derdin bir dermanı ve iyi
makta kullanılan afsunlanmış taşa yada, cada ve
edecek kamı bulunduğu belirtilmiştir. Yûsuf Has
yat gibi isimler verilmiştir. Kâşgarlı Mahmud yatı
Hâcib, “muazzim”lerin (üfürükçü ve muskacılar)
“taşlarla yağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan
okuyup üfleyen, muska yazan kimseler olarak yel
büyücülük” şeklinde tarif eder (Dîvânü luga-
(cin) ve şeytan hastalıklarını tedavi ettiklerinden,
ti’t-Türk Tercümesi, I, 159).
“afsuncular” ve “emçiler”in oluşturduğu sınıfın
Eski Türkler atın boynuna nazarlık olarak mon- toplumdaki ruhî, cinnî hastalıkların iyileştirilme-
cuk denilen bir taş ve bir çeşit muska (Kazak ve sinde gerekli görüldüğünden bahseder. Ancak af-
Kırgızlar’da “tumar”) takarlardı.
suncularla hekimlerin arasındaki münasebeti şöyle
Başkırtlar hastalığı tedavi etmek veya korkuyu belirtir: “Otacı onamas muazzim sözin/Muazzim
yatıştırmak için kurşun eriterek hastanın başın- otacıga evrer yüzin//Ol aymış otuğ yese iğke yarar/
da bulunan kap içindeki suya döker ve bu sudan Bu aymış bitig tutsa yekler ırar” (Hekim üfürük-
hastaya içirirlerdi. Kurşun döken kadın kurşunun çünün sözünü beğenmez. Üfürükçü hekimden yü-
suda aldığı şekle bakarak hastalığın sebebini söy- zünü çevirir. O, ilâç yerse hastaya iyi gelir, demiş.
lerdi; sudan alınan kurşun hastanın elbisesinin Bu, muska bulundursa şeytanlar ırak olur, demiş).
göğsüne muska olarak dikilirdi. Böylece eski kam ve rahip geleneğini yürütenlerin
İslâm’dan önceki Türk boylarında her türlü belâ artık “muazzim” adını aldıkları, eski afsun gelene-
ve âfetlere karşı koruyucu etkisine inanılan mus- ğine dinî İslâmî bir veche vermek niyetiyle Kâbe,
ka-tılsım âdeti yaygındı. levh-i mahfûz, arş, kürsî, zemzem vb. terimleri,
VIII-XIV. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, Kur’an’dan bazı âyet ve sûreleri büyü unsuru veya
aralarında Budist ve Maniheist Türkler’in de ya- malzemesi olarak kullandıkları görülmektedir.
şadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda tıl- Doğu Türkistan azâimcileri, mesleklerinin Hz.
sım-muskalar (üzerinde afsun formülleri yazılı Fâtıma’ya dayandığını ispat etmek için Risâle-i
levhalar, tahta materyal) bulunmuştur. Budist Perîhân’ı yazmışlardır.

228
Vadi-i Hamuşan
Aslında Mezopotamya, İran ve Mısır büyü gele-
neklerinin karışımı olan bu telakki, Anadolu’da
eski putperest dinlerin ve Hıristiyanlığın da dahil
olduğu kültür etkileriyle daha çok çeşitlendi.
yu hafifletmek vb. gayeler için tılsım, afsun ve
âyetlerden gülsuyu, safran, misk, karanfil tozu,
koyun barsağına kadar çeşitli büyü elemanlarına
yer verilmiştir.
B
Bütün bu gelişmelerin ortaya çıkardığı kitap ve Halen Türkiye’nin çeşitli yörelerinde değişik uy-
risâlelerde düşmanı öldürmek, malını mülkünü yok gulamalar içinde büyü geleneği varlığını sürdür-
etmek, servet ele geçirmek, birinin gönlünü çalmak, mektedir. Hunlar’dan günümüz Türk toplumları-
sevdirmek, soğutmak, ayırmak, ara bozmak; sidikliği, na kadar uzun bir gelişme çizgisi takip eden büyü
cinsî gücü, dili, uykuyu bağlamak, sevilmeyen kimse- bugün Türkiye’de genellikle kötü niyetle yapıl-
nin başına cinleri musallat etmek, ağır hastalıklara maktadır. Karı koca veya başka kişilerin arasını
düşürmek gibi kara büyü; çocuk sahibi olmak, hırsızı açmak, insanın bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtı-
yakalamak, kaçanın geri gelmesini sağlamak, bol ürün nı, cinsî gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak,
almak, yolculukta sıkıntı ve belâ ile karşılaşmamak uyutmamak, malına, canına, hayvanına zarar
gibi maksatlarla yapılan ak büyüden temas ve tak- vermek, kız kaçırmak, kız veya erkeklerin bahtını
lit büyülerine, nazar ve tabii âfetlerden korunmak bağlamak, kadının gönlünü çalmak gibi kötü ni-
için yapılanlardan muska, tılsım, afsunlara kadar yetli kara büyü yanında kişinin kendisini, ailesini,
çok çeşitli uygulamalar bulunmaktaydı. Bu çeşit mal mülkünü koruma gayesine yönelik ak büyü
eserlerin en meşhuru Şemsü’l-ma’ârifi’l-kübrâ idi. örnekleri de görülmektedir.
Yazarı XIV. yüzyılda yaşamış Ahmed b. Ali el-Bûnî Taklit ve temas büyüsü örnekleri de vardır. İçinde
olan bu Arapça eserde 400’e yakın tılsım şekille- tılsımlı yazılar, şekiller, âyetler, dualar bulunan
ri ve binlerce afsun vardır. Bu kitapta melek, cin, muskalar muhabbet ve şifa maksadıyla, düşman-
ifrit isimleri diye verilenler (hımtıhılgıyail, hım- lık, cin, hasım ve benzerinden korunmak için mus-
tıyail, similhiyail... hışıtışalkikuş, keşikşeliğuş, kacılara yazdırılır. Karı-koca, baba-oğul, gelin-kay-
bıhelhelşıtuş... gibi) ve afsunlar (beheltif seltığ nana, iki kardeş vb. arasını açmak için yazdırılan
azmatun atvan hekeş bukaş hiyuruş behliyur alar- muskaların birçok çeşidi vardır. Büyü türlerine ve
kiyaz..., muhabbet afsunu) cahil halkı inandırmak çeşitli yörelere göre değişen büyü maddelerinden
ve korkutmak için hiçbir dilde bulunmayan saçma en çok kullanılanları başta muska olmak üzere saç,
sapan anlamsız sözlerdi. Eski Mısır büyü gelene- elbise parçası, tırnak, sabun, iğne, resim, ip, tesbih,
ğinden kalma bu afsunlara itimat telkin etmek için çakı, kilit, düğme, at nalı, kazık, demirci örsü, kurşun,
Kur’an’dan âyetler, esmâ-i hüsnâ, çeşitli dualar vb. demir, bakır vb. maden parçası, toprak, yumurta,
dinî metinler de karıştırılmıştı. Müellif Bûnî Ceza- koyun işkembesi, horoz kanı, sıpa dili, bal mumudur.
yirli olduğundan İspanya yahudilerinin, “kabala” Bu tür büyülenmiş nesnelerin saklanıldığı veya ko-
denilen ve hem hıristiyanları hem de müslüman- nulduğu yerler arasında boyun, koltuk altı, cep, ya-
ları etkileyen mistik rakamsal sistemlerinden et- tak veya yastık altı, kapı eşiği, ocak arkası, merdi-
kilendiği anlaşılmaktadır. Bunu, sonu hep “il” ile ven dibi, kör kuyu, mezar gibi yerler sayılabilir.(1)
biten adlar da doğrulamaktadır. Böylece eski Mısır
(1) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502
tılsımlı sözleri, eski Yunan Pisagor rakamları ya-
hudi geleneğinde, özellikle kabalada birleşmiş ve
Bûnî yoluyla İslâm dünyasına girmiştir. Büyü Telakkileri
Bir diğer eser de yazarı Süleyman el-Hüseynî Din ile büyü arasında benzerlik bulanlara karşı şu
olan Kenzü’l-havâs Keyfiyyet-i Celb ve Teshîr adlı görüşler ileri sürülmüştür: Din her şeye gücü yeten
Türkçe kitaptır. Aslında Ahmed el-Bûnî’nin Şem- bir varlığa, büyü ise tabiattaki bir güce yönelmektir.
sü’l-ma’ârifi’l-kübrâ’sının Türkçe’ye çevirisinden Dinin bir cemaati, büyücünün ise sadece müşterisi
ibaret olan bu eser, katılan dualar ve diğer ilâve- vardır. Dinde günah anlayışı varken büyüde yoktur.
lerle aslının iki misline çıkmıştır. Eserde hırsızı Dinde açıklık, büyüde kapalılık ve gizlilik, dinde ita-
bulmak, kısmeti bağlı kızların kısmetini açmak, at, bağlanma, büyüde muvakkat bir menfaat hesabı
çiçek hastalığını önlemek, uyku bağlamak, uyku- vardır. Dindeki dua, ibadet, ahlâk, dayanışma, bir-

229
Vadi-i Hamuşan
lik gibi temel unsurlar büyüde yoktur. Büyüde dinî uğraşanlar. Bu büyücü listesi, bazan benzer
uygulamalardaki mânevî, ruhanî özden, derunî ina- terimler kullanılarak yahudi kutsal kitabında
nıştan çok dış unsurlar, katı şartlar, maddî araçlar ufak farklılıklarla defalarca geçer (bk. II. Kral-
ön plandadır. Büyü ilâhî otorite ve ahlâkî kuralların lar, 21/6; II. Tarihler, 33/6; Mika, 5/11; krş.
dışındadır. Büyü, inanışa göre, Tanrı veya tanrıla- Yeremya, 27/9). İçinde kralların da yer aldığı
rın kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları büyü ile ilgili uygulamalar oldukça çoktur. İs-
zorlayarak bir gayeyi gerçekleştirmek iddiasında- râiloğulları’nın ilk kralı Saul cincileri ve bakı-
dır. Halbuki dinde Tanrı’ya itaat etmek, O’nun hoş- cıları ülkeden kovmuşken Filistîler karşısında
nutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza zayıf düşünce bir cinci kadın buldurdu ve onun
veya mükâfatına göre tavır almak söz konusudur. vasıtasıyla ölmüş Samuel’le görüştü (I. Samuel,
Büyünün temel gayesi menfaat temini olduğundan 28/3, 7 vd.). Kral Yoram’ın annesinin afsuncu-
yerine göre dince kutsal sayılan şeyleri de kendi ga- luğu (II. Krallar, 9/22), Manasse’nin oğullarını
yesi için kullanarak dini istismar edebilir. Büyüde ateşten geçirmesi, müneccimlik, sihirbazlık,
şahsî, dinde hem şahsî hem de içtimaî gaye söz ko- afsunculuk etmesi ve cinciler, bakıcılar kul-
nusudur. Dinin devamlılığına karşılık kişinin bilgi, lanması (II. Krallar, 33/6) gibi daha başka ör-
yetenek ve imkânı bitince veya gayesini gerçekleş- nekler de vardır. Halk da falcıları, afsuncuları,
tirince büyü olayı sona erer.(…) müneccimleri, sahte peygamberleri dinliyordu
A) Yahudilik. Yahudi kutsal kitabında büyü için (Yeremya, 27/9; Hezekiel, 13/18-20).
kullanılan en yaygın kelime kshp kökünden ge- Bâbil ve Mısır’daki kadar çeşitleri ve usta uygulayı-
lir. Akkadca’da bu kök kara büyüye delâlet eder; cıları bulunmasa da yahudi kutsal kitabındaki şid-
İbrânîce’de ise ak büyü ile kara büyü arasındaki detli yasaklamalardan anlaşılmaktadır ki yahudi
ayırım kesin değildir. Ancak mekhaşefah kelime- dini büyüsel kavramların etkileri altındaki bir kül-
sinin özel olarak kara büyü için kullanıldığı söyle- tür çevresinde gelişti. Aslında yahudi dinine göre
nebilir. Bununla beraber bu İbrânîce kelime Bâbilli büyünün etkisine inanma, Tanrı iradesinin beşerî
büyücülerin bütün yaptıklarını, meselâ ölülerin maksatlara alet olması anlamına geleceğinden, tek
ruhlarını çağırmayı ifade etmez. Diğer bir kelime bir Tanrı’nın dünyayı idare etmesi inancına ters
de aşaftır (büyücü). Aşafim (Daniel, 2/2) mekha- düşer. Bu sebeple yahudi kutsal kitabında, “Af-
şefim (büyücüler, afsuncular) ile birlikte kullanıl- suncu kadını yaşatmayacaksın” denilmiştir (Çıkış,
mıştır (ayrıca bk. Daniel, 1/20, 2/10, 27, 4/4). Ho- 22/18). Ayrıca, “Cincilere ve bakıcılara dönmeyin”;
ver veya hever (muskacı, tılsımcı) kelimesiyle ilgili “Sihirbazlık etmeyeceksiniz ve müneccimlik etme-
anlatımlar (bk. Tesniye, 18/11; Mezmurlar, 58/6; yeceksiniz”; “Ve cinci yahut bakıcı olan erkek veya
İşaya, 47/9, 12) ve yine onunla ilgili lahaş (tılsım) kadın mutlaka öldürülecektir” (Levililer, 19/26,
kelimesi de (bk. Yeremya, 8/ 17; Mezmurlar, 58/6; 31, 20/ 27) gibi yasaklamalar yanında afsunculuk,
Vaiz, 10/11) dikkat çekicidir. Bâbilliler, Hititler, büyücülük, müneccimlik, yıldızlara bakıcılık ve
Mısırlılar gibi yahudiler arasında da yılanı büyü- benzerlerinin başa gelecek şeylerden kurtarama-
leyen kimseler vardı (tılsımcı için bk. İşaya, 3/3). yacağı açıklaması da yer almaktadır (İşaya, 47/8-
14). Bunlar ve benzeri ifadelerden kara büyünün
Yahudi kutsal kitabında başlıca üç büyücü tipi ve-
yasaklandığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında, ya-
rilir.
hudi olmayan milletlerin mekruh fiilleri olarak ni-
1. Esas işi gelecekten haber verme olan kimseler. telendirilen bu gibi yasak işler (Tesniye, 18/9-14)
Bunlar falcı (meonen), müneccim (kosem kesa- hiçbir şekilde ak büyü olarak da yapılmayacaktır
mim) ve gaipten haber veren kâhinlerdir (me- (Levililer, 20/6). Büyüye karşı sert yasaklama Tal-
naheş). mud’da, özellikle Mişna’da da bulunur. Mişna’da
2. Doğrudan doğruya büyü ile uğraşan, büyücü-af- büyü puta tapıcılıkla bir tutulur. Ortaçağ’da ve
suncu (mekhaşef), büyü ve tılsımla bağlayan asrımızın ortalarında yahudiler ve hıristiyanlar
(hover, hever) kimseler. tarafından büyücüler şeytanın halkı olmak, tabiat
3. Cincilik ve bakıcılık yaparak, ölü ruhlarından üstü sırlara sahip olmaya kalkışmakla suçlanmıştır
bilgi edinerek hem kehanet hem de büyü ile (EJd., XI, 714-715).

230
Vadi-i Hamuşan
B) Hıristiyanlık. Hıristiyanlık’ta da büyü ile ilgi-
li yasaklama devam eder. Ancak Yeni Ahid’de bu
konuya ayrılan yer Eski Ahid’e göre oldukça azal-
mıştır. Îsâ Mesih’in doğumunda doğudan gelme
özellikle şehir dışı yörelerde büyü geleneği devam
etti. Buna zaman zaman varlıklı şehirlilerin büyü
iptilâları da eklendi. Bütün bu gelişmeler, 1320’de
çıkarılan ve büyücülükle cadılığın her ikisini de
B
müneccimlerin doğumu müjdeledikleri sadece bir dinsizlik sayan papalık fermanıyla noktalandı.
İncil’de yer alır (Matta, 2/1-12). “Îsâ’da beelzebul Artık engizisyon kayıtlarında “cadılar sebti”, “kara
(şeytanların başı) denilen bir gizli güç var, cinle- şeytan tapınması” deyimleri geçmeye başladı.
rin reisi olan bu güç vasıtasıyla cinleri çıkarıyor” Bunlar yanında ak büyü, simya uygulamaları gibi
diyenlere karşı Hz. Îsâ, bu haksız iddiaları ortaya bazan tepki görmekle beraber genelde hoşgörü ile
atanların Rûhulkudüs’e murdar ruhu dediklerini karşılanan faaliyetler de vardı. Ancak Avrupa’da
hatırlatıyordu (Markos, 3/22-30; Yuhanna, 7/20). en çok ilgi toplayıp literatüre geçen inançlar ca-
Benzer cin çıkarma işini Îsâ’dan sonrakiler de ya- dılıkla ilgili olanlardı. 1484’te Papa VIII. İnnocent
pıyordu. Nitekim Pavlus, bir defa falcı ruhuna sa- tarafından cadılık zındıklık olarak ilân edildi. Bu
hip ve gaipten haber veren hizmetçi kızdaki ruha ferman engizisyon mahkemeleri tarafından başta
“çık” dedi; o da çıktı (Resullerin İşleri, 16/16). Bir İspanya, Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üze-
başka sefer Pavlus, beraberinde Barnabas varken re Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, 200 yıl boyunca
yalancı peygamber olan bir büyücü yahudinin içlerinde pek çok masum insanın da bulunduğu
gözlerine gözlerini dikerek onun gözünü görmez on binlerce kişinin suçlanmasına ve eziyetle öldü-
etti (Resullerin İşleri, 13/6-8). Samiriyeli büyücü rülmesine yol açtı.
Simon’un yaptıkları herkesi hayrete düşürüyordu
C) İslâmiyet. Câhiliye devrinde büyü-sihir yaygın-
(Resullerin İşleri, 8/9-24). Yeni Ahid’de cinlere ve
dı. Cincilik, kehanet, fal okları, yıldızlara bakmak,
putlara secde edenler, katiller, zina veya hırsızlık
küçük kareler çizip içlerine harf veya sayı yazmak,
vb. kötülükler yapanlar gibi büyücülükten tövbe
düğüm atmak ve üflemek gibi yollarla büyü yap-
etmeyenler de şiddetle kınanmaktadır (Vahiy,
mak son derece yaygındı. Bütün bu işler putpe-
9/21, 21/8, 22/15; Galatyalılara, 5/20). Ancak
restlikle birlikte yürütülüyordu. Araplar büyücü-
dikkat çekicidir ki eldeki İncillerde büyü ile ilgili
lerden çekinir ve onlara saygı duyarlardı.
bir anlatım görülmemektedir.
İslâm dini büyük günahlar arasında saydığı büyü-
Yahudiler büyüyü daha fazla yahudi olmayanlara
cülüğe şiddetle karşı çıkmış, Kur’an ve hadiste sihir
ait bir uygulama olarak gördükleri gibi hıristiyan-
kökünden türeyen kelimeler kullanılmak suretiyle
lar da bu işi hıristiyan olmayanların yürüttüğünü
bu iş açık ve kesin şekilde yasaklanmıştır. Ne ga-
söylediler. XV-XVII. yüzyıllar arasında birçok ya-
riptir ki müşrikler, önceki ümmetlerde olduğu gibi
hudinin engizisyon mahkemelerine çıkarılarak bü-
Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in ve İslâm’ın başarısını
yücülükle, cadılıkla suçlandığı, cezalandırıldığı ve
sihir diye nitelendirmişler, peygambere “sâhir” di-
öldürüldüğü bilinmektedir (EJd., XI, 714-715). Hı-
yebilmişlerdir (bk. Sâd 38/4; ez-Zâriyât 51/52).
ristiyan dünyasında büyücüden daha fazla cadıdan
korkulur. Ancak cadıya atfedilen büyücülük, hort- Büyü menfaat kökenli bir disiplindir; Allah, pey-
laklık, yamyamlık, kan emme gibi tesirlerin abart- gamber, din tanımaz. Bazı durumlarda onları ve
ma olduğu hemen anlaşılmaktadır. Aslında hayatta kutsal metinleri istismar eder. Büyüde Tanrı’nın
iken vücuttan ayrılabilen ruh anlayışı yahudilerde irade ve kudreti üstünde işler başarılabileceği id-
görülmez. Hıristiyan kutsal kitabında da cadı kav- diası vardır. Bütün bunlar büyücüye peygamber-
ramına uygun bir anlatıma bir iki belirsiz temas den de Tanrı’dan da daha büyük değer vermek
dışında açıklıkla rastlanmaz (bk. Resullerin İşleri, anlamını ortaya çıkarmaktadır. Büyücülerin her
16/16). Tanrı’nın Şehri ve İtiraflar kitaplarının şeyi bildiği, başaramayacakları şeylerin bulunma-
yazarı Aziz Augustinus dahil kilise babaları ve ilk dığı tarzındaki inançlar İslâm’a ters düşmektedir.
önemli yazarlar büyüyü putperest kavimlerin bir Bu yüzden bazı müslüman bilginler büyüyü, hiç-
âdeti olarak gördüler. Onlara göre bu din dışı uygu- bir gerçekliği bulunmadığı, aldatmacadan ibaret
lama dinin iyi öğretilmesiyle önlenebilirdi. Kilise- olduğu düşüncesiyle tamamen reddetmişlerdir.(1)
nin büyüye bakışı bu çizgiyi takip ettiyse de halkta, (1) DİA; [BÜYÜ - Hikmet Tanyu] c. 06; s. 502

231
Vadi-i Hamuşan
Büyücü Büyük küpler
Doğaüstü varlıkların yardımıyla ya da doğada bu- Osmanlı öncesi döneminde Boşnaklar ayrı bir
lunan gizli güçlere söz geçirmek yoluyla bir takım mezhebe mensuplardı. Bu mezhebin adı “Bosna
olağanüstü işler yaptığına inanılan, böyle işlerle Kilisesi idi ve bu din ne Katolik ne Ortodoks mez-
uğraşan kimse. Büyü yapan kimse, sihirbaz, göz- hebiydi. Bu mezhebe ait olanlar “Bogumiller (Tan-
bağcı, efsuncu.(1)(2)(3) rı’ya sevimli olanlar) adını taşıyordu. (…) Boş-
nakların ataları olan “Bogumillerin büyük küpler
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şeklindeki mezar taşları” söz konusu dönemden
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kalma anıtlardır. Hatta Bosna-Hersek’in bazı yer-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
lerinde toplu halde mezarlıklar olarak bulunmak-
tadır (Zacinovic 2003) .
Büyücülük Osmanlı öncesi Bosna’da bir alfabe mevcuttu ve
a. Büyü yapma işi, sanatı, sihirbazlık, efsunculuk, Kiril harflerinin bir versiyonu olan ortaçağ Bos-
gözbağcılık.(2)(3) na alfabesiydi. Boşnakların atalarına ait büyük
b. Doğaüstü gibi gelen her şey.(2) küpler şeklindeki mezar taşlarının üstünde bu
alfabeyle yazılmış olan yazılar vardır. Bunun yanı
c. Geleceği haber vermek ya da olayların istika-
sıra Boşnaklara ait Osmanlı tarzında yapılan bazı
metini değiştirmek için ölülerin -iyi veya kötü-
mezar taşlarının üstünde de Bosna alfabesiyle ya-
ruhlarıyla iletişim kurarak, kazanıldığı sanılan
zılmış olan yazılar bulunmaktadır.
gücün kullanımı.(1)(2)
Bu dönemde Boşnaklara ait obelisk şeklindeki
(1) Hıtchcock, Mark. a.g.e. s. 303; mezar taşları vardır ve Boşnakların atalarına ait
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. büyük küpler şeklindeki mezar taşlarının Osman-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lı tarzında yapılan mezar taşlarına geçiş şeklidir.
Osmanlı tarzında yapılan mezar taşlarının üs-
Büyükdere Ermeni Mezarlığı tünde büyük küpler şeklindeki mezar taşlarının
üstündeki gibi resimler vardır (Zacinovic 2003).(1)
Bentler Cad., Kibrit Fabrikası Yanı, 34453 Çayır-
(1) Yılmaz, Orhan. “Tokat, Zile, Acısu Köyü Mezarlı-
başı.
ğında, Anşabacılı Sıraçları (Beydili Alevi Türkme-
Semtin çok seneler önce elden çıkmış olan eski ni)’na Ait Mezar Taşları.” S.7-8.
mezarlığı Kılcı Çayırı denen tepede bulunmak-
taydı. Büyükdere’nin yerlilerinden İtalyan M.
Büyük Şah Sultan Türbesi-İstanbul
Frankini 1910 yılından önce kendi arazisini dörde
bölerek mezarlık alanı olarak kullanılmak üzere (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 534
Latin Katolikler’e, Ermeni Ortodokslar’a, Ermeni
Katolikler’e ve Rumlara bağışladı. Büyük Türbe-Kırıkkale
Ermeni Mezarlığı’nda müzisyen, şair ve eğitimci (1) Altıncan, Mahmut. “Kırıkkale Çevresindeki Türk
Sahak Hancıyan (1843-1910) da gömülüdür. Devri Yapıları.” Selçuk Ün. Ed. Fak.(1988). s. 102

(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org
Büyük Yaran Türbesi-Bulgaristan
Büyük Kıyamet (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290

Ölümün geldiği hane için ölümün gelmesi ile kıya-


met kopmuştur. Bunun içindir ki, büyük kıyamet, Büyüsel
küçük kıyamet, benim için kıyamet gibi tanımlar Büyü ile ilgili, büyüye ilişkin.(1)(2)
vardır.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s.12 (2) Çıplak, Nilgün. a.g.e., s.3

232
Vadi-i Hamuşan
C
Cabi
Osmanlıda imparatorluk döneminde, haraç ve
cizye adı verilen vergileri, evkaf gelirlerini ve
zekât gibi hayır paralarını toplamakla görevli kim-
se, vakıf vergi tahsildarı.(1)(2)(3)(4)(5)(6)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) DİA;
ikinci defa nöbet sırası gelmeyecek kadar kalabalık
olan halkı Hz. Âdem’in ve insanoğlunun varlığın-
dan haberdar değildir. Câbelka ve Câbelsâ tam an-
lamıyla birer harikalar ülkesidir. Hz. Hasan’ın hali-
feliği Muâviye’ye devrederken yaptığı konuşmada
atıfta bulunduğu bu iki şehirden birinin Âd, diğe-
rinin Semûd kavmine ait olduğu da rivayet edilir.
Tasavvufta sâlikin hakikate ulaşmak için her tür-
lü alâka ve kayıttan koparak katetmesi gereken
menzillerin ilkine Câbelsâ, sonuncusuna Câbelka
(6) Akay, Hasan. a.g.e. denir. Sühreverdî el-Maktûl Câbelka, Câbelsâ ve
Horkalya şehirlerinin sekizinci iklimde olduğu-
nu, ilk ikisinin misal unsurları, sonuncusunun
Cabilsa misal felekleri âlemine ait bulunduğunu söyler.
Cabilsa, misal âlemi olup ruhlar dünyevi bağlar- Muhammed b. Yahyâ el-Lâhîcî’ye göre ruhların bu
dan ayrıldıktan sonra oraya uçarlar. Bazı rivayet- dünyaya gelmeden önce bulundukları âlem Câbelka,
lerde ise bu şehirlerin meleklerin yaşadığı şehirler ölümden sonra gidecekleri âlem Câbelsâ’dır. Bu şe-
oldukları zikredilmiştir.(1)(2) hirlerin birinin Meşrık’ta, diğerinin Mağrib’de bu-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.,
lunması ruhların doğuş ve batış yerleri oldukları
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
mânasına gelir. Ancak Câbelka Câbelsâ’dan daha
latif, daha saf ve daha aydınlıktır. Zira ruhlar dün-
yaya gelmeden önce daha temiz idiler.
Câbelka-Câbelsâ
Söz konusu iki şehir, iki âlem arasındaki geçiş
Tasavvufta çeşitli anlamların sembolü olarak kul- ve ara âlemler olarak da görülmüştür. Buna göre
lanılan efsanevî iki şehir. Câbelka gayb ve şehâdet âlemleri arasında bulu-
Câbelka ve Câbelsâ etrafı surlarla çevrili, son de- nan bir berzah olup dünyadaki her şeyin orada bir
rece büyük efsanevî iki şehrin adıdır. Kaynak- sûreti vardır. Ruhların öldükten sonra döndükleri
larda Câbelk-Câbels, Câberka-Câbersâ ve Câber- yer olan Câbelsâ’da dünyada iken kazanılan bütün
kıyâ-Câbersiyâ gibi adlarla da anılırlar. Her birinin amellerin birer sûreti bulunur. “İyilerin gideceği yer
1000 veya 10.000 kapısı, her kapıyı bekleyen bir Câbelka, kötülerin gideceği yer Câbelsâ’dır” diyenler
o kadar da bekçisi vardır. Bir defa nöbet tutana bu kavramları cennet ve cehennem gibi anlamışlardır.

233
Vadi-i Hamuşan
Câbelka bazılarına göre vücûb ve imkân daireleri- b. Câbilka misal âlemi olup ruhların doğu tarafın-
ni içine alan ulûhiyyet mertebesidir. Eşyanın esas da yer alır ve gayb ve şehâdet arasında berzah-
sûretleri burada mevcuttur. Bütün varlıkların do- tır.(3)(4)
ğuş yeri (meşrık) orasıdır. Câbelsâ ise gerek ilâhî (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
isimler gerekse maddeyle ilgili bütün hakikatlerin (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
zuhur yeri olan insanın varlığıdır. Zât-ı ilâhî meşrı- (3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.,
kından doğan her şey insanın varlığının mağribin- (4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
de batar ve kaybolur. Bundan dolayı Cabelka’nın
doğuda Câbelsâ’nın batıda olduğuna inanılmıştır.
Cacabey Türbesi-Kırşehir
Mutasavvıf şairler, “İster Câbelka’da ara ister
Câbelsâ’da, Allah her yerde vardır”; “Allah ile olun- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21,
ca Câbelka’da da Câbelsâ’da da olsan farketmez” (2) “Kırşehir’in Tarihçesi” s. 6
gibi sözlerle ilâhî varlığın sınırsızlığını ve O’nun
gayelerin ötesinde olduğunu anlatmak istemişler-
Cadı
dir.(1)
a. Bir takım doğaüstü güçlere sahip olduğu ve bu
(1) DİA; CÂBELKĀ-CÂBELSÂ – Süleyman Uludağ c. gücünü de kötülük yapmakta kullanıp iyileri
6, s. 525
aldattığı, yaşlı, çirkin, uzun tırnaklı olarak ha-
yal edilen masal kahramanı, kötülük simgesi
Cabir Bin Abdullah Türbesi-İstanbul kocakarı, büyücü kocakarı. Şekil değiştirip bir
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21,
başkasının yerine geçebilir, göz açıp kapayınca-
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 22,
ya kadar bir yerden başka bir yere gider.(1)(3)(5)
(3) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 123 b. Mecazen ferasetli düşünen, art niyetli insan
kast edilir.

Câbülsâ c. Geceleri mezardan çıkıp dolaşarak rastladığı


kişilere kötülük yaptığına inanılan ve kocakarı
a. Cabülsa, sakinlerinin bin harfli bir alfabe kul-
şeklinde tasavvur edilen hayali varlık, hortlak,
landıkları, dünyada var olan her şeyin bir su-
câdû.(1)(2)(3)
retinin bulunduğu, öldükten sonra kötülük ya-
panların gideceği kabul edilen bin kapılı ve her d. Büyücülük yapan, büyücülükten anlayan kadın.
kapısında bin bekçi ile korunan uzak batıda yer Büyücü.(1)(2)
aldığı söylenen efsanevi bir şehir.(1)(2)(3) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. İnsanın mutlak yaratana yönelme yolundaki ilk (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
merhalesi.(2) Mutlak ile mevsufun yani Allah ile (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
insanın birleştiği insan gayretinin son hedefi.(2) (4) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(5) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Cafer Baba (Yarım Baş Baba ) Türbesi-Kosova
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 505

Câbülkâ
a. Sakinlerinin bin harfli bir alfabe kullandıkları, Cafer Baba Türbesi-İstanbul
dünyada var olan her şeyin bir sûretinin bulun- (1) Envanter. a.g.e. No: 23
duğu, öldükten sonra iyilik yapanların gidece-
ği kabul edilen bin kapılı ve her kapısında bin
bekçi ile korunan uzak doğuda yer aldığı söyle- Cafer Baba Türbesi-Arnavutluk
nen efsanevi şehre Câbülka denir.(1)(2)(4) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 45

234
Vadi-i Hamuşan
Cafer Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 243

Cafer Baba Türbesi-Makedonya-Üsküp


Bayramiye tarikatının şeyhlerindendir. Üsküp
Caferi Sadık Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 53

Caferi Tayyar Türbesi-Diyarbakır


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22
C
Kalesi içinde defnedilmiştir. Türbesi yıkık olan bu
zat, Hz. Muhammet’in neslindendir .(2) Caferi Tayyer Türbesi-Hatay
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 629
(2) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 24
Caferiye Türbesi-Erzurum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22
Cafer Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
Cağaloğlu Ali Paşa Türbesi-İzmir
(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 48,
Cafer Baba ve Hıdır Baba Türbesi- (2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 156
Makedonya-Gostivar
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 563 Cahidi Ahmed Efendi Türbesi-Çanakkale
(1) DİA, Cilt. 7 s. 16

Cafer Bey Türbesi-Diyarbakır-Eğil


Cahidi Sultan Türbesi-Çanakkale
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21,
(2) Demir, Mehmet Latif. a.g.e.S. 88 (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 155

Cahim
Cafer Bey Türbesi-Yunanistan-Rodos
a. Genel olarak cehennemi veya onun azabı en şid-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1002
detli tabakalarından birini ifade eden terim.(1)
Tamu.
Cafer Dede Türbesi-Kütahya b. Kelime olarak “çok kızgın ateş” anlamındadır.
(2)(3)(4)(7)
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68
c. Cehennemin yedi kapısından, korkunç yerlerin-
Cafer Dede Türbesi-Afyon den biri.(5)(6)
(1) Karanfil-Güldemir, Münevver. a.g.e. s. 100 d. Cehennemin dördüncü tabakasına verilen ad.
Güneşe ve yıldıza tapanların ya da şeytanın ve
İslâmiyeti bırakanların azap göreceği cehen-
Cafer Paşa Türbesi-Bodrum
nem.(2)(8)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 21,
(1) DİA; [CAHÎM - A. Saim Kılavuz] c. 07; s. 20
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cafer Paşa Türbesi-İstanbul (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 6 s. 555, (5) İbn Kesir. a.g.e., s. 344;
(2) Pur, Doğan. a.g.e. S, 9, (6) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 251
(3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 423, (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 367 (8) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.

235
Vadi-i Hamuşan
Cahim tabakası Bazı müfessirler, kelimenin sözlük anlamına ve
Genel olarak cehennemi veya onun azabı en şid- zayıf kabul edilen bir kısım rivayetlere dayanarak
detli tabakalarından birini ifade eden terim. cahîmi cehennemin altıncı tabakası olarak yorumla-
mışlar ve buranın Arap müşriklerine has olduğu-
Sözlükte “şiddetle tutuşmuş alevli ateş, kat kat ya-
nu ileri sürmüşlerdir.
nan ateş, çukurda yanan büyük ateş” veya “derin
vadi” gibi anlamlara gelir. Elmalılı ise cahîmin cehennemin en şiddetli tabakası
olduğunu kaydeder (Hak Dini, VIII, 5333). Bir kı-
Bazı şarkiyatçılar Kur’an’daki cahîm kelimesinin,
sım müfessirler de cehennem hakkında kullanılan
Eski Ahid ile (Tekvîn, 15/17) onun Ârâmîce tefsir-
yedi isimden her birinin onun kapılarının adı oldu-
lerinde bulunan ve “saf ateş ocağı” mânasına ge-
ğunu söylemişlerse de bu yorum isabetli görülme-
len İbrânîce gehinnom kelimesinden geldiğini ileri miştir. Şiî kaynaklarının bir kısmı (Muhammed
sürmüşlerdir (bk. Thomas, s. 451). er-Riyşehrî, II, 186) cahîmi cehennemin en üst ve
Arap dilcilerine göre ise cahîm Arapça asıllı bir ke- azabı en hafif tabakası olarak gösterir.(1)
lime olup İslâm öncesi Arap şiirinde de mevcuttur.
(1) DİA; [CAHÎM - A. Saim Kılavuz] c. 07; s. 20
Nitekim Taberî’nin naklettiği bir mısrada Câhiliye
devri şairlerinden Ümeyye b. Ebü’s-Salt’ın bu ke-
Cahimi
limeyi kullandığı görülmektedir (Tefsîr, II, 562).
a. Cehennem gibi sıcak. Cehenneme benzer.(1)(2)(3)
Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi altı yerde geçen cahîm,
cehennem için kullanılan yedi isim (cehennem, b. Cehennemlik, cehenneme ait.(1)
cahîm, hâviye, saîr, lezâ, sakar, hutame) içinde (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
cehennemden sonra en çok tekrar edilenidir. (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Üç yerde belirsiz isim veya sıfat (cahîm), diğer (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
yerlerde ise belirli isim olarak (el-cahîm) geçer.
Bunlardan, Hz. İbrâhim’in atıldığı ateşi ifade eden Caitya
biri (es-Sâffât 37/97) dışındakiler “cehennem” a. Budizm’de kutsal yer veya eşya.(1)
veya “cehennemde bulunan şiddetli ateş” mânası- b. Ölü yakma yeri.(1)
nı taşır. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre cahîmin c. Mezar tümseği.(1)
dibinden, cehennemliklerin yiyeceği olan ve şey-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tanların başlarına benzeyen zakkum ağacı çıkar
(es-Sâffât 37/64-66). Ölümden sonraki diriliş ger-
çekleşince cahîm tutuşturularak herkese apaçık Camandar Baba Türbesi-Artvin
bir şekilde gösterilecek (et-Tekâsür 102/6) ve za- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22
limlerle yardımcıları ona doğru sevkedileceklerdir
(es-Sâffât 37/23).
Cambaz Kadı Türbesi-Karaman
Yine bu âyetlerde kaydedildiğine göre Allah’ı ta-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22,
nımayanlar, peygamberlere verilen mûcizeleri ve
(2) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 248,
ilâhî kitapları yalanlayanlar, kâfirler, zalimler,
(3) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 44,
sapıklar, günahkârlar, yeniden dirilişi ve âhiret
(4) Cengiz, Ahmet. “Xvııı. Yüzyılda Larende (Kara-
âlemini inkâr edenler, azgınlık yolunu tutup dün- man) Şehrinin Fiziki Ve Sosyo-Ekonomik Yapısı”
ya hayatını tercih edenler, amel defterleri sol ta- Doktora Tz. Selçuk Ün. Sos. Bilm. Enst. Konya
raftan verilenler cahîmin ortasına atılacak; buna (2008). s. 106
karşılık müttakiler ve günahlarından tövbe edip
ilâhî buyruklara uygun hareket edenler onun aza- Cambulat Türbesi-Kıbrıs
bından korunacaklardır.
(1) FRMTR, “Kuzey Kıbrıs’ta Türk Eserleri.” htt-
Cahîm hadislerde de cehennem karşılığında ve ps://www.frmtr.com/sanat-tarihi-arkeoloji/
onun isimlerinden biri olarak kullanılmıştır. 685153-kuzey-kibris-ta-turk-eserleri.html s. 7

236
Vadi-i Hamuşan
Cami
a. Müslümanların, içinde topluca veya tek başına
vakit namazlarıyla, cuma ve bayram namazla-
rını kıldıkları ve ibadet ettikleri, içinde hutbe
okunabilen, mihraplı, minberli, genellikle mi-
Can-Bahş
a. Can veren, hayat bağışlayan, cana can katan.(1)
(2)(3)(4)

b. Cenâb-ı Hak,(3) Tanrı.(4)


(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
C
nareli bina, büyük mescit, ibadet yeri, mabet. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2)(3)(4)(5) Arapça “cem” kökünden türeyen “top-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
layan, bir araya getiren” anlamındaki “cami” (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kelimesi, başlangıçta sadece Cuma namazı
kılınan büyük mescitler için kullanılan el-mes- Can-Be-Leb
cidü’l-câm (cemaati toplayan mescit) tamlama-
Canı dudağında, ağzına gelmiş, ölmek üzere, nere-
sının kısaltılmış şeklidir. Kur’an-ı Kerim, hadis-
deyse ölecek durumda, ölümü yakın.(1)(2)(3)(4)
ler ve ilk İslâm kaynaklarında cami karşılığında
mescit kelimesi geçmektedir. Mescit Arapçada (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” manası- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
na gelen sücud kökünden “secde edilen yer an- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
lamında bir mekân ismidir.(1) (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

b. Toplayan, derleyen, toplayıcı, bir araya getiren,


Can-Efgen
cem eden.(2)(3) Kendisinde bulunduran, içine
alan, ihtiva eden, ihata eden, kapsayan, içeren. Can düşüren, can deviren, can harcayan, öldüren,
(2)(3) yok eden, cansız yere seren.(1)(2)(3)(4)

c. Birbirine benzeyen ve birbirinin zıddı olan bü- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tün varlıkları, dağınık şeyleri bir araya toplayan (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
anlamında Esma-i Hüsna’dandır.(2) (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) DİA;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Can-Efşan
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Can veren, can saçan, canını feda eden, fedai, ca-
(5) Akay, Hasan. a.g.e. nını hiçe sayan. Bir kişi veya dava uğruna kendi
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. canını veren.(1)(2)(3)(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Câmiyye
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Nakşibendi tarikatının şubelerinden biri olup(1) (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Ahmed-i Câmi’ye nispet edilir.(2)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Can-ı can
(2) DİA a. Canın canı, ruhun ruhu.(1)(2)
b. Hakikat-ı Muhammediye.(2)
Can-Âferin (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Can yaratan, yaratıcı, Allah, Tanrı.(1)(2)(3)(4) (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Cân-ı nev
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. a. Yeni can, insan ruhu kastedilir.(2) Canı olmaya-
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. nın ilmi de olmaz.(1)

237
Vadi-i Hamuşan
b. Yeni ruh, yeniden ruh bulma.(2) c. İnsanın kendi varlığı, özü.(1)(2)(5)(10)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. d. Kişi, şahıs, insan, kimse, fert, birey(1)(2)(5)
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. e. Güç, dirlik (10)
f. İnsani ruh, rahmani-ilahi nefes ve Hakkın tecel-
Can-Nişar lileri anlamına gelir.(7)(8)
Canını, hayatını feda eden, fedai, can saçan, canı- g. Mevlevilik, Bektaşilik, Alevilik vb. tarikatlarda
nı harcayan.(1)(2)(3)(4) derviş, mürit, yol kardeşi.(5)(8)(11)(6) Tarikat
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. kardeşi, tarikata kabul edilmek üzere gelen
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yeni derviş.(1)(2)
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. h. Cin taifesi, topluluğu.(1)(2)(4) Genellikle cinlerin
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. atası veya cin türü anlamında kullanılan bir te-
rim.(3)(11)
Can-Şikâr ı. İnsanın duygularını taşıyan iç âlemi, gönül, iç,
a. Can avlayan, can alan.(1)(2)(3)(4) yürek, ruh, can, nefs.(2)(6)(8)(11)(10)
b. Azrail.(1)(2)(3)(4) j. Divan ve âşık edebiyatlarında çok kullanılan bir
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. remiz ve tasavvufi terim.(3)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (3) DİA; [CAN - Mustafa Uzun] c. 07; s. 138-139 [CÂN
- Ahmet Saim Kılavuz] c. 07; s. 139-140
Can-Şiken (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Can kıran, Azrail.(1)(2)(3)(4)
(6) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (7) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (8) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (9) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 2;
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (10) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(11) Pala, İskender. a.g.e.
Can-Silan
a. Can alan, can alıcı, öldüren.(1)(2)(3) Cân
b. Ruh alıcı, can çıkarıcı.(4) Genellikle cinlerin atası veya cin türü anlamında
kullanılan bir terim.
c. Azrail.(3)
“Bir şeyi örtmek, gizlemek” mânasındaki cenn
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kökünden türemiş bir isim olup “kendisini örten,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
duyulardan gizlenen varlık” demektir. Bazı şarki-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
yatçılar cân kelimesinin Arapça asıllı olmadığını
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ileri sürmüşlerse de iddialarını kanıtlayıcı deliller
ortaya koyamamışlardır.
Can
Kur’ân-ı Kerîm’de yedi yerde geçen cân kelimesi-
a. İnsan ve hayvanların yaşamlarını sağlayan, nin üç ayrı anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır.
ölümle birlikte bedenden ayrılan madde dışı Hz. Âdem’in kuru balçıktan, cânnın ise ısı derecesi
varlık, unsur, ruh.(1)(2)(11) Özellikle insan ve yüksek, dumansız ve saf ateş alevinden yaratıldı-
hayvanlarda yaşam tözü, yaşam ilkesi.(5) ğı anlatılırken (el-Hicr 15/27; er-Rahmân 55/15)
b. Yaşama, yaşam, yaşayış, hayat.(1)(2)(5)(10) cinlerin atası mânasında, cennet hûrilerinin tav-

238
Vadi-i Hamuşan
sifi sırasında, “daha önce hiçbir insan ve cin (cân)
eli değmemiş” denilmek suretiyle de (er-Rahmân
55/56, 74) cin türü anlamında kullanılmıştır. Hz.
Mûsâ’ya verilen asâ mûcizesinde, değneğin bir
yılan gibi hareket ettiğini belirten âyetlerde (en-
Neml 27/10; el-Kasas 28/31) cân kelimesi “yılan”
olduğu noktasında birleşmektedir. Bu muhteva-
nın yaygın ifadesi ise cin şeklinde olmaktadır.(1)
(1) DİA; [CÂN - Ahmet Saim Kılavuz] c. 07; s. 139-140

Can alıcı
C
mânasına gelmektedir. Hz. Âişe’den rivayet edilen a. Can alan, öldüren, Azrail.(1)(2)
bir hadiste Resûlullah cânnın saf ateş alevinden b. En önemli ve ilgi çekici, en esaslı, en temel.(2)
yaratıldığını beyan etmiştir (Müslim, “Zühd”, 60). (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İbn Abbas’ın ise cânnı cin türünden dönüştürül- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
müş yılan anlamında kullandığı rivayet edilmek-
tedir (Müsned, I, 348).
Can almak
Müfessirler cân kelimesinin tefsirinde farklı gö-
Öldürmek, adam öldürmek.(1)(2)
rüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşleri şu beş nok-
tada toplamak mümkündür: (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
1. Cinlerin atası. Bu görüşte olanlara göre cân (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ve onun soyundan gelen cinlerle İblîs ve onun
neslinden olan şeytanlar birbirinden tamamen Can aşı
ayrı cin taifeleridir. Çünkü cinler ölür, mümin
Ölünün ardından verilen hayır yemeği.(1)
ve kâfir gruplarına ayrılır. Şeytanlar ise İblîs’le
birlikte ölecektir ve hepsi de kâfirdir. Âlimlerin (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
çoğunluğu bu kanaattedir.
2. İblîs. Hasan-ı Basrî, Katâde b. Diâme ve Muka- Can aşırı
til b. Süleyman gibi âlimler bu görüşü benim- Eskiden defnedildiği gece ve her Kelime-i Tevhitte
semişlerdir. Bazı müellifler, cânna İblîs mâna- “can aşırı” adı altında ölünün ruhu için helva dağı-
sı verilmesinin Eski Ahid’de yer alan bir kıssa tılmakta idi. Şimdi ise helvanın yerini hazır şeyler,
ile bağlantılı olduğunu savunurlar (bk. TA, XI, küçük lokumlar, tan helvaları vb. tatlılar almıştır.(1)
10). Zira Eski Ahid’de, cennette bulunduğu sı-
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s.17
rada Hz. Havvâ’yı yahudilerce kötülük ruhunu
temsil eden yılanın aldattığı ifade edilmektedir
(Tekvîn, 3). Bu yılanın ise İblîs olduğu bilin- Can borcunu ödemek
mektedir. Aynı yorumu, cânnın ateşten yaratıl- Ölmek.(1)(2)
dığını, İblîs’in de kendisinin ateşten yaratılmış (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
olmasını gerekçe göstererek Âdem’den üstün (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olduğunu ve bu sebeple ona secde etmediğini
haber veren (el-A‘râf 7/11-12) Kur’ân-ı Kerîm’e Cana Can İstemek
dayandırmak da mümkündür.
Öldürülen birisi için karşı taraftan da birisinin öl-
3. Cin iken yılana dönüştürülmüş bir taife. dürülmesini istemek.(1)
4. Cinnin eş anlamlısı, şeytanların dışındaki cin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
türü.
5. Kur’an’da Hz. Âdem’in yaratılmasından önce
Can Çekişmek
yeryüzünde fesat çıkarıp kan döktükleri melek-
a. Ölmek üzere, ölüm halinde olmak.(1)(2)
lerin diliyle ifade edilen (el-Bakara 2/30) yara-
tıklar. Bu yorumların hepsi cânnın, kelimenin b. Sonu yaklaşmak.(1)
sözlük anlamına ve Kur’an’daki kullanılışına da (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
uygun düşen “duyularla algılanamayan varlık” (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

239
Vadi-i Hamuşan
Can Çıkmak daki çeşitli kullanılışlarına dair pek çok örnek Ali
Ölmek, vefat etmek.(1) Canın hemen her dönem- Nihad Tarlan tarafından mukayeseli bir şekilde
de bir kuş olarak düşünüldüğü bilgisinden hare- verilmiştir (Şeyhî Divanını Tedkik, s. 137-138).
ketle; bu kelime öbeğindeki “çık” fiilinin “içeriden Ayrıca Dihhudâ da kelime ve müştaklarının Fars
dışarıya hareket” anlamında değil, “dağa çıkmak, edebiyatındaki çeşitli anlamlarını ve edebî örnek-
merdiven çıkmak, yokuş çıkmak, göklere çıkar- lerini Lugatnâme’de açıklamıştır (X, 110-120).
mak” örneklerinde olduğu gibi “yüce bir makama Türkçe’de elliye yakın atasözü ve 200’den fazla
gitmek” anlamlarında kullanıldığını söyleyebili- deyimde yer alan kelime (bk. Eyüboğlu, I, 53-54;
riz. Bu bakımdan bu kullanım, ölülerin göğe yük- II, 91-108; Tolasa, s. 346) çok yaygın bir kullanım
seltildiği anlayışını yansıtmaktadır.(2) alanı bulmuştur.
(1) Kaya, Bayram Ali, Murad-Name ve Muhammediye Divan edebiyatının hayal ve remiz dünyasında
Mesnevilerinde Ölüm Temi, s. 348; can, genel olarak varlığı bilinen fakat gözle görü-
(2) Koçak, Ahmet. a.g.e., s.86. lüp elle tutulamayan bir özelliktedir ve mücerret
olduğundan yok kabul edilmektedir. Diğer bir adı
Cân Efza “rûh-ı musavver”(…)dir.

a. Can arttıran, cana hayat veren, iç açan, gönül Can ayrıca ten, beden, cisim, kalıp gibi isimlerle anı-
ferahlığı.(2)(3) lan maddî varlığa hayat veren esas unsur olduğun-
dan bunlarla ve özellikle ten ile çok sıkı bir ilişki
b. Tasavvufta sâlikin bekâsı kast edilir. Bu sıfat
içinde ele alınır.(…) Vakti gelince can kuşu (mürg-i
sayesinde sâlik kalıcı ve ebedi olur ve ona fenâ cân) Azrâil’in tuzağına (dâm-ı ecel) düşecek ve onun
ulaşmaz.(1) tarafından avlanacaktır. Ayrıca can uçucu oluşun-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. dan dolayı kebûter, bülbül, tûtî, hüdhüd ve kumru
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. gibi kuşlara benzetilerek bunlarla ilgili çeşitli va-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. sıflarla anılır.
Divan şairleri nazarında âşığın en değerli varlığı
Can Kuşu can nakdidir. Can nakit olunca ten de metâ ola-
Can, yaşamın belirtisi olan ruh.(1)(2) rak alınır. Bunun tersi, yani can metâ olduğunda
ise sevgili onun müşterisi şeklinde tasavvur edilir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Nakit her an kullanmaya hazır bir değer ve serma-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ye olduğu için sevgisi veya sevgilisi uğruna âşığın
verebileceği, vermekten çekinmeyeceği, bu yolda
Can edebiyatı hesapsızca harcayacağı, kurban ve feda edeceği en
Divan ve âşık edebiyatlarında çok kullanılan bir değerli varlığıdır. Gerçek aşk ve âşık candan geçe-
remiz ve tasavvufî terim. bilmekle ölçülür.(…)
Aslının Sanskritçe olduğu ileri sürülen kelime Cânânsız can, cansız ten gibidir. Sevgilinin âşık-
buradan Farsça’ya geçmiş ve farklı mânalar kaza- tan yüz çevirmesi canın bedenden çıkmasına ben-
narak Çince ile Arapça dahil belli başlı Şark dil- zer. Sevgili ölü bir cismi dirilten taze bir ruhtur,
leriyle Türkçe’de birbirine yakın şekilde telaffuz âşığa can bağışlar, hayat verir. Bu bakımdan can
edilmiştir. Hz. Îsâ’nın “can-bahş” nefesine benzetilir, “dem-i
Îsâ” veya “Mesîh-dem” şeklinde anılır. Ahmed Pa-
Sözlükte “rüzgâr, nefis, ruh, bedenin hayatiyetini
şa’nın, “Ne Mesîhâ-dem olursun ki dem-i lutfun
sağlayan ana unsur” mânalarına gelmekte ve Türk- ile/Kevser-i cân akıtır ravza-i rıdvân-ı kerem” bey-
çe’de daha çok son iki anlamda kullanılmaktadır. tinde bu fikir işlendiği gibi aynı özellikler yanın-
Arap edebiyatında “ruh”, Türk ve Fars edebiyat- da tatlı (şîrîn) ve akıcı oluşu sebebiyle can insana
larında ise ruhla beraber daha çok “bedenin can- hayat bağışlayan Kevser’e de benzetilmiştir. Âşık
lılığını sağlayan unsur” mânasında kullanıldığı ile sevgilisi arasındaki ilişki bir can pazarı veya
görülen kelimenin her iki edebiyatta bu anlam- oyunu olarak da anlaşılır.

240
Vadi-i Hamuşan
Can çok defa gönül (dil) ile birlikte zikredilir. Gö-
nül mânevî hislerin, acı ve ıstırabın idrak merkezi
olduğu gibi can da maddî veya uzvî arzu, iştiyak ve
ıstırapların hissedildiği bir merkez kabul edilmiş-
tir. Âşık ise sevgisi ve sevgilisinden dolayı daima
bu iki türlü ıstırabın içinde yaşar; ancak bunlar bir
lahında hakikatler hakikatı şeklinde de ifade edi-
len hakiki vahdet demektir.(…)
Tasavvufî eserlerde can kelimesi bazan Allah an-
lamında, bazan Resûlullah, bazan da şeyh için
kullanıldığından bütün mutasavvıflarda olduğu
C
gibi bu tevcihler Mevlânâ’da da görülmektedir.
bakıma onun aşkını besleyen gıdalar ve âşıklığı-
Ayrıca melekleri imanlı (cân-ı mü’min), şeytanı
nın alâmetleri olduğu için durumundan şikâyetçi
ise canı olmadığı için onu Allah’a feda edemeyen
değildir. Çünkü Nev‘î’nin, “Bâzâr-ı şehr-i aşk içre
(kâfir) diye vasıflandırmakta ve, “Cân-ı evvel maz-
aceb kârgâh olur/Kim anda cân u dil satılır tîr-i
gam geçer” beytinde de görüldüğü gibi aşk paza- har-ı dergâh şod/Cân-ı cân hod mazhar-ı Allah
rında “gam oku” geçer akçedir. şod (Cân-ı evvel [rûh-ı hayvânî] Allah’ın dergâhı-
na ulaşma şerefine nail oldu, cân-ı cân ise bizzat
Canın mümin oluşu, âşığın inancı uğruna canını
Allah’a kavuşma ile şereflendi)” demektedir. Ta-
feda edebilmesi düşüncesinden doğduğu gibi cis-
savvuf ıstılahında cân-ı cân tabiri kâmil insanın
min toprağa, sevgilinin yanaklarına karşı duyulan
arzunun da imana teşbihine dayanır. gönlündeki ebedî ruhu ifade eder.

Aslı Hakk’ın nuru veya nûr-ı Muhammedî olan Can ve türevlerinin hem divan hem de tasavvuf
ve bu sebeple dinî metinlerde bazan Hz. Peygam- edebiyatındaki ele alınış şekline ve halk kültürün-
ber’le birlikte zikredilen can, ayrıca çeşitli pey- de günümüze kadar yaşamaya devam eden kulla-
gamber kıssalarındaki rivayetlere telmihler yapı- nımlarına dair en güzel örnekler Yûnus Emre’nin
larak Hz. Îsâ, Hz. Mûsâ ve bilhassa Hz. Yûsuf’la şiirlerinde görülmektedir (bu anlamdaki bir kısım
da anılır. Hallâc-ı Mansûr’un aşk uğruna canını değerlendirmeler için bk. Tatçı, I, 276-285).
“berdâr” etmesi dolayısıyla velîler içinde en çok Mevlevîlik ve Bektaşîlik’te dervişler birbirlerine
Mansûr ve onun etrafında meydana gelen çeşitli can diye hitap ederler veya isimlerin sonuna bu
rivayetlerde anlatılanlarla zikredilir. kelimeyi ilâve ederek kullanırlar.(1)
Can için ayrıca aziz, hayran, hasta, bîmâr, miskin,
(1) DİA; [CAN - Mustafa Uzun] c. 07; s. 138-139
garip, bîtâb, harap, mehcûr, pür-sûz, zâr u nizâr, bîçâ-
re, bîkarâr, sabırsız, zaîf gibi vasıflar da kullanılır.
Cana ezan okumak
Teşbih ve mecaz yoluyla canla ilgili olarak kulla-
nılan diğer bazı kelimeler de şunlardır: Bezm-i Ölüm halinde iken cezalandırmak.(1)
elest, âlem, âsuman, memleket, il, mülk, sultan, pa- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dişah, han, hâkan, hüsrev, şah, ordu, leşker, kul, köle,
kârbân, Kâ‘beteyn, şem‘, pervâne, ney, micmer, top,
Cana kıymak
rişte, târ, bezm, bostan, gülzâr, hırmen, sayfa, varak.
a. Öldürmek, acıma duymadan öldürmek.(1)(2)
Tasavvufî bir terim olarak can insan ruhu mânası-
na geldiği gibi nefs-i rahmânî ve tecelliyât-ı ilâhî- b. Zalimlik etmek.(2)
den kinaye olarak da kullanılmıştır. Ayrıca ilm-i (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
zâhirin âlem-i vâhidiyyet ve ceberûttaki tecellîle- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rinden meydana gelen a‘yân-ı sâbite ve hakîkat-i
kevniyyeye denir (Seyyid Sâdık Güherîn, IV, 7).
Cân-ı evvel ise âlem-i ervâh veya bezm-i ezeldeki Can Bey Giray Han Türbesi-Yunanistan
ilk yaratılışta ortaya çıkan rûh-ı hayvânî demek- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 884
tir. Bir tasavvuf terimi olarak cânân, bütün mev-
cudatın kendisiyle kaim olduğu “kayyûmiyyet” sı-
fatını ifade eder. Cân-ı cân ise lugatta rûh-ı a‘zam Can Feda Hz. Türbesi-İstanbul
ve Allah mânasına gelmekle birlikte tasavvuf ıstı- (1) Adresler. a.g.e.

241
Vadi-i Hamuşan
Canan Hanım Türbesi-istanbul (1) DİA; CANBOLAT BEY TÜRBESİ - SEMAVİ EYİCE,
c. 7, s. 143
(1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 9,
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 426
Candan geçmek
a. Canının, gözünde hiçbir değeri kalmamak, ken-
Canbaz Mustafa Türbesi-İstanbul
di varlığını silmek, yok etmek, ölümü göze al-
(1) Adresler. a.g.e. mak.(1)(2)
b. Ölmek.(1)
Canbeg Giray Türbesi-Yunanistan (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 25 s. 455 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Canbulat Türbesi-Kilis Candar, Avni


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22 T.T.K Ktp./Tasnif No: A.Iı/2673
Eminlik Mezarları, Ulus Matbaası, S.11, 1935, Ankara
Canbolat Bey Türbesi (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Kıbrıs Magosa’da adanın fethi sırasında şehid dü-
şen kumandanlardan birinin türbesi.
Candarlı Halil Paşa Türbesi-İznik
Kilis emîri olup önce Lefkoşe savaşlarında bu-
(1) Usta, Kağan Mehmet. “İnanç Turizmi Potansiyeli
lunduktan sonra Magosa kuşatmasına katılan Açısından İznik’in Değerlendirilmesi.” Yük. Lis. Tz.
Canbolat Bey ve türbesine dair fazla bilgi yoktur. Balıkesir Ün. Sos. Bilm. Enst. Balıkesir (2005). s. 62
Ancak Magosa kuşatması sırasında şehid düşen
birçok Osmanlı kumandanından biri olduğu tah-
Candarlı Türbesi-Bursa
min edilen Canbolat Bey hakkında ilgi çekici bir
efsane anlatılır. Buna göre Canbolat Bey, şehre (1) DİA, Cilt. 8 s. 212
girişi engellemek üzere yapılmış ve üzerinde kes-
kin bıçaklar olan çark denilen büyük bir tekerle-
Candaroğlu Türbesi-Sinop
ğin dönüşünü durdurmak için atıyla birlikte bu
korkunç savunma silâhının üzerine atlamıştır. (1) DİA, Cilt. 7 s. 149
Ancak yabancı kaynaklar böyle bir savunma ale-
tinin varlığından bahsetmezler. Canbolat Bey’in Canûbi Türbesi-Özkend
kuşatmaya katılarak Magosa istihkâmları önünde
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 11 s. 252
şehid olduğu ise bir gerçektir. Magosa Kalesi’nin
güneydoğu ucunda olan Venedikliler’in mühim-
mat deposunu koruyan büyük yuvarlak burç (Tor- Cane
rine del Arsenale-Arsenal Bastion), 1571’de Türk a. Silah.(1)
topçularının şiddetle hücum ettikleri yer olmuştu. b. Ruh.(1)
Top mermileriyle tahrip edilen bu burç fetihten
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sonra onarılarak içi bir türbeye dönüştürülmüş ve
buraya Canbolat Bey’in kabri yapılmıştır.
Canına Kastetmek
Eski bir fotoğrafta etrafı demir parmaklıkla çevrili
basit bir sanduka görülmektedir. Kıbrıs Vakıflar a. Birini öldürmeye niyet etmek, öldürmek iste-
mek veya kalkışmak.(1)(2)
Arşivi’nde bu türbe ile ilgili bir dosyanın bulun-
duğu M. Haşim Altan’ın yayınından öğrenilmek- b. Kendini öldürmek, intihar etmek.(1)
tedir. Türbe 1968 yılında yeniden düzenlenerek (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
müze haline getirilmiştir.(1) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

242
Vadi-i Hamuşan
Canına Kıymak
a. Kendini öldürmek, intihar etmek veya kalkış-
mak.(1)(2)
b. Bir başkasını öldürmek.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Canib-ı Rahmet
Allah’ın kullarına öldükten sonra yapacağı ihsa-
nın bulunduğu yer, Allah’ın nezdi.(1)
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
C
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Caniye
Cinayet işlemiş kadın,(1)(3) kadın cani.(2)

Canından Etmek (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ölümüne sebep olmak, öldürmek, öldürülmek.(1)
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cânn
Canından Olmak Çoğunluğun kanısına göre cinn’in babasıdır. Göz-
Hayatını kaybetmek, ölmek.(1) lerden gizli kaldığından dolayı “gizlenen” anlamı-
na ismi fail olarak “cânn” denmiştir. Gizlenme kö-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
künden gelen “cinn” kelimesi, gözle görülmeyen
birtakım varlıklara verilmiş çoğul isimdir, tekili
Canını Almak “cinnî”dir.(1)
a. Öldürmek.(1)(2) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e. s.476

b. Canını feda edecek kadar memnun etmek.(2)


Canrüba
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Can alan, gönül kapan.(1)
b. Öldürücü olan.(1)

Canını Vermek c. Kadın için, güzelliğiyle gönülleri çelen, cazip,


hoş, latif.(1)
a. Ölmek, vefat etmek.(1)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Kendini feda etmek.(1)(2)
c. Her şeyini feda edecek kadar düşkün olmak, hiç-
Canrübayi
bir şeyi esirgememek, aşırı düşkün olmak, çok
sevmek.(1)(2) a. Öldürücü nitelik.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. b. Büyü.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kaya, Bayram Ali. a.g.e.

Cansız
Câni a. En temel hayati fonksiyonlardan yoksun olan,
a. Cinayet işlemiş kimse, insan öldürmüş, cana canlılık belirtisi göstermeyen, canlı olmayan
kıymış olan kişi, katil.(1)(2)(3)(4)(5) varlık, yaşamayan, ölmüş, ölü(1)(2)(3)
b. Çok gaddar, kan dökücü.(1) b. Maddeden ibaret olup ruhu olmayan, yaşama-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. dığı için kendi iradesiyle hareket etmesi, yer
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. değiştirmesi mümkün olmayan, camit.(2)
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

243
Vadi-i Hamuşan
Cansız at sin, “diz üstü çöken”, el-Cisve “Toprak kümesi,
Ölüm meleğinin yanına aldığı kimseyi taşıdığı kabir” anlamına gelir.
araç “cansız at”dır.(1) b. Ayette her ümmetin Yüce Divanın hakîmi ulu
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 11 Allah’ın huzurunda diz çöktüğü veya parmak-
larının ucuna basarcasına saygı ile durduğu an-
latılmaktadır.(1)
Cantay, Tanju
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4
Milli Ktp./Tasnif No: 1985 Sa 11
İstanbul’un Kırık Gemi Direkli Mezarları, Erdem Dergi-
si, C.3, Sayı:9, S.849-851, Atatürk Kültür Dil Ve Tarih Câsiye Sûresi
Yüksek Kurumu, 1987, Ankara Kur’ân-ı Kerîm’in kırk beşinci sûresi.(…)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Diğer Mekkî sûrelerde olduğu gibi bunda da iman
ve itikad konuları ele alınmakta, özellikle âhirete
iman meselesi üzerinde durulmaktadır.
Canyurt, Filiz
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 205570
Sûre birbiriyle bağlantılı olan üç ana bölümden
Kastamonu Şehri İsmail Bey Külliyesi, Saray Camisi, meydana gelmektedir.
Hep Kebirler Camisi, Muafferiddin Gazi Türbesi Birinci bölümde (âyet 1-11) vahyin önemine ve
Hazirelerinde Bulunan Mezar Taşları, Gazi Ü. Sosyal buna inanmanın gereğine dikkat çekilmektedir.
Bil. Enst., Sanat Tarihi Abd, Y. Lisans Tezi, S.246, Çünkü vahiy yegâne galip ve hakîm olan Allah ta-
2007, Ankara
rafından indirilmiştir. Vahiy haberlerinin doğrulu-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. ğunu ve Allah’ın üstün kudretini gösteren deliller
o kadar çoktur ki yaratılış ve hayat olaylarından
ibret alanlar için buna inanmak güç değildir. Ye-
Capela dos Ossos – Portekiz
niden dirilişi inkâr edenler, kuruyup ölmüş olan
Bu mezarlık, Portekiz’in Evora kentinde, bir şapelin yerin gökten yağan yağmur sayesinde yeniden
bodrum katında bulunuyor. Yaklaşık 5,000 insanın canlandığını görmezler mi? Aslında Kur’an bir
kemiklerinin bulunduğu bu mezarlık, ülkedeki pek hidâyettir. Fakat kâfirler kibirleri ve günaha olan
çok kilise mezarlığından toplanan kemiklerle oluş- meyilleri yüzünden iman etmeye yanaşmazlar; ay-
turulmuş ve görenlerin kanını donduruyor. rıca âyetleri hafife alır, onlarla alay ederler. Birinci
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- bölüm, söz konusu inkârcılara maddî ve mânevî
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25- etkisi büyük bir azabın uygulanacağını bildiren
mezarlik-733955 âyetle son bulur. İkinci bölümde (âyet 12-21) ilâhî
vahyin doğruluğunu ispat eden aklî ve naklî delil-
Carnificina ler sıralanır. Göklerde, yerde ve denizlerde Allah’ın
kudretini gösteren olaylara dikkat çekildikten son-
Roma’da suçluların işkence edilip, çoğu kez öldü-
ra vaktiyle İsrâiloğulları’na da kitap, nübüvvet ve
rüldüğü yer altındaki zindan.(1)
hikmet verilmiş olduğu hatırlatılır ve Allah’ın pey-
(1) Er, Yasemin. a.g.e. gamber göndermesinin yadırganacak bir şey ol-
madığı anlatılır. Zalimler birbirinin yardımcısıdır;
Caru Day-a Türbesi-Hatay ancak onların çabalarının peygamberi görevinden
vazgeçirmeye yetmeyeceği, çünkü Allah’ın iyilerin
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.
dostu ve yardımcısı olduğu bildirilir.
İkinci bölüm, Kur’an’ın basîret ve rahmet vesilesi
Câsiye olduğunu, hiçbir zaman inananlarla inanmayan-
a. Diz üstü oturmak yahut parmaklarının ucu üze- ların aynı değerde olmadığını bildiren âyetle son
rinde durmak ve toplamak anlamına gelir. Câ- bulur.

244
Vadi-i Hamuşan
Üçüncü bölüm (âyet 22-37), âhirete ve hesap gü-
nüne inanmayanların düşünce tarzına ve zihni-
yetlerine yer verir, bu zihniyetin ne kadar temel-
siz ve tutarsız olduğunu açıklar. Nefsanî düşünce
ve arzularını putlaştıranlar, “Bize göre hayat bu
dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir, bizi an-
Cây-ı Behişti
Cennet gibi yer.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cebbane
C
cak zamanın akışı (dehr) helâk eder” derler. Bir a. Açık havada namaz kılınan yer, açık hava iba-
de, “Madem ki öldükten sonra yeniden dirilmek detgâhı, üstü açık mabet.(1)(2)(3)
varmış, öyleyse haydi bize ölmüş atalarımızı diril- b. Mezarlık.(1)(2)(3)
tip getirin” gibi sözler sarfederler. “Âhiret hakkın-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
da bir şey bilmiyoruz, fakat öyle bir şey olacağını
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. ,
da sanmıyoruz” diyerek zan üzerine hüküm yü-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
rütürler. Halbuki Allah’ın sözü haktır ve kıyamet
mutlaka kopacaktır. İnsanların bütün fiilleri kayda
geçmiş olup o gün bu fiillerinin karşılığını göre- Cebbar
ceklerdir. İman edip iyi işler yapanlar ilâhî rahme- a. “Dilediğini cebir yoluyla yapan, kayıtsız şartsız
te ve büyük mükâfata nâil olacaklardır. Kibir ve herkese cebredecek güçte olan, hiç kimse tara-
inatları yüzünden Allah’ın âyetlerini alaya alanlar fından kendisine cebir, zorlama olunmayan”
ve dünya hayatına aldanıp inkâra sapanlar ise ce- anlamında Esma-i Hüsnâ’dandır.(2)
henneme atılacaklardır. Onlar cehennemde âdeta b. Her türlü güç, kuvvet ve kudretin, ululuğun sa-
unutulacaklar, kendilerine ne ilgi gösterilecek ne hibi olan Allah.(3)(4)
de özürleri dinlenecektir. c. Melek adı.(1)
Sûre, bütün âlemlerin rabbi olan, göklerde ve yerde (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 274;
kendisinden başka azamet (kibriyâ) sahibi bulun- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mayan Allah’a hamd ve tâzimle son bulur.(…)(1) (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA; [CÂSİYE SÛRESİ - Emin Işık] c. 07; s. 162 (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Cavidân-Serây Cebbar Dede Türbesi-Bosna


Cennet.(1) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 126

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Cebe Ali Bey Türbesi-İstanbul
Cavidan (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 96,
Sonsuz, ebedi, kalıcı, baki, daima kalacak olan, (2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 23,
sonrasız, bengi, sonsuza dek.(1)(2)(3)(4) (3) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 246

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Cebel-i Elheme Türbesi-Arnavutluk
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 53
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Cavlamak Cebrail Efendi Türbesi-Kastamonu

Ölmek, cavlağı çekmek.(1)(2)(3) (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ceçalan Türbesi-İçel
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.

245
Vadi-i Hamuşan
Cebertiyye Cebrail
Rufâiyye ve Mediniyye tarikatının şubelerinden a. Dört büyük melekten, Allah’ın emirlerini ve
biri.(1) yasaklarını vahiy yoluyla meleklere ve peygam-
berlere ulaştırmakla görevli olanıdır. Vahiy me-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
leği.(1)(2)(3)(5)(7) Cebrail, Allah’a en yakın melek-
lerdendir, Kur’an’da Cebrail’e daha birçok isim
Ceberût verilmiştir. Bunların içinde en ünlüleri; Rû-
a. Mülk ve melekût, diğer bir deyimle şahadet ve hu’l-Emin, Cibril, Rûhu’l-Kudüs ve Rûh’tur.(6)
gayb, yani maddi ve manevi âlemlerin arasında b. Asıl kelime olarak, “Allah’ın kulu, Allah’ın eri”
bulunan orta âlem.(1)(6)(5) anlamına gelir.
b. Allah’ın zatı, azamet, her şeyin üzerinde olan bü- c. Batinî felsefede Cebrail, bazen nâsut âleme ha-
yüklüğü, kudreti, ululuğu ve celâl sıfatı.(1)(2)(3) kim olan ve insanın efendisi olan onuncu akıl
c. Büyüklük, ululuk, kibir, azamet, kudret yalnız ya da faal akıl anlamında kullanılır.
Allah’a mahsus olduğu için insana yakışmadığı d. Tasavvuf edebiyatında ve irfanî tevillerde Cebra-
için kullar hakkında ancak kötüleme amacıyla il’den maksat Allah’ın kelimelerinin aşağıya doğ-
kullanılır.(4) ru olan en son merhalesidir. Son kelimeler Ceb-
d. Aşırı büyüklük.(3) rail’dir. İnsan ruhları da bu kelimedendirler.(8)

e. Allah’a varma yolunun üçüncü basamağı.(3) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) DİA;
(1) DİA;
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (4) Erginli, Zafer. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(4) Akay, Hasan. a.g.e. (6) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (7) Pala, İskender. a.g.e.
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (8) Secccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Ceberut Âlemi Cebrail İnancı


a. Mutasavvıflarca, “Esma ve sıfat âlemi, Allah’ın İlâhî emirleri meleklere ve peygamberlere ulaştı-
bütün varlıkların üzerinde olan kudretinin te- ran vahiy meleği.(…)
celli ettiği âlem, lâhut âlemiyle melekût âlemi
İslâm dininde Cebrâil Hz. Peygamber’e ilâhî
arasındaki, dünya ile ilgili şeylerin üstünde bir emirleri bildiren vahiy meleğidir ve dört büyük
âlem” gibi değişik şekillerde tarif edilen ilâhi melekten biridir. Arapça’da vahiy meleği değişik
âlem, taayün-i evvel, tecelli-i evvel, cevher-i kelimelerle ifade edilmekle birlikte en meşhurları
evvel, hakîkat-i Muhammediye, rûh-i külli gibi Cebrâîl, Cebreîl, Cebrîl, Cibrîn ve Cibrîl’dir.
isimler de verilir.(1) Bu âlemde Allah’ın irade ve
Müslüman dilcilerin çoğu, muhtemelen hadis mec-
kudretinden başka hiçbir irade ve güç söz ko-
mualarındaki bazı rivayetlere dayanarak Cebrâil’in,
nusu değildir.(2) Hem cismani âlemin hem de
“Allah’ın kulu” anlamına gelen İbrânîce asıllı bir ke-
ruhani âlemin bazı özelliklerine sahiptir. Bu bir
lime olduğunu kabul ederken bazıları da “Allah’ın
berzah ve misal âlemidir.(3)
gücü” demek olan Arapça ceberûtullah tamlamasın-
b. İlahi, yüce kudret, ilahi güç.(4)(5) dan geldiğini ileri sürmüşlerdir. Cebrâil’in “kuvvet”
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. mânasına gelen cebr ile alâkası dikkate alınarak bu
(2) Akay, Hasan. a.g.e. anlamı da kapsadığı düşünülebilir.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Cebrâil Kur’ân-ı Kerîm’de Cibrîl, Rûhulkudüs, Rû-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. hulemîn, Rûh ve Resul şeklinde beş değişik isimle
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e. ifade edilir. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre

246
Vadi-i Hamuşan
Cebrâil karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün
bir akla ve kesin bilgilere sahiptir; “arşın sahibi”
nezdinde çok itibarlıdır ve meleklerin kendisine
mutlaka itaat ettiği şerefli bir elçidir (en-Necm
53/5-6; et-Tekvîr 81/19-21).
anılmıştır. Cebrâil özellikle ramazan aylarında her
gece Resûlullah’a gelerek nâzil olan âyetleri baştan
sona kadar onun ağzından dinlerdi. Hz. Peygam-
ber’in vefat ettiği yıl bu işi iki defa tekrarlamıştır.
Yine hadislerde belirtildiğine göre Cebrâil, yahu-
dilerin sorularına cevap vermede, inkârcılara kar-
C
Hz. Meryem’e normal bir insan şeklinde görü-
nerek rabbinin elçisi olduğunu ve ona temiz bir şı gerçek bir peygamber olduğunu ispatlamak için
erkek çocuğu bağışlamak için geldiğini söylemiş mûcizeler göstermede Hz. Peygamber’e yardımcı
(Meryem 19/17-19), Hz. Îsâ doğduktan sonra olmuş, insan şekline girip müslümanlarla birlik-
Allah’ın emriyle ona destek olmuş, Hz. Peygam- te bazı savaşlara katılmış, kâfirleri hicveden şair
ber’e Kur’ân-ı Kerîm’i vahyedip öğretmiştir. Hz. Hassân b. Sâbit’e şiirlerinde ilham vermiştir.
Peygamber onu bir kere “açık ufuk”ta, bir kere de Hz. Peygamber, Cebrâil’in Allah nezdindeki üstün
“sidretü’l-müntehâ”da aslî hüviyetiyle görmüştür. mertebesini dikkate alarak dualarında “Cibrîl’in
İnkârcılara karşı Hz. Peygamber’in dostu, mümin- rabbi” ifadesini kullanmış ve bir anlamda onun-
lerin destekleyicisidir. Kadir gecesinde meleklerle la tevessülde bulunmuştur. İslâmî gelenekte
birlikte yeryüzüne iner, âhirette insanlar hesaba Cebrâil’in adı anılınca ona salâtü selâm getirmek
çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin ya- dinî terbiyenin bir gereği sayılmıştır.
nında bulunur. Tefsir, hadis şerhi, siyer, tasavvuf, tarih, kelâm,
Cebrâil hadislerde Hz. Peygamber’e vahiy geti- felsefe kitapları vb. İslâmî kaynaklarda Cebrâil’in
ren, Kur’an’ı öğreten ve değişik konularda hü- isimleri, nitelikleri, görevleri, insan şeklinde görü-
kümler bildiren, Resûl-i Ekrem’e, hatta bazan as- nüşü ve üstünlüğü gibi konularda geniş bir litera-
haba insan şeklinde görünen bir melek olarak sık tür oluşmuştur. Bu kaynaklarda Cebrâil Kur’ân-ı
sık anılır. Kerîm’deki isimleri yanında Rûhullah, Hâdimullah,
er-Rûhu’l-a‘zam, el-Aklü’l-ekrem, en-Nâmûsü’l-ekber,
İlgili hadislere göre Cebrâil dünyada ve âhirette
el-Aklü’l-fa‘‘âl, Vâhibü’s-suver, Hâzinü’l-kuds, Tâvû-
Allah ile kulları arasında elçidir; hem meleklere
sü’l-melâike” gibi unvanlarla da anılır. Aynı kay-
hem peygamberlere ilâhî emirleri tebliğ eder, bu
naklarda ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’deki isimlerinin
sebeple de Allah’la vasıtasız konuşur.
mânaları açıklanmıştır. Buna göre o, karşısında
İlk defa Hira dağında, bütün ufku kaplamış ve bir durulmayacak üstün güce ve zaruri bilgilere sahip
taht üzerinde oturmuş halde Hz. Peygamber’e ge- olduğu için Cibrîl, saygı duyulması gereken üstün
lip aslî sûretinde görünmüş, onu kuvvetle sıkarak bir mevkide bulunduğu veya dinî hayatın gerçek-
okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmişti. leşmesinde önemli rol oynadığı yahut latif oldu-
Mi‘rac’dan önce Hz. Peygamber’in kalbini “hik- ğu için Rûh, ilâhî buyrukları tahrif etmeden Hz.
met”le doldurmuş, bu sayede Peygamber’in cismi Peygamber’e ulaştırdığı için Rûhulemîn, insanların
ruh gibi hafiflemiş ve bu mûcizevî yolculukta ona mânevî açıdan temizlenmesini sağlayan vahyi ge-
aslî sûretinde ikinci defa görünmüş, melekût âle- tirdiği veya hiç günah işlemeyen tertemiz bir kul
mi hakkında bilgiler vermiştir. olduğu için Rûhulkudüs diye nitelendirilmiştir.
Hadislerde Cebrâil’in zaman zaman güzel bir in- İslâmî kaynaklara göre Cebrâil, arşı taşıyan ve
san şeklinde, birkaç defa da Dihye b. Halîfe adlı “mukarrebîn” adı verilen meleklerdendir. Emrin-
sahâbînin sûretinde Hz. Peygamber’e gelerek de arşın çevresinde bulunan meleklerden bir ordu
onu abdest, namaz, kurban, hac gibi ibadetlerin vardır. Mükemmel bilgilere ve tasavvur edileme-
mahiyeti ve uygulama şekilleri hakkında eğittiği, yecek derecede üstün güce sahiptir. Nurdan yara-
itikadî, fıkhî ve ahlâkî konularda açıklamalarda tılmış olup görünüşü son derece güzeldir. Mânevî
bulunduğu, ashaptan bazılarının da bunların bir bir varlık olmasına rağmen Cebrâil’i cismanî var-
kısmına şahit olduğu rivayet edilir. Hatta Medi- lık şeklinde tasvir eden bir kült oluşmuştur. Buna
ne’de Hz. Peygamber’in huzurunda otururken göre onun yüzü beyaz, saçı mercan gibidir. İnci ve
görüldüğü yer, daha sonra “makam-ı Cibrîl” diye yâkutlarla süslenmiş olan yeşil renkli 600 kanadı

247
Vadi-i Hamuşan
vardır. Her bir kanadı arasındaki mesafe doğu ile Cehennem
batı arasındaki mesafe kadardır. Başında beyaz a. İslam’a göre, bu dünyada günah işleyenlerin,
sarık vardır. Bedir Gazvesi’ne sarı renkli bir sarık- Tanrı buyruklarına uymayanların, İnkârcıların
la katıldığı görülmüştür. Makamı yedinci kat gök- ve günahkârların öldükten sonra, ahirette, kâ-
teki sidretü’l-müntehâdır. Allah nezdinde üstün firlerin devamlı, günahkâr Müslümanların ise,
makam sahibi olmasına rağmen O’nu göremez. günahları kadar cezalandırılacakları, azap göre-
En son ölecek ve âhirette ilk dirilecek varlıklardandır. cekleri yer. Tamu, düzah, azap yurdu.(1)(2)(3)(4)
Son derece süratli hareket eder. Hz. Muhammed (5)(8)(9) Yedi kattır.(10)
dışında hiçbir peygamber onu aslî şekliyle gör-
b. Mecazen büyük sıkıntı ve azap veren, aşırı de-
memiştir. Resûlullah’a peygamberliği süresince
recede kargaşa ve huzursuzluk olan yer veya
26.000 defa vahiy getirmiştir.(…)
durum. Çok sıcak yer.(2)(3)(9)(10)
Cebrâil gayb âlemine ait varlıklardan biri oldu- c. Derin çukur, dibi derin çukur, dibi derin ateş
ğundan onun mahiyeti ve nitelikleri konusu aklın çukuru.(6)
sınırları ötesinde kalmaktadır. Bununla birlikte
d. Ariflere göre cehennem zahir ve batın olmak
Cebrâil’in cismanî değil ruhanî bir varlık olduğu-
üzere iki kısımdır. Zahirî cehennem dünyevî
nu kabul edenlerin görüşü daha ağır basmaktadır.
ve uhrevî azaplar ve acılardır. Batıni cehennem
Zira onu cisim kabul edenler, daha çok dış dünya-
ise insanın kederi ve kişiliğidir. Ariflerin nefs-i
da gerçekliği bulunan her şeyi duyular âleminde-
emmarenin bütün kötü sıfatlarını cehennem
ki varlıklara kıyas etmişlerdir ki bunun yanlışlığı
olarak adlandırmışlardır. Zira böyle bir nefsin
açıktır.(…)(1)
sahibi daima azap ve acı içindedir.(7)
(1) DİA;
(1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07;
s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07;
Cedes s. 227-233
Mezar, kabir.(1)(2)(3)(4) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (5) Asil, Yasin Şeref. a.g.e.
(4) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26 (6) Akay, Hasan. a.g.e.
(7) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Cedid Havatin Türbesi-İstanbul (8) Pala, İskender. a.g.e.
(9) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38
(10) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Cedit Havatin Türbesi-İstanbul


Cehennem Azabı
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22,
a. Günahkârların âhirette, cehennemde çekecek-
(2) Envanter. a.g.e. No: 24
lerine inanılan büyük ceza ve azap.(1)(2)
b. Büyük sıkıntı ve üzüntü.(1)(2)
Cehalet
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Yıllarca resmi ve zahirî ilimleri tahsil etmiş olsa
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
bile gerçekleri kavrama yeteneğinden uzak bulu-
nan gönül. Ariflerin dilinde kalbin ölümü anla-
mında kullanılır. Böyle bir kalp, hakikatleri derk Cehennem Ehli
etmekten uzaktır. Marifete nur-i ilim dendiği gibi Dünyada işlenen günahlara karşılık âhirette uy-
anlayışsız kalbe de zulmet-i cehalet denir.(1)(2) gulanacak cezanın yeri anlamındaki cehenneme
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. sadece “lâyık olanlar” (ashâbü’n-nâr, ehlü’n-nâr)
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. girer.

248
Vadi-i Hamuşan
Rahmeti gazabını aşmış bulunan Allah, “dilediği-
ni hak ettiğinden fazla mükâfatlandırdığı halde”
(el-Bakara 2/105) kimseye hak ettiğinden fazla
azap vermez.
Cehenneme lâyık olanlar kimlerdir? Yaratıkların
en şereflisi kılınan insan, Allah’ı tanımak gibi üs-
tuluş vesileleri iman-amel mutabakatına bağlan-
mıştır. İslâm tarihinin ilk dönemlerinden itibaren,
müminlerde göze çarpacak davranış bozuklukları-
nın yani günahların ebedî mutluluk açısından do-
ğuracağı sakıncalar üzerinde durulmuştur.
Havâric ve Mu‘tezile âlimleri, samimi bir tövbe
C
tün bir yetenekle donatıldığına göre (ez-Zâriyât ile telâfi edilmeyen büyük günahların muhabbet
51/56), kâinatın yaratıcı ve yöneticisini tanıyıp ilkesini ortadan kaldıracağını kabul ederek faille-
O’nu tâzime dönüşen bir sevgi ile sevmedikçe, rinin inkârcılar zümresine gireceğini ve ebedî olarak
yani selim yaratılış istikametinden ayrılıp inkâra cehennemde kalacağını söylemişlerdir.
yöneldiği sürece cehennem ehlinden sayılmaya lâ-
İslâm tarihinde daima büyük çoğunluğu oluşturan
yık olur. İbnü’l-Arabî, mücrimler diye nitelendir-
Ehl-i sünnet âlimleri ise irade zaafı ve benzeri fak-
diği cehennemlikleri dört gruba ayırır:
törlerle işlenecek günahların kalpteki imanı, dola-
a. Hiçbir tanrı kabul etmeyenler, yısıyla hâlik ile mahlûk arasındaki muhabbeti yok
b. Firavunlar gibi tanrılığı kendilerine nisbet etmeyeceğine kani olmuşlar ve açık inkâr dışında
edenler, kalan günahları işleyenlerin, bir süre cehennemde
c. Allah’a ortak koşanlar ve cezalandırılsalar bile eninde sonunda oradan çıkıp
d. münafıklar (el-Fütûhât, IV, 393-394). cennete gireceklerini kabul etmişlerdir.
Bu tür gruplandırmaları farklı kompozisyonlarla Meryem sûresinde cehennemden ve onun ehlin-
çoğaltmak mümkündür. Uhrevî cezadan kurtul- den bahsedildikten sonra, “İçinizden oraya gitme-
manın yegâne çaresi olan imanı Allah ile kul ara- yecek hiçbir kimse yoktur” (19/71) denilmektedir.
sında oluşan bir sevgi telakki eden Kur’ân-ı Kerîm, Buradaki gidişin (vürûd) yorumu hakkında çeşitli
Allah’tan kula yönelik sevginin gerçekleşebilmesi görüşler ileri sürülmüştür. Söz konusu âyetlerden
için bütün semavî kitapları kucaklayan son ilâhî edinilen ilk kanaat, müminler de dahil olmak üze-
mesajın tebliğcisi, geçmiş nebîlerin tasdikçisi, son re herkesin cehenneme uğrayacağı ve onu görece-
peygamber Muhammed aleyhisselâma uymayı şart ği şeklindedir. Fakat bu ziyaret doğrudan cennete
koşmuştur (Âl-i İmrân 3/31). gireceklere bir zarar vermeyecektir. Buna karşılık
Önceki peygamberlerin ümmetleri de dönemle- cehennemlikler cehenneme girmeden önce cen-
rinde nebîlerine samimiyetle uymuşlarsa ebedî neti görecekler midir? Yazıcıoğlu Mehmed, müna-
cezadan kurtulmuşlardır. fıkların önce kendilerine cennet gösterilip sonra
Allah Teâlâ kendilerinden ahid aldığı İsrâiloğulla- cehenneme götürüleceklerini kaydediyorsa da
rı’na şöyle demiştir: “Ben sizinle beraberim. Eğer (Muhammediyye, s. 323) ilmî literatürde böyle bir
namaz kılar, zekât verir, peygamberlerime inanır, bilgi tesbit edilememiştir. Bununla birlikte cennet
onları desteklerseniz ve ihtiyacı olanlara faizsiz ile cehennem halkı arasında vuku bulacağı haber
borç para verirseniz günahlarınızı örter, sizi ze- verilen karşılıklı konuşmalardan, cehennemlik-
mininden ırmaklar akan cennetlerime koyarım. lerin cennetteki nimetlerden haberdar olacakları
Bundan sonra inkâr yolunu tutanınız iyi bilsin ki anlaşılmaktadır (bk. el-A‘râf 7/50).
doğru yoldan sapmıştır” (el-Mâide 5/12). Cehennem azabı ile cezalandırılacak kişiler, ilgili
Ne var ki bunu takip eden âyetlerde anlatıldığı âyetlerin ışığı altında tasnife tâbi tutulacak olur-
üzere İsrâiloğulları da kendilerinden benzer ahid sa epeyce grup ortaya çıkar. Bir ana fikir vermek
alınan hıristiyanlar da ahidlerini bozmuşlar, Al- amacıyla Tanrı hakları (hukukullah) ile kul hakla-
lah’tan “bir nur ve apaçık bir kitap” getiren son rına (hukuku’l-ibâd) tecavüz edenler şeklinde bir
peygambere uymamışlar ve böylece Allah’ın rızâsın- gruplandırma yapmak mümkündür.
dan uzaklaşmışlardır (el-Mâide 5/13-16).(…) Hukukullaha tecavüz, hâlik ile mahlûk arasında ta-
İman ile davranışlar arasında sıkı bir münasebet bii olarak mevcut bulunan sevgi alâkasını kesmek
kurulmuş ve Kur’ân-ı Kerîm’de hemen bütün kur- yani iman yolunu terkedip inkâra sapmak şeklinde

249
Vadi-i Hamuşan
özetlenebilir. Bu tecavüz türü küfür, şirk, nifak, öldükten sonra yerinin cehennem olacağına ina-
Allah’ın âyetlerini ve peygamberlerini tekzip gibi nılan kimse.(1)(2)(3)
kavramlarla birçok âyette dile getirilerek eleşti- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rilmiş ve mücrimler diye nitelendirilen bu müte- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
cavizler için “Allah’ın düşmanları” tabiri kullanıl- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
mıştır (bk. M. F. Abdülbâkī, Mucem, adüv” md.).
Yanılmak kulun âdeta bir özelliği ise bağışlamak da
Allah’ın en çok vurgulanan bir sıfatıdır. Ancak kul Cehennem muhafızları
hatalarında ısrar eder ve “suçu kendisini çepçev- Cehennem ateşinin üzerinde çok katı, aldıkları
re kuşatırsa” muhakkak ki ebediyen cehennemde emirleri derhal uygulayan muhafızlar olduğu vur-
kalır (el-Bakara 2/81). Şu âyetler de cehennemlik gulanır, sayıları on dokuzdur.(1)
insan tipini etkileyici bir şekilde tasvir etmektedir:
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4
“Alabildiğine inat eden, hayra (veya Allah yolunda
harcamaya) var gücüyle engel olan, Allah’a ortak
koşan, şüpheci, nankör” (Kaf 50/24-26). Cehennem odunu
Kul hakkına tecavüz eden tiplerle ilgili birçok âyet Cehennem halkı. Allah, Kur’an’da cehennemin
ve hadis mevcuttur. Âyetlerde bu kişiler hakkında yakıtını şöyle açıklıyor: “Siz ve Allah’tan başka
zalim, katil, kibirli, inananlara işkence yapan, ye- taptıklarınız cehennem odunusunuz, siz oraya
tim malı yiyen gibi vasıflar sıralanmakta, duyu or- gideceksiniz”.(1)
ganları sağlam ve zihnî muhakemeleri yerinde ol-
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
duğu halde gerçeği görüp idrak etmeyen bu kişiler
için “dört ayaklı hayvanlar gibi, hatta onlardan da
şaşkın” (el-A‘râf 7/179) ifadesi kullanılmaktadır. Cehennem Tarihi
Bir âyetin tasviri de şöyledir: “Alabildiğine yemin İnkârcıların ve günahkârların âhirette cezalandı-
eden, izzet-i nefsi bulunmayan, ötekini berikini rılacakları yer.
ayıplayan, laf getirip götüren, cimri, aşırı zalim,
Cehennemin (cehennâm, cihinnâm) “derin kuyu;
günaha dadanmış, kaba, haşin, şerefsiz ve soysuz”
(el-Kalem 68/10-13). hayırsız, uğursuz” anlamına gelen Arapça asıllı bir
kelime olduğunu ileri süren İslâm bilginleri olmuş-
Hadis kitaplarında yer alan çeşitli rivayetler de bu
sa da dil âlimleri bu konuda tereddüt etmişlerdir
tür tasvirleri dile getirmektedir. Bir hadiste, kişi-
(meselâ bk. Lisânü’l-Arab, “cehennem” md.). Grek-
leri cehenneme en çok sürükleyen iki şeyin ağız ile
çe’de geenna, Latince’de gehenna olarak kullanılan
tenâsül organı olduğu ifade edilmiştir (Müsned,
kelimenin aslı, büyük ihtimalle İbrânîce gé-Hin-
II, 291, 392, 442).(…)
nom’dan (Hinnom vadisi) gelmektedir.(…)
Çeşitli hadislerde, mümin oldukları anlaşılan,
fakat günahları sebebiyle cehenneme giren kim- Ölümden sonraki hayatla ilgili inançlar hemen he-
selerin secde halindeyken yere temas eden or- men bütün dinlerde mevcuttur. Buna paralel ola-
ganlarına, iman mahalli olan kalplerine, Allah kor- rak kötü davranışların cezalandırılacağı da kabul
kusundan yaşaran ve Allah yolunda uykusuz kalan edilmektedir.
gözlerine cehennem ateşinin nüfuz etmeyeceği be- Eski Mezopotamya dinlerinde insanın ölümden
lirtilmiştir (bk. Wensinck, Mucem, “nâr” md.).(1) sonra yeryüzünün batı tarafında bulunan, yedi
(1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07; sur ve yedi kapı ile çevrili yere gittiğine, dönüşü
s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07; olmayan bu yere tanrıça Allatu’nun hükmettiğine,
s. 227-233 oradakilerin gıdasının toz, bulanık su ve toprak
olduğuna inanılmaktaydı.
Cehennem kütüğü Eski Mısır dinine göre ölenler Oziris’in yer altı
Cehenneme girip, yanmaya müstahak, layık kim- dünyasına gitmekte, hesaba çekildikten sonra
se, dini buyruklara uymadığı, günah işlediği için suçlu bulunanlar cezalandırılmaktadır.

250
Vadi-i Hamuşan
Mecûsîliğe göre, inanmayan kişinin ruhu Sinvat
Köprüsü’nden geçemeyip cehennemin derinlik-
lerine düşer. Bu aşağı âleme “yalancının evi” an-
lamında drujodemana veya “yalancının çukuru”
anlamında druzotman denilmekteydi. Karanlık,
ıstırap ve gürültü ile dolu olan bu yer altı dünya-
Cehennemdeki azap ateş, duman, susuzluk ve ka-
ranlık şeklinde olacaktır. Bazı yahudi bilginleri
âhirette kefâret ödeyerek günahtan arınmanın
ve âhirette azaptan kurtulmanın mümkün olma-
dığını savunurlar. Ancak bazı metinlere göre ya-
şayanların dua ve sadakaları ölüyü cehennemden
C
sında kötülerin gıdası pislikten ibarettir. kurtarabilir. Günahı az olanlar cehennemde on
Hinduizm’deki ruh göçü (tenâsüh) inancı, cehen- iki ay kalıp çıkacaklar, diğerleri orada ebediyen
nemle ilgili motiflerin gelişmesini önlemiştir. Na- kalacaklardır (DBS, III, 579). Dinlerinden dönen
raloka adı verilen cehennem, bu dünyada herhan- yahudiler için azap ebedîdir (İşaya, 66/24). Ora-
gi bir dinî kuralı ihlâl eden kişiye öteki dünyada sı geri dönülmeyen, derin, gizli, her şeyin toz ve
buna denk bir cezanın uygulandığı acılarla dolu koyu karanlıklarla karartıldığı bir yerdir (Eyub,
yerdir. Hinduizm’de cehennem bir nevi arınma 10/21; 11/8; 14/13; 24/19; 26/6; 17/16, 13).(…)
yeridir. Kişi burada cezasını çektikten sonra arın- Kötülerin cehennemdeki azap şekli daha çok ateş-
mış olarak yeniden yeryüzüne döner. ledir (İşaya, 33/14; 66/24; 50/9, 11). Kötüler ora-
Budizm’de yedi cehennem inancı vardır. Bu ce- da korkunç bir azaba uğrayacaklar, ateş ve kurt
hennemler yeryüzünün altındadır ve kötü davra- onların bedenlerini yok edecektir (İşaya, 14/11;
nışlarda bulunanlar burada uzun süre çok çeşitli Siracide, 7/19). Sünnetsiz ölenler ve kılıçla öldü-
işkencelere mâruz kalırlar. İnsanların parçalan- rülenler de (kâfirler) en aşağı tabakaya atılacaklar-
ması, alevli silâhlarla kesilmesi, ezilme, ağaçlara dır (Hezekiel, 32/17-32).
asılıp yakılma başlıca ceza çeşitleridir. Budizm’de- Yahudi literatüründe cehennemin çölde, denizde
ki cehennem telakkisinde ne alevler söner ne de ve Kudüs’te kapılarının olduğu, bir girişinin Ku-
acılar diner. düs yakınlarındaki Hinnom vadisinde bulunduğu,
Ahd-i Atîk’te açık ve net bir cehennem tasviri cehennemin gökte veya karanlık dağların ötesin-
yoktur. Tevrat’ta ölüm hadisesi ilk insanın hata- de olduğu da ifade edilmektedir (EJd., XII, 998).
sıyla irtibatlandırılmış (Tekvîn, 2/17; 3/19), fakat Cehennem kapılarının bekçileri vardır. Orada iş-
ölüm sonrası hayat açıklanmamıştır. “Atalarına kenceye dünyada günah işleyen organdan başla-
selâmetle gideceksin” (Tekvîn, 15/15; 25/8, 17; nır. Yakma ve dumanla boğma azap türlerinden-
35/29; 49/29); “Atalarınla uyuyacaksın” (Tesniye, dir. Cehennemde cumartesi günü azap yoktur.
31/16); “Kavmine katılacaksın” (Tesniye, 35/50) Kötüler bazan ateşe bazan da buzlara atılır (a.e.,
gibi dolaylı ifadeler ölümü anlatmaktadır. Ölüm XII, 998).
sonrasındaki hayat ise “ölüler diyarı” anlamında-
Ahd-i Cedîd’de cehennem, yahudi inancında oldu-
ki şeol kelimesiyle ifade edilmektedir ki bu kelime
ğu gibi şeolün kötülere tahsis edilen kısmıdır. Hı-
Asur dilindeki kigallu (büyük yer) veya arallu (ölü-
ler krallığı) ile eski Mısır’daki dêt’in (aşağı dünya) ristiyan inancına göre Hz. Îsâ çarmıha gerildikten
karşılığıdır. Şeol kelimesinin “oymak, kazmak, sonra yer altındaki şeolün iyiler kısmına (limbos)
çukurlaştırmak” ve “istemek” anlamlarındaki şâal inmiş, iyileri oradan çıkararak onlara semanın
kökünden türediği, şeolün doymak bilmeyen ve her kapılarını açmıştır. Cehennem artık sadece semada
zaman yeni kurbanlar isteyen bir yer olduğu için bu olmayan ölülerin ikamet yeridir (DB, II/2, s. 1795).
adı aldığı rivayet edilmektedir (DB, II/2, s. 1793). İncil’lerde Hz. Îsâ oradan “cehennem” (Matta,
Tevrat’ın Yunanca tercümesinde şeol kelimesi, 5/29, 30), “cehennem ateşi” (Matta, 5/22), “fırın
Grek kültüründe “ruhların vücuttan ayrıldıktan ateşi” (Matta, 13/42, 50), “ebedî ateş” (Matta,
sonra gittikleri yer” anlamına gelen hades ile kar- 18/8; 25/41) ve “sönmez ateş” (Markos, 9/43;
şılanmış, Kitâb-ı Mukaddes’in Latince tercümesi Luka, 16/1931) diye bahsetmektedir. Ayrıca bu
olan Vulgate’ta ise infernus (aşağı, alt tabaka), in- yer “karanlıklar ve ceza yeri” (Matta, 8/12; 22/13;
feri (cehennemler), inferus (aşağıda olan) şeklinde 25/30; Yahuda’nın Mektubu, 6, 13; Petrus’un İkin-
çevrilmiştir.(…) ci Mektubu, 2/4, 17), “uçurum” (Luka, 8/31; Vahiy,

251
Vadi-i Hamuşan
9/11; 20/1, 3), “kükürt ve ateş gölü” (Vahiy, 19/20; İslâm kelâmcıları, âhiret hayatıyla ilgili nasların
20/9; 21/8) şeklinde de nitelendirilmektedir. müteşâbih grubuna girdiğini ve asıl anlamları dı-
Ahd-i Cedîd’e göre cehennem şeytanın ve cehen- şında mecazi mânalar da taşıyabileceklerini kabul
nemliklerin ceza yeridir (Matta, 25/41); günah- etmişlerdir. Çünkü âhiret âlemi duyularla algıla-
kârlar öldükten hemen sonra oraya inerler (Luka, namadığı gibi duyuların verilerine dayanan akıl
16/22); ruh ve vücutlarıyla azap çekerler (Matta, yoluyla da tek başına idrak edilemez. Bu sebeple
10/28). Orada koyu karanlıklar içinde (Matta, diğer âhiret hallerinde olduğu gibi cehennem ko-
13/12; 22/13; 25/30), ölmeyen kurtlar ve sönme- nusunda da nassa bağlı kalmanın en doğru yol
yen ateşle (Markos, 9/43, 45, 47) korkunç azaplar olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte inanç
vardır (Matta, 8/12; 13/50; 22/13; Luka, 8/28). sahibi herkesi ilgilendirdiği için ebedî hayatla ora-
Hıristiyan kutsal metinleri cehennemdeki aza- da görülecek ceza ve mükâfat hakkında eski dö-
bın ateşle olacağını ve ebedîliğini vurgular (Mat- nemlerden beri çok çeşitli senaryolar geliştirilmiş
ta, 18/8; 25/41; Yahuda’nın Mektubu, 7; Vahiy, ve bir nevi âhiret edebiyatı oluşturulmuştur. (…)
19/3). Hz. Îsâ cezanın suçlara göre olacağını be- Kur’ân-ı Kerîm’de cennet nimetlerinin hiçbir
lirtmiştir (Matta, 10/15; 11/21-24; Luka, 10/12- nefsin anlayamayacağı bir mahiyet taşıdığı ifade
15; 12/47-48; Vahiy, 18/6, 7).(1) edilmiş (es-Secde 32/17), bir kudsî hadiste de iyi
kullar için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
(1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07;
duymadığı ve hiçbir zihnin tasavvur edemediği
s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07;
s. 227-233 nimetler hazırlandığı haber verilmiştir (Buhârî,
“Tevhîd”, 35; Müslim, “Cennet”, 3-5).

Cehennem Tasviri Makdisî gibi bazı âlimler, naslarda tasvir edilen


cennet nimetleri ve cehennem sıkıntıları ile dün-
Dinler tarihi alanındaki araştırmalar, hemen bü-
yadaki benzerleri arasında mevcut münasebetin
tün dinlerde ölümden sonra ikinci bir hayat yaşa-
mânada ve mahiyette değil sadece isimlerde ve
nacağı, orada insanlara dünya hayatında yaptıkla-
kelimelerde olduğunu ileri sürmüşlerdir (el-Bed
rının karşılığı olarak mükâfat veya ceza verileceği
ve’t-târîh, I, 194-195). Yine Makdisî, “Cennet-
düşüncesinin mevcut olduğunu göstermiştir. İn-
ten istediğiniz gibi bahsedin, nasıl olsa o sizin
sandaki adalet duygusu ve müeyyide anlayışı da
yapabileceğiniz tasvirlerden çok daha üstündür”
âhiret hayatındaki ceza ve mükâfatın varlığını
meâlinde mürsel bir hadisin rivayet edildiğini
gerekli kılar.(…)
kaydederek cennet ve cehennem hakkında nas-
Genellikle bütün dinlerde, özellikle de bunların larda bulunmayan tasvirleri yapanların bu hadise
semavî olanlarında ölüm sonrasındaki cezalandır- dayandıklarını söyler (a.g.e., I, 190-191, 194).
manın cehennemle (ateşle), mükâfatlandırmanın Cennet ve cehennemle ilgili olarak İbn Kesîr’in
da cennetle olacağı kabul edilmiştir. topladığı zengin doküman içinde özellikle Ta-
İslâm literatüründe gerek Kur’an ve Sünnet’te yer berânî, İbn Ebü’d-Dünyâ, Ebû Ya‘lâ, Ebû Nuaym,
alan, gerekse bunlara dayanan veya başka etkiler- İbnü’l-Mübârek ve Ahmed b. Hanbel’den, muhte-
le oluşan cennet ve cehennem tasvirleri oldukça va açısından yadırganacak açıklamaların nakledil-
zengindir. Bazı İslâm âlimlerinin, geniş halk kitle- diği dikkati çeker (bk. en-Nihâye, II, tür.yer.).
lerini etkilemek amacıyla cehennem tasvirlerinde Naslarda hâkim olan temaya göre insanla Allah
zaman zaman kendilerine has pedagojik anlayış arasındaki aslî münasebet sevgi ve rahmete da-
ve metotlar çerçevesinde mübalağalı üslûp ve yanır. Esmâ-i hüsnâ içinde kâinata ve özellikle in-
ifadeler kullandıkları, doğruluğu belgelenemeyen sana yönelik olanlardan sadece iki veya üçü kahır
haberler naklettikleri de görülür. ve gazap ifade etmekte, diğerleri karşılıklı rızâ ve
Cehennemin tasviri, yani yapısı ve işleyişiyle ilgi- muhabbet anlamını içermektedir. İslâm’da aslolan
li olarak iki mesele ile karşılaşılmaktadır: Kur’an kulun itaat etmesi, Allah’ın dünya ve âhirette mükâ-
dışında kalan nakillerin sıhhati, doğruluğu sabit fatlandırmasıdır. Ceza aslî unsur olmayıp kötülük-
olan nasların anlaşılması. lerin önlenmesi için bir tedbirdir. Mükâfat ve ceza

252
Vadi-i Hamuşan
ile ilgili çeşitli naslardan elde edilen sonuç şudur
ki en büyük mükâfat saadet içinde ebediyet, en
büyük ceza da ıstırap ve yok oluştur. Makdisî’nin
de belirttiği gibi bekadan öte bir nimet, zıtları yeyip
mahveden ateşten öte bir azap yoktur (el-Bed ve’t-
târîh, I, 185).(…)
Diğer bazı âlimler ise yedi kapının cehennemin
yedi tabakasına işaret ettiğini kabul etmişlerdir.
Üst üste katlar şeklinde düşünülen tabakaların
en üstte bulunan birincisinin cehennem, en altta
bulunan yedincisinin hâviye olduğu bu âlimlerce
benimsenmiştir. Cehennem, azabı en hafif, hâ-
C
Kur’ân-ı Kerîm’de cehennemin tasviriyle ilgili viye ise en şiddetli olanıdır. İkisi arasında kalan
âyetler (bu âyetler için bk. İbn Kesîr, II, 202-211) tabakalar, cehennemin isimleri sayılırken söz
onun yapısından çok işleyişini, yani azap türleri- konusu edilen tabakalar olup yukarıdan aşağıya
ni konu edinmiştir. Ancak münafıkların cehen- doğru şunlardır: Lezâ, hutame, saîr, sakar, cahîm.
nemin en aşağı tabakasında olacağını (en-Nisâ Bunların sıralanmasında farklılıklar göze çarptığı
4/145) ve cehennemin yedi kapısının bulunduğu- gibi buralarda cezalandırılacak kişilerin kim oldu-
nu (el-Hicr 15/44) ifade eden âyetlerle cehennem- ğu konusunda da farklı telakkiler mevcuttur.
deki “dar mekân”dan bahseden âyet (el-Furkan Hemen bütün Sünnî âlimler, azabı en hafif olan
25/13) ve “derin kuyu” demek olan hâviyeden söz birinci tabakada günahkâr müminlerin bir süre
eden âyetlerde cehennemin yapısı hakkında bazı
kaldıktan sonra buradan çıkarılacağını, yedinci
bilgiler verildiği görülmektedir.
tabakada ise münafıkların azap göreceğini kabul
İslâm âlimleri cehennemin yedi kapılı oluşu üze- ederler. İkinci tabakadan itibaren de yahudiler,
rinde durmuşlardır. hıristiyanlar, Sâbiîler, ateşe tapanlar ve müşrikler
Ebüssuûd’a göre kapıların daha az veya daha çok cezalandırılacaktır. Ancak yedi kapı ifadesini yedi
değil de yedi oluşu, oraya girmeye sebep olan vası- tabaka şeklinde anlamak, Kur’an’da geçen bazı
talarının (beş duyu organı, şehvet ve gazap tema- isimlerle bunları adlandırmak ve sakinlerini belir-
yülleri) aynı sayıda olmasıyla ilgilidir (İrşâdü’l-ak- lemek ilmî bir esasa dayanmamaktadır.
li’s-selîm, V, 79). Nitekim Kurtubî, âhiret halleriyle ilgili meşhur
Elmalılı Muhammed Hamdi ise şöyle bir yorum eserinde yedi kapı-yedi tabaka etrafındaki görüş-
yapmaktadır: İnsanın mükellefiyet organları beş lerden söz ederken bu konuda sahih hiçbir naklin
duyu ile birlikte kalp ve tenâsül uzvudur. Mânevî mevcut olmadığını belirtmekte ve Kur’an’da yer
anlamdaki kalp kapısı açık olursa kişi doğru yol- alan cehennem isimlerinin onun belli bir yerinin
dan yürüyerek cennete girer, aksi takdirde yedi değil tamamının adı olduğunu söylemektedir
organ mükellefi yedi çeşit azaba sürükler. Nitekim (et-Tezkire, s. 444-445).
cennet ehlinden söz eden âyetlerde onların kalp-
lerinde kin ve kötülüğün bulunmadığı ifade edilir Muhaddis İbn Kesîr de Hz. Peygamber’e nisbet
(Hak Dini, IV, 3065-3067). edilen ve yedi tabakadan bahseden hadisin sahih
olmadığını kaydeder (en-Nihâye, II, 237).
Bazı âlimler, Kur’an’da yer alan “yedi kapı” (seb‘atü
ebvâb) ifadesinden (el-Hicr 15/44) gerçek anlam- Esasen Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bu yedi isim-
daki kapı mefhumunu anlamışlar ve cehenneme le cehennemin yaygın adı olan nâr kelimesinin
gireceklerin sayısının çok olması sebebiyle kapı- Kur’an’daki kullanılışları incelenecek olursa bu
ların da çoğaltıldığını kabul etmişlerdir. Nitekim kelimelerin hepsinin cehennemin tamamını kap-
Zümer sûresinde (39/71) inkârcıların cehenneme sayacak şekilde tekrar edildiği görülür. Şöyle ki,
grup grup sevkedileceği ve yanına vardıklarında İbrânîce asıllı olduğu anlaşılan cehennem kelime-
kapılarının açılacağı beyan edilir. si dışında diğer altı kelimenin tamamına yakını
Yedi kapının, cehenneme gireceklerin dinî hayat ilgili âyetlerin sonlarında yer almıştır. Özel bir üs-
durumuna göre azap açısından farklı nitelikler ta- lûbu olan Kur’an metninde âyet sonlarındaki ses
şıması ve girenleri farklı mekânlara götürmesi de uyumu dikkate alınarak hepsi de cehennemin adı
mümkündür; Hicr sûresindeki ilgili âyetin devamı olan altı ismin seçiminde seci sağlama amacının
da bunu göstermektedir. gözetildiği kabul edilebilir.

253
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’de cehennemin tasviriyle ilgili vücudu saran, tahripkâr yakıcılığı ile bedeni pişi-
olarak ayrıca etrafını saran bir duvardan da söz rip parçalayan ve iç organlara kadar nüfuz eden
edilir (el-Kehf 18/29). Sürâdik, kelimesiyle ifade bir ateştir. Mürselât sûresinde (77/3233) cehen-
edilen bu ihata duvarını, kelimenin sözlük anla- nem ateşinin develer ve saraylar kadar kıvılcım
mından faydalanarak “ateşten veya dumandan saçtığı belirtilir.
oluşmuş bir engel” olarak açıklamak mümkündür. Bir hadiste, dünya ateşinin kemiyet ve keyfiyet
Cehennemin yapısına dair hadis literatüründe yer açısından cehennem ateşinin yetmişte biri oldu-
alan rivayetlerin sahih olanlarından anlaşılan tek ğu ifade edilmiştir (Müslim, “Cennet”, 30; Tir-
şey, onun çok geniş ve derin bir mekân oluşundan mizî, “Cehennem”, 8). Bir âyetin dolaylı (el-İnsân
ibarettir (söz konusu rivayetler için bk. İbn Kesîr, 76/13), bir hadisin de açık ifadesine göre (Buhârî,
II, 225-234). “Bedü’l-halk”, 10; Tirmizî, “Cehennem”, 9) cehen-
Fecr sûresinin kıyameti tasvir eden âyetleri için- nemin yakıcı ateşi gibi dondurucu soğuğu da bir
de, “O gün cehennem getirilecek ve o gün insan azap türüdür.
her şeyi anlayacak” (89/23) meâlindeki ilâhî be- Çeşitli âyetlerde cehenneme gireceklerin simala-
yana dayanarak cehennemin fiilen hareket etti- rından tanınacakları, perçemlerinden ve ayakla-
rileceğini söylemek isabetli değildir. Fahreddin rından yakalanarak yüzleri üstü ateşe atılacakları,
er-Râzî’nin belirttiği (Mefâtîhu’l-gayb, XXI, 175) cehennemin kaynamaktan doğan uğultusunu du-
ve müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi’nin de yacakları, hiddetli ve dehşetli görüntüsünü müşa-
tercih ettiği gibi (Hak, VII, 5811) bu âyette söz hede edecekleri anlatılır.
konusu edilen getiriliş, cehennemin kıyamet Yine Kur’an’ın beyanlarına göre cehennemlikler
halkına gösterilmesinden ibarettir. Nitekim yine kaynar sular, ateşten lâleler ve zincirler, ateşten
kıyameti tasvir eden Şuarâ sûresindeki âyette, elbiselerle cezalandırılacaktır. Kur’an’daki en açık
“Cehennem azgınlara gösterilir” (26/91) denil- ve etkili azap tasviri ise şöyledir: Altını ve gümü-
mektedir. Gerçi Müslim’in el-Câmiu’ś-śahîh’i ile şü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar için bu
(“Cennet”, 29) Tirmizî’nin es-Sünen’inde (“Ce- altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak,
hennem”, 1) rivayet edilen bir hadiste kıyamet sahiplerinin alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağ-
günü cehennemin, 70.000 yuların her birinde gö- lanacaktır (et-Tevbe 9/34-35).
revlendirilmiş 70.000 meleğin çekmesi suretiyle Cehennem ehli açlık ve susuzluk hissedecek, fakat
getirileceği ifade edilmektedir. Ancak üslûbundan yemek olarak kendilerine, karınlarında erimiş ma-
da anlaşılacağı üzere nakledilen metin, pedagojik denler gibi kaynayacak zakkum ağacı, darî‘ denilen
amaçlarla kıyametin dehşetini anlatmayı hedefle- zehirli nebat, içecek olarak da bağırsakları parçala-
miştir. Esasen bu metin, Müslim ile Tirmizî’nin yan kaynar su, kanla karışmış irin verilecektir.
bir rivayetinde Hz. Peygamber’e nisbet edildiği
Cehennem azabının şiddet ve dehşetini ifade eden
halde Taberî’nin Câmiu’l-beyân’ında (XXX, 120)
bu tasvirlerin gerçekte vuku bulmayacağı, caydırı-
ve Tirmizî’nin söz konusu rivayete düştüğü bir
cı bir müeyyide olarak insanların bunlarla sadece
kayıtta İbn Mes‘ûd’a nisbet edilmiş, muhaddis
korkutulduğu şeklinde bir iddianın ileri sürüldü-
İbn Kesîr de bu konudaki tereddüdünü belirtmiş-
ğünü kaydeden Takiyyüddin İbn Teymiyye, söz
tir (en-Nihâye, II, 87, 229).(…)
konusu iddianın dinin emir ve yasaklarını hiçe
Kur’ân-ı Kerîm’de cehennem azabı çeşitli etkile- saymayı amaçladığını söyler. Böyle olsaydı ilâhî
riyle yakıcı olan ateşle tasvir edilmiştir. beyanların bütün inceliklerine vâkıf bulunan Hz.
İbn Kesîr tarafından bir araya getirilen başlıca Peygamber’le bazı ashabın en azından kendi hayat-
azap âyetlerinin (en-Nihâye, II, 202-211) incelen- ları açısından umursamaz bir tavır içine girmeleri
mesinden anlaşılacağı üzere ateş maddî bir ateş gerekirdi (Mecmûu fetâvâ, VII, 502-503).(…)(1)
olup yakıtı insanlar ve yanma özelliği bulunan taş- (1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07;
lardan (yahut putlardan) ibarettir. Bu ateş alevle- s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07;
nen, sönmeye yüz tuttukça tekrar tutuşturulan, s. 227-233

254
Vadi-i Hamuşan
Cehennem zebanisi
a. Cehennem bekçisi.(1)
b. Çok zalim ve gaddar, acımasız, çok korkunç
kimse.(1)(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sadece son ikisinin Sünnî âlimlere ait olduğunu
ve ilmî değer taşıdığını kaydeder (Şerhu’l-Akıde-
ti’t-Tahâviyye, s. 421-422).
Bu dört temel telakkiden Hâricîler’e ve Mu‘tezi-
le’ye ait olan birincisi, günahları sebebiyle bir süre
C
için cehenneme girecek müminleri de kapsadığın-
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
dan, Ehl-i sünnet’in tamamı ile bir kısım Şiî âlimle-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ri tarafından reddedilmiş, bu anlayışa bağlı olarak
İslâm tarihi boyunca evlenme, boşanma, cenaze
Cehennemin Ebediyeti
namazının kılınması, miras taksimi gibi kişilerin
Cehennemin veya azabının sonsuzluğu konusu dinî statüleriyle ilgili uygulamalarda da dikkate
İslâm’dan önceki inanç sistemlerinde tartışılmış- alınmamıştır. Cehennemliklerin bir süre azap
tır. Dinler tarihi alanında önemli incelemeleriyle gördükten sonra bağışıklık kazanacağı şeklinde
tanınan Makdisî, uhrevî cezanın mevcudiyetini özetlenen telakkinin sahibi, kaynakların çoğunda
benimsemeyen hiçbir din mensubunun bulunma- Muhyiddin İbnü’l-Arabî olarak gösteriliyorsa da
dığını ve genellikle cezanın hak edildiği kadar de- benzer bir yorumun hicrî II. yüzyılın sonlarında
vam edip bir gün sona ereceğinin kabul edildiğini vefat etmiş bulunan Hişâm b. Hakem’de mevcut
söyler (el-Bed ve’t-târîh, I, 199). olduğu nakledilir (Pezdevî, s. 166-167). Ayrıca
Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre (bk. el-Ba- Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ile Bittîhıyye’nin de buna ya-
kara 2/80) yahudiler, kendilerinden cezaya lâyık kın bir kanaat taşıdığı belirtilir (Eş‘arî, s. 474-475,
olanların bir süre azap gördükten sonra cehen- 543). Aslında el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de azabın
nemden çıkarılacağını söylüyorlardı. ebediyetiyle ilgili açıklamalar incelendiğinde (bk.
Ahd-i Cedîd’de cehennemin ebedîliği açık ve net III, 96-99; IV, 173-175, 402-403; V, 84-85; VIII,
değildir. “Bedeni öldürüp de canı öldürmeye kud- 57-59; IX, 421-422) İbnü’l-Arabî’nin bu konuda
reti olmayanlardan korkmayın; ancak daha ziyade mütereddit olduğu görülür. (…)
cehennemde hem bedeni hem de canı helâk etme- Cehennemin ebediyeti konusundaki karşıt iki gö-
ye kudreti olandan korkun” şeklinde Matta İnci- rüşten ilkinin temsilcilerinden Cehm b. Safvân’a
li’nde yer alan ifade (10/28), cehennemliklerin göre hem cehennem hem de cennetin fâni olması
ölmesi suretiyle azabın sona ereceğine işaret eder. gerekir; zira mantıkî olarak hâdis olan bir şey ebe-
İslâm literatüründe konu ile ilgili olarak ileri sürü- dî olamaz. Ancak bu görüş diğer hiçbir İslâm eko-
len görüşleri dört noktada toplamak mümkündür. lünce itibar görmemiştir. Çünkü hem ilâhî kudreti
hem de ilâhî rahmeti sınırlamakta, ayrıca ebediyet
1. Cehenneme giren kişi hiçbir şekilde oradan çı-
fikrini ortadan kaldırmaktadır.
kamayıp sonsuz olarak azap görür.
Ebü’l-Hüzeyl’in, İbnü’l-Arabî’nin görüşüne ben-
2. Cehennemlikler ebediyen orada kalırlar, fakat
zer şekilde cehennem için ileri sürdüğü yorumu
bir müddet azap gördükten sonra bir nevi bağı-
cennete de teşmil etmesi, cehennem azabını his-
şıklık kazanarak elem duymayacak hale gelirler.
setmenin ve cennet nimetlerinden zevk almanın
3. Müminler çıktıktan sonra kâfirlerin azabı uzun bir gün sona ereceği sonucuna götüren bir telakki
zaman devam ederse de ebedî değildir, bir gün olup bu da âlimlerce ciddiye alınmamıştır.
sona erecektir.
Öte yandan Abdülkahir el-Bağdâdî ile birlikte
4. Müminler çıkar, kâfirlerin azabı sonsuza kadar (Usûlü’d-dîn, s. 238) genellikle kelâm kitapları
sürer. ve konu ile ilgili diğer eserlerin çoğu, bütün Ehl-i
el-Akıdetü’t-Tahâviyye üzerine yapılmış tat- sünnet bilginlerinin ve ümmetin geçmiş hayırlıla-
minkâr bir şerhin kendisine nisbet edildiği İbn rının cehennem azabının ebediyetini benimsedik-
Ebü’l-İz, bazı küçük farklılıklar arzetmeleri se- lerini kaydederlerse de bu isabetli değildir. Çün-
bebiyle sayılarını sekize çıkardığı bu telakkilerin kü bilindiği kadarıyla, içlerinde Hz. Ömer, Ali ve

255
Vadi-i Hamuşan
İbn Abbas’ın da bulunduğu sekiz kadar sahâbî ile Cehennemin İsimleri
tâbiîn ve onları takip eden nesillerden önemli bazı Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş yedi âyetinde yer alan
âlimlerle İbn Teymiyye ve onun yolunu benimse- cehennem, herhangi bir sözlük anlamı taşımaktan
yenlerden oluşan bir grup âlim, cehennem azabı- çok kâfirlerin, münafıkların, zalimlerin, gerçeğe
nın bir gün sona ereceğini kabul etmişlerdir. Bun- boyun eğmeyenlerin azap görecekleri yer olarak
ların bir kısmına göre azapla birlikte cehennemin tasvir edilir. Nitekim söz konusu âyetlerin birço-
kendisi de yok olacak, diğer bir telakkiye göre ise ğunda cehennem “mesvâ, me’vâ” (mekân) kelime-
cehennem boş kalacaktır. Hatta azabı sona eren leri veya “azâbü cehennem, nârü cehennem” terkip-
kâfirlerin cennete girecekleri bile iddia edilmişse leriyle kullanılmıştır. Kur’an’da, kötülerin âhiret
de bu görüş taraftar bulmamıştır. hayatında cezalandırılacakları yeri ifade eden baş-
Azabın ebediyetini savunanların dayanakları, ka kavramlar da mevcuttur. Halîmî’nin kanaatine
Kur’ân-ı Kerîm’de çok defa tekrar edilen ve “ebe- göre (el-Minhâc, I, 472) bu kelime veya terkipler
diyet” veya “uzun zaman” mânası taşıyan huld bütünüyle cehennemin adı olmayıp amellerine
kavramı, bunun üç âyette ebeden kaydıyla tekit göre cehennemliklere azap edilecek tabakaları
edilmesi, azabın devamlılık arzedeceğini ve orada veya azap çeşitlerini gösterir. Meselâ “cehennem
ölümün bulunmadığını belirten diğer âyetler ve ateşi” anlamında geçen nâr kelimesi, cehennem
bu hususları teyit eden hadislerdir. Onlar ayrıca azabının çeşitli şekillerinden sadece yakıcı olanını
hak ile bâtıl veya iman ile küfür arasındaki farkı, ifade eder. Lezâ, saîr, hutame gibi diğer kelimeler
dinî hamiyetten gelen samimi bir duygu ile koru- de nârın yakıcılığını tasvir etmektedir.(…)
mak istemişlerdir. Bu görüşü savunanlara göre
Cehennem birçok hadiste de Kur’ân-ı Kerîm’deki
kâfirler eninde sonunda azaptan kurtulacaksa
kullanımına paralel olarak yer almıştır (bk. Wen-
haklı ile haksız ve iyi ile kötü arasında fazla bir
sinck, Mucem: Fehâris, “cehennem” md.; Miftâhu
fark kalmamış olur. Ayrıca azap ve cezanın müey-
künûzi’s-sünne, “cehennem” md.).
yide gücü de önemli ölçüde zayıflar.
İslâm literatüründe genel anlamda cehennemi,
Buna karşılık azabın bir gün sona ereceğini savu-
azap türlerini veya onun bölümlerinden birini
nanlar bazı âyetlere, özellikle En‘âm (6/128) ve
ifade etmek üzere çeşitli kelimeler kullanılmıştır.
Hûd (11/106-108) sûrelerinde yer alan istisna-
Muhtemelen cehennemin yedi kapısı olduğunu
lara, ayrıca Nebe’ sûresinde (18/23) “sınırlı bir
beyan eden âyet (el-Hicr 15/44) sebebiyle bunlar-
zaman dilimi” mânasına gelen ahkab kavramına,
dan yedisi özellikle önem kazanmıştır.
adalet ilkesine ve ilâhî rahmetin gazabını kuşattı-
ğı inancına dayanırlar. 1. Cehennem. Cehennem tabakalarına ait ye-
dili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst
Kur’ân-ı Kerîm’de ebediyet anlamına gelebilecek
tabakadır. Sünnî âlimlere göre burası günahkâr
âyetlerin çokluğuna rağmen fâniliğe delâlet eden
müminlerin azap yeri olacak, bunların azabı sona
istisna âyetlerine ebediyet taraftarları tatminkâr
erdikten sonra ise boş kalacaktır. Bu durumda
bir yorum getiremedikleri gibi azabın süresini sı-
cehennem genel olarak âhiretteki azap yerinin
nırlandıran ahkab kavramını da tarafsız bir şekil-
bütününün, özel olarak da en üst tabakasının adı
de ebediyet lehine yorumlayamamışlardır. Adalet
olmaktadır.
ilkesine gelince, kişiyi azaba sürükleyen küfür ve
inkâr insan ömrü ile sınırlı olduğu halde uhrevî 2. Cahîm. “Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yük-
cezanın ebedî olması suç ve ceza dengesi açısın- sek ateş” anlamında olup yirmi altı âyette ve bazı
dan tereddütlere yol açmıştır. Meselenin çözümü hadislerde geçer. Kur’an’da daha çok cehennem
için suç ve ceza dengesinin kemiyette değil key- yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş”
fiyette aranmasının gerektiği şeklinde ortaya ko- anlamında kullanılmıştır.
nan yorum da tatminkâr görünmemektedir.(…)(1) 3. Hâviye. “Yukarıdan aşağıya düşmek” anlamın-
(1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07; daki hüviy kökünden isim olan hâviye “uçurum,
s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07; derin çukur” mânasına gelir. Kur’an’da sadece bir
s. 227-233 yerde zikredilmiş ve aynı yerde “harareti yüksek

256
Vadi-i Hamuşan
ateş” diye de tefsir edilmiştir (el-Karia 101/9-11).
Hâviye cehennemin adı olarak bir hadiste de geç-
mektedir (Nesâî, “Cenâiz”, 9).
4. Hutame. “Kırmak, ufalayıp tahrip etmek” an-
lamındaki hatm kökünden mübalağa ifade eden
bir sıfat olup Kur’an’da yer aldığı bir tek sûrede,
âyette, “Erkek ve kadın müminleri -sırf iman et-
meleri sebebiyle- işkenceye tâbi tutup da tövbe
etmeyenler için cehennem azabı ve yangın azabı
(azâbü’l-harîk) vardır” (el-Burûc 85/10) denil-
mekte ve cehennemdeki cezalandırmanın ateşle
olacağı belirtilmektedir.
C
“Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş On iki âyette geçen hamîm “kaynar su” anlamında
ateşi” diye açıklanmıştır (el-Hümeze 104/4-7). olup cehennemdeki azap türlerinden biri olmak
Hutame cehennemin bütününe ait bir isim olabi- üzere cehennemliklere içirileceği ve başlarından
leceği gibi belli bir kısmını ifade etmek üzere de aşağı döküleceği beyan edilir. Aynı kökten türe-
kullanılmış olabilir. Kelimenin sözlük anlamı ile yen ve bir âyette geçen yahmûm, hamîm mâna-
Kur’an’daki açıklaması arasında tam bir uygunluk sına gelebileceği gibi “ısı derecesi yüksek kapkara
vardır. Zira tutuşturulmuş şiddetli ateş karşılaştı- duman” anlamında da olabilir. Nitekim âyette ce-
ğı her şeyi yakıp tahrip eder ve onun en iç kısmına hennemlikler için, “Serin ve hoş olmayan kapka-
kadar işler. Âhiretteki cezayı ve dolayısıyla cehen- ra bir duman içinde kalacaklardır” denilmektedir
nem ateşini maddî değil de mânevî olarak kabul (el-Vâkıa 56/43-44).
edenler hutamenin âyetteki izahına dayanarak Fahreddin er-Râzî’ye göre yahmûmu cehennemin
“kalpleri saran ateşli kaygı” şeklinde bir yorum ge- isimlerinden biri olarak da kabul etmek mümkün-
tirirler. Ancak cehennem azabıyla ilgili âyetlerin dür (Mefâtîhu’l-gayb, XXIX, 168).
bütününe bakıldığında böyle bir yorumu doğru “Temas ettiği şeyi zehir gibi etkileyip dokuları-
bulmak mümkün görünmemektedir. na işleyen sıcak rüzgâr” (sam yeli) mânasındaki
5. Lezâ. “Hâlis ateş” anlamına gelen kelime semûm da cehennem azabının türlerinden olmak
Kur’an’da bir yerde geçmekte ve “bedenin uç or- üzere iki âyette yer almıştır. Bunlardan “azâbe’s-
ganlarını söküp koparan” diye nitelendirilmekte- semûm” (et-Tûr 52/27) terkibindeki semûm ce-
dir (el-Meâric 70/15-16). hennemin isimlerinden biri olabilir.
6. Saîr. “Tutuşturmak, alevlendirmek” anlamın- “Hapishane, derin çukur” anlamındaki siccîn ke-
daki sa‘r kökünden sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de limesinin (bk. el-Mutaffifîn 83/78) cehennemin
biri fiil şeklinde olmak üzere on yedi âyette yer veya oradaki vadilerden birinin adı olduğunu ka-
alır. Saîr Kur’an’da çoğunlukla cehennemin bir adı bul edenler vardır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât,
olarak, bazan da “tutuşturulmuş, alevli ateş” mâ- “scn” md.).
nasında kullanılmıştır. Aynı kullanılış hadislerde “Azıp sapmak, yanlış inançları benimsemek” an-
de mevcuttur (Wensinck, Mucem, “saîr” md.). lamına gelen gay kelimesinin cehennem kuyula-
7. Sakar. “Şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak” rından, nehirlerinden veya vadilerinden birinin
anlamındaki sakr kökünden isimdir. Dört âyette adı olduğu bazı müfessirlerce ileri sürülmüştür
cehennem kelimesi yerine kullanılmış, bunlardan (Taberî, XVI, 75-76).
Müddessir sûresinde (74/28-29), “yaktığı şeyi tü- Çeşitli sûrelerde yirmi yedi defa geçen veyl, bir
ketircesine tahrip etmekle birlikte sönmeyip yak- kötülük ve musibetin vukuu halinde, “Yazıklar ol-
maya devam eden ve insanın derisini kavuran” sun, vay haline!” anlamında kullanılan bir ünlem
şeklinde nitelendirilmiştir. Kurtubî’ye göre sakar olmakla birlikte bir kısım müfessirler bunun ce-
kemiği değil eti yakıp tahrip eder (et-Tezkire, s. hennemdeki bir kuyunun, vadinin veya dağın adı
448). Bu yorum kelimenin sözlük anlamına ve olduğunu söylemişlerdir (a.g.e., I, 299-300).
Kur’an’daki kullanımına da uygun düşmektedir. Cehennem için kullanılan terkiplerden biri “dâ-
Kur’an’da cehennem için kullanılan başka kelime rü’l-bevâr” (helâk yurdu [İbrâhîm 14/28]), bir di-
ve terkipler de mevcuttur. Beş âyette “azâbü’l- ğeri de “sûü’d-dâr”dır (kötü yurt [er-Ra‘d 13/25]).
harîk” terkibi içinde yer alan harîk “yakıcı, yan- Tîn sûresinde (95/5) yer alan “esfele sâfilîn” (aşa-
gın” veya “ateş” mânasını ifade etmektedir. Bir ğıların aşağısı) tabiri, Katâde ve Mücâhid gibi mü-

257
Vadi-i Hamuşan
fessirlerce cehennem mânasına alınmış, Taberî lacağına inanılan, çok kötülük yapanlar için kul-
ise terkibe “erzel-i ömür” anlamı veren İbn Ab- lanılır.(1)(2)(3)
bas’ın görüşünü tercih etmiştir (Câmiu’l-beyân,
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 207;
XXX, 156-157).
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kur’ân-ı Kerîm’de cehennemle ilgili olarak yer alan (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
isimlerin hemen hepsi, uhrevî cezaların en yaygını
olacağı anlaşılan ateşle buna ait çeşitli etkileri ifa-
de etmektedir. Bu isimleri, muhtelif âyetlerde 126 Cehennemiyun
defa geçen ve 101 yerde “cehennem ateşi” mâna- Cehennemlikler.(1)(2)(3)
sına geldiği anlaşılan nâr kelimesi içinde mütalaa
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
etmek mümkündür. Râgıb el-İsfahânî, nârın göz-
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
le algılanan alevli ateş anlamına geldiğini söyler
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(el-Müfredât, “nâr” md.). Nâr dışındaki isimlerin
taşıdığı bazı farklı anlamlar da yine ateşin özellik-
leri ve etkileriyle ilgilidir. Hadis literatüründe ce- Cehennemlik
hennem kelimesi ve onun diğer isimleri fazla yer
a. Cehenneme girip, yanmaya müstahak, layık
almadığı halde nâr için Mucem’de verilen kaynak
kimse, cehennem kütüğü.
listesi yirmi sayfaya yaklaşmaktadır.
b. Dini buyruklara uymadığı, günah işlediği için
Hadis kitaplarının bir kısmında (bk. İbn Kesîr, II,
öldükten sonra yerinin cehennem olacağına
248-253; krş. Kurtubî, s. 468-472) sahih olup ol-
inanılan kimse.(1)(2)(3)
madıkları tartışılabilen rivayetlerde, Hz. Peygam-
ber tarafından kullanıldığı kaydedilen cehennem- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
le ilgili bazı isimler de vardır. “Bûlüs hapishanesi, (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
hüzün kuyusu, lemlem vadisi, hebheb vadisi, (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
kallût nehri” gibi.
Müddessir sûresinde geçen (74/17) saûd kelime-
Cehennemmatrûh
si “güçlük ve meşakkat” anlamı taşımakla birlik-
te bazı rivayetlerde cehennemdeki bir dağın adı Cehennemlik.(1)
olduğu kaydedilmiştir (Taberî, XIX, 97-98; İbn (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Kesîr, II, 252-253).
“Sarp yokuş, aşılması zor geçit” mânasındaki
Cehim
akabe kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de “köle âzat et-
mek, açlık gününde yakını olan bir yetimi veya Cehennem. Buraya, dünyada böbürlenip kendini
yerde sürünen bir yoksulu doyurmak” (el-Beled beğenen, kibirlenen girecektir.(1)(2)
90/1117) gibi ahlâkî meziyetler için kullanılan (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
mecazi bir ifade olduğu halde bazı âlimlere “ce- (2) Rahbavi, Abdülkadir, Âhiret Günü 2, Nur Yayın-
hennem, oradaki bir dağ, aşılması zor geçit” veya ları, 1983, s. 86
“cehennem üzerindeki sırat” mânasına alınmak
istenmiştir (Kurtubî, s. 474-476).(1)
Celâl Evi
(1) DİA; [CEHENNEM – Ömer Faruk Harman] c. 07;
s. 225-226; [CEHENNEM - Bekir Topaloğlu] c. 07; Cennette, müminlere Cuma günü Rahman’ın zi-
s. 227-233 yafet verdiği ve müminlerin Rab’lerini ziyaret et-
tikleri yerdir. Celâl Evi’nin toprağı safi miskten,
Cehennemin orta direği kumu ak inciden ve kızıl yakuttan olur. Ağaçları
altından ve yaprakları yeşil zebercettendir.(1)
Çok günahkâr olup, cehennemden kurtulama-
mak. Öldüğünde çok ağır bir cezayla cezalandırı- (1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 276-277

258
Vadi-i Hamuşan
Celâyâ’l-Kuds
Yüce nurlar demektir.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Celal Baba Türbesi-Kars


düren,(6) hiç çekinmeden suç işleyen veya adam
öldüren kimse.(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) DİA; [CELLÂT - Mehmet İpşirli] c. 07; s. 271
C
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22 (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Celal Paşa Türbesi-Bosna


Cellat Mezar Taşı
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
Cellât mezarları ayrı bir yerde bulunur ve ahalinin
defnedildiği mezarlıklara gömülmezdi. Cellât me-
Celâleddin Hüseyn Türbesi-Özkend zar taşları üzerinde beddua edilmesini engellemek
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 11 s. 354 için herhangi bir bilgiye rastlanmaz.(1)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 27

Celaleddin Türbesi-Kütahya
Cellat Tarihi
(1) Bozoğlu, Ömer-Nihat Değirmenci... a.g.e. s. 34
Arapça “kırbaçlamak” mânasına gelen celd masda-
rından mübalağalı ism-i fâil olan cellât, “kırbaçla-
Celaleddin-i Hindi Hazretleri Türbesi- yan, çeşitli eziyetler uygulayan” anlamına gelmek-
Hindistan le birlikte daha çok ölüm cezalarını infaz edenler
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 219 için kullanılmıştır.
Cellâtlığın bir görev olarak ne zaman ortaya çıktığı
Celalzade Mustafa Çelebi Türbesi-İstanbul tesbit edilememekte, ancak eski çağlardan beri var
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4 olduğu bilinmektedir. Eski Roma’da ölüm cezaları-
nı önceleri halk yerine getirirken daha sonra bu iş
için özel görevliler tayin edilmiştir. Avrupa ülke-
Celeve Türbesi-Bulgaristan
lerinde infaz görevinin değişik kişiler tarafından
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
ifa edildiği, meselâ Ortaçağ’larda Almanya ve Rus-
ya’da idam kararlarını bazan hâkimlerin uygula-
Celil Baba Türbesi-Arnavutluk dığı kaynaklarda belirtilmektedir. Fransa’da XIII.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 90 yüzyıldan itibaren “yüksek adaletin infazcısı” sıfa-
tıyla merkezde ve eyaletlerde cellâtlar bulunduru-
Cellâd-ı Felek lur, her idam için bunlara belirli ücretler ödenirdi.
Ölüm meleği, göğün cellâdı, Azrail.(1)(2)(3) İslâm dünyasında da ölüm cezalarının infazı için
çeşitli kimseler görevlendirilmiştir. Asr-ı saâdet’te
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ölüme mahkûm olanların bizzat Hz. Peygamber’in
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
emriyle boyunlarının vurulduğu bilinmektedir.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kettânî, Hz. Peygamber’in huzurunda sahâbeden
Ali b. Ebû Tâlib, Zübeyr b. Avvâm, Mikdâd b. Amr,
Cellat Muhammed b. Mesleme, Dahhâk b. Süfyân ve Âsım
a. Mahkemece verilen ölüm cezasını, idam hük- b. Sâbit’in ölüm cezalarını yerine getirdiklerini,
münü, asarak ya da başka tekniklerle uygula- bunlardan bazılarının bu işi birçok defa yaptığını
yan görevli kimse.(1)(2)(3) yazmaktadır (et-Terâtîbü’l-idâriyye, II, 107-108).
b. Cana kıyıcı, can alıcı kimse veya şey,(1) çok mer- Evliya Çelebi, “Esnâf-ı Cellâdân-ı Bîamân” başlığı
hametsiz,(2) acımasız, katı yürekli,(3) insan öl- altında bu zümreye ayırdığı bölümde, cellâtların pî-

259
Vadi-i Hamuşan
rinin Hz. Peygamber’in huzurunda bir katilin başı- ve infazında bazan bir veya birkaç devlet erkânı
nı gövdesinden ayıran Eyyûb-i Basrî olduğunu söy- da hazır bulunurdu. 1622’de II. Osman’ın öldü-
lemektedir. Ayrıca Eyyûb-i Basrî’nin infazdan önce rülmesi esnasında cellâtlık görevini yapan cebeci-
öldürülecek kişiyi yıkattığını, teselli ettiğini, keli- başı ve yardımcılarının yanında bizzat Vezîriâzam
me-i şehâdet getirttiğini, boynunu kıbleye çevir- Kara Dâvud Paşa (Naîmâ, II, 230), meşhur cellât
diğini, kılıcı iki eliyle kullandığını, infazdan sonra Kara Ali’nin kementle boğduğu Sultan İbrâhim’in
ise hazır bulunanlara ruhu için Fâtiha okuttuğunu idamında ise Sadrazam Sofu Mehmed Paşa, Şey-
ve bu olaydan ibret almalarını hatırlattığını yaza- hülislâm Hoca Abdürrahim Efendi ve yeniçeri
rak çok yaşlı ölen Eyyûb-i Basrî için Muâviye’nin ağası hazır bulunmuşlardı.
Şam’da Paşa Sarayı civarında bir türbe yaptırdığını Devlet erkânı ve siyasî mahkûmların cezası kendi
ilâve etmektedir (Seyahatnâme, I, 518). evlerinde, hapsedildikleri yerde veya sarayda in-
İbn Ferhûn, Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekir ve Ömer za- faz edilirdi. İdam emrini alan bostancıbaşı veya
manlarında da idam cezalarını yerine getirdiğini çavuş görevli cellâtlarla birlikte giderek emri
belirtmektedir. Daha sonraki İslâm devletlerin- hürmetle bildirir, mahkûmun abdest alıp namaz
de ise bu cezaları “şurtî”ler infaz ederdi (Atar, s. kılmasına, son arzusunun yerine getirilmesine
216). Selçuklular’da bu görevin genellikle candar müsaade ederdi. Bu seviyedeki mahkûmlar çok
ve emîr-i hares tarafından yapıldığı bilinmektedir. defa kararı metanetle karşılar, hatta cellâtla latife
Osmanlı Devleti’nde cellâtlığın bir kuruluş olarak yaptıkları bile olurdu. 1683 Viyana bozgunundan
ne zaman ortaya çıktığı ve nereye bağlı olduğu bi- sorumlu tutularak Belgrad’da kementle boğulan
linmemekle birlikte XV. yüzyıldan itibaren infaz Merzifonlu Kara Mustafa Paşa infazdan önce
için cellâtların kullanıldığı anlaşılmaktadır. XVI. namazını kılmış, vücudunun toprağa düşmesi
yüzyılda padişahın koruma hizmetinde bulunan için bulunduğu odanın kilimlerini toplatmış ve
dilsizlerin ileri gelen devlet adamları ve hânedan cellâda sanatını maharetle icra etmesini söyle-
mensuplarının idamlarını infaz ettikleri ve bunla- mişti (Silâhdar, II, 123-124). Aynı şekilde Budin
rın da cellât olarak adlandırıldıkları görülmekte- Beylerbeyi Arslan Paşa cellât şâkirdi Tur Ali’den
dir (Peçuylu İbrâhim, I, 441). kabzayı sıkı tutup işi çabucak bitirmesini istemiş-
Teşkilâttaki yerleri tam olarak belirlenemeyen cel- ti (Selânikî, I, 26-27).
lâtların bostancıbaşı ve çavuşbaşının emri altında Saraydaki infazlar birinci avluda Bâbüsselâm ya-
çalıştıkları, esas teşkilât sarayda olmakla birlik- kınında sağdaki çeşme önünde veya Divan Mey-
te taşrada da cellâtların bulunduğu söylenebilir. danı’nda yapılırdı. “Cellât Çeşmesi” adıyla bilinen
Cellâtlar subaşı, asesbaşı ve İstanbul’da muhzır bu çeşmenin ve ibret taşının ürpertici bir şöhreti
ağanın elemanı olarak da görev yaparlardı. Sa- vardı. Boyunları vurulan suçluların başları ibret
rayda cellâtbaşının emrinde birçok cellât, bunla- için bu taş üzerine konulur, cellâtlar kullandık-
rın da yamak ve şâkirtleri bulunurdu. “Üstâdân-ı ları aletlerin kanlarını bu çeşmede yıkarlardı.
Dîvân-ı Hümâyun”, “meydân-ı siyâset ustaları”, Divan Meydanı’nda yapılan infazları padişah
“cemâat-ı cellâdân” adlarıyla anılan cellâtlar Top- Kasr-ı Adl’den seyredebilirdi. Nitekim 1600’de is-
kapı Sarayı’nda ayrı bir bölük teşkil ederlerdi (BA, yan eden Hüseyin Paşa’nın idamını III. Mehmed
KK, Ruus, nr. 255, s. 56). Bunların sayısı XVII. Kasr-ı Adl’den seyretmiş, bunu farkeden mahkûm
yüzyılda beş iken XVIII. yüzyılda yetmişe çıkmış- padişahtan affedilmesini istemiş, ancak hüküm
tır (Pakalın, II, 526-527). infaz edilmişti. Sarayda cellâtlar tarafından yapı-
Cellâtların idam hükmünü infazı, mahkûmun lan infazlar hakkında duyduklarını anlatan bazı
statüsü ve seviyesine göre farklı olurdu. Padişah, Batılılar bu arada yanlış bilgiler vermişlerdir (bk.
vâlide sultan ve şehzadeler hânedan mensubu ol- Eremya Çelebi, s. 156).
duklarından eski Türk geleneğine göre kanlarının İstanbul’da saray dışında idam hükümleri daha
yere akması uygun görülmez, yay veya kementle çok Yedikule Zindanı’nda infaz edilirdi. Suçlu
boğularak öldürülürlerdi. İdam hükmünün tebliği görülen devlet adamları önce burada hapsedilir,

260
Vadi-i Hamuşan
daha sonra çavuşbaşı veya bostancının nezâre-
tinde birkaç cellât tarafından idam hükmü yerine
getirilirdi. Fâtih Sultan Mehmed devrinin (1451-
1481) ünlü vezîriâzamı Mahmud Paşa 1474 yılın-
da burada idam edilmiştir. Aynı şekilde 1595’te
Sadrazam Ferhad Paşa Yedikule’de hapsedildiği
Türk toplumunda cellâtlara ve yaptıkları işe dai-
ma menfi gözle bakılmıştır. Ölümlerinde ceset-
leri normal mezarlıklara defnedilmeyerek cellât
mezarlığında toprağa verilmiştir. İstanbul Eyüp’te
böyle bir mezarlık bulunmaktadır.(1)
C
(1) DİA; [CELLÂT - Mehmet İpşirli] c. 07; s. 271
odada boğularak öldürülmüştür (Selânikî, I, 384).
İdam hükmünü İstanbul dışında vilâyet ve kaza-
Cem-Fark
lara ulaştıranlar bazan beraberlerinde cellât gö-
türür, çok defa da gittikleri yerlerde beylerbeyi Cem ve tefrika iki isimdir. Cem, dağınık şeylerin
veya kadıdan cellât isterlerdi. Taşrada idam edilen bir araya getirilmesi, tefrika ise toplu olanların
siyasî mahkûmların kesik başları İstanbul’a getiri- ayrılması demektir. Cem’e erdiğin zaman sadece
lir ve Bâb-ı Hümâyun önünde teşhir edilirdi. “Allah” dersin, başka bir şey demezsin. Fark ha-
linde ise “Dünya, âhiret ve kâinat” dersin. Cem,
Âdi suçlardan mahkûm olanlar, sabıkalı hırsızlar
yaratıkları ve kâinatı dikkate almaksızın, Hakk
şehrin belli yerlerinde ve özellikle suç işledikleri
ile irtibat kurmayı ifade eden mücmel bir lafızdır.
yerde, bazan soydukları ev veya dükkânın kapısı
Kâinat ve yaratıkların tek başlarına var olması
önünde asılırlardı. Suçluların infazdan önce veya
mümkün değildir. Tefrika ise kâinat ve varlıklara
sonra ibret için sokaklarda gezdirilmesi yahut
işaret eden hususları anlatan mücmel bir lafızdır.
belli bir yerde teşhir edilmesi âdetti. Askerî ocak-
Cem ve tefrika, birbirinden müstağni olmayan iki
lardan idama mahkûm olanların ölüm cezaları cel-
asıldır. Cem’i olmayan bir tefrikadan bahseden
lâtlar tarafından değil ocak içerisinde asesbaşının
Bârî’yi, tefrikaya yer vermeyen bir cem’den söz
nezâretinde ifa edilirdi.
eden kimse Allah’ın kudretini inkâr etmiştir. Bu
İdam edilen kimselerin mücevherleri dışındaki eş-
ikisini birden kabul eden gerçek manada muvah-
yaları genellikle cellâtlara ait olurdu. Bu tür eşya
hid olur.(1)
biriktirilerek yılda bir iki defa pazara götürülür,
“cellât mezadı” adıyla topluca satışa çıkarılır, (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
bedeli cellâtlar arasında paylaşılırdı. 1592 sipahi
ayaklanmasında öldürülen yüzden fazla âsinin el- Cem Sultan Türbesi-Bursa
biseleri arabalarla bit pazarına götürülerek cellât-
(1) DİA, Cilt. 7 s. 286,
lar tarafından satılmıştı (Selânikî, I, 384). Cellât
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 166
mezadında bazan çok değerli şeyler bulunur, fakat
uğursuzluk getireceği inancıyla alıcısı az olduğun-
dan bunlar umumiyetle değerinin çok altında fi- Cem Sultan Türbesi-Karaman
yatla satılırdı. (1) Cengiz, Ahmet. a.g.e. s. 106
Cellâtlar idamın şekline göre farklı aletler kulla-
nırlardı. Bunların başında kılıç, çeşitli kementler,
Cemâdet
kiriş, yay, balta vb. gelmektedir. Evliya Çelebi, cel-
lât yardımcılarının yedişer parça alet taşıdıklarını, Cansızlık.(1)
“hiçbirisinin yüzünde nur eseri görülmeyip çehrele- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rinden zehir aktığını” söylemektedir (Seyahatnâ-
me, I, 518).
Cemadi
Osmanlı sarayında cellât bulundurulması âdeti
Tanzimat dönemine kadar devam etmiş, Sultan Ruhsuz, ruhu olmayan, cansız.(1)(2)(3)
Abdülmecid bu uygulamaya son vermiştir. Bun- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dan sonra infazlar ücretle tutulan kimselere yap- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tırılmıştır. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

261
Vadi-i Hamuşan
Cemâl ise yine Bayezid’in oğlu Âlemşah’a ait olarak gös-
Allah’ın lutuf ve rızâsına delâlet eden isim ve sı- terilmektedir. Sandukalarda sabit levhalar olma-
fatlarını ve O’nun mutlak güzelliğini ifade etmek dığından hangisinin kime ait olduğu kesin olarak
için kullanılan bir tasavvuf terimi.(1) anlaşılamamaktadır.

(1) DİA
Türbe, her kenarı 7 m. uzunluğunda bir altıgen
biçiminde inşa edilmiştir. Yapı malzemesi olarak
Bursa’daki Türk mimarisinde görüldüğü üzere taş
Cemâlullah
ve tuğla kullanılmıştır. Duvarlarda iki sıra tuğla
a. Allah’ın cemalinin ahirette tecellisi.(1) kuşaktan sonra tek sıra taş gelmekte, bunların
b. Allah’ın lütfu.(2)(3)(4) aralarında da dikine konulmuş bir tuğla bulun-
maktadır. Yalnız girişin, mermerden iki yanı du-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
varlı bir hol halinde korunduğu görülür. Dışa bir
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Türk kemeriyle açılan bu geniş dehlizin üstünde
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
çok taşkın ahşap bir saçak vardır. İki yan duvarda
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
da pencereler açılmıştır. Türbe mekânı, her cephe-
deki altlı üstlü pencerelerden ışık aldıktan başka
Cem Sultan Türbesi mihrap üstünde de bir pencere vardır. Ayrıca kub-
Bursa’da Sultan II. Mehmed’in şehzadesi Cem Sul- be kasnağında da pencereler bulunmaktadır. E.
tan’a ait türbe. Hakkı Ayverdi’ye göre alçı pencerelerin camları ge-
Başta Sultan II. Murad’ınki olmak üzere Murâ- nellikle türbenin ilk yapısından kalmıştır. İçeride
diye Camii’nin geniş hazîresi içinde bulunan pek duvarların her bir yüzü “Bursa kemeri” ile hareket-
çok türbeden biridir. Çoğu sanat açısından üstün lendirilmiş ve bunların içlerine kıble istikametin-
bir değerde olan bu türbeler arasında Cem Sultan de bir mihrap, diğer dördünde çifte pencereler yer
Türbesi diye anılan yapı iç süslemesi bakımından almıştır. Kubbe geçişi, binayı çepeçevre dolaşan
en zariflerindendir. prizma biçimindeki “badem”lerle sağlanmıştır.
Kitâbesi olmayan türbe, kubbe içindeki nakışlar- Cem Sultan Türbesi’ni Türk sanatı bakımından
da bulunan “Sultan Mustafa” ve “rahmetullah” önemli yapan iç süslemesidir. Duvarlar, alt sıra-
yazılarından anlaşıldığına göre Fâtih Sultan Meh- daki pencerelerin üst söveleri hizasına kadar altı
med’in büyük oğlu Şehzade Mustafa (ö. 1474) için köşeli fîrûze renkli çinilerle kaplanmıştır. Aralar-
yaptırılmıştır. Ancak maceralı bir sürgün hayatın- da az sayıda koyu lâcivert çiniler de kullanılmıştır.
dan sonra 1495’te İtalya’da ölen Cem Sultan’ın Üzerlerinde altın yaldızlı birer çerçeve ile ortala-
cenazesi 1499’da yurda getirildikten sonra buraya rında yine altın yaldızlı damga usulüyle basılmış
defnedilmiş ve türbe, daha ünlü olduğu için onun rozetler bulunur. Kenar şeritleri ise çiçekli ve
adıyla anılır olmuştur. rûmîlidir. Mihrabın mukarnaslı yaşmağı lâcivert
Bursa kadı sicillerindeki bir kayıttan hareketle renkli çinilerle bezenmiştir. Mihrabın iki yanında
(bk. Ayverdi, s. 161) Şehzade Mustafa Türbe- alınlık içinde müsennâ birer besmele ile altların-
si’nin 1479’da yapılmış olduğu kabul edilmekte- da celî-sülüsle “Allahu hâliku külli şey’ ve hüve âlâ
dir. Haremeyn evkaf müfettişlerinin raporuna külli şey”‘ ibaresi yazılmıştır.
göre 1209’da (1795) harap durumda olan türbe- Duvarların üst kısımları, kemerler ve araları kas-
nin kurşunlarının yenilenmesi, şadırvanla san- nak şeridiyle, kubbe ise tamamen kalem işi nakış-
duka örtüleri ve kavuklarının tamirleri için önce larla süslenmiştir. Kubbe eteğinde besmele-i şerif
1453,5 kuruş masraf öngörülmüş, 23 Rebîülâhir ile Âyetü’l-kürsî yazılıdır. Kubbe sathını hatâyî ve
1210’daki (6 Kasım 1795) ikinci bir keşifte masraf rûmî motifler kaplar. Bunların aralarında küçük
1422,5 kuruşa indirilmiştir (Bursa Kadı Sicilleri, kartuşların içlerinde “Sultan Mustafa” adı yer alır.
1209 yılı, s. 5, 9). Türbenin içindeki dört sanduka- Bir dizi teşkil eden altı rozetin aralarında da on iki
dan biri Sultan Mustafa’ya, diğeri Cem’e, üçüncü- defa “rahmetullah” yazısı tekrarlanır. Mihrap du-
sü Sultan Bayezid’in oğlu Abdullah’a, dördüncüsü varı son derece zengin olarak hemen hemen boş-

262
Vadi-i Hamuşan
luk kalmayacak şekilde yazılar ve nakışlarla bezen-
miştir. Pencereli duvarlarda, üst pencerelerin iki
yanlarında, çifte kulplu bir saksıdan çıkan stilize
edilmiş birer büyük bitki motifi yer alır. Çiçekler
ve selviyi andırır biçimde olan bu motiflerin duvar-
dan 2-5 mm. kadar taştığı tesbit edilmiştir. Bu çok
Cemaleddin Hoca Yakut Türbesi-Erzurum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22,
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 42

Cemaleddin İshak Karamani Türbesi-


C
zengin kalem işi nakışların bütünüyle olmasa bile İstanbul
kısmen geç devirde tazelendiği genellikle kabul (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 119
olunursa da bunun ne derecede olduğu pek açıkça
anlaşılamamaktadır. Bursa Türk eserleri üzerinde
hazırladığı doktora tezi 1909’da basılan Wilde, Cemaleddin İshak-ı Karamani Türbesi-
türbenin çok yakın tarihlerde tamir edildiğini ve İstanbul
bu sırada çok çirkin ve parlak renkli nakışların (1) Adresler. a.g.e.
yapıldığını bildirir. Ahmed Tevhid Bey de Bursa
valiliği sırasında Ahmed Vefik Paşa’nın türbedeki
Cemaleddin Uşsaki Türbesi-İstanbul
badanaların altında orijinal nakışları bizzat bul-
duğunu ve onları restore ettirdiğini yazar. Sonuç (1) DİA, Cilt. 7 s. 314
olarak bu türbenin iç süslemesi, bir bütün halinde
XV. yüzyılın Türk iç bezeme sanatını ve estetiğini Cemalettin Baba Türbesi-Kayseri
mükemmel aksettiren bir örnek kabul edilir.
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 10
Türbenin ahşap kündekârî kapı kanatları da itinalı
ve kaliteli bir işçiliğe sahiptir. Bunların panolarına
oyma çiçek ve yaprak motifleri işlenmiştir. Kanat- Cemali Baba Tekkesi (Ali Harasani) Türbesi-
ların demir kuşakları da kabartmalarla bezenmiştir. Arnavutluk

Türbenin içinde eşit büyüklükte dört mermer la- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 52
hit vardır. Bunların ahşap sandukaları, dolayısıy-
la örtüleri ve kavukları yok olmuştur. A. Gabriel, Cemel Ali Dede Türbesi-Konya
giriş holü kemerinin iki yanında görülen 8 cm.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 322,
çapındaki kurşun doldurulmuş oyma sekizgenin,
(2) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 32-250
binanın mimarının adını koymak için yapıldığını
ileri sürmekte, fakat bu tahminini destekleyecek
bir ip ucuvermemektedir.(1) Cemil Baba Türbesi-Kayseri
(1) DİA; [CEM SULTAN TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 10
07; s. 287

Cemşid Bey Türbesi-Elazığ


Cemaleddin Abdurrahman-ı Sani Türbesi-
Amasya (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 22

(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 9, s. 439


Cemudar Türbesi-Amasya
Cemaleddin Efendi ve Kargas Sultan Türbesi- (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
Kastamonu
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 Cen’îzâ
Tevrat’ta cennet lafzı, İbranice olarak Cen’îza şek-
Cemaleddin Ferruh Şah Türbesi-Çankırı linde geçer.(1)
(1) Yıldırım, Savaş. a.g.e. s. 127 (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26

263
Vadi-i Hamuşan
Cenâ’iz dolayısıyla cenaze ile ilgili dinî merasimlere bilgi-
Ölüler.(1) sizlik, menfaat temini, bazan da eski din ve kül-
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
türlerin etkisinden kurtulamama sebebiyle bid‘at
ve hurafelerin karıştığı görülmektedir.

Cenâb-ı Hak Cenazeye çelenk gönderilmesi, cenazenin katafal-


ka konularak saygı duruşunda bulunulması, görev
Allah, Tanrı.(1)(2)(3)
yaptığı yer veya yerlere götürülürek başında nu-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tuk çekilmesi, bando vb. eşliğinde teşyî edilmesi,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bid‘atların en çok dikkat çekenleri arasındadır.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Cenaze hizmetlerinin yaşayanlara yönelik amaçla-
rından biri ölümü hatırlamak, âhiret âlemini dü-
Cenabi Ahmed Paşa Türbesi-Ankara şünmek ve ibret almaktır. Hatta bu maksadı ihlâl
(1) DİA, Cilt. 7 s. 352, edeceği endişesiyle cenazeyi teşyî ederken yüksek
(2) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 37, sesle Kur’an okumak, tekbir getirmek ve zikir
(3) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 249, yapmak bile bazı âlimlerce hoş karşılanmamıştır.
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 86 Bundan dolayı tevazuun ve samimi davranışların
hâkim olması gereken cenaze hizmetlerinde gös-
Cenaze terişin ve israfa sebep olan merasimlerin icra edil-
a. Gömülmek üzere yıkanıp kefenlenerek tabuta mesi doğru değildir.
konulmuş henüz gömülmemiş insan ölüsü. Defin sırasında veya daha sonra ölü için para kar-
Mevta, naaş, ölü, ceset.(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)(9) şılığında Kur’an okutmak, hatim indirtmek, yine
b. Ölüyü gömme töreni.(4) ölü için muhtelif gün ve yıl dönümlerinde mevlid
okutmak, ziyafet vermek bid‘at sayılmıştır. Ölüm
c. Arapça’da cenaze ve cinaze hem “ölü” hem de
münasebetiyle Kur’an okunmasının, okuyan için
“tabut” anlamında kullanılır.(1)
sevaba vesile olabileceği gibi ölene de fayda sağ-
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357 layacağı umulmaktadır. Ancak bunun başkasına
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. para ile yaptırılması ve Kur’an okuyanların Allah
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rızâsını değil parayı amaçlaması, fiilin ibadet olma
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. niteliğini ortadan kaldırmaktadır.
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Ayrıca ölünün yedinci, kırkıncı veya elli ikinci ge-
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
cesi gibi belli gün ve gecelerde düzenlenen mevlid
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
ve hatimler hususunda da Kur’an’a veya hadislere
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
dayanan herhangi bir bilgi ve tavsiye mevcut de-
(9) Erdoğan, Mehmet. “Fıkıh Ve Hukuk Terimleri Söz-
lüğü.” Rağbet Yayınları, (1998). ğildir. Cenazenin defninden sonra yapılan devir
ve iskat da bid‘at türüne giren işlemlerdendir.
Cenaze Alayı Kabrin yanında namaz kılmak, üzerine mescid
inşa etmek, buralarda mum yakmak ve bez bağ-
Ölünün cenaze namazını kılmak, tabutu ile me-
lamak, bir kısmı geçmiş dinlerin kalıntısı olan
zarına götürmek ve gömmek gibi son vazifelerini
bid‘atlardandır.
yapmak için bir araya gelmiş topluluk.(1)(2)(3)
Ölümün geride kalanlar için üzücü bir hadise ol-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
duğu şüphesizdir. Yakınlarının, dostlarının ve iyi
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
insanların ölümü dolayısıyla peygamberler bile
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
hüzün duymuşlardır. Resûl-i Ekrem’in amcası
Hz. Hamza şehid edildiği ve oğlu İbrâhim henüz
Cenaze Bid‘atları bebekken öldüğü zaman Hz. Peygamber üzülmüş
Toplum ve fert hayatında işgal ettiği önemli yer ve gözleri yaşarmıştır. Bu hali bazı sahâbîler tara-

264
Vadi-i Hamuşan
fından yadırganınca da şöyle demiştir: “Bu engel
olunmaz bir merhamet duygusudur. Göz yaşarır,
kalp üzülür; ancak bizim ağzımızdan rabbimizin
rızâsı hilâfına bir söz çıkmaz” (Buhârî, “Cenâiz”,
43; Müslim, “Fezâil”, 62-63).
İslâm âdâbına göre ölüm münasebetiyle yüksek
sonra arkadan, daha sonra sol omuzla önden son-
ra arkadan bir müddet taşımak olduğunu belirt-
mişlerdir.
Cenazenin musallâya ve kabristana taşınmasına
katılmak (teşyî etmek) sünnettir. Bu sırada cena-
zenin arkasından veya önünden sessizce yürünür.
C
sesle ağlayıp sızlanmak, feryat etmek, aşırı ha- Yüksek sesle Kur’an okumak veya zikir yapmak
reketlerde bulunmak, siyah elbiseler giyip yas mekruh kabul edilmiştir. Uzaklığı sebebiyle cena-
tutmak doğru değildir. Bu tür davranışlar ilâhî zeyi kabristana araba ile götürmekte bir sakınca
takdire rızâ göstermemek, Allah’tan şikâyetçi ol- yoktur. Küçük çocuğun cenazesini yalnız bir kişi
mak mânasına geldiği gibi yaşayan insanları, hat- elleri üstünde taşıyabilir.
ta ölülerin ruhlarını da rahatsız eder (bk. Buhârî, Namazı kılındıktan sonra cenazeyi bekletmeden
“Cenâiz”, 23, 33; Müslim, “Cenâiz”, 11, 16-28). defnetmek gerekir. Bununla beraber kendi mem-
İman ve iyi amel sahibi kişiler için ölüm en büyük leketine veya bir başka yere nakli sebebiyle defnin
saadet, imansız kimseler için de en büyük felâket- geciktirilmesi de mümkündür. Nakil konusunda
tir. Geride kalanların ağlayıp sızlamasına ölülerin mezhepler iki farklı görüş benimsemişlerdir.
ihtiyacı olmadığı gibi bu davranışların dirilere de Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî fakihleri belirli şartlarla
faydası yoktur. Hz. Peygamber’in, “Kul Allah’a cenazenin naklini câiz görmüşlerdir. Hanefîler’e
kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; göre cenazenin vefat ettiği yerde defnedilmesi
eğer kul bunu istemezse Allah da onu istemez” de- müstehap olmakla birlikte cesedin bozulup kok-
diğini duyan bazı hanımları, insanların ölümden ması tehlikesi bulunmuyorsa başka bir yere nak-
hoşlanmadığı realitesini kendisine hatırlatınca linde sakınca yoktur.
şöyle cevap vermiştir: “Durum söylediğiniz gibi
Gasbedilmiş bir yere defnedilmiş olması, defnedil-
değildir. Şunu iyi bilin ki mümine ölüm geldiği
diği yerin daha sonra şüf‘a ile alınması gibi haller
zaman Allah’ın rızâsı ve lutufları kendisine müj-
dışında definden sonra cenazenin nakli haram-
delenir; artık ona göre ölmekten daha büyük bir
dır. Mâlikîler ise nakil sırasında cesedin bozulup
saadet yoktur. Kâfire de ölüm gelip çattığı zaman
dağılmaması, cenazeye saygısızlık edilmemesi ve
karşılaşacağı ilâhî azap ve ceza kendisine hatırla-
naklin belli bir fayda sağlaması şartıyla definden
tılır; artık ona göre de ölmekten büyük bir felâket
önce ve sonra bunu câiz görmüşlerdir.
olamaz” (Buhârî, “Rikāk”, 41; Müslim, “Zikir”, 14,
16-18).(1) Kabrin su altında kalmasını önlemek, sâlih kişi-
lerin kabristanına veya mukaddes beldelere, ai-
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357.
lesi ve yakınlarının ziyaret edebileceği yakın bir
yere defnetmek nakil için muteber mazeretlerdir.
Cenaze Defni Hanbelîler’e göre de mukaddes yerlere veya sâlih
Hanefî ve Hanbelîler’e göre sünnete uygun olan kişilerin kabristanına defnedilmesi gibi meşrû
şekil, tabutun dört kişi tarafından taşınmasıdır. bir maksatla ve cesedin bozulup kokmamasından
Şâfiîler’e göre bu şekilde taşınması câiz olmakla emin olunması şartıyla definden önce de sonra da
birlikte biri önde, ikisi arkada olmak üzere üç kişi cenazenin nakli câizdir.
tarafından taşınması efdaldir. Mâlikîler ise bunun Başka yerlerde vefat eden sahâbîlerden bazıları-
için belli bir sayının bulunmadığını, iki, üç veya nın Medine’ye getirilip defnedilmesi bu hususun
dört kişinin cenazeyi taşıyabileceğini belirtmiş- meşruiyetine delil teşkil etmektedir. Şâfiîler’e
lerdir. gelince, cesedin bozulmamasından ve kokmama-
Cenazeyi teşyî eden kimsenin tabutu her taraftan sından emin olunsa bile cenazenin bulunduğu
taşımasının sünnet olduğuna dair rivayeti (İbn yerden başka bir yere nakledilmesi haram, bir gö-
Mâce, “Cenâiz”, 15) dikkate alan fakihler, bunun rüşe göre de mekruhtur. Ancak yakın yerlere nak-
en uygun şeklinin, tabutu önce sağ omuzla önden ledilmesi veya Mekke, Medine ve Kudüs civarında

265
Vadi-i Hamuşan
vefat eden bir kişinin yıkanıp namazı kılındıktan emrine verildiği belirtilir. Çünkü insan duygu ve
sonra kokmayacağından emin olunduğu takdirde düşünce yeteneklerine sahiptir; kendini, çevresini
adı geçen yerlere götürülüp defnedilmesi câizdir. ve yaratanını tanıyan bir canlıdır. Bu kadar yücel-
Definden sonra ise bir zaruret olmadıkça nakil tilen inançlı insanın yok olmaması, fenâ bulma-
haramdır. ması gerekir. Ölüm, maddî şartların çevrelediği
Cenaze kabre öncelikle yakın akrabaları tarafın- fâni hayattan ebediyete geçişi sağlamak için işle-
dan ve kıble yönünden yavaşça indirilir. Kabre yen bir mekanizmadır.
koyan kimse bu esnada, “Bismillâh ve alâ milleti Kur’an’da, Allah yolunda öldürülenlerin gerçekte
Resûlillah” (‫ )بسم اهلل وعلى م ّلة رسول اهلل‬der. Kadın ölü değil diri oldukları ifade edilmiş (el-Bakara
cenazeyi en yakın mahremi, yoksa diğer akrabala- 2/154; Âl-i İmrân 3/169), ayrıca Allah ve Resu-
rı, bunlar da yoksa yakın komşuları kabre indirir. lü’ne itaat eden, yani mümin olan herkesin fenâ
Cenaze, kıble ile 90 derecelik bir açı oluşturacak bulmaktan kurtulup ebedîleşen peygamberler,
şekilde uzunlamasına kazılan kabre, sağ yanına sadık kullar, şehidler, sâlihlerle beraber olacağı ve
yatırılmak ve yüzü kıbleye getirilmek suretiyle ebedî mutluluğa ulaşacağı haber verilmiştir (en-
konur. Lahdin üzeri kerpiç, tahta perde vb. malze- Nisâ 4/69).
melerle kapatıldıktan sonra üstü toprakla örtülür.
Buna göre ölüm, Allah ile münasebetlerini kesme-
Cenaze defnedildikten sonra kısa bir süre bekle-
yen insanlar için saadetlerle dolu yeni ve ebedî bir
yip ölü için dua etmek ve Kur’an okumak müste-
hayatın başlangıcıdır. Bu sebeple ölen kişi, cena-
hap kabul edilmiştir (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69).
zesinin yıkanması, beyaz kefene büründürülmesi
Şâfiî ve Hanbelî fakihlerine göre ölen kişiye kabirde gibi maddî ve abdest aldırılması, namazının kılın-
karşılaşacağı suallerle ilgili olarak telkinde bulun- ması gibi mânevî temizlikle yola çıkmaktadır.
mak müstehaptır. Mâlikîler de telkini meşrû kabul
İslâm’a göre insan dünya hayatında da öldükten
ederler. Hanefî mezhebinde ise definden sonra
sonra da sevgi ve hürmete lâyıktır. Dolayısıyla ce-
telkinin yapılmayacağı belirtilmiş, ancak yapılması
nazeye saygı duygularını rencide edecek hareket-
halinde bir sakıncası olmadığı da ifade edilmiştir.
lerden kaçınılmalıdır. İslâm dininin cenazeye karşı
Cenazenin gündüz defnedilmesi tercih edilmekle
birlikte gece defenedilmesi de mümkündür.(1) gösterdiği bu ihtimamın onun geride kalan yakın-
ları, komşu ve dostlarına yönelik teselli edici taraf-
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357. ları da vardır. Ölülere saygı göstermek, yaşayanla-
ra karşı saygılı olmanın bir başka ifadesidir.(1)
Cenaze Düşüncesi (1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357.
Arapça’da cenâze ve cinâze hem “ölü” hem de
“tabut” anlamında kullanılır. İslâm literatüründe
Cenaze Gülbangı
ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölü için genel
olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, yı- Mevleviyye tarikatı mensuplarının defin mera-
kanmasına gasil, yıkandıktan sonra kefenlenme- simleri sırasında okunan gülbank.
sine tekfin, tabuta konulup namazının kılınacağı “Gül sesi” anlamında Farsça bir terkip olan gül-
yere ve daha sonra kabrine taşınmasına teşyî, bank veya gülbenk, özel olarak tertip edilmiş bazı
kabre konulmasına da defin denilmiştir. dualar hakkında kullanılan genel bir tabirdir.
İslâm dinine göre insan kâinatın küçük bir parça- Saraylarda belirli bazı merasimler sırasında, tek-
sını oluşturmasına rağmen büyük bir değer taşır. kelerde çeşitli vesilelerle okunan gülbanklara daha
Kur’ân-ı Kerîm’de, ilk insan Âdem’in bizzat Allah çok Mevleviyye tarikatında rastlanmakta olup ce-
tarafından yaratılıp O’nun ruhundan kendisine naze gülbangı bunlardan biridir. Vefat eden Mev-
üflendiği, meleklerin tâzim ve hürmetini kazan- levîler’in defninden sonra kabrin başında halka
dığı ifade edildikten başka yeryüzünde bulunan olunarak şeyh efendi veya diğer bir tarikat büyü-
her şeyin insan için yaratıldığı, hatta göklerde ve ğünün idaresinde ism-i celâl çekilir, bunu zikri ida-
yerde yani evrende mevcut olan imkânların onun re eden kişi tarafından yüksek sesle okunan gül-

266
Vadi-i Hamuşan
bank takip eder, daha sonra hep bir ağızdan “hû”
denilir ve baş kesilerek kabirden dönülürdü.
Cenaze gülbangının metni şöyledir:
“Vakt-i şerîf hayrola, hayırlar fethola, şerler defo-
la, derviş (...) merhum karındaşımızın rûh-i revâ-
öldü, Araplar mahvoldu” gibi ifadelerle ölüm ha-
berini vermek, yaka paça yırtarak ağlamak âdet
haline gelmişti. Hz. Peygamber bu tür ölüm ilân-
larını yasaklamıştır (bk. Tirmizî, “Cenâiz”, 12).
Ancak bir kişinin ölümünden yakınlarını, dostla-
C
nı şâd ü handân, mazhar-ı afv ü gufrân, garka-i rını, komşularını ve diğer müslümanları haberdar
garîk-i rahmet-i Yezdân, dâhil-i ravza-i rıdvân etmek, onların cenaze için yapılacak işlere katıl-
(nâil-i ravza-i rıdvân), hâcesi hoşnûd ola; medâ- malarını sağlamak amacıyla duyuruda bulunmak-
rında râhatı müzdâd ola (mekânında istirâhatı ta sakınca görülmemiş, hatta tavsiye edilmiştir.
müzdâd ola), menzili mübârek ola, bâkîler selâ- Hz. Peygamber’in, Habeş Kralı Ashame’nin ölümü
mette kala, dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i ile Mûte Savaşı’nda şehid düşen Zeyd b. Hârise,
Tebrîzî, kerem-i İmâm Alî hû diyelim hûûû”.(1)(2) Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha’nın
şehâdetlerini ashabına duyurduğu bilinmektedir.
(1) DİA; [CENAZE GÜLBANGI - Nuri Özcan] c. 07; s.
357-358.
Fakat bu konuda maksadın dışına çıkılmaması,
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. ölüm ilânının övgü ve övünme gibi davranışlara
vesile yapılmaması gerekir. Öte yandan sabretme-
nin daha güzel olduğu belirtilmekle birlikte aşı-
Cenaze Hazırlıkları rıya kaçmamak şartıyla ölü için ağlamakta da bir
Ana fıkıh kitaplarında büyük çapta Hz. Peygam- sakınca yoktur. Ölen kişinin borcu varsa en kısa
ber’in sözlü ve fiilî sünnetine dayanılarak tesbit sürede -mümkünse namazı kılınmadan- geride bı-
edilen ahkâma göre ölmek üzere bulunan kişi, raktığı mallarından ödenmesi veya borcuna kefil
mümkünse yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ yanına olunması, yine vasiyeti varsa bekletilmeden yeri-
çevrilir veya başı hafifçe yükseltilip ayakları kıble- ne getirilmesi veya terikeden vasiyet miktarının
ye doğru uzatılarak sırt üstü yatırılır. Yanında bu- ayrılması müstehaptır. Hz. Peygamber’in, ölene
lunanlardan sevdiği biri, duyacağı şekilde kelime-i ait borcun bir an önce ödenmesiyle ilgili hadisleri
tevhid getirerek hastanın da söylemesine imkân (Tirmizî, “Cenâiz”, 76; İbn Mâce, “Sadakat”, 12;
sağlar (Müslim, “Cenâiz”, 1; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, Müsned, V, 11), bu konuda elden geldiğince acele
20). Ancak sıkıntılar içinde bulunan hastaya keli- edilmesinin önemini vurgulamaktadır.(1)
me-i tevhid getirmesi teklif edilmemelidir. (1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357.
Ölüm halindeki hastanın yanında Yâsin sûresinin
okunması da uygundur. Çünkü Hz. Peygamber’in, Cenaze Namazı
ölülere Yâsin sûresini okumayı tavsiye eden hadi-
Dua ve rahmet dilemek amacıyla gömme işinden
sinin (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 20; Müsned, V, 26)
önce yıkanıp kefenlenmiş ölü musalla taşına ko-
ölmek üzere olan kişileri de kapsamı içine aldığı
nulduktan sonra cenazenin konulduğu tabutun
kabul edilmiştir.
önünde, diğer namazlardan farklı olarak kıyam ile
Hasta ruhunu teslim ettikten sonra göz kapakları
tekbirden ibaret olan ve Allah Teâlâ’ya övgü, Resu-
ve ağzı kapatılarak çenesi bağlanır. Başka bir du-
lullah’a (s.a.v) salat’ü selam, ölü için de dua içeren,
rumda ise sırt üstü yatırılır ve elleri iki yana uzatı-
rükûa ve secdeye varmadan yalnız ayakta toplu-
lır. Elbisesi bu sırada çıkarılır ve üzeri boylu boyun-
ca kılınan farz-ı kifâye nitelikli namaz.(1)(2)(3) Bu
ca örtülür. Yanında güzel koku bulundurmak veya
namazda cemaat şart değildir. Şart olan, kişinin
etrafını buhur ile tütsülemek tavsiye edilmiştir.
Müslüman ve yıkanmış olmasıdır.(4) Namazı kılın-
Hanefîler’e göre yıkanıncaya kadar, Şâfiîler’e göre madan gömülen kimsenin namazı, kabir üzerinde
ise defnedilinceye kadar ölünün yanında Kur’an kılınır. Yıkanmamış da olsa kabri açıp ölüyü çıkar-
okumak mekruhtur. mak haramdır. Cenaze namazının rüknü, tekbirler
Câhiliye döneminde ileri gelenlerden biri öldü- ve kıyamdır. Bu namazda rükû ve sücud olmadığı
ğü zaman kabilelere haberciler gönderilip “Filân gibi Kur’an okumak ve teşehhüd de yoktur.(5)

267
Vadi-i Hamuşan
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Birden fazla cenaze için tek namaz kılmak câizse
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. de her biri için ayrı ayrı kılmak daha faziletli kabul
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. edilmiştir. Eğer tek namaz kılınacaksa cenazeler
(4) Akay, Hasan. a.g.e. yan yana veya arka arkaya dizilir. Cenaze nama-
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4. zını kıldırmadaki yetki sırası mezheplere göre
(6) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. farklıdır.
Hanefîler’e göre birinci derecede yetkili devlet
Cenaze Salâsı başkanıdır, daha sonra sırasıyla onun vekili du-
Ölüm hadiseleri münasebetiyle hem ölüm olayı- rumunda olan vali, kadı, onun tarafından görev-
nı bildirmek, hem de cenaze namazına çağrı için lendirilen kimseler, mahalle imamı ve nihayet
minarelerde verilen salâ, salavat-ı şerife.(1)(2)(3)(4) ölen şahsın yakın akrabaları gelir. Şâfiîler, yakın
Osmanlı teşrifatında cenaze alaylarıyla önemli ve- akrabaları birinci derecede yetkili sayarlar. Mâlikî
fat haberlerinin duyurulması için okunan salâ.(2) ve Hanbelîler’e göre ise ölünün, namazını kıldır-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. masını vasiyet ettiği kişi birinci derecede yetkili-
(2) DİA; dir. Ardından devlet başkanına, onun vekiline ve
(3) Akay, Hasan. a.g.e. nihayet yakın akrabaya sıra gelir.
(4) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. Hanefîler’e göre cenaze namazı bir defa kılınır, ikin-
ci defa kılınması mekruhtur. Mâlikîler’e göre bir
Cenaze Salatı defa cemaatle kılınmışsa tekrarı mekruh, fakat ce-
Hanefî mezhebine göre namazı kılınacak cena- maat halinde kılınmamışsa iadesi menduptur. Şâ-
zenin müslüman olması, cesedinin tamamının fiî ve Hanbelîler’e göre ise cenaze namazını daha
veya çoğunun mevcut bulunması, yıkanmış veya önce kılmayan kişilerin kılması câizdir.
teyemmüm ettirilmiş olması gerekir. Namaz esna- Herhangi bir sebeple namazı kılınmadan defnedi-
sında cenazenin eller üzerinde, omuzlarda veya bi- len cenazenin namazı, cesedi henüz bozulmadığı
nek üzerinde tutulması câiz değildir. Kılacakların kanaati devam ettiği sürece kabri başında kılınır.
önünde hazır bulunmayan (gaib) cenaze üzerine
Güneş doğarken, batarken ve zeval vaktinde ce-
namaz kılınmaz. Hz. Peygamber’in Habeş Necâşîsi
naze namazının kılınması Hanefîler’ce mekruh,
Ashame’nin namazını kılması, Hanefî ve Mâlikî-
Mâlikî ve Hanbelîler’ce haram kabul edilmiştir.
ler’e göre Resûlullah’ın şahsına ait bir husustur.
Şâfiîler ise bütün vakitlerde kılınabileceğini be-
Şâfiî ve Hanbelî fakihleri ise cenaze başka bir yer- lirtmişlerdir.
de de olsa gıyabında namazının kılınabileceğini
Hanefîler’le Mâlikîler’e göre yağmur vb. bir maze-
kabul ederler. Ayrıca Şâfiîler ile Mâlikîler, cena-
zenin el veya omuz üzerinde tutulması yahut bir ret yoksa cenaze namazı cami içinde kılınmaz. Şâfiî
binek üzerinde bulunmasında sakınca görmezler. ve Hanbelîler bunda bir sakınca görmezler. Diğer
namazlar için söz konusu olan taharet, kıbleye
Hanefîler dışındaki mezheplere göre şehidler yı-
dönmek gibi hususlar cenaze namazında da şarttır.
kanmadan ve namazları kılınmadan defnedilir,
Namazı bozan şeyler cenaze namazını da bozar.
Hanefîler ise yıkanmamakla birlikte namazlarının
kılınacağı görüşündedirler. Cenaze namazını kıldıracak olan imam Hanefî-
ler’e göre cenazenin göğsü hizasına durur. Diğer
Âsilerin ve yol kesenlerin namazlarının kılınıp
mezhepler, cenazenin erkek veya kadın oluşuna
kılınmayacağı konusu ihtilâflıdır. Şâfiî, Mâlikî ve
Hanbelîler’e göre bunlar yıkanır, kefenlenir ve na- göre bu konuda birbirinden farklı görüşler ileri
mazları kılınır; Hanefîler’e göre ise yıkanır, kefen- sürmüşlerdir.
lenir, fakat namazları kılınmadan defnedilirler. İmam cenazenin erkek, kadın veya çocuk oluşuna
Öte yandan Ebû Yûsuf’tan farklı bir görüş rivayet göre niyet edip yüksek sesle tekbir alır. Cemaat de
edilmekle birlikte intihar edenlerin de cenaze na- aynı şekilde niyet eder ve imamla birlikte tekbir
mazı kılınır. alır.

268
Vadi-i Hamuşan
İmam ve cemaat Sübhâneke duasını sessizce
okurlar. Şâfiîler’le Hanbelîler’de Sübhâneke yeri-
ne Fâtiha sûresi okunur.
Bundan sonra Hanefî ve Mâlikîler’e göre eller kal-
dırılmadan ikinci tekbir alınır. Şâfiîler’le Hanbelî-
ler her tekbirde ellerini kaldırırlar. Bu tekbirden
monisi” yapılırdı. Bu kültürlerde ölüler bazan ya-
kılmış, bazan da gömülmüştür (Mathews, s. 126).
Hindistan’da ölü kültüyle ilgili en eski bilgilere,
Rig Veda’nın X. kitabının 14-15. cümlelerinde
rastlanır. Buna göre Hinduizm’in başlangıç dö-
C
nemlerinde ölüler özel bir merasimle gömülmek-
sonra “Allahümme salli” ve “Allahümme bârik” teydiler. Bugün Güney Hint kastları ve Lingayet
duaları, üçüncü tekbirin ardından da cenaze duası mezhebi dışında bütün Hindûlar ölülerini yak-
okunur; bu duayı bilmeyenler başka bir dua oku- maktadırlar. Bir Hindû ölümünün yaklaştığını
yabilirler. hissettiğinde yakınlarıyla helâlleşir. Ölüm gerçek-
Dördüncü tekbir alındıktan sonra sağa ve sola leştiğinde cesedin tırnakları ve saçları kesilir; te-
selâm verilir. Hanefîler’e göre her iki tarafa selâm miz bir elbise giydirilip başı güneye döndürüldük-
verilmesi vâcip olduğundan ellerin de sol tarafa ten sonra etrafında üç ateş yakılır. Ölen Brahman
selâm verildikten sonra bırakılması uygundur. Di- kastından ise Aranyakalar’dan, başka bir kasttan
ğer üç mezhepte ise sadece sağa selâm verilmesi ise Vedalar’dan dualar okunur. Daha sonra ceset
vâciptir. bir odun yığını üzerine yatırılarak yığın ateşlenir.
Cesedin tamamıyla yanmasından sonra artakalan
Cenaze namazı için cemaat şart değildir, bir ki-
şinin kılmasıyla bile farz yerine getirilmiş olur. kemikler toplanır ve saklanır (ERE, IV, 476-477).
Namaz başladıktan sonra cemaate katılan kimse- Budizm’de törenler ölüm olayından itibaren
ler, eksik kalan tekbirleri imam selâm verdikten üç-yedi gün içerisinde yapılır. Budistler ölü yakma
sonra dua okumaksızın peşpeşe alıp namazlarını geleneği yanında Seylan’da olduğu gibi ölü göm-
tamamlarlar.(1) me geleneğini de benimsemişlerdir. Mahapari-
nibbana Sutta’ya göre Buda yakılmıştır. Çin’de ve
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357.
Japonya’da önceleri cenaze tabut içinde defnedi-
lirken Budizm’in benimsenmesinden sonra yakıl-
Cenaze Tarihi maya başlanmıştır. Bununla birlikte çağdaş top-
Arapça’da cenâze ve cinâze hem “ölü” hem de lumlarda geleneksel anlayış da devam etmektedir.
“tabut” anlamında kullanılır. İslâm literatüründe Zerdüştîliğe göre ceset murdar sayıldığından onu
ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölü için genel gömmek toprağa, yakmak ise ateşe saygısızlık ka-
olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, yı- bul edilir ve bu sebeple ölüler “sessizlik kuleleri”
kanmasına gasil, yıkandıktan sonra kefenlenme- denilen yüksek mekânlarda çıplak olarak yırtıcı
sine tekfin, tabuta konulup namazının kılınacağı kuşlara terkedilirdi (Noss, s. 356).
yere ve daha sonra kabrine taşınmasına teşyî,
Yahudilik’te cenaze geleneği İsrâiloğulları döne-
kabre konulmasına da defin denilmiştir.
mine kadar uzanır. İbrânî dilinde ölmekte olan
Tarih öncesi dönemlerden bugüne kadar pek çok kişi için goses kelimesi kullanılır. Goses durumun-
kültürde ölüm ve cenaze ile ilgili çeşitli kültlerin da olan biri yakınlarını yanına çağırarak onlarla
varlığı bilinmekte ve en erken dolaylı belgelere, helâlleşir. Gosesin “mvt” (ölüm) hali gerçekleşti-
Yontma Taş devrinin orta safhasından (paléolit- ğinde elleri, ayakları, çenesi bağlanarak gözleri en
hique moyenne: m.ö. 150.000-35.000) itibaren Av- yakını tarafından kapatılır ve göbeğine metalden
rupa’daki Homo Neandertalensis mezarlarından bir nesne konulup evdeki aynalar ters çevrilir.
çıkan buluntular arasında rastlanmaktadır. Yazılı Daha sonra vücut kılları tıraş edilen ve tırnakla-
kaynaklardan öğrenildiğine göre de Sumer, Asur, rı kesilen ceset yıkanır; keten bir kefene sarılır ve
Hitit ve Mısır uygarlıklarında bu kült mevcuttu. bir teskere üzerine yatırılarak defnedilmeye hazır
Grek-Roma dünyasında, ölen kişi yıkanıp yağla- hale getirilir. Erken dönemlerde Hz. Yûsuf’tan
narak beyaz bir giysiyle yatağa yatırıldıktan sonra başkası tabuta konulmamış olup (Tekvîn, 50/26)
etrafında özel ağlayıcılar tarafından “ağlama sere- bu âdet çok geç dönemlerde benimsenmiştir. Ya-

269
Vadi-i Hamuşan
hudilerde cenazeler Ortaçağ’a kadar kaya kovuk- kılmamalı ve tekrar edilmemelidir. Ölünün ya-
larına bırakılırken daha sonra mezarlara gömül- kınlarının bu süre zarfında tâziyeleri kabul etmek
meye başlanmıştır. Tabut mezara konulduğunda için evde veya başka bir yerde oturup beklemeleri
herkes üzerini kapatmak için bir parça toprak atar Hanefîler’e ve Mâlikîler’e göre mubah, Şâfiîler’e ve
ve bu sırada Tevrat’tan dualar okunur. Definden Hanbelîler’e göre ise mekruhtur.
sonra orada bulunanlar hızla mezarlığı terkeder- Tâziyenin ölünün defninden sonra yapılması
ler. Geleneğe göre bu kaçış, cemaatin mezar sor- daha uygun bulunmuştur.
gusuna gelen meleklerin sesini duymaması içindir
Akraba ve komşuların yemek hazırlayıp cenaze
(Gardner, I, 676).
evine götürmeleri müstehaptır. Cenaze sahipleri-
Hıristiyanlar ilk dönemlerde yahudi geleneğini nin yemek hazırlayıp başkalarına ikramda bulun-
uygulamışlardır. Ölmekte olan kişi yakınlarını ya- ması ise hem uygun olmayan bir zamanda külfet
nına çağırır ve onlarla helâlleşirdi. Ölümün vuku getirdiği, hem de Câhiliye devri âdetlerinden ol-
bulmasından sonra genellikle bir yaşlı kadın tara- duğu için İslâm âlimleri tarafından mekruh görül-
fından gözleri kapatılıp çenesi, elleri ve ayakları müş, hatta haram olabileceği ileri sürülmüştür.
bağlanarak yıkanan ceset keten bir beze sarıldık-
Vârisler arasında hukukî işlemler bakımından eh-
tan sonra şehir dışında kayalara oyulmuş basit bir
liyetsizlerin veya eksik ehliyetlilerin bulunması
mekâna defnedilirdi (Resullerin İşleri, 9/37; Mar-
halinde terikeden bu tip harcamaların yapılması
kos, 15/46; Yuhanna, 11/44). XI. yüzyıldan itiba-
da câiz değildir. Ancak uzaktaki akraba ve dostlar-
ren yahudi geleneklerinden kopma baş gösterdi.
dan cenazede bulunmak üzere gelenlere ikramda
Cenazenin taşınması sırasında çan çalma âdeti
bulunmak ve onları yedirip barındırmak câizdir.(1)
benimsendi ve törene katılanlarla yas tutanların
tamamı siyahlar giymeye başladı. Bugünkü Hı- (1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357
ristiyanlığa göre yakınları ölüm halindeki kişinin
etrafına toplanır; rahip, ağzına “viaticum” (aşa-i Cenaze Töreni
rabbânî, Hz. Îsâ’nın son akşam yemeğini sembo-
Cenazenin yıkanması, kefenlenmesi daha sonra
lize eden son lokma) koyar ve istavroz çıkarttıra-
hocanın yaptığı dualar ve cenaze namazını kılın-
rak şahsı son defa takdis ettikten sonra “extreme
ması ve gömülmesi için yapılan tören.(1)(2)
unction” adı verilen el ve ayakların yağ ile meshe-
dilmesi işlemini yapar (yalnız Katolikler’de). Ce- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
set tabut içinde kiliseye götürülür; burada rahip (2) Aytekin, Halil, Çocuk Edebiyatında Ölüm Teması,
tarafından son dua ve tabut üzerinde “son tövbe” s. 94
işlemi yapılır. Kilisedeki törenin arkasından me-
zarlığa götürülen tabut, başında kutsal kitaptan Cenazelik
parçalar okunduktan sonra gömülür. Ayrıca ölü
Türbelerin, kümbetlerin üç bölümünden biri,
istek üzerine yakılabilmektedir.(1)
bodrum katını oluşturan, cenazelik (mumyalık)
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357. bölümü, bu bölümde ölü bulunur.(1)
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 16
Cenaze Taşı
Namazı kılınmak için üstüne cenaze konulan
Cenazelik katı
masa biçimindeki yüksek taş, musalla taşı.(1)
Kümbetler genellikle, biri cenazelik diğeri ziyaret
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 207.
veya dua odası diyebileceğimiz iki kattan oluşan
yapılardır. Cenazelik katları, mumyaların konulup
Cenaze Tâziyesi muhafaza edildiği hacimler olup, çok kere dışta
Ölünün yakınlarına tâziyede bulunmak mendup- gövdenin oturulduğu kaide içinde yer alırlar. İkinci
tur. Tâziye mümkünse üç günden sonraya bıra- kat ise, ölen şahsin ruhuna Fatiha okumak veya dua

270
Vadi-i Hamuşan
edilmek üzere tasarlanmış mekânlar olup, mihrap
ve temsili sandukalar ile zenginleştirilmiştir.(1)
(1) Özkan, Selma. a.g.e.

Cenazeyi Kefenlenmek
Cenazeyi tertiplemek
Ölüm sonrası dinsel kurallara uygun olarak ce-
nazenin gömüte konması işleminin tümünü yap-
mak.(1)
(1) Karabacak, Esra. a.g.e. s. 209
C
Sünnete uygun kefen erkek için üç, kadın için beş
parçadan oluşur. Erkeğin cesedine sarılacak ilk Cenazeyi Yıkamak
parça yakasız, yensiz ve dikişsiz bir gömlek (kamîs)
Cenazenin yıkanması farz-ı kifâyedir, bu konuda
olup omuzdan ayaklara kadar uzanır. Onun üstü-
çocukla yetişkin arasında fark yoktur. Ancak ölü
ne gelecek parça baştan ayağa kadar uzanan bir
doğan çocukların yıkanması hususunda değişik
örtü (izâr), en üst kat ise ondan biraz daha uzun
görüşler ileri sürülmüştür. Mâlikî mezhebine göre
olan bir başka örtüdür (lifâfe). Kefeni oluşturan
bu çocukların yıkanması ve dolayısıyla namazla-
bu parçalar hazırlandıktan sonra mümkünse gü-
rının kılınması mekruhtur. Hanbelîler’e göre ço-
zel bir koku ile kokulandırılır. Yıkanıp kurulanan
cuğun anne karnındaki hayatı dört aydan fazla
cenazeye önce gömlek giydirilir, elleri iki yana bı-
sürmüşse yıkanır ve namazı kılınır. Şâfiîler, aynı
rakılır. Saçına, sakalına, secde âzaları olan alnına,
durumdaki çocuğun yıkanıp yıkanmayacağı konu-
burnuna, ellerine, diz kapaklarına ve ayaklarına
sunda iki farklı görüş belirtmişlerdir. Ebû Hanî-
kâfur veya benzeri güzel bir koku sürülür. Şâfiî,
fe’ye göre çocuğun organları belirgin ise yıkanır,
Mâlikî ve Hanbelîler’de cenazenin ağzına, burnu-
fakat namazı kılınmaz; belirgin değilse yıkanması
na, kulaklarına, hatta avret yerine kokulu pamuk
da gerekli değildir.
konur ve avret yeri enli bir bezle sarılır. Hanefî-
ler’e göre de avret yerleri hariç belirtilen yerlere Herhangi bir sebeple tamamı mevcut olmayan
pamuk konmasında bir sakınca yoktur. Bu işlem- cesedin Şâfiî ve Hanbelîler’e göre mevcut kısmı
lerden sonra kefenin ikinci parçası örtülür, daha yıkanır ve namazı kılınır. Hanefî ve Mâlikîler’e
sonra da üçüncü parça ile cenazenin vücudu sarı- göre ise vücudun yarıdan fazlası varsa yıkanır ve
lır. Üst kat kefenin baş ve ayak tarafları birer bezle namazı kılınır.
bağlanır ve daha sonra kabirde çözülür. Taşınır- Savaşta şehid düşenler yıkanmaz. Yanan veya
ken kefenin açılmaması için kabirde çözülmek suda boğulan kişilerin, yıkandıkları takdirde vü-
üzere belinden de bir kuşakla bağlanır. cutlarının parçalanması söz konusu ise yıkanma-
Kadının kefenlenmesinde ise gömlek giydirildik- yıp üzerlerine sadece su dökülür. Bu da zararlı
ten sonra başörtüsüyle başı ve yüzü örtülür. Ke- olacaksa mümkün olduğu takdirde teyemmüm
fenin ikinci ve üçüncü parçaları sarıldıktan sonra ettirilir.
da kefenin açılmaması için göğüs örtüsü, enleme- Ölen erkek erkekler tarafından, kadın kadınlar
sine göğüsle göbek arasına gelecek şekilde kuşak tarafından yıkanır. Eşlerin birbirini yıkaması câiz-
gibi sarılır. Bu örtünün dize kadar olacağı, kefenin dir. Ancak Hanefîler, erkeğin ölen eşini yıkayama-
ikinci ve üçüncü parçaları arasında bağlanacağına yacağı görüşündedirler. Küçük çocukları karşı cins
dair görüşler de vardır. Kefenleme sırasında yapı- de yıkayabilir.
lacak diğer işler erkek için yapılanların aynıdır. Bu Cünüp kişilerin ve hayız halindeki kadınların ce-
kefenleme şekilleri sünnete uygun olanlardır. naze yıkaması mekruh kabul edilmiştir. Su bulun-
Erkeğin kefeninin iki, kadının kefeninin üç parça madığı takdirde cenazeye teyemmüm ettirilir.
olması da câizdir ki buna “kefen-i kifâye” denir. Cenazenin yıkanacağı yerin kapalı olması ve bu-
Bütün vücudu kaplayan herhangi bir örtü zaruret rada cenazeyi yıkayanla yardımcılarından başka-
halinde kefen olarak yeterlidir. Buna da “kefen-i sının bulunmaması gerekir.
zarûret” adı verilir. Kefenin beyaz renkte olması Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görevlen-
menduptur.(1) direceği ehil bir kişi yıkar. Mümkünse ayakları
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357 kıbleye gelecek şekilde teneşir üzerine yatırılan

271
Vadi-i Hamuşan
cenazenin göbekle diz kapağı arası örtülü bulun- kapısı tespit edilemeyen kaya mezarı, 3 x 3,28 x
durulur. Önce ele bir bez sarılarak cenazenin ta- 1,35 m. ölçülerindedir. Bugünkü yapısıyla çokge-
hareti yapılır, sonra temyiz çağını geçmişse namaz ne benzese de kareye yakın bir planda yapıldığı
abdesti aldırılır. Ağzına ve burnuna su verilmez; yer yer sağlam kalan duvar bölümlerinden anla-
parmağa bir bez sarılarak dudakları, dişleri, burun şılmaktadır. Zemini günümüzde toprak bir dolgu
delikleri ve göbeği meshedilir. Ceset sabunlu ılık ile örtülü olduğu için zemine yönelik herhangi bir
su ile iki defa yıkanır, ardından hafifçe kaldırıla- yapı izi tespit edilememiştir. Güneybatı köşesin-
rak karnı sıvazlanır ve bir şey çıkarsa temizlenir. de yer alan 91 x 53 cm. ölçülerindeki niş dışında
Bundan sonra kâfur vb. güzel koku ilâve edilmiş herhangi bir özelliği tespit edilemeyen mezarın
su ile üçüncü defa yıkanır. Ölünün saçı sakalı tavan örtüsü Urartu kaya mezarlarında görülen
taranmayıp olduğu gibi bırakılır. Şâfiî, Mâlikî ve işçiliğin dışında kaba ve ovale yakındır. (Foto.3,
Hanbelîler’e göre cenazenin karnını sıvazlama işi Çizim.2)
abdestten önce yapılır. Yıkama işlemi tamamlan- Yerden yaklaşık 1-1,5 m. yükseklikte bulunan
dıktan sonra cenaze havlu veya bezle silinip kuru- kaya mezarına 50 cm. çukurda yer alan 1.61 cm.lik
lanır, sonra da kefenlenir.(1) bir giriş bölümüyle ulaşılmaktadır. Mimari özel-
(1) DİA; [CENAZE - Mehmet Şener] c. 07; s. 357 likleri ile Urartu’nun tipik mezarına tam olarak
benzemeyen kaya mezarının kale, kutsal alan ve
keramik verisi ışığında Demir Çağı’nda kullanıl-
Cendereci Türbesi-İstanbul
dığı düşünülmektedir. Kaya basamakları, sarnıç-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 23, lar, sunak çukurları bulunan kutsal alan ve kaya
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 109 mezarı ile Demir Çağı özelliği taşıyan merkeze ait
keramik verileri ise verileri İlk Tunç, Demir Çağı
Cendereci-Zade Muhyıddin Efendi Türbesi- (Urartu) ve Orta Çağ’a tarihlendirilmektedir. (1)
İstanbul (1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 139.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38
Cengiz, Ömer
Cendek 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No:
726.8
a. İnsan ya da hayvan ölüsü.(1)
İskece Kavala’da Bulunan Mezar Taşları Ve Kitabeler,
b. Beden.(1) Dokuz Eylül Ü., İlahiyat Fak. İslam Sanatları Abd, Li-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. sans Tezi, S.75,1999, İzmir

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Cengerli Kaya Mezarı
Erzincan İli, Refahiye İlçesi’nin 18 km. güneyinde Cenin
bulunan Cengerli Köyü’nün yaklaşık 1,5 km. gü- a. Ana rahmindeki henüz doğma zamanı gelme-
neyinde iki ana kaya üzerine kurulmuş kompleks miş gizli çocuk, yavru, dölüt, fetüs.(1)(2)(3)(4)(5)
bir yapının parçasıdır. b. Doğma zamanı gelmeden ölmüş yavru, düşük.(2)
Kurtlu Tepe vadisini kontrol altında tutan bir ge- c. Kabir.(1)(5)
çit yolu üzerine 1.679 m. rakımlı 50 m.lik bir tepe
d. Gizli örtülü.(5)
üzerine inşa edilen Cengerli Kalesi’nin bir parçası
olduğunu belirttiğimiz kaya mezarı, kalenin ku- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4;
zey yamacındaki kayalık yüzeyde yer almaktadır. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Günümüzde büyük bir ölçüde tahrip olsa da tek (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ,
odalı bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Ön (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kısmının tamamen tahrip olması nedeniyle giriş (5) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.

272
Vadi-i Hamuşan
Ceniver
Sırat Köprüsü.(1)(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. ,
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
buraya Bakı‘ kapısından geçilirken bugün Mes-
cid-i Nebevî ile arasında bina kalmamıştır.
Hz. Peygamber tarafından mezarlık olarak kulla-
nılmasına karar verilmeden önce Bakı‘ “garkad”
adı verilen bir tür çalılıkla kaplı bir yerdi. Resûl-i
C
Ekrem ashabından vefat edenlerin defnedilmesi
için bir yer arayarak Bakı‘ mevkiini mezarlık ola-
Cengi-Zade Türbesi-Bosna
rak kararlaştırdı. Türkler arasında daha çok Cen-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159 netü’l-Bakı‘ adıyla meşhur olan bu mezarlığa mu-
hacirlerden ilk defnedilen Osman b. Maz‘ûn’dur.
Cennat Hz. Peygamber onun baş ve ayak uçlarına kendi
a. Cennetler, uçmaklar.(1)(2)(3)(4) getirdiği iki taşı koydu; sonra da, “Bu âhirete ilk
gidenimizdir” diyerek buraya Revhâ adını verdi.
b. Bahçeler.(1)(3)(4)
Daha sonra vefat eden bir kimsenin nereye def-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. nedileceği sorulduğu zaman Hz. Peygamber, “Âhi-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. rete ilk gidenimiz olan Osman b. Maz‘ûn’un yanı-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
na” buyururdu. Ensardan Bakı‘a ilk defnedilen ise
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Es‘ad b. Zürâre’dir.
Hz. Peygamber, oğlu İbrâhim vefat edince aynı
Cennet Baba Türbesi-Yunanistan
yere defnedilmesini emretti; kabrinin üstüne su
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1004 döktü ve buraya Zevrâ adını verdi. Bunun üzerine
Medine’deki her kabile Cennetü’l-Bakı‘da kendile-
Cennet Efendi Türbesi-İstanbul ri için bir yer ayırdılar. Hz. Peygamber’in kızların-
dan Rukiyye ve Zeyneb de buraya defnedildiler;
(1) Adresler. a.g.e.,
sonradan Hz. Fâtıma ile oğlu Hz. Hasan da Bakı‘a
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 544
gömüldüler. Kerbelâ’da şehid edildikten sonra Dı-
maşk’a götürülen Hz. Hüseyin’in başı Yezîd tara-
Cennet’ü-Naim fından Medine’ye gönderilince annesinin yanına
a. Naim cenneti, “mutluluklarla dolu cennetler” defnedildi (İbn Sa‘d, V, 238). Hz. Peygamber’in
manasına gelir. amcası Abbas ile halası Safiyye bint Abdülmutta-
b. Arapçada “refah, huzur, mutlu hayat” anlamına lib ve bazı torunları da burada yatmaktadır. Bakı‘a
gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir defnedilenler arasında, Hz. Peygamber’in “benim
muhtevaya sahip olan naim, insana mutluluk ikinci annem” dediği Hz. Ali’nin annesi Fâtıma
veren maddi ve manevi bütün güzellikleri ifade bint Esed ile süt annesi Halîme, Resûl-i Ekrem’in
etmektedir.(1) zevcelerinden başta Hz. Âişe olmak üzere Hafsa,
Ümmü Seleme, Zeyneb bint Huzeyme, Zeyneb
(1) DİA;
bint Cahş, Safiyye, Reyhâne ve Mâriye bulun-
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
maktadır. Cennetü’l-Bakı‘a birçok sahâbî yanında
Ehl-i beyt’in ileri gelenleri, tâbiîn neslinden birçok
Cennetü’l-Baki kimse defnedilmiştir. Sahâbîlerden ise Halife Hz.
Medine’de müslümanların kurduğu ilk mezarlık. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkas,
Medine’nin Bakı‘ veya Bakıu’l-garkad adı verilen Abdullah b. Mes‘ûd, Suheyb b. Sinân ve Ebû Hü-
bu mezarlığı, şehrin güneydoğusunda Mescid-i reyre zikredilebilir.
Nebevî’nin yakınında, Kanûnî Sultan Süleyman Hz. Âişe’nin rivayetine göre Resûlullah zaman
devrinde yapılmış ve günümüzde yıkılmış olan zaman Cennetü’l-Bakı‘a gider ve orada medfun
kale duvarlarının dışında bulunmaktadır. Eskiden bulunanlara dua ederdi. Bazı cenaze namazlarını

273
Vadi-i Hamuşan
burada kıldırırdı. Habeşistan hükümdarı Asha- Cennet-i Â’lâ
me’nin gıyabî cenaze namazını da Bakı‘da kıldır- Cennet mekânlarının en yükseği olan sekizincisi,
mıştı. Bazan ordularını buradan sefere uğurlardı. cennetin en yüce katı.(1)(2)
Hz. Hasan ile Hz. Abbas’ın kabirlerinin üzerine (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
529’da (1135) Müsterşid-Billâh’ın emriyle, bir ka- (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
pısı ziyaret için hergün açılan iki kapılı yüksek bir
kubbe ve türbe yapılmıştır. Eyüp Sabri Paşa, Kub-
be-i Ehl-i beyt adı verilen bu türbenin türbedarlık Cennet-i Adn
ve bevvâblık vazifesinin padişah beratı ile Şâfiî a. Adn cenneti,(2) İkamet ve temekkün, parlak in-
müftüsü Seyyid Ca‘fer b. Süleyman el-Berzencî cidendir, bütün cennetlerin ortasında ve a’lâsı-
nesline verilmiş olduğunu zikreder (Mir’âtü’l-Ha- dır.(3)
remeyn, II, 982). Hz. Osman’ın kabri üzerine de b. Cennet.(2)
601’de (1205) Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin emriyle
c. Cennet bahçesi.(1)
bir kubbeli türbe yapılmıştır. Evliya Çelebi Ba-
kı‘da türbesi bulunanların adlarını zikrettikten (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
sonra sandukalarının altın işlemeli yeşil atlasla (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
örtülü olduğunu, türbedarların “öd-i mâverdî” (3) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
yakarak ziyaretçilere güzel koku sunduklarını,
Hz. Âişe’nin türbesinin Kanûnî Sultan Süleyman Cennet-i Amal
tarafından 1543’te yenilendiğini, ayrıca Hz. Pey-
Ameller Cenneti, güzel yiyecekler ve hoş içecekler-
gamber’in, annesi Âmine’yi Ebvâ’dan buraya süt
le dolu şekilsel, surî cennet. Yaptıklarına, amelle-
annesi Halîme’nin yanına hicretin 6. yılında nak-
rine karşılık olarak.(1)(2)
letmiş olduğunu haber vermektedir.
1806 yılında Suûd b. Abdülazîz Medîne-i Mü- (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
nevvere’yi istilâ edince Cennetü’l-Bakı‘daki mezar (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
taşlarını ve türbeleri yıktırdı; II. Abdülhamid bun-
ları yeniden yaptırmışsa da 1926’da Suûdîler’den
Cennet-i Ef’âl
Abdülazîz b. Suûd türbe ve mezarları yeniden
yıktırmıştır. Bugün hiçbir türbe ve mezar taşının Fiillerin cenneti, salih amellerin karşılığı olan lez-
bulunmadığı Bakı‘ yine mezarlık olarak kullanıl- zetli yiyecekler, tatlı içecekler ve güzel eşler gibi
maktadır.(1) sûrî, şekli cennettir.(1)
(1) DİA; [CENNETÜ’l-BAKI‘ - Mustafa Fayda] c. 07; (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
s. 387 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cennet-Cahim Cennet-i Menküde


Cennet en büyük hicâbdır. Çünkü cennet ehli cen- Peşin verilen cennet dünyadadır. Bu da kaza-
nette huzur bulur. Cennette huzur bulan, O’ndan ya rıza, Allah’a kurb, yakınlık, O’na münacat ve
başkasında huzur bulmuş olur. Bu sebeple per- O’nunla arasındaki perdeyi kaldırmaktır. Böyle bir
delenmiştir. Mevtın-ı hâmis [beşinci vatan ya da kalbin sahibi halvetteki, yalnızlığındaki bütün hal-
mertebe] cennettir. O da atlas feleğinin çukuru ile lerinde Hakk ile beraber olur. Bu beraberlikte, ne
sabiteler feleğinin kamburu arasındadır. Allah hakkında bir keyfiyet, ne de teşbih vardır.(1)
“Cehennem” sabiteler feleğinin dibinden merkeze
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
kadardır. Çünkü yedi kat gök ve unsurların, ayrıl-
ma ve hükümden sonra cehenneme varması suret
itibariyle imkânsızdır.(1) Cennet-i Mev’üde
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. Vaat edilen cennet, Allah’ın müminlere vaat ettiği

274
Vadi-i Hamuşan
cennet ve perdesiz olarak Cemal-i Kerim’ini gör-
mektir.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.

Cennet-i Sıfat
Hakk’ın haşirden sonra müminlerin duhûlu
için vaad buyurduğu ebedi neşâtgâh.(8)
(1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
C
Sıfatların cenneti, İlahi sıfat ve isimlerin tecelli- (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
lerinden olan manevi cennettir. O, kalbin cenne- (5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
tidir.(1)(2) (6) Akay, Hasan. a.g.e.
(7) Pala, İskender. a.g.e.
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(8) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cennet Âsâ
Cennet-i Verâset
Cennet gibi.(1)(2)
Hz. Peygamber’e güzel biçimde uymak için elde
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
edilen ahlaktır. Nefis cenneti olan övülmüş ah-
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
laktır. Bu ahlakın elde edilmesi enbiyayı kâmil bir
şekilde izlemekle ve onlara uymakla olur.(1)(2)
Cennet Aşiyân
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Seccadi, Seyyid, Cafer. a.g.e. Yeri cennet olan.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cennet-i Vesile
Cennet makamlarının en yükseği olan sekizincisi.(1)
Cennet Ehli
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Cennet Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle “iman ve sâ-
lih amel” sahiplerine vaad edilmiştir.
Cennet-i Zat
Ancak bu temel prensibin dışında kalan bazı
Ahadî Cemal’in müşahedesidir.(2) O, ruhun cen-
grupların da cennete girecekleri, çok yönlü tar-
netidir. Ceberut ve ebediyet cemalinin müşahede
tışmalara rağmen âlimler tarafından umumiyetle
edildiği mahal, ruh cenneti.(1)
benimsenmiştir. Bunlar çocuklar, deliler ve fetret
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. dönemlerinde yaşayan insanlardır.
(2) Erginli, Zafer. a.g.e.
Müslüman ailelerinin ergenlik çağına gelmeden
ölen çocuklarının cennete gireceği âlimlerin ço-
Cennet ğunluğu tarafından kabul edilmekte, ancak müş-
a. Çok güzel, havası iç açan, ferahlık ve huzur ve- riklerin çocukları için tereddütler bulunmaktadır.
ren yer. Bağ, bahçe, güzel bahçe, gizli.(2)(3)(5)(6) Mutlak adâlet, nihayetsiz lutuf ve rahmet sahibi
b. İslam’a göre Allah’ın ölümden veya kıyametin olan Allah, mükellef olmayan kullarını cehennem-
kopmasından sonra, ahirette günahsız kulları- le cezalandırmayacağına göre çocukların ve delile-
nı ve günahlarından arınmış olanları, mümin- rin ebediyet âlemindeki yerlerinin cennet olacağı
leri mükâfat olarak ebediyen yaşatacağını vaat kabul edilmelidir.
ettiği, her türlü tasavvurun üstünde güzellik Hak dinin varlığından ve peygamberlerin tebliğ-
ve nimetlerle dolu yer.(1)(2)(3)(4) “Gölgelik bah- lerinden haberdar olmayan insanlar da akıllarıy-
çe” anlamında olup, ahrette müminlerin nimet la kâinatın yaratıcısı ve yöneticisini idrak etseler
ve mutluluk içerisinde ebediyen yaşayacakları bile onun emir ve yasakları hususunda bilgi sahibi
yerdir. Türkçe de uçmak denilir.(5)(6)(7) Cenab-ı olamayacaklardır. Bu husus dikkate alınarak on-

275
Vadi-i Hamuşan
ların da dinî yükümlülük açısından çocuklar ve de aile fertleri kalabalık olduğu halde başkasına el
deliler gibi mâzur görülecekleri düşünülebilir (bk. açmayan kişi olarak belirtilmiş; bir diğerinde de
Halîmî, s. 175-182; Kurtubî, s. 591-600). cennete kalpleri kuşlarınki kadar ürkek ve hassas
Cennete girmenin temel şartı olan iman, Allah ile olanların gireceği ifade edilmiştir (Müslim, “Cen-
kul arasında mevcut sevgi bağının kuldaki yansı- net”, 27, 63).
masından ibaret olup hiçbir şekilde yokluğu dü- Hz. Peygamber’den, cennete giremeyecek tiple-
şünülemez. ri tasvir eden birçok hadis rivayet edilmiştir. Bu
“Faydalı işler” anlamına gelen sâlih amellere ge- tipler arasında, kalbinde zerre kadar da olsa kibir
lince, insan hayatı boyunca dinî ölçüler açısından bulunan, kovculuk yapan, hısım akraba ile ilişki-
yapılması veya terkedilmesi gereken şeyler olmak sini kesen, komşusuna eziyet veren insanlar ile
üzere iki gruba ayrılan bu fiillerin hem sayısı çok halkına karşı samimi davranmayan öğüt dinlemez
hem de işleniş biçimleri değişiktir. Bir kişinin bun- devlet adamı da vardır (Miftâhu künûzi’s-sünne,
ların tamamını yerine getirmesi fiilen imkânsızdır. “el-cenne” md.).

İbn Kayyim el-Cevziyye, cennete girmeye vesile Ehl-i sünnet âlimleri bu tür hadislerin terbiyevî
olan amelleri âyetlere dayanarak saydıktan son- amaçlar taşıdığını, imanı olan kişilerin bir süre
ra Mâûn sûresinin son âyetlerinden de (107/6-7) cehennemde azap görseler bile eninde sonunda
faydalanarak bunları iki noktada özetler: Yarata- cennete gireceklerini kabul ederler.
nın kulluğunda samimiyet, yaratılmışlara şefkat. Cennet kapısının ilkin kendisi tarafından açılaca-
Bu da nihaî olarak bir noktada yoğunlaşır: Allah ğını ifade eden hadisinin bir rivayetinde Hz. Pey-
ile O’nun sevdiği bütün hususlarda uyum içinde gamber şöyle der: “Cennet kapısını ilk açacak olan
olmak (Hâdi’l-ervâh, s. 549-551). benim; ancak bir kadın benden önce onu açmaya
Bir âyette ebediyet nimetlerinin peygamberler, çalışır. Kendisine, ‘Ne yapıyorsun, sen kimsin?’
sıddıklar, şehidler ve sâlihlere ait olacağı ifade diye sorarım. Şöyle cevap verir: Ben yetimlerine
edilirken (en-Nisâ 4/69) cennetin semâvât ve arz bakmak için evlenmeyen dul bir kadınım” (Müs-
kadar geniş olduğunu belirten başka bir âyette, lim, “Îmân”, 333; Heysemî, VIII, 172).
kötülüklerden sakınma yanında bollukta ve dar- Bir kısmına burada temas edilen sâlih ameller,
lıkta başkalarına yardım etme, öfkeyi yenme, in- aslında doğrudan cennete girmeyi gerektirmeyip
sanların kusurlarını bağışlama ve işlediği günah- sadece Allah’ın rahmet ve muhabbetine nâil ol-
larda ısrar etmeyip Allah’tan af dileme hasletleri mayı sağlar. Ne var ki O’nun engin muhabbet ve
sıralanır (Âl-i İmrân 3/134-135). merhametinin tecellîleri içinde şüphe yok ki cen-
net de vardır.
Birçok hadiste cennete gireceklerin vasıfları
farklı şekillerde dile getirilmiştir (bk. Miftâhu Hz. Peygamber, amel ve ibadette aşırı gitmeyi me-
künûzi’s-sünne, “el-cenne” md.). Hz. Peygamber nettiği hadislerinin birinde ilâhî rahmet olmadan
cennetin üst derecelerini tasvir ettiği bir sırada kimsenin cennete giremeyeceğini beyan ederek
yanında bulunan sahâbîler, cennetin bu seçkin orta yolun takip edilmesini ve ümitli olunmasını
yerlerine olsa olsa peygamberlerin yerleşebilece- tavsiye etmiştir (Müslim, “Münâfikın”, 78).
ğini söylemiş, Resûl-i Ekrem ise şöyle demiştir: Bu tür tavsiyelerin, zâhidlerin amellerine güven-
“Evet öyle; bir de Allah’a inanan ve peygamber- memeleri ve kendilerini Allah’ın azabından emin
leri tasdik eden kişiler” bu derecelere nâil olabilir telakki etmemeleri gibi dolaylı bazı uyarıları da
(Buhârî, “Bedü’l-halk”, 8; Müslim, “Cennet”, 11). kapsadığı şüphesizdir.
İslâmî naslar, cehenneme girmeye müstahak Buhârî ile Müslim’in eserleri de dahil olmak üzere
olanları kaba, kibirli, cimri, katı yürekli gibi vasıf- çeşitli hadis kaynaklarında, Muhammed ümme-
larla, cennetlikleri de bunun tam aksi niteliklerle tinden azımsanmayacak bazı grupların hesaba
tasvir eder. Bir hadiste cennet ehli, adaletli ve cö- tâbi tutulmadan cennete gireceklerini ifade eden
mert hükümdar, yakınlarına ve bütün müslüman- hadisler bulunmaktadır. Bu gruplar için sayılan
lara karşı merhametli ve yufka yürekli insan, bir özelliklerin başlıcaları şunlardır: Vücutlarına döv-

276
Vadi-i Hamuşan
me yaptırmamak, üfürükçülükle uğraşmamak,
uğursuz nesne ve olayların mevcudiyetine inan-
mamak ve yalnız Allah’a tevekkül edip başkasın-
dan korkmamak (İbn Kesîr, II, 147-160). Burada
sayılan hususların, İslâm’dan önceki dönemde
puta tapıcılık çerçevesinde yer alan inançlara işa-
metnini nakleden bazı râvilerin bu metni cennetle
ilgili benzer bir ifade ile karıştırdığı kabul edilmiş-
tir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 536; Aynî, XI, 570).
Çünkü âdil-i mutlak olan Allah’ın suç işlemeyeni
cezalandırması söz konusu değildir. Cennet için
yeni nesiller yaratmasında, oradaki erkek ve kadın
C
ret ettiği anlaşılmaktadır. sayısının denkleştirilmesi açısından da hikmetler
Dünya hayatında insanları en çok meşgul eden mevcuttur.(1)
konulardan biri olan ekonomik farklılığın cennet (1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
hayatını da ilgilendirdiği görülmektedir. İmam 376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-
Müslim’in de katıldığı bazı muhaddisler, fakir mü- 386
minlerin zenginlerden önce cennete gireceklerini
dile getiren hadisler rivayet etmişlerdir (Müslim, Cennet Halkı
“Zühd”, 37; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 168-170).
Kur’an’a göre cennet ehli, peygamberler, peygam-
Cennet sakinlerinin yarısını veya daha fazlasını berlerin yolundan hiç ayrılmayanlar, sıddıklar,
tek başına Muhammed ümmetinin oluşturacağı- şehitler, iyi işler yapan salihler ve takva sahiple-
nın umulduğunu ifade eden hadisler Kütüb-i Sit- ridir.(1)
te’de yer almış bulunmaktadır (bk. Miftahu künû-
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
zi’s-sünne, “el-cenne” md.). Böyle bir telakki, sınırlı
zaman ve mekânlarda görev yapan ve tâbileri az
olan peygamberlerin inanmış ümmetlerinin de az Cennet Hayatı
olacağı düşüncesinden ileri gelmektedir. Nitekim Bütün dinler cennet arzusuna cevap vermeyi
Hz. Mûsâ’nın tâbileri az bir yekün teşkil ettikten amaçlamış ve cennet hayatını vaad etmiş olmak-
başka yahudiler Mûsevîliği millî bir din çerçevesin- la birlikte, elde mevcut mukaddes metinler ve bu
de tutarak onun yayılmasını engellemişlerdir. metinler etrafında oluşan edebî tasvirler içinde
Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle, “biz hıristiyanız” di- her halde İslâm’ınkinden daha zengin ve tat-
yen (el-Mâide 5/14) ve kalabalık bir nüfus oluş- minkâr olanı mevcut değildir.
turan Hz. Îsâ bağlılarına gelince Kur’an’ın, ken- Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma
dilerini müslümanlara en çok sempati duyan din ümidi, bütün müslümanlar için hayatın birçok
mensupları olarak kabul etmesine rağmen onlar güçlüklerine göğüs germeyi, fedakârlıklar göster-
son peygamber Hz. Muhammed’i tasdik etmemiş, meyi göze aldıran bir faktör olmuştur. İlk İslâm
bunun yanında tevhid ilkesini ihlâl etmiş, kendi şehidleri Sümeyye-Yâsir ailesinin bu uğurda çek-
dinlerinin gereklerini de yerine getirmemişlerdir. tikleri çilelerden günümüz İslâm dünyasındaki
Allah’ın rahmeti gazabından kat kat fazladır. Çok mücadelelere kadar müslümanların davranışla-
geniş mekânlara sahip olan cehennem ile cennetin rında cennet idealinin en önemli etken olduğu
her biri, kendisine lâyık olanları bünyesine aldık- şüphesizdir.
tan sonra dolmayacak ve fazlasını talep edecektir. İslâm dini Allah’ın seçkin kullarına nasıl bir cen-
Sahih hadislerde belirtildiği gibi Allah cehennemi net hayatı vaad etmektedir? Bu hayatın konu ile
dürüp bükmek suretiyle küçültecek ve orada boş ilgili nasların birleştiği ve önemle vurguladığı iki
yer kalmayacaktır. Cennet için de yeniden bazı özelliği vardır: Arzulanan her şey, ebediyet. Bir
nesiller yaratacak ve onu bunlarla dolduracaktır âyet-i kerîmede şöyle denilmektedir: “Gönüllerin
(Buhârî, “el-Eymân ve’n-nüzûr”, 12, “Tevhîd”, 7; özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada var-
Müslim, “Cennet”, 35, 37). dır. Ve siz orada ebediyen kalacaksınız” (ez-Zuh-
Allah’ın yaratacağı bazı nesillerle cehennemi de ruf 43/71).
dolduracağı tarzında Buhârî’de yer alan diğer bir Dünya hayatında duyu organlarıyla algılanama-
rivayetin ise (“Tevhîd”, 25) hatalı olduğu, hadis yan meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları

277
Vadi-i Hamuşan
koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlik Cennete giriş sırasında bütün müminler görevli
dilediği Kur’an’ın çeşitli beyanlarından anlaşıl- melekler tarafından karşılanacak ve, “Selâm olsun
maktadır. Âhiret âleminde melekler inançlı ve sizlere! Saadetler içinde olun, bir daha çıkmamak
dürüst insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni üzere cennete buyurun!” (ez-Zümer 39/73) diye-
hayata intibakları sırasında korku ve üzüntüye ceklerdir.
düşmemelerini telkin ederek onlara şöyle diye- Buhârî, Müslim ve Tirmizî’nin çeşitli rivayet ka-
ceklerdir: “Biz dünya hayatında da âhirette de si-
nallarından aktardıkları hadislere göre (Buhârî,
zin dostlarınızız. Canlarınız ne isterse, gönlünüz
“Bedü’l-halk”, 8; Müslim, “Cennet”, 14-22; Tir-
ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bun-
mizî, “Sıfatü’l-cenne”, 7), müminler dolunay veya
lar, yarlığayıcı ve esirgeyici Allah’ın bir ikramıdır”
parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete gire-
(Fussılet 41/30-32).
cekler, orada diledikleri gibi yiyip içtikleri halde
Hz. Peygamber, çeşitli münasebetlerle cennetteki abdest bozma ihtiyacı hissetmeyecekler, sümkü-
sınırsız imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde ya- rüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindi-
nında bulunanlar zaman zaman cennette at, deve rimi hoş kokulu geğirti ve terden başka bir külfet
vb. şeylerin de bulunup bulunmadığını sormuşlar,
getirmeyecektir.
o da, “Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın
arzuladığı ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bu- Cennet halkına yorgunluk ve usanç gelmeyeceği
lursunuz” şeklinde cevap vermiştir (Tirmizî, “Sı- için (Fâtır 35/35) uykuya da ihtiyaç duymaya-
fatü’l-cenne”, 11; krş. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. caklardır. Cennet ehlinin imkânlarını dile getiren
366-369). (…) bir hadiste onlara şöyle nida edileceği kaydedilir:
“Daima sağlıklı olup asla hastalanmayacaksınız,
Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerde mevcut beyan-
sonsuza kadar yaşayıp ölmeyeceksiniz, gençliği-
lara dayanarak cennet nimetlerinin ana özellikle-
nizi koruyup hiçbir zaman ihtiyarlamayacaksınız,
rini şu şekilde tesbit etmek mümkündür:
sürekli nimetler içinde olacak ve güçlükle karşılaş-
1. Sonsuz lüks ve konfor.
mayacaksınız” (Müslim, “Cennet”, 22).
2. Sürekli barış ve huzur.
Konu ile ilgili hadislerin bazı rivayetlerinde cen-
3. Cennet ehlinin hem bedenî hem ruhî bakımdan nete girecek erkeklerin ataları Âdem’inki gibi bir
son derece güçlü ve yetenekli olmaları. bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda
4. Mânevî tatmin (rızâ). bulunacakları anlatılır. Ayrıca bu erkeklerin dai-
5. Allah’ı görmek, O’nunla konuşmak. ma otuz üç yaşında olmakla birlikte bıyıkları yeni
terlemiş sakalsız gençler görünümü arzedecekle-
6. Bütün bunları saran bir ebediyet.
rinden de söz edilir. Kadınların ise çok güzel tenli
İnsan türünün yaratılıştan itibaren mânevî bir
ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde buluna-
tekâmül çizgisi takip ettiği, genellikle semavî
cakları ifade edilir.
dinlerin ve özellikle İslâmiyet’in benimsediği bir
telakkidir. İlâhî ruhun üflenişiyle (nefha) hayat Cennet ehlinin ruhî portreleri konusunda en çok
sahnesine çıkarılan ilk insanın meleklerden bilgili vurgulanan özellik, onların gönüllerinde kin ve
ve onların tâzimine mazhar olacak kadar değerli nefretin bulunmayacağı hususudur. “Gönüllerin-
olduğu çeşitli beyanlardan anlaşılmaktadır. İn- deki kini söküp atacağız” (el-A‘râf 7/43) şeklinde-
sanın ikinci ve ebedî hayat sahnesine çıkarılışı- ki ifadeler, cennete gireceklerin mânevî bir arın-
nın da benzer bir nefha ile (sûra üfleniş) olacağı dırma operasyonuna tâbi tutulacağının delilidir.
Kur’an’da haber verilmiştir (ez-Zümer 39/68). Yine ilgili âyet ve hadislerin beyanına göre cennet-
Bu iki nefha arasında dünya hayatı ile berzah âle- te kusursuz bir ahlâkî hayat yaşanacak, cennet-
mi vardır. (…) Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste likler arasında anlamsız ve gereksiz konuşmalar,
Hz. Peygamber kıyamet günü cennet kapısını ilkin suçlamalar olmayacak, tam bir dostluk ve kardeş-
kendisinin çalacağını ve ondan önce bu kapının lik hayatı hüküm sürecektir (el-Hicr 15/47; el-Vâ-
kimseye açılmayacağını söylemiştir (“Îmân”, 333). kıa 56/25; Müslim, “Cennet”, 16-17).

278
Vadi-i Hamuşan
Kötülüklerden korunmayı başaranlar melekler-
den gelen iltifatlarla cennete girecekleri sırada
şöyle diyeceklerdir: “Bize karşı vaadini gerçekleşti-
rip dilediğimiz yerinde yerleşebileceğimiz cennete
bizleri vâris kılan Allah’a hamdolsun!” (ez-Zümer
39/74). Âyetin ifade tarzından, müminlerin yerle-
leştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar.
Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi
tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili çeşitli âyet ve ha-
dislere göre cennette hem dünya kadınları hem
de hûriler bulunacaktır. Âyetlerde geçen “terte-
miz zevceler” ifadesi (el-Bakara 2/25; Âl-i İmrân
C
şim açısından serbestlik içinde olacakları anlaşıl- 3/15), hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kap-
maktadır. Rahmân sûresinde sözü edilen iki veya samına almaktadır. (…)
dört cennetin bir anlamı da bu olmalıdır. Çeşitli âyet ve hadislerde cennet kadınlarının gü-
Cennet meskenlerindeki yaygı, sergi vb. ev eşya- zelliği, zarafeti ve çekiciliği konusunda canlı tas-
sının son derece lüks olması yanında yiyecek ve virler mevcuttur. Ancak âlimler bu tasvirlerden
içeceklerin, ayrıca giysilerin de olağan üstü zevk hûri kaydını taşımayanların bile hûrilere münha-
verici özelliklere, temizlik ve zarafete sahip olaca- sır olduğunu kabul etmişlerdir. Tirmizî’nin el-Câ-
ğı muhtelif âyetlerde yer yer ayrıntılı olarak tasvir miu’ś-śahîh’inde yer alan (“Sıfatü’l-cenne”, 24)
edilir (ilgili âyet, hadis ve yorumları için bk. İbn ve Kurtubî tarafından tamamlanan (et-Tezkire,
Kayyim el-Cevziyye, s. 267-293). s. 555) bir rivayette ise hûriler kendi ayrıcalıkla-
Hadislerde belirtildiğine göre cennet ehline ilk ve- rından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya
rilecek yemek havyar ziyafetidir (Buhârî, “Enbiyâ”, kadınları, dünya hayatında işledikleri güzel amel-
1; Müslim, “Münâfikın”, 30). Cennet konusuyla il- ler sebebiyle onlardan üstün olduklarını ifade
gili olarak aşılmaz bir eser kaleme almış bulunan edecekler ve onları susturacaklardır. Kurtubî’nin
İbn Kayyim el-Cevziyye, cennet ehlinin yiyecek ve Hz. Peygamber’e nisbet ettiği başka bir hadiste
içeceklerine temas eden âyet ve hadisleri kaydet- de cennete giren dünya kadınlarının hûrilerden
tikten sonra bu naslara göre cennette ekmek, et, 70.000 kat üstün olduğu ifade edilmiştir. (…)
meyve, tatlı, ayrıca su, süt ve şarap gibi yiyecek ve Bir erkeğin kaç eşe, özellikle kaç dünya kadınına
içecekler mevcut olmakla birlikte bunların dünya- sahip olacağı hususunda farklı görüşler ileri sürül-
daki benzerleriyle isimden başka bir münasebeti-
müştür. Konuya çeşitli açılardan bakış yapan İbn
nin bulunmadığını söyler (Hâdi’l-ervâh, s. 274).
Kayyim’in de ifade ettiği gibi (Hâdi’l-ervâh, s. 334)
Nitekim fevkalâde zevk veren cennet şarabı ka- bu mevzuda sahih olan rivayet Buhârî ile Müs-
dehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve rahat- lim’de yer alan hadistir. Buna göre cennetteki her
sızlık vermeyecektir (es-Sâffât 37/45-47; Muham- erkeğe “zarif ve şeffaf tenli” iki kadın verilecek ve
med 47/15). Cennet halkının beslenme rejiminde orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır (Buhârî,
meyvelerin önemli bir yer tuttuğu çeşitli âyetlerin “Bedü’l-halk”, 8; Müslim, “Cennet”, 14). Kadınla-
beyanlarından anlaşılmaktadır. rın ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi
Cennet hayatının (…) nimetleri bu cismanî zevk- birinin hûri, birinin de dünyalı olması muhtemel-
lerden ibaret değildir. Cennet halkı asıl mutluluğu dir. Müslim’in rivayetinde geçen ilâve bilgiden
mânevî tatminde bulacak, onlar nefes alıp vermek anlaşıldığına göre râvi Ebû Hüreyre söz konusu
kadar tabii bir şekilde Allah ile irtibat kuracak, hadisi, cennette kadınların mı yoksa erkeklerin
cemâlini müşahede ederek O’nunla konuşacak- mi daha fazla olacağı hususunun tartışılması
lardır. münasebetiyle nakletmiş ve dolaylı olarak dünya
Aradaki derin mahiyet farkına rağmen uhrevî ha- kadınlarından iki eşin verileceğini ifade etmiştir.
yat dünya hayatına benzer şekilde devam edece- “İri gözlerinin beyazı saf, siyahı koyu, gümüş
ğine göre oradaki konfor da buradaki konforla bir berraklığında beyaz tenli kızlar” anlamına gelen
bakıma bağlantılı olacaktır. (…) hûrilerin cennet erkekleri için farklı bir yapıya
Cinsiyetin insan hayatında önemli bir yer tuttu- sahip kılınarak yaratıldığı ve “erkeklerine düşkün,
ğu şüphesizdir. Kur’ân-ı Kerîm’de de vurgulandığı başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından do-
üzere (er-Rûm 30/21) karşı cinsler hayatlarını bir- kunulmayan, inci tenli, yakut yanaklı, yaştaş genç

279
Vadi-i Hamuşan
kızlar” gibi kavramlarla vasıflandırıldıkları muh- Hûrilerden söz eden bir kısım hadislerde onların
telif âyetlerde görülür (bk. İbn Kayyim el-Cevziy- bir nevi konser vereceği ifade edilmektedir (Tir-
ye, s. 316-328). (…) Hûrilerin sayısı hakkında (…) mizî, “Sıfatü’l-cenne”, 24). İman edip faydalı işler
genel eğilim, her erkeğe dünya hanımlarından iki, yapanların cennette zevk ve neşe içinde yaşatıla-
hûrilerden ise birkaç tane verileceği yolundadır caklarını ifade eden âyetin (er-Rûm 30/15) tefsi-
(bk. İbn Kesîr, II, 454-458; İbn Kayyim el-Cevziy- rinde buradaki ruhî tatminin müzikle olacağını
ye, s. 334). (…) söyleyen bilginler mevcuttur (Taberî, XXI, 19-20).
İslâmiyet’te dini kabullenme ve ilâhî buyrukları Cennet müziğinin ağaç yapraklarının birbiriyle
yerine getirme hususundaki sorumluluk ferdîdir, teması veya İsrâfil’in sûru yoluyla oluşacağı da dü-
kimse diğerinin dinî yükümlülüğünü taşımadı- şünülmüştür. Cennet ehlinin beden yapısı ve ye-
ğı gibi bunun olumlu veya olumsuz sonuçlarına teneklerinden bahseden hadislerde, müminlerin
da muhatap olmaz (Fâtır 35/18). Ancak iman ve Allah’a olan övgü ve tâzimlerini (tesbih ve tahmid)
ameliyle cennete girmeye hak kazanmış aile fert- derin bir sevgi ve samimiyetle dile getireceklerin-
leri arasında Allah katında değeri en üstün olanın den söz edilmesi yanında, Allah ile yapacakları
diğerlerini yanına alabileceği kabul edilmektedir konuşmalarda müzik nağmelerinden duyulan bir
(Taberî, XXVI, 15-17). coşku ve bediî zevk halini yaşayacakları belirtilir.
Cennet hayatındaki müziğin melekler, hûriler ve
Dünyada birden fazla erkekle evlenmiş kadının
insanlarla ağaçların, kuşların... katılacağı evrensel
cennette bunlardan hangisinin eşi olacağı me-
bir âhenk niteliğinde olacağı da düşünülebilir. (…)
selesi ashaptan itibaren düşünülmüştür. Bâkire
olarak ilk evlendiği erkekle veya son kocasıyla Bedenî ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağ-
bulunacağı şeklinde iki ayrı kanaat yanında, hadis layan cennet nimetleri aslında cennet sakinleri
için amaç değildir. Ulaşılmak istenen asıl hedef
olduğu ileri sürülen iki farklı rivayete dayanılarak
Allah rızâsıdır. İnsan için bu rızâya nâil olmak, Al-
huyu daha güzel olanla veya tercih edeceği bir ko-
lah’ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu (el-
casıyla beraber bulunacağı söylenmiştir (Kurtubî,
Hicr 15/29) yine O’na yöneltmek, O’nu müşahede
s. 560-561; İbn Kesîr, II, 548). (…)
etmek, O’nunla konuşmaktır. Müslümanlar ara-
Dünya hayatında önemli bir mutluluk vesilesi sında minnet ve şükran duygularını dile getirme-
olan çocuk yapmanın ve dolayısıyla üremenin ye vesile olan en samimi ve en yaygın dua ifadesi,
cennette de olup olmayacağı tartışmalıdır. İbn “Allah râzı olsun!” cümlesidir. Allah’ın dostları
Kayyim, dünyadaki gibi bir üremenin cennette O’na en yakın olan, O’nun rızâ ve muhabbetini
mümkün olamayacağını on delil ile ispata çalışır. kazanan, O’nu gönülden sevip rızâ ve teslimiyetle
Bununla birlikte aynı müellife göre çocuğun ana en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah
karnında oluşumundan gençlik çağına ulaşıncaya rızâsı münasebetini dile getiren bir âyette, “Al-
kadar bütün evreleri bir anda tamamlaması sure- lah mümin erkeklerle mümin kadınlara içlerinde
tiyle bir üreme imkân dahilindedir (Hâdi’l-ervâh, ebedî kalacakları, zeminlerinden ırmaklar akan
s. 348-357). Ancak cennet sakinlerinin çevresin- cennetler, adn bahçelerinde güzel meskenler vaad
de, saçılmış inciler gibi çocuklar ve hizmet ele- etti. Allah’ın rızâsı ise hepsinden daha üstündür. İşte
manları daima bulunacaktır (et-Tûr 52/24; el- en büyük saadet de budur” (et-Tevbe 9/72) denile-
İnsân 76/19). rek uhrevî saadetin bu mânevî unsurunun, maddî
Güvenilir bir kaynağa dayanmamakla birlikte cen- içerikli kavramlarla anlatılan diğer bütün nimet-
nette konuşulacak dilin Arapça olacağı şeklinde lerden daha değerli olduğu açıkça ifade edilmiştir.
yaygın bir kanaat vardır. Cennete girmeden önce- Sahih hadislerde belirtildiği gibi bütün müminler
ki kıyamet merhalelerinde Süryânîce konuşulaca- cennetteki yerlerini aldıktan sonra Cenâb-ı Hak
ğı da ileri sürülmüştür. kendilerine hitap ederek hallerinden memnun
Cennet hayatı için düşünülen mânevî zevk ve ruhî olup olmadıklarını soracak, onlar da son derece
tatmin yollarından biri de müziktir. Bu konuda ha- memnun olduklarını ifade edeceklerdir. Bunun
dis kaynaklarında da bazı rivayetler yer almıştır. üzerine Allah, “Size bundan daha değerli bir şey

280
Vadi-i Hamuşan
veriyorum: Size rızâmı bezlediyorum, artık size ga-
zabım bir daha dokunmayacak” diyecektir (Müslim,
“Cennet”, 9).
İslâm âlimleri cennette Allah’ın görülüp görüleme-
yeceği (rü’yetullah) konusunu başta gelen dinî ve
Sadece Kur’an âyetleri çerçevesinde bile mevcut
nasların içerdiği maddî unsurları, mânevî ve ruhî
anlatımlar veya sembollerle te’vil etmek mümkün
değildir. Nitekim bütün kelâm âlimleri bu yönde
düşünmüşlerdir.
Buna karşılık filozofların çoğunluğu ile bazı mu-
C
fikrî meselelerden biri olarak incelemiş ve tartış-
mışlardır. Rü’yetullah konusuna duyulan bu çok tasavvıflar âhiret hayatının cismanîliğini kabul
canlı ilgi ve merak, müslümanların, insanın en etmediklerinden İslâmî naslardaki cismanî tas-
yüce gerçeği görerek tanıma şeref ve mutluluğu- virleri te’vil etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
na lâyık seçkin bir varlık olduğu yolundaki temel Gazzâlî’nin filozoflara yönelik ağır eleştirilerin-
değerlendirmelerini göstermesi bakımından da den sonra İbnü’l-Arabî de kelâmcıların görüşünü
ayrıca önem taşır. Kur’ân-ı Kerîm’de ölümün gayb benimsemiş ve bir kısım sûfîlerin, cennet ehlinin
perdelerini kaldıran vesilelerden biri olduğu ifade fevkalâde değişim kabiliyetlerine sahip olacakları-
edilir (Kaf 50/22). nı, halbuki maddî bedenin buna elverişli olmadığı-
nı öne sürerek cesetlerin değil ruhların haşroluna-
Müminler ölüm sonrasındaki hayatta Allah’a yak- cağına hükmetmelerini hatalı bulmuştur. Sûfîler
laştırılmış kullar olduklarına göre ulûhiyyet âlemi- tefekkürlerinde keşf mertebesine ulaşabilselerdi
nin bazı sırlarına vâkıf olmalı, o muazzam gerçek- âhiret âleminde, dünyadakinin aksine, ruhların
lerin perdeleri onlar için aralanmalıdır. Bu sebeple cisimlere zarf teşkil ettiğini görecekler ve hükmün
sayıları pek az olan bazı Mu‘tezilî bilginler dışında cisimlere değil ruhlara ait olduğunu kabul edecek-
bütün İslâm âlimleri cennet ehlinin Allah’ı görece- lerdi (bk. Şa‘rânî, II, 175).
ğini kabul etmiş ve bunu insanoğlunun erişebilece-
Gazzâlî cennet zevklerinin hissî, hayalî ve aklî
ği en büyük mutluluk olarak görmüşlerdir.(…) Mü-
olmak üzere üçe ayrıldığını ve herkesin kendi
minlerin Allah’ı nasıl göreceği hususu da tartışılan
kabiliyetine göre bunların tamamından veya bir
önemli konulardan biri olmuştur. Allah maddenin kısmından faydalanacağını kabul etmiştir. Dünya
taşıdığı bütün nitelik ve özelliklerden münezzeh- hayatında özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru
tir. Halbuki insan kendisine nisbetle belli bir açı olan kesintiler (inkıtâ) âhirette bertaraf edilip bu
içinde, belli bir mesafede bulunan ve görülme en- zevkler süreklilik kazandığında son derece cazip
geli bulunmayan cisimleri görebilir. Kelâm âlim- olurlar (el-Madnûn, IV, 159-161).
leri, görme ve görülme şartlarının belli tabii ka-
İbn Arabî de Rahmân sûresindeki “iki cennet”
nunlara bağlı olduğunu, ancak ebediyet âleminde
(55/46, 62) ifadesine dayanarak hissî ve mânevî
görme olayının vukuu için bunların mevcudiyeti-
olmak üzere iki türlü cennetin bulunduğunu
nin gerekmediğini kabul etmişlerdir. Müminlerin
söyler. Eğer cennet sadece mânevî olsaydı dün-
Allah’ı görmesi, O’nun zâtının şu anda bilinmeyen yada dinî hayatlarını ilâhî ölçülere (mîzan) göre
şartlar çerçevesinde kendilerine tecelli etmesi sürdüren müminlere amellerinin tam karşılığı
şeklinde olacaktır. İbn Arabî, hiçbir beşer idraki- verilmemiş olurdu. Ancak cennetliklerin yemesi,
nin cennetteki fevkalâdelikleri kavrayamayacağı içmesi açlık ve susuzluğu gidermek için değil, Al-
prensibinden hareketle, söz konusu tecellînin na- lah’ın hiçbir ihtiyacı olmadığı halde bir şeyi mu-
sıl gerçekleşeceği hususuna ilgi çekici bir yaklaşım rad etmesi gibi, zaaftan ve ihtiyaçtan doğmayan
denemesi yapmıştır (el-Fütûhât, V, 7678). bir zevkten ibarettir. Ona göre cennetteki yeme,
Cennetin yapısı, kuruluşu ve bölümleriyle cennet içme, cinsiyet, elbise, güzel koku, müzik, güzel
hayatı ve nimetleri hakkında yapılan tasvirlerin manzara, güzel kadın, renkler, ağaçlar, nehirler
genel seyrinden anlaşılacağı üzere cennet, dolayı- gibi maddî zevkleri hem zâhid hem de ârifler tattı-
sıyla cehennem ve âhiret hayatı sadece ruhlar âle- ğı halde mânevî zevkler sadece âriflere mahsustur
minde değil ruh ve bedenden oluşan, ayrıca bağı (el-Fütûhât, V, 60-61; IX, 338-339).(1)
bahçesi, nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve (1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
realiteler dünyasında başlayıp devam edecektir. 376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386

281
Vadi-i Hamuşan
Cennet Kelimesi yeri konusunda İslâm’ın benimsediği ana temanın
Bütün dinî inanışlara göre müminlerin ölümden bir gereği olmalıdır. Çünkü ilâhî ruhtan üflenerek
veya kıyametin kopmasından sonra sonsuz mut- yaratılan insana İslâm’ın ilk emri (okumak) tebliğ
luluk içinde yaşayacakları yer. edilirken ulu yaratıcının sonsuz lutuf ve kerem sa-
hibi olduğu bildirilmiştir (el-Alak 96/1-5).
Cennet “örtmek, gizlemek” anlamındaki cenn
kökünden isim olup “bitki ve ağaçları ile toprağı İslâm’ın öğretisine göre Allah ile kul arasındaki
örten bahçe” mânasına gelir. Âhiret hayatında münasebetin odak noktası Allah nezdinde rah-
müminlerin ebedî saadet yurdu olan yerin bu şe- mete, kul seviyesinde tâzime dönüşen sevgiden
kilde adlandırılmasının sebebi, genel görünümüy- ibarettir. Allah kâinatın yaratıcısı ve yöneticisidir;
le dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimet- insan ise Kur’an’da göklerin ve yerin hizmetine
lerini insan idrakinden gizlemiş olması şeklinde verildiği merkezî varlık olarak tanıtılmıştır. Ancak
açıklanmıştır. Allah’ın, insana olan sevgisinin rahmete dönüşüp
yine insana yönelmesi bakımından ulûhiyyet âle-
Batı dillerinde cennet karşılığı olarak kullanılan
minde hiçbir aksama olmazken insanın tâzim duy-
paradis (paradise) kelimesinin aslı Grekçe parade-
gularında bozulmalar vuku bulması yüzünden ilâhî
isos olup Eski Farsça’da “etrafı çevrilmiş yer, ağaç-
rahmet alanının dışına çıkılmaktadır. Bunun için
lı bahçe” anlamındaki pairi-daēzadan gelmektedir.
olacaktır ki İslâm’ın insana yönelik ikinci hitabı
İbrânîce Tevrat’ta ilk insanın yerleştirildiği bahçe-
uyarılmak (inzâr) şeklinde olmuş ve ondan kalbini
yi ifade etmek üzere kullanılan Gan Eden (Eden
ilâhî rahmeti kabullenecek hale getirmesi istenmiş-
bahçesi) tamlamasındaki gan kelimesi, Tevrat’ın
tir (el-Müddessir 74/1-4; bk. Taberî, XXIX, 91-92).
ilk Yunanca tercümesi olan “Yetmişler” çevirisin-
de paradeisos olarak karşılanmıştır. Kurân-ı Kerîm’de Hz. Muhammed ve diğer pey-
gamberler için daha çok “müjdeleyici ve uyarıcı”
Grek literatüründe bu kelime ilk defa Ksenofones
(beşîr ve nezîr) kavramları kullanılarak müjde ve
(Xenophon) tarafından ve “bahçe” anlamında kul-
rahmetin esas olduğuna işaret edilmiştir. Aslında
lanılmıştır. Eski Farsça’daki pairi-daēza kelimesi,
uyarmanın gayesi patalojik korku ve dehşete sev-
sonraki dönem İbrânîce’sinde “cennet” anlamın-
ketmek değildir; aksine önceden varılan bir anlaş-
da kullanılan pardes kelimesinin ortaya çıkmasına
manın gereği olarak muhatabın üstlendiği şerefli
sebep olmuş, ancak yahudi din bilginleri (rabbi-
görev ve sorumluluğu ona hatırlatmaktan ibarettir.
ler), hem Âdem’in yerleştirildiği hem de iyilerin
ölüm sonrasında ikamet edecekleri cenneti ifade Cennetin tasviri konusu ile tefsir, hadis ve kelâm
etmek üzere Gan Eden ismini kullanmaya devam âlimleri meşgul olduğu gibi tasavvuf ehli, edebi-
etmişlerdir.(1) yatçılar, geniş halk kitlelerine hitap etmeyi amaç-
layan eğitimciler de ilgilenmişlerdir. Cennet, in-
(1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
sanlık tarihi boyunca ardı arası kesilmeyen dünya
376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386
sıkıntıları içinde kıvranan, hayattan zevk alama-
yan, idealindeki mutluluğu yaşadığı düzen içinde
Cennet Kuşu bulamayan insanların özlediği bir âlem olmuştur.
Küçükken ölen günahsız çocuk, masum bebek.(1) Bu sebeple birçok müellif tarafından yapılan cen-
net tasvirlerinin bir kısmı naslara dayalı olmaktan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
çok kendi ideal veya hayallerinin ürünü niteliğin-
de olmuş ve özledikleri mutluluk âleminin çizgile-
Cennet Tasviri rini taşımıştır. (…)
Başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere İslâm litera- Kur’ân-ı Kerîm’de cennet tasvirine dair âyetler
türünde cennet tasvirleriyle ilgili metinler çok (daha çok Rahmân, Vâkıa, İnsân ve Gāşiye sûre-
geniş hacimlere ulaşmakta ve cehennemle ilgili lerinde) cehenneme dair olanlara nisbetle daha
tasvirleri aşmaktadır. Bu durum, hâlik ile mahlûk fazladır ve epeyce bir yekün tutmaktadır. Ha-
arasındaki münasebet ve insanın kâinat içindeki dis olarak rivayet edilen metinlerin içinde sahih

282
Vadi-i Hamuşan
olanlar genellikle cennete girmeyi gerektiren veya
oradan mahrum olma sonucunu doğuran hareket
ve davranışlarla cennet ehlinin vasıflarını konu
edinmiştir (meselâ bk. Miftâhu künûzi’s-sünne,
“el-cenne” md.). Ebû Nuaym el-İsfahânî, cennetle
ilgili olarak rivayet edilen hadisleri bir araya geti-
da hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse
tarafından tahayyül edilemeyeceğini ifade eden
âyetten başka (es-Secde 32/17) kudsî hadis olarak
rivayet edilen meşhur metin de bu hususu açıkça
belirtmektedir: “Ben sâlih kullarım için hiçbir gö-
zün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir
C
ren eserinde 454 kadar metni senedleriyle birlikte beşer zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar
kaydetmiştir. Ancak A. Rızâ Abdullah tarafından hazırladım” (Buhârî, “Tefsîr”, 32/1; Müslim, “Cen-
ilmî neşri yapılan eserin dip notlarında da görüle- net”, 2-5).
ceği gibi tasvirle ilgili rivayetlerin çoğu zayıf hadis Dünya hayatında beş duyu ve akıl alanlarındaki
grubuna girmekte, bir kısmı da mevzû kabul edil- idrakler tabiat şartlarıyla kayıtlı olduğuna göre
mektedir. Söz konusu eser bu yönüyle Ebü’l-Ferec naslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde
İbnü’l-Cevzî ve Süyûtî gibi müelliflerin mevzû ha- veya hayal gücüyle değiştirerek algılamak gerekir.
dis kitaplarında da bazı değerlendirmelere konu Nitekim bazı âyetlerde, cennet ve nimetleriyle
teşkil etmiştir (Ebû Nuaym, I, 8). Cennet tasviriy- ilgili dünya ve âhiret idrakleri arasında benzer-
le ilgili bazı rivayetlerin tâbi tutulduğu değerlen- liklerin bulunduğu ifade edilmiştir (bk. el-Bakara
dirmeler İbn Kayyim el-Cevziyye’ye ait Hâdi’l-er- 2/25; Muhammed 47/6). İbn Abbas’tan yaygın
vâh, ile (meselâ bk. s. 267-334) İbn Kesîr’e ait olarak rivayet edilen, “Cennette isimlerden başka
en-Nihâye’de de (bk. II, 390-391, 399, 411, 465) dünyayı andıran hiçbir şey yoktur” (Makdisî, I,
görülmektedir. Şüphe yok ki duyu organlarının ve 194) ifadesi, ikisi arasındaki mahiyet farklılığını
akıl yürütme alanlarının tamamen dışında kalan belirten bir söz olsa gerektir.
ve yegâne bilgi kaynağı nakilden ibaret olan âhiret
Âhiret cenneti sadece bağ ve bahçelerden ibaret
hayatı, cennet ve cehennemle ilgili rivayetlerin sa-
olmayıp bunların yanında kendilerine has madde-
hih ve güvenilir olması vazgeçilmez bir zarurettir.
lerden oluşan nesneleri ve tesisleri de mevcuttur.
Dinler tarihine dair araştırmalar, hemen her din
İman ve iyi davranış sahibi kimselerin ebediyet
ve inanç sisteminde ölüm sonrası hesaplaşmanın,
âleminde “cennetlerin has bahçeleri”nde (rav-
ceza veya mükâfatın varlığının kabul edildiğini
zâtü’l-cennât) yaşayacaklarını ifade eden âyette
göstermiştir. İslâm’dan önce Araplar’ın inancın-
(eş-Şûrâ 42/22) yer alan ve sözlük anlamları bakı-
da da bu telakki mevcut olmakla birlikte Câhili-
mından her ikisi de “bahçe” anlamına gelen ravzât
ye edebiyatında cennet ve cehennem tasvirlerini
ile cennât kelimelerinden ikincisine “tesis” mâna-
dile getiren anlatımlar mevcut değildir. Ümeyye
sını vermek gerekir. Birçok âyette iyilere vaad edi-
b. Ebü’s-Salt’a nisbet edilen bir şiirdeki tasvirler
len cennetin çoğul şekliyle kullanıldığına bakılırsa
ise şüphe ile karşılanmaktadır (bk. Makdisî, I,
birden fazla tesisin bulunduğu ve her mümine bir
202-203; krş. Cevâd Ali, VI, 678-680). Carra De
mesken hazırlandığı anlaşılır.
Vaux gibi bazı şarkiyatçıların Kur’an’daki cennet
tasvirlerini, Hz. Muhammed’in ve “onun bilinme- Cennetin göklerin ve yerin “arz”ı kadar olduğunu
yen üstatları”nın hıristiyan minyatür ve mozaik ifade eden âyetlerin (Âl-i İmrân 3/133; el-Hadîd
sanatında yer alan melek figürlerinden etkilen- 57/21) tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürül-
mesiyle açıklamaya çalışmaları, tarihî gerçekler müştür:
ve Kur’an’ın erişilmez anlatım gücü karşısında 1. Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş ol-
gülünç iddialar seviyesinde kalmaktadır. duğunu ifade eden bir benzetmedir. Buna göre
Geniş halk kitlelerine hitap etmeyi amaçlayan arz “en” yani genişlik demektir. Bir alanın dar
vaaz ve irşad kitapları ile derunî duyuş ve sezişle- cephesini genellikle onun genişliği oluşturdu-
ri yansıtan telakkiler bir yana, genel olarak İslâm ğuna göre cennetin uzunluğu bu teşbih çerçe-
bilginlerinin cennet tasviri hakkında benimsedik- vesinde çok daha fazla olacaktır.
leri görüş onun mahiyetinin bilinemeyeceği şek- 2. Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından
lindedir. Çünkü mümin kullar için âhiret hayatın- kavranabilen kâinat kadar değerlidir (Râzî, IX,

283
Vadi-i Hamuşan
5-6). 3. Madde âleminin insan idrakine sunu- “reyyân” (suya kandıran) kapısından girecekler-
luşu gibi cennet de onun bilgi ve idrakine su- dir. Cennet kapılarının cehenneminkinden daha
nulmuştur (Şa‘rânî, II, 165-166). Bu yorumlar fazla ve cennetin tasavvur edilemeyecek kadar
içinde en çok tercih edilen birinci görüştür. geniş olması, cennet ehlinin cehennemliklerden
Cennetin sekiz kapısının olduğu ilk dönemlerden çok olacağını gösterir. Nitekim bir hadiste, cen-
beri kabul edilegelmiştir. Ancak cehenneme ait nete gireceklerin yerlerini aldıktan sonra orada
yedi kapının mevcudiyeti Kur’ân-ı Kerîm’de açık- yine boş yer kalacağı, bunun için Cenâb-ı Hakk’ın
ça zikredildiği halde (el-Hicr 15/44) cennetin sa- yeniden bazı nesiller yaratıp cenneti dolduracağı
dece kapılarının (ebvâb) bulunduğu ifade edilmiş ifade edilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 50/1; Müslim,
ve sayıları hakkında herhangi bir işarette bulu- “Cennet”, 34).
nulmamıştır. Zümer sûresinde (39/73), kıyamet Kur’ân-ı Kerîm’de cennet için “güzel meskenler”
günü cennet kapılarının açılışından bahseden (et-Tevbe 9/72; es-Saf 61/12), “üst üste kurulmuş
âyette “vav” harfinin sekiz sayısını ifade ettiğini konaklar” (ez-Zümer 39/20) ve “ev” (et-Tahrîm
(vâv-ı semâniyye) ileri sürenlerin ilmî bir delile 66/11) kavramları kullanılmak suretiyle onun
dayanmadıkları kabul edilmiştir (Kurtubî, s. 535; maddî mânada eleman ve tesislerden oluştuğu be-
İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 82). lirtilmiştir. Cennet hayatıyla ilgili bazı tasvirler de
Ancak bir kısmı Kütüb-i Sitte’de de yer alan çeşitli bu gerçeği vurgulamaktadır. Naslardan anlaşıldı-
hadislerde cennetin sekiz kapısı olduğu belirtil- ğına göre cennet ehli için çadırlar da kurulacaktır
mektedir (bk. Miftâhu künûzi’s-sünne, “elcenne” (er-Rahmân 55/72; Müslim, “Cennet”, 23-25). On-
md. [s. 128]; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 87-89). lar cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların
Aynı hadis kaynaklarının, derledikleri rivayetlere estiği bir çarşıyı dolaşacaklar, bu şekilde zarafetle-
dayanarak kapıların genişliği için verdikleri çok rine zarafet katacaklardır (Müslim, “Cennet” 13).
uzun mesafelere bakılırsa cennet kapıları aynı za- Rahmân sûresinde, “Rabbinin huzuruna suçlu
manda onun bölümlerini de ifade etmiş olmalıdır. olarak çıkmaktan korkan kimseler için iki cennet
Nitekim bazı eserler sekiz cennet kapısının ad- (cennetân) vardır” (55/46) denildikten sonra bu
larını kaydederken bazı küçük farklarla cenne- cennetlerin imkânlarından bahsedilmekte, ardın-
tin isimlerini zikretmişlerdir. İbnü’l-Arabî de dan, o iki cennetten başka (veya onların altında)
iki cennet daha bulunduğu (55/62) belirtilerek
el-Fütûhât’ında (V, 70-72) cennetin sekiz kapı-
bunların da benzer imkânları tasvir edilmektedir.
sını sayarken onun bilinen isimlerini sıralar ve
en üstün bölümü diye kabul ettiği adn cennetini Müfessirler bu iki (veya dört) cennet hakkında
müminlerin Allah’ı görecekleri sırada bulunacak- cin ve insan türlerine verilecek cennetler, cismanî
ları yer olarak kaydeder. Bunun da üstünde “vesîle ve ruhanî cennetler, iyiliklerin yapılması ve kötü-
cenneti” bulunur ki burası Hz. Muhammed’e ait- lüklerin terkedilmesine karşılık verilecek iki cen-
tir. Kurtubî’nin, hadis olarak zikrettiği bazı riva- net, iman ve sâlih amel için verilecek cennet ile
yetlere dayanarak cennet kapılarını on üçe çıkar- lutf-ı ilâhî olarak fazladan ikram edilecek cennet
masına (et-Tezkire, s. 533-535) İbn Kesîr karşı gibi bazı yorumlar yapmışlarsa da tatminkâr bir
çıkmakta ve onun bu görüşü için yeterli delili ol- açıklama getirememişlerdir. Hz. Peygamber bir
madığını söylemektedir (en-Nihâye, II, 359-367). hadisinde, âhiretteki iki cennetten birinin kapka-
Herhalde Kurtubî cennet kapılarının sayısını ço- cak ve madenî eşyasının altından, diğerinin de gü-
ğaltırken onun bölümlerinden ziyade bölümleri- müşten olacağını ifade etmiştir (Buhârî, “Tevhîd”,
nin içindeki bazı özel mekânlara yol veren girişle- 34, “Tefsîr”, 55/1-2; Müslim, “Îmân”, 296).
ri kastetmiştir. Sahih hadislerin belirttiğine göre Sonuç olarak bir mümine birden fazla cennetin
bu mekânlara belli amel sahipleri girebilecektir. veriliş hikmeti açık bir şekilde anlaşılmadığı gibi
Meselâ namaz kılanlar namaz kapısından, cihada bunların kaç tane olacağı da bilinmemektedir.
katılanlar cihad kapısından, Allah yolunda harca- Rahmân sûresindeki bu ifadenin âhenkle, yani ge-
ma yapanlar sadaka kapısından, oruç tutanlar da nellikle “elif-nun”la (“ân” sesiyle) biten buradaki

284
Vadi-i Hamuşan
âyetlerin son hecelerinin ses uyumu ile açıklan-
ması da (EI, II, 1015) tutarlı görünmemektedir.
Söz konusu âyetlerde geçen cennet kelimelerini
sözlük anlamlarından hareketle “bahçe” mânasına
almak mümkündür. Nitekim her iki cenneti tasvir
eden daha sonraki âyetler akan pınarlardan, mey-
netleri dört adet olup ikisinin bütün süsleri ve eş-
yaları altından, ikisinin de gümüştendir; mümin-
lerin cemâl-i ilâhîyi müşahede edecekleri yer ise
adndir. Aynı hadisin devamında cennetteki dört
nehrin fışkıracağı yerin adn olduğu zikredildiği
halde (Dârimî, “Rikāk”, 101), Buhârî’nin de dahil
C
velerden, çadırlardan bahsetmektedir. bulunduğu diğer muhaddislerin rivayetleri bunu
Dünya hayatında müminlerin Allah’a itaat ve bağ- firdevs olarak gösterir (Buhârî, “Tevhîd”, 22; Tir-
lılıklarının aynı derecede olmadığı bilinmektedir; mizî, “Sıfatü’l-cenne”, 4).
bunun sonucu olarak ceza ve mükâfat da farklı Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan cennet tasvirleri için-
derecelerde uygulanacaktır. Nitekim muhtelif de, kelimenin çoğul olarak kullanıldığı âyetlerin
naslarda cennete girmeye hak kazanmış kulla- ekserisinde altlarından nehirlerin aktığı ifade
rın mükâfat derecelerinin aynı olmayacağı haber edilmiştir. İbn Kayyim’in de belirttiği gibi bu
verilmektedir (meselâ bk. en-Nisâ 4/96; el-Enfâl âyetlerde geçen “taht” (alt) zarfı, cennet topra-
8/4). Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda ci- ğının görünmeyen alt tabakası demek olmayıp
had edenlere hazırlanan cennetin “yüz derece” ol- ağaçların, binaların ve benzeri tesislerin zemini
duğu ve her derecenin gökle yer arasındaki mesafe ve eteği anlamına gelir. Dolayısıyla bazı müfes-
kadar birbirinden uzak bulunduğu haber verilmiş- sirlerin ileri sürdüğü gibi nehirlerin toprak altın-
tir (Buhârî, “Cihâd”, 4; Müslim, “İmâre”, 116). Sa- dan aktığını söylemek veya “taht” zarfını “cennet
hip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar halkının emri altında” şeklinde tevil etmek doğru
olduğu anlaşılan bu derecelerin imanın hasletleri değildir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 255-256; krş.
(şubeleri) kadar yetmiş küsur olacağı, bu hasletle- Taberî, I, 132-133). Hadis olarak da nakledilen
ri kendisinde toplayanların bütün dereceleri elde bazı rivayetlerden faydalanan âlimler, cennetteki
edeceği de söylenmiştir (Şa‘rânî, II, 176). nehirlerin nehir yataklarında değil yüzeyde aktık-
Cennetteki binaların yapı taşları hususunda “bir ları kanaatine varmışlardır. Cennet nehirlerinin
tuğlası altından, bir tuğlası gümüşten” şeklinde mevcudiyetini belirten âyetler onların mahiyet-
hadis olarak nakledilen rivayetlerin doğrulukları leri hakkında bilgi vermezken Muhammed sûre-
tartışılmıştır. Buhârî ve Müslim’de yer alan iki sindeki âyet (47/15) farklı bir tasvir yapar. Buna
ayrı hadise göre cennetin kubbeleri inciden olup göre cennette içimi bozulmayan su ırmakları, tadı
toprağı misk gibi kokan, halis buğday unu gibi be- değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şa-
yaz bir maddedendir. Bunun za‘feranla karışarak rap ırmakları ve süzülmüş baldan ırmaklar vardır.
harç vazifesi gördüğü de rivayet edilmiştir (Ebû Buhârî ile Tirmizî’nin birbirini tamamlar mahi-
Nuaym, I, 170-176; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. yette naklettikleri bir hadiste Hz. Peygamber,
195-199). Adn cennetinin yapısı hakkında rivayet firdevsin cennetin ortasını ve en üst kısmını teş-
edilen uzunca bir hadiste bu cennette inciden ya- kil ettiğini, dört nehrin de oradan çıktığını haber
pılmış bir köşk içinde yakutla örülmüş yetmiş ev, vermektedir (Buhârî, “Tevhîd”, 22; Tirmizî, “Sıfa-
her evde de yeşil zümrütten inşa edilmiş yetmiş tü’l-cenne”, 4). Burada sözü edilen dört nehir Mu-
oda bulunduğu, her odada genellikle yetmiş sayı- hammed sûresinde anlatılan nehirler olmalıdır.
sıyla ifade edilen nimetlerin yer aldığı anlatılırsa Öyle anlaşılıyor ki bu özel nehirler diğer birçok
da muhaddis İbn Kesîr, bu hadisin mevzû derece- âyette tekrarlanan genel nehirlerden ayrıdır.
sinde zayıf olduğunu kaydetmiştir (en-Nihâye, II, Kur’ân-ı Kerîm’in 108. sûresine adını veren ve
390-391). “çok şey” anlamına gelen “Kevser”den ne kaste-
Cennet tasviriyle ilgili hadislerin içinde firdevs ile dildiği müfessirler arasında tartışmalıdır. Taberî,
adnin özel durumları olduğu görülür. Rahmân sû- Kevser’e “cennetteki bir nehir, birçok meziyet
resinde ayrı ayrı tasvir edilen iki çift cennete bir (hayr-ı kesîr), cennetteki bir havuz” mânalarını
açıdan açıklık getiren bir hadise göre firdevs cen- veren âlimlerin görüşünü kaydettikten sonra ken-

285
Vadi-i Hamuşan
disinin, Kevser’in bir nehir adı olduğu tarzındaki ğını ifade eden âyet-i kerîmedeki “tûbâ” kelimesi
görüşü tercih ettiğini söyler (Câmiu’l-beyân, XXX, (er-Ra‘d 13/29) sözlükte “iyilik ve güzellik, iyi ve
207-210). Fahreddin er-Râzî ise Selef âlimlerince güzel karşılanan her şey” anlamına gelir. Müfes-
meşhur ve yaygın olduğunu kaydettiği “nehir” sirlerin bu kelimeye verdikleri yedi sekiz kadar
mânasından başlamak üzere Kevser için on beş mânadan biri de tûbâ ağacıdır. Râzî’nin de dolay-
yorum sıralar ve Kevser’in cennetteki hem bir lı olarak belirttiği gibi (Mefâtîhu’l-gayb, XIX, 52)
nehrin hem de bir havuzun adı olduğu kanaatine kelimeyi sözlük anlamından çıkarıp dar bir alana
temayül gösterir (Mefâtîhu’l-gayb, XXXII, 124- tahsis etmek doğru değildir. Bunun yerine “ebedî
126). Muhtelif rivayetlerle nakledilen hadislerde saadete vesile olan her güzel şey” mânası verildiği
Hz. Peygamber cennette Kevser adında bir nehrin takdirde bağ, bahçe ve ağaçlar da dahil olmak üze-
kendisine verileceğini, bu nehrin iki kenarında re her imkân kelimenin kapsamına alınmış olur.
inciden yapılmış kubbelerin bulunacağını, akan Kütüb-i Sitte içinde tesbit edilemeyen bir rivaye-
suyunun da halis misk gibi koku salacağını beyan te göre Hz. Peygamber tûbânın cennette bir ağaç
etmiştir (İbn Kesîr, II, 400-407). olduğunu ifade etmiştir. Bunun şeceretü’l-huldun
başka bir adı olması mümkündür. Şa‘rânî, Hz.
Cenneti tasvir eden bazı âyetler orada su pınar-
Âdem’in bütün insan türünün atası olduğu gibi
larının da bulunduğunu haber verir: “Kötülük-
tûbânın da bütün cennet ağaçlarının aslı olabile-
lerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve pı-
ceğini kaydeder (el-Yevâkıt ve’l-cevâhir, II, 172).
narların başında bulunacaklardır” (el-Hicr 15/45;
İbn Ebü’d-Dünyâ’nın Resûlullah’a nisbetle rivayet
el-Mürselât 77/41). Rahmân (55/50, 66) ve Gā-
ettiği uzunca bir metinde, cennetteki tûbâ ağacı-
şiye (88/12) sûrelerinde akan pınarlardan söz
nın büyüklüğü, yaprakları, çiçekleri, meyveleri ve
edilmekte, diğer bazı âyetlerde de cennet ehlinin
çeşitli özellikleri belirtildikten sonra gölgesinde
bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir (el-
bulunan cennetliklerin fevkalâde niteliklere sahip
İnsân 76/6, 18; el-Mutaffifîn 83/28).
atlara binerek Allah’ı ziyaret edişleri anlatılmak-
Sözlük anlamı “bağ, bahçe” olan cennette ağaçla- tadır. Ancak İbn Kesîr, bu hadisin eski âlimlerden
rın bulunması tabiidir. Çeşitli âyetlerde gölgeler- birinin indî görüşü iken yanlışlıkla hadis diye
den, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşillik- Resûlullah’a nisbet edilmiş olabileceğini söyler
lerden, meyveleri kolayca toplanabilen ağaçlardan (en-Nihâye, II, 520-523). Erzurumlu İbrâhim
bahsedildiği gibi (bu âyetler için bk. İbn Kesîr, II, Hakkı’nın Mârifetnâme’sinde (s. 8) olağan üstü
412) özel olarak hurma, nar, reyhan, kiraz, muz niteliklerle tasvir edilen tûbâ ağacı da aynı türden
gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir (er-Rahmân bir hayal ürünü olmalıdır.(1)
55/12, 68; el-Vâkıa 56/28-29).
(1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
Buhârî ile Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. 376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386
Peygamber cennette, idmanlı ve hızlı bir at bini-
cisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna
ulaşamayacağı kadar büyük bir ağacın bulunduğu- Cennet Vatan
nu ifade etmiştir (Buhârî, “Bedü’l-halk”, 8; Müs- İstiklal Marşı’nda Türklerin, Türkiye’ye dair
lim, “Cennet”, 6-8). Hadisin çeşitli rivayetlerini “Dünyaları teklif etseler, vermeyeceğini taahhüt
nakleden İbn Kesîr’in Ahmed b. Hanbel’den aktar- ettiği” vatan toprakları.
dığı bir rivayette söz konusu ağaç “şeceretü’l-huld” “Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı!
olarak adlandırılmıştır (en-Nihâye, II, 414-417). Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Hadiste zikredilen ağacı bir ağaç türü olarak an- Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
lamak, “yüz yıl”ı da çokluktan kinaye saymak Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
mümkündür. Daha çok halka hitap eden dinî-e- Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
debî eserlerde söz konusu edilen tûbâ ağacının Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
mevcudiyeti ise kesin değildir. İman ve güzel amel Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
sahipleri için iyi bir ebediyet hayatının hazırlandı- Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

286
Vadi-i Hamuşan
Cennetabat
a. Cennete benzeyen yer.(1)
b. Cennet gibi mamur olan yer.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
sek” (âliye) kavramı ile nitelendirilmiştir (el-Hâk-
ka 69/22; el-Gāşiye 88/10).
İbnü’l-Arabî âhiret için güneş, ay ve yıldızları da
ihtiva eden bir cehennem âlemi tasavvur etmekte,
cenneti de bunun üzerine yerleştirmektedir. Ona
göre güneşin cisimleri etkilemesi dünya hayatın-
C
da yukarıdan aşağıya doğru iken âhirette, tıpkı
Cennete uçmağ tencerenin altındaki ateş gibi, aşağıdan yukarıya
doğru olacaktır ve cennetin ısıya muhtaç besin-
Samanyolu’na “Kuşlar yolu” yani şamanların veya
leri cehennemin hararetiyle olgunlaşacaktır (el-
ölerek bir kuş gibi uçanların yolu deniliyor. De-
Fütûhât, XIII, 437-438).
mek ki Türklere göre kişioğlu öldüğünde uçmağa,
cennete kuş olarak gidiyor.(1) İbnü’l-Arabî’nin, cennetin cehennemden daha
geniş olacağı telakkisini de yansıtan bu görüşüne
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 67. paralel açıklamalara ve hayalî bazı şekillere Erzu-
rumlu İbrâhim Hakkı ile (Mârifetnâme, s. 9, 12,
Cennetefruz 22-23) Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin (Muham-
mediyye, s. 4-5, 340-341) eserlerinde de rastlan-
Cenneti aydınlatan.(1)
maktadır. Bu tür yorumların İslâmî naslara değil
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. de müslüman müelliflerin şahsî telakkilerine da-
yandığı şüphesizdir.
Cennetin Ebediyeti İslâm âlimleri ebediyeti yetkinlik, fenâyı da eksik-
lik olarak kabul etmişlerdir. Ebediyet rahmet ve
Cennetin halen mevcut olup olmadığı hususu tar-
saadet, fenâ ise gazap ve felâkettir. Seçkin kulla-
tışmalıdır.
ra nihayetsiz saadet vaad edildiğine göre cennet,
İbn Kayyim, onun mevcudiyetini kabul edenlerin rızâ-yı ilâhî, Hakk’ın cemâlinin müşahede edilme-
Âdem kıssasını delil olarak göstermelerini eleştir- si gibi saadet vesileleri hiçbir zaman kesintiye uğ-
mekte ve Âdem’in iskân edildiği yerin ebediyet cen- ramamalı, sona ermemelidir.
neti olup olmadığı konusunun bilginler arasında Hz. Âdem’e üflenen ilâhî ruh ile varlık sahnesine
tartışmalara yol açtığını söylemektedir (Hâdi’l-er- çıkarılan insanlık âlemi yokluğa mahkûm edilme-
vâh, s. 51). Halbuki yaygın telakkiye göre cennetin melidir. Nitekim çeşitli âyetlerde cennetliklerin
varlığı Âdem kıssası ile sabit olmakta, cehennemin oradan çıkarılmayacağı, ölümü tatmayacakları,
halen mevcudiyeti de onunla kıyaslanmaktadır. cennet nimetlerinin tükenmeyip sürekli olacağı
Cennetin halen mevcudiyeti kabul edildiği takdir- ifade edilmiştir (el-Hicr 15/48; ed-Duhân 44/56;
de bu defa nerede bulunduğu meselesiyle karşıla- er-Ra‘d 13/35; Sâd 38/54).
şılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de genişliği göklerle Hûd sûresinde (11/106-108) cehennem azabı
yer kadar olduğu ifade edilen (Âl-i İmrân 3/133) için ebediyet kaydı yer almadığı halde cennet
cennetin bu âlemdeki mekânı için belirgin bir şey hayatı için “tükenmeyen ve kesintiye uğrama-
söylemek mümkün değildir. Ebediyet âlemindeki yan lutuf” ifadesi kullanılmıştır. İslâm âlimleri
yeri hakkında ise mutlak mânada gökte, dördüncü cehennemin veya azabının ebediyeti hususunda
veya yedinci semada, yahut yedi semanın üstünde ashaptan itibaren ihtilâf ettikleri halde, Cehm b.
ve arşın altında bulunduğu yolunda rivayet edilen Safvân hariç, cennetin ebediyeti konusunda itti-
çeşitli hadislerin doğruluğu tevsik edilememiştir fak etmişlerdir. Cehm b. Safvân’ın ilgi görmeyen
(bk. Ebû Nuaym, I, 165-170). Yalnız cennetin yu- bu fikri Allah’ın ilim, kudret ve rahmet sıfatlarını
karıda, yükseklerde bulunduğu kanaati yaygındır. sınırlandırdığı gibi ebediyet kavramını da orta-
Nitekim hem konu ile ilgili hadislerde yer alan dan kaldırmaktadır.(1)
“semâ” kelimesinde hem de “illiyyîn” kelimesinde (1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
bu anlam vardır. Bazı âyetlerde de cennet “yük- 376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386

287
Vadi-i Hamuşan
Cennetin İsimleri saadet yurdunun müstakil bir adı olmayıp sadece
Kur’ân-ı Kerîm’de müfred, tesniye ve cemi şekil- adn cennetini nitelediği bir sonraki âyetten anla-
leriyle 147 defa geçen cennet kelimesi yirmi beş şılmaktadır.
yerde dünyadaki bağ bahçe, altı yerde Âdem ile 2. Cennetü’n-naîm. Bu terkip on âyetin üçünde
Havvâ’nın iskân edildiği mekân, bir yerde Hz. tekil, diğerlerinde çoğul şekliyle (cennâtü’n-naîm)
Peygamber’in, yanında Cebrâil’i gördüğü sidre- geçmektedir. Arapça’da “refah, huzur, mutlu ha-
tü’l-müntehânın civarında bulunan me’vâ cenneti yat” anlamına gelen ni‘met kelimesinden daha
(en-Necm 53/13-15), diğer yerlerde de âhiret cen- kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana
neti anlamında kullanılmıştır (bk. M. F. Abdül- mutluluk veren maddî ve mânevî bütün güzellikleri
bâkī, Mucem, “cennet” md.). ifade etmektedir. Buna göre cennâtü’n-naîm “mut-
Cennet çeşitli hadislerde de hem bahçe hem âhi- luluklarla dolu cennetler” mânasına gelir.
ret cenneti anlamında yer almıştır.
Naîm kelimesinin bir âyette cehennemin isim-
İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kul- lerinden olan cahîmin mukabilinde kullanılması
lanılan isimleri şu şekilde sıralamak mümkündür: (el-İnfitâr 82/13), diğer bir âyette de cennetle
1. Cennet. Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üze- ilgili tasvirin baş tarafında tek başına yer alması
re Kur’ân-ı Kerîm’de, muhtelif hadislerde ve diğer (el-Mutaffifîn 83/22), onun cennet isimlerinden
İslâmî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kul- biri gibi kabul edilebileceğini göstermektedir.
lanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsa-
3. Adn. En belirgin anlamı ile “ikamet etme” veya
yacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir.
“ikamet edilen yer” demek olan adn, on bir âyet-
İslâm literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, te cennât kelimesiyle birlikte tekrarlanarak (cen-
özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet nâtü adn) “ikamet edilecek cennetler” mânasında
ismi etrafında yoğunlaşmış, dil ve edebiyat ala- kullanılmıştır. Adnin cennetin belli bir bölümü-
nında da daha çok bu kelimeye yer verilmiştir. Di-
nün adı olduğunu veya çoğul şeklinde kullanılı-
ğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde cennetin
şına bakarak onun tamamını ifade eden bir isim
çok sayıdaki âyette çoğul şekliyle de (cennât) yer
durumunda bulunduğunu söylemek mümkündür.
alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil
tamamının adı olduğunu gösterir. 4. Firdevs. Arapça’ya Farsça’dan girmiş olması
muhtemel olan firdevs kelimesi, özellikle “için-
“Bol su kaynaklarına sahip bulunan yeşil bahçe”
de üzüm bulunan bağ bahçe” anlamına gelir. Bir
anlamındaki ravza cennât kelimesine muzaf oldu-
ğu gibi (eş-Şûrâ 42/22) bir âyette cennet kelimesi âyette cennât kelimesiyle (el-Kehf 18/107), bir
yerine tek başına da kullanılmıştır (er-Rûm 30/15). âyette de “âhiret cenneti” mânasına tek başına
Cennetü’l-huld ile cennetü’l-me’vâ terkiplerini her ne (el-Mü’minûn 23/11) kullanılmıştır. Firdevs cen-
kadar bazı âlimler müstakil birer isim telakki et- netin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi
mişlerse de (bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 142; L. onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin
Gardet, II, 447) bu terkiplerde yer alan “huld” (ebe- özel adı da olabilir.
diyet) ile “me’vâ” (sığınılıp barınılacak yer) kelime- 5. Hüsnâ. İyilik yapanlara Allah tarafından daha
leri cenneti niteleyen tamamlayıcı kavramlardır. büyük bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna
“Müttakiler emin bir makamda, cennetlerde ve bir de ilâve (ziyade) yapılacağını ifade eden âyette-
pınar başlarında olacaklardır” (ed-Duhân 44/51- ki (Yûnus 10/26) hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en
52) meâlindeki âyette yer alan makam-ı emînin güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği
de müstakil bir isim olarak kabul edilmesi isabet- müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul
li görünmemektedir. Çünkü ikinci âyet makam-ı edilmiştir. Bunlara göre aynı âyetteki “ziyade”den
emînden cennetin kastedildiğini açıklamakta ve maksat da cennette Allah’ı görme şerefine nâil ol-
böylece iki âyet birbirini tamamlamaktadır. maktır (Taberî, XI, 73-76). Hüsnâ kelimesine bu
Sâd sûresinde müttakilere “hoşa gidecek bir yuva” âyetin dışında yer aldığı on civarındaki âyette de
vaad eden âyetteki hüsn-i meâbın (38/49) ebedî bu mânayı vermek mümkündür.

288
Vadi-i Hamuşan
6. Dârüsselâm. “Maddî ve mânevî âfetlerden, hoşa
gitmeyen şeylerden korunmuş olma” mânasındaki
selâm ile “ev, yurt” anlamındaki dâr kelimesinden
oluşan bu terkip iki âyette cennetin adı olarak zik-
redilmiştir (el-En‘âm 6/127; Yûnus 10/25). Cenne-
tin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir.
âyetinde yer alan mak‘adü sıdk (54/55) terkibini
cennet isimlerinden biri olarak kabul etmesi de
(Hâdi’l-ervâh, s. 146) isabetli görünmemektedir.
Çünkü bir önceki âyette müttakilerin cennetlerde
bulunacağı ifade edildiğine göre “hak meclisi veya
yüksek makam” anlamındaki mak‘adü sıdk da
C
Allah’ın seçilmiş kulları olan müminlerin ölüm cenneti niteleyen bir tabir olmalıdır.
sonrası hayatlarının hem kendi aralarında, hem “Konak, köşk” mânasına gelen gurfe (çoğulu guref,
de kendileriyle melekler ve Allah arasında geniş gurufât) kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de cennetle bir-
kapsamlı bir “selâm” kavramı içinde sonsuza ka- likte ve onun bölümleri anlamında kullanıldığı gibi
dar sürüp gideceği ondan fazla âyette ifade edil- cennet adının yerine tek başına da kullanılmıştır.
miştir (bk. M. F. Abdülbâkī, Mucem, “selâm” md.).
Bundan başka ecr (mükâfat, sevap), rahmet, rah-
Râgıb el-İsfahânî, gerçek esenliğin ancak cennette metullah, rızkun kerîm (değerli nimet) kelime
bulunabileceğini, çünkü sonsuz sürekliliğin, ihti- ve terkipleri de bulundukları âyetlerin anlatım
yaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer vermeyen
özelliklerine göre cennet mânasını ifade etmek-
şeref ve üstünlüğün, ârızasız bir sıhhatin sadece
tedirler.(1)
orada mevcut olduğunu söyler” (el-Müfredât,
“slm” md.). (1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386
7. Dârülmukāme. “Asıl durulacak yer, ebedî ika-
met edilecek yurt” mânasındaki bu terkip de cen-
nete girenlerin Allah’a hamd ve şükür sırasında Cennetlik
bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir a. Ölünce cennete girecek nitelikte olduğu kabul
olmalıdır (bk. Taberî, XXII, 92). edilen, cennete gideceğine inanılan, cennete
Diğer İsimleri. “Ev, konak, şehir, ülke” anlamına girmeye layık kişi.(1)(2)(3)
gelen dâr kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de ed-dârü’l-â- b. Ölmüş kimseler hakkında, cennete gitmiş olan,
hire, dârü’l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü’d-dâr, merhum, yattığı yer cennet olan, cennette bu-
ukbe’d-dâr (dâr-ı dünyanın sonu) terkipleriyle ve
lunan.(1)(3)
müfessirlerin çoğunluğuna göre bir âyette (Sâd
38/46) tek başına cennet anlamında kullanılmış- c. “Yeri cennet olası!” anlamında biri için dilek
tır (bk. M. F. Abdülbâkī, Mucem, “dâr” md.; Ta- sözü, cennetmekân.(2)
berî, XXIII, 110-111). Bu tür kullanımlar, asıl hu- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
zur ve saadet ülkesinin mümin kullar için yalnız (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
âhiret yurdu olduğu esasına dayanmaktadır. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Mutaffifîn sûresinde iyilerin amel defterlerinin
illiyyînde olduğu ifade edilmektedir (83/18). Cennetmekân
Bazı müfessirler, muhtemelen cennetin yüksek-
a. “Yeri cennet olası!” anlamında ölmüş birinden
lerde bulunduğu genel telakkisine dayanarak
bahsederken kullanılan iyi dilek sözü.(1) Yeri
illiyyîni cennetin isimlerinden biri olarak kabul
cennet olan.(3)
etmişlerdir. Ancak Taberî’nin de belirttiği gibi
(Câmiu’l-beyân, XXX, 65-66) “yükseklikler” mâ- b. “Yeri durağı cennet olan, cennete nail olmuş
nasına gelen illiyyînin cennetten ibaret olduğunu bulunan” anlamında olup daha çok ölmüş Os-
söylemek için elde güçlü bir delil mevcut değildir. manlı padişahları hakkında kullanılan protokol
Nitekim ilgili âyetin devamında illiyyîn, “gözde ifadesi.(2)
meleklerin müşahede ettiği yazılmış kitap” şeklin- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
de açıklanmaktadır. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İbn Kayyim el-Cevziyye’nin, Kamer sûresinin son (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

289
Vadi-i Hamuşan
Cennetü’l-Huld yaş ağaçtan kesilerek uçlarına ölünün inanç sahibi
Cennet, ebedilik cenneti.(1) olduğuna dair yazılar yazılmış iki adet sopa.(1)

(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cennetü’l-Me’va Cerrah Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul


Sığınılacak, yurt edinilecek cennet. Cennet katla- (1) DİA, Cilt. 7 s. 415,
rından biri olup edebiyatımızda çok kullanılmış- (2) Envanter. a.g.e.,
tır.(1)(2) (3) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 193,
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 412
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Cerrahiye
Cennetü’l-Muallâ Halveti (Halvetiyye-Ramazziniyye) tarikatının en
Mekke’nin en eski mezarlığı.(1) büyük şubelerinden, kollarından biri. Kurucusu
Nureddin Cerrahi’dir.(1)(2)(3)
(1) DİA
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ceran, Ziya
(3) DİA
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 Sb 53
En Son Bulunan Belgelere Göre Nasrettin Hoca’nın
Kızına Ait İki Mezar Kitabesi, Türk Folklor Araştırmaları, Cerrahbaşı Osman Ağa Türbesi-İstanbul
C.9, Sayı:192, S.3807-3809, 7/1965, İstanbul (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 128
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Cerrahpaşa Türbesi-İstanbul
Cerem (1) DİA, Cilt. 7 s. 424

a. Cinayet.(1)
b. Günah.(1) Cerz

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Kesme.(1)(2)(3)


b. Yok etme.(1)(2)(3)
c. Öldürme.(1)(2)(3)
Cerh-i Mühlik
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ölüme sebep olan yara.(1)
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Cerh-i Muhsin Cesede bıçak koyma


Bir gün veya daha az bir süre içinde ölüme sebep Ölünün şişmesini engellemek amacıyla cesedin
verecek yara.(1) üzerine ağzı açık makas veya bıçak konulur.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (1) Arıtürk, Ahmet, a.g.e., s. 170

Ceride Cesed-Ceset
Şi’a’nın kollarından olan İmamiye’de biri ölünün a. Canlılık faaliyetlerini kaybetmiş insan vücudu,
sağ tarafına, iç kefeni ile bedeni arasına; diğeri de ölü, insan ölüsü. Cansız, ölü vücut, naaş.(1)(2)(3)
sol tarafına, iç kefeni ile dış kefeni arasına konulan, (5)(6)

290
Vadi-i Hamuşan
b. Ruhun içine girmiş olduğu eti ve kanı olan cisim
kalıbı, beden, gövde, ten.(1)(2)(6)
c. Üç boyutlu varlık anlamında ve genel olarak ruh
veya nefis gibi manevi varlıkların karşıtı olarak
kullanılan felsefe terimi.(4)
b. Hakikat-i Muhammediye, Hz. Peygamber’in
kutsal ruhu, nur-i Muhammedi.(1)
c. Âlem-i Ceberut.(2)
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
C
d. Ruhlu veya ruhsuz herhangi bir katı cisme ceset
denir.(6) Cevher-i Mücerred
e. Cesed, cisim, özellikle insan cismi demektir. An- Kâinatın ruhunu meydana getiren, madde halinde
cak cisimden özeldir. Cesed renkli cisimdir.(7) olmayan varlık. Mutlak cevher, cevher.(1)(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e
(4) DİA;
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Akay, Hasan. a.g.e. Cevher-i Subbuhi
(7) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 24 a. İnsanın melekûti ruhu.(1)(2)
b. Çok tespih eden cevher.(2)
Ceset Yakma
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
İnsanlar ölünün gömülmesi dışında farklı yön- (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
temler de kullanmıştır. M.Ö. 1200’lerde Orta
Asya’da yakma işlemi görülmeye başlamıştır. Ce-
set yakılınca, kemikler ya gömülür ya da ırmağa Cevher-i Ulvî
atılırdı. Ateşin “en temiz şey olduğuna, ona düşen a. En yüce cevher, gezegenler, felekler.(1)(2)(3)(4)
şeyin temizlendiğine, ölüyü de kirlerinden ve gü- b. Ruh.(1)(2)(3)(4)
nahlarından arındırdığına” inanılırdı.(1)
c. Ateş.(1)(3)(4)
(1) Kaya, Aslı, a.g., s. 14
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cessase (3) Akay, Hasan. a.g.e.
Dabbetü’l-Ard’ın bir diğer ismi cessasedir.(1) (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 513


Cevher
Cevâ a. Hz. Peygamber Efendimizin mübarek ravzala-
rındaki tozlara cevher denir.(1)
Bâtın’ın hevâsı ve sahibini öldüren yerleşmiş bir
sevgidir.(1) b. Bir şeyin özü, esası, varlığındaki maya, gevher,
asıl, öz.(2)(3)(8)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
c. Ruh.(2)
d. Erdem, hüner, marifet.(2) Yaratılıştan gelen de-
Cevad Paşa Türbesi-İstanbul
ğer, fıtri kabiliyet, iyi ve kıymetli maya, değer,
(1) DİA, Cilt. 7 s. 430, kıymet.(3)
(2) Envanter. a.g.e. No:26,
e. Ebcet hesabında sadece noktalı harflerin sayı-
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 419
larının hesaplanması suretiyle düşürülen tarih-
lerdeki noktalı harflere verilen isim.(3)
Cevher-i Evvel f. Kendi başına bulunan, değişmeyen, daima bir
a. İlk cevher.(1) yüklemin konusu olup kendisi yüklem olmayan

291
Vadi-i Hamuşan
öz varlık anlamında mantık, felsefe ve kelam Araştırmalarımızda 34 mezar tespit edilmiştir.
terimi.(5) Mezarlardan dördü batı yandaki küçük avluda, do-
g. Rahmani nefs, ilahi ben.(7) kuzu güney, yirmi biri doğu yanda yer almaktadır.
h. Yaratılmış şeylerin hakikati olan ve Allah’ın il- Mezar Biçimleri: Cevherî Ali Efendi Camii hazire-
minde ezelden mevcut bulunan suretler.(3) sindeki mezarları;
ı. Bir şeyin kendisiyle kaim olan, kendi kendine a. şahideli toprak mezarlar,
varlıkta kalabilen, başka bir varlığa, mahlûka b. lahit biçimli mezarlar ve
ihtiyaç duymadan var olan, aslı.(4)(8) c. kapak taşlı mezarlar
j. İlahi nefes, külli heyula ve bundan belirip ilahi olmak üzere başlıca üç ana gruba ayırmak müm-
kelimeyle varlık kazanan mevcut.(6) kündür.
k. Kızılbaşlar, Hacı Bektaş çelebisinin bastığı top- 34 mezardan 10 tanesi (Sıra nu: 6, 15, 18, 20, 23,
rağa cevher derler ve bu toprağı birtakım hasta- 29-32, 34) şahideli toprak mezar; 22 tanesi (Sıra
lıklara şifa niyetine içerlerdi.(1) nu: 1, 2, 4, 5, 7-14, 16, 17, 19, 21, 22, 24-26, 28,
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; 33) lahit biçimi mezar; 2 tanesi de (Sıra nu: 3, 27)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kapak taşlı mezardır
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Toprak mezarlarda herhangi bir mezar yapısı bu-
(4) Erginli, Zafer. a.g.e. lunmayıp sadece şahideler mevcuttur. 10 toprak
(5) DİA; mezardan 2 tanesi (20, 29) baş ve ayak taşına, 6’sı
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (15, 18, 30-32, 34) yalnızca baş taşına, 2 tanesi de
(7) Akay, Hasan. a.g.e. (6,23) ayak taşına sahiptir. Lahit biçimli mezar-
(8) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. lardan 18’i (2, 4, 5, 7-13, 16, 17, 19, 22, 24-26, 28)
baş ve ayak taşına, 2’si (1, 21) baş taşına, 2’si de
Cevher Nesibe (Kümbet) Türbesi-Kayseri (14, 33) ayak taşına sahiptir. 3 ve 27 sıra numaralı
mezarlarda ise baş ve ayak taşları birer kapak taşı
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21 üzerine sabitlenmiştir.
Hazirenin zaman içerisinde muhtelif değişiklikle-
Cevherî Ali Efendi Camii haziresindeki re uğradığı anlaşılmaktadır. Bazı mezarlar toprak
mezar taşları dolgusu altında kaldığından bir kısmında sadece
Cevherî Ali Efendi Camii, Aşağı Çatak Mahalle- çerçeveleri belirlenebilmektedir. Lahit biçimli me-
si’nde, batıda Cumhuriyet Caddesi, doğuda Eski zarların tamamında baş ve ayak taşlarının aynı za-
Sungurlu Caddesi, güneyde Lale Sokak ile sınırlı manda lahdin kısa kenarını teşkil edecek şekilde
güneybatıya meyilli bir araziye yerleştirilmiş- bir bütün halinde yapıldıkları anlaşılmaktadır.
tir. Harim kapı açıklığı yukarısındaki kitabesine Malzeme: Cevherî Ali Efendi Camii haziresi me-
göre Çapanoğlu Süleyman Bey’in vekilharcı Hacı zar taşlarında kullanılan malzeme sarı taş ve be-
Ahmet Ağa adına Cevheri Ali Efendi tarafından yaz mermerdir. Sadece 6 mezarda (Nu: 2, 3, 6,
H.1202/M.1788 yılında yaptırılmıştır (Acun 22, 28, 29) mermer, diğerlerinde ise sarı renkli taş
1981: 647, Acun 2005: 245). kullanılmıştır.
Kaba yönü taş duvarlı, kuzey-güney yönünde dik- Sarı renkli taşın Yozgat mezar geleneğinde çok
dörtgen plânlı, düz ahşap tavanlı ve kırma çatılı yaygın olduğu diğer hazirelerdeki mezar taşların-
bir eserdir. Cami, dört tarafı duvarlarla sınırlı bir dan anlaşılmaktadır. Öte yandan aynı malzeme-
avlu içerisindedir ve doğu, batı, güney yanları ha- nin Yozgat ve çevresindeki mimari eserlerde de
zire olarak kullanılmıştır. Doğu ve güney yandaki sıkça görülmesinden yöresel bir malzeme olduğu
mezarlar avlu içerisinde bölüntüsüz bir şekilde anlaşılmaktadır.
sıralanırken batı yandaki mezarlar daha alçak du- Mezar taşları, bakımsızlık, bilinçsiz müdahaleler
varlarla çevrili ikinci bir avlu içerisine yerleşiktir. ve yılların verdiği hasar nedeniyle ciddi boyutta

292
Vadi-i Hamuşan
tahribata uğramıştır. Bazıları kırılmış (Nu: 1, 7,
11, 17, 24), bazıları kısmen toprak dolgu altında
kalmış (Nu: 18-20, 23, 29-34), bazılarında kitabe
metinleri önemli derecede tahrip olmuştur (Nu: 4,
7, 10, 12, 16). Bazı mezarlarda ise taşların alelade
yerleştirildiği gözlenmiştir.
Taşların gövdelerindeki asıl çeşitlilik baş taşların-
da gövdeden boyuna geçişte, ayak taşlarında ise
tepelik kısımlarında sergilenmektedir.
Baş taşlarından 3 tanesinde (15, 16, 29) gövde
tam dikdörtgen şeklinde sonuçlanır. 12’sinde
(2, 5, 9, 14, 19, 20, 22, 25, 30, 31, 32, 34) hafif
C
Dönem Tespiti: Dolayısıyla 13 tanesinin (Nu: 1, dış bükey kavislidir, ayrıca 19 numaralı meza-
5, 6, 10, 12, 20, 24, 27, 29, 30, 32-34) tarihi belir- rın ayak taşı da aynı şekilde biçimlendirilmiştir.
lenememiştir. Okunabilen taşlardan en eskisi (17 3’ünde (11, 13, 21) bu kez tam tersi iç bükey ka-
numaralı taş) 1787, en yenisi (25 numaralı taş) visle son bulur. 7 baş taşında (4, 8, 10, 12, 18, 24,
1924 olarak belirmektedir. Kronoloji itibariyle 26) ise ana hatlarıyla “C” ve “S” biçimi kavislen-
1 tanesi 18. yüzyıl (Nu: 17), 18 tanesi 19. yüzyıl meler dikkat çeker. 4 baş taşı (1, 7, 17, 27) gövde-
(Nu: 2, 3, 7, 8, 9, 11, 13, 14, 15, 16, 18, 19, 21, lerinin yarısından itibaren kırık olması nedeniyle
22, 23, 26, 28, 31), 5 tanesi de 20. yüzyıl (Nu: 3, nasıl sonuçlandıkları belirlenememektedir.
4, 8, 9, 25)’a aittir. Bunlardan 3 numaralı mezarın Tepelik Biçimleri: Ayak taşlarında zengin bir te-
baş taşı 1923, ayak taşı 1882 yılını; 19 numaralı pelik çeşitlemesi görülür. Bu çeşitleme tepelik-
mezarın baş taşı 1810, ayak taşı 1807 yılını; 28 lerin sivri kemer, “C” ve “S” kavisleri şeklinde
numaralı mezarın baş taşı 1819, ayak taşı 1843 olmaları yanı sıra çiçek demetleri ile sonuçlandı-
yılını; 8 numaralı taşın batı yüzü 1862, doğu yüzü rılmaları bakımından da dikkat çekicidir.
1913 yılını; 13 numaralı taşın batı yüzü 1848, 33 numaralı mezarın ayak taşı sivri kemer kavis-
doğu yüzü 1896 yılını; 9 numaralı taşın üst kısmı li bir tepeliğe sahiptir. 4 ayak taşı (5, 6, 24, 26)
1810, alt kısmı 1907 yılını ve 7 numaralı taşın ilk keskin sırtlı sivri kemer biçimli sade birer tepe-
bölümü 1876, son bölümü 1899 yılını vermekte- likle son bulur. 29 numaralı ayak taşı da esasen
dir. Ayrıca isimler de farklıdır. Buradan da aynı sivri kemerle sonuçlanmakla birlikte tepelik iki
mezara farklı tarihlerde ikinci defin yapıldığı ve boğumla hareketlendirilmiştir. İlgi çekici bir grup
ikinci definde cinsiyetin yine aynı olduğu anlaşıl- da kenarları “C”, “S” kavisli hatlara sahip, ters U
maktadır. Yozgat’ta aynı mezara iki kişi gömme şeklinde sonuçlanan tepeliklerdir (2, 4, 8, 12, 27
geleneğine Çapanoğlu Camii haziresindeki on numaralı mezarlar). 5 ayak taşında (7, 9, 10, 16,
dört mezarda rastlanmaktadır (Acun 2005: 677). 25) yine bunlar içerisinde değerlendirilebilecek;
Hatta bazılarında ikiden fazla kişinin gömüldüğü fakat daha sade kavislere sahip birer tepelik mev-
de dikkat çekmektedir. cuttur. Tepelikler arasında 5 ayak taşı (11, 13, 20,
Cinsiyet: Cevherî Ali Efendi Camii haziresi me- 22, 23) “C” biçimi kavse sahip ters U şeklinde so-
zar taşlarından 12’si erkeklere (Sıra nu: 2, 8, 11, nuçlanmakla birlikte görünüşleri itibariyle adeta
13, 14, 17-20, 26, 28, 29), 16’sı kadınlara (Sıra idolleri akla getirmektedir. Bu tarz tepeliklerin
nu: 3-5, 7, 9, 10, 15, 16, 21-25, 27, 31, 32) aittir, benzerlerine yine Yozgat’ta Alacalıoğlu Camii,
6’sı (Sıra nu: 1, 6, 12, 30, 33, 34) ise belirleneme- Musa Ağa Camii, Başçavuş Camii ve Çapanoğlu
miştir. 10, 24, 31 ve 32 numaralı taşlar, kitabeleri Camii hazirelerinde de rastlanmakta ve sık kulla-
okunamamakla birlikte gövde ve başlıkları itiba- nıldığı anlaşılmaktadır. 3 numaralı mezarın hem
riyle kadınlara ait oldukları söylenebilir. baş hem de ayak taşı çiçeklerden müteşekkil bir
tepelikle son bulur.
Gövde Biçimleri: Mezar taşlarında görülen gövde
biçimi çok çeşitli değildir. 28 numaralı mezarda Başlık Tipleri: Mezar taşlarındaki başlıkları er-
baş ve ayak taşı silindirik bir kütle halindeyken kek ve kadın başlığı olmak üzere iki grupta in-
diğerleri plaka tarzı dikdörtgen prizmal birer celemek mümkündür. Erkek ve kadın mezar taş-
gövde şeklinde yükselir. Bunlar sırtlarının kes- larında onar adet başlık mevcuttur.
kin, pahlı, “C” kavisli veya yuvarlatılmış hatlara Erkek başlıkları fes ve kavuk biçimi olmak üzere
sahip olmaları bakımından farklılık sergiler. başlıca iki çeşittir. Bunlardan 3’ü (2, 11, 13) fes,

293
Vadi-i Hamuşan
7’si (8, 14, 18, 19, 20, 26, 29) kavuk şeklinde ya- dışa doğru genişleyen birer üçgen yerleştirilmiş-
pılmıştır. tir. Kartuşlar, motifin etrafındaki yüzey oyularak
Fesliler kendi içerisinde üç ayrı tiptedir. Birinde kabartılmıştır. 2 numaralı taşta benzeri bir süsle-
(2) yukarı doğru hafif bir genişleme, ikisinde (11, me uygulanmış; ancak kartuşun kısa kenarları üç-
13) daralma mevcuttur, ancak 13 numaralı taşın gen yerine dairevi olarak sonuçlandırılmış, uzun
fesi yukarı doğru daha fazla daralmıştır. kenarlar da simetrik konumlu “C” biçimi içbükey
Kavuk biçimi başlıklarda ise içteki başlığın üst kavislerle hareketlendirilmiştir. 4 numaralı taşta
ve alt bölümleri kısmen görülecek şekilde orta ise ince profil şeklindeki oyularak işlenmiş, düz
kısımlarının kumaşla şişkince sarıldığı görülür yüzeyli basit dikdörtgen bir çerçeve yer alır.
(Çal 2007: 305-306). 8 numaralı taşa ait başlık- Bitkisel süsleme 3 mezar taşında görülür (3,6,29).
ta muhtemelen tahribat nedeniyle her hangi bir Süsleme itibariyle haziredeki en dikkat çekici eser,
işleme görülmezken diğerlerinin ön yüzlerinde 3 numaralı mezardır. Bir kadına ait mezarda hem
çapraz bir sargı çizgisi dikkati çekmektedir. 29 baş hem de ayak taşı çiçek demetine sahip bir te-
numaralı taşta sargı zıt yöndedir ve çift çizgilidir. pelikle sonuçlanmaktadır. Gövdelerin üst kısmı
Ayrıca 18 ve 20 numaralı başlıklarda sargının üst üç dilimli kemer biçiminde kavislendirilmiştir.
kısmında boyuna dilimler, 29 numaralı başlıkta Bunun yukarısına zıt konumlu “C” kıvrımlı iri
sadece düşey çizgiler mevcuttur. 8, 14 ve 19 nu- yaprakların arasından yükselen gonca güllü bir
maralı başlıkların üst kısımları düz yüzeylidir. tepelik yerleştirilmiştir. Yapraklar ortada bir fi-
Mevcut başlıklara göre meslek tespiti yapmak bir yonkla düğümlenmiştir. Ayrıca baş taşının alt kıs-
hayli güçtür. 11 numaralı fes bir nezaret kâtibine, mında kaideli bir vazodan çıkan dal ve yapraklar-
8 numaralı başlığa sahip taş ise bir hafız efendiye dan ibaret bir kompozisyon süslemeye zenginlik
aittir. Diğerlerinde meslek grubu belirtilmemiştir. kazandırmıştır. Ayak taşının kitabe metnindeki
Kadın mezar taşları başlıca iki çeşittir. Birincisi ilk satırın başına da bir çiçek motifi işlenmiştir.
âdeta erkek fesi biçiminde silindirik görünüş- Bu tarz tepeliğin benzerlerine pek çok kadın me-
lüdür. Alt ve üst çaplar birbirine yakın ölçüdedir zar taşında rastlamak mümkündür. Eyüp Sultan
(Sıra nu: 4, 5, 10, 15, 16, 25, 31, 32). İkinci çeşitte (Barışta ty: 174, 179, Açıkgözoğlu ty: 205), Ayaş
başlığın alt kısmı yine yüksek silindirik bir gö- (Tunçel 1997: 193), Ankara Taceddin Camii Ha-
rünüşe sahipken üst kısmı ön yüzü düz ve daha ziresi (Tunçel 2011: 19, 42), Kastamonu (Çal
taşkın bir çember şeklinde sonuçlanmıştır (Sıra 2008a: 30, Çal 2008b: 364, 370), Giresun (Çal vd.
nu: 9,24). 2011: 45), Trabzon (Yer 2004: 192, Ölçay 2004:
Süslemeler: Mezar taşlarında yer alan süsleme 21) gibi merkezlerdeki mezar taşları benzeri süs-
programları Türk plastik sanatları açısından büyük lemeye sahip belli başlı eserlerdir ve dolayısıyla bu
önem taşımaktadır. Zira mezar taşlarında görülen motifin Anadolu’daki pek çok kadın mezar taşın-
zengin motif dünyası aynı zamanda Türk süsleme da sevilerek kullanıldığı anlaşılmaktadır.
sanatlarının bir kataloğu niteliğindedir. Cevherî 6 ve 29 numaralı mezarların ayak taşlarında ise
Ali Efendi Camii haziresi mezar taşlarında süsle- vazodan çıkan dal ve çiçeklerden müteşekkil
me programı geometrik ve bitkisel olmak üzere bitkisel süsleme görülür. Kompozisyon, vazodan
iki grupta toplanabilir. 34 adet mezar taşından 10 çıkan uzun-dik bir dalın iki yanına simetrik yer-
tanesinde süsleme programına rastlanmaktadır. leştirilmiş çiçek ve yapraklardan oluşur. Bu tarz
Geometrik süslemenin tamamı lahit biçimli me- süslemeye sahip taşlara İstanbul, Kastamonu,
zarlarda (1,2,4,5,8,12,13) yer alır ve kompozisyo- Manisa, Giresun, Trabzon, Yozgat başta olmak
nun esasını uzun kenarlara işlenmiş, dikdörtgen üzere Anadolu’daki pek çok hazire ve mezarlıkta
çerçeveler içerisindeki oval kartuşlar teşkil eder. rastlamak mümkündür.
1, 5, 8, 12 ve 13 numaralı taşlar bu tarz süsleme- Boyutları: Mezar taşları, boyutları itibariyle belirli
ye sahiptir. Lahit uzun kenarına paralel uzanan bir şemaya sahip değildir. Değişken ölçülerle fazla-
düz yüzeyli kartuşların kısa kenarları yarım daire ca çeşitlilik sergiler. Ancak ortalama olarak baş taşı
biçiminde kavislenmiş ve bunların ortalarına da ölçüleri boy: 80-120 cm, en: 30-40 cm, kalınlık: 11-

294
Vadi-i Hamuşan
15 cm; ayak taşı boy: 90-130 cm, en: 30-40 cm, ka-
lınlık: 10-15 cm; lahit uzun kenarı: 85-110 cm, kısa
kenarı: 40-60 cm, yükseklik: 35-50 cm; başlıklarda
alt çap: 11-22 cm, üst çap: 11-23 cm, boy: 13-22 cm
arasında yoğunluk göstermektedir.
Kitabe metinlerinin bazılarında ölen kişi için
Tanrı’dan dua da istenmiştir. Bu istekler kişi
adından önce gelir ve Tanrı’dan ölene rahmet et-
mesi dilenir (Çal 2008a: 50, Açıkgöz 2012: 265).
Anadolu’daki mezar taşlarının büyük bir kısmın-
da olduğu gibi Cevherî Ali Efendi Camii haziresi
C
Bu açıdan bakıldığında 29 numaralı mezarın bir
çocuğa ait olduğu anlaşılmaktadır. Boyutlardan mezar taşlarında da bu istek genellikle merhûm (9
hareketle sadece tek bir hazire üzerinden erkek alt kısım, 23, 26), merhûme (15, 21), merhûm ve
veya kadın mezarı ayırımı ile yüzyıl tasnifi yap- mağfûrün-leh (8 batı yüzü, 11, 13, 14, 17, 18, 19,
mak şimdilik çok zor görünmektedir. 20, 28, 29), merhûme ve mağfûrün-leha (5, 9 üst
kısım, 22,23,25,31), mağfûrün-leh (8 doğu yüzü),
Kitabeler: Mezar taşları (…) ölenler hakkında çok
mağfûretü’n-lehâ (3), mağfûretü’n-lehumâ (4)
önemli bilgiler içermekte dolayısıyla tarihî birer
şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
belge niteliği taşımaktadır. Ölenlerin kimlikleri,
meslekleri, sülâleleri, kullanılan isimler, lakaplar, Mezar taşlarındaki metinlerde Tanrı’dan istekler
ölüm sebepleri, hastalıklar, yaratana sesleniş bi- yer aldığı gibi insanlardan da isteklerde bulunul-
çimleri, yaratandan hem ahiret hem bu dünya için muştur. Çoğunlukla son satırlardaki tarih iba-
istenen temenniler, ölüler adına insanlardan bek- resinden önce gelir ve şiirsel ifadelerle ruhîçun
lenen dilekler, yapılan uyarılar halk kültürümü- el-fâtiha veya ruhuna el-fâtiha şeklinde insan-
zün birer yansıması olarak taşlardaki metinlere lardan Fâtiha okunması istenir. Nitekim Cevherî
aktarılmıştır. Bu aktarış doğrudan dile getirildiği Ali Efendi Camii haziresi mezar taşlarında da son
gibi bazen şiirsel ifadelerle gerçekleşmiştir. Öte satırlar bu istekle tamamlanmaktadır (bkz. Ek:
yandan bu taşlar, hayat ile ölüm arasındaki sıkı 6 Tarih ve Kitabeler). 3 Numaralı mezarın doğu
bağlantı ile giden ve kalan arasındaki son diyalogu şahidesinde ise Tanrı’dan Fâtiha okuyanları da di-
ortaya koyan (Açıkgöz 2012: 265) birer unsur ola- leklerine eriştirmesi dile getirilmiştir. Ölüler için
rak edebî önemleri itibariyle de dikkate değerdir. ısrarla Fâtiha ve İhlas sûrelerinin istenmesinin te-
melinde Fâtiha Sûresi’nin Kur’ân’ın özünü ihtiva
Cevherî Ali Efendi Camii haziresi mezar taşların-
etmesi, İhlas Sûresi’nin de Tanrı’nın birliğini teyit
daki yazılar, gövde üzerinde hafifçe oyulmak sure-
etmesi yatmaktadır ve okunan bu sûrelerle ölü-
tiyle hazırlanan sathi niş yüzeylerine çoğunlukla
nün Tanrı’nın bağışlayıcılığına ve merhametine
yatay satırlar halinde nesih ve sülüs hatlarla kıs-
sığınacağına inanılmaktadır (Açıkgöz 2012: 282).
men kabartılarak işlenmiştir. Sadece 3 numaralı
mezarın baş ve ayak taşında soldan sağa meyilli İsimler: Erkek mezar taşlarında görülen isimler
olarak yazıldığı görülür. Satırlar ince profillerle Abidin, Ali, Ahmet, Ebu Bekir, Hacı Veyis, Hafız,
birbirinden ayrılarak sınırlandırılmıştır. Halil, İbrahim Mümtaz, Muhib(?), Mustafa Çele-
bi, Osman, Süleyman Yasin, Tahir, Yusuf şeklinde
Başlangıç ifadelerinde genellikle Tanrı’nın sı-
sıralanmaktadır. Bunlardan sadece Mustafa ve Ali
fatları kullanılmıştır. Hüve’l-bâkî (3, 11 ayak
ikişer kez geçmektedir.
taşı) ve Hüve’lhallâku’l- bâkî (5,8,9,11 baş taşı,
12,14,17,22,23-27, 28 baş taşı) ifadeleri bun- Kadınlarda geçen isimler Atıyye Anid(?), Ayşe,
ların başında gelmektedir. Ayrıca kişi adları Emine, Fatıma, Gülfidan, Hafife, Hanife, Hatice,
(2,4,7,15,16,18-21, 28 ayak taşı, 29) ve doğrudan Kamer, Münibe, Rukiyye, Sadriye, Şerife, Ulviye
sene (31) ile başlayan kitabeler de vardır. Anadolu ve Zübeyde’dir. Ayşe, Fatıma ve Emine ikişer kez
mezar taşı geleneğinde Hüve’l-bâkî ve Hüve’l-hal- kullanılmıştır.
lâku’l-bâkî ifadeleri en sık kullanılan başlangıç Buradan hareketle Cevherî Ali Efendi Camii hazi-
ifadeleridir; ancak bunlardan başka Hüve’l-hay- resi mezar taşlarında erkek veya kadın isimlerin-
yu’lbâkî, El-bâki, Ya gaffâr ve Hu diye başlayan de belirli bir ismin öne çıkmadığı anlaşılmıştır.
kitabelere de rastlanmaktadır (Çal 2007: 312, Çal Yozgat Çapanoğlu Camii haziresindeki mezar taş-
2008a: 42). larında da erkeklerde Ahmet, Mehmet, Mustafa,

295
Vadi-i Hamuşan
Ömer, Abdullah; kadınlarda Ayşe, Fatma, Asiye, alaybeyi, miralay, kethüda, tapu kâtibi, binbaşı, su-
Esma gibi Anadolu’nun her yerinde görülen isim- bay gibi önemli meslek gruplarına rastlanmakta ve
lerin daha çok kullanıldığı, Gaziantep ve Kahra- bunlardan hareketle Yozgat’ın okuryazarının çok
manmaraş’taki Ökkeş, Diyarbakır ve çevresindeki olduğu ifade edilmektedir (Acun 2005: 676).
Şeyhmus gibi yöreye has isimlere Yozgat’ta rastla- Sonuç itibariyle, Yozgat Cevherî Ali Efendi Camii
nılmadığı belirtilmektedir (Acun 2005:676). haziresi mezar taşlarının, biçim, malzeme, başlık,
Ancak çift isim kullanma geleneği dikkat çekicidir. süsleme, ölçü ve kitabe metinleri bakımından 18.-
İbrahim Mümtaz, Süleyman Yasin, Hacı Veyis, 20. yüzyıl Anadolu’sunda görülen mezar taşı gele-
Ebu Bekir, Mustafa Çelebi, Ayşe Ulviye ve Atıyye neğinin genel karakteristiklerini sergileyen küçük
Anid(?) bu geleneği yansıtan isimlerdir. Çift isim bir katalog niteliği yansıttığı söylenebilir. Mezar
koyma geleneği Anadolu’da 19. yüzyılda yaygınlaş- taşları bu özellikleri bakımından Türk sanatı tari-
mıştır (Acun 2005: 676). Buradaki çift isimler bu hi içerisinde önemli bir yer teşkil etmekle birlikte,
geleneğin Yozgat’ta da devam ettirildiğini göster- dünya ile ahiret yaşamı arasındaki bağlantıyı or-
mektedir. taya koyan anlam yüklü kitabelerindeki derin bil-
Unvan ve Soy adları: Ayrıca erkeklere Ağa/Efen- giler itibariyle halk kültürümüz açısından da son
di, kadınlara da Hanım/ Hatun şeklinde hitap derece önem taşımaktadır. (…) (1)
edildiği, yakınlık bağlarına göre mahdûm (oğul),
(1) Çerkez, Murat. “Yozgat Cevherî Ali Efendi Camii
halîle (hanım), kerîme (kız), hemşîre (kız kardeş),
Haziresi Mezar Taşları”, Millî Folklor, 2013, Yıl
câriye (hanım) gibi ifadelerin kullanıldığı belirle-
25, Sayı 97.
nebilmektedir.
Mezar taşlarındaki yazılardan bazı sülâle isimleri
de tespit edilmiştir. 34 mezardan beşinde süla- Cevizli Baba Türbesi-Burdur
le ismi geçmektedir. Buna göre Abidin Ağazâde (1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38
(Nu:8), Halil Ağazâde (Nu:13), Hacı Veyis Ağazâde
(Nu:13), Müftüzâde (Nu:25) ve Abdullah Ağazâde
Cevlaki
(Nu:26) ortaya çıkan sülâle isimleridir.
Saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kesen kalenderi der-
Doğum-Ölüm Tarihleri: Mezar taşlarında kişile-
vişi, dazlak, kalender. Çuhadan yapılan özel bir
rin ölüm tarihi belirtilmiş; ancak doğum tarihleri
elbise giydiklerinden veya saçlarını, bıyıklarını ve
hiç birisinde verilmemiştir. Anadolu’da Osmanlı
kaşlarını usturayla traş ettiklerinde Kalenderilere
dönemi mezar geleneğinde ölen kişilerin doğum
cevlaki denir.(1)(2)
tarihleri genellikle belirtilmemiştir (Çal 2008a:
54). Doğum tarihi verme geleneğinin 20 yüzyılda (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır. (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Öte yandan kişilerin doğum tarihleri gibi kaç ya-
şında öldükleri de genellikle yazılmamıştır. Yal- Ceylan, Veysel
nızca Ayşe Ulviye Hanıma ait 3 numaralı mezar Ank. Ü. İlahiyat Fak. Ktp./Tasnif No:736.5/Cey.M
taşında 21 yaşında öldüğü belirtilmiştir.
M. Yusuf Akyurt’un Okuduğu Mersin Tarsus Ve Adana
Meslekler: Mezar taşlarından öğrenebildiğimiz Kitabeleri, S. V-61, A. Ü. İlh. Fak., Türk-İslam San.
bir diğer konu mesleklerdir. Burada bir kayma- Tarihi Abd, Yüksek Lisans, 2003, Ankara. 58
kam (3 numara batı şahide), bir hâfız (8 numaralı
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
taş), bir nezâret kâtibi (11 numaralı taş) ve bir de
Yozgad Sancağı başkâtibi (17 numaralı taş) tespit
edilebilmektedir. Ceza
Çapanoğlu Camii haziresindeki mezar taşlarında; a. Bir şeyin tam karşılığını vermek, tam mukabe-
vezir, kaymakam, mutasarrıf, nahiye müdürü, bele- le etmek, ödüllendirmek, iyi veya kötü karşılık
diye reisi, müftü, hâfız, hâkim, divan kâtibi, kâtip, demektir.(1)(3)(5)

296
Vadi-i Hamuşan
b. Suç işleyen, kusurlu ya da yanlış davranışların-
da bulunan bir kimseye, uygun olmayan tepki
ve davranışları önlemek maksadıyla, suçunun
derecesine göre verilen acı karşılık, uygulanan
yaptırım, işlem.(2)(3)(6) Yanlış bir davranışın is-
tenmeyen ve kötü sonucu.(3)
Ceza kelimesi türevleriyle birlikte Kur’ân-ı
Kerîm’de 100’ü aşkın âyette geçmekte (bk. M. F.
Abdülbâkī, Mucem, “czy” md.), aynı mahiyette ol-
mak üzere muhtelif hadislerde de kullanılmakta-
dır (bk. Wensinck, Mucem, “czy” md.). Çeşitli âyet
ve hadislerde, Allah’ın bazı kimselere işledikleri
C
c. İnsanların fiil ve davranışlarının dünyada veya günahların cezası olarak dünyada birtakım felâ-
âhiretteki karşılığı anlamında kelam, suçluya ket ve musibetler verdiği bildirilmekte (meselâ
uygulanacak maddi veya manevi müeyyide an- bk. el-En‘âm 6/49; el-A‘râf 7/136; Tâhâ 20/124;
lamında fıkıh terimi.(4) ez-Zümer 39/25-26; Tirmizî, “Tıb”, 35), kişinin
iyi amelleri sebebiyle de günahlarının sevaba
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4;
çevrileceği haber verilmektedir (Hûd 11/114; el-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Furkān 25/70).
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA; [CEZA – Adil Bebek] c. 07; s. 469-470; [CEZA Cezada esas olan, işlenen fiil ile verilecek karşılık
– Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478; [CEZA - Meh- arasında mâkul bir dengenin bulunmasıdır. Başka
met Âkif Aydın] c. 07; s. 478-482 bir ifadeyle taat veya mâsiyete verilecek karşılığın
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. yapılan fiile denk ve dolayısıyla âdil olması gere-
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. kir. Naslarda mâsiyet ve suçların ancak misliyle
cezalandırılacağı haber verilerek (bk. el-Bakara
2/194; el-En‘âm 6/160; eş-Şûrâ 42/40; Buhârî,
Ceza Düşüncesi
“Îmân”, 31; Müslim, “Îmân”, 205-207) denklik
İnsanların fiil ve davranışlarının dünyada veya (misliyet) esasının daha ziyade azap konusun-
âhiretteki karşılığı anlamında kelâm, suçluya uy- da önem taşıdığına dikkat çekilmiştir. Bununla
gulanacak maddî ve mânevî müeyyide anlamında birlikte bazı günahlara kat kat ceza verileceği
fıkıh terimi. bildirilmişse de bu husus cezada denklik esası ile
Sözlükte isim olarak “bir şeyin bedeli ve karşılı- çelişmemektedir. Zira konu ile ilgili âyetler ince-
ğı”, masdar olarak da “iyi veya kötü olan bir fiil lendiğinde, kendilerine kat kat ceza verilecek kim-
ve davranışın tam ve yeterli karşılığını vermek” selerin inkâra veya günahlara ön ayak oldukları,
anlamına gelir. İslâm literatüründe cezanın terim bu konuda liderlik yaptıkları, yahut mevkileri iti-
olarak biri genel, diğeri özel olmak üzere başlıca bariyle güzel davranışlarda bulunmaları gerekir-
iki mânada kullanıldığı görülür. Sözlük anlamıyla ken bunu yapmayıp fiilleriyle diğer insanlara kötü
da bağlantılı olan genel anlamda ceza, dünyevî veya örnek teşkil ettikleri görülür (bk. el-A‘râf 7/38;
uhrevî mahiyette özendirici veya caydırıcı müeyyi- Hûd 11/19-20; el-Ahzâb 33/30). Söz konusu ki-
deden ibarettir. Özel anlamda ise dünyada hukuk şilere kendi fiilleriyle birlikte işlenmesine sebep
düzeni tarafından suçluya uygulanacak maddî ve oldukları günahlardan dolayı da ceza verileceğin-
mânevî müeyyideyi ifade eder. Bu mânadaki cezayı den denklik prensibi zedelenmiş olmaz (Mâtürîdî,
Arap dilinde ukūbet kelimesi, ceza hukukunda ise Tevîlât, vr. 522ª). Âyetler, “mükâfat” mânasındaki
el-fıkhü’l-cinâî veya et-teşrîu’l-cinâî terimleri cezada denkliğin gerekli olmadığını, güzel bir fii-
karşılamaktadır. lin en az on misliyle mükâfatlandırılacağını, hatta
İslâm dini iman, ibadet, muâmelât ve ahlâk alan- bu konuda bir üst sınırın bulunmadığını bildir-
larındaki prensiplerin uygulanmasını sağlamak, mektedir (el-Bakara 2/261; el-En‘âm 6/160). Söz
bunlarla ilgili emir ve yasakların ihlâlini önlemek, konusu fazlalığın kişinin niyet ve ihlâsına bağlı
ferdî ve içtimaî hayatı bütün yönleriyle ıslah et- olarak artabileceği; riya, şirk ve iyilikleri başa kak-
mek amacıyla gerek dünya gerekse âhiret hayatına ma, maddî karşılık bekleme gibi durumlar olma-
yönelik olarak birtakım özendirici veya caydırıcı dığı takdirde ilâhî mükâfat ve lutfun sınırsız ola-
tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin ta- bileceği kabul edilmektedir (Mâtürîdî, a.g.e., vr.
mamı ceza kavramının kapsamı içindedir. 239b-240ª, 540ª; bu görüşü destekleyen Ammâr

297
Vadi-i Hamuşan
b. Yâsir rivayeti için bk. Müsned, IV, 321). lah’a karşı işlediği suç ve günahlardan dolayı tövbe
Cezadaki adalet ve hakkaniyet ise günahsız azap ve iyi hal ile affa mazhar olması ümit edilebilir.(1)
olmayacağını, azabın mâsiyeti aşmayacağını, ta- (1) DİA; [CEZA – Adil Bebek] c. 07; s. 469-470;
atlerin de karşılıksız bırakılmayacağını ifade eder.
İyi veya kötü fiil ve davranışlara hem dünya hem Ceza Hukuku
de âhiret hayatında karşılık verilmesinin gereklili- İslâmiyet, Hz. Âdem’le başlayan ilâhî tebliğin son
ğini naslar haber verdiği gibi insan aklı ve vicdanı halkası ve bütün mahlûkat için rahmet dini ol-
da bunu kabul eder. (…) Ancak kelâm ekolleri ara- masının tabii sonucu olarak dünya ile âhiret, fert
sında bu hususla ilgili olarak farklı görüşler ortaya ile toplum, iman-ibadetahlâk ile hukuk arasında
çıkmıştır. denge ve bütünlük kurmuş, ferdin yaratanı ile
Ehl-i sünnet âlimlerine göre Allah’ın kötü insanları münasebetlerinin yanı sıra içtimaî münasebetleri
cezalandırmaması, iyileri de mükâfatlandırmama- de ana hatlarıyla ele alıp tanzim ve ıslah etmiş, çok
sı nazarî olarak mümkünse de naslar bunun aksini defa genel, gerektiğinde de özel ilke ve hükümler-
yapacağını haber verdiği için (va‘d ve vaîd) O’nun le içtimaî, iktisadî ve hukukî hayatı geliştirmeyi ve
iyi kullarına ceza, kötülere de mükâfat vereceği korumayı hedef almıştır.(…)
kesinleşmiş bulunmaktadır (Eş‘arî, s. 71; Mâtürî- İlâhî dinler, insanî değerler ve toplumlar arasında
dî, Tevîlât, vr. 239b, 540ª). Kul azap ve mutsuzluk bütünlüğü kurmayı ve korumayı hedef almıştır.
şeklindeki cezayı mutlaka kendi fiiliyle hak eder. İslâm ceza hukuku, İslâmiyet’in hem bütünlüğü-
Cennet ve ebedî saadet niteliğindeki karşılığa yani nün hem de bütünleyiciliğinin bir parçası ve bu
mükâfata gelince, Ehl-i sünnet âlimlerine göre ta- alandaki gayesini gerçekleştirmenin vasıtaların-
atleri ne kadar çok olursa olsun kişinin cennete gir- dan biri durumundadır.
mesi ancak Allah’ın lutuf ve keremiyle mümkündür. İslâm dininin ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet
Başta iman olmak üzere insanın yaptığı iyilikler İslâm ceza hukukunun da aslî kaynağı olup bu
bu lutfa lâyık olmasını sağlar (bk. en-Nisâ 4/79; alandaki temel prensipleri ve amaçları belirler.
Buhârî, “Rikāk”, 18; Müslim, “Münâfikīn”, 7173). İslâm hukukçuları ve hukuk ekolleri ise bu esas
Şu halde mümin hem Allah’ın azabından korkmalı ve amaçların günlük hayata uygulanma tarz ve
şartlarıyla ilgili hukukî yorum ve ayrıntıyı gelişti-
(havf), hem de ilâhî lutuf ve rahmete mazhar ola-
rerek kendi devir ve toplumlarının problemlerini
cağını ümit etmelidir (recâ). (…)
bu çerçevede çözmeye çalışmışlardır. Bu sebeple
İslâm âlimleri, işlenen suçlara ait cezaların dünya- İslâm ceza hukukunun klasik yapısı Kur’an, Sün-
da uygulanması halinde âhirete yönelik cezaları- net ve İslâm hukukçularının ictihadları şeklinde
nın kalkıp kalkmayacağı konusunda farklı görüşler hiyerarşik üç merhalede oluşmuştur.
ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte dinen suç sayı-
Kur’an ve Sünnet’in belirlediği cezalar netice iti-
lan bir fiili işleyen kişi bunun dünyevî cezasını gör-
bariyle İslâm’ın muhafazasını esas aldığı beş te-
düğü, ayrıca samimiyetle Allah’a yönelerek tövbe
mel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın korun-
ettiği takdirde, tövbelerin kabul edileceğine dair
masını, insanların genel ve özel yararını bir denge
naslar göz önüne alınırsa bu kişinin âhirette bir
içinde gözetmeyi hedef alır. Bu cezalar, İslâm’ın
daha cezalandırılmaması gerektiği düşünülebilir.
kötülüğü önleyip iyiliği hâkim kılma ilke ve gay-
Suçlu samimiyetle tövbe etmediği ve araya şefa- retinin bir parçasıdır.(…) Cezalandırma amaç de-
at gibi bazı faktörler de girmediği sürece cezadan ğil, İslâm’ın hedef aldığı gayelerin gerçekleşmesi
kurtulamayacağı muhakkaktır. ve korunmasında son çare olarak başvurulan bir
Tövbe ettiği halde dünyevî cezadan kaçan veya araçtır. Şer‘î cezaların iman ve ahlâk esaslarından
cezanın kendisine uygulanmasına imkân bulun- ve Medine İslâm toplumunun teşekkülünden son-
mayanın durumuna gelince, Ehl-i sünnet’in kabul ra vazedilmesinin sebebi de budur.
ettiği görüşe göre bu kimseden kul haklarının düş- Cezalandırmanın amacı, genelde suçun aleniyeti-
mesi mümkün görünmemekle birlikte sadece Al- ne ve yayılmasına engel olarak içtimaî vicdanı ve

298
Vadi-i Hamuşan
yapıyı korumak, özelde ise suçu önlemek, suçluyu
te’dib ve ıslah etmektir(…) Nitekim Kur’an’ın kı-
sasta hayat olduğunu bildirmesi (el-Bakara 2/179),
Hz. Peygamber’in de Allah’ın koyduğu cezalardan
birinin infazının yeryüzüne kırk sabah yağmur
yağmasından daha hayırlı olduğunu haber vermesi
Nitekim Hz. Peygamber, Mekke’nin fethinde yeni
müslüman olan Hind bint Utbe’den diğer husus-
ların yanı sıra “zina da etmemek” üzere biat aldı-
ğında Hind’in, “Hür bir kadın zina edebilir mi?”
demek suretiyle hayretlerini bildirmesi (İbn Ab-
dülber, IV, 411) bu anlayışın sonucudur.
C
(İbn Mâce, “Hudûd”, 3) bu anlamdadır.(…) Adam öldürme suçu, kesin bir ayırım olmamakla
Bir suçun işlenmesi sadece Allah’a karşı itaatsiz- birlikte çok defa kasten ve hataen olmak üzere
lik değil aynı zamanda topluma karşı bir saldırı ikili bir ayırıma tâbi tutulur, kasten adam öldüren
ve haksızlıktır. Nitekim Kur’an, haksız yere bir öldürülürdü. Söz konusu suçta ihmal, niyet, sâik,
kimseyi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi hata ve sebep olmanın (tesebbüb) devreye girmesi
olacağını beyan etmekle (el-Mâide 5/32) suçun ve ayrıntılı bir suç teorisinin geliştirilmesi İslâmî
kamuoyunda ve vicdanlarda açtığı derin yaraya dönemde mümkün olmuştur.
işaret etmiştir.(…) Bütün Sâmî kavimlerde bilinen, Roma ve İbrânî
Cezanın caydırıcılığı ve önleyiciliği kadar ıslah edi- hukukunda da mevcut olan kısas ilkesi Araplar
ci ve eğitici olması da önemlidir.(…)(1) arasında da hâkimdi. Ancak hür kimsenin bir kö-
leyi öldürmesi halinde kölenin ailesi veya sahibi
(1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
kısas isteyemez, hür şahsa göre yarım diyetle veya
bedelle yetinirdi. Efendinin kölesini, babanın ço-
Ceza Tarihi - Cahiliyye cuğunu, kocanın karısını öldürmesi de kısmen
Bilhassa Mekke’de şehir devletine geçişin ilk işa- müsamaha görürdü. Aile veya kabile içi cinayet-
retleri mevcut olmakla birlikte İslâm öncesi döne- lerde ihtilâf genelde kabile ileri gelenlerinin örf
min Kuzey Arabistan’ında genelde aile ve kabile ve âdete göre yapacağı hakemlik ve müdahale ile,
birliğine dayalı bir toplum tarzı hâkimdi. (…) çok defa malî uzlaşma yoluyla giderilirdi. Katil ile
maktulün ayrı kabilelerden olması durumunda ise
Suç ve cezanın şekli toplumun hayat tarzıyla ve
kısası uygulayacak ortak ve merkezî bir otorite
değerleriyle yakından ilgili olup Câhiliye Arapları
mevcut olmadığından artık kabilenin sahip çıktığı
arasında en yaygın suçlar adam öldürme, yol kesme
veya hedef olduğu kollektif bir sorumluluk kendi-
ve eşkıyalık, hırsızlık, zina, kabile disiplinini ve gele-
ni gösterir, ihtilâf şahısları aşarak kabileler arası
neklerini ihlâl gibi suçlardı.
bir problem haline gelirdi.
Cezalar da genelde öldürme, kan bedeli ödetme, da-
Güney Arabistan’da da katil kısas yoluyla öldürül-
yak, hapis, sürgün, kabile himayesinden çıkarma gibi
mekle birlikte cezayı uygulamada melikin aktif rol
müeyyidelerdi.
oynadığı, hatta belli durumlarda kabile örflerini
Ancak gerek insanların hür ve köle şeklinde iki de göz önünde bulundurarak kısas yerine başka
ana gruba ayrılması, şahısların ve kabilelerin ceza verebildiği görülmektedir. Yine Güney Ara-
farklı sosyal mevkilere sahip bulunması, gerekse bistan’da maktulün hakkını arama onun yakın-
kabile birliğinin, örf ve âdetlerin ön planda olup larının değil melikin vazifesi olarak gözükmek-
kollektif sorumluluğun belli ölçüde devam etmesi te, bilhassa hataen adam öldürmelerde melikin
sebebiyle cezalandırmada eşitsizlik, aşırılık veya dü- önemli bir takdir hakkı bulunmaktadır.
zensizlik olabiliyor, köle ve kadınlar efendileri ve Kısas uygulamasında mevcut dengesizlik diyeti
kocalarının yerine, suçsuz kimseler de kabileleri ödemede de görülür. Câhiliye Arapları arasında
adına cezalandırılabiliyor, bazan hayvan ve cansız normalde on deve olan diyet, öldürülen şahsın
eşya sorumlu tutulabiliyordu. cinsiyetine, sosyal mevkiine, kabilesine göre daha
Zina, bütün ilâhî dinlerde ve selim fıtratını yitir- az veya daha çok olabiliyordu. Güney Arabistan’da
memiş toplumlarda olduğu gibi Câhiliye Arapları ise diyet miktarı genelde melikin takdirine bağlıy-
arasında da çirkin bir fiil ve ağır bir suç sayılır, dı. Ancak bu takdirde kabile örflerinin de önemli
bu fiili işleyen hür kimse ölümle cezalandırılırdı. rolü bulunmaktaydı.

299
Vadi-i Hamuşan
Câhiliye Arapları hırsızlığı suç ve ayıp saymakla olan borcunu ifa etmeyen kimseye uygulanan bir
birlikte bununla kabile fertlerine, dost kabilelere, ceza şekliydi.
mâbedlere ve ammeye ait malın çalınmasını kaste- Suçluyu teşhir için alnının üstündeki saçını kazı-
derler, diğer kabilelerden çalınan malı ise ganimet ma da ceza şekillerinden biriydi.(1)
sayarlardı.
(1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
İslâm öncesi dönemde Mekke’de bazı münferit
olaylarda hırsızın elinin kesildiği bilinmekle bir-
likte bu uygulamanın fazla uzun bir geçmişinin Ceza Tarihi - Roma Hukuku
olmadığı, hatta hırsızlık için el kesme cezasını Avrupa hukukunu XVIII. yüzyıla kadar birinci
ilk koyanın Abdülmuttalib veya Velîd b. Mugīre derecede etkileyen, bugün de Batı hukukunun
olduğu rivayetleri mevcuttur. Câhiliye Arapları’n- klasik kaynaklarından sayılan Roma hukukunda
da, İbrânî ve Roma hukuklarında görüldüğü üzere başlangıçta şahsî intikam fikrinin ağır bastığı,
suçüstü yakalanan hırsızın sürekli veya belli bir birçok ağır cezaî müeyyidenin bulunduğu, mevcut
süre için köle statüsünde tutulması gibi bir cezaya içtimaî yapı ve tabakaların bu sert cezaî müeyyi-
rastlanmamaktadır; ancak hırsıza çaldığının birkaç delerle korunmaya çalışıldığı bilinmektedir.
katı ödetilmekteydi. Ancak On İki Levha Kanunu, teamülden kaynak-
Çok yaygın olmamakla birlikte yol kesme ve eşkı- lanan ağır cezaları hafifletmede ve maddî tazmi-
yalık suçlarını işleyenlerin asılarak öldürüldüğü nat usulünü yerleştirmede önemli rol oynamıştır.
de bilinmektedir. Roma hukuku on üç asırdan fazla süren uzun bir
Câhiliye Arapları arasında en yaygın ceza şekilleri dönemi kapsadığından çeşitli devirlerde olumlu
öldürme, hapis, dayak, kabilenin himayesinden çıkar- veya olumsuz farklı gelişmeler olmuştur.
ma ve sürgündü. Birinci devir (Quirites hukuku devri) Roma huku-
Araplar ölüm cezasını genelde kılıçla infaz eder- kunda suçlar şahsî suç-amme suçu şeklinde ikiye
lerdi. Bazı münferit olaylarda mızrakla öldürme, ayrılıyordu. Vatana ihanet, aile reisini öldürme,
ağaca germe (salb), taşlayarak öldürme (recm), büyücülük - sihirbazlık ölümle cezalandırılır, bir
iple boğma ve asma, işkence ile öldürme (müsle) şahsı yaralayan veya sakatlayana kısas uygulanır,
şeklindeki infazlara da rastlanmaktadır. anlaşma halinde ise diyet ödenirdi.

İran ve Bizans’ta sık olarak görülen toplu sürgün Suçüstü yakalanan hırsız öldürülebilir veya köle
ve göç ettirme (tehcîr) cezasına Araplar’da da statüsüne geçirilebilirdi; hırsızlığı sonradan orta-
rastlanmaktadır. Bilhassa Güney Arabistan’da is- ya çıkarsa çaldığı malın iki katı ödetilirdi.
yankâr kabileler toplu göçe tâbi tutulurdu. Borcunu ödemeyen borçlunun, asker kaçağının ve
Suç işlemekte ısrar eden ve kabilesini devamlı ola- mahkûmların köleleştirilmesi yaygındı.
rak sıkıntıya sokan suçlu bazan kabilenin ortak Köleler hak sahibi (insan) değil hak konusu sa-
korumasından çıkarılır (tard ve hal‘) ve bu durum yıldığından onlara karşı işlenen suçlar mala karşı
diğer kabilelere duyurulurdu. yapılan saldırı olarak değerlendirilir, suç işleyen
Belli durumlarda katilin yakınlarının diyet borcu- köleler ise hürlere oranla çok sert cezalandırılırdı.
na iştirak ettirilmesi (âkıle) veya faili meçhul ci- Köleler olur olmaz sebeplerle ölüme mahkûm edi-
nayetlerde maktulün bulunduğu mahalle halkına lebilir, efendileri veya suçların bilinmeyen failleri
diyetin ödettirilmesi (kasâme) usulleri, Câhiliye adına cezalandırılabilirdi.
Arapları arasında hem kollektif sorumluluğun bir Roma hukuku asırlar süren uygulama seyri, ida-
ifadesi, hem de mağdurun diyetinin ödenmesinin reci ve hukukçuların katkıları ile laik bir yapı çer-
teminatı olarak yaygın bir uygulamaya sahipti. çevesinde merhale merhale yumuşatılarak gelişti-
Câhiliye Arapları arasında dayak (celde) cezası rilmiş ve ileriki asırlarda Avrupa ceza hukukuna
daha çok aile veya kabile büyüklerinin fertleri ter- önemli ölçüde kaynaklık etmiştir.(1)
biye için kullandığı, bazan da mâbede veya idareye (1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;

300
Vadi-i Hamuşan
Ceza Tarihi - Yahudi Hukuku
Tevrat’ta adam öldürme veya yaralama, zina,
hırsızlık, yalancı şahitlik, komşunun malına göz
dikme, Tanrı’ya, anneye babaya sövme ve itaatsiz-
lik gibi suç ve çirkin fiiller yasaklanmakta (Çıkış,
20/12-17; Tesniye, 5/16-21), rabbe küfredenin,
b) Uzuvda Kısas. Kur’an’ın birkaç uzvu örnek ola-
rak zikredip (el-Mâide 5/45) koyduğu ilkenin tabii
gereği ve kısas cezasının bir bölümüdür. Diğer bir
bedenî ceza şekli olan el kesme hırsızlık suçunun,
el ve ayakların çapraz kesilmesi ise eşkıyalık ve
anarşi suçunun cezası olarak Kur’an’da öngörül-
C
adam öldürenin, annesine babasına lânet edenin, müştür (el-Mâide 5/38, 33).
zina edenin, cinsî sapıkların öldürülmesi (Çıkış, c) Celde.
21/12-17, 22/19; Levililer, 20/10-21, 24/16, 23), d) Hapis.
organlara karşı işlenen cinayet ve yaralamaların e) Sürgün.
misliyle cezalandırılması (kısas), bazan da mad- f) Kefâret. Hataen adam öldürme, yemini ve
dî tazminatla karşılanması (Çıkış, 21/19, 22-24; orucu bozma, ihram yasaklarına uymama, zıhâr
Levililer, 24/20) hükümleri yer almakta, mağdu- yemini gibi durumlarda emredilmekle birlikte bir
ra meşrû müdafaa hakkı tanınmaktadır (Çıkış, ceza olmaktan çok iyi niyetli fakat hatalı müslü-
21/14). manın eğitimi, kölelerin hürriyete kavuşturulma-
Köle ve câriyeyi öldüren veya yaralayana kısas sı, sosyal dayanışmanın gerçekleşmesi gibi çok
uygulanmayacağı, fakat başka şekillerde cezalan- maksatlı, ibadet yönü ağır basan bedenî ve malî
dırılacağı, ayrıca yaralanan veya sakatlanan köle bir mükellefiyettir.
ve câriyenin hür sayılacağı belirtilmiştir (Çıkış, g) Malî Ceza. Belli suçlarda suçlunun malının
21/20, 26-27). telef edilmesi, devletçe malına el konulması veya
Hayvanların sebep olduğu cinayetlerde hayvan suçluya belli bir miktarı ödeme mecburiyeti ge-
sahibinin kasıt ve ihmali varsa kendisine ceza tirilmesi, ayrıntıda görüş farklılıkları olmakla
verilmekte (Çıkış, 21/29), yoksa hayvan cezalan- birlikte çoğunluğu teşkil eden İslâm hukukçuları
dırılmakta, meselâ taşlanarak öldürülmektedir tarafından câiz görülmekte(…)dir.(1)
(Çıkış, 21/28). (1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
Hata ve sebebiyet yoluyla verilen zararlarda mad-
dî tazminat ödenmesi (Çıkış, 21/33-37), hırsızın Cezaî Sorumluluk
çaldığı malın birkaç katını ödemesi (Çıkış, 22/1-5) Bir fiilin suç sayılıp cezalandırılabilmesi için onun
öngörülmektedir.(1) nas veya kanun tarafından suç olarak belirlen-
(1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478; miş olması (kanunî unsur), bilfiil işlenmiş olması
(maddî unsur), failin kusurlu olması (mânevî un-
sur) ve ayrıca fiilin hukuka aykırı olması gerekir.
Cezaî Müeyyide Nevileri
Suça hazırlık mahiyetindeki fiiller ve suça teşeb-
İslâm hukukunda suçun çeşidine ve derecesine, büs ayrı bir suç teşkil etmediği sürece cezalandırıl-
suçlunun durumuna göre değişen farklı cezaî mü- maz. İşledikleri suçtan, ancak hür irade ve temyiz
eyyideler vardır.(…) gücüne sahip olup kendilerine kusur isnadı kabil
a) Ölüm Cezası. Ancak belli ağırlıktaki suçlar için olan kimseler sorumlu tutulabilir.(…)(1)
söz konusu olup bunlar da temelde kasten adam (1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
öldürme, evlinin zinası ve irtidad suçlarıdır. Nite-
kim Hz. Peygamber, kelime-i şehâdet getiren bir
Cezalandırma İlkeleri
müslümanın ancak bu üç sebeple öldürülebilece-
ğini belirtmiştir (Buhârî, “Diyât”, 6; Ebû Dâvûd, a) Kanunîlik. İslâm ceza hukukunda nassa veya
“Hudûd”, 1). Kur’an’da Allah ve Resûlü’ne karşı kanuna dayanmayan bir ceza şeklinden söz etmek
savaş açıp yeryüzünde bozgunculuk yapanlara mümkün değildir.(…)
uygulanacak cezalar arasında “öldürülmeleri ve b) Şahsîlik. Bu prensip Kur’an’da, herkesin yaptı-
asılmaları” da sayılmaktadır (el-Mâide 5/33).(…) ğının kendisine tesir edeceği ve hiçbir mükellefin

301
Vadi-i Hamuşan
başkasının işlediği suçun sorumluluğunu taşıma- titizlik gösterilmesi gerektiğine işaret etmekte-
yacağı şeklinde değişik vesilelerle tekrar edilmiş dir.(…)(1)
(el-En‘âm 6/164; Fâtır 35/18; en-Necm 53/38- (1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
39), hem dünya hem de âhiret hayatında geçerli
genel bir ilke olarak ortaya konmuştur.(…)
Cezaların İçtimaı ve Tekerrürü
c) Genellik. İslâm ceza hukukunda cezanın şahıs-
lar bakımından umumiliği, yani kanun karşısında İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna göre
herkesin eşitliği ilkesi hâkim olup hiçbir zümre ve ceza verilmeden önce aynı suçun birden fazla iş-
şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamış- lenmesi halinde, başkasının hakkına dokunmadığı
tır. İslâmiyet başlangıçtan itibaren bütün insan- sürece ve malî hakların karşılanması şartıyla tek
ların eşit olduğunu, üstünlüğün ancak takvâda ceza ile yetinilir. Cezaları farklı neviden olan fark-
bulunduğunu (el-Hucurât 49/13), takvânın da lı suçlar işlenmişse kural olarak her birinin cezası
adaleti sağlamakla gerçekleştiğini (el-Mâide 5/8) ayrı ayrı verilir. Önce şahsî hakların baskın olduğu
cezadan veya diğer cezaların uygulanmasına imkân
belirterek bütün kurumlarını adalet esasına oturt-
vermeyen ölüm cezasından başlanır. Farklı suçla-
mayı amaçlamıştır. Hz. Peygamber ve ashap devri
rın cezası aynı neviden ise en ağır olanın uygulan-
bu çizgideki uygulama örnekleriyle doludur.(…)
ması yeterli görülmüştür. Ancak İslâm hukukçuları
d) Suç - Ceza Dengesi. İslâm ceza hukukunda suç genelde, şahsî haklara ilişkin cezaların ayrıca ve
ile karşılığında verilecek ceza arasında mâkul bir öncelikle uygulanması görüşündedirler.(…)(1)
dengenin mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Ce-
(1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
zalandırma asıl amaç değil zarureten başvurulan
bir çaredir. Bu sebeple cezalar ancak zaruret öl-
çüsünde belirlenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Bir Cezaların Tasnifi ve Çeşitleri.
kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür” (eş- İslâm hukukunda (…) cezaların en çok bilinen
Şûrâ 42/40) hükmü, tecavüzlere sadece misliyle tasnifi, şâri‘ tarafından belirlenip belirlenmediği-
karşılık verilmesinin gereğine (el-Bakara 2/194) ne göre yapılan ve suçun çeşidini de dikkate alan
ve dolayısıyla suç - ceza dengesinin tesisine işaret aşağıdaki ayırımdır:
etmektedir.(…)
a) Had. Allah hakkı yani toplumun hakkı olarak
e) Cezalandırmada Adalet ve Hakkaniyet. yerine getirilmesi gerekli, miktar ve keyfiyeti
Kur’an ve Sünnet’te belirlenen kısas ve had ce- belirli ve sınırlı cezaî müeyyidedir. Kur’an’da bu
zaları, işlendiği sabit olan suçlar için verilme- grupta dört cezadan bahsedilir.
si zorunlu olan, azaltma veya başka bir cezaya Bunlar zina edene 100, iffetli bir kadına zina if-
tahvil etme konusunda hâkime takdir hakkının tirasında bulunana seksen sopa (celde) vurulması
verilmediği tek seçimli cezalardır. Bu cezaların ve ayrıca şahitliğinin kabul edilmemesi (en-Nûr
haksız yere verilmesi telâfisi imkânsız yaralar 24/2, 4-5), hırsızın elinin kesilmesi (el-Mâide
açacağından ilgili naslar ve bu paralelde gelişen 5/38), silâhlı gasp, yol kesme ve eşkıyalık gibi
hukuk doktrini suçların oluşmasında, ispatında, anarşik suçları işleyenlerin öldürülmesi, asılma-
cezayı düşüren sebepleri işletmede suçlu lehine sı, el ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya sürgün
titizlik göstermiş, şüphe ve tereddütten sanığın edilmesi (el-Mâide 5/33-34) cezalarıdır. Zina
faydalanacağını genel bir ilke olarak benimsemiş, eden kimsenin bekâr olması halinde 100 sopa,
böylece cezalandırmada adaleti sağlamıştır. Hz. evli olması durumunda taşlanarak öldürülme
Peygamber’in, “Elinizden geldiği ölçüde müslü- (recm) cezasına çarptırılması şeklindeki ayırım ile
manlardan cezaları kaldırınız. Eğer onun için bir zina eden bekârın ayrıca belli bir müddet sürgün
çıkar yol varsa hemen salıveriniz. Devlet başkanı- edilmesi (Buhârî, “Hudûd”, 21, 30-32; Ebû Dâvûd,
nın affetmede hata etmesi, cezalandırmada hata “Hudûd”, 23-25), şarap içene, sayısı tartışmalı ol-
etmesinden daha hayırlıdır” (Tirmizî, “Hudûd”, 2; makla birlikte sopa vurulması (Buhârî, “Hudûd”,
Şevkânî, VII, 118) meâlindeki hadisi sanık lehine 2-4; Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 36), irtidad edenin öl-

302
Vadi-i Hamuşan
dürülmesi (Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 1; Şevkânî, VII,
216 vd.) cezaları ise Hz. Peygamber’in emir ve uy-
gulamaları ile sabit olmuş, sonraki asırlarda da bu
şekilde uygulanmıştır.(…)
b) Kısas. Kasten yaralama, sakat bırakma ve öl-
dürme olaylarında suçlunun, işlediği fiile denk bir
ma, tehdit, nasihat, tazmin ve malî ceza şeklinde
verilebileceğini kabul ederler. Ancak hangi suç için
hangi cezanın uygulanacağı ve bunun üst sınırının
ne olacağı, ta‘zîren ölüm cezasının cevazı gibi ko-
nularda farklı görüşler vardır.(1)
C
(1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
ceza ile cezalandırılması ilkesine kısas denir. Kı-
sas canda (kısâs fi’n-nefs) ve uzuvda (kısâs mâ dû- Cezanın Düşmesi
ne’n-nefs, kısâs fi’l-etrâf) olmak üzere iki bölüme
Suçlunun ölümü bedenî ve şahsî cezaları düşürür-
ayrılmakta olup her iki şekli de Kur’an’da düzen-
se de malî cezaları düşürmez, terikesinden ödenir.
lenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm kısasın farz kılındığını
Suçun ve suçlunun cezalandırma için gerekli şart-
ve kısasta hayat olduğunu (el-Bakara 2/178-179),
ları taşıması halinde af, tövbe ve zaman aşımının
Tevrat’ta da kısasın emredildiğini (el-Mâide
cezanın düşmesinde ne derece rol oynayacağı
5/45), adam öldürmede maktulün velîsine kısası
hususu tartışmalıdır. Kısas ve diyet, maktulün
isteme yetkisi verildiğini (el-İsrâ 17/33), maktu-
yakınlarının affetmesiyle veya anlaşma ile düşer.
lün velîsi tarafından katilin affedilmesi halinde
Hadlerde ise toplum hakkı esas olduğundan kural
(el-Bakara 2/178) veya hataen adam öldürmeler-
olarak af ve sulh söz konusu değildir.(…)(1)
de (en-Nisâ 4/92) diyet ödeneceğini belirtmekte-
dir. Yine Kur’an, kasten adam öldürenin âhirette (1) DİA; [CEZA – Ali Bardakoğlu] c. 07; s. 470-478;
de uzun süre cehennem azabı ile cezalandırılaca-
ğını (en-Nisâ 4/93), hataen adam öldürenin kefâ- Cezbe
ret olarak diyetten başka bir mümin köleyi âzat
a. Ruhun coşku, hayret ve sevince kapılarak, sanki
etmesi gerektiğini (en-Nisâ 4/92) bildirmektedir.
bedenden ayrıymış, hariç bulunuyormuş, ce-
Cinayetlerde kısas aslî ceza, diyet ise bedel ceza
setten çıkıyormuş gibi olması, heyecana gelme-
yani bir nevi tazminattır. Kefâret cezaî yönü de
si, kendinden geçmesi, vecit.(1)(4)(6)(8)
olan ek bir yükümlülüktür. Hadiste ayrıca, vârisi
olduğu kişiyi öldüren kimsenin mirastan mahrum b. Allah’ın kulunu manen kendi huzuruna çekme-
olacağı hükmü ek bir ceza olarak getirilmiştir (Tir- sinden doğan coşkunluk, kendinden geçmesi,
mizî, “Ferâiz”, 17). Kısas ve diyet şahsî hakların vecd, istiğrak hali.(1)(2)(3)(8) Allah’ın inayetiyle
hâkim olduğu cezalardır.(…) kulun çaba göstermeden ve zahmet çekmeden
hakka doğru olan menzilleri katetmesidir. Di-
c) Ta‘zîr. Had ve kısas cezası dışında kalan, yani
ğer bir deyişle Hakk’ın, ezeli inayeti ile kulun
naslarla belirlenmemiş olup takdir ve tayini kanun
bir çabası olmaksızın kulunu kendisine doğru
koyucuya bırakılmış bulunan cezalardır. Kur’an
çekmesi ve yaklaştırmasıdır. Cezbe yolu enbiya
ve Sünnet temel bazı suçlar için zaruri ve sınırlı
ve evliyanın yoludur.(5)(7) Tasavvufta hakikate
ölçüde cezaî müeyyide getirmiş olduğundan ge-
erişmek aşk ile cezbeye gelmek vasıtasıyla ger-
nelde dinî ve ahlâkî esasların korunması, hukuk
çekleşir. Derviş cezbe ile varlığını yok etmeli-
düzeninin ve içtimaî disiplinin ihlâlinin önlen-
dir.(6) Tarikat ehline göre, Allah’tan gelen bir
mesi, gerekiyorsa bunu sağlayacak cezaî tedbir ve
cezbe, bütün insanların ameline bedeldir.(8)
müeyyidelerin geliştirilip uygulanması, müslüman
toplumların kendi devir ve şartları içinde takdir ve (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tayin edecekleri bir husus olup devlete bu yönde (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
geniş bir görev ve yetki alanı bırakılmıştır. Haddi (3) DİA;
gerektiren suçların dışında kalan fiillerin ne dere- (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ce suç olduğu ve hangi tür müeyyide ile cezalan- (5) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
dırılacağı İslâm’ın genel ilke ve gayeleri doğrultu- (6) Pala, İskender. a.g.e.
sunda belirlenir ve uygulanır. İslâm hukukçuları (7) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
bu grup cezaların ölüm, celde, hapis, sürgün, kına- (8) Akay, Hasan. a.g.e.

303
Vadi-i Hamuşan
Cezbelenmek yoluyla peygamberlere getirmekle görevli olanı,
Cezbeye tutulmak, coşkuyla kendinden geçmek. Cebrail.(1)(2)(3)(4)
(1)(2)
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cezbike Ana Türbesi-Ortaasya


Cicaz
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24
Şeytan.(1)

Cezzar (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

a. Çok öldüren, kan dökücü, zalim, gaddar, acıma-


sız.(1)(2)(3) Cife

b. Düşman öldüren, kahraman.(1) a. Kokmuş ceset, leş, lâşe.(1)(2)(3)


b. Kokmuş bir ceset gibi iğrenç olan şey veya kim-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
se.(1)(4)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Chauchilla Mezarlığı – Peru
(4) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 25
Yaklaşık 700 yıl boyunca kullanılan Chauchilla
Mezarlığı, Nazca insanlarının gelişmiş mumyala-
Ciğer Baba Türbesi-Makedonya
ma tekniklerini gözler önüne sermektedir. Mezar-
lıkta bulunan bedenlerin büyük kısmının saçları, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 603
bazılarının ise derileri hâlâ korunmaktadır.
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- Ciğer Dede Türbesi-İzmir
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 279
mezarlik-733955

Cibillat Ciğı

Yaratılışlar, tıynet, huy, cibilliyet.(1)(2)(3)(4)(5) Do- a. Cin.(1)


ğuştan getirilen davranışlar.(2) b. Savaşan tarafların da kendi aralarında savaşan
cinleri.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Erginli, Zafer. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Cihad
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
a. Savaş,(8) İslâm dininde kutsal savaş, İnsanların
İslamiyet’i işitmeleri ve Müslüman olmakla
Cibali Baba (Cebe Ali Hz.) Türbesi-İstanbul şereflenmeleri, İslâm nizamını yeryüzünde hâ-
(1) Adresler. a.g.e., kim kılmak, yüceltmek ve bu nizamı savunmak
(2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 69 maksadıyla veya Müslümanların dinine, vata-
nına ve namusuna saldıran düşmanı defetmek,
şerlerinden korunmak için, kâfirlerle din uğ-
Cibril runda ve Hak yolunda, Allah rızası için yapılan
Dört büyük melekten Allah’ın emirlerini vahiy muharebe, savaş, gaza.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)

304
Vadi-i Hamuşan
b. Tasavvufa göre, salikin nefsini dizginlemesi
için vermiş olduğu mücadele, bu amaçla çekilen
çile.(8) İbadet, ahlak ve beşeri münasebetler ko-
nusunda titiz davranarak Allah’ın sevgili kulu
olabilmek için çalışmak, çabalamak, kendi ben-
liği ve nefsi ile mücadele etmek.(4)
şı ve nasıl cihad yapılacağına dair çeşitli hadisler
de vardır.
“Mücahid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizî, “Feżâi-
lü’l-cihâd”, 2); “Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder”
(Müsned, III, 456); “Müşriklere karşı mallarınız,
nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin” (Müsned,
C
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. III, 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17); “Cihadın en
(2) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemek-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. tir” (Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 17; Tirmizî, “Fiten”,
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 13) meâlindeki hadislerle Hz. Peygamber’in, üm-
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. metin içinde yapmayacakları şeyleri söyleyen ve
(6) DİA; [CİHAD - Ahmet Özel] c. 07 s. 527-531; [Cİ- emrolundukları şeyleri yapmayan nesiller ortaya
HAD - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 531-534 çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad
(7) Akay, Hasan. a.g.e. ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihad eder-
(8) Uludağ, Süleyman. a.g.e. se o mümindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse
o mümindir” (Müslim, “Îmân”, 80) demesi, sava-
şa çıkmakta olan İslâm ordusuna katılmak için
Cihad Düşüncesi
gelen birine annesinin ve babasının hayatta olup
Nefisle mücadele, İslâm’ı tebliğ ve düşmanla sa- olmadığını sorarak hayatta olduklarını öğrenmesi
vaşma anlamında kullanılan terim. üzerine, “O halde onlara hizmet yolunda -nefsin-
Arapça’da “güç ve gayret sarfetmek, bir işi başar- le- cihad et” (Buhârî, “Cihâd”, 138; Müslim, “Birr”,
mak için elinden gelen bütün imkânları kullan- 5) buyurması ve Hz. Âişe’nin, “Ey Allah’ın resulü!
mak” mânasındaki cehd kökünden türeyen cihad, Görüyoruz ki cihad amellerin en faziletlisidir; öy-
İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre leyse biz de cihad etmeli değil miyiz?” diye sorma-
yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip sı üzerine, “Sizin için cihadın en faziletlisi makbul
kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, hacdır” (Buhârî, “Cihâd”, 1) şeklinde cevap verme-
nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” si, cihadın gerek kapsamını gerekse yöntemlerini
şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında fıkıh göstermesi bakımından önemlidir.
terimi olarak daha çok müslüman olmayanlarla Buna göre cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kul-
savaş, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme ça- luk etmek, Allah ve Resulü’nün koyduğu ölçülerin
bası için kullanılmıştır. fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmak-
Cihad Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bun- tan İslâm’ı diğer insanlara tebliğe, İslâm ülkesini
dan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geç- ve müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara
mektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaş-
ise iki âyette zikredilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, maya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp,
Mucem, “chd” md.). Bu âyetlerin bir kısmında dil, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun ortaya konul-
(meselâ bk. et-Tevbe 9/41, 44, 81, 86) cihad ke- duğu her vasıta ile yapılabilmektedir.
limesinden doğrudan savaşın kastedildiği anla- Hukukçular, ilgili âyet ve hadislerden hareketle
şılmakta, bir kısmında da cihad “Allah’ın rızâsına cihadı bu en geniş anlamıyla ele alıp yorumlama-
uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklinde özetle- ları ve nefse, şeytana, fâsıklara ve inanmayan-
nebilecek olan genel anlamıyla geçmektedir. lara karşı olmak üzere kısımlara ayırmaları ya-
Cihadla ilgili birçok hadis mevcut olup (bk. Wen- nında (meselâ bk. İbn Rüşd, I, 259; İbn Kayyim,
sinck, Mucem, “chd” md.) bunlar bazı müstakil Zâdü’l-meâd, II, 39-40; Şevkânî, VII, 236), genel
eserlere konu olduğu gibi hadis mecmualarında olarak “gayri müslimlerle savaş” şeklindeki özel mâ-
da “kitâbü’l-cihâd” veya “fezâilü’l-cihâd” başlıkları nasını ön plana çıkararak “Allah yolunda can, mal, dil
altında toplanmıştır. Genel anlamda cihaddan ve ve diğer vasıtalarla savaşta elden gelen güç ve gayreti
faziletinden bahseden hadisler yanında kime kar- sarfetmek” şeklinde tarif etmişler (Kâsânî, VII, 97;

305
Vadi-i Hamuşan
İbn Âbidîn, IV, 121), bu anlamdaki cihadla ilgili harbi mutlak olarak emreden âyetlerle neshe-
hükümler üzerinde geniş olarak durmuşlardır. dildiğini ileri sürerler.
Normal şartlarda cihadın farz-ı kifâye, umumi 2. Hz. Peygamber’in, “İnsanlarla, ‘Allah’tan başka
seferberliği (nefîr-i âm) gerektiren bir tehlike ve ilâh yoktur’ demelerine kadar savaşmakla em-
saldırı halinde ise farz-ı ayın olduğu konusunda rolundum” (Buhârî, “Îmân”, 18; Ebû Dâvûd,
müslüman hukukçular görüş birliği içindedirler. “Cihâd”, 104) meâlindeki hadisi de gayri müs-
Ancak Şîa’dan Ca‘feriyye mezhebine göre İslâm’ı limlerle savaş sebebinin onların küfrü oldu-
tebliğ için düşman ülkesine yönelik olarak yapılan ğunu göstermektedir. Çünkü burada ancak
cihad, ancak mâsum imamın veya onun özellikle onların müslüman olmaları ile savaştan vazge-
bu konuda yetkili kıldığı nâibinin iznine bağlıdır. çileceği belirtilmiştir.
Gaybet zamanında bu anlamda cihad söz konusu 3. Küfür büyük bir suç ve aynı zamanda “mün-
değildir. Düşmanın İslâm ülkesine saldırması ha- ker”in en kötüsüdür. Bu sebeple onun devam
linde ise herhangi bir izne bağlı olmaksızın karşı etmesine izin vermek câiz değildir. Zira “mef-
konulur. (…) sedet”in ortadan kaldırılması vâciptir; Allah’ı
Müslüman hukukçular, genel olarak cihadın an- inkâr ise mefsedetin en büyüğüdür.
lamı ve hükmü yanında kâfirlere karşı cihadın Savaşın mubah olmasını, inanmayanların müslü-
hukuken meşrû olmasının sebepleri üzerinde de manlara karşı harp açmalarına, düşmanlık ve teca-
etraflıca durmuşlardır.(…) vüzde bulunmalarına bağlayan Hanefî hukukçula-
İslâm hukukçuları, Kur’an ve Sünnet’te belirtilen rının dayandıkları deliller de şunlardır:
esaslara göre gerek savaş öncesi ve savaş esnasın- 1. “Müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlar-
da, gerekse sonrasında uyulması gereken kuralla- sa siz de onlarla topyekün savaşın” (et-Tevbe
rı kendi zamanlarındaki şartlar çerçevesinde en 9/36); “Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız
ince ayrıntılarına kadar inceleyip tesbit ettikleri Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazge-
gibi harbin meşrûluğu meselesini de tartışmışlar- çerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir
dır. (…) düşmanlık yoktur” (el-Bakara 2/193) meâlin-
Buna göre İslâm hukukçularının çoğunluğu, sa- deki âyetlerin ilkinde İbnü’l-Hümâm’a göre
vaşın meşrûiyet sebebinin düşmanın tecavüzü müşriklere karşı girişilen savaş onların müslü-
olduğunu, müslümanlara karşı savaşmayanlarla manlara savaş açmaları sebebine dayandırılmış,
savaşmanın ve sadece Müslümanlığı benimse- ikincisinde ise savaş, gayri müslimlerin güç ve
mediği için bir insanı öldürmenin câiz olmadığını hâkimiyetlerini zayıflatarak müslümanları din-
belirtmiştir. leri hususunda fitneye düşürmelerine engel ol-
Şâfiîler’le onları destekleyen bazı fakihlere göre mak maksadıyla emredilmiştir (Fethu’l-kadîr,
müslümanlardan veya antlaşmalı kimselerden V, 189). Esasen savaşı ilk emreden, “Size savaş
başkası kalmayıncaya kadar mümkün oldukça sa- açanlarla Allah yolunda siz de savaşın, ancak
vaşın sürdürülmesi gereklidir. Bu hukukçuların da- aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sev-
yandığı başlıca deliller şunlardır: mez” (el-Bakara 2/190) meâlindeki âyet de sa-
1. “Haram aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri vaş sebebinin yine savaş olduğunu göstermek-
nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, tedir (Debûsî, vr. 454b; İbn Teymiyye, s. 123).
hapsedin, bütün geçit yerlerini tutun” (et-Tev- 2. Hz. Peygamber savaş sırasında bir kadının
be 9/5) meâlindeki âyet müslüman olmayan- öldürülmüş olduğunu görünce, “Bu kadın sa-
larla savaşmayı, herhangi bir tecavüze karşılık vaşmıyordu” diyerek hoşnutsuzluğunu ifade
verme şartına bağlamaksızın mutlak şekilde etmiş, öncü birliklerin başında bulunan Hâlid
emretmekte ve harp sebebinin küfür olduğunu b. Velîd’e haber göndererek kadın ve çocukla-
göstermektedir. Bu görüşü benimsemiş olan- rın öldürülmemesini emretmiştir (İbn Mâce,
lar, müslümanlara kendileriyle savaşanlarla sa- “Cihâd”, 30; Hâkim, II, 122; Beyhakī, IX, 91). Bu
vaşmalarını emreden âyetin (el-Bakara 2/190) olay, yalnız kâfirlerin kötülüklerini ve müslü-

306
Vadi-i Hamuşan
manlar üzerindeki her türlü olumsuz tesirlerini
önlemek için savaşılacağını gösterir (Serahsî, X,
5). Eğer savaşın sebebi küfür olsaydı kâfir ka-
dınların da öldürülmesi gerekirdi. Kadın fiilen
savaşmadığı için öldürülmesinin haram oldu-
ğu anlaşılmaktadır. Bunun gibi, dinden dönen
hem kâfir hem de müslüman için sabit olduğu
hususunda hukukçular arasında görüş birliği
mevcuttur. İnsan ancak işlediği bir suç sebebiy-
le öldürülebilir” (Debûsî, vr. 454ª).
6. Kur’ân-ı Kerîm’de, kendileriyle savaşılan Ehl-i
kitabın cizye vermesi halinde onlarla savaştan
C
kadının öldürülmemesiyle ilgili hüküm de ka- vazgeçilmesi emredilmiştir (et-Tevbe 9/29).
dının muharip sayılmamasıyla izah edilmiştir Savaş onların küfrüne ceza olarak meşrû kı-
(Debûsî, vr. 202ª-b; Radıyyüddin es-Serahsî, vr. lınmış değildir; maksat onların müslümanlarla
408b). Aynı sebebe bağlı olarak savaşta çocuk, barış içinde yaşamalarını sağlamaktır (a.g.e.,
yaşlı, kör ve hastalarla din adamları ve çiftçiler vr. 203ª). Bundan dolayı muharip kâfir (harbî),
gibi savaşamayan veya fiilen muharip olmayan- zimmî statüsüne girmeyi kabul edip fiilen sa-
ların da öldürülmeyeceği hükme bağlanmıştır. vaşı terkettiği takdirde katlini gerektiren sebep
3. Kalple ilgili bir durum olan inanmamanın za- ortadan kalktığı için öldürülmemektedir (a.g.e.,
rarı başkasına dokunmadığı için cezasının da vr. 209ª; Radıyyüddin es-Serahsî, vr. 70b). Eğer
dünyada değil âhirette verilmesi gerekir. An- müslüman olmayanlarla savaşın sebebi küfür
cak inanmayan kimse müminlere savaş açtığı olsaydı savaşın son bulması için âyette onların
takdirde küfrünün zararı mâsum insanlara do- zimmî olmalarıyla yetinilmez, İslâmiyet’i kabul
kunmuş olacağından kendisine karşılık vermek etmeleri şart koşulurdu.(…)
vâcip olur (Debûsî, vr. 454ª; Radıyyüddin es-Se- İslâm’ın bu hayat anlayışı Kur’ân-ı Kerîm’de, “De
rahsî, vr. 381b; Kâsânî, IV, 3; Zeylaî, VI, 104). ki, şüphesiz benim namazım da ibadetlerim de ha-
4. “Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın yatım da ölümüm de âlemlerin rabbi Allah içindir”
oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse (el-En‘âm 6/162) şeklinde dile getirildiği gibi bir
artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşman- başka âyette de, “İman edenler Allah yolunda sa-
lık yoktur” (el-Bakara 2/193) meâlindeki âyet, vaşırlar, inkâr edenler ise şeytanın (tâgūt) yolun-
harbin meşrû kılınmasındaki maksadın kulla- da savaşırlar” (en-Nisâ 4/76) denilmiştir.(…)(1)
rın Allah tarafından imtihan edilmeleri değil (1) DİA; [CİHAD - Ahmet Özel] c. 07 s. 527-531; [Cİ-
düşmanın şerrini müslümanlardan defetmeleri HAD - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 531-534
olduğunu göstermektedir (İbnü’l-Hümâm, V,
190). Buna göre savaş, ilâhî teklife muhatap ve Cihad Kapısı
onu yüklenmeye uygun bulunan insanın yok
Cennet kapılarının adlarından biridir.(1)
olmasına veya bünyesinin tahrip edilmesine
yol açtığından İslâm hukukunda “li-aynihî ha- (1) Kesir, İbn, Ölüm Ötesi Tarihi, Kıyamet Âhiret Cen-
net Cehennem, s. 400
sen” değil “li-gayrihî hasen” kabul edilmiş, düş-
manın üstünlük ve mukavemetini kırmak, bu
suretle şerrini defetmek için meşrû kılınmıştır Cihan-Aferin
(Debûsî, vr. 200b; Radıyyüddin es-Serahsî, vr. Âlemi, cihanı, dünyayı yaratan; Allah.(1)(2)(3)(4)
381b; Kâsânî, VII, 100). (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
5. İslâm’a göre prensip olarak insan mâsumdur (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(İbn Kayyim, Ahkâmü ehli’z-zimme, I, 11). Al- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
lah mahlûkatın yok edilmesini murat etmediği (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
gibi onları öldürülmeleri için de yaratmamıştır.
Debûsî bu hususta şöyle der: “Allah, emanetini
Cihân-ı Biçuni
yüklenecek olan insanı kanı mâsum olarak ya-
ratmıştır; insan bu mâsumiyetle yaşar ve ilâhî a. Sebepsiz dünya.(1)
emaneti bunun sayesinde yüklenip ifa edebilir. b. Ruhani dünya.(1)
Dinin temel esasları konusunda sorumluluğun (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

307
Vadi-i Hamuşan
Cihan-ı Can Cihangir Türbesi-Pakistan
Ruhlar âlemi.(1)(2) (1) DİA, Cilt. 7 s. 539

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Cihangirbey Türbesi-Mardin
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 23,
Cihân-ı Gayb (2) Koçoğlu, Yusuf. “Mardin İli’nin Turizm Potansiye-
li.” Yük. Lis. Tz. Fırat Ün. Sos. Bilm. Enst. Elazığ
Bilinmeyen dünya, öteki dünya.(1)
(2006). s. 44
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Cihanoğlu Türbesi-Aydın
Cihan-ı Halk (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 23
a. Yaratılmışlar âlemi.(1) Mahlûklar âlemine genel
olarak cihan veya cihan-ı halk denir ve emir dün- Cihaz
yasının mukabilinde kullanılır.(1)
a. Ölünün kefeni.(1)(4)
b. Varlıklar şeklinde, belirtiler suretinde ortaya b. Cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, kaldırıl-
çıkan zuhur, tecelli mertebesi.(1)(2) ması için gerekli olan malzeme.(2)(3)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. c. Tarikatlarda kullanılan taç, hırka, kemer gibi
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. eşya.(3)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Cihan-ı Subhani (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Lâhut âlemi, en yüce melekût, melekût-i âlâ.(1)(2)
(4) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Cihet-i Bedeniyye
Yapılması için eğitimine gerek olmayan kayyum-
Cihan luk, ferraşlık, türbedarlık gibi hizmetler.(1)
a. Dünya, yeryüzü.(2)(4)(5)(6) (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
b. Yaratılmış olan şeylerin bütünü, evren, âlem,
kâinat, kosmos.(2)(3)(4)(5)(6) Cildin tazelenmesi
c. Dünyada yaşayan insanların hepsi, bütün in- Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın ayetlerine karşı nan-
sanlar, herkes.(2)(3) körlük edenlerin, pek yakında bir ateşe sokula-
d. Başlı başına kendine has özellikleri olan âlem.(3) cakları, ateşte ciltleri, yani derileri yanıp piştikçe,
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
azâbı tatmaları için kendilerine yeni deriler verile-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ceği belirtilmektedir.(1)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 390
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Cimcime Sultan Türbesi-Erzurum
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 23,
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 43
Cihandan el çekmek
Ölmek.(1)(2) Cimcime Sultan Türbesi-Ankara
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 44,,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 142

308
Vadi-i Hamuşan
Cimpir
Cin, hortlak.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cin
(9) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(10) Akay, Hasan. a.g.e.
(11) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(12) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(13) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 405-406;
(14) Erginli, Zafer. a.g.e.
C
a. Ateşten yaratılmış -ateşin alev kısmından-, beş
duyu organıyla idrak edilemeyen, ancak insan- Cin Düşüncesi
lar gibi yiyip içebilen, evlenip çoğalabilen ve ila-
Duyularla idrak edilemeyen ve insanlar gibi ilâhî
hi emirlere uymakla yükümlü olan, latif cisim-
emirlere uymakla yükümlü tutulan varlık türü.
lerden ibaret, insan ölçülerinin üstünde akla
sahip olan ruhani varlıklardır. Mümin ve kâfir Sözlükte “örtmek, örtünmek, gizli kalmak” anla-
olanları vardır. Çeşitli biçimlere girerek, ancak mındaki cenn kökünden türeyen bir isim olup te-
kendileriyle ilgi kuranlara veya istedikleri kim- kili olan cinnî “örtülü ve gizli şey” mânasına gelir.
selere göründüklerine ve olağanüstü sayılan Terim olarak “duyularla idrak edilemeyen, insan-
bazı işleri yapacak güce sahip bulunduklarına lar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilâhî emir-
inanılmaktadır. Cin, kelime olarak çevik yılan, lere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kâfir
alev, delilik, göze görünmezlik, örtme gibi an- gruplarından oluşan varlık türü” anlamına gelir.
lamlarla da ilgilidir. Yaratık, mahlûk, ecinni.(1) Cinlerin atalarına cân adı verilir. Gul, ifrit gibi
(2)(3)(4)(5)(6)(8)(9)(10)(11)(12) çeşitli türlerden oluştuğu kabul edilen cinler eski
b. Masallarda geçen ve kimi inanışlara göre, doğa- Araplar’da bazan hin kelimesiyle ifade edilmiştir.
üstü güçlere sahip iyilik ve kötülük de yapabi- Farsça’da cin karşılığında perî ve dîv kelimeleri
len yaratık.(4)(7) kullanılır.(…)
c. Akıllı ve zeki kişi.(4) Cin kelimesinin melekleri de kapsayacak şekil-
d. Maddeden mücerred, soyutlanmış varlıklar, şe- de insan türünün karşıtı olan görünmez varlıklar
kil ve surete sahip olabilen, aydınlık nur sahibi için kullanılan genel bir anlamı da vardır. Kur’ân-ı
ruhanî ayırt edici akıllardır. Bunlara “melâi- Kerîm’de İblîs’in melekler arasında zikredilme-
ke” [melekler] denir. Yer kaplamazlar, hiçbir si (el-Bakara 2/34) bundan kaynaklanmaktadır.
mekânda bulunmazlar. Hususi bir şekilleri “Görünmeyen varlık” anlamında her melek cindir,
yoktur. Eğer bir şekil içinde ortaya çıkarlarsa, o fakat her cin melek değildir. Bununla birlikte İs-
ince ve latif bir sırdır. Buna göre nâri hammad- lâm âlimleri meleklerin cinlerden ayrı bir tür ol-
desi ateş olan ruhanî kuvvetlere cin denir.(14) duğunu belirterek cin kelimesinin insan ve melek
İslâm bilginlerinden bir kısmına göre cinn, göz- dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak
den gizli varlıklara denir. Bu anlamıyla bütün kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir (Râgıb
ruhsal varlıklar yani melekler, ruhlar, şeytan- el-İsfahânî, el-Müfredât, “cin” md.).
lar, cinn tabiri içine girer. Buna göre melekler el-Cin adıyla müstakil bir sûrenin bulunduğu
de cin grubundadır. Fakat bir kısım bilginlere Kur’ân-ı Kerîm’de cinne, cân ve cin kelimeleri geç-
göre melekler cinlerden ayrı bir gruptadır.(13) mektedir. Bunlardan “delilik” anlamındaki cinne
üç yerde “cin topluluğu”, cân iki yerde “yılan”, beş
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
yerde “cin” anlamına gelmektedir. Yirmi iki yer-
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
de geçen cin kelimesi de melek ve insan dışında-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ki üçüncü varlık türü karşılığında kullanılmıştır
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(bk. M. F. Abdülbâkī, Mucem, “cân”, “cin”, “cinne”
(5) DİA; [CİN - M. Süreyya Şahin] c. 08; s. 8-10; [CİN
- Ahmet Saim Kılavuz] c. 08; s. 10-11 md.leri).
(6) Pala, İskender. a.g.e. Cin kelimesi sözlük ve terim mânalarıyla çeşitli
(7) Püslüllüoğlu, Ali. a.g.e. hadislerde de yer almaktadır (bk. Wensinck, Mu-
(8) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. cem, “cnn” md.).

309
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgilere göre cinler alma yollarını konu edinen ve “ilmü’l-azâim” adı
de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için ya- verilen bir ilim dalı da teşekkül etmiştir. Bu işlerle
ratılmıştır. Cân insan türünün mevcudiyetinden meşgul olanlara Türkçe’de cinci denilmiştir.
önce yakıcı ve her şeye nüfuz edici ateşten (nâr-ı İslâm kaynaklarında cinlerin mahiyeti ve mevcudi-
semûm, mâric) halkedilmiştir. yeti, özellikleri, insanlarla ilişkileri, peygamberle-
Cinlere de peygamber gönderilmiş, bir kısmı iman ri, âhiretteki durumları gibi hususlar onlarla ilgili
etmiş, bir kısmı kâfir olarak kalmıştır. Son pey- tartışmaların ana konularını oluşturmuştur.(…)
gamber Hz. Muhammed insanlara olduğu gibi Kelâm âlimleri (…) cinlerin mahiyeti konusunda
cinlere de ilâhî emirleri tebliğ etmiştir. farklı görüşler benimsemişlerdir. Bunları iki nok-
Cinler insanlara nisbetle daha üstün bir güce sa- tada toplamak mümkündür.
hiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri ka- 1. Cinler kendi başına kaim olan gayri maddî cev-
tedebilir, insanlarca görülmedikleri halde onlar herlerden oluşur.(…)
insanları görür, insanların bilmediği bazı husus-
2. Cinler maddî cevherlerden oluşur.(…)
ları bilirler; fakat gaybı onlar da bilemezler. Gök-
teki meleklerin konuşmalarından gizlice haber Kur’an’da verilen bilgilere dayanılarak cinlere
almak isterlerse de buna imkân verilmez. Evlenip peygamber gönderildiği noktasında İslâm âlimleri
çoğalırlar. arasında ittifak (…) vardır.

İblîs de cinlerdendir ve insanların yanı sıra cinler- Âlimlerin çoğunluğu ise cinlere kendi türlerinden
den de yardımcıları vardır. Bazı cinler Hz. Süley- peygamber gönderilmediği, insanlara gönderilen
man’ın emrine girerek ordusunda hizmet görmüş, peygamberlerin aynı zamanda cinlerin de pey-
mâbed, heykel, büyük çanak, kazan gibi nesnele- gamberleri olduğu görüşündedir.(…)
rin yapımında insanlarla beraber çalışmışlardır. İslâm âlimlerine göre cinler mutlak gaybı bilme-
Hadislerde de cinlerle ilgili bazı bilgilere rast- mekle birlikte uzun süre yaşadıkları ve melekler-
lanmaktadır. Her insanın yanında bir cin bulun- den haber sızdırabildikleri için insanların bileme-
duğunu, cinlerin müminlere vesvese vermeye diği bazı hususlara vâkıf olmaları mümkündür.
çalıştıklarını, ancak Kur’an okunan yerde etkile- Bunun dışında cinlere ilişkin âyetleri yorumlaya-
rini kaybettiklerini ifade eden hadislerdeki cin- rak cinlerin insanlar gibi doğan, yiyip içen, evlenip
ler, Kur’ân-ı Kerîm’de “cin şeytanları” (el-En‘âm çoğalan, ölen ve hatta insanlarla ilişki kurabilen
6/112) olarak kendilerinden söz edilen kötü cin- varlıklar olduğu âlimlerin çoğunluğu tarafından
ler olmalıdır. Kulak hırsızlığı yapmak suretiyle kabul edilir.(…)
gökten haber alan ve doğru yanlış öğrendiklerini İnsanların cinleri görüp göremeyecekleri hususu
arkadaşları vasıtasıyla sihirbaz veya kâhinlerin tartışmalıdır.(…)
kalplerine ulaştıran cinler de aynı grupta mütalaa Cinlerin insanlarla ilişkileri ve birbirlerine karşı
edilebilir. etkileri hususunda da âlimler arasında görüş birli-
Hz. Peygamber cinlerle konuşmuş, hatta rivayete ği yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerine göre insanlarla
göre namazını bozmaya çalışan bir cini yakalamış cinlerin birbirlerine tesir etmeleri mümkündür.
ve onu ashaba göstermek için bir yere bağlamak Zira Kur’an’da, faiz yiyenlerin kıyamet günü şey-
istemişse de daha sonra bundan vazgeçip serbest tanın çarptığı kimselerin kalkışı gibi kalkacakları
bırakmıştır. Diğer bir rivayete göre Resûl-i Ekrem belirtilmiş (el-Bakara 2/275), bir hadiste de şeyta-
geceleyin bir grup cinle bir arada bulunmuş, onla- nın insan bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaştığı
ra Kur’an okumuş, sabah olunca da durumu asha- bildirilmiştir (Buhârî, “Ahkâm”, 21, “Bedü’l-halk”,
bına anlatıp yaktıkları ateşin kalıntılarını kendile- 11).(…)
rine göstermiştir. İslâm âlimleri, cinlerden kâfir olanların cehen-
Cinlerle ilgili âyet ve hadislerin yorumu İslâm lite- nemde zemherîr (şiddetli soğuk) türünden veya
ratüründe kendine has bir yer işgal etmiş, ayrıca daha başka azap çeşitleriyle cezalandırılacağı-
cinlere ve şeytanlara tesir edip onları itaat altına nı kabul etmelerine karşılık mümin olanlarının

310
Vadi-i Hamuşan
cennetle mükâfatlandırılması konusunda farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir. Çoğunluğa göre ilâhî
buyruklara itaat eden mümin cinler cennete gire-
cektir. Ebû Hanîfe başta olmak üzere diğer bazı
âlimler ise mümin cinlerin cehennemden kurtul-
mak suretiyle mükâfatlandırılmış olacağı, fakat
koşanlar ve bu uğurda ömür tüketenler, bütün in-
sanlığın değil bir tek insanın hidayetine yetecek
kadar bilgi birikimi elde edememişlerdir. Ortaya
koydukları bazı bilgi kırıntıları ise son derece çe-
lişkili ve tutarsız şeylerden ibarettir.(…)
C
Cinlerin insan türünü etkilediği ve onların sağ-
cennete giremeyeceği ve nihayet hayvanlar gibi lığına zarar verdiği inancıyla, cin şerrine mâruz
yok edileceği görüşündedirler. A‘râfta bulunacak- kaldığı kabul edilen bazı hastaların üzerine Cin
larını söyleyenler de vardır. Cennetle ilgili olarak sûresinin kırk bir defa okunması, sûre içinde beş
Kur’an’da ve hadislerde yer alan birçok nas cinlere defa tekrarlanan “ahadâ” kelimelerinde hastaya
dair herhangi bir ifade taşımamaktadır.(…)(1) üflenmesi bazı yörelerde benimsenen bir usuldür.
(1) DİA; [CİN - Ahmet Saim Kılavuz] c. 08; s. 10-11 Ancak İslâm literatüründe bununla ilgili olarak
güvenilir herhangi bir kayıt mevcut değildir.
(1) DİA; [CİN SÛRESİ - Emin Işık] c. 08; s. 11
Cin Sûresi
Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş ikinci sûresi.(…)
Cin Tarihi
Sûrenin muhtevası Allah’ın birliği, yüceliği, giz-
li âşikâr her şeyi hakkıyla bildiği, cinler hakkında Cinlerin mahiyetleri, değişik varlık kalıplarına gi-
abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, rerek görünmeleri, barındıkları yerler, insanlarla
Kur’an vahyinin cinler üzerindeki etkisi ve âhiret münasebetleri, iyi veya kötü tesirleri, adlandırıl-
hayatının kesin olduğu gibi hususlardır. Bu gerçek- maları çeşitli ülkelerin dinî ve din dışı literatürle-
ler, sûre içindeki çok kesin ifadelerle gözler önüne rinde geniş bir yer tutar.
serilmiştir. Buna göre cinlerin de mümini, kâfiri, Eski Asurlular ve Bâbilliler arasında toplumun
iyisi ve kötüsü vardır. Allah’a inanmayan cinler de her kesiminde kötü ruh ve cinlere inanılırdı.
tıpkı insanların kâfirleri gibi cehennemin yakıtı Bâbilliler bu inançları Sumerler’den aldıklarından
olacaklardır. İnanan insanların onlardan çekinme- bu hususta kullandıkları kelimeler de Sumerce
sine gerek yoktur. Çünkü onlar, Allah’a sığınanlara idi. Asurlular’ın edimmu dedikleri kötü ruhlar, öl-
ve O’nun koruduklarına hiçbir zarar veremezler, dükten sonra kendileri için âyin yapılmaması ve
kendilerine sığınanlara da bir fayda sağlayamazlar. yeterli takdime sunulmaması yüzünden dünyaya
Zaten Kur’an geldikten sonra cinler eskisi gibi et- geri döndüğüne inanılan ölü ruhları idi. Bunların
kili olamamaktadır. Cinlerin gaybı bildikleri ve her insanlara musallat olduklarına inanılmış ve uzak-
şeyden haberdar oldukları sanılmamalıdır. Allah, laştırılmaları için çeşitli çarelere başvurulmuştu.
murad ettiği peygamberler hariç, kendi gayb bilgi- Asurlular’da ve diğer Sâmî kökenli kavimlerde
sine kimseyi muttali kılmamıştır. Âhiretteki azap yaratılışları insanlardan farklı olan cinlerin de-
ve mükâfat dahil olmak üzere Allah’ın vahiy yoluy- ğişik sınıfları bulunmaktaydı. Bunlardan utuk-
la bildirdiği her şey gerçekleşecektir. ku denilen bir grup çölde tuzak kurup insanlara
Sûrenin ilk yarısında cinlerin diliyle ifade edilmiş musallat olmak için bekleyen, denizde, dağda,
olan dinî gerçekler, ikinci yarısında ya doğrudan mezarlıkta yaşayan kötü ruhlardan oluşmaktaydı.
ilâhî ifadeler şeklinde veya Hz. Peygamber’e söy- Gallû denilen ve daha az tanınan diğer bir grup da
letilmek suretiyle tekrar dile getirilir. İlk bakışta görünüşte cinsiyetsiz cinlerden meydana gelmek-
aynı şeyleri tekrar eder nitelikte görünen bu ikinci teydi. Rabisu adı verilen başka bir cin sınıfının giz-
grup âyetin sûrede yer alışı, vahiy bilgisinin -cinle- lice dolaşıp insanlara tuzak kurduğuna inanılırdı.
rin elde ettikleri de dahil- her türlü bilgi ve habere Ayrıca labartu denilen dişi cinlerin de içinde yer
üstünlüğünü vurgulama ve sıradan bir bilgi olma- aldığı üçlü bir cin grubunun zararından özellikle
dığını belirtme hikmetine bağlı olmalıdır. Nitekim çocukları korumak için boyunlarına afsunlu tab-
ilk çağlardan beri cinlerden bilgi toplama peşinde letlerden muska asılırdı.

311
Vadi-i Hamuşan
Sâmî kavimleri arasında insana benzemeyen bu Eski Germenler’de ruhlar ve ruhlara benzeyen
cin sınıflarından başka bir de yarı insan görünü- varlıklar, hortlaklar arasında tam bir ayırım yap-
şündeki cinlere inanılmaktaydı. Birer canavar ola- mak güçtür. Germen mitolojisinde ölü ruhları
rak göründüğüne inanılan bu cinler lilu, lilitu, ar- yanında rüya ve trans halinde insandan ayrılıp
dat lili diye üç sınıfa ayrılırdı. Bunların ilki erkek, başkasına zarar veren ruhlardan da söz edilir. Evi
diğerleri ise dişi cinler kabul edilirdi. koruyan ruhlar, ırmaklarda, çaylarda, kuyularda,
Eski Mısırlılar’da, Asurlular veya Hintliler’de
ormanlarda, dağların içinde veya üstünde yaşa-
yan cinnî varlıklar da onların inançları arasın-
olduğu kadar çok sayıda ve çeşitte cin görülmez.
dadır. Bu ruhlar ve cinler yağmur, şimşek ve gök
(…) Ölüler Kitabı’nda anlatıldığına göre özellikle
gürültüsüne sebep olurlar.
yılan, timsah ve maymun şeklindeki cinler öteki
dünyaya sık sık gidebilirdi. Gökle ilgili cinler kuş Batıda olduğu gibi doğuda da ruhlar ve cinler ko-
şeklindedir. Eski Mısır halkı cinlerin delilik, sara nusu her zaman önemini korumuştur.
gibi hastalıklara sebep olduklarına, büyücülerin Çinliler’de kuei (cinler) ve shen (ruhlar veya tanrı-
cinleri kullanarak insanlara korkunç rüyalar gös- lar) telakkisi bütün Çin görünmezler âlemini kap-
terdiklerine, insanlara ve hayvanlara zarar verdik- sar. Kuei, ölünce görünen âlemden görünmeyen
lerine inanırlardı. aleme gitmiş insan ve hayvan ruhlarıdır. Bunların
Eski Yunanlılar’da daimon ikinci derecede tan- yaşayanları aldatmak, zarara sokmak için insan
rılara verilen bir isimdi. Yunan mitolojisinde bu yahut hayvan şekline girebileceklerine inanılır.
Ayrıca dağlar, ırmaklar, kayalar, ağaçlar vb. yerler-
kelime insan üstü varlıklar için kullanılır. Ancak
de oturan ya da onlarla irtibatlı olan tabiat üstü
daimonlar da insanlar ve melekler gibi Tanrı ta-
varlıklar da kuei kelimesiyle ifade edilir. Çin folk-
rafından yaratılmış, iyisi kötüsü bulunan varlıklar
lor ve literatürü cinlerin ve ruhların yaptıklarıyla
olarak görülmüştür. Batı dillerinde cin için kul-
doludur. Bu korkulan varlıklarla ilgili inançlar ge-
lanılan demon kelimesi, Tanrı ile insan arasında
niş çapta taoizm kaynaklıdır.
aracılık yapan yarı tanrı bir varlık anlamında Or-
taçağ sonlarının Latince’si yoluyla Yunanca dai- Bununla beraber Budizm Çin’e gelince bu dinde-
ki görünmeyen iyi ve kötü varlıklar inancı da buna
mondan gelmiştir. Homer bu kelimeyi theos ile eş
eklenmiştir. Çinliler cinlerin her yerde bulundu-
anlamlı olarak kullanır.
ğuna, onların ölüleri canlandırabileceklerine, me-
Greko - Romen devresinin sonlarında daimon zarları, yol kavşaklarını ve akrabalarının evlerini
Latince genius gibi genellikle yarı tanrı, yarı insan sık sık ziyaret ettiklerine inanırlar. Onlara göre
yahut ikinci dereceden ruhlar, özellikle çiftlik ve cinlerin bir kısmı Yen-lo Wang’ın emrinde cehen-
evleri, malı mülkü koruyan ruhlar için kullanıldı. nemde ölülerin cezalandırılmasında görevli olarak o
Daha sonra kelimenin anlamı değişikliğe uğradı âlemde, bir kısmı gökte, bir kısmı da ancak gecele-
ve insanları tâciz eden, onları bedenî veya zihnî yin gözükerek insanlar arasında yaşarlar.
zarara uğratan, fenalığa iten kötü ruhları ifade et- Çin’de özellikle taoist rahipleri cinlerin kötü et-
meye başladı.(…) Eski Roma’da genius (müennesi kilerinden korunmak için muskalar, tılsımlar, af-
juno) kelimesi uzun bir gelişmeden sonra bazan sun ve tütsüler, okuma ve üflemelerle ve bazı tâ-
ruhu, bazan da ölülerin ruhlarını ifade etmeye limatlarla tedbirler alırlar. Birçok zihnî ve bedenî
başladı; nihayet bu kelime evi ya da yeri koruyan hastalık cinlerden bilinir. Cin zaptetme, talihin
cin için kullanıldı. açılması için ata ruhları ve iyi ruhlarla haberleşme
Eski Slavlar’ın ruhlara ve cinlere olan inançları yaygındır.
günümüze kadar gelmiştir. Bu varlıklar rüya, has- Çin’de taoist ve Budist halk mâbedleri bu gibi işle-
talık, ev ve tabiatla ilgiliydiler. ri rahiplerin yürüttüğü merkezler olarak kullanılır.
Eski Keltler’de iyi veya kötü tabiatlı cinlere ina- Konfüçyüsçülük böyle faaliyetlere karşı çıkmıştır.
nılırdı. Bunlar mağaralarda, çukur yerlerde, or- Japonlar’da da görünmeyen varlıklar, hayvan ve
manların derinliklerinde yaşayan varlıklardı. insan ruhları, hortlak, hayaletler ve cinlerle ilgili

312
Vadi-i Hamuşan
inançlar vardır. Japonlar bu konuda Çinliler’den
etkilenmişlerdir. Genellikle tilki, porsuk gibi hay-
van ruhları şeklinde insanda etkinlik gösterdiği-
ne inanılan kötü ruhları ve cinleri çıkarmak için
çeşitli yöntemler kullanılır. Nichiren mezhebinin
böyle tedavi işlerinde ayrı bir yeri vardır. Tokyo
ya çıkıyordu. Bundahişn denilen Pehlevî dilindeki
eski bir dinî metinde cinleri ve zararlı hayvanları
Ehrimen’in (Zerdüşt zamanında Angramainyu),
yani kötü gücün (şeytan) yarattığına yer verilir.
Zerdüşt cinlere kurban kesilmesini yasaklamıştı.
Daha sonra cinlerle ilgili tasnifler yapıldı. Buna
C
yakınındaki Nakayama köyü bu konuda çok meş- göre baş cin Aesma şiddet, soygunculuk ve şeh-
hurdur. Bu köyde Nichiren mezhebine ait bir vet işlerini yürütür (İbrânîce Tobit’te Asmodoeus
mâbedde her çeşit kötü ruh ve cin tedavisi yapılır. olarak geçer). Eski İran cinleri erkek cinsiyetine
Hindistan’da en eski zamanlardan beri tanrılar, sahiptir. Ancak drujdan gelme dişi cinler de vardır.
görünmeyen varlıklar, bu arada insanlara daha Cinler karanlık ve kirli yerleri, şimdiki Hindistan
yakın varlıklar arasında cinlerle ilgili mitolojik an- Parsileri’nde görülen ve dakhma denilen ölü kule-
latımlar bulunmaktadır. En eski Hint kutsal me- lerini sık sık ziyaret ederler. Zerdüştî efsanelerde
tinleri olan Vedalar’da görünmeyen cinnî varlıklar Azhi Dahaka gibi omuzlarından iki yılan çıkan cin-
iki gruba ayrılmaktadır. İnsanlara iyi davranan bi- nî devler geçer. Zerdüştî eskatolojide Ohrmazd’ın
rinci gruptakiler gökte bulunur; düşman olanlar- (önceleri Ahura Mazda) Ehrimen’i yenmesinde
sa yeryüzünde, mağaralarda ve yer altında yaşar. cinler de yer alacaktır. Yine eski İran’da Zerdüşt
Bunlar insanlarla birlikte hayvanlara da hastalık, öncesinde kültü bulunan ve Zerdüşt’ten sonra Me-
sıkıntı ve ölüm getirirler, hatta ölüm ötesinde bile in- cûsîlik’te Zerdüştîlik’le birleştirilen Zurvanizm’de
sanların ruhlarını tâciz ederler.(…) şehvet, Âz adlı dişi bir cinle sembollendirilmişti.
Hint mitolojisindeki bhutalar, genellikle ölülerin Âz Maniheizm’e de geçmiştir.
yakıldığı yerlerde bulunduğuna inanılan cinler Türkler’in müslüman olmadan önceki inançla-
veya hortlaklardır. Kırmızı gözlü, duman gibi vü- rına göre bütün dünya ruhlarla doludur ve dağlar,
cutlu, kanlı keskin dişli ve korkunç pençeli olarak göller, ırmaklar hep canlı nesnelerdir. Tabiatın
düşünülen pisakalarla yatudhanalar ve rakşasalar her tarafına yayılmış olan bu ruhlar iyi ve kötü
bir üçlü oluştururlar. İnsanlara ölüm ve hastalık olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Tanrı Ül-
verdiğine inanılan bu varlıklardan pisakalar insan gen’in emrindeki iyi ruhlar hem onun hizmetini
yiyen cinler olarak da bilinir. Hindistan’ın kuzey- görmekte hem de insanlara yardımcı olmaktadır.
batısında bu adla anılan ve yamyam olarak bilinen Bu ruhlardan Yayık, Ülgen’le insanlar arasında
bir kabile de vardır. aracılık yapmakta, Suyla insanları korumakta ve
Pisakalar Budizm’de de geçer. Yakhalar da pisa- ileride olacak şeyleri onlara haber vermekte, Ayı-
kalar gibi Budist kutsal metninde geçen, ıssız yer- sıt ise bereket ve refah sağlamaktadır. Diğer taraf-
lerde yaşayan vahşi bir hayvan ya da kuş şekline tan yer altı dünyasının prensi olan Erlik’in emrin-
bürünerek meditasyondaki rahip ve rahibeleri ra- deki kötü ruhlar ise insanlara her türlü kötülüğü
hatsız eden, korkutan cinlerdir. Budizm’de Mara, yapmakta, onlara ve hayvanlara hastalık gönder-
kökü cin olan şeytan gibi kutsal hayatı isteyenlere mektedir. Erlik’in karanlık dünyasına mensup bu
düşman bir varlık olarak kabul edilir. Pali metin- ruhlara kara nemeler veya yekler denilmektedir ki
lerinde Buda ile Mara arasındaki mücadelelere yer yek Uygurca dinî metinlerde “şeytan” anlamında-
verilir. Onun insan veya hayvan şekline girebil- dır. Kötü ruhlar arasında daima kavga, ihtilâf ve
diğine inanılır. Böyle tek bir kötü varlık anlayışı savaş olmakta, hastalık, ölüm ve yaralar onlar ta-
Hint dinlerinde yalnız Budizm’de vardır.(…) rafından yapılmaktadır. Her türlü hastalık ve kö-
Zerdüşt eski İran’ın deva denilen tanrılarını cin tülüğün sebebi sayılan bu cinler şaman tarafından
saymıştı. Zerdüştçü düalizmde kötülüğün prensi- hasta bedenlerden uzaklaştırılmaktadır (İnan, s.
bi Gathalar’da druj (yalan) diye adlandırılmıştı. İyi- 22-72; ER, XIII, 214).
likle kötülük arasında bitmez bir mücadele vardır. İslâm öncesi Arap toplumunun inancında ruh-
Cinler bu kötü düşünceden, hile ve yalandan orta- lar âleminin, iyi ve kötü güçlerin önemli bir yeri

313
Vadi-i Hamuşan
vardı. Bazı taş ve ağaçlarda, kuyu, mağara ve ben- lür (Zekarya, 3/1-2). Bununla beraber halk inanış-
zeri yerlerde insan hayatına tesir eden varlıkların larının kutsal kitabı etkilemesine örnek olarak gö-
mevcudiyetine inanılıyordu. Ruhlar âleminin iyi rülebilecek “şedim” (kötü ruhlar, Tesniye, 32/17)
ve faydalı olanlarını meleklerle cinlerin bir kısmı, veya “lilit” (İşaya, 34/14) gibi deyimler de vardır.
kötü ve zararlı olanlarını da şeytanlar ve cinlerin Bunlardan şedim putperestlerin tanrıları Seirim
diğer kısmı teşkil ediyordu. Câhiliye Arapları cin- ile (Levililer, 17/7), lilit ise Mezopotamyalılar’ın
leri yeryüzünde oturan ilâhlar olarak kabul ediyor, Lilitus’u ile bir tutulur. Bu putperest tanrıları satir
meydana gelen pek çok olayı onların yaptığına (yarı insan, yarı keçi) ve tüylü olarak tasvir edil-
inanıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre mekteydi (İşaya, 13/21). Bunlar yahudilerce hara-
Kureyşliler, cinlerle Allah arasında soy birliğinin belerde bulunduğuna inanılan cinnî varlıklar hali-
olduğunu ileri sürüyor (es-Sâffât 37/158), cinleri ne dönüştürülmüştür. Ayrıca yine önemli iki cinnî
Allah’a ortak koşuyor (el-En‘âm 6/100) ve cinlere şahsiyet de Kippur denilen, kefâret günü günah
tapıyorlardı (Sebe’ 34/41). keçisinin salıverildiği çöllük yerlerde yaşayan ve
Câhiliye Arapları cinlerin de kabile ve gruplar ha- Levililer’de (16/8) adı geçen azazel ile kutsal kitap
linde yaşadıklarına, birbirleriyle savaştıklarına, sonrası yahudi menkıbelerinde geçen, çocuklara
fırtına gibi bazı tabii olayların cinlerin işi olduğu- saldırması ve Âdem’in ilk karısı olmasıyla bilinen
na inanıyorlardı. İnsanları öldürdüklerini, kaçır- dişi cin lilithtir (lilit’in müennesi). Eski Ahid veya
dıklarını, bazı cinlerin ise insanlara yardım ettik- yahudi kutsal kitabında ağrı ve felâket veren (II.
lerini, cinlerle evlenen insanların olduğunu kabul Samuel, 1/9), kan emici (Süleyman’ın Meselleri,
ediyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çe- 30/15) cinlerden de bahsedilir.
şitli hayvanların sûretine girdiklerine, genellikle Yahudilerde Bâbil sürgünü sonrası dinî litera-
tenha, kuytu ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, türünde cinlerle ilgili anlatımların çoğaldığı gö-
insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkları onların rülmektedir. Sonraki kutsal metinlerde, apokrif
getirdiğine, delilerin cinlerin istilâsına uğramış eserlerde ve halk menkıbelerinde, özellikle kaba-
kişiler olduğuna inanılıyordu (Câhiz, VI, 164-265; la denilen mistik gelenekte şekilsiz ve gölge gibi
Cevâd Ali, VI, 705-730). cinler, adları, özel görevleri bulunan birçok önde
Yahudilik’te Bâbil sürgünü öncesi döneminde gelen cinlerle birlikte tasvir edilmekte; yarı melek,
genel olarak melekler Mezopotamyalılar’dan, yarı insan olarak ıssız yerlerde yaşayan, geceleri
Ken‘ânîler’den geçme münferit cinnî - ilâhî var- hünerlerini gösteren varlıklar kabul edilmekteydi.
lıklar (bel, leviathan gibi) ve kavramlar olsa da bu Bunlar, bedenî ve malî felâket ve musibetlerle in-
devrede cinlere ve kötü ruhlara inancın İsrailli’nin sanları ziyaret edip onları Allah’ın yolundan saptı-
hayatında fazla bir rolü bulunmamaktaydı. An- ran varlıklar olarak düşünüldü. Böylece İran etki-
cak dış etkilerle, özellikle İran’ın düalist sistemi- siyle cinler sadece rahatsızlık, hastalık veren değil
nin tesiriyle iyi ve kötü varlıklar arasında ayırım aynı zamanda kötülüğe sevkeden kötülüğün başı
başlamış, kötü varlıklar arasında kötü cin ve ruh şeytanın emrindeki varlıklar olarak düşünülmeye
anlayışı ortaya çıkmıştır. Rabbiler devresi Yahu- başlandı. Bu temayül özellikle apokrif metinlerde
diliğinde (Rabbinik Yahudilik’te) cinler Aggada’da görülmektedir.(…)
(Haggadah) ileri derecede, Halakha’da ise nisbe- Klasik Yahudilik’teki cin kavramının genel mahi-
ten önemli bir duruma sahiptir. yetini en iyi Leviathan örneklendirebilir. Leviat-
Yahudi kutsal kitabında iyi olsun kötü olsun bü- han, Habeşliler’in yedi başlı dişi deniz canavarı,
tün ruhanî, mânevî varlıkların Tanrı’nın kontro- daha eski kökeniyle Bâbilliler’in Tiamat’ı ya da
lünde olduğu belirtilir (II. Samuel, 24/16-17). Bu Ken‘ânîler’in Lotan’ı ile eş tutulabilen bir kötülük
metinlerde şeytan bile insanların Tanrı’ya itaatleri kaynağıdır; cinnî bir çöl varlığı olan Behemoth
konusunda bir hizmetçi ve elçi olarak (Eyub, 1/6- (Eyub, 40/15) ve Rahab ile de (İşaya, 51/9; Eyub,
12; 2/1-7), yahut ilâhî mahkeme önünde onların 9/13; 89/10) yakından ilgilidir.
sınırı aştıkları noktalarda bir davacı olarak görü- Ortaçağ Yahudiliğinde ve kabalist gelenekte cin-

314
Vadi-i Hamuşan
ler önemli bir yer işgal etmişse de XVII. yüzyıldan
sonra bu literatürde geçmeyen dibbuk denilen
ayrı bir cinnî varlık anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu
varlık günahları dolayısıyla yeryüzünde dolaşma-
yıp yaşayan bir insana girerek onu saptırır. Dibbu-
ku uzaklaştırmak özel dinî âyinleri gerektirir.
mış, XV ve XVI. yüzyıllarda cinnî inançlar zirveye
çıkmış, ayrıca Avrupa’da ve daha sonra Ameri-
ka’da cadı ve büyücülük büyük bir ilgi görmüştür.
Reformcular da cin inancını kabul ettiler. Ancak
ilmî ilerlemeler sonucu Protestan ülkelerde bu
konu eski itibarını kaybetti. Bununla birlikte cin
C
Yahudilik’te şeytanın cennetten kovulması (Eyub, çıkarma, Protestanlığın bir kolu olan reforme hı-
1/2), cinlerin başına geçmesi, sonunda Mihael ve ristiyan kilisesiyle doğu kiliselerinde hâlâ uygu-
semavî ordu tarafından mağlûp edilmesi (Vahiy, lanmaktadır.(1)
12/7 vd.) önemli bir olaydır. Hz. Îsâ dönemi ya- (1) DİA; [CİN - M. Süreyya Şahin] c. 08; s. 8-10; [CİN
hudilerinin kabul ettiği diğer bir cin de Beelze- - Ahmet Saim Kılavuz] c. 08; s. 10-11
bul’dur. O cinlerin prensi idi (Matta, 10/25).
Hıristiyanlık’ta cin anlayışı Yahudilik, Manihe- Cinaiyet
izm, gnostisizm, Greko- Romen düşüncesi, yahu-
Cinayet, adam öldürme işi, hali.(2)
di apokrif ve apokaliptik geleneklerinin bir karı-
şımıdır. Ancak hıristiyan cin telakkisi daha çok (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
milâttan önce II ve I. yüzyıllardaki yahudi apokrif (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ve apokaliptik literatüründen etkilenmiş, melek- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
lerle birlikte yaşayan insan kızlarından yasak iliş-
ki sonucu bir dev sınıfı oluşup (Tekvîn, 6/2-4; Le Cinan
Livre d’Hénoch, Bâb 6-7) bunların da zamanla bir
Cennetler, uçmaklar, bahçeler.(1)(2)(3)(4)
kötü ruhlar zümresine dönüştüğü konusu, Yeni
Ahid yazarlarınca şeytan ve emrindeki cinnî top- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
luluk haline getirilmiştir.(…) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Yeni Ahid, cinlerin putperestlerin tanrıları oldu-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ğunu bildirmekteyse de (Resullerin İşleri, 17/18; I.
Korintoslular’a Mektup, 10/20; Yuhanna’nın Vah-
yi, 9/20) onların bedenî ve ruhî hastalıkların kay- Cinâyât-ı Müctemia
nağı olduğunu da açıklamaktadır (Matta, 12/28; Kişinin tek bir eylemde, bir anda, bir fiil ile müte-
Luka, 11/20). Yeni Ahid’e göre cinler insanın içine addit cinayet işlemesi. Atılan bir kurşun ile birkaç
girip hastalık yaparlar; onlar ancak Tanrı’nın adı kimsenin öldürülmesi gibi.(1)(2)
anılarak bedenden çıkarılabilir (Matta, 7/22).
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Pavlus, şeytan ve kötü güçlerin kozmik bir tiyat-
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
roda, havada, yeryüzünde ve yer altında iş gör-
düklerini, şeytanın Îsâ Mesîh’in ikinci gelişinde
kötülüğün krallığını yapacağını yazmıştı (Efesos- Cinâyât-ı Münferide
lular’a Mektup, 2/2). Vahiy kitabında Armaged- Kişinin tek tek, başka başka işlediği cinayetler.(1)(2)
don Savaşı’nda iyi ve kötünün nihaî mücadelesi
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
anlatılır.(…)
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
Asırlar geçtikçe büyü yapma ve cinleri kullanma
uygulamaları artmış, XII. yüzyıldan itibaren cinler
hıristiyan sanatında her çeşit talihsizlik, felâket, Cinâyât-ı Müştereke
sel, zelzele, ferdî ıstıraplar ve ölümün sebebi ola- İki veya daha fazla kişinin bir şahıs hakkında or-
rak tasvir edilmeye başlanmıştır. taklaşa işledikleri cinayetler.(1)(2)
IV. Lataron Konsili’nde cinler ve kâfirlerin şey- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
tanla birlikte ebedî cezaya çarptırılacağı açıklan- (2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.

315
Vadi-i Hamuşan
Cinâye Ale’l-Âdemi Cinayet
İnsana yönelik işlenmiş suç, cinayet.(1)(2) a. İnsan öldürme.(1)(2)(4)(5)(7)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. b. Genel olarak mala ve bedene yönelik hukuka ay-
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. kırı fiiller, özellikle de adam öldürme anlamında
kullanılan fıkıh terimi.(3) Adam öldürme derece-
sinde ağır suç, eylem, canilik, katil.(1)(2)(4)(5)(6)(7)
Cinâye Ale’l-Cemâdât
c. Kabahat.(7)
Mal ve eşyayı gasp ve telef etme yoluyla oluşan ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hükmü, tazmin olan cinayet.(1)(2)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (3) DİA; [CİNAYET - Hasan Ali eş-Şâzelî] c. 08; s. 15
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Cinaye Ale’r-Rakik (6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Köle ve cariyeye yönelik işlenmiş cinayet.(1)(2)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Cinayet Türleri
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
Genel olarak mala ve bedene yönelik hukuka aykırı
fiiller, özellikle de adam öldürme anlamında kulla-
Cinaye Fi’n-Nefs nılan fıkıh terimi.
İnsanın canına taalluk eden kasteden cinayettir. Sözlükte “günah işlemek; işlenen günah ve suç”
İnsanın hayattan mahrumiyeti sonucunu doğura- anlamlarına gelen cinayet, fıkıh terimi olarak mala
cak olan cinayettir ki haksız yere vuku bulan öl- ve cana yönelik hukuka aykırı fiilleri ifade eder.
dürme hadisesinden ibarettir.(1)(2)
Bu anlamda hayvanların mala ve cana verdikleri
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. zararlar fıkıh kitaplarında “cinâyâtü’l-hayevânât”,
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. umuma ait yollara bırakılan eşya ve benzeri şeyler-
den meydana gelen zararlar da “cinâyâtü’l-cemâ-
Cinayet-i Behime dât” başlığı altında ele alınmaktadır.

Hayvan basması, çarpması, ısırması, toslaması, Ayrıca insanların doğrudan veya dolaylı hareket-
sıçraması, tepmesi, kuyruk darbesiyle meydana leriyle mala yönelik haksız fiillerine cinayet de-
gelen cinayet.(1)(2) nilmekteyse de bunlar daha çok türüne göre gasp
veya itlâf terimleriyle ifade edilmektedir.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. En dar anlamıyla cinayet, adam öldürme ve mü-
essir fiil karşılığında kullanılır. Böyle bir fiilde
bulunan kimseye câni, bu fiile mâruz kalana da
Cinayet-i Hâit mecniyyün aleyh denir. Şâfiî ve Hanbelî hukukçu-
Duvarın yıkılarak, kişinin ölmesine sebep olması. ları insana yönelik katil ve müessir fiiller için cirâh
(1)(2) terimini kullanmaktadırlar. Fıkıhta ayrıca kişinin
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ihramda iken dikişli elbise giymek, koku sürün-
(2) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. mek, kıl koparmak gibi yasak fiilleri işlemesine de
cinayet denir.
Cinayet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektey-
Cinayet-i Râkib
se de hadislerde terim anlamında kullanılmıştır
Kişinin binmiş olduğu hayvan aracılığı ile ölmesi.(1) (meselâ bk. Müsned, III, 89; Ebû Dâvûd, “Diyât”,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. 25; Nesâî, “Tahrîm”, 29).

316
Vadi-i Hamuşan
İslâm hukukçuları şahsa yönelik cinayeti adam öl-
dürme (cinâyet ale’n-nefs), müessir fiiller (cinâyet
alâ mâ dûne’n-nefs) ve anne karnındaki çocuğa
yönelik ve onun ölümüyle sonuçlanan cinayetler
olmak üzere üçe ayırırlar.
1. Adam öldürme de kendi içinde Hanefîler’e göre
Cinaze
Cenaze, musalla taşı, tabut.(1)(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
C
amd, şibh-i amd, hata, hata mecrasında cârî ve
tesebbüb olmak üzere beşe, onların dışındaki Cinci
hukukçulara göre ise amd, şibh-i amd ve hata
Bir takım gizli yollarla cinlerle ve perilerle ilişki
olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Kasden adam
kurarak, onlarla iş gördüğünü, insanların psiko-
öldürme esas itibariyle kısas, kasıt olmadan
lojik sorunları ve hastalıkları ile hırsızlık, kayıp,
adam öldürme de diyetle cezalandırılır. Kasıt ol-
evlenme, eşlerin birbirleri bağlanması, boşanması
madan adam öldürmede diyetin uygulanmadığı
durumlarda veya diyete ilâve olarak ta‘zîr ceza- gibi pek çok sosyal olaylarla ilgili problemlerine
sının uygulanması da söz konusu olmaktadır. çözüm bulacağını ve gelecekten haber verdiğini
iddia ederek geçim sağlayan kimse,(1)(2)(3) büyücü,
2. İslâm hukukçuları müessir fiilleri “kişinin uzuv-
üfürükçü, falcı.(1)(3)
larına yönelik yasak fiiller” diye tarif etmektedir-
ler. Müessir fiiller amd veya hata ile vuku bulan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
fiiller olmak üzere ikiye ayrılır. Bu taksim Ha- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nefîler ve bir kısım Hanbelîler’e göredir. Amden (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
olan müessir fiilin cezası uzuvda kısastır. Kısas
cezasının uygulanabilmesi için fiilin kasden ya- Cinciler
pılmış olması, hukuka aykırı bulunması, mües-
sir fiile mâruz kalan ile fâil arasında din, cinsiyet Hristiyanlarda, ruh çağıranlar.(1)
ve sayı bakımından denkliğin bulunması, kısas (1) Hıtchcock, Mark. a.g.e. s. 304
yapılacak uzuv ile müessir fiile konu olan uzuv
arasında eşitliğin mevcut olması ve kısas uygu- Cindar
lamasının kasdı aşan bir sonuç doğurma ihtima-
Cin çağıran kimse, cinci.(1)(2)
linin bulunmaması gerekmektedir.(…)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hata ile olan müessir fiillerin cezası diyettir.
Diyet bazı durumlarda diyet ödenecek organa (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
göre sabit (erş), bazı durumlarda da meydana
gelen zarara göre hâkim tarafından miktarı Cinerarium
takdir edilebilen (hükûmet-i adl) yani değişken Roma’da ölü küllerinin konduğu kaba verilen ad.
olabilmektedir. Diyet fâil tarafından ödenebi-
Genellikle mermerden yapılan bu kapta çoğu kez
leceği gibi fâilin belirli yakınları (âkıle) tarafın-
kabın kenarındaki bir panel içinde ölünün adı, di-
dan da ödenebilir.
ğer kenarlar girlandlarla süslü olurdu.(1)
3. Cinayetin üçüncü türü, hamile kadının bir mü-
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
essir fiil sonucu karnındaki çocuğunu düşür-
mesi halinde söz konusudur. Bu durumda fâil
“gurre” denilen bir tazminat ödemek zorunda Cinistan
kalır ki bu tazminat ceninin mirasçılarına inti- Cinler ülkesi.(1)
kal eder. Cenin burada hukuken sağ doğmuş,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kişilik ve ehliyet kazanmış kabul edilmekte,
kendisine yapılan haksız fiilin tazminatı miras-
çılarına intikal etmektedir.(1) Cinli Mescid Türbesi-İzmirBayındır
(1) DİA; [CİNAYET - Hasan Ali eş-Şâzelî] c. 08; s. 15 (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 101

317
Vadi-i Hamuşan
Cippus c. Ruh ve can karşıtı olarak insan vücudu, beden,
Küçük, kısa sütun; bazen kaidesiz ya da başlıksız gövde(2)(3)(4)(7)(8) Geniş anlamda “madde” deni-
olabilir, genellikle üzerinde bir yazıt bulunur, bir lir. İnsan ve hayvan bedeni hakkında da “cisim”
mezar taşı ya da sınır taşı olarak kullanılır.(1) kelimesi kullanılmıştır.(6)
(1) Er, Yasemin. a.g.e. d. Dünya.(2)
e. Çeşitli parçalardan meydana gelen nesne.(5)
Cirâh (1) DİA;
Öldürmeyle neticelenmeyen kasten cinayettir. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ya organların kesilmesi ile ya onlardan sağlanan (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
faydanın ortadan kaldırılması ile yahut başın dı- (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
şındaki yerlerde yara açmak şeklinde gerçekleşir.
(6) Akay, Hasan. a.g.e.
Bunlara genel olarak el-cirah adı verilir.(1)
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 8, s. 109 (8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(9) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
Ciritdüzü Köyü Türbesi-Artvin
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112 Cism-i Latif
Beş duyu ile kavranamayan melek, cin vb. şeyler,
Cirm yaratık.(1)(2)
a. Üç boyutlu cevher, cisim, semavi cisim anlamla- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rında kullanılan felsefe terimi.(1) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Cisim.(2)(3)(4)(5)
c. Oylum, hacim, büyüklük.(2)(3)(4)(5) Cism-ü Can
(1) DİA; Beden ve ruh.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Cismani
a. Cisimle ilgili, bedene ait, vücutla ilgili olan.(1)(2)
Cirsam
b. Dini işler dışında kalan.(1)
a. Öldürücü zehir.(1)(2)
c. Hıristiyanlıkta dinle, kilise ve ruhban sınıfıyla
b. Zatülcenp.(1)(2) ilgili olmayan hususlar, ruhani karşıtı.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Cisim
a. Üç boyutlu varlık anlamında ve genel olarak ruh Cismi Fani
veya nefis gibi manevi varlıkların karşıtı olarak Ölümlü beden.(1)
kullanılan felsefe terimi.(1) (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
b. Uzayda, boşlukta yer kaplayan, şekil almış veya
başka bir şekle giren, elle tutulan, gözle görü-
len, biçimi, rengi, ağırlığı ve hacmi bulunan her Cisr
şey, varlık, nesne, madde.(2)(3)(5)(7)(9) Maddenin Mahşer ahalisi kırk yıllık miktardan üç yüz sene-
biçim almış durumu.(4) ye kadar, hadis-i şerifte “cisr” diye isimlendirilen

318
Vadi-i Hamuşan
sırat köprüsünün berisindeki karanlıkta ayakta
dikilip durular.(1)
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 158

Cisve
Sûrenin bu konu ile ilgili âyetlerinde peygamber-
lerin görevleri Hz. Muhammed’in şahsında ifade
edildikten sonra önceki ümmetlerden yahudilere
gönderilen emirlerin onlar tarafından samimiyet-
le benimsenmediği ifade edilerek bu tür bir davra-
nış içinde bulunanlar, sırtında Tevrat taşıyan ve
C
Cesv, diz üstü oturmak yahut parmaklarının ucu tabii olarak onun kudsî muhtevasından habersiz
üzerinde durmak ve toplamak anlamlarına gelir. olan merkebe benzetilmiştir. Tevrat gibi mukad-
Cesin diz üstü çöken demektir. Cisve, toprak kü- des bir kitaba sahip bulunduklarını söyleyen ve
mesi, kabir anlamına da gelir.(1) bu sebeple Allah’ın dostları olduklarını ileri süren
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.4, s. 238 yahudilerin samimiyetsizliği vurgulanarak onlara
şöyle denilmektedir: “Eğer Allah’ın dostu olduğu-
Coktov nuz iddiasında samimi iseniz dostunuza kavuş-
mak üzere bir an önce ölmeyi temenni etmelisiniz”.
Kırgızların ağıta verdiği isim.(1)
Kur’ân-ı Kerîm’in başka âyetlerinde de belirtildiği
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. üzere (bk. el-Bakara 2/94-96) aslında yahudiler,
yaratana karşı samimiyetsiz davrandıkları ve
Columbarium O’nun kullarına zulmettikleri için, ölmeyi ve bü-
Ölü külü kaplarını koymak için duvarlarında kü- yük hesap gününe intikal etmeyi hiçbir zaman
çük nişler bulunan Roma mezar tipi.(1) arzu etmeyen bir psikolojiye sahiptirler.

(1) Er, Yasemin. a.g.e. Sûrenin son üç âyetinde, cuma vakti gelince işi
gücü bırakıp camiye gitme, namaz kılınınca tek-
rar işe dönme ve Allah’ın fazlu keremine sığınarak
Colü Dede Türbesi-Sivas-Şarkışla
geçim için çalışma emredilmiş, mâbed içinde oldu-
(1) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 6 ğu gibi mâbed dışında da Allah’ı anmanın önemi
vurgulanmıştır. Gerçek dindarlığın yalnız mâbed
Coşar Baba Türbesi-Erzincan içinde ibadet etmekle elde edilemeyeceğine, din-
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 27
darın günlük hayatında da Allah’ı unutmaması
gerektiğine ve kurtuluşun buna bağlı olduğuna
işaret edilmiştir. Aslında bu sonuç kısmı, sûrenin
Cum‘a Sûresi
başında göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’ı
Kur’ân-ı Kerîm’in altmış ikinci sûresi.(…) zikir ve tesbih ettiğini bildiren ilk âyetle tam bir
Sûrenin konusu, peygamber göndermenin ilâhî uyum içindedir. Mademki her şey sürekli olarak
hikmet ve faydaları, vahyin yol gösterici etkinliği Allah’ın yüceliğini dile getirmektedir, öyleyse
ve cuma namazıyla ilgili bazı hükümlerden ibaret- müslüman da kâinattaki bu âhenge katılmalı ve
tir. Sûre, esmâ-i hüsnâdan dört ismin yer aldığı, Allah’ı zikreden tabiatla uyum sağlamalıdır.
bundan önce ve sonraki bazı sûrelerin de benzer
Cum‘a sûresi, dindarlığın vahye bağlı olmaksızın
ifadelerle ilk âyetlerini teşkil eden bir tesbih cüm-
gerçekleşmeyeceğini, onun kuru bir iddia veya
lesiyle başlar. Daha sonra Allah’ın ümmî bir ka-
amelsiz bilgiler yığını ile değil bu bilgilerin yaşan-
vim içinden peygamber göndermesinin sebepleri
masıyla elde edilebileceğini ortaya koyar. Mümi-
ve dolayısıyla peygamberin görevleri açıklanır. Bu
nin, Hz. Peygamber’in tanıttığı engin ilâhî rahmet
görevler, peygamberlerin Allah’ın âyetlerini in-
dünyasında kendi kendisiyle, birlikte ibadet ettiği
sanlara okumaları, onları maddî ve mânevî temiz-
din kardeşleriyle, hatta bütün insanlarla şeref,
liğe teşvik etmeleri, onlara kitabı ve hikmeti öğ-
haysiyet ve uyum içinde yaşaması gerektiğini vur-
retmeleridir. Peygamberlerin insanlığa yönelik bu
hizmetleri, hem kendi dönemlerindeki insanlara gular.(1)
hem de daha sonra gelecek ümmetlere şâmildir. (1) DİA; [CUM‘A SÛRESİ - Emin Işık] c. 08; s. 93

319
Vadi-i Hamuşan
Cubiculum Cümüdü’l-Mevt
Catacombda ölü ile ilgili ayinlerin yapıldığı oda.(1) Ölüm donukluğu.(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Cuga (Kümbet) Türbesi-Nahçıvan Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri Türbesi-Irak


(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 338,
(2) Özdemir, Mehmet Akif. a.g.e. s. 205
Cumudar Türbesi-Amasya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 23, Cüneyd-i Bağdadi Türbesi-Samsun
(2) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 8
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 160,
(2) Samsun Valiliği, “Samsun, Güneşin Doğduğu Şe-
Cübbe hir.” Samsun Valiliği (2008). s. 172
Dervişlerin giyindiği, seyru sülukun şiarlarından
olan ve Hz. Ali’ye nisbet edilen özel bir giysi. Cüb- Cünûni Türbesi-Bursa
be seyru sülukun bazı makamlarına ulaşmış Al-
lah’ın velilerine mahsustur.(1) (1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184

(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.


Cüz-i Meyyit
Ölen kişinin oğlu ve erkek torunları.(1)
Cübbü’l-Hazen
Cehennemde bir vadidir. Cehennemin kendisi on- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
dan her gün dört yüz kez Allah’a sığınır.(1)
(1) İbn Kesir, Ölüm Ötesi Tarihi, Kıyamet Âhiret Cen-
net Cehennem, Çağrı Yayınları, İstanbul, (2001).
s. 351

320
Vadi-i Hamuşan
Çadır Çadır - Araplar’da
a. Kaba kıl dokuma, kalın bez, çul, kilim, keçe, ha- İslâm öncesi Arap çadırları hakkında bilinenler,
sır, deri vb. şeylerden yapılan, çakılmış kazıkla- Câhiliye şiiriyle Asmaî’nin Kitâbü’l-Ahbiye ve’l-bü-
ra tutturularak açık havada kurulan, toplanır, yût’u gibi bazı eserlerden günümüze ulaşabilen
taşınabilir barınak, çerge, otağ.(2)(3)(5) Genel iktibaslara ve bedevîlerce pek fazla değişiklik ya-
olarak göçebe toplumların, çobanların ve as- pılmadan halen yaşatılan geleneklere dayanmak-
kerlerin kolay taşınabilen ve kurulabilen barı- tadır. Çadır ve donanımı daha çok deve yününden
naklarıdır.(4) yapıldığı için kendilerine “ehl-i veber” de denilen
b. Kur’an’da ve hadislere göre ahiret hayatında da göçebe Araplar, çadırı genel olarak beyt (ev) adıyla
çadır, cennette bir huzur ve mutluluk mekânı- bilirler ve meselâ keçi kılından yapılan çadırlara,
dır.(4) “kıldan ev” mânasına beytü’ş-şa‘r derler; hayme ise
c. Kefen.(2) bütün çadır türleri için kullanılan genel bir isimdir.

d. Geçici ceset barınağı. Orta Asya Türklerinde İbnü’l-Kelbî’nin saydığı altı Arap evinden dördü
mumyalanan cesedin bir süre çadırda bekle- kubbe, mizalle, hıbâ, bicâd gibi birer çadır çeşididir
tilmesi defin gelenekleri içerisinde önemli bir ve bunlar deriden, kıldan, koyun ve deve yünün-
yer tutmaktadır. Cenazenin defnedileceği kur- den yapılmışlardır. Âlûsî, hıbânın koyun yünün-
ganın inşası süresince muhafaza edilmesi için den, bicâdın deve yününden, füstâtın kıldan ve
mumyalanan ceset çadırda bekletilirdi. Orta sürâdıkın pamuktan çadırlar için kullanıldığını
Asya’da başlatılan bu gelenek, Osmanlı’ya ka- belirtirse de (Bulûgu’l-ereb, III, 393-394) Arap dil-
dar sürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın (ö. cilerinin farklı görüşleri bu ayırımın kesin olma-
1566) cesedi mumyalanmış ve geleneğe göre dığını göstermektedir. Bedevîler genellikle hıbâda
mumyalama işleminde çıkartılan iç organlar, otururlardı. Değişik görüşlere göre kıl, deve ve ko-
türbenin inşasına kadar, mumyanın da içinde yun yününden olabilen bu tür çadırdan Câhiliye
bulunduğu çadırın içine gömülmüş, asıl beden şiirinde de söz edilir. İmruülkays b. Hucr, Câhili-
ise yapılan türbe binasına defnedilmiştir.(1) ye şiirinde çokça konu edilen kadını hıbâ içinde
hayal eder (bk. Hatîb et-Tebrîzî, s. 81). Hıbânın
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 20;
iki, üç direklisi olduğu gibi altı veya dokuz direkli
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olanları da vardır ve büyüklerine mizalle (mazalle)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
denilmektedir.
(4) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164 İbn Manzûr’un verdiği bilgilere göre ön kısmında
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. sayvan (sâyeban, gölgelik) bulunan bu çadırlar üç

321
Vadi-i Hamuşan
odalı olabilir ve arkasında “kifâ” denilen bir örtü- geyi sağlamak içindi. Panayırlarda gösteri yeri ve
sü vardır (Lisânü’l-Arab, XI, 418). savaşlarda kumanda merkezi olarak kurulan ça-
Mizalle kelimesi daha sonra hükümdarlık alâmet- dırlar da kaynaklarda kubbe olarak geçmektedir.
lerinden çetr için de kullanılmıştır. Mizalleden Panayırlarda kurulan deriden kırmızı kubbelerde
sonra büyüklük bakımından vasût denilen çadır- şairler şiirlerini inşad ederlerdi. Ukâz’da Nâbiga
lar gelir. Ancak bu kelimenin kullanımı çok yay- ez-Zübyânî için şairlerin kendisine şiirlerini tak-
gın değildir ve en küçük çadırlara dahi bu adın dim ettikleri böyle bir çadır kurulmuştu (Cevâd
verildiği görülmektedir (a.g.e., III, 432). En büyük Ali, V, 7). Huneyn Gazvesi’nden sonra ganimet
kıl çadırlar için Farsça’dan gelen füstât kelimesi taksimindeki tereddütlerini gidermek için Hz.
kullanılmakta, kabile reisi için kurulan ve mıdrab Peygamber’in ensarla yaptığı toplantının kırmızı
da denilen büyük çadırlara “füstâtü’l-melik” veya bir deri kubbede tertip edilmesi (Müsned, III, 166,
“el-füstâtü’l-azîm” adı verilmektedir. Bedevîlerde 246; Buhârî, “Megazî”, 56; Müslim, “Zekât”, 132),
çadırın büyüklüğü sahibinin toplumdaki yerini, bunların kalabalık bir grubu alabilecek kadar bü-
derecesini gösterdiği için kabile reisinin çadırı yük olduğunu göstermektedir.
diğerlerinden büyük olur ve ileri gelenler çadırla- Deriden mâmul çadırların bir türü de tırâftır ve
rıyla diğer kabilelere karşı övünürler. Kabile reisi bunların, arka örtüsü olmayan ham deriden kü-
halkını oradan idare eder, ileri gelenler orada top- çük cinsleriyle işlenmiş deriden daha çok zen-
lanır, misafirler orada ağırlanır, ihtiyaç sahipleri ginler için büyük ve yanları açılabilen tipleri bu-
oraya müracaat ederler. Kıldan dokunmuş en kü- lunmaktadır. Uygun şekilde kesilen büyük deri
çük fakir çadırlarına ise fâze denilmektedir. parçalarının yan yana dikilmesiyle elde edilen deri
Hadis kaynaklarında sıkça söz edilen çadır türle- çadırlar Kuzey Afrika’da Tuaregler tarafından da
rinden biri de kubbedir. Kubbe kelimesini Müter- kullanılmaktadır.
cim Âsım Efendi şöyle açıklamaktadır: “... fi’l-asl Arap çadırlarının bir türü de sürâdıktır. Pamuklu
büyût-ı Arab’dan sagīr ve müstedîr haymeye denip
dokumadan yapılan bu çadırlardan hadis kitapla-
ba‘dehû alelıtlak isti‘mâl olundu” (Kāmus Tercü-
rında genellikle hac bölümlerinde söz edilmekte-
mesi, I, 223). Bazı rivayetlerde bu çadır türünün
dir (Buhârî, “Hac”, 5, 78; el-Muvatta, “Hac”, 194).
“kubbe Türkiyye” şeklinde Türkler’e izâfeten geç-
Hafifliği sebebiyle Arafat’ta kurulan çadırlar bu
mesi kaynağının Orta Asya olduğunu göstermek-
türden olmalıdır. Bununla beraber rivayetler kub-
tedir. Hz. Peygamber Hendek Gazvesi’ni böyle bir
be, füstât gibi diğer çadır türlerinin de hacılar ta-
çadırdan idare etmiş (Taberî, III, 1368), bir rama-
rafından kullanıldığını göstermektedir.
zan ayında yine benzer bir çadırda itikâfa girmiş,
Hz. Âişe de hac sırasında bu adla anılan bir çadırda Kıl, deve veya koyun yünü ve pamuktan mâmul
kalmıştır (Müsned, IV, 348; Müslim, “Sıyâm”, 215; çadırlar aslında, yan yana dikilen ve “felîce” veya
İbn Mâce, “Sıyâm”, 62). Kubbe ismi, Orta Asya “şukka” denilen kanatların meydana getirdiği bü-
Türkleri’nin “topak ev” dedikleri yuvarlak çadırdan yük dikdörtgen bir dokumadan ibarettir. Boyları
mülhemdir. Türkler topak çadır için genelde keçe 10-12 m. arasında olan bu parçaların sayısı çadı-
kullanırken Araplar deri kullanmışlardır. İyi tabak- rın arzu edilen ebadına göre değişir. Bu kanatlar
lanmış deriden yapılan kubbeler diğer çadırlara sayesinde kurulup sökülmesi çok kolay olan çadı-
göre daha değerlidir. Bunlar kaynaklarda “kırmızı rın parçalarının birleştiği ve kazıklara bağlandığı
deri kubbe” şeklinde zikredilir ki kubbenin bura- yerler, içeriden yaklaşık 20 cm. genişliğindeki
da genel olarak “çadır” anlamında kullanılmış ol- “tarîka” denilen kolanlarla kapatılır. Çadırı tutan
ması muhtemeldir. Belâzürî’nin naklettiğine göre ipler biraz geriye çakılmış kazıklara bağlanır; arka
Mudar, Rebîa, İyâd ve Enmâr’ın atası olan Nizâr ve ön kısımdaki ipler yanlardakilerden daha kısa-
ölümünden önce oğullarını çağırmış ve deriden iki dır. İçeride sıralanan direklerin uçlarına, örtüyü
kırmızı kubbeyi Mudar’a, kara kıldan dokunmuş yıpratmaması için “libd” denilen keçeden birer
iki hıbâ ile iki atı da Rebîa’ya bırakmıştı (Ensâb, I, parça yerleştirilir. Çadırın etrafına yağmur suları-
29); Rebîa’ya fazladan verilen iki at herhalde den- nın içeri girmemesi için ark kazılır ve çıkan toprak

322
Vadi-i Hamuşan
çadır tarafına atılarak zeminin biraz yükselmesi Çadır - İlâhî Kitaplarda
sağlanır. Çadırların kapı perdesine “secef” denir Türkçe’nin çeşitli lehçelerinde çatur, çatır, çâçır,
ve bu perdeler düğmelerle kapatılır. Hz. Peygam- çâşır gibi şekillerde bulunan ve birçok Asyalı, Doğu
ber’in sırtında bulunan nübüvvet mühürünün Avrupalı millet tarafından da değişik telaffuzlar-
hacle (zifaf çadırı) düğmesine ve güvercin yumur- la kullanılan kelimenin etimolojisi kesin olarak
tasına birlikte benzetilmesi (İbnü’l-Esîr, en-Nihâ- bilinmemekte, ileri sürülen iki tezden birinde
ye, “zrr” md.), bu düğmelerin o dönemdeki şekli Türkçe’ye Orta Farsça çātur (örtü) kelimesinden
hakkında bir fikir vermektedir. geçtiği ve bu kelimenin de Eski Türkçe çat- (bir-
Çadırların kadın ve çocukların bulunduğu kısmı ile leştirmek, birbirine tutturmak) fiil kökünden tü-
erkeğin misafiriyle oturduğu kısmı, tek odalı evler- remiş olabileceği, diğerinde ise kelimenin aslının
de olduğu gibi “hıdr” adı verilen bir perde ile ayrı- Farsça’ya çetr şeklinde geçen Sanskritçe çhattra
lır; Hz. Peygamber bu sebeple kadınlar için “hıdr (şemsiye, gölgelik) olduğu görüşü savunulmakta-
ehli” anlamına “zevâtü’l-hudûr” tabirini kullan- dır (geniş bilgi için bk. Doerfer, III, 16-22).
mıştır (Buhârî, “Salât”, 2; “Hayız”, 23, “Îdeyn”, 12, Çadır genel olarak göçebe toplumların, çobanla-
15, 20; Müslim, “Îdeyn”, 12, 18). Eski Ahid’in bazı rın ve askerlerin kolay taşınabilen ve kurulabilen
cümlelerine dayanarak bu geleneğin en azından barınaklarıdır. Bu özellikleri itibariyle Kur’an’da
Hz. Yûsuf’tan beri var olduğu ileri sürülmektedir şükrü gerektiren nimetler arasında sayılmıştır:
(bk. IDB, IV, 573). Bugün Ortadoğu’da kullanılan “Allah, hayvanların derilerinden, gerek göç günü-
çadırlar da iki kısma ayrılmaktadır. Erkeklerin bu- nüzde gerekse konaklama zamanında sizin için
lunduğu kısma “rebâa” veya “mak‘adü’r-ricâl” deni- taşınması kolay evler yarattı” (en-Nahl 16/80).
lir; ortasında, çadır sahibinin misafirlerine kahve Kur’an ve hadislere göre âhiret hayatında da çadır
ve çay yapmakta kullandığı bir ocak bulunur. Diğer cennette bir huzur ve mutluluk mekânıdır: “Hiçbir
kısma “harem” adı verilir; erzak bu tarafta muha- insan veya cin tarafından dokunulmamış cey-
faza edilir ve kadınlar burada yemek pişirme, dikiş, lan gözlü hûriler çadırlarda (hayme) otururlar”
nakış ve dokuma gibi işlerle meşgul olurlar. Yeni (er-Rahman 55/72-74); “Kevser’in iki yakasın-
evliler için kurulan süslü gerdek çadırına hacle de- da incilerle ve değerli taşlarla bezenmiş çadırlar
nir. İbn Ebû Şeybe’nin bir rivayetinde, Mekke’de (kubbe) dizilmiştir” (Müsned, III, 152, 164, 191;
kunduz ve anka resimleriyle süslenmiş bir gerdek Buhârî, “Tefsîr”, 108; Tirmizî, “Tefsîr”, 108); “Şe-
çadırından söz edilir (el-Musannef, V, 208). hidler için kurulmuş özel yeşil kubbeler” (Müs-
Çadır kurulurken kurban keserek kanını direklere ned, I, 266), “arşın altında haymeler” (Müsned,
sürme âdeti vardır ve bu âdet Anadolu dahil bü- IV, 185; Dârimî, “Cihâd”, 20) vardır.
tün Ön Asya’da yaygındır. Çadır Araplar tarafın- Tevrat’a göre çadırda oturanların ve sürü sahiple-
dan sadece mesken, panayırlarda eğlence yeri ve rinin atası Kâin’in (Kâbil) torunlarından Yâbâl’dir
savaşlarda kumanda merkezi olarak kullanılma- (Tekvîn, 4/20). Hz. Peygamber’in bildirdiğine
mış, hastaların tedavisi için de kurulmuştur. Hz. göre de her peygamber mutlaka çobanlık yapmış-
Peygamber’in savaşlarda yaralıların tedavileri için tır (Müsned, III, 326; Buhârî, “İcâre”, 3, “Eŧime”,
çadırdan faydalandığı nakledilmektedir (Müsned, 50, “Enbiyâ”, 29; Müslim, “Îmân”, 302, “Eşribe”,
VI, 142). 165; el-Muvatta, “İstizân”, 18), dolayısıyla birço-
Ayrıca kabirler üzerine de bir süre için çadır kurul- ğunun çadırlarda oturmuş olması gerekir. Nite-
duğu ve bu âdetin daha sonra Türk ve diğer İslâm kim Tevrat, Lût kavminin yaşadığı şehirleri (So-
toplumlarında devam ettirildiği bilinmektedir. dom ve Gomore) helâk için gönderilen meleklerin,
Hz. Ali’nin torunu Hasan b. Hasan vefat ettiğin- Hz. İshak’ı müjdelemek üzere Hz. İbrâhim’e misa-
de mezarı üzerine bir çadır (kubbe) kurulmuş ve fir oldukları sırada onun eşi Sâre ile birlikte bir ça-
daha sonra kaldırılmıştır (Buhârî, “Cenâiz”, 62). dırda oturduğunu yazmaktadır (Tekvîn, 18/9-10).
(1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162 İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıktıktan sonra yerle-
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164 şik toplum hayatına geçişleri uzun zaman aldığı

323
Vadi-i Hamuşan
ve bu süre zarfında çadırda yaşadıkları için Ahd-i Türkler’de de var olduğunu akla getirmektedir.
Atîk’te çadırdan oldukça fazla söz edilir. Halen ya- İslâmiyet’i kabullerinden önce Türkler çadırları-
hudilerce kutlanan “Hag ha sukkot” çadır bayra- nın tepelerinde muhtemelen ayı temsil eden ve
mıdır ve atalarının çölü geçerken çadırlarda yatıp “monçuk” (küçük ay) denilen küre şeklinde alem-
kalkmalarının hâtırasını canlandırır. Yahudilerin ler veya kıymetli madenlerden yapılmış “idol”ler
meskenleri çadır olduğu gibi mâbedleri de bir (töz) takarlardı.
çadırdı; ahid sandığı Mescid-i Aksâ’nın inşasına Orta Asya’da yaşayan Türk ve Moğol kavimleri
kadar uzun müddet, taşınabilen bir çadır-mâbed arasında en yaygın olan çadır tipi “yurt”, “topak
(ohel maed) içerisinde muhafaza edilmiştir. ev” veya “kiyiz üy” (keçe ev) denilen ve çok eski
Tevrat’a göre Hz. Mûsâ’nın Rab ile buluşacağı za- bir geçmişi olan kubbeli çadırlardır. Bu çadırlar
man büyük bir bulutun üzerini örttüğü çadır, bu biri çevre duvarı, diğeri üst örtüsü olmak üze-
özelliğinden dolayı “toplanma çadırı” (vahiy çadırı) re iki kısımdan meydana gelir. Çevre duvarının
adını almıştır (Çıkış, 33/7; Sayılar, 11/16; 12/4). iskeleti, sırımla birbirine çaprazlama bağlanan
“Kutsal çadır”, “Rabb’in evi” (beytullah) gibi adlar ve “kanat” veya “kerege” denilen 2-2,5 m. kadar
da alan bu çadır-mâbed hakkında Ahd-i Atîk’te ge- yükseklikteki ince ahşap kafes panolardan olu-
niş bilgi bulunmakta ve bu bilgilerden mâbedin, şur. Bu kanatlardan altı veya yedi tanesiyle 5-6
her biri 4x28 arşın (1,78x12,16 m.) boyutlarında m. çapında bir daireyi çeviren yuvarlak bir kafes
ince ketenden yapılmış on perde (çadır kanadı) ve meydana getirilir. Çadır kurulurken kolaylık sağ-
onun üzerine keçi kılından dokunmuş 4x30 arşın laması için kanatların sayısına göre daire çizecek
(1,78x13,35 m.) boyutlarında on bir parçanın bir- ölçüde bir ip bulundurulur; bununla yere çizilen
leştirilmesiyle meydana gelen büyük bir çadır ol- daire üzerine kanatlar dizilerek birbirine bağlanır.
duğu anlaşılmaktadır (Çıkış, 26/1-2, 7-8). Genellikle güneşin doğduğu tarafa kapı için ha-
Halkın oturduğu çadırlar ise genellikle keçi kılın- zırlanmış bir çerçeve konulur. Çadırın tepesinde
dan dokunmuş küçük çergelerdi. Geç dönemlere “çangarak” adı verilen ve kenarlarında 70-80 ka-
ait metinlerde güneşin vücutta meydana getirdi- dar delik bulunan bir kasnak vardır. “Ok” denilen
ği bronzlaşma, Kedar çadırlarının ve Hz. Süley- eğri çubukların birer uçları çangaraktaki deliklere
man’ın çadır eteklerinin rengine benzetilir (Ne- sokulur, diğer uçları ise keregelere sırımlarla bağ-
şideler Neşidesi, 1/5-6); bu benzetme ile bedevî lanarak kubbe şeklinde bir çatı elde edilir. Bundan
Araplar gibi göçebelerin keçi kılından veya deve sonra kanatlar “çiy” denilen ve halı gibi desenlerle
yününden yapılan kara çadırları söz konusu edil- süslenmiş olan bir hasırla örtülür. Renkli iplerden
miş olmalıdır. dokunmuş 15-18 cm. enindeki “başkur” adı veri-
len desenli bir kolanla hasır sıkıca sarılır ve kola-
(1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164
nın uçları kapının iki yanına bağlanır. Daha son-
ra kubbenin üstüne düz beyaz veya boz bir keçe
örtülür ve yine nakışlı kalın kolanlarla kuşatılarak
Çadır - Orta Asya Türkleri’nde rüzgârdan uçmaması sağlanır. Çadır kanatlarını
Kurgan denilen eski mezarlarda bulunan tarihî örten keçelerin üzerinde, kubbe kısmının hemen
kalıntılar, eski Türkler’in çadır sanatında geliş- altından başlayan nakışlı enlice bir keçe kuşak
miş olduklarını ve birkaç çeşit çadır kullandıkla- pervaz şeklinde ve alt tarafı serbest olarak çadırı
rını göstermektedir. Ev / üy, oba, otağ, keregü / çevreler; Kırgızlar buna “tödöge”, Osmanlılar ise
kerege, çerge, alaçuk, çum, kapa ve çatır / çaşır “çadır sayvanı” demişlerdir. Tepede bulunan çan-
gibi çeşitli isimler taşıyan bu çadırların en basi- garak, çadırın ortasında yanan ateşin dumanının
ti, hiç şüphesiz sırıkların birbirine çatılarak üze- çıkması ve temiz hava girmesi için açık bırakılır;
rinin örtülmesiyle elde edilen konik biçimlisidir. geceleri ve yağmurlu havalarda “tünlük” (gecelik)
Kurganlarda uçları sırımla birbirine tutturulmuş denilen keçeyle örtülür. Kapıda da gerektiğinde
bazı sırıklara rastlanmıştır ki bu buluntular Kı- rulo halinde yukarı toplanan keçeden bir perde
zılderililer’in kullandığı konik çadır tipinin eski bulunur. Bazı çadırlarda ise evlerde olduğu gibi

324
Vadi-i Hamuşan
iki tarafa açılan veya pano halinde yana çekilerek rak kateden kalın bir kolanla ikiye ayrılır; kolanın
kullanılan kapılar vardır. devam eden iki ucu ön ve arka bağları meydana
Çadırın ortasında “ateş yeri” veya “korluk” deni- getirecek şekilde örme ipe dönüştürülmüştür.
len ve genellikle ısınma, bazan da yemek pişirme Kolan üzerinde, aynı boydaki üç veya çadırın tip
amacıyla yakılan ocak bulunur. Kapıdan girilince ve büyüklüğüne göre daha fazla sayıda çadır dire-
tam karşıya gelen kısma “tör” denir ve buraya ğinin geleceği yerlere, direk uçlarının kaymasını
duvar boyunca “yük” denilen sandıklar, heybeler, önlemek için ahşap yuvalar yerleştirilir. Çadırın
büyük çuvallar ve bohçalar dizilir; önlerine de halı yıpranmasını önleyen bu ahşap yuvalara şekil
veya keçe serilerek oturulur. Zengin çadırlarında benzerliği sebebiyle “çanak” veya bazı aşiretlerde
duvarlar halı ile kaplı olur. Kapıdan girilince sağ “balta” denilir. Direkler üzerine kaldırılan çadırın
tarafta, nakışlı hasırdan bir paravana ile ayrılmış arka ipleri alçak bir kazığa veya üzerine ağır bir taş
bölmede kap kacak, onun gerisinde de ev sahibi- konulmuş bir çalıya, ön ip duman çıkmasını sağ-
layacak bir açıklık elde edebilmek için yüksekçe
nin yatağı bulunur. Yeni evliler için kurulan çadır-
bir kazığa veya genellikle ön kısımda bulunan bir
larda yataklar genellikle sol taraftadır; tek çadırlı
ağaca, yan kanatların birleşme yerlerini sağlam-
orta halli ailelerin çadırlarında da oğul ve gelinin
laştırmak amacıyla dikilen kısa kolanların örme
yatağı yine sol tarafa konulur. Yatağın sağında
ip haline getirilmiş uçları ise yeterli uzaklığa ça-
elbise ve silâhların asıldığı demir bir kazık dikilir;
kılmış kısa kazıklara yahut yine üzerine ağır taşlar
kapının sol tarafına da eyerler ve koşumlar asılır.
konmuş çalılara bağlanır. İplerin gerilmesi sonucu
Bu çadır tipinin, hiç sökülmeyecek şekilde araba-
yanlarda meydana gelen boşluk “sitil” denilen par-
lar üzerine tesbit edilerek göç sırasında at, deve
çaların enlemesine eklenmesiyle kapatılır; sıcak
veya öküzlere çektirilenlerinin de bulunduğu,
havalarda bunlar yukarı kaldırılarak hava akımı
özellikle Cengiz Han ve oğullarının “karşi” denilen
sağlanır. Çadırın etrafına yağmur sularının içeri
bu tür otağlarının ünlü olduğu bilinmektedir. İbn
dolmasını önleyecek bir ark kazılır, ayrıca keçi ve
Battûta, Kıpçak Hükümdarı Muhammed Özbek
tavuk gibi hayvanların üzerine çıkmasını ve yan-
Han’ın hatunlarından her birinin altın sırmalı ve
lardan içine girmesini önlemek için de etrafına
cevâhir süslemeli haymelerinin, ipek gaşiyeli atlar
çalıdan bir çit çevrilir. Bugün Yörükler genellikle
tarafından çekilen arabalar üzerinde kurulu oldu-
sabit olan yurtlarına göçüp geldiklerinde, “çağ”
ğunu yazar (Seyahatnâme, I, 372-373).
denilen uzun bir sırığı uçları çatal şeklinde sabit
Göçebe Türkler’in kullandığı çadır tiplerinden biri iki direk arasına uzatarak çadırı bunun üzerine
de topak ev gibi yine yüzyıllardır pek fazla bir deği- kaldırmak suretiyle de kurmaktadırlar; bu durum-
şikliğe uğramamış olan kara çadırdır. XVI. yüzyılın da ortada bulunan direklere ihtiyaç kalmamakta
ilk yarısına ait Nizâmî-i Gencevî’nin Hamse’sinde, ve iç mekân genişlemektedir. Çadırın ön kısmına
Mecnûn’un zincirlenmiş olarak Leylâ’ya getirilişi- ocağa siper sağlamak amacıyla taş bir duvar örü-
ni gösteren minyatürün arka planı göçebe hayatını lür ve bu duvarın sağ veya soluna basit bir ahşap
tasvir etmektedir ve resimde görülen kara çadırlar, kapı takılır. İyi havalarda kullanılmak üzere ayrıca
bugün Afganistan’dan Atlas dağlarına ve Moritan- dışarıda da “U” şeklinde taştan örülmüş basit bir
ya’ya kadar çok geniş bir kesimde göçebelerin kul- ocak bulunur.
landıkları çadırların hemen hemen aynıdır (British Kara çadırın içi geniş bir odayı andırır. Arkada
Museum, Or., nr. 2265, f. 157). Halen Toros Yö- yerden hafifçe yükseltilmiş olan yüklük kısmı yer
rükleri’nin kullandığı çadırla minyatürde görülen alır. Kapı ön duvarın solunda ise karşısına gelen
çadır büyük bir benzerlik arzetmektedir. yere, yüklük kısmında kullanılmayan çul çaput
Yörük kara çadırları kıldan dokunan yaklaşık 1 m. üzerine dizilmiş yatak takımları, onun yanına da
eninde, 10-15 m. uzunluğunda beş altı kanadın içerisine çamaşır, çeyizlik eşya vb. konulan çuval-
yan yana dikilmesiyle meydana gelir. Yere seril- larla dağarcıklar yerleştirilir ve üzerleri özel ola-
diğinde büyük bir dikdörtgen teşkil eden çadır, rak dokunmuş bir battaniye ile örtülür. Kapıya
tam ortasından kanatları enlemesine ve dik ola- göre sağ arka kısımda un, bulgur ve tuz çuvalları,

325
Vadi-i Hamuşan
onların önünde de elek, hamur tahtası, sini, taş el lerinde günlerce süren eğlenceler tertip eder, yüz-
değirmeni gibi mutfak eşyasıyla kap kacak durur; lerce çadır kurar ve buralarda fakir çocuklarını da
sağ tarafa ise daha çok tuluk (tulum), fıçı gibi su sünnet ettirirlerdi.
kapları dizilir. Kapı sağda olduğunda bu durum Düğünde kurulan zifaf çadırının adı, aslı Farsça
tersinedir. Yörük çadırlarında Araplar’daki çadırı girdek (küçük yuvarlak [çadır]) olan gerdektir.
ikiye ayıran perde bulunmaz; kadın erkek beraber Oğuzlar’da evlenecek gençler ok atar ve düştü-
oturur. Ancak Dede Korkut Kitabı’nda yer alan ğü yere çadır kurarlardı. Dede Korkut Kitabı’nda
“ala gözlü kızın otağı”, “bu otağ Banı Çiçek otağı görülen “kızılala gerdek”, “apalaca gerdek” ve “al-
imiş” gibi ifadeler (s. 76-77), Türkler’de hanımla- tunluca gerdek” gibi ifadeler bu çadırların renkli
rın kendilerine mahsus özel çadırlarının olduğunu olduğunu ve sultan otağı gibi süslendiğini gös-
göstermektedir. termektedir. Ancak genelde beyaz tercih edilmiş
Çadırın Hz. Peygamber tarafından hastahane olmalıdır; çünkü evlenme karşılığında “ağca otağa
olarak kullanılması geleneği Türkler’de de vardı. girme” tabiri kullanılmakta ve yine Dede Korkut
Meselâ Selçuklular orduyla birlikte hareket eden Kitabı’nda gerdek için “kara yerde ak otağ” ifade-
seyyar hastahaneler kurmuşlardı. Irak Selçuklu sine rastlanmaktadır. Anadolu Türkmenleri’nde
Sultanı Mahmud’un (1118-1131) ordusundaki de beyaz çadır uğurlu sayılır ve bir gecelik de olsa
seyyar hastahane tabipleri, müstahdemleri, ilâç, gerdek için kurulur. Ayrıca Dede Korkut Kitabı’n-
tıbbî alet ve çadırlarıyla birlikte 200 deve tarafın- da, Bayındır Han’ın misafirlerinden oğlu olanın ağ
dan taşınıyordu (DİA, VI, 168). Çadır halen sa- otağa, kızı olanın kızıl otağa ve oğlu kızı olmaya-
vaşlarda, askerî tatbikatlarda ve deprem gibi tabii nın kara otağa konulmasından, beyaz çadırın ger-
âfetlerde bu fonksiyonunu sürdürmektedir. dek dışında da uğurlu ve mertebesi yüksek sayıldı-
Çadırların en muhteşemi, eski çağlardan beri hü- ğı öğrenilmektedir (s. 10-13, 73-77).
kümdar otağları olmuştur. Kaynaklarda, Uygur Türkler, bir toprağı yurt edinmelerinde çeşitli
hakanının altın (sırmalı) çadırının 5 fersahtan kolaylıklar sağlayan çadırdan yerleşik toplum ol-
görülebildiği ve 900 kişiyi alabilecek büyüklükte duktan sonra da kopamamışlardır. Bugün Orta
olduğu, Hazar hakanının tekerlekler üstünde ta- Asya şehirlerinde bahçeler içinde beton evlerle
şınan atlas otağının tepesinde altın bir nar bulun- yan yana kurulmuş çadırlar görmek mümkündür.
duğu ve Timurlular’dan Gazan Han’ın en mâhir Çadırın Türk toplumlarının kültür hayatında
ustalara altın bir çadır yaptırdığı gibi bilgiler yer önemli bir yeri olmuş, bu arada Türk mimarisi de
almaktadır. İbn Bîbî de Selçuklu sultanının kara birçok unsurunu çadırdan almıştır. Ünlü arkeolog
sürâdık ve çetrini gece semasına benzetir. Hü- J. Strzygowski Şark’taki kubbelerin, yuvarlak ve
kümdar otağlarının en ünlüsü ise Osmanlılar’ın konik kümbetlerin, frizlerin ve daha birçok mi-
“otağ-ı hümâyun”udur. mari ve süsleme unsurlarının Orta Asya Türk ça-
Eski Türkler düğün, sünnet gibi herhangi bir dırından geldiğini ileri sürmüştür. Ona göre gök-
vesileyle eğlence tertip ettiklerinde bunun için kubbeyi temsil eden Türk kubbesi (topak ev), Orta
özel çadırlar kurarlardı. Halen Anadolu’nun bazı ve Ön Asya’dan bütün dünyaya yayılan kubbe mi-
yörelerinde de düğünlerde yemek çadırlarında marisinin menşeidir ve Mezopotamya’nın kubbeli
büyük kazanlarla yemek yapılır ve bu yemekler evleriyle İran ve Anadolu’nun kümbetleri kâgirden
yine çadırlar altında yenir. Timur’un torunlarının yapılmış birer Türk çadırından başka bir şey de-
düğünlerini anlatan kaynaklar, Kân-ı Gil veya Hâ- ğildir. Bunların ve özellikle kubbeli türbelerin dış
ne-i Gul denilen çayırlıkta, her yanı 300’er adım yüzlerinde kubbenin altından itibaren duvarları
uzunluğunda ve yaklaşık 3 m. yükseklikte kumaş dolaşan frizler de çadırdan mimariye geçen diğer
perdeyle çevrilmiş bir alanın ortasına kurulan dev bir önemli unsur olup çadırı üst taraftan çevrele-
bir çadırdan ve bu alanın etrafına dizilmiş pek çok yen nakışlı pervaz görünümündeki sayvanlardan
süslü çadırdan söz ederler (Golombek-Wilber, I, ibarettir. Strzygowski bu tarzın doğuda Çin’e, ba-
180). Osmanlılar da şehzadelerin sünnet düğün- tıda yine Türkler tarafından Mısır’da yapılan bina-

326
Vadi-i Hamuşan
lar, özellikle İbn Tolun Camii vasıtasıyla Afrika’ya ile kişilerin sosyal derecelerine göre değişiklikler
taşındığını söylemektedir. Daha çok minyatürler- gösterir.(1)
de çeşitli örneklerine rastlanan dört direk üzerine (1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162
kubbe örtülü, yanları açık gölgelik (sâyeban, er- [ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164
buâvâ) şeklindeki Türk çadırları da dört fil ayağı
üzerine oturan kubbe mimarisinin kaynağıdır.
Çadır Mimarisi
Çadır bugün de modern dünya mimarisine ilham
Osmanlı çadırları topak ev, tek direkli, iki veya
kaynağı olmaya devam etmektedir. Meselâ Pakis-
üç direkli, şemsiye biçimi çadır ve sâyeban olmak
tan’ın İslâmâbâd şehrindeki, planı Türk mimarı
üzere beş grupta toplanır. Topak ev, bugün Orta
Vedat Dalokay tarafından çizilen Faysal Camii,
Asya Türk toplumları tarafından kullanılmaya de-
Münih Olimpiyat Stadyumu, Suudi Arabistan’daki
vam edilen, üst örtüsü kubbe biçimindeki silindirik
çeşitli stadyumların kapalı tribünleri, Cidde Hava-
gövdeli çadır tipi olup XVII. yüzyılın başlarından
alanı Hac Terminali ve Riyad’daki Diplomatik Ku-
itibaren tamamen terkedilmiştir. Tek direkli çadır
lüp’ün misafir odaları ile lokanta kısmı gibi birçok
geleneksel konik çadır tipinin daha geliştirilmiş ör-
yapı çadırdan gelen unsurlar taşımaktadır.
neğidir. İki veya üç direkli çadır, tonoz şeklinde bir
(1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162 üst örtüsü ve bir etek zinciriyle geniş bir iç mekâna
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164 sahip olan bir çadır tipi olup genellikle iki kapılıdır;
kapıların üzerinde de çadırla tek parça olan ve ince
Çadır - Osmanlılar’da direkler yardımıyla açılan birer gölgelik bulunur.
Şemsiye çadır, gerektiğinde şemsiye biçimindeki
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan sonra
üst örtüsünün çevresine etek takılarak tek direkli
çadırın Türkler’in hayatındaki etkinliği, asırlar
çadır gibi de kullanılabilen bir tür gölgeliktir. Daha
boyu gelişen kültür ve sanatlarıyla bütünleşmiş-
küçük çaplı olanları, Osmanlılar’dan önceki çeşitli
tir. Formları ve fonksiyonları bakımından çok
Türk ve İslâm devletlerinde hükümdara mahsus bir
zengin örnekleri bulunan çadırlar devlet, ordu ve
alâmet olarak başının üzerinde taşınmıştır. Sâye-
saray teşkilâtında olduğu gibi halkın günlük yaşa-
ban, genelde iki ana direk üzerine kurulan alt kena-
mı içinde de çeşitlilikler gösterir. Saray teşkilâtın-
rı toprak seviyesinde ve cephesi açık, üç tarafı ka-
dan devlet idaresi birimlerine, savaşlardan günlük
palı çadırdır. Bazıları ise dört direk üzerine kurulan
eğlence ve mesirelere, adalet ve cezalandırma
dikdörtgen biçimli tek bir üst örtüsü şeklindedir.
işlerinden sağlık ihtiyaçlarına kadar her alanda
Bu çadır tipi başta padişah olmak üzere sadrazam
çadırdan faydalanan Osmanlılar, ölülerinin üs-
ve vezir gibi ileri gelen kişilerin daha çok temaşa ve
tüne de kâgir türbe yapılıncaya kadar geçici türbe
dinlenme amacıyla oturmaları için tercih edilmiş-
olarak yine çadır kurmuşlardır. Başta padişaha ait
tir. Osmanlılar bu ana çadır tiplerinde amaca veya
çadırlar kompleksi olmak üzere ileri gelen vezir
ihtiyaca göre değişiklikler yapmışlar, gerektiğinde
ve paşaların çadırlarında, saray ve konaklardaki
bunlara ilâve parçalar eklemişlerdir.(1)
her türlü hizmetin çeşitli bölümlerden oluşan bir
bütün içinde başarı ile yürütüldüğü, hatta seferde (1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164
çadırlardan meydana gelen portatif Enderun’un
dahi hizmet verdiği görülür. Sefere katılan bütün
asker ocaklarına ve esnaf gruplarına ikametgâh Çadırın Bölümleri
vazifesi gören çadırlardan başka mescid, hasta- Osmanlı çadırları üst örtüsü, etek ve direk olmak
hane, hazine, erzak ve mühimmat deposu, mut- üzere üç ana parçadan meydana gelir. Çadırların
fak, hamam, helâ, idam çadırı ve ahır gibi çeşitli çatısı olan üst örtüleri topak evlerde kubbe, tek
ihtiyaçlara cevap verecek çadırlar da mevcuttur. direklilerde külâh, iki veya üç direklilerde ise to-
İslâmiyet öncesi geleneğinin bir devamı olarak noz şeklindedir. Üst örtüsünün üzerinde direk
Osmanlı Türkleri’nde de çadırlar biçimleri, boyut- uçlarının geçeceği, aynı zamanda çadır içindeki
ları, malzemeleri ve süslemelerindeki farklılıkları kirli havanın dışarı çıkabileceği açıklıklar bulunur;

327
Vadi-i Hamuşan
kenarları meşin parçalarıyla sağlamlaştırılan bu Çadırların Kumaş Türleri ve Bezeme
açıklıklar, direğe geçirilen alemlerin geniş kaidele- Yapımları tamamen dokuma malzeme ile ger-
riyle yağmurdan korunur. Üst örtüsüne ilişik olan çekleştirilen ve bazı kısımlarında deriyle keçeye
ve mekânı içten ve dıştan çevreleyen enli saçaklar- yer verilen çadırlarda pamuklu, yünlü ve ipekli
la da üst örtüsü ile etek arasındaki bağlantı yerleri kumaş türleri kullanılmıştır. Genelde en yaygın
gizlenir. Direkler üzerinde taşınan üst örtüsüne olan kumaş türü pamukludur. Gerek dayanıklılı-
kalın urgan britler ve ahşap mandallarla bağla- ğı, gerekse sıcağa ve soğuğa karşı koruyuculuğu
nan ve çadırın duvarlarını oluşturan birime etek açısından pamuklu kumaşlar tercih edilmiş, su
denilmektedir. Yekpâre veya ince ahşap direkler- geçirme problemi ise özel bir dokuma tekniğiyle
le birbirinden ayrılmış dikdörtgen panolar dizisi
çözümlenmiştir. Daha çok küçük Ege adalarındaki
şeklinde olabilen çadır etekleri üzerinde kapı,
tezgâhlarda ve Soma’da dokunan “kirpas” adlı bir
pencere, perde gibi mimari ve dekorasyon eleman-
cins pamuklu kumaşın kalın cinsi çadır bezi ola-
ları da mevcuttur. Türk mimarisinin karakteristik
rak kullanılmıştır. Çok soğuk iklim şartları gereği
kapı ve pencere biçimlerinin tekstil malzemesiyle
özellikle ikametgâh olarak kullanılan çadırlarda
son derece başarılı bir biçimde yaşatıldığı görülen
yünlü kumaşlar, çadırların iç mekânını süslemek-
çadır eteklerinde yine hiyerarşik düzene dikkat
te ise atlas gibi lüks kumaşlar tercih edilmiştir.
edilmiş, alt kademedeki görevlilerin çadırlarında
Ancak padişah veya erkâna mahsus çadırlarda ih-
kapı ve pencerelerin, üst seviyedeki devlet adam-
tişam ön planda tutulduğu için çadırın bütünün-
larınınkine nisbetle daha küçük ölçülerde olması-
de atlas ve benzeri ipekli kumaşların kullanılmış
na özen gösterilmiştir. Çadırın bel kemiğini teş-
olduğu da görülmektedir.
kil eden direk ahşaptır. Direkler, genellikle alçak
kazıma veya alçak kabartma teknikleriyle yapılan Osmanlı halkının ve askerinin kullandığı çadır-
bitkisel ve geometrik bezemelerle süslenmiş, ayrı- lar, “hazine” adı verilen ve belli bir ölçüsü olan
ca çeşitli renklerde boyanmış veya yaldızlanmış- kanat bezlerinin sayılarına göre değerlendiril-
tır. Padişah ve erkâna ait çadırların direklerinin, mekteydi. Bir konik çadır on iki, otağ-ı hümâyun
üzerinde kıymetli taşlar bulunan altın veya gümüş ise kırk hazinelidir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın
plakalarla kaplanmış olduğu ve altın alemlerle son oğlu Şehzade Mustafa’nın Saruhan sancak beyi
bulduğu pek çok kaynakta belirtilmektedir. olarak Manisa’ya gönderilişine dair bir belgede,
Çadırın bütününü oluşturan bu üç önemli ele- Osmanlılar’ın özellikle seferlerde kullandıkları
mandan başka, çadırın dışında kalan fakat pek çadırların türleri ve büyüklükleri hakkında bilgi-
çoğunda vazgeçilmez bir parça olan “zukak” bu- ler yer almaktadır. Bunlar otağ, münakkaş çardak,
lunmaktadır. Türkçe’ye “sokak” şeklinde geçen münakkaş sâyeban, divanhâne, hazine, mutfak,
Arapça zukak, çadır veya çadır gruplarını çevrele- kiler, saraçhâne, ekmekçiler, helvacılar, kasaplar,
yen bir tür tekstil kuşatma duvarına verilen addır. yoğurtçular, terziler, saka ve banyo (âb-hâne) ça-
Arazide veya ordugâhta, özellikle padişah ve erkâ- dırlarıdır. Otağın dışında kalan çadırlar, kullanım
na ait çadırların istenmeyen bölgelerle bağlantı- amaçlarına göre otuz hazineliden sekiz hazineliye
sını kesen zukaklar önemli bir tecrit elemanıdır. kadar sıralanmaktadır. Örnek olarak divanhâne
Zukaklar seferde koruyucu, sınırlayıcı ve aşılması çadırı yirmi altı - otuz hazineli, kiler çadırı yirmi
yasak birer engel olarak, çeşitli eğlence ve tören- altı hazineli, ekmekçiler çadırı on altı hazinelidir.
lerde ise padişah ve maiyetini halk kitlelerinden Bunların en küçüğü olan ve yirmi dört kıta olarak
ayırmak amacı ile şehir içinde de kullanılmış ve belirtilen banyo çadırları on iki, on ve sekiz hazi-
ayrıca “halvet-i hümâyun” adını da taşımıştır. nelidir (Uzunçarşılı, TTK Belleten, XXXIX/156, s.
Etek zinciriyle büyük oranda benzerlikleri olan 686-687). Eski Türk ordularında da seyyar banyo
zukakların çoğunlukla üst kenarları kale mazgal- olarak kullanılan bu tür çadırlar (çerge) vardı (Ka-
ları gibi dendanlı yapılmıştır.(1) fesoğlu, s. 310).
(1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162 1640 tarihli Narh Defteri’nde “Es‘âr-ı Çadırcıyân”
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164 başlığı altında yer alan bilgilerden halkın kullan-

328
Vadi-i Hamuşan
dığı çadırların genellikle sekiz, on iki hazineli ol- Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Abd, Y. Lisans
duğu anlaşılmaktadır (bk. Kütükoğlu, s. 214-215). Tezi, S.575, 2007
Burada verilen rakamlar, çadır fiyatlarının kalite- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
lerine göre 2400 ile 800 akçe arasında değiştiğini
göstermektedir. En basit çadır olan sekiz hazineli
Çakırcı Başı Türbesi-İstanbul
çerge 800 akçedir. Bu narh defterinde çadır asta-
rından ve astarlı çadırlardan söz edilmesinden ve (1) Adresler. a.g.e.
bazı tarihî kaynaklardaki minyatürlerde çadırın
iç ve dış kısmının farklı renkte çizilmesinden, pa- Çakmak Dede Türbesi-Yunanistan
muktan yapılan çadırların genellikle çift katlı ol-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989
duğu anlaşılmaktadır.
Klasik dönemden Batılılaşma dönemine kadar bü-
Çal
tün Osmanlı süsleme sanatlarının en güzel örnek-
lerini sergileyen çadırlarda ibrişim, altın sırma ve Müslüman olmayanların mezarı.(1)
gümüş simle yapılan işlemeler ve güderi veya kıy- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
metli kumaş parçalarından aplike edilen motifler,
özellikle padişah çadırlarında en çok kullanılan
Çal, Halit
bezeme çeşitleridir.(1)
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr.
(1) DİA; [ÇADIR - Nebi Bozkurt] c. 08; s. 158-162
[ÇADIR - Cenap Çürük] c. 08; s. 162-164 İstanbul Eyüp’teki Erkek Mezar Taşlarında Başlıklar,
Tarihi Kültürü Ve Sanatıyla Iıı. Eyüp Sultan Sempozyu-
mu (28-30mayıs 1999) S.206-225, Eyüp Belediyesi,
Çağdaş, Cevdet 2000, İstanbul
T.T.K Ktp./Tasnif No: A.Iıı/7993
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Kıbrıs’ta Osmanlı Devri Mezarları; Mezar Taşları, Ayyıl-
dız Matbaası, S. 335-344, 1971, Ankara
Çal, Halit
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Ttk Ktp./Tasnif No: A.Vıı 1085-2, 2a
“Orhun Anıtları 2000 Yılı Kazısı: Karakuş Tasvirli Sem-
Çağırgan Baba Türbesi-Gümüşhane bolik Lahit” Xıv. Türk Tarih Kongresi (9-13 Eylül Ankara)
(1) Özkan, Haldun. a.g.e. s. 149 Kongreye Sunulan Bildiriler, C.3, S.525-550, Ttk,
2005, Ankara

Çağırgan Veli Türbesi-Giresun (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Kahraman, İsmail. a.g.e.S. 17


Çal, Halit
Ttk Ktp./Tasnif No: A.Vıı 4261, A
Çağlıtütüncügil, Ersel
Erzincan Çayırlı Eşme Pınar Köyü Mezar Taşları, Sanat
Milli Ktp./Tasnif No: 2000 Bd 1141
Tarihi Araştırmaları, Prof. Dr. Haşim Karpuz’a Arma-
Kemalpaşa Ve Çevresindeki Türk İslam Esreleri Iı. ğan, S.125-154, Kıvılcım Kitapevi, 2007, Kayseri 59
Bildiriler ( Hamamlar, Çeşmeler Ve Bazı Mezar Taşları),
Kemalpaşa Kültür Ve Çevre Sempozyumu (3-5 Haziran (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
1999) S.193-230, 1999, İzmir

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Çal, Halit


Ttk Ktp./Tasnif No: A:Vıı 0833, A (Bildiri Özetleri)
Çakar, Gülşen Urfa Şehri Mezar Taşları, Xv. Türk Tarih Kongresi, (11-
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 207279 Bursa Emir 15 Eylül 2006), Yayımlanmamış Bildiri.
Sultan Mezarlığındaki 18. Ve 19.Yüzyıl Mezar Taşları, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

329
Vadi-i Hamuşan
Çal, Halit Çam Baba Türbesi-Kosova
Ttk Ktp./Tasnif No: A Vı 9512 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 537
Kastamonu Mezarları Mezar Taşlarının Genel Durumu,
2. Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, (18-20
Çam Dede Türbesi-Çankırı
Eylül 2003), S. 611-626, Kastamonu Valiliği, 2005,
Kastamonu (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Çam, Nusret

Çal, Halit Milli Ktp./Tasnif No: 1998 Ad 7746


Türk Mezar Ve Türbelerinin Özellikleriyle İlgili Bazı
Ttk Ktp./Tasnif No: B. I 4766-10
Düşünceler, Geçmişten Günümüze Mezarlık Kültürü Ve
Kastamonu Müzesindeki Türk Mezar Taşları, Konya İnsan Hayatına Etkileri Sempozyumu, (18-20 Aralık),
Kitabı X, Prof Dr. R. Arık Ve Prof Dr. O. Arık’a Armağan, S.63-71, Mezarlıklar Vakfı, 1998, İstanbul 60
S.199-224, İpekyolu Konya Ticaret Odası, 2007,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Konya

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Çamağzı Köyü Türbesi-Tokat

Çal, Halit (1) Tokat. a.g.e. s. 268

Vakıflar Gn. Md. Ktp.


“Göynük (Bolu) Şehri Mezar Taşları, Vakıflar Dergisi, Çamur Köyü (Kümbet) Türbesi-Gümüşhane
Sayı: 30, S. 307-395, Vakıflar Gen Md., 2007, Ankara (1) Özkan, Haldun. a.g.e. s. 154
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Çanakçı Dede Türbesi-İstanbul-Çatalca


Çal, Halit- Çal, Özlem
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 79
Kastamonu Atabey Gazi Camisi Ve Türbesi Hazirelerin-
deki Mezar Taşları, Kastamonu Valiliği, Fersa Matbaa-
sı, 140 Sayfa, Eylül 2008, Ankara Çandarlı Türbesi
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. İznik’te sur dışında iki bölümlü türbe.
Şekāik Tercümesi’nden, Lefke Kapısı çıkışındaki
Çal Köyü Türbesi-Bulgaristan mezarlığın içinde bulunan türbenin Çandarlı Ha-
lil Hayreddin Paşa’nın ölümünden (789/1387)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
sonra yaptırıldığı öğrenilmekte ve yaptıranın da
bugün aynı türbede yatan oğlu Çandarlı Ali Paşa
Çal Türbesi-Çankırı (ö. 809/1406) olduğu sanılmaktadır. İki bölümün,
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. duvar kalınlıklarından ve aralarındaki bağlantı
yerlerinden ayrı zamanlarda inşa edildikleri an-
laşılır. XIV. yüzyılın ikinci yarısında ibadet yeri
Çalak olarak yapılan batıdaki kısmın yüzyılın son çeyre-
Adam öldüren hırsız.(1) ğinde yanına ikinci mekânın eklenmesinden sonra
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. türbeye çevrildiği düşünülmekteyse de genel kana-
at, Selçuklu kümbetlerini hatırlatan kubbeye geçiş
sisteminin küresel kubbe ile birleştirildiği doğuda-
Çallı Ali Efendi Türbesi-İstanbul ki mekânın daha önce yapıldığı yolundadır.
(1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 9, Halil Hayreddin Paşa’nın mezarının bulunduğu
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 428 doğudaki mekân kare planlı olup kubbeye geçiş

330
Vadi-i Hamuşan
dört köşesindeki büyük üçgenlerle sağlanmıştır. Çandarlı Hayreddin Paşa Türbesi-İznik
Onikigen kasnaklı kubbenin ortasında günümüz- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24
de camekânla kapatılmış olan aydınlık açıklığı
bulunmaktadır. Türbenin kuzey duvarı sağırdır,
diğer cephelere ise birer pencere açılmış ve basık Çandarlı İbrahim Paşa Türbesi-İznik
bir kapı ile de batıdaki mekâna bağlantı sağlanmış- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24
tır. Bu bölümde Halil Hayreddin Paşa ile oğlu Ali
Paşa’nınkinden başka kime ait olduğu bilinmeyen
diğerlerinden küçük bir lahit daha bulunmaktadır. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Türbesi-
İznik
Her cephesine birer dikdörtgen pencere, onaltı-
gen kubbe kasnağına da sivri kemerli üç pence- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 360,
re açılmış olan batıdaki kare mekân daha büyük (2) DİA, Cilt. 33, s. 585
boyutludur ve kubbeye prizmatik üçgenlerle
geçilmektedir. Mihrap yönündeki pencere kade-
Çandarlı Kara Halil Paşa Türbesi-İznik
meli niş içindedir ve başka kümbet türbelerde de
benzerlerine rastlanan bu pencerenin dış cephe- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24
deki niş düzeniyle birlikte ele alındığında orijinal
olduğu anlaşılmaktadır. Bu kısımda bugün hâlâ Çapanoğlu Türbesi-Yozgat
torunları İznik’te yaşayan Çandarlı soyundan on
yedi kişinin mezarı bulunmakta ve hat sanatı açı- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24
sından büyük önem taşıyan bu mezar taşlarında
XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar değişen tarihler Çaput
okunmaktadır. Batıdaki mekânın güney cephesi
a. Eski, değersiz bez parçası, paçavra.(1)(2)(3)
iki kör kemerle hareketlendirilmiş ve basık ke-
merli giriş sivri kemerli bir niş içine alınmıştır. b. Eskimiş veya yamalı elbise.(1)(2)
Bu kapının önünde, XIX. yüzyıl başlarında halen c. Bez.(2)
mevcut olan iki mermer sütunun taşıdığı ahşap
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bir sundurmanın bulunduğu bilinmektedir.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Duvarlar bir sıra küfeki taşı ve bir-üç sıra tuğla ile (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
örülmüştür. Kubbe kasnaklarının ve batı mekânı
cephelerinin üstünde tuğladan kirpi saçak dolan-
maktadır. Her iki kısmın da kubbesi ve doğudaki- Çaput Baba Türbesi-Aksaray
nin köşe pahları kiremit kaplıdır. (1) Topal, Nevzat. a.g.e. s. 60
Yunan işgali sırasında tamamen tahrip edilen yapı
1928’de mezar taşları dahil iyi bir restorasyon Çar alâmet
görmüştür.
Bektaşi halifesinin üzerinde taşıdığı ve kimliğini
(1) DİA; [ÇANDARLI TÜRBESİ - Şebnem Akalın] c. belirleyen dört işarete verilen ad. Aslı “çıhar alâ-
08; s. 216
met”tir. Farsça “dört” manasına gelen bu alâmet-
ler; ince uzun bir sofra, çerağ (mum), alem (bay-
Çandarlı Halil Hayreddin ve Ali Paşa Türbesi- rak) ve seccadedir.(1)
İznik (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 39
Çar Darp
Çandarlı Halil Paşa Türbesi-İznik a. Sözlük anlamı “dört vuruş” demektir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 23 b. Bâtıni tarikatlarda Kalenderilerin ve abdalların,

331
Vadi-i Hamuşan
eriştikleri manevi bir zevk sonunda veya Allah Çarh Telakkisi
yolunda her şeyden soyunduklarını, her şeyi Divan şiirinde gökyüzünü, mecazi olarak da kötü ta-
terk ettiklerini anlatmak maksadıyla, başların- lih ve kaderi ifade etmek üzere kullanılan bir tabir.
daki dört bölgeyi; saç, sakal, kaş ve bıyıklarını
Çarh (çerh), eski edebiyatta geniş bir mâna çer-
ustura ile tıraş etmeleri usulü.(1)(2) çevesi içinde ve ayrıca çeşitli terkiplerle yaygın
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. olarak kullanılan bir kelimedir. Yerine ve kulla-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. nılışına göre dar anlamda gök, gökkubbe, gökyüzü,
felek ve çarktan başlayıp geniş ve mecazi çerçevede
Çar Tekbir dehr, dünya, devran, âlem, talih, baht, kader, hatta
ecel mânalarını içine alır.
a. Dört tekbir.(1)(2)(3)(4)
Tevriyeli olarak da bu anlamların birkaçını bir-
b. Cenaze namazında alınan “dört tekbir” için kul- likte ifade eden çarh kelimesi, Batlamyus’a da-
lanılan söz.(1)(2)(4) yanan eski astronomi anlayışına göre merkezde
c. Tasavvufta “her şeyden sıyrılmak, el çekmek, hareketsiz duran dünyanın etrafını iç içe soğan zarı
dünyayı ve Allah’tan başkasını terk etmek” anla- gibi çevreler. Her biri kendi içinde dönen bu do-
mına gelir. Nasıl ki dört tekbirle cenaze namazı kuz gökkubbeye (nüh felek) veya gök tabakasına
kılınan insanın, toprağa verilirken dünyayla il- bundan dolayı “çarh-ı mutabbak” denilmiştir. Her
gisi kalmazsa, sofiler de ölmeden önce ölmenin gezegene mahsus bir gök tabakası vardır. İlk yedi
sırrına ulaşmak için varlıklarını feda ederler. gökte yedi seyyâre, sekizinci gökte burçlar ve sabit
yıldızlar bulunur. Dokuzuncu gök ise bütün cisim
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
ve varlıklardan arınmış olup içinde hiçbir yıldız
(2) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
bulunmaz. Bu gök tabakasına “çarh-ı atlas” veya
(3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
“felek-i atlas” adı verilmiştir. Bütün gökleri içine
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
aldığı, en büyüğü ve en güçlüsü olduğundan ona
“çarh-ı a‘zam” veya “felek-i a‘zam” da denir. Do-
Çare Baba Türbesi-Çankırı kuzuncu gök, diğer göklerin batıdan doğuya olan
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. dönüşünü kendi dönüşüyle doğudan batıya doğru
çevirir. Bunun sonucunda yıldızların birbirlerine
ve burçlara olan uzaklığı sürekli değişir. Bu da in-
Çarh
san talihi üzerinde etkili olur. Bu anlayış tarzın-
a. Gökyüzü, kâinat, felek, âlem, dünya.(2)(3) dan dolayı çarh bütün kötülüklerin esası olarak
b. Talih, baht, şans.(2)(3) görülür. Felekten şikâyetin kaynağı doğrudan
c. Zaman, devran.(3) doğruya bu inanıştır. Çarh-ı bî-amân, çarh-ı hûnî,
çarh-ı dûn, çarh-ı denî, çarh-ı kej-reftâr, çarh-ı si-
d. Divan şiirinde gökyüzünü, mecazi olarak da
temger, çarh-ı pür-kibr ü kîn, çarh-ı gaddâr, çarh-ı
kötü talih ve kaderi ifade etmek üzere kullanılan
kînever, çarh-ı gec-nihâd vb. sözlerle bu hususa
bir tabir.(1) işaret edilir.
e. Farsça kökenli olup, devreden, dönen manasına Çarh bu noktada çarh-ı vârûn, çarh-ı nîgûn gibi
gelen çarh, Mevlevilerde sema esnasında, “direk” terkiplerde de görüldüğü üzere “kötü talih, baht ve
denen ve yerden kaldırılmayarak sabit tutulan sol kader” gibi mânaları ifade etmeye başlar.
ayağın etrafında döndürülen sağ ayağa verilen
Çarh, kâinatın yaratılışından beri mevcut olup bü-
isimdir. Sağ ayağın, sol ayak etrafında bir tam dö-
tün olaylara şahit olduğu ve ufuk çizgisinde kavis-
nüşene ise “çarh atmak” denir.(2)(3)
li şekilde göründüğü için beli bükülmüş bir ihtiyar
(1) DİA; c. [ÇÂRH - İsmail Hakkı Özkan] 08; s. 229 veya kocakarıya da benzetilir. Çarh-ı hamkamet,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. çarh-ı bîve, çarh-ı pîre-zen, çarh-ı pîr sözleri bu
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. münasebetle kullanılır.

332
Vadi-i Hamuşan
Çarh yükseklik, genişlik, sonsuzluk, berraklık, (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
parlaklık veya rengi itibariyle çeşitli tasavvur ve (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
benzetmelere de konu olur: Çarh-ı lâciverd, çarh-ı (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ahdar, çarh-ı kebûd, çarh-ı mînâ gibi. Çarh-ı berîn, (4) Kaya, Doğan. a.g.e.
göğün en üst katını yani arş-ı a‘lâ’yı ifade eder.
Sevgili veya övülenin yüceltilmesi maksadıyla Çarmıh
onun sarayı, eşiği, kapısı ve tahtı ile çarh arasın-
a. Birbiri üzerine çapraz konmuş iki tahtadan olu-
da yüksek gök tabakası olması bakımından teşbih
şan, suçlunun öldürülmek amacıyla çivilendiği
münasebeti kurulduğu görülür. Bunlar gökler ka-
haç biçimindeki darağacı.(4)(5)
tında, hatta onlardan daha yüksektedirler.
b. Hz. İsa’nın, üzerinde gerilmiş olarak resmedil-
Gökyüzü tekerlek gibi döndüğü için “çarh-ı dev-
diği haç, salip.(2)
vâr” sözünde olduğu gibi “çark”a benzetilir. Bu
türlü benzetmede çarh kelimesinin her iki anla- c. Dört çivi.(3)
mından faydalanılır. Burada kılıç bilemeye yara- (1) DİA; ÇARMIH c. 8, s. 230 Günay Tümer
yan çark veya çömlekçi tezgâhı ve çıkrığını tasav- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
vur söz konusudur. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ağlayıp inleyen âşık için kullanılan “çarh urmak” (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
tabiri ile su dolabına da işaret edilir. Ayrıca çarh (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
urmak çok defa “daire teşkil ederek dönmek” mâ-
nasında kullanılır. Nitekim Mevlevî semâzenleri- Çarmıh Uygulaması
nin dönüşlerine çarh urmak denir. Hıristiyanların Hz. Îsâ için söz konusu ettikleri,
Semâ edilirken “direk” denilen ve dönen kişinin tarihin çeşitli dönemlerinde uygulanan bir idam
ağırlığını taşıyan sol ayağa hareket vermek mak- şekli.
sadıyla devreden sağ ayağa da çark denir. Dönü- “Dört çivi” anlamında Farsça bir terkip olup (çehâr
şün tam veya yarım oluşu “tam veya yarım çarh mîh) biri yatay, öteki dikey iki ağacın oluşturduğu
atmak” deyimiyle ifade edilir. haç şeklindeki darağacını ifade eder. Buna haç ve
Yaygın olarak kullanılan “çark-ı felek” sözü ise kat salib de denilmektedir.
kat daire şeklinde olup yakıldığında kendi etra- Suçluyu ellerinden ve ayaklarından bağlamak
fında çarh gibi dönerek ateş püskürten donanma veya çivilemek suretiyle idam etme şekli olan
fişeği yahut hanımeli gibi bir çiçeği ifade eder. çarmıha germe olayı Romalılar’da yaygın olmakla
Ayrıca yüce gökyüzü, sema, arş mânaları yanında birlikte daha önceleri Asurlular, Persler, Kartaca
bilhassa mecazi olarak talih ve baht mânasında da Fenikelileri, Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından da
kullanılır.(1) uygulanmış, böylece halkın ibret alacağı, adaletin
(1) DİA; c. [ÇÂRH - İsmail Hakkı Özkan] 08; s. 229 gücünün gösterileceği düşünülmüştür. Bu iş için
önceleri sadece bir kazık kullanılıyor, mahkûm
buna bağlanıp ölüme terkediliyordu.
Çarkıfelek
Grekler ve Romalılar bunu değiştirerek suçlu kö-
a. Bütün süsleme sanatlarında kullanılan, helezoni leleri, esirleri, yabancıları, aşağı sınıftan kimseleri
çizgilerden meydana gelmiş yuvarlak motif.(1) ve ayrıca iğrenç suçlar işleyenleri cezalandırmak
Eski kumaşlarda görülen çark biçimindeki süs.(2) için çarmıhı yaptılar. Bu tür cezalandırmada infaz
b. Mecazen talih, baht, kader.(1)(2)(3)(4) yerinde bulunan kazığa bir tahta eklenerek çar-
c. Dönen gök kubbe.(4) Dünyayı evrenin merkezi mıh tamamlanmış oluyordu; suçlu tahtaya bağla-
olarak kabul eden Baltamyus’a ve onu izleyen- nıyor, bazan kolları iki yana açılarak çarmıhın iki
lere göre yer ile birlikte onun etrafında dönen kanadına çivileniyordu.
gezegenlerin oluşturduğu sisteme verilen ad.(2) Romalılar’da çarmıha germe olayı onur kırıcı bir

333
Vadi-i Hamuşan
idam şekli olarak kabul edildiği için devlete isyan Hıristiyanlar çarmıhın şeklini tartışırken İslâmi-
edenlerin dışında Roma vatandaşlarına uygulan- yet çarmıha gerilenin Hz. Îsâ olmadığını belirt-
mıyordu. Bu idam şeklinde genellikle suçlu kırbaç- mektedir (en-Nisâ 4/157).
landıktan sonra idam yerine tahtasını taşımaya Hıristiyan sanatında Îsâ Mesîh’in çarmıha gerilme-
zorlanırdı. İşlediği suç bir levha üzerine yazılarak sinin tasvirleri V. yüzyılda başlamıştır. Tasvirlerin
boynuna asılır veya başkası tarafından önünde bu dönemden itibaren ortaya çıkmasında, o zama-
taşınırdı. Daha sonra bu levha başkalarına ibret na kadar bu konuda çeşitli yorumların geliştiril-
olması için çarmıha gerilenin önüne tesbit edi- mesi ve konsillerde bununla ilgili kararlar alınarak
lirdi. Çarmıhlar şehir surları dışında kurulmakla kilisenin tavrının belirlenmesi etkili olmuştur.(1)
beraber (İbrânîler’e Mektup, 13/12) işlek yollara,
(1) DİA; ÇARMIH c. 8, s. 230 Günay Tümer
sık sık gidilen yerlere yakın olmasına özen göste-
rilirdi (Matta, 27/39, 55; Markos, 15/29, 35, 40;
Luka, 23/35, 48, 49; Yuhanna, 19/20). Çarmıha germek
Milâdî I. yüzyılda Romalılar yahudi esirleri çarmı- Suçluyu ya da bir kimseyi ellerinden ve ayakların-
ha germekteydiler. Tarihçi Josephus bununla ilgi- dan çarmıha bağlamak veya çivilemek suretiyle
li çok sayıda olaydan bahsetmektedir. O dönemde öldürmek, idam etmek.(1)(2)
idamlar için biri “T” şeklinde (daha sonraları “St. (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Anthony haçı” denilmiştir), diğeri eşit olmayan (2) DİA
kollardan meydana gelen (daha sonra “Latin haçı”
adını almıştır) iki tip çarmıh kurulmaktaydı.
Çârubkeş
Hıristiyan inancına göre Hz. Îsâ bu ikinci tip çar-
Tekke şeyhi.(1)
mıha gerilmiş ve başından çivilenmiştir (Markos,
15/26). (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Roma İmparatorluğu’nda uygulanan çarmıha ger-


me İmparator Konstantin tarafından yasaklan- Çataksu Köyü Türbesi-Erzurum
mıştır. (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111
Menşei Bâbil’e dayanan haça Mısır ve Suriye’de de
eski zamanlardan beri tâzimde bulunulduğunu,
Çataşma
hatta Budistler’in haça saygı gösterdiklerini ve
Afyonkarahisar-Emirdağ yöresinde, ölü evinde
milâdî tarihin başlangıcına doğru putperestlerin
ağıtçı kadınların, âşık atışmalarında olduğu gibi
bazı âyinlerinde alınlarına haç işareti yaptıklarını
birbirlerine laf dokundurarak ağıt söylemelerine
belirterek aslında haçın Hıristiyanlık’la ilgisinin
verilen ad.(1)
bulunmadığını ve bir putperest âdeti olduğunu
ileri sürenler de vardır. (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
Bunların iddiasına göre hıristiyan kutsal kitabın-
da (Resullerin İşleri, 5/30, 10/39) Îsâ Mesîh’in bir Çay, Abdülhaluk
ağaç üzerinde öldüğü bildirilmektedir. İlk olarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif
Yunanca yazılan Yeni Ahid’in yukarıda belirtilen No: 711
yerlerinde “ağaç” anlamındaki Yunanca ksulon ke-
Anadolu’da Türk Damgası Koç-Heykel-Mezar Taşları
limesi kullanılmaktadır. Bu kelime ve bazı tercü- Ve , Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, Türk Kültürünü
melerde geçen stavros kelimesi haça delâlet etme- Araştırma Enst., S.Xı+194+49, 1983, Ankara
mektedir. Meşhur Yunan şairi Homeros stavrosu
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
“alelâde bir sırık, direk veya tek bir odun parçası”
anlamında kullanır ve kelime haç şeklini alan iki
ağaç parçasını ifade etmez. Dolayısıyla Îsâ Mesîh’in Çay, Abdülhaluk
idamı düz bir direk üzerinde gerçekleşmiştir. Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 64

334
Vadi-i Hamuşan
Tunceli Mezar Taşları Ve Türk Kültüründeki Yeri, Türk Üsküdar Mezarlıkları Türbe Ve Hazireleri, Türkiye Tu-
Kültürü Araştırmaları Dergisi, C.23, Sayı:1-2, S.153- ring Otomobil Kurumu Belleteni, Y.49, Sayı:328, S.18-
169, Türk Kültürünü Araştırma Enst., 1985, Ankara 22, 9-10/1975, İstanbul 61

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Çaycı, Ahmet- Ürekli, Bayram Çehre-i Golgun


Milli Ktp./Tasnif No: 1992 Sa 42 a. Gül yüz, çiçekli yüz.(1)(2)
Dediği Sultan Haziresindeki Mezar Taşları, Selçuk b. Kemal sahibi ariflerin kalbine inen mutlak te-
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,Y.10,
cellilere denir. Salikin rüyada veya kendinden
Sayı: 25, S.359-401, 2003, Konya
geçtiği sırada gördüğü ancak maddi âlemde gö-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. rülmeyen tecelliler.(1)(2)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Çayırdağ, Mehmet (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1985 Ad 1594
Kayseri’de Selçuklu Ve Beylikler Dönemine Ait Bazı Çehre
Kitâbe Ve Mezartaşları, Tarih Dergisi, Prof. Dr. M.C.
a. Yüz, sima, didar.(1)
Şahabettin Tekindağ Hatıra Sayısı, C:Xxxıv(1984),
S:495-532, İ.Ü. Yayınları, 1984, İstanbul b. Salikin keyfiyetinden haberdar olduğu ve hak-
kındaki bilgilerin kalıcı olduğu tecellilere veri-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
len addır.
c. Çehre, salikin garb olduğu esnada Hakk’ın tecel-
Çayırdağ, Mehmet
li etmesidir.(1)(2)
T.T.K. Ktp./Tasnif No:
1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Son Eratnalı Sultan Iı. Mehmed’in Mezar Taşı, Bel-
leten, T.T.K, Sayı.266, C.Xxııı, S. 109-116, 2009, (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Ankara

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Çekince


Ölüm ya da ölüme yakın büyük dokunca, zarar
Çayırlı Baba Tekke ve Türbesi- olasılığı taşıdığı için çekinmeyi gerektiren durum
Yunanistan-Yenişehir ya da neden.(1)

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1012 (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Çayırlık Türbesi-Bosna Çelebi Gazi Türbesi-Çorum

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 214

Çelebi Hanım Türbesi-Kosova-İpek


Çeç Baba Türbesi-İstanbul-Halıcıoğlu
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 366,
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 27
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 445

Çeçe Sultan Türbesi-Sinop Çelebi Sultan Mehmed Han Türbesi-Bursa


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 21,
(2) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 34,
Çeçener, Besim (3) Öcalan, Hasan Basri. ag.e. s. 80,
T.T.K Ktp./Tasnif No: A I 9399 (4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179

335
Vadi-i Hamuşan
Çelebi Şey Efendi Türbesi-Arnavutluk Çelik, Gülersoy
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 54 Milli Ktp./Tasnif No: 1962 Sb 349
İstanbul Tarihinin Mezar Taşları, Türkiye Turing Otomo-
bil Kurumu Belleteni, Sayı:49/328, S.2,1975, İstanbul
Çelebi Zade İsmail Kasım Efendi Türbesi-
İstanbul (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Adresler. a.g.e.


Çelikkol, Ahmet
Milli Ktp./Tasnif No: 2000 Sb 298
Çelebioğlu Türbesi-Amasya
Kula’da Karamanice Mezar Taşları, Popüler Tarih,
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
5(58), S.16-17, E.Naci Başerdem, 2005, İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Çelenk-Çeleng
a. Farsça bir kelime olup çiçek buketinin büyüğü- Çeltek Baba Türbesi
ne denir.
(1) https://www.facebook.com/857025557669568/
b. Cenaze ve düğün gibi törenlerde kullanılan, he- photos/pcb.1168522526519868/116851572652
diye olarak büyük vesilelerle gönderilen veya bir 0548/type=3
saygı ifadesi olarak mezarlara konan yuvarlak
veya uzun şekilde hazırlanmış çiçek.(1)(2)(3)(4)
Çemişgezek Ferruhşad Türbesi-Tunceli
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 41, s. 381
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Çemişgezek Tekya Türbesi-Tunceli
(1) DİA, Cilt. 41, s. 381
Çelenk koymak
Tarihsel önemi olan bir kimseyi anmak, ona saygı Çengeloğlu Tahir Paşa Türbesi-İstanbul
sunmak için mezarına ya da anıtına çelenk bırak- (1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 9,
mak.(1) (2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 426
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Çençi
Çelik, Adem Küçük mavi boncuklarla, üç parmak şeklinde örül-
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: müş nazarlık.(1)
745.5-30 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Erzurum Mezarlıkları Ve Asri Mezarlığı, Lisans Tezi,
Atatürk Ü.İlhahiyat Fak., S.66, Erzurum
Çendek
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. İnsan veya hayvan ölüsü,(1) leş, laşe, ceset
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Çelik, Çiğdem
Van 100. Yıl Ü. Ktp./Tasnif No: 652/Ark/Ms/Ç33b Çene Bağlamak
Bitlis Güroymak’taki Tarihi Mezar Taşları, Yüzüncü Yıl a. Ölen birisinin, son nefesini verdikten hemen
Üniversitesi , Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Ve sonra vücudu sertleşirken ağzının açık kalma-
Sanat Tarihi Abd, Y. Lisans Tezi, S.114, 1998, Van
ması için çenesinin altından geçirilen bir tülben-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. di başının üstünde düğümlemek, bağlamak.(1)(2)

336
Vadi-i Hamuşan
b. Birinin ölümünü dilemek.(2) Çermik (Kümbet) Türbesi-Çermik
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Demir, Mehmet Latif. a.g.e.S. 130
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Çertilmek
Çengeloğlu Tahir Paşa Türbesi-İstanbul
a. Yok edilmek.(1)
(1) Adresler. a.g.e.
b. Ortadan yok olmak, kaybolmak.(1)
c. Ölmek.(1)
Çepnibey Türbesi-Niksar
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Çerağ Çeşme-i Zindegani


a. Çıra, meşale, kandil, mum gibi ışık veren şey.(1) Hayat kaynağı. Hayat suyu olarak da adlandırılan
(2)(3)(4) İçine yağ konulup yakılan bir tür fitilli
ölümsüz hayat veren su.(1) Âb-ı hayat, akl-ı surh,
lamba. aynü’l-hayat.(2)
b. Yağa bulanıp yakılan fitil. Yağ kandilinin fitili. (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3)(4)
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
c. Işık, alev.(4)
d. Nur, marifet.(1)
Çeşme-i Eyüp Türbesi-Buhara
e. Bektaşi dergâhlarında yeni gelen derviş için tö-
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 528
ren düzenlenen makam, bazı gülbank ve tercü-
manlar.(1)(3)
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Çeşme-i Eyyüp Türbesi-Buhara
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 6 s. 367
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Çeşmicizade Türbesi-Burdur

Çerağ-ı dil (1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38

a. Kalp çerağı, gönül lambası.(1)(2)


b. Marifet nuruyla aydınlanmış kalp.(1)(2) Çetin Halil Baba Türbesi-Makedonya

(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 603
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Çetintaş, Burak
Çerkez, Murat Milli Ktp./Tasnif No: 1994 Sb 96
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr. Eskiden Buraları Hep Mezarlıktı’ Ayaspaşa Mezarlığı,
Eyüp Sultan Mezar Taşlarında Kandil Motifleri, Tarihi Toplumsal Tarih, Türkiye Ekon. Ve Top. Tar. Vakfı,
Kültürü Ve Sanatıyla Iıı. Eyüp Sultan Sempozyumu (28- Sayı:132, S.90-95, 2004, İstanbul 62
30 Mayıs 1999) S.338-365, Eyüp Belediyesi, 1999, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Çetintaş, Burak
Milli Ktp./Tasnif No: 1994 Sb 96
Çerkezbey Türbesi-Yozgat
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Marifetiyle Yaptırılan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24 İki Mezar Taşı, Toplumsal Tarih, (133), S.102-105,

337
Vadi-i Hamuşan
2005, Türkiye Ekonomik Toplumsal Tarih Vakfı, 1994, Çevrim
İstanbul Bir başlangıç durumundan başlayarak, düzenli bir
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. biçimde ve sürekli olarak bir takım değişmelere
uğradıktan sonra yeniden ilk durumuna dönen bir
Çetintaş, Burak dizgenin gösterdiği dönüşümlerin tümü. Örneğin,
Bilkent Ün. Ktp./Tasnif No:Na9330.T92 B55 2009 “ölünce yaşam çevrimine yeniden gireceğiz”.(1)
Art arda gelen ve daima başlangıç haline dönen
1453’ten 1928’e Kadar İstanbul’da Gömülmüş Türk
Denizcilerinin Mezar Taşları, Deniz Kuvvetleri Komu- sürekli ve düzenli hareket.(2)(3)
tanlığı, 2009, İstanbul (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Çetintaş, Vildan
Milli Ktp./Tasnif No: 2006 Ad 10827 Çeykani Türbesi-Kastamonu
Anadolu Mezar Taşlarında Görülen Hayvan Figürleri (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
Üzerine Bir Araştırma, Denizli 1. El Sanatları Kongresi,
10-12 Mayıs 2006, Pamukkale Ü. Meslek Yüksek
Çığlık
Okulu, Denizli
Kabirde Münker ve Nekir’in sorularına cevap ve-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
remeyene demir topuzla öyle bir darbe indirilir ki
acısına dayanamaz. Öyle bir çığlık atar ki, insan-
Çetintaş, Vildan
lar ve cinlerden başka yanındaki bütün varlıklar o
Ttk Ktp./Tasnif No: A Vıı 4380, 3,A çığlığı duyar.(1)
Osmanlı Dönemi Sivas Mezar Taşları Üzerindeki Süsle-
(1) Erdoğan, Naim. a.g.e. s. 77
me Ve Kompozisyon Özellikleri, Osmanlılar Döneminde
Sivas Sempozyumu Bildirileri (21- 25 Mayıs 2007),
C.Iıı, S.251-264, Sivas Valiliği İl Kültür Ve Turizm Mü- Çığlıkçı
dürlüğü, 1000 Temel Eser Serisi, No:9, 2007, Sivas
Cenazelerde ölen ile yakınlığı olmayan, fakat çığ-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. lıklar atarak yas tutan ve bunu meslek edinmiş
kişi, ağıtçı, yasçı.(1)
Çetintaş, Vildan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr.
Çıkış
İstanbul Eyüp Sultan Hazreti Halid Türbesi Hazire’sin-
de Yer Alan Mezar Taşları Konulu Tezlerin Değerlen- Kutsal kitap, Tevrat’ın ilk beş bölümünden biri
dirilmesi, Tarihi Kültürü Ve Sanatıyla III. Eyüp Sultan çıkıştır.(1)
Sempozyumu (28-30mayıs 1999) S.372-379, Eyüp (1) Akbaş, Muhsin, a.g.e, s. 39
Belediyesi, 2000, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Çıkrıkçı Baba Türbesi-Edirne


(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
Çevirme (Çerçeveli) Mezarlar
Çıkrıkçı Mustafa Baba Türbesi-Yunanistan
Mezarın bulunduğu toprağın kenarına çerçeve,
pervaz gibi bir kısım yapılarak çevrilen duvarla (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 787
(Arseven, 1966, 391) çevirmeli ya da çerçeveli me-
zarlar oluşur. (3) Çıplak Baba Türbesi-Bitlis
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. s.31. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24

338
Vadi-i Hamuşan
Çıplak Baba Türbesi-İstanbul- Çifte Emirler Türbesi-İstanbul
Kocamustafapaşa (1) Adresler. a.g.e.
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 28

Çifte Evliya Türbesi-Diyarbakır


Çırağ-ı Dehli Hazretleri Türbesi-Hindistan
(1) Pınar, Gürhan. “Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası.”
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 392 Diyarbakır Valiliği (2013). s. 47

Çırasını Yakmak
Çifte Gelinler Türbesi-İstanbul
“Öldürmek, yok etmek, bitirmek” anlamların-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24,
daki bu deyim ölünün yakılarak göğe yollandığı
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 428,
gelenekten kalmadır. Mesela, ceset yakılırken ilk
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 512,
ateşin verilmesi geleneğinden kalan bir deyim ola-
(4) Gider, Şenay. a.g.e., s. 108
bilir. Belki de ölü yakmada kullanılan, kutsal sayı-
lan ve kokulu bir ağaç olan sandaldan özel “çıra”
anlamındadır.(1) Çifte Kardeşler (Huykesen) Türbesi-
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 86 Erzurum
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 64
Çırdak Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. Çifte Kümbet
Kayseri’de Anadolu Selçukluları’na ait iki mezar
Çiçek Bordür anıtı.
Mezar taşında bulunan natüralist tarzda süsleme- Şehrin Sivas çıkışının 3. kilometresinde bulunan
ler.(1) ve biri ayakta, diğeri XX. yüzyıl başlarından beri
(1) Özkan, Serap. a.g.e. s. 36 tamamen yıkık durumda olan iki kümbete Çifte
Kümbet veya Çifte Kümbetler adı verilmektedir.
Yakın geçmişte mühimmat deposu olarak kullanıl-
Çiçek Dolgular
dığı için hayli zarar görmüş olan ayaktaki kümbetin
Barok devri mezar taşlarının sembolik bir takım kapısında yer alan beş satırlık mermer kitâbeden,
işaret ve damgalarıdır.(1) Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’ın
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e. s. 20 eşi Melike Âdile (veya Âdiliye) için kızları tarafın-
dan 645’te (1247) yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Ustanın adının bulunduğu kabul edilen kitâbe ise
Çiçek Motifi okunamamaktadır. II. Gıyâseddin Keyhusrev, üvey
Mezar taşlarında natüralist üsluba bağlı olarak annesi Melike Âdile’yi önce Ankara Kalesi’ne hap-
görülen, lale, karanfil, sümbül gibi çiçeklerden settirip sonra boğdurmuş, kızları da anneleri için
oluşan süslemelerdir.(1) Kayseri’deki bu türbeyi yaptırmışlardır.
(1) Güven, Erman, a.g.e., s.237 Alâeddin Keykubad’ın diğer eşi Mahperi Huand
Hatun’a ait kümbetin sade bir benzeri olan türbe
sekizgen planlı, iki katlı, kubbeli ve piramit biçim-
Çifte Kümbet Türbesi-Kayseri
li külâhı yıkılmış kesme taştan bir yapıdır. Beşik
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 19, tonozla örtülü cenazelik katı, kare bir platform
(2) Öcalan, Hasan Basri.a.g.e. s. 52, şeklinde olan genişçe bir kaide halindedir. Bu ka-
(3) Kahraman, Nurcihan. a.g.e. s. 24, idenin üstünde yer alan sekizgen gövdenin güney-
(4) Kayseri Tarihi. a.g.e. s. 4 batı yüzünde giriş bulunur. Gövdenin her köşesine

339
Vadi-i Hamuşan
keskin hatları yumuşatan zarif işlemeli sütunçeler Çiftlik Türbesi-Aydın
konulmuş, ayrıca her yüzey sivri kemerli sathî niş- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25,
ler şeklinde düzenlenmiştir. Saçak altında dış te- (2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112
sirlerle biraz silinmiş durumda bir yazı şeridi var-
dır. Burada besmeleden sonra Bakara sûresinin ilk
Çiftlik Türbesi-Kayseri
beş âyetiyle yine besmeleyi takiben Âyetü’l-kürsî
bulunmaktadır. Girişin iki yan yüzü ile karşılarına (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 14
rastlayan iki yüzde içe doğru genişleyen birer pen-
cere bulunur. Bu sadeliğe karşılık giriş cephesi, ge- Çile
ometrik süslemeli bordürlerle çerçeveli, mukarnas
a. Eziyet, mihnet, sıkıntı, zahmet, güçlük, meşak-
dolgulu klasik Anadolu Selçuklu kapıları şeklinde
kat, azap.(6)(7)(8)(11)(13)(14)
ele alınmıştır. İç mekânda sade taş yüzeyler ve
kubbe dışında kıble yönündeki mihrap tek belirgin b. Kırk sayısı.(2)
elemandır. Bir bakıma kapıyı küçük ölçüde tekrar- c. Haz verecek her türlü şeyden, zevk ve sefadan
layan mihrap nişi yarım sekizgen biçimindedir. el çekerek, Allah’a erişme yolunda nefsi terbiye
Platformdan kapıya çıkan merdivenin orijinal iz- etmek için, her türlü sıkıntının göze alındığı,
leri yakın zamana kadar durmaktaydı. Selçuklu müddeti değişik perhiz ve riyazet devresi.(8) Far-
kümbetlerinde gövdedeki kapıya ulaşan basamak- sça “çihil” yani kırk sayısından gelen “çile” en az
ların durumu daima tartışmalı olduğundan bu ya- kırk gün (kırk gece) uygulanır.(12) Seyr-u süluk
pıda orijinal merdiven kalıntılarını görmek dikkat ehlinin, dervişlerin âdetlerinden birisi olup, özel
çekicidir. Bu merdiven duvara gömülü, altları mu- edep ve şartları vardır.(1) Nefsanî arzulardan
karnas işlemeli altı basamaktan ibaret olup kapıya kurtularak ruh temizliğine ermek için, şeyhin iz-
tek taraftan ulaşıyordu.(1) niyle ve nezaretinde tenha ve karanlık bir yerde
–genellikle tekkelerin çilehanesinde- inzivaya
(1) DİA; Ara Altun, c. 08; s. 311 çekilip, yeme içme, uyku ve dünya kelamını, dü-
şüncesini en aza indirerek, hem bedenen, hem
Çifte Makas
de zihnen azami derecede ibadet edilmesidir.
Yeniçeri mezar taşlarının simgelerinden birisi.(1) Nefis terbiyesi, riyazet.(2)(3)(4)(6)(7)(8)(9)(11)(14)(10)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27 d. Mevlevi tarikatında “dede” unvanını alıp res-
men Mevlevi dervişi olmak için yapılan, 1001
gün süren, nefsi terbiye etme ve dünyanın kö-
Çifte Sultanlar
tülüklerinden arınma, Allah’a yaklaşma eğiti-
Kocamustafapaşa Camii Haziresinde bulunan tür- mi. Yalnız büyük Mevlevihanelerde yapılabilir-
belerden birisi.(1) di. O Mevlevi dergâhının şeyhi, uygun görürse
(1) Uyar, Gülgün, Bir Risale, Bir Türbe, Bir Menkıbe; 1001 günlük müddeti kısaltabilirdi.(5)
İmam Suyûti’ye Ait Risalenin Işığında Çifte Sul- e. İradenin, etkili ve sağlam hale getirilmesini
tanlar Türbesine Bir Bakış, Osmanlı Araştırmaları,
amaç olarak kabul eden çabalar, bir ideale yönel-
XXXIV., İstanbul 2009, Enderun Kitabevi, s. 231
miş kimsenin, kendini arıtarak yüceltmesi.(6)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Çifte Sultanlar Türbesi-İstanbul (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 24, (3) DİA; c. [ÇİLE - Selçuk Eraydın] 08; s. 316
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 2, s. 513, (4) Kaya, Doğan. a.g.e.
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 110 (5) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(7) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Çifte Sultanlar Türbesi-Çorum-Sungurlu (8) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 27 (9) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.

340
Vadi-i Hamuşan
(10) Akay, Hasan. a.g.e. ettiğine işaret eden âyeti (el-A‘râf 7/142) delil
(11) Pala, İskender. a.g.e. göstererek çile uygulamasını Kur’ân-ı Kerîm’e da-
(12) Albayrak Nurettin, a.g.e. yandırırlar.
(13) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin rivayet ettiği,
(14) Kanar, Mehmet. a.g.e. “Kırk günü Allah için ihlâs ve samimiyetle geçiren
kimsenin dili hikmet pınarlarıyla beslenir” (Dey-
Çile Çekmek lemî, III, 564) meâlindeki hadis de çile için şer‘î bir
a. Çok zahmet çekmek, büyük üzüntü, sıkıntı için- dayanak sayılmıştır.
de yaşamak.(2)(4) Hz. Mûsâ’nın Tûr’da kırk gün kırk gece kaldığına
b. Bir nimete ermek için, bir şeyin veya bir kimse- dair bilgi Ahd-i Atîk’te de bulunmaktadır (Çıkış,
nin eziyet ve sıkıntısına katlanmak.(3) 24/18).
c. Bir tekkenin karanlık hücresinde şeyhin nezare- Hıristiyanlarda paskalyadan altı hafta önce başla-
tinde kırk gün sabır, nefis terbiyesi ve ibadetle yan ve kırk gün süren bir perhiz dönemi vardır.
meşgul olmaya çile çekmek denir. Çile doldu- Câhiliye devrinde Hz. İbrâhim’in tevhid dinini
ran salik az uyur, az yer ve az içer. Devamlı iba- yaşatmaya çalışan az sayıdaki Hanîfler arasın-
detle meşgul olur.(1) da, bâtıl inançların ve ahlâkî kötülüklerin yaygın
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. olduğu ortamdan uzaklaşarak çöller, dağlar ve
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. mağaralarda ibadet, riyâzet ve tefekkürle meşgul
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. olan ve bir tür çile hayatı yaşayan kişiler vardı (bk.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Cevâd Ali, VI, 455-456, 509-510).
Hz. Peygamber ramazan ayının son on günü içinde
Çile Çıkarmak mescidde geçirilen bir perhiz döneminden ibaret
olan itikâf uygulamasını başlatmıştı. Ancak bu dö-
a. Pek çok sıkıntıyla karşılaşmak.(2)
nemde sonradan tarikat ve tekkelerde sistemleşti-
b. Bir salikin, dervişin tekkenin hücresinde, lokma rildiği şekliyle muayyen süreli bir çile uygulaması
pişen mutfakta çalışarak veya seyahat ederek yoktu. Bununla birlikte Allah katında makbul bir
nefsinin terbiyesi, arınması, kalbinin saflaşma- insan olabilmek için dünya nimetlerinden uzak
sı için kırk gün süreyle ibadet, zikir ve fikir ile durmak ve nefse acı çektirmek gerektiği şeklinde-
meşgul olup, çilesini tamamlaması.(1)(2)(3)(4) ki köklü telakkinin de etkisiyle Hz. Peygamber dö-
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. neminde evlenmemeye, sürekli oruç tutmaya veya
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. geceleri sabahlara kadar namaz kılmaya karar ve-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. renler görülmüştür (bk. Buhârî, “Nikâh”, 1). Hatta
(4) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Osmân b. Maz‘ûn kendini iğdiş etmeye karar ver-
miş (Buhârî, “Nikâh”, 8; Müslim, “Nikâh”, 6, 7),
Ebû İsrâil çok sıcak bir günde güneş altında ayak-
Çile Telakkisi
ta durup oruç tutmaya teşebbüs etmişti (Buhârî,
Nefsânî arzulardan kurtularak ruh temizliğine er- “Eymân”, 31; İbn Mâce, “Keffâret”, 21). Ancak
mek için girişilen sıkı perhiz ve mahrumiyet dönemi Kur’ân-ı Kerîm dünya nimetlerinden ölçülü bir şe-
anlamına gelen tasavvuf terimi. kilde faydalanmayı tavsiye ettiğinden (meselâ bk.
“Kırk” anlamındaki Farsça çihl (‫ )چهل‬kelimesin- el-A‘râf 7/33; el-Kasas 28/77) bu tür aşırı hareket-
den gelen çile, çihle veya çille şeklinde de söylenir. ler Hz. Peygamber tarafından engellenmiştir.
Bazı tarikatlarda çile yerine yine “kırk” anlamına I. (VII.) yüzyıl sonlarına doğru dar bir çevrede
gelen Arapça erbaîn kelimesi kullanılmıştır. görülen çile hayatı giderek yaygınlık kazanmış ve
Tasavvuf kaynakları bazı âyetleri (bk. el-Bakara çok değişik şekilleri ortaya çıkmıştır. İlk yüzyılda
2/51; el-Mâide 5/26), özellikle Hz. Mûsâ’nın va- yaşayan zâhidlerin bir kısmında güçlü bir çilecilik
hiy almak üzere kırk gece Tûr’da kalarak ibadet temayülü vardır.

341
Vadi-i Hamuşan
Bunlar arasında yazın sıcağında aç durmak, özel- Tanınmış sûfîlerden Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’dan (ö.
likle soğuk su içmekten kaçınmak, sürekli ve 440/1049) sonra çile tasavvufî hayatın ayrılmaz
bazan iftar etmeden oruç tutmak (savm-ı visâl, bir parçası haline geldi. Ebû Saîd’in, başı aşağıya
savm-ı ebed), et yememek, bekâr yaşamak, inzi- gelecek şekilde kendisini ayaklarından kuyuya
vaya çekilmek, mecbur kalmadıkça konuşmamak, astığı, bu halde dua edip zikir yaptığı ve namaz
kavurucu sıcaklarda çöllerde dolaşmak, defalarca kıldığı rivayet edilir. “Çile-i ma‘kûse” veya “salât-ı
hacca gitmek, geceleri uyumayıp sabahlara kadar maklûb” adı verilen (bk. Attâr, s. 802, 804; İbn
namaz kılmak, Kur’an okumak ve dua etmek gibi Münevvir, s. 28, 29, 33) bu çile tarzı Hârût ve
uygulamaların rağbet gördüğü bilinmektedir. Mârût adlı iki meleğin Bâbil Kuyusu’nda baş aşağı
Bu dönemin tanınmış zâhidlerinden olup kendisi- asılarak çile çıkarmaları efsanesine dayanır.
ne “ümmetin râhibi” denilen Âmir b. Abdullah (ö. Çeşitli tasavvufî zümrelerde çile uygulaması biri
55/675) et yemez, inzivaya çekilir ve bekâr yaşar- süresiz ve düzensiz, diğeri muayyen süreli ve dü-
dı (Ebû Nuaym, II, 98). zenli olmak üzere iki şekilde devam etmiş, ilkinin
Rebî‘ b. Heysem evinde hazırladığı mezara girer, çok çeşitli uygulama biçimleri görülmüştür. Süreli
sabaha kadar burada ibadet ve dua eder, sürekli ve düzenli olanı ise genellikle kırk (Mevlevîler’de
sükût halinde bulunurdu (Ebû Nuaym, II, 105). bin bir) gün sürer. Bu süre içinde beden, dil ve zih-
ni kontrol ve terbiye edici idmanlar yapılır; nefis
Esved en-Nehâî’nin çektiği çileler yüzünden vücu-
haz aldığı şeylerden mahrum bırakılır.
du sararmıştı (Ebû Nuaym, II, 226).
Bu idmanlar genellikle bir yönden nefsi alıştığı ve
Riyâh b. Amr el-Kaysî geceleri boynuna esaret
zevk aldığı şeylerden mahrum etmek, hayatın de-
zinciri takardı. Sâlih el-Mürrî de riyâzet ehli bir
vamı için gerekli olan yeme, içme ve uyuma gibi
zâhiddi.
ihtiyaçları en aza indirmek şeklindeki terk, imsak
Bu dönemin çilekeş zâhidleri en büyük ve en teh- ve perhizlerle nefsi zora koşmak, çetin işler yap-
likeli düşman bildikleri nefislerine karşı savaş maya mecbur etmek, şiddetli ve dayanılması güç
açmışlardı. Ebû Müslim el-Havlânî insanı yarış işkencelere mâruz bırakmak gibi ağır riyâzetler-
atına benzeterek idmanlı olursa Allah’a giden den (riyâzât-ı şâkka) oluşur. Öte yandan dervişin
yolda daha çok mesafe alacağını söylüyordu (Ebû kendisini dünyevî meşgalelerden ve toplumdan
Nuaym, V, 120). soyutlaması da bir tür çile olup bu şekildeki çileye
III. (IX.) yüzyılda sûfîler arasında az çok birbi- halvet, uzlet ve inziva denir.
rinden farklı görüş ve uygulamalar benimseyen Tarikatların teşekkülünden sonra çileye verilen
tasavvufî zümreler görüldüğü sıralarda Sehl b. önem daha da artmış, sâlikin nefsine söz geçir-
Abdullah et-Tüsterî (ö. 283/896) ve temsil ettiği mesi ve arınması için çile gerekli görülmüştür.
Sehliyye hareketi riyâzet ve nefis mücahedesini Ancak aşırı çileci uygulama zâhir ulemâsının yanı
yani çileciliği esas almıştı. Nefsin isteklerine karşı sıra sûfîler tarafından da eleştirilmiştir (bk. Ser-
çıkma ve arzularını kırmayı temel ilke kabul eden râc, s. 529).
Sehliyye mensupları (bk. Hücvîrî, s. 308-325) dinî Genellikle kırk gün süren çilenin uygulama şekli
hükümlere tâbi olma niteliğindeki her amelin nef- Sühreverdî tarafından ayrıntılı olarak tesbit edil-
se azap olduğu kanaatinde idi (Kuşeyrî, s. 85). Ge- miştir (bk. Avârifü’l-maârif, s. 296-353). Çeşitli
nellikle şehvet adı verilen nefsin arzuları kesin bir tekke ve tarikatlarda açlık, uykusuzluk, sürekli
biçimde reddedilmekteydi, hatta cinsî arzularını sükût ve tefekkür, murakabe, aralıksız ibadet ve
yok etmek için iğdiş olan zâhidler bile görülmüştü zikir, uzun ve çetin sefer, çöllerde dolaşmak, in-
(Serrâc, s. 529; İbnü’l-Cevzî, s. 211). ziva, mağaralarda yaşamak, boyuna zincir, ayağa
Abdal mertebesine ulaşmak için gerekli görülen bukağı, ele kelepçe takmak, karnına ip dolayıp
dört prensip az yeme (cû‘, kıllet-i tâam), az konuş- kendini bir ağaca bağlamak, kendini baş aşağı ku-
ma (samt, kıllet-i kelâm), az uyuma (seher, kıllet-i yuya asmak, bekârlık, iğdiş olmak, et yememek,
menâm), inziva (uzlet) şeklinde sıralanmaktaydı bedene eziyet etmek, soğuk su içmemek, kavuru-
(Kutü’l-kulûb, I, 159). cu sıcaklarda güneş altında beklemek, kendini hor

342
Vadi-i Hamuşan
hakir bir durumda bırakmak, yalın ayak baş açık Üç gün tamamlandıktan sonra “kazancı dedenin”
gezmek, dilencilik yapmak, tekkeye odun taşımak huzuruna getirilir; çileye devamda ısrar ederse on
başlıca çile çeşitleri olarak görülür. Hâce Yûsuf sekiz gün “ayakçılık” hizmetinde bulunur. Daha
el-Hemedânî ve Ahmed Yesevî’de olduğu gibi evde sonra aşçı dedenin emriyle kendisine bir arakiy-
veya tekkede bir mezar kazıp içinde yaşamak da (bk. ye, mutfak tennûresi ve elifî nemed verilir. Derviş
Câmî, s. 364; Köprülü, s. 37-40) bir çile şeklidir. elbisesi giymeye “soyunmak” tabir edilir. Soyunan
Çile insanın nefsine hâkim olması, kendisini di- sâlik kazancı dedeye teslim edilir, kazancı dede
siplin altına sokması, ruh temizliği, kalp huzuru, kendisine yapacağı hizmetleri gösterir. Ayakçı adı
keşfin açılması ve kerâmet sahibi olunması gibi verilen derviş semâ çıkardıktan sonra kendisine
değişik ahlâkî ve tasavvufî gayeler için yapılabilir. muvakkat bir sikke verilip mukabeleye katılması-
Ancak önde gelen sûfîler keşf ve kerâmet sahibi na izin verilir. Ayakçının yerine bir yenisi gelince o
olmak için çile çıkarmanın doğru olmadığı görü- “pazarcı” olur. Pazarcının görevi pazardan tekkeye
şündedirler. Nitekim Şehâbeddin es-Sühreverdî yiyecek getirmektir. Derviş daha sonra bulaşıkçı,
çileden asıl maksadın dinin selâmeti, ihlâslı amel ve somatçı, meydancı gibi hizmetlerde bulunur.
nefsin denetim altında tutulması olduğunu belirte- Çilesi tamamlanan derviş çeşitli merasimlerden
rek keşf ve kerâmet sahibi olmak için çile çıkaran- sonra meydancı dede tarafından üç gün bir hücre-
ları eleştirir (bk. Avârifü’l-maârif, s. 311). ye yerleştirilir. İlk gece namazdan sonra dedeler,
Tekke, hankah, ribât ve zâviyelerde dervişlerin her biri kendi imkânları nisbetinde aldıkları hedi-
çile çıkarması için özel olarak hazırlanan dar ve yelerle dervişi ziyaret edip kahve içerler; üç gün
karanlık hücrelere çilehâne veya halvethâne deni- sonra meydancı, dervişin hücresine gidip “destur”
lir. Müridlerin buradaki çile süresi kırk gün devam diyerek izin ister. “Hû” sesini alınca girip “hücren
eder. Hayatında sadece bir defa çile çıkaran der- küşâd olacak” der ve perdeleri açar, dervişi tekke-
vişler olduğu gibi defalarca çile çıkaranlar, hatta nin şeyhine götürür. Şeyh dervişe biat telkininde
ömürlerini çileyle geçirenler de vardır. Hemen bulunurken biat âyetini (el-Feth 48/10) okur.
bütün tarikatlarda çile ile birlikte halvet ve erbaîn
Son imtihan olan hücre çilesi on sekiz gündür. Bu
terimleri de yaygın olarak kullanılmaktadır. Özel-
son hücre çilesinden sonra dervişe verilmiş olan
likle Mevlevîlik’te çile teriminin kullanımı daha
muvakkat sikke geri alınarak derviş sikkesi giydi-
yaygın olup bu terimden çeşitli kelimeler türetil-
rilir. Bu şekilde “can” 1001 günlük çilesini tamam-
miştir. Meselâ çileye giren dervişe çilenişîn, çile-
layarak derviş ve dede unvanını almış olur.(1)
sini tamamlayana çilekeş, çilesini yarıda bırakana
çileşiken denir. Çilesini doldurmayan ve yarım bı- (1) DİA; c. [ÇİLE - Selçuk Eraydın] 08; s. 316
rakan dervişin yeni baştan çile çıkarması gerekir.
Çile Mevlevî tarikatında 1001 günlük bir süredir. Çilehane
Bu tarikatta çilesini çıkarmamış tarikat mensubu-
a. Çile yapılan yer.(1)
na “can” adı verilir. Derviş ve dede ismiyle anılmak
için ikrar verip çile çıkarmak şarttır. İkrar vermek, b. Tekkelerde dervişlerin çilelerini doldurmak, çi-
canın kendisini tamamıyla tarikata adadığını ifa- leye girmek, çile çıkarmak üzere kapandıkları,
de eden bir çeşit ahidde bulunmasıdır. genellikle dış dünyaya kapalı mekân, yer, oda,
hücre.(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)
Mevlevî tarikatında ikrar veren kişi genç ise ailesi-
nin iznini alması şarttır. İkrar veren kimseye önce (1) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
bu yolun güçlükleri anlatılır. Cana ilk olarak mut- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
fak kapısının sol tarafında kapı dibinde bulunan (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“saka postu”nda oturması söylenir. İkrar veren (4) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
kişi üç gün dizleri üzerinde murakabe durumunda, (5) Pala, İskender. a.g.e.
kendisinden önce çileye girmiş olan canların hiz- (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
metini seyreder. Bu müddet içinde zaruri ihtiyaç (7) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
dışında yerinden kalkmaz ve kimseyle konuşmaz. (8) DİA

343
Vadi-i Hamuşan
Çiplik Çoban Baba Türbesi-Bulgaristan
Şeytan tırnağı.(1) (1) Koyuncu, Aşkın. “Bulgaristan’da Osmanlı Maddi
Kültür Mirasının Tasfiyesi (1878-1908).” Ankara
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygu-
lama Merkezi Dergisi (OTAM) 20 (2006). s. 222
Çitki
Ölülerin çenesini bağlamakta kullanılan bağ.(1) Çoban Baba Türbesi-Eskişehir

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 227

Çoban Baba Türbesi-Bulgaristan


Çivi
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 385
a. Mevlevilikte, sema etmeye alıştırılacak dervi-
şin eğitiminde, adayın sol ayağının başparmağı
ve ikinci parmağı arasına alarak dönme talimi Çoban Bey Türbesi-Bursa
yaptığı, taban tahtasına çakılmış fındık büyük- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25,
lüğündeki bronz çiviye verilen ad.(1) (2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 31,
(3) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 53,
b. Şeytan, iblis.(1)
(4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Çoban Dede Türbesi-Adana


Çivizade Mescidi Türbesi-İstanbul (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 165,
(1) Adresler. a.g.e. (2) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.

Çizme Çoban Dede Türbesi-Çankırı-Aydınlar Köyü


Yeniçeri mezar taşlarında bulunan simgelerden (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
biri.(1)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., Çoban Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25
Çizmeci Şeyh Muslıhiddin Efendi Türbesi-
Edirne Çobanlı Camii Türbesi-Malatya
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29 (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111

Çoban Ata Türbesi-Türkmenistan Çocuk Düşürme


(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 Çok eski dönemlerden itibaren çeşitli toplumlar-
da sık sık karşılaşılan, dinî, hukukî ve ahlâkî yönü
Çoban Baba (Dede) Türbesi-Tunceli üzerinde önemle durulan bu sosyal olgu klasik fı-
kıh kitaplarında ıskāt-ı cenîn, modern Arapça’da
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25,
ichâd tabirleriyle karşılanmaktadır.
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 314
Tarih boyunca çocuklara karşı takınılan tavır
muhtelif toplumlarda farklı görünümler arzetmiş-
Çoban Baba Türbesi-Seyitgazi tir. Çocukların çeşitli vesilelerle kurban edilmesi
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25, Ken‘ânîler’den Grekler’e, Hintliler’den Çinliler’e
(2) Parla, Canan. “Seyitgazi Külliyesi.” Eskişehir, 2010. kadar birçok toplumda yaygın bir gelenek halini
s. 64 almakla birlikte genellikle dinler ana karnındaki

344
Vadi-i Hamuşan
çocuğun düşürülmesini yasaklamışlardır. Hin- Aslında ölüm insanlar arasına şeytanın arzusuyla
duizm’de çocuk düşürme yasaktır, böyle bir fiili ve günah vasıtasıyla girmiştir. Bu sebeple ölümü
işleyen kadın bulunduğu kastın dışına atılır. Hin- yenmeye çalışmalıdır. Çünkü “Tanrı ölülerin değil
duizm’in kutsal kitaplarından Atharvaveda’ya göre dirilerin Tanrı’sıdır” (Matta, 22/32).
çocuk düşürmekten daha büyük günah yoktur. Bu- Kilise geleneğinde insan hayatının önemi üzerinde
dizm ve Zerdüştîlik’te de çocuk düşürmek yasaktır. durulmuş, başlangıçtan itibaren bütün safhaların-
Buna karşılık eski Yunan’da aile fertlerinin sayısını da korunması gerektiği vurgulanmış, bu konuda
sınırlandırmak için çocuk düşürüldüğü gibi doğan evlât katlinin yaygın olduğu Grek-Roma dünyası-
çocukların öldürülmesi de söz konusuydu. Aristo, nın âdetlerine karşı çıkılmıştır. I. yüzyılın sonunda
sakat doğma ihtimali karşısında ceninin canlı hale kaleme alınan anonim “Didache” adlı eserde, “Rah-
gelmeden önce düşürülmesini tavsiye etmiştir. min ürününü düşürmek suretiyle öldürmeyecek,
Yahudi kutsal kitabında evlilik ve çoğalma emre- doğmuş çocuğu da telef etmeyeceksin” denilmek-
dilmiş (Tekvîn, 1/28), bu sebeple çok kadınla evli- tedir. II. yüzyılda yaşamış Grek kilise babalarından
lik, kısır eşin boşanması ve câriyelik meşrû sayıl- Athenagoras, hıristiyanların çocuklarını düşür-
mış, dolayısıyla çocuk düşürme de yasaklanmıştır. mek için ilâç kullanan kadınları câni kabul ettik-
lerini bildirerek ana karnındakiler de dahil olmak
Ahd-i Atîk’e göre bir kimse ana karnındaki çocu-
üzere çocuk katillerini kınamaktadır. Kilise tarihi
ğun düşmesine sebep olursa kocanın belirleye-
boyunca kilise babaları, kilise bilginleri aynı dokt-
ceği bir meblağı ödemek mecburiyetindedir. Bu
rini savunmuşlardır. Cenine ruhun veriliş anıyla
olay kadının ölümüne yol açmışsa ölüme ölümle
ilgili tartışmalar bile çocuk düşürmenin gayri meş-
karşılık verilecektir (Çıkış, 21/22-23). Yahudi ta-
rûluğunda bir tereddüte sebep olmamıştır.
rihçisi Josephus’a göre çarpma sonucu rahimdeki
çocuğunun düşmesine sebebiyet veren kimseye, Ortaçağ’da, cenine ilk haftalardan sonra ruh ve-
biri nüfusun azalmasına karşılık olarak, diğeri de rildiği kanaati yaygın olmasına rağmen ilk günler-
zararın telâfisi için, kadının kocasına verilmek deki çocuk düşürmenin de büyük suç olduğunda
üzere iki kat para cezası tertip edilir (EJd., II, 99). şüphe edilmemiştir. I. Mayence Konsili, çocuk dü-
şürme ile ilgili olarak daha önceki konsillerin ver-
Yine Josephus’a göre şeriat (Tevrat) bütün çocuk-
diği cezaları aynen benimsemiş ve çocuğunu düşü-
ların doğmasını emreder ve kadının çocuğunu dü-
ren kadına en ağır cezayı tertip etmiştir. Gratien
şürmesini veya tohumu imha etmesini yasaklar.
genelgesinde (1140), “Hamile kaldığı çocuğu dü-
Bunu yapan kadın, çocuğunun ölümüne ve aile-
şürme yoluyla telef eden cânidir” denilmektedir.
den birinin eksilmesine sebep olduğu için cânidir.
Annenin hayatı için tehlike söz konusu olduğu St. Thomas d’Aquin, çocuk düşürmenin tabiat ka-
takdirde gebeliğin ilk zamanlarında çocuğun dü- nununa aykırı ağır bir suç olduğunu belirtmiştir.
şürülmesine izin verilmekte, fakat cenin belli bir Papa XI. Pie, XII. Pie ve XXIII. Jean aynı görüşü
şekil almışsa kadının hayatını tehlikeye düşürse ifade ve ilân etmişlerdir. Papa VI. Paul’ün başkan-
bile buna izin verilmemektedir. Bazı din bilgin- lık ettiği II. Vatikan Konsili de (1962-1965) şu
leri, bu sonuncu durumda çocuk düşürmenin kararıyla çocuk düşürmeyi c. 08; s. 364 yasakla-
meşrû olduğunu kabul etmektedirler. İsrail Dev- mıştır: “Hayat, hamile kalıştan itibaren âzami iti-
leti’nin kanunlarına göre çocuk düşürmek suçtur na ile korunmalıdır. Çocuk düşürme ve evlât katli
ve hapisle cezalandırılır (EJd., II, 100-101). çok ağır suçlardır.”(1)
(1) DİA; [ÇOCUK DÜŞÜRME - Ömer Faruk Harman]
Evliliğin temel hedefini nesli çoğaltmak olarak
[ÇOCUK DÜŞÜRME - Orhan Çeker] c. 08; s. 365
telakki etmeyen Ahd-i Cedîd’de çocuk düşürmeyi
yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak
Çocuk Düşürme Hukuku
Hıristiyanlık’ta da çocuk düşürmek büyük gü-
nah kabul edilmiştir. Hıristiyan geleneğine göre İslâm hukukçuları çocuk düşürmenin dinî hükmü
Tanrı varlıkları belirli bir süre için yaratmıştır ve konusunda iki gruba ayrılırlar.
her hayat sahibi için fizikî ölümü mukadder kıl- Çoğunluğun yer aldığı birinci gruba göre hamileli-
mışsa da asıl hedef hayatın devam ettirilmesidir. ğin hiçbir döneminde meşrû sebep olmaksızın ço-

345
Vadi-i Hamuşan
cuk düşürmek câiz değildir. Allah’ın yarattığı ceni- Hanbelî mezhebinde bazı âlimler, ruh üflenme-
nin hayatına insan tarafından son verilmesi meşrû sinden önce çocuk düşürmenin mubah olduğuna
olamaz. İkinci grupta yer alan hukukçulara göre ise dair görüş belirtmekle birlikte mezhepte hâkim
hamileliğin ilk dönemlerinde çocuğun düşürülmesi görüş çocuk düşürmenin bu dönemde de haram
haram değildir. Bunlardan bazılarına göre böyle bir olduğu şeklindedir.
fiil mekruh, bazılarına göre de mubahtır. Ruh üflendikten sonra çocuk düşürmenin veya al-
İkinci grup âlimler, hangi şartlarla ve hangi süre dırmanın haram olduğunda ve bu davranışın cina-
içinde çocuğun düşürülebileceği hususunda çok yet telakki edileceği konusunda İslâm hukukçuları
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunun başlıca görüş birliği içindedir. Klasik fıkıh kaynaklarında
sebebi, doğrudan konuyla ilgili nas bulunmaması bu konudaki ifadelerin mutlak olarak zikredildiği
ve mezhep imamlarından bu hususta belli görüş- dikkate alınınca bu hükmün anne sağlığının söz
lerin nakledilmemesidir. Ayrıca bu grup içinde yer konusu olduğu durumlarda da geçerliliğini koru-
alan âlimlerin ictihadlarında, dönemlerinde cenin duğu düşünülebilir. Nitekim bazı kaynaklarda bu
hakkında mevcut tıbbî bilgilerin yetersizliği de husus açıkça belirtilmiştir (bk. Tûrî, VIII, 233).
önemli ölçüde etkili olmuştur.(…)
İbn Âbidîn’e göre de cenin canlı ise annenin ha-
Bu genel tesbitten sonra mezheplerin konuyla il- yatından endişe duyulacak olsa bile alınması câiz
gili görüşlerini şu şekilde belirtmek mümkündür: değildir. Çünkü annenin bu sebeple ölmesi bir
Hanefî mezhebinde ruh üflenmeden önce çocuk ihtimaldir, ihtimalden hareketle herhangi bir in-
düşürmenin mubah olduğunu söyleyen hukukçu- sanın öldürülmesi câiz olmaz (Reddü’l-muhtâr, I,
lar varsa da (bk. İbn Âbidîn, II, 380) hâkim görüş, 602). (…)
bunun ancak haklı bir sebebe dayanması ile câiz Cenine karşı bir cinayet işlenmesi halinde gurre
olabileceği şeklindedir (Mv.F, II, 58). İbn Vehbân, denilen bir ceza-tazminat ödenir. Bunun için ço-
emzirdiği bir çocuğu bulunan kadının hamilelik cuk düşürmenin kasten veya hata ile olması, ya-
sebebiyle sütten kesilmesi ve kocasının malî du- hut anne veya baba tarafından işlenmesi sonucu
rumu itibariyle sütanne tutma imkânına sahip değiştirmez. Ayrıca rahimde mevcut cenin sayısı
olmaması halinde mevcut çocuğun ölümünden kadar gurre ödenir.
endişe duyulmasını, çocuğun düşürülmesi için
Ancak gurre ile birlikte kefâretin gerekli olup ol-
geçerli bir mazeret kabul etmiştir (İbn Âbidîn, III,
madığı hususunda ihtilâf edilmiştir. Hanefîler’le
176). Bugün tıp açısından anne sağlığı için ciddi
Mâlikîler kefâretin vâcip değil mendup olduğu
bir tehlike söz konusu olmasının da geçerli bir
kanaatindedirler. Çünkü Hz. Peygamber bir dava
özür kabul edilebileceği açıktır.
dolayısıyla bu konudaki hükmünü bildirirken yal-
Mâlikî mezhebine göre kırk günden sonra çocuk nız gurreyi zikretmiş, kefâretten söz etmemiştir.
düşürmek haramdır. Bu süreden önce düşürülme-
si halinde mubah veya mekruh olduğunu söyle- Öte yandan kefâret, kendi başına müstakil bir
yenler varsa da çoğunluk bu durumda da haram varlık olan insana karşı işlenen cinayetlerde söz
olduğu görüşündedir. konusudur. Halbuki cenin bu anlamında müstakil
bir varlık olmayıp anneye bağlıdır.
Şâfiî mezhebinde, ruh üflenmeden önce bunun
câiz olup olmadığı konusunda iki farklı görüş Şâfiî ve Hanbelî fakihleri ise gurre ile birlikte kefâ-
mevcuttur. İmam Gazzâlî ne zaman olursa olsun retin de vâcip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Zira
çocuk düşürmenin cinayet olduğunu söylerken cenin de diyetle tazmin edilen bir şahsiyettir. Hz.
bazı âlimler bunun haram değil mekruh olduğu, Peygamber’in söz konusu davada kefâreti zikret-
ancak ilk günlerden ruh üflenme vaktine doğru memiş olması onun vücûbuna engel teşkil etmez.
gidildikçe tenzîhen mekruhtan harama doğru bir Ayrıca bu iki mezhebe göre cenine karşı işlenen ci-
değişme göstereceği, çocuğun 120. güne yakla- nayete birden fazla kişinin katılması durumunda
şıldığı sırada düşürülmesinin ise haram hükmü her birinin ayrı kefâret ödemesi gerekmektedir.
içinde değerlendirilmesinin kuvvet kazanacağı Çocuk düşürme fiilinin sonuçlarıyla ilgili olarak
tarzında bir izah getirmişlerdir. bazı dinî ve hukukî hükümler söz konusudur.

346
Vadi-i Hamuşan
Çocuk canlı olarak düşmüş yani ağlaması duyul- Annenin veya başka bir kimsenin müdahalesiyle
muşsa yıkanması ve namazının kılınması gerekti- çocuğun düşmesi durumunda cenin için hamilelik
ği konusunda ittifak vardır. Eğer canlılık alâmeti esnasında sabit olan miras, vasiyet ve vakıfla ilgili
göstermezse Hanefîler’e göre yıkanır, kefenlenir haklar, sağ doğduktan sonra ölen çocukta olduğu
ve defnedilir. Şâfiîler’e göre ise dört ayı doldurmuş gibi mirasçılarına intikal eder. Ceninin anne kar-
olması halinde yıkama, kefenleme ve defin işlem- nında kendiliğinden ölmesi halinde ise bu haklar-
leri yapılır. Her iki mezhebe göre de bu durumda dan hiçbirisi mirasçıları için sabit olmaz.(1)
cenaze namazı kılınmaz. Hanbelîler’e göre dört (1) DİA; [ÇOCUK DÜŞÜRME - Orhan Çeker] c. 08; s.
ayı doldurmuş olarak doğan bir çocuk yıkanır ve 365
cenaze namazı kılınır. Mâlikîler ise hayat alâmeti
göstermeyen çocuğun namazının kılınmayacağı
Çogmak
görüşünü benimsemişlerdir. Kefenlenemeyecek
ve cenaze namazı kılınamayacak durumda olanlar Kesmek, öldürmek.(1)
da bir kumaş parçasına sarılarak defnedilir. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bütün yaratılışı tamamlanmış (ruh üflenmiş) ço-
cuğun düşürülmesi halinde kadın lohusalık, iddet, Çokarak Düşmek
istibrâ, doğuma bağlı kılınmış talâkın vâki olması
Ölümüne yakın hastanın gırtlağında beliren hı-
vb. konularda normal bir doğum yapmış gibi ka-
rıltı(1).
bul edilir.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Hamileliğin ilk dönemlerinde, yani ruh üflenme-
den vuku bulan düşüklerde ise Hanefî ve Hanbelî
mezheplerine göre kadın lohusa sayılmaz. Hanefî Çokmak
mezhebinden Ebû Yûsuf ve bir rivayete göre de a. Vurmak.(1)
İmam Muhammed, kadının gusletme zorunda
b. Öldürmek, başına vurarak öldürmek.(1)
olmamakla birlikte abdest almasının gerektiği
kanaatindedirler. Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise bu (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
durumda da kadın lohusa sayılır ve boy abdesti
alması gerekir. Çokodalı kaya mezarı – Urartu
Düşüğün şekli ve organları tam olarak belirmiş Urartu mezarlarından hiç şüphesiz en görkemlisi
durumda değilse Hanefî, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre kaya mezarlarıdır. Urartu’da üst bir sınıfa yönelik
iddet son bulmaz ve doğuma bağlı kılınan talâk yapıldığı anlaşılan bu tür mezarlarının sayısı çok
gerçekleşmez. Şekil ve organları tam olarak be- azdır. Ayrıca anıtsal yapısı nedeniyle tespitinin
lirmiş düşükte ise her üç mezhebe göre de iddet daha kolay olması ve stratejik konumları tahri-
sona erer. Doğuma bağlı talâk Hanefî ve Hanbelî batlarını artırmış, bir kısmının şapel, mescit ve
fakihlerine göre gerçekleşir, Şâfiîler’e göre gerçek- benzeri amaçlarla yeniden planlandırılması bu tür
leşmez. Mâlikîler, hamileliğin ilk merhalesinde mezarların günümüze kadar sağlam bir şekilde
vâki olan düşüklerde bile iddetin son bulacağı gö- gelmesini engellemiştir.
rüşünü benimsemişlerdir. Şekil ve organları tam Friglerle birlikte Anadolu’daki kaya mezarı gele-
belirmemiş düşükle iddetin sona erip ermediği ko- neğinin anıtsal ölçekteki örneklerini oluşturan
nusunda fakihlerin farklı görüşler ileri sürmeleri, Urartuların bu kültürü batıdan mı aldığı yoksa
kendi zamanlarındaki bilgilerle hamileliğin sona kendi içinde bağımsız olarak mı geliştirdikleri
erip ermediğinin kesin şekilde tesbit edilememe- günümüzde tam olarak anlaşılamasa da çok odalı
sinden kaynaklanmaktadır. Bugünkü tıbbî bilgiler kaya mezarların Urartu ile geliştiğini ileri sürmek
ışığında hangi aşamada olursa olsun hamileliğin mümkündür. Büyük bir ustalık isteyen bu tür
ortadan kalktığını gösteren her düşük olayında mezarlarda bölgesel anlamda farklılıklar görülse
iddetin sona erdiğini kabul etmek gerekmektedir. de tüm Urartu kaya mezarlarında ortak bazı özel-

347
Vadi-i Hamuşan
likler belirlenebilmektedir. Madenciliğin etkisiyle Çomurtmak
düz ve pürüzsüz duvar yapılarına sahip olan kaya Bir adamın çoluğunu çocuğunu öldürerek tek ba-
mezarlarının içlerinde niş, seki, sunak çukuru gibi şına bırakmak.(1)
çeşitli mezar donanımları bulunmaktadır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Son dönemde yapılan yeni yayınlar tek ve çok odalı
kaya mezarlarının dönemleri ve özelliklerinin fark-
Çonoş
lı olduğunu ileri sürmektedir. Bu ayrımla birlikte
Mezarlıkta sandukanın üzerine konan ağaçlar,
çok odalı kaya mezarlar için bazı özellikler ortaya
mezar tahtası.(1)
çıkmıştır. Bu özellikler aynı zamanda tek odalı me-
zarlarla çok odalı mezarları birbirinden ayıran özel- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
likler olarak ele alınmış olmalıdır. Buna göre çok
odalı kaya mezarlarının belirleyici özellikleri şöyledir: Çorbacı Süleyman Efendi Türbesi-Yunanistan
- Bir ana oda ve buna bağlı odalardan oluşan çok (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1004
odalı bir yapı olması
- Güvenlik için surların içinde bir konuma yapıl- Çoruhlu, Tülin
maları Vakıflar Gn. Md. Ktp.
- Önlerinde bir platform yer alması ve kaya basa- Eyüp Sultan Ve Çevresindeki Hazirelerde Bulunan Mezar
maklı veya patika bir yolla ulaşılabilmesi Taşlarında Kase İçinde Meyve Tasvirleri, Tarihi Kültürü
- Sürekli kullanıldığı için bir kapısının olması ge- Ve Sanatıyla Iı. Eyüp Sultan Sempozyumu (8-10 Mayıs
1998) S.103-117, Eyüp Belediyesi, 1998, İstanbul
rekliliğinden girişlerde kapı için mil yataklarının
bulunması, silmelerin yapılması (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Bunun dışında istisnai durumların görüldüğü di-
ğer özellikler ise şöyledir: Çoruhlu, Tülin
- Tuşpa Neft Kuyu Mezarında olduğu gibi dış du- Milli Ktp./Tasnif No: 1980 Sb 163
varların bazılarının işlenerek daha anıtsal ve düz Askeri Müzedeki Yeniçeri Mezar Taşları, İlgi Dergisi,
bir cephe oluşturulması Sayı:73, S.25-30, 1993, İstanbul

- İç duvarlarda genellikle niş açıklıkları yapılması (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


- Oda tabanında çoklu gömünün bir sonucu olarak
kullanıldığı düşünülen kuyu biçimli atık veya al- Çoruhlu, Tülin
ternatif çukurların bulunması Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr.
- Duvarların birleşme noktalarının çeşitli bezeme- Eyüp Sultan Ve Çevresindeki Hazirelerde Bulunan
lerle süslenmesi Hançerli Lahitler Ve Taş Sandukalar, Tarihi Kültürü
- İnsitu durumunda bir kaya mezarı tespit edileme- Ve Sanatıyla I. Eyüp Sultan Sempozyumu (9-11 Mayıs
1997), S.43-59, Eyüp Belediyesi, 1997, İstanbul
diği için kaya mezarı ile ilişkilendirilen merkezde
tespit edilen keramik verisi (Bianili keramik).(1) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e.


Çoruhlu, Yaşar
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr.
Çoktan, Ekrem
Orta Asya’dan Anadolu’ya Lahit Veya Taş Sanduka-
Marmara Ü. Merkez Ktp. /Tasnif No: 736.5/Ç682 63 larda Görülen Hançer-Bıçak Tasvirlerinin Sembolizmi,
Karacaahmet 9. Ada Mezar Taşı Kitabeleri, Marmara Tarihi Kültürü Ve Sanatıyla I. Eyüp Sultan Sempozyumu
Ü. Sosoyal Bil. Ü., İslam Tarihi Ve Sanatları Abd, Y. (9-11 Mayıs 1997), S.60-70, Eyüp Belediyesi, 1997,
Lisans Tezi, 1996, İstanbul İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

348
Vadi-i Hamuşan
Çoruhlu, Yaşar Çuğunmak
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr. İdam edilmek.(1)
Eyüp Sultan Ve Çevresindeki Mezar Taşlarında Görülen (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kase İçinde Meyve Tasvirlerinin Sembolizmi, Tarihi
Kültürü Ve Sanatıyla Iı. Eyüp Sultan Sempozyumu
(8-10 Mayıs 1998) S.118-127, Eyüp Belediyesi, 1998, Çukur
İstanbul 64 a. Ölüyü gömmek için açılan oyuk, mezar, sin, gö-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. müt, kabir.(1)(2)(3)(4)(5)
b. İnsanların ölümden sonra inecekleri yeryüzü-
Çoruhlu,Yaşar nün derinliklerinde bulunan “ölüler âleminin”
İü Merkez Kütüphanesi/Tasnif No:- varlığından söz edilir. Tanrı karşısında aldıkları
Ordu’nun Mesudiye İlçesi, Kale Köyü’nde Bir Türk-
tavra bakılmaksızın bütün ölülerin aynı kaderi
men Kalesi, Mezar Taşları Ve Üç Mezar Anıtı, S:81- paylaşacağı yeraltındaki bu karanlık ve kasvet-
136,S:36,(1995-2000), Tarih Araştırmaları Dergisi, li mekâna bazen “yerin dibi” bazen de “çukur”
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, olarak bir terim kullanılmıştır.(6)
İstanbul.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Çoruhlu, Yaşar- Tülin (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Http://Ekitap.Eyup.Bel.Tr. (5) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s.21;
(6) Akbaş, Muhsin, a.g.e., s.40
İstanbul’da Bulunan Gemici Denizci Mezar Taşlarına
Dair Bir Değerlendirme, Tarihi Kültürü Ve Sanatıyla Iv.
Eyüp Sultan Sempozyumu (5-7 Mayıs 2000) S.76-89, Çukurunu Doldurmak
Eyüp Belediyesi, 1998, İstanbul 65
Ölmek, ölüp mezara girmek.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Çökel
Ölüm, yokluk.(1) Çukur (Çöğür) Dede Türbesi-Burdur

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38

Çör Çullu Baba Türbesi-Makedonya


Şeytan.(1) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 583

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Çürüklük
Çörek Dede Türbesi-Çorum İstanbul’da kent halkından olmayan yabancıların,
kimsesizlerin gömüldüğü mezarlıklara verilen ad.
(1) Özdemir, Nazife. a.g.e. s. 3
Anadolu’da bu tür kabristanlara “gariplik”, “garip
mezarlığı” deniyordu. Biri Eyüp’te diğeri Kasım-
Çuçuliga Türbesi-Bulgaristan paşa’da iki ayrı çürüklük olduğu gibi, kentin baş-
lıca mezarlıkları olan Edirnekapı, Karacaahmet’te
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
de çürüklükler vardı.(1)
(1) DBİA
Çugundor Baba Türbesi-Türkmenistan
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524

349
Vadi-i Hamuşan
350
Vadi-i Hamuşan
D
Dâ’i
Davetçi, ıstılahî anlamı, insanların işlerini idare
etmesini mümkün kılacak siyaset ilimlerinin ma-
rifetiyle mütehakkık olmaktır. Enbiya ve evliya
Hak davetçileridir.(2) Dâînin rütbesi rütbelerin en
yücesidir. Bu rütbe, peygamberler, veliler ve hik-
met sahiplerinin rütbesidir.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
b. Yerden bir yaratığın çıkıp insanlarla konuşma-
sı.(2) Yer hayvanı.(6)
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 512-513;
(2) İbn Kesir. a.g.e., s.137;
(3) DİA; [DÂBBETÜ’l-ARZ - Zeki Sarıtoprak] c. 08; s.
394
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s.51;
(6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Dâ’vânın Sükûtu Dabbetü’l-Arz


Davanın, zaman aşımı, sanığın ölümü vb. sebep- Yahudi ve hıristiyan teolojisinde İslâm’ın dâbbe-
lerle kapanması.(1) tü’l-arz telakkisine benzeyen bir yaratıktan be-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ast, dragon, leviathan ve rahabi gibi farklı adlarla
söz edilmektedir (Eyub, 9/3, 26/12; Mezmurlar,
89/10; İşaya, 30/7; 51/9-10).
Dabak Baba Türbesi-Erzurum
Kozmogonik bir mit olarak kabul edildiği anlaşılan
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 133
ve ejderha şeklinde tasvir edilen bir canavardan
Ahd-i Atîk’in çeşitli yerlerinde söz edilmekte, bu
Dabanzade Mustafa Paşa Türbesi-Diyarbakır garip yaratığın dünyanın başlangıcında Rab Yahve
tarafından öldürülmek veya bağlı tutulmak sure-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25,
tiyle bertaraf edildiği ve sonunda Rabb’e boyun
(2) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 150
eğmek zorunda kaldığı anlatılmakta, ancak bu ca-
navarın dünyanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne
Dabbetü’l-Ard döneceği belirtilmektedir (Eyub, 3/8; Mezmurlar,
a. Kıyamet alametlerinden biri olarak kabul edi- 74/13-14, 89/10-11; İşaya, 27/1, 30/7; 51/9-10;
len yaratık, hayvan.(1)(3)(7) Kıyamet günü, vakti Habakkuk, 3/8).
ortaya çıkacak olan korkunç hayvan, mahlûk.(3) Ahd-i Cedîd’de ise kendisinden genellikle şey-
(4)(6)(7) tanla özdeşleştirilerek söz edilen bu canavar ve

351
Vadi-i Hamuşan
taraftarlarının Tanrı’ya karşı sürdürdükleri aman- el-Kamer 54/1) bu dehşetli olayın alâmetleri-
sız mücadelenin onların yenilgisiyle bittiği anla- ne genel olarak işaret eden beyanların yer al-
tılmaktadır (Vahiy, 12/13; 13/11-18; 16/13-14; ması (meselâ bk. el-En‘âm 6/158; Muhammed
20/2-3, 7, 10). 47/18) müslümanlar arasında yakın bir gelecekte
Tanrı ile mücadele ederek yenilen, ancak dün- kıyamet alâmetlerinin zuhur edeceği inancını
yanın sonuna doğru tekrar zuhuru beklenen bu doğurmuş, konuyla ilgili olarak Hz. Peygam-
canavar-yaratık düşüncesinin Bâbil kültürüne ber’den nakledilen açıklamalar da bu inancı pe-
dayandığı öne sürülmüştür. Bu anlayışın zamanla kiştirmiştir.
şeytan figürüyle birleştirilerek Hıristiyanlığın “an- Birçok hadis kaynağında başlı başına bir bölüm
tichrist” (deccâl) telakkisine temel oluşturduğu da oluşturan, müstakil eserlere de konu teşkil eden
kaydedilmektedir. “eşrât-ı sâat” (kıyamet alâmetleri) büyük ve kü-
Bazı müsteşrikler, müslümanlardaki dâbbetü’l-arz çük, fiilen vâki olanlar ve kıyamete çok yakın bir
inancında hıristiyanların “beast” telakkisinin et- zamanda gerçekleşecek olanlar şeklinde çeşitli
kisi bulunduğunu iddia etmişlerdir (Bell, s. 202). taksimlere tâbi tutularak incelenegelmiştir. İslâm
Ancak konuyu daha objektif kriterlerle inceleyen akaid ve kelâm kaynaklarında kıyamet alâmetleri
Batılı yazarlar, her iki dinin söz konusu telakkile- sayılırken dâbbetü’l-arzın çıkışına da ayrı bir baş-
rinden birinde “Tanrı’nın mutlak mânada yanında lık altında yer verilmiş ve bu husus, kıyamete çok
ve emrinde olma”, diğerinde ise “Tanrı’ya ve emir- yakın bir zamanda gerçekleşecek olağan üstü olay-
lerine sürekli karşı olup O’nunla mücadele etme” lar arasında sayılmıştır. Dâbbe kelimesinin İslâmî
gibi temelde birbiriyle çelişen bir fark bulunduğu- literatürde kabul edilen söz konusu eskatolojik
na dikkat ederek her iki teolojinin bu konudaki te- anlamına en uygun kullanımı Kur’ân-ı Kerîm’in
lakkilerinde bir etkileşimden söz edilemeyeceğini sadece, lâyık oldukları azabın gerçekleşme zama-
belirtmişlerdir (Sweetman, II, 214).(1) nı gelince onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da
bu varlık insanların âyetlerimize gerçekten inan-
(1) DİA; [DÂBBETÜ’l-ARZ - Zeki Sarıtoprak] c. 08; s.
394 madıklarını kendilerine söyler” (en-Neml 27/82)
meâlindeki âyette yer almıştır.
Müslim’in el-Câmiu’ś-śahîh’i ile Ebû Dâvûd’un
Dabbetü’l-Arz Telakkisi
es-Sünen’inde dâbbetü’l-arz konusuyla ilgili riva-
Kıyamet alâmetlerinden biri olarak kabul edilen yetlerde bu varlığın özelliklerinden söz edilmeden
yaratık. sadece ortaya çıkışının bir kıyamet alâmeti oldu-
Arapça’da “yavaş ve sessizce yürümek; nüfuz ve ğu haber verilir (Müslim, “Îmân”, 249, “Fiten”, 39,
sirayet etmek” mânalarına gelen debb veya debîb 118, 129; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 12). Tirmizî’nin
kökünden sıfat olan dâbbe “yeryüzünde yürüyen el-Câmiu’ś-śahîh’i (“Fiten”, 21; “Tefsîr”, 27) ve İbn
her tür canlı” ve özellikle “binek hayvanı” anlam- Mâce’nin es-Sünen’inde (“Fiten”, 31) Ebû Hürey-
larında kullanılır. re’den nakledilen bir hadiste, dâbbetü’l-arzın Hz.
Kur’ân-ı Kerîm’in on dört âyetinde tekil, dört âye- Süleyman’ın mührü ile Mûsâ’nın asâsına sahip
tinde de çoğul şekliyle (devâb) yer alan kelime (bk. olacağı ve asâ ile müminin yüzünü parlatırken
M. F. Abdülbâkī, Mucem, “dbb” md.) bazan sadece mühürle kâfirin burnunu damgalayacağı ifade
yeryüzünde yürüyen, bazan hem yerde hem gök- edilir. Buhârî’nin el-Câmiu’ś-śahîh’i ve Nesâî’nin
te bulunan, bazan da yer belirtmeksizin mutlak es-Sünen’inde ise konu ile ilgili herhangi bir riva-
olarak hareket eden bütün canlılar mânasına gelir. yet tesbit edilememiştir.
Bunlardan Sebe’ sûresinde geçen dâbbetü’larz Kelâm literatüründe dâbbetü’l-arz konusu, ilgili
(34/14) Hz. Süleyman’ın asâsını yiyen “ağaç kur- âyetlerle hadislerin ışığı altında sadece bir kıya-
du” anlamındadır.(…) met alâmeti olarak ele alınmış, Ehl-i sünnet’in
Kur’an’da kıyametin yaklaştığını ifade eden âyet- sem‘iyyât alanına giren konularda yorum ve
lerle (meselâ bk. el-Ahzâb 33/63; eş-Şûrâ 42/17; tahminlerden kaçınma esası bu hususta da be-

352
Vadi-i Hamuşan
nimsenerek Kur’an’ın dehşetli bir hadise şeklin- Ancak bu görüşün rec‘at fikriyle bağlantılı olduğu

D
de takdim ettiği kıyametin kopmasına, bundan kabul edilmiştir. Aynı rivayetlerde yer alan mühür
önce vuku bulacak bazı fevkalâde olaylara, bun- ve asâ motiflerinin hâkimiyet, idare ve saltanatı
lardan biri olarak da dâbbenin çıkışına inanma- simgelemesinden hareketle dâbbetü’l-arzın, hâri-
nın gerekli olduğu belirtilmiştir. Dâbbetü’l-arzın kulâde bir maddî ve mânevî saltanatın sahibi ola-
şekli, çıkışı ve özellikleri hususunda Kütüb-i Sit- rak sırf adalet ve hayır faaliyetlerinde bulunacak
te dışındaki kaynaklarda yer alan ve bazı tefsir- önemli bir şahsiyet olması gerektiği düşünülmüş-
lere de intikal etmiş olan, ancak sened ve metin tür (Elmalılı, V, 3703).
açısından tenkit edilebilen İsrâiliyat türünden Dâbbetü’l-arzın, âhir zamanda artması beklenen
rivayetler, eşrât-ı sâat konusunda geniş bir litera- ve mânevî özellikleri itibariyle hayvan gibi olan,
tür oluşturmuştur. Bu ayrıntılı rivayetlere göre, hatta onlardan aşağı seviyede bulunan şerîr in-
olağan üstü özellikler taşıyan dâbbetü’l-arzın 60 sanları simgelemesi de muhtemeldir. Ana hadis
arşın boyundaki vücudu tamamen kıllarla kaplı kaynaklarının deccâl ile ilgili rivayetleri arasında
olup sakallı, boynuzlu, iki kanatlı, öküz başlı, do- yer alan Fâtıma bint Kays tarikli Temîm ed-Dârî
muz gözlü, fil kulaklı, aslan yeleli, kaplan renkli kıssasında sözü edilen, vücudu kıllarla kaplı hay-
ve koç kuyrukludur. Bir kuşluk vakti elinde Hz. vanın dâbbetü’l-arz olduğu da ileri sürülmüştür
Süleyman’ın mührü ve Mûsâ’nın asâsı olduğu (Sarıtoprak, s. 93).
halde Mekke’de (bazı rivayetlerde Ecyâd, Safâ Dâbbetü’l-arz âyetinde geçen “tükellimühüm”
tepesi, Tihâme vadisi, Ebû Kubeys dağı veya Lût (onlara söyler) fiilinden hareketle dâbbetü’l-arzın
kavmine ait Sodom şehrinde) bir yağız at hızıyla hangi dille konuşacağı bile tartışılmıştır (Sülemî,
ortaya çıkacak (bazı rivayetlerde çıkışı üç gün sü- s. 313-318; Şa‘rânî, II, 147). Ancak bu fiilin “yara-
recek veya üç günde vücudunun ancak üçte biri lamak” anlamına da gelebileceğini ve ilgili âyetin
zuhur edebilecek); başı bulutlara değen, boynuz- buna göre değerlendirilmesi gerektiğini savunan-
ları arasında 1 fersahlık mesafe bulunan bu garip lar da olmuştur (İbn Kesîr, VI, 220-224; Şevkânî,
yaratık, inananlarla inanmayanların birbirinden IV, 146-147).
kolayca ayırt edilebilmesi için elindeki asâsıy- Kur’ân-ı Kerîm’de dâbbetü’l-arzla ilgili tek kayıt
la müminlerin yüzünü parlatacak, mührü ile de olan Neml sûresinin 82. âyetinden önceki altı
kâfirlerin burnunu damgalayacak, onları zelil ve âyette, hidayet ve rahmet vesilesi olan Kur’an’ın
perişan edecektir. İsrâiloğulları’nın ihtilâf edegeldikleri konuların
Bazı müfessirler, ilgili âyette (en-Neml 27/82) ge- pek çoğunu vuzuha kavuşturduğu, fakat onun
tebliğcisi olan Hz. Muhammed’in, gerçeğe tama-
çen lafızların etimolojik ve semantik özellikleriyle
men sırt çevirmiş, mânevî anlamda kör, sağır ve
söz konusu ayrıntılı rivayetlerin ortak unsurlarını
ölü durumundaki kişilere çağrısını işittiremeye-
dikkate alıp âhir zamanda bir kıyamet alâmeti ola-
ceği ifade edilmektedir. Bu ifadelerin hemen ar-
rak zuhur edecek bu canlının bilinen bütün can-
dından da söz konusu inkârcıların lâyık oldukları
lılardan farklı bir yapıya sahip bulunacağını ileri
ilâhî hükmün (kavl) gerçekleşme zamanı gelince
sürmüşler, söz konusu âyette konuşma özelliğine
yerden bir dâbbenin çıkarılacağı haber verilmek-
işaret edilmesinden ötürü onun bir insan, diğer
tedir. Taberî bu âyette geçen “kavl” kelimesinin
rivayetlerde sakallı oluşunun belirtilmesinden do-
“ilâhî azap” anlamında olduğunu kaydeder (Câ-
layı da erkek olarak düşünülmesi gerektiği yolun-
miu’l-beyân, XX, 9). Neml sûresindeki bu âyetle-
da yorumlar yapmışlardır. rin birbirine bağlı olarak incelenmesinden anlaşı-
Bu arada, Ehl-i sünnet’e ters düşen düşünce ve lacağı üzere dâbbenin ortaya çıkışı, dinî gerçeklere
beyanları sebebiyle Sünnî âlimlerin ağır tenkitle- karşı direnişlerin ileri boyutlara vardığı dönem-
rine hedef olduğu bilinen Şiî muhaddis Câbir el- lerde olacaktır. Bazı âlimlerin kanaatlerine göre
Cu‘fî’ye (ö. 128/746) ait iddiaya göre dâbbetü’l-arz dâbbenin zuhuru daha çok “emir bi’l-ma‘rûf nehiy
Hz. Ali’dir (Zehebî, I, 384; krş. Seffârînî, II, 147). ani’l-münker” görevinin ihmal edildiği zamanlar-

353
Vadi-i Hamuşan
da ve sadece bir defa değil, üç defa vuku bulacaktır Dağistanlı Ali Paşa Aile Türbesi-
(a.g.e., XX, 10). Makedonya-Üsküp
Dâbbe konusu ilgili âyet ve ondan önceki âyetlerin (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 629
çizdiği çerçeve dahilinde düşünüldüğü takdirde
bu kavramın yeryüzündeki bütün insanları kap-
Dağlıoğlu, Hikmet
samayan, belli olumsuz şartların ortaya çıkması
Milli Ktp./Tasnif No: 1981 Sa 107
halinde sadece belirli yerlerde vuku bulan veya
Mezar Folkloru, Türk Folklor Araştırmaları, (341),
vuku bulacak olan sosyal bir sarsıntıyı sembolize
S.8177-8179,Kültür Bk., Folk. Araş. Dairesi, 1977,
ettiği düşünülebilir. Bu sarsıntının, başka bir de-
İstanbul.
yişle ilâhî azabın mahiyeti ve ayrıntıları hakkın-
da Kur’an’da herhangi bir beyan yoktur. Konuyla (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ilgili hadislere gelince, hiçbiri mütevâtir olmayan
bu hadislerin ilgili âyetten farklı olarak içerdikleri Dağlıoğlu, Hikmet Turhan
açıklamalar kesin bilgi değil sadece zan ifade eder. T.T.K Ktp./Tasnif No: B/4032
Haber-i vâhid denilen bu çeşit rivayetlerin akaid Edirne Mezarları, Türk Tarih Arkeologya Ve Etnografya
alanında delil olamayacağı kelâm ilminin bir ilkesi Dergisi, Sayı:3, S.164-192, Ttk, Devlet Basımevi.,
olarak benimsenmiş ve bu tür açıklamaların bağ- 1936, İstanbul
layıcı olmadığı kabul edilmiştir.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Çeşitli kıyamet alâmetleri hakkındaki hadisleri
rivayet eden Buhârî’nin el-Câmiu’ś-śahîh’inde
Dağlıoğlu, Hikmet Turhan
dâbbetü’l-arzla ilgili herhangi bir kaydın bulun-
maması, Kütüb-i Sitte’deki diğer rivayetlerin de Milli Ktp./Tasnif No: 1957 Sb 253

ayrıntı vermemesi dikkat çekicidir. Bu durumda, İstanbul Mezarları Iı, Yeni Türk Mecmuası, Sayı:29,
Tirmizî’nin el-Câmiu’ś-śahîh’i ile İbn Mâce’nin S.1844, Eminönü Halkevi, 1935, İstanbul

es-Sünen’inde Ebû Hüreyre’den rivayet edilen ha- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
disin verdiği kısa bilgi, dâbbetü’l-arz âyetinin “...
insanların âyetlerimize gerçekten inanmadıkla-
Dağlıoğlu, Hikmet Turhan
rını kendilerine söyler” meâlindeki son kısmının
Milli Ktp./Tasnif No: 1957 Sb 253
maddîleştirilmiş veya sembolize edilmiş bir açık-
Mezarlar Ve Mezar Örnekler, Yeni Türk Mecmuası,
laması görünümündedir.
Sayı:34, S.2178, Eminönü Halkevi, 1935, İstanbul
Çoğu eşrât-ı sâat kitaplarında geçen konuyla ilgili
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ayrıntılı bilgileri özetleyen Fahreddin er-Râzî ken-
di kanaatini şu cümlelerle bitirmektedir: “Şunu
bilmelisin ki Kur’an’da bu hususların hiçbiri hak- Dağlıoğlu, Hikmet Turhan
kında herhangi bir delil mevcut değildir. Eğer Hz. T.T.K Ktp./A Iı 6332-A
Peygamber’den sahih bir haber gelmişse kabul Sanat Bakımından Mezarlar Ve Mezar Taşları Ve Ka-
edilir, değilse hiçbir açıklama dikkate alınmaz” racaahmet Mezarlığı, Milletlerarası 1. Türk Sanatları
(Mefâtîhu’l-gayb, XXIV, 218).(1) Kongresi, S.120-139, T.T.K Yay., 1962, Ankara

(1) DİA; [DÂBBETÜ’l-ARZ - Zeki Sarıtoprak] c. 08; s. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
394

Dağlıoğlu, Hikmet Turhan


Dağıstanlı Ali Paşa Türbesi-Makedonya Milli Ktp./Tasnif No: 1973 Sb 311
(1) DİA, Cilt. 37, s. 511, Mezarlarımız Ve Mezar Taşlarımız, Tarihten Sesler,
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 96 Say.3, S.13-18, 1943, Ankara

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

354
Vadi-i Hamuşan
Dağlıoğlu, Hikmet Turhan 66 Dâî

D
Milli Ktp./Tasnif No: 1961 Sb 46 Arapça duacı, dua eden kimse.(1)(2)(3)(4)(5)
Balıkesir Mezarları, Kaynak, Sayı:25, S.521-527, (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
Balıkesir Halkevi, 1935, Balıkesir (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Dağlıoğlu, Hikmet Turhan (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Milli Ktp./Tasnif No: 1960 Sa 103


Bursa Mezarları, Uludağ, Sayı:53-54, S. 23, Bursa Dai Mehmed Türbesi-Çanakkale
Halkevi, 1942, Bursa (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Dai Sultan Türbesi-Kastamonu


Dağşeyhler Türbesi-Ankara
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2,
(1). a.g.e.S. 69 (2) Eyüpgiller, Kemal Kulgün. a.g.e. s. 120

Dahhak
Dakyail
Burhân-ı kâtı’a göre Dahhak’ın omuzlarında “şey-
Azab zebanilerinin başına memur olan meleğin
tanın tükürüğü eseri olarak” yılan başı şeklinde
adı.(1)
bir ur hâsıl olmuş, sancısına tahammül edemedi-
ğinden yine şeytanın talimi ile üzerine insan bey- (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s.72
ni sürmeye başlamış. Her gün iki insan öldürtür,
beyinlerini sürermiş.(1) Dalgın Baba Türbesi-Kosova-Prizren
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 337,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 495
Dahiyye
İnsanın bir dava uğruna kendini feda etmesine Dama
veya bir olay sonunda ölmesine dahiyye denir.(1)
Yeniçeri mezar taşlarındaki simgelerden biri.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.5, s. 331
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27

Dahme-Güşâ
Damat Ali Paşa Türbesi-Sırbistan
Çukur açan, mezarcı.(1)(2)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 696
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Dâmiğa
Dahme Başa ve yüze isabet eden öldürücü yara.(1)
a. Mezar, kabir, türbe.(1)(2)(3) (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
b. Mecusi mezarı, katakomp.(1)
c. Yer altında ölülerin konduğu oda.(1) Damgan Cihil Duhtaran Türbesi-İran
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Öney, Gönül. “İran ve Anadolu Selçuklu Türbe-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lerinin Mukayesesi.” Yıllık Araştırmalar Dergisi
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (1981): 41-63. s. 42

355
Vadi-i Hamuşan
Damlarca Köyü(Kubbe-i Berzerçio) Türbesi- Danyal Peygamber Türbesi-Kerkük
Şırnak (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 59
(1) Top, Mehmet. a.g.e. s. 51-298

Dâr-ı Âhiret
Damu
Öbür dünya, ahiret yurdu, sonsuzluk yurdu.(1)(2)
Cehennem.(1) (3)(4)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Akay, Hasan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Dânâ (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Âlim, bilgin, bilgili, bilen kimse.(2)(3) (4) DİA

b. Batın ehlinin nezdinde şeyh, büyük ve kutup


anlamlarına gelmektedir.(1) Dâr-ı Beka
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. Ebedilik yurdu, öbür dünya, ahiret.(1)(2)(4)(5)(6)(7)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (8)(9)(10)

(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(2) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
Danain (3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Sahip oldukları güzellikler nedeniyle insanların (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kıskandıkları ve gıpta ettikleri şeylerdir. Nefis (5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şeylere, sahip oldukları özelliklerin güzelliklerin- (6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
den dolayı “danain” denir. Rivayetlerde Allahu (7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Teâlâ’nın her zaman insanlar içinde afiyetle ya- (8) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
şattığı ve afiyetle öldürdüğü kimselerin olduğu (9) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
belirtilmiştir.(1) (10) Pala, İskender. a.g.e.

(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.


Dâr-ı Fenâdan Dâr-ı Bekâya azimet eylemek

Danık, Ertuğrul
Ölmek.(1)

T.T.K Ktp./Tasnif No: A.V/2932 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Koç Ve At Şeklindeki Tunceli Mezar Taşları,Türk Kültü-
rü Araştırmaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Dár-ı Naim
Yay., S.104,1990, Ankara
Nimetler evi, yurdu, cennet.(1)(2)(3)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Danışman Dede Türbesi-İstanbul-Silivri
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 80

Dar-ı Ukba
Danişmend Gazi Türbesi-Pazarören
Öbür dünya, ahiret.(1)(2)(3) Dünyada iken yapılan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25 işlerin karşılığının görüleceği yer.(1)
(1) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
Daniyal (A. S) Türbesi-İçel (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e. (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

356
Vadi-i Hamuşan
Dâr Dâreyn ise “dünya ve âhiret” demektir. Kur’ân-ı

D
a. Zarar veren, zarar ve elem verici şeyleri yaratan Kerîm’de kırk sekiz yerde geçen dâr kelimesi bazı
anlamında, Allah’ın en güzel isimlerinden (Es- müfessirlere göre dört mânada kullanılmıştır.
ma-i Hüsna) biri.(1)(6) 1. Mesken (el-A‘râf 7/78, 91);
b. Mekân, mahal, makam, ev, yer, yurt, saray(4)(8) 2. Cennet (en-Nahl 16/30);
(10)(11)
3. Cehennem (İbrâhim 14/28);
c. Ağaç, sırık, direk.(2) 4. Medîne-i Münevvere (el-Haşr 59/9; bk. İb-
d. İdama mahkûm olanların asıldığı darağacı.(2) nü’l-Cevzî, s. 292).
(3)(4)(5)(6)(7)(8)(10)(11) Dâr, üç direkten meyda-
Dâr bu örneklerin dışında âhiret kelimesiyle
na gelen idam sehpasıdır. Berdar olmak, idam
birlikte dokuz yerde kullanılmıştır. Dârü’l-âhire
olunmaktır.(9)
(âhiret yurdu, öbür yurt, en son ikamet edilecek
e. Alevi ve Bektaşilerde ayin-i cemin yapıldığı ve yer) müminler için huzur, sükûn ve mutluluk
tarikata girmek isteyen kişinin ikrar -gerekirse dolu, ölümsüz bir hayat olarak ifade edilir (el-Ba-
canını feda etme sözü- verdiği, kendisine tel- kara 2/94; el-En‘âm 6/32; el-A‘raf 7/169; Yû-
kinde bulunulan yerin/meydanın tam ortası.(2) suf 12/109; en-Nahl 16/30; el-Kasas 28/77, 83;
(3)(7)(8)(10)
el-Ankebût 29/64; el-Ahzâb 33/29).
f. Divan edebiyatında, aşığın canını verdiği idam Dârü’l-âhirenin karşıtı “dârü’d-dünyâ” olmak-
sehpası anlamında kullanılan remizdir. Sevgili- la birlikte bu terkip Kur’an’da geçmemekte ve
nin saçları, darağacı vazifesi görür.(1)(9) Hallac-ı daha çok hayâtü’d-dünyâ tabiri kullanılmaktadır.
Mansur’un asılmasından dolayı tasavvuf edebi- Kur’an’da âhiret yurdunun ve oradaki mutlulukla-
yatında da kullanılan bir terimdir.(8) rın sonsuzluğu ve sürekliliği yanında dünya haya-
g. Kur’an-ı Kerim’de sözlük anlamından başka çe- tının geçici ve kısa oluşu üzerinde durulur, dünya
şitli terkipler içinde, mecazi manalarda kullanı- hayatı oyun ve eğlenceye benzetilir (bk. M. F. Ab-
lan bir kelime.(1) dülbâkī, s. 224-225). Bu kadar kısa olduğuna göre
(1) DİA; [DÂR - Cemal Kurnaz] c. 08; s. 483 dünya hayatının, öbür hayatta dârü’s-selâm (kur-
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. tuluş yurdu) diye ifade edilen cenneti haketmek
(3) Kaya, Doğan. a.g.e. için çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. Dârü’l-müttakīn, âkıbetü’d-dâr, ukbe’d-dâr (enin-
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. de sonunda gidilecek yurt) dârü’l-mükāme, dâ-
(6) Ayverdi, İlhan. a.g.e. rü’l-karâr (devamlı ikamet edilecek ülke) dâ-
(7) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rü’l-huld (ebediyet yurdu) tabirleri de cennet
(8) Albayrak, Nurettin. a.g.e. yerine kullanılmaktadır.
(9) Pala, İskender. a.g.e.
Dünya hayatını peygamberlerin gösterdiği hak
(10) Kanar, Mehmet. a.g.e.
yolda değil de şeytanların peşine takılarak geçi-
(11) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
renlerin âhiret yurdunda gidecekleri yer, sûü’d-dâr
(yurdun kötüsü) ve dârü’l-bevâr (helâk yurdu) ola-
Dâr-Dareyn rak ifade edilen cehennemdir (bk. a.e., s. 264-265).
Kur’ân-ı Kerîm’de sözlük anlamından başka çeşit- Dâr Hz. Peygamber’in hadislerinde daha çok “mes-
li terkipler içinde mecazi mânalarda kullanılan bir ken, yurt” anlamında, ayrıca Medine şehri için kul-
kelime. lanılmıştır (bk. Wensinck, Mucem, “dvr” md.).
“Dönmek, dolaşıp hareket ettiği noktaya gelmek” Bundan başka “ev, mesken, bina” anlamı çerçeve-
anlamındaki devr kökünden türeyen dâr sözlükte sinde dârülaceze, dârülfünûn, dârülhadis, dârülhik-
“büyük mesken, konak, şehir, yurt, vatan ve ülke” me, dârülkurrâ, dârüşşafaka, dârüşşifâ, dârülulûm
mânalarına gelir; en çok kullanılan çoğul şekli vb. müessese adlarında kullanılan dâr kelimesi,
diyâr ve dûrdur. “ülke” anlamında da İslâm hukuku terimi olarak

357
Vadi-i Hamuşan
dârüladl, dârülbağy, dârülharp, dârülislâm ve dârüs- Alevî ve Bektaşîler’de âyîn-i Cem’in icra edildiği
sulh terkiplerinde yer almıştır.(1) meydanın ortasındaki özel yere dâr denir. Muhib
(1) DİA; [DÂR - Cemal Kurnaz] c. 08; s. 483
dârda okuduğu tercemandan sonra orada bulu-
nanların rızâsı ile tarikata girmiş olur. Biatını
tekrarlayan can da dârda yine aynı işlemi yaptık-
Dâr-İdam Sehbası
tan sonra babaya gidip arakıyyesini tekbirletir.
Âşığın canını verdiği idam sehpası anlamında kulla- Alevî-Bektaşî erkânını anlatan nefeslerde dâr sö-
nılan divan edebiyatı remzi. züne çokça rastlanır.(1)
Arapça’da “ev, şehir, yer”; Farsça’da bu anlamların (1) DİA; [DÂR - Cemal Kurnaz] c. 08; s. 483
yanı sıra “ağaç, direk, idam sehpası” mânasına gelen
ve Türkçe’de her iki dildeki anlamları ile kullanı-
Dâr Ağacı
lan dâr kelimesine ayrıca Sâsânîler döneminde
İran’da ileri gelen kişiler için bir unvan olarak da İdam mahkûmlarının ipe çekildiği, asıldığı sehpa,
rastlanmaktadır. dâr.(1)(2)(3)(4)(5)
Dâr kelimesi Fars edebiyatı ile Türk divan edebi- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
yatında bir remiz olarak “idam sehpası” anlamında (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
tek başına veya terkiplerin içinde yaygın şekilde (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
kullanılmıştır. Kelime Farsça’da esasen “ağaç” an- (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lamına geldiğinden Türkçe’de “darağacı” şeklindeki (5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kullanımı eskiler tarafından galat kabul edilmiştir.
Dâr kelimesi edebî metinlerde, asılarak öldürülen Dâra Çekmek
Hallâc-ı Mansûr’a (ö. 309/922) telmihen Mansûr Asarak öldürmek.(1)
kelimesiyle tamlama halinde (dâr-ı Mansûr) veya
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
onunla ilgili diğer özelliklerle bir arada kullanıl-
mıştır.
Darağacı
Genellikle darağacı ipiyle birlikte sevgilinin saçı
için benzetilen olur; âşığın canı, gönlü veya kendi- İdam mahkûmlarının asıldığı sehpa, dâr.(1)(2)(3)(4)
si Mansûr’a, asılmış olduğu zülüfler de dâra ben- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
zetilir. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“Dâr-ı siyâset” tamlaması dâr ile aynı anlama gelir. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Aşk gönül Mansûr’unun dâra çekildiği savaş mey- (4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
danıdır. “Yûsuf u Züleyhâ” kıssasına telmihle Yû-
suf güzelliğindeki sevgilinin kâkülünün ucundaki Darendeli Hacı Hüseyin Paşa Türbesi-
her ben, “güzellik Mısır’ı içine asılmış bir Habeş”e Malatya
benzetilirken kâkül dâr şeklinde tasavvur edilir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25
Sevgilinin yanağı ateş, iki zülfü üstündeki kaşla-
rı Hz. İbrâhim kıssasına telmihen “siyâsetgâh-ı
Dardağan
İbrâhîm”dir. Dâr bazan pergelle şeklî benzerliği
bakımından da ele alınır. Sûfîlerin dârü’s-selâmı a. 19. yüzyılda İstanbul’da en çok kullanılan kâtibi
(cennet) istemelerine karşılık âşık sevgilinin zül- kavuk biçimlerinden biri.(1) Serpuşların etrafına
fünün gamı ile dâr-ı melâmeti yani kınanmayı sarılan destar çeşitlerinden biri.(2) Bazı yeniçeriler
ister. Dâr genellikle Arapça ve Farsça’daki anlam- tarafından giyilen başlık.(4) Belli bir biçim gözet-
larıyla tevriyeli olarak kullanılmıştır. meksizin kavuk üzerine rastgele sarılmış.(3)
Divan edebiyatında evle ilgili şiirlere ve özellikle b. Palmiye cinsinden bir ağaç ve bu ağacın çitlem-
devlet büyüklerinin yaptırdığı köşkleri öven kasi- bik iriliğindeki yemişi.(4)(3)
delerin nesib bölümlerine “dâriyye” adı verilmiştir. c. Çitlembik ağacı ve meyvesi.(3)

358
Vadi-i Hamuşan
d. Dağınık, karışık, perişan.(4) Daruttilavet Türbesi-Özbekistan

D
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 27 (1) DİA, Cilt. 34, s. 118
(2) Demirel, Feray. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Darül Hadis Açık Türbesi-Edirne
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 26,
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 80
Dareyn
İki ev, yurt, dünya demektir. Dünya ve ahiret için
Darül Hadis Kapalı Türbe-Edirne
mecaz olarak kullanılır.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 28,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 92
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(4) Akay, Hasan. a.g.e. Darü’l Hadis Sultanlar Türbesi-Edirne
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 37

Dargan Ata Türbesi-Türkmenistan Darü’l Hadis Şehzadeler Türbesi-Edirne


(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 32

Dari Dârü’l-Berzah
a. Hicaz diyarında yetişen şabrak adını alan bir Öldükten sonra kıyamete kadar beklenecek yer.(1)
dikendir, pis kokulu oluşu nedeniyle hayvanlar
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. .;
onu yemezler.(1)(2)
b. “Dari” cehennemdeki bir şeydir, dikene benzer.
Sabir bitkisinden daha acı, leşten daha pis ko- Dârü’l-Celal
kar. Ateşten daha sıcaktır.(1) Cehennemde baş- a. Cennet isimlerinden birisinin adı.(1) Sekiz cen-
ka bir yiyecek yoktur, ne semirtir ne de açlığını netin birincisidir.(3)
giderir.(2) b. Yücelik yeri.(2)
(1) İbn Kesir. a.g.e. s. 349. (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 354;
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 342 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
Darih
Kabir, mezar, merkat.(1)(2)(3)(4)(5) Dârü’l-Azap
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. Cehennem.(1)(2)(3)(4)(5)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Azap Yeri.(5)
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Darussaadet Türbesi-Özbekistan (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 34, s. 118
Darü’l-Bevar
Darusseadet ve Cihangir’in Türbesi-Türkistan Cehennem.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 2 s. 50 (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. .;

359
Vadi-i Hamuşan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Dârü’s-Sevab
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Cennet.(1)
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Dârü’l-ceza Dârü’s-Sürür
Dünyada iken yapılan işlerin karşılığının görüldü- a. Cennet.(1)(2)(3)
ğü yer, âhiret, öbür dünya.(1)(2) b. Ferah ve sevinç içinde olunan yer, sevinç yurdu.
(2)(3)
(1) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Dârü’l-Huld (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

a. İçinde ebedi kalınacak cennet.(1)(2)(3)(4)


b. Beka evi, ebedilik yurdu.(2)(3)(4) Darülmukâme

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. “Asıl durulacak yer, ebedi ikamet edilecek yurt”
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. manasındaki bu terkip de cennete girenlerin
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Allah’a hamd ve şükür sırasında bulundukları
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. mekân için kullanılır.(1)
(1) DİA
Dârü’l-karar
a. Öldükten sonra, kıyametten sonra kalınacak Dârusselam
yer,(3)(5) karar kılınacak yer, âhiret.(2) Cennet isimlerinden biri, üçüncüsü. Cennetlik
b. Cennet.(5) Sekiz cennetin sekizincisidir.(1) olanların makamı.(2)(3)(5)(6)(7)(8)(9)(10)(11) “Maddi
c. Durulacak yer.(5) ve manevi afetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden
korunmuş olma” manasındaki selam ile “ev, yurt”
(1) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
anlamındaki dar kelimesinden oluşan cennetin
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. .;
adı olarak zikredilmiştir. Allah’ın seçilmiş kulları
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olan müminlerin ölüm sonrası hayatlarının hem
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kendi aralarında, hem de kendileriyle melekler ve
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Allah arasında geniş kapsamlı bir “selam” kavramı
içinde sonsuza kadar sürüp gideceği ifade edilmiş-
Dârü’l-Kıyam tir.(1) Esenlik ülkesi, huzur beldesi, selamet evi.(5)
a. Kıyamet evi.(1)(2) (6)(7)(8)

b. Öbür dünya, ahiret.(1)(2)(3) (1) DİA;


(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) İbn Kesir. a.g.e., s. 324.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. .; (3) Akay, Hasan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (4) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Dârü’s-Sair
(7) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Cehennem.(1)(2)(3) (8) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. (10) Kamar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (11) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 354

360
Vadi-i Hamuşan
Daş, Ertan Davud-ı Tâî Hazretleri Türbesi-Bağdat

D
T.T.K Ktp. (1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e., s. 53
Çeşme Mezarlığındaki Mimari Tasvirli Mezar Taşları,
Sanat Tarihi Dergisi, C.Vııı, S. 21-32, Ege Ü., 1996,
Davut Kadı Türbesi-Bursa
Bornova/İzmir
(1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 55
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Davut Paşa Türbesi-İstanbul


Daş, Ertan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25,
Milli Ktp./Tasnif No:1997 Bd 1268
(2) Envanter. a.g.e. No: 27,
Foça Osmanlı Mezarlığındaki Tasvirli Mezar Taşları, (3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 230,
Geçmişten Günümüze Foça (1996), Uluslararası Sem-
(4) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 226,
pozyum, S.61-68, Foça Bel.,1997, Ankara
(5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 8
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Davut Paşa Türbesi-Yunanistan


Daşlıköy (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989
Mezarlık.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Dayanlı Hacı İbrahim Efendi Türbesi-Bosna
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
Davrantı
Ölülerin ruhu için verilen yemek.(1) Dâye
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Bu ıstılah Gurbetu’l-Garbiyye’de hayvani ruh an-
lamında kullanılmıştır. Farabi’ye göre ise kalbe
güç ve gıda ulaştıran kuvvetin adıdır. Bu kelime
Daver Ağa (Baba) Türbesi-İstanbul
ile yapılan bazı terkipler şunlardır: İlk dadı, kıdem
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 146, kaderi dadısı, tecelli dadıları.(1)
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 5
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Dâvud Daye Hatun Türbesi-İstanbul


Kendisine dört büyük semavi kitaptan Zebur inzal
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 108,
edilmiş olan bir Beni İsrail Peygamberidir. Başlıca
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 429,
mucizesi demiri elinde balmumu gibi yumuşatma- (3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 12,
sı, sesinin lâhüti olmasıdır. Peygamberlik ile sul- (4) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 166
tanlığı şahsında toplamıştır. Kudüs’ü fethedip ilk
defa başşehir yapan odur. Mizmar adlı çalgıyı çok
güzel çaldığı söylenir.(1)(2)(3) Dayı Karaca Bey Türbesi-İstanbul

(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. (1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 307

(2) Pala, İskender. a.g.e.


(3) DİA; Daylı
a. Şeytan.(1)
Davud Efendi Türbesi-İstanbul b. “Öl, geber” anlamında ilenç sözü.(1)
(1) Adresler. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

361
Vadi-i Hamuşan
Debbağ Yunus Türbesi-İstanbul Deccal Düşüncesi
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 96 İlâhî dinlerde kıyamet alâmetlerinden sayılan ve
insanları doğru yoldan saptırmaya çalışacağı ka-
bul edilen olağan üstü güçlere sahip kişi.
Debiristan-ı Ezel
Sözlükte “bir şeyi örtmek, yaldızlamak veya boya-
Ezel veya kıdem mektebi, lâhut âlemi ve ruhların
mak” anlamındaki decl kökünden türeyen bir sıfat
makamı olan ezel dünyası.(1)
olup klasik kaynaklarda “âhir zamanda ortaya çı-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. kıp göstereceği hârikulâde olaylar sayesinde bazı
insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi”
Deccal diye tarif edilir.
a. İlahi dinlerde, kıyamet alâmetlerinden olarak, Deccâl kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir.
kıyamete yakın zamanda insanları kandırmak, Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetlerde “mu-
halkı azdırmak için ortaya çıkacağı haber veri- hatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen
len, olağanüstü güçlere sahip çok kötü, fesat- kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kötü kimse”
çı ve yalancı kimse, yalvaç, yaratık.(3)(4)(5)(6)(7) anlamındaki mesîh kelimesiyle birlikte “el-mesî-
(10)(12) Kıyametin büyük alâmetlerindendir.
hu’d-deccâl” ve “mesîhu’d-dalâle” şeklinde kullanıl-
Son zamanda, kıyametin arifesinde dünyaya mıştır.
gelecek olan bir gözü (sol) kör, bol saçlı varlık
Hadis mecmualarındaki bazı rivayetlere göre dec-
(yalancı peygamber, yahudi). Onun yanında bir
câl rüzgâr gibi bir hıza sahip olmak, yağmur yağdı-
cennet ve bir ateş (cehennemi) vardır. Onun
rıp kurumuş bitkileri yeşertmek, bolluk veya kıtlık
ateşi bir cennettir, cenneti de bir cehennemdir.
(2) Kırk gün veya kırk yıl boyunca âlemi küfür icat etmek gibi beşer üstü nitelikler taşır. Yanında
su ve ateş bulunacaktır; fakat gerçekte onun suyu
ve zulme boğacağına, uydurduğu yalanlar ile
yakıcı ateş, ateşi de tatlı ve soğuk sudur. Kıvırcık
ortalığı birbirine katıp kıyamet fitnesini kolay-
laştıracağına inanılır.(8)(9) Deccal’ın gözlerinin saçlı olup bir gözü kör veya patlamış üzüm tane-
arasında kâfir kelimesi yazılı olup, her mümin si gibidir. Alnında “kâfir” (‫ )كافر‬veya “kfr” (‫)ك ف ر‬
o kelimeyi okuyacaktır.(1) İsa (a.s.) ile Hz. Meh- şeklinde bir yazı bulunur. Gençtir; kızıl, esmer
di tarafından öldürülecek olan zalim.(11)(13) veya parlak beyaz tenlidir. Cüsseli ve heybetli
veya kısa boyludur. Âhir zamanda doğuda, Hora-
b. “Decl” bir şeyi örtmek, yaldızlamak, boyamak
san veya İsfahan’da, Şam’da, yahut Şam ile Irak
demektir. Bu anlamda Deccal, karşısındakini
arasındaki bir yerde ortaya çıkıp yeryüzünde kırk
kandırmak için yaldızlı laflar eden yalancı, sah-
gün kalacak, fakat bu günlerden biri bir yıl, biri
tekârdır.(13)
bir ay, biri de bir hafta kadar sürecek, diğerleri ise
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 117. normal günler gibi geçecektir. Rüzgâr gibi hızlı ha-
(2) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 479. reket edip yeryüzünü dolaşacak, sadece Kudüs’e,
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Mekke ve Medine’ye giremeyecektir.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Önce peygamberlik, daha sonra ilâhlık iddiasın-
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(6) DİA; [DECCÂL - Kürşat Demirci] c. 09; s. 67-69;
da bulunacak, kendisine itaat edenleri cennetine
[DECCÂL - Zeki Sarıtoprak] c. 09; s. 69-72 koyacak, karşı çıkanları cehennemine atacaktır.
(7) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Fakat gerçekte onun cenneti cehennem, cehen-
(8) Pala, İskender. a.g.e. nemi de cennettir. Medine’ye gelince Uhud da-
(9) Kaya, Doğan. a.g.e. ğının eteklerinde bekleyen melekler onu Şam’a
(10) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; yöneltecek ve Şam’da gökten inecek olan Hz. Îsâ
(11) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. tarafından Filistin’in Lüd denilen yerinde öldürü-
(12) Akay, Hasan. a.g.e. lecektir (Buhârî, “Fiten”, 26-27; Müslim, “Fiten”,
(13) Kanar Mehmet. a.g.e. 100-110; İbn Mâce, “Fiten”, 33).

362
Vadi-i Hamuşan
Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber zamanında iman etmesi fayda vermez” (el-En‘âm 6/158) meâ-

D
Medine’de yaşayan ve kâhinlere benzeyen İbn lindeki âyette geçen “bazı âyetler” ibaresiyle kaste-
Sayyâd adındaki yahudi asıllı bir kişinin deccâl dilen hususlardan biri deccâldir. Zira Ebû Hüreyre
olduğu düşünülmüştür (Müsned, II, 149; V, 213; ile diğer bazı sahâbîler, “bazı âyetler”le güneşin
Buhârî, “Edeb”, 97; Müslim, “Fiten”, 85-88). batıdan doğması, dâbbetü’l-arz ve deccâlin kaste-
Diğer bazı rivayetlere göre, hıristiyanların ileri dildiğini açıklayan hadisler rivayet etmişlerdir.
gelenlerinden biri iken Şam’dan bir heyetle Me- Ayrıca Ehl-i kitabın, ölümünden önce mutlaka
dine’ye gelip müslüman olan Temîm ed-Dârî, yol- Hz. Îsâ’ya iman edeceğini (en-Nisâ 4/159) Hz.
culuk sırasında arkadaşlarıyla birlikte uğradıkları Îsâ’nın beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konu-
ıssız bir adada, adının “cessâse” olduğunu söyleyen şacağını (Âl-i İmrân 3/46) gökleri ve yeri yarat-
bir hayvanın delâletiyle deccâl ile görüştüklerini, manın insanları yaratmaktan daha zor olduğunu
elleri ve ayakları zincirle bağlı bulunan deccâlin (el-Mü’min 40/57) ve kıyamet alâmetlerinin gel-
zamanı gelince ortaya çıkacağını kendilerine söy- diğini (Muhammed 47/ 18) bildiren âyetlerde de
lediğini Hz. Peygamber’e anlatmış, o da deccâl dolaylı olarak deccâle işaret edilmiştir (İbn Kesîr,
hakkında duyduklarının daha önce ashaba söyle- I, 152; İbn Hacer, XIII, 98).
dikleriyle benzerlik göstermiş olmasından dolayı Deccâle dair hadisleri açıklamaya çalışan âlimlerin
memnuniyetini ifade etmiştir (Müslim, “Fiten”, bir kısmı ilgili rivayetler arasında çatışma bulun-
119-121; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 15). madığını iddia ederken İbn Hacer el-Askalânî ile
İlgili rivayetlerin bazılarında ise deccâlin, Bizans- Ali el-Karî’nin yanı sıra pek çok âlim, rivayetler
lılar’ın elindeki İstanbul’un fethinden sonra or- arasında bir çatışmanın varlığını kabul etmekle
taya çıkacağı bildirilmiştir (Müslim, “Fiten”, 34; birlikte bunların son tahlilde giderilebileceğini sa-
Tirmizî, “Fiten”, 58). vunarak deccâlin âhir zamanda ortaya çıkacağı ve
gökten inecek olan Hz. Îsâ tarafından öldürülece-
Hz. Nûh’tan itibaren bütün peygamberlerin ka-
ği görüşünü benimsemiştir.
vimlerini deccâl fitnesine karşı uyardıklarını, Hz.
Peygamber’in de dualarında daima onun şerrin- Aynı âlimler, birden fazla deccâlin çıkacağını bil-
den Allah’a sığındığını ve şerrinden emin olmak diren rivayetleri de sahih görüp âhir zamandakin-
için Kehf sûresini okumayı (bir rivâyete göre ez- den önce birçok deccâlin çıkabileceğini söylemiş-
berlemeyi) ashabına tavsiye ettiğini bildiren riva- ler ve Hz. Ali’nin, kendisine peygamberlik isnat
yetler de mevcuttur (Müsned, II, 446, 449; Buhârî, eden aşırı Şiîler’den Abdullah b. Kurre’yi deccâl
“Enbiyâ”, 3, 77, “Fiten”, 26; Müslim, “Fiten”, 95). olarak nitelendirmesini buna delil göstermişler-
dir. Ayrıca Firavun ve Nemrud gibi aşırı inkârcı-
Deccâle dair rivayetlerin çoğunda ondan bir kişi
ları da deccâller arasında saymışlardır (İbn Hacer,
olarak bahsedilirken bazılarında deccâllerden söz
XVI, 200; Ali el-Karî, V, 190, 210).(…)(1)
edilmiş, hatta otuz civarında deccâlin çıkacağı
ifade edilmiştir (Buhârî, “Fiten”, 25; Müslim, “Fi- (1) DİA; [DECCÂL - Kürşat Demirci] c. 09; s. 67-69;
[DECCÂL - Zeki Sarıtoprak] c. 09; s. 69-72
ten”, 84).
İslâm literatüründe deccâl konusu, daha çok ha-
dislerden hareketle temellendirilmeye çalışılan Deccâl Tarihi
itikadî bir mesele olarak incelenmiştir. Kur’ân-ı Yahudi dinî literatüründe ilk defa milâttan önce
Kerîm’de deccâlden bahsedilmemesine rağmen II. yüzyıldan itibaren, “son günler”de Allah’a karşı
bazı müfessir ve muhaddislerle Saîd Eyyûb, Mu- gelecek güçlü bir varlıktan bahsedilmeye başlan-
hammed Avâd gibi araştırmacılar, açıkça olma sa mıştır (Daniel, 7/8 vd., 11/40). Bazı âlimler bu
bile Kur’an’da deccâle işaret eden âyetlerin bulun- inancın kökünü, eski Bâbil mitolojisindeki sular
duğu konusundaki rivayetleri veya kendi görüşle- ve dipsiz karanlıkların hâkimi Tiamat’ın yukarıda-
rini serdetmişlerdir. Onlara göre, “Rabbinin bazı ki tanrılara isyan edip Tanrı Ea’nın oğlu Marduk
âyetleri geldiği gün, önceden iman etmemiş olan tarafından mağlûp edilmesi mitine bağlarken ba-
veya imanında hayır kazanmayan kimseye artık zıları da bunun başlangıcını eski İran inançlarında

363
Vadi-i Hamuşan
görülen iyilik ve kötülük güçlerinin muhalefetin- neslinden gelen mesîh tarafından öldürüleceğine
deki düalizmde aramışlardır. inanılan Armilus adı, ilkin Saadiah Gaon’un Emu-
Yahudi kutsal kitabındaki bazı anlatımların deccâl not ve-De’ot’unda zikredilmiştir. Sonraki apoka-
kavramı için zemin hazırladığı kabul edilir. liptik midraşim edebiyatında geçen bir anlatıma
göre Armilus, Roma’da güzel bir kadının mermer-
Hezekiel kitabının 38-39. bablarında geçen Gog
den heykelinin çocuğudur. Dünyanın kötü insan-
ve Magog kıssası bunlar arasındadır. Bu kıssada
ları o heykelle kendilerini aldatmışlar, heykel bu
âhir zamanda, yahudilerin düşmanlarına kuman-
insanların tohumlarını içinde muhafaza etmiş,
danlık edecek Gog’un Rab Yahve tarafından nasıl
böylece onlardan bir çocuk oluşturmuştur. Ar-
mağlûp edileceği anlatılır.
milus adı verilen bu hilekâr varlık 5 m. boyunda,
Yahudi kutsal kitabının Yoel, Zekarya, Daniel
sarı saçlı, ayak tabanı yeşil ve iki başlıdır (EJd., III,
bölümlerinde de buna benzer anlatımlar vardır.
476). Yine bu literatüre göre Armilus kendisinin
Ancak bu metinlerde mesîh adı geçmemektedir.
tanrı olduğunu ileri sürecek, on kralla birlikte ola-
Hezekiel’de adı verilen Gog ise tarihî bir şahsiyet
cak, Kudüs’ü ve Antakya’yı zaptedecek, yahudileri
olarak gözükmemektedir. Daniel’de deccâl için
topraklarından çıkaracak, Nehemiah b. Hushiel’i
müşahhas bir örnek verilmekte, “küçük boynuz,
(Yûsuf’un oğlu Mesîh) öldürüp dürüst insanları
canavar” tabirleriyle sembollendirilen (Daniel, 7,
yasa boğacaktır. Ancak Rab Yahve, deccâl Armilus
8) ve insan üstü özelliklerle tasvir edilen bu örnek-
ve ordularını Arbel vadisinde yok edecek, Armilus
le yahudilere zulüm ve eziyette bulunan IV. Anti-
Dâvûd oğlu Mesîh’in nefesiyle öldürülecek (İşaya,
ochus Epiphanes (ö. m.ö. 163) kastedilmektedir.
11/4) ve Tanrı’nın krallığı yeryüzüne hâkim ola-
Antiochus zalim bir hükümdar, büyük orduların
caktır. Bu literatürde Armilus insan üstü şeytanî
kumandanı, üç kralı yenen, azizlere zulmeden, Al-
bir varlık, mesîhin muhalifi bir şahsiyet olarak kö-
lah’ın mâbedini tahrip eden bir deccâl tipidir.
tülüğün temsilcisidir.
Yahudi kutsal kitabının dışındaki apokrif metin-
Hıristiyanlık’ta deccâl, “anti-christ” tabiriyle
lerden biri olan “On İki Kabile Büyüğünün (es-
mesîhin düşmanı olarak Kitâb-ı Mukaddes’teki
bât) Ahdi”nde Dan kabilesine mensup ve İsrâil’in
Yuhanna’nın mektuplarında yer alır (I. Yuhanna,
Allah’a ibadetten vazgeçmesine yol açtığı anlatı-
2/18-22, 4/3; II. Yuhanna, 7). Âhir zamanda zu-
lan şeytanî bir şahsiyet olan Belial da (Beliar) bir
hur edecek düşman şeklinde telakki edilen deccâl
deccâldir. Levi kabilesinden çıkacak mesîh onu
Yeni Ahid’de birçok yerde geçer (Matta, 12/28;
yenecek ve ebedî ateşe atacaktır (IDB, I, 141). Di-
Luka, 11/20; Vahiy, 12/8, 13/ 1, 16/13, 20/1-7;
ğer bazı apokrif metinlerde de benzer anlatımlara
Selânikliler’e II. Mektup, 2/3-12).
rastlanmaktadır (IV. Ezra, 11-12; IDB, a.y.).
Süryânî çevrelerde “antichrist” tabiri için İslâmî
Yahudiler deccâli, kendilerini kurtaracağına inan-
dıkları mesîhin muhalifi olarak görmüşler, onlara kaynaklardaki deccâl teriminin aslı olduğu ileri
zarar veren Antiochus Epiphanes yanında Neron, sürülen daggala kelimesi kullanılır. Hıristiyan
Kaligula, Pompey gibi zalim idarecileri de deccâl dünyasında kökleri Helenist Yahudiliğe kadar gi-
olarak telakki etmişlerdir. den, İslâmî çevrelerce de paylaşılan bu terim ve
onunla ilgili telakkiler tarihî seyri içinde inanç,
Menkıbevî yahudi dinî literatüründe mesîhin
teoloji, sanat, edebiyat ve siyasette önemli roller
muhalifi deccâl için Armilus adı kullanılmıştır.
oynamıştır.
Armilus’un, Roma’nın kurucusu olarak görülen
efsanevî şahsiyet Romulus’tan geldiği düşünül- Yahudilik’te mesîh muhalifi olarak gelişen bu
mektedir. Romalılar putperest bir kavim olarak kavram, Hıristiyanlık’ta mesîhin ikinci gelişinden
yahudilerin yaşadığı kutsal topraklarda hâkimiyet önceki muhalifi olan şeytanî veya yarı şeytanî yarı
kurmuş, onlara işkence etmiş, mâbedlerini yık- insanî bir varlığı ifade etmek üzere kullanılmıştır.
mışlardır; böylece mesîhin semavî ve ebedî krallı- Yeni Ahid’deki deccâl ile ilgili anlatımlar, yahudi-
ğına karşı geçici dünyevî şeytanî gücü ve şeytanın lerin kurtuluş öncesinde kötülüğün artacağı ve bir
krallığını temsil ettiklerine inanılmıştır. Dâvûd şahısta odaklaşacağı gibi inançlarından etkilen-

364
Vadi-i Hamuşan
miş, özellikle Daniel kitabından alınan örnekler şeklinde zuhur etmesi, kiliseyi dağıtması, on iki

D
bolca kullanılmıştır. Pavlus’un Selânikliler’e yaz- havâriden birini (Petrus) öldürmesi, mesîh gibi
dığı, deccâl hakkında Yeni Ahid’deki en eski ifade- davranıp konuşması, kendisini tanrı olarak sun-
leri ihtiva eden II. mektubunda (2/3-12) deccâl ması, hârikalar göstermesi, halkın tapınması için
“fesat adamı, helâk oğlu” şeklinde nitelendirilmek- her şehre heykelini koydurması, üç buçuk yıl bo-
tedir; onun ibadet edilen her şeye karşı çıkacağı, yunca birçok insanın onu takip etmesi, daha son-
tanrılık iddiasında bulunacağı ve ortaya çıkması- ra inananların beklemekte olduğu gerçek mesîhin
nın âhir zaman alâmeti olduğu belirtilmektedir. melekler ve orduları ile gelip Belial ve ordularını
Yeni Ahid’in Vahiy kitabında deccâlin iki canavar cehenneme göndermesi gibi hususlar yer alır.
şeklinde sembolik portreleri verilir. Bunlardan Deccâl kavramının nereden geldiği hususunda çe-
biri denizden çıkan on boynuzlu, yedi başlı bir şitli görüşler ileri sürülmüştür. Ön Asya kavimle-
canavardır. Onun başları üzerinde küfür isimleri rindeki, “zamanın sonu”nda yaratıcı Tanrı’ya kar-
bulunur. Bu canavar Daniel kitabındaki dört ca- şı çıkan fesat canavarı efsanesi, siyasî olaylardan
navarın birleştirilmiş şeklidir. Kendisine hulûl et- kaynaklanan sonun düşmanı fikri, Belial’ın efsa-
miş olan şeytandan kudret ve hâkimiyet almıştır. nevî şahsiyeti, Neron efsanesinin gelişmesi gibi
İnsanlar arasında kendisine tapanların da bulun- fikirler üzerinde durulmuştur (ER, I, 322).
duğu bu canavar deccâldir. Bir bütün olarak Roma
Yahudi ve hıristiyan tarihlerinin incelenmesin-
İmparatorluğu’nu, dört başından her biri ise ken-
den, deccâl inancının yayılmasına eski efsanelerin
disine tapınılan bir imparatoru temsil eder; bu
mevcut siyasî durumlara göre yorumlanmasının
başlardan biri de Neron’u gösterir. Mesîh yeryü-
yol açtığı, ayrıca yahudi ve hıristiyanlara zulme-
züne döndüğünde semavî orduları ile bunları etki-
denlere zamanla efsanevî bir hüviyet kazandırıl-
siz hale getirir ve ateş gölüne atar, takipçilerini de
dığı ve böylece menkıbeler oluşturulduğu anla-
ağzından çıkan kılıçla katleder (Vahiy, 11/7, 13/1-
şılmaktadır. Romalı İmparator Neron’a, ölümü
10, 17/3-18, 19/ 19-21; Daniel, 7/1-9, 15-27). Va-
ve geri dönmesi, yeniden dirilmesi ve nihaî kar-
hiy kitabında bu deccâl ve sahte mesîh tasvirinin
mecazi, sırrî, bâtınî anlamları bulunmaktadır. Hı- şılaşmada mesîhe hasım olması şeklinde böyle bir
ristiyan kilisesinde deccâl geleneği Yahudilik’teki hüviyet kazandırılmıştır. Bu husus, aynı zaman
gibi şu veya bu şekilde asırlarca sürüp gitmiştir. dilimi içinde yazılan yahudi ve hıristiyan metin-
İslâmî gelenekte Hz. Îsâ veya mehdî tarafından lerinde (İşaya’nın Göğe Yükselmesi, 4/1-4; Sibyl-
öldürülecek deccâl inancı, diğer iki semavî dinde line’nin Kehanetleri, 3/63-74, 4/119-150; Vahiy,
bulunan ilgili inançlarla benzerlik gösterir. 13, 17) görülmektedir. Sahte mesîh veya deccâl,
yahudi kaynaklarından alınan fikirlerle hıristi-
Yeni Ahid’in Vahiy kitabında yer alan deccâl ile
yanların geliştirdiği kavramlardır. Ancak hıris-
ilgili açıklamaların, yahudi kutsal kitabı Heze-
tiyanlar bu kavramları işleyerek sonraki yahudi
kiel’deki (38-39) Gog ve Magog ile Daniel’deki an-
literatürünü etkilemişlerdir.
latımlara dayandığı bilinmektedir. Sonraki yahudi
apokaliptik literatürü de özellikle deccâlin bedenî Hıristiyan dünyasında deccâl, konusundaki geliş-
tasvirinde kaynak oluşturmuştur. Hıristiyan li- me tarihî seyri içerisinde büyük bir çeşitlilik gös-
teratüründe en zengin ve çeşitli deccâl motifleri termiştir. Sahte Yuhanna’nın Vahyi, Tsefanya’nın
hıristiyan apokrif metinlerinde ortaya çıkmıştır. Vahyi, Esdras’ın Vahyi (Grekçe) gibi eserlerde dec-
Yahudi kökenli “Hezekiah’ın Ahdi” başlıklı me- câl hain ve çirkin bir dev olarak yer alır. Sonraki
tin, I. yüzyılın sonlarından itibaren gelişmiş bir eserlerde anlatım genişler. Deccâl bazan kör, ba-
deccâl geleneğini yansıtır. Metin, muhtemelen zan tek gözlü, bazan da gözleri yerlerde çirkin, to-
yahudi geleneğine bağlı bir hıristiyan tarafından pal bir yaratıktır. Bazı eserlerde ise akıllı, becerikli
yazılmıştır. Bu metinde âhir zamanda karışıklık- bir kimsedir. Kaşlarının arası çok açık, parmak-
lar, fitne ve fesatların çıkması, mesîhin gelişinden larının ucu baş şeklinde, elinde bir kılıç bulunan,
kısa bir süre önce bu âlemin şeytanî kralı Belial’ın görenler tarafından hemen tanınan, saçları pis ve
annesini öldürmüş bir “fitne kral” olarak insan uzun bir kimsedir.(…)

365
Vadi-i Hamuşan
1760’tan bu yana Batı’da deccâl konusu yeniden Bu âlimlerden bazıları konu için Kur’ân-ı
ilgi toplamış, Fransız İhtilâli de bunu kamçıla- Kerîm’den de deliller bulmaya çalışmışlardır.
mıştır. Batılılar Hz. Peygamber’i, müslümanları, Görüşleri giderek taraftar bulan bazı âlimler ise
Türkler’i, Büyük Peter’den Kraliçe Mary, Oliver olağan üstü maddî unsurlarla tasvir edilen deccâl
Cromwell, Napolyon Bonapart, III. Napolyon, tipinin uzak bir ihtimal olduğunu kabul etmiş, fa-
Vladimir Lenin, Kaiser Wilhelm, Adolf Hitler ve kat konuyla ilgili sahih rivayetleri dikkate almak
Joseph Stalin’e kadar birçok ileri gelen kimseyi suretiyle deccâl kavramını reddetmeden ilgili me-
deccâl olarak kabul ederken Afrikalı müslümanlar tinleri kısaca şerrin yayılması şeklinde te’vil etme-
Avrupalı sömürgecileri deccâl olarak görmüşler- yi tercih etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da deccâl
dir. 1927’de yayımlanan bir İngiliz hükümet ra- kavramının İslâmî bir temeli bulunmadığını savu-
porunda bu inancın Afrikalı müslümanları ayakta narak bu inancı bütünüyle reddetmiştir.(…)(1)
tuttuğu belirtilmiştir (Sarıtoprak, s. 47).
(1) DİA; [DECCÂL - Kürşat Demirci] c. 09; s. 67-69;
Günümüzde çağdaş Batılı yazarlar deccâl kavra- [DECCÂL - Zeki Sarıtoprak] c. 09; s. 69-72
mını tarihî şahsiyetlerle özdeşleştirmeyi uygun
görmemektedir. Genel anlayışa göre deccâl henüz
Dede
zuhur etmemiştir.(1)
a. Mevlevi tarikatı şeyhlerine denir.(1) Bin bir gün-
(1) DİA; [DECCÂL - Kürşat Demirci] c. 09; s. 67-69;
lük çileyi dolduran dervişe verilen unvan.(3)(5)(8)
[DECCÂL - Zeki Sarıtoprak] c. 09; s. 69-72
Bin bir gün hizmet ederek çile dolduran, dervişlik
payesine erişen ve dergâhta hücre sahibi olanlara
Deccal Telakkisi verilen unvan.(7)
Akaid ve kelâm âlimlerinin deccâl konusundaki b. Bektaşilerde, eskiden baba yerine mürşide veri-
görüşleri farklıdır. len isim ve unvan.(6) Şeyh, baba.(7)
Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Mâtürîdî ve Eş‘arî
c. Hurûfilikte şeyh.(7)
başta olmak üzere Selefiyye, Mâtürîdiyye, Eş‘ariyye
ile Şîa ve Mu‘tezile âlimlerinin çoğunluğu, Hz. Pey- d. Mahalli bir alevi ocağının başında bulunan kişi.
gamber’e nisbet edilen rivayetlere dayanarak âhir Peygamber soyundan geldiklerine inanılır ve “sey-
zamanda beşer üstü niteliklere sahip bir deccâlin çı- yid” olarak bilinir.(4)
kacağı ve Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği görüşünde e. Evliya kabri, yatır.(6)(7)
birleşmişlerdir. f. Veli kavramı yerine kullanılan isimlerden biri.(2)
Çağdaş âlimlerden Mahmûd Şeltût, Teftâzânî’nin (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
kullandığı ifade tarzından onun yapılan bu te’vili (2) Köse, Ali. a.g.e. s. 14.
benimsediği ve deccâle ilişkin rivayetleri mutlaka (3) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
zâhirî mânada anlamayı gerekli görmediği sonu- (4) Kaya, Doğan. a.g.e.
cunu çıkarmıştır (el-Fetâvâ, s. 78). (5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e..
Teftâzânî’nin, üstü kapalı bir şekilde de olsa dec- (6) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
câl kavramını yoruma müsait görmesinin, çağdaş (7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
âlimlerin te’vil kapısını açmalarına yardımcı oldu- (8) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ğu söylenebilir.(…)
Görüldüğü gibi İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bir Dede Baba Türbesi-Eskişehir
kısmı zayıf sayılmakla birlikte isnad açısından
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 226
sahih kabul edilen bazı hadislere dayanarak âhir
zamanda hârikulâde olaylar gösterme gücüne sa-
hip deccâlin ortaya çıkacağına ve insanları dalâle- Dede Bey Türbesi-Konya
te sürüklemeye çalışacağına, daha sonra da gök- (1) Konya Ereğli’deki Türk İslam Devri Eserleri, (İbra-
ten inecek olan Hz. Îsâ tarafından öldürüleceğine him Tatır), Selçuk Ün. Ed. Fak. 1989/19, Gmail,
inanmıştır. s. 129

366
Vadi-i Hamuşan
Dede Garkın Türbesi-Mardin Dedeler Dedesi Selahaddin Buhari Türbesi-

D
(1) DİA, Cilt. 42, s. 600
Bursa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 75,

Dede Hate Türbesi-Kosova-Yunik Köyü (2) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 122

(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385


Dediği Sultan Türbesi-Konya
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 4
Dede Karkın Türbesi-Konya-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 291
Dede Yetimi
Babası dedesinden önce öldüğü için dedenin mira-
Dede Koru Türbesi-Düzce-
sına dâhil edilmeyen çocuk.(1)
(1) Düzce Valiliği. a.g.e. s. 2
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Dede Maksud Türbesi-Ahlat Def


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 25, a. Sufilerin sema esnasında kullandıkları bir çalgı
(2) Gönüler, Havva. “Doğu Anadolu Türk Devletle- aleti.(1)
ri’nde Eğitim Ve Eğitim Müesseseleri.” Yük. Lis.
Tz. Selçuk Ün. Sos. Bil. Enst. Konya (2008). s. 62 b. Ortadan kaldırma, yok etme.(2)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Dede Maksut Türbesi-Arnavutluk (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 54


Defin
a. Ölünün gömülmesi anlamında bir fıkıh terimi.(1)
Dede Molla Türbesi-Konya
Ölünün dini usullere göre gömülmesi.(2)(7) Ce-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 291 nazenin yıkanıp kefelendikten ve namazı kılın-
dıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla
Dede Sultan Türbesi-Kastamonu örtülmesi.(6) Ölüyü toprağa gömme işi.(3)(8)
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 b. Gömülmüş ölü. Metfun.(3)(4)(5)(9)
(1) DİA; [DEFİN - Mustafa Uzunpostalcı] c. 09; s. 86
Dede Sultan Türbesi-Bulgaristan (2) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 300
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
Dedebaba Türbesi-Kahramanmaraş (6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(1) Kahramanmaraş Beld., “I. Kahramanmaraş Sem- (7) Erdoğan Mehmet. a.g.e.
pozyumu 6-8 Mayıs 2004.” (1-3 Cilt) Kahraman- (8) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
maraş Beld. İst.(2005). s. 1016 (9) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Dedebali Türbesi-Kütahya- Defin biçimleri


(1) Bozoğlu, Ömer-Nihat Değirmenci. a.g.e., s. 29 Üsküp ve civarında defin şekilleri üç temel şekle
göre yapıldığını söyleyebiliriz. Birinci şekil yak-
mak, ikincisi mumyalamak ve daha yaygın şekil
Dedekargın Türbesi-Malatya- olarak üçüncüsü gömmek olduğu belirlenmiştir.
(1) Malatya Taşınmaz. a.g.e. s. 12 Tunç çağı ve öncesine dayanan araştırmaların

367
Vadi-i Hamuşan
sonucunda belirlenen defin şekillerinden bugün mek doğru değildir. Hz. Peygamber cenazeye karşı
sadece toprağa verme, gömme şekli ile devam et- görevlerin geciktirilmeden ifasını tavsiye etmiştir
mektedir.(1) (Şevkânî, IV, 79-80).
Defin, ölünün bedeninin yaşayan insanlardan ta- Cenazenin sesli zikirle, Kur’an okuyarak veya nü-
mamen uzaklaştırılmasını içerir. Bu ritüel Türk mayişle mezarlığa götürülmesi dinî açıdan hoş
Dünyasında çoğunlukla İslam dininin gereklerine karşılanmamış, sükûnet içinde, kalben zikir, dua
göre toprağa gömme şeklinde ve tabutsuz gerçek- ve tefekkürle takip edilmesi tavsiye edilmiştir.
leştirilir.(2) Mezarlığa varıldığında cenaze kabre indirilince-
ye kadar ayakta durmak, sonrasında ise oturmak
(1) Suldoca, Mürteza. a.g.e. s. 64.
sünnettir.
(2) Evren, Metin, Türk Kültüründe Ölüm ve Toprakla
ilgili İnanış ve Ritüeller.(S.262) Acta Turcıca Yıl. Kabir 100-150 cm. derinliğinde, kıble ile dik açı
IV. Sayı. 1. 2012 oluşturacak şekilde kazılır. Kabrin tabanı boyunca
ve kıble tarafında naaşın sığdırılabileceği büyük-
lükte bir kısmın oyulması (lahit) toprağın doğ-
Defin Fıkhı rudan doğruya cenazenin üzerine atılmasını ön-
Ölünün gömülmesi anlamında bir fıkıh terimi. leyeceğinden daha güzel bulunmuş, toprağın çok
Cenazeye karşı yapılagelen görevler arasında yer sert veya yumuşak olması sebebiyle buna imkân
alan defin işlemi, aynı zamanda İslâm’ın insana bulunamazsa cenazenin kabrin tabanında uzun-
verdiği değeri de gösteren dinî bir vecîbe özelliği lamasına konmasının ve toprağın göçmesini ön-
taşır. Cenaze namazı gibi bunun da farz-ı kifâye leyecek tedbirlerin alınmasının da yeterli olacağı
olması, bu görevin herkes tarafından olmasa bile belirtilmiştir.
toplum adına bir grup veya kurum tarafından ye- Cenazeyi kabre, kadın ve gayri müslimler hariç
rine getirilmesi gerektiğini gösterir. ölenin mahrem ve yakınlarının indirmesi sünnet-
tir. Buna imkân bulunamazsa bu görevi yabancı
Kur’ân-ı Kerîm’de bu işlemin insanoğluna Allah
şahıslar da yapabilir.
tarafından öğretildiği, kardeşinin cesedini ne ya-
pacağını, ancak Allah’ın gönderdiği bir karganın Cenazenin kabre, “Allah’ın adıyla ve Resûlullah’ın
hareketlerinden öğrenen Hz. Âdem’in oğlunun, dini üzere” anlamına gelen “‫بسم اهلل وعلى م ّلة رسول‬
“Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kar- ‫ ”اهلل‬duasıyla konması, yüzü kıble tarafına çevri-
deşimin cesedini gömmekten de mi âciz kaldım!” lerek sağ yanı üzere yatırılması gerekir. Öyle ki,
dediği anlatılır (el-Mâide 5/31). Başka âyetlerde cenazenin bu şekilde yatırılmadığı sonradan far-
de ölünün gömülmesi gereğine dolaylı olarak işa- kedilse üzeri toprakla tamamen örtülmedikçe açı-
larak düzeltilir. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre toprakla
ret edilmiştir (bk. Tâhâ 20/55; el-Mürselât 77/25-
örtme tamamlanmış olsa bile kabrin tekrar açılıp
26; Abese 80/21-22).
düzeltilmesi icap eder.
Ölünün toprağa tevdi edilmesinin çevre temizliği,
Kabre yerleştirilen cenazenin kefen bağları çö-
sağlık, insanın saygınlığının korunması ve ölümü
zülür; üzerine tahta, kerpiç, kuru ot, kamış vb.
hatırlatma türünden birçok hikmetler taşıdığı ve
örtülerek atılacak toprağın doğrudan cenazeyle
bir bakıma geride kalanların ölüye karşı son gö-
teması önlenir. Cenaze ile birlikte kabre başka
revini simgelediği, ölen için de yeni bir hayatın
bir eşyanın konması, hatta kabrin veya cenazenin
başlangıcı olduğu için defnin şekil ve usulü öteden
özel durumundan kaynaklanan mâkul bir sebep
beri fıkıh kitaplarında ayrıntılı şekilde ele alınmış-
bulunmadığı sürece cenazenin tabutla gömülmesi
tır. Ancak bu konuda mevcut bilgi ve usuller, esas mekruh görülmüştür. Tabutla gömme, gerek öle-
ve amaçta aynı olmakla birlikte mahallî kültür ve nin toprakla temasına, zamanla çürüyüp toprağa
geleneklerin değişikliği sebebiyle zaman zaman karışmasına engel olması, gerekse israf ve göste-
farklılıklar gösterebilmektedir. rişe, daha geniş yer işgaline yol açması sebebiyle
Cenaze hizmetlerinin yerine getirilmesini ve na- hoş karşılanmamıştır. Ölünün mumyalanarak gö-
aşın defnini önemli bir sebep olmadıkça geciktir- mülmesi de aynı mahiyettedir.

368
Vadi-i Hamuşan
Deniz yolculuğunda ölen kimsenin, karaya gö- hem de ölülere saygı gösterirken tevhid inancının

D
türülmesi imkânı bulunmadığı takdirde batması ihlâl edilmemesi ilkesiyle izah edilebilir.(1)
sağlanacak şekilde denize bırakılması câizdir; bu (1) DİA; [DEFİN - Mustafa Uzunpostalcı] c. 09; s. 86
işlem onun hakkında defin sayılır. Ancak imkân
olduğu ölçüde cenazenin karada toprağa verilmesi
Defin Töreni
teşvik edilmiştir.
M.Ö. III. Yüzyılda Hunlar ölülerini tabut içine ko-
Büyük olsun küçük olsun, ölen kimsenin öldüğü
yarlardı. Bu tabut iki katlı olup, bunlar iç ve dış
yere değil mezarlığa gömülmesi gerekir. Öldüğü
tabutlardı. Bu tabutları altın ve gümüş işlemeli
yere gömülmenin sadece peygamberlere mahsus
kumaş ve kürklerle örterlerdi. Ölen beye öteki
olduğu belirtildiği gibi (İbn Âbidîn, I, 600) mezar-
dünyada hizmet etmesi için ölü ile beraber öldü-
lığın ziyaretçiler için ibret vesilesi olacağı, ölüler
rülenler yüz, hatta yüzden fazla olurdu.
için de hayır ve rahmetle anılmaya sebep teşkil
edeceği ifade edilmiştir. Göktürklerden birisi öldüğünde tören için ölü-
yü çadıra koyarlardı. Ölenin çocukları, torunları,
Cenazenin gece gömülmesi de mümkün olmakla
kadın ve erkek akrabalarından hepsi atlar ve ko-
birlikte gündüz defnedilmesi teşvik edilmiştir. De-
yunlar kurban eder, bunları çadırın önüne koyup,
finde aslolan bir kabre bir kişinin gömülmesidir. çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar-
Ancak ihtiyaç duyulduğunda, aralarına toprak ko- dı. Sonra kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip
narak birden fazla kimse de bir kabre gömülebilir. ağlayarak kanlı gözyaşı dökerlerdi.(1)
Önceden ölü gömülmüş kabre kemikleri çürü- IX. Yüzyılda Oğuzlardan biri ölürse ev gibi büyük
müşse tekrar defin yapılabilir. Henüz çürümemiş bir çukur kazılırdı. Ölüye ceket giydirirler, kuşağı-
kemikler varsa onlar da yeni cenaze ile birlikte ve nı kuşandırırlar, yanına kullandığı eşyalarla yayını
araları toprakla ayrılarak gömülür. Bu kemiklerin koyarlar, eline kımız dolu tahta kadeh tutturulup,
başka yere götürülmesi doğru olmaz. Defnedilen önüne kımız dolu tahta kap koyarlardı. Sonra çu-
cenazenin daha sonra alınıp başka yere nakli de kurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yapı-
ancak bazı mezheplerce ve belli şartlarda câiz gö- lırdı.(2)
rülmüştür.
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s.3.
Cenaze kabre konulduktan sonra orada bulunan- (2) Demirel, Feray. a.g.e.,
lardan her birinin, topraktan geldiğini, tekrar top-
rağa döneceğini ve ikinci defa yine topraktan çıka-
Defn-i Emvat
rılarak haşrolunacağını hatırlayarak kabre toprak
atması, definden sonra ölü için dua edip Kur’an Ölüleri gömme.(1)
okuması müstehaptır. Şâfiî’ye göre kabir yer sevi- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yesinde, çoğunluğu oluşturan diğer fakihlere göre
ise yerden bir karış yükseklikte bir tümsek şeklin- Defn-i Meyyit
de doldurulur.
Ölünün gömülmesi.(1)(2)(3)
Kabri belirlemek için baş ve ayak kısmına ağaç, taş
(1) Çağbayır,Yaşar. a.g.e.
vb. dikilmesi, bunun üzerine ölünün isminin ya-
(2) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
zılması, kabir ve çevre düzenlemesi yapılması hoş
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
görülebilir. Ancak bu konuda da itidal ve sadeliği
korumak, israf ve gösterişe kaçmamak, malzeme
ve mekânı ölçülü kullanmak esastır. Defnedilmek

Kabir üzerine bina, türbe, kubbe vb. yapmanın, Defin işlemi yapılmak, toprağa verilmek, gömül-
isim dışında âyet ve hadis dahil yazı yazmanın fa- mek.(1)(2)(3)(4)
kihler tarafından hoş karşılanmayıp mekruh veya (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
haram olarak görülmesi, hem bu gerekçelerle, (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

369
Vadi-i Hamuşan
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. zet almış bir hattattır. Yaptırdığı caminin son ce-
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. maat yerinden harime açılan cümle kapısı kemeri
üzerindeki üç beyitlik Arapça manzum tarih biz-
Defnetmek zat onun hattıyladır. Caminin inşa tarihi 948’dir
(1541-42). Avlunun deniz tarafındaki kapısı üs-
Ölüyü toprağa gömmek, vermek, mezara koymak.
(1)(2)(3)(4)(5) tünde bulunan Farsça bir tarih beyti 947 (1540-
41) yılını verir. Hadîkatü’l-cevâmi‘de bildirildiği-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ne göre caminin avlusunda ahşap bir medrese ile
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kara tarafında fevkanî bir taş mektep vardı. Evliya
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Çelebi burayı “Defterdar İskelesi kenarında kâr-ı
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
kadîm bir küçük cami” olarak tarif eder. “Kâr-ı ka-
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
dîm bir alçak minaresi dahi vardır” dedikten sonra
avlunun deniz tarafında bulunan kapısı üstündeki
Defniye Farsça tarih manzumesinin bir beytini verir.
Defin parası.(1) Bânisi aynı zamanda hattat olduğu için caminin
(1) Kurşun, Zekeriya, “Üsküdar’da İranlılar ve İran minare alemi bir hokkanın içindeki kalem şeklin-
Mezarlığı”, s. 202. de yapılmış, fakat zamanla kalem düşüp kaybol-
muş ve 12 Zilhicce 1179 (22 Mayıs 1766) zelze-
Defnolunmak lesinde harap olan cami tamir edilirken kalem de
yeniden yerine konulmuştur. Ancak daha sonra
Ölü toprağa verilmek, gömülmek.(1)(2)(3)
1940’lı yıllarda kalem tekrar düştüğü gibi 1970’li
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yıllarda hokka da yok olmuştur. Caminin yanın-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. daki ahşap medrese önce mütevellisi tarafından
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. bekâr odaları haline getirilmiş, fevkanî taş mek-
tep de yıktırılarak deniz tarafındaki kapı üstüne
Defter-i A’mal ahşap bir sıbyan mektebi yapılmışsa da günümüz-
Amel defteri.(3)(4) İnsanların iyi veya kötü, yap- de bunlardan hiçbir iz kalmamıştır.(…)
tıkları her şeyin kaydedildiği, ahirette ona göre Türbe. Caminin hazîresinde pek çok mezar taşı
muamele görecekleri Kur’an-ı Kerim’de bildirilen arasında son derece ilgi çekici bir mimariye sa-
hesap defteri.(1)(2) hip, bânisi Defterdar Mahmud Çelebi’nin türbesi
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bulunmaktadır. Kare planlı bir açık türbe olan bu
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
küçük yapı, baklavalı başlıklı dört mermer sütuna
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
oturan dört sivri kemerden ibarettir. Muntazam
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. işlenmiş taşlardan olan kemer ve üst duvarların
üzerinde sekiz köşeli sağır bir kasnağa oturan bir
kubbe vardır. Dört esas kemer yarım yuvarlak di-
Defterdar Camii Ve Türbesi
limler halinde işlenmiştir. Sütunların aralarında
İstanbul Eyüp’te XVI. yüzyılda yapılan cami ve 0,80 m. yüksekliğinde mermerden korkuluk lev-
türbe. haları konulmuştur. Bunların dış yüzleri şebeke
Haliç’in İstanbul surları dışında kalan kıyısında motifine göre alçak kabartma olarak işlenmiştir.
Eyüp yolu kenarında bulunan cami, Kanûnî Sul- Türbenin içine girişi sağlayan kapı ise zengin
tan Süleyman devrinde 944-949 (1537-1542) ve surette işlenmiş bir taçla süslenmiş mermer çer-
951-953 (1544-1546) yılları arasında olmak üzere çeveden ibarettir. Kapının yay kemeriyle üstteki
toplam yedi yıl kadar başdefterdarlık yapan Nazlı taç arasında mermere “Lâ ilâhe illallahü’l-meli-
Mahmud Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Mah- kü’l-hakku’l-mübîn Muhammedün Resûlullah sâ-
mud Çelebi (Efendi) aynı zamanda ünlü hattat dıku’l-va‘di’l-emîn” ibaresi işlenmiştir. Son derece
Şeyh Hamdullah’ın yanında yetişerek ondan icâ- zarif olan bu korkuluk büyük ölçüde tahribe uğra-

370
Vadi-i Hamuşan
mıştır. Türbenin içinde Mahmud Çelebi’nin san- b. Öldürmek.(1)(2)(3)

D
dukası üstündeki baş şâhidesi yok edilmiş, yalnız (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ayak şâhidesi kalmıştır. Bunun üzerinde de 953 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1546) yılında vefat eden Defterdar Mahmud Çe- (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
lebi’nin adını veren basit bir kitâbe vardır. Bu tür-
be İstanbul’da yine XVI. yüzyılda yapılan Eyüp’te
Defteri sağ eline verilenler
Ayas Paşa’nın Şehzadebaşı’nda Fatma Sultan’ın
veya Mehmed Bey’inki gibi benzeri diğer açık tür- Dünyada hayırlı işler yapanların amel defterinin
belere nazaran çok daha süslü ve zariftir. sağ ellerine verileceği Kur’an-ı Kerim’de bildirildi-
ği için defteri sağ eline verilmek “âhirette iyi kul-
Caminin cadde üzerindeki duvarında kapının
lardan olduğu bilinmek ve cennete girme hakkını
yanında aynı tarihlere ait olduğu anlaşılan bir
kazanmak” manasına gelir.(1)
de çeşme vardır. Ayvansarâyî’nin iki eserinde de
kopyası bulunan üç beyitlik manzum kitâbesine (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
göre 950’de (1543-44) yapılmıştır. Klasik üslûpta,
kesme taştan sivri kemerli olan bu çeşme İstan- Dehr
bul’un günümüze kadar gelebilmiş kitâbeli en eski a. Dünya, cihan, âlem, felek.(1)(2)(4)(5)
çeşmelerindendir.(1) b. Zaman, çağ, devir.(4)(5)
(1) DİA; [DEFTERDAR CAMİİ ve TÜRBESİ - Semavi c. Zamane.(2)
Eyice] c. 09; s. 97 d. Tabiat, hayat.(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Defterdar Ahmet Paşa Türbesi-Yunanistan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 787 (3) Ateş, Süleyman. a.g.e.. C. 5, s .52;
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Defterdar Mehmet Efendi Türbesi-Kosova- (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) DİA; [DEHRİYYE - Hayrani Altıntaş] c. 09; s. 108
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 369,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 445
Dehri
a. Çok bilgin, derin âlim, hazerfen.(1)
Defterdar Mehmet Efendi Türbesi-
Yunanistan b. Dünyayla, âlemle ilgili, dünyaya, âleme ait.(2)

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 788 c. Dehirle, zamanla, devirle ilgili.(3)


d. Dehriye görüşünü benimseyen kimse.(3)
Defterdâr Nazlı Mahmûd Efendi Türbesi- e. Dünyanın sonsuzluğuna, ruhun beden ile bera-
İstanbul ber öldüğüne inanan kimse, materyalist, mad-
deci.(1)(4)(5) Mutlak zaman varlığına, zamanın
(1) Pur, Doğan. a.g.e. S, 9,
başlangıç ve sonunun bulunmadığına inanan,
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 430,
zamanı sonsuz kabul eden doktrin.(2)
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 17
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Defterdar Türbesi-Sırbistan
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 693 (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Defterini Dürmek
a. Hesabını görmek,(1) son vermek,(2) işini bitir- Dehşet
mek.(3) Hakk’ın heybet, azamet ve celâl tecellileriyle an-

371
Vadi-i Hamuşan
sızın karşılaşan sâlikin şaşırıp kalma halini ifade Deksiosis
eden tasavvuf terimi. Yunan mezar ikonografisinde ölümden sonra Ha-
Sözlükte “beklenmedik bir durum karşısında desle görüşmeyi simgeleyen el sıkışma motifi.(1)
şaşırıp kalmak, aklı başından gitmek” anlamına (1) Er, Yasemin. a.g.e.
gelen dehşet, tasavvuf terimi olarak genellikle
“Allah âşığı sûfînin birden sevgilisinin heybetiyle
Dellâlân
karşılaşarak aklının başından gitmesi” mânasında
kullanılır. Aşk ve Muhabbet dellalları olan muhabbet melek-
leridir.(1)
Dehşet halindeki sûfî kendisini ağır bir gücün sars-
tığını hisseder ve bu yüzden ne yaptığını bilmez. (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Esas itibariyle heybet ve hayretle ilgili olan dehşet
hali sekr, fenâ, cem‘, galebe, gaybet, mârifet, hakikat Dem
ve tevhid gibi tasavvufî terimlerle açıklanmıştır. a. Soluk, nefes.(2)(3)(4)(5)
Sûfîler umumiyetle dehşeti, tefekkür ve mârifetin b. Zaman, vakit, saat, çağ, an, lahza.(3)(4)(5)
sonucunda ulaşılan bir hal şeklinde düşünürler.
c. Hakkın feyzi olan Rahmani nefes. Dem gani-
Bâyezîd-i Bistâmî teemmülü dehşet, mârifeti ise
mettir ve onunla gelen ne varsa hoştur ve sevi-
hayret hali olarak kabul eder.
lerek kabul edilmelidir.(1)
Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre dehşet tasavvufî halle-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer a.g.e.
rin en değerlilerindendir. Çünkü düşünce tevhi-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
din son mertebesinde hayret ve dehşete ulaşır. Şu
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
halde tevhid konusunda aklın ulaşabildiği en son
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
nokta dehşettir.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Sehl et-Tüsterî dehşeti mârifetin gayesi olarak
görmüştür; yani mârifet mükemmel olunca deh-
Demar
şete düşülür. Kuşeyrî ve üstadı Ebû Ali ed-Dekkak
hakikat makamının dehşet ve mahvı gerektirdi- a. Ölme, ölüm, helak, mahv, yok olma, telef.(1)(2)
(3)(4)(5)
ğini, bu sebeple dehşetin hakikatin sonucu oldu-
ğunu ifade etmişlerdir. “Vâ dehşetâ” diyerek bu b. Nefes, soluk.(3)
halin ağırlığına işaret eden Ebû Bekir eş-Şiblî de c. Yok etme.(5)
tasavvufu “dehşetli bir ateş” olarak tarif etmiştir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Dehşete düşen sâlik (medhûş) mecnun ve meczup (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hükmünde olduğundan dinî mükellefiyetleri yeri- (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
ne getiremez. Ancak bu halinden dolayı kınanmaz (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ve mâzur görülür. Dinî görevlerin aksatılmasına (5) Kanar, Mehmet, Osmanlıca Türkçesi Sözlüğü;
yol açan dehşet halini sûfîler genellikle sülûkün
ârızî bir hali sayar ve bu görevlerin ifasını aksattı-
Demavent Şeyh Şebli Türbesi-İran
ğı için de bir eksiklik olarak görürler.
(1) Öney, Gönül. a.g.e. s. 42
Hâce Abdullah-ı Herevî dehşet halini, Hz. Yû-
suf’un güzelliği karşısında şaşıran ve kendilerini
kaybeden kadınların (bk. Yûsuf 12/31) haline Demendân
benzetmiştir. Hakk’ın lutfuna nâil olan ve O’nun Ateş, cehennem.(1)(2)(3)(4)
cemâl tecellileriyle karşılaşan sâlikin bundan do-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
layı şaşırması ve kendini kaybetmesi haline de
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
dehşet denilmiştir.(1) (3) Kanar, Mehmet a.g.e.
(1) DİA; Süleyman Uludağ, c. 9, s. 109 (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

372
Vadi-i Hamuşan
Demir Baba Türbesi-Bulgaristan Demirbilek, Ramazan

D
(1) DİA, Cilt. 9 s. 151, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No:
(2) Turan, Fatma Ahsen. a.g.e. 726.8-14
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 331 İstanbul Karacaahmet Ve Eyüp Mezarlıklarındaki Bazı
Mezar Taşları, Atatürk Ü., İlahiyat.Fak., Lisans Tezi,
S.82, 1999, Erzurum
Demir Baba Türbesi-Arnavutluk
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 91

Demir, Çetin Demirci Dede Türbesi-Zonguldak


Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 219972 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 319
Tokat Erenler Tarihi Mezarlığı Ve Mezar Taşları, Yüzün-
cü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Demirel, Feray
Tarihi Abd, Y. Lisans Tezi, S.212, 2008
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 218685
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Besni Mezar Taşları, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilim-
ler Enstitüsü, Sanat Tarihi Abd, Y. Lisans Tezi, S.154,
Demir Gömlek Türbesi-Karaman 2008

(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


(2) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 249,
(3) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 45
Demirhan Baba Türbesi-Arnavutluk
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 91
Demir kamçı
Kabir azabına uğratılanlar demir kamçı veya topu-
zu ile dövüleceklerdir.(1) Demirhanlı Ali Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 241
(1) Erdoğan, Naim a.g.e. s. 82.

Demir Kaynak (Hoban Dede) Türbesi-Bursa Demirhun (Kasapçıbaşı) Kasapbaşı Türbesi-


İstanbul
(1) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 124,
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 211 (1) Adresler. a.g.e.

Demir, Necati Demiriz, Yıldız


Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:- Milli Ktp./Tasnif No: 1984 Sb 53
Hacıemiroğulları Beyliği, (Doç. Necati demir), Ansiklo- Karamanlıca Epigrafyasına Katkı: Eskişehir`de
pedisi, C.8, S.828, Yeni Türkiye Yay., 2002, Ankara Karamanlıca Bir Mezar Taşı Kitabesi, Tarih Ve Toplum,
(66), S.36-37, İletişim Yay., 1990, İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Demir topuz
Kabirde Münker ve Nekir’in sorularına cevap ve- Demiriz, Yıldız
remeyene demir topuzla öyle bir darbe indirilir ki Vakıflar Gn. Md. Ktp.
acısına dayanamaz. Öyle bir çığlık atar ki, insan- Piyale Paşa Türbesi Ve Lahitleri Üzerine Bir Araştırma,
lar ve cinlerden başka yanındaki bütün varlıklar o Vakıflar Dergisi, Sayı:13, S.387-424, Vakıflar Gn. Md.,
çığlığı duyar.(1) 1981, Ankara 67

(1) Erdoğan, Naim a.g.e. s. 77. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

373
Vadi-i Hamuşan
Demiroğlu, Tevfik Deraht-ı tuba
Milli Ktp./Tasnif No:1960 Sb 115 a. Tuba Ağacı.
Ak Ve Karakoyunlu Mezarlarındaki Koç Heykelleri, Yedi- b. Şehabettin Suhreverdi’nin sözlerinde bu keli-
gün, İstanbul, Sayı:2, S. 778, 1948, İstanbul. 68 me, külli nefis anlamında kullanılmıştır ki cüzi
nefisler ondan türemişlerdir.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
c. Mukaddes feyz anlamında da kullanılabilir.
d. Şathiyat ve Şerhinde ise bu kelime Hak
Demon
Teâlâ’nın gölgesi ve Hakkın feyzi anlamlarında
İblis, şeytan, cin.(1) kullanılmıştır.(1)
(1) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Demonokrasi Deraht
Cinlerin gücü.(1) a. Ağaç.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. İnsaniyet ağacı kastedilir.
c. Varlık âlemi kastedilir. Bütün varlıklar tek bir
Demonomani ağaçtır. Feleklerin feleği onun yaprağı, ikinci
felek onun kökü ve yedi gök ise ona bedendir.(1)
Cin ve cehennem korkusundan doğan sistematik
dini hezeyan.(1) (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e..


Derc
Denizlerli Ali Baba Türbesi-Bulgaristan a. Kitabın yapraklar
b. Elbiseyi katlamak
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 431
c. İstiare olarak ölüme de derc denilir.(1)

Depelemek (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 502

Çiğnemek, ezmek, öldürmek.(1)


Derdiment Türbesi-Kahramanmaraş
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 296.

Depeleyici
Derekât-ı Cehennem
Öldürücü.(1)
Cehennem katları, tabanları.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Depenilmek
Derekât
Öldürmek, tepelenmek.(1)
a. Cehennemler. Cehennemin yedi derecesi oldu-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ğu belirtilmiştir. Her bir cehennemin kendisine
has ehli vardır.(1)
Deprem b. Alt basamaktır,(2) inen basamaklar,(4) basamak-
Ölümü de içermekle beraber deprem, can almak lar.(5)
veya can vermekten daha öte, adeta ilahi felaket- c. En aşağı katlar,(2)(5) aşağı seviyeler, aşağı dere-
lerden bir felaketin simgesidir.(1) celer.(3)
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 4. (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

374
Vadi-i Hamuşan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (9) Kaya, Doğan. a.g.e.

D
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (10) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (11) Hasol, Doğan. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (12) Akay, Hasan. a.g.e.

Derekeler Derhá-yı Beheşt


a. Dereke, aşağıya, çukura gitmektir. Cennet Kapıları; Cennetin sekiz, cehennemin
b. Cehennemin gittikçe derine inen çukurları için yedi kapısı olduğu rivayet edilmiştir. Nefesi şöyle
derekeler denilir. demektedir. “Beğenilmiş fikirler ve sözler cenne-
c. Dereke denizin en dibidir.(1) tin kapıları, beğenilmeyen sözler ve fikirler ise
cehennemin kapılarıdır. İnsanın hisleri sekizdir,
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 24, s .278-279
beşi zahiri hisler üçü ise hayal, vehim ve akıldır.
Bu yedi his akılsız ve aklın emri olmadan iş gör-
Deretürberinas Türbesi-Alanya düklerinde cehennemin yedi kapısına dönüşür.
(1) Kaynak Yok Bu yedi hissin aklın emrinde olmaları durumun-
da cennetin sekiz kapısına dönüşürler. O halde
bütün insanlar önce cehennemden geçecek daha
Dergâh
sonra cennete ulaşacaklardır. Bazıları cehennem-
a. Tekkenin büyüğü, Farsçada ‘kapı’ anlamında- de kalacaklar bazıları ise cehennemden geçerek
dır. Bir tarikata mensup dervişlerin toplanıp cennete ulaşacaklardır.” Nitekim şöyle buyrul-
zikrettikleri, tarikatın törelerini uyguladıkları, muştur. “İçinizden oraya uğramayacak hiç kimse
ibadet ve itaat konusunda terbiye ve eğitim gör- yoktur.”(1)
dükleri yer, tekke.(2)(3)(4)(6)(9)(11)(12) Tasavvuf
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
mektebi, tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen
evliya zatlar tarafından, talebelere, tasavvuf,
İslam ahlakı ve diğer dini ilimlerin ve zamanın Derhar
fen ilimlerinin okutulduğu yer.(10) Tarikat pir- Layık, uygun, münasip, yaraşan.(1)(2)(3)
lerinin veya tarikatın büyük şeyhlerinin ikamet
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
edip irşat faaliyetlerini sürdürdükleri veya ka-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
birlerinin bulunduğu merkezi tekke anlamında
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
bir tasavvuf terimi.(8)
b. Büyük kimselerin, büyük makamların kapısı.(3)
Bir büyüğün, büyük bir yerin herkes için baş- Derk-i Esfel-i Cehennem
vurma yeri olan kapısı, huzuru.(3) Padişah eşiği Cehennemin dibi.(1)
manasında kullanıldığı da görülür.(1) Tekke, (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
huzur, kat, kapı önü, Tanrı katı.(7)
c. Sığınılacak yer.(5)
Derk
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
Derk, aşağıya çukura gitmektir. Cehennemin git-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tikçe derine inen çukurları için derekeler denilir.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Derk denizin en dibidir. İdrak, bir şeyin en sonuna
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
varmak, bir şeye yetişmek, onu algılamaktır. İdrak
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
arkadan gelip yetişmek tabiri, süratli bir hareketi
(6) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
gerektirir.(1)
(8) DİA; (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 24, s. 278-279

375
Vadi-i Hamuşan
Dersi Tamam Türbesi-Amasya (7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(8) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e. s. 30
(9) Kaya, Doğan. a.g.e.
(10) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Deruni Baba Türbesi-Sırbistan (11) Pala, İskender. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 702 (12) Albayrak, Nurettin. a.g.e.

Derviş Abi Türbesi-Edirne


Deruni Muhammed (Mehmed) Efendi
Türbesi-İstanbul (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29

(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e. s. 134,


(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38, Derviş Ahmet ve Avdi Türbesi-Kosova-
(3) Envanter. a.g.e. No:37, Rahovça
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 37 (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 376

Derviş Derviş Ali Türbesi-Elazığ-Baskil


a. Tarikata girip bir şeyhe bağlanan, onun izinden (1) Kıyak, Abdülkadir. a.g.e. s. 171
Hak yolunda yürüyüp nefsini ıslah eden, varlık
iddiasından geçip Allah’ın birliğini bütün kâi- Derviş Ali Türbesi-Yunanistan
natta görerek kendini Hakk’a ve Onun yarat-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 828
tıklarına adayan kimse, tarikat müntesibi.(2)(3)
(5)(7)(8)(11) Bir tarikata ve şeyhe bağlı olan mürid,

süfiyane bağlı olan mürid, süfiyane bir hayat yaşa- Derviş Azbi Türbesi-İstanbul
yan kişi.(1) Tarikat muhipleri, bir tarikata sadece (1) Adresler. a.g.e.
kalben bağlı olanlar için kullanılmaz. Bir tekkede
yaşayıp hizmet etmek şarttır, fakat gezici dervişler Derviş Baba Türbesi-Suriye
de vardır.(5)(12)
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 281
b. Allahu Teâlâ’dan başka şeyleri kalbinden çı-
karıp bütün azasıyla İslâm dininin emir ve
Derviş Bin Mehmet Hademe-i Türbesi-
yasaklarına uyan, dünya malına gönül bağla-
Kosova-Vılçitrin
mayan kimse.(6) Dünyaya ve içindekilere itina
etmeyen, dünyanın malında ve mülkünde gözü (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538
olmayan, masivadan arınıp kendisini Allah’a
veren kimse.(4)(9) Derviş Dânâ Türbesi-Kosova-Dujin Köyü
c. Yoksulluğu, çile çekmeyi benimsemiş, alçakgö- (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 378
nüllü ve her şeyi hoş gören kimse.(10)(12)
d. Kelimenin asıl anlamı Allah yolunda alçak gö- Derviş Dede Mezarı
nüllülüğü ve fakirliği kabul eden kimse demek- Derviş Dede, Emir Sultan Mezarlığı’nda bir ka-
tir.(11) birdir. Bu kabrin kenarına oturmuş bir kadın “bu
(1) DİA; mezar devamlı sallanıyor, devamlı zikrediyor”
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. diye bir şey yaymış ve meraklı birçok kimse ziya-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ret etmeye başlamış. İşin aslına gelince; bir me-
(4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. zar taşı gevşeyen zeminden etkilenmiş; özellikle
(5) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. üzerindeki demir parmaklık yerinden oynamış ve
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. meydana gelen boşluktan esen rüzgârın etkisiyle

376
Vadi-i Hamuşan
sallanmaya başlamış. Böylece adı Derviş Dede’ye Derya Ali Baba Türbesi-İstanbul

D
(Zikir Dede) çıkmış. Mezarın etrafı onarılınca sal- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 21,
lanma durmuş, böylelikle ziyaretler de azalmış.(1) (2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 66
(1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e.

Destan
Derviş Hırkası
a. Eski çağlardaki milletlerin, din, fazilet ve mil-
Mevlevilerin giydikleri üstlük.(1)(2)(3) li kahramanlık maceralarını, (tarih öncesinin
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. tanrıları, tanrıçaları, yarı tanrıları ve yiğitleriy-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. le) başlarından geçenleri dile getiren, gerçeklik-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. le olağanüstü olayların karıştığı bir edebi tür,
büyük manzum hikâye, dâsitan, epope.(1)(2)(3)
Derviş Elez Türbesi-Kosova- Yunik Köyü b. Aslı Farsça dâstân olan “efsane, mesel, hakâyet-i
güzeştegâh” anlamına gelen manzum eser.(4)
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385
c. Türk edebiyatında bir şiir türü olan destan bel-
li kuralları olan ve daha çok kahramanlık veya
Derviş İbrahim Efendi Türbesi-Kosova-
toplumsal olayları anlatan şiir olarak anlaşılır.
Rahovça, Denye Köyü
d. Kıbrıs destanları farklıdır. Destan diye yazılan
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 377 aslında bir ağıttır, bir mersiyedir. İdam edilen
kişilerin arkasından yazılmıştır.(5)
Derviş Osman Dede Türbesi-İstanbul-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Derviş Şaban Türbesi-Kosova-Rahovça, (4) Kaya, Doğan. a.g.e.
Denye Köyü (5) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 211;

(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 377


Destar
Derviş Şaban Türbesi-Kosova- Tarikat ehlinin, şeyhlerin ve halifelerin sardıkla-
Kramovik Köyü rı çeşitli renk ve şekillerdeki sarık,(4) tülbent.(1)
(2)(3)(5) Destar, içine pamuk doldurulmuş üç parmak
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 378
kalınlığında tülbentle aşağıdan yukarıya ve yarısı
yukarıdan aşağıya doğru sarılır. Ortası kabarık ve
Derviş Şaban Türbesi-Kosova-Marevts Köyü genişçedir.(6)
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Derviş Türbesi-Azerbaycan (3) Pala, İskender. a.g.e.
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(1) Nebati, Zakir. “Bakü Şirvanşahlar Sarayı.” Yük. Lis.
Tz. Marmara Ün. Sos. Bilm. Enst. İst.(2006). s. 64 (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 13

Derviş-i Horasani Türbesi-Bosna


Destari Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 116
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26,
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38,
Dervişiyye Türbesi-Suriye (3) Envanter. a.g.e. No:81,
(1) DİA, Cilt. 37, s. 561 (4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 41

377
Vadi-i Hamuşan
Destarlı Sikke önce dua etmeye başlamakta ve buna halk arasında
Tarikata intisap edip şeyh olanların taşları destar- Dededen “destur almak” denilmektedir.(1)
lı sikke olup birkaç çeşide ayrılır.(1) (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e., s. 84;
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 28 (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Destarsız dal sikke Deşmek


Tarikata intisap edip derviş olanların taşlarında a. Yarmak, yarıp açmak, delmek, karıştırıp oyarak
destarsız dal sikke vardır.(1) içindekini çıkarmak.(1)(2)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 28 b. Bir kimseyi organına bıçak, kılıç vb. kesici alet-
ler sokarak yaralamak veya öldürmek.(1)
Destimal (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. El ve yüz silmeye yarayan mendil, peşkir, yağlık, (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
elbezi, çevre vb. şeyler.(1)(2)
b. Eskiden sanduka üzerinde muhafaza edilen Dev Ali Türbesi-Kayseri
mendillerden bir örnek.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26,
(1) Güven, Erman, Aziz Mahmud Hüdâyi Türbesinde
(2) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21
Bulunan Envantere Kayıtlı Etnografik Eserler, s.
458;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Devati Mustafa Efendi Türbesi-İstanbul
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 42

Destur
Deveci Sultan Türbesi-Kastamonu
a. Bir kimseye verilen izin, ruhsat, müsaade, ica-
zet.(1)(2)(3)(5) (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 25,
(2) Eyüpgiller, Kemal Kulgün. a.g.e. s. 120
b. Bazı tarikatlarda, özellikle Mevlevilikte ve Bek-
taşilikte, bir yere girilirken yahut bir icraat ön-
cesi şeyhlerden ve tarikat büyüklerinden izin Develi Dede Türbesi-Yunanistan
almak için kullanılan bir terim.(4)(5)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 725
c. Nefes okuyacak dervişin şeyhinden izin istemek
için söylediği söz.(1)
d. Zerdüşt dininde en yüksek derecedeki ruhani Devir
lider.(1) a. Varlıkların Hakk’tan gelişini, manevi âlemden
e. Halk arasında cin çarpmasın diye bir yere pis maddi âleme ve O’na dönüşünü ilk ve asli va-
su dökerken veya çiş ederken, ya da kirli bir su tanlarına gitmelerini açıklayan tasavvufi bir
üzerinden geçerken söylenen söz.(1)(2)(3) görüş.(1)(3)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. İnsanın dünyaya gelmesi ve tekrar geldiği yere
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. dönmesi.(4) Dünyaya gelip gitme.(6)(7)
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. c. Zaman, çağ,(2)(5)(6) ayrı bir bölüm oluşturan,
(4) Kaya, Doğan. a.g.e. başı sonu belli zaman parçası, çağ, dönem.(2)
(5) Albayrak, Nurettin a.g.e. d. İsmailiyyede insanlık tarihini oluşturduğu farz
edilen yedili hiyerarşik silsilenin her bir döne-
Destur almak mi için kullanılan terim.(1)
Müsaade almak.(2) Örneğin Kesik Baş Dede türbesi- e. İslâm kozmolojisinde gök cisimlerinin her dö-
ne her türlü dilek için gidilmekte ve türbeye girmeden nüşüne verilen ad.(1)

378
Vadi-i Hamuşan
f. Dönme, dönüş, bir eksen veya yörünge üzerinde (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

D
hareket etme.(2)(3)(5)(6) (5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
g. Mevlevilikte dönerek yapılan ayin, sema.(3)
h. Ölen bir kimsenin ruhu için birkaç kişi tarafın- Devrâni
dan Kur’an-ı Kerim’in cüz cüz okunması sure- Ayakta halka olup dönmek suretiyle zikreden der-
tiyle indirilen hatim.(2) vişlerden her biri.
ı. Tekkelerde okunan kaside, ilahi gibi dini şiirle- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rin etkisiyle coşan dervişlerin halka şeklinde
dönerek zikretmeleri.(4) Devrani Baba Türbesi-Afyon
j. Bir Müslüman’ın sağlığında bıraktığı, namaz,
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 178
oruç gibi ibadetlerinin borcu için ayırdığı para-
nın, öldükten sonra fakir ve yoksullara dağıtı-
mı ile ilgili işlem.(1)(4) Devriye
Her varlığın Allah’tan gelip tekrar Allah’a dönece-
(1) DİA,
ği devir nazariyesinin işlendiği tasavvufi şiir.(1)(2)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(6) Pala, İskender. a.g.e. Deyn
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İsim olarak deyn, ödünç vermek, almak, satılan
malın ödünç kalan bedeli, daha genel tanımla ki-
Devlet Hatun (Aktürbe) Türbesi-Bursa şinin zimmetinde sabit olan borç anlamında fıkıh
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 60, terimi.(1)(2)
(2) DİA, Cilt. 33, s. 585, (1) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 5, s. 64-65;
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 245, (2) DİA
(4) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 72,
(5) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 59,
Deynekli Baba Türbesi-Denizli
(6) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179,
(7) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 1, s. 102 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 26

Devletşah Hatun Türbesi-Bursa Deynü’l-Maraz


(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 105 Ölümcül hastalıkta yapılan veya ölüm cezasına
çarptırılmış birinin infazdan önce belirttiği borç.(1)

Devrân (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e..

a. Dünya, yeryüzü, felek, âlem, kâinat.(1)(2)(4)(5)


Deyr
b. Kader, talih, alınyazısı, baht.(1)(2)(4)(5)
a. Manastırlar,(1)(2)(5) kilise,(3)(5) daha çok dağ te-
c. Zaman, çağ, devir.(1)(2)(4)(5)
pelerinde veya kasabaların dışında kurulmuş,
d. Bazı tarikatlarda, özellikle Kadirilikte halka Hıristiyan rahip ve rahibelerinin yaşadığı bina
şeklinde dizilerek dönmek suretiyle çekilen zi- veya birçok binadan ibaret manastır.(3)(4) Ev,
kir, sema, tarikat ayini.(1)(3)(5) ikamet yeri, inziva ehlinin, rahiplerin ve zahidlerin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yaşadıkları ve eğitim gördükleri yer. Başta Suriye
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ve Mezopotamya olmak üzere İslâm coğrafyasının
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. çeşitli bölgelerinde yer alan Hıristiyanlık devirle-

379
Vadi-i Hamuşan
rinden kalma, genellikle yerleşim birimlerinden Yük. Lis. Tz. Atatürk Ün. Sos. Bil. Enst. Sanat Ta-
uzak, nehir kıyılarında, yüksek noktalarda ve su rihi A.B.D. Erzurum – 2006, s. 17;
kaynaklarının etrafında bulunan ibadethaneler.(1)
b. İnsanlık âlemi, bu dünya, bu âlem.(2)(3)(4)(5) Dikmen Baba Bektaşi Türbesi-Makedonya
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 604
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Dikmen Baba Türbesi-Sivas
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 114

Dımımak Dikmen Dede Türbesi-Ankara-Kızılcahamam


Ölmek.(1) (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 153
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Diktaş
Dımıtmak a. Mezar taşı olduğu düşünülen kaya anıtları.(1)
a. Öldürmek.(1) b. Bir olayı, zaferi veya bir kimseyi hatırlamak
b. Ölü gibi hareketsiz kalmak.(1) amacıyla dikilmiş, çoğu granitten kare, dikdört-
gen veya daire kesitli olarak gittikçe daralan en
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yüksek noktasında piramit biçimini alan, üzeri
yazılı ve yazısız, uzun anıt taş, obelisk.(2)(3)(4)(5)
Didar
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 17;
a. Yüz, güzel yüz, çehre.(1)(2)(3)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Görünüş.(1)(2) (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
c. Tecelli,(1) Cenab-ı Hakk’ın müminlere vaat etti- (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ği görünüşü, tecellisi.(1)(2)(3) (5) Hasol, Doğan. a.g.e.

d. Cemal, Allah’ın cemali.(3)


(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Dikü’l-Arş
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Cennetteki meleklere namaz vaktini bilmediğine
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. ve sidretü’l-münteha’da bulunmadığına inanılan
tavus kuşu şeklindeki melek.(1)(2)(3)
Dider Ata Türbesi-Türkmenistan (1). Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 (2). Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3). Kanar, Mehmet. a.g.e.

Dik-i Ebyaz
Bir cennet kuşu, beyaz horoz.(1)(2) Dil
a. Ağız boşluğunda yer alan, tat duymaya, besinle-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ri ağız içinde evirip çevirmeye, yutmaya ve ses-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
leri çıkarmaya yarayan etli, uzun ve hareketli
organ.(1)(6)
Dikdönek
b. Düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses
Mezar taşı olduğu düşünülen kaya anıtları.(1) ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kural-
(1) Hanoğlu, Canan, Erzurum Merkez’ de Cami Hazi- lardan faydalanarak başkalarına aktarılmasını
nelerinde Bulunan XVIII.-XIX. YY.Mezar Taşları, sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş sürekli geli-

380
Vadi-i Hamuşan
şen ve değişen sistem, sistemli göstergelere nin gerçekleşeceğine aksi takdirde gerçekleşmeye-

D
dayalı, toplumsal anlaşma aracı, lisan, zeban.(1) ceğine inanırlar.(1)
(4)(6) Belli bir insan topluluğuna özgü sesli gös-
(1) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 34 ;
tergeler dizgesi.
c. Konuşmada ortak dilden farklı özellikler taşı-
Dimetoka Mehmet Ali Paşa Makam Türbesi-
yan söyleyiş tarzı, konuşma biçimi.(1)
Yunanistan
d. Belli ilim, meslek ve uzmanlık dallarına has ke-
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 94
limelerden oluşan anlatım.(1)
e. Gönül, kalp,(3) anlamına gelen bir tasavvuf te-
Din
rimi.(5)
a. Allah’a inanma, bağlanma, kulluk.(6)(7)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
b. Yol, tarz, yöntem, kanun.(7)
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3) Uludağ, Süleyman. a.g.e. c. Mezhep.(1)
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. d. Gidilen yol, şeriat.(1)
(5) DİA; e. İman, inanç.(3)
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
f. Aşk, sevgi.(5)
g. Sorumluluk.(1)
Dilek h. Kalemi korumakla, muhafazaya memur sayılan
a. İsteme, istek, arzu etmek, talep, rica, murat, te- görevli melek.(1)(6)(7)
menni.(1)(2)(3) ı. Eski İran dininde, bu günde olup bitenlerden so-
b. Olması istenilen, dilenen şey.(1)(2)(3) rumlu olduğuna inanılan melek.(1)
c. Şefaat.(2) j. Tanrı düşüncesine dayalı toplumsal bir kurum.(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. k. Tefrika makamında meydana çıkan itikat.(5)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. l. Bir inanç sisteminin kapsadığı dogmaların ve
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. ibadet şekillerinin tümü.(1)
m. İnsanların kendi irade ve seçimleriyle dünya ve
Dilek Ağacı âhiret hayatında doğruya ve mutluluğa ulaşma-
ları amacıyla bizzat Allah tarafından konulan
Ziyaretçilerin dileklerinin gerçekleşmesi amacıyla
ve görevlendirdiği elçiler, peygamberler vasıta-
çaput, bez, yazma bağladıkları bir dardağan ağacı,
sı ile akıl sahiplerine tebliği edilen, yaşama ve
ziyaret ağacıdır.(1)
inanç sistemi. İlahi kanun.(1)(2)(9) Kelime olarak
(1) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 32; din, ibadet, itaat, iman, takva, siret, hâl, ceza,
idare, tevhit, boyun eğmek vb. anlamlarını
Dilek Duvarı içine alır. Allah’ a iman ve ibadet hakkında tu-
tulan yol.(8) Akıl sahiplerini kendi iradeleriyle
Türbelerin sol tarafındaki dilek duvarı adı verilen
şimdiki halde, dünyada salâha, gelecekte, ahi-
duvara taş yapıştırırlar. Şayet taş yapışırsa dilek-
rette felaha sevk eden, Allah tarafından konul-
lerin gerçekleşeceğine, aksi takdirde ise gerçekleş-
muş bir kanundur.(2)
meyeceğine inanılır.(1)
n. İnsanın kaderini bağlı gördüğü, inanç, ibadet,
(1) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 54;
ahlak gibi manevi konularda tuttuğu yol.(1)
o. İnanılıp aşırı şekilde bağlanılan düşünce, inanç,
Dilek Taşı ülkü.(1)(4)
Ziyaretçiler bir dilek tutarak dilek taşına taş ya- p. İnsanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları
pıştırmaya çalışırlar. Eğer taş yapışırsa dilekleri- türlü varlıklara, tanrılara yada Tanrı’ya inan-

381
Vadi-i Hamuşan
ma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemsel nün Yıkanması-Kefenlenmesi ve Diğer Uygula-
olgu.(4) Bu nitelikleri inançları kurallar, töreler, malar, s. 2
törenler, simgeler, kurumlar biçiminde düzen-
leyen örgütlenme.(4) Diriliş
r. Kıyamette herkesin dünyada iken yaptığının a. Kıyamette bütün ölülerin dirilmesi, yeniden ha-
karşılığını alması.(1) yata kavuşması, bâsu bâde’l-mevt.(1)(2)(3)
(1) Çaybayır, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük; b. Bir şeyin yeniden canlanması, hayat kazanma-
(2) DİA; sı.(1)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(8) Akay, Hasan. a.g.e.
Diriliş Mezarlığı – Şikago
(9) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. Şikago’da bulunan Diriliş Mezarlığı ile ilgili ilginç
bir söylenti dolaşıyor: Bu mezarlıkta bir cenaze
Dindar törenine katılmış küçük bir kız, mezarlığı terk
ettikten sonra öldürülmüş. O günden sonra ise,
Dinin emir ve yasaklarına, içten ve gerçek bir
arabalarıyla mezarlığın yakınından geçen insan-
dini sevgiyle, hakkıyla uyan, dinine kuvvetle bağlı
lar, beyaz elbiseli küçük bir kızın otostop çekerek
olup, gereğini eksiksiz yerine getiren kimse, mü-
kendisini mezarlığın kapısına bırakmalarını iste-
tedeyyin.(1)(2)(3)(4)(5)
diğini iddia etmişler. Mezarlığın kapısına bırakı-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lan kız ise daha sonra gözlerden kayboluyormuş.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25-
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. mezarlik-733955
(5) Akay, Hasan. a.g.e.

Dirilme
Dindarlık a. Kıyamette ölülerin tekrar hayat bulması.(1)
Dinin yapılmasını emrettiklerini gayretle yapma, b. Diri hale gelmek, canlanmak.(1) Dirilmek fikri,
yasaklarından kaçınma hali, mütedeyyinlik.(1)(2) diriliş, bas.(2)
Dindar olma durumu.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Disiniyye
Rıfai tarikatı şubelerinden biri. Kurucusu Şeyh İz-
Dindirmek zeddin Ahmedü’d-Dirini’dir.(1)
Ölmek, kalbi dinlendirmek.(1) (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Divan Baba Türbesi-Burdur
Dir (1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38

Kadın kefeni beş parça bezden yapılır. Bunlardan


göğse konulan beze denir.(1) Divane Derviş Beşir Sultan Türbesi-Kosova
(1) Başçetin, Çetin Ayşe, Adana Halk Kültüründe Ölü- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 537

382
Vadi-i Hamuşan
Divitizade Şeyh Mustafa Türbesi-İstanbul (4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

D
(5) http://www.ilimdunyasi.com/ahkam-hadisleri/sib-
(1) Adresler. a.g.e.
hi-amd/?wap2

Diyarbekirli, Nejat
Diyet
Milli Ktp./Tasnif No: 1963 Bd 510
Artukoğullarına Ait Olması Muhtemel Bir Mezar Taşı, a. İslâm hukukunda adam öldürme ve yaralama-
Türk Sanatı Tarihi Araştırma Ve İncelemeleri, I, S: 575- larda mağdur tarafına ceza ve kan bedeli ola-
577, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk San’atı rak ödenen mal, akçe,(4)(6) şer’i bedel,(8)(11) kan
Tarihi Enstitüsü, 1963, 1969, İstanbul karşılığı, kan pahası, kan bedeli, kan akçesi,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. kan parası, tazminat.(1)(2)(4)(5)(6)(7)(8)(9)(10)
b. Bazı tarikatların toplantısı.(5)
Diyarbekirli, Nejat c. Benedikten Hristiyan tarikatının küçük rahip
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 Sa 64 meclisi.(5)
Türkler`De Mezar Yapısı Ve Def`İn Merasimleri, (1) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
Türk Kültürü Araştırmaları, (1-2), S.53-61, 1990, (2) Akay, Hasan. a.g.e.
Ankara (3) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (4) DİA; [DİYET - Ali Bardakoğlu] c. 09; s. 479
(5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Diyeşet
(7) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ölüler için söylenen ağıt, mersiye.(1) (8) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 5, s. 249;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (9) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(10) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(11) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Diyet-i Kamile
Öldürülen kişiye bedel olarak öldüren ve öldüren
ile beraber olanlardan veya ailesinden, yakın er- Diyet Hukuku
kek akrabalarından alınan tam diyet.(1)(2)(3)(4) İslâm hukukunda adam öldürme ve yaralamalar-
da mağdur tarafa ceza ve kan bedeli olarak ödenen
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mal.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Arapça’da “ödemek, vermek” anlamındaki vedy
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. kökünden türeyen diyet, İslâm hukukunda bir
şahsın haksız olarak öldürülmesi, sakat bırakıl-
Diyet-i Mugallaza ması veya yaralanması halinde ceza ve kan bedeli
olarak ödenen mal veya parayı ifade eder.
Şibh-i amd, kasde benzer şeklinde meydana gelen
bir öldürmeden dolayı verilmesi gereken vade ve İslâm dini ceza hukukunun diğer alanlarında ge-
nitelik olarak ağırlaştırılmış diyet.(1)(4) Öldürme, nelde takip ettiği metodu diyet konusunda da de-
kesici, parçalayıcı alet ve silahla değil de baston, vam ettirmiş, o dönem Arap toplumunun alışkın
değnek, küçük taş parçası ve benzeri maddelerle olduğu veya bildiği uygulamalarda köklü değişik-
vurmak suretiyle meydana gelir.(5) Kasıtlı öldür- likler yapmak yerine mevcut sistemdeki yanlış
me söz konusu ise deve ile alınan, ancak sayısı art- uygulamaları kaldırmayı, aksaklıkları gidermeyi,
tırılmadan iyi cins develerden yapılan ödeme.(2)(3) ıslahat ve amaçlarını bu model üzerinde göster-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. meyi tercih etmiştir.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kur’an öldürmede kısasın farz kılındığını bildir-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. dikten sonra, “Ancak kim (din) kardeşi tarafın-

383
Vadi-i Hamuşan
dan affedilirse o zaman ma‘rûfa uymak, güzel ve bütünlük ve tutarlılık arzettiği için diyet konu-
tam olarak ödeme yapmak gerekir. Bu rabbinizin sunda hukuk ekolleri arasında, ayrıntı sayılabi-
bir hafifletmesi ve rahmetidir” (el-Bakara 2/178) lecek tartışmalar bir tarafa bırakılırsa ciddi bir
ifadesiyle kısastan vazgeçilmesi halinde müslü- görüş ayrılığı yoktur.(1)
manların genel kabulünü gören bir ölçü (ma‘rûf) (1) DİA; [DİYET - Ali Bardakoğlu] c. 09; s. 479
çerçevesinde ve gerektiği şekilde diyetin ödenme-
si hususuna işaret eder. Kısastan diyete dönme
imkânının Allah’ın bir hafifletmesi olduğu ifade- Diyet Gerektiren Fiiller
sinin, kısastan başka alternatif bir cezanın veya Diyet İslâm ceza hukukunun (ukūbat) ana konula-
imkânın bulunmadığı yahudi hukukuna telmih rından birini teşkil eder. İslâm hukukunda cezalar
için olduğu söylenir. had, kısas-diyet, ta‘zîr şeklinde üç ana gruba ay-
Kur’ân-ı Kerîm’de hataen adam öldürme ile ilgi- rılır. Ölüm, yaralama ve sakatlığa yol açan saldırı,
li âyette ise diyetten açıkça (lafzan) söz edilir ve müessir fiil ve kusurlu davranışların İslâm huku-
yanlışlıkla bir müminin öldürülmesi halinde belir- kundaki genel adı “cinayet” olup insanın hayatına
li cezalar dahilinde öldürülenin ailesine ödenmek ve vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçlar suçun
üzere diyet verilmesi ve bir köle âzat edilmesin- dengi bir ceza ile karşılık görecekse kısas, suçun
den bahsedilir (en-Nisâ 4/92). Bununla birlikte karşılığında belli bir tazminat ödenecekse diyet
Kur’an’da diyetin miktarı ve ödenme şekliyle ilgili ana başlığı altında ele alınır.(…)
bir ayrıntıya yer verilmez. Adam öldürme suçunun Klasik kaynaklarda diyet çok yerde, cinayetlerde
kasten ve hataen şeklinde iki gruba ayrılması ve mağdura ödenen malî karşılığı ifade eden genel
hataen öldürmede diyet ve kefâret yükümlülüğü bir kavram görünümünde olmakla birlikte öteden
İslâm öncesi döneme nisbetle yeni bir hükümdür. beri kaynaklarda adam öldürmede ödenen bedele
Hz. Peygamber’in sünnetinde diyet konusunda diyet, ölümle sonuçlanmayan belli yaralama ve
bir hayli ayrıntı ve uygulama örneği mevcuttur. sakat bırakmalarda ödenen ve miktarı belirlenmiş
Özetle ifade etmek gerekirse Hz. Peygamber’in olan bedele erş, erşin dışında kalan ve miktarı yet-
öldürülenin diyetini 100 deve olarak veya altın, kili mercilerce takdir edilecek olan cinayet bedeli-
gümüş, koyun, sığır, elbise gibi mallardan belirli ne de hükûmet-i adl denilerek ikili veya üçlü bir
bir miktar şeklinde takdir ettiğine, yaralanma ve ayırım yapma temayülü de mevcuttur. Daha çok
sakat kalma ile sonuçlanan müessir fiillerin ve or- Hanefî kaynaklarında görülen bu temayül, kısas-
ganların diyetleriyle ilgili belli ölçüler getirdiğine taki ikili ayırıma paralel olarak diyeti de öldürme-
ve uyguladığına dair rivayetler oldukça fazladır. de diyet ve organın diyeti şeklinde ikili ve teknik
Bunlar arasında, Resûl-i Ekrem’in Yemenliler’e hi- bir ayırım çerçevesinde incelemekte olduğundan
taben yazıp Amr b. Hazm ile gönderdiği ve yine bu daha isabetli görünmektedir. Bu durumda birinci
sahâbe tarafından rivayet edilen mektubu ile (bk. bölüm daha dar ve teknik anlamıyla diyeti, ikin-
San‘ânî, III, 244-248) Asr-ı saâdet ve Hulefâ-yi ci bölüm ise yukarıdaki üçlü ayırım içinde erş ve
Râşidîn devrindeki uygulama örnekleri bir hayli hükûmet-i adli kapsamaktadır. Ancak yaralama ve
önem arzeder. Bununla birlikte mevcut rivayetler sakat bırakmaların malî ceza ve bedelini takdirde
içinde, daha sonraki asırlarda hukuk ekollerinin de yine, belli oran ve kıyaslamalarla da olsa nef-
ve hukukçuların ayrıntıdaki farklı görüşlerinin sin diyeti esas alınmakta olduğundan diyetle ilgili
her birine kaynaklık edecek kadar farklılık bulun- genel ilke ve tartışmalar erş ve hükûmet-i adl için
ması dikkat çekicidir. de geçerlidir.
Öldürme ve yaralamalarda diyet cezasıyla ilgili a) Öldürmede Diyet. Kasten adam öldürmede
olarak İslâm hukukçularınca geliştirilen dokt- aslî ceza kısas olduğundan diyet ancak hak sahibi-
rin, konuya dair hadisler kadar sahâbe sözleri ve nin kısastan vazgeçmesi veya kısasın herhangi bir
uygulamasından da beslenir. Ancak İslâm döne- sebeple mümkün olmaması durumunda devreye
mindeki uygulama örnekleri öteden beri devam giren ikinci derecede (tâlî, bedelî) bir ceza görünü-
edegelen belli bir kültüre dayandığı, kendi içinde mündedir. Bundan dolayı Hanefî, Mâlikî ve İmâ-

384
Vadi-i Hamuşan
miyye ekollerine göre kasdî cinayetlerde ancak ortadan kaldırmaz. Bu sebeple cinayeti işleyenin

D
katilin razı olması halinde diyete dönülebilir. Hat- çocuk, deli, gayri müslim, köle, kadın vb. olması
ta Hanefîler, bu durumda ödenen bedele diyetten diyeti etkilemez. Diğer bir ifadeyle diyetin sebebi
ziyade “bedel-i sulh” denmesinden yanadır. Şâfiî failin kusur ve taaddisi değil maktulün hukuken
ve Hanbelîler’e göre ise diyet kasdî öldürmede de koruma altında olmasıdır. Bundan dolayı yeterli
aslî ceza hüviyetinde olup maktulün velisi kısas illiyet bağı kurulabildiği sürece sebep olma yoluy-
veya diyetten birini seçme hakkına sahiptir. Diye- la meydana gelen ölümlerde -sağlık personelinin,
te dönülmek için katilin rızası aranmaz. Bu tartış- yargı organlarının ve idarî makamların hataen yol
ma, sözü edilen seçme hakkının yanı sıra katilin açtıkları ölümler de dahil olmak üzere- diyet söz
kısastan önce ölmesi halinde terikesinden diyetin konusu olmaktadır.
ödenip ödenmeyeceği açısından da önem taşır. Kasten adam öldürmede diyetin ceza olma karak-
Kasta benzer (şibh-i amd) ve hataen öldürmelerde teri ağır basar ve diyeti tek başına katil üstlenir.
ise diyet aslî ve ilk cezadır. Hata hükmünde olan Kastın yanı sıra sulh ve itiraf halinde de katil di-
cinayetlerle tesebbüben işlenen cinayetler de bu yeti tek başına öder. Fakihlerin çoğunluğuna göre
grupta mütalaa edilir.(…) çocuk ve delinin kasten adam öldürmesi hataen
Öldürmenin kasten veya hataen olması, diyet ola- katil hükmünde iken İmam Şâfiî bu durumda di-
rak verilecek develerin sayısını etkilemese de cins yetin deli ve çocuğun malından ödenmesinin ge-
ve evsafını etkiler. Kasten ve kasta benzer öldür- rektiğini ileri sürer.
mede deveden verilecek diyet, çoğunluğun görü- Hataen öldürmede kefâreti katilin, diyeti de âkı-
şüne göre bir, iki, üç ve dört yaşını tamamlamış lenin üstleneceği noktasında hemen hemen görüş
develerin her grubundan yirmi beşer olmak üzere birliği bulunmakla birlikte katilin de âkıleden sa-
100 dişi devedir.(…) yılıp diyet ödemeye iştirak ettirilip ettirilmeyeceği
Hataen adam öldürmede ise develerin vasfı daha tartışmalıdır. Çoğunluk katili âkıleden saymazken
hafifletilmiş ve yukarıda sayılan dört gruptan yir- Hanefî fakihleriyle bazı Mâlikîler onu âkıleden
mişer dişi deve ile bir yaşını tamamlamış yirmi sayar.
erkek deve olarak belirlenmiştir.(…) Hataen katilde diyet cumhura göre ibtidâen âkıle-
b) Yaralama ve Sakat Bırakmada Diyet. Ölümle nin borcu iken Hanefîler’e ve Mâlikî fakihlerinin
sonuçlanmayan cinayet ve yaralamalarda, kısasa çoğunluğuna göre ibtidâen katilin borcu olup âkı-
gidilmesi mümkün olan çok sınırlı haller müstes- leye diyet ödettirilmesi suçluya yardım ve destek
na, ödenecek malî bedel yani genel anlamıyla di- niteliği taşır.(…)
yet, özel anlamıyla erş ve hükûmet-i adl aslî ceza Kasıt benzeri öldürmede diyet borcu, çoğunluğa
durumundadır.(…) Yaralama ve sakat bırakmalar- göre hataen öldürmede olduğu gibi âkıle üzerine
da da hareket noktası olarak mağdurun tam diyet ise de İmâmiyye’ye ve bir grup hukukçuya göre ka-
miktarı alınır. Yaralamanın derecesi, suçun işleniş sıtta olduğu gibi bunda da diyeti tek başına katilin
tarzı, müessir fiilin yol açtığı kayıp, organın hayatî üstlenmesi gerekir. Öldürmede kasıt-kasıt ben-
fonksiyonu, tek-çift oluşu gibi hususlar ayrı ayrı zeri ayırımını kabul etmeyip kasıt benzeri öldür-
göz önünde bulundurulup tam diyete göre belli meyi de kasten öldürme içinde mütalaa eden Mâ-
oranlar veya miktarlar belirlenir.(…)(1) likîler de netice itibariyle bu görüştedir. Failin suç
(1) DİA; [DİYET - Ali Bardakoğlu] c. 09; s. 479 işleme kastını cezalandırması bakımından ikinci
görüş daha isabetli görünmektedir.(…)(1)
(1) DİA; [DİYET - Ali Bardakoğlu] c. 09; s. 479
Diyet Sorumlusu ve Ödeme
İslâm hukukunda diyet bir yönüyle ceza, bir yö-
nüyle de tazmin mahiyetinde olduğundan cinaye- Diyet Tarihi
ti işleyenin cezaî ehliyetinin bulunmaması kısasın İnsanlık tarihinde öldürülen şahsın yerine kan
uygulanmasına engelse de diyet yükümlülüğünü bedeli (blood-money) ödenmesi uygulamasının

385
Vadi-i Hamuşan
uzun bir geçmişi vardır. Şahsî intikam hakkı ve kabilesi kendi arasında kan bedeli toplayarak
kısas ilkesi İbrânîler’de hâkim, eski Yunan, Mezo- maktulün kabilesine öder, böylece karşı tarafın
potamya, Roma ve Germen hukuklarında oldukça intikam hissini yatıştırmaya, kabilenin uğradı-
yaygın olmakla birlikte belli farklılıklarla da olsa ğı iktisadî ve askerî güç kaybını telâfi etmeye ve
diyet de bilinmekte ve uygulanmaktaydı. Diyetin, katilin hayatını kurtarmaya çalışırdı. Öte yan-
tarih boyunca toplumun içinde bulunduğu şartla- dan suçlu tarafın maktulün kabilesine nisbetle
ra bağlı olarak ziraî alet, aile fertlerinden bir veya çok güçlü olması halinde diyet, istemeyerek razı
birkaç kimse, ehlî hayvan veya para olarak öden- olunan bir kabullenme ve zorunlu seçim görünü-
diği bilinmektedir. Öte yandan toplumların şahsî mündedir. Bu durumda diyet almanın vereceği
intikamdan ihtiyarî diyete, oradan da cebrî kısas utancı örtebilmek için ta‘kıye denilen bir usul ge-
ve diyet uygulamasına geçmeleri, Doğu ve Batı liştirilmiştir. Bu usule göre havaya atılan ok kanlı
toplumlarında benzeri bir seyir takip ederek hayli olarak geri dönerse kısas, atıldığı şekliyle düşerse
zaman almıştır. Avrupa’da Roma ve Anglosakson diyet seçilmiş olurdu. Ancak yine de ölenin intika-
hukuklarının ön planda tuttuğu Ahd-i Atîk’e ait mını alma yerine kan bedeline razı olma pek hoş
kısas ve bedenî ceza telakkisinin kilisenin tesiriyle karşılanmaz ve korkaklık olarak nitelendirilirdi.
giderek zayıflaması neticesinde af veya tövbe gibi Diyet develerinin sütünü içmeyi ölenin kanını iç-
dinî-ahlâkî nitelikteki tedbirler ön plana çıkmaya, mek gibi telakki eden, kanı kanla temizlemeye ve
bunun sonucu olarak da öldürmelerde şahsî inti- kabilenin gururunu kurtarmaya teşvik eden güçlü
kam hakkından belli bir bedel karşılığında vazgeç- bir Arap edebiyatı varsa da intikam ve kan davası-
me usulü yerleşmeye başladı. Ancak ödenen bu nı bırakıp anlaşmayı, hatta karşı tarafı affetmeyi
bedel öldürülenin cins, sınıf, statü ve vasfına göre öğütleyen Arap büyükleri ve hatiplerinin sayısı da
farklılık gösteriyordu. VII. yüzyıldan itibaren Al- az değildir.
man hukukunda öldürülen için kan bedeli öden- Câhiliye dönemi Arapları arasında cinayetlerin
mesi ve buna ait esaslar kanun haline getirildi. net bir kasıt-hata ayırımı yapılmamakla birlikte
Arap yarımadası, öteden beri kısas ve diyetin en diyet genelde kasdî cinayetlerde gündeme gel-
fazla bilindiği ve uygulandığı bölgelerden biri mekte ve deve olarak ödenmekteydi. Deve gerek
olma özelliği gösterir. İslâm öncesi dönem Hi- göçebe gerekse yerleşik Araplar arasında ortak bir
caz-Arap toplumunda siyasî birlik ve merkezî oto- değer ölçüsü durumunda olup o dönemde Araplar
rite mevcut değildi. Bu sebeple sosyal düzeni sağ- “mal” tabiriyle deveyi kastederlerdi. Ancak hem
lamada kabile ve gruplar arası güç dengesinin, kan o dönemdeki sosyal yapı ve sınıflaşma, hem de
bağına dayalı üniter yapının, gelenek ve örfün, diyetin âdeta öldürülenin aradan çıkmasıyla kabi-
hakemlerin, kabile büyüklerinin ve şehir eşrafının lesinin uğradığı kaybı telâfi edici bir usul olarak
önemli rolleri vardı. Kısas ve diyet genelde iki ayrı görülmesi sebebiyle olacaktır ki diyetin miktarı
kabileye mensup şahıslar arasında meydana gelen öldürülen hatta öldüren kimsenin kabilesine, cins
cinayetlerde söz konusu olmaktaydı. Cinayet iş- ve statüsüne göre değişebiliyordu. Meselâ yerli
lendiğinde her iki tarafın kabilesi kollektif bir hak hür erkeklerin (sarîh) diyetleri on deve iken bölge-
ve sorumluluk anlayışıyla hareket ediyor, öldürü- ye dışarıdan gelip yerli ve köklü kabilelerin hima-
lenin intikamını almak kabilenin bütün üyelerini yesinde yaşayanların (halîf) diyetleri bunun yarısı
ilgilendiren ortak ve kutsal bir görev sayılıyor, kadardı. Kadınlara da yarı diyet ödenirdi. Bazı
bundan kaçınmak ise hem ar, hem de uğursuzluk kabileler iki kat diyet alır, fakat tek diyet öderdi.
sebebi telakki ediliyordu. Kısas ve diyet bu ortam- Kabile reisinin diyeti daha yüksek olup hüküm-
da, kabile ve aileler arasındaki sonu gelmeyen sa- darlarınki 1000 deveye kadar çıkabiliyordu.
vaşları ve kan davalarını önleyici, kabilenin ortak İslâmiyet’e yakın dönemlerde Araplar arasında
görevini sona erdirici bir role sahip olmuştur. bazı hakemlerin diyet olarak 100 deve ile hük-
Câhiliye döneminde savaşta esir düşenler, kaçırı- metmeye başladığı, hatta bu konudaki ilk hük-
lan kadın ve çocuklar belli bir bedel (fidye) öde- mün Ebû Seyyâre el-Advânî veya Abdülmuttalib
nerek kurtarılırdı. Adam öldürmelerde de katilin tarafından konulduğu rivayetleri mevcuttur. Ri-

386
Vadi-i Hamuşan
vayetin ikinci kısmı, Abdülmuttalib’in oğlu Ab- Doborsko Türbesi-Bulgaristan

D
dullah yerine on defa kura çekerek neticede 100 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
deve kurban etmesiyle ilgili meşhur kıssadan da
kaynaklanmış olabilir. İslâm öncesi Medine (Yes-
rib) toplumunda diyetin hurmadan da ödendiği Doğan, İsmail
(60-100 vesk) Arap yarımadasının diğer bazı böl- Milli Ktp./Tasnif No: 1990 Ad 2413
gelerinde katilin, diyet ödemenin yanı sıra tanrı- Malatya Mezar Taşlarının Dili, Battal Gazi Ve Malatya
lara belli bir bağışta bulunması ve kurban kesmesi Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu Iı., (Malatya, 19-
âdetinin de bulunduğu rivayet edilir. Merkezî 2l.10.1987), S.118-123,1998, İnönü Ü., Malatya
otoritenin ve köklü bir devlet geleneğinin bulun-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
duğu Güney Arabistan’da da (Yemen) diyet âdeti
olmakla birlikte diyetin tayini ve diyet miktarının
takdirinde hükümdar ve kabile reislerinin daha Doğan Şah Alp Türbesi-Tokat-
geniş yetkileri bulunuyordu. (1) Selçuk, Mehmet Fatih. a.g.e. s. 35
Araplar öteden beri diyeti akl kelimesiyle de ifade
etmişlerdir. Akl sözlükte “bağlamak, engellemek”
Doğanay, Aziz
anlamına gelmekte olup diyet olarak ödenen de-
veler maktulün vârislerinin emrinde bağlanıp alı- Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 37068

konduğu veya böyle bir tazminatla şahsî intikam Erken Osmanlı Bursa Türbelerinde Tezyinat, Marmara
engellendiği için diyete akl veya ma‘kūle de denil- Ü., Sosyal Bilimler Enst. Türk İslam Sanatı Abd, Y.
miştir. Belli durumlarda diyet ödemeyi üstlenen Lisans Tezi, S.135, 1994
şahıslar topluluğuna da âkıle denmesi bu sebep- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ledir. Câhiliye döneminde organın veya belli yara-
lamaların diyeti demek olan erş uygulamasına da
Doğanay, Aziz
rastlanmakla birlikte çocuk düşürmeye diyet (gur-
re) ödendiğine dair yeterli bilgi mevcut değildir.(1) Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 111030
Klasik Devir İstanbul Hanedan Türbelerinde Tezyinat,
(1) DİA; [DİYET - Ali Bardakoğlu] c. 09; s. 479
Marmara Ü., Sosyal Bilimler Enst. Türk İslam Sanatı
Abd, Doktora Tezi, S.482, 2002
Dizban
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Şeytan(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Doğanay, Aziz
Yök Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 111251
Dizdar Hüsam Kaptan Türbesi-Bosna İlk Devir Osmanlı İstanbul Türbelerinde Mimari Plastik
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 162 Ve Tezyinat, Marmara Ü., Sosyal Bilimler Enst. Türk
İslam Sanatı Abd, Doktora Tezi, s.322, 2002

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Dizdar-Zade Ahmed Efendi Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
Doğanay, Aziz
Http:// Ekitap.Eyup.Bel.Tr.
Dizdarzade Ahmed Efendi Türbesi-Edirne
Eyüp Sultan Camii Civarındaki Bazı Mezarların Natu-
(1) Şimşek, Selami. “Edirne Ve Çevresinde Celvetilik ralist Üslupta Klasik Devir Süslemeleri, Tarihi Kültürü
Ve Celvetiler.” Üsküdar Belediyesi Sempozyum Ve Sanatıyla Iı. Eyüp Sultan Sempozyumu (8-10 Mayıs
Tebliğleri Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası
1998) S.261-267, İlahiyat Belediyesi, 1998, İstanbul
Sempozyumu (3 : 2005 : İstanbul). - İstanbul,
(2006), C. 2, S.: 101-124 s. 103 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

387
Vadi-i Hamuşan
Doğanay, Aziz Dolama Destar
Http:// Ekitap.Eyup.Bel.Tr. Mevlevilikte destar biçimlerinden birisi.(1)
Eyüp Sultan Haziresi Ve Civarındaki Kabir Bezemelerin- (1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s.132
de Görülen Benek (Çintemani, Körkle, Moncuk) Nakışı
Üzerine, Tarihi Kültürü Ve Sanatıyla Iv. Eyüp Sultan
Sempozyumu (5-7 Mayıs 2000) S.340-349, Eyüp Dolama Destarlı Başlık
Belediyesi, 2000, İstanbul 69 Mevlevi mezar taşlarında kişinin tarikat içindeki
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. statüsü çok belirgin şekilde ifade edilir. Tarikat
müntesibi şeyhlerin mezar taşlarıdır.(1)
Doğanbey (Yürüyen Dede) Türbesi-Ankara (1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s.28
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26,
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 100 Dolaşlar Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Doğulu Baba Türbesi-Bursa
(1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 46 Dolma Türbesi-Arnavutluk
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 84
Doğum
a. Dünyaya gelmek, doğmak eylemi, tevellüt, ve-
Dolmen
ladet.(1)(2)(3)
İki tanesi dikili, üçüncüsü de bunların üzerine
b. Bir canlının, anne karnında gelişimini tamam-
kapak gibi yatırılmış üç kocaman taşlan meydana
ladıktan sonra dış dünyada hayatını sürdürme-
ye başlamak üzere dışarı çıkması.(1)(3) getirilmiş taş çağı mezarı.(1) Kelt ülkesinde doğ-
duğu düşünülen dolmenlerin, Portekiz’ de M.Ö 5.
c. Doğurma, dünyaya getirme.(1)
bin yılda mezarlık denilebilecek biçime dönüştüğü
d. Bir kişinin doğduğu yıl.(1)(2)(3) götürülmektedir.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Hasol, Doğan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Öztürk, Burcu, a.g.e.,
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Dolu Kesme
Dokandırma
Doluluğu dindirmek için bir anne, ilk çocuğunun
Afyonkarahisar-Emirdağ yöresinde ağıtçı kadının
eline en büyük dolu parçasını verir. “Anamın il-
kendisine yapılan baskı ve zulümleri o sırada ölü
kiyim, dağda gezen tilkiyim” dedirttikten sonra
evinde bulunan kişilere duyurmak amacıyla, ağıt
bıçakla dolu parçasını kestirir. Doluyu dindirmek
olarak sayıp dökmesine verilen ad.(1)
için havaya bir demir parçası atılır.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Artun, Erman, a.g.e., s.16

Dokunsal
Türbeye el yüz sürme gibi ritüellere dokunsal de- Domalak Ana Türbesi-Ortaasya
nir.(1) (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24

(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 49


Domalmak
Dokuzlar Türbesi-Ankara Ölmek, gebermek.(1)
(1). a.g.e.S. 254 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

388
Vadi-i Hamuşan
Don Değiştirdi İki satırlık kitâbesinden, tarihî şahsiyeti hakkında

D
Mezarlara taş dikilmesi İslâm coğrafyasında sa- bilgi elde edilemeyen Şah Cihan Hatun adında bir
dece Anadolu’da vardır. Ruhun ölmezliğine, ina- hanıma ait olduğu anlaşılır ve bu isimle de anı-
nıldığı için “ölüm” kelimesi yerine kullanılan bir lır. Üslûbuna göre XIII. yüzyılın sonlarına tarih-
terim.(1) Alevi, Kızılbaş ve Bektaşilerde ölen kişi lenmekte, ancak ilk defa Gabriel tarafından ileri
için “Don Değiştirdi” denir.(2) sürülen ve birçok yazarca benimsenen 1276 ta-
rihinin dayanağı bulunmamaktadır. Şehrin mer-
(1) Artun, Erman, a.g.e., s.12;
(2) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s.64.
kezinde, Talas yolu üzerinde yer alır. 6,40 × 6,40
m. ölçülerinde, köşelerindeki pahlarla onikigene
dönüştürülmüş kare planlı yüksek bir oturtmalığa
Don Değiştirmek sahiptir. Araştırmacılar arasında, tartışma konu-
Öldükten sonra biçim değiştiren ruh için Anado- su olan oturtmalıkta giriş ve herhangi bir hava de-
lu Aleviliğinde bugün bile don değiştirmek terimi liği bulunmamasından dolayı türbenin cenazelik
kullanılır.(1) kısmının mevcut olmadığı kanaati yaygındır.
(1) Kaplan, Ayten. Türk Kültüründe Ölüm ve Müzik, Onikigen gövde içeriden yarım küre kubbe, dışa-
s. 2 rıdan konik külâh örtülü olup her cephesi, içlerin-
de geometrik motifli kabartmalar bulunan ve sivri
kemerlerle biten kaval silme çerçeveli panolarla
Donan Baba Türbesi-Bulgaristan
süslenmiştir. Panoların üzerinde biri bitkisel, di-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 243
ğeri geometrik motifli iki kabartma kuşağı, en üst-
te küçük mukarnaslarla bezeli bir bilezik yer alır.
Doster, Yüksel Gövdenin doğu ve batı yönlerinde birer pencere
İ.Ü Ed. Fak. Ktp. bulunmakta ve bunların demir parmaklıklarla ka-
patılmış oldukları görülmektedir. Pencere nişleri
Maçka Mezarlığı Kitabeleri, İstanbul Ün., Ed Fak.,
Tarihi Abd, Basılmamış Lisans Tezi, S.56, 1965, mukarnaslarla nihayetlenmekte ve sövelerin yan-
İstanbul larında iki küçük sütunçe, dışında da çepeçevre
geometrik süslemeler yer almaktadır.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Kuzey yönündeki kapıya iki taraflı beş basamak-
tan oluşan bir merdivenle çıkılır. İki yanı sütun-
Dölük Baba Türbesi-Gaziantep çeli giriş nişinin üst kısmı mukarnaslı bir sivri
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 229 kemerle sona erer. Kapının hemen üzerindeki dik-
dörtgen bir panoda ne oldukları anlaşılamayan iki
kırık hayvan kabartması, onun üzerinde de beyaz
Dön Baba Türbesi-Sivas
taşa yazılarak palmetlerle bezeli sığ bir niş içine
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 308 oturtulan kitâbe yer almaktadır. Kapının iki ya-
nındaki yüzlerde, kare çerçeve içerisini dolduran
rumî ve palmet bezemelerin üzerinde insan başı
Döner (Kümbet) Türbesi-Kayseri
kabartmaları, daha yukarıda da hayat ağacı moti-
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 18,
fi dikkat çeker. Hayat ağacının üzerinde çift başlı
(2) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 61,
kartal veya bir çift kuş kabartması varsa da alttaki
(3) Kahraman, Nurcihan. a.g.e. s. 24,
insan başları gibi kırık vaziyettedir. Diğer cephe-
(4) Kayseri Tarihi. a.g.e. s. 5
lerdeki panoların hepsi birbirinin aynı geometrik
süslemelerle doldurulmuştur.
Döner Kümbet Daire planlı olan iç mekânın girişin karşısına rast-
Kayseri’de XIII. yüzyıla ait türbe. layan kısmında tepesi mukarnaslı ince uzun bir

389
Vadi-i Hamuşan
mihrap yer almaktadır. Geometrik bezemeli bir Dromos
bordürle çevrelenen mihrabın zeminin biraz yu- a. Yunanca’da yol anlamına gelip, mezar girişleri-
karısından başlatılmış olduğu görülür.(1) ne de verilen addır.
(1) DİA; [DÖNER KÜMBET - Özkan Ertuğrul] c. 09; b. Çeşitli kültürlerde, toprak altına ya da kayala-
s. 517 ra oyulmuş oda-mezarların önlerine eklenmiş
kuyu biçimli küçük giriş bölümüne verilen ad. (1)
Dördüncü Mehmet Reşat Türbesi-İstanbul (1) https://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/Dro-
mos-Nedir-16483.html
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 61

Drüjodemâna
Dört Ayak Türbesi-Niğde
Mecusiliğe göre, inanmayan kişinin ruhu Sinvat
(1) DİA, Cilt. 33, s. 97,
Köprüsü’nden geçemeyip cehennemin derinlikle-
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 75,
rine düşer. Bu aşağı âleme “yalancının evi” anla-
(3) Koç, Mehmet Öncel. “Niğde 10.000 Yıllık Hatıra.”
mında drujodemana denilmekteydi.(1)
Niğde Valiliği (2008)., s. 50
(1) DİA, C. 7, s. 225

Dört Ayak Türbesi-Burdur


Drüzötmân
(1) Ekinci, Ali. “Geçmişten Günümüze Burdur Kültür
Varlıkları” Burdur Bel.(2009). s. 184, Mecusiliğe göre, inanmayan kişinin ruhu Sinvat
(2) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38 Köprüsü’nden geçemeyip cehennemin derinlikle-
rine düşer. Bu aşağı âleme “yalancı çukuru” anla-
mında Drüzötman denilmektedir.(1)
Dörtayak (Kırk Kızlar) Türbesi-Kayseri
(1) DİA, C. 7, s. 225
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 45

Dua
Dörtayak Türbesi-Makedonya
Kulun bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139 ondan istek ve dilekte bulunması anlamında dinî
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 97, terim ve bu amaçla icra edilen bir ibadet şekli.
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 605
Dua kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek;
yardım talep etmek” mânasındaki da‘vet ve da‘vâ
Dört Unsur kelimeleri gibi masdar olup, “küçükten büyüğe,
Evreni oluşturan toprak, su, hava ve ateşten felse- aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz” an-
fe tarihinde dört unsur olarak bahsedilir.(1) lamında isim olarak da kullanılır. Ayrıca Allah’a
sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile
(1) Oymak, İskender3. a.g.e. s. 36.
getiren metinlere de dua denilir.
İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında
Döşnek kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duy-
Mezar.(1) guları içinde lutuf ve yardımını dilemesini ifade
eder. Arapça’da kullanıldığı edatlara göre bir kim-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
se için hayır duada veya bedduada bulunmak mâ-
nalarını da taşır.(…)
Dragaş Türbesi-Kosova-Dragaş Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yerde geçen dua kelime-
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 364 siyle birlikte bazı âyetlerde da‘vâ ve da‘vet keli-

390
Vadi-i Hamuşan
meleri de aynı anlamda kullanılmıştır; ayrıca pek Esasen duanın aynı zamanda zikir sayılması,

D
çok âyette dua kökünden fiiller yer almıştır. Bu hatta İslâm literatüründe çoğunlukla “ezkâr ve
âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ed‘iye” gibi ifadelerle bu iki kavramın birlikte kul-
ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lutfunu dileme, lanılması duanın içerdiği bu saygı unsurunun bir
çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardı- sonucudur. Bu şekilde dua ifadelerinin biri zikir
ma çağırma, bir durumu arzetme, Allah’ın birliğini ve saygı, diğeri herhangi bir dilek olmak üzere iki
tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarında kullanıl- unsuru bulunduğu görülmektedir.
mıştır (bk. M. F. Abülbâkī, Mu’cem, “d’av” md.). İbn Manzûr, “sübhânallah, elhamdülillâh, lâ ilâhe
Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de illallah” gibi Allah’a saygı ve övgü ifade eden söz-
sık sık tekrar edilmiştir (bk. Wensinck, Mu’cem, lerde açıkça olmasa bile zımnen bir mükâfat ve se-
“d’av” md.). vap temennisi bulunması dolayısıyla bunların da
dua sayıldığını belirtir.
İbn Manzûr, dua etmenin başlıca üç şeklinin bu-
Ancak İslâm âlimleri, genellikle duadaki dilek ve
lunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamıştır:
istek unsurunu ikinci derecede önemli görerek di-
1. Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle ğer dinî faaliyetler gibi duada da Allah’a saygıyı,
anma. Allah’ın üstün gücü, sonsuz zenginliği karşısında
2. Allah’tan af, merhamet gibi mânevî isteklerde kulun kendi hiçliğini, yoksulluğunu ve Allah’ın
bulunma. inâyetine ihtiyaç hissetmesini ön plana çıkarmış-
3. Allah’tan dünyevî nimetler isteme (Lisânü’l-’A- lardır.
rab, “d’av” md.). Duanın bu muhtevasından dolayı Hz. Peygam-
ber’in, “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî, “Da’avât”,
Aynı müellif, genellikle “Yâ Rabbi, Allahım” gibi
1) meâlindeki hadisi bütün ilgili kaynaklarda
hitap ve çağrı ifadeleriyle başlayan veya Allah’ı
önemle zikredilir.
övgüyle anan her sözün -içinde bir dilek ve istek
bulunmasa da- dua olduğuna işaret ederek buna Yine aynı sebeple bütün müfessirlerin yorumuna
Hz. Peygamber’in arefe günüyle ilgili bir hadisin- göre iki âyette (el-En‘âm 6/ 52; el-Kehf 18/28) İs-
de geçen, “Arefede benim duam ve benden önce- lâm’ın en önemli ibadeti olan namaz dua kavra-
kilerin duası ‘Lâ ilâhe illallāhü vahdehû lâ şerîke mıyla ifade edilmiştir. Esasen İslâmî literatürde
“namaz” anlamında kullanılan salât kelimesinin
leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli
asıl mânası duadır; ayrıca birçok âyette genel ola-
şey’in kadîr’ sözüdür” şeklindeki açıklamasını de-
rak Allah’a ibadet için dua kökünden türemiş fiil-
lil gösterir; bundan dolayı tehlîl (lâ ilâhe illallah)
lerin kullanıldığı görülür.
tahmîd (elhamdülillâh) gibi dinî ifadelere İslâmî
gelenekte dua denildiğini hatırlatır. Dua (…) kulun Allah’tan bir şey dilemesi, Allah’ı
istemesi, Allah’ı yardıma çağırması, anması de-
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de (Yûnus 10/10) mü-
mek olur. Başka bir ifadeyle kul, içinde bulunduğu
minlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve
şartların tesiriyle bir şey için veya Allah için Al-
tenzih sözleriyle (sübhânekellāhümme) başlayaca- lah’a yönelmektedir. Bu durumda dua kavramı,
ğı, yine onların dualarının övgü sözleriyle (el-ham- İslâmî dönemde yeniden teşkil edilen semantik
dü lillâhi rabbi’l-âlemîn) biteceği bildirilmiştir. alan içinde dinî duygu ve yönelişin birbirine kom-
Râgıb el-İsfahânî, sözlük anlamıyla dua kelimesi- şu olan zikir, tesbih, hamd, senâ, şükür, tövbe, istiğ-
nin nidâ ile anlam yakınlığı olmakla birlikte ıstı- far, istiâze vb. görünüşlerinin genel çerçevesini
lahî mânadaki duada daima tâzim ve tâzimle bir- oluşturmaktadır.
likte istekte bulunma anlamının mevcut olduğuna İnsan içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı durumlar-
dikkat çeker ve buna müslümanların Hz. Peygam- dan kurtulmak, kötü durumlara mâruz kalmamak
ber’i çağırırken (dua) saygılı bir ifade kullanmala- için Allah’ı hatırlar, aczini, güçsüzlüğünü ve ku-
rını emreden âyeti (en-Nûr 24/63) delil gösterir surlarını samimiyetle itiraf ederek O’ndan yardım
(el-Müfredât, “d’av” md.). ister (zikir, istiâze, istiâne).

391
Vadi-i Hamuşan
Kötü durumdan kurtulma isteği, onu işlediği gü- “Rûhîçun birer Fâtiha-i şerîfe Kıraat eylemeleri ni-
nah ve kusurlar sebebiyle pişmanlık duymaya ve yaz olunur”. (Merkez Efendi Mezarlığı 358)
kalbini temizlemeye, Allah’ı övüp yüceltmeye, af “Fatma Zehra Hanım’ın Rûhîçun el-Fâtiha”. (Mer-
dilemeye sevkeder (zikir, tesbih, hamd, senâ, töv- kez Efendi Mezarlığı 282)
be, istiğfar).
“.. halilesi Fatma Fethiye Hanım’ın kabrin Mevlâ
Bazan sıkıntıdan kurtulduğu, nimet ve rahata ka- ğarîk-i rahmet eylesin âmin” (Merkez Efendi Me-
vuştuğu için memnuniyetini dile getirir (şükür, zarlığı 281)
hamd, senâ). “Fâtımatü’z-Zehrâ Hanım’ın ola kabri Cennet
Dua bazan tabiattaki nizam ve estetiği derinden bağçesi”(Çamlık Mezarlığı 80).(1)
müşahede eden, mutlak kemal, güzellik ve gerçek-
(1) Berk, Süleyman. a.g.e. s. 46-47.
liği sezen kişinin içinde meydana gelen hayranlık
duygularının ifadesi olur (zikir, tesbih, tekbir,
tehlîl). Dua Âdâbı
Dar anlamıyla dua, niyaz, tövbe, istiğfar ve istiâze İslâmî kaynaklarda diğer ibadetlerde olduğu gibi
“istek”; tesbih, tehlîl, tenzih, hamd, senâ, şükür dua için de şeklî ve ahlâkî bazı şartlara riayet edil-
gibi kavramlar da “zikir” başlığı altına konabilir. mesi istenmiştir.
(…) Buna göre dua eden kişinin konumuna uygun bir
Bir âyette, Allah’ın varlığını en iyi sezip O’nun edep içinde olması gerekir. Nitekim bir nevi dua
kudretini en etkili şekilde hisseden ve dile geti- olan namazda kulun nasıl hareket edeceği tarif
renlerin âlimler olduğu şöyle ifade edilir: “Gök- edilmiştir. Bu hareketler dış görünüşü bakımın-
lerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün dan insanın saygı ve sığınma tavrını belli bir di-
birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri siplin içine almıştır ve özü itibariyle Allah’ın hu-
için âyetler vardır. Onlar Allah’ı ayakta, otururken zurunda güçsüzlüğünü, noksanını kabulü, hamd,
ve yatarken zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı şükür ve yardım isteklerini sunmayı ifade eder.
üzerinde derin derin düşünürler ve şöyle derler: Namazda ve her türlü dua davranışında edebin
Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; sen esasını kulun kibir, gösteriş, kabalık ve gaflet gibi
münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru!” ahlâkî kusurlardan temizlenmesi teşkil eder. Bir
(Âl-i İmrân 3/190-191; ayrıca bk. Fâtır 35/28).(1) âyete göre Allah’ın huzurunda olanlar büyüklen-
mezler, aksine O’nun büyüklüğünü anarak secde
(1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA
- Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535
ederler. Yine Allah’ı anan kimsenin huşû içinde
yalvarma vaziyeti alması, O’nu saygıyla ve sesini
yükseltmeden anması gerekir; aksini yapmak ise
Duâ - Kitabe gaflettir (el-A‘râf 7/205, 206).
Dünya hayatı sona ermiş bir insanın mezarda is- Duanın gönülden ve gizlice yapılmasını isteyen
teyeceği tek şey “Dua” olsa gerektir. Bu sebeple başka bir âyette de bunun aksine bir hareket, Al-
mezar taşı kitâbelerinde kimlik tanımından son- lah’ın hoşlanmadığı bir iş ve haddi aşmak olarak
ra mutlaka dua talebi yer almaktadır. Genel dua nitelendirilmiştir. Kul dua ederken Allah’a karşı
ifadesi yanında, çok değişik ifadelerle dua talebi korku ve saygı içinde bulunmalı, aynı zamanda is-
mezar taşlarında yer almıştır. tekli ve ümitli olmalıdır (el-A‘râf 7/55, 56).
“Âh Minel-Mevt Ey zâir-i müşfik bu hazin kabrin Rivayete göre, yüksek sesle tekbir getirmeye baş-
içinde Hâbide olan duhter-i pâkize dilber Meşkûre layan bazı müslümanlara Hz. Peygamber engel
Hanım’dır. Ona bir Fâtiha gönder” (Merkez Efen- olmuş ve, “Sizler sağır ve uzaktaki birine değil her
di Mezarlığı 246) şeyi duyan ve gören Allah’a dua ediyorsunuz” de-
“Şerîfe Ayşe Hanım’ın ve kâffe-i Ehl-i îman ervah- miştir (Buhârî, “Da’avât”, 50; Tirmizî, “Da’avât”,
larına Fâtiha” (Merkez Efendi Mezarlığı 331) 58). Bu konuyla ilgili bir âyette Allah’ın insanlara

392
Vadi-i Hamuşan
yakın olduğu, O’nun dua edenin duasına karşılık Dua Çınarı

D
verdiği belirtilmiştir (el-Bakara 2/186). Somuncu Baba Bursa’dan ayrılırken, şehrin dı-
Hz. Peygamber ayrıca kişinin duayı duyarlı bir şında kalan bir çınarın yanına gelince, asasını bu
kalple yapmasını, isteğini kesin ve sade bir dille çınara asıp, ellerini kaldırarak, Bursa’yı felaketler-
belirtmesini, kabulü için acele etmeyip talepleri- den koruması için Allah’a dua etmiş, sır olmuş. O
ne ısrarla devam etmesini, yerine göre isteklerini günden sonra buraya Dua Çınarı denilmiştir.(1)
üç defa tekrarlamasını tavsiye etmiştir (Buhârî, (1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e., s. 56;
“Da’avât”, 20-22; Tirmizî, “Da’avât”, 12, 66).
Allah huzurunda kulun nasıl bir edep içinde dua
Dua Etmek
edeceği veya ettiği duanın hangi şartlarda kabul
göreceği konusunda ilgili kitaplarda maddeler ha- Allah’a yalvarmak, yakarmak, şükretmek.(1)(2)(3)(4)
linde bazı esaslara yer verilmiştir. Buralarda dua- (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
nın konusu, vakti, yeri, başlama ve bitirme şekli, (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
duada vücudun alacağı durum üzerinde uzunca (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
durulmuştur. (4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Gazzâlî, duanın gönülden, gizlice ve alçak sesle
yapılması esaslarını da içine alan on maddelik bir Dua Kapısı
“âdâb” listesi vermektedir. Buna göre dua mübâ- Eyüp Sultan’ın kabrinin ve sandukasının bulun-
rek vakit ve yerlerde, kıbleye dönülerek ve Allah’ın duğu odaya açılan bir kapı vardır. Bu açılan kapı
adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyula- dua kapısı olarak anılmaktadır.(1)
rak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul
edileceğine inanılarak dua ısrarla sürdürülmelidir (1) Köse, Ali. a.g.e., s. 186
(İhyâ’, I, 304-309).
Diz çökerek elleri yukarı kaldırmanın ve içe ka- Dua Konuları
panıp Allah’a övgü ve dualarını yöneltmenin ge- Dua kitaplarında bir kısmı âyetlere, büyük bir ço-
nel ve tabii dua vaziyeti olduğu söylenebilir. Hz. ğunluğu da hadislere dayandırılmış, hayli uzun
Peygamber’i dua ederken görenler, bazan onun listeler teşkil eden duaların önemli bir kısmı in-
koltuk altları görülecek şekilde ellerini yukarıya sanın temel istek ve ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Beden
kaldırdığını, duadan sonra ellerini yüzüne sürdü- ve ruh sağlığı, dünya ve âhiret mutluluğu, ferdî
ğünü (Buhârî, “Da’avât”, 23; Tirmizî, “Da’avât”, ve içtimaî güvenlik dilekleri yanında istenmeyen,
11); bazan hamd, tekbir, tesbih ifade eden sözleri gelmesinden korkulan durumlardan Allah’a sığınma
belli sayıda tekrar ettiğini ve bunu yaparken par- duaları daha ayrıntılı olarak sıralanmıştır.
mak boğumlarını kullandığını söylemişlerdir (Tir- Bunlarda insanın temel endişe ve korkuları nere-
mizî, “Da’avât”, 72). deyse tek tek dile getirilmiştir. Hastalık, tabii âfet,
Bununla beraber Resûlullah sayılı tesbih işinin fakirlik, saptırıcı zenginlik, nefis ve şeytan, sıkıntı
çok vakit almasına taraftar olmamış, bunun yeri- ve üzüntü, zulüm ve düşman, borç, darlık, güçsüz-
ne “yaratıklar sayısınca” veya “Allah’ın arşı ağırlı- lük, zillet, cehennem ve kabir azabı bu sakınılan
ğınca” gibi geniş kapsamlı ifadelerle üç kere tekrar kötülük ve fitnelerin başlıcalarını oluşturur.
etmenin kâfi geleceğini (Müslim, “Zikir”, 79; Ebû Ayrıca hayatın doğum, ölüm ve yolculuk gibi
Dâvûd, “Salât”, 359; Tirmizî, “Da’avât”, 89, 114, önemli olayları; ibadet, yeme, içme, yatma, uyu-
121) ayrıca bir isteği arzetmeden önce Allah’a ham- ma, rüya görme, uyanma, çarşıya çıkma, alış veriş
dü senâ etmenin ve peygamberine salâtü selâm ge- gibi basit faaliyetler de birer dua konusu olmuş-
tirmenin uygun olacağını söylemiştir (Ebû Dâvûd, tur. Genellikle hayatın korunması ve âhiret mut-
“Salât”, 358).(1) luluğunun sağlanmasıyla ilgili duaların yer aldığı
(1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA pratik dua kitapları hemen her devirde rağbet
- Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535 görmüştür.

393
Vadi-i Hamuşan
Fizyolojik ve ferdî faydalarla ilgili duaların yanın- atin katılması (âmin demesi) şeklinde olmaktadır.
da dinî naslarda kişiyi hata ve günah işlemeye sev- Kötülüklerden korunma ve dünya nimetlerinden
keden nefsin basit istek ve kaprislerinden, kin ve faydalanma isteği duanın iptidai halinin tesbitin-
hasetten, duyarsız bir kalpten, faydasız bilginin de en belirleyici özelliktir.
veya cahilliğin doğuracağı kötülüklerden korun- Hint mistisizminde Upanişadlar’dan kaynakla-
mayı; kalpleri birleştirecek sevgi, merhamet, gö- nan ve yoganın psikotekniğine dayanan ibadetsiz
nül ve ahlâk güzelliği kazanma isteğini ifade eden bir dua türü vardır. Hinduizm’de dua inandırıcı
içtimaî, ahlâkî ve ideal hedeflerin de duaların ko- sözlerle yapılır; ortak dua sembolü bir çeşit bes-
nusunu teşkil ettiği görülür. mele olan “om”dur.
Hz. Âişe’ye göre Resûlullah’ın duaları özlü ve kap- Budizm’de yüce varlığa karşı belirli bir dua söz
samlı olup (Ebû Dâvûd, “Salât”, 358) çoğunlukla konusu olmamakla beraber Buda’ya dua etmek ve
içtimaî ve ahlâkî hedeflere yöneliktir. Sosyal bün- ondan istekte bulunmak geleneği hâkimdir.
yede görülecek ayrılık ve anarşi, insanın şerefini
Şintoizm’de dua, mâbed veya evde tanrılara pi-
düşüren cimrilik, korkaklık, tembellik gibi kötü
rinç ve pirinç şarabı sunmakla yerine getirilir.
huylar, fakirlik, zenginlik veya ihtiyarlığın yol
açacağı ahlâkî çöküntü onun en çok sakındığı du- Eski Meksika, Sumer, Bâbil, Mısır ve Yunan dinle-
rumlardır (Müslim, “Zikir”, 73; Nesâî, “İsti’âze”, 5, rinde birbirine benzeyen ve dua yerine kullanılan
6, 12). kolektif şiirler vardır.

Hz. Peygamber’in, çok meşhur bir duasında insa- Maniheizm’deki duada ruhu etkileyen düalist bir
nın ahlâk ve ruh sağlığının korunmasına ne kadar görüş hâkimdir.
önem verdiği dikkati çeker: “Allahım! Ürpermeyen Romalılar dualarını genellikle Jüpiter mâbedinde
kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bil- yaparlardı.
giden ve kabul olunmayacak duadan sana sığını- Cermen dininde büyünün dua üzerinde üstün bir
rım” (Tirmizî, “Da’avât”, 69; Nesâî, “İsti’âze”, 13). gücü vardır. Ancak ilkel toplumlarda büyü ile dua
Hamd, tesbih, tehlîl gibi Allah’ın yüceliğini ifade arasındaki sınırı belirlemek oldukça güçtür.
eden dualar bazan sırf Allah’a yakınlığı, O’nunla ir- Yunan dininde dua geleneksel temizlikle başlar ve
tibatı ve O’nun rızâsını amaçlayan bir sevgi ve say- klasik yalvarma ile sona ererdi.
gıyı sunmaktan ibarettir. Bazan da bunlara, uhrevî Sumerler dua esnasında ellerini başlarının üze-
veya dünyevî isteklerin kabulünü kolaylaştıracak rine koyarlar, sevinçlerini göstermek ve duanın
birer mukaddime olarak başvurulmaktadır.(1) inandırıcı olmasını sağlamak için ellerini alınları-
(1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA na çarparlar, böylece ölülerine de saygı göstermiş
- Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535 olurlardı. Bu durum Doğu Asya’da özellikle Hint
yogasında da görülmektedir.
Dua Odası Dua esnasında kutsal eşyanın öpülmesi, okşanma-
Kümbetler genellikle, biri cenazelik diğeri ziyaret sı, çıplak ayakla etrafında dönülmesi vb. hususlar
veya dua odası diyebileceğimiz iki kattan oluşan ilkel kabile dinlerinin bâriz özelliklerindendir. He-
yapılardır. İkinci kat, ölen şahsin ruhuna Fati- men bütün ilkel kabile dinlerinde güneş doğarken
ha okumak veya dua edilmek üzere tasarlanmış ve batarken, ekim ve hasat zamanlarında kuralla-
mekânlar olup, mihrap ve temsili sandukalar ile ra bağlı olarak dua etme geleneği mevcuttur.
zenginleştirilmiştir.(1) Yahudilik’te dua Allah’a yaklaşma vesilesi kabul
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 10. edilir. İbrânîce tephillah dua anlamına gelir. Tev-
rat’ta dua için genel bir kavram ve belli bir sıra
mevcut olmamakla beraber altmış altı cümle doğ-
Dua Tarihi rudan veya dolaylı olarak dua ile ilgilidir. Yahudi-
İlkel topluluklarda görülen müşterek dua aile rei- ler ayakları bitiştirmek, diz çökmek, baş eğmek,
si, kabile başkanı veya rahibin yakarışlarına cema- elleri göğe açmak ve Kudüs’e yönelmek suretiyle

394
Vadi-i Hamuşan
dua ederler. Bilhassa II. Tapınak’ın yıkılışından sizliktir” demişlerdir. Dinlerin mânevî ve ahlâkî

D
sonra (m.s. 70) yahudilerde toplu dua daha da mahiyetlerinin o dinlere ait dualara büyük ölçüde
yaygınlaşmıştır. Günümüzde yahudiler günde üç yansımış olduğunu söylemek mümkündür.(1)
defa (sabah, öğle, akşam) dua ederler. Ayrıca si- (1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA
nagogda cumartesi (sabbat) ve bayram günlerin- - Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535
de bunlara ek dualar ilâve edilir. Sabah duasında
dua atkısı talet (tallit) kullanılır, dua kayışı da sol
pazıya ve alna takılır. Dua dili İbrânîce olmakla Duanın Önemi
birlikte bazı eski Ârâmîce dualar da okunur. Dua Birçok âyette canlı ve cansız bütün varlıkların Al-
öncesinde temizlik yapmak ve özel âyin elbisesi lah’ı tesbih ettiği belirtilmiştir. Bu âyetlerin birin-
giymek gerekir. Duaların büyük bir kısmını ihtiva de şöyle denilir: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulu-
eden Mezmûrlar hem yahudi hem de hıristiyan- nanlar O’nu tesbih eder. O’nu överek yüceltmeyen
larca dua sırasında okunmaktadır. hiçbir şey yoktur; fakat siz onların bu tesbihini
Hıristiyanlık’ta da dua dinî hayat açısından bü-
anlamazsınız” (el-İsrâ 17/44; benzer âyetler için
yük bir önem taşır. Dua Tanrı’ya ulaşma, O’nu bk. er-Ra‘d 13/13; el-Hadîd 57/1; el-Haşr 59/1;
tanıma ve vicdanın sesi olarak nitelendirilir. Du- es-Saf 61/1; el-Cum‘a 62/1; et-Tegābün 64/1).
anın temelinde Allah’a güven ve yüce bir inanış Zâriyât sûresinde (51/56) insanın esas görevinin
vardır. Luther’e göre dua inancın eseri, Calvin’e kulluk olduğu belirtilmiştir. Bu âyetten, insanın
göre Allah’ı kavrayabilme inancının her gün tek- özü itibariyle yaratıcısına doğru bir çekiliş, sığın-
rarlanışıdır. İnciller’de Hz. Îsâ’nın tavsiye ettiği ma, irtibat ve onu tanıma arayışı içinde yaratıl-
belli bir dua şekli yoktur; sadece putperestler gibi dığı anlamını çıkarmak mümkündür. İnsanın ya-
dua edilmesi yasaklanmıştır (Matta, VI, 7). İncil- ratılmasıyla ilgili âyetler, yaratılmadan önce ona
ler’in tamamında duayı ilgilendiren yetmiş beş ka- Allah’ı rab olarak tanıma özelliğinin verilmiş ol-
dar cümle tesbit edilebilmektedir. Hıristiyanlık’ta duğu şeklinde yorumlanmaktadır (el-A‘râf 7/172,
duanın belli esaslar çerçevesinde yapılması ilk 173).(…)
defa İznik Konsili’nde (milâdî 325) kararlaştırıl- Kur’ân-ı Kerîm’de, (…) ayetlerin ifadesiyle, insan
mış, daha sonra Vatikan bu esaslar üzerinde bazı bir tehlike ve sıkıntıya düşünce bütün samimiye-
değişiklikler yapmıştır. Duada Hz. Îsâ temel un- tiyle Allah’a yönelir; yatarken, otururken, ayakta
suru teşkil etmekle beraber Allah ve Rûhulkudüs dururken bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve
de duanın önemli rükünlerindendir. Günümüzde başarı ister (Yûnus 10/12; el-İsrâ 17/11; er-Rûm
hıristiyanların günlük (sabah, öğle, akşam) haf- 30/31; Lokmân 31/32; Fussılet 41/49).
talık (pazar) ve yıllık (paskalya) olarak keşişler Yine yukarıda zikredilenlerle diğer bazı âyetlerde
ve rahipler gözetiminde manastırlarda yaptıkları insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendi-
dua geleneği oldukça uzun bir geçmişe sahiptir ni emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda
(m.s. 150). “Rabbin duası” Hıristiyanlık için toplu dua isteğinin zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği,
ibadetin doruk noktasını teşkil eder. Katolik kili- kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp ben-
sesinde günde yedi ayrı dua saati bulunmaktadır. cil ve nankör olduğu, zalimce hareket ettiği vur-
Ortodoks kilisesinin geleneğinde gün batarken gulanmaktadır (el-İsrâ 17/67; Lokmân 31/32;
okunan “vesperum” günün ilk duasını teşkil eder. ez-Zümer 39/8; Fussılet 41/51).
Genel olarak kiliselerdeki dua şekilleri pek fazla
Dua ve ibadet, yaratılışı gereği insanın Allah’a
değişiklik göstermez.
doğru olan bir yönelişi gibi görünürse de dinî me-
Duanın mâbedlerdeki cemaatin düzenlenmesinde tinlere göre dua ve ibadeti, Allah ile kul arasında
önemli rol oynadığı büyük dinlerin ortaklaşa ka- Allah’ın rahmet ve şefkatinin kulları tarafından
bul ettikleri bir husustur. tanınma iradesinin galip geldiği canlı bir ilişki
Dua anında mutlak sessizliğin önemi üzerinde ve haberleşme olarak görmek lâzımdır (Kuşeyrî,
duran mistikler, “Dua on bölümdür, dokuzu ses- s. 380). Bir yoruma göre duada Allah ile kul ara-

395
Vadi-i Hamuşan
sında bir vasıta yoktur ve bu sebeple dua kulluk kara 2/186). Bir hadîs-i kudsîde, kulun rabbine
makamlarının en önemlisidir (Fahreddin er-Râzî, gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bu-
X, 374, 375). lacağı anlatılmıştır (Müslim, “Tevbe”, 1; Tirmizî,
Bir âyette, “De ki: Duanız olmasa rabbim size ne “Da’avât”, 132).(…)
diye değer versin” (el-Furkan 25/77) denilmek Kur’ân-ı Kerîm’de duanın sadece Allah’a yöneltil-
suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle mesi önemle belirtilmiştir. Allah’tan başkasına,
değer kazandığı belirtilmiştir. Bazı hadislerde de putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izâfe
Allah’ı güzel isimleriyle anan kimsenin günahları- edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi
nın deniz köpükleri kadar çok olsa bile yine affe- Kur’an’da kesinlikle yasaklanmıştır (meselâ bk.
dileceği bildirilmiştir (Buhârî, “Da’avât”, 65; Ebû eş-Şuarâ 26/213; el-Kasas 28/88). Kur’an’ın tasvi-
Dâvûd, “Salât”, 359). rine göre Allah’tan başkasına dua edenler, ağzına
Allah kuluna cevap vermek için onun her ne vesile su gelsin diye suya doğru ellerini açan, fakat elleri
ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemek- boş kalan kimselere benzerler (er-Ra‘d 13/14).
tedir. Bunun vesilesi, varlığın müşâhedesinden Halbuki Allah’ın dışında kendilerine dua edilenler
doğan bir hayranlık veya nimet içinde olmanın de O’nun kulları ve yaratıklarıdır (el-A‘râf 7/194,
verdiği bir memnunluk duygusu olduğu kadar 195; en-Nahl 16/20). Bu sebeple Allah’tan baş-
insanı sıkıştıran ihtiyaç ve korkular veya yapılan kasına dua etmek “açık bir sapıklıktır” (el-Hâc
kötü bir işten dolayı duyulan pişmanlık da olabilir 22/12, 13) ve “kâfirlerin yaptığı dua boşuna yapıl-
(el-Bakara 2/152, 186; Hûd 11/90; en-Nûr 24/31; mış bir duadır” (el-Mü’min 40/50).(1)
ez-Zümer 39/53).
(1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA
Hatta suçluluk duygusu, insanın Allah önünde - Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535
kusurunu, zayıflık ve güçsüzlüğünü anlayıp iyi
bir kul olmaya imkân verdiği için ayrıca önem ka-
Duanın Tesiri
zanmaktadır (Müslim, “Tevbe”, 11). Bu durumda
günah veya kötülük, insanın tövbe edip meşrû sı- Allah’ı anmanın ve O’na sığınmanın, Allah rızâ-
nırlar içine dönmesini sağlayan bir vicdan azabına sına ulaştırıcı olması yanında kul açısından O’na
yol açmaktadır (Müslim, “Birr”, 14). duyulan yakınlık sonucunda uzak veya yakın bir-
Kulun yapısı gereği kaçınamadığı günahlar, onun çok fayda ve mükâfata vesile olacağına dair hayli
derin pişmanlık duygularıyla Allah’a yönelmesini belge vardır.
sağlayan birer vesile olarak görülmektedir. Bu se- Kur’an’a göre, dua edene Allah karşılık verir (el-
beple kulun tekrar tekrar işlediği günahların affı Mü’min 40/60) ve Allah’ı anan kimseyi Allah da
için Allah’a yönelmesi, bir hadise göre her defa- anar (el-Bakara 2/152).
sında afla sonuçlanacaktır (Müslim, “Tevbe”, 29). Naslarda yer alan dualardaki isteklerin önemli bir
İslâmî hayat anlayışında insanın Allah’a doğru kısmının hayat ve şahsiyetin korunması amacına
bir yöneliş halinde O’nun ilgi ve rahmetini çeke- yönelik oluşu, prensip olarak duanın fayda ver-
cek bir başvuru içinde olması önem taşımaktadır. diğine inanmayı gerektirir. Bununla beraber Hz.
Bir hadiste Allah’ın kendisine tövbe edilmesinden Peygamber’in açıklamasına göre duanın kabulün-
duyduğu sevinç, çölde devesini kaybedip sonra de birkaç alternatif söz konusudur. Dua edene
bulan kimsenin sevincine benzetilmiştir (Müslim, istediği şey ya bu dünyada hemen verilir veya âhi-
“Tevbe”, 2). rete saklanır yahut üzerinden istediği iyilik kadar
Ancak bu ilâhî rahmet ve ilginin gerçekleşmesinde bir kötülük giderilir (Müsned, III, 18).
ilk adımın kul tarafından atılması gerekmektedir. Gerek ihtiyaçlar ve hatalar yüzünden Allah’a baş-
Allah ile kul arasındaki münasebet konusunda vurmak, gerekse nimetleri sebebiyle O’nu hatırla-
Hz. Peygamber’e yöneltilen soruya Kur’an şu ce- mak ve anmak kişide psikolojik bakımdan bir ra-
vabı vermiştir: “Ben yakınım; biri benden bir şey hatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi (er-Ra‘d
istediğinde onun duasına karşılık veririm” (el-Ba- 13/28; el-A‘lâ 87/15; İbn Mâce, “Edeb”, 53; Tir-

396
Vadi-i Hamuşan
mizî, “Da’avât”, 7) ahlâkî arınmaya ve yücelmeye oruçlu duası geri çevrilmeyecek kimselerdendir

D
de yol açmakta, gelişim safhalarındaki takılma ve (Buhârî, “Cihâd”, 180; İbn Mâce, “Du’â”, 11; Ebû
sapmaların önlenmesinde ve şahsiyetin tamam- Dâvûd, “Salât”, 364; Tirmizî, “Da’avât”, 129).
lanmasında yapıcı bir fonksiyon icra etmektedir Ayrıca duanın, bir günahın işlenmesine veya ak-
(Gazzâlî, I, 297, 302; Fırat, s. 117; Yaparel, s. 28- rabalık ilişkilerinin kesilmesine yönelik olmaması
33, 145). ve kabulünde acele edilmemesi de gerekli şartlar
Bir hadîs-i kudsîye göre dua ve ibadetle meydana arasında sayılmıştır (Tirmizî, “Da’avât”, 9, 12).(…)
gelen yakınlaşma Allah’ın sevgisine, bu sevgi de Duanın kabul edilmesi konusu âhiretteki sonuç-
kulda duyarlı bir vicdan ve sağ duyunun doğması- ları bakımından bir açıklama güçlüğü doğurmaz.
na yol açar (Buhârî, “Rikāk”, 38). Dua, zikir, tesbih gibi fiillere sevap, günahların
Hz. Peygamber, “Allahım! Hatalarımı kar ve dolu affı, çeşitli cennet nimetleri, azaptan kurtulma
suyu ile temizle; beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi karşılıklar verilecektir (Tirmizî, “Da’avât”, 60;
gibi kalbimi günahlardan arındır” meâlindeki ha- Gazzâlî, I, 297-302).
disiyle (İbn Mâce, “Du’â”, 3) duanın, işlenen hata Ancak duanın dünyadaki tesiri, özellikle de istek
ve günahların insan vicdanındaki izlerini gideren dualarının bir sonuç doğuracak sebep olarak gö-
ve ruhî arınmaya vesile olan bu tesirini ifade et- rülmesi, konuyu ister istemez kaderle ilgili tartış-
miştir. maların içine çekmiştir.(…)(1)
Bununla beraber dinde, yapılan iyi iş, dua ve iba-
(1) DİA; [DUA - Osman Cilâcı] c. 09; s. 529-530; [DUA
detlerin daha ziyade uhrevî neticeleri üzerinde - Selâhattin Parladır] c. 09; s. 530-535
durulmuştur. Aslolan ebedî hayattaki ecir, sevap
ve mutluluktur. Fakat bir müslümanın davranış-
larında uhrevî sonuçları gözetirken aynı zamanda Dubaciyye Türbesi-Suriye
bunların bu dünyadaki olumlu sonuçlarını da bek- (1) DİA, Cilt. 38 s. 322
lemesini tabii saymak gerekir. Aslında Kur’an’da
öğretilen bir duaya göre rabbimizden dünya için
de âhiret için de iyilik ve güzellik istemek gerekir Duhâ Sûresi
(el-Bakara 2/201; en-Nahl 16/122). Kur’ân-ı Kerîm’in doksan üçüncü sûresi.(…)
Dualarının kabul edilmesinde, dua edilirken yaşa- Duhâ sûresi, İslâm güneşinin yükselişini semboli-
nan dinî şuur yoğunluğunun önemine işaret edil- ze eden kuşluk vaktiyle küfür ve şirk döneminin,
miştir. Böyle bir durumda Allah insan şuurunun bitmeye yüz tutmuş karanlık bir geceyi andıran
yegâne konusu olur, başka ilgi ve istekler silinir, haline yeminle başlar. Allah’ın Hz. Peygamber’i
duygusal gerginlik insan vicdanını temizler ve terketmediği ve kendisine darılmadığı bildirilir.
Allah’a açık bir hale getirir. Kur’an’da bu durum, Hz. Peygamber’i yakın bir gelecekte büyük başarı-
kişinin “dini Allah’a has kılması” olarak tanımlan- ların beklediği, peygamberlik görevinin sonunun
mıştır (meselâ bk. el-Mü’min 40/14, 65). başlangıcından daha hayırlı olacağı müjdelenir.
Bir hadiste, insanın mutlaka karşılık alacağına Aslında Hz. Peygamber annesiz babasız büyüyen
inandığı bir ruh hali içinde dua etmesi gerektiği, bir yetimken rabbi kendisini koruyup kollamış ve
gafil bir kalpten gelen duanın kabule yakın olma- ona peygamberlik vermiştir. Artık rabbin deste-
yacağı belirtilmiştir (Tirmizî, “Da’avât”, 66). Dua- ğinden uzak kalması ve terkedilmiş bir duruma
larının kabul edileceği bildirilen kimselerde görü- düşmesi söz konusu değildir.
len ortak özellik, şuurun dinî bir renkle kaplanmış Sûrenin ikinci yarısındaki âyetler ilk nazarda bir
olmasıdır. Hadislerde bildirildiğine göre bir tehli- başa kakma üslûbu taşır gibiyse de dikkatle ince-
ke veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimse, kal- lendiğinde böyle olmadığı görülür. Daha önce ve-
bi tamamen hasbî sevgiyle dolu anne baba, başka- rilen nimetlerden söz edilmesi başa kakma değil
sının iyiliğini isteyen kişi, toplum için çalışan âdil peygamberlikten sonra verilecek nimetlerin daha
başkan ve Allah için beden isteklerini frenleyen öncekilerle kıyaslanamayacak kadar büyük oldu-

397
Vadi-i Hamuşan
ğunu anlatmak içindir. Nübüvvetten önce resulü- kötü âkıbetini açıklamak üzere Firavun ile kav-
nü kimseye muhtaç etmeyen Allah nübüvvetten minin durumunu ibret verici tarihî bir olay olarak
sonra mı yüz üstü bırakacaktır. Artık bir pey- anlatır. Vaktiyle İsrâiloğulları, Allah tarafından
gamberden beklenen görevleri yerine getirmesi, gönderilen peygamber sayesinde Firavun’un zul-
yetime, kimsesize sahip çıkması, ihtiyacı olanları münden kurtulmuştu. Onlar denizi yarıp geç-
eli boş çevirmemesi gerektiği belirtilir. Sûre, rab- mişler, fakat gerçeğe karşı direnen Firavun ile
bin nimetlerini dile getirmeyi emreden bir âyetle adamları boğularak helâk olmuşlardı. Geride bı-
son bulur. Bundan da en büyük nimet olan İslâm raktıkları birçok dünya nimeti başka kavimlere
dininin tebliğ ve tâlim edilmesi istendiği sonucu intikal etmiş, kendileri ise yaratana ve yaratıl-
çıkarılmalıdır. Bu özellikleri ve muhtevasıyla sûre mışlara karşı işledikleri suçların kötü sonuçlarıyla
yalnız Hz. Peygamber için değil her zaman ve her başbaşa kalmışlardı. “Ne gök ağladı onlara ne yer,
yerde bütün müslümanlar için büyük bir mânevî ne de cezaları ertelendi” (44/29).
güç ve moral kaynağıdır. Mekke müşrikleri Mısır firavunlarından, Ye-
Duhâ sûresinin bir önceki Leyl sûresiyle anlam men’deki Tübba‘ hânedanından ve onlardan ön-
ilişkisi vardır. Leyl sûresi, iyilerin ileride hoşnut ceki diğer kavimlerden daha güçlü değildir. Gü-
ve razı olacaklarını müjdeleyen âyetle son bulur- nahkâr olan bütün o kavimler helâk edildiğine
ken bu sûrede, “Rabbin sana verecek, sen de razı göre Mekke müşriklerinin helâki de mümkündür.
olacaksın” meâlindeki âyetle bu müjdeye açıklık Ayrıca burada öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret-
getirilmiş olur. Bundan sonraki İnşirâh sûresi te hesap vermeyi inkâr edenlerin cehennemdeki
ise hem üslûp hem de anlam bakımından Duhâ azaplarının dünya hayatında çektikleri sıkıntılar-
sûresinin devamı gibidir. Çünkü bu sûrede Pey- dan kat kat ağır olacağı haber verilir. Bu âyetlerin
gamber’in göğsünün genişletildiği, sırtındaki ağır (9-50) ardından kötülükten sakınan müminlere
yükün kaldırıldığı ve namının yüceltildiği bildiri- verilecek cennetlerin güzellikleri anlatılır. Bu büyük
lir. Duhâ sûresinin başında yer alan, “Rabbin seni kurtuluşun inananlara Allah’ın bir nimeti olduğu
terketmedi, senden yüz çevirmedi” meâlindeki bildirilir (âyet 51-57).
âyete karşılık İnşirâh sûresi, “Öyleyse sen de sade- Sûre, “Biz bu kitabı düşünüp ibret almaları için
ce rabbine yönel” âyetiyle son bulur.(…)(1) senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Artık sonu-
(1) DİA: DUHÂ Suresi - Emin Işık, c. 9, s. 545 cu bekle, onlar da bek lemektedirler” meâlindeki
uyarı âyetleriyle sona erer (58-59). Sûrenin baş
taraftaki âyetlere atıfta bulunarak bu şekilde
Duhân Sûresi
sona ermesi, hem konunun başıyla sonu arasın-
Kur’ân-ı Kerîm’in kırk dördüncü sûresi.(…) daki bağlantıyı sağlamak, hem de inanmayanların
Duhân sûresinin konusunu, kitaba ve peygambe- dünya ve âhirette karşılaşacakları güçlüklere dair
re inanmanın gereği ve önemi, inanmayanların yapılan uyarıyı pekiştirmek amacını güder. Nite-
dünya hayatında uğrayacakları sıkıntılarla âhiret- kim Duhân sûresinden sonra gelen Câsiye sûresi,
te çekecekleri azap, iman edip kötülüklerden sa- onların başlarına gelecek felâketleri daha ayrıntılı
kınanların ise ebedî mutluluğa erecekleri hususu bir şekilde ele alır.(…)(1)
teşkil eder. Sûre, dinde kitabın ve vahyin önemini
(1) DİA: DUHÂN Suresi - Emin Işık, c. 9, s. 546
vurgulamak amacıyla kitaba yeminle başlar.
İlk âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in her hikmetli işin
hükme bağlandığı mübarek bir gecede indirildiği- Duhan
ni açıklar; her şeyin ve herkesin rabbi olan Allah’ın İslâmi Literatüre göre kıyametin büyük alametle-
böyle apaçık âyetlerle dolu bir kitap göndermesi- rinden biri.
nin ilâhî bir rahmet olduğunu belirtir (âyet 1-8). Arapça’da “tütmek, dumanı çıkmak” mânasındaki
Daha sonraki âyetler, Mekke müşriklerinin söz dahn kökünden isim olan duhân “duman” anlamı-
anlamaz, ibret almaz ve uslanmaz tutumlarının na gelir.

398
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette yer alan kelime şinde ısrarlı olduğunu ve müslümanlara yönelik

D
(Fussılet 41/11; ed-Duhân 44/10) kırk dördün- eziyetlerini arttırdığını gören Resûlullah, onların
cü sûrenin de adını teşkil eder. Duhân Kur’an’da Hz. Yûsuf dönemindekine benzer bir kıtlıkla ceza-
geçtiği her iki âyette de “duman” anlamında kul- landırılması için Allah’a dua etmiş, duasının kabul
lanılmıştır.(…) edilmesi sonucunda Mekke halkı büyük bir kıtlığa
Kur’an’da kıyametin yaklaştığını haber veren uğramıştır.
ayetlerle bu dehşetli olayın alâmetlerine genel Bu kıtlık sırasında leş ve kemik yemek zorunda
olarak işaret eden beyanların yer alması, Müslü- kalan ve açlıktan gözlerinde fer kalmayan Mek-
manlar arasında yakın bir gelecekte kıyamet alâ- keli müşrikler etraflarını duman kaplamış gibi
metlerinin zuhur edeceği inancını doğurmuş, ko- görüyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e
nuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’e nisbet edilen başvurarak bu felâketin kaldırılması için rabbine
rivayetler de bu inancı pekiştirmiştir. dua etmesini istemişler, kıtlık sona erdiği takdir-
Kelâm kaynaklarında kıyamet alâmetleri sayılır- de iman edeceklerine dair kendisine söz vermiş-
ken bazı âyet ve hadislere dayanılarak duhâna da lerdi. Fakat Resûlullah’ın duası üzerine sıkıntıları
yer verilmiş, bu husus kıyamete çok yakın bir za- biraz hafifleyince direniş ve eziyetlerini daha da
manda gerçekleşecek olağan üstü olaylar arasında arttırmışlardı.
sayılmıştır. Ancak Ehl-i sünnet’in, sem‘iyyât ala- Abdullah b. Mes‘ûd’a göre söz konusu âyetteki
nına giren konularda bağlayıcı yorum ve tahmin- duhân, Mekke döneminde gerçekleşen bu kıtlığa
lerden kaçınma esası bu hususta da benimsenmiş ve bunun sonucunda etrafı duman kaplamış gibi
ve duhânın, zuhuruna inanılması gereken bir kı- görme olayına, onu takip eden âyetlerde yer alan
yamet alâmeti olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. batşe-i kübrâ ise müşriklerin Bedir Gazvesi’nde
Duhân kelimesinin, hem özel adını hem de nüzûl uğrayacakları yenilgiye işaret etmektedir.(…)
sebebini oluşturduğu sûrede yer aldığı âyetten b) Aralarında İbn Kesîr’in de bulunduğu diğer bir
önceki âyetlerde Allah’ın birliği ve O’nun kâinata grup müfessir ise söz konusu âyette geçen duhâ-
hâkim olduğu üzerinde durulur. Daha sonra Al- nın, kıyametin yaklaştığı sırada ortaya çıkacak du-
lah’ın, rahmetinin bir eseri olarak insanlığı doğru
man olduğu görüşünü benimsemektedir.
yola iletmek üzere peygamberler gönderdiği bildi-
Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Zeyd b.
rilir. Bütün bu uyarılara rağmen zamanlarını boşa
geçirip oyalanmaktan başka bir şey yapmayan Ali’ye izâfe edilen bir görüş de bu yorumu des-
inkârcıları elem verici azap niteliğinde bir duma- teklemektedir. Bu hususla ilgili rivayetlere göre,
nın (duhân) saracağı, bu elîm azabın kaldırılma- kıyamete yakın bir zamanda gökten inecek olan
sı halinde iman edeceklerine dair söz verecekleri bu duman bütün dünyayı (doğu ve batının arası-
ifade edilir. Âyetlerin devamında ise onların bu nı) kırk gün kırk gece süreyle (Ye’cûc ve Me’cûc’ün
sözlerinde durmayacakları şu sözlerle haber ve- helâkiyle ilgili rivayetlerde üç gün) kaplayacak,
rilir: “Biz azabı geçici bir zaman için kaldıracağız, yeryüzü âdeta bacasız bir fırın, içinde ateş yanmış
fakat siz yine eski halinize döneceksiniz. Onları bir oda gibi ısınacaktır. Müminler bu dumandan
müthiş bir yakalayışla (batşe-i kübrâ) yakalaya- -hafif nezleye tutulmuş gibi- çok az etkilenecek,
cağımız gün öcümüzü mutlaka alırız” (ed-Duhân kâfir ve münafıklar ise şiddetle sarsılacak, âdeta
44/15-16). sarhoşa döneceklerdir.
İslâm âlimlerinin, bu âyetlerde geçen duhân ve Kur’an’da duhân kelimesinin geçtiği diğer âyette
batşe-i kübrânın mahiyeti ve gerçekleşme zamanı (Fussilet 41/11) Allah’ın duman (buhar, gaz) bu-
konusunda ileri sürdükleri görüşleri iki grupta ele lutu halinde bulunan göğe teveccüh ve tecelli et-
almak mümkündür: tiğine işaret edilmekte, ardından da ona ve arza,
“İkiniz de ister istemez gelin” diye emrolunduğu
a) Abdullah b. Mes‘ûd’a nisbet edilen ve çoğunlu-
ğun benimsediği telakkiye göre Mekke müşrikle- ifade edilmektedir.(...)(1)
rinin ve özellikle Kureyş’in İslâm’a karşı direni- (1) DİA: DUHÂN - Metin Yurdagür, c. 9, s. 546-548

399
Vadi-i Hamuşan
Dukâkin-zâde Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul (04-08 Ekim 1999), C.Iıı, Iı. Kısım, S.1247, T.T.K Yay.,
2002, Ankara
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 10,
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 431, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(3) Saatçı, Suphi. a.g.e. s. 153
Durhasan (Hasan Dede) Türbesi-Bursa
Dul (1) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 126
Eşi ölmüş ya da eşinden ayrılmış kadın veya erkek.
(1)(2)(3)
Durhasan Dede Türbesi-Adana
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26,
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Salman, İsmail. “Adana ilçeler kültür envanteri II,
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
2008.” Adana: Adana Valiliği, (2008).S. 188

Duman Baba Türbesi-Sivas


Durmuş Dede Türbesi-İstanbul
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 116
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 106,
(2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 81
Duman Etmek
Bitirmek, yok etmek öldürmek.(1)
Dursun Fakih Türbesi-Bilecik
(1) Koçak Ahmet. a.g.e., s. 86
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 26,
(2) Yılmaz, Emre. “Türbe Ziyaretlerinin Fert Üzerin-
Duman Olmak deki Etkileri (Bilecik örneği)” XII, 124 y. ; 28 cm.
Bitmek, yok olmak, ölmek.(1) Yüksek Lisans. Sakarya Üniversitesi Felsefe ve
Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Psikolojisi Bilim
(1) Koçak Ahmet. a.g.e., s. 86 Dalı (2009). s. 30,

Dur Hasan Baba Türbesi-Ankara Duru, Yusuf


(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 132 Milli Ktp./Tasnif No. 1970 Bd 232
Baraj Gölü Çevresi Dokuma Sanatları, Xv+63 Sayfa,
Durak S.33-36, Odtü Keban Projesi , Seri:2, T.T.K Basımevi,
1969, Ankara D/0177/Dvd
Halveti tekkelerinde okunan ilahilere verilen ad.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Duran, Remzi Dut Dede Türbesi-Ankara-Afşar


T.T.K. Ktp. (1). a.g.e.S. 45
Ayasuluk Kitabeleri, I. Uluslar Arası Geçmişten Günü-
müze Selçuk (4-6 Eylül 1997) Ege Ü. İzmir Araştırma Ve
Uygulama Mer., S.367-373, 1998, İzmir
Dut Dede Türbesi-Ankara-Balâ

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 28

Duran, Remzi Duvak Takma


T.T.K Ktp. a. Kısmetlerini açmak isteyen kızlar, Telli Baba
Osmanlı Devri Mimarlık Abidelerinde Tezyini Unsur türbesindeki asılı duran duvağı kendilerine ta-
Olarak Nevruz Çiçeği Motifi, Xııı. Türk Tarih Kongresi kıp bir müddet bekliyorlar.(1)

400
Vadi-i Hamuşan
b. Ölen gelin kızın tabutuna da duvak konur. Düello

D
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 107 İki rakibin silahla vuruşarak aralarındaki düşman-
lık sebebinin Tanrının takdiri ve silahşörlük ma-
Duzah-Makair haretleri ile sonuçlandırması.(1)

Durağı cehennem olan, cehennemlik, kâfir.(1)(2)(3) (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.


(4)(5)

Düğümlü Baba Türbesi-İstanbul


(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 107
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Dülükbaba Türbesi-Gaziantep
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (1) “Gaziantep Evliyaları Ve Türbeleri” http://www.
gaziantepkulturturizm.gov.tr/yazdir?1FB0BC-
Duzah-Mekân DE1018EF0EE99166D8B004E514

Yeri, durağı, mekanı cehennem olan; cehennem-


lik, kâfir.(1)(2)(3)(4)(5) Dünya

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. İnsanın ölmeden önceki hayatı, bu hayattayken


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ilişki kurduğu varlıklar, bunlarla ilgili eğilimle-
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. ri, tutum ve davranışları için kullanılan bir ta-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. savvuf ve ahlak terimi.(3)
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e. b. İslâm dinine göre, insanların Allah’ın rızasını
kazanmak ve asıl âlem olan Âhiret âlemindeki
Duzahiyan ebedi hayata erişebilmek için gönderildikleri
imtihan âlemi, geçici âlem, fâni âlem.(4) Geçici
a. Cehennemlikler.(1)
hayat, insanın geçici mekânı.(5) Yaşadığımız ve
b. Azap melekleri, zebaniler.(1)(2)(3)(4)(5) ölmekte olduğumuz âlem, öteki dünyaya göre
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. bu dünya,(1)(5)(6)
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. c. Gökyüzündeki herhangi bir gezegen.(5)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. d. Fikir, inanç, dil gibi müşterekleri bulunan ülke-
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ler topluluğu.(5)
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
e. İnsanı Allah’a yöneltmekten alıkoyan her şey.
(5) Âhiretin mukabilinde yer alır. Ariflere göre
Duzahnişân dünyaya ve içindekilere bağlanmak bütün he-
Cehennem alameti olan.(1) lakların başıdır. Dünya ahretin suretidir ve ah-
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
rette olan her şey dünyada müşahede edilebilir.
Dünyanın hakikati cahimin bir numunesidir.
Dünya nefsin yakınlık makamıdır, yani salikin
Duzeh-i Ruhani
nefsine yakın olmasıdır. Dünya ahirete giden
Ruhani Cehennem; Ruhani cehennem üç çeşit ateş- köprüdür. Dünya belalar evidir. Dünya Haktan
ten olur. Birincisi dünyevi şehvetlerden uzak kal- gaflet etmek ve mahlûka teveccüh etmektir.(2)
ma ateşi, ikincisi utanç ve rüsvalık ateşi, üçüncüsü (1) Akay, Hasan. a.g.e.
ise Hazreti Ehadiyetin cemalinin müşahedesinden (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
mahrum kalma ve ondan ümitsiz olma ateşidir. Bu (3) DİA; [DÜNYA - Süleyman Uludağ] c. 10; s. 22-25
üç ateşin işi cisim ve ten ile değil can ve kalp iledir. (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ruhani ateş cismani ateşten daha acı vericidir.(1) (5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

401
Vadi-i Hamuşan
Dünya Değiştirdi nevî, Keşşâf, “dnv” md.). Bu anlamda dünya deni-
Öbür dünyaya göçmek, ölmek.(2)(3) Ruhun ölmez- lince daha çok yer küresi (arz) akla gelir.
liğine inanıldığı için ölüm kelimesi yerine “dünya Dünya hayatı Kur’an’da genellikle âhiret hayatı ile
değiştirdi” gibi deyim kullanılır.(1) birlikte anılmış, bazan ikisi arasında karşılaştırma
(1) Artum, Erman. a.g.e., s. 12;
yapılarak âhiret hayatının üstün olduğu belirtil-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
miştir.
(3) Çağlar, Yaşar. a.g.e. Kur’an’a göre, âhiret için amelleri engellemeyen
ve aksatmayan dünya hayatı meşrû bir nimet,
hatta saadettir. Nitekim müslümanların, “Rabbi-
Dünya Düşüncesi
miz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” diye
İnsanın ölümden önceki hayatı, bu hayattayken dua etmeleri tavsiye edilmiş (el-Bakara 2/201;
ilişki kurduğu varlıklar, bunlarla ilgili eğilimleri, ayrıca bk. el-A‘râf 7/156; Yûnus 10/64; en-Nahl
tutum ve davranışları için kullanılan bir tasavvuf 16/122); “Allah dünyadaki şeylerin hepsini sizin
ve ahlâk terimi. için yarattı” denilmiştir (el-Bakara 2/29).(…)
Dünya kelimesi, “yakın olmak” mânasına gelen Dünya ve âhiret arasında bir tercih yapma mecbu-
dünüv kökünden türemiş “en yakın” anlamındaki riyeti ortaya çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden
ednâ kelimesinin müennesidir. âhiret hayatının tercih edilmesi istenmiş, aksi
Kur’an’da âhiret ve âhiret hayatının karşılığı ol- davranışta bulunanlar şiddetle kınanmıştır (İbrâ-
mak üzere çok defa, “yakın hayat” anlamındaki el- him 14/3; en-Nâziât 79/37-39). Çünkü âhiret
hayâtü’d-dünyâ tamlamasında hayat kelimesinin dünyadan daha hayırlıdır (ed-Duhâ 93/4).
sıfatı olarak, bazan da belirli (mârife) şekliyle isim Geçici ve süreksiz olan, kalıcı ve dâimî olana ter-
olarak kullanılmıştır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mu- cih edilemez. “Önce dünya” diyenler “dünya karşı-
cem, “dnv” md.). lığında âhireti satanlar” şeklinde nitelendirilmiş,
Hadislerde ise belirsiz (nekre) olarak da geçer. değerli ve çok olanı verip değersiz ve az olanı sa-
Bu yakın hayatın ardından gelecek olan hayata, tın almanın kârlı bir iş olmadığı ifade edilmiştir
“sonraki hayat” anlamında âhiret adı verilmiştir. (el-Bakara 2/86, 90).
Dünya kelimesinin “alçaklık, kötülük” mânasın- Bu anlayışa sahip olanların yaptıkları işler ken-
daki denâet kökünden geldiği de ileri sürülmüş- dilerine dünyada ve âhirette bir yarar sağlamaz
tür (İA, III, 669). Kur’an’da yer ve yeryüzü için (el-Bakara 2/217; Âl-i İmrân 3/22).
arz kelimesi kullanılmış, şu anda yaşanılan ha- Buna karşılık âhiretlerini kazanmak için dünyala-
yata “el-hayâtü’d-dünyâ, âcile (‫ )عاجلة‬ûlâ”; sonraki rını satanlar övülmüştür. Bunun en güzel örneği
hayata “ukbâ, dârü’l-karâr” gibi isim ve sıfatlar da şehidlerdir (en-Nisâ 4/74).(…)
verilmiştir. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de arz coğrafî, Kur’an’a göre dünya hayatı aldatıcı bir metâdır
dünya ise dinî ve ahlâkî bir terim olarak yer almış; (Âl-i İmrân 3/185) sadece bir oyun ve eğlencedir
dünya kötülenir veya hafife alınırken kozmik var- (el-En‘âm 6/32; el-Ankebût 29/64). Dünyadaki
lığı değil burada sürdürülen ve âhiret kaygısını menfaatler yaldızlı, fakat önemsiz faydalardır
geri planda bırakan hayat tarzı kastedilmiştir. (el-Hadîd 57/20).
Dünya sahih hadislerde de bu anlamda kullanıl- Kur’an âhiret hayatını dünya hayatı ile karşılaştı-
mıştır (bk. Wensinck, el-Mucem, “dnv” md.). rırken özellikle şu noktalara dikkat çeker: Dünya
Yeryüzü ile burada yaşanan hayat arasında yakın hayatı geçici ve önemsiz, âhiret hayatı ise kalıcı ve
bir ilişki bulunduğundan zamanla dünya kelimesi değerlidir (en-Nisâ 4/77; et-Tevbe 9/38; er-Ra‘d
sıfat olma özelliğini kaybederek yerkürenin ismi 13/26). O halde mümin, kalıcı ve değerli olan âhi-
haline gelmiş ve “ay altı varlık alanı, bu âlem, gü- ret hayatını fâni ve yalancı dünya hayatına daima
neş sistemindeki gezegenlerden biri, yer küresi” tercih etmek zorundadır. Dünya hayatı yağmurla
şeklinde tarif edilmiştir (Ebü’l-Bekā, s. 185; Tehâ- biten ve yeşeren, sonra da bir âfetle yok olup gi-

402
Vadi-i Hamuşan
den bitkiler gibidir (Yûnus 10/24; el-Kehf 18/45). ya sarılmak kadar dünyayı terketmek ve bir tür

D
Zenginliği dillere destan olan Karûn ve benzerleri- ruhbanlık hayatına yönelmek de doğru bulunma-
ne imrenilmemelidir (el-Kasas 28/76-83). mıştır (Müsned, IV, 226; Dârimî, “Nikâh”, 3).
Kur’an’a göre aldatıcı, oyalayıcı, maksattan uzak- Kur’an’da kötülenen dünyadan maksat madde ve
laştırıcı, gaflete düşürücü ve gelip geçici bir süs ol- şahsî çıkardır. Mal, mevki, şehvet, lüks ve israf gibi
ması dünya hayatının başlıca özellikleridir. Mal ve tutku ve eğilimler kınanırken mânevî değerlere ve
evlât dünya hayatının zînetidir (el-Kehf 18/46). uhrevî hayata bağlılık gösterilmesi istenmiştir.
Kadın, evlât, altın, gümüş, cins atlar, davarlar ve Hz. Peygamber, yaşadığı hayat itibariyle dünya
ekinler, insanoğlunun hoşuna giden dünya haya- karşısında takınılması gereken tavrın nasıl olma-
tının süsleridir (Âl-i İmrân 3/14). sı gerektiğini göstermiştir. Nitekim, “Uhud dağı
Kâfirlerin dünya peşinde koşmaları bu hayatın kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım”
kendilerine süslü gösterilmesindendir (el-Bakara (Buhârî, “Zekât”, 4; Müslim, “Zekât”, 10) demiş,
2/212). Gerçi Allah’ın kulları için yarattığı zînet- hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefa-
leri kimse yasaklayamaz (el-A‘râf 7/32); ancak tından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az
onlardan faydalanırken dünya-âhiret dengesini miktarda maldan başka bir şey bırakmamış, ilk iki
bozmamaya dikkat etmek gerekir. halifesi de bu yolda onu takip etmiştir. Bununla
beraber Hz. Peygamber, “Dünya malı tatlıdır, çe-
Hz. Peygamber bu dengeyi bozma eğilimini göste-
kicidir” (Buhârî, “Cihâd”, 37; Tirmizî, “Fiten”, 26)
ren eşlerini uyararak ya dünya hayatının süsünü
sözüyle herkesin dünyaya ve maddeye karşı ken-
ya da Allah’ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih
disi gibi davranamayacağını da ifade etmiştir. (…)
etmelerini istemiştir (el-Ahzâb 33/28-29).
İslâm’ın mânevî değerleri ve âhiret hayatını üs-
Âhirete öncelik veren bu dengenin dünya lehinde
tün tutan, ancak buna aykırı olmayan dünya ni-
bozulması yönündeki davranışlar tasvip edilme-
metlerini ve zenginliğini de onaylayan tutumuna
miştir. Bir cuma günü ashabın, mescidde hutbe
rağmen çok geçmeden İslâm toplumunda yoz-
okuyan Hz. Peygamber’i bırakıp alışverişe koş- laşmalar başladı. Toplumun bir bölümü kendini
maları (el-Cum‘a 62/11) Bahreyn’e gönderilen servet, lüks ve ihtişam hırsına kaptırıp âhireti
Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın cizye toplayıp Medine’ye ihmal ederken bir kesim de bütünüyle âhirete yö-
döndüğünü haber alan sahâbenin alışılmadık bir nelip dünyayı dışladı. İç savaşlar, sefahat ve din-
şekilde sabah namazında Mescid-i Nebevî’yi dol- den uzaklaşma hareketlerinin yanı sıra özellikle
durmaları (Buhârî, “Cizye”, 1; Müslim, “Zühd”, Hıristiyanlık, İsrâiliyat, Hint dinleri ve diğer dış
6) Mekke’nin fethinden sonra girişilen savaşlar- kültürlerden gelen tesirlerle dünyadan el etek çe-
da elde edilen ganimetler konusunda tartışmalar kip kendini tamamıyla âhirete veren ve dünyaya
çıkması (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 1; Müslim, küsenlerin sayısı gittikçe artmaya başladı.
“Zekât”, 12) bu tür eğilimlerden bazılarıdır.
Dünya hayatını terkedip bir köşeye çekilenler ev-
Bu hareketler karşısında bazan Hz. Peygamber, liya ve örnek insanlar olarak kabul edildi. “Dün-
Allah katında dünyanın cılız bir ölü oğlak kadar bile yaya karşı soğuk duranlar” anlamındaki zühhâd
değeri olmadığını ifade etme ihtiyacını duymuş kelimesiyle ifade edilen zümrenin ortaya çıkışı
(Müslim, “Zühd”, 2) dünyaya düşkün ve maddeye ve bunların herkesten saygı görmesi, sonraları bu
tutkun olmamaları için çevresindekileri uyarmış- zihniyetin daha da güçlenerek tasavvufta devam
tır (Buhârî, “Rikāk” 5; Müslim, “Zekât”, 38). etmesine ve dünyaya karşı ilgisiz, işsiz güçsüz bir
Öte yandan Abdullah b. Ömer, Ebü’d-Derdâ ve grubun ortaya çıkmasına yol açtı.
Osman b. Maz‘ûn gibi sürekli ibadetle meşgul Tasavvufî ve ahlâkî eserlerde dünyadan nefret
olup kendilerini ve ailelerini dünya nimetlerinden etmenin fazilet olduğunu işleyen konular ağırlık
mahrum bırakan kimselerin davranışları da Hz. kazandı. İnandırıcı olmak için de hadisler uydu-
Peygamber tarafından hoş karşılanmamış (Buhârî, ruldu, İsrâiliyat’a başvuruldu, hatta ruhbanların
“Savm”, 56, “Nikâh”, 1) ölçüsüz bir şekilde dünya- sözleri delil olarak gösterildi.

403
Vadi-i Hamuşan
Bazı kaynaklarda Resûlullah’a nisbet edilen ri- fakat zehiri öldürücüdür; içtikçe harareti arttıran
vayetlere göre dünya ve onda olan her şey mel‘un- deniz suyu gibidir.
dur; bütün günahların başı dünya sevgisidir; dünya Birçok zâhid ve mutasavvıf dünya ile âhiretin bir-
mümin için zindan, kâfir için cennettir (Müslim, likte yürümeyeceğine inanmıştır. Söylendiğine
“Zühd”, 1; Tirmizî, “Zühd”, 14; Aclûnî, I, 408-412; göre Hz. Ali dünya ile âhireti iki kumaya benzet-
Tebrîzî, II, 648-677; Kinânî, II, 302-314; Süyûtî, miş, biri memnun edildiği ölçüde öbürünün ra-
II, 279-340; Elbânî, I, 269).(…) hatsız olacağını ifade etmiştir.
İnsanlar, bütün bu dünyevî varlık ve imkânlara Dünya ile âhiret doğu ile batı gibidir; birinden
karşı takındıkları tavra göre başlıca üç zümreye uzaklaşıldığı nisbette öbürüne yaklaşılır; biri ha-
ayrılırlar. rap olduğu nisbette diğeri mâmur olur.(…)(1)
1. Âhirete iltifat etmeksizin yalnızca dünyaya bağ- (1) DİA; [DÜNYA - Süleyman Uludağ] c. 10; s. 22-25
lananlar. Gazzâlî’ye göre insanların büyük bir
kısmı bu gruba girer. Bunlar Kur’an’da “Tâgū-
Dünyadan Ayrılmak
tun kulları ve yaratıkların en kötüleri” olarak
Ölmek, vefat etmek.(1)
gösterilmiştir (bk. el-Mâide 5/60).
2. İlk zümrenin tam aksine bütün çabalarını âhi- (1) Kaya, Bayram Ali. a.g.e. s. 348

rete yönelten ve dünyaya iltifat etmeyenler.


3. Dünya ve âhiretin hakkını verenler.(…) Dürülmek

Çeşitli kaynaklarda verilen bilgilere, özellikle yine Ölmek.(1)


Gazzâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn adlı eserinin III. cil- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dinde “Kitâbü zemmi’d-dünyâ” bölümünde aktar-
dığı anekdotlara göre zâhidler ve mutasavvıflar, Dürzilik
“maddeye yönelen nefsin arzuları (hevâ, şehvet)”
Şiilikten ayrılmış bir mezheptir. Mensuplarına
şeklinde tarif ettikleri dünyayı bütün kötülüklerin Dürzî denir. İslâm esaslarından hayli ayrılır. Dür-
kaynağı olarak görmüşler, onun insanı alçaltan ve zîler çoğunlukla Lübnan dağlarında, Ürdün, Suri-
esas maksadı unutturan bir niteliğe sahip olduğu- ye ve Filistin’in bazı yerlerinde yaşarlar.(1)
na inanmışlar, Hakk’a giden yolda önlerine çıkan
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
en büyük engel saydıkları dünyayı bütün ifade
güçlerini kullanarak türlü biçimlerde yermişler,
onun dine ve âhirete verdiği zararları örneklerle Düşek
anlatmışlardır. a. Yatır olduğuna inanılan kimselerin yattığı yer
İbn Ayyâş el-Mahzûmî, “Arkadaşlarımız dünyaya ve taş yığınlarından oluşan mezarı.(1)
domuz adını vermişler; eğer bundan daha kötü bir b. Vurulan kimsenin düşüp öldüğü yer.(1)
ad bulmuş olsalardı onu verirlerdi” demiştir. c. Vurulan bir kimsenin vurulduğu yeri belirlemek
Dünya Allah’ın düşmanıdır. Allah’ın dostu olan amacıyla taş yığınları ile yapımlı belirlilik.(1)
bir insan onun düşmanına dost olmaz. Dünya ya- d. Şehitlik, şehit mezarı.(1)
lan, âhiret gerçektir. İnsanlar uykudadır, ölünce e. Şehit.(2)
uyanacaklar ve esas hayatı o zaman göreceklerdir. f. Kan davası sonucu maktul düşenlerin vuruldu-
Bir hayal, bir düş gibi görüldüğünden dünya hak- ğu yere yapılan makam.(2)
kında “yalancı dünya” deyimi kullanılmıştır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Dünya insanı önce yükseltir, sonra düşürür. Dışı (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
çekici ve güzel bir kadın, içi çirkin bir kocakarı gi-
bidir. Her gece başka biriyle yatan fahişeye ben-
zer. Kendisine gönül verenlerin hiçbirine acıma- Düşen
mıştır. Yılana benzer, dokununca pürüzsüzdür, İdari veya askeri görevlilerden birinin ölümüyle

404
Vadi-i Hamuşan
veya görevden ayrılmasıyla boşalan görev, maaş (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

D
veya tımar.(1) (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Düştü Düzkaş

Cenaze gömülürken kadınların tarlalardan top- Mezar taşlarında kullanılan kâtibi kavuk biçimle-
ladıkları taşları ağlayarak bir kenara yığmaları.(1) rinden birisidir.(1)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27

Düşüntü DVD
Savaşta şehit olan kimsenin savaş alanındaki me- T.T.K Mezar Taşları Belgeseli (Deneme Mahiye-
zarı.(1) tinde Hazırlanmıştır.), 7 d., 24 Sn., 20.09.2005,
T.T.K
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Düzah
a. Cehennem, tamu.(1)(2)(3)(4)(5)(6) DVD

b. Dünya zevklerine düşkün olanların toplu olarak Milli Ktp./Tasnif No: Dv 1994 AD 102Malazgirt
bulunduklarına inanılan yer.(2) Zaferinin 900. yıldönümü [...] Selçuklu Devri Ana-
dolu Çini ve Ahlat Mezataşları, 1971,
c. Ruhani cehennem, yani bedenin aracılığı olma-
dan kalbin duyduğu elem ve ıstıraplar.(6) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Düzâhi
a. Cehennemlik,(1) Cehenneme mensup kimse, ce-
henneme ait, cehennemle ilgili.(2)(3)(4)(5)
b. Cehennem zebanisi, zebani.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Düzahnişin
Cehennemde oturan, cehennemlik, kâfir.(1)(2)(3)
(4)(5)

(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.


(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

405
Vadi-i Hamuşan
406
Vadi-i Hamuşan

You might also like