You are on page 1of 476

E

Eb Gazi Camisi Türbesi-Sinop


(1) Çal, Halit. “Boyovası/Boyabat Kazasında Türk Mi-
marisi.” Balgat, Ankara : Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı, (2014). s. 336

Eba Müslim-i Horasani Türbesi-Urfa


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 27
harfinden başlanarak Arap abecesindeki her
harfe, birden ona kadar birer birer, ondan yüze
kadar onar onar, yüzden bine kadar yüzer yüzer
arttırmak yoluyla bir değer verilmiştir. Eskiden
cebirde nicelikleri göstermekte kullanılırdı.(4)
b. Arap alfabesinin harfleri ile tarih düşürmek sa-
natı. Her harfin bir sayı değeri vardır. Bir mıs-
radaki harflerin kelimelerin sayı toplamı, Hicri
yılla anılan olayın tarihini verir.(2)
Eba Yezid-i Bestami Türbesi-Hatay c. Arap alfabesinin harflerini içeren kısa metin.(3)
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
Ebce Sultan Türbesi-Kayseri (3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 16

Ebcet Hesabı
Ebced-Han
Arap harflerinin sayı değerlerinden yararlanarak
Ebced okuyan, henüz (elif-ba) okumaya başlamış bir sayıyı veya tarihi ortaya çıkarma sistemi.(1)
çocuk, okula yeni başlayan, acemi.(1)(2)(3) Ebcet- Doğum, ölüm tarihleri ile önemli olayların tespi-
lerden başka bir şey okumayan kimse.(2) tinde ve kapı kitabelerinde kullanılırdı.(6)
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Hasol, Doğan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Ebced (5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(6) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
a. Her harfi bir sayıyı karşılayan Arap harfleri ile
yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesap
sistemi.(1) Arap abecesinde, her harfi bir rakamı Ebced Sistemi
karşılayan anlamsız sekiz sözcüğün oluşturdu- Arap alfabesinin ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı
ğu bir hesaplama dizgisi, bu dizgede baştaki elif sayı değerlerine dayanan hesap sistemi.

1
Vadi-i Hamuşan
Arap yazısı hakkında bilgi veren klasik kaynak- başka deyişle harflerin rakam yerine de yazıldığı
larda, alfabedeki harflerin önceleri “et-tertî- bilinmektedir. Bunlar arasında en çok tanınanlar
bü’l-ebcedî” denilen sıralamada görüldüğü şekil- İbrânî-Süryânî, Grek ve Latin harfsayı sistemle-
de düzenlenmiş oldukları ifade edilmekte; dinî ridir.
metinlerde ise bu tertibin başlangıcı Hz. Âdem’e “Ebced hesabı” denilen ve Arap alfabesinin ebced
kadar çıkarılmaktadır. tertibine dayanan rakamlar ve hesap sistemi müs-
Hz. Peygamber devrinde de kullanılan ebced lüman milletler arasında kullanılmaktadır. İslâm
tertibi, Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân za- kültüründe bundan başka, yine ebced harfleri-
manında (685-705) değiştirilerek yerine Nasr b. nin sayı değerlerine dayanan bir de hisâb-ı cümel
Âsım ile Yahyâ b. Ya‘mer el-Udvânî’nin hazırladık- (cümmel) bulunmaktaysa da gerek ilim, sanat ve
ları, birbirine benzer harflerin ardarda sıralanma- edebiyat alanlarında gerekse halk arasında asıl ta-
sı esasına dayanan bugünkü “hurûfü’l-hecâ” terti- nınmış olan ebced hesabıdır.
bi getirilmiştir (Ahmed Şevkı en-Neccâr, s. 161). Ebced tertibinde sıralanan harflerin oluşturduğu
Ebced, aslında alfabedeki harflerin kolaylıkla ha- kelimelerin ilk üçü birler (âhâd: 1-10), ortadaki
tırda tutulmasını sağlamak için eski dönemlerde ikisi onlar (aşerât: 20-90) ve son üçü de yüzler
geliştirilmiş bir formül olup gerçekte bir anlamı (miât: 100-1000) basamağında bulunan rakamla-
bulunmayan kelimelerinin ilki “ebced” (abucad, rı gruplandırır.
ebuced) şeklinde okunduğu için bu adla anılmış- Arapça’da “et-tâü’l-merbûta” denilen te (‫ )ة‬açık te
tır. Bu formülde yer alan kelimeler şunlardır: (‫ )ت‬gibi, med-elif (‫ )آ‬ve hemze de (‫ )ء‬kürsüsü ne
ebced (‫)أبجد‬, hevvez (‫)هوز‬, huttî (‫)حطي‬, kelemen olursa olsun elif (‫ )ا‬gibi kabul edilmiştir. Ayrıca
(‫)كلمن‬, sa‘fes (‫)سعفص‬, karaşet (‫)قرشت‬, sehaz Farsça ve Osmanlıca alfabelerde yer alan pe (‫)ﭗ‬,
(‫)ثخذ‬, dazağ (‫)ضظغ‬. Türkçe’de bu tertibin son çe (‫)چ‬, je (‫ )ژ‬ve sağır kef (‫ )ڭ‬Arapça’daki bâ (‫)ب‬,
kelimesi, ayrı bir rakam değerine sahip olmayan cim (‫)ج‬, ze (‫ )ز‬ve kef (‫ )ك‬gibi kabul edildiklerinden
lâmelif (‫ )ال‬ile bitirilerek dazığlen (‫ )ضظغال‬şeklin- sayı değerleri de bu harflerinkilerle aynıdır.
de söylenmekte ve ardına da daima Mü’minûn Ebced hesabındaki harflerin sayı değerleri, hesap-
sûresinin 14. âyetinin sonunda yer alan “fe-te- lanışlarındaki farklılıklara göre el-cümelü’l-kebîr,
bâreke’llāhü ahsenü’l-hâlikīn” (‫فتبارك اهلل أحسن‬ el-cümelü’l-ekber, el-cümelü’s-sagır ve el-cüme-
‫ )الخالقين‬ibaresi eklenmektedir.(…) lü’l-asgar gibi değişik isim ve tasniflerle ele alın-
Ebced sisteminin İbrânîce ve Ârâmîce’nin de et- mıştır.(…)
kisiyle Nabatîce’den Arapça’ya geçtiği kabul edil- Çeşitli sahalarda yaygın biçimde kullanıldığı bili-
mektedir. Çünkü harflerin ebced tertibinde dizi- nen asıl ebced, “tarih düşürme” adı verilen edebî sa-
lişi bu dillerin alfabelerindeki sıraya uygundur ve natta tek sistem olarak benimsenmiştir.(…)
harflerin aşağıda açıklanan sayı değerleri de onla-
Ebced halk arasında da çeşitli maksatlarla kulla-
rınkilerle aynıdır.(…)
nılmıştır. Bunlardan biri, doğum yılını veren harf-
Nitekim “Allah” ve “hilâl” kelimelerinin ebced değer- lerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan kelime-
leri (66) eşit olduğundan Türk bayrağındaki hilâl nin çocuğa ad olarak konulmasıdır.(…)
Allah’ı sembolize eder. Ayrıca Türkçe bir deyim
Ebced halk arasında en fazla zâyîçe, tılsım, mus-
olan “işi 66’ya bağlamak” da bu sebeple meseleyi
ka ve vefklerin hazırlanmasında kullanılmıştır.
Allah’a havale etmek şeklinde izah edilmiştir.(…)
İbn Haldûn, çeşitli ilimlerden bahsederken havas
Ebced sistemi İslâm dünyasında özellikle tasavvuf, ilimlerinden sayılan bu konular hakkında bir fikir
astronomi, astroloji, edebiyat ve mimari alanlarıy- verebilmek için eser ve müellif adı da zikrederek
la cifr (cefr) ve vefke ait konuları geniş anlamda nakle değer bulduğu bazı örnekleri açıklamıştır.
içine alan havas ilminde (İbn Haldûn, II, 1194 vd.), Türkçe’de genel olarak “yıldıznâme” adı verilen
ayrıca sihir ve büyücülükte kullanılmıştır. müstakil eserlerde de bu maksatla hazırlanmış
Hemen her alfabedeki harflerin çok eskiden beri ebcede dayanan çeşitli bilgilerin yer aldığı görül-
rakam olarak birer karşılığının bulunduğu, bir mektedir. Ayrıca halk arasında bir yanlış bilgiden

2
Vadi-i Hamuşan
kaynaklandığı için Gazzâlî’ye atfedilerek çok rağ- vardır (el-Fütûhât, I, 231-361). XVII. yüzyıl mu-
bet gösterilen bedûh tılsımı da bunlardan biridir. tasavvıflarından İsmâil Hakkı Bursevî, tasavvuf

E
İslâm dünyasında kitap tertibinde de ebcedden ehli arasında ebced harfleriyle ilgili olarak yapılan
faydalanılmaktadır. Arap alfabesinin kullanıldığı izahları Esrârü’l-hurûf adlı eserinde toplamıştır
ülkelerde kitapların başında eserden ayrı bilgiler (bk. Ahmed Saîd Süleyman, s. 8-15). XX. yüzyıl
verileceği zaman bu kısım ebced harfleriyle nu- İslâm âlimlerinden Said Nursi’nin de bu metotla
maralanır. Türkiye’de bunun yerini harf devri- Kur’an’ın otuz yerinde Nûr risâlelerine işaret edil-
minden sonra Batı’da olduğu gibi Romen rakam- miş olduğunu açıklamaya çalıştığı görülür (DİA,
ları almıştır. VII, 216-217).
Ayrıca bazı kitapların bölüm başlıklarıyla parag- Bilhassa Hurûfîlik’le Bektaşîlik’te ve genel olarak
raflarını ayırmada ve tezkireler gibi ansiklopedik bütün tasavvufî edebiyatlarda ebced harflerinin
eserlerde şahıs, yer ve mekân adlarının sıralanı- bazı sırları ve rakam değerlerinin de çeşitli ha-
şında da ebced harflerinin kullanıldığı görülmek- vassı olduğu yolunda yaygın bir kanaati yansıtan
tedir. manzum veya mensur birçok örnek bulmak müm-
Bunlardan başka vak‘anüvislerin çeşitli olayların kündür.
tarihlerini tesbit maksadıyla bunların ebced karşı- Ebced kelimesi divan edebiyatında bir remiz ve
lıkları olan kelimeleri yazdıkları, vakıf kayıtların- mazmun olarak yer almıştır. Bu kullanılışta keli-
da da aynı usule başvurulduğu, devlet tarafından menin hem ebced hem de Nâbî’nin, “Ana ma‘lûm
yaptırılan bazı sayım ve tesbitlerde ortaya çıkan idi esrâr-ı kitâb-ı melekût/Gelmeden levh-i hi-
rakamların değiştirilmesini önlemek için bunların câya kelimât-ı ebuced” beytinde görüldüğü gibi
yine ebced tertibindeki kelimelerle ifade edildiği “ebuced” şeklindeki okunuşu söz konusu edilmiş,
bilinmektedir. ayrıca beyitlerde bu kelime ile yapılmış başka
Ebced yukarıda açıklanan yaygın kullanım alan- tamlama ve kavramlara da yer verilmiştir. Birinci
larının dışında, bazı özel maksatlarla geliştirilmiş okunuş öncelikle alfabeyi ifade ettiğinden, bir işe
“şifre alfabeleri” denilen çeşitli sistemlerin düzen- yeni başlayanlar için “işin alfabesinde” anlamına
lenmesinde de esas alınmıştır (Çelebioğlu, Tarih gelmek üzere “işin ebcedinde” denildiği gibi “yeni
Boyunca Paleografya, s. 19-33). okumaya başlamak” anlamında da “ebced oku-
Ebced mimaride, özellikle Mimar Sinan tarafın- mak” tabiri kullanılmıştır.(…)
dan yapılardaki nisbetlerin belirlenmesinde ve Ebced sisteminin tarihçesiyle ebced hesabının na-
modüler düzenin teşkilinde bu kelimelerin delâlet zariyatından bahseden güvenilir müstakil eserler
ettiği sayılardan faydalanmak suretiyle kullanıl- yok denecek kadar azdır. Ancak ebced rakamları-
mıştır (Arpad, s. 11-19; Şenalp, s. 11-12). nın kullanıldığı alanların başında gelen felekiyyât
Ebcedin fizik, matematik ve astronomide kulla- (astronomi) ve ilm-i ahkâm-ı nücûma (astroloji)
nılışı ise daha çok hisâb-ı cümele dayanmaktadır. temas eden eski ve ciddi eserlerde konuyla ilgili
Ancak astronomik gözlemlerde kullanılan ustur- bilgilere rastlanmaktadır. Bîrûnî’nin et-Tefhîm
lap vb. çeşitli rasat aletlerinde ebced harfleri ra- fî evâili sınâati’t-tencîm (London 1934; Tahran
kam yerine kullanılmıştır (usturlap üzerindeki 1362 hş./1983-84) adlı eseri bunların en önemli-
ebced harflerinin izahları için bk. el-Muktetaf, lerinden biridir. İbn Haldûn’un Mukaddime’sinde
XIII/11, s. 724-725). de bu konuya geniş yer ayrılmıştır. Aynı konuda
yeterli bilgi veren modern araştırmalara pek rast-
Ebced tasavvufta ayrı bir öneme sahiptir. Genel
lanmamakta, mevcutların ise daha çok divanlar
olarak Şiî kaynaklı zannedilen, gerçekte köken-
olmak üzere çeşitli kitap ve kaynaklarla mimari
leri Mısır ve Hint gibi geleneksel medeniyetlere
eserlerin kitâbelerindeki tarih beyitlerini topla-
dayanan, evrensel gerçeklerin sırrî niteliklerine
yan çalışmaların başına eklenmiş ebcedle ilgili
ulaşmayı amaçlayan bu harf sembolizmiyle ilgi-
lenenlerin başında gelen Muhyiddin İbnü’l-Ara- giriş niteliğinde bilgiler olduğu görülmektedir.(1)
bî’nin eserlerinde konuyla ilgili geniş açıklamalar (1) DİA; [EBCED - Mustafa Uzun] c. 10; s. 70

3
Vadi-i Hamuşan
Ebe yen süre, varlığın gelecekte sonsuzca devam et-
Veli kavramı yerine kullanılan bir terim.(1) mesi anlamında felsefe ve kelâm terimi.
Sözlükte dehr ile eş anlamlı olarak “mutlak za-
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 14
man” mânasına gelir (bk. Lisânü’l-Arab, “ebd” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de biri hariç (el-Kehf 18/3) diğer-
Ebe Hatun Türbesi-Bursa
lerinde hâlidîn kelimesiyle birlikte on bir âyette,
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 84, olumsuzluk ifade eden cümleler içinde “asla, hiçbir
(2) DİA, Cilt. 31, s. 198, zaman” anlamında on beş âyette, bir şarta bağlı
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 248, olarak “sürekli” anlamında bir âyette (el-Mümte-
(4) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 79 hine 60/4) geçmektedir (bk. M. F. Abdülbâkī, Mu-
cem, “ebd” md.).
Ebe Hatun Türbesi-Gümüşhane Hadislerde ise bu anlamları yanında, özellikle Al-
(1) Özkan, Haldun. a.g.e. s. 158 lah’ın doksan dokuz isminin sıralandığı bir hadis-
te bu isimlerden biri olarak zikredilmiş (İbn Mâce,
“Duâ”, 10), başka bir hadiste de cennet ehlinin
Ebe İshak Türbesi-Erzurum-Tebrizkapı
buradaki hayatlarıyla sağlıklarının, gençliklerinin
(1) Erzurum Medya https://erzurummedya.com ve faydalandıkları nimetlerin sürekliliği bu kelime
ile ifade edilmiştir (Müsned, III, 38).
Ebed-Gah Dil âlimleri, ebedle “zaman” arasında fark bulun-
a. Mezar.(1)(2)(3)(4) duğunu, zamanın parçalanabilir olmasına karşılık
b. Ebedi kalınacak yer.(4) ebedin bölünemez bir süreklilik anlamı taşıdığını
belirtmişlerdir. Ebed bölünemez olduğuna göre
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sona ermeyecektir. Bundan dolayı varlığı zorun-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lu (vâcibü’l-vücûd) olan Allah’ın mevcudiyetinin
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
sürekliliği, filozoflar ve mutasavvıflar tarafından
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
çoğunlukla ebed veya ebediyet, kelâmcılar tara-
fından da beka terimleriyle ifade edilmiştir. Öte
Ebed yandan ezel ve ebed kelimeleri Allah hakkında
a. Sonu olmayan, ileriye, sonsuza doğru süren, kullanıldığında aynı mânayı ifade eder; zira her
sonu düşünülemeyen zaman.(1)(2)(3)(4)(5)(7) Bö- ikisi de esas itibariyle varlığın zaman üstü olu-
lünmeyen zamandır.(8) şunu, sonsuzluk ve devamlılığını gösterir. Ancak
b. Zihnen son bulması düşünülemeyen süre, varlı- zihnen bunu kavramak güç olduğundan şimdiki
ğın gelecekte sonsuza devam etmesi anlamında zaman ayırt edici bir nokta farzedilerek geçmiş
felsefe ve kelâm terimi.(3) ve gelecek denilen iki itibarî boyut düşünülmüş,
bunlardan geçmişe ait olan sonsuzluğa ezel, gele-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ceğe ait olana da ebed denilmiştir.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İslâmî literatürde sonsuz zaman anlamında ser-
(3) DİA; [EBED - Ahmet Saim Kılavuz] c. 10; s. 73
med kelimesiyle birlikte ebedü’l-âbâd, ebedü’l-âbi-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
dîn, ebedü’l-ebed, ebedü’l-ebîd gibi sonsuzluğu pe-
(5) Pala, İskender. a.g.e.
kiştirici terkipler de kullanılmıştır. Ebedî ve bâkī
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
yerine lâ yezâl tabirinin kullanıldığı da görülür.(…)
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
(8) Ateş, Süleyman. a.g.e., c. 24, s. 385 Âlemin kadîm olduğu yolundaki felsefî görüşü
reddeden kelâmcılar, bununla birlikte başlangıcı
olan bir varlığın sonunun da olmasını gerekli gör-
Ebed Anlayışı memişlerdir. Tek tek varlıklar sonlu olmakla bir-
Sonsuz zaman, zihnen son bulması düşünüleme- likte varlıklar dizisi ebedî olarak devam edebilir.

4
Vadi-i Hamuşan
(…) Böylece kelâmcılar, Allah’tan başka her şeyin (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bir başlangıcı bulunduğunu kabul etmekle birlikte (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

E
âhiretin sonsuzluğunun mümkün olduğunu ispat
etmeye çalışmışlardır.(…) (4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Cehm b. Safvân ise Allah’ın zâtı dışındaki her şe-


yin fâni olduğunu ifade eden âyete (er-Rahmân Ebedileştirmek
55/26-27) dayanarak cennet ve cehennemin için- Ebedi duruma getirmek, sonsuzlaştırmak, ölüm-
dekilerle birlikte yok olacağını ileri sürmüş, bu süzleştirmek.(1)(2)(3)
görüşünü ayrıca, Allah’tan başka hiçbir varlığın
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ezelî olmadığı gibi ebedî de olamayacağı şeklinde-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ,
ki aklî delille teyit etmeye çalışmıştır (İbn Hazm, (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
IV, 83-85).
Ancak kelâmcıların çoğunluğu, cennet ve cehen- Ebedilik
nem ile bunlarda bulunanların Allah’ın sürekli ya-
Ebedi olma durumu, sonsuzluk, ölümsüzlük, ebe-
ratma fiiline bağlı olarak ebediyen var olacaklarını
diyet.(1)(2)
kabul etmişlerdir.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) DİA; [EBED - Ahmet Saim Kılavuz] c. 10; s. 73
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Ebedi
Ebediyen
a. Sonsuz, son bulmayan, ölümsüz, hep yaşayacak
a. Sonsuzluğa kadar, ebedi olarak, sonsuza dek.(1)
olan, sürekli kalıcı olan, devamlı, sonsuza dek, (2)(3)(4)(5)(6)
sonrasız, zevalsiz, baki, cavid.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)
b. Hiçbir zaman, asla.(1)(2)(3)(4)(5)(6)
b. Sonu düşünülemeyen zamana ait ve onunla ilgi-
li, ebede mensup.(4)(7) c. Hiç değişmeksizin, hep aynı olarak, daima.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(8) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. Ebediyet
a. Ebedilik, sonsuzluk, daimilik, ölümsüzlük, be-
Ebedi İstirahatgah ka.(1)(2)(3)(4)(5)
Mezarlıklarımız, göbek göbek sürüp gelmiş olan b. Sonu gelmeyen, sonu olmayan zaman, sınırı ol-
atalarımızın onlardan sonra babalarımızın ve mayan gelecek.(1)(2)(3)
bizlerin, bizlerden sonra da kuşak kuşak yaşayıp (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
gidecek olan torunlarımızın ebedi istirahat yerle- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ridirler.(1) (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s, 33 (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Ebedileşmek
Sonsuz, ebedi duruma gelmek, sürekli kalıcı ol- Eber Köyü Türbesi-Afyon-Çay
mak, sonsuzlaşmak, ölümsüzleşmek.(1)(2)(3)(4) (1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 80

5
Vadi-i Hamuşan
Ebu Hureyre Türbesi-Medine Ebu Seybe El-Hudri Türbesi-İstanbul
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 1 s. 270 (1) DİA, Cilt. 35 s. 499,
(2) Envanter. a.g.e. No:28,
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 118,
Ebu Hureyre Türbesi-Afganistan
(4) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 110
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524

Ebû Seyyid Mehani Türbesi-Türkmenistan


Ebu Hüreyre Türbesi-Yunanistan
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 856

Ebu Yusuf Hazretleri Türbesi-Irak


Ebu İshak Alemdari Türbesi-Kayseri (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 298
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 10

Ebu Zer El-Gıfari Türbesi-İstanbul


Ebu İshak Çelebi Türbesi-Amasya (1) DİA, Cilt. 35, s. 494,
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 119,
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 71

Ebu İshak Türbesi-Bursa


Ebud-Derk Türbesi-Konya
(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 105
(1) Tatır, İbrahim. a.g.e., s. 129

Ebu İshaki Kaziruni Türbesi-Erzurum


Ebu’d-Dürda (Derda) Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 27,
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 29, (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 432,
(3) Özdoğan, Duygu. a.g.e. s. 126-138 (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 120,
(3) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 547

Ebu İshakzade Ishak Efendi Türbesi-İstanbul


Ebu’l Fazl Türbesi-Türkmenistan
(1) Adresler. a.g.e.
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 178

Ebu Lü’lü Türbesi-İran


Ebu’l Fida Türbesi-Hama
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 128
(1) DİA, Cilt. 10 s. 320

Ebu Said Faruki Türbesi-Hindistan


Ebu’l Hasan Harakânî-Kars
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 255
(1) Ayaz, Eyüp Sertaç. “Anadolu’ya Gelen İlk Evli-
ya-Alperen Ebû’l Hasan Harakânî ve Türklerde
Ebu Said Türbesi-Türkmenistan Türbe Kültürü”, Uluslararası Harakanî Sempoz-
yumu Bildiriler Kitabı (2012, Kars, ss. 418-428),
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 178 Ankara: Kalkan Matbaacılık.(2012). s. 5

Ebu Said-il (Seyyit) Hudri Türbesi-İstanbul Ebul Kasım Tusi Türbesi-Tokat


(1) Adresler. a.g.e., (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 27,
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 141 (2) DİA, Cilt. 10 s. 335

6
Vadi-i Hamuşan
Ebul Mucin Türbesi-Diyarbakır lusokak’ın yukarı kesimindedir. Kayseri’deki Hacı
(1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 109
Kılıç Camii ve Medresesi’nin bânisi, I. Alâeddin

E
Keykubad’ın veziri Ebü’l-Kāsım-ı Tûsî tarafından
henüz kendisi hayatta iken 631 (1234) yılında
Ebu’l Şems Türbesi-Tokat
yaptırılmıştır. Halk arasında Ali Tûsî Türbesi
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 101 adıyla anılmakla beraber bu ismin türbede yatan
şahsın babasına ait olduğu kitâbeden açıkça anla-
Ebu’l-Haris El-Levs Türbesi-Mısır şılmaktadır.

(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 2 s. 287 Türbe kare planlı olup gövdesi yarı hizadan iti-
baren sekizgen bir yüksek kubbe kasnağına dö-
nüşmüştür. İç mekânı örten tromplu kubbe, dı-
Ebu’r Rıza Türbesi-İstanbul
şarıdan piramit biçimi bir külâhla kapatılmışsa
(1) Adresler. a.g.e., da bugün yıkık olan bu külâhın yerinde kiremit
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 122 örtülü bir çatı bulunmaktadır. Duvarlar tuğladan
örülmüş ve kirli sarı kalın bir sıva ile kaplanmış-
Ebu’r-Rıza Mehmed Efendi Türbesi-istanbul tır. Ön yüzünde türbenin en dikkat çekici kısmını
oluşturan iki pencere mevcuttur. Pencere açıklık-
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 47
ları, zemin hizasından başlayan ve iki mislinden
fazla yükseklikte olan birer dikdörtgen nişin alt
Ebussuud Efendi Türbesi-İstanbul yarısında yer almakta, üstlerinde de sivri kemer-
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4 li birer yüksek alınlık bulunmaktadır. İçeri doğru
üç seviyeli olan nişlerin üst pervazları ile alınlık
Ebuülfettah Enisi (Lal Baba) Türbesi-Erzurum kemerleri arasında, kirli sarı zemin üzerine fîrûze
çini mozaikle iki âyet yazılmıştır. Nişlerin diğer
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 63 kısımları ile alınlıkların içi fîrûze, lâcivert ve mor
çini mozaikle yapılmış birbirini kesen altıgenler-
Ebuzer Guffari Türbesi-İstanbul den mürekkep geometrik desenlerle süslenmiştir.
Pencere nişlerinin üzerinde, dar bir saçaklıkla ko-
(1) Adresler. a.g.e.,
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 130
runan ince uzun ve iki satırlı kitâbe yer almakta-
dır. Türbenin güneydoğu köşesine geç devirlerde,
duvar oyulmak suretiyle kemerli ve içbükey nişli
Ebü’l-Abbas Seyyari Türbesi-Türkmenistan kitâbesiz bir çeşme yapılmıştır.(1)
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 (1) DİA; [EBÜ’l-KASIM-ı TÛSÎ TÜRBESİ - Ara Altun]
c. 10; s. 335
Ebü’l-Hasan-ı Şazili Hazretleri Türbesi-Tunus
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 5, s. 391 Ebva (Ümmünnebî Mezarı)
Hz. Peygamber’in annesi Âmine’nin kabrinin bu-
Ebü’l-Kasım Hûi Türbesi-İran lunduğu yer.

(1) DİA, Cilt. 18 s. 310 Mekke-Medine yolu üzerinde Medine’ye daha ya-
kın bir yer olup Bedir’den sonra Sukyâ ile Cuhfe
arasında, Medine’ye yaklaşık 190 km. uzaklıktadır.
Ebü’l-Kāsım-ı Tûsî Türbesi
Bu bölgede Damre ve Eslem kabileleri yaşıyordu.
Selçuklu emîrlerinden Ebü’l-Kāsım b. Ali et- Bugün Râbiğ kasabasına bağlı bir köy olan Ebvâ,
Tûsî’nin Tokat’ta bulunan türbesi. Âmine’nin kabrinin bulunduğu yer olması sebe-
Üzerinde Dânişmend ve Selçuklu eserlerinin yer biyle İslâm kaynaklarında çokça zikredilmiştir. Hz.
aldığı, Tokat’ın en eski caddesi olarak bilinen Su- Muhammed altı yaşlarında iken Âmine, onun do-

7
Vadi-i Hamuşan
ğumundan önce vefat eden babasının Medine’de miştir” dedi. Sonra da annesinin kabrine gitti, kab-
bulunan kabrini ve dedesi Abdülmuttalib’in anne- ri düzeltti ve ağladı; onun ağladığını gören sahâbî-
si dolayısıyla ailenin dayıları sayılan Neccâroğul- ler de ağladılar. Kendisine niçin ağladığı sorulunca,
ları’nı ziyaret etmek üzere oğlu ve câriyesi Ümmü “Annemin şefkat ve merhameti gözümün önüne
Eymen ile birlikte Medine’ye gitti. Medine’de bir geldi de onun için ağladım” cevabını verdi.(…)
ay kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken Ebvâ’da Ebvâ’da, Hz. Peygamber’in Vedâ haccına giderken
vefat etti ve oraya defnedildi. Hz. Muhammed’in namaz kıldığı Remâde Mescidi bulunmaktadır.(1)
dadısı Ümmü Eymen Mekke’ye getirdiği Muham-
(1) DİA; [EBVÂ - Mustafa Fayda] c. 10; s. 378-379
med’i dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti. Bazı riva-
yetlerde Abdülmuttalib’in de bu yolculuk sırasında
onlarla birlikte olduğu kaydedilir. Ebz
Bugün Ebvâ’ya birkaç kilometre mesafede Üm- Ani ölüm, birden ölme.(1)(2)(3)
münnebî denilen mevkide olup bölge halkı tara- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
fından Âmine’ye nisbet edilen kabrin etrafı basit (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
şekilde taş yığınıyla çevrilmiştir. Kabrin üzerinde (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
daha önce mevcut olduğu bilinen yapı ise son za-
manlarda yıktırılmıştır.
Ecdas
Hz. Peygamber’in Kureyşli müşriklere karşı dü-
Kabirler, mezarlar.(1)(2)(3)
zenlediği ilk gazve, hicretin 2. yılı Safer ayında
(Ağustos 623) gerçekleştirilen ve yörede bulunan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Veddan köyüne izâfetle Veddan Gazvesi diye de (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
anılan Ebvâ Gazvesi’dir (Buhârî, “Megāzî”, 1). (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Muhacirlerden oluşan yetmiş kişilik bir grupla
Medine’den Ebvâ’ya kadar gelen Hz. Peygamber Ece Sultan Türbesi-Yunanistan
Kureyşliler’le karşılaşmadığından herhangi bir sa-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 726
vaş olmamıştır. Bu gazve sırasında Resûl-i Ekrem
Benî Damre kabilesiyle, birbirlerine saldırmama-
ları ve onların müslümanların düşmanlarıyla iş Ecel-i Kaza
birliği yapmamaları konusunda bir antlaşma yap- a. Kaza sonucu ölüm.(1)(2)(3)
mıştır (Hamîdullah, s. 266-267). b. Tehlikeye uğramak suretiyle, “tesadüfî olarak”
Hicretin 3.(625) yılında bazı Kureyşliler Uhud Gaz- gelen ecel.(4)
vesi için Mekke’den Medine’ye giderken Ebvâ’da c. Tabii sayılmayan sebeple ölüm.(5)
konakladıklarında, Bedir’de katledilen yakınları-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nın intikamını almaya teşvik için, orduya katılan
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kadınların Hz. Peygamber’in eline düşmesi halinde
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kullanılmak üzere Âmine’nin mezarını açıp kemik-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
lerini yanlarında götürme fikrini ortaya atmışlar-
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
dır. Hatta Ebû Süfyân’ın karısı Hind, bu kemiklerin
her birinin esir olacak her insan için birer fidye
olabileceği görüşünü ileri sürmüştür. Ancak Ebû Ecel-i Mev’ut
Süfyân’ın ileri gelen Kureyşliler’le görüşmesinden Doğal ölüm, tabii olarak gelen ecel.(1)(3)(4)(5)
sonra böyle bir davranışın doğru olmayacağına ka- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rar verilmiştir (Vâkıdî, I, 206; Belâzürî, I, 95). (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hicretin 6. yılında (628) Hz. Peygamber Hudeybi- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
ye’ye giderken Ebvâ’ya uğradı ve “Allah, annesinin (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kabrini ziyaret etmesi için Muhammed’e izin ver- (5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

8
Vadi-i Hamuşan
Ecel-i Nâgehan veya eşi ölen kadının tekrar evlenmeden önce bekle-
Ansızın gelen, ani ölüm, ecel.(1)(2) mesi gereken süre (iddet), kâfirlerin helâk edilmeden

E
evvel kendilerine tanınan müddet anlamlarında
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
olmak üzere ecelin hepsi de sözlük mânasıyla il-
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
gili çeşitli kullanılışları vardır (M. F. Abdülbâkī,
el-Mucem, “ecl” md.).
Ecel-Resîde
Bazı âyetlerde ay, güneş ve diğer gezegenlerin dü-
Eceli gelmiş.(1) zenli hareketlerinin süresinin belirlenmiş olduğu
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ifade edilirken (er-Ra‘d 13/2; er-Rûm 30/8; Lok-
mân 31/29) bir kısmında göklerin, yerin ve ikisi
Ecel arasındakilerin tâbi olduğu kozmik düzenin bozu-
lacağı bir vaktin bulunduğu anlatılır (el-En‘âm 6/2,
a. Her canlı için takdir edilmiş, yazılı olduğuna
128; İbrâhim 14/10; el-Ankebût 29/5, 53).
inanılan ölüm zamanı, ömrün son demi, ya-
şamın sonu(1)(2)(3) İslâm inancına göre, Allah Ecelle ilgili âyetlerde, Allah’ın her insan için bir
katında bilinen, her canlının “özellikle insanın” yaşama süresi ve bir ölüm vakti belirlediği ifa-
hayatının sona ereceği zaman demektir.(6) Mu- de edilmiş (el-En‘âm 6/2, 60), kendilerine uzun
ayyen vakit, tayin edilen vakit, belli vakit, bir ömür verilenlerin de ömrü kısaltılanların da mut-
şeyin son vakti, ölüm, hayatın sonu.(2)(4)(7)(10) laka bir kitapta yazılı olduğu bildirilmiştir (Fâtır
Belirlenmiş gelecek zaman, süre, verilmiş süre- 35/11). İlâhî buyruklara uyanların tayin edilmiş
nin sonu, vakit,(6) bekleme süresi.(10) ölüm vaktine kadar güzel bir şekilde yaşatılacak-
ları müjdelenirken (Hûd 11/3) zalimlerin de ecel-
b. Allah tarafından her canlı için önceden takdir
leri gelinceye kadar cezalandırılmayacağı, ancak
edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan
zamanı gelince bir anlık öne alış veya erteleme ya-
ölüm vakti anlamında kelam terimi.(5)
pılmayacağı belirtilmiştir (en-Nahl 16/61; el-An-
c. Yaşamın son anları.(10) kebût 29/53).
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Bazı insanların hayatlarının ihtiyarlamadan önce
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. sona erdirildiği, bazı kişilerin ise kendileri için
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. belirlenen süreye kadar yaşatıldığı anlatılmış (el-
(4) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. Mü’min 40/67), ayrıca fertler gibi toplumların da
(5) DİA; [ECEL - Cihat Tunç] c. 10; s. 381 ecelleri bulunduğu ve yıkılış zamanı gelince bu-
(6) Akay, Hasan. a.g.e. nun bir anlık bir süre için öne alınmayacağı gibi
(7) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. geriye bırakılmayacağı da haber verilmiştir (el-
(8) Albayrak, Nurettin. a.g.e. A‘râf 7/34; Yûnus 10/49; el-Hicr 15/5).
(9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Ecel kelimesi Kur’an’daki kullanılışlarına benzer
(10) Kanar, Mehmet. a.g.e.
şekilde çeşitli hadislerde de yer almaktadır (Wen-
sinck, el-Mucem, “ecl” md.).
Ecel Anlayışı
Bazı hadislere göre eceli gelmeyen hastalar şifa
Allah tarafından her canlı için önceden takdir bulur; bu sebeple ziyaretçiler hastalar için şifa di-
edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm leğinde bulunmalıdır (Müsned, I, 239).
vakti anlamında kelâm terimi.
Bir kısım hadislerde ecelin insanın emellerine
Sözlükte geleceğe ait olmak üzere “belirlenmiş ulaşmasına engel olduğu, her insanın ecelinin
zaman, muayyen bir müddetin sonu” anlamına önceden takdir edildiği bildirilirken (Müsned, V,
gelen ecel, bu temel anlamından hareketle iddet 197; Tirmizî, “Tefsîr”, 2) diğer bir kısmında, çok
süresi ve borcun vadesi için de kullanılır. uzun ömürlü olmaktan Allah’a sığınan Hz. Pey-
Kur’ân-ı Kerîm’de hayat süresinin sonu (ölüm vak- gamber’in kendisine hizmet edenlere uzun ömür-
ti), borç için belirlenen son ödeme tarihi, boşanan lü olmaları için dua ettiği, akrabayı ziyaret edip

9
Vadi-i Hamuşan
onları gözetmenin, komşulara karşı güzel davran- Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın izni olmadıkça hiçbir
manın ve sadaka vermenin ömrü uzattığı ifade nefsin ölmeyeceği, ölümün vakti tayin edilmiş bir
edilmiştir (Müsned, III, 156; VI, 159; Buhârî, “Da- yazıya göre vuku bulduğu bildirilmiştir (Âl-i İm-
avât”, 26; İbn Mâce, “Mukaddime”, 10; Tirmizî, rân 3/145). Ayrıca eceli gelen hiçbir nefsin yaşa-
“Daavât”, 113). tılmayacağı kesin bir şekilde anlatılarak herkesin
Ashabın anlayışına göre eceli gelmeyen insanın eceliyle öldüğüne işaret edilmiştir (el-Münâfikun
bir hastalıktan ölmesi veya herhangi bir kimse 63/11).
tarafından öldürülmesi, buna karşılık eceli gelen İlâhî ilim mümkini mümkin olarak, vâkii de gerçek-
kimsenin de ölümden kurtulup yaşamaya devam te olduğu gibi ihata eder. İki ecel kabul etmek veya
etmesi mümkün değildir. ecelin değişebileceğini savunmak ilâhî ilimde deği-
Nitekim düşmanlarıyla korkutulan Hz. Ali, ecelin şikliğin meydana gelebileceğini benimsemek anla-
insanı ölümden koruyan sağlam bir kalkan oldu- mına gelir ki bu husus, Allah’ın kullarının âkıbet-
ğunu söylemiş ve insanın eceli gelince de düşmanı lerini önceden bilmeye muktedir olmamasını ve
tarafından atılan okun hedefinden sapmayıp o dolayısıyla O’na bedâ görüşünün nisbet edilmesini
insana isabet edeceğini, yaralanması halinde ise gerekli kılar, bu ise ulûhiyyet makamıyla bağdaş-
iyileşmeden öleceğini belirtmiştir (Muhammed maz (Mâtürîdî, I, vr. 196ª, 315b; III, vr. 711ª).(…)
er-Rîşehrî, I, 27). Ecel konusunda mezhepler arasında görülen ih-
tilâflar, daha çok iki ecelin bulunup bulunmadı-
Ecel Çekti ğına ve dolayısıyla ömrün uzayıp uzamayacağına
ilişkindir. Genel olarak Mu‘tezile ve Şîa insanların
Kaza sonucu ölümü geldi.(1)
iki eceli olduğunu ve ömürlerinin uzayıp kısala-
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s.209 bileceğini savunurken Ehl-i sünnet umumiyetle
muhkem âyetlere dayanarak insanların bir tek
Ecel Düşüncesi ecelleri bulunduğunu, bunun da ölümleriyle ger-
çekleşen vakit olduğunu kabul etmiştir.
Ecel meselesi kader problemine bağlı olarak kelâm
âlimleri arasında tartışılan önemli konulardandır. Ecelin kazâ ve kadere imanın bir parçasını teşkil
İlk defa Mu‘tezile âlimleri eceli tartışma konusu eden itikadî bir mesele olduğu ve bunun daha ziya-
haline getirmişler ve farklı şekillerde açıklamışlar- de ilâhî ilim ve iradeyi ilgilendirdiği dikkate alınır-
dır. Onlara göre ecel hayat süresi ve ölüm vaktin- sa, insanlar için önceden belirlenen değişmez bir
den ibarettir. İster herhangi bir dış etki olmadan ecel takdir edildiğini benimseyen görüşün daha
tabii bir şekilde olsun, ister bir kaza veya katil isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Zira
sonucu olsun her insan tek bir ecelle ölür. Ancak kişilerin sağlık kurallarına uyup uymayacakları,
kaza sonucu ölen veya öldürülen insanın bu olay- bu konuda ne gibi gelişmelerin ortaya çıkacağı,
larla karşılaşmaması halinde yine de ölüp ölmeye- herhangi bir kaza veya katil hadisesiyle karşılaşıp
ceği hususunda Mu‘tezile âlimleri farklı görüşler karşılaşmayacakları hususu ilâhî bilgi ve iradenin
ileri sürmüşlerdir.(…) kapsamı dışında değildir. İnsanların ecelleri sa-
dece Allah tarafından bilindiğine ve kendilerince
Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye’den oluşan
keşfedilmesi mümkün olmadığına göre yaşamak
Ehl-i sünnet âlimlerine göre ecel daha çok “Al-
için gerekli tedbirleri almaları kulluk vazifelerinin
lah’ın canlıların öleceğini bildiği zaman” diye tarif
bir gereğidir.(…)(1)
edilir. Buna göre ecel, hayat süresi ve ölüm için
takdir edilen zamanı ifade ettiğinden kaderle ilgili (1) DİA; [ECEL - Cihat Tunç] c. 10; s. 381
bir konudur. Bu sebeple canlıların her birinin ya-
şayacağı ecel tek olup kesinlikle değişmez. Hiçbir
Ecel Gömleği
canlı kendisi için takdir edilen zamandan önce
hayat bulamayacağı gibi hakkında takdir edilen Kefen.(1)
ölüm vakti gelmeden de ölmez.(…) (1) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

10
Vadi-i Hamuşan
Ecel kabzasından ok erişmek (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Ölmek, vefat etmek.(1) (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

E
(1) Kaya, Bayram Ali. a.g.e., s. 348
Ecir

Ecel Meleği a. Dünyada yapılanların karşılığı.(1)(3) Daha çok,


ibadet ve Allahu Teâlâ’nın razı olduğu, beğendi-
Azrail.(1)
ği güzel işler yapanlara veya sabır ve tevekkül-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. le karşılanan bir belaya karşılık verilen ahiret
mükâfatı, sevap.(3)(4)(5)(6)
Ecel şerbeti içmek b. Mükâfat, ödül.(2)
Ölmek.(1)(2) c. Ceza.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. d. Günah.(2)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. e. Aşırı güçlük ve sıkıntı.(2)
f. Aziz, sevgili.(2)
Eceli gelmek g. Bir iş veya hizmet karşılığında verilen şey, üc-
Ölüm vakti gelmek, ölümü kaçınılmaz olmak, ret.(2)
sonu gelmek, takdir edilmiş olan ölüm zamanı ge- (1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 7;
lip çatmak.(1)(2)(3) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Eceliyle ölmek
Ecir-Ücret
Herhangi bir kaza veya katil suretiyle değil de ta-
bii sayılan bir biçimde ölmek.(1)(2)(3) Sözlükte ecr “bir işe karşılık ücret ödemek, mükâ-
fatlandırmak” mânasında masdar, ayrıca “ücret”
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
veya “mükâfat” anlamında isim olarak geçer. Ke-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lime her iki kullanışa bağlı olarak “bir şeyi kiraya
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
vermek” ve “mehir” mânalarına da gelir. Ancak
İslâm literatüründe ecir daha çok mânevî ve uhrevî,
Ecellü ücret ise dünya ile ilgili konularda kullanılmıştır.
Eceli gelen, eceli gelmiş.(1) Kur’ân-ı Kerîm’de tekil ve çoğul olarak 105 yerde
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. geçen ecir bu âyetlerde daha çok “mükâfat”, bazan
da “ceza” anlamına gelir (meselâ bk. Âl-i İmrân
3/185); ayrıca “mehir” mânasında da kullanılmış-
Ecin tır (en-Nisâ 4/24, 25).
Cin, peri, şeytan vb. ecinni.(1) Bu âyetlerde belirtildiğine göre takvâ sahibi mü-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. minlere, musibetlere ve zorluklara katlanıp sab-
redenlere, Allah yolunda savaşanlara, Allah’ı çok
zikredenlere, ilâhî buyruklara uyanlara, suçluları
Ecinni
bağışlayıp sulhu sağlayanlara, fakirleri gözetip
Cin, cinler, peri,(1)(2) cin taifesinden bir fert.(3) yardımda bulunanlara, namaz kılanlara ve zekât
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. verenlere âhirette, hiçbir zaman kesintiye uğra-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. mayan büyük ecirler verilecek, bu zümrelerin yap-

11
Vadi-i Hamuşan
tıkları güzel işlerin ecirleri kat kat artarak devam 3. Mehir: Kur’an’da olduğu gibi Hz. Mûsâ’nın me-
edecektir (Âl-i İmrân 3/172, 179; el-Mâide 5/9; hir karşılığı olarak sekiz yıl müddetle çalıştığın-
el-A‘râf 7/170; Fâtır 35/7; Fussılet 41/8; el-Hadîd dan bahseden bir hadiste de ecirden mehir kaste-
57/18). dilmiştir (İbn Mâce, “Rehin”, 5).
Yine ilgili âyetlerde peygamberlerin tebliğ ve irşad Ecir, sevap ve ceza kelimeleri arasında anlam ben-
görevleri için bir ücret istemedikleri ifade edilmiş, zerliği bulunmakla beraber aralarında fark oldu-
ecirlerini âlemlerin rabbinden alacakları bildiril- ğunu söyleyen âlimler vardır. Bu âlimlere göre ecir
miş, ayrıca bu husus onların gerçek peygamberler daha çok faydalı işlere verilen karşılığı ifade eder.
olduklarını ispat eden delillerden biri olarak gös- Ceza ister faydalı (iyi) ister zararlı (kötü) olsun
terilmiştir (Hûd 11/51; eş-Şuarâ 26/109; Sebe’ bütün işlere verilen karşılık anlamına gelir. Se-
34/47; Sâd 38/86). vapta ise sadece âhiret mükâfatı söz konusudur.
Müfessirlere göre ecir kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de İlk dönemlerden itibaren itikadî, fıkhî, ahlâkî, es-
altı anlamda kullanılmıştır. katolojik literatürde ve hemen bütün müslüman
1. Sevap (en-Nahl 16/96). milletlerin dillerinde ecir yukarıda belirtilen an-
lamlarda kullanılmıştır.(1)
2. İsyana verilen ceza (Âl-i İmrân 3/185).
3. Cennet (en-Nisâ 4/40). (1) DİA; [ECİR - Muhittin Bağçeci] c. 10; s. 383

4. Ücret (Hûd 11/51).


Ecsad
5. Övgü (el-Ankebût 29/27).
Cesetler, bedenler,(1)(2)(3) vücutlar, tenler, gövde-
6. Mehir (en-Nisâ 4/24).
ler.(4)
Ecir hadislerde üç ayrı anlamda kullanılmıştır.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
1. İmana ve salih amellere karşılık âhirette ve-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rilecek olan sevap: Namaz kılmak, Allah yolunda
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
cihad etmek, ilim tahsil etmek, Kur’an okumak (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
gibi çeşitli farz ve nâfile ibadetlere; insanın eşine,
çocuklarına, yakın çevresine, hemcinslerine, hat-
Ecza-i Asliye
ta diğer canlılara karşı göstereceği sevgi, şefkat
ve onların yararına yapacağı hayırlı işlere; başa İnsanın yaratıldığından son anına kadar neye sa-
gelen türlü musibetlere sabredip ilâhî kadere bo- hip ve malik ise aynı bütün parçalar.(1)
yun eğme ve insanları iyiliğe yöneltmek için ön- (1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 218-219
cülük yapma gibi güzel davranışlara âhirette bü-
yük ecirler verileceği Hz. Peygamber tarafından
Edeb
müjdelenirken ecir kelimesi sevapla eş anlamda
kullanılmıştır. Hadislerde bildirildiğine göre Allah a. Her şeyin şartına riayet ve dikkat etmek, daima
yolunda canlarını feda edenlerin, ilminden fay- Hakk’ın huzurunda olduğunu bilerek bu huzu-
dalanılan âlimlerin, sürekli hayır sahiplerinin ve run gerektirdiği şekilde davranmak, kâinatta
geride hayır duada bulunacak evlât bırakanların Allah’ın birliğini görerek bütün yaratılmışlara
ecirleri ölümlerinden sonra da devam eder (Müs- karşı saygılı olma.(1)(4) Kişideki bir meleke olup
ned, V, 269). onu kötü hal ve hareketlerden vazgeçirir. Ta-
savvuf tümüyle edepten ibarettir. Edep kural-
2. İşçi ücreti: Herhangi bir işte çalıştırılan işçiye
lara uymayı ve resmi olmayı gerektirir.(2)
ödenecek ücretin önceden belirlenmesini öngören
ve işçinin hakkını ödemeyenlerin Allah’ın düş- b. Bir toplumda örf, adet ve kural halini almış iyi
manlığını kazanacaklarını haber veren hadislerle tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran
işçi-iş veren münasebetlerinden söz eden birçok bilgi anlamında kullanılan terim.(3)
hadiste ecir ücret karşılığında kullanılmıştır (bk. c. İnsanı kötülükten sakındırıp iyiliğe yönelten
Wensinck, el-Mucem, “ecr” md.). yeti.(5)

12
Vadi-i Hamuşan
d. Güzel huy ve iyi davranış.(5) günümüzde taş atölyelerinin işgaline mâruz kalan
e. Utanma, incelik.(5) ve içinde Kolağası Çerkez Hasan’ın açık türbesi

E
de bulunan bölüm ise altıncıyı teşkil etmektedir.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Bunlardan, mezarlığın asıl nüvesini ve en yoğun
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
kesimini oluşturan beşinci adadır.
(3) DİA;
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. , Önceleri Evkaf İdaresi’ne ait olan bütün mezar-
(5) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lığın mülkiyeti, halen Vakıflar Genel Müdürlüğü
(çok az bir kısım), şahıslar, İstanbul Belediyesi ve
Şehitlikleri İmar Cemiyeti arasında paylaşılmış
Edebali Türbesi-Bilecik haldedir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 27 Hemen sur dibinden başlayan asıl Edirnekapı Me-
zarlığı bölümü (beşinci ada) şahıslar adına kayıtlı
Edirnekapı Ermeni Mezarlığı olduğundan bugün defne kapalıdır ve mevcut taş-
lar süratle yok olmaktadır. Mezarlığı meydana ge-
İstanbul’ un en eski üç Ermeni mezarlığından
tiren bölümler, buralarda bulunan ünlü kişilerin
biridir. Sur dışında Edirnekapı Şehitliği’nin arka-
kabirleri sebebiyle bir nevi semt özelliği taşırlar;
sında bulunmaktadır. Eskiden Balat, Karagüm-
ancak bunlardan bazıları günümüze ulaşmamış-
rük ve Salmatomruk’ta ikâmet eden Ermeniler
buraya gömülmüşlerdir. Yaklaşık 1950’de duvar- tır. 1971’de Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü ta-
la çevrilmiştir. Mezarlıkta yatan önemli kişiler rafından, Haliç çevre yollarının yapımı sırasında
olarak saray ressamı Diratzu Rafayel (ö. 1780), birçok önemli bölge istimlâk edilmiş ve bu arada
tarihçi ve eğitimci Sarkis Sarraf-Hovannesyan Emîr Buhârî, İbrâhim Halebî, Münzevî, Abdullah
(1740 P-1805), tarihçi, dilci ve müstensih Kevork Kırîmî ve Şeyhülislâm İbn Kemal parselleri tama-
Der-Hovannesyan (1736-1811), matbaacı, sal- men ortadan kaldırılmıştır; sadece İbn Kemal ve
nameci ve eğitimci Matteos Hovnanyan (1741- Kırîmî’nin türbeleri başka yerlere nakledilmiştir.
1827) ve şair Selisi (Papaz Hovannes Hünkârbe- Halen mevcut olan diğer önemli semtler şunlar-
ğendi, 1774-1837) sayılabilir.(1) dır: Paşmakçızâdeler (Şeyhülislâm), Şair Bâkî
(La‘lîzâdeler Namazgâhı), Maktul Mustafa Paşa
(1) DBİA.
Tekkesi, Itrî Çelebi, Kuyubaşı Dergâhı (Emin
Baba) ve Mısır Tarlası. Mısır Tarlası olarak adlan-
Edirnekapı Mezarlığı dırılan Haliç’e bakan semtin büyük kısmı metrûk
İstanbul’un en büyük mezarlıklarından biri. mezarlık, bir kısmı da top sahası halindedir.
Eyüp sınırları içerisinde olup fetih şehidlerinin İstanbul’un fethinden itibaren şehirde yerleşen
defnedildiği Tokmaktepe Mezarlığı’nın deva- müslümanların defnedilmesiyle oluşmaya başla-
mı mahiyetinde, yine o günlerden itibaren vefat yan Edirnekapı Mezarlığı’nın bazı kısımlarında
edenlerin gömülmesiyle kurulmuştur. Edirneka- bugün II. Bayezid devri (1481-1512) mezar taş-
pı’dan Eyüp ve Rami’ye giden yolun iki tarafında larının mevcudiyeti dikkat çekmektedir. Kanûnî
yer alan bu geniş mezarlık, imar faaliyetleri sonu- Sultan Süleyman dönemine (1520-1566) ait bu-
cu bugün altı adaya ayrılmış durumdadır. rada başta İbn Kemal olmak üzere birçok şeyhü-
Edirnekapı ve Sakızağacı şehitlikleri bu altı ada- lislâm, vezir ve paşanın mezar veya türbesi yer
dan ikisini, çevre yollarından Haliç Köprüsü bağ- alıyordu. Medfun bulunan önemli kişilerin isim
lantısını sağlayan iki otoyol arasında kalmış olan, ve ölüm tarihleri mezarlığın tarihçesi açısından
içinde Şeyhülislâm İbn Kemal Türbesi’nin de bu- önemlidir.
lunduğu kısım üçüncüyü, bu parçanın aşağısında Kronolojik sırayla bu isimlerin bazıları şunlardır:
yer alan Otakçılar Mezarlığı dördüncüyü, sur ka- Hz. Hâce Emîr Buhârî (922/1516), Mahmud Çe-
pısından çıkıldığında sağa düşen ve Haliç’e bakan lebi (dergâh vâkıfı, 922/1516), Kemalpaşazâde
en geniş kısım beşinciyi, sur kapısının solundaki (Şeyhülislâm İbn Kemal, 940/1534), Zâtî İvaz

13
Vadi-i Hamuşan
Çelebi (müellif, 953/1546), İbrâhim Halebî (mü- korunabilmesi için istanbul Merkez Komutanı Al-
derris, 956/1549), Abâdî Mehmed Çelebi (müel- bay Şakir Güleç’in çabasıyla İstanbul Mebâni-i İs-
lif, âlim, 961/1553-54), Kâmî Ahmed Çelebi (şair, lamiye müdürü ve istanbul Evkaf müdürünün de
müellif, 987/1579-80), Abdullah Kırîmî (hattat, katılmasıyla 1924’te Şehitlikleri İmar Komisyonu
999/1591). oluşturulmuştur. Ancak daha fazla maddi yardım
Taşı kaybolmuş kabirler de dikkate alındığında sağlanması amacıyla Şehitlikleri İmar Cemiyeti
özellikle Kanûnî Sultan Süleyman devri sonların- kurulmuş ve şehitlik bu cemiyete devredilmiştir.
da önem kazandığı anlaşılan Edirnekapı Mezarlı- Edirnekapı Şehitliği 28.000 m2’lik bir alana ya-
ğı’na daha sonra şair Bâkî, Bekrî Mustafa, İncili yılmış, Seddülbahir, Conk Bayırı, Anafartalar ve
Çavuş ve Itrî gibi meşhurlar da defnedilmiştir. Arıburnu caddelerinin çevresindeki 160 sofadan
Bunların kabirleri günümüzde mevcuttur; ancak meydana gelmiştir. Girişte de Atatürk, Cemal
en eski tarihli taşlar kaybolmuştur. İstisna ola- Gürsel ve Conk Bayırı caddeleri bir meydana açıl-
rak Abdullah Kırîmî’nin mezar taşı önce Ayasofya mıştır. Buradaki sofaları bazı devlet ve özel kuru-
Müzesi’ne, daha sonra da Türk ve İslâm Eserleri luşlar yaptırmıştır.
Müzesi’ne nakledilerek korunabilmiştir. Kara Kuvvetleri’nde değişik tarihlerde şehit ol-
Edirnekapı Mezarlığı’nın en bakımlı kısmı, 1926’da muş subay, astsubay ve erler, harp malulü gaziler,
kurulan Şehitlikleri İmar Cemiyeti’nin kontrolün- itfaiye şehitleri de buraya gömülmüşlerdir, istan-
deki Şehitlik bölümüdür. Mezarların bir kısmı bul’da ilk tulumbacı teşkilatını kuran Davud Ger-
başka yerlerden nakledilmiş olan Şehitlik, adaları çek Ağa’nın ve bulunabilen eski tulumbacıların
birbirinden ayıran ve büyük muharebelerden adı- mezarları da buraya getirilmiştir.
nı alan caddelerle modern bir mezarlık halinde dü-
Edirnekapı Şehitliği’nde, Şehitlikleri imar Cemi-
zenlenmiştir. Kabirlerin çoğunluğunu mezar taş-
yeti’nce Çanakkale Savaşı’nda şehit düşenlerin
ları yeni harflerle yazılanlar teşkil eder. Buradaki,
anısına 1926’da bir anıt yaptırılmıştır. Şehitlikte-
sayıları 10.000 dolayında olan kabirler aile sofaları
ki bir meydanın ortasında yer alan bu anıtın mi-
ve grup grup özel mahaller şeklinde kümelenmiş-
marı bilinmemektedir. Abide beyaz mermerden
tir. Bunların çoğunluğunu devlet adamları ile (as-
olup sekiz yönlü bir kaide üzerine oturtulmuştur.
kerler, saray mensupları) İstanbul esnafı ve aileleri
Dört kenardaki üçer basamaklı merdivenlerle çı-
meydana getirmiştir. En meşhur aile mezarlıkla-
kılan platformda alçak korkuluklarla çevrili sekiz
rından birkaçı Kurşuncular, Boşnaklar, Dürrîzâde-
yönlü bir dayanak, oyma olarak sivri kemerli niş-
ler, La‘lîzâdeler ve Seyyid Hâşimî sofalarıdır.(1)(2)
ler yapılmıştı. Mukarnaslı bir friz ve tunç defne
(1) DİA; [EDİRNEKAPI MEZARLIĞI - Necdet İşli] c. yapraklanyla bezenmiş anıtın altı yüzüne Çanak-
10; s. 449 kale Savaşı’mn belirli dönemleri ve anıtın yapım
(2) DBİA, ERDEM YÜCEL
ve açılış tarihleri yazılmıştır.
Şehitliğin girişindeki meydanda selsebil, mescit,
Edirnekapı Şehitliği onun hemen ardında Şehitlikleri imar Cemiye-
Edirnekapı surları dışında, Rami Caddesi’nde Bal- ti’nin yönetim binası yapılmıştır. Hayri Arapoğlu
kan Savaşı ve I. Dünya Savaşı şehitlerinin gömül- tarafından 19. yy ampir üslubunda yaptırılan sel-
düğü mezarlık. sebil beyaz mermerden olup keskin çizgili bir sil-
Edirnekapı Mezarlığı’nm bir bölümünü meydana me ile çevrelenmiş, kabartma akantus yaprakları,
getiren şehitlikte Balkan Savaşı ile I. Dünya Sava- istiridye kabuğu motifleri ile bezenmiştir. Sebilin
şı’nda yaralanarak istanbul’a getirilen ve burada ön yüzüne üç büyük mermer, bunların yanlarına
ölenler, 16 Mart şehitleri, itfaiye şehitleri, eski dörder küçük çanakçık yerleştirilmiş, böylece su-
tulumbacılar gömülmüştür. Şehitlik I. Dünya Sa- yun akışı yönlendirilmiştir.
vaşı’nda Harbiye Nezareti’nce yönetilmiş, Cum- Şehitlikteki çeşme 19. yy’ın en güzel çeşme ör-
huriyet’in ilanından sonra da Milli Müdafa Vekâ- neklerinden biridir. Üzerindeki kitabede 1862’de
leti’ne geçmiştir. Şehitliğin bakımı ve daha iyi Gümüşsüyü Askeri Hastanesi yanında yapıldığı,

14
Vadi-i Hamuşan
Şehitlikleri imar Cemiyeti’nce 1939’da buraya ge- Edvâr-ı Vucud
tirildiği yazılıdır. Ancak çeşmenin orijinal kitabesi a. Varlık dereceleri, dönemleri, dönüşümü.(2)

E
günümüze gelememiş, bu nedenle de banisinin
b. Ariflere göre varlığın devrelerinden maksat,
kim olduğu öğrenilememiştir.
varlığın kendi mümkün kemal mertebelerine
Şehitlik girişindeki mescit 1948-1949’da, Şehit- dolaşması ve ilklerin ilki olana geri dönmesidir.
likleri İmar Cemiyeti tarafından yaptırılmıştır. (1) Varlık yukarıdan aşağı iner. Bir iniş bir yarım
Sekizgen planlı, çatılı küçük bir mescit olup mina- daire şeklinde düşünülür. Sonra varlık aşağıdan
resi mihrap duvarının yanındadır.(1) yukarı doğru çıkar. Bu çıkış da bir yarım daire
(1) DBİA, ERDEM YÜCEL, olarak tasavvur edilir. İki yarım daire bir daire
meydana getirir. Böylece bir varlık bir daireyi
Edhem Baba Hazretleri Türbesi- dolaştıktan sonra çıkış noktasına döner. Her
İstanbul-Edirnekapı şey aslına döner. O’ndan gelen O’na döner.(2)

(1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e. s. 149 (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Edhem Baba Türbesi-İstanbul


Edviye-i Mühlike
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 10,
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 433,
Zarar verici, öldürücü ilaçlar.(1)
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 129 (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Edhem Baba Türbesi-Ankara Ef’âl-i Hissiye


(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 104 İnsan için sadece duyu ve gözlem ile yeterli olan
hırsızlık, zina, öldürme gibi fiiller.(1)
Edhem Paşa Türbesi-İstanbul (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65


Ef’âl-i Iztırâriyye
Edhemi İnsanın kendi irade ve isteği dışında olan nefes
a. Bektaşi tarikatında bir kolun adıdır.(1) alıp vermek, ölmek gibi fiiller.(1)
b. Mezar taşlarında katibi kavuk biçimi sembolle- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
rinden biridir.(2)
c. Edhemiye tarikatına mensup olan kimse.(3) Efarit
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; a. Şeytanlar(1)(2)(3)
(2) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27; b. Hain olan cinler.(1)(2)(3)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
c. Hilekârlar, kurnazlar, cüretliler, düzenbazlar.(1)
(2)(3)
Edhemiye
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Şeyh Ebu İshak İbrahim bin Edhem tarafından (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kurulan, batını inançları benimsemiş ve sonra (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Bektaşilik içinde erimiş bir tarikat.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Efe, Nuray, Behiye
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 42094
Edir ile Bedir Türbesi-Malatya
Mezar Taşlarında Plastik Düzen (Merzifonlu Kara Mus-
(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53 tafa Paşa Haziresi Üzerine Bir Araştırma), Marmara Ü.,

15
Vadi-i Hamuşan
Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi ABD, Y. Lisans Tezi, d. Gerçeğe dayanmayan, gerçek dışı boş söz, saç-
S.79, 1995 ma sapan lakırdı.(3)(6)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. e. Dillere düşmüş, meşhur olmuş hadise.(6)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Efe Sultan Türbesi-Afyon-Şuhut (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Kalafat, Yaşar.2 “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri
(4) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
İle Halk İnançlarında Tavaf/Dönme.” Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Diyarbakır (2008): 453-463. s. 3 (5) Kaya, Doğan. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Efin
Efsun
Kefen.(1)
a. Büyü, sihir, tılsım, afsun, arpağ, rukye, gözbağcı-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lık, gözbağı.(1)(2)(3)(4)(6)(7)(8) Bazı metâlib husûlü
ve insân’ü hayvan zapt teshîri için okunan azi-
Eflaki met ve rukye. Ehl-i havas dedikleri üfürükçüle-
rin okudukları dua vesaire, büyü, sihir.(6)
a. Göklere mensup.(1)
b. İnsanı hükmü altına alıp kendinden geçirecek
b. Melek,(1) gökte oturan, eflâke mensup melek.(2)
kadar kuvvetli tesir, büyüleyici etki, cazibe.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. c. Fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Kur’an-ı Kerim’den olmayan, manasız yazılar
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. kullanmak. Manası bilinmeyen ve imanın git-
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. mesine sebep olan şeyleri okumak.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Eflakiyan (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Melekler.(1)(2)(3) (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
b. Gökte oturanlar.(2) (4) Pala, İskender. a.g.e.,
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (6) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (8) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Efrumiye Banu Türbesi-Amasya Efsunkâr


(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 a. Efsun yapan, sâhir, büyücü.(1)(2)
b. Sihirli, büyülü, çekici, büyüleyici.(2)(3)
Efsane (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
a. Eski çağlardan beri söylenegelen ve olağanüstü (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
varlıkları, olayları ve kahramanları konu alan (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hayali hikâyeler, söylence, mitolojik hikâye.(2)(4)
b. Halkın hayal gücünden doğan ve dilden dile Eğlence Baba Türbesi-Edirne
söylenirken anlatanın hayal gücüyle biçim de-
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
ğiştirerek olağanüstü nitelikler kazanan hikâ-
ye.(1)(2)
c. Asılsız, hayal mahsulü hikâye, söylence, masal, Eğridir Baba (Dede Sultan) Türbesi-Isparta
fesâne.(1) (1) Doğan, Nermin Şaman.. a.g.e. s. 93

16
Vadi-i Hamuşan
Ehl-i Âbâ leri, çocukları, torunları Hasan ve Hüseyin ve
a. Aba ehli.(1) damadı Hz. Ali.(3)(4)(5)(6)

E
b. Aba halkı.(1) c. Allah’ı iyice anlamış kimseler.(4)
c. Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ailesi.(1) (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ehl-i Âhiret
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
a. Ölüler.(1) (6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
b. Dünyaya itibar vermeyen, dünyadan elini eteği-
ni çekmiş olan kimse, ahiret adamı.(2)(3) Ehl-i Cehennem
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Cehennem ehli, cehennemlikler, günahkârlar.(1)
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (2)(3)
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Ehl-i Arz (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
a. Yer ehli.(1)
b. Cin, peri, şeytan gibi yaratıklar.(1) Ehl-i Cennet
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Cennet ehli, cennete girecek olanlar, cennetlikler.
(1)(2)(3)

Ehl-i Azâb (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Cehennem azabına çarptırılanlar.(1) (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Ehl-i Bâtın Ehl-i Duzeh

a. Öze vakıf olan.(1) Asiler, günahkârlar ve cehennem ehli.(1)

b. Tanrısal sırra ermiş olanlar, sofiler.(1) Evliya.(2) (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Ehl-i Hâl
a. Hakikat ehli, bildiğini, inandığını tatbik eden,
Ehl-i Behişt kendinden geçme sırrına eren kimseler. Der-
vişler, sofular, sufiler, zahitler, ilâhi tecellilere
Cennetlik.(1)
mazhar olan kişiler.(1)(2)(3)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
b. Ulema.(2)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Ehl-i Bevâr
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Cehennemlikler, yok olup gidenler.(1) (3) Cebecioğlu, Ethem. “Tasavvuf Terimleri Ve De-
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. yimleri Sözlüğü.” Ağaç Kitabevi Yayınları, (2009).

Ehl-i Beyt Ehl-i Halvet


a. Hane halkı, aile, familya.(1)(2) Allahu Teâlâ’yı zikretmek için bir köşeye çekilen
b. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yakınları, akrabası. ve insanlardan uzaklaşan kimselerdir.(1)
(1)(2) Peygamber ailesi, Hz. Muhammed’in eş- (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

17
Vadi-i Hamuşan
Ehl-i Hangâh Ehl-i Nâr
Seyru süluk ehli, hangâh ve dergâhta ikamet eden- Cehennemlikler.(1)(2)(3)
ler.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Gazâli, İmam, a.g.e., s. 340

Ehl-i hizmet
Ehl-i Taat
Hangâhın hizmetkârlarıdır.(1)
Amel defterlerini sağ tarafından alanlar.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 290

Ehl-i İnkıta Ehl-i Tarîk


İnsanlardan koparak ruhani âlemlere bağlanmış Bir tarikata girmiş kimse, derviş, tarikat mün-
kimselerdir.(1) tesipleri.(1)(2)(3)(4)(5) Hakk’ı idrak yolunun ikinci
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. derecesi olan tarikat mertebesinde bulunanlar.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ehl-i irfan
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Allah’a vasıl olmak ve O’nu tanımak.(1) (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Bardakçı, Mehmet Necmettin. a.g.e. s. 253
Ehl-i Tecrîd
Ehl-i Keşf Dervişler, kendini dünyadan soyutlayanlar.(1)
Hakk’ın her an tecelli edişini ve her tecellinin (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Halk-ı cedid yani yeniden yaratma olduğunu mü-
şahede yoluyla bilenlerdir.(1) Ehli Hatun Türbesi-Amasya
(1) Bardakçı, Mehmet Necmeddin, a.g.e., s. 49 (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 31

Ehl-i Kubur Ehram


Kabir ehli, ölmüş olanlar, ölüler, mezarda yatan- Piramitler,(2) Mısır firavunlarının piramit biçi-
lar.(1)(2)(3) mindeki mezarlarına verilen ortak ad,(1)(3)(2)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Ehramen
Ehl-i Mahşer
a. Şeytan.(1)
Kıyamette dirilecek olanlar.(1)
b. Dev.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Ehl-i Naîm
Ehremen
Cennette oturanlar.(1)
a. Zerdüştlerin inandıkları kötülük ve karanlık
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. tanrısı.(1)(2)(3)(4)  Zerdüşt’e nispet edilen Gât-

18
Vadi-i Hamuşan
hâ’larda, iyilik gücü Ahura Mazda’nın (Hür- Ekmekçibaşı Ali Ağa Türbesi-İstanbul
müz) karşıtı olan kötü gücü ifade etmek üzere (1) Adresler. a.g.e.

E
kullanılan Angra Mainyu ile eş anlamlı olarak
eski İran kutsal metni Avesta’da geçen tabir.(5)
b. Kötü ruh.(2) Ekmekçibaşı Muhyiddin Mehmed Türbesi-
İstanbul
c. Şeytan.(1)(2)(3)(4)
(1) Adresler. a.g.e.
d. Dev.(1)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ekmekçizade Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 10 s. 548,
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Envanter. a.g.e. No:8
(5) DİA

Ekber Şah Türbesi-Hindistan El Hoca Ata Türbesi-Kazakistan

(1) DİA, Cilt. 10 s. 543 (1) Bubur, Rüçhan. a.g.e. s. 128

Ekberiyye Elbasan Büyük Tekke Türbesi-Arnavutluk


Muhyiddin Arabî tarafından kurulan tarikat, ta- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 54
savvufi ve fikri bir hareket.(4)(2)(1)(3)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Elbiz
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Şeytan.(1)
(4) DİA (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Ekhidna
Eldem, Halil
Ejderler soyunu sayarken Hesiodos, Ekhidna’ya Milli Ktp./Tasnif No: 2001 AD 3022
uzun bir parça ayırmıştır. Bu azman yaratık,
Trabzon’da Osmanlı Kitabeleri, Trabzon Belediyesi,
Pontos’la Gaia’nın dölünden Khrysaor’la Kallir-
2001, Trabzon
hoe’den doğmadır. Typhon’la çiftleştiği ve yer
altında, yeryüzünde ne kadar korkunç köpek ve (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
canavar varsa hepsini ürettiği anlatılır. Geryon’un
köpeği diye anılan Orthos, Hodes bekçisi Kerbe-
Elekli Baba Türbesi-İstanbul
ros, bataklıklar canavarı Hydra, ağzı ateş saçan
Khrimaira ve sonra da kendi dölü Orthos’la birle- (1) Adresler. a.g.e.,
şerek Phiks’i ve Nemeia aslanını da doğurmuş. Ek- (2) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 290,
hidna’nın ini efsaneye göre Arima dağları denen (3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 81,
Kilikia’dadır. Kendi ölümsüz olduğu için yer al- (4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 245
tında hep yaşar, ama dölleri Herakles ve Bellerop-
hontes gibi yiğitlerin elinden can vermişlerdir.(1) Elem
(1) Erhat, Azra. a.g.e. a. Izdırap, keder, gam, tasa, hüzün, melal, üzüntü,
dert, elem, sıkıntı, ağrı, acı, sızı, sancı(1)(2)(3)(6)(7)
Ekmekçi Dede (Somuncu Baba) Türbesi- b. İnsanın fizikî ve psikolojik yapısının duyduğu
Kütahya maddi, manevi acı ve ıstırap anlamında bir
(1) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 112 terim.(4(6)  Elem şiddetli acı demektir. Bunun

19
Vadi-i Hamuşan
abartı bildiren sıfatı “elim”, çok acı veren anla- malar içinde Stoacılık ve kinizm, faziletli bir hayat
mına gelir. Bu sıfat Allah’a isyan edenlere yapı- sürmenin eleme katlanmayı başaranları mutlulu-
lacak azabın sıfatı olarak Kur’an-ı Kerim’de çok ğa ulaştıracağı görüşünü benimserken Epikürcü-
geçer.(5) lük ve hedonizm haz ve elem kavramlarını mutlu-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
luğun kazanılmasında ölçü kabul etmiştir. Ancak
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hedonizmin kaba hazcılığının aksine Epikürcülük
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
manevî haz ve elemleri bedenî olanların üstüne çı-
(4) DİA; [ELEM - İlhan Kutluer] c. 11; s. 25
kararak mutluluk için daha yüksek bir ölçü haline
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 24, s. 407; getirmiştir. Eflâtun ve Aristo’ya ait ilgili fikirlerin
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e. ise Stoacılığın orta ve geç dönemlerini etkilediği
(7) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. bilinmektedir.
Bu tartışmaların İslâm felsefe tarihindeki görü-
nümü oldukça farklılık arzeder. Müslüman dün-
Elem Telakkisi
ya görüşünde âhiret inancının belirleyiciliği ve
İnsanın fizikî ve psikolojik yapısının duyduğu acı yönlendirici özelliği, mutluluk kavramının hem
ve ıstırap anlamında bir terim. dünya hem de âhireti içine alacak şekilde geniş-
Sözlükte “acı ve ağrı hissetmek” mânasında mas- letilmesine yol açmıştır. Dolayısıyla elem fikri,
dar, ayrıca “acı ve ağrı” anlamında isim (çoğulu Kur’ân-ı Kerîm’deki sürekli vurgunun etkisiyle ce-
âlâm) olarak yer alır. hennem azabı tasavvuruyla birlikte düşünülmüş-
Aynı kökten türetilen “çok acı veren” anlamındaki tür. Ancak dünya hayatında mutluluğun imkânı
elîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yetmiş iki yerde ve sınırı tartışma konusu olduğunda elem ve haz
geçmekte ve genellikle cehennem azabının şidde- kavramlarının antik felsefedeki ele alınış şekline
tini ifade etmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, yaklaştığı gözlenir.
“elm” md.). Bu çetin azabı belirtmek üzere tekrar İlk İslâm filozofu olarak anılan Ya‘kūb b. İshak
edilen azâbün elîm tabiri, “verdiği acı son sınırına el-Kindî, üzüntüyü insan nefsinin duyduğu acı-
ulaşmış azap” anlamıyla etkileyici bir vurguyu dile lardan biri olarak ele aldığı el-Hîle li-defi’l-ahzân
getirir. Bir âyetteki fiil şekliyle kullanımı (en-Nisâ adlı risâlesinde konuyu felsefî terimlerle, fakat
4/104) savaşta çekilen acı ve sıkıntılara delâlet dünya-âhiret anlayışının yönlendiriciliğiyle ele
eder. Elem kelimesi hadislerde daha ziyade fizikî alır. Temel fikir, oluşma ve bozulma kanununa
ağrı ve acı anlamında kullanılmıştır (Wensinck, bağlı olan duyulur âlemin gelip geçiciliği, fizik
el-Mucem, “elm” md.). ötesi âlemin ise kalıcılığıdır. Buradan hareketle
Elem terim olarak ahlâk felsefesine ait temel bir Kindî, duyulur âlemde kayıplara ve dolayısıyla
kavramdır ve mutlulukla ilgili felsefî telakkilerin acılara mâruz kalmanın tabii olduğunu belirtir ve
ifadesinde önemli bir yere sahiptir. bu acılara katlanarak, hatta onları aşarak insanın
kayıp ve acıların olmadığı aslî vatanına, akledilir
Elem ve hazzın eski Yunan felsefesinde önem ka-
varlıkların yurduna yönelmesi gerektiğini ahlâkî
zanması, Sokrat sonrası ahlâk ekollerinin etkisi ve
bir yargı olarak ortaya koyar.
yaygınlaşmasıyla olmuştur. Özellikle Epikürcülük
ve Stoacılık, elem fikrinin haz fikriyle birlikte bir Kindî’nin öğrencisi Ebû Zeyd el-Belhî de dünya
ahlâk felsefesinin şekillendirici unsurları halini hayatında çekilen bedenî ve ruhî acıların tıp ve ah-
almasında büyük rol oynamışlardır. Gerçekte haz lâk ilminin tedavi imkânlarına rağmen bütünüyle
- elem nazariyesi konusunda birbirinin zıddı olan ve her şekliyle ortadan kalkmasının mümkün ol-
bu iki ekol, hedonizm (hazcılık) ve kinizm (kelbî- madığını, bunun ancak cennette gerçekleşebilece-
lik) şeklindeki aşırı görünümleriyle birlikte Roma ğini söyleyerek hocasını takip eder (Meśalihu’l-eb-
döneminin sonuna kadar etkili olmuştur. Sok- dân ve’l-enfüs, s. 316).
rat’ın geliştirdiği mutluluk ahlâkına dair temel fi- İslâm dünyasında elem kavramını Helenistik
kirlerin farklı yorumlanmasından doğan bu tartış- literatüre en yakın tarzda ele alan düşünür Ebû

20
Vadi-i Hamuşan
Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî’dir. Bu elem duymaz. Haz ve elem bir idrak konusudur;
konuda Fî Mâiyyeti’l-leźźe adıyla müstakil bir idrak melekeleri ve duyumlar ise ancak hayvanî

E
risâle kaleme alan Râzî, haz ve elem kavramları- nefsin bünyesindedir. Buna karşılık insanî nefis
nın mutluluk felsefesindeki hâkim rolünü açıkça güç halindeki bir melek şeklinde tasavvur edilerek
göstermiş, ancak felsefesinin özündeki Eflâtuncu onun yalnızca mânevî hazları aldığı düşünülür.
yaklaşıma rağmen sonraları hazcı (lezzî) olmakla Ancak bunun kesintiye uğrayıp eleme dönüşme-
suçlanmıştır (İbnü’l-Kıftî, s. 260). Halbuki filozo- mesi, nefsin bedenden ayrılıp fiil halinde melek
fun haz ve elem kavramları üzerinde yoğunlaş- olmasıyla mümkündür.
masının amacı hazzın elemden bağımsız bir şey Haz ve elem konusunu psikolojik ve metafizik açı-
olmadığını, elemin hazdan önce geldiğini, hazzın dan ayrı ayrı ele alan İbn Sînâ’ya göre haz “uygun
tekrar eleme dönüşebileceğini belirtmek ve bu kı- olanın idrakidir.” Buradaki uygunluk, nefsin me-
sır döngünün mutluluk arayışına temel olamaya- lekeleriyle onların idrak alanı içine giren objeler
cağını ima etmektir. (…) arasındaki uygunluktur. Meselâ tat alma mele-
Kindî ve Râzî’de ifadesini bulan bu görüşler, Aris- kesiyle tatlılık, görme melekesiyle aydınlık, öfke
tocu itidal kavramının da katıldığı bir çerçevede gücüyle üstünlük, hâfıza ile hatırlayış arasında
Fârâbî tarafından takip edilir. Fârâbî’ye göre haz- böyle bir ilişki vardır. Ancak hayvanî nefse ait bu
lar ve elemler maddî ve mânevî olmak üzere ikiye melekeler idrak bakımından mükemmel değildir.
ayrılır. Maddî olanları geçici, mânevî olanları sü- Halbuki düşünme melekesine karşılık olan nâtık
reklidir. Geçici haz ve elemlere pek aldırmamalı- nefsin idraki çok daha üstündür. Nâtık nefsin Al-
dır, çünkü onlar zıddına dönüşebilir. Sürekli haz- lah’ı düşünmesi insan için en derin haz kaynağıdır
ların peşinde olmalı, sürekli elemden ise şiddetle (Uyûnü’l-hikme, s. 59). Dolayısıyla hazzın zıddı
kaçınmalıdır. olarak elem bir uygunsuzluğun idraki olmakta
veya idrak sahibi bir varlığın var oluş şartlarına
Aynı yaklaşıma dinî bir çerçevede İbn Hazm’da
uygun düşmeyen bir olumsuzluğa uğramasından
da rastlanır. İbn Hazm, fazilete ulaşma yolunda
doğmaktadır. Ancak İbn Sînâ, varlık ve kemal
duyulan mânevî hazzı yeme, içme, cinsî müna-
fikrini mutlak anlamda temellendirebilmek için
sebette bulunma gibi tatmin yollarında duyulan
Allah hakkında başvurduğu “akıl, âkıl, mâkul” ve
hazla karşılaştırarak ilkini özellikle tercih edildiği
“aşk, âşık, mâşuk” kavramlarını birlikte ele alırken
için değerli bulur. Esasen bilge veya bilginler de
konuyu duyumlar ve idrak psikolojisinin sınırla-
şehvânî hazlara dalanlar kadar bu hazları tadabi-
rından metafizik alana taşır. Filozofa göre Allah
lir; ancak onlar değerini çok iyi takdir ettikleri bu
mutlak kemalin, iyilik ve güzelliğin zirvesindedir
iki haz türünden birini özellikle seçmişler, ötekin-
ve kendisini bu zirveden akleder. O’ndan mükem-
den yüz çevirmişlerdir. İbn Hazm, şehvânî hazla-
mel varlık olmadığı için de kendine âşıktır. Bu aş-
rın süreksiz olduğunu vurgularken “ulaşılan her
kın verdiği haz ise onu en büyük haz alıcı ve ken-
emeli hüznün takip ettiği” fikrinden hareket eder. disinden en çok haz alınan varlık kılar (el-Mebde
Çünkü ona göre şehvânî emellere nâil olununca ve’l-meâd, s. 17-18). Bu yaklaşımların sonucu ola-
haz sürekliliğini ve sürükleyiciliğini yitirecek, haz rak İbn Sînâ’ya göre aklî hazlar hissî hazların çok
alınamayınca da eleme yol açacaktır. Ancak Al- üstündedir ve aralarındaki fark hayvanlar ve me-
lah için yapılan işler hem bu dünyada hem öteki lekler arasındaki ontolojik mesafe kadar büyüktür
dünyada kesintisiz bir sevince yol açacaktır. Bunu (el-İşârât ve’t-tenbîhât, III-IV, 751). Elem konu-
gerçekleştirebilmenin temel şartı tutkulardan sunda da durum aynı açıklıkla belirtilir. İbn Sînâ,
uzaklaşmaktır (el-Ahlâk ve’s-siyer, s. 13-14, 16). gerçek azabın bedenî ve dünyevî işlerle uğraşıp
İhvân-ı Safâ’nın meseleye yaklaşımında ise insan kudsî âlemin nuruyla aydınlanmaktan ve gerçek
nefsi ön plana çıkar. Onlara göre haz ve elem an- mânevî hazları algılamaktan mahrumiyet oldu-
cak maddî planda birlikte olabilir veya birbirine ğunu söyler. Bu mahrumiyet başlı başına elemdir
dönüşebilir. Zira haz ve elemi idrak eden yalnızca ve bu ruhanî ateşin verdiği ıstırap cismanî ateşin
Aristocu anlamda hayvanı nefistir; nebatî nefis verdiğinden daha şiddetlidir (a.g.e., III-IV, 880).

21
Vadi-i Hamuşan
İbn Miskeveyh de Râzî gibi haz ve elem konusun- Elemi Cismanî
da müstakil bir eser yazmıştır. el-Leźźât ve’l-âlâm Kişinin bedeninin tümünde ya da uzuvlarından
adlı bu risalesinde derleyicilik ve eleştiri kabiliye- birinde hissettiği rahatsızlıktan kaynaklanan bir
tini başarıyla ortaya koyan filozof, bir Aristo ta- acı hali.(1)
kipçisi olmanın avantajını da kullanarak konuya
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 3
kapsamlı şekilde yaklaşmıştır. Ona göre tabiatçı
filozoflar (Ebû Bekir er-Râzî gibi) hazzı “tabii du-
ruma dönüş” olarak tanımlarken yanılmışlardır. Elemi Gayri Muhtemel
Bundan dolayı elem de “tabii durumdan çıkış” so- Elem şiddetine göre tahammül edilemeyen acı.(1)
nucu meydana gelen bir teessür değildir. Çünkü
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 3
bizzat tabii âlem, oluş ve bozuluşa tâbi olma özel-
liğiyle sükûn ve denge halini yansıtmak bir yana,
aklî âleme nisbetle akıl dışı (sofistâî) sayılabilecek Elemi Muhtemel
geçici bir dünyadır. Şu halde ölçü tabiat değil ada- Elem şiddetine göre tahammül edilebilen acı.(1)
lettir. Bu noktada İbn Miskeveyh’in aklî olanla
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 3
tabii olanı özdeşleştiren stoacı tavırdan sıyrılıp Ef-
lâtuncu-Aristocu tavrı benimsediği görülür. Sonuç
olarak bu dünyada elemler tabiattan çıkmakla de- Elemi Nefsani
ğil adalet ve itidal ölçüsünden ayrılmakla meydana Kişinin hissettiği üzüntü ve keder hali.(1)
gelir. Oluş ve bozuluş dünyasının özü itibariyle bir
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 3
“acılar dünyası” niteliği taşıdığını söyleyerek kö-
tümser bir tavır sergileyen İbn Miskeveyh, hazzı
doğuran şeyin mutlak gaye ve kemali oluşturan Elest
Allah’a aşk ile yönelmek olduğunu vurgular. Dola- a. İnsan ruhlarının yaratıldığı zaman.(4)
yısıyla insan için elemin asıl kaynağı, İbn Sînâ’da b. “Değil miyim?” anlamına gelir. Allah’ın, kul-
olduğu gibi, insanın aslî gayesine yönelik bir aşk larıyla ezelde yaptığı, kulların da bizzat şahit-
ahlâkına sahip olmayışıdır. Bu ahlâk aynı zaman- lik ettikleri toplantıda yapılan ilahi sözleşme
da dikkatini oluş ve bozuluşların ötesindeki aklî hakkında kullanılan bir terimdir.(1) Allahu
âlemde yoğunlaştırmış bir şuurun da ifadesidir. Teâlâ’nın, Âdem’i (a.s) yaratınca, kıyamete ka-
Ebû Bekir er-Râzî’nin elem tarifine karşı çıkanlar- dar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerre-
dan biri de ünlü kelâmcı Fahreddin er-Râzî’dir. ler halinde onun belinden çıkarıp onlara, “Ben
Hazzı elemden kurtulmaktan ibaret gören anla- sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap buyu-
yışın, birbirinden bağımsız olarak var olabilen ve rup, onların da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin”
kendi başlarına değer ifade eden haz ve elem kav- diye cevap verdikleri gün, zaman.(2)
ramlarını geçersiz kıldığını farketmiş bulunan Râzî,
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
hazzın insan hayatının özünde mevcut olduğuna
(2) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
dikkat çekmektedir. Düşünüre göre güzel bir şeye
(3) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 5, s. 426,
bakan insan bundan haz duyar. Bu haz insan ya-
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ratılışına uygun şartlar sayesinde algılanmıştır ve
(5) Pala, İskender. a.g.e.
elemden kurtuluşun sonucu değildir. Râzî, konuyu
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
asıl itibariyle kelâm ilminin sahası ile bağlantılı ola-
(7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
rak değerlendirmiş ve sonuçta elemin Allah’a nis-
bet edilemeyeceği, hatta İbn Sînâ’ya itiraz ederek.
Allah’ın kendi kemalinden haz duymasının bile ka- Elest Bezmi
bul edilebilir olmadığı şeklinde bir yargıya varmış- a. Ruhlar âlemi.(2)
tır (Kelâma Giriş: el-Muhassal, s. 99, 150).(1) b. Allah’ın ruhları yarattıktan sonra onları topla-
(1) DİA; [ELEM - İlhan Kutluer] c. 11; s. 25 yıp (ahitleştiği) “Ben sizin Rabbiniz değil mi-

22
Vadi-i Hamuşan
yim?” diye sorduğu ve ruhların da “Evet, Rabbi- Sivriliğinden dolayı elife benzetilmiş ve bu adla
mizsin” cevabını verdikleri toplantı.(3)(4)  anılmıştır. 12 dilimlidir.(1)

E
c. Allah’ın, Âdem’in zürriyetine bedensiz hayat ve- (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
rip rububiyetine dair söz aldıktan sonra onları
Âdem’in sülbüne geri koyup öldürmesi, ruhla- El-İyaze Billâh
rını Arş’ın hazinelerinden birine göndermesi,
Allah’a sığınmak, “Allah’a sığınırım”, “Allah’a sığı-
daha sonra ana rahminde çocuğa Allah tarafın-
nırız” veya “Allah esirgesin” anlamında kullanılan
dan ruh verilmesi, nefhedilmesidir.(1)
bir terim… Her türlü fitneden, küfürden, borçtan,
(1) Akçay, Mustafa, Gazzali Düşüncesinde Ölüm ve kötü insanlardan, sihir ve sihirbazlardan, nefsin
Kabir Hayatı, Ekev Akademi Dergisi Yıl 9, s. 23, ve Deccal’ın şerrinden, Cehennem ateşinden, bu-
s. 86, 2005; naklıktan, zulüm ve zâlimlerden, dünyevi afetler-
(2) Bardakçı, Mehmet Necmeddin, a.g.e., s.249; den, fakirlikten, Allah’a sığınmak gerektiğini Hz.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Peygamber (s.a.s.) birçok hadis-i şeriflerinde bil-
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. dirmiştir.(1)
(1) http://samil.ihya.org/ansiklopedi/el-iyazu-billah.
Eleusis html
Eleusis şehrine adını veren efsanelik kişi. Her-
mes’in oğlu ve Triptolemos’un babası olduğu Elfâz-ı Küfür
söylenir. Demeter Triptolemos’u ölümsüz kılmak
İmandan çıkıp küfre girmeye sebep olan sözler
için ateşe daldırırken, Eleusis olaya tanık olup bir
anlamında bir terim ve bu konuda yazılan, eser-
çığlık atacak olmuş, Demeter de buna kızarak onu
lerin ortak adı.
öldürmüş.(1)
Elfâz-ı küfür tamlaması, Hz. Peygamber’in Al-
(1) Erhat, Azra. a.g.e. lah’tan getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri ve
bunlardan zorunlu olarak çıkan dinî hükümleri
El-fatiha (zarûrât-ı dîniyye) inkâr etme özelliği taşıyan bü-
Genellikle dualardan sonra söylenen ve hazır kişi tün sözleri kapsamına alır.
ve cemaati Fatiha suresini okumaya davet eden Kur’ân-ı Kerîm’de elfâz-ı küfür yerine “kelime-
söz, nida.(1)(2)(3)(4)(5) tü’l-küfr” (inkâr sözü) tabiri geçmektedir (et-Tev-
be 9/74). Bu âyette, münafıkların küfür kelimesi-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ni telaffuz etmek suretiyle müslüman iken kâfir
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
oldukları ifade edilmiş ve küfür kelimesini söyle-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
menin kişiyi imandan çıkarıp küfre soktuğu belir-
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
tilmiştir.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Sözü edilen âyetin, Tebük Gazvesi öncesinde müs-
lüman olduğunu söylediği halde Hz. Peygamber’e
Elif Ana Türbesi-Kahramanmaraş
gelen vahiylere inanmak istemeyen Celâs b. Sü-
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 173 veyd’in, “Muhammed’in kardeşlerimiz için söyledik-
leri doğru ise eşeklerden daha alçak olalım” demesi
Elifi-Nemed üzerine nazil olmasından ve bu hususun da “küfür
Mevlevilikte destar biçimlerinden biri.(1) kelimesi” şeklinde nitelendirilmesinden anlaşıl-
dığına göre Resûl-i Ekrem’e bildirilen vahiylerin
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 132 doğruluğuna inanmamak dinden çıkmanın temel
sebebini oluşturmaktadır.
Elifî Taç Kur’an’da doğrudan doğruya küfür ifadeleri ola-
Bektaşilerin giydiği yassı başlığa verilen addır. rak, “Meryem oğlu Mesîh Allah’tır”; “Allah üçün

23
Vadi-i Hamuşan
üçüncüsüdür”; “Bu peygamber yalancı bir sihir- Eserinde elfâz-ı küfür konusuna geniş yer ayıran
bazdır”; “Hayat ancak bu dünya hayatıdır, ölürüz Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, küfrün bilgi-
ve yaşarız, bizi ancak zaman helak eder”; “Bu çü- sizlikten kaynaklanan “küfr-i cehli”, bilerek ve
rümüş kemikleri kim diriltir?”; “Kıyametin kopa- inatla inkâr etmek tarzında gerçekleşen “küfr-i
cağını sanmıyorum” (el-Mâide 5/17, 73; Sâd 38/4; cuhûdî (inâdî)”, dinin vâzıı tarafından yalanlama
el-Cāsiye 45/24; Yâsîn 36/78; el-Kehf 18/36) gibi alâmeti kılınan “küfr-i hükmî” şeklinde üç kısım-
sayılı örneklere yer verilmişse de Allah’a, melekle- da incelenebileceğini ve bunların sonuncusunun
rine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret günü- elfâz-ı küfrün asıl konusu olduğunu söyler (Câ-
ne inanmayanlar, Allah’ın gönderdiği hükümleri miu’l-mütûn, s. 30).
uygulamayanlar, Allah’ın âyetlerini yani Kur’an’ı İslâm âlimleri, Allah ve Resulü’nün ancak kâ-
inkâr edenler kâfir olarak adlandırılmıştır (en- firlerce söylenebileceğini veya yapılabileceğini
Nisâ 4/136, 150-151, el-Mâide 5/44; el-Ankebût bildirdikleri, müslümanların yalnız kâfirlere ait
29/47). olabileceği üzerinde icmâ ettikleri, yahut Allah ve
Ayrıca Allah’ı, Hz. Muhammed’in yanı sıra geç- Resulü’ne imanla bağdaştırılmasını imkânsız gör-
miş peygamberleri ve Kur’an’ı alay konusu yapıp dükleri söz ve davranışları elfâz-ı küfrün belirlen-
küçümseyen münafıkların bu tavırlarına dikkat mesinde temel ilke kabul etmişlerdir (Ali el-Kārî,
çekilerek müminlere, dinî değerlere karşı alaycı Şerhu’ş-Şifâ, II, 528).
tavır sergileyenlerden uzak kalmaları emredilmek Elfâz-ı küfürle ilgili eserlerde küfrü gerektiren söz
suretiyle bu tür davranışların da küfre götürdü- ve ifadeler genellikle beş grupta toplanmıştır.
ğüne işaret edilmiştir (el-Mâide 5/57; et-Tevbe 1. Ulûhiyyetle ilgili olanlar: Allah’ın zâtı, sıfatla-
9/65-66; el-En‘âm 6/10; el-Enbiyâ 21/41). rı ve fiilleri konusunda ulûhiyyet makamıyla bağ-
Hadislerde az da olsa müminleri küfre götüren söz daşmayan, tevhid ilkesine aykırı düşen, naslarla
ve davranışlar üzerinde durulmuştur. Buna göre belirlenmiş sıfatların inkârına götüren, yaratıcıyı
müslümanları tekfir edenler (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, yaratıklara benzeten, ulûhiyyete ait herhangi bir
15), Allah’tan başkasının adına ant içenler (Buhârî, hususu alaya alan veya ilâhî buyruklardan birini
“Îmân”, 112), kâhinlere gidip verdikleri haberleri reddeden sözler.
tasdik edenler (İbn Mâce, “Tahâret”, 122), Kur’an 2. Nübüvvete dair olanlar: Son peygamber Hz.
hakkında tartışanlar (Müsned, II, 258) ve küfre Muhammed dahil olmak üzere bütün peygamber-
rızâ gösterenler (Müslim, “Fezâilü’ś-śahâbe”, 161) lerin ilâhî emirleri insanlara tebliğ etmekle görev-
kâfir olarak nitelendirilmektedir. (…) lendirilmiş elçiler olduklarını reddeden, onlarla
İslâm akaidinde çeşitli görüş ve kanaatleri sebe- alay edip getirdikleri vahyi yalanlayan ifadeler,
biyle kişileri veya grupları tekfir etme faaliye- ayrıca peygamberleri kötüleyen, küçümseyen ve
ti bilindiğine göre ilk defa Hâricîler tarafından onlara dil uzatan lafızlarla namaz, oruç, zekât,
başlatılmış, değişik akaid mezheplerinin ortaya hac, cihad gibi ibadetleri Peygamber’in öğrettiği
çıkmasından sonra da özellikle III.(IX.) yüzyıldan şekilde kabul etmemeyi, herhangi bir insanı veya
itibaren farklı mezhepleri benimseyenlerin karşı- ona ait görüşleri peygamberden üstün göstermeyi
lıklı olarak birbirlerini tekfir etmeleri yaygın hale dile getiren sözler.
gelmiştir. 3. Kur’an’a ilişkin olanlar: Kur’an’ın tamamını
Tekfir meselesine başlangıçta akaid, kelâm, fıkıh veya bir kısmını inkâr eden, Kur’an’daki iman,
ve tefsir kitapları içinde yer verilirken zamanla bu ibadet, hukuk, ahlâk konularına ilişkin bilgilerin
konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır. Daha yanlışlık ve eksiklik taşıdığını öne süren, haram
çok risale tarzında yazılan bu eserlerde elfâz-ı kü- kıldıklarını helâl ve helâl kıldıklarını haram sayan
für konusu, küfrü gerektiren söz ve davranışları beyanlar, Kur’an’ın Allah kelâmı olmadığını öne
belirleyen temel ilkeler, elfâz-ı küfür çeşitleri ve süren, onu küçümseyip alaya alan ifadeler.
elfâz-ı küfrü söylemenin doğurduğu sonuçlar çer- 4. İslâmî ilimlere ve İslâm âlimlerine dair olan-
çevesinde ele alınmıştır. lar: İslâmî ilimlere ve İslâm âlimlerine karşı tavır

24
Vadi-i Hamuşan
alıp dinin gelişmesine yönelik hizmetleri engelle- lirlemek amacıyla elfâz-ı küfür konusuna önem
yici sözler, İslâmiyet’i temsil ettiklerinden ötürü verdikleri anlaşılmaktadır. Zorlama te’villere ve

E
âlimler hakkında sarfedilen alaycı ve küçümseyici ilzâmî yollara başvurularak ortaya konan küfür
ifadeler. lafızlarından başka sübjektif değerlendirmelere
5. Çeşitli konulara dair olanlar: Bu türe, kıyasa açık bulunanlar bir tarafa bırakılırsa zarûrât-ı dî-
dayanılarak veya ilzâmî yollara başvurularak orta- niyye ile ilgili olan ve âdeta slogan haline getirilen
ya konan küfür lafızları dahil edilmiştir. Meselâ bazı ifadeler önemini hâlâ korumaktadır. Kur’an’ı
zalim bir devlet reisine âdil demek küfür sözü sadece Araplar’a mahsus bir kitap sayan, yine
kabul edilmiştir. Zira devlet reisinin yaptığı zali- Kur’an’ı Hz. Muhammed’in kendi eseri ve felsefe-
mane icraat adaletli gösterilmek suretiyle İslâm’ın si olarak gösteren, İslâmiyet’in veya şeriatın çağ
haram kıldığı zulmün dolaylı biçimde helâl telakki dışı bir sistem olduğunu idDİA eden ifadeler bu
edildiği sonucuna varılmıştır (Gümüşhânevî, s. gruptan sayılır.
42-86). İslâm hukukçuları tarafından öne sürülen şartlar
Bazı kitaplarda bu tür konularla ilgili olarak or- çerçevesinde küfür lafızlarını sarfeden bir müslü-
taya konulan ayrıntılı elfâz-ı küfür listelerinde man hakkında yapılacak işlemler fıkıh kitapların-
çok defa zorlama tevillere dayanıldığı ve kabul da ayrıntılarıyla yer almıştır.(…)1)
edilmesi güç bazı yorumlarla tekfir etmede ileri (1) DİA; [ELFÂZ-I KÜFÜR - Ahmet Saim Kılavuz] c.
gidildiği görülmektedir. Özellikle bazı fıkıh kitap- 11; s. 27
larının irtidad bölümlerinde yer alan küfür lafızla-
rı, söyleyen kişilerin niyetleri dikkate alınmadan
şekilci bir yaklaşımla ve Gazzâlî’nin de belirttiği Elker, Selahattin
gibi mezhep taassubunun tesiriyle müslümanlar Vakıflar Gn. Md. Ktp./345/3705/4
hakkında tehlikeli sonuçlar doğuracak hükümler Kitabelerde Ebced Hesabının Rolü, Vakıflar Dergisi,
içermektedir. Sayı: III, S.17-26, 1942, Ankara

Alimler, elfâz-ı küfrün küfür ve inkâr sonucunu (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
doğurması için bazı şartların mevcudiyetini ge-
rekli görmüşlerdir. İlk şart, kullanılan ifadenin
Elitez, N. Gülgün
küfrü gerektirdiği hususunda âlimlerin ittifak
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 53454
etmiş olmasıdır. Bunlar da genellikle zarûrât-ı dî-
niyyeden herhangi birini inkâr etmeyi amaçlayan Türk Mezar Taşlarında Bitki Motifleri, Mimar Sinan
lafızlardır. Güzel Sanatlar Ü., Sosyal Bilimler Enst., Y. Lisans
Tezi, S. 107, 1996
Ayrıca elfâz-ı küfrü kullanan kişinin mükellef ol-
ması, sarhoşluk veya uyku halinde bulunmaması, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
küfür lafzını herhangi bir zorlama ve tehdit altın-
da olmadan isteyerek ve kasten söylemesi de şart- Elleri Koynunda Kalmak
tır. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e nisbet edilen
Ölümü temsil eder.(1)
bir rivayete göre ise sarhoşluk mazeret sayılmaz.
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 1.
Âlimlerin çoğunluğu, söylediği sözün küfre götür-
düğünü bilmeyen ve elfâz-ı küfrü hata sonucu te-
laffuz eden kimsenin kâfir olmayacağı görüşünde Elli ikinci Gün
birleşmiştir. Ancak şaka yapmak veya eğlenmek a. Ülkemizde ölenin dinsel törenle ve yemekle
amacıyla elfâz-ı küfürden olduğu hususunda it- anıldığı belirli günler vardır. Elli ikinci gün bun-
tifak edilen sözleri sarfeden kişinin en azından lardan biridir. Bu günlerde ölünün hayrı için,
kazâî açıdan kâfir sayılacağı kabul edilmiştir. ölenin ruhu için, yemekler verilmekte, Kur’an
İslâm âlimlerinin, dinî değerlerin yozlaşmasını ve mevlit okutulmaktadır. Bugünde ölünün,
engellemenin yanı sıra iman ve küfür sınırını be- etinin kemiklerinden ayrıldığına inanılır.(1)(3)

25
Vadi-i Hamuşan
b. Ölenin ardından tutulan yas süresi, bu süre Elvan Çelebi Türbesi-Çorum
içerisinde erkekler sakal tıraşı olmamakta, ka- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 12,
dınlar “kara yazma” örtmekte ve “kara giysileri” (2) Çorum Valiliği. “Çorum İl Yıllığı 2003.” (2004). s.
giymektedirler.(2) 221
(1) Başçetinçelik, Ayşe3, Adana Halk kültüründe ölü-
nün Ardından Evde Yapılan İşlemler, s. 3; Elvanseydi Türbesi-Çankırı
(2) Başçetinçelik, Ayşe5, a.g.e., s. 3,
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(3) Akman, Eyüp, a.g.e., s.193

Elviyei Hamd
Elmalı Baba Türbesi-Bulgaristan
Yedi sancak vardır ki; bunlara “elviyei hamd”
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 285
(hamd sancakları) denir. Resulüllah (s.a.v) ve
onun varisleri olan Muhammedilere verilecektir.
El-Melikü’l-Adil I Türbesi-Dimaşk Bayrakta Cenabı Hakk’ın isimleri vardır. Kıyamet
(1) DİA, Cilt. 29, s. 59 gününde Makamı Mahmud’a yerleştiğinde, Pey-
gamberimiz Rabbine o isimlerle hamd ve senada
El-Melikü’l-Efdal Ali Türbesi-Halep bulunacaktır.(1)

(1) DİA, Cilt. 29, s. 62 (1) Erginli, Zafer. a.g.e.

El-Melikü’l-Eşref Musa Türbesi-Kellase Elyasa Peygamber Türbesi-Diyarbakır-Eğil

(1) DİA, Cilt. 29, s. 64 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28,


(2) Demir, Mehmet Latif. a.g.e.S. 112

El-Melikü’n-Nasır Muhammed Berkuk


Türbesi-Mısır Elyasa Peygamber Türbesi-Şanlıurfa

(1) DİA, Cilt. 24 s. 187 (1) Türsab. “Şanlıurfa Dosyası.” Türsab Arge Depart-
manı, Ağustos (2008).

El-Melikü’s-Salih Necmeddin Eyyüb Kalavun


Türbesi-Mısır Elysium
a. Klasik dönemde ölülerin ülkesi.(1) Romalılarda
(1) DİA, Cilt. 24 s. 185
başka kültürlerden gelme dünyevi bir cennet
anlayışı hâkimdi. Kelt mitolojisinde cenneti
Elti Hatun Türbesi-Tunceli temsilen hem bir adacıklar takımı, hem de Sü-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 27 merlerde olduğu gibi uzaktaki bir cennet (Elysi-
um) veya “hayat ülkesi” telakkisi vardır.(2)

Elvan b. İdeal mutluluğun erişildiği güzel bahçelerle,


anıtlarla ve mezarlarla donanmış bir yer ya da
a. Renkler.
bahçe.(1)
b. Sufiler Allah’a süluk ve mertebeleri seyir es-
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
nasında hırkalarının ve elbiselerinin farklı za-
(2) DİA, C.7, s. 374
manlarda alacağı renkleri zikretmişlerdir. Bu
renklerle bazen özel bir anlam kastettikleri de
olmuştur. Mesela siyah renk kesret makamına, Emanet
mavi renk ise ruhların büyüklüklerine ve misal- a. Güven, güvenirlik, sadakat.(1)(2)
lerin suretlerine işaret etmektedir.(1) b. Allah’ın insanlara bir gün geri almak üzere ver-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. diği can.(2)(3)(4)

26
Vadi-i Hamuşan
c. İnsanda akıl ve temyiz gücünün bulunmasından şöyle denilir: ‘Filan oğulları arasında emin bir adam
dolayı davranışlarından sorumlu olma duru- varmış.’ Bir başka kişi hakkında da: ‘Ne kadar akıllı,
mu.(2)

E
ne kadar zarif, ne kadar cesur bir kişi’ denilir. Oysa
d. “Bir kimseye korunması için bırakılan mal ve kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur.”
eşya” şeklindeki günlük dilde kastedilen dar an- Buhârî, meseleyi teyit etmek üzere üçüncü rivâyet
lamı yanında, insanın sahip olduğu ve kendisi- olarak naklettiği şu hadise yer verir: “İnsanlar yüz
ne geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, deveden oluşan bir grup gibidir. Onlardan kullanma-
malî imkânları da kapsamaktadır.(5) ya elverişli iyi bir binek deve nerdeyse bulamazsın.”
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.5, s.436; Aslında hadis, toplumlarda sosyal sorumlulukları
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yüklenen, insanların problemlerine çözümler ge-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. tiren nitelikli kimselerin hemen her devirde çok
(4) Akay, Hasan. a.g.e. az bulunacağını ifade etmektedir. Ancak Buhârî
(5) DİA bu rivâyeti “emânetin kaldırılması” bağlamında
kaydetmekle söz konusu durumu kıyâmet alameti
olarak değerlendirmektedir. Nitekim bazı âlimler
Emânetin Ortadan Kalkması
de bu benzetmeyle ahir zamanda gelecek kötü ne-
Buhârî, “Emânetin kaldırılması” başlığı altında ge- sillerin kastedildiğini söylemişlerdir.(1)
tirdiği hadislerle dinî ve ahlâkî zaafları sebebiyle
(1) Öztürk, Mustafa. a.g.e.
insanlar arasında oluşan güven bunalımına ve bir
sosyal problem olan bu bunalımın kıyâmet alame-
ti olduğuna dikkat çeker. Başlıkta üç rivâyete yer Emel
verir. a. Dini inanca göre bir kimsenin işlediği günah ve
Birinci rivâyette, Hz. Peygamber’in emanetin zayi sevapların tümü.(1)
olmasıyla kıyametin yaklaşacağını belirtmesi üze- b. Gönülde yaşatılan ve gelecekte gerçekleşmesi
rine kendisine, emanetin zayiinin ne demek oldu- istenen şey, istek, arzu.(2) Gerçekleştirilmesi
ğu sorulmuş, Efendimiz de “İşler ehil olmayanlara uzun zamana bağlı ümit ve arzular için kulla-
verildiğinde kıyameti bekleyin!” buyurmuştur. nılan bir terim.(3)
Kıyâmetin ne zaman kopacağı bilinmemekle bir- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
likte onun bir takım alametlerinin olduğu malum- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dur. Bunlardan bir kısmı deccâlin çıkması, güne- (3) DİA; [EMEL - M. Zeki Duman] c. 11; s. 87
şin batıdan doğması gibi fizikî alâmetler, bir kısmı
da dinî hassasiyetlerin zayıflaması gibi ahlâkî alâ-
metlerdir. Hadiste yer alan alâmet de ahlâkî alâ- Emel Düşüncesi
metlerden biridir. Gerçekleştirilmesi uzun zamana bağlı ümit ve ar-
Bilgi, beceri ve liyakat sahibi insanlar değil de ehil zular için kullanılan bir terim.
olmayan insanların iş başına getirilmesi emânetin Arapça’da “istemek, ummak” anlamında bir mas-
zayii anlamına gelir. Bu zayiat diğer ismiyle kıyâ- dar olup sözlüklerde genellikle recâ ile eş anlamlı
metin kopması, küçük bir müesseseden dünyanın bir isim olarak kullanıldığı belirtilir. Ancak bazı
idaresine kadar her türlü düzen için söz konusu dilciler, emelin gerçekleştirilmesi uzun zamana
olabilir. bağlı bulunan istekleri, recânın orta vadedeki bek-
İkinci hadiste ise dindarlığın aşırı derecede zayıf- lentileri ifade ettiğini, kısa sürede gerçekleşmesi
laması ve gaflet uykusu sebebiyle güven duyulan umulan şeyler içinse tama‘ (tamah) kavramının
imanlı insanların kalmayacağı realitesine vurgu ya- kullanıldığını söylemişlerdir (Feyyûmî, Miśbâ-
pılır. Hadisin son kısmı şöyle tamamlanır: “… İn- hu’l-münîr, “eml” md.; Tâcü’l-arus, “eml” md.).
sanlar o hale gelir ki, alış-veriş yaparlar da, neredeyse Emel kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de biri “insanı oya-
emâneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta layan, âhiretini unutturan dünyevî arzu ve tutku-

27
Vadi-i Hamuşan
lar” (el-Hicr 15/3), diğeri de mutlak olarak “arzu Hz. Peygamber’in, emel duygusunu ve bu duygu-
edip ümit bağlama” (el-Kehf 18/46) anlamına ge- nun insan hayatı içindeki yerini bazı geometrik
lecek şekilde iki âyette geçmektedir. şekiller çizerek açıkladığını anlatan bir rivayet,
İkinci âyette, “hem sevap yönünden hem emel yö- hadis ve ahlâk âlimlerinin geniş ölçüde dikkatini
nünden daha hayırlı” olarak nitelendirilen “bâkî çekmiştir. Başta Buhârî olmak üzere birçok hadis
olan sâlih işler” Allah rızâsına uygun düşen iba- kaynağında yer alan bu rivayete göre Hz. Peygam-
detler, zikirler, dünya ve âhiret için faydalı, özel- ber toprağa önce bir kare çizmiş, karenin ortasın-
dan dışına taşacak şekilde uzun bir çizgi ve bunu
likle âhirette en güzel âkıbeti elde etmeye yarayan
dik olarak kesen paralel çizgiler çekmiştir. Resûl-i
hayırlı işlerin tamamı şeklinde yorumlanmıştır
Ekrem, merkezinde insanın bulunduğu bu kare-
(Taberî, XIV, 5; İbn Kesîr, II, 422).
nin insanı kuşatan ecel, dışarı taşan çizginin in-
Emel kavramı hadislerde daha sık geçmektedir sanın emeli, bu çizgiyi kesen paralel çizgilerin de
(bk. Wensinck, el-Mucem, “eml” md.). insanın hayatta karşılaştığı kaçınılmaz sıkıntı ve
Bu hadislerde ve zamanla bunlar etrafında geli- üzüntüler olduğunu belirtmiştir. Kaynaklarda bu
şen yorum ve tahlillerde emelin, çoğunlukla zühdün hadisteki şekilleri tasvir etmek üzere farklı çizim-
karşıtı olarak temelinde bedenî hazların tatmini ve ler yapılmıştır. Meselâ İbn Hacer el-Askalânî’nin
dünya sevgisi bulunan arzuları ifade etmek üzere Fethu’l-bârî adlı Buhârî şerhinde beş değişik çizim
kullanıldığı; insanın uzun vadeli arzular taşıması, görülmektedir (XXIV, 13).(1)
zihnini yoğun bir şekilde bunlarla meşgul etmesi (1) DİA; [EMEL - M. Zeki Duman] c. 11; s. 87
ve çabalarını büyük ölçüde bu arzuların gerçek-
leştirilmesi yolunda harcamasına tûl-i emel, istek
Emetullah Hanım Türbesi-Konya
ve arzularına sınır koyarak özellikle âhiret hayatı
için yararlı olacak işlere önem vermesine de kasr-ı (1) Tatır, a.g.e., s. 129
emel denilmiştir.
Hz. Peygamber’in, “Yaşlı kişinin bütün güçleri Emie El-Hac Veliyuddin B. Berekat-
zayıflasa da dünya sevgisi ve uzun emeller konu- Şah Türbesi-Samsun
sunda gönlü hep genç kalır” (Buhârî, “Riķāķ”, 5) (1) Samsun Valiliği. a.g.e. s. 193
meâlindeki hadisini de dikkate alan müslüman
ahlâkçılar emelin bütünüyle söndürülmesinin Emin Dede Türbesi-Çorum
mümkün olmadığını, hatta hırsa dönüşmediği sü-
(1) Özdemir, Nazife. a.g.e. s. 5
rece insana yaşama arzusu ve istikbal ümidi veren
olumlu bir emel duygusunun faydalı ve gerekli ol-
duğunu düşünmüşlerdir. Emin Sultan Türbesi-İstanbul

Mâverdî bu görüşü âriflerden birine isnat ettiği, (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 38
“Emel ümmet için rahmettir; eğer emel olmazsa
işlerin çoğu yüzüstü kalır, hayat bağları kopar” Emir Ahmed Buhari Türbesi-İstanbul
şeklindeki rivayetle teyit eder (Edebü’d-dünyâ (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 97,
ve’d-dîn, s. 108). (2) Envanter. a.g.e. No:7
İslâm ahlâkçıları içinde emel konusunu en geniş
şekilde ele alanlardan biri olan Gazzâlî, emele dair Emir Ahmed Dede Türbesi-Sivas
bazı hadis ve haberleri naklettikten sonra tûl-i
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 308
emelin genellikle bilgisizlik ve dünya tutkusun-
dan kaynaklanan psikolojik sebeplerini incele-
mekte ve bunlardan kurtulmak için güçlü bir âhi- Emir Ahmed-i Buhari Hazretleri Türbesi-
ret imanına dayalı çareler göstermektedir (İhyâ, İstanbul
IV, 452 vd.). (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 18

28
Vadi-i Hamuşan
Emir Ali Ahmet Türbesi-Sırbistan tonoz örtülüdür. Kuzeyinde biraz batıya kaymış,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 701 yine beşik tonozla örtülü fakat daha basık bir ha-

E
zırlık eyvanı vardır. Mescid, kıble yönündeki küm-
bet sebebiyle zâviye görünümü arzeden basit bir
Emir Ali Paşa Türbesi-Gelibolu
yapıdır. Hazırlık eyvanının sağında baninin adıyla
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28 inşa tarihini (882/1477-78) veren kitâbe, solunda
ise Farsça vakfiye kitâbesi bulunmaktadır. Yan du-
Emir Ali Pişrev Türbesi-Kayseri varda yer alan beyaz taş üzerine yazılmış “amel-i
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28 Baba Can” ibaresinden mimarın adı öğrenilir.
Ana mekânı örten beşik tonozun ortasında bir
Emir Ali Türbesi-Ahlat kaburga kemer bulunur. Dışarıya çıkıntı yapan
yarım sekizgen mihrap nişi külâhlıdır ve Bursa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28
kemeri biçiminde süslemelere sahiptir. Kesme taş
iç mekânda tek süsleme, mihrap nişi çevresindeki
Emir Ali Türbesi-Edremit zencirek motifli bordürden ibarettir. Mihrabın iki
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28 yanında bulunan pencereler sonradan açılmıştır;
üst seviyedeki mazgal ışıklıklar ise orijinaldir.
Emir Ali Türbesi-Kayseri Kümbet. Mescidin 2 m. kadar güneyine inşa edil-
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21, miştir; çevresindeki sekiz kısa sütun sebebiyle
(2) Kahraman, Nurcihan. a.g.e. s. 25 halk arasında Parmaklıklı Kümbet adıyla da anı-
lır. Üst tarafta yapıyı çepeçevre dolanan kitâbede
Emir Arak Türbesi-Suriye Bayındır Bey’in 886 Ramazanında (Kasım 1481)
öldüğü belirtilmiş ve unvanları ile hayatı anlatıl-
(1) DİA, Cilt. 38 s. 322
mıştır. Bayındır Bey’in ölümü üzerine eşi Şah Seli-
me Hatun tarafından yaptırılan kümbetin mima-
Emir Arif Türbesi-Sivas rının, mescidin yan duvarında kitâbesi bulunan
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 82 Baba Can olduğu sanılmakta ve bu zatın Azerbay-
can veya Ahlat kökenli bir usta olduğu hususu tar-
Emir Baba ve Timurtaş Baba Türbesi- tışılmaktadır (geniş bilgi için bk. Sönmez, s. 371).
Erzurum Kare kaide üzerinde, cenazelik katının pahlanma-
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 33
sı ile onikigen gövdeye geçilmiş olan kesme taş-
tan yapıyı diğer kümbetlerden ayıran en önemli
özellik, gövdenin dörtte üç bölümünün bodur
Emir Bayındır Türbesi-Ahlat
sütunlar tarafından taşınan kemerlerle yarı açık
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28, biçimde ve Ahlat gölüne (kıble yönü) bakan bir
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 96 balkon şeklinde yapılmış olmasıdır. İçten kubbe
örtülü gövdenin üstünde konik bir külah yer alır.
Emir Bayındır Mescidi Ve Kümbeti Gövdede geometrik süslemenin hâkim olduğu
Ahlat’ta Akkoyunlular devrine ait mescid ve türbe. bordürler. kuşaklar ve nişler taş işçiliğini zengin-
Mescid. İki Kubbe mahallesinde olup 1481 yılın-
leştirmektedir. Dıştaki geometrik ve bitkisel süs-
da Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yâkub’a karşı lemeye paralel olarak yarı açık iç mekânda da özel-
isyan ederek verdiği savaşta öldürülen Akkoyunlu likle mihrap nişi ve duvarlarda yer alan bezemeler
Türkmen beylerinden Emîr Bayındır b. Rüstem dikkati çekecek zenginliktedir.(1)
tarafından yaptırılmıştır. Tamamen kesme taş- (1) DİA; [EMÎR BAYINDIR KÜMBETİ - Ara Altun] c.
tan inşa edilen mescid dikdörtgen planlı ve beşik 11; s. 125

29
Vadi-i Hamuşan
Emir Buhari Türbesi-İstanbul Emir Korjmaz El-İsagi Türbesi-Mısır
(1) DİA, Cilt. 11 s. 126 (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 4 s. 36

Emir Burunduk Türbesi-Özbekistan Emir Mehmed Türbesi-Trabzon


(1) DİA, Cilt. 38 s. 268 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28

Emir Dede Türbesi-Ankara-Çubuk Emir Mirza Bey Türbesi-Samsun


(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 126 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28,
(2) Samsun Valiliği. a.g.e. s. 122
Emir Dede Türbesi-Ankara-Beypazarı
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 117 Emir Musa Bey Türbesi-Karaman
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28
Emir Efendi Türbesi-Samsun
(1) Samsun Valiliği. a.g.e. s. 122 Emir Nüreddin Türbesi-Konya
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190
Emir Erdoğmuş Türbesi-Kayseri
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 28, Emir Ömer Türbesi-Malatya
(2) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 29,
(2) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53
Emir Gurlu Türbesi-Suriye
(1) DİA, Cilt. 38 s. 322 Emir Saltuk Türbesi-Erzurum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 29,
Emir Hayır Bey Türbesi-Mısır (2) Özdoğan, Duygu. a.g.e. s. 108

(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 3 s. 157


Emir Sultan (Kümbet) Türbesi-Kayseri

Emir Hayr Beğ Türbesi-Haleb (1) Keskin, Mustafa-Metin Hülagü. “Geçmişteki İzle-
riyle Kayseri.” Kayseri, Erciyes Üniversitesi , t.y.
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 11 s. 17 s. 17

Emir Hüseyin B. Tuğluk Tekin Türbesi- Emir Sultan Türbesi-Bursa


Özbekistan
(1) DİA, Cilt. 11 s. 147,
(1) DİA, Cilt. 38 s. 268 (2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 43,
(3) Kollektif1. a.g.e. Cilt 9, s. 441,
Emir İmam Türbesi-Amasya (4) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 21,
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 (5) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 329,
(6) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179,
(7) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 58,
Emir Karatekin Türbesi-Çankırı
(8) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 208
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Emir Sultan Türbesi-İzmir


Emir Kemerüddin Türbesi-Divriği
(1) http://www.haberler.com/izmir-deki-emir-sultan-
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81 turbesi-nde-restorasyon-4844255-haberi/

30
Vadi-i Hamuşan
Emir Sultan Türbesi-Yunanistan Emrihak
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 837 Allah’ın emri, ölüm.(1)(2)(3)(4)

E
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Emir Sünbül Türbesi-Suriye (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 38 s. 322 (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Emir Şahap Türbesi-Kayseri


Emrihak vaki olmak
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 29,
(2) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21, Ölmek, vefat etmek,(1)(2)(4) ölümün gelip çatması.
(3)
(3) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 67
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Emir Şeyh Türbesi-Erzurum (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 29, (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 31

Emir Timur Türbesi-Özbekistan Emvat

(1) DİA, Cilt. 40, s. 146 Ölüler.(1)(2)(3)(4)(5)


(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Emir Tunbuğa Türbesi-Kudüs (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 6 s. 350
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Emir Yavtaş Türbesi-Konya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 29
En‘âm Sûresi
Kur’ân-ı Kerîm’in altıncı sûresi.(…)
Emir-i Cin Şeyh Osman Efendi Hazretleri-
En‘âm sûresinde tevhid inancının, peygamberli-
Yozgat
ğin, yaratılışın, yeniden dirilişin kesin delilleriyle
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 26
şirk ve dalâlet ehlinin sapık görüşlerini, bâtıl ina-
nışlarını red ve iptal eden belgeler bulunmakta,
Emiri Sultan Türbesi-Makedonya eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlarla ilgili açık-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 605 layıcı bilgiler, helâl ve harama ait hükümler yer
almaktadır.
Emirzade Türbesi-Özbekistan Kur’ân-ı Kerîm’de “elhamdülillâh” diye başlayan
beş sûrenin ikincisi olan sûrede, gökleri ve yeri
(1) DİA, Cilt. 38 s. 268
yaratmanın yanında bütün varlıkları belirli ölçü ve
sınırlar çerçevesinde ve muayyen bir zaman içinde
Emre Sultan Türbesi-Manisa yaşatanın, zulmetle nuru yaratanın da Allah oldu-
(1) Manisa Valiliği. a.g.e. s. 270 ğu bildirilir. Gerçeklere inanmayan, ilâhî nimet-
lerin kadrini bilmeyen inkârcıların peygamberin
bir melek olması, vahiy yerine yazılı bir kitabın
Emri İlahi
gelmesi gerektiği yolundaki tutarsız itirazlarını
İlahi emir,(2) Allah’ın emri, ölüm.(1)(2) ve inanmamak için öne sürdükleri bahanelerini
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e. cevaplayan âyetlerden sonra göklerde ve yerde Al-
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. lah’tan başka bir tanrının bulunmadığı kesin ifa-

31
Vadi-i Hamuşan
delerle açıklanır. İlk bakışta Mekke müşriklerine salih ve iyi kişiler olarak tanıtılır ve bu arada on
cevap niteliğinde görünen, aslında küfür ve şirkin sekiz peygamberin isimleri anılır. Vahye inanma-
her çeşidini yok etmeyi hedefleyen bu âyetlerin yanların yaratıcıyı gereği gibi tanıyamayacakları,
ardından bir tek tanrıya tapmanın önemi dile ge- Kur’an’ın daha önce gönderilmiş kitaplar gibi bir
tirilir, bunun gerek kâinat nizamına gerekse insan kitap olduğu haber verildikten sonra Allah’ın her
ruhuna getirdiği sonuç üzerinde durulur. Bundan şeye gücü yettiğini gösteren kevnî olaylar üzerin-
önceki sûrelerde de tevhid inancı söz konusu edil- de durulur. Göklerde ve yerdeki bütün güzellikleri
miş, ancak bu sûrede mesele çok yönlü olarak ele yaratan Allah’ın ne cin ne de başka varlıklar cin-
alınmış, dinin temel ilkeleri ve özellikle ulûhiyyet sinden eşi benzeri olmadığı, ona evlât isnat etme-
konularında yanlış görüşler ileri sürmenin, dolayı- nin bilgisizlikten kaynaklandığı bildirilir.
sıyla Allah’a iftira etmenin çirkinliği gözler önüne Sûrenin 118. âyetinden itibaren dinin pratik bazı
serilmiştir. İnsanı yaratılmış varlıklara tapmak- hükümlerine geçilir. Burada eti yenilen ve yenil-
tan, onlar önünde küçülmekten kurtarmak üzere meyen hayvanlar hakkında ayrıntılı bilgi verilerek
Cenâb-ı Hakk’ın peygamberler göndermesi aslında insanların kendi zanlarınca haram ve helâl için
öteki nimetler gibi ilâhî bir rahmettir. “Allah rah- kural koymaya kalkmalarının çirkinliği, yanlışı
met etmeyi kendi zâtına farz kılmıştır” (âyet 12). bile bile sürdürmenin anlamsızlığı dile getirilir ve
Tevhid inancını pekiştiren âyetlerin ardından, bu iddia sahipleri iddialarını ispatlamaya çağırılır;
peygamberlere karşı giriştikleri mücadelede inkâr- bu arada Allah’ın neleri haram kıldığı açıklanır.
cıların elinde kuru bir inattan başka herhangi bir İlk yasağın da hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmamak
belge bulunmadığını bildiren âyetler yer alır. Bu olduğu bildirilerek anne ve babaya saygısızlık et-
tutumlarıyla onların yalnız gerçeklere karşı saygı- menin, geçim korkusuyla çocukların canına kıy-
sızlık yapmakla kalmadıkları, ayrıca kendi kendi- manın, fuhuş yapmanın, adam öldürmenin, yetim
lerine de haksızlık ettikleri, çünkü küfür ve şirkin malı yemenin, eksik tartıp noksan ölçmenin sakı-
insanı hüsrana götüreceği açıklanır. İnkârcıların, nılması gereken en büyük günahlar olduğu zikre-
daha önceki çağlarda peygamberlere karşı direnen dilir. Adaletten ayrılmama ve Allah’a karşı ahdini
kavimlerin kötü âkıbetlerinden ders almayı bil- yerine getirme tavsiyesinde bulunulur. Selâmete
medikleri dile getirilerek bazı çarpıcı örnekler ve- çıkaracak doğru yolun ancak bu yol olduğu, bütün
rilir. İnkârcıların gerçekte Hz. Peygamber’i değil semavî dinlerde müşterek olan ve Tevrat’ta da “on
Allah’ın âyetlerini yalanladıkları, halbuki Allah’ın emir” adıyla yer almış bulunan bu temel ilkeler
kitabında hiçbir şeyin noksan bırakılmadığı, haki- hatırlatılırken sûre âdeta özetlenmiş olur. Dinde
kat karşısında sağır, dilsiz ve kör gibi davranma- kitaba uymanın önemine bu son bölümde bir defa
nın ve diri olduğu halde ölü gibi yaşamanın çirkin- daha dikkat çekilir (âyet 155). Sûre, bir kötülüğe o
liği açıklanır; inkârcıların kökünün kurutulacağı, kötülük kadar ceza, bir iyiliğe ise on katıyla mükâ-
onların yaptıkları taşkınlıkların cezasız kalmaya- fat verileceği müjdelendikten sonra (âyet 160) Al-
cağı bildirilir ve müminlere mükâfatlar verileceği lah’ın bağışlayıcı ve merhametli olduğunu bildiren
müjdelenir. Kâinatın yaratılıp yönetilmesinde bir hükümle son bulur.
hiçbir etkisi bulunmayan âciz putlara tapmanın, En‘âm sûresi tevhid inancı açısından Bakara sûre-
doğru yolu gördükten sonra ona sırt çevirmenin siyle, peygamberliğin ispatı bakımından Âl-i İmrân
kötülenmesinden sonra Hz. İbrâhim’in yıldıza, sûresiyle, âhiret inancı açısından bir sonraki A‘râf
aya ve güneşe tapmakta olan kavmini uyarma sûresiyle, ahlâk ilkeleri bakımından İsrâ ve Lokmân
ve puta tapıcılıktan vazgeçirme çabaları anlatılır. sûreleriyle, eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlara
Onun mümin ve Hanîf kişiliği gözler önüne serile- ait yasaklar açısından da bir önceki Mâide sûresiy-
rek özellikle İbrâhim soyundan gelmekle övünen le yer yer konu ve muhteva benzerlikleri gösterir.
Mekke müşriklerinin onun yolundan nasıl uzak- İçinde iman ve ahlâk esaslarına geniş ölçüde yer
laşmış oldukları ifade edilir. Sadece İbrâhim ve verilmiş olması ve baştan sona şirk ehlinin gerek-
İsmâil değil bütün peygamberler Allah’ın birliğine çelerini çürütmeye yönelik çok yönlü ispatlar sergi-
inanan ve insanları yalnızca O’na tapmaya çağıran lemesi, bu sûrenin Mekke devrinin sonlarına doğ-

32
Vadi-i Hamuşan
ru, muhtemelen İsrâ sûresinin ardından ve A‘râf rin hak dini yayma ve benimsetme hususunda her
sûresinden önce nâzil olduğunu gösterir. türlü zorluğa ve engellemelere rağmen başarıya

E
En‘âm sûresinin fazileti hakkında nakledilen riva- nasıl ulaştıklarını göstermek ve hakkın bâtıl kar-
yetlere göre Hz. Peygamber, sûrenin tamamının şısında elde ettiği zaferi haber vermektir.
kendisine bir defada nâzil olduğunu ve kalabalık Sûre daha ilk âyetinde, gaflet içinde yüzen Mek-
bir melek topluluğu tarafından dünyaya uğurlan- keli müşriklerin cezalandırılacakları günün yak-
dığını ifade etmiştir (Hâkim, II, 315; İbn Kesîr, laştığını, onların rablerinden gelen her yeni irşad
III, 233-234; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, III, 234- ve ikazı eğlenerek dinlediklerini, kalplerinin oyun
235). Sûrenin fazileti hakkında başka rivayetler ve eğlenceye daldığını, kendi aralarında yaptıkları
varsa da bunlar sahih kabul edilmemiştir. Ancak gizli konuşmalarda Hz. Peygamber’in bir beşer ve
sûre bu rivayetler sebebiyle müslümanlar tarafın- bir şair, Kur’an’ın da onun uydurması, hatta saçma
dan çok okunmuş ve güzel hatla yazılmıştır. Nite- sapan rüyalarından ibaret olduğunu söylediklerini
kim En‘âm sûresinin Yâsîn ve Mülk sûreleriyle be- ve önceki ümmetler gibi maddî mûcize talep ettik-
raber, “en‘âm-ı şerif” veya kısaca “en‘âm” denilen lerini haber verir. Halbuki Hz. Muhammed de gel-
bir mecmua halinde güzel hatla yazılması hattat- miş geçmiş bütün peygamberler gibi bir beşerdir.
lar arasında bir gelenek haline gelmiştir. Bilhassa Peygamberlerin diğer insanlardan farkı Allah’tan
Osmanlı sanatkârları en‘âm-ı şeriflerin yazılması, vahiy almalarıdır. Peygamberleri yalanlayanlar he-
tezhip edilmesi ve ciltlenmesi hususunda ince lak olup giderken onlar ümmetleriyle birlikte mü-
zevk ve hünerlerini göstermişler, bu alanda İslâm cadelelerinde galip gelmişlerdir. Aslında Kur’an,
sanatlarının en güzel örneklerini vermişlerdir.(1) muhataplarının şanını yüceltmek ve onları büyük
(1) DİA; [EN‘ÂM SÛRESİ - Emin Işık] c. 11; s. 170 bir millet yapmak için gönderilmiştir (âyet 6-10).
Sûrenin bundan sonraki âyetlerinde, geçmişte
cereyan eden hak-bâtıl mücadelesinde zalimlerin
Enbiya
daima yenilgiye uğradığı vurgulandıktan sonra
Nebiler, peygamberler,(1)(2)(3)(6)(7) müstakil şeriat
canlı cansız bütün kâinatın Allah’ın hâkimiyeti-
sahibi olmayan peygamberler, yalvaçlar. Bunlar
nin altında bulunduğu, evrendeki düzenli işleyi-
kendilerine has şeriat ve kitap sahibi olmayıp bir
şin O’nun varlığına, birliğine ve yetkin sıfatları-
önceki peygamberin şeriatıyla amel ederler.(4)(5)
nın mevcudiyetine delil teşkil ettiği ifade edilmek
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. suretiyle son peygambere ait mûcizenin kevnî ve
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. maddî değil aklî, ilmî ve evrensel olduğuna dikkat
(3) Akay, Hasan. a.g.e. çekilir (âyet 11-33).
(4) Pala, İskender. a.g.e.
Allah’ın tebligatını ulaştıracak elçilerin melek ol-
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ması gerektiği şeklinde müşrikler tarafından ileri
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
sürülen idDİAya cevap olmak üzere insanlara gön-
(7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
derilen bütün peygamberlerin kendi türlerinden
olduğu gerçeği çerçevesinde onların da herkes gibi
Enbiya Dede Türbesi-Ankara fâni bulunduğu, bu sebeple de hakkı temsil eden
ilâhî mesajın korunmasının önem taşıdığı anla-
(1). a.g.e.S. 446,
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 101
tılır. Bunca açık ve etkin uyarılara rağmen vahiy
ile alay edenlerin âkıbetlerinin dünyada ve âhirette
vahim olacağı ifade edilir (âyet 34-47).
Enbiyâ Sûresi
Enbiyâ sûresinin bundan sonraki üç âyetinde Hz.
Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi birinci sûresi.(…) Mûsâ ile Hârûn’a vahiy indirildiği, Kur’an’ın da bir
On sekiz peygamberin tebliğ hayatından ve çeşitli vahiy mahsulü olduğu kaydedilir ve özellikle önce-
özelliklerinden bahseden ve bu sebeple Enbiyâ sû- ki vahiylerden haberdar olan kimselerin Kur’an’ı
resi adını alan sûrenin esas konusu, peygamberle- inkâr edişleri yadırganır. Ardından Hz. İbrâhim’in

33
Vadi-i Hamuşan
tevhid mücadelesi ayrıntılı bir şekilde anlatılır, Enfâl Sûresi
onun ateşe atıldığı halde ilâhî bir himayenin so- Kur’ân-ı Kerîm’in sekizinci sûresi.(…)
nucu olarak yanmadığı belirtilir (âyet 51-70).
Enfâl sûresi, Bedir Gazvesi’nde müşriklerden elde
Müteakip âyetlerde sırasıyla Hz. Lût, İshak, edilen ganimetlerin Allah ve Resulü’ne ait olduğu-
Ya‘kūb, Nûh, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İsmâil, nu, dolayısıyla Allah ve Resulü’nün koyacağı ölçü-
İdrîs, Zülkifl, Zünnûn (Yûnus), Zekeriyyâ ve Yah- lere göre paylaştırılacağını bildiren, ayrıca müslü-
yâ’nın irşad ve tebliğ hayatlarına özlü ifadelerle manlara Allah’tan korkmalarını, birbirleriyle iyi
temas edilir (âyet 71-90). geçinmelerini, Allah’a ve Resulü’ne itaat etmele-
Dünyaya gelişi başlı başına bir mûcize olan Hz. Îsâ rini emreden âyetle başlar. Sûrenin esas konusu
annesine nisbetle anıldıktan sonra bütün bu pey- Bedir Gazvesi ve ganimetler meselesi gibi görü-
gamberlerle ümmetlerinin aslında bir tek ümmet nüyorsa da gerçekte asıl maksat, müslümanların
olup temel ilkeleriyle aynı dine muhatap oldukla- her devirde düşmanlara karşı alacakları tedbirle-
rı, fakat kendi aralarında parçalara ayrıldıkları ve rin temel ilkelerini belirlemektir. Birinci âyette
hepsinin Allah’ın huzuruna döneceği vurgulanır ortaya konan ilkeye göre İslâm’da savaş ganimet
(âyet 91-93). elde etmek için değil Allah yolunda yapılır. Esasen
Sûrenin bundan sonraki âyetlerinde tevhid inan- ganimet için “fazlalık” mânasına gelen enfâl keli-
cı pekiştirilir, iyilerle kötülerin âkıbetleri tasvir mesinin kullanılması da bu gerçeği ortaya koyar.
edilir ve yeryüzüne daima iyilerin vâris olacağı Genelde bütün müslümanlar, özellikle de savaşa
ilkesi hatırlatılır. Son vâris ve son peygamber Hz. katılacak olanlar Allah’a olan sevgi ve güvenlerini
Muhammed’in evrensel mesajı, “Biz seni bütün gittikçe arttırarak korumalı, bedenî ve malî iba-
âlemlere sadece rahmet vesilesi olarak gönderdik” detlerini hiçbir şekilde aksatmamalıdır. Sûrenin
ifadesiyle dile getirilir.(…)(1) giriş kısmı sayılan bu bölümden (âyet 1-4) sonra
(1) DİA; [ENBİYÂ SÛRESİ - Emin Işık] c. 11; s. 175 Bedir Gazvesi öncesinde ve savaş sırasında mey-
dana gelen bazı olaylara temas edilir. Aynı âyetler-
de düşmana karşı uygulanan ve bir savaş taktiği
Enelhak
niteliği taşımayan geri çekilişlerin yani savaştan
“Ben Hakk’ım” anlamındadır. Hallac-ı Mansur’un kaçmanın haram olduğu ifade edilir ve Bedir za-
vecd halinde söylediği ve dâra çekilmesine sebep ferinin Allah’ın yardımıyla kazanıldığı vurgulanır
olan meşhur söz olup edebiyatımızda vahdet gö-
(âyet 5-19).
rüşünün ve taşkın cezbenin ifadesi olarak çok
kullanılmıştır.(3) Bu söz batınî anlamında Tanrılık Bunun ardından gelen âyetlerde, gerek savaşta
idDİAsında bulunmak değildir. Çünkü Mansur, gerekse barış zamanında kişiyi başarıya götüren
kendisini Tanrı’dan bir parça olarak görmüştür. ve âhiret saadetini sağlayan etkenler üzerinde du-
Nitekim onun düşüncesinde Allah’tan başka ger- rulur. Bunlar da Allah’a ve Resulü’ne itaat etmek,
çek hiçbir varlık yoktur. Bu bir varlık idDİAsı de- hem fertlere hem de toplumlara hayat veren ilâhî
ğil, tam tersine bir hiçlik ifadesidir.(4) çağrıya olumlu ve samimi bir karşılık vermektir
(âyet 20-28).
(1) DİA;
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Daha sonra, Allah’tan sakınmanın müminleri iyi-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
yi kötüden ayırma anlayışına ulaştıracağından söz
(4) Pala, İskender. a.g.e. edilerek müşriklerin Hz. Peygamber’in hayatına
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. yönelik planlarını Allah’ın boşa çıkaracağına dik-
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. kat çekilir. İnsanların, Resûl-i Ekrem aralarında
bulunduğu ve tövbe ettikleri sürece helake mâruz
kalmayacakları hatırlatılır. Bu arada müşriklerin
Enes b. Malik Türbesi-Basra- Kâbe bekçiliğine lâyık bulunmadıkları, bu şere-
Zübeyir Kasabası fin müslümanlara ait olması gerektiği belirtilerek
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176 ileride Kâbe’nin de müslümanların eline geçeceği

34
Vadi-i Hamuşan
dolaylı olarak müjdelenmiş olur. Ayrıca Bedir za- dönüm noktasıdır. Enfâl sûresini Tevbe sûresinin
ferinin önemi ve müslümanların bu zaferi kazan- bir mukaddimesi sayan, hatta Tevbe sûresinin ba-

E
masındaki ilâhî tecelliler üzerinde durulur. Diğer şına besmele konulmayışını sırf bu sebebe bağla-
taraftan zaferin elde edilmesinde sayı çokluğunun yan âlimler de vardır.(…).(1)
değil inanç, azim, cesaret ve ilâhî yardımın önem- (1) DİA; [ENFÂL SÛRESİ - Emin Işık] c. 11; s. 237
li olduğu vurgulanır. Müslümanlar hangi şartlar
altında olursa olsun Allah’ı unutmamalı, O’na ve
Ensorion
Resulü’ne itaat etmeli ve hiçbir şekilde birbirleriy-
le çekişmemelidir. Aksi takdirde zaafa düşer, bir- Mezarda Lahdin konduğu yer.(1)
lik ve dirliklerini yitirirler (âyet 29-46). (1) Er, Yasemin. a.g.e.
Sûrenin devamında asıl zaafın riyakârlık, inanç-
sızlık ve dünya nimetlerine aşırı düşkünlükten Envah
kaynaklandığı bildirilir. Geçmiş zamanlarda güçlü
Ölüye ağlayan kadınlar, ağıt yakanlar, ağıtçı ka-
Firavun orduları bu yüzden nasıl yok olup gittiyse
dınlar.(1)(2)(3)
şüphesiz ki onlara benzeyen müşrik güçler de yok
olup gidecektir. Milletleri ve orduları güçlü kılan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
şeyin dünya nimetlerine düşkünlük değil ilâhî
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
ilkelere bağlılık olduğu belirtildikten sonra kâfir-
lerin ve zalimlerin yeryüzündeki saltanatlarının
uzun sürmeyeceği, Bedir’in benzeri zaferlerin ar- Envâr-ı Ervah
darda geleceği, ancak bunun için müslümanların Tasavvufa göre, ruhların nurları, Rûhû’l-Kudüs’ü
bilinen ve bilinmeyen düşmanlarına karşı kuvvet içine alan nurlardır. Kime bu nurlar gönderilirse,
hazırlamaları gerektiği ifade edilir (âyet 47-64). o ruh melek olur, gönderilmeyen ise ruh olarak
Son bölümde Hz. Peygamber’in müslümanları kalır.(1)
savaşa teşvik etmesinin ve onları hazırlamasının (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
önemi üzerinde durulur. Bu kısımda sûrenin baş-
langıcı ile bağlantı kurularak İslâm’da cihaddan
Envar-ı Esma
maksadın esir elde etmek değil insanları hidâyete
kavuşturup ebedî saadete erdirmek olduğu bildi- Tasavvufa göre, isimlerin nurları, malum isimle-
rilir. Allah yolunda yerini yurdunu terkedip hicret rin taayyünüdür. Bu bir nurdur ki mevcudat ve
edenlerin ve müslüman saflarına katılanların bun- madumata yayılır. Bu yayılma hiçbir zaman sona
dan böyle kardeş olduğu, bunların eskiden yap- ermez. Göz o yayılan nurla yürür, böylece bu ma-
kamda olan kimsenin gözünün nuru çoğalır. Böy-
tıkları şeyler yüzünden birbirlerine kin ve nefret
lece kul sayılarının artmasıyla sonsuzluğu bildiği
duymamaları gerektiği anlatılır. Yine müslüman-
gibi sonsuz olanı da kavrar.(1)
ların dayanışma içinde olmaları ve düşmana ait
bölgelerde bulunan din kardeşlerine yardım elini (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
uzatmaları, kardeşler arasında fitne çıkaracak ve
müslümanları zaafa uğratacak şeylerden sakınma- Envar-ı Gaybiyye
ları emredilir. Sûre, İslâmiyet’i benimseyen bütün
Tasavvufa göre, gayb âleminden kalplere yansıyan
müslümanların aynı haklara sahip olduğunu, an-
nurlara denir.(1)
cak akrabaların kendi aralarında farklı hak ve veci-
beleri bulunduğunu bildiren âyetle sona erer. (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Enfâl sûresinde Bedir Gazvesi, “iyi ile kötünün,


hak ile bâtılın biribirinden ayrıldığı gün” anlamın- Envar-ı Hidayet
daki yevmü’l-furkān terkibiyle anılır. Buna göre Tasavvufa göre, hidayet nurları; kalplere yansı-
Bedir zaferi İslâmiyet’in gelişmesinde önemli bir yan, gönülleri parlatan ve hakikati kavrama husu-

35
Vadi-i Hamuşan
sunda insana yardımcı olan gaybi ilham ve tecel- (1) Düzgün, Şaban Ali, Modern Batı Düşüncesinde
lilerdir.(1)(2) Ölüm Sonrasına İlişkin Tartışmalar: Eleştirel Bir
Tahlil, Ankara Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi, s.
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. 51:1, s. 18, 2010
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Epitaph
Envar-ı Kulûb Ölünün anısına yazılan mezar yazısı.(1)
Tasavvufa göre, kalplerin nurları, Allah tarafın- (1) Er, Yasemin. a.g.e.
dan bahşedilen Furkan [iyiyi ve kötüyü birbirin-
den ayırt edebilme] ve beyan [iyiyi ve kötüyü bir-
Er Aslan Türbesi-Sivas
birinden ayırt ettikten sonra, bunu açıklayabilme]
marifetidir.(1) (1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 116

(1) Erginli, Zafer. a.g.e.


Erâk Türbesi-Suriye
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 291
Envar-ı Zahire
Tasavvufa göre, Allah dostlarında zuhur eden
Erbai Baba Türbesi-Yunanistan-Juma
nurlar, nübüvvet nurlarının onlar üzerinde parla-
masından başka bir şey değildir.(1) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 999

(1) Erginli, Zafer. a.g.e.


Er Çırağı
Anadolu’da eskiden fakirler, seyyah dervişler,
Envar
abdallar için bir tepsi içine mum dikip yakarak
Tasavvufa göre, nurlar, ışıklar, parlaklıklar.(1)(2)(3)  kahvehaneleri dolaşmak suretiyle para toplanırdı,
Nurlar; bunlar dörttür. Kalp, mülk, melekût, izzet buna er çırağı derlerdi.(1)
ve ceberut olmak üzere dört yana bakar. Akıl nu-
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
ruyla mülkü, iman nuruyla melekûtu müşahede
eder. Melekût âhirettir. Yakîn nuruyla izzeti mü-
Erâmil-i askeriye maaşı
şahede eder, izzet sıfattır. Marifet nuruyla cebe-
rutu müşahede eder. Ceberut da Allah’ın vahda- Kocaları askerde ölmüş dul kadınlara verilen
niyetidir. Cebbar Teâlâ kalbin üstünde olup, onu maaş.(1)
kuşatmıştır. Dilediği şekilde onu keşfedip hâkimi- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
yeti altına alır.(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Erâmil-i askeriyye
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kocaları askerde ölmüş olan dul kadınlar.(1)
(3) Erginli, Zafer. a.g.e.
(4) Uludağ, Süleyman. a.g.e. (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Enver Paşa Türbesi-İstanbul Erâmil Maaşı

(1) Adresler. a.g.e. Kocaları devlet hizmetinde bulunup ölmüş olan


dul kadınlara devlet tarafından verilen maaş.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Epifenomenalizm
İnsanı salt maddi açıdan ele alıp değerlendiren ve
ruha atfedilen bütün aktiviteleri beynin bir yan Erbab-ı Riyazet
ürünü olarak gören düşünceye denir.(1) Şehvetleri terk eden ve az yiyip az içerek nefisle

36
Vadi-i Hamuşan
mücadele eden ve sürekli zikir halinde bulunan c. Allah yolunda birtakım sırlara vakıf olmuş ta-
kimselere denir.(2) rikat ehli.(2)

E
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. d. Ölü çıkan eve komşular tarafından getirilen ye-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. mek.(2)
e. Dervişler arasında hitap sözü.(2)
Erbain Çıkarmak (Tsf) f. Ermiş, olgunlaşmış olan.(2)
Bir tekkede çile doldurmak.(1) g. Yetişen, erişen, ulaşan demektir.(5)

(1) Kaya, Doğan. a.g.e. h. Yatır.(3)


(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Erdal, Gültekin
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Marmara Ü. Merkez Ktp./Tasnif No: 736.5/E66 (4) Kaya, Doğan. a.g.e.
Sultan II. Beyazıd Cami Haziresindeki Mezar Taş- (5) Akay, Hasan. a.g.e.
larının Sanatsal İncelenmesi, Marmara Ü. Sosyal
Bil. Enst., Resim-İş Ana Sanat Dalı Grafik Eğitimi Eren Evi
Sanat Dalı, Y. Lisans Tezi, 1998, İstanbul
Ölü çıkan ev.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Erdede Sultan (Hallac Mahmud) Türbesi-An- Eren, Naci


kara
Milli Ktp./Tasnif No: 1970 SB 246
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 36
Antalya Müzesinde Bulunan Eski Türk Mezar Taş-
ları, Türk Etnografya Dergisi, Sayı:17, S.115-133,
Erdemir, Yaşar 1982, Ankara
Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 726.2/ (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ERD.S
Sırçalı Medrese: Mezar Anıtları Müzesi, Konya Valiliği İl Eren Telakkisi
Kültür Md., Sayı:37, S.143, 2002, Konya
Velî ve mürşid anlamında bir tasavvuf terimi.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Eren Eski Türkçe’de “erkek” mânasına gelen er ke-
limesinin çoğuludur (Dîvânü lugāti’t-Türk, I, 39).
Erdoğmuş (Kümbet) Türbesi-Kayseri Ancak -en eki zamanla bu fonksiyonunu kaybetti-
ğinden eren tekil bir kelime halini almış ve çoğulu
(1) Keskin, Mustafa-Metin Hülagü. a.g.e. s. 17
erenler şeklinde yapılmıştır. Er ve eren Arapça’da-
ki recül, fetâ, âdem, Farsça’daki merd, civânmerd
Ereğli Dede Türbesi-Konya kelimelerinin karşılığı olup “erkek, yiğit, kahra-
(1) Tatır, İbrahim. a.g.e., s. 129 man, tecrübeli kişi, ermiş, şeyh” gibi anlamlara
gelir. Recül (çoğulu ricâl) ve fetâ kelimelerine
Kur’an ve hadislerde sözlük anlamı dışında başka
Eren bir anlam yüklenmemiş, ancak bazı erler (rical) iyi
a. Madde benliğinden sıyrılmış, öz varlığından davranışları sebebiyle övülmüştür (bk. et-Tevbe
geçmiş, kendini Allah sevgisine bağlamış, Al- 9/108; en-Nûr 24/37; el-Ahzâb 33/23).
lah’a adamış kimse, ermiş, veli.(1)(2)(3)(4) Arapça’da ricâlullah, Farsça’da merd-i Hudâ, mer-
b. Gönül gözüyle, sezgi yoluyla birtakım gerçekleri dân-ı Hudâ şeklinde ve çoğul olarak kullanılan
gördüğüne inanılan kişi.(1)(2) terkipler Türkçe’de “er, eren, erenler, Hak erleri,

37
Vadi-i Hamuşan
Hak erenler, Allah adamı” gibi ifadelerle karşılan- c. Tasavvuf yolunda olanlara halk arasında bu ad
mıştır. Türk tasavvufunda ve folklorunda er - eren verilir. Özellikle Bektaşi babalarına Erenler ta-
kelimeleri “velî” anlamında kullanıldığı zaman bir olunur.(7)
genellikle yukarıdaki âyetlere işaret edilmiştir. Bu d. Yetişen, ulaşan.(6)
anlamda er ve eren Allah’ın dostluğunu kazanmış,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
insanlara rehberlik yapabilecek faziletli, fedakâr
(2) DİA; [ERENLER - Süleyman Uludağ] c. 11; s. 295
ve cömert kişilerdir. Bazan mensup oldukları böl-
gelere göre “Horasan erenleri, Rum erenleri” gibi (3) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
ifadelerle anılan bu kişilerin insân-ı kâmil olduğu (4) Akay, Hasan. a.g.e.
kabul edilir ve kendilerine büyük bir saygı duyulur. (5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(6) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
Yûnus Emre şiirlerinde er ve ereni insanlara yol
(7) Pala, İskender. a.g.e.
gösteren, onların ihtiyaçlarını karşılayan ve mutlu-
(8) Kanar, Mehmet. a.g.e.
luğa ermeleri için gayret sarfeden kâmil bir mürşid
(9) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
olarak tasvir eder. Ona göre erenlerin himmeti sı-
kıntıda kalanların imdadına yetişir. Mübarek ne-
fesleri kendilerine inananların hallerini değiştirir, Erenler Bayırı Babası Türbesi-Kırklareli
onlara yeni bir hayat bahşeder, iksir gibi bakırı al- (1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72
tın yapar, sohbetleri marifeti arttırır. Onların nuru
ile şereflenmek, kendilerinden nasip almak başlı Erenler Dede Türbesi-Sakarya
başına bir saadettir (Divan, s. 410). Bu nitelikleri
(1) Sakarya Turizm Platformu. “Sakarya Rehberi”, İst.
taşıyan er ve eren kâmil insan ve Hakk’a giden yolu
(2009) s. 132,
tecrübe ile bilen arif bir mürşiddir. Bazan “şah, sul-
tan, ulu, can” gibi unvanlar da verilen erenlere şef-
katli, hoşgörülü, fedakâr ve anlayışlı oldukları için Erenler Türbesi-İstanbul
“baba, ata” veya “dede” de denilmiştir. Er ve eren (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 58,
terim olarak bir velîde bulunması gereken belli ni- (2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 83
teliklere sahip insanı ifade ettiğinden bu nitelikleri
taşıyan kadınlar da er ve eren sayılır. Buna karşılık Erenler Türbesi-Çankırı-Erenler Köyü
belirtilen vasıfları taşımayan erkekler, tarikata gir-
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
miş ve tasavvuf yolunda mesafe almış olsalar bile,
irşad ehliyetini kazanmadıkları sürece er ve eren
sayılmazlar. Gözle görünmeyen, sayıları ve görev- Erenler Türbesi-Çankırı-Kalfat Kasabası
leri farklı velîler topluluğu olan ricâlü’l-gayba Türk (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
tasavvufunda “gayb erenleri” adı verilir.
Özellikle Mevlevîler ve Bektaşîler tarikat büyükle- Erenler Türbesi-Tokat
rinden “erenler, erenlerim” veya “nazarım, nazar- (1) Tokat:. a.g.e. s. 54
larım” şeklinde söz etmişlerdir.(1)
(1) DİA; [ERENLER - Süleyman Uludağ] c. 11; s. 295 Eretnaoğlu Şeyh Hasan Türbesi-Sivas
(1) DİA, Cilt. 11 s. 296
Erenler
a. Dervişler arasında hitap ve selam sözü olarak Ergen Hatun Türbesi-Ahlat
kullanılır.(1)(5)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30
b. Veli ve mürşit anlamında bir tasavvuf terimi.
(2) Hakk’a yakın olan, kendi varlığından geçe-

rek hakikate ermiş, velilik derecesine erişenler, Ergonaş Baba Türbesi-Amasya


ermişler, ârifler, din uluları.(4)(8)(9) (1) Yıldız, Harun. a.g.e. s. 478

38
Vadi-i Hamuşan
Ergun Çelebi Türbesi-Kütahya manli-mezar-taslari-genis-ve-resimli-anlatim> 15.01.08
tarihinde alınmıştır.
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68,

E
(2) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 184 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Ergun, Sadettin Nüzhet Erişim


TBMM Ktp./Tasnif No: 71003702 Söylemez, Haşim
İstanbul’da Medfun Meşahire Ait Mezar Kitabeleri, <http://kocaelikitabeleri.wordpress.com/category /
24 sayfa+ 33 Resim, Remzi Kitaphanesi, 1932, makaleler-12> Aksiyon, adresinden 09.04.09 tarihin-
İstanbul de alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Erişim
Erikli Baba Türbesi-İstanbul
Abdal, Kumral
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 115
Mezarlıklar sessiz tanıklar, <http://www.islamiforum.
com> adresinden 09.04.09 tarihinde alınmıştır.
Erimiş, Işıl (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
İ.Ü Ed. Fak. Ktp.
15.-16. Yüzyıllarda İstanbul İli İçindeki Mezar Taşları, Erişim
İstanbul Ün., Ed Fak., Sanat Tarihi ABD, Basılmamış
Lisans Tezi, S.386, 1978, İstanbul
Çomu, Hüseyin
Osmanlı Mezar Taşlarının Dili,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
<http://lalebahcesi.blogspot.com> adresinden 03.
12.08 tarihinde alınmıştır.
Erişik (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
a. Cin, peri.(1)
b. Cin çarpması.(1) Erişim
c. Şeytan çarpması sonucu olduğuna inanılan çır- Bayır, Kemal
pınma, geğirti gibi belirtileri görülen sinir has- Hazireler, <http://www.diaturkiye.com/forum> adre-
talığı.(1) sinden 03.12.08 tarihinde alınmıştır.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Erişim
Erişim
<http://www.os-ar.com/> adresinden 25.11.08
Bitlis Kent Haber, <http://www.tayproject.org/
tarihinde alınmıştır.
haberarsiv20078.html>, adresinden 21.08.07 ta-
rihinde alınmıştır. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Erişim
İki Hayat Arasındaki Köprünün İşaretleri: Mezar
Erişim Taşları,
Uğurluel, Talha <http://www.tesetturforum.biz> adresinden 09.
Osmanlı Mezar Taşlarının Dili, 04.09 tarihinde alınmıştır.
<http://www.ihvanforum.org/tarihe-ayna/58639 -os- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

39
Vadi-i Hamuşan
Erişim Erişim
Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempoz- Osmanlı araştırmaları bibliyografisi, <http://
yumu Tebliğler Seçme Metinler www.akademiktarih.com> Adresinden 17 Nisan
<http://www.İlahiyat.bel.tr/icerik/368/1229> 2009 tarihinde alınmıştır.
Türkçe.html adresinden 02.10.07 tarihinde alınmıştır.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Erişim
Erişim Mezar Taşları, <http://forum.kanka.net/> Adre-
Zamanı Asan Taslar sinden 24 Nisan 2009 tarihinde alınmıştır.
<http://www.milligazete.com.tr/haber/> adresinden (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
09.04.09 tarihinde alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Erişim
Mezar Taşları, <http://www.medeniyetimiz.com>
Erişim Adresinden 24 Nisan 2009
Usal, Ahmet tarihinde alınmıştır.
Edirne Tarihi Kültürü, <http://www.edirnevdb.gov.tr/
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
kultur/pdf/> adresinden 20.12.08 tarihinde
alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Erişim


Karakoyunlu İlçesinin Tarihi Geçmişi,

Erişim <http://www.karakoyunlu.gov.tr/karakoyunlu_info.
htm> Adresinden Şubat 2009 tarihinde alınmıştır.
Kültür Araştırmaları Derneği, Bülten
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
<http://www.kulturad.org/images/bulten> Adresin-
den 24 Mart 2006 tarihinde alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Erişim


Kültür Ve Turizm <http://www.karakoyunlu.bel.
Erişim tr/turizm.htm> Adresinden Şubat 2009 tarihinde
alınmıştır.
Mezarlıklar Meşhurlar
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
<http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/.html> Adre-
sinden 17 Nisan 2009 tarihinde alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Erkânname


Tarikat erkânını, adabını ve gereklerini belirleyen
Erişim ve dergâhın müdavimlerince kaleme alınan esas-
ları, yöntem ve kuralları ihtiva eden belgelere ya
Biçici, H. Kamil
da eserlere verilen ad.(1)(2)
Gördes’te Bulunan Mimarî Bezemeli Mezar Taşı İşçili-
ğinden Bazı Örnekler (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
<http://yordam.manas.kg./ekitap> 20 Nisan 2009
tarihinde alınmıştır.

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Erksan, A. Cemal


Milli Ktp./Tasnif No: 1960 SB 158

40
Vadi-i Hamuşan
Selim III ve Alemdar Mustafa Paşa, 42 Sayfa, Şaka çevresinin ikametgâh olduğu göz önüne alınarak
Matbaası, 1950, İstanbul burada da defin işlemi yasaklanmış, Ermenilere

E
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Şişli sırtlarında bir arazi verilmiştir.
Kaldırılan, istimlak edilen vb şekillerde yok olan
Erlenmek mezarlıklarla buralarda gömülü bazı önemli kişi-
ler şunlardır:
Cin çarpmak.(1)
Alemdağ Mezarlığı, Beykoz Mezarlığı, Beşiktaş
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Mezarlığı (Garabed Amira Balyan ve Ni-goğos Bey
Balyan, Doktor Mikayel Resden Der-Bedrosyan),
Erleşikli Davutpaşa Mezarlığı, Kartal Mezarlığı, Kuruçeş-
Cin çarpmak.(1) me Mezarlığı (tüm Düzyan ailesinden Hovhannes
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Amira, Garabed, Hovhannes, Sarkis Çelebi ve di-
ğerleri),
Erleşmek Pangaltı Mezarlığı (Başpatrik Hagop IV. Cuğalı
[günümüzde Beyoğlu Surp Yerrortutyun Kilisesi
Cin çarpmak.(1)
avlusuna taşınmıştır], Patrik Hagop Nalyan, tarih
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yazarı Rahip Mikayel Çamiçyan, Çayentz ailesi,
Krikor Amira Çerazyan) ve Yeşilköy Mezarlığı.
Ermek Bugün kullanılmakta olan mezarlıklar ve buralar-
a. Belli bir mertebeye ulaşmak, insanüstü nitelik- da gömülmüş önemli kişiler ise şunlardır:
ler kazanmak.(1) Bakırköy Mezarlığı (Büyükelçi Sarkis Efendi Bal-
b. Allah yolunda mesafe alıp, Allah’ın gizli sırlarını yan, Bezazyan Okulu kurucusu ve eğitimci Boğos
bilen sevgililerinden olmak, evliyalık mertebe- Bezazyan),
sine ulaşmak.(2)(3)(4) Balıklı Mezarlığı (din adamlarından Patrik Gi-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ragos Yerevantzi, Sis Patriği Toros Sepasdatzi,
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Patrik Istepanos Meğretzi, Papaz Gomidas Kö-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. mürciyan, gezgin, tarihçi ve yazar Eremya Çelebi
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. Kömürciyan, Bağdasar Tıbir, Bedros Amira Alik-
sanyan, zil yapımcısı Zilciyan ailesi, hassa mima-
rı Edirneli Hagop Kalfa, şair Misak Medzarentz,
Ermeni Mezarlıkları
Doktor Zakar Tarver),
Eski geleneklere göre İstanbul’daki Ermeniler de
Boyacıköy Mezarlığı, Büyükdere Mezarlığı (eği-
ölülerini kilise avlularına defnetmişlerdir. Ancak
timci, müzisyen ve şair Sahag Hancıyan),
nüfusun çoğalmasıyla bu yol zorlaşmıştır. İstan-
bul’da 1560’ta meydana gelen veba salgını bin- Edirnekapı Mezarlığı (hassa ressamı Rafayel, ta-
lerce insanın canını alırken, yönetim salgını bir rihçi ve eğitimci Sarkis Tıbir Saraf Hovhannesyan,
nebze olsun durdurmak için, şehrin ikamete açık dil bilgini, tarihçi ve çevirmen Balatlı Kevork Tıbir
bölgelerinde defin işlemini yasaklamıştır. Der-Hovhannesyan, yıllık hazırlayıcısı, matbaacı
ve eğitimci Madteos Tıbir Hovnanyan ve diğerleri),
Bu dönemde boş arazi olan bugünkü Taksim çev-
resi Ermenilerin, Rumların ve Latinlerin mezar Hasköy Mezarlığı (Bursa dini lideri Başepiskopos
ihtiyacını karşılamaya tahsis edilmiştir. Bugün Samuel Erzincanlı, Rahip Garabed Şahnazaryan,
Askeri Müze’nin bulunduğu yerden Taksim Par- Mıgırdiç Amira Cezayirliyah, Posta ve Nafıa Na-
kı’na dek olan geniş arazi Pangaltı Mezarlığı ola- zırı Krikor Ağaton, Arakel Altun-Dürri, Başrahibe
rak İstanbul Ermenilerinin mezar ihtiyacını karşı- Sır-puhi Kalfayan ve diğerleri),
lamıştır. Üç yüzyıla yakın bir süre böyle sürdükten Kadıköy Mezarlığı (Türk müziği ustası Tateos Ek-
sonra, 1865 veba salgını halkı kırdığında Taksim serciyan -Kemani Tatyos),

41
Vadi-i Hamuşan
Kandilli Mezarlığı (vaiz ve hayırsever Başepisko- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
pos Eremya Tavukcuyan), (4) Köse, Ali. a.g.e., s. 14

Kınalıada Mezarlığı (Miralay Doktor Yenovk Bey


Papazyan, hukukçu-yazar Sarkis Karakoç, Miralay Ersarı Mehmet Dede Türbesi-Çankırı
Doktor Sarkis Bey Berberyan), (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Ortaköy Mezarlığı (Arakel Amira Dadyan, mizahçı
ve gazeteci Hagop Baronyan, devlet adamı Simon
Ersoy, Ayla
Bey Maksud, hassa mimarı Bedros Nemize),
http://ekitap.eyup.bel.tr.
Rumelihisarı Mezarlığı, Üsküdar Mezarlığı (Patrik
Eyüp’teki Mezar Taşları Üzerindeki Servi Ağacı Kültü,
Zakarya Vanlı, Patrik Hovhannes Çamaşırcıyan, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla V. Eyüp Sultan Sempozyu-
Patrik Asdvadzadur, Patrik Garabed Balatlı, Pat- mu (11-13 Mayıs 2001) S.90-95, Eyüp Belediyesi,
rik Sarkis Kuyumcuyan, hassa mimarları Kayseri- 2001, İstanbul
li Sarkis ve Bali kalfalar, Krikor Amira Balyan ve (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Sarkis Bey Balyan, Giragos Odyan, eğitimci Reteos
Berberyan ve Hovhannes Hintliyan, şair Bedros
Ertaş, Zafer
Tutyan ve Madteos Zarifyan ve daha birçokları),
Milli Ktp./Tasnif No:1965 SA 125
Şişli Mezarlığı (patrikler Horen Aşıkyan, Ma-
Antalya Bölgesi Bir Grup Mezar Taşı Hakkında Yorum-
ğakya Ormenyan, Hovhannes Arşaruni, Mesrob
lar, Sanat Tarihi Yıllığı, Sayı:12, S.21-23, 1982-83,
Naroyan, Karekin Haçaduryan, Şınorhk Kalusd-
İ.Ü., İstanbul
yan, Rahip Krikoris Apatyantz, Doktor Naha-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
bed Rusinyan, Istepan Paşa Aslanyan, Mikayel
Horasancıyan, Hagop Paşa Gosdantyan, Hagop
Paşa Kazazyan, Hovhannes Nuryan, Sahag Abro, Erte Yan
Harutyun Mosdiçyan, Prof. Krikor Kömürcüyan, Kıyamet.(1)
yazarlar Hampartzum Harutyunyan, Hrand-Za-
(1) Kaya, Bayram Ali. a.g.e., s. 348
bel Asadur çifti, Toros Azadyan, Hayganuş Mark,
Püzant Keçyan, Istapan Gurdikyan, artistler Mar-
diros Mınakyan, Arsak Benliyan, Felekyan ailesi, Erten, Oğuz
Zabel Hekimyan, Aşod Madalyan, Bedros Balta- http://ekitap.eyup.bel.tr.
zar, Torkom Sırabyan, Pakarad Tevyan, Kalfayan Eyüp’de Bir Yeniçeri Mezar Taşı ve Yeniçeri Mezar
rahibeler topluluğu üyeleri, şövalye Asdvadzadur Taşları, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla VIII. Eyüp Sultan
Çunt ve daha birçokları) ve Yeniköy Mezarlığı’dır. Sempozyumu (7-9 Mayıs 2004) S.335-342, Eyüp
Belediyesi, 2004, İstanbul
Katolik Ermenilerin de Şişli’de bir mezarlığı bu-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
lunmaktadır.
(1) DBİA, VAĞARŞAG SEROPYAN;
Erten, Oğuz
Zeynep Sultan Camii Haziresi, (Yayınlanmamış Lisans
Ermiş
Tezi) M.S.Ü. Arkeoloji ve Sanat Tarihi ABD, 2003,
Kendisini Allah sevgisine bağlamış, belli bir mer- İstanbul
tebeye ulaşmış, ilahi sırların kendisine açılmış
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
olduğu söylenen ve bu husus halk tarafından da
kabul edilen has kul, evliya, yatır, eren, veli.(1)(2)(3)
Veli kavramı yerine geçen bir terim.(4) Ertıgli
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Ölümlü, geçici, fani.(1)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

42
Vadi-i Hamuşan
Ertimlig münün kapısı üzerine 1304 (1886-87) yılındaki
Geçici, fani, ölümlü, geçici, fanilik.(1) II. Abdülhamid onarımı sırasında konulmuş olan

E
sülüs hatlı manzum kitâbede, türbenin daha önce
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
1171’de (1757) Sultan Ahmed tarafından bütü-
nüyle yenilendiği, daha sonra tekrar harap olan ve
Ertokuş Türbesi-Isparta yıkılmaya yüz tutan yapının Sultan Abdülmecid
tarafından da tamir ettirilerek çeşme ve şadır-
(1) DİA, Cilt. 11 s. 313
vanla zenginleştirildiği belirtilmektedir. Ancak
kitâbede verilen 1171 (1757) tarihi, III. Ahmed’in
Ertuğrul Gazi Türbesi-Bilecik tahttan indirilmesinden (1730) yirmi yedi yıl
(1) DİA, Cilt. 11 s. 317, sonrasına (III. Mustafa’nın cülûs yılı) aittir. Öte
(2) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 12, yandan türbe hariminin mimari özellikleri Orhan
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 150, Gazi devrinden kalma olduğunu göstermekte, bu
(4) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 11, sebeple fahiş bir tarih hatası taşıyan kitâbenin
(5) Yılmaz, Emre. a.g.e. s. 27, yapının geçirdiği aşamalar hususunda da doğru
bilgiler vermediği anlaşılmaktadır.
Türbe, çam ağaçlarının gölgelendirdiği geniş bir
Ertuğrul Gazi Camii Ve Türbesi
bahçenin içinde yer alır. Bahçenin giriş kapısı em-
Söğüt’te asılları Osmanlı mimarisinin ilk eserle- pire üslûbunun özelliklerini yansıtmakta ve Sul-
rinden olan mescid ve türbe. tan Abdülmecid devrinden kalma olduğunu belli
Osmanlı Beyliği’nin ilk merkezi Söğüt’te Ertuğrul etmektedir. Kesme köfeki taşı ile inşa edilmiş olan
Gazi tarafından yaptırılmış yegâne mimarlık eseri kapı içbükey profilli yuvarlak bir kemerle taçlan-
olan cami, XIX. yüzyılın sonlarında Hacı Hüseyin dırılmış, yanlardan dorik başlıklı ikişer plasterle
adında bir hayır sahibince ilk halinden tamamen kuşatılmıştır. Türbe binası altıgen planlı ve kub-
farklı bir biçimde yeni baştan inşa ettirilmiştir. beli bir gövde ile dikdörtgen planlı ve beşik çatılı
Eski camiyle yaklaşık aynı boyutlarda olduğu anla- bir giriş bölümünden oluşur. Erken devir Osmanlı
şılan ve 1956’da da onarım geçiren bugünkü yapı, mimarisinin özelliklerini gösteren duvarlar, bir
kare planlı bir harim ile enine dikdörtgen planlı sıra kesme köfeki taşı ve iki sıra tuğla ile almaşık
ve kapalı bir son cemaat yerinden meydana gelir. düzende örülmüştür. Altıgen gövdenin yüzlerin-
Kurşun kaplı bir ahşap çatının örttüğü son cemaat den kıbleye yönelik olana küçük bir mihrap yerleş-
yerinin kuzey duvarında basık kemerli girişle iki tirilmiş, diğerlerinden dördüne kapı ile üç pencere
tarafında büyük boyutlu ve yuvarlak kemerli birer açılmış, bir cephe de sağır bırakılmıştır. Dikdört-
pencere, yan duvarlarında da bunların birer eşi bu- gen pencere açıklıkları topuzlu demir parmaklık-
lunmaktadır. Basık bir kasnağın üzerine oturmuş larla ve demir kepenklerle donatılıp almaşık örgü-
kurşun kaplı bir kubbe ile örtülü olan harimin du- lü sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırılmıştır.
varlarında ikişer tane ince uzun ve yuvarlak kemer- Kurşun kaplı basık kubbe, arada kasnak olmak-
li pencere yer alır. Minare, binanın batı cephesinde sızın doğrudan gövdeye oturmaktadır. Türbede
harim ile son cemaat yerinin sınırında bulunan ve tek başına yer alan Ertuğrul Gazi’nin lahdi harçla
dışarı taşan kare tabanlı bir kaidenin üzerinde yük- sıvanmış, baş ucuna alçıdan yapılma bir Türkmen
selmektedir. Silindir biçimindeki gövde arada pa- sarığı konulmuştur.
buç kısmı olmaksızın doğrudan, harim duvarının II. Abdülhamid onarımından önceye ait olan 1882
saçağına kadar devam eden kaideye oturtulmuş ve tarihli fotoğraflarda, türbenin önündeki kapalı gi-
altı kaval silmelerle dolgulanmış olan şerefe basit riş bölümünün yerinde ahşap direklere basan çatı
demir parmaklıklarla sınırlandırılarak petek, soğan örtülü bir revakın bulunduğu görülmektedir. İkisi
kubbe biçiminde bir külahla taçlandırılmıştır. türbenin cephesine bitişik olan toplam sekiz adet
Orhan Gazi tarafından inşa ettirilen türbe daha ahşap direğin üzerine bağdadî tekniğiyle meydana
sonra çeşitli onarımlar geçirmiştir. Giriş bölü- getirilmiş yuvarlak kemerler oturmakta, geniş sa-

43
Vadi-i Hamuşan
çaklı ve kiremit kaplı bir çatı da revakı örtmekte- olmak üzere inşa edilecek bir hanın planı bulun-
dir. Önde üç kemer, yanlarda ise ikişer kemer var- maktadır. II. Abdülhamid’in, Ertuğrul Gazi’nin
dır ve sütunların arasına kesme taştan yapılmış mensup olduğu Karakeçili aşiretinden muhafız
bezemesiz korkuluklar yerleştirilmiştir. Revakın alayları tertip etmesi gibi Söğüt’te gerçekleştirdi-
arkasındaki türbe duvarında girişin yanlarında ği bu tamirat ve inşaat faaliyetleri de hânedanın
çifte “vav”lar, kemerlerle saçağın arasında da ba- Anadolu’daki kökleriyle olan bağlantısını canlan-
rok üslûpta kalem işi bezeme öbekleri seçilmekte- dırma arzusuna yöneliktir. Karakeçililer’in Ertuğ-
dir. Söz konusu revakın XVIII. yüzyılın ikinci ya- rul Gazi’nin hâtırasına duydukları bağlılık günü-
rısına (muhtemelen kitâbede geçen 1171 [1757] müzde de sürmekte ve eskiden beri her yıl eylül
yılına) ait olduğu, Sultan Abdülmecid devrinde de ayının sonlarında yapılan Ertuğrul Gazi ihtifali
tamir gördüğü tahmin edilebilir. II. Abdülhamid gittikçe resmî bir nitelik kazanarak daha coşkulu
onarımı sırasında yapılan bugünkü giriş bölümü bir hal almaktadır. Aşiret mensupları, ihtifal sı-
ise derinliğine gelişen dikdörtgen planlı, beşik çatı rasında Söğüt’ün doğusunda bulunan “Dua Yeri”
örtülü, kapalı bir mekândır. Üçgen şeklinde bir adındaki yüksek düzlükte toplandıktan sonra ge-
alınlıkla taçlandırılmış olan ön yüzünde dikdört- leneksel kıyafetleri içinde ellerindeki sancaklarla
gen açıklıklı bir kapı ile bunun üzerinde onarım kasabaya girmekte ve at üzerinde türbeyi üç defa
kitâbesi, yan yüzlerde de basık kemerli üç pencere tavaf etmektedirler. Arkasından kurbanlar kesil-
ile ikinci bir kapı bulunmaktadır. Yine eski fotoğ- mekte ve bunların etleriyle hazırlanan pilâv top-
raflarda, giriş revakının ilerisinde yer aldığı görü- luca yenildikten sonra Kur’an ve mevlid okunup
len günümüze intikal etmemiş şadırvan sekizgen cirit gibi millî oyunlar sergilenmektedir.(1)
planlıdır. Alçak korkuluk duvarları ile kuşatılmış (1) DİA; [ERTUĞRUL GAZİ CAMİİ ve TÜRBESİ - M.
olan sekizgenin köşelerine ahşap direkler yerleşti- Baha Tanman] c. 11; s. 316
rilmiş, bunlar birbirlerine bağdâdî sıvalı Bursa ke-
merleriyle bağlanarak şadırvanın üstü, sekizgen
Ervah-ı Habîse
piramit biçiminde kiremit örtülü basık bir çatı ile
kapatılmıştır. Bu şadırvanın yanı sıra türbe girişi- Kötü ruhlar, cin ve şeytan. Cinlerle şeytanlardan
nin sol yanındaki çeşmenin de kitâbesinde Sultan kinaye bir deyim.(1)(2)(3)
Abdülmecid tarafından yaptırıldığı ve II. Abdülha- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mid tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Bahçede, türbenin doğusunda Ertuğrul Gazi’nin
eşi Halime Hatun’un, batısında kardeşi Dündar
Bey ile oğullarından Savcı Bey’in kabirleri, 6 m. Ervah-ı Kudsi
kadar ötesinde de Bursa’nın fethinden (1326) a. Kutsal ruhlar, yüce ruhlar olarak da adlandırı-
sonra vasiyeti gereği naaşı bu şehre nakledilen lan mücerred melekûti ruhlardır. Bu ruhlara
Osman Gazi’nin makam-kabri yer alır. Bunlardan kudsiyan, ervah-ı kudsiye, ervah-ı âliye, ervah-ı
başka, 1970’li yıllarda türbenin önünde bulunan mükerreme ve insani ruhlar gibi isimler de ve-
alana tarihteki Türk devletlerinin kurucularına ait rilir.(1)(2)(3)
büstler yerleştirilmiştir. b. Bedenlerinden ayrılan ermişlerin ruhlarına da
II. Abdülhamid onarımı sırasında türbenin yakını- bu isim verilir.(2)
na ziyaretçiler için misafirhane niteliğinde bir han (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
ile bir imarethâne inşa edilmiş, ancak bu yapılar (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
günümüze ulaşmamıştır. Başbakanlık Osmanlı (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Arşivi’ndeki mimari çizimler arasında (Plan, Proje
ve Krokiler kısmı, nr. 48) yer alan 30 Receb 1320
Ervah-ı Lâhût
(2 Kasım 1902) tarihli bir belgede, Ertuğrul Gazi
Türbesi’ni ziyaret amacıyla Söğüt’e gelen Kara- Göklerdeki ruhlar, melekler.(1)
keçili aşireti mensuplarının ikametlerine mahsus (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.

44
Vadi-i Hamuşan
Ervah-ı Latife Erzin Hatun Türbesi-Ahlat
a. Latif ruhlar.(3) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30

E
b. Melâikeden kinaye olan bir deyim,(2) melekler.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Erzincanlı Mehmed Sadık Efendi Türbesi-
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. İstanbul
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.

Ervah-ı Tayyibe Erzurum Dede Türbesi-Çorum


İyi ruhlar, temiz ve güzel ruhlar.(1)(2)(3) (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 181
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Türbesi-Siirt
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30

Ervah-ı Ulvî
Erzurunlu Emrah Türbesi-Tokat
Yüce ruhlar.(1)
(1) DİA, Cilt. 11 s. 338
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Esâm
Ervah
Cehennem içinde akrep ve yılanlarla dolu olan va-
a. Ruhlar.(1)(2)(3)(5)
dilerden birisi.(2)
b. Canlar, hayatın cevherleri.(4)
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 354;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 269
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Esad Mehmed Muhlis Paşa Türbesi-Ankara
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 48

Ervahi Esad Muhlis Paşa Türbesi-Diyarbakır


Ruhlar âlemine ait olanlar.(1) (1) DİA, Cilt. 11 s. 350
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Esad Sultan Türbesi-Konya
Ervah Tepe Türbesi-Aksaray (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 9, s. 443
(1) Öney, Gönül. a.g.e. s. 47
Esat Efendi Türbesi-Bosna Hersek
Ervahiye (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
Doğadaki bütün varlıkların insanınkine benzer
ruhları bulunduğunu savunan ilkel doktrin, can- Eser Baba Türbesi-Muş
lıcılık, animizm, ruhçuluk.(1)(2)(3)(4)
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 300
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Eser Bey Türbesi-Niğde
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 33, s. 97

45
Vadi-i Hamuşan
Esfâr Eshab-ı Kubûr
a. Sefer’in çoğuludur. Seferler yolculuklar.(2) Kabir ehli olanlar, ölüler.(1)
b. Çile çekmek veya mürşide varmak için yeryü- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
zünde yapılan yolculuk.(2)
c. Günün aydınlığı, büyük kitaplar ve kitap mana- Eshab-ı Nâr
larına gelir.
Ateşlikler, cehennemlikler.(1)(2)(3)
d. Ariflerin ve tarikat saliklerinin esfardan maksa-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dı halktan Hakk’a, Haktan halka, halkta halk-
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
tan ve Hakta Haktan gerçekleştirdikleri ruhani
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
yolculuklardır.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e. Eshab-ı Rey
Onlar minber sâhibi olanlardır.(1)
Esfel-i Safilin (1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 36
a. Cehennem.(5)(6)
b. Aşağıların en aşağısı. Eshab-ı Rışh
c. Cehennemin en aşağı tabakası.(1)(2)(3)(4) Onlar terleyenlerdir.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 36
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. Eshab-ı Yemin
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Âhirette amel defteri sağ canibinden verilen talih-
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
li kimseler.(1)
(6) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 21, s. 330
(1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 14

Eshab-ı A’raf
Cennetle cehennem arasında kalarak her ikisine Eshab
de giremeyen ruhlar.(1) a. Sahipler, malik ve mutasarrıf olanlar.(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Peygamberimizi görmek ve sohbetine katılmak
şerefine ulaşmış olan kimseler, sahabeler.(1)(3)
Eshâb-ı Cahîm (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Cehennemlikler.(1)
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Esin, Emel
Eshab-ı Cennet
TTK Ktp./Tasnif No: A III 6975
Cennete gidecek olanlar, iyi ve hayırlı kişiler.(1)
Kün- Ay (Ay Yıldız Motifinin Proto-Türk Devrinden Ha-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kanlılara Kadar İkonografisi), VII. Türk Tarih Kongresi,
S.313-359, TTK, 1972, Ankara

Eshab-ı Ka’beyn (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Topuklarına kadar terleyenler, suda boğularak ve-


fat edenlerdir.(1) Esir Dede Türbesi-Bursa
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 36 (1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 105

46
Vadi-i Hamuşan
Esirüddin Ehberi Türbesi-Afyon-Çay Eskid Baba Türbesi-Kırklareli
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81 (1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 68

E
Eskatologya Eskişehir Köyünde Bulunan Türbe-Tarsus
Ölümden sonra insanların ve kıyametten sonra (1) Tanrıverdi, Güley Hülya. “Tarsus’ta Türk İslam
âlemin ne olacağını konu edinip ahiret hayatını Mimarisi.” Y.L.T., Erciyes Ün., S.B.E., 389 s., Kay-
tasvir eden bilim dalı, ilm-i âhiret.(1)(2)(3) seri, (2006). s. 112
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Esma-i Hüsna
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Allah’ın isimleri için kullanılan bir tabir.(1) Al-
lah’ın en güzel isimleri.(2)(3)(5) Allah’ın her an, her
Eski Çağa Türbesi-Bolu yerde ve her zerrede tecelli eden yüce varlığını,
birliğini, kâinat üzerindeki mutlak hâkimiyetini
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30
ve bütün yönleriyle erişilmez bir mükemmelliğe
sahip bulunduğunu belirten ve yalnız O’na ait
Eski Yahudi Mezarlığı – Prag olan en güzel isimler.(4)
Avrupa’nın en eski ve en ürkütücü mezarlıkların- (1) DİA;
dan bir tanesi olan Eski Yahudi Mezarlığı, görü- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
nürde 12,000 cesede ev sahipliği yapıyor. Ancak (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
zamanında mezarlıkta yer kalmadığı için mevcut (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mezarların üstü toprakla doldurulup yenileri gö- (5) Akay, Hasan. a.g.e.
müldüğü için aslında mezarlıkta toplam 100,000 (6) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
kadar ceset bulunduğu tahmin ediliyor.
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- Esma Hatun Türbesi-Kayseri
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu-
cu-25-mezarlik-733955 (1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 20,
(2) Demir, Ayşe Nur Kaya. “II. Abdülhamid Dönemi
Kayseri Yapıları” Yük. Lis. Tz. Erciyes Ün. Sos.
Eskice Türbesi-Çankırı Bilm. Enst. Kayseri (2006).S. 91,
(3) Özbek, Yıldıray, Celil Arslan, Mehmet Çayırdağ.
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
“Kayseri Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri (1-
3)” Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınla-
Eskici Baba Türbesi-İzmir rı, Kayseri (2009). s. 1167

(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 109


Esrar

Eskici Baba Türbesi-İstanbul-Çatalca a. Gizli olan, herkesçe bilinmeyen şeyler, herkese


açık olmayan, gizemler, gizlilikler, sırlar.(1)(2)
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 83
b. Aklın eremeyeceği işler.(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Eskici Dede Türbesi-İstanbul
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Eskici Türbesi-Bursa Esrar Dede Türbesi-İstanbul


(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 106 (1) Adresler. a.g.e.

47
Vadi-i Hamuşan
Esrek Sultan Türbesi-Kütahya Eşiğe Niyaz
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68 Din büyüklerinin yattığı yatırlar ziyaret edilirken
eşikleri niyaz edilir, o kapıdan şefaat beklenir.(1)
Estirtüv (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 16

Kazak akınlarının ölüm haberini duyurdukları


ölenlere verilen ad.(1) Eşiğe Oturmak

(1) Kaya, Doğan. a.g.e.


Eşiğe oturmak iyi karşılanmaz, bir uğursuzluğun
gerçekleşeceği şeklinde yorumlanır. Eşiğe oturul-
masıyla evin büyüğünün ölecek olması arasında
Estup bir bağlantının olduğu inanışı vardır.(1)
Azizin ölümünden sonra eşyasının saklandığı oda (1) Eren, Metin, Türk Kültüründe Ölüm ve Toprakla
veya sandık.(1) İlgili İnanış ve Ritüeller, Acta Turcıca, Yıl IV, Sayı
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 1, s. 265, 2012

Eşiğin Kutsallığı
Esük
a. Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması eski
Kefenleme geleneği, Türkler tarafından çok eski
Türk inançlarından kalma bir inanıştır. Eşik
tarihlerden beri kullanıla gelmiştir. Kaşgarlı, ölü
saygın ve kutsaldır.
beylerin ve hanların üzerine örtülen bir kumaş
olarak “esük” kelimesini vermektedir.(1) Orta Asya b. Din büyüklerinin yattığı yatırlar ziyaret edilir-
Türklerinin ölülerini yıkayıp temizledikten sonra ken eşikleri niyaz edilir, o kapıdan şefaat bek-
mumyaladıklarını ve onları “esük/eşük” adı veri- lenir.(1)
len kefene sararak gömdüklerini görmekteyiz.(2) (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 16
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 5;
(2) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 19 Eşik Toprağını Dışarı Atmak
Van ve çevresinde ev eşiği süpürülmemeli, süpü-
Eş’ari rülse bile eşik toprağı dışarı atılmamalıdır. Topra-
ğı dışarı atmak, bu eylemi yapan kişilerin rızkını
a. Sünni Müslümanların inandıkları iki inanç
mezhebinden biridir. Kurucusu Ebü’l-Hasan azaltır.(1)
Ali el-Eş’ari’dir.(874-935)(1) (1) Eren, Metin. a.g.e.

b. İmam Ebü’l-Hasan Ali el-Eş’ari mezhebine


mensup olan sünnet ehli kişi.(3)(2) Eşin
c. Bu mezhebe ait olan, bu mezheple ilgili.(3) a. Çukur, hendek.(1)(2)
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. b. Mezar.(1)(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Eşhürü’l-Hurum Eşrât-i Saat


Haram aylar, Arap Kabilelerinde İslamiyet’ten Kıyamet alâmetleri, dünyanın sonunun yaklaş-
önce savaşın ve öldürmenin yasak sayıldığı, Kâbe tığını, kıyametin kopacağını gösteren hadiseler,
civarında avcılığın bile yapılmadığı Zilkade, Zil- delil ve belirtiler.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7) Mehdi, Deccal,
hicce, Muharrem ve Recep ayları.(1)(2)  Dabbetü’l-arz, kıyamet vb.(5)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

48
Vadi-i Hamuşan
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. b. Vakıflar idaresi, vakıf mallarını yöneten idare,
(4) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Vakıflar Genel Müdürlüğü.(1)(2)

E
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(6) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Evhadüddin Kirmani Türbesi-Konya


Eşrât
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 101
Belirtiler, alâmetler, izler, nişanlar.(2)(3)(4)(5) Kıya-
met alâmetleri olarak tefsir edilmiştir.(1)
Evlice (Ulice) Baba Türbesi-İstanbul
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 3, s. 296;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Adresler. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Evlice Baba Türbesi-İstanbul
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 115

Eşrefilik
Evliya
Türk tarikatlarından biri. Eşrefoğlu Rûmi tarafın-
dan kadiri tarikatından ayrılarak kuruldu.(1) a. Ermiş kimseler, erenler, veliler, sahipler, dost-
lar, ulular, yakınlar.(1)(3)(4)(6)(7)(11) Allah’a daha
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
yakın olanlar.(2)(5) Dost, yar, efendi, müttefik
ve itaatkârdır. Aynı şekilde din ve irfan büyük-
Eşrefoğlu Türbesi-Beyşehir lerinin kastetmek için de kullanılır.(10) Allah’ın
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30 sevgilisi olan, hâli, davranışları, çok üstün va-
sıfları ve gösterdiği kerametler sebebiyle bu hu-
Eşrefzade Türbesi-Bursa sus halk tarafından da kabul edilmiş bulunan
seçkin ve has kullar, ermişler.(3)(5)(7) Arapçada
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
veli kelimesinin çoğulu olmakla beraber Türk-
çede halk dilinde tekil olarak kullanılmaktadır.
Et Ağa Türbesi-Azerbaycan Ermiş kişi, tam Türkçesi erenler.(9) Hakkın
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 dostları, Allah’ın özel ilgisine, sevgisine ve yar-
dımına nail olanlar. Genel anlamda müminle-
rin hepsi evliyadır. Özel anlamda yalnızca Al-
Ethem Baba (Göbek Dede) Türbesi-
lah’ın kendilerine keramet ve ilham ihsan ettiği
İstanbul-Sulukule
kâmil müminler evliyadır.(11) Olağanüstü yete-
(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 84 neklere ve sırlara ermiş kabul edilen kimseler,
keramet sahibi olanlar.(2)
Ethem Baba Türbesi-İstanbul-Eyüp b. Yatır.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30 (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Etüz Kodug (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ölüm.(1) (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Evkaf (8) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 61;
a. Vakıflar, vakfedilmiş olan mallar.(1)(2) (9) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.

49
Vadi-i Hamuşan
(10) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. alan bu dört kişi vasıtasıyla Allah dünyayı ko-
(11) Uludağ, Süleyman. a.g.e. rumakta olduğu için bunlara Evtâd (direkler,
temeller) denilmektedir.(1)
Evliya Ata Türbesi-Kazakistan (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 25 s. 128 (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Evliya Dede Türbesi-Elazığ Evranos Dede Türbesi-İstanbul-Karagümrük


(1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 50 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 102,
(2) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30

Evliya Hasani Kirkani Türbesi-Kars


Evreni Türbesi-Erzurum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 30,
Evliya Kurnası (2) Özdoğan, Duygu. a.g.e. s. 139

Eskiden özellikle İstanbul’daki kadın hamamla-


rında “evliya kurnası” denilen bir bölüm bulunur- Evrenos Dede Türbesi-İstanbul-Eyüp
du. Burada yıkanmanın uğur getireceğine, işleri (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 434,
düzelteceğine inanılırdı. Evliya kurnası her gece
evliyaların gelip yıkandığı, dolayısıyla bu kurna- Evrenos Gazi Bey Türbesi-Yunanistan
nın kutsal olduğu inancı vardı. Burada dua edip
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 872
dilek tutan kadınlar, dileklerinin kabulü için yok-
sul birisini yıkatıp parasını öder ve hamama sa-
bun, süpürge vb. şeyler hediye ederlerdi.(1) Evrenos Gazioğlu Ali Bey Türbesi-Yunanistan
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 41 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 878

Evrad Evrenos Gazioğlu İsa Bey Türbesi-Yunanistan


a. Cüz demek olan virdin cemidir. Tarikata intisap (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 878
eden dervişlerce mürşitleri tarafından verilen
emir üzerine bazı esma ve ayetlerin her gün
Evronos Ahmet Bey Türbesi-
muayyen miktarda okunmasına evrad okumak
Yunanistan-Yenice
derlerdi.(1) Tarikatların ayrı ayrı evradı vardır.
(2)(3)(4) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1011

b. Belirli gün ve zamanlarda okunması âdet haline


gelen dini sözler, dualar ve ayetler.(3)(4) Evvel
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; a. İlk, birinci, başlangıç, iptida.(1)(3)(4)
(2) Akay, Hasan. a.g.e. b. Allah.(1) Allah’ın (doksan dokuz) isimlerinden
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. biri.(3)(5) “Bir sonu olmadığı gibi bir başlangıcı
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. da bulunmayan, bütün mevcudata nisbetle her
şeyden önce var olan” manasında Esma-i Hüs-
Evtâd na’dandır.(4)
a. Direkler, sultanlar.(2) b. Önce geçmiş.(3)
b. Doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde bulunan (1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
dört büyük veli.(2) Âlemin dört direği mesabe- (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
sinde bulunan, dünyanın dört tarafında yer (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

50
Vadi-i Hamuşan
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. öncelik ve sonralık düşünülebilir. Şu halde O’nun
(5) DİA; [EVVEL - Bekir Topaloğlu] c. 11; s. 545 evveliyet ve âhiriyeti zamanın başlangıç ve sonuç

E
sınırlarının üstünde oluşu, başka bir deyişle esa-
sen mevhum veya sadece zihnî bir kavram niteliği
Evvel İsmi
taşıyan zamandan münezzeh bulunuşu demektir.
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. Bu mânanın da ancak iki ismin beraber kullanıl-
“İlk” mânasına gelen evvel kelimesinin kökü hak- masıyla elde edilebileceği kabul edilmiştir. Başta
kında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mâtürîdî olmak üzere Halîmî, Abdülkāhir el-Bağ-
Kur’ân-ı Kerîm’de Hadîd sûresinin 3. âyetinde dâdî, Zemahşerî, Beyzâvî ve Muhyiddin İbn Arabî
âhir ile birlikte Allah’a nisbet edilir. Bu âyetteki gibi âlimler de bu noktaya dikkat çekmişlerdir.
konumuna göre evvel “varlığının başlangıcı ol- Buna göre evvel Allah’ın selbî sıfatları grubu için-
mayan”, âhir de “varlığının sonu bulunmayan” de yer alır. Nitekim Fîrûzâbâdî evvel ismine “ikin-
demektir. cisi (yani şeriki) bulunmayan tek” mânası vermek
suretiyle onu selbî sıfatlar içinde mütalaa etmiştir
Kelâm, felsefe ve tasavvuf literatüründe evvel - âhir
(Kāmus Tercümesi, “vel” md.).
yerine aynı anlamda kadîm - bâkī, ezelî - ebedî te-
rimleriyle lem yezel - lâ yezâl tâbirleri de kullanılır. Evvel kavramı genellikle övgü için kullanılır; ayrı-
ca insanlığın sahip olduğu birçok fazilet, maharet
Kur’an’da Hadîd sûresinde yer alan evvel ismin-
ve değerin ilkin kimin tarafından ortaya konul-
den başka birçok âyette yaratmayı başlatma, de-
duğu hususu hararetle tartışılır. Ancak bütün bu
vam ettirme ve yenileme fiilleri, ayrıca göklerle
övgü vesileleri izâfî ve sınırlı olup her türlü güzel-
yerin ve aralarındaki her şeyin yani kâinatın icat
lik, lutuf, ihsan ve erdem ilâhî kaynaklıdır; mutlak
edilişi de Allah’a izâfe edilir (bk. M. F. Abdülbâkī,
mânada evveliyet ve âhiriyet Allah’a mahsustur.
el-Mucem, “halķ” md.).
Bununla birlikte kelâmcılar, Allah’ın âleme göre
Yaratmayı ilkin başlatan ve onu sürdüren, bütün hem zaman hem illet olma bakımından önceliğini
nesne ve olaylarıyla birlikte tabiatı meydana ge- ısrarla belirtirken bazı filozoflar sadece illet olma
tiren varlığın kendisi elbette yaratılmış olamaz. bakımından önce olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Buna göre söz konusu âyetler Allah’ın, varlığı zâtı-
Hadîd sûresinde (57/3) yer alan birbiriyle bağlan-
nın gereği olup (vâcibü’l-vücûd) başkalarını icat
tılı dört ismin (evvel-âhir-zâhir-bâtın) kelâm ve ta-
eden bir evvel olduğunu vurgular.
savvuf açısından ifade edebileceği mâna ve muhte-
İhlâs sûresinde geçen samed ile (112/2) birçok va üzerinde eski dönemlerden itibaren durulmuş
âyette tekrarlanan ganî isimleri de (bk. a.g.e., ve ilgi çekici yorumlar yapılmıştır. Fahreddin er-
“hanî” md.) Allah’ın her şeyden müstağni olduğu- Râzî, daha önceki görüşlerden de faydalanarak bu
nu ifade ederek evvel isminin mânasını pekiştirir. yorumları yirmi dörde kadar çıkarmıştır. Bunlar
Evvel ismi doksan dokuz esmâ-i hüsnâ hadislerin- arasında evvel - âhir bağlantısıyla ilgili olanlardan
de yer aldığı gibi (Tirmizî, “Daavât”, 82; İbn Mâce, bazıları şöyledir: Allah, varlığının başlangıcı ol-
“Duâ”, 10) Hz. Peygamber’in bizzat okuduğu ve maması itibariyle evvel, sonu olmaması itibariyle
kızı Fâtıma’ya öğrettiği dua ve niyaz metninde âhirdir. Kalplerden geçeni en baştan bilmesiyle ev-
de geçmektedir: “Allahım! Sen evvelsin, senden vel, kusurları -dilediği takdirde- sonuna kadar ört-
önce hiçbir şey yoktur ve sen âhirsin, senden son- mesiyle âhirdir. Yaratmayı başlatıp sürdürmesiyle
ra da hiçbir şey yoktur” (Müslim, “Zikir”, 61; Ebû evvel, yol göstermesi ve nihaî saadete erdirmesiyle
Dâvûd, “Edeb”, 109; İbn Mâce, “Duâ”, 2, 15). âhirdir (Levâmiu’l-beyyinât, s. 325-328).(1)
Âlimler evvel ve âhir isimlerinin Kur’ân-ı Kerîm’de (1) DİA; [EVVEL - Bekir Topaloğlu] c. 11; s. 545
olduğu gibi beraberce kullanılmasının gerektiğini
söyler. Çünkü bunlar yaratılmışlar için söz konu-
Evvelu’l-A’lâ
su edildiğinde diğer bir varlığa göre öncelik veya
sonralık gibi belli bir zaman ifade ederse de Al- Allahu Teâlâ’nın zatı kast edilir.(1)
lah’a izâfe edilince muhtevalarında ne izâfet ne de (1) Seccadi, Seyydi Cafer. a.g.e.

51
Vadi-i Hamuşan
Evzai Türbesi-Beyrut İstanbul’un fethi sırasında ashaptan Ebû Eyyûb
(1) DİA, Cilt. 11 s. 546
el-Ensârî’nin Akşemseddin tarafından keşfedi-
len kabri etrafında teşekkül etmiştir. Kabrin bu-
lunduğu yer Bizans devrinde koruluk bir mesire
Evzâr
sahası iken Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı
a. Günahlar, hatalar.(1)(2)(3) külliye dolayısıyla devlet adamlarının ve özellikle
b. Suçlar, cinayetler.(1)(3)(4) din âlimlerinin türbe civarına gömülmek isteme-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
leri sonucu büyük bir kabristan haline gelmiştir;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
halk arasında buraya gömülme arzusu bugün de
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
devam etmektedir. Mezarlık, Eyüp Sultan Camii
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. çevresinde yer alan Camiikebir hazîresi ile Kırk-
merdiven, İmaret ve Gümüşsuyu gibi kısımlardan
meydana gelir; bunlara sonraları Bahariye Mezar-
Extase Hali lığı da dahil edilmiştir. Günümüzde Camiikebir
Yüksek haz heyecanı ile insanın kendinden geç- hazîresiyle İmaret Mezarlığı’na bakanlar kurulu
mesi tekniği.(1) kararıyla, diğer kısımlara ise belediyenin izniyle
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 1
defin yapılabilmektedir. Halen defin yapılması
sebebiyle özellikle Gümüşsuyu, Kırkmerdiven ve
Bahariye kesimlerinde tarihî mezarlar büyük ölçü-
Eyek Çalmak
de tahrip edilmektedir.
Ölüm halinde olmak, son dakikalarını yaşamak.(1)
Camiikebir hazîresi devlet ricalinden Dârüssaâde
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ağası Hacı Beşir Ağa, Vezir Küçük Said Paşa, Ve-
zir Ayas Paşa, Vezir Semiz Ali Paşa, Kıbrıs fâtihi
Eymen Kapısı Lala Mustafa Paşa, Bulak Mustafa Paşa gibi birçok
Cennet kapılarından biridir. Üzerinde hesap bu- ünlü kişinin açık ve kapalı türbe halindeki mezar-
lunmayan kimseler bu kapıdan cennete girerler.(1) larını ihtiva eder. Daha sonraları bunların yanına
Gazi Edhem Paşa ve şaire Fıtnat Hanım gibi şahıs-
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 400 lar da defnedilmiş ve kabirleri türbeleştirilmiştir.
Camiikebir hazîresine ilk gömülenlerden Musta-
Eynel Bin Karagöz Hademe-i Türbesi- fa Çelebi ile (ö. 898/1492) türbe içinde yüksek
Kosova-Vılçitrin sandukası bulunan Nişancı Ahmed Ağa’nın Fâtih
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 539 Sultan Mehmed devri rûmîleriyle süslü mezartaş-
ları dikkat çekici örneklerdendir. Fâtih devrinde
Camiikebir hazîresi dışında kalanların çoğunluğu
Eyni Ali Türbesi-Manisa
Gümüşsuyu’na ve Karyağdı Tekkesi’ne çıkan ba-
(1) Manisa Valiliği. a.g.e. s. 279 yırda Kırkmerdiven adı verilen kısma gömülmüş-
tür. Fâtih devrinden sonra da Hz. Peygamber’in
Eyrek (Erikçi) Baba Türbesi-İstanbul sancaktarının türbesi civarına gömülebilmek ar-
(1) Adresler. a.g.e.
zusuyla buraya yapılan definler çoğalmış ve XVIII.
yüzyılda Eyüp Sultan Camii’nin etrafı, Camiikebir
hazîresi merkez olmak üzere vezir türbelerinin
Eyüp Mezarlığı
yanı sıra bunların hazîreleri, kütüphane, dârülha-
İstanbul Eyüp’te bulunan Türk-İslâm dünyasının dis, sıbyan mektebi gibi çeşitli vakıf müesseseleri
en önemli mezarlıklarından biri. ve dergâh hazîreleriyle dolmuştur. Bu hazirelerin
Rumeli yakasında ve Haliç’in kuzeyinde Eyüp en önemlilerinin adları şöyle sıralanabilir: Sokul-
sırtlarına yayılmış durumdadır. Alan itibariyle lu Mehmed Paşa (136 kabir), Ferhad Paşa (türbe
dünyanın en büyük mezarlıklarından biri olup dahil elli dört kabir), Şeyhülislâm Ebüssuûd Efen-

52
Vadi-i Hamuşan
di (seksen sekiz kabir), Mîrimîran Mehmed Paşa Lutfi Turanbek gibi yakın dönem ünlülerinin me-
(109 kabir), Pertev Mehmed Paşa (türbe dahilinde zarları bulunmaktadır.

E
altı kabir), Kaptan Hasan Hüsnü Paşa (türbe da- Eyüp Mezarlığı’nın dikkat çeken son noktası, Sul-
hilinde on iki kabir). Devlet ricâli dışında meşhur tan Mehmed Reşad’ın Haliç kıyısındaki türbesi ve
astronomi bilgini Ali Kuşçu, Fâtih’in sakası Mus- hazîresidir. Osmanlı padişah türbelerinin sonun-
tafa Ağa, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin ilk türbedarı cusu olan bu türbenin hazîresinde Sultan Reşad’ın
Yûsuf Baba gibi kişilerle son devirde Reîsülhat- şehzadeleriyle sultanlar gömülüdür. Hazîreye son
tâtîn Muhsinzâde Abdullah Hamdi ve Reîsülküt- olarak Sultan Mehmed Reşad’ın torunu Ömer
tâb Çelebi Mustafa Reşid Efendi gibi ünlüler Ca- Fevzi Osmanoğlu defnedilmiştir (1986).
miikebir hazîresine defnedilmiştir.
Eyüp Mezarlığı hat sanatı ve mezarlık mimarisi
Gümüşsuyu Mezarlığı dahilinde on üç adet aile yönünden fevkalâde önemlidir. Barok üslûbun
sofası, Kâşgarî tekke ve hazîresi, İdrisköşkü ağırlığını hissettirdiği İmaret hazîresi hariç diğer
mevkiinde Çolak Şeyh Hasan Efendi Tekkesi ile mezarlık bölgelerinin tamamı Osmanlı klasik me-
Karyağdı Bektaşî tekke ve hazîresi yer alır. Bir zar taşı çeşitlerinin bütün örneklerini bünyesinde
tepenin iki yamacı halindeki Gümüşsuyu Mezar- barındırmaktadır. Mezarlık tesis olarak vakıf ise de
lığı’nın İdrisköşkü mevkiinde, yüksek dikdörtgen günümüzde Camiikebir hazîresi ve İmaret Mezar-
prizma şeklindeki yazısız taşlarla belirlenmiş olan lığı dışında kalan kısımları tamamen belediyenin
ve Cellâtlar Mezarlığı denilen cellâtların gömül- mülkü durumundadır. Dolayısıyla dinî hizmetler
düğü kısım günümüzde gecekondular tarafından yönünden mezar kazıcılarından başka görevliler
yok edilmiş durumdadır. (âbkeş, duahan, hâfız gibi) bulunmamaktadır. Bu
Gümüşsuyu Mezarlığı’nın Haliç’e bakan yama- sebeple de yaklaşık 12.000 civarındaki tarihî taş
cında zirve noktasındaki Pierre Loti’ye izâfe edi- sayısı her gün biraz daha azalmaktadır.(1)
len kahvenin önünden Haliç sahiline kadar olan
(1) DİA; [EYÜP MEZARLIĞI - Necdet İşli] c. 12; s. 8
alandaki mezar taşları da erozyon sonucu toprak
altında kalmıştır. XVI. yüzyıl definlerinin yoğun
olduğu bu kısım Kâşgarî Tekkesi hizasından aşa- Eyüp Mezarlığı
ğıya doğru yeni definlerle doludur. Diğer bayır ise Ebu Eyyub el-Ensarî’nin türbesinin burada bulu-
Bülbülderesi semtine bakar. nuşu ve halkın ona yakın gömülme isteği Eyüp
Eyüp Mezarlığı’nın sivil halk mezarlarını içeren Mezarlığı’nın meydana gelişine neden olmuştur.
Gümüşsuyu Mezarlığı dahilinde Küçük Hüseyin İstanbul’un en büyük İslam mezarlığı olan Eyüp
Efendi ve Mareşal Fevzi Çakmak ile Şeyh Meh- Mezarlığı’na padişahlar, sadrazamlar, şeyhülis-
med Emin Efendi’nin açık türbelerinin bulundu- lamlar, vezirler, kumandanlar, hanım sultanlar,
ğu bölge “Nakşî Tarlası” adıyla tanınır. Tepelikte saray mensupları, din, tasavvuf, ilim, fikir, sanat
zirve noktası olan bu kısım İdrisköşkü’ne doğru adamları, şairler ve halktan kişiler gömülmüştür.
Kâşgarî Tekkesi’nin hazîresiyle birleşir. Burada Eyüp Mezarlığı, Eyüp Sultan, Üç Şehitler, İslam
İdrîs-i Bitlisî’nin, Ahmed Bîcan Paşa’nın ve Kâş- Bey, Gezeri Kasım, Gümüşsüyü mahallelerini de
garlı Şeyh Abdullah Efendi’nin türbeleri bulunur. kapsamına alarak Haliç kıyılarından, Karyağdı
Kâşgarî Tekkesi’nin mezarlık yolu ağzında bes- Baym’na, tepedeki sırtlara ve oradan da Edirneka-
tekâr Zekâi Dede’nin aile sofası ve bayır aşağısı pı surlarına ulaşmıştır. Edirnekapı ile Alibeyköy’e
kenarında da meşhur ta’lik hattatı Bâhir Efen- ulaşan yolların çevresindeki mezar taşları da Eyüp
di’nin kabri vardır. Mezarlığı’nın uzantısıdır. Haliç çevresi ile sırtla-
Yine Gümüşsuyu Mezarlığı’nda Ahmed Hâşim, rında yapılan yol çalışmaları ve kamulaştırmalar
cihan pehlivanı Kara Ahmed, Ahmet Davudoğ- buradaki mezarlara büyük zarar vermiştir.
lu, Hacı Osman Akfırat, Necip Fazıl Kısakürek, İstanbul’un fethinden hemen sonra Eyüp’te ölüle-
Reîsülhattâtîn Kâmil Akdik, huzur hocalarından rin gömülmesiyle mezar taşlarında toplumun dü-
Kalecikli Zühdü Efendi, Sadettin Heper, Neyzen şünce yapısı ortaya çıkmıştır. Buradaki ilk mezar

53
Vadi-i Hamuşan
taşları gösterişten uzaktır. Anadolu mezar taşla- Şeyh Baba Yusuf Efendi’nin, Vezir Sinan Paşa
rında-ki çeşitlilik, burada da dikkati çekmektedir. Türbesi yanında Hacı Abdullah Paşa’nın mezarı
Başlıbaşma birer sanat eseri niteliğindeki bu taşlar vardır. Öte yandan Eyüp
ölünün kimliği konusunda da bilgi vermektedir. Mezarlığı’nda gömülmenin kutsallığı inancı yeni
18. yy’ın sonlarında yeni mermer ocaklarının bu- gömü için eski mezarların tahribi sonucunu do-
lunuşuyla Eyüp Mezarlığı’nda mermerden daha ğurmuştur. Bu nedenle de Eyüp Mezarlığı’nda pek
çok yararlanıldığı görülmüştür. Osmanlı türbe çok ünlü kişinin mezarı kırılmış veya kaybolmuş-
mimarisinin uyguladığı plan tipleri, üslup ve be- tur. Ebu’l-Fazıl Alaeddin Efendi’nin mezarı yerine
zeme ile burada karşılaşılmıştır. Buradaki açık ve başkaları gömülmüş, Şeyhülislam Sadi Sa-dullah
kapalı türbelerde, hazirelerde mermer, taş ve tuğ- Efendi’nin, Ali Kuşçu’nun mezar taşlan caminin
la ile birlikte kullanılmış, çini, kalem işi, ştuk ve arkasında kırık olarak bulunmuş ve yerine yerleş-
yazı da onları tamamlamıştır. tirilmiştir.
Eyüp Mezarlığı’nda ve yakın çevresinde Abdurrah- Eyüp Mezarlığı’nda yapılan araştırmalar ortaya
man Paşa, Âdile Sultan, Ala-eddin Ali Çelebi, Ayaş ilginç tarihi belge niteliğinde mezar taşlarını çı-
Mehmed Paşa, Bulak Mustafa Paşa, Cafer Paşa, karmıştır. Nitekim Kırım’da Bahçesaray’da gö-
Çifte Gelinler (Çifte Gelenler), Defterdar Nazlı mülü olduğu sanılan, II. Gazi Giray’ın oğlu Devlet
Mah-mud Çelebi, Dukaginzade Mehmed Paşa, Han’ın mezar taşı Eyüp’te bulunmuştur.
Ebu’d-Derda, Hz Edhem, Ferhad Paşa, Feridun Eyüp Mezarlığı’nın ilginç bir bölümü de Gümüş-
Ahmed Paşa, Şair Fitnat Hanım, Hacı Beşir Ağa, suyu’na çıkan sırtlardaki cellat mezarlığıdır. Cel-
Hz Hafir, Hançerli Sultan, Hasan Hüsnü Paşa, Ha- latlık halk arasında iyi karşılanmadığından bu işi
tice Canan Hanım, Hubba Hatun, Hüsrev Paşa, İz- yapanlar ayrı bir mezarlığa gömülmüşlerdir. Bura-
zet Efendi, Hz Ka’b, Karabaş Ahmed Efendi, Kırımî daki mezar taşları oldukça kalın ve insan büyüklü-
Hüseyin Efendi, Lala Mustafa Paşa, Lala Hüseyin ğündeki taşlardan yapılmıştır.
Paşa, Mahmud Ağa, Mahmud Celaleddin Efendi, Eyüp’e mistik bir görünüm veren mezarlığın bü-
Mehmed Çelebi, Mih-rişah Valide Sultan, Miri- yük bir bölümü, doğanın tahribine, kamulaştır-
miran Mehmed Paşa, Nakkaş Hasan Paşa, Pertev malara, gecekondu yapımında yok olmalarına,
Mehmed Paşa, Siyavuş Paşa, Sokollu Mehmed kırılmalanna, modern mezarların onların yerini
Paşa, V. Mehmed (Reşad), Şah Sultan, Şeyhülislam almalarına karşılık yine de korunmuştur.(…)(1)
Mehmed Arif, Şeyhülislam Üryani-zade Ahmed (1) DBİA; ERDEM YÜCEL
Esad Efendi ve Zal Mahmud Paşa türbeleri vardır.
Fransız yazar Pierre Loti’nin zaman zaman ge- Eyüb-i Ensari Türbesi-Bulgaristan
lerek kahve içtiği söylenen kahvehaneye çıkan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 207
yokuşun çevresinde tanınmış kişilerin mezarları
vardır. Yokuşun hemen başında, 1900’de cihan
pehlivanlığını kazanan, 1904’te de ölen Kara Ah- Eyüp Hasan Türbesi-Uşak
med’ in demir parmaklıklı mezarı vardır. Aynı yol (1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 215
üzerinde Kaşgâri Tekkesi çevresindeki mezar-
lıklarda da Türk musikisinin büyük üstadı Zekâi Eyyüp Nebi Türbesi-Şanlıurfa
Dede Efendi, hattat Kâmil Efendi, Edirne tarihi
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31,
yazarı Badi Ahmed Efendi, Mareşal Fevzi Çakmak
(2) Türsab. a.g.e.
gömülüdür. Kaşgâri Tekkesi’nden yukarıda, Kar-
yağdı ismiyle tanınan Bektaşî Tekkesi’ ne uzanan
yolun iki yanında daha eskiye inen mezar taşlarıy- Eyüp Sultan Türbesi-İstanbul
la karşılaşılır. Koca Sinan Türbesi yakınında Eyüb (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 185, DİA, C. 12 s. 12,
Sultan Tür-besi’nin ilk türbedarı ve aynı zaman- (2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 436ç,
da II. Bayezid’in tahta çıkışında ona kılıç kuşatan (3) Envanter. a.g.e. No:31,

54
Vadi-i Hamuşan
(4) Daş, Ertan. a.g.e. s. 206, d. İlk.(2)
(5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 241, e. Ruhlar âleminin başlangıcı.(3)

E
(6) Gider, Şenay. a.g.e., s. 52,
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(7) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 255
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Eytam
(4) Pala, İskender. a.g.e.
Ana ve babası ölmüş çocuklar, öksüzler, yetimler. (5) Akay, Hasan. a.g.e.
(1)(2)(3)(4)
(6) DİA; [EZEL - Ahmet Saim Kılavuz] c. 12; s. 50
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (8) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (9) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Ezel Telakkisi
Eytam ve Eramil Maaşı
Başlangıçsız zaman, zihnen başlangıcı düşünü-
Ölen devlet görevlilerinin çocuklarına ve eşlerine lemeyen süre, varlığın geçmişte sonsuzca devam
bağlanan maaş.(1) etmesi anlamında felsefe ve kelâm terimi.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Sözlükte kıdem ile eş anlamlı olarak “başlangıcı
olmama” anlamına gelir. Ezel kelimesinin “şiddet,
Eytiv darlık, hapislik” mânasındaki ezl köküyle bir an-
Başkurtların ağıta verdiği isim.(1) lam ilişkisi bulunmamaktadır. Bu sebeple bazı dil
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. bilginleri ezelin, “yok olmadı, zeval bulmadı” mâ-
nasındaki lem yezel fiilinden ihtisar edilmiş ola-
Eyvallah bileceğini (lemyezel-yezeliyyün - ezeliyyün - ezel)
düşünmüşlerdir (Bk. Lisânü’l-Arab, “ezl” md).
a. Teşekkür ederim, Allah razı olsun.(1)
Ezel ve ezelî kelimeleri Kur’ân-ı Kerîm’de ve ha-
b. Tarikatlarda teslimiyet, itaat, tasdik, kabul, te-
dislerde geçmez. Ancak Hadîd sûresinin 3. âyetin-
şekkür ve yemin yerine kullandıkları söz.(1)(2)
de yer alan, “O evveldir ve âhirdir” ifadesindeki
Bilhassa Bektaşilerde, Mevlevi dervişleri ara-
“evvel” kelimesi İslâm âlimleri tarafından Allah’ın
sında muvafakat cevabı ve hoş görerek yerinde
ezelî olduğu mânasında anlaşılmıştır.
kullanılan bir kelimedir.(3)
Ayrıca halk, ibda‘, inşâ, tekvin gibi hususlara dair
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
âyetlerle Allah’ın doğmuş olmadığını, bir benze-
(2) Kaya, Doğan. a.g.e.
rinin bulunmadığını, hiçbir şeye ihtiyacı olmayıp
(3) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
her şeyin ona muhtaç olduğunu, bütün kusurlar-
dan münezzeh bulunduğunu ifade eden âyetler
Ezel de dolaylı olarak Allah’ın varlığının ezelî ve kadîm
a. Başlangıcı olmayan geçmiş zaman, öncesiz za- olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığın bu vasıfla
man, öncesizlik.(1)(2)(3)(4)(7)(8) Zamanın geçmi- nitelendirilemeyeceğini göstermektedir. Aynı ma-
şe doğru sonsuz olarak devamı, sonsuzluk.(5) hiyetteki anlatımlar hadislerde de görülür.
Süreklilik ve geçmiş yönündeki süreklilik.(9) Bundan başka Allah’ın doksan dokuz isminin sıra-
Zihnen başlangıcı düşünülmeyen süre, varlığın landığı hadiste ezeliyeti ifade eden evvel, mübdi‘,
geçmişte sonsuzca devam etmesi anlamında tâm gibi isimlerle birlikte ezelî ile aynı mânaya
felsefe ve kelam terimi.(6) gelen kadîm ismi de zikredilmiştir (İbn Mâce,
b. Bütün zamanların başlangıç noktası.(2) “Du’â’”, 10).
c. Evrenin yaratıldığı, insanların bilemeyeceği bir “Kendisiyle birlikte hiçbir şey yokken Allah vardı”
zaman.(2) anlamındaki hadis (Müsned, IV, 431, 432; Buhârî,

55
Vadi-i Hamuşan
“Bed’ul-halķ”, I, “Tevhîd”, 22; Tirmizî, “Menâķıb”, hut herhangi bir şekilde yok olmasının da müm-
74), İslâm âlimlerince Allah’ın ezelî olduğu mâna- kün bulunduğu düşünülemez.
sında anlaşılmıştır. Bundan dolayı O ezelîdir ve ezelî olması için var-
Kur’an ve Sünnette Allah’ın varlığının bir başlan- lığının geriye doğru devam etmesini sağlayacak
gıcı bulunmadığı yönündeki bu doğrudan veya başka bir şeye ihtiyaç göstermeksizin varlığı sü-
dolaylı ifadeler sebebiyle bütün müslümanlar, Al- reklidir (Ârâ’ü ehli’l-medîneti’l-fâżıla, s. 37-38).
lah’ın varlığı ve birliği gibi itikadı esaslar yanında Ancak gerek Fârâbî gerekse daha açık ve ayrın-
ezelî ve ebedîliği konusunda da görüş ve inanç bir- tılı olarak İbn Sînâ, Aristo’nun âlemin ezelîliği
liğine varmışlardır. yönündeki görüşlerinin etkisiyle, Yeni Eflâtuncu
Özellikle vahdet-i vücûdcu düşünürlere göre Al- sudûr teorisinden de faydalanarak zât ve zaman
lah’ın dışındaki bir kısım varlıklara da ezelî sıfatı bakımından olmak üzere iki türlü ezelîlik kabul
nisbet edilebilir; meselâ a‘yân-ı sâbitenin Allah’ın etmişlerdir. Buna göre Tanrı zât ve mertebe bakı-
ilminde ezelî olduğu söylenir. Ancak bu nisbî ve mından ezelîdir; şu anlamda ki O illeti bulunma-
İtibarî bir ezeliyet olup gerçek anlamda ezelîlik yan varlık olup kendisi diğer bütün varlıkların ille-
yalnız Allah’a mahsustur. Bu farkı vurgulamak tidir ve bu mânada ezelî olarak bütün varlıklardan
üzere Allah’ın ezelîliği için “el-ezelü’l-mutlak” öncedir. Fakat Tanrı ezelî bir sebeptir ve bundan
veya “ezelü’l-âzâl” terkipleri kullanılmıştır (Ab- dolayı O’nun eserlerinin de ezelî olması gerekir;
dülkerîm el-Cîlî, I, 101-102, 104). Ayrıca İslâmî bu da âlemin bir eser (ma’lûl) olarak zaman bakı-
literatürde “kadîm” ve “ezelî” anlamında lem ye- mından ezelî olduğu sonucunu doğurur (İbn Sînâ,
zel, “bakî” ve “ebedî” anlamında lâ yezâl tabirleri eş-Şifâ’, s. 266-268). Şu halde “yokluk ve zıtlık an-
de geçmektedir. cak ay feleğinin altındaki şeyler için söz konusu-
dur” (Fârâbî, Ârâ’ü ehli’l- medîneti’l fâżıla, s. 37).
İlk İslâm filozofu olarak bilinen ve aynı zamanda
kelâmcılarla yakın İlişkisi bulunan Ya’kūb b. İshak Bu şekilde Allah’ın zât bakımından ezelî olduğu
hususunda İslâm filozofları ile kelâmcılar arasında
el-Kindî, ezelî terimini “yok olması imkânsız var-
görüş birliği bulunmakla birlikte, kelâmcılar Al-
lık” diye tarif eder. Ona göre ezelînin varlığı için
lah’ın zât ve sıfatlarından başka ezelî varlık kabul
bir başlangıç düşünülemez, çünkü sürekli olarak
etmenin imkânsız olduğunu söylerken Fârâbî ve
vardır. Varlığı başkasına bağlı değildir, bu sebeple
İbn Sînâ gibi bazı İslâm düşünürleri Allah’ın zâtı
onun illeti yoktur. Ezelî varlık istihale geçirmez;
yanında âlemin, yani feyz ve sudûr sürecinde yer
çünkü istihale bir değişmedir ve ezelî varlık de-
alan akıllar, nefisler, felekler gibi kozmik varlıkla-
ğişmez, eksiklikten tamlığa doğru da olsa baş-
rın zât bakımından Tanrı’ya bağlı ve O’ndan sonra,
kalaşmaz. Ezelînin eksik varlık olması mümkün
zaman bakımından ise ezelî olduğunu savunmuş-
değildir; zira o, kendisini daha yetkin kılacak bir
lardır. Bu yüzden de kelâmcılar tarafından şiddetle
duruma doğru değişime uğramaz. Şu halde ezelî
eleştirilmiş, hatta zaman zaman tekfir edilmişler-
varlık zorunlu olarak tamdır (Resâ’il, s. 113-114).
dir. Ancak bu onların nihaî görüşü değildir; nite-
Öte yandan maddî varlık cinsleri ve türleri olan kim Fârâbî, “Allah zaman olmaksızın bir anda fe-
varlıktır, ezelînin ise cinsi yoktur; buna göre mad- leği yaratmış ve onun hareketi sonucunda zaman
dî varlık ezelî olamaz. Kindî çeşitli aklî deliller meydana gelmiştir” (el-Mecmû’, s. 27) demekte-
göstererek hareket ve zamanın da ezelî olmadığını dir. Ebû Bekir er-Râzî ise Fârâbî ve İbn Sînâ’dan
ispatlamakta ve sonuç olarak sadece “gerçek bir’in daha da ileri giderek Allah ile birlikte nefis, zaman,
yani Allah’ın ezelîlikle nitelendirilebileceğini orta- mekân (halâ) ve maddenin de (heyula) ezelî oldu-
ya koymaktadır (a.e, s. 113-122, 153, 215). ğunu idDİA etmiştir (Bk. Âlem; Hudûs; Kıdem).
Fârâbiye göre de tam anlamıyla ezelî olan sade- İslâm akaidine göre Allah için bir başlangıç ve son
ce “ilk varlık” yani Allah’tır. Zira ilk varlık diğer düşünülemez. O hep vardı ve daima var olacak-
bütün varlıkların ilk sebebidir. O bütün eksiklik tır; yokluğu düşünülemeyen vâcibü’l-vücûddur.
çeşitlerinden münezzehtir; en şerefli ve en kadîm O’nun bulunmadığı bir zaman düşünülürse son-
varlıktır. 0 bilfiil vardır; bilkuvve var olduğu, ya- radan (hadis) olduğu kabul edilmiş olur; hadis

56
Vadi-i Hamuşan
olan ise Tanrı olamaz. Eğer O ezelî varlık kabul (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
edilmezse ontolojik, kozmolojik ve teleolojik de- (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

E
lillerden vazgeçilmesi gerekir. Çünkü her üç delil
de Tanrı’nın ezelî olduğu öncülüne dayanmakta-
dır. Ontolojik delil, Tann’yı “yokluğu mantıken
Ezer, Merve
düşünülemeyen varlık” olarak kabul ederek yola
çıkar; kozmolojik delilin “ilk sebep” terimindeki Ank. Ü. İlahiyat Fak. Ktp./Tasnif No: 736.50956-
“ilk” kelimesi zaman açısından önce olan anlamın- 06/EZE
da değildir. Çünkü Tanrı zaman üstüdür, zamanın Amasya’da Selçuklu Dönemi Yapılarındaki Taş
dışındadır. Bu sebeple “ilk” kelimesi burada onto- Süslemeler, S.48, Lisans tezi, Ank.Ü.İ.F.Türk Ve
lojik mânada kullanılmıştır. Yine Tanrı ezelî olma- İslam Sanatl, 2007, Ankara
saydı teleolojik delil, âlemdeki nizam ve gayeyi ka- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ostan çıkarmak gibi bir mecburiyetle karşı karşıya
kalırdı ki bu imkânsızdır.
Ezkar Okumak
Kelâmcılar, varlıkları ezelî olup olmamaları bakı-
mından başlıca üç kısma ayırmışlardır, a. Zikirler, anmalar, hatırlamalar.(2)(3) Zikrin
cem’idir.
a) Hem ezelî hem ebedî olan varlık; bu iki sıfat sa-
dece Allah’a mahsustur, b. Allah’ın mübarek isimlerinden bazılarını ve bel-
li dualarla okumak suretiyle yüzlerce defa tek-
b) Ne ezelî ne de ebedî olan varlık: Kâinat,
rar tekrar anmaktır.(1)(2)(3)
c) Ezelî olmayıp ebedî olan varlık: Âhiret.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
Bunun aksi, yani ezelî olup da ebedî olmayan bir (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
varlık düşünülemez; çünkü “kıdemi sabit olanın (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
ademi imkânsızdır” (et-Ta’rîfât, “ezelî” md).
Ezelî kelimesinin nisbet ifade ettiğine bakarak
Ezogelin Türbesi-Gaziantep
Allah’ın zâtının “ezel” denilen bir şeyde hasıl ol-
duğunu düşünmek uygun bulunmamıştır; zira bu (1) Gaziantep. a.g.e.
durumda Allah’ın zâtının bir şeye muhtaç olduğu
izlenimi doğmaktadır. Ezelî, “hiç evveli olmayan
(lem yezel) varlık” demektir. Allah’ın zâtının “lem
yezel” olması, geçmişte O’nun varlığı bulunmaksı-
zın herhangi bir zamanın geçmemiş olduğu anla-
mına gelir. Bazı bilginler, Allah hakkında zaman
fikrini hatıra getirir ve tenzih akidesini zedeler
düşüncesiyle, “Allah ezelde mevcuttu” denilmesi-
ni de uygun bulmamışlardır.(1)
(1) DİA; [EZEL - Ahmet Saim Kılavuz] c. 12; s. 50

Ezelî
a. Başlangıcı olmayan, başlangıçsız, öncesiz.(1)(2)
(3)(4)(5)

b. Eskiden beri gelen, çok eski, eski, kadim.(1)(2)(3)


c. Ezel ile ilgili, ezele mensup.(3)(4)(5)
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

57
Vadi-i Hamuşan
58
Vadi-i Hamuşan
F
Facir
Kâfir veya günahkâr mümin anlamında bir terim.
Sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak”
anlamındaki fecr veya fücur kökünden türeyen
bir sıfat olarak “dindarlık perdesini yırtan, fütur-
suzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse”
gibi mânalar taşır.
Câhiliye devri Araplarının haram aylarda yaptıkla-
rı savaşlara “günah işlenen günler” anlamında ey-
racak ve kendileri alevli ateşe atılacaklardır (bk.
M. F. Abdülbâkî, el-Mucem, “fcr” md.). Toshihiko
Izutsu, fücur kelimesinin ima ettiği “sapma gös-
termek mânasından hareketle Kur’an’daki an-
lamını “doğru yoldan ayrılmak ve gayri ahlâkî iş
yapmak” şeklinde gösterir (The Ethical Terms in
the Koran, s. 151).
Bazı hadislerde yalan söyleyen, zina fiilini işle-
yen, Kur’an’ı okuduğu halde başkalarını ondaki
yâmü’l-ficâr adı verilirdi. Fâcir kelimesinin kökünü buyruklara uymaya çağırmayan, yalan yere ye-
oluşturan fücur, “şehvet gücünün ileri dereceye min eden, insanları aldatan ve faizcilik yapanla-
varması” veya “nefsin insanı şeriat ve ahlâk ilke- rın fâcir oldukları bildirilerek kelime “günahkâr
lerine aykırı işler yapmaya sevkeden özelliği” diye mümin” anlamında kullanılmış (Müsned, I, 135;
de tarif edilir (et-Tarifât, “el-fücur” md.; Tehânevî, III, 37, 428; V, 455; VI, 321; Buhârî, “Ahkâm”, 30,
Keşşaf, “el-fücur”). “İlâhî emirlerden çıkan kimse” “Śalât”, 32, “Cihâd”, 44), bir kısmında da cennete
anlamına gelen fâsık terimi ile fâcir arasında ben- sadece müminlerin gireceği, fâcirlerin cehennem-
zerlik varsa da fâsıkın fâcirden daha umumi oldu- lik olduğu (Buhârî, “Cihâd”, 182), Kur’an okuyan
ğu kabul edilir (İsmail Hakkı Bursevî, s. 163). fâcirin kokusu güzel, tadı acı, Kur’an okumayan
fâcirin ise kokusu bulunmayan, tadı da acı olan
Fâcir kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde müf-
bitkiye benzediği (Buhârî, “Tevhîd”, 57), ölen mü-
red, dört yerde cemi sigasıyla (fecere, füccâr) yer
minlerin dünya sıkıntılarından kurtulduğu, ölen
almakta, bir âyette de kökü olan fücur geçmekte-
dir. Fiil sigasıyla yer alan kullanımlarının sadece fâcirlerden ise dünyadakilerin kurtulduğu (Müs-
biri (el-Kıyâme 75/5) terim mânasını taşır. Fâcir lim, “Cenâiz”, 61) belirtilerek fâcire “kâfir” veya
Kur’an’da daha çok günah işlemenin nihaî nokta- “münafık” anlamı verilmiştir.
sında bulunan “kâfir” mânasında kullanılmakta- Kelâm ilminde fâcir, kâfir veya mümin sayılıp sa-
dır. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre yeryüzün- yılmayacağı açısından tartışma konusu olmuştur.
de fesat çıkaran ve ölümden sonra dirilişi inkâr Gerek Mu‘tezile gerekse Mürcie âlimleri fâcire
eden fâcirler âhirette, iman edip kötülüklerden “büyük günah işleyen mümin” mânası vermişler ve
sakınanlarla aynı muameleye tâbi tutulmayacak, buna bağlı olarak onun hakkında fikir yürütmüş-
müminlerin yüzü parlayıp gülecek ve onlar naîm lerdir. Mu‘tezile’ye göre fâcir imandan çıkmıştır,
cennetlerine girecekler, fâcirlerin yüzü ise kara- tövbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak ce-

59
Vadi-i Hamuşan
hennemde kalır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de fâcirlerin Fahreddin er-Razi Türbesi-Özbekistan
âhirette cehenneme atılacakları ve oradan ayrıl- (1) DİA, Cilt. 16 s. 231
mayacakları haber verilir (el-İnfitâr 82/14-16).
Mürcie’ye göre ise fâcir her ne kadar ilâhî emir-
lere karşı itaatsizlikte bulunmuşsa da iman esas- Fahreddin er-Razi Türbesi-Türkmenistan
larını benimsediği için müminlerle beraber ola- (1) DİA, Cilt. 41, s. 606
caktır (Kādî Abdülcebbâr, s. 590, 682; Fahreddin
er-Râzî, XXXI, 84).
Fahri Ahmed Efendi Türbesi-İstanbul
Ehl-i sünnet âlimlerine göre fâcir kâfir, münafık
(1) Adresler. a.g.e.
ve büyük günah işleyen mümini de kapsayan bir
terim olduğundan her fâcir hakkında aynı hükmü
vermek mümkün değildir. Kelime mutlak olarak Fahriye Hatun Türbesi-Tokat
kullanıldığı takdirde kâfir mânasına gelir. İman (1) Selçuk, Mehmet Fatih. a.g.e. s. 35
ettiği halde günah işleyenler ise bu anlamda fâcir
kabul edilemezler. Buna göre fâcirlerin cehen-
nemden ayrılmayacaklarını haber veren naslarla Fahrunnisa Türbesi-Konya
kâfirlerin veya münafıkların kastedilmiş olması (1) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 257
gerekir (Mâtürîdî, s. 329; İbn Hazm, III, 276-279;
Fahreddin er-Râzî, XXXI, 84-85).
Fahs
Fâcir kelimesinin Kur’an’daki kullanılışı göz önün-
Mahşerde insanlar şefaat için önce Adem’e, sonra
de bulundurulduğu takdirde Mu‘tezile ile Mür-
Nuh’a, sonra İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya, onlar-
cie’nin fikirlerini doğru bulmak mümkün değildir.
dan sonrada Resulullah s.a.v ‘a giderler. Resulul-
Çünkü fâcir ya kâfir kelimesini tekit etmekte veya
lah s.a.v kalkıp arşın altına gider, Fahs denen bir
müminin zıddı anlamında zikredilmektedir. Ha-
mekânda Allah’a secde eder.(1)
dislerde ise fâcir kâfir, münafık ve günahkâr mü-
min için ortak bir ad olarak kullanılmakta, böylece (1) İbn Kesir. a.g.e., s. 230
bir anlamda her kâfirin fâcir olduğuna, fakat her
fâcirin kâfir olmadığına işaret edilmektedir. Nite- Faik Muhammed Bey Türbesi-İstanbul
kim Ebû Hanîfe’nin el-Fıķhü’l-ekber’inde geçen
(1) Adresler. a.g.e.
(İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, s. 61) ve zamanla bü-
tün Ehl-i sünnetin ortak görüşü haline gelen, “Sâ-
lih (ber) olsun fâcir olsun her müminin arkasında Faik Paşa Türbesi-İstanbul
namaz kılmak caizdir” şeklindeki meşhur ifadede
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 547
fâcir “günahkâr mümin” anlamında kullanılmış,
böylece her fâcirin dinden çıkmış olmayacağına
ve imanını korumakla birlikte günahkâr olan bir Faik Paşa Türbesi-Yunanistan
kimsenin İslâm cemaatinin bir ferdi sayılması ge- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 788
rektiğine işaret edilmiştir (Krş. Ber). Sonuç olarak
fâcirin, nasların çoğunda itaatten uzaklaşmanın
Fakih
nihaî noktası olan “kâfir” anlamına, bazı hadisler-
de de mümin olmakla birlikte “büyük günah işle- İslâmiyet’in dini, içtimai, medeni, hukuki ve siyasi
yen kimse” mânasına geldiği anlaşılmaktadır.(1) bütün ameli hükümlerini şer’i delilleriyle birlikte
bilen ve bu alanda söz sahibi olan kimse,(1) fıkıh
(1) DİA; [FÂCİR - Osman Karadeniz] c. 12; s. 72
bilgini,(2) müctehid.(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Fahreddin Cevheri Türbesi-Amasya (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e. s. 2 (3) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.

60
Vadi-i Hamuşan
Fakih Dede Türbesi-Konya Fakri ve Cefai Baba Tekkesi Türbesi-
(1) Yalçınkaya, Ayşe-Feyhan Ünal. “Konya Selçuklu Arnavutluk
Ve Karamanlı Dönemi Türbeleri.” Selçuk Ün. Ed. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 54
Fak.(1987).

F
(1) Doğan, Nermin Şaman1. “Karamanoğullarına Dö-
nemine Ait Bir Yapı: Konya Fakih Dede Türbesi.” Fal
Hacetepe Ün. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı a. Talihi anlamak, kısmet aramak gibi işler için
11, s. 91-108 (2009)., s. 91 bir takım garip yol ve yöntemlere baş vurma,
bunlardan anlam çıkarma, gelecek hakkında
Fakir önceden bilgi verme. Kahve telvesi, kağıt, bakla
a. Tarikat mensupları arasında tevazu ifade eden gibi malzemelerin görünüş ve duruş biçimlerin-
bir tabirdir. Dervişler arasında “ben” demektir. den anlam çıkararak kader, kısmet ve talih gibi
Tarikatta ilerlemiş olanlar bile ben diyecek yer- geleceğe ait bilgileri edinme işi. Gaipten haber
de fakir derler.(1) Allah’ın gücü karşısında bir verme. Bakı.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)(9)
hiç olduğu bilincinden hareketle kendinden b. Uğur, talih denemesi.(1)
bahsederken kullanılan saygı sözü.(2)(3)(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Kendinde maddi ve manevi hiçbir varlık bulun- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
madığını duygu, bilgi ve idrakiyle bütün varlık- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ların Allah’tan olduğunu bilen kişi.(2) (4) Akay, Hasan. a.g.e.
c. Hindistan’da kendini yokluğa ve eziyete alıştır- (5) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
mış olan çileci dervişlere verilen ad.(2)(4) (6) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ; (7) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (8) DİA;
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Falcı
Fakirullah Türbesi-Siirt a. Fal bakmayı geçim yolu, meslek edinmiş kimse,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 31 bakıcı, remilci.(1)(2)(3)
b. Falcı, bohçacı gibi dolaşarak yakınlık kurduğu
Fakr kimseyi bir fırsatını bularak dolandıran veya
a. Muhtaç olmak anlamına gelen bu kelime arifle- soyan yankesici kadın.(3)
rin makamlarından biridir.(1) (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
b. İnsanın zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak im- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kanlardan yoksun olması veya kendisini her (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
zaman Allah’a muhtaç bilmesi anlamında ta-
savvuf terimi.(2)(3)(4)(5)
Fames
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e., Açlığı simgeleyen Fames Hesiodos’un Eris’ten
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
doğma olarak gösterdiği Limos’un Latince kar-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şılığıdır. Vergilius bu simgesel varlığı ölüler ül-
(4) DİA;
kesinde yoksullukla yan yana gösterir. Ovidius’a
(5) Pala, İskender. a.g.e.
göre, açlık İskitya’da kurak bir toprak üstünde
oturmaktadır. Erysikhton’a dinmez açlığı veren
Fakran Ana Türbesi-Ankara odur.(1)
(1). a.g.e.S. 102 (1) Erhat, Azra. a.g.e.

61
Vadi-i Hamuşan
Fani âyetlerde ise fısk ve füsûk müminlere nisbet edilir
a. Bir gün ölecek olan, gelip geçici, sona erecek (bk. el-Bakara 2/197, 282; en-Nûr 24/4).
olan, kalıcı olmayan, kalımsız, muvakkat, son- Âyetlerde belirtildiğine göre Allah fâsıklardan
lu, bâki olmayan.(4)(5)(1)(2)(3) razı olmaz, yaptıkları malî hayırları kabul etmez
b. Ölümlü.(1)(2)(3)(5) ve kendilerini hidayete erdirmez; onları dünyada
cezalandırdığı gibi âhirette de cehenneme atar. Yine
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
bir kısım âyetlerde müminin fâsıkla eşit tutulma-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yacağı, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lerin fâsık olduğu ve Kur’an’ı fâsıkların inkâr ettiği
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
bildirilir ki bunlar kâfirler için verilmiş hüküm-
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
lerdir.
Bir grup âyette de leş, kan, domuz eti, Allah’tan
Fanilik başkası adına kesilmiş, vurularak öldürülmüş, yu-
Fani olma durumu, ölümlülük, fena,(1) sonluluk, varlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, canavarlarca
geçicilik,(2) kalımsızlık.(3) parçalanmış hayvanların etinin yenmesi ve fal
okları ile kısmet aranması fısk olarak nitelendiril-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
miştir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “fsķ” md.).
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Bu âyetleri tefsir eden âlimler Kur’an’da fıskın
“inkâr etmek (küfr), şirk dışındaki günahları işle-
mek, yalan söylemek, sövmek, lakap takmak, Hz.
Faniyet Peygamber’in emrine muhalefet etmek” gibi mâ-
Geçicilik, ölümlülük, kalımsızlık,(1) fanilik, fani nalara geldiğini belirtmişlerdir (Taberî, IV, 135-
olma hali.(2) 140; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-ayün, s. 464-465).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Fısk ve fâsık kelimeleri hadislerde ve sahâbe söz-
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. lerinde de geçmektedir. Hz. Peygamber mümine
sövmenin günah (füsûk) olduğunu ve fıskla itham
edilen kişinin fâsık olmaması halinde bu sıfatın it-
Fasık
ham edene döndüğünü söylemiş (Buhârî, “Edeb”,
İlâhî emirlere itaatten ayrılıp âsî olan mümin veya 44; Müsned, V, 181), nimetlere şükretmeyen ve
kâfir anlamında kelâm ve fıkıh terimi. belâlara tahammül göstermeyen kadınların fâsık
Sözlükte “hurma ve benzeri şeyler için kabuğunu ve dolayısıyla cehennemlik olduklarını, deccâl Me-
yırtıp çıkmak; belirli bir sınırı aşmak” anlamına dine’ye girdiğinde bütün fâsık ve münafıkların onun
gelen fısk veya füsûk kökünden türemiş bir sıfat yanında yer alacağını haber vermiştir (Müsned, III,
olan fâsık, değişik mezheplere mensup âlimlerce 428; IV, 338).
yapılmış farklı tarifleri bulunmakla birlikte terim Ashaba nisbet edilen bazı rivayetlerde onların
olarak “haktan sapan, Allah’ın emirlerine itaatten Harûriyye’yi fâsık olarak niteledikleri, âlimlerin
ayrılan âsi mümin veya kâfir” diye tanımlanabilir. fâsık olması durumunda sosyal dengenin bozu-
Fâsık kelimesinin Câhiliye döneminde terim ola- lacağı ve fıskın çeşitli mertebelerinin bulunduğu-
rak kullanılmadığı bilinmektedir. nu söyledikleri belirtilmektedir (Buhârî, “Tefsîr”,
Kur’ân-ı Kerîm’de kök halinde yedi, çekimli fiil 18/5; Dârimî, “Muķaddime”, 29; İbn Mâce, “Fi-
olarak on ve fâsık şeklinde de (ikisi tekil, diğerleri ten”, 21; Tirmizî, “Îmân”, 15).
çoğul) otuz yedi yerde geçmektedir. Bazı âyetlerde Kelâm ilminde fâsık terimine ilişkin tartışmalar
yahudiler, hıristiyanlar, müşrikler ve münafıklar- II.(VIII.) yüzyılın başlarına kadar uzanır ve özel-
dan söz edilirken çoğunun fâsık olduğu bildirilir likle dinî statüleri açısından fâsıkların durumu
(meselâ bk. el-Bakara 2/99; Âl-i İmrân 3/110; “vaîdü’l-füssâk” başlığı altında incelenir. Fâsık kav-
el-Mâide 5/47, 59; et-Tevbe 9/67). Diğer bazı ramı etrafındaki tartışmaların müslümanlar ara-

62
Vadi-i Hamuşan
sında ihtilâfa konu teşkil eden ilk problemlerden letleri kalmayan fâsıkın âhirette mükâfat görme-
olduğu kabul edilir (İbn Teymiyye, III, 182). si de akla uygun değildir (Kādî Abdülcebbâr, s.
Hasan-ı Basrî, bazı Selef âlimleri ve Bekriyye’ye 630, 647-649, 660-667, 683-686, Nesefî, II, 769;
göre fâsık münafıktır. Zira fâsık, azabı gerektiren Teftâzânî, II, 189). Mu‘tezile’ye göre halkının çoğu

F
günahlar işlemek suretiyle Hz. Peygamber’i tasdik fâsıklardan oluşan ülke dârü’l-fısktır, bu ülkede ya-
ettiğine dair verdiği sözde durmamıştır. Nitekim şayan müminlerin hicret etmesi gerekir. İslâm di-
Resûl-i Ekrem yalan söylemenin münafıklık âla- nine mensup olan bir fâsık mümin sayılmamakla
meti olduğunu belirtmiştir (Teftâzânî, II, 190). birlikte nikâh, miras gibi dünyevî hükümler bakı-
Ancak Hasan-ı Basrî’nin daha sonra bu görüşün- mından mümin muamelesine tâbi tutulur.
den döndüğü söylenir (Sâbûnî, s. 80). Hâricîler büyük günah işleyen herkesin fâsık, her
İlk defa Mu‘tezile’nin kurucusu Vâsıl b. Atâ, bü- fâsıkın da kâfir olduğunu ileri sürerler.(…)
yük günah işleyen müminin iman çerçevesi dışına Şîa’ya göre fâsık nefsânî arzularını tatmin amacıy-
çıktığını, fakat tasdik ve ikrar rükünlerini koru- la büyük günah işleyen kimsedir. Fâsık dinin emir
duğu için kâfir statüsüne girmeyip imanla küfür ve yasaklarını hafife alacak derecede günaha da-
arasında yer alan fısk mertebesinde bulunduğunu lar, te’vil edilemeyecek şekilde fıskını izhar ederse
ileri sürmüş ve bu görüşünün müslümanların ic- kâfir olur.
mâına dayandığını savunmuştur.(…) Mürcie’ye göre büyük günah işleyen mümine
Mu‘tezile âlimleri fıskı genellikle zina etmek, içki mutlak mânada olmasa da fâsık denilebilir. İma-
içmek, kasten adam öldürmek, hırsızlık yapmak nın mahiyeti tasdikten ibaret olduğuna göre fâsık
gibi dinin büyük günah saydığı fiilleri işlemekten müminin imanı eksik değil tamdır.
ibaret kabul etmişler ve bunları irtikâp edeni fâsık Selefiyye âlimleri fısk ve fâsık terimlerini benzer
diye nitelemişlerdir.(…)
şekillerde tarif etmekle birlikte farklı görüşler ileri
Mu‘tezile’ye göre fâsıkın dinî durumunu “menzile sürenler de olmuştur.(…)
beyne’l-menzileteyn” ilkesi belirler. Bu ilkeye göre
Eş‘ariyye âlimlerinin fısk ve fâsık terimlerine iliş-
bir kişi ya kâfir ya mümindir veya ne mümin ne de
kin açıklamaları da az çok farklılık gösterir. Bâkıl-
kâfir olup imanla küfür arasında bir yerdedir; bu
lânî’ye göre fısk ilâhî emirlere isyan edip hak yol-
üçüncü durumda olan kimseye fâsık denir. Zira,
dan çıkmaktır. Fâsık ise sürekli fısk içinde kalan
“Allah küfrü, fıskı ve isyanı size çirkin göstermiş-
ve büyük cezaya müstahak olan kişiyi ifade eder
tir” (el-Hucurât 49/71) meâlindeki âyette belirtil-
(Semîre Ferhat, s. 342-343).
diğine göre küfür fiilini işleyen kimse kâfirdir: bu
âyette isyan küçük günahları ifade eder; fısk da Abdülkāhir el-Bağdâdî, günah (mâsiyet) çeşitle-
büyük günahı karşılayan bir kavramdır. Şu halde rinden biri olarak gösterdiği fıskı “büyük günah
fâsıklar imanın da küfrün de dışında kalan üçüncü işlemek veya mazereti bulunmaksızın farzları ter-
bir zümreyi teşkil eder. Bu sebeple fâsık mümin ketmek” diye tanımlamıştır (Uśulü’d-dîn, s. 268).
değildir; tövbe etmeden öldüğü takdirde âhirette Fahreddin er-Râzi’ye göre fısk dinin koyduğu sı-
kâfirlerle aynı muameleye tâbi tutularak ebediyen nırların dışına çıkmaktır. Bütün günahlar fıskın
cehennemde kalır. kapsamına dahildir. Fâsık, Allah’a itaat etmekten
Fâsıklar âhirette şefaatten de faydalanamaz. Çün- büyük ölçüde çıkıp dinin sınırlarını aşan kimsedir
kü Mu‘tezile’nin görüşüne göre büyük günah iş- (Mefâtîhu’l-gayb, III, 200; V, 165).
lemeyi alışkanlık haline getiren kimselere şefaat Râgıb el-İsfahânî’ye göre az veya çok olsun her gü-
etmek mâkul değildir.(…) nah fısktır. Fâsık ise şeriatın hükümlerini benim-
Hadislerde zina, içki, hırsızlık gibi fiilleri işleyen- seyip ikrar ettikten sonra bunların tamamını veya
lerin mümin olmadıkları açıkça ifade edilmiştir. bir kısmını ihlâl eden kimsedir. Kâfire de fâsık de-
Fâsıkın mümin diye nitelendirilmesi bir bakıma nilir (el-Müfredat, “fsķ” md.).
onun kötülüğe teşvik edilmesi anlamına geldiği Teftâzânî ise fıskı “herhangi bir ilmî te’vile da-
gibi, ilâhî buyruklara itaat etmediğinden iyi has- yanmadan büyük günah işlemek veya küçük gü-

63
Vadi-i Hamuşan
nahları çokça yapmak” şeklinde tanımlayarak gerek kamu hukukuna gerekse özel hukuka ilişkin
halifeye karşı isyan etmeyi fısk kapsamı dışında bazı konularda fâsıkın hak ve yetkilerinin belli öl-
tutmuş, buna karşılık Ehl-i sünnete muhalif olan çüde kısıtlanıp kısıtlanmayacağı tartışılmıştır.
ehl-i bidatı fâsık hükmünde kabul etmiştir (Şer- Kelâm ve fıkıh literatüründe fâsıkla ilgili önemli
hu’l-Maķāśıd, II, 198). tartışmalardan biri de onun devlet başkanlığı gö-
Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, Eş‘ariyye âlimlerinin fâsık mü- revine getirilmesinin veya göreve devamının câiz
mini de kâmil mümin kabul ettiklerini, araya te’vil olup olmadığı meselesidir.
yöntemini koyarak ölçüyü genişlettiklerini ve bazı Kelâmcıların ve fakihlerin genel görüşü devlet
Eş‘arîler’in icmâda fâsıkın muhalefetine itibar et- başkanında adalet vasfının bulunmasının şart
tiklerini kaydeder (el-Mutemed, s. 188, 268, 272). olduğu, fâsıkın kamu velayet hakkı bulunmaması
Mâtürîdiyye’ye gelince, Ebû Mansûr el-Mâtürî- sebebiyle bu görevi üstlenemeyeceği yönünde ise
dî’ye göre fâsık kelimesi tıpkı fâcir gibi mutlak de fâsıkın namazda imametinin ve ordu kuman-
olarak kullanıldığı zaman kâfir anlamına gelir. danlığının câiz oluşuna kıyasen devlet başkanlığı-
Bununla birlikte fısk verilen emrin dışına çıkmak nın da câiz olacağı, zaruret halinde câiz görülebi-
demektir ve müminin de bazan ilâhî emirlerin leceği veya başka ehil kimse bulunamazsa fâsıklar
dışına çıkması mümkün olduğundan fâsık her za- içinde en ehveninin devlet başkanı olabileceği
man kâfirle eş anlamlı kabul edilmemelidir; zira şeklinde farklı görüşler de mevcuttur.
büyük günah işleyen mümin karşılığında da kulla- Ayrıca devlet başkanında aranan adalet yani fısk-
nılır (Kitâbü’t-Tevhîd, s. 334, 337, 343, 353). tan uzak olma şartının kısmen izafî bir karakter ta-
Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Mâtürîdî’nin görüşlerine şıması sebebiyle bunun bir üstünlük ve öncelik şar-
açıklık getirerek fâsıkı “mutlak fâsık” ve “mümin tı olarak anlaşılması da mümkün görünmektedir.
fâsık” olarak iki kısma ayırmıştır. Mutlak fâsık Devlet başkanının göreve geldikten sonra fısk
ilâhî emirlere hiçbir noktada itaat etmeyen ve her sayılan söz ve davranışlarda bulunması halinde
bakımdan âsi olan kimsedir ki buna kâfir denir. ise Hâricîler’e, Şîa’ya, Mu‘tezile’nin cumhuruna
Mümin fâsık ise iman esaslarını tasdik ettiği hal- ve bazı Ehl-i sünnet âlimlerine göre görevinden
de tembellik, gaflet ve şehvet sebebiyle ilâhî buy- düşmüş (mün‘azil) sayılır ve değiştirilmesi gere-
ruklardan birine itaat etmeyen kişi olup sadece bir kir. Ancak bunun hangi yolla gerçekleştirileceği
veya birkaç noktada fısk içinde bulunur. Bu tür bir hususunda farklı görüş ve öneriler mevcuttur.(…)
itaatsizlik sahibinin imanını yok etmediğinden bu Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî fakihlerine göre fâsık ve-
mânadaki fâsık mümindir (Tebśıratü’l-edille, II, layet hakkını kaybeder, kadı olarak tayin edile-
768, 770). Bir kısım Mâtürîdî âlimlerine göre ic- mez. Hanefîler’e göre ise fâsık ihtiyaç dolayısıyla
mâın oluşmasında fâsık müminin muhalefetine kadı tayin edilmişse verdiği kararlar geçerli olur,
itibar edilir (Ebû Ya‘lâ, s. 272). ancak böylesinin kadılığa getirilmemesi daha uy-
Fâsık ve fısk terimlerinin tarifleriyle kapsamları gundur. Şahitlikte, başkasının hakkına ilişkin bir
konusunda bazı farklı görüşler benimsemelerine olaya veya bilgiye kişinin duyu organları vasıta-
rağmen hemen bütün Ehl-i sünnet âlimleri ehl-i sıyla muttali olması (tahammül) safhası ile bunu
kıbleden olan fâsıkın mümin olduğu noktasında mahkeme huzurunda açıklaması (edâ) safhası ma-
ittifak etmişlerdir.(…) hiyet ve sonuçları itibariyle farklılık arzeder.

İslâm hukukunda fısk, adalet vasfının karşıtı bir te- Bu sebeple fâsıkın tahammül yönüyle şahitliğinin
rim olarak kelâm ilmindekine benzer bir yaklaşım- geçerliliği fakihler arasında tartışmalı iken edâ
la kişinin büyük günahları işlemesi, küçük günah- safhasındaki şahitliğinin geçerli olmadığı husu-
ları işlemekte ısrar etmesi veya farzları terketmesi, sunda hemen hemen görüş birliği vardır. Şahidin
haramları işlemesi ve kötü davranışlarının iyi dav- hangi tür söz ve davranışlarının onun adl sıfatını
ranışlarından daha çok olması şeklinde zahirî bir kaldıran türde bir fısk sayılacağı konusunda ise
vasıf olarak anlaşılır. İslâm hukukunda fısk tek ba- çok farklı ölçü ve görüşlere rastlanır.(…)(1)
şına bir ehliyetsizlik sebebi görülmemekle birlikte (1) DİA; [FÂSIK - Yusuf Şevki Yavuz] c. 12; s. 205

64
Vadi-i Hamuşan
Faravahar na tevhid akîdesini dile getirdiğini, başındaki
Zerdüşt dininin en önemli sembolü olan ve koru- “el-hamdü lillâh” ile birlikte ele alındığında ise
yucu melek olduğuna inanılan bir yırtıcı kuş.(1) âyetin kelime-i tevhidden daha kapsamlı bir mâna
taşıdığını söyler (Kitâbü’t-Teshîl, I, 57).
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 78.

F
Bu âyeti Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan (rahman
ve rahîm), aynı zamanda din gününün sahibi ve
Faris B. Halid Türbesi-Suriye hükümranı olduğunu ifade eden övgü âyetleri
(1) DİA, Cilt. 38 s. 323 takip eder. Allah’ın sonsuz merhametini ve yüce
kudretini bildiren giriş niteliğindeki hamd ve senâ
âyetlerinin ardından bu yüce kudret sahibi karşı-
Fatal
sında insanoğlunun durumunu belirleyen âyet
a. Hayatı sonsuz olmayan, ölümlü, fani.(1) gelir. “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız sen-
b. Mukadder.(2) den yardım dileriz” meâlindeki bu âyetle üçüncü
c. Öldürücü, tehlikeli.(2) şahıstan ikinci şahsa geçilir. İltifat sanatı denilen
bu geçiş sadece edebiyat bakımından ifadeye bir
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
incelik ve güzellik kazandırmakla kalmaz, aynı za-
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
manda kulun dindarlığı açısından da çok önemli
bir gerçeği dile getirir. Çünkü kişinin mümin bir
Fâtiha kul sayılması, ilâhî otoriteye kendi istek ve ira-
a. Başlangıç.(1)(2) desiyle teslim olduğunu ikrar etmesine bağlıdır.
b. Kur’an’ın ölülere Tanrı’nın rahmetini dilemek İnsanın kulluğu bu otoriteyi baskı zoruyla değil
için dua olarak okunan ve halk arasında “El- gönüllü olarak kabullenmiş olmasıyla bir anlam
ham” diye bilinen birinci suresi, Fatiha suresi. ve değer kazanır.
(3)(1)(2)(4)
Sûrede Allah’tan nelerin isteneceği, ayrıca isteme-
c. Yüksek sesle söylendiğinde hazır olanları bu nin usul ve âdabı da öğretilmektedir. Buna göre
isimdeki sureyi okumaya davet etmek için kul- istemenin şartları önce ne istediğini bilmek, sonra
lanılır.(1) Mutasavvıflarca herhangi bir işin ol- ona gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtmek, daha
ması için bir ulunun “Fatiha” demesi ve orada sonra da onu elde etmek için yapılması gerekeni
bulunanların da bu sureyi okumaları âdet edi- yapmaktır. Böylece gerçek dua, nimeti hayal ve
nilmiştir.(5) arzu etmek değil o nimete ulaşmanın doğru yo-
luna girmek ve o yolda sebat edip ilerlemektir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Fâtiha sûresi inanan insana kesin bir düstur ve
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
şaşmaz bir formül halinde hidayetle ibadetin öne-
(4) Akay, Hasan. a.g.e. mini ve ebedî nimetin elde ediliş yöntemini bildir-
(5) Pala, İskender. a.g.e. mektedir. Böylece sûreyi okuyan mümin Allah’a
kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra kendi-
siyle yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan
Fâtiha Sûresi doğrudan doğruya ona seslenir. Ebedî saadete ve
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi.(…) nihayetsiz nimetlere ulaştıran doğruluk ve dü-
Fâtiha sûresi, hamdin âlemlerin rabbi Allah’a ait rüstlük yolunda ilâhî lutfa nâil olmuş iyilerin izini
ve mahsus olduğunu bildiren âyetle başlar. Bu takip ederek ilerlerken gazaba uğramışların, şa-
âyet, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûl sebeplerinin başın- şırmış ve sapmışların durumuna düşmemek için
da yer alan tevhidi ifade ve ilân etmektedir (Reşîd Allah’tan hidayet ve yardım ister.
Rızâ, I, 36). Allah ile kul arasında bir tür sözleşme ve antlaşma
Endülüslü müfessir İbn Cüzey de Fâtiha’nın ilk olarak da değerlendirilen Fâtiha sûresi Allah-in-
âyetindeki “rabbi’l-âlemîn” terkibinin tek başı- san ilişkisinin mahiyetini ortaya koyar ve bunun

65
Vadi-i Hamuşan
hangi kurallara bağlı olarak sürdürüleceğini öğre- lılığını Allah’a arzetmiş olur. Bu seviyeye ulaşan
tir. Ayrıca söz konusu ilişkinin tek taraflı olarak bir iman ve aynı ölçülerle düzenlenen bir amel
kulun gayretiyle değil mutlaka Allah’ın hidayet ve ve hayat çizgisi “sırât-ı müstakîm”dir. Ömür bo-
yardımıyla sağlanacağını vurgular. Sûrenin ilk ya- yunca bu çizgiyi takip etmenin zorluğu sebebiyle
rısı kulun Allah’a hamd ve övgüsünü, ikinci yarısı insan bu yolda sürçebilir ve sonuçta kötülüklere
da onun Allah’tan isteklerini dile getirir. Śahîh-i rızâ göstermeyen Allah’ın öfkesine mâruz kalmış
Müslim’de yer alan şu hadis bu diyalogun önemi- olan sapmışların yoluna kayabilir. “Bizi doğru
ne dikkat çeker: “Fâtiha’yı okuyan kul, ‘Âlemlerin yola ilet” sözleriyle başlayan dua cümleleri, bu bü-
rabbi olan Allah’a hamdolsun’ dediğinde Allah, yük tehlike karşısındaki aczinin ve kendi kendine
‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul, ‘Allah esirgeyen yeterli olmadığının bilincine varan insanın âlem-
ve bağışlayandır’ deyince, ‘Kulum beni övdü’ der. lerin rabbi, rahman ve rahîm olan Allah’a sığına-
Kul, ‘O din gününün hükümdarıdır’ deyince, ‘Ku- rak hidayetiyle kendisini desteklemesi şeklindeki
lum beni yüceltti” der. Kul, ‘Biz ancak sana ibadet niyazını ifade etmektedir.
eder, yalnızca senden yardım dileriz’ deyince, “Bu
Sûredeki ifadeler çoğul sigasıyla olup müslüman-
benimle kulum arasındadır, artık kulum ne isterse
lar için toplum hayatının ve toplumsal dayanış-
olacaktır’ der. Kul, ‘Bize doğru yolu göster, nimet
manın önemini, cemaat ve ümmet şuuruyla bir-
verdiklerinin yolunu; gazaba uğramışların ve şaşı-
lik ve beraberlik içinde “sırât-ı müstakîm” üzere
rıp sapmışların yoluna değil’ deyince Cenâb-ı Hak,
hareket etmeleri gereğini ortaya koyar. Bu amaca
‘İşte bu yalnızca kulum içindir, isteği yerine gele-
yönelik olarak cemaatle kılınan namazda imamın
cektir’ der” (“Śalât”, 38, 40).
kıraatinin aynı zamanda cemaatin kıraati yerine
Bütün tefsirlerde besmelenin başındaki “bâ” (‫)ب‬ geçmesi Fâtiha’daki bu kapsamlı ifade özelliğin-
harfinin “iltisâk” (Allah ile insan arasında iliş- den dolayıdır.
ki ve bağlantı) anlamı taşıdığına önemle dikkat
Fâtiha sûresi önce Allah’ı en belirgin nitelikleriyle
çekilmiştir. Bu bağlantının bir tarafında ulûhiy-
tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O’na yö-
yet ve rubûbiyyet, diğer tarafında insaniyet ve
neltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı so-
ubûdiyyet makamı vardır. Fâtiha sûresinin de
rumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve din-
bu şekilde iki bölümden oluştuğu görülür. Övgü
darlığın temeli olarak belirlemektedir. Sûrenin,
ve tazim cümlelerinden meydana gelen ve ulû-
insanoğlunu yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle uyum
hiyyete dair olan ilk bölümde Allah’ın insanlara
içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi ger-
yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere
çekleştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa onun
rab (yapıp yaratan, yetiştirip geliştiren, terbiye
sadece Kur’an’ın özü değil aynı zamanda bütün
eden), rahmân ve rahîm isimleriyle, O’nun mut-
hak dinlerin de özü olduğu sonucuna varılabilir.
lak hâkimiyet ve hükümranlığının âhirette de
devam edeceğini belirten “mâliki yevmi’d-dîn” Bir yoruma göre Bakara sûresi Fâtiha sûresinin
ifadesi yer almıştır. Bütün bu nitelikleri dolayı- açıklamasıdır; başta Âl-i İmrân olmak üzere di-
sıyla hamd (her türlü övgüler, güzellikler, yetkin- ğer bütün sûreler de Bakara sûresinin tefsiridir.
likler) O’na mahsustur. Dua ve niyaz üslûbunun Nitekim Fâtiha’da Allah’tan hidayet istenir; onu
hâkim olduğu ikinci bölümde insanların Allah’a takip eden Bakara sûresi, bu kitabın müttakileri
bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere “iba- hidayete erdirmek amacıyla gönderilmiş olduğu-
det” ve “istiâne” kavramları yer almaktadır. Ulû- nu bildiren âyetle başlar. Fâtiha’nın Kur’an’ın bir
hiyyet bölümünde ifade edildiği üzere insanların özeti olduğu kabul edilirse onun bütün Kur’an sû-
bu dünyadaki inanç ve amellerine göre âhiretteki releriyle ilişkili bulunduğunu düşünmek mümkün
durumlarını rahman ve rahîm olan Allah’ın şaş- olur. Ancak Kur’an’ın Fâtiha’dan, Fâtiha’nın bes-
maz adaleti belirleyeceği için yalnız O’na ibadet meleden, besmelenin de başındaki “bâ” (‫ )ب‬har-
etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek (istiâne) finden ibaret olduğu yolundaki rivayet ve İddialar
gerekir. İnsan bu beyanı ile kulluğunu, tevhid muhtemelen Bâtınîlik ve Hurûfîlik tesirleriyle
inancını, tevekkül ve teslimiyetini, ihlâs ve karar- ortaya çıkmıştır. Bunlar, Kur’an âyetlerinin ahkâ-

66
Vadi-i Hamuşan
mını küçümsemeye yönelik amaçlar taşımasından karşısında hiçbir güce sahip değildirler. Canlıların
kaygı duyulan ve ciddiye alınmaması gereken be- hayatiyeti için çok önemli olan yağmuru koyduğu
yanlardır. Fâtiha’nın yedi kısa âyetten oluşması- kurallar çerçevesinde yağdırıp ölü toprağa hayat
na rağmen konusunun önemi ve mâna zenginliği veren de ölüleri benzer bir şekilde diriltecek olan

F
bakımından Kur’an’ın en faziletli ve muhtevalı da O’dur (âyet 1-10).
sûresi olduğu gerçeği, bu sûreyi Kur’ân-ı Kerîm’in Sûrenin bundan sonraki kısmında ilk insanın ya-
tamamı yerine ikame etme ve diğer bütün sûreleri ratılışının, insanların ve diğer canlıların üreyip
gereksiz görme gibi bir kanaate götüren böyle bir uzun veya kısa bir ömür sürmelerinin Allah’ın ilim
Hurûfî-Bâtınî anlayışı haklı çıkarmaz.(…)(1) ve kudreti çerçevesinde olduğu ifade edilir. İn-
(1) DİA; [FÂTİHA SÛRESİ - Emin Işık] c. 12; s. 254 sanların beslenmesine katkıda bulunan, bazı süs
eşyalarını sağlayan ve ulaşımlarını kolaylaştıran
denizler, ayrıca yer küresinde hayatın oluşmasını
Fatıma el-Ma’süme Türbesi-İran
ve devam etmesini temin eden kozmik yapının
(1) DİA, Cilt. 26 s. 361, mevcudiyeti ve işleyişi de O’nun kudreti sayesin-
(2) Gerçek, Osman. a.g.e. s. 6 de olmaktadır. Halbuki tanrı diye tapınılan put-
lar, böyle harikalar yaratmak bir yana kendilerine
Fatıma Hatun Türbesi-Mısır tapanların çağrılarına bile bu dünyada ve âhirette
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 5 s. 328
cevap vermekten âcizdirler (âyet 11-14).
Bundan sonra gelen üç âyette insanoğlunun Al-
Fatıma Şerife Hanım Türbesi-İstanbul lah karşısındaki aczi ve her bakımdan O’na olan
ihtiyacı dile getirilir: Allah’ın dilediği takdirde bir
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 10, toplumu yok edip onun yerine yepyeni bir nesil
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 452 getirebileceği vurgulanır. Mekke müşriklerine
tehdit gibi görünen bu âyetler, putperest toplu-
Fâtır Sûresi mun yok olup gideceğini ve Allah’ın izniyle onun
yerine yepyeni bir iman topluluğunun geçeceğini
Kur’ân-ı Kerîm’in otuz beşinci sûresi.(…)
dolaylı bir şekilde müjdelemektedir.
Sûrenin diğer âyetleri ağırlıklı olarak birinci âye- Fâtır sûresinin daha sonraki âyetlerinde nübü-
tin tefsiri niteliğinde olup esas gaye Allah’ın var- vvet meselesine geçilir. Burada dinî gerçekleri
lığına, birliğine, O’nun eşsiz yaratıcı kudretine benimseme ve yaşama sorumluluğunun şahsî
delâlet eden kevnî alâmetleri tanıtmak, bunun ya- olduğu ifade edilir ve hiçbir İnsanın başkasının
nında nübüvvet müessesesinin ve âhiret inancının günahını yüklenmeyeceği hatırlatılır. Dinî haya-
önemini vurgulamak, hidayet-dalâlet sebeplerini tın gayba inanmak, kulluğun da namaz kılmakla
göstermek, hak-bâtıl mücadelesinin sonuçlarına başladığı açıklanır; mânevî arınmanın, her ferdin
işaret etmektir. şahsî kararı ve psikolojik potansiyelini o yöne çe-
Bu arada sûrede şu konulara yer verildiği görülür: virmesiyle mümkün olabileceği hususu dile geti-
Melekler kendilerine has vasıflarıyla Allah tara- rilir. Bu açıdan insanlar, yeteneklerini gerçeklere
fından yaratılmış varlıklar olup O’nun emirlerini karşı açık tutanlar ve kapalı bulunduranlar olmak
ilgili yerlere ulaştırmak, nimet ve lutuflarını da- üzere iki gruba ayrılır. Birinci grup mânevî ha-
ğıtmakla görevlendirilmişlerdir. İnsanların ger- yatını sürdüren ve “gözü gören” zümredir; ikinci
çeklerden yüz çevirmeleri kendilerini beğenmek, grup ise ölüler ve körler gibidir. Bu psikolojik ve
geçici dünya zevklerine düşkün olmak, şeytana sosyal realite içinde peygamber sadece bir uyarıcı
uyup kötü işleri güzel görmek gibi faktörlerden ve bir müjdeleyici durumundadır. Peygamberle-
kaynaklanmaktadır. Öyleyse Allah resulünün on- rin tekzip edilmesi insanlık tarihi boyunca süre-
lar için fazlaca üzülüp kendini harap etmesi gerek- gelen sosyolojik bir olaydır ve bu vakıa eski mil-
mez. Şan ve şeref, yücelik ve ululuk yalnız Allah’a letlerin helak edilmesi sonucunu doğurmuştur
mahsustur. İnanmayanlar O’nun mutlak kudreti (âyet 18-26).

67
Vadi-i Hamuşan
Bunun ardından gelen âyetlerde canlı ve cansız Fatih Sultan Mehmed İmamı Ali Efendi
kâinatın yaratılış ve işleyişine dikkat çekilir, tabi- Türbesi-Bosna Hersek
atı inceleyen âlimlerin onun yaratıcısının azamet (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 162
ve yüceliğini idrak edebilecekleri ifade edilir. Buna
bağlı olarak Allah’ın kitabını okuyanların, namaz
Fatih Sultan Mehmet Türbesi-İstanbul
kılanların ve servetlerinden başkalarını bolca fay-
dalandıranların Allah’ın lutuf ve keremine nâil (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 225,
olacakları müjdelenir. Sonuç olarak insanlar dün- (2) DİA, Cilt. 28, s. 395,
yadaki tutum ve davranışları açısından müminler (3) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 42,
(seçilmişler) ve kâfirler olmak üzere iki gruba ayrı- (4) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 40,
lır; her iki grubun âhiretteki hayatları özlü biçim- (5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 267
de tasvir edilir (âyet 27-37).
Sûrenin son bölümünde (âyet 38-45) tevhid ve nü- Fatik
büvvet esasında hidayet ve dalâlet konusu işlen- Fırsat buldukça adam öldüren.(1)
mektedir. Bölümün ilk âyetinde kâinatın bütün
sırlarını, olmuş ve olacak bütün olayları yalnızca (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Allah’ın bildiği ifade edildikten sonra insanların
yer yüzünde ilâhî talimatı uygulamakla görevlen- Fatime Hanım Türbesi-Kosova-Yakova
dirildiği belirtilir. Bu yüce ve aslî görevini ihmal
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 373,
edip kâinatın hâkimi olan Allah’a karşı nankörce
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 525
davrananlar sadece kendilerine zarar vermiş olur-
lar. Onlara bir peygamber geldiği takdirde gerçeğe
herkesten çok bağlı kalacaklarına dair yemin eden Fatma Ana Türbesi-Kütahya
öyle gruplar var ki hak peygamber zuhur edip da- (1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68,
vete başlayınca bunlar sürekli olarak haktan uzak- (2) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 145
laşırlar. Bunun sebebi büyüklük taslamaları ve
hile, tuzak peşinde koşmalarıdır. Halbuki Allah’ın Fatma Bacı Türbesi-Ankara
değişmez kanununa göre kişi kurduğu tuzağa
(1). a.g.e.S. 393,
kendisi düşer. Fâtır sûresi, Allah’ın her şeyi bildiği
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 63
ve her şeye gücü yettiği halde insanları amelleri
sebebiyle hemen cezalandırmadığını, onları ken-
dince mâlum olan bir zamana ertelediğini bildiren Fatma Hanım Sultan Türbesi-
uyarıcı bir âyetle son bulur.(…)(1) İstanbul-Üsküdar
(1) DİA; [FÂTIR SÛRESİ - Emin Işık] c. 12; s. 241 (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 273,
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 548

Fatih Ahmet Türbesi-Elazığ


Fatma Hanım Türbesi-Edirne
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31,
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 63,
(2) Yavuz, Emrah. a.g.e.
(2) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 26
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 221,
(4) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 43
Fatma Hanım Türbesi-Yunanistan

Fatih Paşa Türbesi-Diyarbakır (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 828

(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31,


(2) Diyarbakır Valiliği. a.g.e. s. 33,
Fatma Hatun Türbesi-Konya
(3) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 155 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 32

68
Vadi-i Hamuşan
Fatma Sultan Türbesi-İstanbul-Şehzadebaşı İslâm’ın gelişme kaderiyle ilgili fecir baş göster-
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 171,
miştir. Küfrün ve zulmün sonunun yaklaşmakta
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 274 olduğuna ardarda yapılan yeminlerle dikkat çekil-
dikten ve aklı erenler için bundan daha etkili ye-

F
min olamayacağı da vurgulandıktan sonra (âyet 5)
Fatma Türbesi-Bulgaristan
Âd ve Semûd kavimlerinin ve firavunun inananla-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 428
ra yaptıkları zulümler sebebiyle nasıl helâk olduk-
ları anlatılır. Güçlerine güvenip iman ehline baskı
Fazıl Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul uygulayan bu zalimlerin üstüste inen kamçılar
(1) DİA, Cilt. 26 s. 256 gibi felâket üstüne felâkete uğratılarak helâk edil-
dikleri birer ibret tablosu şeklinde gözler önüne
Fazlullah Paşa Türbesi-Edirne serilir. Geçmiş kavimlerden verilen bu örnekler
gerek Mekke müşriklerine gerekse onların yolun-
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 105 da olanlara bir uyarı niteliği taşır. Burada Allah’ın
olup biten her şeyi gördüğünü ve gözetlediğini
Fecr Sûresi vurgulayan âyetle sûrenin birinci bölümü sona
Kur’ân-ı Kerîm’in seksen dokuzuncu sûresi.(…) erer (âyet 14). Bu uyarıların ardından insanoğlu-
nun zaaflarını dile getiren âyetlere yer verilir ki
Sûrenin ilk dört âyetinde sırasıyla fecre, on gece-
bu zaaflar toplumları kötü âkıbetlere sürükleyen
ye, çift ve tek olana ve her şeyi örten geceye yemin
sebeplerdir ve insanın bencilliğinden kaynaklanır.
edilir (âyet 1-4). Fecrin kurban bayramı sabahı, on
Bencillik de yüce yaratana karşı güven eksikliği
gecenin de zilhicce ayının ilk on gecesi olduğunu
şeklinde kendini gösterir. Rabbi insanoğlunu de-
söyleyenler bulunduğu gibi fecri ilk vahyin geldiği
nemek için ona bol bol rızık verecek olsa hemen
Kadir gecesinin fecri, on geceyi de ramazan ayının
sevinir ve bunu O’nun bir ikramı kabul eder. Fakat
son on gecesi olarak kabul edenler de vardır. Bu
rızkı biraz daraldığında hemen rabbi tarafından
on gecenin muharrem ayının ilk on gecesi olduğu
kahra uğradığını söylemeye yeltenir ve sızlanmaya
da ileri sürülmüştür (Taberî, XV, 168-169). Kur’an
başlar. Halbuki o bolluk zamanında da yetimleri
sûrelerinin yirmi üç yılda peyderpey indiği, İslâm
ve kimsesizleri kollayıp gözetmez, bunun için ön
dininin gelişme aşamalarının buna paralel olarak
ayak olmaz, mirası helâl haram demeden yer, mala
gerçekleştiği göz önünde bulundurulunca üzerine
mülke karşı aşırı düşkünlük gösterir (âyet 15-20).
yemin edilerek dikkat çekilen fecrin ilk vahiyle il-
gili fecir olduğu görüşü ağır basmaktadır. Bununla Azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle helâk edilen
beraber buradaki fecirle her günün fecir vaktine kavimleri haber veren âyetlerin ardından varlık-
dikkat çekildiği düşünülmüş, bazı müfessirlerce lı kesimin bencilliğini ve mal hırsını dile getiren
sabah namazının önemine işaret edildiği de ileri âyetlere yer verilmesi, aslında bu zaafların top-
sürülmüştür. Çünkü İsrâ sûresinde sabah namazı lumlar için birer çöküş sebebi olduğunu vurgula-
“kur’ânü’l-fecr” (fecir vaktindeki okuyuş [17/78]) mak içindir. Toplum düzeninin bozulmasına bir
olarak nitelendirilmiştir. işaret olmak üzere bunun ardından yeryüzünün
Sûrenin konusunu, genellikle Mekkî sûrelerde parça parça olup dağılacağını ve kıyamet gününün
görüldüğü üzere iman ve sâlih amel yolunu terke- kesin olduğunu bildiren âyetler gelir (âyet 21-30).
denlerin dünya ve âhirette karşılaşacakları kötü O gün herkesin Allah huzurunda hesaba çekileceği
âkıbetle iman ehlinin her iki cihanda erişeceği ve cehennemin bütün dehşetiyle ortaya çıkacağı,
mutluluk hakkındaki açıklamalar oluşturmakta- inkârcı azgınların pişman olacağı, fakat son piş-
dır. Leyi sûresinin ardından nâzil olmasının da manlığın fayda vermeyeceği bildirilir. O gün kim-
gösterdiği gibi müslümanların üzerine karanlık senin kimseden yardım göremeyeceği ve hiç kim-
bir gece gibi çöken müşrik baskısı ilelebet sürüp senin bir başkasının yerine cezalandırılmayacağı
gitmeyecektir; çünkü ufukta ümit ışıkları belirmiş, vurgulandıktan sonra sûre, nefsanî hırslarına gem

69
Vadi-i Hamuşan
vurup gönül rızâsı ve teslimiyetle rabbin emirle- Felek
rine itaat edenlerin kendileri gibi iyilerin arasına a. Gökyüzü, sema, göğün katları.(1)(3)
katılacaklarını ve cennete gireceklerini müjdeleyen
b. Dünya, âlem.(1)(3)
âyetle sona erer.(…)(1)
c. Kaderi çizdiğine inanılan gizli güç, talih, şans,
(1) DİA; [FECR SÛRESİ - Emin Işık] c. 12; s. 291
keder, baht.(1)(3)
d. Ortaçağ İslâm kozmolojisinde yıldızları taşı-
Felak Sûresi dığına ve hareket ettirdiğine inanılan şeffaf gök
Kur’ân-ı Kerîm’in 113. sûresi.(…) küre, gezegenlerin yörüngesi. Dokuz kat tabaka-
Sûreye felakın rabbine sığınma emriyle başlan- dan meydana geldiği ve her katında birer gezegen
maktadır. Felak kelimesi etrafında çeşitli yo- bulunduğu kabul edilen gökyüzü katlarının her
rumlar yapmak mümkündür (bk. Elmalılı, IX, biri. Buna göre, göğün her katında bir gezegen bu-
6367-6373). Ancak ilk âyetin bir sonraki âyetle lunduğu, feleklerin iç içe dönen dokuz gök katını
bağlantısı hesaba katıldığı takdirde bu kelime- oluşturduğu, bunların merkezinde ise dünyanın
nin, kâinatın yokluk alanından bir patlama ile bulunduğu kabul edilmiştir.(1)(2)(4)(5)(6)
ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade ettiğine (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hükmedilebilir. Çünkü ikinci âyet Allah’ın yarat- (2) DİA;
tığı her şeyin zararından, üçüncü âyet bastıran (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
karanlıkların şerrinden Allah’a sığınmak gerekti- (4) Akay, Hasan. a.g.e.
ğini bildirmektedir. Buradaki “bastıran karanlık” (5) Pala, İskender. a.g.e.
gece karanlığını, zulüm ve cehalet karanlığını, ka- (6) Kaya, Doğan. a.g.e.
ranlık düşünceleri ve insanın içine çöken, onun iç
dünyasını karartan kin, öfke, şehvet ve kıskançlık
Fedai Baba Türbesi-Amasya
gibi şeyleri içine alan kapsamlı bir ifadedir. Dör-
düncü âyet, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” (1) Yıldız, Harun. a.g.e. s. 478
de Allah’a sığınmanın gereğini dile getirmektedir.
Bu ifade, fiilen mevcut olup olmaması bir yana, Felâh
varlığına inanılıp etkileri altında kalınan üfürük-
Dünya ve âhiret mutluluğu anlamında bir terim.
çülük ve büyücülük gibi ruhi etkileşimlerden baş-
ka, kötü fikirlerin ve sapık ideolojilerin tesiriyle Arapça’da “yarmak, tarlayı sürmek” mânasına ge-
insanların, içindeki inanç düğümlerinin çözülüp len felh kökünden türeyen felâh zafer, necat, halâs
küfür ve ümitsizlik karanlıklarına düşmelerine de ve fevz kelimeleriyle eş anlamlı kabul edilir. Söz-
işaret etmektedir.(…) Sûrenin son âyetinde, kıs- lükte “arzu edilen şeyleri elde etme, istenmeyen
kançlığı tutan hasetçinin şerrinden Allah’a sığın- şeylerden kurtulma, hayır, nimet, refah ve saadet
manın önemine dikkat çekilmiştir. içinde bulunma” gibi mânalar taşır.
Gerek Felak sûresinde gerekse ardından gelen Nâs Felâh bir terim olarak, kişinin dini ve ahlâkî yü-
sûresinde kötülüklerinden Allah’a sığınılacak şey- kümlülüklerini yerine getirmesinin sonucunda dün-
ler bildirilirken önce tabiat kuvvetlerinden, sonra yada elde edeceği başarı ve mutlulukla âhirette ula-
kötü insanlardan, en sonunda da gözle görülme- şacağı ebedî kurtuluş ve saadeti ifade eder. İnsanın
yen varlıklardan (cin) söz edilmektedir ki burada böyle bir sonuca ulaşabilmesinin, karşısına çıkan
somuttan soyuta, sakınılması kolay olandan zor bütün engelleri aşması şartına bağlı olduğu dikka-
olana doğru bir sıralanış dikkat çekmekte, dolayı- te alınırsa felâhın sözlük anlamı ile terim anlamı
sıyla sığınmanın önemi ve yöntemi öğretilmekte- arasındaki bağlantı anlaşılır.(…)
dir. Hemen belirtilmelidir ki sığınma yalnız sözle Felâhtan türetilen ve “felâha ulaşan, ebedî saade-
değil gelebilecek zararlara karşı mümkün olan bü- te eren” anlamına gelen müflih kelimesi Kur’ân-ı
tün tedbirlerin alınmasıyla gerçekleşir.(…)(1) Kerîm’de çoğul şekliyle (müflihûn) bir övgü ifa-
(1) DİA; [FELAK SÛRESİ - Emin Işık] c. 12; s. 302 desi olarak sadece müminler hakkında kullanıl-

70
Vadi-i Hamuşan
maktadır. Kur’ân terminolojisinde genellikle, âhiret mutluluğuna ulaşmaktır.(…) Bunları tamamlama-
hayatında cehennemden kurtulup cennete girmeyi dan âhirete intikal eden müminler ise ya ilâhî affa
ve Allah’ın rızâsını elde etmeyi ifade eden felâh (el- mazhar olduktan veya bir süre ceza gördükten
Mü’minûn 23/1; el-Mücâdile 58/22), dünya haya- sonra ebedî saadete lâyık olurlar.(1)

F
tını gayba iman edip namaz kılmak, kendilerine (1) DİA; [FELÂH - Adil Bebek] c. 12; s. 301
ihsan edilen nimetlerden başkalarını da faydalan-
dırmak, peygamberlere gönderilen kitaplara ve
âhiret gününe kesinlikle inanmak suretiyle geçi- Felâh
renlere (el-Bakara 2/2-5), insanları hayra çağırıp Zafer, başarmak, arzu edilene ulaşmak demektir.
iyiliği tavsiye eden ve kötülüklerden alıkoyanlara, Felah iki çeşittir: Dünyevi ve uhrevi. Dünya felâhı
faiz yemeyenlere (Âl-i İmrân 3/104, 130), içki, geçim rahatlığı sağlayan mutluluktur. Âhiret felâ-
kumar, şirk, fal ve ezlâm gibi şeytanî tuzaklardan hı ise ebedi varlık, bitmeyecek zenginlik, ezilme-
uzak duranlara (el-Mâide 5/90), zulüm ve haksız- yecek izzet ve hiç cehil bulunmayan ilimdir.(1)
lığı irtikâp etmekten kaçınanlara (el-En’âm 6/21, (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 181
135; Yûsuf 12/23), malları ve canlarıyla Allah
yolunda cihad edenlere (et-Tevbe 9/88), Allah’a
karşı kulluk görevlerini yerine getirip hayırlı işler Fele Çavuş Türbesi-Konya
yapanlara (el-Hac 22/77), namazlarını huşu ile ve (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 110
devamlı şekilde kılan, boş sözlerden kaçınıp fay-
dasız işlerle meşgul olmayan, ırz ve namuslarını
koruyan, emanete riayet edip ahde vefa gösteren- Felekeddin Bey(Ahi Arap-Kesikbaş) Türbesi-
lere (el-Mü’minûn 23/1-10), Allah’ın emirlerine Ankara
uygun hareket etmeye çalışan ve işlediği günah- (1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 73,
lardan dolayı tövbe eden kadın ve erkek mümin- (2) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 222
lere (en-Nûr 24/31), kendilerini küfür ve mâsiyet
gibi manevî kötülüklerden arındırmış olanlara (el-
Feleküddin Dündar Bey Türbesi-Isparta
A’lâ 87/14; eş-Şems 91/9) vaad edilmektedir.
(1) DİA, Cilt. 12 s. 308
Hadislerde felâh genellikle “Allah’ın affına ve
afiyete mazhar olma, O’nun rızâsını elde etme”
şeklinde tanımlanmış (Müsned, I, 257; III, 127); Fena
Allah’ın birliğine inanıp şirkten uzak duran (a.g.e. a. Ölümlü olma durumu, gelip geçicilik, kalımsız-
III, 492; IV, 341), Hz. Peygamber’in yolundan lık,(1) ölümlülük,(2) devamlı ve kalıcı olmama,
giden (a.g.e., II, 188) ve fitneden uzak kalabilen son bulucu olma, fanilik,(3) yok olma, yokluk,(4)
(a.g.e., II, 441) müminlerin felâha erecekleri müj- geçip gitme.(5)
delenmiştir.
b. Hoşa gitmeyecek durumda olan.(6)
İslâmiyet samimi bir imana sahip olunması ya-
c. Tasavvuf ıstılahında kulun Hakta yok olması
nında inanılan her güzel ve faydalı işin hayata
yani kulun beşeriyetinin Hakkın rububiyetin-
geçirilmesine de önem vermekte, dünya ve âhiret
de sona ermesidir.(7) Kulun benliğinin Allah’ın
saadetinin iman ve iyi davranış (amel-i sâlih) uyu-
varlığında yok olması, eşyanın nazarından si-
muna bağlı olduğunu kabul etmektedir. Hatta bu
linmesi, kendi fiilini göremez olması, kesret
bütünlüğün gerekliliğini, ameli imanın bir parçası
âleminin kayıtlarından sıyrılıp Hakk’ın tasar-
(cüzü) sayacak kadar ileri götüren mezhepler de
olmuştur. Dinin ve dindar olmanın amacı samimi rufu altına girmesi hali, fenafillah.(2)(3) Nesne-
bir imanla birlikte ibadet şekilleri, ahlâk kuralları lerin sufinin gözünden silinmesi.(8)(9)
ve insanlar arası münasebetlere dair dinin sundu- (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ğu pratikleri uygulamak suretiyle fert ve toplum (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
hayatının huzurunu sağlamak ve ebedî hayatın (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

71
Vadi-i Hamuşan
(4) Akay, Hasan. a.g.e. Ferhad Paşa Türbesi-İstanbul
(5) Pala, İskender. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 12 s. 387,
(6) Albayrak Nurettin, a.g.e.
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 11,
(7) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 452,
(8) Kaya, Doğan. a.g.e.
(4) Envanter. a.g.e. No:33,
(9) DİA; [FENÂ - Mustafa Kara] c. 12; s. 335
(5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 292

Fenayi Ali Efendi Türbesi-İstanbul


Ferhad Paşa Türbesi
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 143, İstanbul Eyüp’te XVI. yüzyılın sonuna ait türbe.
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 550
Feshâne ve Câmiikebir caddelerinin birleştiği
noktada karakolun karşısındadır. Osmanlı sadra-
Fener zamlarından Ferhad Paşa tarafından yaptırılma-
Yeniçeri damgalarında olup mezar taşlarına işle- ya başlanan, ancak öldürülmesinden bir müddet
nen simgelerden biridir.(1) sonra tamamlanan türbe onaltıgen planlı olup
kesme taştan inşa edilmiştir. Giriş, kuzey cephe-
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 27
deki öne üç, yanlara birer kemerle açılan dört kare
sütunlu ve düz çatılı revaktandır. Sepet örgüsü
Fer şeklinde tahta işçiliği gösteren kapının iki yanın-
Mirasta fer denildiği zaman ölenin oğlu, kızı, oğ- da mukarnas dolgulu nişler yer alır; ayrıca kapı
lunun oğlu, oğlunun kızı, aşağıya doğru inse de sövesinin iç yüzlerine karşılıklı sütun başlıkları
kastedilir.(1) gömülmüştür. Kapının iki renkli taştan yapılmış
hafif basık kemerinin üzerinde bulunan on altı
(1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 10, s. 321
mısralık kitâbede ebcedle verilen 1004 (1595) ta-
rihi ayrıca rakamla da yazılmıştır.
Feradis Yer yer renkli taşların kullanıldığı cepheler, tepe-
a. Bahçeler.(2)(3) leri birer sütun başlığı gibi sona eren yuvarlak pâ-
b. Cennetler, uçmaklar.(1)(2)(3) yelerle birbirinden ayrılmıştır. Yukarıda, bir sıra
mukarnas ve onun üstünde bir sıra palmet moti-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
finden oluşan dışa taşkın bir saçak bulunmakta ve
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yapıyı kurşun kaplı bir kubbe örtmektedir.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Câmiikebir caddesine bakan cephelerin hepsinde,
arka tarafta ise birer tane atlayarak altta dikdört-
Fercâm-Gah gen söveli ve mermerden delik işi alıntıklı, üstte
a. Son, akıbet yeri.(1)(3) kaş kemerli pencereler açılmıştır. Penceresiz cep-
b. Mezar, kabir, sin.(1)(2)(3) helerin iç mekândaki yüzlerine birer dolap nişi
yerleştirilmiştir; alınlıklar mermer olup üzerleri
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yaldızlanmış âyet kitâbelidir. Alt pencere alınlık-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ları ile üst pencereler içten revzen-i menkūşlarla
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kapatılmıştır.
Ortasında esmâ-i hüsnânın yazılı olduğu bir ma-
Ferec Türbesi-Mısır
dalyon bulunan kubbenin içi kalem işi rûmî ve
(1) DİA, Cilt. 24 s. 187
palmetlerle süslenmiş, bu kalem işlerinde mavi ve
beyazın yanı sıra kiremit rengi de kullanılmıştır.
Ferhad Bey Türbesi-Saraybosna Türbenin içinde kitâbesiz sekiz mermer lahitle
(1) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 4 dört ahşap sanduka bulunmaktadır.(1)

72
Vadi-i Hamuşan
(1) DİA; [FERHAD PAŞA TÜRBESİ - Gülay Burgaz] c. Ferruh Baba Türbesi-İstanbul
12; s. 388
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 459

Ferhat Paşa Türbesi-Sırbistan


Ferruh Hatun Türbesi-Erzurum

F
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 694
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 32

Feriduddin Attar Türbesi-İran


Ferruh Şad Bey Türbesi-Tunceli
(1) DİA, Cilt. 4 s. 95
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 32

Feridun Ahmed Bey Türbesi-İstanbul


Ferruh Türbesi-Çankırı
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33

Feridun Paşa Türbesi-İstanbul


Feryatçı
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 11,
Eskiden cenazelerde para ile tutulan ağlayıcılar.(1)
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 458.
(3) Envanter. a.g.e. No:34, (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 293
Fesad
Feridüddin-i Attar Hazretleri Türbesi-İran Tabii dengenin, sosyal düzenin ve ahlâki yapının
bozuluşunu ifade eden bir terim.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 180,
(2) DİA, Cilt. 33, s. 150 Fesâd Arapça’da masdar olarak “bozulmak, çürü-
mek; sağ duyudan sapmak” vb. anlamlara gelir.
İsim olarak da “zulüm; çalkantı, düzensizlik; ku-
Ferişte raklık, kıtlık” mânalarında kullanılmıştır. Bazı
a. Melek.(1)(2).(3) dilciler fesadı “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozul-
b. İyi ve yumuşak huylu.(3) mak” şeklinde tanımlamışlardır (Râgıb el-İsfahânî,
el-Müfredât, “fesâd” md.; Kāmus Tercümesi, “fsd”
c. Günahsız masum.(3)
md.). Başkasının malına haksız yere el koymaya da
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. fesad denilmiştir (Tâcü’l-arûs, II, 452).
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kur’ân-ı Kerîm’de on bir âyette fesad kelimesi,
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
otuz dokuz âyette de bunun türevleri geçmektedir
(bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “fsd” md.).
Feriştegân Bu âyetlerde düzen, sistemli bir bütün olarak kav-
Melekler, melaike.(1) ranan âlemin ve toplumun, dolayısıyla ferdin var
oluşuna temel olan fıtrî ve tabii denge ile aynı çer-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
çevede ele alınmakta, fesad da bu düzen ve denge-
nin bozulmasını yahut bu dengeden çıkmayı ifade
Ferkinti etmektedir. Buna göre kozmolojik düzen tevhid
Mezarlık.(1) ilkesine dayanmaktadır. Nitekim bu husus bir
âyette, “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrı-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle fesada uğrar-
dı” (el-Enbiyâ 21/22) şeklinde ifade edilmektedir.
Ferraş Sultan Türbesi-Kastamonu Fesad ve ifsad kavramları içtimaî, siyasî, hukukî
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 ve dolayısıyla dinî düzenle ilgili bir konumda kul-

73
Vadi-i Hamuşan
lanıldığında yine belli bir düzen veya dengenin ma” olarak tanımladığı israfın fesadla bağlantısını
bozuluşunu ifade eder. Hz. Süleyman’ın güçlü hü- ısrarla vurgulamakta, fesadın “bozulma” anlamı-
kümdarlığı karşısında Sebe melikesinin endişeye nı “sapma” anlamıyla pekiştirmektedir (Mefâhî-
kapılarak ülkesinin Süleyman tarafından istilâ mü’l-Ķurân, s. 249-251).
edilmesi durumunda içtimaî ve siyasî düzenin al- Kur’an’da fesadın karşıtı salâh, ifsadın karşıtı ıslâh
tüst olacağını düşünmesi (en-Neml 27/34), aynı ve müfsidin karşıtı muslihtir (bk. el-Bakara 2/11;
şekilde Firavun yönetiminin Hz. Mûsâ ve kavmini el-A’raf 7/56-57, 142; en-Neml 27/48-49).
yerleşik dinî anlayış ve ona dayalı düzene karşı bir
Fesad fâsıkların ve münafıkların, salâh da mümin-
tehdit sayması ve onları potansiyel bozguncu ola-
lerin vasfıdır. Müminler bu nitelikleriyle, Allah’ın
rak nitelemesi (el-A’râf 7/127), bizzat Fıravun’un
emir ve yasaklarını gözeterek yeryüzünde kurul-
aynı endişeden dolayı Hz. Mûsâ’yı öldürmeyi ta- ması gereken denge ve düzeni sağlayıcı tutum ve
sarlaması (Gāfir 40/26) fesad ve ifsad terimleriyle davranışlar sergiler, hem dünya hem âhiret mut-
ifade edilmektedir. luluğuna ulaşırlar (Dumlu, s. 10-13). Ancak iyi,
İhtiyaçlarını karşılayıp Mısır’dan dönmek üzere faydalı ve yapıcı davranışlar “sâlihât” kelimesiyle
yola çıkan Hz. Yûsuf’un kardeşleri hırsızlıkla it- ifade edildiği halde kötü, zararlı ve yıkıcı davra-
ham edilince kendilerini şu şekilde savunmışlardı: nışlar “fâsidât” yerine “seyyiât” kelimesiyle ifade
“...Allah’a yemin olsun ki bizim bu ülkede fesad çı- edilmiştir (Izutsu, s. 209).
karmak için gelmediğimizi sizler de biliyorsunuz; Genellikle müfessirler fesadı sözlük anlamından
biz hırsız değiliz” (Yûsuf 12/73). Burada fesad çı- hareketle “bir şeyin istikametinden saparak yarar-
karmak “yerleşik hukukî ve ahlâkî kaideleri ihlâl lı halinden çıkması” şeklinde tanımlarlar (meselâ
etmek” anlamında kullanılmıştır. Şu halde fesad bk. Zemahşerî, I, 179; Fahreddin er-Râzî, II, 66;
ve ifsad, özellikle Sebe melikesi ve Firavun örne- Kāsımî, II, 47).
ğinde görüldüğü gibi yalnızca ilâhî iradeye uygun
İbn Cerîr et-Taberî’nin naklettiği yorumlara göre
olan düzen, denge ve kuralların bozuluşunu değil
fesad başta küfür olmak üzere bütün isyan davranış-
genel olarak yerleşik düzeni bozucu bir tehdit un-
larından ibarettir. Allah’a isyan eden veya O’na
surunu veya teşebbüsü ifade eden bir terimdir.
isyanı emreden kimse yeryüzünde bozgunculuk
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın yeryüzünde hâkim kılmak is- yapmış olur. Halbuki göklerde ve yerde ıslah ita-
tediği yaşama biçimine karşı çıkan girişimleri bozgun- atle gerçekleşmektedir (Câmu’l-beyân, I, 288).
culuk saymakta, düzeltme ve iyileştirmeden (ıslâh)
Fahreddin er-Râzî fesad çıkarmanın üç anlamını
yana olduklarını idDİA etmelerine rağmen bu girişim
tesbit etmiştir.
sahiplerini gerçek bozguncular olarak nitelendirmek-
tedir (el-Bakara 2/11). a) Allah’a karşı açıkça isyan. Burada fesad çıkar-
ma (ifsad) itaatin zıddı bir anlam taşır. Allah’ın
Bazı âyetlerde fesad kelimesiyle birlikte onun se-
insanlar için koyduğu kurallara uyma çabası
bebi yahut sonucu olarak belirli ahlâkî kötülükler
yeryüzünde salâhı yani düzenli ve dengeli işle-
de zikredilmekte, dolayısıyla onlar da fesad teri-
yişi temin ederken herkesin kendi başına buy-
minin kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Tar-
ruk davranması toplumda anarşi ve kargaşa
tıyı eksik kullanmak (Hûd 11/85), ekini ve nesli
doğurur.
helâk etmek (el-Bakara 2/205), akrabalık bağları-
b) Münafıkların kâfirlerle gizlice iş birliği yaparak
nı koparmak (Muhammed 47/22) ve fitneye yol
müslümanlar aleyhine tavır almaları eylemi.
açmakla fesad ve ifsad arasında bağlantı kuran
âyetler bu kabildendir. Kur’an’da ayrıca fesadla c) Dinden yana görünerek dine karşı zihin bulan-
azgınlık (bağy), isyan ve aşırılık (israf) kelime- dırıcı şüpheler yayma eylemi.
leri arasında anlam ilişkileri kurulmaktadır (bk. Kısacası Râzî’ye göre ifsad Allah’a isyana kalkış-
Yûnus 10/91; Hûd 11/85; es-Şuarâ 26/151-152; maktır. Bu eylem açıkça veya gizlice gerçekleş-
el-Kasas 28/76-77; krş. Izutsu, s. 138, 165, 218). tirilebilir. Bazı insanlar bilgisizlikleri yüzünden
Muhammed el-Behî, “orta yoldan, itidalden sap- muslih olduklarını zannedip yeryüzünü küfür ve

74
Vadi-i Hamuşan
fesadla doldururken bazıları da (münafıklar) hak kullanılmakta ve bunlar genellikle ahlâkî bozuk-
din yanlısı görünerek müslümanlar aleyhine kâ- luğu ifade etmektedir. Meselâ, “Bir koyun sürü-
firleri kışkırtır, insanlar arasında kuşku ve fitne sü içine salıverilen iki aç kurdun sürüye vereceği
yayarlar. Salâh ise itaatten doğar. Allah’ın koydu- zarar, kişinin mal ve mevki hırsının dinine vereceği

F
ğu kanunlara uyan insan, kendisi için gerekli her zarardan daha şiddetli (efsed) olamaz” (Dârimî,
şeyi sağlarken gereksiz şeylerden de kendini ko- “Reķāiķ”, 21; Tirmizî, “Zühd”, 43) meâlindeki ha-
rumuş olur. Bu sayede yeryüzünde zulüm ortadan disle, davranışların niyete bağlı olduğunu ifade
kalkar ve adalet yerleşir. Adalet ise göklerin ve eden, “Ameller kap içindeki sıvılar gibidir, dibi gü-
yerin düzenini sağlayan ilkedir (Mefâtîhu’l-gayb, zelse üstü de güzel olur, dibi bozuksa üstü de bo-
II, 66-67, 148). zuk olur” meâlindeki hadiste (İbn Mâce, “Zühd”,
Kurtubî’ye göre yeryüzünde fesad çıkarma, kü- 20) ahlâkî muhteva hemen göze çarpar. “Dikkat
für içinde olup kâfiri dost edinme ve insanları edin! Bedende öyle bir et parçası vardır ki o sağ-
Kur’an’a veya Peygamber’e imandan ayırma ey- lıklı olduğu takdirde bütün beden sağlıklı olur;
lemidir. Kurtubî, Dahhâk’ten naklen fesadın su bozulduğu takdirde bütün beden bozulur; iyi bi-
kaynaklarını kurutma, meyve veren ağacı kesme gibi liniz ki o et parçası kalptir” (Buhârî, “îmân”, 39)
dar anlamlarını da belirtmektedir (el-Câmi, I, 202; meâlindeki hadis ise insan organizmasına ait bir
VII, 226). olguyu dile getirmekle beraber kalbin mânevî ve
ahlâkî anlamına da işaret etmekte, kalbî ameller
Çağdaş müfessirlerden Kāsımî’ye göre ise yeryü-
planındaki samimiyet yahut kötü niyetin topye-
zünde fesad çıkarmanın anlamı savaşı ve fitnele-
kün ahlâkî davranışlarda kendini göstereceğini
ri kışkırtarak kan dökülmesine yol açmak, geçim
ima etmektedir.(…)(1)
kaynaklarını telef ederek ekonomik buhrana se-
bep olmak, nesillerin maddî ve manevî âkıbetleri- (1) DİA; [FESAD - İlhan Kutluer] c. 12; s. 422
ni mahvetmektir (Mehâsinü’t-tevîl, II, 47).
Muhammed Reşîd Rızâ da fesadla körü körü- Feth Sûresi
ne taklitçilik arasında sıkı bir bağ kurmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in kırk sekizinci sûresi.(…)
Ona göre yeryüzünde fesad çıkaranların dinden Feth sûresi, Hz. Peygamber’e Allah tarafından
yüz çevirmeleri, esas itibariyle resulü bırakıp körü açık bir fethin ihsan edildiğini bildiren âyetle baş-
körüne birtakım liderlerin peşinden gitmeleri, onla- lar. Müfessirlerin çoğunluğu bu âyetteki “feth-i
rın emirlerine uymaları, kısacası mutlak bir taklide mübîn”i Hudeybiye Antlaşması ile tefsir eder (…)
saplanmalarındandır. Bozgunculuk şuursuzca (âyet 2-10) Sûrede daha sonra Hudeybiye Antlaş-
taklidin bir sonucu olabileceği gibi şuurlu bir din ması veya İslâmiyet’in genel konumu münasebe-
düşmanlığının eseri de olabilir (Tefsîrü’l-menâr, I, tiyle müslümanların kalbine güven verildiği ve bu
156-157, 244). sayede imanlarının güçlendiği haber verilir. Mü-
Elmalılı Muhammed Hamdi fesadı, “herhangi bir minler cennetle müjdelenirken münafıklarla müş-
şeyi veya malî değeri faydalanılabilecek halden çı- riklerin kötü bir âkıbete uğratılacağı, Allah’ın gök-
karmak ve özellikle rabbine isyanla kendi nefsini lerde ve yerde güçlü orduları bulunduğu bildirilir.
mahvetmek” şeklinde tanımlamaktadır. Yeryü- Hz. Peygamber’in, Allah’ın insanlar üzerindeki bir
zünde fesad çıkarmaya çalışanlar cana, mala ve şahidi, müjdecisi ve uyarıcısı olarak gönderildiği,
ırza saldırarak, yahut tarım ürünlerini ve insan ona inanmanın ve ona biat etmenin Allah’a biat
neslini bozmaya teşebbüs ederek ilâhî düzeni ve etme mânasına geldiği vurgulanır.
halkın dirliğini ihlâle kalkışanlar, zulüm, israf ve (âyet 11-17) Daha sonra, Resûl-i Ekrem’in etra-
alçakça tutumları ile güzel ahlâkı bozanlar ve ber- fında kenetlenen müslümanların bu örnek dav-
rak fikirleri bulandıranlardır (Hak Dini, III, 1663; ranışına karşılık, kalplerine imanın tam olarak
V, 3757; VIII, 5806). yerleşmemesi sebebiyle umre seyahatine ve do-
Birçok hadiste de (bk. Wensinck, el-Mucem, “fsd” layısıyla Hudeybiye seferine katılmayan Medine
md.) fesad “bozulma”, ifsad “bozma” anlamında civarındaki bedevî Araplar’ın ikiyüzlülüğünü dile

75
Vadi-i Hamuşan
getiren sûre, onların Hudeybiye’den zaferle dö- tikal edecek, içlerinden iman edip yararlı işler gö-
nen Hz. Peygamber’den özür dilediklerini, fakat renler mutluluğa kavuşacaktır (âyet 27-29).(…)(1)
bunda samimi olmadıklarını, çünkü bu sefere (1) DİA; [FETH SÛRESİ - Emin Işık] c. 12; s. 457
çıkan müslümanların sağ salim geri dönemeye-
cekleri zannına kapıldıklarını ve bu kötü niyet
Feth-i Mutlak
ve tutumlarının sonucunda helâke müstahak ol-
duklarını ifade eder. Bu art niyete sahip bulunan Fetihlerin en yücesi olan Ebediyet zatının tecellisi
bedevîlerin ganimet elde edeceklerini umdukları ve yaratılmışlık şekillerinin ve sıfatlarının sona er-
takdirde müslümanlarla beraber savaşa gitmek mesi ile cem denizinde gark olmak demektir.(1)(2)
isteyeceklerini, ancak bunların önceden ciddi (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
ve çetin bir savaşa davet edilip gerçekten inanıp (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
inanmadıklarının anlaşılması gerektiğini anlatır.
Sûrenin bu bölümü sıhhî mazeretlerin savaş için
Fethi Baba Türbesi-Bulgaristan
de geçerli olduğunu bildiren âyetle sona erer.
(âyet 19-26) Bunun ardından Feth sûresi, Hudey- (1) Koyuncu, Aşkın. a.g.e. s. 231
biye’de Hz. Peygamber’e biat eden müminlerden
Allah’ın râzı olduğunu haber veren bölümle de- Fethi Baba Türbesi-Bulgaristan
vam eder. Burada, Hudeybiye’de elde edilen başa-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 414
rıdan sonra, isim zikredilmese de Hayber’in fethi
gibi daha birçok zaferin kazanılacağı ve pek çok
ganimetin elde edileceği müjdelenir, Allah’ın azîz, Fethi Baba Türbesi-İstanbul
hakîm ve her şeye kādir olduğu ifade edilir. İki ta- (1) Adresler. a.g.e.
raf arasında barış yapılmayıp da savaş çıksaydı kâ-
firlerin arkalarına dönüp kaçacakları, bu durumun
Fethiye Türbesi-Çankırı
da Allah’ın öteden beri süregelen ve hiç değişme-
yen sünneti olduğu dile getirilir. Umre ibadetini (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
yerine getirmelerine ve kurbanlarını kesmelerine
engel olan Mekkeliler’le savaşmaya ant içtikleri Fethullah Dede Türbesi-Bursa
halde müslümanlara savaş izni verilmemesinin
(1) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 62
sebebi, Mekke’de İslâmiyet’i benimsediklerini
henüz açığa vurmamış bulunan müminlerin mev-
cudiyeti olarak gösterilir. Mekkeliler Câhiliye öfke Fetih Ahmed Baba Türbesi-Elazığ
ve taassubu ile hareket ederken müslümanların (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33
takvâya ve güvene lâyık ve ehil oldukları açıklanır.
Sûrenin son bölümü Hz. Peygamber’in Mescid-i
Fetk
Harâm’a gireceklerine dair gördüğü rüyanın enin-
de sonunda gerçekleşeceğini haber veren ve dola- a. Birini fırsat kollayıp ansızın öldürme.(1)
yısıyla onun hak peygamber olduğunu teyit eden b. Yarmak, açmak.
âyetle başlar. c. İsmi nisbetlerin hakkın zatî işleri ve madde su-
Sûrenin son iki âyeti, evrensel bir dinle gönde- retinde zuhur etmesidir.(2)
rilen Resûl-i Ekrem’in tebliğ ettiği İslâmiyet’in (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bütün dinlere üstünlük sağlayacağını ilân eder. (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Çünkü Muhammed Allah’ın elçisidir. Başta ashap
olmak üzere onun yanında yer alan müslümanlar
hak dinin bu üstünlüğünü korumak için gerekli Fetret
olan maddî ve manevî kuvvet ve kemale sahiptir- a. Duraklama, kırılmak, zayıflamak ve bitkinlik
ler. Şüphe yok ki bütün insanlar ebedî hayata in- anlamlarına gelir.

76
Vadi-i Hamuşan
b. Tasavvuf ıstılahında halin başlangıcında salikin Fetva
vücudundaki yakıcı ateşin sönmesi demektir.(1) a. Şer’i görüş bildirme.(2)
c. İki peygamberin gelişi arasında geçen süre.(2)(3)(4) b. İslâmiyet ile ilgili bir mesele veya bir hukuki
d. İslâmiyet’e göre Hz. İsa ile Hz. Muhammed ara- davanın çözümünü açıklamak amacıyla müftü

F
sında geçen süre.(3) veya şeyhülislâm tarafından isim zikredilme-
e. Kur’an-ı Kerim’de 96. Sure olan Alak ile 74. sure den yapılan açıklama, hüküm veya cevap.(2)(3)
Muddessir’in gelişi arasında geçen süre.(3) c. Fıkıh ile ilgili bir konuda sorulan soruya fıkıh
f. Bir çeviklikten sonra gevşeme, sertlikten sonra bilgisi olanın verdiği cevap.(2)(4)
gelen yumuşama, güçlükten sonra gelen zayıf- d. Anlaşılması güç hükümleri cevaplandırmaktır.(1)
lık, aralık, boşluk anlamlarına gelir.(5) e. Tasavvufa göre, kalp müftüsünün hükmü, vic-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. danının sesi, ilham. Sufi fetvayı kalpte arar.(5)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 220;
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA; (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 218 (4) DİA;
(5) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Fettah
a. Melekût kapılarını, kalpleri ve fetihleri açan de- Fevk
mektir.(1) a. Zaman, mekân ve derece üstünlüğünü ifade
b. Kulların kapalı işlerini açan, türlü güçlükleri etmede kullanılan bir zarftır. Üst, üstünde de-
gideren, zorlukları kolaylaştıran, gizli açık her mektir.
meselede hükmeden, kapalı meselelerde ayı- b. Erdem üstünlüğünü gösterir.(1)
rıcı hakim, işlerin hakikatlerini bilen adaletli
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 24, s. 464
hakim anlamı ile Allah’ın hükümle ilgili Esma-i
Hüsna’dan, güzel isimlerindendir.(5)(2)(3)(4)
Fevt
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
a. Bir şeyi bir daha ele geçmeyecek veya bulamaya-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. cak şekilde elden çıkarma, kaybetme, kaçırma.
(2)(1)(5)
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e. b. Ölüm, mevt.(1)(2)(3)(5)
c. Arifler fevti mevtten daha zor bilirler. Zira fevt
Fettah Dede Türbesi-Sivas Allah’tan kopmak, mevt ise insanlardan kop-
maktır.(4)
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 146
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Fettak
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Çok adam öldürmüş, kanlı katil,(1)(2) azılı katil.(3) (4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (5) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Fevt-i Nâgehânî
Ansızın gelen ölüm.(1)(2)(3)
Fettan
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kabirdeki sual melekleri.(1) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 129 (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

77
Vadi-i Hamuşan
Fevz “Korkmak, dehşete düşmek” anlamında masdar
Dünya ve ahiret hayatında tehlikelerden kurtulup olan feza‘ kelimesi, isim olarak “korkunç bir nesne
mutluluğa kavuşma,(1) selamet, necat.(2) veya olayın insan kalbinde doğurduğu nefret hali,
şiddetli korku” mânasına gelir. Bundan dolayı ke-
(1) DİA;
lime Allah’a karşı duyulan hürmet ve ta‘zim (haş-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
yet) için kullanılmaz (Râgıb el-lsfahânî, el-Müfre-
dât, “fza” md.; Kāmus Tercümesi, III, 357). Çünkü
Feyz dehşet korkulan şeyden uzaklaşmayı, haşyet ise
a. Verimlilik, bolluk, bereket.(3)(7) Allah’a yaklaşmayı gerektirir.
b. Nimet, bağış, ihsan, kerem.(3)(7) Kur’ân-ı Kerîm’de altı âyette geçen feza‘ kavra-
c. Olgunlaşma, ilerleyiş, manevi mutluluk, ruha mı (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “fza” md.)
huzur verici mübarek ve uğurlu tesir.(3)(7) üç yerde kıyameti tasvir etmektedir. İnkârcıların
dehşete düşmelerini, yenilgilerini ve başka hiçbir
d. İrfan, ilim ve marifet.(7)
çarelerinin kalmadığını anladıkları zaman iman
e. Allah tarafından kula lütfedilen ve ilham yoluy- etmelerinin fayda vermeyeceğini ifade eden Sebe’
la kalbe gelen şey, varidat.(1)(4)(6)(7) sûresindeki âyetler ise (34/51-54) bazı müfessir-
f. Âlemin, tek kaynak olan Allah’tan sürekli, dere- ler tarafından Bedir Gazvesi’ni veya âhir zamanda
ce, derece ve başka bir varlığı meydana getirme meydana gelecek büyük yenilgiyi tasvir ettiği şek-
hassasını taşıyacak biçimde zuhur ve sudûru, linde yorumlanırken bazıları bu âyetlerin inkarcı-
zat-ı ilahiden her seviyedeki varlığa kadar yu- ların âhiretteki durumunu dile getirdiğini kabul
karıdan aşağıya doğru inen ve âlemin bütünün- etmişlerdir (Taberî, XXII, 72-76; Kurtubî, XIV,
de gerçekleşen sürekli oluş, yaratılış ve yenilen- 314-318).
me.(2)(4)(6)(7) İslâm dininin temel hükümleri içinde önemli bir
g. Akma, Peygamber Efendimizin mübarek kal- yer tutan ve insandaki sorumluluk duygusunun
binden, evliyanın kalpleri vasıtasıyla akıp gelen esasını oluşturan âhiret hayatı İslâm literatü-
manevi bilgiler.(5) ründe çeşitli isimlerle anılmıştır. Gazzâlî’nin de
belirttiği gibi (İhyâ, IV, 516-517) âhiret hayatının
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
bir kısmı üzücü, bir kısmı sevindirici olan muh-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
telif merhalelerine göre insanların yaşayacakları
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
ruhî haller birçok farklı terim veya tabirle ifade
(4) DİA;
edilmiştir. Bunlardan birini oluşturan feza‘ kav-
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
ramının yer aldığı âyetlerin incelenmesinden
(6) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(7) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
anlaşıldığına göre bu kelime daha çok kıyametin
kopmasının ve hesap görülmeden önceki bilinmez-
liğin doğurduğu dehşeti dile getirmektedir. O gün
Feyzullah Efendi (Şeyhülislam Veliyyuddin)
korku ve dehşet, Allah’ın âyetlerini incelemeden,
Türbesi-İstanbul
anlayıp kavramadan onları yalanlayan, ayrıca put-
(1) Adresler. a.g.e. lara, yaratılmışlara tapmak gibi insan haysiyet ve
şerefiyle asla bağdaşmayan günahları işleyen kim-
Feyzullah Efendi Türbesi-İstanbul seler içindir. İmanları ve faydalı işleri sayesinde
güzel bir âkıbete mazhar olanlar ise bu “en büyük
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 212.
dehşet”ten (el-fezau’l-ekber) etkilenmeyecekler-
(2) Kollektif3. a.g.e. Cilt 18 s. 20,
dir. Onların etrafını melekler saracak ve dünyada
(3) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 328
kendilerine vaad edilen mutlu hayatın başladığını
müjdeleyeceklerdir (bk. el-Enbiyâ 21/98-103).
Feza Bütün İslâm âlimleri Allah’ın rahmetinin gaza-
Kıyametin isimlerinden biri. bından çok fazla olduğunu ve her şeyi kuşattığını

78
Vadi-i Hamuşan
tereddütsüz kabul ederler. Ancak bu merhamet, b. Vahdet makamından uzak kalmak, visâl halin-
gerçek adaletin tecellisine ve suçluların cezalan- de olmamak.(2)
dırılması ilkesine engel teşkil etmez. Başlangıçta c. Salikin aslı vatanı olan gayb ve ruhlar âlemin-
ilâhî nefha ile hayat verilen, en güzel şekle bürün- den ayrılıp bu âleme gelmesi.(1)(2)

F
dürülen ve birçok yaratıktan üstün kılınan insan,
d. Tasavvuf edebiyatında aşığın maşukundan ayrı
dünya hayatında sahip olduğu imkânlardan fay-
kalmasına neden olan gaip olma haline fırâk
dalanarak ebedî mutluluğa hazırlanmakla mü-
denir.(1)
kelleftir. Bunu gerçekleştirme zahmetine katlan-
mayıp bütün imkânlarını geçici dünya zevklerine (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
harcayanlar âhirette bu davranışlarının acı âkıbe- (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
tine katlanacaklardır.(…)(1)
(1) DİA; FEZA – Bekir Topaloğlu, c. 12, s. 529 Fidan Ana Türbesi-Bursa
(1) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 127
Feza
a. Kıyametin isimlerinden biri.(1) Figan
b. Evrenin genişliği, yıldızlar arası uçsuz bucaksız a. Bağırarak ağlama, inleme.(1)
boşluk, uzay.(2)(3)(4) b. Kastamonu merkez Subaşı köyünde eğer genç
c. Gök, gökyüzü.(3) birisi ölmüş ise figan adı verilen yas tutma gele-
(1) DİA; FEZA – Bekir Topaloğlu, c. 12, s. 529 neği vardır. Figan yaklaşık üç gün sürer.(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. &kelime=F%C4%B0GAN
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (2) Akman, Eyüp, a.g.e., s. 194

Feza İlallah Figür


Hayret anında Allah’a iltica etmektir.(1) Resim ve heykel sanatlarında insan resmi. ( Akar,
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. Keskiner,1978, 36) (1)
(1) Kayalı, Mihrican.. a.g.e. s. 13.
Fındıcak Türbesi-Bolu
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 205
Fîl Sûresi

Fındıklı Sultan Türbesi-Karaman Kur’ân-ı Kerîm’in yüz beşinci sûresi.

(1) Cengiz, Ahmet. a.g.e. s. 107 Mekke devrinde nazil olmuştur; beş âyettir. Fâsı-
lası (‫ )ل‬harfidir. Adını 1. âyette geçen “fil” kelime-
sinden alır. Konusu, Hz. Peygamber’in doğduğu
Fıkkadak
yıl veya ondan biraz önce vuku bulan ve tarihte
Birdenbire, aniden gelen ölüm.(1) Fil Vak’ası adıyla anılan Kabe’ye saldırı olayıdır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Fîl sûresinde Allah’ın “fil ashabına, yani Ebrehe
el-Eşrem’e ve askerlerine ne yaptığı, onları nasıl
Fındıraz helâk ettiği vurgulu bir ifadeyle belirtildikten ve
Çok uzak, öte, cehennemin bir ucu.(1) böylece bu olaydan ibret almak gerektiğine dikkat
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. çekildikten sonra tuzaklarının nasıl boşa çıka-
rıldığı ve onların, Allah’ın gönderdiği sürü sürü
kuşların attığı taşlarla nasıl ezilmiş saman çöpleri
Fırâk veya böceklerin yediği yapraklar gibi ansızın yere
a. Hicran, ayrılık.(2) serilip perişan edildikleri bildirilmektedir.

79
Vadi-i Hamuşan
Sûrenin üslûbundan Araplar’ın bu olay hakkında Rivayetlere göre her kuş birini ağzıyla, ikisini de
bilgileri olduğu anlaşılmaktadır; muhtemelen ola- pençeleriyle taşıdığı, sûrede siccîlden olduğu be-
yı görenlerin bir kısmı da hâlâ hayattaydı. Nite- lirtilen ve müfessirlerce mercimekle nohut arası
kim Hz. Peygamber’i yalanlamaktan büyük zevk büyüklükte gösterilen taşlarla yüklüydü. Siccîl
duyan müşrikler bu sûre inince böyle bir tepki kelimesinin etimolojisi ve anlamı da tartışmalı-
göstermemişlerdir. Bu hususlar, Kur’an’ın asıl dır. İbn Abbas’a dayandırılan bir açıklamaya göre
maksadının Fil Vak’ası hakkında bilgi vermek ol- kelimenin aslı Farsça seng ü kîldir (taş ve kil) ve
madığını, Mekke müşriklerine bildikleri bir olayın sûrede tuğla gibi taşlaşmış çamuru ifade eder.
acı sonucunu hatırlatarak İslâm’ın sesini boğmaya
Sûrede, ebâbîl kuşlarının yağdırdığı bu cisimlerin
çalışmayı, Kur’an’a ve Resûl-i Ekrem’e karşı düş-
tesiriyle saldırganların helâk edildiği bildirilmekle
manca tavırlar sergilemeyi sürdürmeleri halinde
beraber bu taşların ve onları atan kuşların özel-
kendilerinin de böyle bir cezaya çarptırılabilecek-
likleri hakkında bilgi verilmemiştir. Klasik tefsir-
lerini ihtar etmek olduğunu ortaya koymaktadır.
lerde olay bütün unsurlarıyla bir mûcize olarak
Fahreddin er-Râzî’ye göre sûrede Ebrehe ordu- değerlendirilir. Bazı müfessirlerin İkrime’ye at-
suna “fil erbabı” veya “fil mâlikleri” denilmeyip
fettikleri bir rivayette taşın vurduğu yerden çiçek
“ashâbü’l-fîl” (fil arkadaşları) denilmesi, Kâbe’yi
çıktığı belirtilir (İbn Hişâm, I, 54; Taberî, XXX,
yıkmaya kalkışanların filden daha akıllı olmadık-
298-299, 303). Yine aynı kaynaklar, “Arap toprak-
larına, hatta ondan daha aşağı ve ahmak oldukla-
larında çiçek ve kızamık hastalıkları ilk defa o yıl
rına işaret eder; çünkü onlar bu kutsal mekânı yık-
görüldü” şeklinde bir rivayet kaydeder.(…)(1)
mak isterken fil o yöne gitmemekte direnmiştir
(Mefâtîhu’l-gayb, XXXII, 98). Aynı müfessir, sûre- (1) DİA; [FÎL SÛRESİ - Mustafa Çağrıcı] c. 13; s. 70
de Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emel-
lerin “keyd” (tuzak) kelimesiyle ifade edilmesine
Filibeli Hafız Ali Efendi Türbesi-Makedonya
dayanarak onların sadece Kâbe’yi yıkmak amacını
taşımadıklarını, çünkü önceden açıkladıkları için (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606
bunun tuzak olmaktan çıktığını, kelimenin genel
anlamda Araplar’a karşı besledikleri kıskançlığı Finikeli Abdullah Efendi Türbesi-İstanbul
dile getirdiğini belirtir (a.g.e., XXXII, 99).
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 45
Tefsir kitaplarında sûrenin tamamı ve bazı ke-
limeleriyle ilgili değişik görüş ve açıklamalara
rastlanmaktadır. Genellikle “bölük bölük, küme Firdevs
küme, farklı yönlerden gelip toplanan kuşlar” a. Cennet,(1)(2)(3)(6) uçmak.(6)
şeklinde anlam verilen ebâbîl kelimesini Ahfeş
b. Cennetin tamamı veya bir bölümü için kullanı-
ve Ferrâ gibi müfessirler tekili bulunmayan çoğul
lan isimlerden biri.(4) Cennette altıncı bahçe.
kelime olarak düşünürken bazı müfessirler bunun
Cennetin en şerefli, en yüksek yeri.(7)
değişik tekillerinden söz etmişlerdir (Yahyâ b.
Ziyâd el-Ferrâ, III, 292; Taberî, XXX, 296; Fahred- c. Bahçe.(1)(2)(3)(6) Her türlü meyveyi içeren bahçe,
din er-Râzî, XXXII, 100). üzüm bağlarının çok olduğu yer, verimli vadi
anlamına gelir.(5)
Çeşitli rivayetlerde, kırlangıca benzetilen bu aca-
yip kuşların sürüler halinde deniz tarafından (1) Akay, Hasan. a.g.e.
gelip toplandıkları ve yalnız Fil Vak’ası’nda görül- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dükleri belirtilir. Bu kuşların hortumlu ve pençeli, (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
siyah, beyaz veya yeşil olduklarına dair muhtelif (4) DİA; [FİRDEVS - M. Sait Özervarlı] c. 13; s. 123-
rivayetler vardır. Fahreddin er-Râzî bu rivayet 124; [FİRDEVS - Mustafa Uzun] c. 13; s. 124-125
farklılığını, kuşların değişik renklerine ve olayı (5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 283;
görenlerin kendi gördükleri renkleri aktarmaları (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
ihtimaline bağlar. (7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

80
Vadi-i Hamuşan
Firdevs Edebiyatı Kāni‘ olmaz cennet-i firdevse dîdâr isteyen” bey-
Firdevs divan edebiyatında “cennet, cennet bah- tinde bunu açık bir şekilde ifade etmiş ve firdevs
çesi, bahçe” gibi esas anlamının yanında “firdevs-i cennetini sevgilinin bulunduğu yer olarak tanım-
berîn, firdevs-i a‘lâ, bâğ-ı firdevs, gülşen-i firdevs” lamıştır. Bu anlayış tasavvufî metinlerde çok daha

F
gibi tamlamalarla birlikte sevgilinin bulunduğu belirgindir.
yeri, yüzünü ve çeşitli güzelliklerini ifade etmek Yûnus Emre’nin,
için teşbih, mecaz, istiare, tenâsüp ve kinaye yo- “Mâşukluğun hil‘atini her kime giydirdin ise
luyla kullanılmıştır. Irmak ve pınarların kaynadı-
ğı, görülmemiş ve duyulmamış güzelliklerin, hû- Gelmez gözüne zerrece firdevs-i a‘lâ bağları” beyti
rilerin, muhteşem köşk ve sarayların bulunduğu bunun güzel bir örneğidir.
zümrüt gibi yemyeşil bir mekân olarak tasvir edi- Maddî güzelliklere daha çok rağbet eden sofunun
len firdevs cennet, adn, behişt, ravza gibi kelime- bu yönüne hitaben Hayâlî Bey,
lerle ve bunların çağrıştırdığı huri, gılman, hülle, “Adın anmaz idin sûfî dahi firdevs-i a‘lânın
istebrak, selsebîl, bağ, gülşen, tûbâ, saray, dîdar,
Eğer ra‘nâların görsen Stanbul u Galata’nın” bey-
arş, ferş, liva gibi unsurlarla birlikte zikredilir.
tinde İstanbul ve Galata’daki güzellerin cennette
Meselâ bahar mevsiminde tabiatın yeşile, çeşitli
dahi bulunmadığını söylemektedir.
güzelliklere bürünmesi firdevs cennetindeki gü-
zelliklere benzetilir. Fars edebiyatında firdevs kelimesi daha çok “fir-
devs-rû, firdevs-likā, firdevs-girdâr, firdevs-mâ-
“Yine zeyn oldu cihan mânend-i firdevs-i berîn
nend, firdevs-meclis, firdevs-manzar, firdevs-vâr”
Hulle-i istebrakın giydi nebâtât-ı zemîn” beytinde gibi birleşik sıfatlar halinde kullanılmıştır (örnek-
Taşlıcalı Yahyâ bu durumu anlatmaktadır. ler için bk. Dihhudâ, XXI, 147-149).
Saruhanlı Sürûrî, Firdevs-i a‘lâ bütün güzelliklerin kaynağı olarak
“Şol kim ol gül-endâmın yanağından çıkar kabul edildiği için sevgilinin bu yöndeki vasıfları
Selsebîlin aynıdır firdevs bâğından çıkar” beytinde da cennet güzellikleriyle anlatılır.
sevgilinin yüzünden akan terin firdevs bahçelerin- Bu anlayış Sa’dî’nin,
den kaynayan selsebîl suyunun aynısı olduğuna
“Ey terâvet bürde ez firdevs-i a‘lâ rûy-i tû
işaret etmektedir. Bu anlayış, firdevsin cennetteki
bütün ırmak ve pınarların kaynağı oluşuyla ilgilidir. Nâdirest ender nigâristân-ı dünyâ rûy-i tû” (Ey
yüzünün taptaze güzelliğini firdevs-i a‘lâdan al-
Zâtî,
mış olan güzel! Dünya tasvirhânesinde senin yü-
“N’ola dersem sana hür-i firdevs-i berîn zünün benzeri bir güzelliğe sahip olan nâdirdir)
Görmedim dünyâ sarayında nazîrin ey melek” beytinde ifadesini bulmuştur.
beytinde sevgilisini firdevsteki hûrilere benzet- Manzum ve mensur ilmihal kitaplarıyla Envâ-
mektedir. rü’l-âşıkīn, Muhammediyye gibi dinî eserlerde,
“Zahide firdevs-i a‘lâ hoş gelir ayrıca mevlid ve mi‘râciyyelerde cennetle ilgili bil-
Bize dîdâr-ı hüveydâ hoş gelir” beytinde Şeyhî, gi verilirken firdevsten de bahsedilmiştir. Nitekim
cennete girmekten başka endişesi olmayan ham Envârü’l-âşıkīn’de cennet, cennetin dereceleri gibi
sofuya firdevs cennetinin, âşığa da sevgilisinin konular anlatılırken mensur olarak (“el-Bâbü’l-
yüzünü görmenin hoş geldiğini belirtir. Bu beyit- hâmis”, s. 427-429), Muhammediyye’de ise yine
te, yalnız firdevsin üstündeki en yüksek makam aynı konular ele alınırken manzum olarak (Der
olan adn cennetine girenlerin Allah’ı görebilecek- Beyân-ı Cinân, s. 14; “Faslün fî duhûli’l-cenne”, s.
leri şeklindeki tasavvufî inanışa da işaret vardır. 324, 339) firdevs hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş-
Zira ham sofunun hedefi cennet, âşığın hedefi ise tir. Muhammediyye’de ayrıca cenneti tasvir eden
sevgilinin cemâli yani rü’yetullahtır. altın yaldızla basılmış bir halk resmiyle firdevs
Ahmed Paşa, cennetinin yeri de gösterilmiştir (s. 17-18).(…)(1)
“Kuyunu görmekle dilden zâil olmaz şevk-i yâr (1) DİA; [FİRDEVS - Mustafa Uzun] c. 13; s. 124-125

81
Vadi-i Hamuşan
Firdevs Cenneti delemiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 22, “Cihâd”, 4, 14,
a. Cennetin ortası ve en yükseğidir. Onun üstün- “Megāzî”, 9; Müsned, II, 335; III, 124, 197, 210;
de Rahman’ın arşı, cennetin ırmakları oradan IV, 416; V, 241, 316; Tirmizî, “Śıfatü’l-cenne”, 4;
fışkırır.(1)(3) İbn Mâce, “Zühd”, 39; Dârimî, “Riķāķ”, 101).
b. Yedi cennetten biri Firdevs cennetidir.(2) Resûl-i Ekrem vefat edince kızı Fâtıma’nın,
“Mekânı firdevs cenneti olan babacığım” diyerek
c. Sekiz cennetin altıncısı.(4)
ağladığı hadis kaynaklarında belirtilir (Müsned,
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 306; III, 197; Buhârî, “Megāzî”, 83). İbn Kayyim el-Cev-
(2) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 354; ziyye’nin mevkuf olarak naklettiği bir rivayette
(3) Erdoğan, Hüseyin, a.g.e. 379; ise firdevsin bizzat ilâhî kudret eliyle yaratılan
(4) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. varlıklardan biri olduğu kaydedilir (Hâdi’l-ervâh,
s. 90).(…)
Firdevs Hanım Türbesi-Gümüşhane İslâm âlimlerinin naslarda zikredilen bilgilere ve
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 33, sahâbe yorumlarına dayanarak firdevs hakkın-
(2) Özkan, Haldun. a.g.e. s. 151 da yaptıkları açıklamaları iki noktada toplamak
mümkündür.
1. Firdevs cennetin tamamını ifade eden bir isim-
Firdevs İnancı
dir. Zira müzekker bir kelime olduğu halde
Cennetin tamamı veya bir bölümü için kullanılan Kur’an’da firdevs karşılığında müennes zami-
isimlerden biri. ri kullanılmıştır (el-Mü’minûn 23/11); bu da
Sözlükte, “içinde her türlü ağacın, özellikle üzüm onun cennet kelimesinin yerine kullanıldığını
bağlarının bulunduğu büyük bahçe” anlamına ge- gösterir. Ayrıca Mü’minûn sûresinin baş ta-
len firdevs (çoğulu ferâdîs) edebiyatta, üzüm ve rafında namaz kılan, zekât veren, iffetlerini
asmaların çoğunlukta olduğu sık ağaçlarla kaplı koruyan ve emanete riayet eden müminlerin
yemyeşil bahçeleri ifade için kullanılmıştır.(…) firdevse vâris olup orada ebediyen kalacakları
Firdevs Kur’an’da biri “cennâtü’l-firdevs” (el-Kehf belirtilmiş, Meâric sûresinde ise (70/22-35) bu
18/107), diğeri sadece “firdevs” (el-Mü’minûn vasıflara sahip olanların cennetlerde ağırlana-
23/11) şeklinde olmak üzere iki yerde geçer. Bu cakları ifade edilmiştir. Bu âyetler de firdevsin
âyetlerde iman edip iyi davranışlarda bulunanla- cennetin bütününü ifade ettiğini ortaya koyar
rın firdevs cennetlerine girecekleri, namazlarında (Kurtubî, s. 525).
huşu gösterip boş şeylerden yüz çeviren, zekât- 2. Firdevs cennetin ortasını, en yüksek ve en de-
larını veren, iffetlerini koruyan, emanete ve ver- ğerli bölgesini teşkil eden kısımlarının adı olup
dikleri söze riayet edenlerle namazlarını sürekli burada peygamberlerle velîler kalacaktır. Zira
kılanların burayı hakedecekleri bildirilmiştir. hadislerde dört firdevs cennetinin bulunduğu
Kelime, Hz. Peygamber’e nisbet edilen ve cennet- bildirilmiş ve özellikle firdevsin cennetin en
ten söz eden çeşitli hadislerde de geçmektedir. kıymetli bölgesi olduğu açıkça belirtilmiştir.
Bu hadislerde belirtildiğine göre firdevs cennetin Ayrıca bazı âyetlerde, rabbinin huzuruna çıka-
ortası, en yüksek ve en değerli bölgesi olup arşın cağını düşünerek ondan korkanlara iki cenne-
altındadır. Aynı zamanda cennet ırmaklarının tin yanında iki cennet daha verileceği vaad edil-
fışkırdığı bir bölge olan firdevs cennetleri dört ta- miştir. Bu da cennetin bütün bölgelerinin aynı
nedir; ikisinde kullanılan eşya ve süslemeler altın- olmadığına, yapılan amellere göre farklı dere-
dan, diğerlerinde ise gümüştendir. celerinin bulunduğuna ve firdevsin de onun
Yine ilgili hadislerde Hz. Peygamber ashabına Al- en değerli mevkiini teşkil ettiğine bir delildir
lah’tan firdevs cennetlerini istemelerini tavsiye (Hakîm et-Tirmizî, s. 129; Kurtubî, s. 518).
etmiş ve oğlu şehid düşen Ümmü Harise’ye onun Firdevs hakkında ileri sürülen ikinci görüşün daha
firdevs cennetlerinin en değerlisine girdiğini müj- isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü

82
Vadi-i Hamuşan
bu telakki sahih hadislere dayandığı halde diğe- Firdevs-Mukîm
ri daha ziyade dil kurallarından kaynaklanan bir Ölü için kullanılır: cennetlik,(1) cennette oturan,
yorum niteliğindedir. Çeşitli naslardan çıkarılabi- yeri cennet olan.(2)
lecek sonuçlara göre, âhiret saadetine kavuşacak
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

F
müminlerin hepsinin hakettiği mükâfat aynı ol-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
madığı gibi ebedî hayatlarını sürdürecekleri cen-
netler de nitelik bakımından eşit değildir.(1)
Firdevs-Nişîn
(1) DİA; [FİRDEVS - M. Sait Özervarlı] c. 13; s. 123-
124; Ölü için kullanılır: cennetlik,(1) cennette oturan,
yeri cennet olan,(2) cennette kalan.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Firdevs Kaptan Türbesi-Bosna Hersek
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 83, (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 159

Firişte
Firdevsâsâ a. Melek.(1)(2)(3)(4)
Cennet gibi.(1) b. Günahsız, masum.(1)(2)(3)(4)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Firdevs-Aşiyân
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Ölü için kullanılır: cennetlik,(1) cennette oturan,
yeri cennet olan,(2) merhum,(3) yuvası cennet
Firişte Merg
olan,(4) cennetmekân.(5)
Ölüm meleği, Azrail.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Firuz Şah Tuğluk Türbesi-Hindistan
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 41, s. 334

Firdevs-i Âlâ Fiske Şamdan


Cennetin en üst katı, cennetin altıncı bahçesi.(1) Cami ve türbelerde mum ve şamdanları yakmaya
yarayan küçük el şamdanı.(1)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Firdevs-i Berîn
Fiten ve Melahim
Yüksek cennet.(1)
Gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. gibi önemli olaylar ve kıyamet alametlerine dair
haberlerle bunlara ilişkin literatürü ifade eden
Firdevs-Mekân terim.(1)
Ölü için kullanılır: cennetlik,(1) cennette oturan, (1) DİA
yeri cennet olan.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Fitnat Hanım Türbesi-İstanbul
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 322

83
Vadi-i Hamuşan
Fitne zor bir imtihandan geçirecek olan Münker ve Ne-
a. Fetn kökünden gelir. Fetn hâlisini bozuğundan kir’e de “kabrin iki fettânı” adı verilmiştir (Râgıb
ayırmak için altunu ateşe sokmak, eritmektir. el-İsfahânî, el-Müfredât, “ftn” md.; Lisânü’l-Arab,
İnsanı ateşe sokmak için de kullanılır. “ftn” md.; Tâcü’l-arûs, “ftn” md.; Müsned, II, 173;
III, 346).
b. Fitne, sınav, bela, musibet, azap, işkence an-
lamlarında kullanılır. Azaba sebep olan şeylere Fitnenin, “inanç uğruna mâruz kalınan ağır iş-
fitne denir.(1) İmtihan.(2) kence” anlamında kullanımı da oldukça yaygındır
c. Bela, sıkıntı.(2) (meselâ bk. Câhiz, s. 29, 30, 32, 40).(…)

d. Dinsizlik, canilik.(2) İbn Manzûr da fitne için, “insanın isyankârlığını


olduğu kadar sabır ve metanetini de ortaya koyup
e. Ceza.(2)
sonuçta Allah’ın mükâfatına nail olmasına fırsat ve-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 6, s. 286; ren imtihan” şeklinde bir açıklama yapar; ardından
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. da Mecdüddin İbnü’l-Esîr’in, fitnenin genellikle
“hoşa gitmeyen bir imtihanın sonucu” anlamında
Fitne kullanıldığını, ancak kelimenin giderek “günah,
inkarcılık, savaş, yangın, zelzele” gibi mânaları-
İmtihan, iyi veya kötü şeylerle deneme; mânevî
nın yaygınlaştığını belirten açıklamasını nakleder
çöküntü; dinî, içtimaî ve siyasî kargaşa anlamla-
(Lisânü’l-Arab, “ftn” md.). Aynı müellif, “Alla-
rında kullanılan geniş kapsamlı bir terim.
hım, fitnelerden sana sığınırım!” diyen birine Hz.
Fitne kelimesi, sözlükte “altın ve gümüş gibi Ömer’in, “Rabbinin sana mal ve evlât vermesini
değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte istemiyor musun?” dediğini hatırlatır ve onun bu
eritmek” mânasına gelen fetn (fütûn) kökünden
sözüyle, “Mallarınız ve evlâtlarınız sizin için birer
türemiştir. Kelimenin en eski kullanımlarında
fitnedir” meâlindeki âyeti (el-Enfâl 8/28) kastetti-
“derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak
ğini belirtir. Bu açıklamalar da fitnenin büsbütün
kuma gömmek; kandırmak, gönlünü çelmek” ve
zararlı bir şey olmadığını göstermesi bakımından
“pusu kurarak yol kesmek” anlamları da vardır.
ilgi çekicidir.
Kuyumcu için aynı kökten gelen fettân kullanılır
(Lisânü’l-Arab, “ftn” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de otuz dört âyette fitne kelimesi,
yirmi altı âyette de türevleri geçmektedir. Fitnenin
Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de “ateşe atma, ateşle
Kur’an’daki kullanımına göre anlamlarını tesbit
azap etme” anlamında geçmektedir (ez-Zâriyât
etme hususunda en önemli kaynak olarak bilinen
51/13). Fitnenin zamanla kazandığı, insanın
ve bu bakımdan bazı özel araştırmalara konu olan
zarara uğraması veya uğratılması şeklindeki an-
(meselâ bk. Vadet, XXXVII/I, s. 81-101; Abdulkader
lamında ateşte yanmayla ilgili eski mânanın da
Tayob, s. 157-172) Taberî’nin Câmiu’l-beyân adlı
etkisi olmuştur.
tefsiri de dikkate alındığında fitnenin Kur’an’da
Klasik sözlüklerde bu anlamların başlıcaları şu
başlıca şu mânalara geldiği görülür:
şekilde sıralanmıştır: “Sınama, maddî ve manevî sı-
a. Sınama (ibtilâ), deneme (ihtibâr) ve imtihan
kıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme”.
(el-Bakara 2/102; Tâhâ 20/40, 85, 90, 131);
İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü veya gönlünü
çelip mantıklı düşünmesini engellediği için kadı- b. şirk, küfür, müşriklerin müslümanlara uygula-
na fettân denilmiştir. dıkları ve şirke döndürmeyi amaçlayan baskılar
(el-Bakara 2/191, 193, 217; en-Nisâ 4/91);
Aynı kelime, kişinin aklını karıştırıp ahlâkını bo-
zan ve cezaya çarptırılmasına sebep olan şeytan c. sapıklık, sapma, saptırma (el-Mâide 5/41, 49;
için, ayrıca zarar verme mânasından dolayı hırsız es-Sâffât 37/162);
için de kullanılmıştır. d. azap, işkence, ateşe atma (el-Ankebût 29/10;
İnsanların hırsını kamçılayıp günah işlemelerine ez-Zâriyât 51/13, 14; el-Burûc 85/10);
sebep olan altın ve gümüşe “iki fettân”, insanları e. düşman saldırısı (en-Nisâ 4/101);

84
Vadi-i Hamuşan
f. Allah’ın kullarına farklı imkânlar vererek bir- ra karşı olumsuz tavırları müslümanlar için bir
birlerine karşı niyet ve tutumlarını ortaya çı- fitnedir; zira böylece onların sabırları ve İslâm’a
karması (el-En’âm 6/53; el-Furkân 25/20; bk. bağlılıkları denemeden geçirilmiş olur (el-Furkân
Taberî, VII, 206-207; XVIII, 193-194); 25/ 20).

F
g. günah (et-Tevbe 9/49); Öte yandan müslümanların mâruz kalacakları
h. şeytanın hile ve tuzağı (el-A’râf 7/27); herhangi bir sıkıntı da kâfirlerin bundan yanlış
sonuçlar çıkarmasına yol açan bir fitne olabilir.
ı. şeytanın zayıf ruhlu kişilere aşıladığı bâtıl inanç
Nitekim müfessirler, “Rabbimiz! Bizi inkâr eden-
ve kuruntu (el-Hac 22/53);
ler için bir fitne konusu yapma” (el-Mümtehine
k. nifak (el-Hadîd 57/14; bk. Taberî, XXVII, 226); 60/5) meâlindeki âyeti, “Bizi onların eliyle veya
l. delilik (el-Kalem 68/6). başka bir şekilde ezâ ve cefaya uğratma; aksi halde
Taberî, Arap dilinde fitnenin asıl anlamının “de- inkarcılar bizim hakkımızda, ‘Eğer bunlar doğru
neme ve sınama”, özellikle de “ateşe atarak de- yolda olsalardı böyle sıkıntılara mâruz kalmazlar-
neme” olduğunu hatırlatır ve öteki kullanımların dı’ diyerek yanlış düşüncelere kapılırlar” tarzında
temelde bu mâna ile ilişkili bulunduğuna işaret açıklamışlardır (Şevkânî, V, 246).
eder. Deneme bazan, insanlar için daima bir risk Kur’an’a göre insan inkârcılık, münafıklık gibi
taşıyan mal mülk, evlât, sağlık gibi nimet sayılan yanlış inançları veya kötü davranışları sebebiy-
şeylerle olduğu gibi yokluk, hastalık, musibet, le kendi kendisinin de fitnesi olabilir (el-Hadîd
şeytan veya düşman tasallutu gibi sıkıntılarla da 57/14; bk. a.g.e., V, 198). Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de
olmaktadır (Câmiu’l-beyân, I, 461-462; XVI, 162, şeytanın hile ve tuzağı (el-A’râf 7/27), şeytandan
196-197, 200, 235). Bu husus özellikle, “Sizi bir gelen bâtıl inanç ve kuruntu (el-Hac 22/53), Fi-
fitne olmak üzere şerle de hayırla da deneyip sı- ravun’un Mûsâ’nın dinine girmelerini önlemek
narız” meâlindeki âyette (el-Enbiyâ 21/35) açıkça için kavmine işkence etmesi (Yûnus 10/83), düş-
belirtilmiştir. “İnsana bir hayır dokunursa pek manın müslümanlara saldırarak onları öldürme-
memnun olur; bir de fitneye mâruz kalırsa çeh- si veya esir alması (en-Nisâ 4/101; bk. Taberî, V,
resi değişir, dinden yüz çevirir” (el-Hac 22/11) 243), yahudilerin, Hz. Peygamber’i Allah’a kulluk-
meâlindeki âyette ise fitnenin hayrın zıddı olarak tan uzaklaştırıp kendi isteklerine boyun eğdir-
kullanıldığı görülür. Taberî’ye göre bu âyetteki fit- meye kalkışmaları (el-Mâide 5/49; bk. a.g.e., VI,
ne geçim sıkıntısı, musibet, işkence gibi zorlukları 274) gibi olaylar fitne kelimesiyle ifade edilmiş-
ifade eder (a.g.e., XVII, 122). tir. Kalplerinde eğrilik bulunanların Kur’an’daki
Fitne kavramının ifade ettiği deneme ve sınama- müteşâbih âyetleri dillerine dolamalarının hedefi
nın çeşitli şekillerine Kur’an’da işaret edilmiştir. fitne çıkarmak (Âl-i İmrân 3/7), yani inananların
Fitne Allah tarafından kullarına yöneltilen bir im- zihninde şüphe ve tereddütler meydana getirmek-
tihan olabilir. Allah, insanların iman ve ahlâktaki tir (a.g.e., III, 180). Kur’an’da “ashâbü’l-uhdûd”
samimiyetlerini kanıtlamaları için bir imtihan ol- diye anılan müminler de inkarcılar tarafından
mak üzere onları hayırla da şerle de deneyip sınar ateşe atılmak suretiyle işkenceye tâbi tutulmuş ve
(el-Enbiyâ 21/35). İnsanlar dünya hayatının geçi- fitneye mâruz bırakılmıştır (el-Burûc 85/10).
ci güzellikleriyle imtihan edilirler (Tâhâ 20/131). Bazı âyetlerde, müşriklerin müslümanları dinle-
Mal ve evlât birer imtihan vasıtasıdır (el-Enfâl rinden vazgeçirmek ve onları tekrar putperestliğe
8/28; et-Tegābün 64/15). Bol rızık veya genel ola- döndürmek maksadıyla giriştikleri yıkıcı faaliyet-
rak bir nimet de fitnedir (ez-Zümer 39/49; el-Cin ler, münafıkların farklı metotlarla da olsa aynı
72/17). Buna karşılık insanlar kederle (Tâhâ 20/ yöndeki girişimleri (et-Tevbe 9/47-48; bk. a.g.e.,
40), çeşitli belâlarla da (et-Tevbe 9/126; el-Hac X, 145-147) fitne kavramıyla ifade edilmiştir. Biz-
22/11) imtihan edilirler. zat Resul-i Ekrem bile Mekke’de iken bu amacı
Fitne insanların karşılıklı münasebetleri için de taşıyan bir fitneye mâruz bırakılmak istenmiştir
söz konusu olabilir. İnkarcıların müslümanla- (el-İsrâ 17/73; bk. a.g.e., XV, 129-130).

85
Vadi-i Hamuşan
Mekke döneminde yoğun baskılarla uygulanan bu eden kargaşa ve iç savaşlara işaret edildiğini be-
fitne faaliyetleri hicretten sonra da bilhassa Medi- lirtirler (Aynî, XX, 64). İbn Hacer, söz konusu ha-
ne dışındaki müslüman kabilelere yönelik olarak disin burada kaydedilmeyen ilk cümlesinde Medi-
sürdürülmüş, bunlardan bir kısmının putperest- ne isminin özellikle zikredilmiş olduğuna dikkat
liğe dönmesine sebep olunmuştur (en-Nisâ 4/91; çekerek Hz. Osman’ın Medine’de öldürüleceği ve
a.g.e., V, 201-202). bunun daha sonraki fitnelerin de sebebi olacağı
Medine döneminde nâzil olan bazı âyetlerde, “Fit- hususunun dolaylı olarak anlatılmak istendiğini
ne öldürmekten daha şiddetli bir suçtur” (el-Ba- ileri sürer (Fethu’l-bârî, XXVII, 15).
kara 2/191); “Fitne öldürmekten daha büyük bir Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, “Za-
suçtur” (el-Bakara 2/217) şeklindeki açıklamalarla man yaklaşacak (zamanın bereketi kalmayacak),
inkarcılar tarafından müslümanların inançlarına ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler
yöneltilen fitnenin taşıdığı tehlikenin büyüklüğü açığa çıkacak ve adam öldürme olayları artacak”
vurgulanmış; dış düşmanın gerçekleştirmeyi um- denilmektedir (Buhârî, “İlim”, 24, “Fiten”, 5; İbn
duğu küfür ve şirk hâkimiyetine karşı silâhlı mü- Mâce, “Fiten”, 25). Bu hadisin başka bir rivayetin-
cadeleye girişilerek fitnenin bertaraf edilmesi ve de fitneyle ilgili kısım bulunmamaktadır (Buhârî,
Allah’ın dininin hâkim kılınması müşterek bir ide- “Fiten”, 5). Ayrıca Buhârî, zamanla insanlar ara-
al olarak ortaya konmuş; bu suretle fitne kavramı, sında bilgi ve dindarlık farklarının kalkıp herkesin
ferdî sıkıntı veya buhrana işaret eden eski konu- cehalette ve dinî konulardaki gevşeklikte birbirine
mundan bir iman ve zihniyet savaşının sebebi şek- benzemesi, amellerin azalması, fitnenin çoğalma-
lindeki yeni bir konuma kaydırılmıştır (el-Bakara sı, öldürme olaylarının artması, can güvenliğinin
2/191-193; a.g.e., II, 191-194, 347-353). ortadan kalkması gibi olumsuz gelişmelerin vuku
Fitnenin sözlük anlamları ve Kur’an’daki kulla- bulacağını haber veren hadisleri “Fitnelerin Zuhu-
nımlarının hiçbirinde, onun daha sonra kaza- ru” adını taşıyan babda toplamak suretiyle fitne
nacağı “dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kavramının kapsamını dinî, ahlâkî, ilmî ve içti-
kargaşa, anarşi, iç savaş” şeklinde bir mâna bulun- maî çöküşü içine alacak şekilde geniş tutmuştur
mamaktadır; önde gelen müfessirler de fitneye (Buhârî, “Fiten”, 5).
dair herhangi bir âyete açık olarak böyle bir açık- “Yakında fitneler meydana gelecektir. O zaman
lama getirmiş değildir.(…) oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden,
Fitne kavramı Kur’an’daki anlamlarıyla hadis- yürüyen koşandan hayırlıdır” (Müsned, V, 39, 48,
lerde de geniş ölçüde geçmektedir (bk. Wensin- 110; Buhârî, “Fiten”, 9, “Menâķıb” 25; Müslim,
ck, el-Mucem, “ftn” md.; a.mlf., Miftâhu künû- “Fiten”, 10) meâlindeki cümlelerle başlayan ha-
zi’s-sünne, “fiten” md.). Hadislerde ayrıca “deccâl disten, kişinin böyle olaylara ne ölçüde bulaşırsa o
fitnesi”, “mesîh fitnesi” şeklindeki tabirlerle kıya- nisbette sorumlu ve günahkâr olacağı anlaşılmak-
met alâmetleri diye bilinen gelişmelere de fitne tadır. Önemle vurgulamak gerekir ki bu hadis, Se-
denildiği görülür. lef âlimlerinin ve daha sonra Ehl-i sünnetin siyasî
Bazı hadislerde fitne, İslâm’ın ilk asırlarından ve dinî mahiyetteki çalkantılar karşısında pasif bir
itibaren vuku bulan dinî ve siyasî çalkantıları, tavır almalarının başlıca âmillerinden biri olmuş-
içtimaî huzursuzlukları haber veren ifadeler için- tur. Yine Buhârî’nin kaydettiği bir rivayete göre
de yer almıştır. Bu hadislerde fitne genellikle, İs- Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: “İlk fitne (Hz.
lâm ümmetinin birlik ve bütünlüğünü bozan bir Osman’ın öldürülmesi) vuku buldu ve bu fitne
komployu veya her türlü yıkıcı faaliyeti ifade eder. Bedir ashabından kimseyi bırakmadı. Daha sonra
Bunların birinde Hz. Peygamber, “Birtakım fitne- ikinci fitne (Harre Vak’ası) meydana geldi; bu da
lerin yağmur selleri gibi evlerinizin arasında aktı- Hudeybiye ashabından kimseyi bırakmadı. Niha-
ğını görüyorum” demiştir (Buhârî, “Fiten”, 4). Ha- yet üçüncü fitne (râvi bunun hangi olay olduğunu
dis âlimleri bununla, bilhassa Hz. Osman’ın şehid belirtmiyor) ortaya çıktı, artık bu da insanlarda
edilmesiyle başlayıp sonraki dönemlerde devam kuvvet ve akıl bırakmadı” (“Megāzî”, 12).

86
Vadi-i Hamuşan
Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra da Hz. kadar süren muhasara sonunda Mekke’yi işgali ve
Ali, Talha, Zübeyr ve Bedir Gazvesi’ne katılmış Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesi gibi kanlı olay-
daha başka sahâbîlerin henüz hayatta olduğu göz lar, İslâm toplumunun karşılaştığı ilk fitne hare-
önüne alınarak bu rivayetin râviye ait açıklamala- ketleri olarak tarihe geçmiştir. Özellikle Hz. Os-

F
rında hatalar olduğu ileri sürülmüştür. Ancak İbn man’ın şehid edilmesi olayı müslümanların dinî
Hacer bu ifadelerin, “İki fitne arasında hayatta ve siyasî kamplara bölünmesine yol açan, daha
kimse kalmadı” şeklinde anlaşılması gerektiğini sonra Sünnî-Şiî ihtilâfının kökleşmesiyle gelecek
belirtir. Nitekim Bedir ashabından en son kişi kuşakları derinden etkileyecek olan fitnelerin baş-
olan Sa‘d b. Ebû Vakkās Harre Vak’ası’ndan bir- langıcı sayılır.(…)
kaç yıl önce vefat etmiştir (Fethu’l-bârî, XV, 195). Fitne kelimesinin, Kur’an’daki anlamları yanın-
Üçüncü fitne ise genellikle Haricî isyanlarıyla ilgili da giderek, dinî bakımdan birbirine zıt olan iki
görülmüştür (a.g.e., XV, 196; Aynî, XIV, 113). durumdan hangisinin tercih edilmesi gerektiği
İslâm âlimleri genellikle, Hz. Osman’ın öldürül- hususunda baş gösteren sıkıntı ve karışıklık, bir-
mesiyle (35/656) doruk noktasına ulaşan kanlı biriyle çekişen iki zümreden birinin tercih edil-
siyasî buhranı ilk fitne sayar (Müsned, III, 422; mesinde hissedilen zorluk ve bunun doğurduğu
Ebû Hanîfe, el-Fıķhu’l-ebsat, s. 41, 44; Câhiz, s. kargaşa, bir dinî-siyasî otoriteye karşı direnme,
173; Tâhâ Hüseyin, s. 417, 677) ve bu olayı “büyük isyan, anarşi ve iç savaşa kadar varan bir anlam
fitne” diye adlandırırlar. Her ne kadar hadis âlim- çeşitliliğine sahip olduğu görülür. Bilhassa “ilk fit-
lerinden Abdurrahman b. Muhammed ed-Dâvûdî ne” tabirinin Hz. Osman’ın şehid edilmesine delâ-
ilk fitne olarak Hz. Hüseyin’in şehid edilmesini let etmesi yanında daha ziyade çoğulu olan “fiten”
göstermişse de onun şehid edildiği sırada artık kelimesi, genel olarak müslümanlar arasında çı-
Bedir ashabından hayatta kimsenin kalmadığı, kan kargaşa, anarşi ve iç savaş gibi olumsuz geliş-
ayrıca Saîd b. Müseyyeb’in yukarıdaki rivayetinde meleri de ifade eder.(…)
büyük ihtimalle sadece Medine’de vuku bulan fit- Haricîler, Şîa ve Mu‘tezile, özellikle “emir bi’l-
nelerin söz konusu edildiği gerekçesiyle bu görüş ma‘rûf nehiy ani’l-münker” ilkesinin uygulanma-
ilgi görmemiştir (İbn Hacer, XV, 195-196; Aynî, sıyla ilgili olarak dinî ve siyasî ihtilâfları duruma
XIV, 113). göre silâhlı mücadeleye kadar götürmeyi gerekli
Fitne kavramının tarih boyunca müslümanların görürken Ehl-i sünnet’in bu husustaki tutumu ol-
ruhunda ürkütücü tesirler uyandırmasında ilk dukça farklılık gösterir.(…)
dönem müslümanlarının, özellikle ilk iki asırda Ehl-i sünnet, Hz. Osman’ı öldürenleri de Hz.
yaşayanların müşahede ettikleri siyasî çalkantı- Ali’ye karşı savaşanları da âsi saymış, ancak Ali’ye
ların bıraktığı derin izlerin payı büyüktür. Onlar, karşı çıkanlardan Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’i sade-
fitnenin Kur’an’daki ağırlıklı mânasını da dikkate ce hatalı göstermekle yetinmiş, bununla birlikte
alarak bu çalkantıların vuku bulduğu zamanları genel olarak taraflardan hiçbirinin küfürle itham
dine, İslâm cemaatine ve meşru idareye bağlılık- edilemeyeceğini düşünmüştür (el-Farķ, s. 119,
ları konusunda denendikleri dönemler olarak dü- 289-290, 350-351; el-Milel, I, 103).
şünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, halifenin dokunulmazlığı
Hz. Osman’ın öldürülmesiyle başlayıp Cemel ve cemaatin birliği fikrinden yana olmayı pren-
Vak’ası ve Sıffîn Savaşı ile devam eden hadiseler, sip edindikleri için konuyla ilgili hadisleri ve ilk
Hâricî isyanları, Emevî iktidarına karşı ayaklanan fitneleri yaşayan ashabın tecrübelerini dikkate
Abdullah b. Zübeyr’in Hicaz’daki hâkimiyetine alarak fitneyi körüklemekten kaçınmayı, ihtilâf-
son vermek üzere Yezîd b. Muâviye’nin yolladığı ları barışçı yollarla yatıştırmayı, bu mümkün ol-
ordunun Medine yakınında Harre’de Medineli- mazsa siyasî otoritenin varlığı ve ümmetin birliği
ler’le savaşarak şehri yağmalaması, aynı maksat- için pasif kalmayı tercih etmişlerdir.(…) İslâm
la Abdülmelik b. Mervân tarafından gönderilen dünyasında daima çoğunluğu oluşturan ve top-
Haccâc b. Yûsuf kumandasındaki ordunun altı ay lumun selâmetinden kendini sorumlu tutan Ehl-i

87
Vadi-i Hamuşan
sünnet’in, fitneye karşı sert hareketlere girişerek ğildir. Fâtih Sultan Mehmed zamanında “şâtırba-
onun boyutunu daha da genişletmekten ve böyle- şı” olan Uzun Sücâ‘ın yaptırıp vakfiyesi 882 Mu-
ce ümmetin birliğini büsbütün tehlikeye sokmak- harreminde (Nisan 1477) tescil edilen mescid, 27
tan çekindiği için böyle bir tavır takındığında şüp- Rebîülâhir 1282’de (19 Eylül 1865) çıkan Hoca-
he yoktur. Nitekim Gazzâlî, siyasî otoriteye karşı paşa yangınında yanmıştı. Fuad Paşa bu felâketin
zor kullanmanın fitneyi harekete geçireceği, şerri arkasından Divanyolu caddesini genişletip imar
arttıracağı ve zararının yarardan fazla olacağı gö- ettirirken yanmış olan mescidin kalıntılarını da
rüşündedir (İhyâ, II, 437). İbn Teymiyye de Hâri- bütünüyle ortadan kaldırarak yerine kendi adını
cîler’in yaptığı gibi fitneyi ortadan kaldırmak için taşıyan yeni bir cami yaptırmıştır. Cami, üstünü
silâhlı mücadeleye kalkışmanın daha büyük bir sağır bir kubbenin örttüğü sekizgen planlı bir bi-
fitne olduğunu belirtir (el-İstiķāme, II, 290). Bu nadır. Muntazam işlenmiş taş örgülü mimarisi
şekilde Ehl-i sünnet mensupları, fitneye sebebiyet ve kabartma halinde bütün cepheleri kaplayan
vermemek için fâsık imama itaatin câiz olduğu bezemeleriyle Türk yapı geleneklerine tamamen
fikrinde birleşmişlerdir.(1) aykırı düşen ve belirli bir üslûba girmeyen bir gö-
(1) DİA; [FİTNE - Mustafa Çağrıcı] c. 13; s. 156-159
rünümdedir. Bu sebeple yerli azınlıklardan veya
Levanten bir mimar yahut kalfanın eseri olması
muhtemeldir.(…)
Foça İbrahim Bey Türbesi-Bosna Hersek
Caminin yanında küçük bir hazîre bulunmaktadır.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159 Burada ilk caminin kurucusu olan Uzun Şücâ‘ın
XVIII. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen mezar
Form taşı yer alır. Ayrıca 1277’de (1860-61) vefat eden
Mehmed Şükrü Efendi adında bir hattat da bura-
Şekil, biçim. (Akar, Keskiner, 1978, 38) (1)
da yatmaktadır. Diğer mezar taşlarının en eskisi
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. s. 13. ise 1219 (1804-1805) tarihlidir. Yine caminin ya-
nında Fuad Paşa’nın sekiz köşeli ve kubbeli türbe-
Fossor si bulunur. Türbenin dış yüzeyleriyle garip biçimli
pencerelerinin şebekeleri Türk sanatına yabancı
Roma’da mezar kazıcısı.(1)
bir üslûpta bezenmiştir.
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
Fuad Paşa’nın vefat ettiği yıllarda İstanbul’da
bulunan, adı bilinmeyen fakat Fransız olduğu
Fuad Paşa Türbesi-İstanbul anlaşılan bir ressam, eski sadrazamın cenazesi
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33, Fransa’dan getirildiğinde gömüldüğü yerin kur-
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 341 şunkalemle bir resmini yapmıştır. Bu resme göre
Fuad Paşa bir arsaya defnedilerek etrafı çitle çev-
rilmiştir. Ancak daha sonra kabrin üstüne bugün
Fuad Paşa Camii Ve Türbesi görülen türbe inşa edilmiştir.(1)
İstanbul’da XIX. yüzyılın ikinci yarısında farklı bir
(1) DİA; [FUAD PAŞA CAMİİ ve TÜRBESİ - Semavi
üslûpta yapılmış cami ve türbe. Eyice] c. 13; s. 206
Sultanahmet semtinde Binbirdirek mahallesinde,
Klodfarer caddesiyle Peykhane sokağının kesişti-
Furkân Sûresi
ği köşede bulunmaktadır. Sadrazam Keçecizâde
Fuad Paşa (ö. 1869) tarafından Uzun Şücâ‘ Mes- Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi beşinci sûresi.(…)
cidi’nin yerinde yaptırılmıştır. Bu mescidin Fazlı Kulu Muhammed’e “Furkān’ı” indirmiş ve onu
Paşa Sarayı Mescidi ile aynı yapı olduğu tahmin bütün âlemleri uyarmak üzere peygamber yapmış
edilmektedir. Bazıları, burada birbirine komşu olan Allah’a övgüyle başlayan sûrede Hz. Muham-
olarak üç tane Uzun Şücâ‘ Mescidi’nin varlığını med’in risâletinin evrenselliği, vahiy ve peygam-
kabul ederse de bu görüşe katılmak mümkün de- berliğin kul isteği ve seçimiyle olmayıp Allah’ın

88
Vadi-i Hamuşan
takdir ve iradesiyle gerçekleştiği vurgulanır. Müş- İnkârdan doğan bu tür itirazların vahyin niteliği-
riklerin Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve âhiret ne (âyet 4, 5), geliş tarzına (âyet 32) ve Hz. Pey-
günündeki büyük hesabı inkâr hususunda gösterdik- gamber’in şahsına (âyet 7, 8, 9) ait olmak üzere üç
leri inat üzerine nâzil olan sûrenin başında vahiy noktada toplandığı görülür. Sûrede bu itirazlara

F
ve nübüvvetin dindeki yerini ve önemini belirten ayrıntılı olarak cevaplar verilir; ayrıca inkârcıların
bir bölüm yer alır. İnkârcılar vahyin alelâde masal- ruh halleri tahlil ve tasvir edilerek Allah huzurun-
lardan, peygamberin de sıradan insanlardan pek da hesap verilmeyeceğini sananların kendilerine
farklı olmadığını öne sürüyor, bir peygamberin melekler gönderilmemesini ve Tanrı’nın görün-
insan üstü nitelikler taşıması gerektiğini söylüyor- memesini bahâne ettikleri, bunun da onların ki-
lardı. Hz. Peygamber’in yemek yemesini, çarşıda birlerinden ileri geldiği vurgulanır. Suçluların ve
pazarda gezip dolaşmasını bahâne ederek onun bu kötülük yapmaya meyilli olanların Kur’an’daki
hallerini kendi inkârlarına gerekçe gösteriyorlardı. uyarılara hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi baktıkla-
Sûrede inkârcıların ileri sürdükleri bu tür idDİAlar rı ve bu yüzden peygamberlere düşman oldukla-
delil mahiyetinde misallerle tek tek cevaplandırılır rı ortaya konur (âyet 31). Kur’an’ın niçin toptan
ve çürütülür. Esasen Mekkeli müşriklerin Resûl-i indirilmeyip âyet âyet nâzil olduğunu soranlara,
Ekrem’i inkâr için öne sürdükleri gerekçeler, te- müminlerin kalbine daha iyi yerleşmesi için bu
melde bütün çağlarda peygamberleri inkâr için or- yöntemin seçildiği bildirilir (âyet 32). Bu cevap,
taya atılan isnat ve iftiralardan ibarettir. Bu iftira Kur’an’ın içerdiği bilgilerin, gerçeklerin ve amelî
ve isnatların onların dilinden Kur’an’da yer almış prensiplerin gerektiği şekilde kavranıp benimsen-
olması bu bakımdan çok anlamlıdır. mesi ve hayata geçirilebilmesinde zaman, ihtiyaç
Sûrenin baş taraflarında, kuluna Furkān’ı indiren ve kapasite gibi faktörlerin dikkate alınmış oldu-
Allah’ın aynı zamanda gökleri ve yeri yarattığı, ğunu göstermesi bakımından büyük önem taşır.
tek hükümran olarak her şeyi kendisinin takdir 35 - 39. âyetlerde, peygamberlerini red ve inkâr
ve tayin ettiği bildirilir. Böylece göklerde ayrı eden bazı eski kavimlerin nasıl cezalandırıldığına
tanrılar, yeryüzünde ayrı tanrılar bulunmadığı- kısaca işaret edildikten sonra bunların kalıntıları-
nı ortaya koyarak inkârcıları kendisine tapmaya, nı gördükleri halde ibret almayan Mekkeli putpe-
buyruklarına boyun eğmeye ve peygamberine restlerin Hz. Peygamber’le alay ederek aynı hatayı
uymaya davet eder. Onların, ne bir şey yaratacak işledikleri ve inkârcılıklarını ısrarla sürdürdükleri,
ne de fayda veya zarar verecek konumda olmayan bu halleriyle de hayvanlara benzedikleri, hatta
âciz varlıklara, putlara tapmalarını ayıplar. Bu daha da aşağı oldukları ifade edilir (âyet: 40-44).
ayıp kendilerine yetmiyormuş gibi bir de Allah’ın Bundan sonraki âyetlerde kozmolojik delillerden
gönderdiği vahye ve Peygamber’e dil uzatmaları- bazı örnekler verilerek dünyanın da âhiretin de
nı kınar. “Peygamber’e başkaları yardım ediyor” tek hâkiminin Allah olduğu açıklanır (âyet 45-57).
(âyet 4) diyerek iftirada bulunmalarının büyük Sûrenin son kısmında, şanı yüce ve ölümsüz olan Al-
bir haksızlık ve yalan olduğunu, “Bunlar eskile- lah’a inanmanın, O’na güvenmenin ve huzurunda
rin efsaneleridir” şeklindeki hezeyanlara karşı da secde etmenin insana gerek bu dünyada gerekse
Kur’an’ın bütün sırları bilen Allah tarafından indi- âhirette neler kazandırdığına temas edilir. İyi hal
rilmiş bir vahiy olduğunu bildirir. Daha sonra Hz. sahibi müminlerin bazı örnek davranışlarına yer
Muhammed’in hak peygamber olduğunu bildiren verilir. “Rahmân’ın kulları” tabiriyle taltif edilen
âyetlere yer verilir. Resûl-i Ekrem’in yiyip içtiği, müminler yürüyüşleri, geceleyin ibadet etmeleri,
gezip dolaştığı, aslında bir peygamberin yanında konuşmaları, sataşmalara esenlik dileğiyle karşılık
birtakım meleklerin bulunması veya kendisine vermeleri, Allah’a yalvarışları, yardım severlikle-
gökten defineler indirilmesi gerektiği (âyet 7, 8) ri, bununla beraber israftan uzak durmaları, Al-
yolundaki itirazlara cevap olarak daha önceki pey- lah’tan başkasına boyun eğmekten, cana kıymak-
gamberlerin de aynı şekilde yiyip içen, çarşıda pa- tan, zina etmekten, yalan söylemekten ve yalan
zarda gezip dolaşan insanlardan seçilmiş olduğu yere şahitlik etmekten kaçınmaları ve iyilik yolun-
hatırlatılır (âyet 20).(…) da önderlik etme arzusu taşımaları gibi meziyetle-

89
Vadi-i Hamuşan
riyle toplumun yüz akı insanlar olarak örnek gös- başlarına gelen felâket gibi bir felâkete sürükler.
terilirler. Böylece sûre yalnızca vahye karşı çıkan Çünkü onlar da peygamberlerinin davetine ku-
inkârcıların ruhî durumlarını ve acınacak hallerini laklarını tıkamışlar, Allah’ın kudret ve azametini
İfade ekmekle kalmaz, vahye inanan insanların görmezlikten gelerek O’nu inkâr etmişlerdi. Mü-
örnek özelliklerini de dile getirir ve bu iki tip in- minler ise itaat edip kurtulmuşlardı (âyet 9-18).
san arasındaki farkları açık şekilde ortaya koyar. Sûre, Allah’ın düşmanlarının sadece dünyada
Özellikle 63. âyet bu iki tipin ahlâkî yapısının bir değil inkâr ettikleri âhirette de hesaba çekilecek-
özetidir. Nitekim bütün tefsirlerde, burada sözü lerini ve daha çetin bir azaba uğratılacaklarını
edilen “câhillerin sataşmaları Câhiliye barbarlık anlatan âyetlerle devam eder. Burada onların ku-
ve küstahlığını, ağır başlı müslümanların bu sataş- laklarının, gözlerinin ve derilerinin kendi aleyhle-
malara selâmla karşılık vermeleri de onların, İslâm rine şahitlik edeceği, böylece kendi yaptıklarından
ahlâkında genellikle “hilim” terimiyle karşılanan
birçoğunu Allah’ın bilmeyeceği zannına kapılan-
ağır başlı, uzlaşmacı, yapıcı ve barışçı karakterle-
ların ziyana uğrayacakları haber verilir. Bunla-
rini ifade edecek şekilde açıklanmıştır (meselâ bk.
rın, uyarılmadıkları için değil uyarıldıkları halde
Taberî, XIX, 32-35; Zemahşerî, III, 99).
gerçekleri kabule yanaşmadıkları için bu duruma
Sûre şu âyetle sona erer: “De ki: Sizin yalvarma- düştükleri ve kendi kendilerine yazık ettikleri vur-
nız olmasa rabbim size ne diye değer versin? Siz gulanır. İnsanları baştan çıkaranlar, kötülükleri
-resulün bildirdiklerini- kesinkes yalan saydınız; çekici ve süslü gösterenler olmasa insanın aslında
onun için azap yakanızı bırakmayacaktır”.(…)(1) aklı ve vicdanı ile hakkı kabule yatkın olduğuna
(1) DİA; [FURKÂN SÛRESİ - Emin Işık] c. 13; s. 222 işaret edilir (âyet 19-25).
Kur’ân-ı Kerîm’in gönülleri fetheden cazibesiyle
Furuni Dede Türbesi-Afyon inananların sayısının her geçen gün biraz daha
artması üzerine taktik değiştirip, “Bu Kur’an’ı
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 178
dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, böylece
belki üstün gelirsiniz” (âyet 26) diyen inkârcıların
Fussılet Sûresi Kur’an hakikati karşısında nasıl olumsuz bir tavır
Kur’ân-ı Kerîm’in kırk birinci sûresi.(…) sergileyip azgınlık ve taşkınlık gösterdiklerini ve
bu yüzden âhirette nasıl bir azapla karşılaşacakla-
İlk âyetlerde sûrenin konusu açık bir şekilde or-
rını, kendilerini bu duruma düşüren cin ve insan-
taya konur: Kur’an uydurulmuş değil rahman ve
lardan nasıl intikam almak isteyeceklerini tasvir
rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. O müj-
eden âyetlerden (27-29) sonra,
deleyen ve uyaran bir kitaptır. Tek bir ilâh olan
Allah’a inanıp ona yönelmek gerekir. İnat ve kibir- “Rabbimiz Allah’tır” diyen müminlerin ihlâs ve
leri yüzünden Allah’a şirk koşanların vay haline! samimiyetlerini dile getiren ve onların her iki
İnanan ve salih amel işleyenler için tükenmeyen dünyadaki mutluluklarını anlatan âyetler gelir
bir mükâfat vardır (âyet 1-8). (30-32).
Daha sonraki âyetlerde, âlemlerin rabbi olan Al- Daha sonraki âyetlerde ilâhî davete uymanın ve
lah’ın kudret ve azametinin delilleri gösterilerek onu yaymanın güzelliklerinden, onun insan haya-
O’nu inkâr etmenin ve O’na ortak koşmanın an- tı üzerindeki olumlu etkilerinden bahsedilir. 33.
lamsızlığı ve bunun sonuçları dile getirilir. Bere- âyette iyilikle kötülüğün bir tutulamayacağı vur-
ket ve rızık dolu yeryüzüyle esrarlı yedi kat gökyü- gulandıktan sonra, “Sen -kötülüğü- iyilikle önle. O
zünü çeşitli aşamalardan geçirerek yaratan ve her zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan
birine bir nizam takdir eden yalnız Allah’tır. Her kişi sanki candan bir dost olur” denilerek sosyal
şeyi hakkıyla bilen ve mutlak güç ve kudret sahibi barışın temel ahlâkî ilkesi ortaya konur; bu ahlâkî
olan O’dur. Böyle bir kudret sahibini ve O’ndan yüceliklere ancak sabırlı ve iyilikten nasibi olan-
gelen âyetleri inkâr etmek, O’nun hakikatlerin- ların ulaşabileceği belirtilir. Güneşe ve aya değil
den yüz çevirmek, tıpkı Âd ve Semûd kavimlerinin onları yaratan Allah’a tapmak, O’na secde etmek

90
Vadi-i Hamuşan
gerektiği üzerinde durulur. İnkarcıların büyüklük onlar rablerine kavuşma konusunda şüphe içinde-
taslamakla gerçeği küçük düşüremeyecekleri, hak dirler. Biliniz ki O her şeyi kuşatmıştır.” (…)
dinin Allah’ın emriyle yayılacağı ve Allah’ın, gökten (1) DİA; [FUSSILET SÛRESİ - Emin Işık] c. 13; s. 229
yağmur yağdırıp kuru toprağı yeşerttiği gibi ölüle-

F
ri dirilteceği anlatılır. Allah tarafından indirilen o
eşsiz kitabı inkâr ederek âyetleri hakkında anlam- Füccetan
sız yorum ve tartışmalara girenlerin âhirette ateşe Ansızın, birdenbire ölmek.(1)(2)(3)
atılacakları, inananların da güven içinde Allah’ın
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
huzuruna çıkacakları, esasen önceki peygamberle-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
re de aynı şekilde vahiy geldiği, Allah’ın affediciliği
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
yanında cezalandırmasının da çok şiddetli olduğu
bildirilir. “Eğer biz Kur’an’ı Arapça’dan başka bir
dille gönderseydik derlerdi ki: Âyetleri açıklan- Füsun
malı değil miydi? Arap’a yabancı dilden kitap olur Büyü, sihir,(1) efsun.(2)(3)
mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
onlara kapalıdır. Onlara -sanki- uzak bir yerden
bağırılıyor” meâlindeki âyette (44), Kur’an’ın ne
söylediğini anlamak istemeyen inkârcıların kibir Füttak
ve inatlarından dolayı kötü niyetle hareket ettik- Fırsat buldukça adam öldürenler.(1)
leri açıklanır ve Kur’an’ın inananlara hidâyet ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
şifa olduğu, inanmak istemeyenlerin de kulakla-
rında sağırlık, gözlerinde körlük bulunduğu ve bu
durumun onların hakikatten uzak durmalarından
kaynaklandığı dile getirilir. Geçmişte Hz. Mûsâ’ya
indirilen kitap hakkında da ihtilâf çıktığı, bazıla-
rının iman edip bazılarının inkâra saptığı haber
verilir (âyet 33-45).
Sûrenin son bölümünde (âyet 46-54) herkesin
yaptığı iyiliğin kendi lehine, işlediği kötülüğün de
kendi aleyhine olacağı, Allah’ın kullarına haksız-
lık etmesinin düşünülemeyeceği hatırlatıldıktan
sonra bütün bu uyarılara kulak tıkayan, ortaya
konan delilleri görmezlikten gelen inkârcıların il-
kel düşünce tarzlarına dikkat çekilir ve psikolojik
durumlarıyla ilgili bazı tahliller yapılır; didişmeyi
seven, günaha meyilli, aceleci, sabırsız, nankör
ve bencil mizaçlı oldukları gözler önüne serilir.
İnkârcılara rağmen Allah’ın dininin yayılacağı ve
Kur’an gerçeklerinin inkâr edilemez bir şekilde
kuvvet kazanıp ve gelişeceği, nihayet bu gerçek-
lerin kendilerine hem kendi iç dünyalarında hem
dış dünyada gösterileceği vurgulanır (âyet 53).
Sûre, kitap ve peygamber nimetinin kadrini bil-
meyip bu nimetten yüz çeviren (âyet 51) insan-
lara şu uyarıda bulunarak sona erer: “Dikkat edin,

91
Vadi-i Hamuşan
92
Vadi-i Hamuşan
G
a

Gabot Bezi 206; et-Tarîfât, “nisyân” md.). Bir şeyi bile bile ter-
Kıbrıs ağzında ölümle ilgili genel sözlerden biri. ketmek gaflet, bilmeden terketmek unutmaktır.
“Zengini de fukarası da giderken on arşın gabot Kur’ân, hayvanlardan daha aşağı seviyede bulunan
bezi götürür.”(1) ve kalpleri mühürlü olanları gafil diye niteler (el-
Arâf 7/179) ve müminlerden gafil olmamalarını
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 207
isteyerek (el-Arâf 7/205) Allah’ın âyetlerinden ga-
fil olanların cehennemlik olduklarını bildirir (el-Arâf
Gadakmak 7/146; Yûnus 10/7-8). Gaflet içinde bulunanlar
Ölmek.(1) âhirette pişmanlık duyacaklardır (el-Enbiyâ 21/97).
Gaflet kelimesi Kur’ân’da “habersiz olma” mâna-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sında da kullanılmıştır (Yûsuf 12/3; Kâf 50/22) ve
Allah’ın gafil (olup bitenlerden habersiz) olmadığı
Gaflet hususuna sık sık dikkat çekilmiştir (meselâ el-Ba-
Dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan bir şe- ka-ra 2/74, 85, 140, 144, 149).
yin önemini kavrayamama halini ifade eden ahlâk Hadislerde de insanların Allah’tan, onun zikrin-
ve tasavvuf terimi. den ve âyetlerinden gafil olmamaları istenmiş,
Sözlükte “terketmek, önemsememek” anlamın- gafil kalple yapılan duanın kabul edilmeyeceği be-
da masdar ve “dalgınlık, dikkatsizlik, yanılma, lirtilmiştir (Müsned, II, 177; el-Muvatta’, “Śalât”,
ihmal” mânasında isim olan gaflet kelimesi, “bir 8; Tirmizî, “Daa-vât”, 65).
şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edileme- Zâhid ve sûfîler gaflet konusu üzerinde önemle
mesi” (Ebü’l-Bekâ, s. 206), “nefsin kendi arzusu- durmuşlardır.
na uyması, zamanın boş geçirilmesi” (et-Tarîfât,
İbn Ebü’l-Havârî gafleti “en büyük musibet ve
gaflet” md.), “yeterince uyanık ve dikkatli davra-
kasvet” olarak tanımlar. Ona göre en derin uyku
nılmadığı için insana arız olan yanılgı hali” (Râgıb
el-İsfahânî, el-Müfredât, gfl” md.) şeklinde tarif gaflet uykusudur. Gaflet olmasaydı insan nefsinin
edilmiştir. arzularına kul olmazdı.

Kur’ân-ı Kerîm’de maddî ve manevî menfaatlerini Cüneyd-i Bağdadî, Allah’tan gafil olmanın ateşe
bilen insanlara “zâkir” ve “ehl-i zikir”, bundan ha- girmekten daha zor olduğunu söyler.
bersiz olanlara da “gafil” denilmiştir. Gaflet “unut- Ebû Ca’fer Sinan’a göre, bir insanın işlediği gü-
ma ve yanılma” mânasını da taşımakla birlikte nahtan tövbe etmesi gerektiğinden gafil olması o
aslında bu iki kavramdan farklıdır (Ebü’l-Bekâ, s. günahı işlemesinden daha kötüdür.

93
Vadi-i Hamuşan
Kalbin gaflet içinde bulunmamasını isteyen mânasındaki gafr (gufran, mağfiret) kökünden sı-
Dârânî’ye göre gafleti kalpten kovmanın tek yolu fat olup “birinin kusurunu örten, suçunu bağışla-
Allah korkusudur. yan” anlamına gelir.
İbn Mesrûk ise gafletle cehâlet arasında bir ilgi Râgıb el-İsfahânî, Allah’a nisbet edilen gufran ve
kurarak cehaletin gaflete yol açtığını söyler. mağfireti O’nun, kulunu azap görmekten koruması
Ebû Bekir eş-Şiblî’nin gaflete düşmemek için za- şeklinde manalandırmıştır. Bu ise günahı bağış-
man zaman vücudunu kırbaçladığı rivayet edilir. lamanın sonucunu gösteren (lâzımî) bir anlam
niteliği taşır. Aynı kökten gelen istiğfar kelimesi
Kaynaklarda, Ebû Hafs el-Haddâd’ın Allah’ı gaflet
kişinin, kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep
üzere iken zikretmediği, Bâyezîd-i Bistâmî’nin ise
etmesi anlamına gelir. Râgıb el-İs-fahânî’ye göre
ölürken Allah’ı hep gafletle zikrettiğini söylediği
bu talebin hem söz hem de fiil ile olması gerekir.
kaydedilmiştir.
Aksi halde istiğfar kişiyi yalancı durumuna düşü-
Sûfîler gafleti ikiye ayırır ve bazı hallerde gafletin rür (el-Müfredât, “gfr” md.). Bu açıdan bakıldı-
gerekli olduğuna inanırlar. İbn Ebü’l-Verd’e göre ğında istiğfarın “Allah’a dönüş” mânasına gelen
gafletin biri rahmet, diğeri felâket olan şekli var- “tevbe” ile anlam yakınlığı içinde olduğu görülür.
dır. Rahmet olan gaflet kulluğun gereğini yerine
Kur’ân-ı Kerîm’de gafr kökünden türemiş 234
getirmeye engel olmaz. İkincisi ise günaha giren
kelime bulunmaktadır. Bunların beşi yine “affet-
kişiyi kulluk yapmaktan alıkoyar.(…)
mek, bağışlamak” mânasında olmak üzere insana
Mutarrif b. Abdullah’a göre Allah’ın sıddîkların nisbet edilmiştir. Altmış birini muhtelif fiil ka-
kalbine gaflet vermesi rahmetinin eseridir. Eğer lıplarının, diğerlerini de çeşitli sıfat ve isimlerin
kendisini tanıdıkları kadar onlara korku verseydi (gâfir, gafur, gaffar, gufran, mağfiret) oluştur-
hayatlarını sürdürmeleri güç olurdu. Rebî b. Ab- duğu toplam 187 kelime doğrudan Allah’a izâfe
durrahman, Allah gaflete düşürerek ölümü unut- edilmiştir. Kırk iki kelime ise istiğfar kavramı et-
turduğu için insanların dünyayı imar edebildikleri rafında şekillenmiştir ki bunlar da sonuç itibariyle
görüşündeydi.(…)(1) Allah’ın gafur ismine râcidir (bk. M. F. Abdülbâkî,
(1) DİA; [GAFLET - Süleyman Uludağ] c. 13; s. 284 el-Mucem, “gfr” md.).
Allah’ın gafur (gaffar) oluşunu ifade eden 229 ke-
Gaflet lime, Kur’ân-ı Kerîm’in 29. cüzünün sonlarında
yer alan Muddessir sûresinin nihayetine kadar
Dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan bir şeyin
(74/56) bazı kesintilerle birlikte ardarda devam
önemini kavrayamama halini ifade eden ahlak ve
eder. Kur’ân’ın tamamı göz önünde bulundurul-
tasavvuf terimi.(1) Ariflerin ıstılahında kalbin haki-
duğu takdirde gufran kavramının yer almadığı
katlerden habersiz olmasıdır.(2) Nefsine ve heves-
sûreler hacim bakımından yüzde on üç civarında
lerine uyarak Allah’ı ve emirlerini unutmak.(3)(4)
kalır. Bu kavramı içeren son sûredeki âyetin meali
(1) DİA; [GAFLET - Süleyman Uludağ] c. 13; s. 284 ise şöyledir: “O çok bağışlayan (gafur) ve çok se-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. vendir” (el-Burûc 85/14).
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Aslında gafur isminin tecelli etmesi, yani fiilî bir
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sıfat olarak fonksiyoner olması insanların günah
işlemeleri ve bağışlanmalarını istemelerine bağ-
Gaflet Baba Türbesi-Kütahya lıdır. İslâmî anlayışta her insan selim bir fıtratla
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68 ve günahsız olarak dünyaya geldiğine, ayrıca her-
kes kendi yaptığından sorumlu olacağına göre
aslî günah yoktur. Şu halde mağfiret kavramının
Gafur
Kur’ân-ı Kerîm’de birçok defa tekrarlanmasının
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. sebebi nedir? Bu noktada, insanı sürekli günah
Gafur kelimesi, sözlükte “örtmek, gizlemek, kir- işleyen bir mücrim telakki etmek yerine, onun Al-
lenmekten korumak için bir şeyin üstünü örtmek” lah’a ulaşabilmesi için kazanması gereken kemal

94
Vadi-i Hamuşan
mertebeleri ve yetkinlik vasıflarında geri kalabile- Gaffar, Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı beş âyetin
ceği veya hatalı davranabileceği şeklinde bir yakla- üçünde “yenilmeyen yegâne galip” anlamındaki
şımı benimsemek ilgili âyetlerin genel muhtevası- “azîz” ismiyle birlikte tekrarlanmış ve bu zatî isim
na daha uygun düşmektedir. sayesinde muhtevasındaki süreklilik anlamı zen-
Hadis literatüründe de gufranla ilgili çok zengin ginlik kazanmıştır. “İyi biliniz ki o azizdir ve çok
rivayetler mevcuttur. A. J. Wensinck’in el-Mu- bağışlayandır” (ez-Zümer 39/ 5) ifadesi, Allah’ın

G
cem’inde yirmi dört sütunluk bir yer tutan bu ri- bağışlamasının yarar sağlamak veya bir zararı
vayetlerde, kavramın sülâsî ve istifâl kalıplarından bertaraf etmek gibi dış faktörlere bağlı olmayıp
birçok kelime ile muhtelif dua şekilleri, belirli dav- zâtının niteliklerinden sayıldığını bildirmektedir.
ranışlar için gufran müjdeleri yer alır (“gfr” md.). Gaffarın “settâr” (örten) mânasına geldiği açıktır.
Esmâ-i hüsnânın zikredildiği İbn Mâce ile (“Duâ”, “Ey ayıpları örten” (yâ settâre’l-uyûb) şeklindeki
10) Tirmizî (“Daavât”, 82) rivayetlerinde gaffar ve niyazların yaygın olduğu bilinmektedir.
gafur isimleri, Kur’ân’da da bunlarla birlikte gâfir Muhtelif hadislerde de “setr” kökünden türe-
(el-A’râf 7/155; Gâfir 40/ 3) ismi yer almaktadır. miş fiiller Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Wensin-
Bu üç isimden gaffar ile gafur sigaları mübalağa ck, el-Mucem, “str” md.). Bu tür rivayetlerden
ifade etmektedir. Gâfir “hata ve kusurları örten, biri şöyledir: “Kim bir müslümanın aybını örter,
günahkârı dünyada da âhirette de cezalandırmayan, kusurunu bağışlarsa Allah da kıyamet gününde
onun iç yüzünü insanlara bildirmeyen” anlamına onun kusurlarını bağışlar” (Buhârî, “Mežâlim”, 3,
gelir. Her üç isimde de ortak olan bu temel muh- Müslim, “Źikir”, 38). Bir başka hadiste de Allah’ın
tevanın günahkârın teşhir ve ilân edilmemesiyle “setîr” olduğu, yani iffeti, örtünüp korunmayı sev-
ilgili kısmı, Buhârî ve Müslim’in de dahil bulundu- diği ifade edilmiştir (Ebû Dâvüd, “Hammâm”, 1;
ğu muhaddisler grubunca nakledilen bir hadiste Nesâî, “Gusl”, 7).
açıklığa kavuşturulmuştur. Abdullah b. Ömer’den Gazzâlî, “güzel olanı gösterip çirkin olanı gizle-
rivayet edilen bu hadise göre, âhiret gününde yen” şeklinde mânalandırdığı gaffar isminin tecel-
Cenâb-ı Hak mümin kulunu kimsenin görmeyeceği lisi sayesinde kula yönelen “setr” şeklindeki ilâhî
bir şekilde kendisine yaklaştıracak, günahlarını bir lutufları şöyle sıralar:
bir hatırlatarak ikrar ettirecek, öyle ki kul artık mah-
a) Bedenin çirkin görülen organlarının içte gizlen-
volduğuna hükmedecek; fakat Allah, “Ben onları dün-
mesi, güzelleriyle örtülüp süslenmesi,
yada gizlediğim gibi bugün de bağışlıyorum” diyecek
ve bu mümine sadece sevap defteri verilecektir (Müs- b) İnsanın kötü düşünce ve duygularının kimse-
ned, II, 74; Buhârî, “Mezâlim”, 2, “Edeb”, 60; Müs- nin vâkıf olamayacağı iç dünyasında gizlenme-
lim, “Tevbe”, 52; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13). si. Öyle ki içinden geçen vesvese, hile, hıyanet
ve kötü zanlara başkaları vâkıf olsa ondan nef-
Kur’ân-ı Kerîm’de beş yerde geçen gaffar ismiy-
ret eder, hatta onu öldürüp ortadan kaldırmaya
le doksan bir yerde geçen gafur isminin her biri
çalışırlardı,
mübalağa ifade etmekle birlikte aralarında ne gibi
bir farkın bulunduğu hususu ilk dönemlerden iti- c) Kişiyi başkalarının yanında mahcup duruma
baren âlimleri düşündürmüştür. Meşhur nahiv ve düşürecek günahların bağışlanması ve imanını
lügat âlimi Zeccâc, her iki kelimenin aynı mânada koruduğu takdirde bunlardan doğacak çirkin-
mübalağa ifade ettiğini, tekrarın ise zât-ı ilâhiyye- liklerin sevaplarla örtüleceğinin vaat edilmesi.
ye ait sıfatlardaki nihaî yetkinliği bildiren bir te- Gazzâlî’nin kanaatine göre kulun gaffar isminden
kit niteliği taşıdığını söylemekle belki en isabetli nasibi, ifşa edilmesini istemediği kusurlarının
hükmü vermiştir (Tefsîru esmaillâhi’l-hüsnâ, s. benzerlerini başkalarında gördüğü takdirde onları
46). Bununla birlikte Zeccâc, başkasından nak- yaymayıp örtmesidir. Şüphe yok ki insanların giz-
len gaffarın “günahları dünyada örten”, gafurun ise li taraflarını araştıran, kötülüğe kötülükle karşılık
“âhirette bağışlayan” anlamlarına gelebileceğini veren kimse gaffar isminin tecellilerinden fayda-
kaydetmiştir (a.g.e., s. 47).(…) lanamaz (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 85-86).

95
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’in doksan bir âyetinde yer alan ga- b. Şii fırkalarınca, ölmediği halde insanlar arasın-
fur ismi sadece iki âyette tek başına kullanılmış, dan ayrıldığına ve bir gün döneceğine inanılan
yetmiş bir yerde “rahîm” ismiyle “gafurun rahim” lider için kullanılan sıfat.(1)
şeklinde, bir yerde aynı mânaya gelen “zü’r-rah- c. Duyularımız yardımıyla kavrayamadığımız var-
me” terkibiyle, bir yerde de “rahîmun gafur” ola- lıklar âlemi, görünmeyen âlem.(2) Gözle görün-
rak tekrarlanmıştır. Gafurun zatî bir işim olan meyen âlem.(3)(4)
rahîmle birlikte kullanılışı, ona hem süreklilik
d. Nerede olduğu, ne durumda bulunduğu bilin-
ve derinlik açısından mâna zenginliği kazandır-
meyen, göz önünde olmayan, hazır bulunma-
makta, hem de bağışlayıcılığın sevginin en üstün
yan.(4)
derecesini oluşturan rahmetten kaynaklandığını
göstermektedir. Gafurun “çok seven, çok sevilen” (1) DİA;
mânasındaki “vedûd” ismiyle bir âyette yer alma- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sı da bir önceki kullanıma benzemektedir. Gafur (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bunlardan başka, “acele ve kızgınlıkla muamele (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
etmeyen” anlamındaki “halîm”, “az iyiliğe çok
mükâfat veren” mânasındaki “şekûr” ve “hiçbir
Gaibi Baba Türbesi-Avusturya
sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affe-
den” anlamındaki “afüv” isimleriyle de kullanıl- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 112
maktadır. Gafurun mânasını destekleyen bu isim-
lerin tamamının esma-i hüsnânın insanla ilgili Gaip Baba Türbesi-Bulgaristan
olan grubuna girdiği görülmektedir. Gafurun iki
âyette azîz ile tekrarlanması gaffar isminin aynı (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
isimle tekrarlanmasına benzer.
Allah’ın insanla ilgili isimleri ve fiilî sıfatları gru- Gaiplik
buna giren gaffar ve gafur esmâ-i hüsnâdan raûf, Kendisinden haber alınamayan, ölüm ihtimali ol-
sabûr, tevvâb ve vâsi’ isimleriyle de mâna yakınlığı masına rağmen cesedinin de bulunamaması gibi
içindedir. durumlar sonucu mahkeme kararı ile hukuki kişi-
(1) [GAFÛR - Bekir Topaloğlu] c. 13; s. 287 liğine son verilmesi işlemi.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gafur Baba Türbesi-Adana
(1) Şenesen, Refiye Okuşluk. “Adana’da Ölüme ve
Mezara Bağlı Efsaneler” , III. Uluslararası Çukuro- Galak
va Halk Kültürü Bilgi Şöleni (Sempozyumu), 30 Cehennemde bir kuyu.(1)
Kasım-2 Aralık 1998, Adana, ss. 531-540. s. 3
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 355

Gaia
Galib Dede Efendi Türbesi-İstanbul
Homeros’ta hiç adı geçmeyen Gaia, Hesiodos’un
Theogonia’sında dünyayı, yeri evrensel bir öğe (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 365
olarak toprağı simgeler. Bir Tanrı’dan çok kozmik
bir varlıktır, bütün öğelerin kaynağında bulunan
Galib Paşa Türbesi-Van
ana ilkedir.(1)
(1) DİA, Cilt. 42, s. 512,
(1) Erhat, Azra. a.g.e.
(2) Van Valiliği. a.g.e.

Gaib
a. Yaşadığı halde nerede olduğu bilinmeyen ve Galik Kapo Türbesi-Sivas-Hafik
kendisinden uzun süre haber alınmayan kişi.(1) (1) Teb-Der. a.g.e. s. 28

96
Vadi-i Hamuşan
Galip, Mübarek Gan Eden
Ankara Mescidler, Camiler, Mezarlıklar, Kitabeler İbranice Tevrat’ta ilk insanın yerleştirildiği bah-
S.XXI+146, 56 Resim,1996, Ankara çe, Hz. Adem’in yerleştirildiği bahçe ve de iyilerin
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. ölüm sonrasında ikamet edecekleri cenneti ifade
eden terim.(1)
(1) DİA, C. 7, s. 374
Galip Paşa Türbesi-İstanbul

G
(1) Adresler. a.g.e.
Gani
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
Galitekin, Ahmet, Nezihe, Haz
Ganî kelimesi, sözlükte “zengin olmak, ihtiyacı
Milli Ktp./Tasnif No: 2001 AD 7340
bulunmayıp müstağni kalmak; bir yerde ikamet
Kocaeli Ereğli Beldesi Kitâbeleri, Ereğli Belediyesi,
etmek, hayatiyetini sürdürmek” mânalarındaki
2001, Kocaeli
gına (ganâ’) kökünden sıfat olup “zengin, ken-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. di varlığıyla yetinip başkasına muhtaç olmayan,
müstağni” anlamına gelir.
Galitekin, Ahmet, Nezih, Haz Gına kökü Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli fiil ve isim
Milli Ktp./Tasnif No: 2003 AD 10321 kalıplarıyla yetmiş üç yerde geçer. Bunlardan beş
âyette “zengin kılmak, ihtiyaçtan kurtarmak” mâ-
Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul Cami, Tekke,
Medrese, Mekteb, Türbe, Hamam, Kütüphane, İşaret
nasındaki iğnâ masdanndan türeyen fiiller yer
Yayınları, 2003, İstanbul almış, bir âyette “müstağni oldu” anlamındaki
isteğnâ fiili Allah’a nisbet edilmiş, on sekiz âyet-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
te de ganî ismi Allah için kullanılmıştır (bk. M. F.
Abdülbâkî, el-Mucem, “gny” md.). Buna benzer
Galitekin, Ahmet, Nezih, Haz kullanımlar hadislerde de geçmektedir (bk. Wen-
Milli Ktp./Tasnif No: 2002 AD 4076 sinck, el-Mucem, “gny” md.).
İzmit Mehmed Bey Nâm-ı Diğer Fevziye Câmi’-i Şerifi , Gerek esmâ-i hüsnâya dair eserlerde gerekse ko-
Gölcük Belediyesi, 2002, Gölcük nuyla ilgilenen âlimlerin muhtelif açıklamaların-
da ganî ismine genellikle “zâtında ve sıfatlarında
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan” şeklinde
mâna verilmiştir. Allah, varlığı açısından başka-
Galitekin, Ahmed Nezih sına muhtaç olmadığı gibi ulûhiyyetini niteleyen,
Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: kâinatı yaratıp idare edişini dile getiren sıfatlara
726.8956/GAL.O sahip olması ve bunları fonksiyoner kılması bakı-
Osmanlı Dönemi Gölcük Mezar Taşları, Gölcük Beledi- mından da bütün yaratıklardan müstağnidir.(…)
yesi Kültür Yay., S.288, 2000, Gölcük Esmâ-i hüsnâdan biri olarak ganîye verilen bu mâ-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. nalar şüphe yok ki Allah’a mahsustur ve ganiyy-i
mutlak sadece O’dur. O’ndan başkasına izâfe edi-
len bütün zenginlikler aslında mevcut olan bir
Gam ihtiyacın giderilmesi anlamına geleceğinden nisbî
Keder, üzüntü, kaygı, tasa, çile, İç darlığı. Edebi ve mecazî bir nitelik taşır. Nitekim, “Zenginlik
metinlerde âşığın muradı vuslattır. Bu bakımdan fazla servete sahip olmak değildir; asıl zenginlik
âşık hep gamlıdır.(1)(2)(3) gönlün ihtiyaç duygusundan uzak kalabilmesidir”
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. (Buhârî, “Riķâķ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120) mea-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lindeki hadis de buna işaret etmektedir.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’in on sekiz âyetinde geçen ganî

97
Vadi-i Hamuşan
ismi, iki yerde herhangi bir terkip oluşturma- yağmur duası, ilâhî gınânın yaratıklar için rahmet
dan tek başına (ganiyy-i mutlak) kullanılmıştır. kaynağı oluşturduğunu ifade etmektedir.(…)
Bunların birinde, Allah’a ortak koşanların O’nun Ganî ayrıca bakî, melik, mâlikü’l-mülk, kâdir,
evlât edindiğini ileri sürdükleri belirtilmekte ve muktedir ve metîn isimleriyle anlam yakınlığı
Allah’ın bundan müstağni olduğu, kâinatta bulu- içinde bulunur.(1)
nan her şeyin onun mülkiyet ve tasarrufu altında
(1) DİA, [GANÎ - Bekir Topaloğlu] c. 13; s. 349
bulunduğu ifade edilmektedir (Yûnus 10/68). Di-
ğer âyette ise Allah yolunda harcama yapma duru-
munda olanlardan bazılarının cimrilik gösterdiği, Gani Baba Türbesi-Sivas
fakat bu tür bir davranıştan doğacak zararın enin-
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 192
de sonunda kendilerine döneceği bildirilmekte ve
şöyle denilmektedir: “Allah -her şeyden müstağni
olan- zengindir, siz ise -ihtiyaçtan kurtulamayan- Gani Baba Türbesi-İstanbul
fakirlersiniz” (Muhammed 47/38). (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 39
Ganî, belli bir ilgi alanına bağlı olarak kullanıldı-
ğı üç âyetin ikisinde (Âl-i İmrân 3/97; ez-Zümer
Gani Baba Türbesi-Makedonya
39/7), kendisine küfür ve inkâr şeklinde yöne-
lecek bir fiilden Allah’ın asla zarar görmeyeceği, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 572
diğerinde de (el-Ankebût 29/6) manevî yücelik ve
ruhî yetkinliğe ulaşma yolunda gösterilecek çaba- Ganimet
ların iyi sonuçlarının sahibine ait olacağı, çünkü
Gayri müslimlerden savaş yoluyla elde edilen her
âlemlerden müstağni olan Allah’ın yücelik ve yet-
türlü mal ve esirleri ifade eden terim.
kinliğin en üstün derecelerine ezelden beri sahip
bulunduğu dile getirilmektedir. Ganimet kelimesi (çoğulu ganâim) sözlükte “bir
şeyi zorluk çekmeden elde etmek” demektir. İs-
Ganî ismi on âyette “övülmeye lâyık” anlamındaki
lâm hukukunda, “müslümanların savaş yoluyla
“hamîd”, bir âyette “acele ile ve kızgınlıkla mua-
gayri müslimlerden ele geçirdikleri esirler ve her
mele etmeyen” anlamındaki “halîm”, bir âyette
türlü mal” şeklinde tanımlanmaktadır.(…)
de “fazilet türlerinin hepsine sahip” mânasındaki
“kerîm” ismiyle birlikte kullanılmaktadır. Bu kulla- Ganimet kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerîm’de
nımlarda ganî, insanların iyi veya kötü davranışla- alt yerde geçmektedir (bk. en-Nisâ 4/94; el-Enfâl
rının zât-ı ilâhiyyeye herhangi bir yarar veya zarar 8/41, 69; el-Feth 48/ 15, 19, 20).
vermeyeceğini, göklerde ve yerde olan her şeyin Ayrıca Kuran’da “ganimet” anlamında nefelin
O’nun kudret ve tasarrufunun altında bulunduğu- çoğulu olan enfâl de kullanılmış olup özellikle ga-
nu ifade etmekte, hamîd, halîm ve kerîm isimleri nimetle ilgili hükümleri açıklayan sekizinci sûreye
de bu muhtevayı pekiştirme, destekleme ve denge- bu ad verilmiştir. Nefel kelimesinde “fazlalık” an-
leme fonksiyonunu yerine getirmektedir.(…) lamı bulunduğundan, savaş sırasında ele geçirilen
“Senin rabbin her şeyden müstağnidir ve rahmet mal veya esirler savaşın amaçlarını gerçekleştir-
sahibidir” (el-Enâm 6/133) mealindeki âyet ise dikten sonra ilâve olarak elde edildiği için bu şe-
Allah’a mahsus gınânın cimri insanlardaki gibi kilde adlandırılmıştır.
zâtına münhasır kalmayıp kâinata taştığını belirt- Nefelin ganimet anlamındaki bu genel kullanı-
mektedir. Nitekim çeşitli âyet ve hadislerde ayrıca mı yanında bazı âlimler, ganimetlerden Allah ve
Allah’ın zengin kılma (iğnâ) sıfatı işlenmektedir. Peygamber hakkı olarak ayrılan beşte birlik paya,
Hz. Peygamber’in, “Allahım! Hak mâbud sensin, bazıları müşriklerden elde edilen her türlü gelir
senden başka tanrı yoktur. Ganiyy-i mutlak sen- ve vergiye, bir kısmı ise devlet başkanı veya ku-
sin, biz ise sana muhtacız, bize yağmur gönder...” mandanın savaşta üstün başarı gösterenlere vaad
(Ebü Dâvûd, “İstisķâ3”, 2) cümleleriyle başlayan ettiği mallara da bu adı vermişlerdir (Taberî, XIII,

98
Vadi-i Hamuşan
361-371; Serahsî, Şerhu Kitâbi’s-Siyeri’l-kebîr, II, (el-ganâimü’l-melûfe) şeklinde üç ana başlık altın-
593-595; Kurtubî, VII, 361-364). da incelemişlerdir.
Muhammed Hamîdullah’ın belirttiği gibi, İs- Savaş Esirleri. Müslümanların gayri müslimlerle
lâm’dan önce Arap yarımadasında mevcut tea- yaptıkları savaş sırasında ele geçirdikleri esirler
müle göre ordu kumandanı elde edilen ganime- gayri müslim ergin erkekler, kadın ve çocuklar ol-
tin dörtte birini kendine ayırır, ayrıca umumi mak üzere iki grupta mütalaa edilir. Hz. Peygam-

G
yağmadan önce ele geçirilen şeyler ve bölünmesi ber’in uygulamasından hareketle İslâm hukukçu-
mümkün olmayan mallar da ona ait olurdu (Hz. larının çoğunluğu, devlet başkanının savaş esiri
Peygamberin Savaşları, s. 264). ergin erkekleri öldürme, köle haline getirme, fidye
Medine’ye hicretinden sonra Câhiliye devrinin bu alarak yahut mübadele suretiyle serbest bırakma
uygulamalarını ortadan kaldıran Hz. Peygamber, veya karşılıksız salıverme şekillerinden hangisi
âyette belirtildiği üzere (el-Enfâl 8/69) ganimetin müslümanlar için daha faydalı ise onu uygulama
kendisine ve ümmetine helâl kılındığını bildirmiş yetkisine sahip olduğu görüşündedir. Ancak Ebû
(Buhârî, “Humus”, 8; Müslim, “Mesâcid”, 3, 5; Tir- Hanîfe ve Ebû Yûsuf, müslümanlara karşı tekrar
mizî, “Siyer”, 5), ganimetin mahiyeti, elde ediliş savaşabilecekleri ve düşmanın güçleneceği ihti-
şekli, taşınması ve taksimi gibi konularda yeni ku- malini göz önüne alarak esirlerin dârülharbe dön-
rallar koymuştur ki bunlar hadis mecmualarının mek üzere serbest bırakılmasını uygun bulmamış-
siyer, cihad, megâzî, zekât, humus, fey, ticarat ve lardır. Esir kadın ve çocuklara ise ister Ehl-i kitap
imârât gibi bölümlerinde geniş yer tutar. ister müşrik olsun ölüm cezası verilmez.
Ganimet ve feyi “müşriklerden alınan veya kayna- Arazi. Müslümanların gayri müslimlerden savaş
ğı (sebebi) müşrikler olan mallar” diye tarif eden veya barış yoluyla elde ettikleri topraklar hak-
Mâverdî ve Ebû Yalâ el-Ferrâ bu malların birbirin- kında Enfâl sûresinin 1, 41 ve Haşr sûresinin
den ve zekâttan farklarını belirlemeye çalışırlar. 6-9. âyetlerinde yer alan hükümler, bizzat Hz.
Buna göre fey ve ganimetin ikisi de gayri müslim- Peygamber’in ve Hulefâ-yi Râşidîn’in uygulama-
lerden alınması ve beşte bir olarak ayrılan devlet ları ile büyük ölçüde açıklık kazanmıştır. Resûl-i
payının harcama yerlerinin de aynı olması itiba- Ekrem silâhla elde edilen Benî Kureyza, Hayber
riyle benzerlik göstermekle birlikte fey gayri müs- ve Vâdilkurâ ganimetlerini Enfâl sûresinin 41.
limlerden barış anlaşması sonucunda, ganimet ise âyetine göre beşte dördünü savaşçılara, beşte bi-
savaşla alınır. Ayrıca fey ile ganimetin beşte dör- rini âyette zikredilen diğer sınıflara olmak üzere
dünün harcama yerleri de ayrı kalemlerdir. Zekât dağıtmış, ancak Hayber ve Vâdilkurâ arazisi ya-
ile ganimetin farkına gelince zekât müslümanlar- hudilere yarıcılıkla işletmeye verilmiştir. Ancak bu
dan mallarını arıtmak için alınır, ganimet ise gayri uygulama uzun sürmemiş ve Hz. Ömer’in hilâfeti
müslimlerden savaşla elde edilir.(…) döneminde Hayber yahudileri bu topraklardan
Enfâl sûresinin 1. âyetinde ganimetlerin Allah’a ve çıkarılırken araziler tekrar hisse sahiplerine da-
Resûlü’ne ait olduğu belirtilmiştir. Hz. Peygamber ğıtılmıştır (Fayda, s. 21-22). Benî Nadîr ve Fedek
bu ganimetleri Medine’ye yakın bir yerde savaşa arazisi barış yoluyla ele geçirildiğinden Haşr sû-
katılan mücahidlere eşit olarak bölüştürmüştür. resinin 6-9. âyetlerinin (fey) hükmü uygulanarak
Daha sonra savaş ganimetleriyle ilgili ayrıntılı Resûl-i Ekrem’e ait kabul edilmiş, o da elde edilen
hükümler içeren aynı sûrenin 41. âyeti inmiştir. gelirleri yolcuların, Hâşimoğullan’nın fakirlerinin
Bu âyete göre ganimetin beşte biri Allah’a, Resû- ihtiyaçları ve devletin savunma giderleri için har-
lü’ne, onun akrabasına, yetimlere, yoksullara ve camıştır. Öte yandan Mekke, İslâm âlimlerinin ço-
yolda kalmışlara aittir. Hz. Peygamber, bu âyetin ğunluğuna göre kuvvet kullanılarak fethedilmişse
hükümlerini ilk defa aynı yıl Benî Kaynukâ yahu- de Hz. Peygamber Mekkeliler’in mallarına ne ga-
dilerinden alınan ganimetlere uygulamıştır. nimet ne de fey hükümlerini uygulamıştır.
İslâm hukukçuları ganimetleri savaş esirleri, Hz. Ömer zamanında fedhedilen toprakların ga-
arazi (el-ganâimü gayrü’l-melûfe) ve menkul mallar nimet hukukuna göre taksim edilip beşte birinin

99
Vadi-i Hamuşan
devlet tarafından alınması ile bu toprakların yer- Gara Yer
li halkın elinde bırakılıp karşılığında haraç tahsil a. Kara yer, toprağın altı.
edilmesi hususu o dönemde sahabe arasında uzun
b. Ölüm.
süre tartışılmış, sonuçta bu konu, arazinin yerli
halkın elinde bırakılıp kendilerinden haraç alınması (1) Kaynak Yok
şeklinde çözümlenmiştir (a.g.e., s. 26-36).(…)
Menkul Mallar. Mâverdî, ganimet terimini savaş Garalama
esirlerini ve düşmandan elde edilen toprakları içi- Ölmüş askerin nüfus kaydının silinmesi.(1)
ne alacak şekilde daha kapsamlı olarak ele alırken
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
diğer İslâm hukukçuları bunları ayrı ayrı başlık-
lar altında incelemişler, özellikle arazi ve arazi
gelirlerini yine Mâverdî’nin ganimetin bir çeşidi Garib Baba Türbesi-İstanbul
olarak kabul ettiği fey kavramı içinde değerlendir- (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 146
mişlerdir. Böylece ganimet kavramı sadece düş-
mandan zorla alınan menkul mallar için kullanılır Garib Dede Türbesi-İstanbul-Küçükçekmece
hale gelmiştir.(…)
(1) Adresler. a.g.e.,
Ganimet mallarının dağıtım esasları Enfâl sûre- (2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 116
sinin 41. âyetinde belirtilmiştir. Savaşın bitme-
sinden sonra devlet başkanı veya yetkili kıldığı
Garip Baba Türbesi-İstanbul-Dudullu
kumandan önce her askere öldürdüğü düşmanın
silâh, at vb. mallarını (seleb), daha sonra da sa- (1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 551
vaşta üstün başarı gösterenlere vaad ettiği şeyleri
(nefel) verir. Geriye kalan malları beş eşit paya Garip Hüseyin Baba Türbesi-Elazığ
ayırarak bunun beşte dördünü savaşa katılanlara
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 223
dağıtır, beşte birini de âyette zikredilen hak sahip-
lerine verilmek üzere saklar.(...)(1)
Garipler (Süleyman Şah) Türbesi-Afyon
(1) DİA; [GANİMET - Mehmet Erkal] c. 13; s. 354
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 55

Ganişeyh Türbesi-Kayseri
Gariplik
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 18
Anadolu’da kent halkından olmayan yabancıların,
kimsesizlerin gömüldüğü mezarlıklara “gariplik”,
Ganj Nehri – Varanasi
“garip mezarlığı” deniyordu.(1)
Hindistanın en büyük ve kutsal nehri olan Ganj,
(1) DBİA
yüzlerce yıldır yakılarak nehrin dibini boylayan
cesetlere ev sahipliği yapıyor. Bu nehrin dibindeki
ceset sayısı o kadar fazla ki, sık sık kıyıya vuran Gark
cesetlere rastlanıyor. Ayrıca yerel halk, Ganj Nehri a. Tasavvufta, ayrılık sınırını aşıp, muhabbet de-
kıyılarında bulundukları zaman tuhaf hisler yaşa- nizinin içine dalmak, sevgide boğulmaktır.(1)
dıklarını ifade ediyorlar. (2)(3)

(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- b. Bir şeyle aşırı derecede dolmuş olma.(3)


nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu-
c. Suya batma, batırma, suda boğulma, boğma,
cu-25-mezarlik-733955
toprağa gömme, gömülme,(4)(5) bir şeye batmış,
boğulmuş halde bulunma, müstağrak.(3)
Gar-ı Aşıkân Türbesi-Bursa (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 25, s. 35;
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

100
Vadi-i Hamuşan
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lamadı. Şehit oldu. Kendisini melekler yıkadı. Bu-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. nun için Gasîlü’l-Melâike adı ile meşhur oldu.(1)(2)
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 232;
(2) DİA
Garrı Magtımcan Türbesi-Ortaasya
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24
Gasın

G
Mezar ölülerin gömüldüğü çukurdur. Manası “zi-
Garrıbek Ece Türbesi-Ortaasya
yaret olunan yer” demektir. Eski Türkler mezara
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24 “gasın” derlerdi. “Kabin” kelimesi de bundan gel-
mektedir.(1)
Gasil (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 21
a. Ölünün cenaze namazı kılınmadan ve kefenlen-
meden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları
Gasletmek
kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbe-
ğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak Bir ölüyü cenaze namazı kılınmadan önce dini
yıkanması.(6)(1)(2)(3)(4)(7)(9)(10)(12) usullere göre yıkamak.(1)(2)(3)(4)
b. Ölü yıkamakla görevli insanlar ve şahıslar.(11) (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3)(5)(8) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA; Gasl-i Meyyit
(5) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
Ölünün yıkanması işlemi.(1)(2)
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
(7) Akay, Hasan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(8) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(10) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Gassak
(11) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 12;
(12) Karaman, Fikret. “Cenaze Defni ve Kabir Ziya- a. Cehennemde bir menba ki her zehirli hayvanın
reti Üzerine Bir İnceleme.” Diyanet İlmi Dergi, zehri oraya akıp toplanır.(1)
XXXV–2, Ankara (1999): 21-34. s. 22 b. Cehennemliklerin bedenlerden akarak içinde
boğulacakları ve “gassak” diye anılan kanlı irin-
Gasile den ibaret olan su.(2)(3)
Kadın cenaze yıkayıcısı.(1) (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 279;
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (2) Gazali, İmam, a.g.e., s. 328;
(3) İbn Kesir. a.g.e., s. 350

Gasilhane
Ölü yıkama işleminin yapıldığı mekân.(1) Gassal
(1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 5 a. Ölü yıkayıcısı,(1) gasleden, ölü yıkayan, yıkayıcı.
(3)(4)

Gasîlü’l-Melâike b. Ölü yıkamaya mahsus su.(1)


Hanzala ismindeki sahabe, Resulullah ile gâzâya (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
gitmek için acele etti. Gusl abdesti almaya vakit bu- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

101
Vadi-i Hamuşan
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Hz. Peygamber’in cuma ve bayram namazlarında
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Gâşiye sûresini okuduğu rivayet edilmektedir.(…)
(1)

Gassale (1) DİA; GÂŞİYE SÛRESİ - Bekir Topaloğlu, c. 13, s. 399


Ölü yıkayıcı kadın.(1)(2)(3)
Gavr
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Türkistan da mezara gavr denilmekte olup, kabir
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. kelimesi de gavrdan türemiştir.(1)(2)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 26;

Gassallık (2) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10

Ölü yıkama işi.(1)(2)


Gavs
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. a. Tasavvufta, gayb erenleri denilen “veliler hü-
kümeti”nin başında bulunan en büyük veliye
verilen ad.(1)(5)
Gaşiye
b. Yardım istemek ve etmek.
a. Örtmek, örten, her şeyi örten, yok eden, görün-
c. Saliklerin nezdinde Allah’ın velileri ve insanla-
mez hale getiren.
rın sığınakları olan kutup ve sığınaktır. Sığınıl-
b. Kıyametin bir sıfatıdır.(3)(1) Kıyametin kopma- dığı zaman kutba gavs denir.(2)(3)(4)(5)(6)
sı, ahiret âleminin başlaması.(2)
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 13; (3) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(3) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 25, s. 37 (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gâşiye Sûresi (6) DİA

Kur’ân-ı Kerîm’in seksen sekizinci sûresi.(…)


Sûrenin ilk yedi âyeti cehennem ehlinin, ardın- Gavsi Ahmed Dede Türbesi-İstanbul
dan gelen dokuz âyeti de cennet ehlinin durumu- (1) Adresler. a.g.e.
nu tasvir eder. Daha sonra ebedî saadetle ebedî
bedbahtlığın temel unsurunu teşkil eden iman Gavsiyet
ve inkâr konularına geçilerek Allah’ın varlık ve
Gönlüne Allah sevgisinden başka hiçbir şey sok-
kudretine inanmak için tabiatın yaratılış ve iş-
mayan kişi.(1)
leyişinin incelenmesi tavsiye edilir. Hz. Peygam-
ber’den, İslâm’a davet hususunda zor kullanma (1) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 69
yerine uyarıcı bir tutum takip etmesi istenir. Sûre,
bütün insanların Allah’ın huzuruna döneceklerini Gavsul-Memduh Türbesi-Siirt
ve bizzat O’nun tarafından hesaba çekilecekle-
(1) Sancar, M. Nureddin. “Evliyalarıyla Tillo.” Siirt,
rini belirten âyetlerle son bulur. Bu âyetler, bazı (1997). s. 32
Şîa gruplarınca kabul edilen ve mahşer halkının
Hz. Ali tarafından hesaba çekileceğini ileri süren
Gavur
görüşle, bir kısım tarikat mensuplarının âhirette
kendi hesaplarının şeyhleri tarafından görüleceği a. Dinsiz kişi, kafir.(2)(3)(4)
vehmini doğuran telakkilerinin yanlış olduğunu b. Müslüman olmayan kimse, özellikle Hıristiyan,
açıkça ispat etmektedir. Avrupalı, Batılı.(2)(4)(3)

102
Vadi-i Hamuşan
c. Osmanlı halk tabakasının dilinde Hıristiyan. Gayb alemi
Aşağılayıcı bir anlamda kullanılmış değilse de, Madde aleminin ötesindeki gözle görülemeyen ve
küçümseyici olduğu muhakkaktır. 1856 ferma- hakkında bilgi sahibi olmadığımız âlem.(1)(2)(3)
nı ile Hıristiyanlara gavur denmesi yasaklan-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mışsa da, son zamanlara kadar halk tabakası
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
bu kelimeyi kullandı.(1)
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

G
d. Zalim ve kötü kimse, merhametsiz, acımasız,(3)
(4) “adalet”in zıttı olan “cevr”den türemiştir.
Gayb erenleri
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Bilinmeyen Veliler, Ricalü’l-Gayb da denilir. Üçler,
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. yediler, kırklar olarak da bilinirler ve her asırda
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. mevcutturlar. Seslerini yükseltmezler ve Haktan
gayrıyı bilmezler.(1) Her asırda Cenab-ı Hakk’ın
âlemi idareye memur ettiği ve insanlardan gizle-
Gavur ölüsü gibi ağır diği sevgili kulları.(2)
Kaldırmada güçlük çekilenler için söylenir.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 209 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Gay Gayb-Bin
a. Cehennemdeki bir yere verilen ad.(1) “Gözle görülmeyen şeyleri gören” Allah.(1)
b. Şaşkınlığın doğurduğu bilgisizlik, azgınlık.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
c. Aklın doğrultusunu, yolun doğrusunu kaybet-
mek, yolunu şaşırmak.(2)
Gayb-Dan
d. Cehennem kuyularından, nehirlerinden veya
Gayb âleminde olan biteni bilen, gayb âleminin
vadilerinden birinin adı.(1)
sırlarını bilen,(3) Cenabı Hak.(1)(2)
(1) DİA;
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Gayb
a. Göz önünde olmama, gizli olma.(3)(2)(4)(5) Gözle Gayb-ı Meknun
görülmeyen, saklı olan şey.(3)(2)(4)(5)(6)
Korunmuş gayb, ancak dünya bağlarından sıyrılıp
b. Madde âlemi dışında olan, manevi âlem, duyu- Allah’tan başka hiç bir şey bilmeme mertebesine
larla kavranamayan, ancak Peygamberler ara- erişen velilere ayan olan ilahi sırlar.(1)(2) Masun
cılığıyla insanlara bildirilen ve yanlızca Allah gayb olarak da adlandırılır.(3)
tarafından bilinen âlem.(1)(3)(7)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
c. Allah’ı görmeye engel olan her şey.(3) (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) DİA; (3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gayb-ı Mutlak
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e. a. Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği gayb, zat
(6) Uludağ, Süleyman. a.g.e. sırrı.(1)
(7) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 6, s. 349 b. Mutlak gaiplik, hüviyetin gaybı olarak da adlan-

103
Vadi-i Hamuşan
dırılan Hakkın yaratılmamış olma cihetinden Gaytarmış Ata Türbesi-Türkmenistan
zatıdır.(2) (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Gayya
Gaybet-Gıybet Cehennemin beşinci tabakasında, içine düşenin
kolay kolay kurtulamayacağı çok korkunç yer, kan
Bir kimsenin arkasından, onun sevmediği bir şeyi
ve irinleriyle dolu kuyu.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7) Düştük-
söylemek, dedikodusunu yapmak demektir. Yüce
ten sonra bir daha kurtulunamayacak yer.(1)(2)
Allah, gıybet etmenin çirkinliğini belirtmek için
onu ölü eti yemeğe benzetmiştir. Gerçekten de ara- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
da benzerlik vardır. Çünkü ölen kişi, etinin yendiği- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nin farkında olmaz. Gıybeti edilen de o anda gıybet (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
edenin söylediklerini bilmez. Ayrıca bu benzetme- (4) Akay, Hasan. a.g.e.
de insanın şeref ve namusunun, eti gibi haram ol- (5) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 269;
duğuna işaret de vardır. Ölü eti insana iğrenç gelir. (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Ölen insan kendi kardeşi olursa onun etini yemek (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
daha iğrenç olur. İşte Yüce Allah, mü’mini gıybet ve
dedikodudan şiddetle kaçındırmak için onun, ölü Gayya kuyusu
eti yemek gibi olduğunu belirtmiştir.(1)
a. Cehennemdeki derin kuyu.(2)
(1) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 6, s. 365
b. İnsanın içine girince kendini kurtaramadığı
karmakarışık yer veya belalı, ümitsiz durum.
Gaybı Baba Türbesi-Bulgaristan (1)(2)(3)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 419
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gaybi Sunullah Türbesi-Kütahya (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33

Gayz
Gaybiyan
“Şiddetli öfke, kin” anlamına gelen gayž kavra-
Gayb âlemine mensup olan kimseler.(1) mı Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis kitaplarında yer
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. almakla birlikte Ebü’l-Bekâ’nın da söylediği gibi
(el-Külliyyât, s. 671) naslarda Allah’a nisbet edil-
Gayb-Şehadet memiştir.
Tasavvufa göre, Allah’ın insan vasıtasıyla baktığı Râgıb el-İsfahânî’nin, gayzın Allah’a izâfe edilmesi
her âlem şehadet âlemidir. Vasıtasız baktığı âlem halinde “intikam” anlamına geleceğini söylemesi
ise gayb âlemidir.(1) ve ardından Şuarâ sûresinin 55. âyetini zikretme-
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e. si (el-Müfredât, “gyž” md.) isabetli değildir. Söz
konusu âyete yer aldığı kompozisyon içinde böyle
bir anlam vermek uygun görünmemektedir.
Gaygusuz Sultan Türbesi-Yunanistan-Yenice
Esasen rivayet ve dirayet tefsirleri de böyle bir an-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1011
layıştan söz etmemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel ile (Müsned, II, 315) Müslim’in
Gayle
(“Âdâb”, 21) rivayet ettikleri, “Kıyamet gününde
İnsanı yatırıp boğazlayarak öldürme.(1) Allah nezdinde en çok buğzedilecek kişi, kendisine
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ‘insanların şahı’ diye isim veren adamdır; gerçekte

104
Vadi-i Hamuşan
ise Allah’tan başka melik yoktur” mealindeki ha- yımladığı eserinden bu yana modern tarih yazıcı-
dise gelince, bu metinde yer alan “agyaz” kelime- lığında önemli bir yer tutmuştur. Wittek’in “gaza
sinin râvi tarafından başka bir kelimenin yerine tezi”, yani Osmanlılar’ın askerî ve siyasî başarıla-
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Buhârî’nin rını cihadla özdeşleştirdiği ve “kutsal savaş” (holy
(“Edeb”, 114) ve diğer bir rivayetinde Müslim’in war) diye çevirdiği gazâ anlayışına hamleden tez,
(“Âdâb”, 20) kaydettikleri lafız “aHnâ” (en zelîl) ve M. Fuad Köprülü’nün gazâ ile başka unsurları
“aHna” (en yakışıksız) kelimeleridir.(1)

G
dengeleyen, demografik faktörleri ve sosyolojik
(1) DİA; [GAZAP - İlyas Üzüm] c. 13; s. 435 yapıları Wittek’ten çok daha ayrıntılı olarak ele
alan fikirlerinin yaygın olarak bilindiği Türki-
ye’nin dışındaki dünya tarihi literatüründe uzun
Gazâ süre büyük bir kabul görmüştür.(…)
Din uğruna, Allah rızası için İslâm dinini korumak İstanbul’un fethinden sonra merkeziyetçiliğin
ve yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı daha gelişkin bir biçimiyle tesisi meyanında teşri-
yapılan savaş. Gazve de aynı anlamdadır.(1)(2)(3) fat ve teşkilât sahalarında gerçekleştirilen yenilik-
Cihat.(4)(5)(7) Özellikle Osmanlılarda din için yapı- ler arasında uç boylarındaki akıncı faaliyetleri de
lan savaşı ifade eder ve bir “fetih ideolojisi” haline daha sıkı bir kontrol altına alınmış, buna bağlı ola-
gelmiştir.(6) rak geçmiş günlerin serbest gazâ ruhunu temsil
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. eden gelenekler ve anlayışlar eski önemini kısmen
(2) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 6, s. 373; yitirmiştir. Meselâ Neşrî, Fâtih Sultan Mehmed’in
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. eski gazi geleneklerinde olduğu gibi nevbet vuru-
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lurken sultanların ayağa kalkması âdetini kaldır-
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. dığını yazar (Cihannümâ, I, 3.2).(…)
(6) DİA; c. 13; s. 429 [GAZÂ - Cemal Kafadar] Bu bağlamda Osmanoğullan’nın ilk dönemlerine
(7) Akay, Hasan. a.g.e. ait rivayetler yazıya geçirilirken bazı kaynaklar,
yer yer gazi zümrelerinin ve onlarla bağlantılı der-
Gazâ Telakkisi vişlerin merkezîleşmeye karşı muhalefetini dile
getirmiştir (meselâ bk. Tevârîh-i Âl-i Osman; Vilâ-
Özellikle Osmanlılar’da din için yapılan savaşı ifa-
yetnâme-i Seyyid Ali Sultan).
de eden ve bir fetih ideolojisi haline gelen terim.
Bu dönemde siyasî iddiaları belirginleşmeye baş-
Eski sözlüklerde dar anlamda “düşmanla savaş-
ma” şeklinde tarif edilen kelime (Tekin, TUBA, layan Safevîler’in, bilhassa Kafkasya’nın müslü-
XIII (1989), s. 140), Osmanlı Beyliği’nin ortaya man olmayan bölgelerine yönelttikleri akın ve
çıktığı XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yüzyıl başların- seferlere gazâ, bunlara katılan savaşçılara da gazi
da Anadolu uç boylarında yaşanan çatışmalarda, dedikleri, bu seferler için Anadolu’dan da gönüllü
Türkmen beylikleri ve derviş toplulukları arasında topladıkları dikkati çeker.
çok defa hem bir motivasyon hem de bir meşrui- Bir cihan devletinin oluşmasıyla birlikte gazâ kav-
yet unsuru olarak kullanılmış; İslâmiyet’i yaymak, ramının gözden düştüğü söylenemez; ancak dü-
müslümanların yönetimindeki toprakları yahut zenli devlet ordusunun faaliyetlerini anlatan eser-
nüfuz alanını genişletmek gibi gayretler uğrunda lerde erken kaynaklara göre merkezî konumunu
akınlara katılmak ve “cengetmek” anlamını ka- yitirmiştir.(…).
zanmıştır. Ortaçağ müslüman toplulukları arasın- Zaman içinde gazi kelimesinin anlamı kısmen
da kullanımı çok daha eskilere giden bu kavramın değişmiş, devletin parçalanması sürecinde Gazi
(…) XIII. yüzyılın sonlarında Anadolu’nun batı ve Osman Paşa ve Gazi Mustafa Kemal örneklerinde
kuzeybatısında kullanılmakta olduğu kesin olarak görüldüğü gibi daha çok vatanı savunan kahra-
tesbit edilebilmektedir. man, ya da İstiklâl Savaşı gazileri örneğindeki gibi
Gaza ruhunun Osmanlı Devleti’nin yükselişinde vatan savunmasına katılanlar anlamında kullanı-
oynadığı rol konusu, Paul Wittek’in 1938’de ya- mı XX. yüzyıla kadar sürmüştür.(1)(2)

105
Vadi-i Hamuşan
(1) DİA; c. 13; s. 429 [GAZÂ - Cemal Kafadar] Bunların on dokuzunda Allah’a, diğerlerinde kula
(2) Kıbrıs ve Kore Gazileri ile Güney Doğu gazileri ve nisbet edilmiştir. Râgıb el-İsfahânî, Allah’a gazap
enson 15 Temmuz gazileri tabirlerinden anlaşı- nisbet edilmesini başkası adına intikam alması,
lacağı üzere, GAZİ kavramı Cumhuriyet Türkiye-
yani kullar arasındaki haksızlıklardan ötürü suçluyu
si’nde de önemini muhafaza etmekte, kimi yasal
cezalandırması şeklinde yorumlamıştır (el-Müfre-
mezuata konu olmaktadır.
dât, “gđb” md.).
Ebü’l-Bekâ ise mutlak olarak gazaba, “gazap edi-
Gazab
lene zarar vermeyi murat etmek” şeklinde mâna
a. Kızgınlık,(3) aşırı hiddet, intikam alma duygusu vermiştir (el-Külliyyât, s. 671). Allah’a izâfe edil-
ile karışık öfke, hışım,(4) öfkelenmek, öç alma diği âyetlerde gazap “lanet etmek, rahmetinden
isteğidir.(1) Hz. Peygamberin “Gazaptan sakı- uzaklaştırmak, azap etmek, yoksulluğa, zillete ve he-
nın, çünkü gazap, Ademoğlunun kalbine kon- lake mâruz bırakmak” gibi anlamlara gelir.
muş bir ateş parçasıdır. Baksanıza kızan ada-
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın gazabı çeşitli azap tür-
mın boyun damarları nasıl şişer ve gözleri nasıl
leriyle birlikte anlatılırken aynı zamanda O’nun
kızarır! İçinde gazap hisseden, hemen yere ya-
kimlere ve niçin gazap ettiğine de temas edilir.
pışsın.” hadisiyle gazabı, düşünceye konmuş bir
Buna göre kasıtlı olarak bir mümini öldüren (en-
ateş parçasına benzettiği rivayet edilmektedir.
Nisâ 4/93), savaştan kaçan (el-Enfâl 8/16) kimse-
b. Allah’ın gazabı, yaratıkları içinde haksızlık ya- ler, Allah hakkında kötü zan besleyen münafık ve
panı cezalandırmayı dilemesidir.(1)(2) müşrikler (el-Fetih 48/6) ve irtidad edenler (en-
(1) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 6, s. 381; Nahl 16/106) ilâhî gazaba mâruz kalmışlardır.
(2) Erdoğan, N. Naim. “Kıyamet Âhiret Ölüm Ve Son- Bunların dışında genellikle yahudiler ilâhî gazaba
rası.” Huzur Yayınevi, (). s. 36; hedef teşkil etmişlerdir. Bunun sebepleri ise ger-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. çeği bildikleri halde kıskançlıkları ve şerir oluşları
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. yüzünden hakka tâbi olmamaları, Hz. Mûsâ vası-
(5) DİA; [GAZAP - İlyas Üzüm] c. 13; s. 435 [GAZAP - tasıyla birçok felâketten kurtarılıp sayısız nimet-
Mustafa Çağrıcı] c. 13; s. 437 lere kavuşturulmaları ve sıkı sıkıya uyarılmalarına
rağmen yine azgınlık göstermeleri, buzağıya ta-
Gazan Han Türbesi-Tebriz pınmaları, kendi mukaddes kitaplarını da onayla-
(1) DİA, Cilt. 13 s. 429 yan son ilâhî vahiy geldiğinde, “Kalplerimiz perde-
lidir” demek suretiyle bile bile inkâr etmeleri gibi
hususlardır (bk. el-Bakara 2/57-61, 88-92; el-A’râf
Gazanfer Ağa Türbesi-İstanbul
7/152; Tâhâ 20/80-90).
(1) DİA, Cilt. 13 s. 432,
Gazap çeşitli hadislerde de Allah’a nisbet edil-
(2) Envanter. a.g.e. No:37
miştir (bk. Wensinck, el-Mucem, “gđb” md.). Hz.
Peygamber, haksız yere birinin malını almak için
Gazanfer Bey Türbesi-Sırbistan yemin eden (Buhârî, “Şürb”, 4) ve Allah’a dua ve
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 694 niyazda bulunmayan (Müsned, II, 443, 477 ; İbn
Mâce, “Duâ”, 1) kimsenin ilâhî gazaba mâruz
kalacağını ifade etmiş, gök gürültüsü ve şimşek
Gazap
karşısında, “Allahım, bizi gazabınla helak etme!”
Allah’a nisbet edilen haberî sıfatlardan biri. (Müsned, II, 100; Tirmizî, “Daavât”, 49) şeklinde
Sözlükte “öfkelenmek, kızmak” anlamında mas- dua etmiş, kendisine Allah’ın gazabından kurtul-
dar ve “öfke, kızgınlık” anlamında isim olarak yer manın nasıl mümkün olduğu sorulduğunda ise,
alan gazab (gadab) kelimesi Kur’ân’da türevleriyle “Öfkelenmeyin” demiştir (Müsned, II, 175). Ayrı-
birlikte yirmi dört âyette geçmektedir (bk. M. F. ca kıyamet gününde insanların şefaatçi arayacakla-
Abdülbâki, el-Mucem, “gđb” md.). rını anlatırken de başvurdukları her peygamberin,

106
Vadi-i Hamuşan
“Allah daha önce bugünkü kadar gazaplanmamış, 14-16) mealindeki kutsî hadis dikkate alındığında
bundan sonra da gazaplanmayacaktır” diyecek- rahmetin Allah’ın zatî niteliklerinden biri olduğu,
lerini bildirmiştir (Buhârî, “Enbiyâ”, 3; Müslim, gazabın ise kulları uyarmak ve mazlumların hak-
“Îmân”, 327; Tirmizî, “Kıyâme”, 10). kını korumak gibi daha çok yaratılmışlara yönelik
Gerek Kur’ân’da gerekse hadislerde Allah’a izâfe bir nitelik taşıdığı anlaşılır.(…)(1)
edilen gazap kavramı akaid mezheplerince farklı (1) DİA; [GAZAP - İlyas Üzüm] c. 13; s. 435

G
biçimlerde yorumlanmıştır.
Mu‘tezile, fiilî sıfatlar statüsünde düşündüğü ga-
Gazap Telakkisi
zap, dostluk, düşmanlık gibi kavramları irade sıfa-
Acı veren kötü bir davranışın kişinin ruhunda
tına bağlamış ve meselâ rızâsını mükâfat vermeyi,
uyandırdığı kızgınlık, intikam duygusu ve ceza-
gazabını da cezalandırmayı irade etmesi şeklinde
landırma isteği anlamında ahlâk terimi.(…)
açıklamıştır (Kâdî Abdülcebbâr, VI/2, s. 6.1).
Âyet ve hadislerde gazap kelimesiyle aynı veya
Selef âlimleri ise bu tür te’villerin söz konusu sı-
fatları inkâr anlamına geleceğini ileri sürmüş, yakın anlamda olmak üzere sahat ve türevlerinin
bunların beşerî mânalara çekilmeden olduğu gibi kullanıldığı da görülür. İki âyette sahat rızânın
zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmesini gerekli görmüş- (rıdvân) karşıtı olarak geçmektedir (Âl-i İmrân
tür (İbn Ebü’l-İz, II, 685). 3/162; Muhammed 47/28). Kādî Abdülcebbâr, sa-
hatın “bir şeyden hoşlanmama, onu kerih görme”
Ehl-i sünnet kelâmcıları da bu sıfatların irade sı-
anlamına geldiğini ve muhabbetin karşıtı olduğu-
fatına bağlanmaması gerektiği noktasında Selefle
nu belirtir (el-Mugnî, Vl/2, s. 60).
aynı görüşü paylaşmış, ancak mânalarının anlaşı-
labilmesi için ulûhiyyetin şanına uygun düşecek Gazaba yakın anlam ifade eden başka bir kelime
şekilde yoruma tâbi tutulmasını tercih etmiştir. de gayždır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “gyž”
Buna göre Allah’ın gazabı isyankârlardan hoşnut md.l. Ancak Kur’an’da, hadislerde ve diğer İslâmî
olmaması, isyanda aşırılığa varan yahut küfre dü- kaynaklarda gazap ve sahat hem Allah’a hem de
şenleri rahmetinden uzaklaştırması ve hak eden- insanlara, gayz ise sadece insanlara nisbet edil-
leri cezalandırması demektir.(…) miş, ayrıca ılımlı bir gazap duygusu fazilet sayılır-
ken gayz daima yerilmiştir.
Kök anlamı bakımından yaratılmıştık özelliği (acz
ve noksan) taşıyan gazap aslında selbî sıfatlar gru- Klasik ahlâk kitaplarında gazap hem ahlâkî hem
buna girer. Ancak naslarda yer aldığı için bundan de psişik bir duygu olarak ele alınmıştır. Bu eser-
istisna edilerek haberî grubu oluşturan sıfatlar lerde gazap genellikle “intikam arzusu yüzünden
arasına alınmış ve fiillerle ilgili olduğundan fiilî kan dolaşımının hızlanması, kanın beyne hücum
sıfatlardan sayılmıştır. Gazap da diğer fiilî sıfat- etmesi” şeklinde fizyolojik etkisi dikkate alınarak
lar gibi Allah’ın zatî bir niteliği olmayıp yaratıl- tanımlanmış (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “
mışların tutumlarıyla ilgilidir. Nitekim Allah’ın gđb” md.; Kindî, 1, 126; Gazzâlî, III, 167) ve ha-
niteliklerinin sayıldığı esmâ-i hüsnâ içinde “gazap dislerde belirtildiği gibi öfke duygusunu ortadan
edici” anlamında bir isim yer almadığı gibi âyet ve kaldırmak yerine öfkeli halde iken yanlışlık yap-
hadislerde de geçmez. Halbuki gazabın karşıt an- maktan sakınmanın gerekliliği üzerinde durul-
lamlılarından sayılan “rahmet”, diğer türevleri bir muştur. Buna göre gazap sırasında kalp atışının
yana “rahman” ve “rahîm” şeklinde birçok âyette, hızlanması ile kanın damarları ve beyni zorlaması
ayrıca esmâ-i hüsnâ içinde yer alarak ulûhiyyetin aklın normal görev yapmasını önler; yanlış ve za-
temel özelliği mahiyetinde zikredilmektedir (bk. rarlı işler yapılmasına yol açar. Bu sebeple, “Gazap
M. F. Abdülbâkî, el-Mucem, “rhm” md). “Rahme- muvakkat bir deliliktir” denilmiştir (Râgıb el-İs-
tim her şeyi kuşatmıştır” (el-A’râf 7/156) mealin- fahânî, eź-Źeria, s. 346; Gazzâlî, in, 166-168).(…)
deki âyetle birçok hadis kitabında ittifakla zikre- İslâm ahlâk ve edep literatürünün en değerli ör-
dilen, “Rahmetim gazabımı aşmıştır” (meselâ bk. neklerinden olan İbn Kuteybe’nin Uyûnü’l-aH-
Buhârî, “Tevhîd”, 15, 22, 28, 55; Müslim, “Tevbe”, bâr’ı (1, 396-406), Ebû Zeyd el-Belhî’nin Meśâli-

107
Vadi-i Hamuşan
hu’l-ebdân ve’l-enfüs’ü (s. 297-300), Mâverdî’nin kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı
Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i (s. 244-252), Râgıb olarak verilmiştir.
el-İsfahânî’nin ez-Zeria ilâ me-kârimi’ş-şerîa’sı Gazi kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde çoğul
(s. 342-346), Gazzâlî’nin îhyaü ulûmi’d-dîn’i (III, olarak yer almakta (Âl-i İmrân 3/156), başka
164-181) gibi eserlerde gazap konusuyla bu duy- bir yerde de ima yoluyla şehidlikle birlikte zik-
guyu dizginlemeyi ve ona hâkim olmayı sağlayan redilerek övülmektedir (et-Tevbe 9/52). Ancak
hilim aynı bölüm içinde, hatta çoğunlukla aynı Kur’ân’da bu anlamda daha çok mücâhid kelimesi
başlık altında incelenmiştir. Gazapla hilim ara-
geçmektedir.
sındaki bu ilişki hilimle ilgili tarifte açıkça görül-
mektedir. Zira hilim, “Nefsi gazabın azgınlaşma- Hadislerde ise gazinin ve çoğulu guzâtın sıkça
sından korumaktır” (Râgıb el-İsfahânî, eź-Źeria, kullanıldığı görülmektedir. Bunların bir kısmında
s. 342; Mâverdī, s. 245, 248). Râgıb el-İsfahânî, “el-gâzî fî sebîlil-lâh” (Buhârî, “Tabîr”, 12; Tirmizî,
gazap duygusu bakımından insanların dört farklı “Zekât”, 18, “Daavât”, 5), bir kısmında yalnızca gazi
karaktere sahip olduğunu söyler. Bazıları çabuk şeklinde yer almaktadır (Müsned, I, 20, 53; Buhârî,
öfkelenir, çabuk yatışır; bazıları nâdiren öfkelenir, “Humus”, 13). Hemen tamamında övülen gazilik
fakat zor teskin edilir; bazıları da çabuk öfkelenir, mefhumunun Allah yolunda savaşan kimseler için
zor yatışır; nihayet nâdiren öfkelenip çabuk yatı- kullanıldığı anlaşılmaktadır (kelimenin geçtiği ha-
şanlar gelir ki en iyi olanlar bunlardır (eź-Źeria, s. disler için bk. Wensinck, el-Mucem, “gāz” md).
345). Aynı tasnif Gazzâlî tarafından da benimsen- Hz. Peygamber’in şehitlik ve gaziliğin faziletleri
miştir (İhyâ, III, 180). İsfahânî ayrıca gazap duy- hakkındaki sözleri gaziliğin değerini arttırmış ve
gusunun mizaçlara, alışkanlıklara (eğitime), yaş “ölürsem şehid kalırsam gazi” düsturunun ortaya
ve cinsiyete göre değiştiğini de belirtir. çıkmasına vesile olmuştur. İslâm fütuhatında bu
İslâm ahlâkçıları ılımlı bir öfke duygusunu “şeca- prensibin birinci derecede rolü vardır.(…)(1)
at” veya “hamiyet” diye adlandırmışlar; insanın (1) DİA, [GAZİ - Abdülkadir Özcan] c. 13; s. 443
onurunu, haklarını ve değerlerini korumak için
hamiyet sahibi olmasının gerekliliğini önemle
Gazi Ahmed Muhtar Paşa Türbesi-İstanbul
vurgulamışlardır (Râgıb el-İsfahânî, eź-Źeria, s.
345; Mâverdî, s. 248-249; Gazzâlî, III, 168-169). (1) Adresler. a.g.e.
(…)(1)
(1) DİA; [GAZAP - Mustafa Çağrıcı] c. 13; s. 437 Gazi Ahmed Türbesi-Muğla
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33,
Gaz-ı Muhlik (2) Akbulut, Osman Nuri, “Evliya Çelebi’ye Göre Gü-
Öldürücü gaz.(1)(2)(3) neybatı Anadolu (Aydın-Denizli-Muğla)” Yük. Lis.
Tz. Muğl Ün. Sos. Bil. Enst. Muğla (2008). s. 152
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Gazi Ahmed-Mehmed Beyler Türbesi-
Eskişehir

Gazi (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 13

Din uğrunda savaşanlar için özellikle Türkler ta-


rafından mücahid karşılığında kullanılan bir sıfat Gazi Ahmet Bey Türbesi-Yunanistan
ve unvan. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 878
Gazi kelimesi (çoğulu guzât, guzzâ, guziy), söz-
lükte “hücum etmek, savaşmak, yağmalamak; din
uğrunda cihad etmek” mânasına gelen gazanın Gazi Ali Baba Türbesi-Bulgaristan
(gazve) ism-i fâili olup savaşta başarı kazanan (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 305

108
Vadi-i Hamuşan
Gazi Ali Kösemihal Türbesi-Edirne Gazi Evrenos Bey Yenice-i Vardar’da cami, imaret
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33
ve medreseden oluşan bir külliye yaptırdığı gibi
oğullarından Ali Bey’in oğlu Şemseddin Ahmed
Bey de aynı kasabada bir külliye.
Gazi Ali Paşa Türbesi-Bosna Hersek
(1) DİA, [GAZVE - Hüseyin Algül] c. 13; s. 489
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 98,

G
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 159 Gazi Fazıl Bey Türbesi-Çanakkale-Kilitbahir
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 28
Gazi Ali Paşa Türbesi-Romanya
(1) Önal, M. Naci. “Romanya Dobrucası’nda Yedi Gazi Gündüz Alp Türbesi-Ankara
Türbe.” Türk Halk Kültürü Araştırmaları (1998):
(1). a.g.e.S. 69,
42-44.
(2) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 10
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 676

Gazi Hamza Bey Ailesi Türbesi-Bursa


Gazi Baba Türbesi-Yunanistan-Selanik,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 34
Kayalar
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1004
Gazi Hamza Bey Türbesi-Bursa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 33
Gazi Bali Bey Türbesi-Romanya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 678
Gazi Hasan Bey Türbesi-Yunanistan-
Yenişehir
Gazi Bayezid Bey Türbesi-Kosova (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1012
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533

Gazi Hasan Türbesi-Malatya


Gazi Evrenesoğlu Türbesi-Yunanistan (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 34
(1) DİA, Cilt. 13 s. 449
Gazi Hüsrev Bey Türbesi-Bosna Hersek
Gazi Evrenos Bey Türbesi-Yunanistan (1) DİA, Cilt. 13 s. 453,
(1) DİA, Cilt. 11 s. 540 (2) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 4,
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 128

Gazi Evrenosoğlu Camii Ve Türbesi


Gazi İbrahim Baba Türbesi-Bosna Hersek
Günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Ye-
nice-i Vardar’da ilk Osmanlı dönemine ait cami ve (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
türbe.
Osmanlı Devleti’nin erken döneminde Rume- Gazi İsmail Baba Türbesi-Bosna Hersek
li’nin fethinde büyük hizmeti olan akıncılardan (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
Evrenos Bey ve oğullarının esas vakıflarının bu-
lunduğu Yenice-i Vardar’daki (Giannitsa) külliye-
leri hakkında yeterli bilgi yoktur. Gurbette kalan Gazi Kara Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
birçok benzeri gibi yok edilmeye mahkûm olan bu (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 129,
tarihî eserlere dair elde edilebilen bilgilere göre, (2) Envanter. a.g.e. No:10

109
Vadi-i Hamuşan
Gazi Mehmet Paşa Türbesi-Kosova-Prizren hiç değilse dışının XIX. yüzyılda değişiklik ve yeni-
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 318,
leme gördüğünü belli etmektedir. İçeriyi dikdört-
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 495
gen biçimli, etrafları taş söveli pencereler aydın-
latır. Türbede biri büyük, diğeri normal ölçülerde
iki sanduka vardı. Bugün türbenin ne durumda
Gazi Mehmet Türbesi-Yunanistan olduğu bilinmemektedir.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 793 Gazi Mestan Türbesi’nin bulunduğu yer buradaki
müslümanlar tarafından kutsal tanınmış, çevre-
den ve yoldan görülebilen türbenin etrafı kalabalık
Gazi Mestan Türbesi-Kosova
bir kabristan durumuna girmiştir. Mezarlıkta kaba
(1) DİA, Cilt. 13 s. 459, işlenmiş, biçim ve kavuk şekilleri bilinenlerden ol-
(2) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 308, dukça farklı çok sayıda mezar taşı mevcuttu. Tür-
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 451-453 benin yanında bir de tekke olduğu söylenmekteyse
de 1961’deki ziyarette bir izine rastlanmamıştır.
Gazi Mestan Türbesi Kabristandaki mezar taşlarında yalnız ölünün adı,
tarih ve Fatiha ibaresinin bulunuşu da dikkat çe-
Yugoslavya’da Kosova civarında bir meşhed-türbe.
kici bir farklılıktır. Taşların en eskisi 1223 (1808),
Priştine’den Mitroviça’ya giden yol üzerinde, Ko- en yenisi 1342 (1923-24) tarihlidir.(1)
sova sahrasına hâkim bir tepe üstünde olup hangi
(1) DİA, [GAZİ MESTAN TÜRBESİ - Semavi Eyice] c.
tarihte ve kimin için yaptırıldığı hakkında kesin
13, s. 459
bilgi yoktur. Rumeli fetihlerine katılan ve belki de
bunlardan birinde şehid düşen bir akıncı için inşa
edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Gazi Mihaloğlu Gazi Hızır Bey Türbesi-
Bulgaristan
Rumeli’nin pek çok yerinde genellikle tepelerde,
böyle tarihî kişiliği açık surette bilinmeyen kahra- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 311
manlar için türbeler yapıldığı dikkati çekmektedir.
Yerli halkın Bayraktar Türbesi olarak adlandırdığı Gazi Mihaloğlu Mehmet Bey Türbesi-Bulga-
türbe hakkında Evliya Çelebi de açık bilgi vermez. ristan
Sadece Hüdâvendigâr Meşhedi etrafında 10.000
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 311
kadar şehidin yattığını bildirdikten sonra bunlar-
dan Alemdar Baba, Şehid Şeyh İlyas Dede, Timur-
paşazâde Yasavul’un adlarını verir (Seyahatnâme, Gazi Murat Bey Türbesi-Bosna Hersek
V, 551). (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 159
Bayraktar Türbesi en yakın ihtimalle bunlardan
Alemdar Baba ile aynı olmalıdır. Fetihlere katılmış
Gazi Mustafa Türbesi-Yunanistan
gazi erenlerin kabirleri genellikle açık türbeler ha-
lindedir. Buradaki kapalı türbenin yerinde aslında (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 793
açık bir türbe varken daha geç bir dönemde şimdi
görülen kapalı türbenin inşa edildiği tahmin edil- Gazi Osman Paşa Türbesi-İstanbul
mektedir.
(1) DİA, Cilt. 13 s. 464,
Gazi Mestan Türbesi, 3,50 m. kadar yüksekliği (2) Envanter. a.g.e. No:88,
olan sekizgen biçiminde bir yapıdır. Dışı sıvalı ve (3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 378
badanalı idi. Bunun üstünde on iki köşeli bir kas-
nak vardır. 1961’de görüldüğünde üstünü kurşun
kaplı bir kubbe örtüyordu. Bu kasnağın köşelerin- Gazi Silahdar Ağa Türbesi-Yunanistan-Modon
deki paye şeklinde az taşkın çıkıntılar, türbenin (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1001

110
Vadi-i Hamuşan
Gazi Süleyman Paşa Türbesi-Gaziantep sayıya, Hayber Gazvesi’nden dönülürken Vâdil-
(1) DİA, Cilt. 13 s. 466
kurâ’da meydana gelen çarpışmalar da dahildir.
Bu çarpışmaları gazve olarak kabul etmeyenlere
göre ise sayı yirmi altıdır.
Gazi Şadi Bey Türbesi-Bulgaristan
İbn Sa’d Hz. Peygamber’in gazvelerini şöyle sıra-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 382
lar (et-Tabaķât, II, 5-165): Ebvâ (2/ 623), Buvât

G
(2/623), Bedrü’l-ûlâ-Sefevân (2/623), Zül’uşeyre
Gazi Tatarhan Türbesi-Kosova (2/623), Bedir (2/ 624), Benî Kaynukā’ (2/624),
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 445 Seviķ (2/ 624), Karkaratülküdr (3/624, 2. yılda
meydana geldiğini söyleyenler de vardır), Gatafân
(3/624), Benî Süleym (3/625), Uhud (3/625),
Gazi Timurtaş Türbesi-Bursa
Hamrâülesed (3/625), Benî Na-dîr (4/626), Bed-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 34 rülmev’id (4/626), Zâtürrikā’ (5/626), Dûmetül-
cendel (5/626), Müreysî’ (Benî Mustalik) (5/627,
Gazi Yunus Türbesi-İstanbul 6. yılda meydana geldiğini söyleyenler de vardır),
(1) Adresler. a.g.e. Hendek (Ahzâb) (5/627, 4. yılda meydana geldiğini
söyleyenler de vardır), Benî Kurayza (5/627, 4. yıl-
da meydana geldiğini söyleyenler de vardır), Benî
Gazve Lihyân (6/627), Gâbe (6/627), Hudeybiye (6/628),
Hz. Peygamber’in bizzat sevk ve idare ettiği savaş- Hayber (7/628), Mekke’nin fethi (8/6301, Huneyn
lar hakkında kullanılan terim. (Hevâzin, 8/630), Tâif (8/630), Tebük (9/630).
Arapça’da gazv masdarı “istemek, arzu etmek, Gerek strateji ve harp taktikleri, gerekse dinî ve
kastetmek, niyetlenmek” gibi mânaların yanı sıra siyasî sonuçları bakımından büyük önem taşıyan
“düşmanla savaşmak” anlamında da kullanılır. Hz. Peygamber’in gazvelerinin amacı küfür ve
Bu kökten türemiş bir isim olan gazve ise (çoğulu bâtılın zulmünü ortadan kaldırmak, İslâmiyet’in
gazavât) “akın, saldırı, din uğruna yapılan savaş” yayılmasına engel teşkil eden unsurların tahakkü-
anlamına gelir. müne son vermek, yeryüzünde Hakk’ı yüceltmek,
Hadis ve siyer âlimlerinin kabul ettiklerine göre as- fitne ateşini söndürmek, insanları maddî ve ma-
ker sayısı az veya çok olsun, savaş için yahut başka nevî baskılardan kurtarmak ve İslâmî gerçekleri
bir maksatla hareket edilsin, çarpışma vuku bulsun onlara duyurmaktır. “Kendileriyle savaşılanlara
veya bulmasın Hz. Peygamber’in bütün seferlerine zulme uğradıkları için harbe müsaade edilmiştir”
gazve, bir sahâbînin kumandası altında gönderdiği (el-Hac 22/ 39); “Sizinle savaşanlarla siz de Allah
askerî birliklere de seriyye denilir. Bazı ilk dönem yolunda savaşın” (el-Bakara 2/190); “Herhangi bir
İslâm tarihçileri Resûl-i Ekrem’in bizzat katılma- fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın olunca-
dığı seferlere de gazve adını vermişlerdir. Meselâ ya kadar onlarla çarpışın” (el-Bakara 2/193) me-
es-Sîretü’n-nebeviyye adlı eseriyle meşhur olan İbn alindeki âyetlerden bu hususlar anlaşılmaktadır.
Hişâm, Hz. Peygamber’in katılmadığı Mûte seferi- Resûl-i Ekrem müslümanlara düşmanla gereksiz
ne muhtemelen kelimenin sözlük anlamından ha- yere vuruşmayı değil, şartlar oluşup da savaş ka-
reketle gazve demiştir (IV, 15-30). Taberî de keli- çınılmaz hale gelince sabredip direnmelerini tav-
meyi Resûl-i Ekrem’den sonra yapılan bazı savaşlar siye etmiştir (Buhârî, “Cihâd”, 112, 156; Müslim,
için yine sözlük mânasında kullanmıştır. Meselâ “Cihâd”, 19, 20).(…)
31 (651-52) yılındaki Zâtü’s-savârî Savaşı’na Gaz- Hz. Peygamber, gazvelerin hedefini “Allah’ın adı-
vetü’s-savârî adını vermiştir (Târîh, IV, 288). nı yüceltmek için cihad” olarak belirledi ve bu
Vâkıdî ve İbn Sa’d’a göre Hz. Peygamber’in emir düşünceyi Hayber Gazvesi’ne kadar peyderpey
ve kumandasında yirmi yedi gazve gerçekleşti- yerleştirdi. Bu savaşa çıkarken ashabına ganimet
rilmiştir (el-Megāzî, I, 7; et-Tabaķât, II, 5-6). Bu için değil Allah için savaşacak olanların ordusuna

111
Vadi-i Hamuşan
katılabileceğini söyledi. Düşmanların çocuk ve özdeşleştirilen Kudüs’ün güneyinde yer alan la-
kadınlarının, savaşa katılmayan yaşlı, hasta ve netli bir vadiye verilen addır. Ge Hinnom görül-
din adamlarının öldürülmesini, hayvanların ve düğü gibi önceleri bu dünyadaki cezalandırma ve
mahsullerin yağmalanmasını, ağaçların kesilme- ilahlara kurban mahalleri olduğu, daha sonraki
sini, öldürülen düşman askerlerinin organlarının Rabbani literatürde “cehennem” (Ge Hinnom)
kesilmesini yasakladı. Esirlere temiz elbiseler giy- için kullanılan kelimenin bu isimlerden çıkarıldığı
dirilmesi, karınlarının doyurulup istirahatlerinin bildirilmektedir.(1)
sağlanması prensiplerini getirdi. Anlaşmalara
(1) Akbaş, Muhsin, a.g.e, s. 41;
sadakat esasını koydu. Mûte Savaşı’nda oldu-
(2) DİA, C. 7, s. 225
ğu gibi İslâm devleti temsilcisinin milletlerarası
haklardan mahrum kılınarak haksız yere öldürül-
mesini ve Mekke’nin fethinden önce olduğu gibi Gebe Sakızlık Türbesi-Ankara
barış şartlarının ihlâlini ve ihlâlde ısrar edilmesi-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 162
ni savaş sebebi telakki etti. Kendisi başkalarının
haklarına nasıl saygı gösteriyorsa onların da müs-
lümanlara saygı göstermelerini istedi. Resûl-i Ek- Gebedek
rem’in emriyle gerçekleştirilen gazve ve seriyyeler a. Yetim, öksüz.(1)
dünya harp tarihinin bilinen en az kan dökülen
b. Ana rahminde iken babası ölen.(1)
savaşlandır (Hamîdullah, s. 20-21; Ebü’l-Hasan
Ali en-Nedvî, s. 347-348). (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Hz. Peygamber’den sonra genel olarak kâfirlere
karşı yapılan seferlere ve bu maksatla gerçekleş- Gebercik
tirilen askerî faaliyetlere gaza, İslâm’ın ışığından
Ölü.(1)
mahrum kalmış ülkelere iman nurunu götürmek
gayesiyle kâfirlerle savaşanlara da gazi denilmiş- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tir. İ’lâ-yi kelimetullah için gazâ edenler, “De ki:
Bize iki iyilikten -gazilik ve şehitlikten- başka bir
Geberik
şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?” (et-Tevbe
9/52) âyetini, “Ölürsem şehid, kalırsam gazi” Ölü, ölmüş.(1)(2)(3)
şeklinde algılamışlardır. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hulefâ-yi Râşidîn döneminde bilhassa İran ve (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bizans’la yapılan savaşlarda mücahidleri teşvik (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
için Hz. Peygamber’in gazvelerini anlatma gele-
neği başlamış, giderek kurumlaşan bu gelenek
Gebermek
Abbasîler ve diğer müslüman devletlerde de de-
vam etmiştir. Zamanla sadece Hz. Peygamber’in Ölmek,(1) yatıp ölmek, şişmek,(2)(3) yok olmak, te-
gazvelerini konu edinen eserler kaleme alınmış ve lef olmak, mahvolmak.(4)
bunlara “megâzî” adı verilmiştir.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) DİA, [GAZVE - Hüseyin Algül] c. 13; s. 489 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Gazzali Türbesi-İran
(1) DİA, Cilt. 13 s. 489
Gebertilmek
Ge Hinnom Öldürülmek.(1)(2)
Cehennem sözcüğü İbranice de Ge-Hinnom ola- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rak adlandırılır.(2) Sürekli yanan ateş ve ölüm ile (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

112
Vadi-i Hamuşan
Gebertmek Geçmiş
Öldürmek.(1)(2) a. Bir kişinin ölmüş yakınları, ataları, dedeleri.(1)
(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Belli bir zaman önce yaşanmış anılar, arkada
kalan hayat.(1)(3)
Gebr c. Yaşanıp bitmiş, bugüne göre geride kalmış za-

G
a. Mecnun. Kadim zamanlarda Zerdüştleri ifade man, mazi.(2)(3)
etmek için kullanılan bu kelime zamanla tasav- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
vuf edebiyatına girmiş ve heyecanla kendinden (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
geçen ve ateşin etrafında dönen pervane gibi (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ilahi aşk ateşinin etrafında tavafta bulunan ve
sonunda yanan aşıklar için kullanılmaya baş-
Geçmişler
lanmıştır. Mutlak yanma mertebesine de ıtlak
olunur.(1) Ölmüş olanlar.(1)

b. Ateşperest, mecusî.(2)(3) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

c. Tek rengi olan arif, tek renk veya renksizlik


vahdeti ifade eder. Çünkü arifin belli bir rengi Gedik Ahmet Paşa Kızı Türbesi-Arnavutluk
yoktur.(2)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 41
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Gedik Ahmet Paşa Türbesi-Yunanistan-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Dimetoka
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989
Geçinmek
a. Ömür sürmek, yaşamak;(1)
Gedik Baba Türbesi-Bulgaristan
b. Yaşamak için gerekli şeyleri sağlayıp hayatını
sürdürmek, taayyüş etmek.(2) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 285

c. Ölmek.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Geenna
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Cehennem terimi Grekçe de geenna olarak kulla-
nılır.(1)

Geçirinmek (1) DİA, C. 7, s.225;


(2) Hıtchcock, Mark. a.g.e. s. 307
a. Ölmek.(1)
b. Uyumak.(1)
Gehenna
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Cehennem terimi Latince de gehenna olarak kul-
lanılır.(1) Yeni Ahit’te cehennem kelimesi gehenna
Geçken Türbesi-Suriye olarak zikredilmiştir.(2)
(1) DİA, Cilt. 38 s. 322 (1) DİA, C. 7, s.225;
(2) Hıtchcock, Mark. a.g.e. s. 307
Geçkin
Cin, peri.(1) Gehver Sultan Türbesi-Yunanistan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 833

113
Vadi-i Hamuşan
Gelberi Sultan Türbesi-Bulgaristan Genius
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 398 Mitolojide, Türkçe “cin” sözcüğünün kaynağında
bulunan Latince «genius» kavramı kişinin içinde
Gelebik doğup gelişen tinsel varlıktır. Doğum günü, ge-
nius’un bayramıdır. Ama yalnız insanın değil, bir
Müslüman olmayan kişilerin ölüsü.(1)
yerin, bir topluluğun da genius’u olabilir. Örneğin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. zifaf yatağının da genius’u vardır, görevi gerdeğe
giren çiftin üretme gücünü artırmaktır. İnsandaki
Gelenbevi Türbesi-Yunanistan genius onu canlı, neşeli ve iyimser tutan güçtür.
Zamanla genius insanda ölmeyen, ölümden sonra
(1) DİA, Cilt. 13 s. 552
var kalan tinsel varlık sayıldı.(1)
(1) Erhat, Azra. a.g.e.
Gelenek
a. Kuşaktan kuşağa aktarım yoluyla öğrenilen ve
bilinen şeyler.(1) Geometrik ağlar

b. Asırlar boyunca nesilden nesile geçerek gelen, Ahlat mezar taşları, üzerinde sergiledikleri geo-
ve bir topluluğun fertleri arasında sağlam bir metrik ağlar, Türk mezar taşı süsleme geleneğinin
bağ, ortak bir ruh meydana getiren her türlü en güzel örneklerini yansıtmaktadır.(1)
âdet, alışkanlık, davranış biçimi ve kültürel de- (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 18
ğerler, örf, anane.(2)(1)(3)
c. Katolik kilisesinde doktrin kaynaklarından bi- Geometrik bordürler
risi.(1)
Ahlat mezar taşları, üzerinde sergiledikleri geo-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. metrik bordürler, Türk mezar taşı süsleme gele-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. neğinin en güzel örneklerini yansıtmaktadır.(1)
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 18

Gelin başı salavatlama


Geometrik süsleme
Çeyizden sonraki gün yenge, kız evine gelir. Ak-
Dairenin poligonlara, üçgenlere ve başka geomet-
şam kına eğlentisi düzenlenir. Kınada davetliler
rik şekillere bölünerek iç içe girmesinden birbirini
eğlenir, sonra da kına yakılır. Eğlence bittikten
tamamlayacak şekilde düzenlenmesiyle meydana
sonra gelinin başı salavatlanır ve başında “kel-
gelmektedir. Kırık ve düz çizgiler, yıldız, çokgen ve
le şekeri” kırılır. Şekerin bir kısmı ayrılır, düğün
öteki formların birleşmesiyle çok çeşitli kompozis-
günü gelinle damat eve gittiğinde şerbet yapılıp
yonlar oluşabilmektedir. (Mülayim, 1982, 73)(1)
içilir. Eskiden kaynana, gelinin sözünü tutması
için şerbete tükürürmüş.(1) Nokta, çizgi ve yaylardan meydana gelen kavram-
lar topluluğuna dayanan geometrik süsleme belirli
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 8
eksenlerde, belirli ilkelerin uygulanması ile düzen-
lenmiştir. Türklerde eskiden beri süregelen bu süs-
Gencali Sultan Türbesi-Bursa-İnegöl leme unsurunu; çok kollu çarkıfelek motifleri, ge-
(1) Yakut, Yakup. “Xıx. Yüzyıl Sonlarında İnegöl.” ometrik geçmeli madalyonlar, üçgenlerden oluşan
Yük. Lis. Tz. Süleyman Demirel Ün. Sos. Bil. Enst. geçmeli madalyonlar, mühr-ü Süleyman, baklava
Isparta (2006). s. 29 dilimleri, içi boş madalyonlar, ışınsal sistemde tas-
vir edilmiş güneş motifleri vb. oluşturmaktadır.(2)
Genç Türbe-Kosova-Priştine (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e., s. 13.
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385 (2) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 31

114
Vadi-i Hamuşan
Gerçek Er Türbesi-Arnavutluk çeşitli sebeplerden dolayı ilişki kurma çabalarıyla
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 107
açıklanabilir. Özellikle dinî temelli inanışlarda
geyik kutsal bir varlık olarak kabul edilmiştir. Bu
noktadan hareketle, geyik sembollü mezar taşları-
Gerdanlık ve küpeler
nın sahiplerinin dinî özellikleriyle öne çıkmış şa-
Gelinlik çağına gelmeden ölen kızların mezar taş- hıslar olduğunu düşünmek de yanlış olmayacak-
larında kitabenin üzerinde gelinin boynunu ve

G
tır. Bu geyik sembolleri bir bakıma bereketinde
hotozunu andıran kabartma ve işlemeler görülür. sembolüdür (Tanyu 2007). (1)
Taşın boyun kısmına çeyiz sembolü olan “gerdan-
(1) Yılmaz, Orhan. “Tokat, Zile, Acısu Köyü Mezarlı-
lık ve küpeler” işlenir.(1)
ğında, Anşabacılı Sıraçları (Beydili Alevi Türkme-
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 32 ni)’na Ait Mezar Taşları.”

Gerğad ağacı Geyikli Baba Türbesi-Bursa


Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Müs- (1) DİA, Cilt. 14 s. 47,
lümanlarla Yahudiler arasında şiddetli savaş ol- (2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 139
madıkça kıyamet kopmaz. O muharebede Müs-
lümanlar Yahudileri tamamen öldürüp imha
Geyikli Sultan Türbesi-Kastamonu
ederler. Hatta bir Yahudi kurtulmak için taş veya
ağacın arkasına saklanır, hemen taş veya ağaç: “Ey (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Arkamda saklanan şu
kimse Yahudi’dir, gel onu öldür” der. Gerğad ağacı Geyikli Türbe-Bulgaristan
müstesna. Çünkü o Yahudi ağacı nevindendir.(1)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 420
(1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 24
Gezer
Gergek bulmak Cin, peri, ölü ruhu gibi hayali şeyler.(1)
Ölmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gıfır
Gevher Lala Türbesi-Mısır Ölüm.(1)
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 306
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Gevher Nesibe Sultan Türbesi-Kayseri Gıfırdamak


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 35 Birdenbire ölmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gevher Sultan Türbesi-Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 620
Gılman
Cennet ehlinin hizmetiyle görevlendirilen gençler
Gevher Şad Türbesi-İran
anlamında bir Kur’an terimi.
(1) DİA, Cilt. 14 s. 42
Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmet-
çi” anlamındaki gulâm kelimesinin çoğulu olan
Geyik Sembolü gılmân, Kur’an literatüründe “cennet ehlinin em-
Mezar taşlarına hayvan sembollerinin işlenmesi- rine verilen ve hiçbir zaman yaşlanmayan gençler”
ni insanların hayvanlarla daha önce değindiğimiz mânasına gelir.

115
Vadi-i Hamuşan
Kur’an’da sadece bir yerde geçen (et-Tûr 52/24) yaratılışa sahip olduklarına işaret edilmiş, ayrıca
gılman hakkında verilen bilgiler oldukça sınırlıdır. gılman ve vildanın orada içki sunma görevinden
Yukarıdaki âyette gılman, “kabuğunda saklanmış söz edilerek onların hizmetçi statüsünde bulun-
inciler gibi taze ve berrak” şeklinde tasvir edil- dukları da bir bakıma ifade edilmiştir.
mekte ve müminlerin iman etmiş zürriyetleriyle Cennet ehlinin iman etmiş zürriyetlerinin esasen
birlikte cennette mutlu bir hayat sürerken gılma- cennete girmeyi haketmiş kimseler olması (et-Tûr
nın da etraflarında dolaşacağı bildirilmektedir. 52/24) ve yaşlarının da otuz civarında bulunması
Gılman çeşitli hadislerde sözlük anlamında kul- bu görüşü ayrıca desteklemektedir.(1)
lanılmıştır.(…) (Taberî, XXV, 57; Süyûtî, s. 568).
(1) DİA; [GILMAN - Yusuf Şevki Yavuz] c. 14; s. 50
Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette geçen vildânın da
(el-Vâkıa 56/17; el-İnsân 76/19) gılmanla aynı
mânada kullanıldığı anlaşılmaktadır. Velîd (ço- Gıran
cuk) kelimesinin çoğulu olan vildan, her iki âyette Öldürücü salgın hastalık.(1)
de “ebedî” anlamındaki “muhalled” sıfatıyla nite-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lendirilmiş olup bu sıfat gençlerin fizyolojik deği-
şikliğe uğrayıp yaşlanmaktan korunduğunu ifade
etmektedir. Gıran girmek
Gılman hakkında müfessirlerce ileri sürülen gö- a. Ölmek.(1)
rüşleri üç noktada toplamak mümkündür.
b. Yok olmak.(1)
1. Gılman müminlerin kendilerinden önce ölen
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
çocuklarıdır. Ergenlik çağına gelmedikleri için
mükellef olmayan, sâlih amel işlemedikleri için
de cennet nimetlerine hak kazanamayan bu Gıyabi cenaze namazı
çocuklar mümin olan ebeveynlerinin yanında Kayıp bir ölü üzerine kılınan cenaze namazı.(1)
onlara hizmet etmekle görevlendirilecektir.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
2. Kâfirlerin ölen çocukları olup mükellef bulun-
madıklarından cehenneme atılmayacak, cennet
ehlinin hizmetçileri statüsünde tutulacaktır. Gıyaseddin Tuğluk Türbesi-Hindistan
3. Müminler için cennette yaratılan hizmetçiler- (1) DİA, Cilt. 14 s. 61,
dir ve çocukken ölenlerle ilgisi yoktur. Aslında (2) DİA, Cilt. 41, s. 335
hizmetçilik ayrı bir statü olup çocuklar buna
dahil değildir. Hz. Peygamber, küçük veya bü-
Gidergelmez
yük yaşta ölenler dahil bütün cennet ehlinin
otuz yaş civarında olacağını bildirmiştir (Müs- Ölü, ölüm.(1)
ned, II, 295, 343; Tirmizî, “Cennet”, 12). Hal- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
buki gılman, bıyığı yeni terleyen ve on beş yaşı-
nı geçmeyen çocuklar veya gençlerdir. Nitekim
başka âyetlerde de cennet ehlinin hizmetçile- Gidici
rinden “vildan” (çocuklar) olarak söz edilmiştir Ölmek üzere bulunan hasta.(1)(2)(3)
(el-Vâkıa 56/17; el-İnsân 76/19). (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Gılman konusundaki üçüncü yorum daha isabet- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
li görünmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
gençler, her türlü aşınma ve kirlenmeden koru-
mak amacıyla kabuğunda saklanırken buradan
çıkarılıp cennet ehlinin etrafına saçılmış incilere Gijgij Baba Türbesi-Tokat
benzetilmek suretiyle onların hûriler gibi özel bir (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 312

116
Vadi-i Hamuşan
Giray, İsmail Gizlice Evliya (Yer Sarsan Hüseyin Bey)
Milli Ktp./Tanif No: 1976 AD 1296 Türbesi-İstanbul
İstanbul’da Sahabe Kabirleri, Bedir Yayınevi, 1975, (1) Adresler. a.g.e.
İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Gizlice Evliya Türbesi-İstanbul-Üsküdar
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 553

G
Girift rumi motifi
Ahlat mezar taşları, üzerinde sergiledikleri girift Glasnevin Mezarlığı – Dublin
rumi, Türk mezar taşı süsleme geleneğinin en gü-
İrlanda’nın önemli tarihi isimlerinden birkaçına
zel örneklerini yansıtmaktadır.(1)
ev sahipliği yapan bu mezarlık özellikle son yıllar-
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 18 da ceset hırsızlarının uğrak yeri olmuş. Bu sebeple
gözetleme kuleleri ve devriye gezen köpekli polis-
Girit Adası Ermeni Mezarlığı lerle korunmaya başlayan mezarlıkta cesetlerin
Heraklion, Girit toprağın yüzeyine çıkmasına engel olunamamış
ve bunun nasıl meydana geldiği hâlâ çözülememiş.
Avrupa’nın en eski Ermeni kilisesi olan Girit Ada-
sı’ndaki Iraklion şehri’nde bulunan Surp Hovhan- (1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
nes Garabed Kilisesi’nin avlusunda 30’a yakın nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu-
cu-25-mezarlik-733955
mermerden mezar taşları bulunmaktadır. Bunlar
17. yüzyılda Girit’e göç eden Ermeni ailelere aittir.
Şehir surları dışında ise yaklaşık 4000 m2 geniş- Go’rkov
liğinde Girit Ermeni mezarlığı bulunmaktadır. (1) Özbekistan Türklerinde mezarcıya denilen isim.(1)
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/ (1) Eren, Metin. a.g.e.
girit-adasi-ermeni-mezarligi-mezarliklar/

Goses
Girland
İbrani dilinde ölmekte olan kişi için goses kelime-
Antik mimarlıkta görülen, yapraklar, çiçekler ya si kullanılır.(1)
da meyvelerden, uzunca bir hevenk şeklinde, düz
(1) DİA, C. 7, s. 354
resim ya da kabartma. (1)
(1) https://www.seslisozluk.net/girland-nedir-ne-de-
mek/
Gota
İçki içmeye devam ederek ölen kimseye Cenab-ı
Gislîn Allah, Gota ırmağından içirir. Gota ırmağı, fahi-
şelerin tenasül organlarından akan bir ırmaktır.
a. Cehennem halkına sunulan, boğaz tırmalayıcı,
Onların tenasül organlarının kokusu cehennem-
yutulması son derece güç olan zakkum ağacının
liklere ezâ verir.(1)
meyvesidir. Cehennemdeki suçluların, meyve-
sinden yiyecekleri ağaçtır.(1) (1) İbn Kesir. a.g.e., s. 352

b. Cehennem ehlinin kanla karışık akan irinleri.(2)


Göbek kesme
(1) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 23, s. 43;
Aladağ’da yeni doğan çocuklarda göbek kesme ile
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 346
ilgili yapılan tüm işlemlerle doğan çocuğun gele-
ceğinin etkileneceğine inanılmakta, bu amaçla
Gizli Evliya Şehid Mehmed Efendi Türbesi- benzetme ve taklit yoluyla çocuğun gelecekte iyi
İstanbul okuması, inançlı biri olması, iyi bir mesleğinin ol-
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 129 ması, evine bağlı biri olması beklenmekte ve onun

117
Vadi-i Hamuşan
bir parçası kabul edilen göbek, gelişigüzel herhan- Göğe Atılmak
gi bir yere atılmamakta, büyüsel nitelikli işlemler Göğe atılmak, öldükten sonra Atalara kavuşmak
uygulanmaktadır.(1) kavramını içerir. Bu durumda, adıyla çağrılan
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 6 Tanrı’yı yüceltme amacıyla göğe adanan bu adak-
lardan nihai maksat, gökteki “ata”lara yükselme
Göbekli Tepe ve onlara katılma isteğidir.(1)
Şanlıurfa da Göbekli Tepe adıyla bilinen ve M.Ö (1) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s. 85.
11000-13000 yıllarında dünyanın en eski göksel
defin alanlarından birisidir.(1)
Göğsüne Konmak
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s. 76.
Ölüm meleğinin işlemini yapması «göğsüne kon-
mak» olarak bilinir.(1)
Göbelekzadeler Türbesi-Kastamonu
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 11.
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2

Göçmek Gök Ekin

Ölmek, vefat etmek, öbür dünyaya gitmek, irtihal Yunus Emre divanında yer alan bir manzume var-
etmek.(1)(2)(3)(4) Bektaşiler için ölüm, “göçmek” bir dır ki; şair burada, son derece gerçekçi, ama bir o
diyardan başka bir diyara taşınmaktır.(5) kadar da pastoral bir üslup ile genç ölümlerine ba-
kışını sergilemektedir. Şaire göre insan ekin eken
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“ekinciye”, çocuklar ve gençler de tohuma ve sa-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rarmamış “gök ekin”e benzemekte; genç ölümleri
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ise bu gök ekinin biçilmesine benzemektedir.(1)
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(5) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s. 66. (1) Açıkgöz, Namık, Yunus Emre’de Ölüm, Genç
Ölümleri veya Gök Ekini Biçmek, Diyanet Dergisi
Yunus Emre Özel Sayı, C. 27, s. 1, s. 124
Göçtü
Anadolu’da ruhun ölmezliğine inanıldığı için Gök Veli Sultan Şeyh Recep(Ayak Dedesi)
ölüm kelimesi yerine “göçtü” terimi kullanılır.(1) Türbesi-Isparta
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 12
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 80,
(2) Gül, Hüseyin-Songül Boybeyi. a.g.e. s. 216
Göçünmek
Göçmek, ölmek.(1)(2) Gökbay Türbesi-Suriye
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) DİA, Cilt. 38 s. 322
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Gökmedrese Camii Türbesi-Amasya
(1) Önkal, Hakkı.1 a.g.e. s. 191,
Göçüp Gitmek
(2) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 5
Yok olmak, ölmek.(1)(2)
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Gökmedrese Camii ve Türbesi
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Amasya’da XIII. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen
Selçuklu camii.
Göğde
Giriş bölümünün medrese olarak kullanılmasın-
Ölü beden.(1) dan ve bitişiğinde yer alan türbenin mor fîrûze
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. rengi çini ve sırlı tuğlalarla süslenmiş olmasından

118
Vadi-i Hamuşan
dolayı bu adla anılan yapıya bânisine izâfeten To- yerde, bir kuşak halinde fîrûze rengi sırlı tuğla ör-
rumtay Camii de denilmektedir. Camiyi yaptıran gülü kûfî bir yazı frizi görülür. Sekizgen kasnağın
kişinin, II. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında her yüzündeki sivri kemerlerin içleri ve kemerler-
Amasya valiliğine getirilen ve halen binadan bir le dikdörtgen çerçeve arasında kalan köşe boşluk-
sokakla ayrılmış bulunan kendi yaptırdığı 677 ları mor ve fîrûze renkli sırlı tuğlalardan yapılmış
(1278-79) tarihli türbede yatan Seyfeddin To- çeşitli geometrik geçme motifleriyle süslenmiş,
rumtay olduğu bilinmekte, ancak yerinden sökü-

G
aralarda kalan boşluklara da yine fîrûze ve mor
len kitâbesi bulunamadığı için caminin inşa tarihi çinilerden rozet ve yıldızlar yerleştirilmiştir.
kesin olarak tesbit edilememektedir.(…) Türbeye girildiğinde, cenaze mahzeninin üstünde
Vakfiyesinde Gökmedrese adıyla zikredilen ve yer alan ve içten bir kubbe ile örtülü olan ziyaret
devrinde hem medrese, hem cami olarak kullanı- yerinde, üzerleri altıgen ve üçgen çini levhalarla
lan bu yapı, kuzeydoğudan bitişen türbeyle birlik- kaplı ikisi küçük yedi sanduka görülür. Türbenin
te kompleks bir ünite teşkil etmekte ve özellikle camiye açıldığı kemerin içi fîrûze ve mor tuğlalar-
dışa kapalı, kalın ve masif kesme taş kaplı duvar- dan yapılmış baklava dizileri ve etrafını çevrele-
larıyla Selçuklu mimarisinin bütün karakteristik yen yeşil çinilerle süslenmiş, alınlığı ise yine yeşil
özelliklerini bünyesinde taşımaktadır. Türbe hariç renkte düz kare çini levhalarla kaplanmıştır.(1)
tutulduğunda yapının planı düzgün bir dikdört-
(1) DİA; [GÖKMEDRESE CAMİİ - Selda Ertuğrul] c.
gen oluşturmaktadır. Türbenin daha içeriye otur-
14; s. 142
tulmasıyla öne çıkarılan cami cephesinin önemle
vurgulandığı ve iki yandan birer silindirik köşe
kulesinin sınırladığı bu masif duvarlı dışa taşkın Göklere Çıkarmak
cephede Selçuklu mimarisinin genel karakterine “Övmek, yüceltmek” anlamına gelen bu deyim
uyulduğu göze çarpar.(…) eski gelenekte yapılan göğe yollama törenleriyle,
Caminin kuzeydoğu duvarına bitişik durumda ölünün gökteki uçmağa yanı Tanrı katına eriştiril-
inşa edilen ve içinde kimlerin yattığı bilinmeyen mesinin kalıntısı sayılabilir.(1)
türbe, iki katlı olduğu izlenimini veren ilginç bir (1) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s. 86.
yapıya sahiptir. Bakan kişiye bu hissi veren mima-
ri unsur, taştan kare bir kaide üstüne yerleştirilen
küp şeklindeki kesme taş türbenin üzerinde ikinci Göknebi Türbesi-Eskişehir
bir kat gibi yükselen tuğla ile örülmüş kasnaktır. (1) Yurdaydın, Hüseyin. “Gazi Seyitgazi Bölgesinin
Bugün yıkık durumda bulunan on altı köşeli yıldız Bazı Önemli Abideleri.” İslami Araştırmalar Der-
kesitli külâhın oturtulduğu sekizgen kasnak kü- gisi Sayı 3-4,(1999). s. 245
çük bir türbe şekil ve ölçülerinde yapılmış, ayrıca
her yüzü dıştan dikdörtgen çerçeve içine alınan
Göktaş Kaya Mezarı
sivri kemerli yüzeysel birer nişle hareketlendirilr-
niştir. Caminin içine eyvan şeklinde derin bir ke- Iğdır İli, Tuzluca İlçesi’nin 13 km. güneybatısında-
merle açılan türbenin ziyaretgâhına ayrıca dıştan, ki Göktaş Köyü’nün 1 km. kuzeybatısında yer alan
caminin sol köşe kulesinin arkasına yerleştirilmiş sarp kayalık üzerindedir.
olan dar bir merdivenle de ulaşılmaktadır. Yapı- Kayalığın dirençsiz doğal yapısı nedeniyle günü-
nın camiye bitişik duvarı hariç diğer cephelerine, müzde kaya mezarına ulaşmak mümkün değildir.
iki yandan sütunçelere oturan süslü sivri kemer- Her geçen gün yeni kaya parçalanmalarıyla daha
lerin çevrelediği derin birer niş içine yerleştirilen ulaşılmaz bir yükseklikte kalan giriş kapısı günü-
üç pencere açılmıştır; pencereleri dıştan yine ge- müzde 15 m. kadar yüksekliktedir. Muhtemel bir
niş bir dikdörtgen bordur ve çerçeve silmeleri ku- kalenin bir parçası olan kaya mezarının bulundu-
şatmaktadır. Türbede görülen en önemli özellik, ğu kayalığın hemen eteğinde Demir Çağı özelliği
tuğla üst yapıda (kasnakta) yoğunlaşan sırlı tuğla taşıyan yer altı oyma-örme mezarları ve keramik
ve çini süslemelerdir. Külahın hemen altına gelen verileri tespit edilmiştir.

119
Vadi-i Hamuşan
Bir sıra silme ile çevrelenen örneklerine göre bü- Gömeç
yük giriş kapısına sahip olan kaya mezarına kaya Mezar.(1)
basamaklı bir yolla ulaşıldığı bölge halkı tarafın-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dan belirtilse de günümüzde daha öncede belirt-
tiğimiz gibi bu yol tamamen ortadan kalkmıştır.
Bir ön avlu ve bir odadan oluşan iki odalı bir yapı Gömeç Hatun Türbesi-Konya
sahip olduğu duvarlarında nişlerin bulunduğu ve (1) DİA, Cilt. 14 s. 149
tabanında oval bir oyuğun olduğu belirtilse de ula-
şılamadığından belgelenememiştir. (1)
Gömeçlik Dede Türbesi-İzmir-Bayındır
(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 144.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 98

Göktürk, Mehmet Haz.


Gömeç Hatun Türbesi
Kırşehir Yunus Emre Ktp.
Tarihi ve Anıtları Işığında Kırşehir Mezar Taşları, Kır-
Konya’da eyvan tipinde bir Selçuklu türbesi.
şehir Belediyesi Kültür Tarih yayınları No:7, 2009, Konya’nın Kalenderhâne mahallesindeki Musal-
Kırşehir lâ Mezarlığı içindedir. Âbidevî cephesini ve diğer
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. yanlarını üstten çeviren mazgal biçimi dendanları
sebebiyle yapıya halk arasında Kız Kulesi adı da
verilmektedir.
Gölertmek
Anadolu Selçukluları döneminde kesme taş yanın-
Öldürmek.(1)
da tuğla geleneğinin de yaşatıldığı ender eserler
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. arasında bulunan türbeyi yaptıran, IV. Kılıcars-
lan’ın hanımı ve III. Gıyâseddin Keyhusrev’in
Gölpınarlı, E. Ali annesi Gömeç Hatun’un XIV. yüzyıl başlarında
Milli Ktp./Tanif No: 1960 SB 159
hayatta olduğu anlaşılmakta ve Mevlevî kaynak-
larında kendisinden bahsedilmektedir. Ancak ya-
Mezar Taşlarına Göre Afyon’da Tarih Araştırmaları,
pının üzerinde hiçbir kitâbeye rastlanmadığından
Taşpınar, C. 4,
tarihlendirilmesi zordur.(…)
Sayı:39 S.39-42, 1/1936;
Gömeç Hatun Türbesi 1950 yılından sonra ona-
Sayı: 40, S.68-70, 2/1936;
rıma alınmıştır. Eski halinde etrafını üç yönden
Sayı: 43, S.133-134, 5/1936;
çeviren muhtemelen ahşap revakların izleri tesbit
Sayı: 46, S.195-196, 8/1936; Afyon Halkevi edebiyat edilmiş, zemindeki cenazelik/mumyalık katında
Şubesi, 1936, Afyon dört sanduka bulunduğu belirtilmiştir. Eski kayıt-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. lardan türbenin pek çok vakıf eserle birlikte yaptı-
rıldığı anlaşılmaktadır.
Gölpınarlı, H. Ortaç Türbe, Anadolu’da Selçuklu çağı içinde en erkeni
Milli Ktp./Tanif No: 1985 SA 29 Seyitgazi’de Alâeddin Keykubad’ın annesine ait
Ümmühan Hatun Türbesi olmak üzere, ayrı bir
(Mustafa Ağa) Bir Osmanlı Mezar Taşının Öyküsü, Tarih
İncelemeleri Dergisi, Y. 21, Sayı:1, S.157-163, Ege Ü.
grup teşkil eden eyvan biçimi türbelerin en büyük
Ed. Fak.,2006, İzmir ve âbidevî olanıdır.
Cenazelik/mumyalık katı ile üst yapısının bir bö-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
lümü iri kesme taş, daha yukarı kısmı ise tuğladan
yapılmıştır. Dikdörtgene yakın plandaki binanın
Gölyüzü Türbesi-Bolu doğu ve batı taraflarında üçgen biçiminde payan-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 35 da çıkmaları vardır. Sivri kemerli ve yüksek bir tak

120
Vadi-i Hamuşan
şeklindeki kuzey cephesi, kalkan duvarı biçiminde Gömük
yapının bütün yüksekliğini aşmaktadır. Keme- Gömülmüş olan, gömülü, medfun.(1)(2)
rin arkasındaki üzeri sivri beşik tonozla örtülü
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ziyaret mekânına iki yönden merdivenlerle çıkıl-
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
maktadır. Âbidevî cephe dikdörtgen bir çerçeve
oluşturacak biçimde çevrilmiştir. Bu çerçeve ile
kemer içinde hâlâ izleri görülebilen çini kaplama- Gömülmek

G
lar vardır. Tonozun sıvalı ve bir zamanlar renkli Ölü toprağa yerleştirilip üstü toprakla örtülmek,
nakışlarla süslenmiş olduğu kaydedilmekle birlik- defnedilmek.(1)(2)
te cephedeki çini kaplama izlerinin bir kısmının
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kare levhalarla sır altı, bir kısmının da renkli sır
(2) Erdoğan, N. Naim, a.g.e., s. 68
tekniğinde yapılmış olması muhtemeldir.
Ziyaret mekânının ortasında eskiden var olduğu
Gömüt
söylenen sandukanın da çini kaplamalı olması
mümkündür. Ancak karşı cephedeki dikdörtgen Cesedin gömüldüğü, gömülü bulunduğu yer, ka-
mihrapla yanındaki cüz nişinde çini izi tesbit edil- bir, mezar,(1) makber.(2)(3)(4)(5)
memiştir. Zemindeki cenazelik/mumyalık katının (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
çapraz tonoz örgü ile yenilenmiş tavanı onarım (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
öncesinde çökmüş durumda idi.(1) (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA; GÖMEÇ HATUN TÜRBESİ - Ara Altun, c. 14, (4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
s. 149 (5) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10

Gömme Gömütlük
a. Gömmek işi.(1) Ölülerin gömüldüğü, gömütlerin bulunduğu alan,
kabristan, mezarlık.(1)(2)
b. Ölüyü dini usullere göre toprak içinde açılmış
mezara yerleştirip üstünü örtme işlemi, def- (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
netme, defin.(1)(2)(3)(4) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Gönder
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. a. Mezarların baş ve ayakucuna dikilen ağaç ka-
(4) Önkal, Hakkı.6 a.g.e., s. 71 zık.(1)
b. Gezici dervişlerin kullandığı iki ucu demir olan
Gömmek iki metre uzunluğundaki sopa.(2)
a. Bir ölüyü toprağın içine yerleştirmek, toprağa (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
vermek, defnetmek.(1)(2)(3)
b. Bir kimsenin cenaze törenine katılmak yada ce- Gör
nazeyi kaldırmak.(1)(2)(3)
Mezar, mezarlık.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Görenek
a. Bir şeyi, başka türlüsünü, daha kolayını, daha
Gömü
işe yararını yada yararlısını düşünmeksizin,
Bir ölüyü toprağa yerleştirme eylemi.(1) atalardan dedelerden görülegeldiği gibi yapma
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 207 alışkanlığı, âdet.(1)(3)(2)

121
Vadi-i Hamuşan
b. Toplum ilişkilerinde alışılagelmiş ve uyulması Göz Evliyası Türbesi-Sivas
gerekli olmakla birlikte aksi halde herhangi bir (1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 62
yaptırım söz konusu olmayan örnek davranış-
lar, görgü.(2)(3)
Gözcü Baba Türbesi-İstanbul
c. Görgü, terbiye.(2)(3)
(1) Adresler. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Gözcü Mahmut Türbesi-Bursa
(1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 47
Göşmek
a. Göçmek.(1) Gözleri açık gitme
b. Ölmek, rıhlet etmek.(1) Halk inançlarında ölümle ilgili olarak “gözü açık
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. gitme” şeklinde bir tabir vardır. Ölürken gözleri
açık olan kimse için, “beklediği birisi var, hasret
çekiyor” denir ve o beklenen şahıs gelince gözleri-
Götürmek
ni kapadığına inanılır.(1)
a. Öldürmek.(1)(2)(3)
(1) Kalafat, Yaşar5. a.g.e., s. 8.
b. Gidermek, izale etmek, ortadan kaldırmak, yok
etmek, bertaraf etmek.(1)(2)
Gözlü Ata Türbesi-Türkmenistan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Gözoğlu Şeyh Hüseyin Efendi Türbesi-


Götürücü İstanbul
Kurtuluşu olmayan, ölüme yol açan, ölümcül, öl- (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 11,
dürücü.(1) (2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 460
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gözoğlu Şeyh Hüseyin Efendi Türbesi-
Göz Ata Türbesi-Türkmenistan İstanbul

(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 (1) Adresler. a.g.e.

Göz boncuğu Grafitto


Nazar çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların ola- Çizgisel süsleme tekniği. (MEB Sözlük Dizisi:5) (1)
ğandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e., s. 13
karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine ina-
nılır. Nazar eski Türk inançlarındandır.(1) Nazar
değmesin diye takılan göz biçimindeki mavi bon- Grassi, Vincenza
cuk, nazar boncuğu, nazarlık.(2)(3)(4) Milli Ktp./Tanif No: 1996 BD 1246

(1) Artun, Erman, a.g.e., s.14; “Trieste’deki Osmanlı Mezarlığı” İslam Dünyasında
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri II, S.201-208, TTK,
1996, Ankara
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

122
Vadi-i Hamuşan
Greyfriars Kirkyard – Edinburgh tırdığı için Ali’ye bildireceği vahyi Hz. Muham-
İskoçya’nın başkenti Edinburgh’nın orta yerinde med’e verdiği, daha da ileri giderek Hz. Ali’nin
yer alan bu mezarlık, pek çok önemli ismin anıt Tanrı olduğu şeklinde İslâmi inançlara aykırı
mezarına ev sahipliği yapmaktadır. Söylentiye göre fikirler ileri süren bir mezhep.(1) Batıl Şii fırka-
evsiz bir adam George MacKenzie’nin anıt mezarı- larından gâliyenin bir kolu.(2)(3)
na gizlice girdikten sonra mezarlıkta garip olaylar b. İrade himmeti, müridin başlangıçtaki sıdkıdır.

G
yaşanmaya başlamış, ziyaretçiler mezarlıkta yara- Bu bir şeyin kendisi için kaim olmadığını kavra-
landıklarını, bir şey tarafından ısırıldıklarını ve se- mayı sağlayan bir himmettir. Bu himmet çoğun-
bepsiz yere bayıldıklarını ifade etmişlerdir.(1) lukla Afrika da “Gurabiyye” olarak adlandırılan
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- bir toplulukta bulunur. Bununla dilediklerini
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25- öldürürler. Bazı insanların ellerindeki zâhiri
mezarlik-733955 alametler, ancak bu himmetle gerçekleşir.(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Gufran bahçeleri (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İslâm dininin temel kaynaklarındaki düsturlar çer- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
çevesinde konuya bakılırsa, başka milletlerde kor- (4) Erginli, Zafer. a.g.e.
kulan, yaklaşılmayan mezarlıklar, özellikle Türk-İs-
lâm toplumunda gufran bahçeleri olmuştur.(1) Gurbanmurad İşan Türbesi-Türkmenistan
(1) Kutlu, Hüseyin. a.g.e., s. 19 (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8

Gumbez Bobo Türbesi-Özbekistan Gurebâ Camii Türbesi-Tunus


(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524 (1) DİA, Cilt. 41, s. 398

Gunûde-i Hak-i Rahmet Gurbet


Rahmet toprağı üzerine uyumuş, ölmüş.(1) Asıl vatan olan ruhlar âlemine göre bu dünya ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. bu dünyada bulunma durumu.(1)(2)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gur (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Mezar, kabir, gor.(1)(2)(3)(4)(5)


Guramâ
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Düşürülen ölü çocuğun canı üzerine alınması la-
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. zım gelen mal diyeti.(1)
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Guremâ taksimi
Gurabe Ölen bir kimsenin terekesi borçlarını karşılamadı-
Kümbetli türbe, türbe kubbesi.(1)(2)(3) ğı takdirde mal veya mal bedelinin alacaklılar ara-
sında alacakları nispetinde taksim edilmesi.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Gurâbiyye Gurfe
a. İki kara karga kadar birbirine benzeyen Hz. Ali Cennetteki özel odalar.(1)
ile Hz. Muhammed’i Cebrail a.s birbirine karış- (1) İbn Kesir. a.g.e., s. 418

123
Vadi-i Hamuşan
Gûrhane seden teşekkül ettiği anlaşılmıştır. Muhammed
Türbe.(1)(2) Sultan Mirza’nın Ankara Savaşı’ndan sonra gö-
revlendirildiği askerî faaliyetler sırasında ölmesi
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
(Sivrihisar 1403) Timur’u çok üzmüş ve Semer-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kant’a nakledilen veliahtın naaşı, büyük ölçüde
bitmiş olmakla beraber bazı mimari faaliyetleri
Gûr-Hane henüz sürdürülen külliye içinde geçici bir kabre
Türbe.(1)(2)(3)(4) konmuştur. 1404 yazında batı seferinden dönen
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Timur külliyede bazı değişiklikler yapılarak bir
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
türbe inşa edilmesini istemiş ve derhal başlatılan
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
inşaat, aynı yılın son ayları boyunca sürdürülen
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. hızlı bir çalışma ile 1405 yılının Ocak ayında ta-
mamlanmıştır. Ancak aynı günlerde Timur’un öl-
mesi üzerine (18 Şubat 1405) türbeye Timur def-
Gûr-ı Emir (Timur) Türbesi-Semerkand
nedilmiş ve bu tarihten sonra külliye Gûr-ı Emîr
(1) DİA, Cilt. 41, s. 176 adıyla anılmıştır.
Bir aile kabristanı olarak kullanılmaya başlanan
Gûr-i Emîr türbeye Timurlular’ın ilgisi büyük olmuş, hâneda-
Timur’un Semerkant’taki türbesi ve buna bağlı nın en önemli hükümdarlarından ikisi ve şehza-
olan külliye. deler buraya defnedilmiştir. Bunlar Muhammed
Sultan Mirza’dan başka onun kardeşi Pîr Muham-
Timurlu mimarisinin en güzel ve en önemli eser-
med Mirza, Timur’un oğullarından Celâleddin
lerinden biri olup İslâm türbe mimarisinin başta
Mîrân Şah Mirza ve Şâhruh Mirza ile oğlu Uluğ
gelen örneklerindendir. Aslında hankah, medrese
Bey’dir. Türbede gömülü hânedandan gelmeyen
ve değişik mimari kısımlardan teşekkül eden ge-
tek kişi, Timur’un hocası ve yakın dostu olan Aziz
niş bir külliye niteliğiyle kurulmuş, türbe özelliği-
Nur Seyyid Bereke’dir.
ni inşaatın sonlarına doğru gelişen olaylar netice-
sinde kazanmıştır. Gûr-ı Emîr’in inşasından sonra bakım, onarım ve
yeni birimler eklenerek genişletilmesi işlerini üst-
Önceleri Ruhâbâd adı verilen Gûr-ı Emîr’in (Gûr-i
lenen şahıslar içinde en önemli kişi Uluğ Bey’dir.
Mîr “hükümdarın türbesi”) ilk bölümlerinin bâ-
Otuz sekiz yıl süren veliahtlık ve Semerkant vali-
nisi, Timur’un genellikle seferler sırasında yerine
liği süresince türbeyle yakından ilgilenen ve hü-
saltanat nâibi bıraktığı ve kendisine veliaht tayin
kümdarlığı sırasında da Semerkant’ta oturarak bu
ettiği, Emîrzâde-i A‘zam adıyla tanınan, büyük
ilgisini devam ettiren Uluğ Bey, ilk önce Aziz Nur
oğlu Cihangir Mirza’dan olma büyük torunu Mu-
Seyyid Bereke’nin defnedildiği yıl içinde türbenin
hammed Sultan Mirza’dır.
büyük meydana açılan ana eyvanı ile bağlantılı
1399 yılında başlayan inşaat 1403’e kadar devam kapısını kapattırmış ve bugün Uluğ Bey Koridoru
etmiş ve bu sürede, tarihî kaynaklardan, asilzade adıyla tanınan doğu tarafındaki ilâve giriş kısmı-
çocuklarının terbiye ve tahsiline ayrılmış bir med- nı, 1434 yılında da külliyenin günümüze kadar
rese ile hükümdarlık misafirlerinin ağırlanmasına ayakta kalabilen diğer bir önemli kısmı olan bü-
mahsus bir külliye olarak teşkilâtlandırıldığı öğre- yük cümle kapısını inşa ettirmiştir. Öteki bölüm-
nilen ilkyapılar inşa edilmiştir. lerin zaman içinde harap olması sebebiyle bugün
Zaman içinde ortadan kalkan bu ilk bölümlerin bu kapı ana külliye ve türbeden ayrı imiş gibi bir
mimari durumu hakkında ancak arkeolojik kazılar intiba bırakmaktaysa da kompleksin önemli bir
sonunda bilgi sahibi olunabilmiş ve ortaya çıkarı- parçasıdır. Türbedeki son imar faaliyeti XVII. yüz-
lan kalıntılardan, külliyenin Timurlu mimarisine yılda gerçekleştirilerek batı kısmına büyük bir ey-
uygun bir teşkilâta göre planlanmış merkezî bir van eklenmiştir; ancak bu inşaatın bitirilemediği
tören meydanı ile ona açılan hankah ve medre- görülmektedir.

124
Vadi-i Hamuşan
Bir otorite ve hâkimiyet timsali olarak inşâ edilen Türbenin de içinde yer aldığı külliyenin planı mer-
ve gökyüzünü örnek alan türbe bütün ihtişamıyla kezî bir tören alanına göre tertip edilmiştir. Do-
uzun yıllar ayakta kalmış, bu arada çok sayıda sey- ğuda ve batıda bulunan medrese ile hankah karşı
yah ve tarihçi tarafından sitayişle zikredilmiştir. karşıya gelen girişleriyle bu meydana açılmakta-
Bunların en meşhuru, 1404 yılının son ayların- dır. Ancak arkeolojik kazılar sonucunda tesbit
daki inşaat faaliyetine bizzat şahit olan, Kastilya edilen bu binalardan medresenin planı ortaya
Kralı III. Enrique’nin Timur nezdindeki elçisi Ruy çıkarılmışsa da hankahınkini kesin biçimiyle çi-

G
Gonzalez de Clavijo’dur. zebilmek mümkün olmamıştır. Doğu-batı ekseni
XVII. yüzyıldan sonra bakımsızlık sebebiyle harap üzerinde bulunan bir giriş eyvanı ve karşısındaki
olmaya başlamış ve zamanla mimari bölümle- bir ikinci eyvanla, kare bir avlu etrafına sıralanmış
rin bazıları yıkılıp tezyinatın da büyük bir kısmı bölmelerden teşekkül eden medrese kendi içinde
bozulmuştur. XIX. yüzyıl seyahatnâmelerinde bağımsız teşkilâta sahip bir bina olup Timurlu
harap, fakat hâlâ muhteşem olduğundan bahse- medreselerinin özelliklerini göstermektedir.
dilen Gûr-ı Emîr XX. yüzyıla kubbesinin önemli Külliyenin esas merkezî binasını teşkil eden tür-
bir bölümü yıkılmış, iç ve dış tezyinatı çok bozul- be bütün tören meydanına hâkim durumdadır.
muş, büyük cümle kapısı dışındaki diğer bölüm- Dışarıdan kenar uzunlukları 8,73 m. olan bir se-
leri ortadan kalkmış vaziyette girmiş ve yüzyılın kizgen, içeriden 10,22 X 10,22 m. ölçüsünde kare
ikinci çeyreğinden itibaren Sovyet yetkilileriyle bir mekân olarak inşa edilen türbenin planı, se-
ilim adamlarının dikkatini çekmeye başlamıştır. kizgen dış görünüme uygun düşen bir iç teşkilâta
1940-1950 yılları arasında M. E. Masson ve V. sahiptir. Bu teşkilât hem iç mekânın daha ferah
A. Şişkin’in başkanlığında yürütülen arkeolojik olmasını sağlayacak, hem de kubbenin taşınması-
çalışmalarla külliyenin birimlerine ait temeller nı kolaylaştıracak biçimde tasarlanmış ve oda dört
ortaya çıkarılarak kompleksin plan durumu tesbit yönde 4,56 X 2,83 m. ölçülerindeki dört nişle ke-
edildikten sonra V. H. Zasipkine başkanlığındaki narlara doğru genişletilmiştir. Bu büyük nişlerin
bir heyet tarafından dış kısımların restorasyonu- üzerinde bulunan gizlenmiş kemerler kubbeye ge-
na başlanmış, 1960-1970 yıllarında da iç kısımlar çişi desteklemektedir. Yerden 22,55 m. yüksekliğe
restore edilmiştir. sahip bulunan 10 m. çaplı iç kubbeye geçiş pan-
1941’deki arkeolojik araştırmalar sırasında tür- dantiflerle sağlanmış, bunu örten 37 m. yüksek-
benin ölü mahzeninde de faaliyette bulunulmuş liğindeki 14,60 m. çaplı dış kubbe ise yuvarlak bir
ve antropolojik incelemeler yapılmıştır. Bu geniş yüksek kasnak üzerine oturtulmuştur. Soğan biçi-
kapsamlı ilmî çalışmalar çerçevesinde Sovyet şar- mi dış kubbe, kaburga kemerler şeklindeki tezyinî
kiyatçısı A. A. Semenov türbe ve külliye içinde yer mahiyet gösteren mimari elemanlarla teşkilâtlan-
alan kitâbeleri yayımlamıştır. Bu kitâbelerin en dırılmıştır. Yüksek kasnaktan bu kaburga kemerli
uzunu ve tarihî bakımdan en değerlileri lahitler soğan kubbeye geçiş mukarnaslar vasıtasıyla ger-
üzerinde bulunanlar olup sahiplerinin kimliği- çekleştirilmiştir. Türbe iç mekânının güneydoğu
ni ve şeceresini vermektedir. Bugün Leningrad köşesindeki bir merdivenle inilen cenaze mahze-
Ermitaj Müzesi’nde muhafaza edilen ve bu tür- ni, dört yöne açılan dört kollu bir plana göre inşa
beden geldiği belirtilen mozaik bir çini kitâbede edilmiştir.
binadan Timur’un mezarı diye bahsedilmektedir. Merasim avlusunun kuzeyinde yer alan büyük ve
Çok sayıda hat örneğinin tezyinî eleman olarak derin eyvan türbenin esas girişi iken sonradan
kullanıldığı türbe dışında, sanat tarihi ve tarih Uluğ Bey tarafından ördürülmüş ve binanın doğu
açısından önem taşıyan bir başka kitâbe de külli- tarafında yapılan uzun bir ilâve ile giriş bu yöne
yenin ana girişini teşkil eden ve merkezî meydana alınmıştır. Eski girişi teşkil eden kuzeydeki yük-
açılan Uluğ Bey’in yaptırdığı taçkapınm cephesin- sek sivri kemerli büyük eyvan, bugün ancak şere-
de bulunmakta ve bu çini mozaik kitâbede eserin felerine kadar sağlam kalmış olan iki minareyle
mimarı Muhammed b. Mahmûd el-Bennâ el-İs- desteklenmiştir. Daha eski örneklerde olduğu
fahânî’nin adı okunmaktadır. gibi, bütün külliyeye hâkim durumda bulunan gi-

125
Vadi-i Hamuşan
riş eyvanının ve onun gerisinde yer alan ana yapı- koyu renk yeşimdendir; diğerleri ve ölü mahze-
nın önemini belirtmek için inşa edildiği bilinen bu ninde bulunanlarsa mermerdendir.(1)
iki minare ile destekledikleri eyvan teşkilâtının, (1) DİA; [GÛR-ı EMÎR - A. Engin Beksaç] c. 14; s. 198
daha sonra yapılan ve bugün temelleri ortaya çı-
karılmış olan ilâvelerin arkasında gizli kaldığı an-
laşılmaktadır. Uluğ Bey tarafından inşa ettirilen Gûr-ı Mîr
koridor dört bölmeli bir geçittir ve her bölmenin Emir mezarı, Timurlenk’in kabri.(1)
üstünde tonoz örtüler yer almaktadır.
(1) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Restorasyonlarla eski güzelliğine kavuşturulan
türbenin ve büyük taçkapının tezyinatı muhte-
Gûr-istan
şem olup kapı ile türbenin cephesinde mozaik
çinilerden, iç yüzünde ise değişik malzemelerden Mezarlık, kabristan.(1)(2)(3)(4)
faydalanılarak yapılmıştır. Taçkapının süslemele- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ri, mukarnaslarla birlikte bitkisel motiflerin hâ- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kim olduğu bir görüntüye sahiptir. Türbenin dış (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
cephesinde yer alan tezyinat farklıdır ve daha çok (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
siyah ve fîrûze mozaik çiniler kullanılarak yapıl-
mış kûfî yazı kuşakları ile geometrik motiflerden
Gûr-Ken
oluşmaktadır. Sonradan ilâve edilen mimari kı-
sımların örttüğü bölümlerin dışında kalan yerler- Mezar kazan, mezarcı, kurgan.(1)(2)(3)
den anlaşıldığına göre, sekizgen alt gövdenin dış (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
cepheleri ism-i celâl ve ism-i nebevi, kubbe kasna- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ğı ise “hüvelbâkî” ibarelerinin meydana getirdiği (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kûfî hat örnekleriyle tezyin edilmiştir. Minare-
lerde de bu tip bir tezyinatın bulunduğu anlaşıl-
Gurre
makta, geometrik süsleme şeritleriyle son bulan
kasnak üzerindeki kubbenin ise lâcivert ve fîrûze Dıştan bir müdahale ile çocuk düşürenin vermekle
çinilerle yapılmış geometrik tezyinata sahip oldu- mükellef bulunduğu öldürme diyeti tutarı.(1)(2)(3)
ğu görülmektedir. (1) Akay, Hasan. a.g.e.
Türbenin içi çeşitli malzemenin değişik tarz- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
larda kullanılmasıyla ağır ve göz alıcı biçimde (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
süslenmiştir. Duvarların alt kısımları akik rengi
altıgen çinilerle kaplanmış ve bu kaplamalar bir Gurur
mukarnas şeridiyle sonuçlandırılmıştır. Bu kıs-
a. Aldatma, aldanma, garûr, çok aldatıcı demektir.
mın üstünde ve zeminden 2 m. yükseklikte yeşim
b. İnsanı aldatan her şey, mal, mevki, şehvet ve
zemin üzerine altın yaldız harflerle yazılmış bir
şeytan bu sıfatla anılır.
âyet kuşağı yer almakta, daha yukarıda da sıva
üzerine yapılmış kalem işlerinin üstünde değişik c. Aldatıcı olması bakımından cazibesiyle dünya
malzemenin kullanıldığı yıldızlardan oluşan bir yaşamı da garur olarak nitelendirilmiştir. Garur
bölüm göze çarpmaktadır. Yan nişlerin üst kı- çekiciliğiyle insanı aldatan dünya veya müfessir-
sımlarındaki mukarnaslar, fîrûze rengi boyalı ve lerin çoğunluğunun kanısına göre şeytandır.(1)
altın yaldızlı kalıplanmış kâğıtla kaplanmıştır; bu (1) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 6, s. 507
kısmın üstünde de yine altın yaldız harflerle ya-
zılmış bir kitâbe şeridi bulunmaktadır. Kubbenin
Gusas-ı Mevt
içi de kalıplanmış kâğıtla kaplanmış ve tepede kar-
şılaşan palmetlerle süslenmiştir. Türbenin içinde Ölüm acıları.(1)
bulunan lahitlerin en muhteşemi Timur’a ait olup (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

126
Vadi-i Hamuşan
Gusül gülü olmayan kadınların hem saçlarını yıkamaları
Cünüplük, hayız ve nifas gibi hükmî kirlilik halin- hem de diplerine suyu ulaştırmaları gerekir.(…)
den kurtulmak için gerekli olan dinî temizlik. Guslü gerektiren hallerden cünüplük, meninin
Sözlükte “yıkamak, temizlemek” mânasında mas- cinsî bir zevkle (şehvetle) tenâsül organından
dar ve “yıkanma” anlamında isim olan gusül (gusl) çıkmasıyla oluşur. Bunun rüyada veya uyanıkken
kelimesi terim olarak cünüplük, hayız ve nifas hâsıl olacak cinsî bir arzudan veya herhangi bir

G
gibi hükmî kirlilikten temizlenme niyetiyle bütün heyecandan ileri gelmesi mümkündür. Bu haller-
vücudu su ile yıkamayı ifade eder. Türkçe’de “boy de ve ayrıca meni gelmese bile cinsî münasebette
abdesti” ve bazı bölgelerde halk arasında “büyük bulunma durumunda hem erkek hem de kadına
abdest” olarak bilinir. gusül farzdır. Uyandığı zaman düşünün azdığını
hatırlamadığı halde çamaşırının meni ile kirlendi-
Kur’ân-ı Kerîm’de bu temizlik bir âyette gusl (en-
ğini gören kimse de cünüp sayılır. Bunun aksine
Nisâ 4/43), iki âyette de tahâret (el-Bakara 2/222;
ihtilâm olduğunu sandığı halde çamaşırı kirlen-
el-Mâide 5/6: tetahhür) kökünün türevleriyle ifa-
meyen kimsenin gusül yapması gerekmez.(…)
de edilmiştir. Hadislerde ise gusl ve iğtisâl mas-
darlarının türevleri sıkça kullanılmıştır (bk. Wen- Hayız ve nifas kanlarının kesilmesiyle veya hayız
sinck, el-Mucem, “gsl” md.).(…) ve nifas hali için öngörülen âzami sürenin sona
ermesiyle gusül gerekli olur. Bu süreyi aşan ka-
İslâm dininde, “Eğer cünüpseniz iyice temizlenin”
namalar özür hali (istihâze) sayıldığından bu tür
(el-Mâide 5/6); “Temizleninceye kadar onlara -ha-
kanamaların sona ermesi halinde gusletmek farz
yızlı kadınlara- yaklaşmayın” (el-Bakara 2/222)
değil müstehap görülmüştür.(…)
meâlindeki âyetlerin kısmen kapalı ifadesi Hz.
Peygamber’in sözleri ve uygulamaları ile açıklığa Bazı Mâlikîler hariç fakihlerin çoğunluğuna göre
kavuşturulmuş (ilgili bazı hadisler için bk. Buhârî, ölünün yıkanması da farzdır (farz-ı kifâye). Yeni
“Gusül”, 28; Müslim, “Hayıż”, 87, 88; İbn Mâce, müslüman olan bir kimsenin sırf bu sebeple gus-
“Tahâret”, 111; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 84), cünüp- letmesi Mâlikî ve Hanbelîler’e göre vâcip, Hanefî
lük halinde veya hayız ve nifas sonrasında guslet- ve Şâfiîler’e göre ise müstehaptır. Bu sayılanlar dı-
me âkıl bâliğ olan her mükellefe farz kılınmıştır. şında sünnet veya müstehap olan gusül çeşitleri de
Cünüplük, hayız ve nifas hali literatürde “hükmî vardır. Meselâ cuma ve bayram namazları öncesin-
kirlilik” veya “büyük hades” olarak adlandırılmış de, ihrama girerken ve Arafat’ta vakfe için yıkan-
ve konuyla ilgili hadislerden de hareketle bu du- mak sünnettir. Ergenlik yaşına ulaşan, kan aldıran,
rumda olanların gusledip temizleninceye kadar cenaze yıkayan, baygınlıktan ayılan, Berat ve Kadir
namaz kılmaları, camiye girmeleri, Kur’an’a do- gecelerini ihya etmek isteyen kimselerle Mekke ve
kunmaları veya onu okumaları, Kâbe’yi tavaf et- Medine’ye gireceklerin, Müzdelife’de vakfe, ayrıca
meleri câiz görülmemiştir. ziyaret tavafı veya herhangi bir tavaf yapacakların,
ay ve güneş tutulması (husûf ve küsûf) namazlarını
Gusülde bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak
kılacakların gusletmeleri ise müstehaptır.(…)(1)
şekilde tamamen yıkanması şarttır. Hanefî ve
Hanbelîler’e göre ağız ve burnun içi bedenin (yü- (1) DİA; [GUSÜL - Mehmet Şener] c. 14; s. 214
zün) dışından sayıldığı için gusülde ağza su almak
(mazmaza) ve burna su çekmek (istinşâk) suretiy- Gusülhane
le buraları yıkamak da farzdır. Bu sebeple guslün Şehirlerde, mezarlıkların özel olarak hazırlanmış
ağza su almak, burna su vermek ve bütün vücudu ölü yıkama yerlerine denir.(1)
kuru yer kalmayacak şekilde yıkamak şeklinde üç
farzının bulunduğu belirtilir.(…) (1) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 7

Gusül “mutlak su” denilen nehir, pınar, kuyu, deniz


ve yağmur suları ile yapılır. Gusülde aslolan bütün Güdük Minare Türbesi-Sivas
vücudu yıkamak olduğuna göre saç, sakal, bıyık ve (1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 83,
kaşların yıkanıp diplerinin ıslatılması, saçları ör- (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 309

127
Vadi-i Hamuşan
Gühertaş Türbesi-Konya benzetmelere konu teşkil etmiştir. Bunların ba-
(1) Yalçınkaya, Ayşe-Feyhan Ünal. a.g.e. şında onun her yönüyle Hz. Peygamber’e benze-
tilişi gelmektedir. Yûnus Emre’nin, “Çiçek eydür
ey derviş gül Muhammed teridir” mısraında ifa-
Gül de ettiği gibi gülün kokusunu Resûl-i Ekrem’in
Doğu edebiyatlarında özellikle güzelliği bakımın- terinden aldığına inanılır. Halk arasında, “Gül
dan sözü edilen çiçek. koklamak sevaptır” sözü de daha çok bu çiçeğin
Türkler tarafından eski devirlerden beri bilinmek- Hz. Peygamber’in sembolü olmasından kaynak-
te olup edebiyatta çokça kullanılan motiflerden lanmaktadır. Gül koklandığında, gül yağı veya gül
biridir. Farsça’daki genel anlamı “çiçek” olan gül, suyu ikram edildiğinde salâtü selâm getirilmesi,
Türk edebiyatında da “gül-i bâdâm” (badem çiçe- bu inanışın müslümanlar arasında köklü bir gele-
ği), “gül-i yâsemen” (yasemin çiçeği) gibi ifadeler- neğe sahip olduğunu gösterir. Mevlid törenlerin-
de aynı mânada kullanılmıştır. de gül suyu serpmek, bunun için yapılmış sanat
Gül, çeşitli vasıflarıyla daha çok sevgilinin sembolü eseri niteliği taşıyan gülâbdanların ortaya çıkma-
olarak kabul edildiğinden şairlerin ilham kaynağı, sına vesile olmuştur. Tasavvufî sembolizmde gül
çiçeklerin de sultanıdır. Bu husus “şeh-i ezhâr, ilâhî güzelliği ifade ettiği gibi Allah’ın mahbûbu
sultân-ı gül, hüsrev-i gül, dâver-i ezhâr” gibi söz- Hz. Muhammed’i de temsil eder. Bundan dolayı
lerle ifade edilir. “verd-i Muhammedî” veya “gül-i Muhammedî”
adı verilen gül şeklinde hilye-i şerifler yapılmış-
Divan edebiyatında en çok sözü edilen kırmı-
tır. Öte yandan tasavvufta servi vahdeti, gül de
zı güldür. Zaman zaman beyaz gülden ve âşığın
kesreti temsil ettiği için “serv-i gül endâm” gibi
yüzünü hatırlatması bakımından sarı gülden de
sözlerle kesret altında gizlenen vahdet anlatılmak
bahsedilir. Bunların dışında “gül-i sad-berk” (yüz
istenmiştir.
yapraklı gül, katmerli bir çeşit iri gül), “gül-i ter”
(taze, taravetli gül), “gül-i ra‘nâ” (içi kırmızı, dışı Bütün klasik Doğu edebiyatlarında olduğu gibi di-
sarı gül), “gül-i sûrî” (gül yağı çıkarılan Edirne van edebiyatında da gül bülbülle birlikte âşığı ve
gülü) ifadelerine de sıkça rastlanmaktadır.(…) sevgiliyi temsil eder. Aşk macerası, bu ikisi arasın-
da cereyan eden büyük bir hadise gibi bütün saf-
Gonca, gülün açılmamışı yani “halvet” halidir.
halarıyla anlatılır.(…)
“Yakası dar, teng-dil, yüzünü dürmüş, uykuya var-
mış” gibi sözlerle de ifade edilen gonca “mahzen-i Gül, bahar gibi ömrün kısalığıyla hayatın geçicili-
esrâr”dır; dudaklarla “hem-râz”dır. Gonca sırrını ğini de ifade etmektedir. “Ben yârime gül demem
sakladığı halde gül açılıp saçılarak sırrını âleme / Gülün ömrü az olur” mısraları bu anlayışın halk
fâş eylemektedir.(…) Bu özellikleriyle gonca el şiirine yansımış şeklidir.
değmemiş, iffetli, “pâk-dâmen”; gül ise katıla ka- Klasik Türk edebiyatında gül sevgili tipinin bütün
tıla gülen, her şeyi ortada, hafifmeşrep, güzellik özelliklerini taşır. Hatta çok defa sevgiliyle gül
pazarında satılan bir metâ, elden ele gezen bir “şâ- güzellik yönünden karşılaştırılır.(…) Gül nazlıdır,
hid-i bâzâr”dır. naz libası giyer ve naz uykusuna yatar. Vefasız ve
Baharın bir adının “gül mevsimi” oluşu güle veri- zâlimdir. Efsaneye göre başlangıçta rengi kırmızı
len önemden kaynaklanmaktadır. Güller bu mev- olmayan gül bülbüle hiç yüz vermez. Gülün bu il-
simde açtığından bahar için “vakt-i gül, mevsim-i gisizliğine dayanamayan bülbül bir gün her şeye
gül, devr-i gül” ifadeleri de kullanılır. “Gülzar, gül- rağmen gidip gülün üzerine konar. Dikenler bül-
şen, gülistan” gülün bulunduğu mahallerin adıdır. bülün gövdesine batarak kanatırlar. Gülün dibine
Gül seher vakti sabâ yelinin esmesiyle açılır. Gül dökülen bu kanlar onun kökünden damarlarına
açılması baharın geldiğini haber verdiği için bir doğru yayılır ve gül o günden sonra kan rengine
neşe ve sevinç kaynağı olduğu gibi işret meclisle- bürünür.(…)
rinin kurulma zamanını da gösterir. Gül şekil olarak kulağa benzetilir. Sabâ rüzgârının
Gül rengi, şekli ve kokusu bakımından da çeşitli gülü hareket ettirmesi ve gülün açılmasında rol

128
Vadi-i Hamuşan
oynaması sebebiyle onun kulağına âşıktan haber bolist-empresyonist şiirlerinde daha da şaşırtıcı
fısıldaması “kulağını bükmek” gibi ifadelerle an- imajlar görülür: “Eğilmiş arza kanar, muttasıl ka-
latılır. nar güller”; “Yorgun gözümün halkalarında / Gül-
Zulmüne, istiğnasına ve vefasızlığına rağmen âşık ler gibi fecr oldu nümâyan / Güller gibi sonsuz iri
güle benzeyen sevgiliyi daima baş üstünde tutar. güller / Güller ki kamıştan daha nâlân”.
Bununla başa veya sarığa gül takma âdetine de Birçok şiirinde güle değişik semboller yükleyen

G
işaret edilmiş olur. Yahya Kemal, “Zil, şal ve gül bu bahçede raksın
Tasavvufî sembolizmde gonca halindeki gülün bütün hızı” mısraında gülü egzotik ve erotik bir
vahdeti, açılmış gülün kesreti ifade etmesine kar- unsur olarak kullanırken, “Bir kanlı gül ağzında
şılık gülşen gönül açıklığını yahut kirinden, pasın- ve mey kâsesi elde” mısraıyla aşk ıstırabının, “Hâ-
dan temizlenerek ilâhî güzelliğin yansımasına ha- fız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış / Yeniden
zır hale gelmiş kalbi ifade eder. Rivayete göre Hz. her gün açarmış kanayan rengiyle” mısralarıyla da
Ali son nefesini vermeden önce Selmân-ı Fârisî’den onu ebedî hayatın sembolü yapar.(…)
bir deste gül istemiş ve getirilen bu gülleri kokladık- Şiir kitaplarından birinin adı Gül Muştusu olan
tan sonra ruhunu Hakk’a teslim etmiştir. Bundan Sezai Karakoç’ta gül çok defa İslâm’ın “ba‘sü
dolayı Bektaşîlik’te gül önemli bir semboldür.(…) ba‘delmevtinin, dirilişin sembolüdür:
Divan edebiyatı yanında Türk halk ve tekke ede-
“Kıyamet demek gülün geri gelişi demek
biyatlarının hemen bütün ürünlerinde de güle yer
Gül peygamber muştusu, peygamber sesi”.(…)
verilmiştir. Gülün çeşitli özellikleriyle ele alındı-
ğı mâni, türkü, atasözü, deyim, ninni, ağıt, ilâhi, Türk süsleme sanatlarının vazgeçilmez motif-
halk hikâyesi ve kıssalar bugün de Türk halkı ara- lerinden biri de güldür. Tavan göbekleriyle taş
sında canlı olarak yaşamaktadır. oymacılığında, çini, seramik, duvar resimleri ve
Gül, Tanzimat devrinden başlayarak günümüze kumaşlarda, kitap cilt ve tezhiplerinde, mezar taş-
kadar uzanan Batılılaşma ve değişme süreci şi- larında stilize edilmiş güller önemli bir yer tutar.
irinde önemli bir motif olarak varlığını devam Kapılarda tokmağın geçmesi için ortasında bir de-
ettirmiştir. Bu devamın büyük bir kısmında, ge- lik bulunan yuvarlak pul şeklindeki süslü madenî
rek divan gerekse halk şiirinde mevcut gül-bül- veya tahta levhaya “ağızlık gülü” denmektedir.
bül-gonca gibi klasik mazmun ilişkileri veya gül- Yazma Kur’ân-ı Kerîm’lerde sayfaların kenarına
şen, gülzar, gül yüzlü, gül yanaklı, gül dudaklı gibi ve gerekli yerlere tezhiple yapılan gül şeklindeki
fazla karmaşık olmayan terkip ve deyimler hâkim- motiflerden aşr-ı şerifleri gösterenlere “aşır gülü”,
dir. Bunun dışında edebiyatın hemen her tema ve cüz başlarını gösterenlere “cüz gülü”, genellikle
konusunda olduğu gibi gül imajı da gelenekten her cüzün 1/4’ünü belirtmek için konanlara “hi-
uzaklaşıp öncekilerden farklı alegorik ve sembo- zip gülü”, secde âyetlerini işaret edenlere de “sec-
lik değerler kazanarak yeni kullanma alanlarına de gülü” denir.
açılır. Kādirî tarikatı alâmeti olarak arakıyenin tepesi-
Divan şiirindeki dünyevî veya tasavvufî sevgiliyi ne çuhadan dikilen daire şeklindeki parçaya da
vatan ve millet motiflerine kaydıran Nâmık Ke- gül adı verilmiştir; havuzlu, kafesli gül veya Bağ-
mal’in şiirlerinden “Vaveylâ”da gül dildeki bu yeni dat gülü, kız gülü gibi çeşitleri vardır. Bu konuda
tasarrufun ilk örneklerindendir: “Feminin rengi derviş İbrâhim el-Eşrefî el-Kādirî’nin yazdığı “Gül
aksedip tenine / Yeni açmış güle misâl olmuş”. Sü- Risâlesi” (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 270),
leyman Nazif’in, “İşte gülzâr-i vatan mahvoldu is- Mustafa Kara tarafından yayımlanmıştır (UÜ İla-
tibdâd ile” mısraı da aynı kategoride bir başka ör- hiyat Fakültesi Dergisi, V/5 [1993], Bursa 1995, s.
nektir. Abdülhak Hâmid, bir şairin hayal gücünü 11-23). Rifâîler’in zikir esnasında ateşte kızdırıp
tasvir ettiği, “Bir haşrdır gözünde onun inkişâf-ı yaladıkları demire gül, bu işe de “gül yalamak” adı
gül” mısraında gülün açılmasıyla mahşer arasında verilir. Osmanlı sanatında XVIII. yüzyıldan sonra
orijinal bir çağrışım yapar. Ahmed Hâşim’in sem- gül natüralist üslûpta en çok resmedilen çiçektir.

129
Vadi-i Hamuşan
Gül, Osmanlılar’dan başlayarak günümüze kadar Gül Motifi
Türkler’in günlük hayatlarında önemli bir yer tu- a. Gül muhtelif renkte güzel kokulu bir çiçektir.(1)
tar. Erkek ve özellikle kadın kıyafetinde ve ziynet
b. Hıristiyanlığın ilk çağlarında Hz. İsa’nın sembo-
eşyasında yaygın bir motif olarak kullanılmıştır.
lü olarak kullanılır.(1)
Türk mutfağına özel gül reçeli ve gül şurubundan
c. Orta Asya’da da eskiden beri Osmanlılar döne-
başka parfümeri sanayiinde de gül suyu ve gül
minde mimaride, tavan süslemesinde, el sanat-
esansı eskiden beri bilinmektedir.
ları örneklerinde, ciltlerde ve mezar taşlarında
Türkçe eserlere ad verme geleneğine bağlı olarak fazlaca kullanılmıştır. Gül Nakş-i Bendi tarikatı
gül kelimesiyle başlayan birçok mesnevi, tarih, mensuplarının mezar taşlarında olduğu gibi
tezkire ve terâcim-i ahvâl kitabı bulunmaktadır. Bektaşi ve Mevlevi mezar taşlarında da görü-
Kız çocuklarına gül ve içinde bu kelimenin yer len bitkisel bezeme çeşididir. Gül motifinin
aldığı çeşitli adlar verilmesi de günümüze kadar Osmanlı dönemi mezar taşlarında sık kulla-
gelen yaygın bir gelenektir.(1) nılmasından ötürü, gülün halk arasında kutsal
(1) DİA; [GÜL - Cemal Kurnaz] c. 14; s. 222 kabul edildiği ifade edilmektedir. Gül ve çiçek-
ler Mevlevi kadın mezar taşlarının taç kısmın-
da tek bir gül veya gülçe şeklinde bazen de taç
Gül Baba Sultan Türbesi-Bulgaristan şeklinde sıralanmış tomurcuk güller biçiminde
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 167 mezar taşlarına yerleştirilmiştir.(1) Gülün süs-
leme sanatlarında ve özellikle mezar taşları
üzerinde görülmesinin sebebi ilahi güzelliği
Gül Baba Türbesi-İstanbul
sembolize etmesi ve Hz. Muhammed’in remzi
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 460 olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden
“verd-i Muhammedi” veya “gül-i Muhammedi”
Gül Baba Türbesi-Kosova-Mitroviça isimleri de verilen gülün kokusunun, Hz. Mu-
hammed’in kokusu olduğuna inanılır. Gül aynı
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 354,
zamanda cennet çiçeğidir. İbrahim Peygam-
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 450
ber’in ateşe atılınca gül bahçesine düştüğüne
inanılır.(2)
Gül Baba Türbesi-Ankara d. Tasavvuf edebiyatında gül, Allah’ın ve O’nun
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 70 birliğinin sembolüdür. Hz. Peygamberin de
sembolüdür. Ayrıca gülün Hz. Muhammed’in
terinden oluştuğuna inanılır.(1)
Gül Baba Türbesi-Kırklareli
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 105-106;
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285 (2) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 31

Gül Baba Türbesi-İstanbul Gül Suyu


(1) Adresler. a.g.e., Cesede ve kefene dökülen ve sürülen, kokusu sin-
(2) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 119, dirilen maddelerden gül suyu,
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 85-86,
a. Kırşehir, Erzurum, Çorum, Uşak, Sivas’ta koku-
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 246
ya şeytan gelmez diye,
b. Afyonkarahisar, Boğazlayan’da, gökten kokuya
Gül Çiçek Hatun Türbesi-Bursa melekler iner diye,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 36, c. Konya ve Merzifon’da ölü kokusu yok olsun
(2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179 diye,

130
Vadi-i Hamuşan
d. Hopa ve Rize’de mezarda, cesede yılan, çıyan, hayratı olduğunu bildirir. Yine Evliya Çelebi’ye
yanaşmasın diye göre Gülbaba, çiçekli bir bahçe içinde kurşun ör-
sürülür.(1) tülü bir kubbe altında yatar. Sandukası yeşil çuha
ile örtülü olup başında Bektaşî tacı vardır. Seyyah,
(1) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 1
“Âşık u sâdıkınım ettim ziyâret ben gedâ / Bül-
bül-i gûyâ gibi efgān edem ey Gülbaba” diyerek

G
Gül yalamak herhalde kendisinin de duvara bir beyit yazdığına
Rufâi dervişleri gelberi şeklinde yassı tarafı kıp- işaret eder. Evliya Çelebi daha sonra türbedeki di-
kırmızı bir demiri sapından tutarak ön dişleriyle ğer iki beyti nakleder. Bunlardan ikincisinde Gül-
sıkıp, Esma-i Hüsna’dan Hayy ismini zikrederek baba’nın nereli olduğu bildirilir: “Merzifon’dan
söndürürlerdi. Dişler ateşten birdenbire mütees- gelerek tuttu vatan / Şah Süleyman zamânı Güllü
sir olmadığı ve ağızdaki guddeleri hararet tesiriyle Baba.” Evliya Çelebi aynı bilgiyi Budin’in ziyaret
fazla tükürük ifraz ettiği için bu demire tükrükleri yerlerini anlatırken de tekrarlar. Bu yıllarda Bu-
dokundurmak ve hayy hayy dedikçe nefes buharı din’in en büyük müslüman mezarlığı Gülbaba
vermek suretiyle söndürürlerdi. İşte bu demire Türbesi’nin çevresindeydi. Nitekim bu serhad
kırmızılığından kinaye olan gül, söndürmeye gül şehrini tasvir eden eski bir gravürde, tekke ve
yalama derlerdi.(1) türbenin bulunduğu Gülbababayırı’nın kabirlerle
kaplı olduğu işaretlenmiştir. Evliya Çelebi’nin ifa-
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
desiyle “nice Zaloğlu Rüstem gibi yiğitlerin” yattı-
ğı bu kabristan Budin kaybedildikten sonra orta-
Gül, Zeynep dan kaldırılmış, XVIII. yüzyılda da bir hıristiyan
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: mezarlığına dönüştürülmüştür.
745.5-30
Aslı Viyana’da bulunan 974 (1566) tarihli bir tamir
Edirne’deki Bazı Mezar Taşları, Lisans Tezi, Atatürk Ü., kaydından öğrenildiğine göre Gülbaba Tekkesi alt-
İlahiyat Fak., S.71, 1986, Erzurum
mış dervişi barındıracak büyüklükteydi. Çok zen-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. gin vakıfları arasında Tuna üzerinde iki değirmen,
Felheviz ve Szent Mihály kiliselerine ait evlerle bir
manastır, János Hamamı’nın dört evi, tarlalar ve
Gülbaba Türbesi-Macaristan
Solymár nahiyesinin bütünü bulunuyordu. 1551
(1) DİA, Cilt. 6 s. 349, DİA, Cilt 14 s. 228, yılında Budin’e gelen Georg Wernher, buradaki
(2) BKDK. a.g.e. s. 13, ılıcalardan bahseden yazısında adını vermeksizin
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 542 Gülbaba Tekkesi’ne de birkaç satır ayırmıştır.
Evliya Çelebi Budin’in kaybedilmesinden yir-
Gülbaba Tekkesi Ve Türbesi mi dört yıl önce 1073’te (1662), Peter Lambeck
Budin’de XVI. yüzyılda yapılmış türbe ve Bektaşî 1666’da, Edward Brown da 1669-1671 yılları ara-
tekkesi. sında Gülbaba Tekkesi’ni ve türbeyi ziyaret etmiş-
Budin’in fetihinden az sonra, 1543-1548 yılla- lerdir. Brown, adını “Dschulpapa” olarak verdiği
rında Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde Mehmed tekkede şeyhin kendilerine kavun ve meyve ikram
Paşa tarafından Horozkapısı dışında, Veli Bey ettiğini, karşılığında da birkaç parça gümüş ver-
ılıcası yakınında Gülbababayırı denilen bağlık diklerini yazar.
bir yerde yaptırılmıştır. Evliya Çelebi, “Dervişle- Budin’in kaybedildiği yıllarda şehre gelen Giovan-
ri gazâya gider; yaz ve kış meydanlarında çeşitli ni Paolo Zenarolla burada üç tekke bulunduğunu
şamdan, çerağ, kandiller, buhurdanlar, gülâbdan- bildirir. Bunlardan Hıdır Baba (Idirbaba) Tekke-
lar vardır. Kara ve deniz seyyahları mermer kapı si’nde on beş, Miftah (Miktâr) Baba Tekkesi’nde
ve duvarlarına pek çok beyitler yazmışlardır” de- yirmi dervişin barınmasına karşılık Gülbaba (Gi-
dikten sonra bu tekkenin Gazi Mihaloğulları’nın ulbaba) Tekkesi’nde altmış derviş bulunduğunu,

131
Vadi-i Hamuşan
buraya gelen misafirlerin hoş karşılandığını, say- Wagner adında bir mimar tarafından satın alı-
gı ve ikram gördüğünü söyler. Budin’in 1686’da narak buraya Rönesans üslûbunda bir galeri inşa
Türkler’den alınışına şahit olan İtalyan Bizozeri ettirilmiştir. A. Karl Fischer, 1898’de Gülbaba ve
ise burayı, “Küçük bir koruluk içinde olan Gülbaba türbesi hakkında bir monografi yayımladığında
Tekkesi’nde buraya adını veren zatın kabri de var- bu galeri henüz yapım halindeydi (bugün artık
dır; bu mezarı çeşitli yerlerden Türkler ziyarete mevcut olmayan galerinin türbe ile birlikte resmi
gelirler” diyerek anlatır. için bk. TA, XVIII, 138). A. Kari Fischer tarafın-
Budin elden çıktıktan hemen sonra 1686’da çizi- dan 1898’de yayımlanan küçük bir araştırma-
len bir resimde Gülbaba Tekkesi kırk iki numara da yer alan bir resimde “tekkenin görünümünü
ile işaretlenmiştir. Fontana Nessenthaler’in yine gösterir” denilmekteyse de bütünüyle Batı üslû-
Budin’in kaybedilmesinin ardından çizdiği gra- bundaki bu yapı bir Türk Bektaşî tekkesini değil,
vürde de yamaçta tekkenin harabesiyle daha yük- aynı yerde sonradan kurulan Cizvit manastırını
tasvir etmektedir. Bu yıllarda Budapeşte’ye gelen
sekte Gülbaba Türbesi sekiz köşeli mimarisi ve
müslümanlar Gülbaba Türbesi’ni ziyareti ihmal
kubbesiyle belirtilmiştir.
etmiyorlardı. Fischer’in yazdığına göre, bir müs-
1690’da tekke etrafındaki müslüman mezarlığı bağ lüman ziyaretçi türbe yakınındaki bir evin sahibi
haline getirilirken binaların bir kısmı üzerinde bir bulunan büyük annesine başvurarak evin altında-
manastır kurulmuş, Gülbaba Türbesi olan yapı da ki, eski bir taş ocağı olan kayadan oyma bodrumu
Katolik Cizvit tarikatı rahipleri tarafından işgal ziyaret etmek istemiş ve Budin’in işgali esnasında
edilerek kiliseye çevrilmiştir. Fakat XIX. yüzyıl düşmandan kaçan soylu bir Türk kızının burada
içinde bu tarikatın faaliyeti durdurulunca türbe hı- öldüğünü söylemiştir. Wagner’in galerisinin ya-
ristiyan ibadet yeri olmaktan çıkarılmıştır. Sultan pımı sırasında türbenin kubbeden temele kadar
Abdülaziz’in Batı Avrupa seyahati programında çatlak olduğu anlaşılarak binayı takviye için ya-
1867’de Budapeşte’ye de uğraması tasarlandığında pılan araştırmada temelin yok denilecek kadar az
türbe, belediye tarafından padişahın ziyaret etmesi olduğu görülmüş ve içinde herhangi bir kabre de
ihtimali düşünülerek acele düzenlenmiş, etrafında rastlanmamıştır. Gülbaba Türbesi’nin mahiyeti ve
padişah için bir de çadır kurulmuştur. Ancak Abdü- Cizvitler’in burayı kilise olarak kullandıkları dö-
laziz buraya kadar gelmediğinden belediye başka- nemde ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı hususun-
nı, türbenin tabanından küçük bir çukur açtırarak da artık bir araştırma yapılması mümkün değildir.
buradan aldığı toprağı Tuna üzerinde bir gemide
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında bu türbe ile
konaklayan padişaha gümüş bir kap içinde takdim
ilgilenilerek tamir ve tefrişi için yardımda bulu-
etmiştir. Bundan böyle bir İslâm türbesi görünü-
nulmuştur. 1885’te Lajos Grill adında bir mimar
münde korunmasına özen gösterilen bu tarihî eser,
türbeyi tamir etmiş, Budapeşte’de Türk elçiliğinde
âdeta Türk-Macar yakınlaşmasının bir sembolü
görevli Rumbeyoğlu Fahreddin, türbe ve Gülbaba
olarak kabul edilmiştir. 1877 yılında Budapeşte’ye ile ilgili bir monografi yayımlamıştır. Budapeşte
gelen, içlerinde Çaylak Tevfik’in de gazeteci olarak Üniversitesi mimarlık öğrencileri I. Dünya Savaşı
bulunduğu kalabalık bir Türk heyeti türbeyi ziyaret yıllarında Macaristan’daki Türk eserlerinin rölö-
etmiş, bu seyahat münasebetiyle Çaylak Tevfik bir velerini çizdiklerinde, Semih Rüstem adında bir
kitap yazdığı gibi Macarlar tarafından da içinde, öğrenci türbenin o yıllardaki durumunu aksetti-
“İttihâd-ı Macar ve Türk ola dâim mes‘ûd” naka- ren plan ve kesitini çizerek 1917’de yayımlamıştır.
ratlı bir manzumenin yer aldığı Macarca bir kitap Budapeşte’de 1926-1927 yıllarında başşehbender
basılmıştır. Bu kitapta bulunan resimler arasında, olarak görevli bulunan Müftüoğlu Ahmed Hikmet
Gülbaba Türbesi’nin bir İslâm kabrine dönüştürül- türbenin içini İstanbul’dan getirilen seccadelerle
müş durumunu ve Türk heyetinin burada Fâtiha döşetmiştir. Gülbaba’ya daima iyi duygular besle-
okuyuşunu gösteren bir gravür yer almaktadır. yen Macarlar da onu konu alan bir oyun sahneye
Türbenin çevresi XIX. yüzyılda önce Joseph Tho- koymuş ve “Gülbaba” adıyla bir film yapmışlardır.
ma’nın mülkiyetine geçmiş, daha sonra Johann Bu film 1940 veya 1941’de İstanbul’da bir sine-

132
Vadi-i Hamuşan
mada gösterilmiştir. Romancı ve masal yazarı H. nus) yapıyı bir kitabına ad olarak seçmiştir. Ancak
Chr. Andersen ile besteci Huszka’nın Gülbaba ile Gondolatok Gül Baba Siryánál (Gülbaba Türbe-
ilgili eserleri olduğu söylenmektedir. si’nde düşünceler) adlı bu kitap yazarın bir sem-
II. Dünya Savaşı’nın ardından Macaristan’da ko- bol olarak ele aldığı Gülbaba adı etrafında İslâm
münist rejim hâkim olunca türbenin yıktırıldığı kültür ve medeniyetini tanıtmaya yönelik düşün-
yolunda bir söylenti çıkmış, ancak bunun gerçek celerinin yer aldığı bir eserdir (Budapest 1984).

G
olmayıp sadece içindeki mefruşatın yok edildiği Avrupa içlerindeki Osmanlı-Türk hâkimiyetinin
anlaşılmıştır. Macar hükümeti 1960’tan sonra, günümüze kadar ulaşabilen pek az sayıdaki mi-
daha önce Wagner tarafından yapılan ve çeşitli mari hâtıralarından olan Gülbaba Türbesi, Macar-
çarpışmalarda yer yer zarar gören sütunlu ve ke- lar’ın gösterdiği ilgi ve Türkiye’nin desteği saye-
merli galeriyi, belirli bir sanat akımının temsilcisi sinde uzaklarda kalmış bir geçmişi haysiyetli bir
olmasına rağmen yıktırarak türbenin meydana biçimde yaşatmaktadır.
çıkmasını sağlamış, Türk hükümeti de 1973’te (1) DİA; [GÜLBABA TEKKESİ ve TÜRBESİ - Semavi
buraya birçok sanduka örtüsü, halı, şamdan ve Eyice] c. 14; s. 229
yazı levhası göndermek suretiyle iç dekorasyonu-
nu tamamlatmıştır. Gülbaba Türbesi’nin yanına
Gülbahar Hatun Türbesi-Bursa
minareli ve kubbeli bir cami inşa edilerek burayı
bir İslâm merkezi haline getirme projesi ise henüz (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 35,
gerçekleşmemiştir. (2) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 352

Gülbaba Türbesi, klasik Osmanlı dönemi Türk


türbe üslûbuna uygun biçimde sekizgen bir yapı Gülbahar Hatun Türbesi-İstanbul
olarak ve muntazam kesme taştan inşa edilmiştir. (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 237,
Üstü aslında muhtemelen kurşun kaplı bir kubbe (2) Envanter. a.g.e. No:38,
ile örtülüydü. Bina Cizvit papazları tarafından ki- (3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 224,
liseye dönüştürüldüğünde iki pencere örülerek bir (4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 435
cephesinde Türk mimarisinde benzeri olmayan
oval bir pencere açılmış, kubbenin tepesine de bi- Gülbahar Hatun Türbesi-Trabzon
naya bir kilise görünümü vermesi için bir aydınlık
feneri eklenmiştir. Fakat Fischer’in monografisin- (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 99,
(2) DİA, Cilt 14 s. 232,
den öğrenildiğine göre kubbe delinmediğinden bu
(3) Trabzon Valiliği, “Trabzon 2011.” Trabzon Valiliği
aydınlık feneri gerçekten içeriyi aydınlatmıyordu.
İl Kültür Turizm Müd. s. 19
Son onarımlarda bu fener kaldırılarak kubbenin
tepesine Türk sanatındaki şekline hiç uymayan bir
alem konulmuştur. Türbe kilise haline getirildiğin- Gülbahar Hatun Camii Ve Türbesi
de yay kemerli kapının bu unsuru sökülerek giriş Trabzon’da XVI. yüzyıla ait cami ve türbe.
açıklığı üstteki sivri kemerle birleştirilmişken son- Bugün Atapark denilen semte yakın zamana ka-
raları bu giriş aslına uygun biçime sokulmuştur. dar adını veren cami, Yavuz Sultan Selim’in anne-
Rumbeyoğlu Fahreddin türbede Gülbaba’yı anla- si Gülbahar Hatun tarafından yaptırılan külliye-
tan bir levhanın bulunduğunu söyler. İlk beytin- nin en önemli birimidir. Külliyenin diğer binaları
de, “Bunda medfun Gülbaba hazretleridir dâima ortadan kalkmış, günümüze sadece cami ile türbe
/ Bülbül-âsâ zâiridir rûh-ı pâk-i etkıyâ” denilen, ve yakın yıllarda yenilenmiş olan şadırvan kalmış-
Kemal adlı bir şaire ait bu methiye sonradan kay- tır. Caminin üzerinde bir kitâbe bulunmamakla
bolmuştur. birlikte türbenin kitâbesine göre onun da 911
Gülbaba Türbesi’nin restore edilmesi için faaliyet (1505-1506) yılına doğru yapıldığı sanılmaktadır.
göstermekle de tanınan müslüman Macar ilim Zâviyeli (veya tabhâneli) plan tipinde olan cami-
adamı Hacı Abdülkerim Germanus (Gyula Germa- nin kuzeyinde altı mermer sütunla taşınan beş

133
Vadi-i Hamuşan
kubbe ve geniş bir saçağın örttüğü son cemaat medresedir. Caminin kuzeyinde yer aldığı ve iki
yeri bulunmaktadır. katlı olduğu bilinen medrese 1883’te tamir edil-
Mukarnaslı taçkapının üstüne rastlayan orta kub- miş, ancak bakımsız hale geldiği için 1927 yılın-
beye geçiş yine mukarnaslarla sağlanmıştır. Kapı- dan sonra ortadan kaldırılmıştır.(1)
nın iki tarafında birer mihrâbiye ve ikişer pencere (1) DİA, [GÜLBAHAR HATUN CAMİİ ve TÜRBESİ -
yer alır. Caminin harimine bu cepheden üç kapı ile Özkan Ertuğrul] c. 14; s. 232
girilmekte ve taçkapı ana mekâna, köşelerde bu-
lunan diğer iki kapı zâviyelere açılmaktadır. Her Gülcü Baba Türbesi-Erzincan
üç kapının da önünde giriş yolları bulunmakta ve
orta yolun ikiye böldüğü son cemaat yerinin zemi- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 36

ni yüksek bir seki oluşturmaktadır.


12 X 12 m. ölçülerindeki ana mekânın üzeri, dışa- Gülçiçek Hatun Türbesi-Bursa
rıdan onikigen kasnağa oturan pandantifli kubbe (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 53,
ile örtülmüştür. Cepheden iki, yanlardan birer (2) DİA Cilt 14 s. 236,
pencere ile aydınlatılan harimin kubbe kasnağın- (3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 48
da da dört pencere bulunmaktadır. 4,50 X 5,45 m.
ölçülerinde olan köşelerdeki iki zâviyenin üzerleri
Gülçiçek Hatun Türbesi-Amasya
kubbe ile örtülüdür ve yanlara açılan birer pencere
ile aydınlatılmışlardır. Caminin mermer mihrabı (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
taçlı olup rûmîlerle süslenmiştir. 1970’li yıllarda
yapılan restorasyonlarda son cemaat yeri kubbe-
Gülçiçek Hatun Türbesi
leri dahil caminin bütün tezyinatı yenilenmiş, bu
Bursa’da erken Osmanlı dönemine ait türbe.
arada mihrabın kenarları da boyanmıştır. Küçük
frizlerin bulunduğu minber yine mermerden ya- Yıldırım Bayezid’in annesi Gülçiçek Hatun’a ait
pılmıştır ve gösterişsizdir. Sekiz köşeli kürsüsü olup padişah anaları için yapıldığı bilinen tür-
caminin batı duvarına bitişik olan minare bir sıra belerin en eski örneğidir. Kitâbesi bulunmayan
beyaz, bir sıra kırmızı kesme taşla örülmüş ve şe- yapının, Gülçiçek Hatun adına düzenlenen 802
refesi mukarnaslı olarak inşa edilmiştir. Avlunun (1399-1400) tarihli vakfiyeden XIV. yüzyılın son-
ortasında yer alan şadırvan mevcut kalıntılar üze- larında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Yine vakfi-
rine tamamlanmıştır. Demir şebekeli havuz, git- yeden anlaşıldığına göre türbe imaret, zâviye ve
tikçe daralan sekiz sütuna oturmuş çadır şeklinde bazı evlerden meydana gelen zengin bir külliye-
yüksek bir külahla örtülüdür; külah caminin tüm nin parçasıdır (Ayverdi, I, 462). Bu yapı toplulu-
örtü sisteminde olduğu gibi kurşunla kaplıdır. ğunun diğer bir ünitesi de 1906 yılına kadar faal
durumda olduğu başka bir belgeden öğrenilen bir
Caminin doğusunda bulunan türbe sekizgen
medresedir (a.g.e., I, 441). 802 tarihli vakfiye, I.
prizma şeklinde olup kubbelidir; kurşunla kaplı
Murad’ın padişah silsilenâmelerinde ve vekāyi‘nâ-
ve hafifçe sivri olan kubbe sekizgen bir kasnağa
melerde adına rastlanmayan beşinci bir oğlunun
oturtulmuştur. Türbenin kuzey yüzü dışında bü-
daha bulunduğunu bildirmesi bakımından büyük
tün cephelerinde pencere bulunmaktadır. Renkli bir tarihî değer taşımaktadır. Burada kaydedildi-
taşlarla tezyin edilmiş pencere kemerlerinin üze- ğine göre I. Murad’ın tek eşi olan Gülçiçek Hatun
rinde birer kabartma madalyon yer almakta ve vakıflarının idaresini oğlu Yahşi Bey’e bırakmıştır
bunların içlerinin zengin süslemelerle doldurul- (geniş bilgi için bk. Baykal, s. 45; Ayverdi, I, 418-
muş olduğu görülmektedir. Güneydoğuya açılan 419). Külliyenin merkezine ayrıca Yahşi Bey tara-
kapının üstünde inşaat kitâbesi ve ayrıca rûmîler fından bir mescid yaptırılmış ve bu mescid bâni-
içinde iki besmele bulunmaktadır. sinin ismiyle olduğu kadar bazı kayıtlarda geçtiği
Külliyenin bugüne ulaşmayan yapılarının en gibi annesine izâfeten Gülçiçek Hatun ismiyle
önemlisi Sultâniye Medresesi adıyla da tanınan de anılmıştır. Yapıların bulunduğu mahalleye ise

134
Vadi-i Hamuşan
Yahşi Bey mahallesi denildiği yine eski kayıtlar- iç içe konarak altlı üstlü biçimde yerleştirilmiştir.
dan öğrenilmektedir (a.g.e., I, 418). Yapıdaki bütün pencerelerin alınlıklarında erken
1772 tarihli bir belgedeki, Gülçiçek Hatun Mesci- Osmanlı döneminin tipik tuğla dolgulu dekora-
di ve Türbesi’nin tamir edilmesine karar verildi- tif örgü karakteriyle karşılaşılır. Ön, arka ve yan
ğine ve bu iş için 23.400 akçe ayrıldığına ilişkin cephedeki pencerelerin alınlıklarında tuğlaların
bilgiden (a.g.e., I, 419) XVIII. yüzyılda harap du- yatay ve dikey olarak yerleştirilmesiyle elde edilen
hasır örgüsü, son cemaat yerinin iki yan duvarın-

G
rumda olduğu anlaşılan türbe en son 1958 yılında
onarılmıştır. Bugün de bakımsız, harap olmaya daki pencerelerde ise altıgen taşların arasına ko-
nulmuş tuğlalarla elde edilen daha geometrik bir
yüz tutmuş durumda bulunan yapı yeni bir onarı-
örgü düzeni uygulanmıştır. Yumurta kemerli bir
ma ihtiyaç duymaktadır.
giriş nişi içinde yer alan yuvarlak tuğla kemerli ka-
Plan şeması, içten 6,40 X 6,40 m. boyutlarında bir pının oldukça geniş söveleri mermerdendir. Kapı
kare olan yapıyı beden duvarları üzerine yüksek ile nişin kemerleri arasında dikine hazırlanmış bir
bir sekizgen kasnakla oturan kubbe örtmektedir; kitâbe yuvası görülmektedir.
kubbeye geçiş Türk üçgenleriyle sağlanmıştır.
Tuğla-taş sıralarıyla örülmüş olan cephelerdeki
Kasnağın alt kısma göre orantısız bir yüksekliğe
dikkati çeken tek süsleme elemanı, sol yan tarafta
sahip bulunması ilk bakışta dikkat çekmektedir.
iki pencere arasına konulan bir rozettir. İki yassı
Kasnağın beden duvarlarından farklı biçimde
tuğla ile bir taşın sırayla ışınsal biçimde dizilme-
tuğla kullanmadan yalnız kesme taşlarla örülmüş
sinden oluşan motif basit bir forma sahiptir ve
olması da yine dikkat çekicidir ve bu durumlar
duvarın yüzüyle hemen hemen aynı seviyededir.
orijinalitesinin bozulduğunu, bugünkü görünümü
Orta kısmı dolgusuz bırakılan rozette, XIV. yüzyı-
sonraki bir değişiklikle aldığını göstermektedir.
la tarihlenen başka Osmanlı yapılarında da oldu-
Genel oranlar göz önüne alındığında hemen far-
ğu gibi herhangi bir süslemeye gidilmemiştir.
kedilen bu uyumsuzluğun, muhtemelen yapının
Tamamen süslemesiz olan türbenin iç kısmında
bütünüyle yenilendiği 1958 onarımı sırasında,
dört sanduka bulunmakta, bunlardan biri Gülçi-
orijinalde on altı köşeli olması gereken kasnağın
çek Hatun’a ait olup diğerlerinin sahipleri ise bi-
yerine bugün görülen sekizgen ve yüksek kasna-
linmemektedir.
ğın yapılmasıyla meydana getirildiği söylenebilir.
Türbenin giriş cephesinin önünde yanları kapalı (1) DİA; [GÜLÇİÇEK HATUN TÜRBESİ - Selda Ertuğ-
rul] c. 14; s. 237
bir revak bölümü yer almaktadır. Bugün yalnızca
yan duvarları ve zemin kısmıyla ayakta kalabilmiş
olan revakın örtü sistemi yıkılmıştır. Tonoz veya Gülbang
kubbeye işaret edebilecek herhangi bir ize rastlan- a. Tekkelerde, Bektaşi ve Mevlevi törenlerinde ta-
mamakta, duvarların üzerindeki kiriş izlerinden rikat büyüklerini anmak için söylenen ilahi.(1)(3)
bu kısmın örtüsünün düz bir çatı olduğu anlaşıl-
b. Saraylarda belirli törenler sırasında yüksek ses-
maktadır.
le okunan dua.(1)(2)(4)
Yapı, üç sıra tuğla, bir sıra kesme taştan oluşan c. Savaşçıların saldırı sırasında Allah Allah nidala-
erken Osmanlı döneminin tipik duvar örgüsünü rı ile bağırması.(1)
sergilemektedir. Cephelerin köşe kısımları kesme
d. Belli zamanlarda belli yerlerde okunmak üzere
taşla örülmüştür ve her cephede ikişer pencere
düzenlenmiş yeniçeri duası.(1)
bulunmaktadır. Mermer söveli pencerelerin hepsi
duvar yüzeyinden biraz içeride kalacak şekilde dü- e. Bir topluluğun bir ağızdan yüksek sesle yaptığı
zenlenmiştir. Ön ve arka cephelerdeki pencereler dua.(1)
tuğla-taş sıralı sivri kemerlerle örtülmüştür. Yan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
cephelerdeki pencerelerde ise daha farklı bir uy- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
gulamaya gidilmiş, aynı form ve işçilikteki ikişer (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kemer özengi seviyeleri farklı tutulmak suretiyle (4) Albayrak, Nurettin. a.g.e.

135
Vadi-i Hamuşan
Gülensoy, Tuncer Gülnuş Emetullah Valide Sultan Türbesi-
Fırat Ü. Ktp./Tasnif No: S418 istanbul
Ahlat’ta Türk Damgaları -II, Fıart Üniversitesi Dergisi (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 53,
II/2, Fırat Ü. Yay, S: 55-91,1988, Elazığ. (2) Envanter. a.g.e. No:39,
(3) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 556
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Gülnuş Valide Sultan Türbesi-İstanbul


Gülensoy, Tuncer
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 211,
Fırat Ü. Ktp./Tasnif No: S418 (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 156
Ahlat’ta Türk Damgaları -I, Fıart Üniversitesi Dergisi
II/1, Fırat Ü. Yay, S: 91-147,1988, Elazığ.
Gülpayegan Baba Mısri Türbesi-İran
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 130

Güler, Mustafa
Gülperi Hatun Türbesi-Erzurum
Milli Ktp./Tasnif No: 1999 SA 3
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 37
Afyon Karahisar`da Eski Mezarlıklar ve Geriye Kalanlar
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Afyon, Sayı: 2, S.71-87,1999, Afyon Gülruh Hatun Türbesi-Bursa
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 131,
(2) DİA, Cilt. 31, s. 198,
(3) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 352,
Gülersoy, Çelik (4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 182
T.T.K Ktp./Tasnif No: A I 9399
İstanbul Tarihinin Mezar Taşları, Türkiye, Turing Oto-
Gülşah Hatun Türbesi-Bursa
mobil Kurumu Belleteni, 49/328, Sayı: 9-10,
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 92,
S.2-6, 1975, İstanbul
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 128,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (3) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 351,
(4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 182

Gülfem Hatun Türbesi-istanbul


(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 53, Gülşehir Seyyid Ahmed Türbesi-Nevşehir
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 554 (1) Ekiz, Mahmet. “Nevşehir’de Türk Dönemi Mimari
Eserleri” Dok. Tz. Ankara Ün. Sos. Bil. Enst. An-
kara (2006). s. 183
Gülfem Hatun Türbesi-Kosova-İpek
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 365,
Gülşenilik
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 447
Bir Türk tarikatı. Kurucusu Şeyh İbrahim Gülşe-
ni’nin (Diyarbekir 1422-? Kahire 1533) adını ta-
Gülişe Ana Seyidi Türbesi-Bingöl şır.(1)
(1) Kaynak Yok (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.

Gülleli Baba Türbesi-Malatya Gülşirin Hatun Türbesi-İstanbul


(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 295 (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 462

136
Vadi-i Hamuşan
Gülustu Sultan Türbesi-İstanbul Gümüşdağ, Gökhan
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 275, YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 207291
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 445 Kastamonu Şehri Nasrullah Camisi, Yılanlı Camisi,
Yakupağa Camisi, Ahmed Dede Camisi Hazirelerindeki
Gümbed-i Alaviyan Türbesi-İran Mezar Taşları, Gazi Ü. Sosyal bil. Enst., Sanat Tarihi
ABD, Y. Lisans Tezi, S.270, 2007, Ankara
(1) Öney, Gönül. a.g.e. s. 42

G
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Gümbet-i Ghaffariye Türbesi-İran


(1) Öney, Gönül. a.g.e. s. 43 Gümüşlü Türbesi-Erzurum
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 44,
Gümbürdemek (2) Özdoğan, Duygu. a.g.e. s. 128-138
Boşu boşuna ölüp gitmek,(1)(2) ölmek, gümlemek.(3)
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Gümüşlü Kümbet
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Erzurum’da Karskapı dışındaki meydanda tahmi-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nen XIV. yüzyıla ait kümbet.

Güme gitmek Evliya Çelebi’ye göre adını kubbesinin gümüşle


kaplı olmasından, diğer bir rivayete göre ise konik
Bir hiç yüzünden ölmek, boşu boşuna ölmek.(1)(2)(3)
külâhında büyük bir gümüş parçası asılı olduğu
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. için almıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sıra-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. , sında bu gümüşlerin Ruslar tarafından götürüldü-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. ğü rivayet edilir.
Yapının kitabesi tamamen ortadan kalktığından
Gümenek Türbesi-Tokat
mimarı ve bânisi hakkında bilgi bulunmamakta-
(1) Tokat. a.g.e. s. 268 dır. Evliya Çelebi, o dönemde mevcut olan lahdin
üzerinde “Sultan Mahmud” ibaresini okuduğu
Gümlemek için yanlış olarak Gazneli Mahmud’un burada yat-
a. Ölmek.(2) tığını söylemiştir. Arşiv belgelerinden hareketle
b. Umulmadık, beklenmedik bir zamanda yok ol- burada zâviye şeyhi Köse Gıyâseddin Dede’nin
mak yada ölmek.(1)(3)(4) gömülü olduğu ileri sürülmüştür.

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Tamamıyla kesme taştan inşa edilen yapı itinalı
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. bir işçilik gösterir. Köşeleri üçgen yüzeyler şek-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. linde pahlanmış kare bir kaide üzerine oturan
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. onikigen gövdesi, duvarlara yapıştırılmış ikiz sü-
tunçeler ve yuvarlak kemerlerle bölümlere ayrıla-
Gümleyip gitmek rak hareketlendirilmiştir. Konik külâhın hemen
altında, Erzurum’daki mezar anıtlarında sıkça
Beklenmedik bir zamanda ölmek.(1) Ani olarak
kullanılan, kırmızı renkli taşlardan zencirek mo-
ölmek.(2)
tifi işlenmiştir. Mukarnaslı sivri kemer içine alın-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. mış iki adet pencere ile aydınlanan kümbetin alt
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. katındaki cenazelik bölümü ise üç havalandırma
menfezi ve yukarıdaki sanduka kısmına açılan bir
Gümülemek delikle aydınlanmaktadır.
Ölmek.(1) Bütün bu özellikleriyle Üç Kümbetler, Karan-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. lık Kümbet ve Râbia Hatun Kümbeti gibi Erzu-

137
Vadi-i Hamuşan
rum’daki diğer mezar anıtlarıyla büyük benzer- “zahir” ve “bâtın” sıfatları ile birlikte zikredilmiş-
likler gösteren Gümüşlü Kümbet XIV. yüzyılın tir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “ism” md.).
başlarına tarihlendirilebilir. Zenb, sözlükte “arka, geri, kuyruk” anlamlarına
Çok sağlam bir yapıya sahip olduğu için bir zaman- gelen zenebden türemiş olup “sonu kötü olan fiil”
lar su deposu olarak da kullanılan yapı son yıllarda demektir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat, “źnb”
onarılarak eski görünümüne kavuşturulmuştur.(1) md.). İsm kelimesinin eş anlamlısı kabul edilen
zenb “mükellefin gayri meşrû işi” olarak tarif edil-
(1) DİA; Doğan Yavaş c. 14; s. 278
miş (Tehânevî, I, 507) ve otuz yedi yerde geçtiği
Kur’ân-ı Kerîm’de küfür, şirk, katil, zina gibi gü-
Gümüşlüce Türbesi-Kastamonu nahlar için kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Mu-
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 cem, “źnb” md.).
On âyette geçen “ağırlık” mânasındaki vizr keli-
mesi (çoğulu evzâr), bu âyetlerin çoğunda manevî
Gümüşlüzade Türbesi-Amasya
yük ve sorumluluk ilgisiyle ism yerine kullanılmış-
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 tır (bk. a.e., “vzr” md.).
“Kişiyi haktan saptıran fiil veya davranış” anla-
Gün, Recep mındaki cünâh da Kur’an’da geçtiği yirmi beş
Milli Ktp./Tasnif No: 2004 SA 8
yerde daha çok insanlar arasındaki münasebetler
için kullanılmaktadır (a.e., “cnh” md.; Ebü’l-Bekā,
Mezar taşı Kitabelerindeki İmzaların referansı sorunu:
s. 41).
Samsun Çarşamba RıdvanPaşa camii Haziresindeki
İki Mezar Taşı Örneği, İSTEM, Y.1, Sayı:1, S.151-156, Hûb kelimesi ise Kur’ân-ı Kerîm’de yetim malı
Selçuk Ü. İla. Fak.,sebat Ofset Mat.,2003, Konya yiyenler için doğrudan “günah” anlamında yer al-
maktadır (en-Nisâ 4/2).
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Bu beş kelimeden özellikle ism, zenb ve vizr ha-
dislerde de çokça geçmektedir (bk. Wensinck,
Gün, Recep el-Mucem, “ism”, “źenb”, “vizr”, “cünâh”, “hûb”
Milli Ktp./Tasnif No: 1991 SA 67 md.leri).
Samsun Çarşamba Rıdvanpaşa Camii Haziresindeki Günahla ilgili olarak âyet ve hadislerde yer alan
Mezar taşları (Celi Ta’lik Kitabeli Olanlar), 19 Mayıs Ü. diğer kavramlar da şöyle gruplandınlabilir:
Dergisi, (22), S.103-143, 2006, Samsun
1. Hukukî suçu veya yanlış ve çirkin fiili anlatan
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. terimler: cürm, sû’ (seyyie), bazı mânalarıyla hatâ
(hatîe), fuhş, hubs vb.
Günah 2. Haksızlık ve haddi aşma anlamında kullanılan
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis metinlerinde günah terimler: zulüm, israf, tuğyân, şatat vb.
kavramını ifade eden birçok kelime vardır. Bunlar 3. Sonuç itibariyle günah olup sapma ve bozul-
arasında genel anlamıyla günah yerine kullanılan- mayı ifade eden terimler: dalâlet, fesâd, fısk, fücûr,
lar ism, zenb, vizr, cünâh ve hûb kelimeleridir. gay, cenef, nekb vb.(bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mu-
İsm, “işleyene ceza gerektiren, insanı hayır ve se-
cem, a.g. md.ler; Wensinck, el-Mucem, a.g. md.ler;
ayrıca krş. Izutsu, s. 250-261).
vaptan alıkoyan fiil veya bundan doğan sorumlu-
luk” anlamına gelir (Ebü’l-Bekā, s. 40). Kur’an’da Günahın kalpteki teşekkülü ve olumsuz tesirini
otuz beş yerde geçen ism kelimesi, genel anlamın- ise Kur’ân-ı Kerîm zeyğ (Âl-i İmrân 3/7-8), reyn
dan başka küfür ve inkârı, düşmanlığı, yalan, içki, (el-Mutaffifîn 83/14) ve kasve (el-Bakara 2/74)
kumar, faiz gibi günahları nitelemek için de kulla- kelimeleriyle açıklar.
nılmıştır. İsm ayrıca dört yerde “mübîn” (apaçık), Günaha sevkeden faktörleri, insanın yapısında bu-
bir yerde “kebîr”, bir yerde “azîm”, bir yerde de lunan meyil ve arzularla onu dışarıdan etkileyen

138
Vadi-i Hamuşan
âmiller olmak üzere iki grupta ele almak müm- haram şeklinde nitelenen ilâhî buyrukların ihlâl
kündür. edilmesi de kebîre sayılmıştır. Konuyla ilgili ola-
İslâmiyet’e göre insan yapısında bulunan kötü- rak Hz. Peygamber’den rivayet edilen metinler
lüklerin kaynağı nefistir. Çünkü nefis, “alabildi- içinde şu yedi büyük günahı sıralayan hadis âlim-
ğine kötülüğü emreden” (nefs-i emmâre) (Yûsuf ler arasında şöhret bulmuştur: Şirk, büyü, adam
12/53) ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar öldürme, ribâ, yetim malı yeme, savaştan kaçma

G
halinde sürekli telkinde bulunan (Kāf 50/16; en- ve iffetli müslüman kadına zina isnadında bulun-
Necm 53/23) bir güçtür. ma (Buhârî, “Veśâyâ”, 23, “Hudûd”, 44; Müslim,
“îmân”, 144; Ebû Dâvûd, “Veśâyâ”, 10).
Günaha sevkeden bir başka faktör de ölümsüz bir
dünya hayatı içgüdüsü ve âhireti düşünmeme tavrı- Tövbesiz affedilmeyen yegâne günah küfür ve
dır (el-Bakara 2/95-96). Kendini bu psikolojiye şirk olup cezası ebediyen cehennemde kalmaktır.
kaptıran insan, hayat sadece bu dünyadan ibaret- Bu günahın tövbesi şüphe yok ki hak dini benim-
miş gibi pervasızca hareket etme arzusuna kapılır semekten ibarettir. Diğer günahlardan özellikle
ve hayvanı istekleri tatmin etme duygusunun bas- büyük sayılanlarının tövbesiz affedilip edilmeye-
kısıyla günaha kolayca kayabilir. Kur’ân-ı Kerîm ceği konusunda çeşitli görüşler bulunmakla birlik-
bu menfi temayüllü nefse karşı, kendini kınayan te genellikle Allah’ın dilemesine bağlı olarak ba-
(levvâme) ve rızâ-i Hak’ta huzur bulan (mutmain- ğışlanma mümkün görülmüştür. Yine çoğunluğun
ne) nefisleri, yani dizginlenmiş ve eğitilmiş, iyilik kanaatine göre küfür ve şirk dışında kalan günah-
yapmayı kabullenmiş nefislere ulaşmayı önerir lar affedilmese bile ebedî azabı gerektirmez.
(el-Kıyâme 75/2; el-Fecr 89/27-28). Muhataba göre günah Allah’a, diğer insanlara
Ayrıca insanın hassas bir psikolojik yapıya sahip ve kişinin kendine karşı işlediği günahlar olmak
olması (en-Nisâ 4/28), fizyolojik ve psikolojik ba- üzere üçe ayrılabilir. İslâm literatüründe mevcut
ğımlılıklarının bulunması da önemli günah fak- yaygın kanaate göre, kul hakkını çiğnemek ve
törleri olarak zikredilmektedir (el-Bakara 2/155; toplumun selâmetini ihlâl etmek suretiyle işlenen
Âl-i İmrân 3/14). günahların vebali -küfür ve inkâr dışında- Allah’a
Günaha götüren hâricî sebepler içinde dünya ha- karşı işlenen günahlardan daha ağırdır. Kişinin
yatının cazibesi (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/14, 185; nefsine karşı günah işlemesi selim fıtratını boz-
Yûnus 10/23; er-Ra‘d 13/26), kötü örneklerin bol ması demek olup Kur’ân-ı Kerîm’de “kendine
miktarda mevcudiyeti (el-En‘âm 6/116; el-Furkān zulmetme” tâbiriyle ifade edilmiştir (meselâ bk.
25/27-29) ve insanın manevî yücelişine karşı mü- el-Bakara 2/57; Âl-i İmrân 3/117, 135; et-Tevbe
cadele etmeye ahdetmiş olan şeytanın tahrikleri de 9/70; el-Ankebût 29/40). Günahlar ayrıca, dün-
(el-A‘râf 7/14-18; el-Hicr 15/36-42) önemli bir yevî cezaları açısından hakkında had cezası uygu-
yer tutar. lananlar, sadece kefâret cezası gerektirenler, had
İslâm’da günah niteliğine, tövbesiz affedilip edil- ve kefâreti bulunmayıp yalnız uhrevî cezası olan-
memesine ve hakkı çiğnenen muhatabına göre lar şeklinde de taksim edilir (İbn Kayyim el-Cev-
gruplandınlabilir. ziyye, s. 164).

Niteliği açısından günah küçük (sagīre) ve bü- Günah işlemekten doğan ceza şahsî olup kişi ken-
yük (kebîre) olmak üzere ikiye ayrılır. Bu taksim di yaptığından sorumludur. Hiçbir kimse başkası-
Kur’ân-ı Kerîm’de yer almakla birlikte küçük ve nın cezasını üstüne alamadığı gibi atalarının işle-
büyük günahların nelerden ibaret olduğu hakkın- diği günahtan dolayı da sorumlu tutulmaz.
da fazla bilgi verilmez (bk. en-Nisâ 4/31; el-Kehf Ancak gayri meşrû bir fiil ve harekette bulunanlar,
18/49; eş-Şûrâ 42/37; en-Necm 53/32). Ancak bununla yetinmeyerek başkalarını da etkilemiş
hem Tanrı’nın hakkını çiğneyen hem de insanın ve kötü bir çığır açmışlarsa aynı davranışta bulu-
şeref ve haysiyetini hiçe sayan şirkin en büyük nan herkesin günahından onlarla birlikte sorumlu
günah olduğunda şüphe yoktur. Ayrıca farz veya olurlar. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Muhammed’e in-

139
Vadi-i Hamuşan
dirilen vahyin “öncekilerin masalları”ndan ibaret yup Allah’a dönmeyen suçlular için isabetli oldu-
olduğunu söyleyenlerin saptırdıkları grupların ğunu söylemek gerekir.
günahlarından da sorumlu tutulacakları (en-Nahl Kur’an ve Sünnet’te Allah’ın affediciliğinden bah-
16/24-25), ayrıca güç ve imkân sahibi olanların seden birçok ifade yer almıştır. Âyetlerde, küfür
saptırdıkları zayıf karakterli kimselerle birlikte dışında kalan günahlara ait cezaların Allah’ın di-
azaba mâruz bırakılacakları (Sebe’ 34/31-33) ifade lemesine bağlı olarak tövbe (meselâ bk. el-Mâide
edilmektedir. Hz. Peygamber de iyi veya kötü bir 5/39; Tâhâ 20/82; el-Furkān 25/70-71), ibadet
çığır açanların, onunla amel eden herkesin sevabı ve taatte bulunma (Hûd 11/114), büyük günah-
veya günahının bir misliyle mukabele görecekle- lardan kaçınma (en-Nisâ 4/31), dünyada cezasını
rini belirtmiştir (Müsned, IV, 357, 359, 360, 361; çekme (en-Nisâ 4/92; el-Mâide 5/38, 89, 95; krş.
Müslim, “İlim”, 15-16, “Zekât”, 69; krş. Buhârî, Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 361; a.mlf., Tevîlât,
“İtiśâm”, 15). İslâmiyet’e göre, hıristiyanların inan- vr. 126b), zaruret halinde ve cebir altında bu-
dıkları gibi Hz. Âdem’den insanlara miras kalan aslî lunma (el-Bakara 2/173; en-Nahl 16/106), şehid
bir günah mevcut değildir. Çünkü Allah Âdem’in olma (Miftâhu künûzi’s-sünne, s. 259), hastalık,
işlediği günahı onun tövbesi üzerine affetmiştir musibet ve felâketlere mâruz kalma (a.e., s. 148-
(el-Bakara 2/37; krş. Anawati, s. 39-40). İnsanlar
149, 463-465) gibi durumlarla, ayrıca şefaat veya
dünyaya hem hayır hem de günah işlemeye elveriş-
ilâhî lutufla (en-Nisâ 4/48; Yûsuf 12/87; ez-Zü-
li bir yetenekle fakat günahsız olarak gelirler.
mer 39/53) affedileceği bildirilmektedir. Ancak
Günahlara karşılık verilen cezalar dünyevî ve burada affa konu teşkil eden uhrevî ceza olup be-
uhrevî olmak üzere ikiye ayrılır. şerî hukukla ilgili sonuçlar, tövbe edilse bile zara-
Allah’a itaatsizlikte direnip O’nu inkâr eden, her ra uğrayan kişi tarafından affedilmedikçe ortadan
türlü ilâhî uyarı ve yol göstericiliği reddeden, doğ- kalkmaz. Bazı günahlardan arınmanın bir yolu
ru yolu bulmaları imkânsız hale geldiği gibi diğer olan kefâret fakirleri doyurmak, giydirmek, kur-
insanların ıslahına da engel olan toplulukların ban kesmek veya oruç tutmakla nefsi temizlemeyi
dünyada helâk edilmek suretiyle cezalandırıldığı, amaçlar (el-Mâide 5/89, 95; el-Mücâdele 58/3-4).
âhirette ise ebedî azaba mâruz bırakılacağı muhtelif Günahtan sonra yapılan iyi ameller de o günahın
âyetlerde belirtilmiştir. menfi etkisini ortadan kaldırmaya yardımcı olur
Müslüman fertlerin, hukuk kurallarını ve toplum (Hûd 11/114; el-Furkān 25/70-71). Öte yandan
düzenini ihlâl edecek şekilde işledikleri günahla- günahın Allah’a karşı itaatsizlik anlamından do-
ra had, kısas ve ta‘zîr gibi dünyevî cezaları uygu- ğan cezasının O’ndan başka hiçbir kimse tara-
lama mecburiyeti getirilmiştir. Bununla birlikte fından affedilemeyeceği belirtilmiştir (Al-i İmrân
günahkâr mümin için en büyük ceza, Abdullah 3/129, 135; el-A‘râf 7/149).
b. Mes‘ûd’un da söylediği gibi onun yaşadığı dinî Birçok âyet ve hadis, kişinin işlediği günahlardan
suçluluk psikolojisidir (bk. Tirmizî, “Śıfatü’l-ķıyâ- dolayı pişmanlık duymasını, Allah’tan bağışlan-
me”, 49). ma niyazında bulunmasını istemekte ve bunun
Uhrevî ceza ise ebedî mutluluğun simgesi olan için özendirici ifadelere yer vermektedir. Bunun
cennet nimetlerinden mahrum olmak ve cehennem yanında başkalarının affedilmesi için dua ve istiğ-
azabına mâruz kalmaktır. Öte yandan günahkâr farda bulunulması da emredilmektedir.(…)(1)
mümine dünyada uygulanan cezaların kefâret (1) DİA; [GÜNAH - Adil Bebek] c. 14; s. 284
hükmünde olup uhrevî cezayı düşüreceği genel-
likle kabul edilmiştir (bk., Buhârî, “Hudûd”, 8;
Günah
Tirmizî, “Hudûd”, 12, “Îmân”, 11). Âlimlerin bir
kısmı, hadlerle ilgili bazı âyetlere dayanarak (en- a. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı düşen davra-
Nûr 24/4-5; el-Furkān 25/68-71) uhrevî cezadan nış, masiyet.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)
kurtulmak için ayrıca tövbe etmeyi şart koşarlar. b. Dince suç olduğu açıklanmamış olsa da insan-
Bu görüşün, dünyevî cezanın yargı makamlarının lara zarar verdiği, doğrudan uzaklaştığı için suç
zoruyla uygulandığı, gönüllerinde pişmanlık du- sayılabilecek iş ve davranış, suç, yazık.(1)(2)(3)

140
Vadi-i Hamuşan
c. Vicdanı rahatsız eden suç.(2) Hakkında, Sanat Tarihi Yıllığı, S. XII, S.61-63, 1983,
İstanbul.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) DİA; [GÜNAH - Ömer Faruk Harman] c. 14; s.
Gündoğdu, Hamza
282; [GÜNAH - Adil Bebek] c. 14; s. 284
T.T.K Ktp./AV 8475

G
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
(6) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. Van Gölü Çevresinde Kabartmalarıyla Dikkat Çeken
(7) Pala, İskender. a.g.e. Bazı Türk Eserleri, Van Gölü Çevresi Kültür Varlıkları
Sempozyumu Bildirileri (22-25 Mayıs 1995), S.1-14,
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
1996, Van

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Günahkâr
Günah işlemiş olan, günahı çok olan.(1)(2)(3)
Gündoğdu Türbesi-Niğde
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 38,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) DİA, Cilt. 33, s. 97,
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Koç, Mehmet Öncel. A.g.e., s. 48

Günay, Vehbi
Gündüz, İbrahim
Milli Ktp./Tasnif No: 2005 BD 5958
Milli Ktp./Tasnif No: 1986 AD 4616
Bergama Örneğinde Osmanlıdan Günümüze Mezar ve
Bütün Yönleriyle Karapınar, 592 Sayfa, S.311-329,
Mezar Kültürü, Sanat ve İnanç Sempozyumu Bildirileri
Kuzucular Ofset, 1980, Karapınar Beled., Konya
2, S.251-257, 2004, İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Güneş, İsmail
Günay, Yasemin
Milli Ktp./Tanif No: Af 1993 DD 7373
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 121815
Tarihin Görgü Tanıkları Ahlat Mezar Taşları
16. yüzyıl Osmanlı mezar ve mezar taşları (İstanbul), (FİLM),1990, Yönetmen; İsmail Güneş,Yapmcı; Altın
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ü., Sosyal Bilimler Enst., Kesit, 27Dakika, Bölüm Sayısı: 2, BSB arşiv No. 170
Y. Lisans Tezi, S.366
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
2002
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Güneş kursu
Plastik ve yarı plastik sanatlarda güneşi sembolize
Gündoğan, Bengü eden ışınlı veya ışınsız disk.
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 207280
(1) DİA, c. 14; s. 297
Kastamonu Ferhat Paşa Camisi Haziresi Mezar Taş-
ları, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bil. Enst., Sanat Tarihi
ABD, Y. Lisans Tezi, S.250, 2007, Ankara Güneş motifi
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. a. Mevlevi mezar taşlarında ayak taşlarında ve az
da olsa baş taşlarında görülmektedir. Güneş
motifi kolları şua şeklinde bazen de yaprak mo-
Gündoğdu, Hamza tiflerinin dallarının uçlarının volütlü biçimde
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 AD 1397 verilmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Güneşin
Afyon’da Yeni Bulunmuş Figürlü Bir Mezar Taşı yıllardan beri Tanrıyı sembolleştirdiği bilin-

141
Vadi-i Hamuşan
mektedir. Mevlevi mezar taşlarında güneşin Kayseri Çevresinde Bazı Mezar Taşları, Kayseri Kültür
taç kısmında yani başlıkta yer alması Tanrısal ve Sanat Haftası (1986), S.48-52, 1987, Kayseri
gücü ifade etmektedir. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
b. Tunceli bölgesi alevi mezar taşlarında ise güneş
Hz. Ali’yi sembolize etmektedir.(1)
Günlük
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 107
Cesede ve kefene çeşitli kokular, yağlar, kutsal su-
lar dökülür. Yakılarak koku çıkarılan maddelerin
Güneşin Batıdan Doğması başında “günlük” gelmektedir. Kırşehir, Erzurum,
Buhârî’nin kıyâmet alameti olarak kaydettiği di- Çorum, Uşak, Sivas’ta kokuya şeytan gelmez diye,
ğer bir bab/konu başlığı ise “Güneşin batıdan doğ- Afyonkarahisar, Boğazlayan’da gökten kokuya me-
masıdır.” Başlık altında bir tek hadis nakledilir lekler iner diye, Konya ve Merzifon’da ölü kokusu
ki buna göre güneş batıdan doğmadıkça kıyâmet yok olsun diye, Hopa ve Rize’de cesede yılan, çıyan
kopmayacaktır. Batıdan doğduğunda ise, insanlar yanaşmasın diye bu kokular sürülmektedir.(1)
toptan iman edecekler ancak şu âyet gereğince
(1) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 1
imanları onlara fayda vermeyecektir: “Rabbinin
bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmayan
veya imanıyla bir hayır kazanmayan kimseye, ar- Günlük tüttürme
tık imânı fayda vermez.” (En‘âm 6/158) Aladağ’da cenazenin kefenlenmesi sırasında bir
Hadisin devamında Resûlullah (s.a) bu büyük ola- kaba yakılan ateşten alınan bir köz kömür ve
yın ardından vuku bulacak olan kıyâmetin kopma üstüne de günlük serpilir. Bu ölünün çevresinde
sürecinin hızı hakkında bilgi vererek buyuruyor gezdirilir. Günlükten çıkan koku kefene ve cena-
ki: “Muhakkak kıyâmet kopacaktır. Öyle ki satıcı zeye tüttürülür. Buna “günlük tüttürme” denir.
ile müşteri aralarında kumaşlarını yaymış olacak- Bu, ölünün güzel kokması, öbür dünyaya temiz
lar da alım satım yapamayacak ve kumaşlarını da gitmesi ve öbür dünyada yerinin de kokusu gibi
düremeyeceklerdir. Şüphesiz kıyâmet kopacaktır. güzel olması için yapılır.(1)
Kişi sağmal devesinin sütünü sağıp getirdiği halde
onu tadıp içemeyecektir. Kıyâmet kesinlikle ko- (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 13
pacaktır. Kişi su havuzunu sıvayıp tamir edecek
fakat onun suyunu kullanamayacaktır. Kıyâmet Gürcü Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul
muhakkak kopacaktır. Öyle ki bir kimse lokma-
(1) DİA, Cilt. 28, s. 509
sını ağzına kaldıracak fakat onu yiyemeyecektir.”
Güneşin batıdan doğması kıyâmetin büyük alâ-
metlerindendir. Kozmolojik düzen bozulup bu Gürleyip Gitmek
alamet ortaya çıktıktan sonra kıyâmet kopmak Beklenmedik bir zamanda ölmek, yok olmak,(1)
üzere olacaktır. Yukarıdaki rivâyette de buna yıkılıp gitmek, ölmek.(2)(3)
işaret edilmektedir. Hatta öyle ki can boğaza ge-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lip ölüm anında, kâfirin imân etmeye kalkışması
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
yahut günahkâr bir müminin yaptıklarına pişman
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
olarak tevbe ve istiğfâr etmesi nasıl fayda vermez
ise, kâinatın ölüm anı demek olan güneşin batı-
dan doğmasından sonra da artık tevbe kapısı ka- Gürlevik, Sabiha
panmış olacaktır. (1) YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 221277
(1) Öztürk, Mustafa. a.g.e. Sivas Mezar Kitabeleri Üzerine Bir İnceleme, Cumhuri-
yet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölü-
Güngör, Harun mü, Tarih ABD, Y. Lisans Tezi, S.263, 2008

Milli Ktp./Tasnif No: 1987 AD 2260 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

142
Vadi-i Hamuşan
Güroymak Türbesi-Bitlis Güvender Baba Türbesi-Türkmenistan
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 82 (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8

Güşta Güveyi Sinan Paşa Türbesi-Gelibolu


Cennet.(1)(2)(3) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 38

G
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Güzel Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 459

Güven-Karamürsel, A. Alım
Güzel Siyavuş Paşa Türbesi-İstanbul
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 41992
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4
15. Yüzyıl Osmanlı Mezar Taşları (İznik-Bursa-Edirne-
İstanbul) , İst. Ü., Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi
ABD, Y. Lisans Tezi, S. 249, 1995 Güzelce Ali Efendi Türbesi-İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 38, .


(2) Envanter. a.g.e. No:14

Güven, Yusuf
Bilkent Ün. Ktp./Tasnif No: Ref/G2214.I8 E44a55
Güzelce Baba Türbesi-Edirne
2004 (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
Adım Adım İstanbul İnanç Atlası : Camiler, Türbeler,
Ziyaret Yerleri, Mezarlıklar, 1 Atlas, S:96, Map Medya
Yayınları, 2004, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

143
Vadi-i Hamuşan
144
Vadi-i Hamuşan
Ğamre Ğayy
Aslında örtmek, bir şeyin izini gidermek demek- a. Bozuk bir inançtan oluşan cehalet ve bu ceha-
tir. Sahibini örten cehaleti temsil olarak anılır. letin neden olduğu taşkınlık, azgınlık, kötülük-
Ğamre’nin çoğulu “ğamerat” ölüm musibetleri; tür. Çünkü cehl, cehalet insanın ne doğru, ne
güçlükleri demektir.(1) de yanlış herhangi bir şeye inanmasından ola-
bildiği gibi, bozuk, yanlış bir şeye inanmasın-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 55
dan ötürü de olabilir. İşte bozuk bir inançtan
oluşan cehalete ğay denilir.
Ğassak a. Kişinin azaba çarpılmasına sebep olduğundan
a. Cehennemliklerin yaralarından akan irin olarak cehennem azabına da ğayy denilmiştir.(1)
tefsir edilir. (1) Ateş, Süleyman. a.g.e. C.7, s. 63
b. Ğassak’ın dayanılmayacak derecede soğuk, don-
durucu su anlamına geldiğini söyleyenlerde var- Ğıll-Ağlâl
dır.
Suçlular, boyunlarına halkalar, ayaklarına pranga-
c. Cehennemliklere rahatça içecekleri su verilme- lar vurularak kaynar suyun içinde sürüklenirler,
yecek, ya yakıcı, ya da dondurucu, yahut irin sonra cehennemin yakıtı olarak ateşte yakılırlar.
gibi sıcak kokuşmuş su verilecektir.(1) Ağlal, elleri boyunlara bağlayan halkalar veya ke-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 57 lepçelerdir.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 25, s. 72

Ğavl
a. Ğavl, bir şeyi hissettirmeden öldürmek olup, Ğol
insanı öldürecek şeylere ğavl denir. a. Cin, şeytan türüne ve bunların büyücülerine ve-
b. Ğavl, baş veya karın ağrısı olarak tefsir edilir. rilen cins isimdir.

c. Ayetlerde, cennet halkına, başlarını, karınlarını b. İnsanları ürküten, golyabani dediğimiz hortlak
ağrıtmayan, akıllarını giderip saçma sözler söy- gibi şeylere ğol denir.(1)
letmeyen dupduru, çok lezzetli içkiler sunula- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 28, s. 339
cağı belirtilmektedir.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 59

145
Vadi-i Hamuşan
146
Vadi-i Hamuşan
H
H. Mustafa Türbesi-Giresun-Espiye
(1) Giresun Valiliği, “Giresun Rehberi.” Giresun Vali-
liği 2009 s. 58

Habib Baba Türbesi-Erzurum


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 38

Habib El-A’cemi Hazretleri Türbesi-Basra


(1) a.g.e., s. 52
sürülmüş, ayrıca asıl adının başka olduğu, hayatı
bir nefes ve bir buhar gibi çabuk bittiği için daha
sonra kendisine bu adın verildiği rivayet edilmiş,
fakat bu rivayetler kabul görmemiştir. Kelimenin
Akkadca’da “oğul” anlamına gelen ablu/aplu veya
hablu/habaldan gelme ihtimali daha kuvvetlidir
(DB, I/1, s. 28; IDB, I, 4).
İslâmî kaynaklarda Kābil olarak geçen kelimenin
aslı ise, Tevrat’ın Türkçe tercümesinde Kain şek-
linde belirtilmekle birlikte İbrânîce’de Ķâyin’dir.
Tevrat’ta Kâin adı ile “dünyaya getirmek, kazan-
mak” anlamındaki ķâna kelimesinin türevi olan
Habib Ömeri Karamani Hazretleri Türbesi- kaniti yanyana kullanılmıştır. Eğer Kâin’in kökü
Amasya kânâ ise o takdirde Kâin “dünyaya getirilmiş, döl,
çocuk” anlamına gelir. Kelimenin kökünün kyn
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 299
olması halinde “maden işinde çalışan, demirci”
anlamını ifade eder ve Ârâmîce’deki kainâyâ ile
Habib-i Acem Türbesi-Denizli Arapça’daki kayn kökleriyle birleşir. Bazı İslâmî
kaynaklarda Kābil adı Kayn veya Kāyin olarak geç-
(1) Daltaban, Ahmet-Suat Akçaöz. a.g.e. s. 68
mektedir (Taberî, TârîH, I, 137).
Tevrat’a göre (Tekvîn, 4/1-2) Kābil Hz. Âdem ile
Habibi Neccar Türbesi-Antakya Havva’nın ilk, Hâbil ise ikinci oğludur. Hâbil ko-
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e. yun çobanı, Kābil ise çiftçi olmuş, bir müddet son-
ra Kābil toprağın mahsulünden, Hâbil de sürünün
ilk doğanlarından ve yağlarından rabbe takdime
Habil ve Kabil
sunmuş, fakat rab Hâbil’in takdimesini kabul
Hz. Adem ile Hz. Havva’nın ilk iki oğlu. etmiş, Kābil’inkine bakmamıştır. Buna çok öfke-
İslâmî kaynaklarda Hâbil olarak zikredilen keli- lenen Kābil, rabbin ikazına rağmen kardeşi Hâbil’i
menin aslı İbrânîce Hebel’dir (Hevel) ve etimolo- öldürmüştür. Bunun üzerine rab Kābil’in toprak
jisi tartışmalıdır. Kelimenin “soluk, nefes, buhar” tarafından lânetlendiğini, yeryüzünde kaçak ve
anlamına geldiği, ebeveyninin kısa ömürlü olaca- serseri olarak yaşayacağını bildirmiş, ancak bu suç
ğını önceden sezdiği için ona bu ismi verdiği ileri sebebiyle öldürülme ihtimaline karşılık kendisine

147
Vadi-i Hamuşan
güvence vermiştir. Bundan sonra Kābil Aden’in ateşle kuşatılması suretiyle gösterilmiştir. Kilise
doğusundaki Nod diyarında yaşamıştır (Tekvîn, babalarının çoğu da bu görüşe katılmaktadır. Ba-
4/1-24). Yahudi literatüründe Kābil’in Hâbil’i öl- zıları ise takdimenin kabul edilmesinin alâmeti
dürmesine toprak kavgasının sebep olduğu da ile- olmak üzere Hâbil’in mal ve mülkünün arttığını
ri sürülmüştür (EJd., V, 23). söylemişlerdir (DB, I/1, s. 28).
Hâbil-Kābil hadisesi Kur’ân-ı Kerîm’de isim veril- Hâbil’in ne kadar yaşadığı, evlenip evlenmediği,
meden şu şekilde nakledilir: “Onlara Âdem’in iki çocuklarının olup olmadığı gibi hususlarla ilgili
oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani Kitâb-i Mukaddes’te bilgi yoktur.
her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden ka- Ahd-i Atîk’te yukarıda söylenenlerin dışında başka
bul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. -Kurba- bilgi bulunmamasına karşılık Ahd-i Cedîd Hâbil’e
nı kabul edilmeyen-, ‘Seni öldüreceğim’ demişti. O oldukça geniş yer vermiştir. Kilise babaları Hâbil’i
da, ‘Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Îsâ Mesîh’in âdeta bir benzeri olarak görmüşler;
Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzat- mâsumiyeti, çobanlık yapması, kıskanılması,
san da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben Tanrı tarafından takdimesinin kabul edilmesi,
âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen ıstıraplı ölümü gibi hususlarda Îsâ’ya benzerliğini
benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin vurgulamışlardır. Bu meziyetleri sebebiyle Îsâ onu
ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası peygamberler arasında saymıştır (Matta, 23/35).
budur’ dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye Pavlus da Hâbil’in öfke sonucunda dökülen kanı
yöneltti ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana ile Îsâ’nın rabbin izzeti için dökülen kanını karşı-
uğrayanlardan oldu. O anda Allah bir karga gönder- laştırır (İbrânîler’e Mektup, 12/24).
di. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini
Kābil Ahd-i Cedîd’de işleri kötü, şerirlerden olan
göstermek için yeri eşeliyordu. ‘Yazık bana, şu kar-
(Yuhanna’nın I. Mektubu, 3/12), kötü insanla-
ga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini göm-
rın yolunda yürüdükleri kişi (Yahuda’nın Mek-
mekten âciz miyim!’ dedi; sonunda da pişmanlık
tubu, 11), salih olmayan, samimiyetsiz bir insan
duyanlardan oldu” (el-Mâide 5/27-31). Hadisler-
(İbrânîler’e Mektup, 11/4) olarak gösterilmekte-
de de, “Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur
dir. Kilise babaları Kābil’i iyi insanlara zulmeden,
ki onun kanından Âdem’in birinci oğluna bir pay
ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur” Tanrı ülkesiyle mücadele eden ve kötülük sembo-
denilerek bu olaya atıfta bulunulmuştur (Müsned, lü olan Bâbil’in kurucusu sayarlar (DB, II/1, s. 40).
I, 383, 430, 433; Buhârî, “Cenâiz”, 33, “Enbiyâ”, Hâbil ve Kābil kıssası Kur’ân-ı Kerîm’de özlü bir
1, “Diyât”, 2, “İtiśâm”, 15; Müslim, “Ķasâme”, 27; şekilde nakledilirken gerek tarih ve tefsir kitapla-
İbn Mâce, “Diyât”, 1; Tirmizî, “İlim”, 14; Nesâî, rında, gerekse kısas-i enbiyâ türünden eserlerde
“Tahrîm”, 1). ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bu bilgilere göre
Tevrat’ta Kābil’in takdimesinin rab tarafından ni- Hz. Havva biri kız, biri erkek olmak üzere her
çin kabul edilmediği belirtilmemekte, fakat Pav- batında iki ve toplam yirmi batında kırk çocuk
lus, Hâbil’in ihlâs ve inancıyla Kābil’den daha iyi dünyaya getirmiş, sadece Hz. Şît tek doğmuştur.
kurban takdim ettiği için onun takdimesinin ka- İlk batında doğan çocuklar Kābil ve Aklîmâ, ikinci
bul edildiğini ifade etmektedir (İbrânîler’e Mek- batında doğanlar Hâbil ve Lebûda’dır. Hz. Âdem
tup, 11/4). Kilise babalarının çoğunluğu, Kābil’in ile Havva’nın ilk çocukları bir rivayete göre cen-
Hâbil’e olan düşmanlığının çok daha önceden netten yeryüzüne indikten 100 yıl sonra, başka
mevcut olduğuna, bundan dolayı takdimesinin bir rivayete göre Kābil ve ikizi cennette, Hâbil ve
kabul edilmediğine inanır. Ayrıca Tanrı’ya pek ikizi ise yeryüzüne indikten sonra doğmuştur.
değerli olmayan şeyler takdim ettiği için bunla- Hz. Âdem gidince Kābil Hâbil’e, “Seni öldüreceğim,
rın kabul edilmediği de söylenmiştir. Tanrı’nın, çünkü Allah senin kurbanını kabul etti, benimki-
Hâbil’in kurbanını kabul ettiğini nasıl bildirdiği ni kabul etmedi; üstelik sen benim güzel ikizimle
meselesine gelince, Theodotion versiyonuna göre de evleneceksin” dedi. Hâbil ise bunda kendisinin
bu, Hâbil’in takdimelerinin semadan gelen bir bir suçu olmadığını, Allah’ın ancak müttakilerin

148
Vadi-i Hamuşan
takdimesini kabul ettiğini, yine de öldürmeye ka- Habis
rarlı ise kendisine karşılık vermeyeceğini söyledi Pis, iğrenç veya zararlı olduğu için insan tabiatı-
ve kardeşinin yanından kaçtı. Kābil onu aramaya nın hoşlanmadığı, aklın ve dinin benimsemediği
koyuldu. Nihayet bir gün Hâbil uyurken Kābil onu şeyler hakkında kullanılan bir Kur’an tabiri.
buldu ve bir taşla başına vurarak yirmi yaşındaki
Hubs (habâset) kökünden gelen habîs kelimesi,
kardeşini öldürdü. Bir rivayete göre Kābil kardeşi-
genellikle “değersiz ve bayağı oluşu sebebiyle hoşa
ni nasıl öldüreceğini bilemediğinden İblîs bir ku-
gitmeyen somut veya soyut varlık, durum” şeklinde
şun başını taşla ezmek suretiyle ona yol gösterir.
tarif edilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât,
Ayrıca Kābil, kardeşi ilk öldürülen insan olduğu için “Hbs” md.).
cesedi ne yapacağını bilemez; onu yırtıcı hayvan-
Bu genel anlamdan hareketle kelime kötü insan,

H
lardan korumak için bir torba içine koyarak bir yıl
kötü evlât, şer, kâfir, şeytan, bozuk iş, haram, kötü
boyunca taşır. Sonunda Allah iki karga gönderir.
kokulu yiyecekler için de kullanılmıştır (Lisânü’l-A-
Birbirine hücum eden iki kargadan biri diğeri-
rab, “Hbs” md.; Tâcü’l-arûs, “Hbs” md).
ni öldürür ve toprağa gömer. Bunu gören Kābil,
“Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok “güzel, hoş, temiz”
cesedini bile gömemedim!” der. Kābil Hâbil’i öldü- gibi anlamlara gelen ve karşıtı olan tayyib kelime-
rünce yeryüzü yedi gün boyunca sallanır ve daha siyle birlikte yer almaktadır.
sonra toprak Hâbil’in kanını emer. Allah Kābil’e, Habîs, Kur’an’da bazı nesnelerdeki pisliği ve iğ-
“Kardeşin Hâbil nerede?” diye sorar; Kābil, “Bil- rençliği ifade ettiği gibi yanlış inancı, kötü sözleri ve
miyorum, ben onun bekçisi değilim” der. Bunun bayağı davranışları sebebiyle kendisinden nefret
üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana edilen insanlar için de kullanılmaktadır. “Kötü ka-
sesleniyor; kardeşini niçin öldürdün?” der; Kābil dınlar (habîsât) kötü erkeklere, kötü erkekler de
de, “Eğer onu öldürdüysem kanı nerede?” diye kötü kadınlara yaraşır” (en-Nûr 24/26) meâlinde-
karşılık verir. Bundan sonra Allah yeryüzüne kan ki âyet bunu göstermektedir.
emmeyi yasaklar.(…)
Kur’an, Allah’a kulluk etmeyip bazı yaratıkları, ba-
Kitâb-ı Mukaddes’te ve Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan yağı varlıkları O’na ortak koşanları ve münafıkları
bu kıssaya benzer bazı unsurların eski medeni- “neces” ve habîs olarak nitelemiştir (Âl-i İmrân
yetlerin mitolojilerinde de bulunması, bu kıssada 3/179; et-Tevbe 9/28).
anlatılanların efsanevî olaylar ve kişiler olduğunu
“Habîs bir söz, yerinden sökülmüş habîs (verim-
göstermez. Aynı hadisenin uzun tarihî seyir içeri-
siz) bir ağaca benzer” (İbrâhîm 14/26) ifadesinde
sinde çeşitli çevre ve kültürlerde farklılık kazan-
habîs sözün “edep dışı veya gerçeğe aykırı söz”,
ması tabiidir ve bu değişik varyantların temelde
ayrıca mecazi olarak “inkâr mânası taşıyan söz”
mevcut bir tarihî hadiseye bağlı olduğunu gösterir
anlamına geldiği belirtilmiştir.
ki ilâhî dinlere göre insanlığın başlangıcı, söz ko-
nusu kıssa kahramanlarının da atası olan Âdem Özellikle eski bir kavim arasında yaygın olan cinsî
ile Havvâ’dır. Kıssanın Tevrat’taki şekli Kur’an’a sapıklığın “habâîs” kelimesiyle nitelenmesi, bu
göre çok ayrıntılıdır ve muhtemelen kutsal metin kavramın Kur’an’daki asıl kullanılış gayesinin in-
yazarı ulaşıp derleyebildiği çeşitli rivayetleri ve san fıtratına, ahlâka ve geleneğe aykırı davranışla-
farklı unsurları hikâyeye katmıştır.(1) rın vicdanlarda meydana getirdiği tiksintiyi ifade
etmek olduğunu ortaya koymaktadır.
(1) DİA; [HÂBİL ve KĀBİL - Ömer Faruk Harman] c.
14; s. 378 İslâmiyet’e göre varlıklar ya tabiatları veya nite-
likleri dolayısıyla habîs sayılır. Meselâ dışkı, id-
rar, akmış kan, leş vb. şeyler tabiatları itibariyle
Hâbgâh
habîstir; soğan, sarımsak gibi maddeler ise asılları
Kabir ve mezarın fizik özelliklerini ifade ederken, itibariyle temiz olmakla birlikte çevredekileri ra-
“ebedi istirahat yeri” anlamında kullanılmıştır.(1) hatsız eden kokuları yüzünden habîs sayılmıştır
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10 (bk. Müslim, “Mesâcid”, 78).

149
Vadi-i Hamuşan
Aynı şekilde mal ve mülk edinme aslen meşru Hac Sûresi
olmakla birlikte kazanç yolları bakımından habîs Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi ikinci sûresi.(…)
olabilir. Nitekim Kur’an’da zimmete geçirilen yetim
Hac sûresi dört bölüm halinde ele alınabilir.
malı habîs kelimesiyle ifade edilmiştir (bk. en-Nisâ
4/2). Aynı mecazi kullanıma başka âyetlerde ve Birinci bölümde (âyet 1-24) bütün insanlara Al-
hadislerde de rastlanmaktadır (meselâ bk. el-Mâi- lah’tan korkmayı ihtar eden bir emirle söze baş-
de 5/100; el-A‘râf 7/157; Müslim, “Müsâķāt”, 41; lanır ve kıyametin korkunç bir sarsıntıyla kopacağı
Ebû Dâvûd, “Büyû”, 38; Tirmizî, “Büyû”, 46).(1) haber verilir. O gün korkudan her emzikli kadın
emzirdiği çocuğunu unutacak, her gebe kadın ço-
(1) DİA; M. Zeki Duman, c. 14, s. 379
cuğunu düşürecek ve insanlar sarhoş olmadıkları
halde sarhoş gibi görüneceklerdir (âyet 2). Daha
Habis Ruh
sonraki âyetlerde bir kısım insanların bilgisizce
Murdar, pis, kirli, iğrenç ruh.(1) Allah hakkında tartışmaya girişmesi ve şeytana
(1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 38 uyup yoldan çıkması kınanır. Allah’ın ölüleri diril-
teceğinde şüphesi olanlara bir insanın yaratılışın-
Hac daki aşamalar hatırlatıldıktan sonra bunun kâinat
hadiselerinde de sürekli olarak gerçekleştiğine
Kutsal kabul edilen mekânları dinî maksatla ziya-
dikkat çekilir. Ölü toprağa yağmurla hayat veren
ret etme, İslâm’ın beş şartından biri.
Allah’ın hak olduğu ve üstün kudretiyle ölüleri
Hac kelimesi İbrânîce’de hag şeklindedir; “bay- dirilteceği kesin biçimde ifade edilir. Bir bilgisi,
ram” anlamına gelen bu kelime “bir şeyin etrafında bir rehberi ve vahye dayalı aydınlatıcı bir kitabı
dönmek, dolanmak” mânasındaki hvg kökünden olmadığı halde sırf Allah yolundan saptırmak için
türemiştir. Hac veya hag çok eski bir Sâmî tabir
büyüklük taslayan inkârcılara, hem dünyada rezil
olup (ERE, I, 668) İbrânîce’den başka Ârâmîce’de
olacakları hem de âhirette yakıcı bir azaba uğraya-
ve Sâbiî dilinde de bulunmaktadır. Kelimenin asıl
cakları ihtar edilir. Bunun yanında iman edip iyi
anlamının “bir şeyin etrafında dönme, dolaşma
davranışlarda bulunan kimselere cennete girecek-
ve halka oyunu” olduğu, daha sonra bayram mâ-
leri müjdelenir. Bir insanın kendi inancını kâr ve
nasını kazandığı belirtilmektedir (DBS, VII, 583).
zarar hesabı üzerine kurmaması gerektiğine işaret
Arapça’da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” an-
edildikten sonra (âyet 11), bu açıdan bakıldığında
lamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak
bile hiçbir zarar veremeyen ve herhangi bir fayda
imkânı olan her müslümanın belirlenmiş zaman
sağlayamayan putlara tapmanın anlamsızlığına
içinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziya-
dikkat çekilir (âyet 12); Allah’a güvenmenin ve
ret etmek ve belli bazı dinî, görevleri yerine getir-
O’na sığınmanın önemi vurgulanır (âyet 15). Al-
mek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder. Bu ibadeti
lah’ın Kur’an’ı âyetler halinde indirdiği; O’nun
yerine getirenlere Arapça’da hâc (çoğulu huccâc),
müminler, yahudiler, Sâbiîler, Mecûsîler ve müş-
Türkçe’de hacı denir.
rikler hakkında kıyamet günü ayrı ayrı hükümler
(1) DİA; Ömer Faruk Harman c. 14, s. 382-386 vereceği; ay, güneş, dağlar, ağaçlar, hayvanlar gibi
akıl ve şuurdan mahrum bütün yaratıklar Allah’a
el-Hac secde ederken insanların bir kısmının inkâra
Mezar taşı kitabesinde hacca gitmiş kimse için kalkıştığı ve bu yüzden azabı hak ettiği anlatılır.
kullanılan bir ibare.(1) İnkârcı grubun cehennemde karşılaşacağı çetin
azap tasvir edilirken müminlerin cennette çeşit-
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 48
li nimetlerle mükâfatlandınlacağı hususu tekrar
edilir. Bu bölüm müminler hakkındaki, “Onlar sö-
Hac Kapısı
zün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan
Cennetin sekiz kapısından bir tanesi.(1) Allah’ın yoluna iletilmişlerdir” meâlindeki âyetle
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 400 son bulur.

150
Vadi-i Hamuşan
Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 25-41) inkâr vesvesesinden uzak kalmadığı, ancak bu kötü te-
edenlerden, inkârla yetinmeyip insanları Allah sirlerin Allah’ın yardımıyla etkisiz hale geldiği bil-
yolundan saptırmak ve haccı engellemek suretiy- dirilir. İlim ehlinin esasen Kur’an’ın Allah katından
le küfür ve zulümde ileri gidenlerden söz edilir. gelmiş bir hakikat olduğuna inanacakları ve onla-
Kâbe’nin yapılışında gözetilen tevhid akîdesi gibi rın hidayete erdirilecekleri ifade edildikten sonra
kutsal amaçlar ve haccın sağladığı dünyevî ve uh- cehâlete dayalı inkârın tehlikeli ve çıkmaz yol ol-
revî faydalarla kurban konusu ele alınır. Allah’ın duğuna işaret edilir. Bu bölümün son iki âyetinde
koyduğu kurallara ve yasaklara saygılı davranma- inkârcılarla iman ehlinin durumları ve âkıbetleri şöy-
nın önemi üzerinde durularak asıl amacın kalp- le haber verilir: “O gün mülk Allah’ındır. O insanlar
lerde takvâyı pekiştirmek olduğu vurgulanır (âyet arasında hüküm verir. Bu hüküm gereği iman edip

H
32). İyilerin kötülere karşı mücadelesi olmasa yer- iyi davranışlarda bulunanlar naîm cennetlerinde-
yüzündeki mâbedlerin yıkılıp yok edileceği, bun- dir. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince
dan dolayı zulme uğrayan müminlerin kendilerini onlar için de alçaltıcı bir azap vardır” (âyet 56-57).
ve inançlarını savunmak için savaşabilecekleri Dördüncü bölüm (âyet 58-78) sûrenin bir özeti
bildirilir. Bu bölüm, bütün işlerin sonunun Allah’a gibidir. Bu bölüm Allah yolunda öldürülen veya
ait olduğunu vurgulayan bir âyetle sona erer. göçe zorlanan, açlık ve yokluk çeken insanlara
İkinci bölümde yer alan 30-32. âyetler, Kur’an’ın Allah’ın yardımını vaad eden âyetlerle başlar.
öngördüğü iman ve ahlâkın en mühim terimle- Hakka tapanlarla bâtıla uyanların bir tutulmaya-
rinden olan “takva” kavramına açıklık getirmesi cağı vurgulanır. Allah’ın her şeye gücünün yettiği
bakımından özel bir önem taşır. Burada Allah’ın hatırlatılır. Bundan şüphe edenlerin göklerde ve
kanunlarına saygılı olmak, putperestlikten uzak- yeryüzünde O’nun kudretini sergileyen kâinat
laşmak, yalancı şahitlikten kaçınmak, tevhide olaylarına dikkat etmeleri istenir ve ilâhî kudretin
bağlanmak ve İslâm’ın alâmetleri olan temel de- kevnî delillerinden bazı örnekler verilir. Birinci
ğerlere tazim göstermekten söz edildikten sonra, bölümde dile getirilen, Allah’ın her şeye kādir ol-
“Bunlar kalplerin takvâsındandır” denilmekte duğuna ve kendisinden başka ilâh bulunmadığına
ve böylece takvâ kavramının, “Allah tarafından delâlet eden tevhid gerçeği (âyet 6) burada yeni-
konulan din ve ahlâk kurallarına gönülden saygı den beyan edilir: “Böyledir. Çünkü Allah hakkın ta
gösterme” anlamına geldiği bildirilmektedir. Aynı kendisidir. O’nun dışında taptıkları ise bâtılın ta
yaklaşım, sûrenin bu bölümünde yer alan, “Kur- kendisidir. Gerçek şu ki Allah uludur, büyüktür.
banlarınızın etleri de kanları da Allah’a ulaşmaz; Görmedin mi ki Allah gökten yağmur indirdi de
fakat O’na sizin takvânız ulaşır” meâlindeki 37. bu sayede yeryüzü yeşeriyor. Gerçekten Allah çok
âyette de görülmektedir. Medine’de nâzil olduğu lutufkârdır, her şeyden haberdardır. Göklerde ve
anlaşılan 39. âyetle müslümanlara ilk defa müş- yerde ne varsa O’nundur. Hakikaten yalnız Allah
riklere karşı silâhlı mücadeleye girişmelerine izin zengindir, övgüye lâyıktır” (âyet 62-64). Allah’tan
veriliyordu. 40. âyette ise müslümanların mescid- başka tapınılan putların hepsi bir araya gelse dahi
leriyle birlikte manastırlar, kiliseler ve havraların bir sinek bile yaratmaya güçlerinin yetmeyeceği
da dokunulmazlığına işaret edilmektedir. şeklinde putperestleri aşağılayıcı bir örnek verilir.
Üçüncü bölümde (âyet 42-57) Hz. Peygamber’e Bu âyetler, hicret öncesinde Mekke müşriklerine
karşı inkârda direnen müşriklerin durumu ele alı- yapılan son ihtarlar gibi görünmektedir. Câhil in-
nır. Fakat bunun yalnızca son peygamberle ilgili sanlara bilgi ve akıl yürütme yoluyla yapılabilecek
bir mücadele olmadığı, Hz. Nuh’tan beri bütün bir tebliğin artık faydalı olmayacağı görüldüğün-
peygamberlerin buna benzer direnişlerle karşı- den, öldürülen ve hicrete zorlanan müslümanların
laştıkları anlatılır. Eski beldelerin inkâr, kötülük bundan böyle savaş yoluyla haklarını koruyacakla-
ve zulüm yüzünden yıkıldığı, gezip dolaşanların rı ilân edilir. Allah’ın kadrini ve kudretini idrakten
yeryüzünün birçok yerinde hâlâ görülen o hara- âciz olan müşriklerin Allah’a inananların haklarını
belerden ders almaları gerektiği hatırlatılır. Hiç- da gözetemeyeceği anlatılır. Daha sonra müminle-
bir peygamberin kötülerin şerrinden ve şeytanın re Allah’a secde etmeyi, rükû etmeyi, birbirlerine

151
Vadi-i Hamuşan
iyilik yapmayı, Allah yolunda gayret gösterip cihad Hâce Emin Kubri Türbesi-Türkistan
etmeyi emreden, müslümanların Allah tarafından (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 3 s. 322
bu işler için seçilmiş olduğunu, Allah’ın onları zora
koşmadığını, ancak müslüman olmanın, İbrâhim
dininden sayılmanın gereğinin bunları yapmak ol- Hace Sultan Türbesi-Amasya
duğunu bildiren âyetlerle devam eden sûre, “Artık (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a sımsıkı sarılın,
sizin yâriniz O’dur, O ne güzel yâr, ne güzel yar-
dımcıdır” öğüdüyle sona erer. Hace’i Sultani Abdülkadir Geylani Türbesi-
Isparta
Sûrede ifade edilen iman, şirk, ibadet, cihad gibi
konuların üç ana çerçevede anlatıldığı görülür. (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 80
Bunlar hicret, savaş ve hacdır. Her üçünde de
insanın yerini yurdunu terkedip uzaklara git- Hacet (Haceti) Baba Tekkesi Türbesi-
mesi, çeşitli zahmetlere katlanması, insanların Makedonya
kader birliği etmesi söz konusudur. Kader birliği
ise millet ve ümmet olmanın, bir toplum haline (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 595
gelmenin temel şartıdır. Müslümanlar, müşrik-
lerden gördükleri zulüm ve haksızlık, uğradıkları Hacet
can ve mal kaybı, çektikleri sıkıntı ve çile sonunda
a. Allah’tan beklenen dilek.(1)(2)(3)(4)
hicret etmeseydi aralarındaki sevgi ve dayanış-
ma bu kadar güçlü olmayacaktı. İnsanların Allah b. Kutsal sayılan bir yerden veya bir kişiden bekle-
yolunda kader birliği etmesi, daha önce birbirine nen dilek, dilenen şey.(1)(2)(3)
düşman olan kabilelere mensup bulunmalarına c. Herhangi bir şey için gerekli olma, gerek, gerek-
rağmen onları bir cemaat haline getirmiştir. Hz. lilik, lüzum, ihtiyaç.(2)(4)
Peygamber klasik anlamda bir devlet kurmak is- (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
teseydi Hâşimî sülâlesinin gücüne dayanmak zo- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
runda kalacaktı. Halbuki Resûl-i Ekrem, inanç ve (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kültür temeli üzerine kurulan yepyeni bir ümmet (4) Akay, Hasan. a.g.e.
meydana getirmiştir. Sûre, kökenleri farklı insan-
ların ümmet olmak için nelere sahip bulunmaları
ve neler yapmaları gerektiği konusunda âdeta bir Hacet Kapısı
gündem belirlemektedir. Hicret öncesinde inme- Hacet dilemek için önünde durarak dua edilen,
ye başlayan sûre, müslümanları güçlü bir birlik türbelerde sandukanın bulunduğu odanın içine
oluşturmaya ve onları hicret sonrasında ortaya bakan kapı.(1)(2) Bir kimsenin zor ve sıkıntılı anla-
çıkacak devletin kuruluşuna hazırlar gibidir.(…)(1) rında başvurup maddi ve manevi her türlü ihtiya-
(1) DİA; [HAC SÛRESİ - Emin Işık] c. 14; s. 421 cının karşılanmasını dilediği makam.(3)(4)
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
Hacb (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bir mirasçının, ölen kimseye kendisinden daha (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
yakın mirasçı bulunması sebebiyle miras hakkın- (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
dan mahrum olmasını ifade eden terim.(1)(2)
(1) DİA; Hacet Penceresi
(2) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 10, s. 397 Evliya türbelerinde sandukanın bulunduğu oda-
nın içine bakan parmaklıklı küçük bir pencere
Hace Abdullah Herevi Türbesi-İran olup buradan ziyaretçiler de dua ederler.(1)
(1) DİA, Cilt. 17 s. 223 (1) Turani, Adnan. a.g.e.

152
Vadi-i Hamuşan
Hacı Hacı Azma Türbesi-Kastamonu
a. Hac fariza ve ibadetini yerine getiren her Müs- (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
lüman’ın isminin başında taşımaya hak kazan-
dığı şeref unvanı.(1)(2)(3)(4)
Hacı Baba Türbesi-Yunanistan-İstanköy
b. Kudüs, Efes gibi kutsal sayılan yerleri gezmiş
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 999
olan Hıristiyan.(3)(4)
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Hacı Bahattin Türbesi-İçel
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.

H
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Hacı Bayram Kaftani Türbesi-İstanbul


Hacı Ahmed İzzet Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 38,
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 467,
Hacı Bayram Türbesi-Malatya
(3) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 558
(1) Oymak, İskender2. “Malatya ve Çevresinde Zi-
yaret ve Ziyaret Yerleri Üzerine Bir Araştırma.”
Hacı Ahmet Baba Türbesi-Makedonya Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606 (1996): 287-298. s. 294

Hacı Ahmet Sultan Türbesi-Kütahya Hacı Bayram Veli Türbesi-Ankara

(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 291 (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 198, DİA, C. 14, s. 452,
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 324,
(3) Daş, Ertan. a.g.e. s. 69,
Hacı Alemüddin Türbesi-Edirne (4) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 75,
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29 (5) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 87

Hacı Ali Baba Türbesi-Ankara Hacı Bayramıveli Türbesi-Malatya


(1). a.g.e.S. 69 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 295

Hacı Ali Bey Türbesi-Adıyaman Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi-Nevşehir


(1) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 75 (1) DİA, Cilt. 14 s. 456,
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 335,
(3) Tatlı, Ercan. a.g.e. s. 11
Hacı Ali Galib Efendi Türbesi-Erzurum
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 126
Hacı Çıkrık Türbesi-Tokat
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39,
Hacı Ali Turab-ı Veli Türbesi-Çankırı (2) Gönüler, Havva. a.g.e. s. 36
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Hacı Dede Türbesi-Kastamonu


Hacı Ali Türbesi-Uşak (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 338,
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 211 (2) Eyüpgiller, Kemal Kulgün. a.g.e. s. 121

153
Vadi-i Hamuşan
Hacı Derviş Ağa Türbesi-Erzurum duh Turgut Koyunluoğlu ile Ekrem Hakkı Ayverdi
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 73
ise kelimeyi Erdemşah olarak okumuşlardır. Mes-
cid girişinin 8-10 m. kadar uzağında bânisinin
türbesi vardı. Bunun kitâbesinden, Hacı Hamza b.
Hacı Doğancı Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
Erdemşah’ın mescidin tamamlanışından az sonra
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39, vefat ederek 750 (1349-50) yılında bitirilen bu
(2) Envanter. a.g.e. No:9 türbeye defnedildiği öğreniliyordu.
Hacı Hamza Bey Mescidi, Osmanlı mimarisinin
Hacı Elfi Türbesi-Isparta Osmanlı Beyliği’nin ilk merkezi olan İznik’te mey-
dana getirdiği ilk eserlerden olduğu için özel bir
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 89
değer ve öneme sahipti. İstiklâl Savaşı sırasında
bu tarihî kasabanın Türk ve Yunan kuvvetleri
Hacı Emin Türbesi-Safranbolu arasında birkaç defa el değiştirmesi, yakılması ve
Türk eserlerinin Yunanlılar tarafından tahrip edil-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
mesi felâketini bu binalar fazla zarar görmeden
atlatmıştı. Nitekim Taeschner, 1927’de İznik’te
Hacı Fakıh Türbesi-İzmir yaptığı incelemeler sırasında mescid ve türbeyi
(1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 95 görmüş, kitâbelerini de 1932’de yayımlamıştı. Fa-
kat İznik Belediyesi, şehrin hemen her tarafı boş
arsa halinde iken bu tarihî eseri 1930’lu yıllarda
Hacı Fevzi Efendi Türbesi-Tokat bütünüyle yıktırmıştır. Koyunluoğlu’nun yazdığı-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 138 na göre 1935’li yıllarda Hacı Hamza Bey Mescidi
ve Türbesi’nin artık hiçbir izi kalmamıştı.

Hacı Giray Han Türbesi-Ukranya Türbe kitâbesinde bu yapının mimarının Hacı


Ali adında bir usta olduğu bildirilmişti. Mescidin
(1) BKDK. a.g.e. s. 16 de aynı mimar tarafından inşa edildiğine ihtimal
verilir. Hacı Hamza Bey Mescidi’ne dair bilgiler
Hacı Hafız Efendi Türbesi-Çankırı 1935’lerde K. Otto-Dorn tarafından yeniden der-
lenmiştir. Böylece bu tarihî eser, birçok benzeri
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
gibi geçmişin karanlıkları içinde bütünüyle kaybo-
lup gitmemiştir. Koyunluoğlu’nun ve ondan nak-
Hacı Hamza Beğ Türbesi-Amasya len Ayverdi’nin mescid ve türbenin 1924’te yıktı-
rıldığını yazmaları yanlıştır. Çünkü Taeschner bu
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
eseri sağlam bir halde görebilmiş, hatta makale-
sinde mimarisini bir dereceye kadar tarif etmiştir.
Hacı Hamza Bey Mescidi Ve Türbesi Hacı Hamza Bey Mescidi’nin aslında bir Bizans ki-
İznik’te XIV. yüzyılda yapılmış ilk Osmanlı eser- lisesi olduğu yolundaki halk söylentisine inanmak
lerinden biri. zordur. Taeschner’in tarifi ve Otto-Dorn’un tesbit
İznik’in merkezinde Ayasofya’nın karşısında, ettiği duvar kalıntıları bu küçük mescidde hiçbir
Lefkekapısı’na giden ana caddenin kenarında bu- Bizans izine işaret etmez. Mihrap nişinin girişin
lunuyordu. Evvelce kapısı üstünde yer alan dört karşısında ve esas eksen üzerinde değil yan duvar-
satırlık kitâbesinde bu eserin 746 (1345-46) yılın- da oluşu da bu hususta bir dayanak sayılmaz. Ni-
da Hacı Hamza b. Erdemşah tarafından vakfedil- tekim İznik’te Nilüfer Hatun İmareti’nin namaz
diği kaydedilmişti. Kitâbeyi ilk yayımlayan Franz mekânındaki mihrap da yan duvardadır.(…)
Taeschner, kurucunun babasının adını Ardumşah Mescidin yakınında Hamza b. Erdemşah’a ait tür-
(Ardunşah) olarak okuyup kelime üzerinde geniş benin sülüs hatla üç satır halinde yazılmış, günü-
açıklamalar yapmıştır. Aynı konuda çalışan Mem- müzde İznik Müzesi’nde bulunan Arapça kitâbe-

154
Vadi-i Hamuşan
sinden bânisinin devrin ileri gelenlerinden olduğu Hacı Hoca Türbesi-İstanbul
ve inşa tarihi dışında bir bilgi elde edilememekte- (1) Adresler. a.g.e.
dir. Türbe, eski bir fotoğrafta pek azı görülebildiği
kadarı ile Selçuklu kümbetleri gibi üstü taştan siv-
ri bir külâhla örtülü bir yapı idi. Kare bir planı olan Hacı Hüseyin Paşa Türbesi-Malatya
ve belki de açık türbe şeklinde dört cephesi açık (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
bulunan türbenin giriş kısmında, Taeschner’in
İlkçağ’a ait devşirme malzeme olduğunu zannet- Hacı İbrahim (Saçlı İbrahim) Türbesi-Edirne
tiği söveler kullanılmıştı.
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 131
İznik’te bundan başka aynı hayratın evkafından

H
olduğu söylenen büyük bir çifte hamam vardır.
Hacı İbrahim Baba Türbesi-Erzurum
Taeschner, türbe ile mescid arasında eski bir çeş-
me ile çok sayıda mezar taşı tesbit etmiştir. Maka- (1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 89
lesinde bildirdiğine göre bu kabirlerden ikisi Hacı
Hamza’nın torunları Sinan b. Ahmed ile (Cemâzi- Hacı İbrahim Efendi Türbesi-Makedonya
yelâhir 793/Mayıs 1391) Hatice’ye (Cemâziyelâhir
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606
805/Ocak 1403) aittir. Ayrıca kırık ve eksik bir şâ-
hidede, 821’de (1418) vefat eden Şeyh Kutbüddin
b. Mehmed adını veren bir kitâbe görülmüştür.(1) Hacı İbrahim Sultan Türbesi-Konya

(1) DİA; [HACI HAMZA BEY MESCİDİ ve TÜRBESİ - (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
Semavi Eyice] c. 14; s. 480
Hacı İlyas Türbesi-İstanbul
Hacı Hamza Efendi Türbesi-Amasya (1) Adresler. a.g.e.
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
Hacı İsa Ruhi Efendi Türbesi-Amasya
Hacı Hamza Türbesi-Amasya (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 349
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
Hacı İşan Türbesi-Türkmenistan
Hacı Hasan Baba Türbesi-Elazığ-Baskil (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
(1) Kıyak, Abdülkadir. a.g.e. s. 167
Hacı İvaz Paşa Türbesi-Bursa
Hacı Hasan Hoca Türbesi-Bitlis
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39

Hacı Kerim Türbesi-Şanlıurfa


Hacı Hasan Paşa Türbesi-Sırbistan (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 39
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 696
Hacı Kuşçu Efendi Türbesi-Çankırı
Hacı Hasan Türbesi-Adıyaman (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111
Hacı Mehmed Paşa Osmanagiç Türbesi-
Hacı Haşıl Türbesi-Erzurum-Tuzcu Köyü Karadağ
(1) Erzurum Medya https://erzurummedya.com (1) DİA, Cilt. 34, s. 306

155
Vadi-i Hamuşan
Hacı Mehmet Paşa Türbesi-Yunanistan Hacı Tahir Efendi Türbesi-Gümüşhane
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 794 (1) Özkan, Haldun. a.g.e. s. 150

Hacı Mehmet Türbesi-Sivas Hacı Taş Bekir Ocağı Türbesi-Urfa


(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 115 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 317

Hacı Muhiddin Efendi Türbesi-İstanbul Hacı Tuğrul Baba Türbesi-Ankara


(1) Adresler. a.g.e. (1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 64

Hacı Murad-ı Veli Türbesi-Ankara-Çubuk Hacı Tuğrul Türbesi-Ankara


(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 127 (1). a.g.e.S. 393,
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 29,
(3) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 225
Hacı Murad-ı Veli Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Hacı Turhan Türbesi-Bosna Hersek
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160
Hacı Mustafa Efendi Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Hacı Veysel Türbesi-Kosova-Mitroviça
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385
Hacı Nina Türbesi-Ahlat
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40
Hacı Yakup Türbesi-Bursa
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
Hacı Ömer Hüdayi Baba Türbesi-Elazığ
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 223,
(2) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 50
Hacı Yusuf Türbesi-Bitlis
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40

Hacı Ömer Türbesi-Makedonya-Valandova


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 655
Hacı Yusuf Türbesi-Adıyaman
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112,
(2) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 69
Hacı Rahmi Sultan Türbesi-Burdur
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38
Hacı Zekeriyya Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Hacı Sinan Türbesi-İzmir-Bayındır
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 100
Hacı Zeyref Türbesi-Adıyaman
(1) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 75
Hacı Sinan Türbesi-Bosna Hersek
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 99,
Hacıllı Türbesi-İstanbul-Şile
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 134 (1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 86

156
Vadi-i Hamuşan
Hacım Sultan Türbesi-Uşak Haç
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 220, a. Eskiden idam mahkumlarının üzerine bağlan-
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 315 dıkları, birbirine çapraz olarak çakılmış sehpa,
çarmıh.(4)

Hacım Sultan Türbesi-Karaman b. Hz. İsa’nın üzerine çakılarak öldürüldüğü bu


tür sehpa, çarmıh.(3)(4)(5)
(1) Cengiz, Ahmet. a.g.e. s. 107
c. Birbirini kesen iki dik parçadan oluşmuş, genel-
likle Hıristiyanların kutsal tanıdıkları süs eşya-
Hacımüftüoğlu, Erdem sı, istavroz, salip.(4)(3)

H
Atatürk İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No: 745.5-30 d. Slav kabileleri, Hıristiyanlığı kabul etmeden
Trabzon Hamzapaşa Camii Mezarlığı Ve Civarındaki önce haçı bir koruma unsuru görmüşlerdir.
Bazı Mezarlar, Atatürk Ü.İlahiyat Fak., Lisans Tezi, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra da haç, en
S.85, Erzurum büyük koruma sembolü olmuştur. Haç, hem
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. bir sembol olarak hem haç çıkarmak işlemi
insanları kötü ruhlardan özellikle halk inan-
cında vampirlerden korumaktadır. Bu yüzden
Hacib Çavlı (Kümbet) Türbesi-Kayseri köy sınırlarında, tarla sınırlarında, evlerde ve
(1) Kemaloğlu, Muhammet. “Xı.-Xııı. Yüzyıl Türkiye üzerlerinde Hıristiyanlar haç takmaktadır.
Selçuklu Devletinde Dini Eserlerinden Küm- Haç, sadece insanları değil tüm nimetleri kö-
bet-Türbe-Ziyaretgah -Namazgah Ve Camiler.” tülüklerden korumaktadır. Meyveleri doludan,
Akademik Bakış Dergisi Sayı 39. s. 14
evleri yangından, hırsızdan vs. Diğer taraftan
her sabah güne başlarken ve gün biterken de
Hâcib Osman Türbesi-Suriye Hıristiyanlar haç çıkarmaktadırlar. Şeytan ve
diğer kötü ruhlar haçtan uzak durmaktadırlar.
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 280
Öyle ki halk arasında “haç görmüş şeytan gibi
kaçar” denmektedir.(1)(2)(3)
Hacim Baba Türbesi-Yunanistan-Drama
(1) Sulooca Murteza. a.g.e., s. 43
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 991 (2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Ayverdi İlhan, Ötüken Türkçe Sözlük
(4) Çağbayır Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük
Hacûn
(5) DİA; [HAÇ - Mahmut H. Şakiroğlu] c. 14; s. 522-
Cennetü’l-Mualla, Mekke’nin en eski mezarlığı. 524; [HAÇ - Mustafa Yayla] c. 14; s. 524-525
Cahiliye devrinden bugüne kadar Mekke Mezar-
lığı olan ve Harem-i Şerif’in yaklaşık iki km. ku-
zeyinde Mescid-i Cin yakınında bulunan bu yer, Haç Telakkisi
İslam öncesi kaynaklarda ve ilk devir İslam tarih- Hıristiyanlıkta büyük önem taşıyan dinî figür.
lerinde Hacûn diye geçmektedir. Hz. Peygamber Haç kelimesi Türkçe’ye Ermenice’den geçmiştir.
(A.S)’ın dedelerinden Kusay ile Abdülmuttalib’in Batı dillerinde haç karşılığı olarak Latince crux
ve amcası Ebu Talib ile hanımı Hz. Hatice’nin Ha- köküne dayanan cross (İng.), croix (Fr.) ve kreuz
cûn Mezarlığı’na defnedilmiş oldukları bilinmek- (Alm.) kelimeleri kullanılır. Grekçe’si stavros olup
tedir. Rivayete göre Kusay Hacûn’a gömüldükten Türkçe’ye istavroz biçiminde girmiştir. Grekçe’de
sonra burası mezarlık olarak kullanılmıştır.(1)(2) stavros başlangıçta Homeros’un da kullandığı
(1) DİA şekliyle “direk, sivri uçlu kazık, sırık” anlamına
(2) http://www.genchacilar.org/sayfalars.asp?pageI- gelirken daha sonra haç karşılığında kullanılmış-
D=ZiyaretDetay&id=453&grup_id=21&altgru- tır (Bauer, s. 764-765). Kelimenin İbrânîce’si ta-
pid=67 lah, Arapça’sı salîb, Farsça’sı “dört çivi” anlamında

157
Vadi-i Hamuşan
çehâr mîhtır. Son terkip Türkçe’ye çarmıh olarak sembolüdür (Galatyalılar’a Mektup, 2/20; 5/24;
geçmiştir ki bu bir idam şeklidir. Romalılar’a Mektup, 6/6).
Tarih öncesi dönemlerden bugüne kadar başta Yeni Ahid içerisinde haç (stauros) kavramı sadece
Hıristiyanlık olmak üzere pek çok din ve öğretide kullanılan materyale delâlet ederken Paul ile or-
geniş sembolik değeri bulunan haçın değişik şekil- taya çıkmaya başlayan haç teolojisi kilise babaları
leri olup başlıcaları şunlardır: tarafından geliştirildi. Irenaeus’a göre haç kozmik
1. Grek haçı (crux quadrata). Bu haçın kolları bir- hakikatin gözle görünür halidir. Haç üzerinde idam
birine eşittir (+). edilmek suretiyle Îsâ kozmosu özetlemiştir. Lactanti-
us’a göre Îsâ haç üzerinde kollarını açarak bu haliyle
2. Latin haçı (crux immassa). Bu haçın alt kısmı
bütün insanları kucaklamıştır.
uzundur (†).
Tasvirî bir hıristiyan sembolü olarak haç motifle-
3. Tau haçı (crux commissa). Bu haç “T” şeklinde
rine Roma katakomblarından itibaren rastlanır.
olup buna “St. Antony haçı” da denilmektedir.
Bu motif, İmparator I. Konstantinos tarafından
4. St. Andrew haçı (crux decussata). Birbirine
bayraklar üzerine yerleştirilmiştir. Orta Bizans
çapraz iki koldan oluşmaktadır (×).
çağından itibaren bazı kiliseler haç biçiminde
5. Kulplu haç (crux ansata). Bu haç Latin haçı yapılmıştır. Haç üzerinde acı çeken Îsâ tasvirleri
şeklindedir, fakat üst kısım ovaldir. V. yüzyıldan önceye gitmez. Rönesans dönemin-
6. Gamalı haç (crux gammata). Grek haçı şeklin- de bu figür sanatçılar tarafından yaygın olarak
de olup kolları Grek alfabesindeki gama harfi- kullanılmıştır. Hıristiyan geleneğine göre Îsâ’nın
ne benzemektedir. üzerinde gerilip idam edildiği asıl haç, İmpara-
7. Malta haçı. Dört kolu eşit ve uçları çentiklidir. tor I. Konstantinos’un annesi Helena tarafından
326’da Filistin’e yaptığı hac yolculuğu sırasında
8. Lorraine haçı. Yatay iki veya üç kolu bulunan
keşfedilmiştir. Ortaçağ’lara ait bir efsane olan
haçtır.
“haçın bulunuşu” hikâyesine göre Îsâ’nın haçı Şît
9. Kelt haçı. Latin haçı biçimindedir, ancak kol- tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden
ların kesiştiği yer daire içinde bulunmaktadır. nesile aktarılmış, nihayet Helena bu haçı Kudüs’te
10. Peter haçı. Latin haçının ters şeklidir. toprak içerisinde bulmuş, haçın yanında Îsâ’nın
11. Papalık haçı. Latin haçı biçiminde ise de üç başına konulan yazılı levha ile çiviler de ele geçi-
adet yatay kolu vardır.(…) rilmiştir. Helena çivileri oğluna göndermiş, haç
Hıristiyanlık’ta haç en önemli dinî-ikonografik ve yazılı levha ise kutsal mekânında bırakılmıştır.
şekil ve semboldür. Hıristiyan inancına göre çar- 614’te Sâsânîler Kudüs’ü zaptettiklerinde, içinde
mıha gerilmek suretiyle haçta can veren Hz. Îsâ, haçın da bulunduğu kutsal emanetler başşehir
insanlığın aslî günahına kefâret olmak üzere ken- Ctesiphon’a taşınmıştır. Kutsal emanetlerin ye-
dini feda ettiği için haç onun kurban oluşunun niden Kudüs’e getirilmesi için Herakleios’un 629
sembolüdür. Bununla birlikte haçın bu sembolik yılında başlattığı sefer başarıyla sonuçlanmış ve
yorumu Hıristiyanlığa yahudi zealotlardan geçmiş haç yerine konmuştur. Bundan dolayı Haçlılar He-
olmalıdır. Zira zealotlar arasında haç şehid oluşun rakleios’u ilk haçlı sayarlar.
sembolüydü, Îsâ, haçı kendisi ve İncil uğruna ca- Avrupalılar’a göre Haçlı seferlerinin ortaya çıkışının
nını feda etmenin sembolü olarak değerlendir- temel sebeplerinden biri Îsâ’nın haçını ele geçirmek-
miştir (Matta, 16/24-25; Markos, 8/34-35; Luka, tir. Bu arzu seferlerde o kadar etkili olmuştur ki
9/23-24). Bu fedakârlığın amacı insanlığın kurtu- bu seferlere “haçlı seferleri” (expeditio crucis),
luşu olduğu için haç kurtuluşun da sembolüdür. XII. yüzyıldan itibaren savaşlara katılan gruplara
Pavlus’a göre haç İncil’in özeti (Korintoslular’a da “haç ile işaretlenen” (crucesignati) adı verilmiş-
I. Mektup, 1/17; Galatyalılar’a Mektup, 6/12), tir. Bugün Batı’da Haçlılar karşılığında kullanılan
Tanrı ile insan arasında uzlaşma aracı (Koloseli- “crusaders” ve “croisades” kelimeleri bu ikinci
ler’e Mektup, 1/20) ve Îsâ ile birleşmenin mistik kelimeden türemiştir. Savaşlara katılan herkesin

158
Vadi-i Hamuşan
omuzuna özel bir merasimle kırmızı haç motifi Haçkalı Baba Türbesi-Trabzon
dikilirdi. (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 203
Haça ait bazı parçaların Haçlı seferleriyle Batı âle-
mine getirildiği şeklinde yaygın bir inanç vardır.
Had
Orta ve Yeni çağlarda bu parçaların sayısı o kadar
artmıştı ki Katolik kilisesi bunların mûcizevî olarak a. İki şey arasını ayıran ve bunların birbirine ka-
çoğaldığı doktrinini ilân etmişti. Bu haça ait oldu- rışmasını önleyen sınırdır. Bir şeyin haddi de,
ğuna inanılan bazı parçalar günümüzde Roma’daki onu diğerlerinden ayıran sınırları, özellikle bel-
Santa Croce Bazilikası’nda sergilenmektedir. li eden tanımdır.
Haçla ilgili olarak kilisece kabul edilmiş pek çok b. Caydırıcı cezalara da hadd denilir. Hadd kelime-

H
merasim vardır. Dinî tören sırasında yürüyüş kor- si; cerime veya cinayet anlamına da gelir. İslâm
tejinde “crux gestatoria” denilen haçın piskopos- hukukçularına göre hadd, Allah’ın hakkına te-
ların önü sıra taşınması yaygın bir âdettir. cavüze karşı belirlenmiş cezadır.(1)(2)
Hıristiyan ikonografyasında haç Îsâ’nın hem ölü- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 28, s. 297-298-299;
münü hem de mevcudiyetini ifade etmektedir. Kili- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sece kullanılan haç türlerinden “T” şeklindeki haç (3) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550
bir kazığa bağlanmış yılanı, yani kurbanla galebe
çalınan ölümü sembolize etmektedir. Tek çaprazlı
Had Cezası
haç İncil haçıdır. Bu haçın dört kolu insan tabia-
tındaki bozulmuş dört unsuru, dünyanın her tara- Kur’an ve Sünnet’te belirlenmiş, kısas ve diyet dı-
fından Mesîh’in cazibesine kapılıp gelen insanları, şındaki cezaî müeyyideleri ifade eden fıkıh terimi.
insan ruhunun faziletlerini ifade etmektedir. İki Had kelimesi (çoğulu hudûd) sözlükte masdar
kollu haçta üstteki kol Pilatus’un “Nâsıralı Îsâ, olarak “engel olmak, iki şeyin arasını ayırmak”;
yahudilerin kralı” tabelasını, alttaki ise Mesîh’in isim olarak “iki şeyin birbirine karışmasını ön-
kollarını göstermektedir. Üç kollu haç kilise hiye- leyen şey, bir nesnenin uç ve kenar kısmı, sınır,
rarşisinde bir semboldür ve papalık tacına, kardi- tanım” gibi anlamlara gelir.
nal külâhına ve piskopos âyin başlığına tekabül Fıkıhta, Allah hakkı olarak yerine getirilmesi ge-
etmektedir. XV. yüzyıldan itibaren sadece papa reken, miktar ve keyfiyeti nasla belirlenmiş cezaî
üç kollu haç taşıyabilmektedir. İki kollu haç kardi- müeyyideleri ifade eder. Kelimenin fıkıh ilminde
nale ve başpiskoposa, tek kollu haç ise piskoposa kazandığı terim anlamı, kısmen “hudûdullah” ta-
aittir.(…) birinin Kur’an’da geniş bir muhteva ile kullanıl-
Kur’ân-ı Kerîm’de salîb kelimesi geçmemekle mış olmasının, büyük ölçüde de had kelimesinin
birlikte “asmak, çarmıha germek suretiyle idam hadislerde oldukça belirginleşen ıstılahı kullanı-
etmek” anlamındaki salb kökünden türemiş de- mının sonucudur.
ğişik sigalar yer almaktadır (bk. en-Nisâ 4/157; ; Kur’ân-ı Kerîm’de hudûd kelimesi on dört yer-
el-Mâide 5/33; Yûsuf 12/41; el-A‘râf 7/124; Tâhâ de geçer; bunların on üçünde Allah’a, birinde ise
20/71; eş-Şuarâ 26/49). Kur’an’ın bildirdiğine
(et-Tevbe 9/97) Allah’ın resulüne indirdiği vahye
göre yahudiler Hz. Îsâ’yı ne öldürmüşler ne de as-
izâfe edilir (M. E Abdülbâkī, el-Mucem, “hdd” md.).
mışlardır (en-Nisâ 4/157).
Bu âyetlerde hudûdullah tabiri, öncesinde birtakım
Salîb kelimesi hadislerde kıyamet tasvirlerinde geç- hükümler ve mükellefiyetler belirtildikten sonra
mektedir. Ebû Saîd el-Hudrî’nin rivayetine göre onlara atıfla zikredildiğinden âyetlerin ifade akışı-
kıyamet günü, “Herkes taptığının peşine düşsün” de- na bağlı olarak “Allah’ın koyduğu hükümler, yasak-
nilecek, salîb ehli de salîblerinin ardınca cehenneme lar, ölçüler, sınırlar” gibi anlamlar taşır. Âyetlerin
gidecektir (Buhârî, “Tevhîd”, 24).(…)(1) bir kısmında, Allah’ın koyduğu bu hükümlerin ye-
(1) DİA; [HAÇ - Mahmut H. Şakiroğlu] c. 14; s. 522- rine getirilmesi ve iyi muhafaza edilmesi (el-Baka-
524; [HAÇ - Mustafa Yayla] c. 14; s. 524-525 ra 2/229; et-Tevbe 9/112), bir kısmında da Allah’ın

159
Vadi-i Hamuşan
belirlediği ölçü ve sınırların çiğnenmemesi, onlar- cezayı düşürdüğü, Hanefîler, hırsızın çaldığı malı
dan ileriye geçilmemesi (el-Bakara 2/229; en-Nisâ yakalanmadan önce iade edip tövbe etmesinin
4/14; et-Talâk 65/1) istenir.(…) haddi düşürdüğü görüşündedir. Burada ilgili ha-
Hadislerde had kelimesinin, sözlük anlamını ve dislerdeki yönlendirmeden de hareketle suçlunun
örfteki çeşitli kullanımlarını, ayrıca Kur’an’daki ıslahına ve suçun aleniyet kazanmasının önlen-
geniş muhtevasını yansıtan bir çeşitlilik ve zen- mesine öncelik verildiği söylenebilir.
ginlikte yer aldığı (meselâ bk. el-Muvatta, “Hu- Kazf suçunda şahsî hak baskın olduğundan onun
dûd”, 10; Müsned, IV, 226; Buhârî, “Büyû”, 96, zaman aşımıyla düşmeyeceğinde görüş birliği var-
“Şüfa”, 1, “Şeriket”, 6, “Megāzî”, 53; Müslim, “Hu- sa da zaman aşımının diğer hadlere etkisi âlimler
dûd”, 8-9; Ebû Dâvûd, “Aķżiye”, 14, “Hudûd”, 38) arasında tartışmalıdır. Fakihlerin çoğunluğu ile
çok defa da bu tabirle Kur’an’da belirlenen veya Züfer b. Hüzeyl gibi bazı Hanefîler’e göre kısas ve
Hz. Peygamberin takdir ve uygulamasıyla sabit diyet gibi hadlerde zaman aşımı cezayı düşürmez.
olan cezaî müeyyidelerin yahut bu müeyyideleri ge- Hanefî fakihlerinin çoğunluğuna göre ise kazf
rektiren suçların ifade edildiği görülür (bk. Wen- haddi hariç diğer hadler zaman aşımıyla düşer.
sinck, el-Mucem, “hdd” md). Her ne kadar bu son Hanefîler’in bu görüşü, suçun ispatında herhangi
anlamın, Kur’an’daki hudûdullah tabirinin muh- bir şüphe ve tereddüdün bulunmaması yönünde
tevasından fazla bağımsız olmadığı söylenebilirse gösterdikleri titizlikten kaynaklanmaktadır.(1)
de hadis mecmualarında “Kitâbü’l-Hudûd” başlığı (1) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550
altında yer alan hadislerde geçen had kelimesiyle
genelde belirli cezaî müeyyidelerin veya bunlara
yol açan suçların kastedilmiş olması haddin fıkıh Haddin Mahiyeti ve Kapsamı
literatüründe kazandığı terim anlamını hazırlayı- İslâm hukukunda cezaî müeyyideler çeşitli açılar-
cı bir rol üstlenmiştir.(1) dan ayırımlara tâbi tutulur. Bunlardan en bilineni
(1) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550 cezaların had, kısas-diyet ve ta‘zîr şeklinde üç
gruba ayrılarak ele alınmasıdır. Bu ayırım, cezanın
infazında hâkim olan hakkın mahiyeti ve cezanın
Haddin Düşmesi şâri‘ tarafından belirlenmiş olması ölçüleri birlik-
Hadlerde devletin veya suç mağduru sayılabilecek te gözetilerek yapıldığından suçların tasnifinden
tarafın af, sulh ve şefaat yetkisi bulunmadığından kanunlaştırma, yargılama ve infaz prosedürüne
bunların hadleri ıskat edemeyeceği açıktır. Şüphe, kadar İslâm ceza hukukunun birçok alanında ge-
haddi düşüren değil suçun sübût bulmasını engel- çerliliğini korumuş, klasik doktrin de hemen he-
leyen bir role sahiptir. men bu ayırım üzerine oturtulmuştur.(…)
İspatında gösterilen titizlik ve suçun örtülmesi Fıkıh mezheplerine ve bazı fakihlere göre ayrın-
ilkeleri gereği suçlunun itirafı ile sabit olan zina, tıda görüş farklılıkları bulunsa da İslâm hukuk li-
hırsızlık ve sarhoşluk suçlarının cezası suçlunun teratüründe had ile genelde Allah hakkı yani toplum
itirafından vazgeçmesiyle sakıt olur. Vazgeçme- hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli olan, miktar ve
nin mahkeme kararından önce veya sonra olması keyfiyeti şâri‘ (nas) tarafından belirlenmiş cezaî mü-
sonucu değiştirmez. eyyideler kastedilir. Bu cezaî müeyyideleri gerekti-
Aynı şekilde şahitlerin ifadelerini geri almala- ren suçlara had suçları (cerâimü’l-hudûd), bazan
rı veya belli hadlerde şahitlerin infaz öncesinde da mecaz olarak had/hadler denilir. Kur’an’da bu
ölümü de hadleri düşürür. Suçlunun tövbesinin grupta dört cezadan söz edilir:
irtidad suçunda mutlak, eşkıyalıkta belli şartlarda 1. Zina edene 100 sopa (celde) vurulması (en-Nûr
cezayı düşürücü etkisi vardır. 24/2);
Diğer hadlerde ise Hanbelî ve Zâhirî fakihleri ve 2. İffetli bir kadına zina iftirasında bulunan kişiye
bazı Şâfiîler, suçlunun yakalanıp mahkemeye sev- seksen sopa vurulması ve ayrıca şahitliğinin ka-
kedilmeden önce tövbe etmesinin belli şartlarda bul edilmemesi (en-Nûr 24/4);

160
Vadi-i Hamuşan
3. Hırsızın elinin kesilmesi (el-Mâide 5/38); miştir (Buhârî, “Hudûd”, 21, 30-32; Ebû Dâvûd,
4. Silâhlı gasp, yol kesme ve eşkıyalık gibi suçları “Hudûd”, 23-25).(…)
işleyenlerin öldürülmesi, asılması, el ve ayak- Kur’an ve Sünnet’te şarap içme ve sarhoşluk açık-
larının çapraz kesilmesi veya sürgün edilmesi ça yasaklanmış olmakla birlikte şarap içen kimseye
(el-Mâide 5/33-34). Hz. Peygamber döneminde sayı ve keyfiyet ba-
Kur’an’da yer almasa da hadislerde bu cezalar kımından farklı celde cezalarının ve ilâve cezala-
ya özel olarak adlandırılır ya da genel olarak had rın uygulanmış olması (Buhârî, “Hudûd”, 4; Ebû
kelimesiyle ifade edilir (bk. Buhârî, “Hudûd”, 12, Dâvûd, “Hudûd”, 35-36; Şevkânî, VII, 156-157),
21, 27, 42, “Enbiyâ”, 54; Müslim, “Hudûd”, 8, 40; Hz. Ebû Bekir’in şarap içene kırk, Hz. Ömer’in ise
Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 5, 10-12). Bu cezaların had sahâbe ile yaptığı istişare sonunda seksen sopa

H
grubunda yer aldığında, had cezası olarak adlandı- vurdurması (Ebû Dâvûd, “Hudûd”, 37; Şevkânî,
rılmasında, kanun koyucu ve devlet başkanına bu VII, 156-157), bu cezanın ne ölçüde had cezası
cezaları azaltıp çoğaltma veya başka bir ceza tü- sayılacağıyla ilgili tartışmaları da beraberinde ge-
rüne çevirme yönünde esasa müteallik bir takdir tirmiştir.(…)
ve tasarruf hakkı tanınmayacağında İslâm hukuk- İslâm hukukçularının çoğunluğu, irtidad eden kim-
çuları görüş birliği içindedir. Bu konuda en kayda seye belli kayıt ve şartlarla da olsa ölüm cezasının
değer tartışma, çeşitli fıkıh ekollerine mensup bir uygulanmasını had olarak adlandırır ve değer-
grup İslâm hukukçusunun haddin tanımında yer lendirir. Bu cezaî müeyyide sınırlı birkaç hadise
alan “Allah hakkı için vâcip olma” kaydından sar- ve uygulama örneğine dayanıp (Ebû Dâvûd, “Hu-
fınazar edip haddi “şer‘an belirlenmiş ceza” şek- dûd”, 1; Şevkânî, VII, 216 vd.) üstelik bu konuda
linde tanımlamaları (Mâverdî, s. 288; Ebû Ya‘lâ, farklı yorumlara elverişli başka rivayetler de bu-
s. 257; İbn Rüşd, II, 456; İbnü’l-Hümâm, V, 5), lunmakla birlikte klasik doktrinde böyle bir tema-
bunun sonucu olarak çoğunluğa göre şahsî hakka yülün oluşmasına fakihlerin tecrübe birikiminin,
taalluk etmesi ve diğerlerine göre oldukça farklı özellikle de Hz. Ebû Bekir dönemi irtidad olayları-
bir prosedür ve hükme tâbi olması sebebiyle ayrı nın ve İslâm devletinin siyasî birliğinin korunma-
bir kategori oluşturan kısas ve diyet cezalarını da sı yönünde tedbir alma zaruretinin etkili olduğu
bu ikinci grup fakihlerin had grubunda mütalaa söylenebilir.(…)
etmeleridir. Bununla birlikte bu görüş ayrılığı, iki
Meşrû devlet başkanına karşı isyan ve ihtilâl (bağy)
grup cezanın mahiyet ve yargı prosedürünü etki-
suçu, içinde birkaç suçu barındırabilen karma bir
leyecek pratik bir sonuca sahip olmadığından lafzî
eylem olduğundan bunun hangi aşamasına ne tür
bir tartışma olmaktan öteye gitmez.
cezanın uygulanacağı ve verilecek cezanın had
Hangi tür suç ve cezaların had kapsamına dahil ol- mi ta‘zîr mi olduğu İslâm hukukçuları arasında
duğu tartışması, cezaların af ve sulha konu olması tartışmalıdır. Bağy suçu ve cezasıyla ilgili olarak
veya kanun koyucunun takdirine bağlı olarak de- Kur’an’da ve hadislerde doğrudan bir hükmün bu-
ğişikliğe tâbi tutulabilmesi sonucunu doğrudan lunmayışı, öte yandan bu eylemin suç mu yoksa
etkilediğinden büyük bir önem taşır; bu yönde zalim bir yöneticiye karşı bir cihad mı sayılacağı
yapılan tartışmaların, Kur’an’da zikredilen cezaî konusunun genelde mezheplere ve bakış açıla-
müeyyidelerden ziyade Hz. Peygamber’in söz ve rına göre değişen sübjektif bir değerlendirmeye
uygulamaları ile belirlenip tatbik edilen suç ve ce- dayanması, bu suç ve cezanın had grubunda yer
zalarda yoğunlaştığı görülür.(…) almasını güçleştirmektedir. Hanefî mezhebi hariç
Zina suçu için Kur’an’da öngörülen cezanın bekâr- diğer üç Sünnî mezhebin kaynaklarının önemli bir
lara tahsis edilip zina eden kimsenin evli olması kısmında bağyin had suçları arasında sayılması ise,
durumunda taşlanarak öldürülme (recm) cezasına kısas-diyet dışında kalan ve Allah hakkı olarak in-
çarptırılması şeklindeki ayırımla zina eden bekârın faz edilen cezaları genelde had olarak adlandırma
ayrıca belli bir müddet sürgün edilmesi Hz. Pey- alışkanlığı, bağy suçunun diğer had suçlarını içinde
gamber’in emir ve uygulaması ile gündeme gel- barındırması durumunda işlenen alt suçlara had

161
Vadi-i Hamuşan
cezasının uygulanmasının kaçınılmaz oluşu, bazan de örtülmesini ve şüphe bulunduğunda hadlerin
da devlet başkanına çok geniş bir takdir hakkı tanı- uygulanmamasını istemiş, suçunu itiraf etmek
manın yol açacağı olumsuzlukları önleme gibi se- isteyenleri başlangıçta dinlemekten kaçınmış, di-
beplerle açıklanabilir. Öte yandan bilhassa Hanefî- ğer taraftan da “Allah’ın koyduğu cezalardan bir
ler’de bağy, tazmin ve kısas sorumluluğu gibi bazı cezanın infazının yeryüzüne kırk sabah yağmur
yönlerden âdi suç değil olağan üstü durum ve savaş yağmasından daha hayırlı olacağını” ifade ederek
hukuku kapsamında görülmüş (Serahsî, IX, 127- (İbn Mâce, “Hudûd”, 3) sabit olan bir suça gere-
128; İbn Kudâme, el-Umde, s. 575-578; Abdurrah- ken cezayı vermenin adalet ve rahmet olacağına
man Şeyhîzâde, I, 707-712), diğer âdi suçlara göre işaret etmiştir.
bir kısmı suçlu lehine birtakım farklı ve istisnaî İspat ve yargılamayla ilgili gerekli şartlara uyula-
hükümlere tâbi tutulmuştur. Meselâ el-Mebsût, rak infaz edilen had cezası meşrû bir hakkın icrası
Bedâiu’ś-śanâi ve Kenzü’d-deķāiķ’te irtidad gibi demektir. Suçun nevine göre recm, celde, sürgün,
bağyin de devletlerarası hukuk (siyer) bölümünde el veya ayağın kesilmesi şeklinde uygulanacak olan
ele alınması bu açıdan dikkat çekicidir.(…)(1) hadlerin suçlu için mağfiret vesilesi ve günahına
(1) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550 kefaret olup olmayacağı (Buhârî, “Hudûd”, 8, 14;
Tirmizî, “Hudûd”, 12) daha çok suçlunun iç dün-
yasıyla alâkalı, kul ile Allah arasında kalan bir ko-
Haddin Özellikleri
nudur.
Kısas ve diyetle birlikte hadler, İslâm’ın muhafaza-
Hadlerin mescidlerde uygulanmaması bu mekâna
sını esas aldığı beş temel değerin (akıl, din, can, ırz
gösterilen saygıyla, bazı fakihlerin dârülharpte
ve mal) korunması ilkesinin önemli bir parçasını
uygulanmayacağı yönündeki görüşleri de cezanın
teşkil eder. Klasik dönem İslâm hukukçularının da
infazı için gerekli gördükleri devlet otoritesi ve
ifade ettiği gibi kısas ve diyet cezası insan hayatını,
hâkimiyet şartıyla açıklanır.
şarap içme ve sarhoşluk için öngörülen ceza aklı,
Hadlerin müslüman ve gayri müslimlerden kim-
zina ve kazf suçlarına uygulanacak cezalar ırzı, hır-
lere uygulanacağı konusu daha çok suçun oluşu-
sızlık suçuna verilecek ceza malı, irtidadın cezalan-
muyla ilgilidir. Meselâ küçüğe ve deliye suç işle-
dırılması dini, eşkıyalık ve bağy suçu için öngörü-
me kastı bulunmadığı, gayri müslimlere ise kendi
len cezalar da bu değerlerden birkaçını ve sonuçta
dinlerinin câiz görmesi sebebiyle bazı hadler uy-
kamu düzenini korumayı hedef alır. Bu sebeple
gulanmaz; fakat kamu düzenini ihlâl söz konusu
gerek kısas ve diyet gerekse had cezaları, İslâm’ın
olduğunda zimmî ve müste’menler de müslüman-
kötülüğü önleyip iyiliği hâkim kılma ilke ve gayre-
larla aynı uygulamaya tâbi tutulur.
tinin bir parçasını teşkil eder; İslâm toplumunda
suçun işlenmesini en aza indirme, işlendiğinde ise Hadlerin devlet başkanı veya vekili tarafından
suça denk bir ceza vererek hem şahsî hakları hem uygulanması ilkesi, bu cezaların kamu adına infaz
de toplum hukukunu, içtimaî yapıyı ve vicdanı ko- edilmesinin ve hadlerin infazına verilen önemin
ruma yönünde önemli bir rol üstlenir.(…)(1) tabii sonucu olup bazı hadlerin infazında devlet
yetkilisinin hazır bulunması da istenir. Hadlerin
(1) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550
toplum huzurunda ve alenen infazı ise hadlerin
uygulanmasının ıslah edici ve suçun işlenmesini
Haddin Uygulanması önleyici etkisinden âzami ölçüde faydalanmayı
Had cezalarından amaç hem suçluyu te’dib ve amaçlar. Cezanın ispatı için gereken şahitlik şart
ıslah etmek, suçun işlenmesine ve tekrarlanma- ve nisabının infaza kadar devam etmesinin, recm
sına engel olmak, hem de toplumun hukukunu cezasının infazında şahitlerin hazır bulunması ve
ve ortak değerlerini koruyup mâşerî vicdanı tat- aktif görev almasının istenmesi, suçun ispatında
min etmek olduğundan bu suçların işlenmesini her türlü şüpheyi önlemeye yönelik tedbirler ola-
ve aleniyet kazanmasını önlemek kadar suçun rak görülebilir.
karşılığı olan cezayı uygulamak da önem taşır. Hadlerin infazında şüphesiz adalet ve hakkaniyet
Hz. Peygamber, suçların mümkün olduğu ölçü- esastır. Suçlunun cezaya güç yetiremeyecek dere-

162
Vadi-i Hamuşan
cede hasta ve zayıf oluşu gibi durumlarda hadle- Hadîd Sûresi
rin infazı tecil edilebilir veya hafifletilebilir. Hz. Kur’ân-ı Kerîm’in elli yedinci sûresi.(…)
Peygamber’in, zina eden çok zayıf ve ihtiyar bir
Allah’ın bazı sıfatları, özellikle ilim ve kudretinin
sahâbîye 100 celde yerine çok dallı bir ağaç parça-
delilleri, iman etmenin, infak ve ihsanda bulun-
sını vurmayı yeterli gördüğü, âdet gören câriyenin
manın gerekliliği, âhiretteki durumları bakımından
celde cezasını da özürlü halinin sona ermesine
müminlerle münafıkların karşılaştırılması, dünya
kadar tehir ettiği rivayet edilir (Ebû Dâvûd, “Hu-
hayatının anlamı, Hıristiyanlık’taki ruhbanlık uy-
dûd”, 34; Şevkânî, VII, 126). Hz. Ömer’in de kıtlık
gulaması Hadîd sûresinin başlıca konularını teşkil
sebebiyle aç kalıp hırsızlık yapan kimselere had
uygulamaması aynı anlayışın bir sonucudur.(1) eder.

H
Bir önceki sûrenin son âyetinde yer alan, “Rabbi-
(1) DİA; [HAD - Ali Bardakoğlu] c. 14; s. 550
nin yüce ismini tenzihle an” emrinin açıklaması
mahiyetinde olmak üzere göklerde ve yeryüzünde
Hades ne varsa hepsinin Allah’ı tesbih ettiğini bildiren
a. Namaz gibi bazı ibadetleri ifa etmeye engel olan âyetle başlayan sûrenin ilk bölümünde Allah’ın
hükmî kirlilik anlamında fıkıh terimi. Sözlükte görünen ve görünmeyen âlemlerdeki hükümran-
“yakın zamanda meydana gelen, sonradan or- lığının büyüklüğü, kudretinin ve ilminin genişliği
taya çıkan şey” anlamında olup fıkıh ilminde dile getirildikten sonra insanlar kendilerini imana
abdestsizlik veya cünüplük dolayısıyla insanda davet eden, aydınlığa çıkarmak isteyen Peygam-
meydana geldiği var sayılan mânevî (hükmî) ber’e inanmaya çağırılır. Dünya malının emanet ol-
kirliliği veya bu kirliliğin sebebini ifade eder. duğuna işaret edilerek infakın gerekliliği üzerinde
Bu durumda bulunan kimseye muhdis denir. durulur. Bu arada Mekke fethinden (daha zayıf
Hadesin karşıtı “maddî kirlilik, pislik” anlamı- bir görüşe göre Hudeybiye Antlaşması’ndan) önce
na gelen hubstur. infak ve cihad gibi faaliyetlerde bulunanların fe-
Hades hades-i ekber (büyük hades) ve hades-i tihten sonra bu hayırları yapanlardan daha üstün
asgar (küçük hades) diye ikiye ayrılır. Gusülle olduğu, her hâlükârda Allah rızası için iyilik eden-
giderilebilen cenâbet, hayız ve nifas gibi kirlilik lerin daha fazlası ile ödüllendirileceği bildirilir.
hali büyük hades, abdestle giderilen kirlilik de İkinci kısımda (12-19), samimiyetle inanan er-
küçük hadestir. Buna bağlı olarak gusül “tahâ- kek ve kadın müminlerin âhirette elde edecekleri
ret-i kübrâ”, abdest de “tahâret-i sugrâ” şeklin- kazanç ve mükâfatlara dikkat çekilir; buna karşı-
de adlandırılır. Ancak hades kelimesi tek başına lık dil ucuyla “inandık” demekle birlikte şeytanın
kullanıldığında daha çok abdestsizlik hali kaste- aldatmasına kapılıp şüpheler içinde boğulan ve
dilmekte (meselâ bk. Buhârî, “Vuđû”, 2, 34, 36; müslümanların bir felâkete uğramalarını dört
Mergīnânî, I, 14, 25, 29), büyük hades ise genel- gözle bekleyen erkek ve kadın münafıkların âhi-
likle cenâbet kelimesiyle ifade edilmektedir. (2) retteki acıklı durumları tasvir edilir. Allah yolunda
b. Sonradan meydana çıkma, zuhur etme.(3) infak etmenin O’na güzel bir borç (karz-ı hasen)
c. Yunan mitolojisinde yeraltındaki ölüler ülkesi- vermek gibi olduğu vurgulanır ve bunun imandaki
nin Tanrısı Hades, Aideneus ve Pluton adlarıyla ihlâs ve samimiyeti ortaya koyduğu belirtilir.
da anılır. “Görünmez” anlamına gelen Hades adı Konusuna uygun olarak etkileyici bir üslûbun hâ-
hem Tanrının kendisi, hem de egemen olduğu kim olduğu üçüncü bölümde (20-24) dünya haya-
“ölüler ülkesi” için kullanılır. Hades’in bir özelli- tının geçici ve aldatıcı olduğu, bu sebeple Allah’ın
ği, kendisini görünmez kılan başlığıdır.(1)(4) mağfiretini ve cennetini kazandıracak işlerde ya-
(1) Erhat, Azra. a.g.e. rışmanın icap ettiği anlatıldıktan sonra her şeyin
(2) DİA; [HADES - Rahmi Yaran] c. 15; s. 1 Allah’tan geldiği, dolayısıyla insanların kaybettik-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. lerine üzülmemeleri, elde ettikleriyle de şımarma-
(4) Er, Yasemin. a.g.e. maları gerektiği ifade edilir.

163
Vadi-i Hamuşan
Sûrenin son bölümünde (25-29) insanların ada- b. Tekkenin ihtiyaçlarını karşılayan ve sufilere
leti yaşatabilmeleri için Allah’ın peygamberlerle hizmet eden kişi.(2)
kitaplar gönderdiği belirtilir; ayrıca hem güç sem- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bolü olan hem de insanlara çeşitli faydalar sağla- (2) DİA
yan demirin de bir nimet olarak yaratıldığından
söz edilir. Âyetin üslûbundan, Allah’ın dinine
Hadim-i Hazretleri Türbesi-Konya
ve peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti
ayakta tutmak isteyenlerin bu gayelerini gerçek- (1) Tapur, Tahsin. “Konya İlinde Kültür Ve İnanç Tu-
rizmi.” Uluslar Arası Sosyal Arşt. Deg. 2, 9, (2009).
leştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî
s. 478
güce ve siyasî otoriteye sahip olmaları gerektiği
anlaşılmaktadır. Sonraki âyetlerde Hz. Nûh’un,
İbrâhim’in ve diğer peygamberlerin gönderilişine Hadimü’l-Fukara
işaret edilmekte; özellikle Hz. Îsâ’nın ve ona bağ- Fukara denen dervişleri irşat ettikleri için şeyhle-
lananların şefkat ve merhameti temsil ettikleri, re, bilhassa Mevlevi şeyhlerine verilen unvan.(1)
bunun yanında bir de ruhbanlık icat ettikleri halde (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
buna hakkıyla riayet etmedikleri bildirilmektedir.
Sûre, müslümanlardan, ilâhî emirlere uyup iman-
da sebat göstermelerini isteyen, böyle yaptıkları Hadimü’l-Haremeyn
takdirde Allah’ın kendilerine yardım edeceğini ve Yavuz Sultan Selim’e ve ondan sonraki Osmanlı
yollarını aydınlatacağını müjdeleyen, ilâhî lutuf ve padişahlarına verilen, Mekke ve Medine gibi iki
ikrama müslümanların Ehl-i kitap’tan daha çok lâ- mukaddes yere hizmet eden anlamında unvan.(1)(2)
yık olduğuna işaret eden âyetlerle sona erer.(…)(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) DİA; [HADÎD SÛRESİ - Emin Işık] c. 15; s. 14 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Hadım Baba Türbesi-İstanbul Hadimü’l-Lezzat


Tatları bozan, ölüm, Azrail.(1) “Lezzetleri yıkan,
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 58
yok eden”. Dünya hayatından fazla zevk almaya
engel olan ölüm.(2)
Hadım İbrahim Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Hadım Mehmed Mesih Paşa Türbesi-İstanbul Hadis


(1) Adresler. a.g.e. a. Hz. Muhammed’in sözleri, davranışları ve baş-
kalarının yaptığı kendisi tarafından tasvip edi-
len hareketleri.(1)(2)(3)(4)(5)
Hadikatü’l-Ervah
b. Meydana çıkan, zuhur eden şey.(1)
a. Ruhlar bahçesi.(1)
c. Kadim olan Allah’a nispetle yoktan yaratılmış
b. Mevlana’nın dergâh içindeki kabristanı.(1) olan, ezeli olmayan, sonradan var olan şey.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. d. Duyurma, bildirme, tebliğ.(2)
e. Hadisleri tespit, nakil ve anlamaya yönelik ilim.
(4)(5)(3)
Hadim
a. Tarikata giren dervişlere, dünya ve ahiretlerini (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mutluluk içinde geçirmeleri için çalıştıklarında (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tarikat şeyhleri tarafından verilen isim.(1) (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

164
Vadi-i Hamuşan
(4) DİA; (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Hadlamak Hafir
Ölmek.(1) a. Derince kazılmış yer, yer çukuru.(2)(1)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. b. Kabir, mezar.(1)(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Hadra Vazoları (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Helenistik devirde ölü külleri koymak amacıyla (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

H
yapılmış hydria tipi bu vazolar İskenderiye yakı-
nındaki hadra nekropolünde bulunmuştur. Bazı Hafire
örneklerde vazonun üstünde ölünün adı ve ölüm
a. Kazılmış, yer, çukur.(1)(2)(3)
tarihi vardır. Hadra vazoları Yunanistan’a ve Gü-
ney Rusya’ya ithal edilmiştir.(1) b. Mezar, kabir.(1)(2)(3) Hafire Arapçada bir işin ilk
durumu, kişinin ilk hali, yürüdüğü yol ve çukur
(1) Er, Yasemin. a.g.e. anlamlarına gelir. “Tekrar hafireyemi döndü-
rüleceğiz” yani tekrar ilk durumumuza mı ge-
Hafaza tirileceğiz. Hafire kişinin konulduğu çukurdur.
a. Koruyanlar, muhafaza edenler, hıfzedenler.(1)(5) “Biz çukurda hayata mı döndürüleceğiz.”
b. Dünyada insanları koruyan ve yaptıkları iyilik c. İbn Abbas’a göre de Hafire cehennemin adıdır.(4)
ve kötülükleri tespit eden melekler, Kiramen (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Katibin.(1)(2)(3)(4)(5) (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (4) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 27, s. 40
(3) DİA;
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Hâfız
(5) Akçay, Mustafa. a.g.e, s. 92.
a. Koruyan, esirgeyen, muhafaza eden, saklayan,
zihninde saklayan, ezberleyen demektir.(1)(2)
Haffar
b. Kur’an’ı Kerim’i bütünüyle ezberlemiş olan ve
Mezar kazmakla görevli kişi(1), mezarcı.(2)(3)(4) ezberden okuyabilen kimse.(2)(3)(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. c. Kâfirleri ve âsileri alçaltan, aşağılayan anlamın-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. da Esma-i Hüsna’dandır.(2)
(3) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
Hâfıda (4) DİA
Kur’an-ı Kerim de kıyamete verilen isimlerden
biri.(1) Hafız Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
(1) DİA (1) Adresler. a.g.e.

Hafir-i Kabr Hafız Celaleddin Paşa Türbesi-Bosna Hersek


Mezar kazıcısı,(1)(2) mezarcı.(3) (1) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 83,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Engin, Refik. a.g.e. s. 150

165
Vadi-i Hamuşan
Hafız Ebu Bekir Dede Türbesi-Makedonya şeyi gözeten” olduğu (Hûd 11/57; Sebe’ 34/21),
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606
diğerinde Allah’tan başka dostlar edinenleri O’nun
daima gözetim altında tuttuğu açıklanmaktadır
(eş-Şûrâ 42/6). Kur’an’da meleklere izâfe edilen
Hafız Halil Baba Türbesi-Bulgaristan hıfz, insanları koruma ve işledikleri amelleri kayıt
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 424 altına alma mânasında kullanılmakta, peygam-
berlere nisbet edilenlerse onların sadece tebliğle
mükellef olduklarını, iradelerini diledikleri gibi
Hâfız İsmi kullanan insanların üzerine birer bekçi gibi görev-
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. lendirilmediklerini bildirmektedir.
“Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil dav- Hıfz kavramı çeşitli hadislerde Allah’a, meleklere
ranmayıp dikkatli ve basîretli bulunmak; anlayıp ve insanlara nisbet edilmiş (bk. Wensinck, el-Mu-
bellemek, ezberlemek” anlamlarındaki hıfz kö- cem, “hfž” md.), hafîz, doksan dokuz ismi ihtiva
künden sıfat olup “koruyan, hiçbir şeyin kaybol- eden Tirmizî ve İbn Mâce rivayetlerinden sadece
maması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri Tirmizî’de yer almıştır (Tirmizî, “Daavât”, 82).
alan” demektir. Aynı mânadaki hâfız kelimesine Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, hafîz isminin tabiatın düze-
nisbetle mübalağa ve süreklilik ifade eder. Hafîz, nini koymak ve onu sürdürmekten başka “bilen”
Allah’ın isimlerinden biri olarak “kâinatta zerre (alîm) mânasına da gelebileceğini söylemiş (İbn
kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve Fûrek, s. 54), Fahreddin er-Râzî de bu görüşü
tabiatı dengede tutan” anlamına gelir (Lisânü’l-A- desteklemiş (Levâmiu’l-beyyinât, s. 270), fakat
rab, “hfž” md.; Kāmus Tercümesi, “hfž” md.). Abdülkāhir el-Bağdâdî, hıfz kavramının “bilmek”
Hıfz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kırk yerde geç- anlamında Allah hakkında kullanılamayacağı-
mekte olup bunların on üçü Allah’a, dördü me- nı belirtmiştir (el-Esmâ ve’ś-śıfât, vr. 89a). Ebû
leklere, altısı peygamberlere, biri ilm-i ilâhî veya Mansûr el-Mâtürîdî hafîz için, ne kadar gizli ve
levh-i mahfûz mânasındaki “kitâb”a, diğerleri de farkedilmez olursa olsun hiçbir şeyin Allah’a gizli
insanlara nisbet edilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, kalmadığı, O’nun hiçbir şeyden gafil olmadığı ve
“hfž” md.). Allah’a izâfe edilen kelimelerin iki- mutlaka amellerin karşılığını vereceği mânasını
si bizzat kendi fiilinin, ikisi de O’nun tarafından tercih etmiştir (Tevîlât, vr. 341b).
korunan levhin (levh-i mahfûz) ve yine kendi ira- Ebû Abdullah el-Halîmî, Allah’a nisbet edilen hâfız
desiyle dünyayı bir tavan gibi gök taşlarından ko- ismi veya sıfatına “gerek din gerekse dünya konu-
ruyan sakfın (sakf-i mahfûz) sıfatı durumundadır larında kulunu tehlikelerden koruyan”, hafîz ismi-
(en-Nisâ 4/34; el-Hicr 15/17). Üç âyette yer alan ne de “ihmal göstermeme ve gaflete düşmeme hu-
hıfz ise tabiatın yaratıcısı, yöneticisi ve geliştiricisi susunda kendisine güvenilen” anlamlarını vermek
olan Allah’ın onun işleyiş sistemini koruyup sür- suretiyle bir ayırım yapmaya çalışmışsa da (el-Min-
dürdüğünü, özellikle insanlarla meskûn dünyanın hâc, I, 204-205) genellikle âlimler aynı kökten ge-
maddî olan ve olmayan zararlılardan muhafaza len bu iki kelime arasında fark gözetmemişlerdir.
ettiğini belirtmektedir (el-Bakara 2/255; es-Sâffât Söz konusu isimlere Kur’an’daki kullanılımları da
37/7; Fussılet 41/12). Kur’an’ın üç âyetinde birer göz önüne alınarak verilen mânaları üç grup ha-
sıfat olarak Allah’a nisbet edilen hâfız kelimele- linde incelemek mümkündür. a) Kâinatın düzeni-
rinden birinde Hz. Ya‘kūb’un dilinden Allah’ın en ni koyup sürdüren; b) İlâhî mesaja muhatap olan
hayırlı koruyucu olduğu (Yûsuf 12/64), diğerinde insanları çeşitli tehlikelerden koruyan, onların
Kur’an’ı O’nun mutlaka koruyacağı (el-Hicr 15/9), niyetlerini ve bütün sırlarını bilen, davranışlarını
üçüncüsünde de Hz. Süleyman’ın emrinde çalışıp melekleri vasıtasıyla tescil ettiren, dostlarını kötü-
dalgıçlık ve benzeri işlerle meşgul olan elemanla- lüklerden koruyan; c) Kur’ân-ı Kerîm’i tahriften,
rın Allah’ın gözetimi altında bulunduğu ifade edil- unutulmaktan veya ihmal edilmiş olmaktan mu-
mektedir (el-Enbiyâ 21/82). Hafîz ismi de üç âyet- hafaza eden. Gazzâlî, hafîz isminin mânasının hâ-
te tekrarlanarak bunların ikisinde Allah’ın “her fıza nisbetle daha kapsamlı olduğunu ve süreklilik

166
Vadi-i Hamuşan
gösterdiğini belirtir. Ona göre hafîz, kâinatın var- Hafsa Sultan Türbesi-İstanbul
lığını sürdürme yanında tabiatın işleyişinde göze (1) DİA, Cilt. 15 s. 122,
çarpan “zıtların dengede tutulması” gibi daha be- (2) Envanter. a.g.e. No:41,
lirgin bir anlam taşır. Meselâ tabiatta su ile ateşin
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 494,
bulunması, suyun ateşi ortadan kaldırmaması ve
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 3
ateşin suyu tamamen buharlaştırıp yok etmeme-
si bunun örneklerinden biridir. Bu tür hararet ve
rutubet tezadı organik varlıklarda da mevcuttur. Hafsa Sultan Türbesi-Edirne
Allah’ın, tabiattaki birçok zıtları belli bir denge (1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 261
içinde tutması hafîz isminin bir tecellisidir. Gaz-
zâlî, hafîz ismini ilgilendiren ve tabiatın işleyişini

H
Hahin Türbesi-Şirnak
ortaya koyan başka örnekler de verir (el-Maķśa-
dü’l-esnâ, s. 119-122). Fahreddin er-Râzî ise hafîz (1) Kardaş, Canser. “Şırnak Türbelerinde Toprakla
İlgili Uygulamalar.” Acta Turcıca, Çevrimiçi Te-
isminin kişiyi dinî-mânevî tehlikelerden koruma
matik Türkoloji Dergisi, Yıl: IV, Sayı: 1, 290- 298.
fonksiyonuna dikkat çekerek başta şeytan olmak s. 298
üzere nice bilim ve düşünce adamının basit şüphe-
lerin sevkiyle gerçekten uzak kaldığını ifade etmiş,
dolayısıyla insanlığın iyilik, güzellik ve doğruluk Hak-i Helake Serilmek
namına sahip olduğu baha biçilmez mirasın hafîz Ölmek.(1)
isminin tecellisinin bir ürünü olduğunu vurgula- (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
mıştır (Levâmiu’l-beyyinât, s. 270-271).
Hafîz, Halîmî’nin esmâ-i hüsnâ tasnifinde yer
Hak-i Helake Sermek
aldığı gibi (el-Minhâc, I, 204-205) Allah’ın kâi-
natı yönettiğini ifade eden kevnî isimlerdendir. Öldürmek.(1)
Beyhakī ise hâfız ismini “bildiğini unutmayan” (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
anlamıyla zâtî sıfat, hafîzi de “bir şeyi koruma
eyleminin diğerini korumaya engel olmayan” mâ-
nasıyla fiilî sıfat isimlerinden kabul etmiştir (Şua- Hak-i Târîk
bü’l-îmân, I, 121, 123). a. Karanlık toprak.(1)
Hafîz ismiyle, “her şeyin varlığı kendisine bağlı b. İnsan cesedi.(1)
olup kâinatı idare eden” mânasındaki kayyûm, (1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
“kötü şeylere engel olan” mânasındaki mâni‘, “bi-
lip gücü yeten ve koruyan” anlamındaki mukīt ve
“gözetleyip kontrol eden” mânasındaki rakīb ismi Hak-i Teng
arasında anlam yakınlığı vardır.(1) Mezar, kabir.(1)
(1) DİA (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Hafız Mehmed Efendi Türbesi-İstanbul Hak-i Tire


(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 462 a. Kara toprak.(1)
b. Mezar toprağı.(1)
Hafız-ı Şirazi Türbesi-İran (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 15 s. 104

Hak
Hâfir Türbesi-İstanbul a. Doğru, gerçek.(2)
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 493 b. Allah, Cenab-ı Hak, Tanrı, Hudâ.(2)(3)(4)(5)

167
Vadi-i Hamuşan
c. Varlığı ezelden ebede sabit olan, hiçbir değişikli- Hakikat
ğe uğramadan var ve daimi olan, batıl olmayan a. Gerçekten, sahiden, hakikaten.(1) Doğru olanın
anlamında Esma-i Hüsna’dandır.(2)(4)(5) niteliği,(2) gerçeklik, bir şeyin aslı, doğrusu, öz-
d. Dine, kanunlara, adalete, vicdana uygun olan.(2) niteliği, tabiat, kâinat ve ilahlık hakkında bütün
e. Toprak.(1)(3) benzetme ve mecazlardan sıyrılmış açık doğru-
f. Mezar.(1)(3) luk.(3)
g. Doğruluk.(3) b. Tasavvufa göre, Allah’a erişme yolundaki dört
h. Dünya.(1) makamdan üçüncüsü. Diğerleri şeriat, tarikat,
marifettir. Bu makamda kul, hakiki fail olan ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tecelli yoluyla âlemlerde zuhur eden Cenab-ı
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hakkın sıfatlarını, kâinattaki tasarruf ve ira-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
desini, gizlediği ve açıkladığı şeyleri, kaza ve
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
kaderi müşahede eder. Allah’ın yeryüzünde
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
görünmesi biçiminde beliren sıfatlarını ifade
eder.(1)(2)(3) Ezeli ve ebedi gerçek, kalbin daimi
Hak Çalap şeklinde Allah’ın huzurunda bulunması, bir an
Allah-u Teâlâ.(1) bile şüpheye düşmemesi, manevi ilim.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. c. Çelişkisiz ve yalansız, doğru, akla ve mantığa,
düşünme yasalarına uygun.(2)
Hakan-ı Firdevs Aşiyan (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Yeri Firdevs cenneti olan padişah.(1)
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

Hakim Ata Türbesi-Türkmenistan


Hakan-ı Mağfur
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
Ölmüş hükümdar.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Hakim et-Tirmizi Türbesi-Özbekistan
(1) DİA, Cilt. 15 s. 197,
Hakem B. Amr El-Gıfari Türbesi- (2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 387
Türkmenistan
(1) DİA, Cilt. 41, s. 606 Hakk’a Kavuşmak
Ölmek.(1)
Hakem-üz-Zati Türbesi-Nahçıvan (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 3 s. 81
Hakk’a Yürümek
Haki Baba Mescidi ve Türbesi-Manisa Ölmek,(1) ruhun ölmezliğine inanıldığı için “ölüm”
(1) Manisa Valiliği. a.g.e. s. 268 kelimesi yerine “hakka yürüdü” gibi terim kullanı-
lır.(2)

Haki Baba Türbesi-İstanbul (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Artun, Erman, a.g.e., s. 12
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 11

Hakk’al-Yakin
Hakikizade Osman Efendi Türbesi-İstanbul İlme’l-yakin ve ayne’l-yakinden sonra varılan
(1) Adresler. a.g.e. üçüncü bilgi mertebesi, kulun Hakta fani olup

168
Vadi-i Hamuşan
Hakk-ı müşahede ettiği mertebe.(1) Mesela herke- ve düşünmeden “şair sözü” veya “sihirbaz sözü”
sin kendi ölümüne dair ilmi ilme’l-yakindir. Ölüm demenin yanlışlığı ortaya konulur. Kur’an’ın Allah
meleğini gördüğünde ise onun bu ilmi ayne’l-ya- katından gönderilen çok şerefli bir elçinin sözü,
kine dönüşür, ölümü tattığı anda ise bu ilmi Hak- âlemlerin rabbinden gelen bir vahiy olduğu bildiri-
ke’l-yakin olur.(2) lerek esasen Allah’ın Peygamber’e kendinden böyle
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. sözler uydurmasına asla imkân vermeyeceği belir-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. tilir. Kur’an’ın temiz kalplilere bir öğüt, kâfirlere
ise yürek sızlatıcı bir hasret olduğu vurgulandıktan
sonra onun şiir, kehanet, zan ve tahmin cinsinden
Hakk’ın rahmetine kavuşmak
bir bilgi olmayıp saf bir hakikat olduğu ifade edilir.
Ölmek.(1)

H
Sûre yüce rabbin ismini tenzih ve tesbih etmeyi,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. O’nu saygıyla anmayı emreden âyetle sona erer.
Hâkka sûresi, âhiret konusunda insanları uyara-
Hakka rak onları imana ve tedbirli olmaya yöneltmekte,
a. Sürekli bela, keder, yıkım, afet, bela, musibet. vahiy bilgisinin kesinliğini ve o yolla bildirilen
(2)(3) olayların gerçekliğini, vahyin Hz. Peygamber tara-
fından aynen tebliğ edilmesinin zaruretini ortaya
b. Kıyamet günü,(2)(3)(4) gerçekleşeceğinden asla
koymaktadır.(...)(1)
şüphe olmayan, her hakkın yerini bulacağı kı-
yamet olayı, kısaca kıyamet anlamına gelir.(1) (1) DİA;

c. Kur’an-ı Kerim’in 69. Suresinin adı.(1)


Haksar
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Toprak gibi.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. b. Dergâh ehli ve dünyadan koparak ölmeden önce
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. ölenler,(1) gönülde dünyaya yer vermeyenler.(2)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Hâkka Sûresi (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Kur’ân-ı Kerîm’in altmış dokuzuncu sûresi.(…)
Hâkka sûresi iki bölümden meydana gelmektedir. Hala Sultan Türbesi-Kıbrıs
Birinci bölümde (âyet 1-37) Semûd, Âd, Firavun (1) FRMTR, a.g.e. s. 6
ve Lût kavimlerinin “hâkka”ya uğradıkları, pey-
gamberlere karşı gelip Allah’ın vahyini yalan say- Halef Sultan Türbesi-Tokat
maları yüzünden helâk edildikleri haber verilir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40
İnkârcıların çekecekleri büyük cezanın asıl âhiret-
teki azap olduğu vurgulanır. Arşını sekiz meleğin
taşıdığı Allah’ın huzurunda herkesin hesaba çeki- Halet Efendi Türbesi-İstanbul
leceği o günde insanoğlunun nasıl zavallı, âciz ve (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40,
yardımsız kalacağı anlatılır. Hesabını verenlerin (2) Envanter. a.g.e. No:117
cennette mutlu olacakları, buna karşılık Allah’a
inanmayan ve yoksullara yardım etmeyenlerin
zincirlere vurulacakları, dostları bulunmadığı için Halet-i Nezi
de kimseden yardım göremeyecekleri bildirilir. Ölüm hali, can çekişme.(1)(2)(3)(4)
İkinci bölüm (âyet 38-52) Kur’an’a yapılan iftira- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lara cevap mahiyetindedir. Görülen ve görülmeyen (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ilâhî kuvvetlere yeminle söze başlayan bu bölümde (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kur’an’ın sıradan bir söz olmadığı, ona bilmeden (4) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 88

169
Vadi-i Hamuşan
Halfet Gazi Türbesi-Amasya (1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/
halicioglu-ermeni-mezarligi-mezarliklar/
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

Halid b. Velid Türbesi-Humus


Halıcıoğlu Ermeni Mezarlığı
(1) DİA, Cilt. 15 s. 291, DİA, C. 18 s. 373
17. yüzyılda Gürün’den gelen Ermeni göçmenler
Hasköy’de yerleşerek kiremit fabrikaları açtılar.
Halife
1703’te Rahip Haçadur evinde Surp Yeğya isminde
bir şapel açtı. Patrik Hovhannes Golod zamanında, a. Hz. Muhammed’den sonra onun vekili olarak
Rahip Haçadur’un çabalarıyla, Tevekellioğlu Hacı din ve dünya işlerinde bütün Müslümanların
Harutyun’un temin ettiği maddiyatla küçük ve önder, aynı zamanda devletin reisi olan kişi.(1)
(2)(4)(5)(6)(7)
ahşap kilise inşa edildi. Ermeni amiralar Hasköy’e
yerleşmeye başladıktan sonra, Harutyun Amira b. Bir mürşidin, dervişleri arasından mürşit olma-
Bezciyan’ın vasiyeti olan bir ferman ile, 1831’de ya ve derviş yetiştirmeye manen ehliyet kazan-
taş bir yapı olarak, Hassa mimarları Kazaz Hov- mış olduğu için seçip belli bir usul içinde irşada
hannes Amira Serveryan ve Krikor Amira Balyan memur ettiği müridi.(1)(3)(6)
tarafından baştan inşa edildi. Ermeni Notaları’nın c. Cenab-ı Hakkın, ilmine varis kılarak yeryüzün-
yaratıcısı Baba Hampartzum Limonciyan buradaki de hükmetmek üzere dünyaya gönderdiği Hz.
kilisenin baş mugannisi olmuştur. 1845’te yeni- Adem, peygamberlerden ve insan-ı kamillerden
lenen kilise 1904’te yeniden onarıldıktan sonra, her biri.(6)
Birinci Dünya Savaşında askeri depo olarak, daha
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
sonra ise göçmen yurdu olarak kullanıldı. 1930 (2) Akay, Hasan. a.g.e.
Eylülü’nde yeninden onarılarak ibadethane olarak (3) DİA
kullanılmaya başlandı. 1975’te Haliç üzerine köprü (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yapımı sırasında istimlak edildi. Bundan sonra Ga- (5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
lata’daki Surp Krikor Lusavoriç kilisesinin alt gale- (6) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
risinde yaklaşık 30 yıl manevi varlığını sürdürdü. (7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Bugün, 2007 yılında Halıcıoğlu mezarlığı içinde
Bedros Şirinoğlu’nun hayırseverliğilye inşa edilen Halife Sultan Türbesi-Isparta
şapelle varlığını sürdürmektedir. Surp Isdepanos
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 81
olarak yakdis edilen bu şapelin ibadete açılışı ve
takdisi Patrik Mesrob II. Hazretleri’nin eliyle ger-
çekleştirilmiştir. Halife Sultan Türbesi-Kastamonu
17. yüzyılda Eğin’den göç eden Ermeniler ölüleri- (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
ni gömmek için bu mezarlık arazisini satın almış-
lardı. Ermeni cemaati adına tescil edilmesi ile ilgili Halife Sultan Türbesi-Konya-Seydişehir
ferman 21 Ocak 1811 tarihini taşımaktadır.
(1) Danışık, Şerife. “Seydişehir’deki Türk Devri Yapı-
Burada gömülü olan önemli kişileri şöyle sıralaya- ları “, Selçuk, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Yüksek
biliriz: Lisans, Sanat Tarihi, (2006). s. 40

Bursa Ruhani Önderi Baş Episkopos Manuel Yerz-


ngatzi (1706-1786) Halifet Gazi Türbesi-Amasya
Şahnazaryan okulu kurucusu Rahip Garabed Şah- (1) Önkal, Hakkı.1 a.g.e. s. 186,
nazaryan (1814-1865) (2) Amasya Valiliği, “Amasya Şehir Rehberi” Yayın
No: 38 (ISBN: 978-605-378-075-5): Amasya İl
Mıgırdiç Amira Cezayirliyan (1805-1861)
Özel İdaresi, Ankara: Anıt Matbaası.(2007). s. 75,
Osmanlı Devlet Bakanı Krikor Ağaton (1823-1868) (3) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 3

170
Vadi-i Hamuşan
Hâlik ğa sigası oluşturan hallâk kelimesi kullanılmıştır
a. Helak olan, helak olacak durumda bulunan, (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “Hlķ” md.).
fani, miskinlik içinde ölen.(1)(2)(3) Kur’an’da toplam 236 yerde Allah’a nisbet edilen
b. Ölüme sebep olan, öldürücü.(1) halk kavramının çeşitli konu ve muhtevalarının
başında göklerin ve yerin yani kâinatın yaratılışı
c. Yoktan var eden, yaratıcı, yaratan anlamında
gelir. Bundan başka her şeyin icat edilişi, tabiat
Esma-i Hüsnadandır.(1)(2)(3)(4)
düzeninin kurulup korunması, insanın, ona ve-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. rilen nimet ve yeteneklerin, özellikle de eşinin
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. halkedilmesinden ve herhangi bir konu belirtil-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. meden mutlak mânada yaratmadan da söz edilir.

H
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Bu âyetlerde geçen ve çeşitli ilâhî fiilleri anlatan
yaratma genellikle “ana madde olmadan, yoktan
Hâlik İsmi yaratma” veya “yokluktan varlık alanına çıkarma”
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri. şeklinde anlaşılmaktadır. Yaratma bazan da mev-
cut bir şeyden, bir ana maddeden gerçekleştiril-
“Yaratmak” anlamındaki halk masdarından sıfat
mektedir. Meselâ Âdem’in topraktan, daha sonra
olup “yaratan” demektir. Arap dili uzmanları, halk
insan türünün üreme mekanizmasına bağlı olarak
kelimesinin temel mânasının “takdir” olduğunu
nutfeden, aşılanmış yumurtadan yaratılışı böyle-
kabul ederler. Mütercim Âsım Efendi’nin takdire
dir (bk. a.g.e., “ntf” md.). “Sürekli ve mükemmel
verdiği Türkçe karşılık ise “oranlamak ve ölçümle-
şekilde yaratan” anlamındaki hallâk, “hakkıyla
mek”tir (Kāmus Tercümesi, III, 835).
bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte iki âyette
Halkın, “bir işi ölçülü ve âhenkli biçimde yap- yer almıştır (el-Hicr 15/86; Yâsin 36/81).
mak” mânasından hareket ederek hâlikı “planlı ve
Tabiatın ve özellikle insanın yaratılışından, haya-
amaçlı (bir anlamda şuurlu) bir şekilde yaratan”
tın mânası, amacı ve ikinci bir âlemde sürekliliğin-
diye tanımlamak mümkündür. Gerçek anlamıyla
yalnız Allah için kullanılabilen hâlikın bir başka den bahseden âyetlerde “yaratılışın başlatılması
tanımı da “ana maddesi ve modeli olmadan nes- ve tekrar edilmesi” ifadesinin sıkça kullanılması
neleri icat eden”dir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfre- dikkat çekmektedir (bk. a.g.e., “Hlķ” md.). Öyle
dât, “Hlķ” md.; Ebü’l-Bekā, s. 430; Kāmus Tercü- anlaşılıyor ki hallâk ismi, bütün tabiatın ve onun
mesi, III, 835). içinde yer alıp ilâhî vahye muhatap olan insanın
sürekli şekilde Allah ile münasebet halinde oldu-
Halkın ihtiva ettiği takdir mânası bazan şekillen-
ğunu, O’nun yaratmayı tazeleyerek sürdürmesi
dirmek, mevcut ana maddeyi başka bir kalıba dök-
suretiyle varlığını devam ettirdiğini ifade etmek-
mek şeklinde de olabilir. Kur’an’da Hz. Îsâ’ya izâfe
tedir. İnsanoğlunun bu anlamdaki hayatiyeti
edilen halk bu mahiyettedir. Ayrıca halk, “gerçek-
ölümden sonra tekrar edilecek yaratma ile yeni
te bir icat olmadığı halde varmış gibi göstermek,
boyutlar kazanacaktır.
yalan uydurmak” anlamında da kullanılır.
Halk kavramının Allah’tan başkasına nisbet edil-
Halk Kur’ân-ı Kerîm’de 171 yerde fiil sigalarıyla,
mesine gelince Kur’ân-ı Kerîm, evrenin yaratıcısı
elli iki yerde de masdar olarak Allah’a nisbet edil-
ve yöneticisi olan gerçek mâbudun dışında edini-
miştir. Hâlik kelimesi sekiz âyette doğrudan doğ-
ruya, iki âyette “şekil verenlerin en güzeli” veya len tanrıların yaratıcılık vasfı bulunmadığını ifade
“kendilerine yaratıcılık nisbet edilenler içinde ederek bu kavramın Allah’tan başkasına nisbet
yegâne gerçek yaratıcı” anlamındaki ahsenü’l-hâ- edilemeyeceğini beyan etmektedir.
likīn terkibi içinde, bir âyette de tâzim amacıyla Kur’an’ın iki âyetinde Hz. Îsâ’nın çamurdan kuş
çoğul sigası kullanılarak, “Onu siz mi yaratıyor- modeli yaptığı ifade edilirken “halk” masdarın-
sunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?” ifadesiyle dan türeyen kelimeler kullanılmıştır (Âl-i İmrân
Allah’a izâfe edilmiştir. İki âyette ise “devamlı ve 3/49; el-Mâide 5/110). Ancak burada halk, “ana
mükemmel biçimde yaratan” mânasında mübala- maddesi ve modeli olmadan yaratma” mânasında

171
Vadi-i Hamuşan
olmayıp “mevcut bir maddeden belli bir şekil meyda- lir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “kvn” md.).
na getirmek” demektir. Bu ise halkın “sûret verme” Mâtürîdiyye âlimleri kevnin emir sigasından
şeklindeki mecazi mânasıdır. Nitekim iki âyette (kün) hareketle tekvin terimini oluşturmuşlardır.
yer alan “ahsenü’l-hâlikīn” terkibindeki hâlikīn “Alet, madde, zaman ve mekân olmadan icat et-
kelimesi “yaratıcılar” değil “şekil verenler” mâ- mek” mânasındaki ibdâ‘ kavramına dayanan bedî‘,
nasında anlaşılmıştır. Esasen Hz. Îsâ’ya atfedilen “icat edip geliştirmek” anlamına gelen inşâ ve bu-
halk fiili sürekli olarak “Allah’ın izniyle” kaydı ile nun sıfat şekli münşî ve yine “icat etmek” mâna-
sınırlandırılmıştır. sındaki ihdas kavramı da Allah’a nisbet edilmiştir
Halk kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de bir de “ihtilâk” (bk. Râgıb el-İsfahânî, “bda”, “hds”, “nşe” md.leri;
anlamında, yani “gerçek olmayan şeyi gerçekmiş gibi M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, aynı md.ler).
gösterip yalan uydurmak” mânasında kullanılmış-
Kur’an’da bunlardan başka fiil, “yapmak, işlemek”
tır: “Siz Allah’ı bırakıp putlara tapıyor ve asılsız
anlamındaki ca‘l, “sanatkârane iş yapmak” mâna-
sözler uyduruyorsunuz” (el-Ankebût 29/17).
sındaki sun‘, “yaratıp meydana çıkarmak” anla-
Gazzâlî halkın mecaz yoluyla kula da nisbet edi- mındaki zer‘ kavramları da fiil veya sıfat sigalarıy-
lebileceğini söyler. Çünkü Allah ona halkın temel la zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir.
unsurlarını oluşturan ilim ve kudret yetenekleri-
Kur’ân-ı Kerîm’in otuz beşinci sûresine adını
ni vermiştir. Kul kendi gücü çerçevesindeki işleri
veren ve sûrenin ilk âyetinde “göklerin ve yerin
bir nevi halketmiş olabilir (el-Maķśadü’l-esnâ, s.
yaratıcısı” mânasıyla yer alan fâtır altı âyette bu
83-84).
siga ile, sekiz âyette mâzi sigasıyla ve bir âyette
Halk, Allah ile kâinat arasındaki münasebeti yani de lafza-i celâle muzaf olmuş fıtrat kelimesiyle
ilâhî fiilleri ifade eden en kapsamlı kavramdır. Allah’a nisbet edilmiştir. Fatrın asıl mânasının
Mâtürîdî kelâmcılarının “tekvin” kelimesiyle te- “yarmak” olduğu belirtilir (Râgıb el-İsfahânî, “ftr”
rimleştirdikleri bu fiiller yine onlar tarafından md.). Bu anlamdan hareket edildiği takdirde me-
zaman zaman halk, inşâ, ibdâ‘ gibi kelimelerle de
selâ tohumun çatlamasını, hücrenin bölünmesini
anılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a izâfe edilen
sağlamak suretiyle yaratmayı tekrar etmek mâna-
fiiller pek çoktur. Bunların arasında halk ile anlam
sı öncelik kazanır. Bunun yanında fatrın “ilkin ya-
yakınlığı içinde bulunanların sayısı da az değildir.
ratmak, yok olan bir şeye vücut vermek” anlamına
Haşr sûresinin sonunda yer alan ve on yedi ilâhî
dikkat çekenler de vardır (İbnü’l-Esîr, “ftr” md.;
ismi ihtiva eden üç âyetin (59/22-24) sonuncusun-
Lisânü’l-Arab, “ftr” md.). Kur’an’da Allah’a nisbet
da hâlik bâri’ ve musavvir isimleriyle birlikte zikre-
edilen fâtır isimlerinin hepsi “göklerin ve yerin
dilmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre bu kelime-
(tabiatın) yaratıcısı” mânasını taşımaktadır. Di-
ler eş anlamlı olmayıp yaratmanın birbirini takip
ğer sigaları ise bu anlamın yanında özellikle vahye
eden üç safhasını anlatır. Hâlik “yaratılacak şeyin
muhatap olan insanın yaratılışını ifade etmekte-
bütün ayrıntılarını bilip takdir eden”, bâri’ “onu fiilen
dir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “ftr” md.).
meydana getiren”, musavvir de “nesnenin kendine
has özelliklerini verip fonksiyoner olmasını sağlayan” Hâlik ismi doksan dokuz esmâ-i hüsnâ rivayet-
anlamına gelir. Esmâ-i hüsnâda eş anlamlılık kabul lerinin ikisinde de yer aldıktan başka (İbn Mâce,
etmeyen Gazzâlî, bu üç ismin fonksiyonunu anla- “Duâ”, 10; Tirmizî, “Daavât”, 82) diğer bazı hadis
tabilmek için insan planında örnek verir ve hâlikın metinlerinde de görülmekte, ayrıca birçok riva-
projelendiren mimara, bâri’in projeyi uygulayan yette fiil sigalarıyla Allah’a nisbet edilmektedir
mühendis-kalfaya, musavvirin de tezyinatçıya te- (bk. Wensinck, el-Mucem, “Hlķ” md.).
kabül edebileceğini söyler (a.g.e., s. 79-80). Hâlik ismi ilâhî fiilleri büyük ölçüde muhtevasın-
Kur’an’da bâri’ ve musavvir isimlerinden başka da özetleyen bir kavramdır. Allah’ın sıfatlarını ele
halk kavramıyla anlam yakınlığı içinde bulunan alan âlimler ve ekoller, kendi sistemleri çerçeve-
kelimelerden biri kevn masdarıdır. Birçok âyet- sinde O’nun fiillerine ve bu arada halk sıfatına
te fiil (özellikle mâzi) sigaları yer alan kelimenin dair görüşlerini ifade ederler. Fiilleri hâdis kabul
mâzi, muzâri ve emir şekilleri Allah’a izâfe edi- edenler veya birbirine bağlı olarak ilim, kudret

172
Vadi-i Hamuşan
ve irade sıfatlarından ayrı olarak müstakil ilâhî Halil Efendi Türbesi-Karaman
fiillerin mevcudiyetini ispata gerek görmeyenler (1) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 253
(Mu‘tezile, Eş‘ariyye), hiçbir yaratık yokken (ezel-
de) zât-ı ilâhiyyeyi yaratıcılıkla nitelemeyi doğru
bulmazlar. Mâtürîdîler ise zâtın sonradan sıfat Halil Efendi Türbesi-Kosova-Mitroviça
edinemeyeceği, ona yüklenecek bütün mânala- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533
rın ezelden beri mevcut olduğu görüşüne öncelik
tanırlar. Gazzâlî bu iki grup arasındaki ihtilâfın Halil El Tebrizi Türbesi-Suriye-Şam
ilmî bir temele dayanmadığını belirterek Allah’ın
ezelde bilkuvve, daha sonra da bilfiil yaratıcı oldu- (1) Yıldırım, Savaş. a.g.e. s. 131
ğunu söylemenin sakıncalı görülmediğini belirtir

H
(el-Maķśadü’l-esnâ, s. 31-32). Halil Paşa Türbesi-İstanbul
Hâlik Allah’ın kevnî isimleri arasında yer alır. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40,
Halîmî bu ismi, zât-ı ilâhiyyeye yaratma fiilini nis- (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 513,
bet eden isimler arasında zikreder (el-Minhâc, I, (3) Nemlioğlu, Candan. “Cornelius Gurlitt’in Kame-
190, 193), İbn Hacer de aynı görüşü benimsemek- rasından Üsküdar’ın Anıtsal Eserleri 1907-1912”
le birlikte hâlik ismiyle yalnız “yaratılacakların Üsküdar Sempozyumu V. 1-5 Kasım 2007 Üskü-
temel özelliklerini belirleyen” (mukaddir) mânası dar Belediye Başkanlığı. s. 580
kastedildiği takdirde irade sıfatına râci olacağın-
dan bunun zâtî isim veya sıfatlardan sayılacağı-
Halil Paşa Türbesi-Sırbistan
nı belirtir (Fethu’l-bârî, XIII, 402-403). Aslında
Fahreddin er-Râzî’nin de kaydetttiği gibi (Levâ- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 694
miu’l-beyyinât, s. 212-213) böyle bir durumda hâ-
lik ismi ilim, kudret ve irade sıfatlarına râci olur.
Halil Paşazade Mahmut Bey Türbesi-
Hâlik ismiyle, yukarıda zikredilenlerden başka İstanbul-Üsküdar
“ölümden sonra dirilten” mânasındaki bâis, “her
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 561
şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare
eden” mânasındaki kayyûm, “kâinatın bütün işle-
rini gözetip yöneten” anlamındaki müheymin ve Halil Rıfat Paşa Türbesi-İstanbul
“can veren-öldüren” anlamlarındaki muhyî-mümît
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 124,
isimleri arasında anlam yakınlığı vardır.(1)
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 12,
(1) DİA; [HÂLİK - Bekir Topaloğlu] c. 15; s. 304 (3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 463,
(4) Yılmaz, Salih. “Osmanlı Mimarisinde İstıridye
Halil Baba Türbesi-Adıyaman Formu” Yük. Lis. Tz. Marmara Ün. Türkiyat Arşt.
Enst. İst.(2005). s. 109
(1) Sucu, Mustafa. a.g.e., s. 75

Halili Türbesi-Konya
Halil Bey Türbesi-Kosova-İpek
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 367,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 447
Halime Hatun Türbesi-Van
Halil Dede Türbesi-Kırıkkale-Keskin (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 40,
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 145 (2) Kümbetler. a.g.e.

Halil Efendi Türbesi-İstanbul Halimşah Türbesi-Makedonya


(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 129 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606

173
Vadi-i Hamuşan
Halk-ı Dü-Cihan Halvet
a. İki dünyanın halkı.(1) a. Kapalı veya ıssız bir yerde yalnız kalma.(3)
b. Diriler ve ölüler.(1) b. Dervişler, şeyhinden emir veya izin alarak iba-
det, zikir, murakabe, riyazet ve gönlünü her
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
türlü istek ve arzudan, masivadan temizleyip
benliğinden sıyrılma ve Hakk’a erişme amacıy-
Halkalı Dede Türbesi-Amasya la tek başına bir hücreye kapanma.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41, (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 257, (2) DİA;
(3) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 93, (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 184, (4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 29 (5) Pala, İskender. a.g.e.

Halkalı Evliya Türbesi-Amasya Halvet Baba Türbesi-Diyarbakır

(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 407, (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41


(2) Amasya Valiliği. a.g.e., s. 77
Halveti Mehmet Efendi Türbesi-Ankara

Halkiye (1). a.g.e.S. 69

Ebediyen, sonsuz.(1)
Halveti Şeyh Hacı Mustafa Efendi Türbesi-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 30
Hallac-ı Mansur Hazretleri Türbesi-Irak
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 408 Halveti Tekke Türbesi-Kosova-Gilan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 444
Hallacı Mansur Türbesi-Çanakkale
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41 Halveti Tekke Türbesi-Kosova-Mitroviça
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 451
Hallaç Baba Türbesi-İstanbul
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 530,
Halveti Türbesi-Makedonya
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 563 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 564

el-Hallak Halvethane
Yaratan.(1) a. Başka hiç kimsenin giremediği baş başa kalınan
yer.(1)
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 24
b. Halvet-gâh,(1) tasavvuf yolunda olgunlaşmak
ve ilerlemek için belli bir müddet kendi halinde
Halse yalnız kalınan ve ibadetle vakit geçirilen halve-
Çalınmışlık ve uygun fırsat anlamına gelmektedir. te çekildikleri ufak boyutlu, genellikle dış dün-
Sufilere uyku ve uyanıklık halinde gelen haller. yaya kapalı yer.(2)(3)(4)
“Halse hızlı bir ölümdür” denilmiştir.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

174
Vadi-i Hamuşan
(3) DİA; lekleridir.(2) Ceberut âleminde bulunan dört bü-
(4) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. yük melek.(3)(4)(5)(6)(7)
(1) DİA;
Hamail (2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 213;
Kötü ruhlardan, kem gözden, nazardan, kaza ve (3) Akçay, Mustafa. a.g.e, s. 86.
diğer kötülüklerden korunmak amacıyla gizemli (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ve sihirli güce sahip muska,(1)(2) tılsım.(3)(4) (5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 41;
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

H
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Hamele-i Hüccet
a. Belge taşıyanlar.(3)
Hamd Sancağı b. Günah ve sevapları yazan(1) yazı, kayıt melek-
a. Kıyamet günü insanların, altında toplanacakla- leri.(2)(3)
rı sancak, Hz. Peygamber’in sancağı, kıyamet (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
günü övgü ve şeref Hz. Peygambere ait olacağı (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
için, onun ümmetini toplayacağı sancağın ismi 3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
“Hamd Sancağı” diye isimlendirilmiştir.(1)
b. Hamd sancağı Hz. Peygambere ait olan hususi Hamidiye Dergahı Türbesi-Makedonya
özelliklerdendir. Bir rivayete göre diğer peygam-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 559
berlerde bulunmayan, yalnızca Hz. Peygambere
ait olan bu sancak altında Adem’den (a.s) kıya-
mete kadar bütün müminler toplanacaklardır.(1) Hamim
(1) Tekkeşin, Zübeyr, seyfiislam.com Kur’an-ı Kerim’de cehennemliklere içirileceği bil-
dirilen kaynar su.(1)
Hamdi Efendi Türbesi-istanbul (1) DİA
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 47
Hamit Dede Türbesi-Bursa
Hamdullah Baba Türbesi-Amasya (1) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 51
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 185,
(2) Amasya Valiliği. a.g.e., s. 77, Hammal Hayreddin Dede Türbesi-İstanbul
(3) Yıldız, Harun. a.g.e. s. 476 (1) Adresler. a.g.e.,
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 328
Hamdullah el-Mustevfi Türbesi-İran
(1) DİA, Cilt. 15 s. 454 Hammüde Paşa Türbesi-Tunus
(1) DİA, Cilt. 15 s. 496
Hamdullahü’l-Ensari Türbesi-İstanbul
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 118, Hammûde Paşa Camii Ve Türbesi
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 114 Tunus’ta XVII. yüzyılda yapılmış cami ve türbe.
Zeytûne Camii’nin kuzeyinde Sîdî Ahmed b. Arûs
Hamele-i Arş Zâviyesi’ne bitişik olarak inşa edilen Hammûde
Arşı taşımakla görevli meleklere verilen ad.(1) Paşa Camii kuzeyden Kasba, batıdan Sîdî Bin Arûs
Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil Hamele-i Arş me- sokaklarının sınırlandırdığı alanda yer almaktadır.

175
Vadi-i Hamuşan
Kitâbesi bulunmayan cami, kaynaklara göre 1655 İç mekânda duvarlar yerden 3,10 m. yüksekliğe ka-
yılında Tunus sancak beyi Hammûde Paşa el-Murâ- dar beyaz mermerle kaplanmıştır. Siyah ve gri kon-
dî tarafından yaptırılmış, cami avlusunda yer alan turlarla şekillendirilen ve iç içe geçen dikdörtgen-
türbe ise Türkçe ve Arapça kitâbelerine göre -Ham- lerden oluşan mermer panoların üzerinde dilimli
mûde Paşa’nın vasiyeti üzerine- torunu Mehmed kemer dizisi uzanır. Bu kemerlerin içi sarı yaldızla
Paşa tarafından 1097-1098’de (1686-1687) inşa boyanan mukarnaslarla dolgulanmıştır. Türbenin
ettirilmiştir. Kitâbelerinde 1097 ve 1098 tarihleri- üzerini örten aynalı tonoz, üzeri boyanmış alçı ka-
nin ayrı ayrı belirtilmiş olması inşaatın en az iki yıl bartma şeklindeki altı ve sekiz kollu yıldız motifle-
sürdüğünü göstermektedir. Caminin mimarı aslen rinden oluşan geometrik kompozisyonla süslenmiş
Kurtubalı olan Muhammed Nigro’dur. Hammûde olup dıştan yeşil kiremitli pirizma biçimindeki bir
Paşa Camii, Tunus’ta Osmanlı devrinde Dayı Yûsuf külâh şeklinde düzenlenmiştir.
Camii ile başlayan, bir köşesine sonradan türbenin Sokaktan yüksek tutulan revaklı avlu içindeki
eklendiği, harimi “U” şeklinde saran revaklı avlulu türbesi, sekizgen minaresi, mermer minberi, alçı
yapıların ilk uygulamalarındandır. ve mermer süslemeleriyle Hammûde Paşa Camii,
Dar sokakların sınırlandırdığı eğimli bir araziye Türkler’in Tunus’ta cami mimarisine getirdiği ye-
kurulan camiye düz atkılı üç kapıdan girilir ve nilikleri yansıtan önemli bir örnektir. Ayrıca yapı,
bunlardan kuzeydekinin iki yanındaki merdiven- başta plan şeması olmak üzere iki renkli taştan at-
lerden avluya çıkılır. nalı kemerleri, sütun başlıkları ve renkli mermer
kaplamaları ile Endülüs-Mağrib sanatının etkile-
Avlunun güney köşesinde türbe, batı köşesinde
rini de taşımaktadır.(1)
minare ve güneydoğusunda hazîre yer alır. Ha-
rimde mihrabın solunda bulunan kapıdan imam (1) DİA; [HAMMÛDE PAŞA CAMİİ ve TÜRBESİ - Ka-
odasına geçiş sağlanır. Benzer uygulamalar Tu- dir Pektaş] c. 15; s. 495
nus’taki birçok camide görülmektedir.(…)
Avlunun güney köşesinde harime göre hafif çapraz Hamr
yerleştirilen türbe kare planlıdır. Köşelere yerleşti- a. Örtmek demektir.
rilen sütunlarla görünüşü yumuşatılan dış cephele- b. Üzümden yapılan içki.
rin düzenlenmesi birbirinin aynıdır. Yapıya, avluya c. Ahiret içkisi, cennette aklı bozmayan, içenlere
açılan batı cephenin ortasındaki düz atkılı bir ka- lezzet veren hamr ırmakları vardır.(1)
pıdan girilir. İki renkli taştan geniş bir atnalı ke-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.7, s. 263
merle kuşatılan kapı, İtalyan sanatçılara atfedilen
renkli mermer süslemeleriyle dikkati çeker. Diğer
cephelerde pencerelerin atnalı kemerle çevrelenen Hamur (Kümbet) Türbesi-Ağrı
alınlıklarına sülüs kitâbeler yerleştirilmiş, kemer
(1) Çetin, Yusuf. “Tarihi Kalıntıları Ve Kültürel De-
alınlıklarında da sekiz kollu yıldız kompozisyonla- ğerleri İle Ağrı.” Ağrı Valiliği, (2009). s. 192
rının bulunduğu kare panolara yer verilmiştir.
Yapının dış cepheleri, duvarların üst köşelerin- Hamur Süleyman (Kümbet) Türbesi-Ağrı
de iki renkli taştan ikiz kemerli kör pencerelerle,
(1) Çetin, Yusuf. a.g.e. s. 203
altları da düz nişlerle teşkil edilmiştir. Bunlardan
güneye ve doğuya bakan cephelerdeki nişler boş
bırakılmışken diğerleri geometrik kompozisyonla- Hamursuz Dede Türbesi-Muğla
rın süslediği mermer panolarla kaplanmıştır. Giriş (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 297
cephesindeki panolar, ortada sekizgenlerin çev-
resinde altı köşeli yarım yıldızlarla, sokağa bakan
Hamuşan
cephelerdeki nişler ise dört yönden düğümler oluş-
turan daire içinde, ortasında altıgenlerin bulundu- a. Suskunlar, sessizler.(2)
ğu mühr-i Süleyman motifleriyle süslenmiştir. b. Ölüler.(2)

176
Vadi-i Hamuşan
c. Mevlana türbesinin dışında ve kıble tarafında bir de Bektaşî tekkesi kurulmuştur. Fakat Ömer
kalan mezarlık,(1)(2) mevlevilikte ölüler veya Lütfi Barkan tarafından tesbit edilen arşiv bel-
mezarlık için kullanılan söz.(3)(4)(5) gelerinde burasıyla ilgili en eski kayıt II. Bayezid
dönemine aittir. Saruhan Evkaf Defteri’ndeki
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 33;
928 (1521-22) tarihli bu kayıtta, “Nâhiye-i Nif’te
(2) Kanar, Mehmet, Osmanlı Tarih Sözlüğü;
Gereme nâm karye kurbünde Kapukaya demek-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
le mâruf mevzii Hamza Baba nâm derviş kendi
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
dest-i renciyle açıp ihyâ edip ve su getirip bir zâ-
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
viye bina ve hasbeten lillâh bağ dikip ihya etmiş;
zikrolan bağın ve mevziin öşrünü Sultan Baye-

H
Hamuşi zid Han ihsan edip ref‘ buyurup ellerine hükm-i
a. Sessizlik.(1) hümâyun inâyet olunmuştur” denilmektedir (BA,
Tapu Defteri, nr. 398, s. 100).
b. Ölüm.(1)(2)
Bu kayıt, zâviyenin II. Bayezid döneminde kurul-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. duğunu açıkça belirttiğine göre Hamza Baba da
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. aynı yıllarda yaşamış ve belki de ölmüş olmalıdır.
Hilal Ortaç’ın yayımladığı Hamza Baba Tekke-
Hamza Baba Türbesi-İzmir si’nin tarihçesiyle ilgili altı belgeden sonuncusu
6 Teşrînievvel 1308 (18 Ekim 1892) tarihli olup
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 235
Şeyh Halil Efendi’nin ölümü ile zâviyedarlığın
oğlu Derviş Ali Efendi’ye tevcih edildiğine dairdir.
Hamza Baba Türbesi-Manisa-Turgutlu Aradan geçen 100 yıl içinde, bu tarihî eser hakkın-
(1) Tatlı, Ercan. a.g.e. s. 13 da bir araştırma hazırlayanların ifadelerine göre
tekke bütünüyle ortadan kalkmış, yalnız türbe
Hamza Baba Türbesi-Kırklareli ayakta kalabilmiştir.
Bir mezarlığın içinde yer alan Hamza Baba Türbe-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285
si kesme taştan yapılmış sekizgen planlı bir yapı-
dır. Giriş kısmında mukarnaslı başlıklı iki sütuna
Hamza Baba Türbesi-Diyarbakır oturan sivri kemerli bir sundurma vardır. Türbe-
(1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 153 nin sekizgen kitlesi profilli bir silme ile bitmekte,
üstünde yine sekizgen ve aynı biçimde silmeye
sahip sağır bir kasnak yer almaktadır. Bunun da
Hamza Baba Türbesi-Arnavutluk
üstünde kurşunla kaplı küçük bir kubbe oturur.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 109
Türbe mekânı, yedi cephesinde altlı üstlü açılmış
pencerelerden aydınlanıyordu. Bunlardan alttaki-
Hamza Baba Türbesi-Bulgaristan lerin dördü sonraları örülerek kapatılmıştır. Alt
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 422 sıradakiler, içi dolgulu sivri tahfîf kemerleri altın-
da dikdörtgen biçimlidir. Üst sırada yer alan pen-
cereler ise sivri kemerli olup filgözü alçı içtenlikle-
Hamza Baba Türbesi
re sahiptir. Alt sıradaki pencerelerden bir tanesi,
İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde XV. yüzyılda yapıldı- içeride bir çerçeve ile sınırlanarak sivri kemerli bir
ğı kabul edilen türbe. mihrap görünümüne sokulmuştur. İnci Kuyulu,
Batı Anadolu’da Manisa yöresinin fethi ve İs- bunun etrafındaki süslemelerin orijinal olmayıp
lâmlaşması ile bağlantılı rivayetlere göre, Ho- sonradan yapıldığı görüşündedir. Türbenin içinde
rasan’dan gelmiş gazi erenlerden olan Hamza tek sanduka vardır.(1)
Baba’nın Nif’teki (Kemalpaşa) kabri üzerine II. (1) DİA; [HAMZA BABA TÜRBESİ - Semavi Eyice] c.
Murad tarafından bir türbe yaptırılıp yakınında 15; s. 503

177
Vadi-i Hamuşan
Hamza Bali Türbesi-İstanbul kısa kılıç sayılır. Namlusu kın denilen bir mahfaza
(1) Adresler. a.g.e.
içinde ve kabzası kolaylıkla ele gelebilecek şekilde
bel kuşağına sokularak veya kemere yahut boyuna
asılarak taşınır.
Hamza Bey Türbesi-Bursa
Savaş alanından çok teke tek çarpışmalarda kulla-
(1) DİA, Cilt. 15 s. 509,
nılır ve fırlatıldığında bir uzak dövüş silâhı göre-
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 132 Ve 213,
vi yapar. Eğri olmasının sebebi, ilk vuruş anında
(3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179
eğri kılıcın daha iyi kesmesi gibi bunun da daha
iyi ve daha kolay saplanmasıdır. Kavsi içe gelecek
Hamza Bey Zevceleri Türbesi-Bursa şekilde tutularak hasmın göğüs kısmı hedef alınıp
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 98 genellikle yukarıdan aşağı doğru vurulur.
Hançerin tarihçesi kama kadar eskiye gitmez;
Hamza Dede Türbesi-Uşak çünkü ondan geliştirilmiş bir silâh çeşididir. En
eski örnekleri sayılabilecek tunçtan yapılmış eğri
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 212
namlulu kesici silâhlara, milâttan önce II. binyıl-
dan itibaren Mezopotamya’nın Sâmî uygarlıkla-
Hamza Paşa Türbesi-Trabzon rında rastlanır. Bu durumdan Sâmî kökenli oldu-
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112, ğu anlaşılan hançer özellikle Araplar tarafından
(2) Trabzon Valiliği. a.g.e. 19 geliştirilmiş ve daha çok soylularca gösterişli kıya-
fetlerinin vazgeçilmez bir aksesuarı olarak benim-
Hamza Türbesi-Tunus senmiştir. Yanda taşınmasından dolayı Araplar’ın
cenbiyye de dedikleri hançer zamanla İslâmiyet’in
(1) DİA, Cilt. 41, s. 398
girdiği bütün ülkelere yayılmış ve sarıkla birlikte âde-
ta müslümanların alâmet-i fârikası haline gelmiştir.
Hamza-ı Kebir Türbesi-Mardin
Bölgelere göre bazı değişiklikler gösteren Arap
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41, hançerinin en tipik örneği Arabistan’da, özellikle
(2) Koçoğlu, Yusuf. a.g.e. s. 43 Yemen’de görülür. Bu namlusu kısa, enli, fazla ka-
visli ve derin kan oluklu bir modeldir; bazılarının
Han (Kümbet) Türbesi-Kayseri kavsi ortada belli bir açı yapar. Kısa namluya göre
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 20,
iki misline varacak kadar uzun tutulan kının kavsi
(2) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 42 ise çok daha fazladır ve birçok örnekte kının ucu
kabza başına yaklaşarak hançere orak gibi bir gö-
rünüm verir. Bugün geleneklerine en sadık Arap
Han İşan Türbesi-Türkmenistan
ülkesi olarak tanınan Yemen’de hançer taşımak
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 yasak değildir.(…) Gergedan boynuzu kabzaların
sade bırakılmasına karşılık fildişi, akik ve abanoz
Han Türbesi-Rusya gibi diğer kıymetli maddelerden yapılmış olan-
lar genellikle altın ve gümüş telkârî bezemelerle
(1) DİA, Cilt. 35, s. 269
süslenir. Arap hançerleri arasında yaygın bir üne
sahip bulunan Fas hançerinin namlusu kabzadan
Hançer itibaren ortaya kadar düz ve tek ağızlı, ortadan
Arapça asıllı bir kelime olan hancer (hıncer, hıncir, ucuna kadar ise eğri ve çift ağızlıdır; kan oluğu nâ-
çoğulu hanâcir), ortalama 30-35 cm. uzunluğunda diren görülür. Arap hançerlerinin en meşhuru ise
eğri, sivri uçlu, çift veya tek ağızlı bir bıçak türü özellikle Osmanlılar döneminde bütün dünyanın
olup eğriliğinden dolayı düz ve çift ağızlı kamadan tanıdığı Şam hançeridir (hançer-i Dımaşkī). Ünlü
ayrılır; namlu uzunluğu 45 santimetreyi geçenler Şam çeliğinden yapılan ve kabzası fildişi, boynuz,

178
Vadi-i Hamuşan
sert ağaç vb. üzerine şamkâri metal işçiliğiyle kemer bağlantıları bulunmayan bu hançerler bele
süslenen bu hançer tipi 30-35 cm. boyunda, faz- sarılı kuşaklar arasında sol tarafa sokularak taşın-
la enli olmayan hafif kavisli bir namluya sahiptir mıştır. Ancak bir kısmının kınları üzerinde Arap
ve bu haliyle küçük bir süvari kılıcına benzer; çift hançerlerinde olduğu gibi bir bilezik ve buna bağlı
veya tek ağızlı, kan oluklu veya oluksuz olabilir. bir taşıma halkasının bulunduğu görülür. Osman-
Şam hançeri yeniçeriler tarafından çok tutulmuş lı dönemine ait hançerlerin kabzaları genellikle
ve İstanbul’da da benzerleri yapılmıştır. Ayrıca kemik veya abanoz, gül ağacı ve pelesenk gibi kıy-
Şam hançeri Batı resim sanatına ve edebiyatına metli ahşaptan yapılmış olup üzerleri oymalarla
girmiş, tablolardaki müslümanlar bellerinde bu yahut telkâri ve levha halinde gümüş bezemeler-
hançerle resmedilirken meselâ Tolstoy’un ünlü le, değerli taş kakmalarla süslenmiştir. Bir veya

H
romanı Kreutzer Sonat’ta kadın kahraman ko- birden fazla kan oluğu olan namluların birçoğu
cası tarafından bu hançerle öldürülmüştür. Arap menevişli çeliktendir ve bunların üzerinde çok
hançerlerinin bütün tiplerinde, kın üzerine geçiri- defa sahibinin veya yapan ustanın adı (silâhların
len bileziklere takılmış taşıma halkaları bulunur; bu kısmına “namlu” [namlı, isimli] denilmesinin
çünkü sıcak ülkelerde yaşayan Araplar bellerine sebebi de üzerindeki bu adlardır), çeşitli imalâtha-
genellikle kuşak sarmamaktadırlar. ne mühürleri, Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler, bazan
İran hançerlerinde namlu Fas hançerinde olduğu da Ashâb-ı Kehf’in isimleri, mühr-i Süleyman,
gibi ortaya kadar düz gelip sonra derin bir kavisle çark-ı felek, çeşitli saadet düğümleri gibi sembolik
kıvrılır; en karakteristik özelliği kavsinin dik açıya yazılarla desenler ve stilize edilmiş bitki motifleri
yaklaşacak derecede abartılı olmasıdır. Namlunun bulunur. Kınlar daima ahşap üzerine kadife veya
düz kısmı tek, kavisli kısmı çift ağızlıdır ve üze- deri kaplanmış, kenarları ile ağız ve uçları gümüş,
rinde geniş bir kan oluğu bulunur. Bazılarının ucu bafon veya pirinç levhalarla takviye edilmiş ve bu
ve kan oluğu parlak çelikten, kesici yan tarafları kısımlar çeşitli tekniklerle süslenmiştir.
ise mat çelikten yapılmıştır. Kabzalar genellikle Ateşli silâhların yaygınlaşmasından sonra hançe-
fildişi veya kemikten olup oyma tekniğiyle süs- rin kullanımı tören silâhı şeklinde devam etmiş-
lenmiştir; altın veya gümüşle kaplanıp taş kakma- tir. Evliya Çelebi, askerî merasimleri anlatırken
larla zenginleştirilmiş yahut minelenmiş örnekler gümüş kemerlere takılı murassa‘ hançerlerden
de bulunmaktadır. Ahşap kınlar genellikle desenli bahsetmektedir. XVIII. yüzyılda yaşayan Kont
deri ya da ipek ve kadife türü kumaşlarla kaplan- Marsigli ise hançerin, yeniçeriler ve onlara özenen
mış, kabzanın yapıldığı maddeye uygun olarak yer delikanlılar tarafından kuşaklarının sol tarafında
yer altın veya gümüş levhalarla takviye edilmiştir. aksesuar gibi taşındığını belirtir. Osmanlı hançer-
İslâmiyet’in Orta Asya’ya girişinden sonra burada lerinin en güzel örneklerini Topkapı Sarayı’nda
görülen hançerlerin en ünlüsü tek ağızlı, hafif ka- ve Askerî Müze’de bulmak mümkündür. Bunlar
visli ve kan oluklu Türkmen hançeridir. Genellikle arasında, özellikle dünyada “Topkapı hançeri”
namlular üzerinde bitkisel motifli altın kakmalar diye tanınan ve III. Ahmed devrine (1703-1730)
(zernişan) bulunur. Kabzalar kemik veya fildişi, ait olan kabzası iri zümrütlü ve kabza başı gömme
kınlar ise ahşap üzerine deri, kadife yahut gümüş saatli hançer, titiz kuyumculuk işçiliği ve kaliteli
kaplamadır; gümüş levhalar telkâri süslemelerle malzemesiyle bir sanat şaheseridir.
veya değerli taşlarla zenginleştirilmiştir. Buhara Gelişimini tamamlamış, oymalarla süslü kemik ve
bölgesi hançerlerinin kabzaları daha çok abanoz fildişi kabzalı, namlusu çakmak taşından yapılmış
ya da gül ağacından yapılmış ve akik, mercan, la- ilk örneklerine Anadolu ve Mısır neolitik kültür-
pislazuli, yeşim gibi değerli taşlarla murassa‘ hale lerinde rastlanan kama, düz ve çift ağızlı simetrik
getirilmiştir. Kabza ve kın üzerinde bulunan gü- namlu şekliyle hançerden ayrılır. Türkçe’nin yal-
müş levhalar ise Kafkasya etkisinde kalarak bazan nız batı lehçelerinde bulunan kama ismi Ermenice
sevâd, bazan da mine teknikleriyle süslenmiştir. “iri çivi, mıh; oduncu kaması” anlamındaki kam
Anadolu ve Balkanlar’daki Türk devri hançerle- kelimesinden gelir. Namlu uzunluğu 15-45 cm.
rinde namlular uzunca ve az kavislidir. Genellikle arasında değişen kama, bütün dünya kültürleri-

179
Vadi-i Hamuşan
nin en eski silâh türleri arasında yer alır. Ateşli retle hançer göğüsten girip arkadan çıkarak inti-
silâhların icadından sonra kullanımı hançer gibi har etmeğe “hançere düşmek” derler.(1)
azalmamış, bir tipi kabzasında yapılan düzenle- (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
meyle “süngü” veya “kasatura” adı altında tüfek
ucuna da takılabilen bir asker silâhı olarak yaşa-
Hançeri Güzel Türbesi-Diyarbakır
masını sürdürmüştür (süngülerin tek ağızlı olan-
ları da vardır). (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41

Türk-İslâm dünyasındaki en tanınmış kama türü


“Kafkas (Çerkez) kaması” adıyla bilinen ve Çerkez, Hançerleme
Çeçen, İnguş, Ermeni, Gürcü gibi Kafkas milletleri Hançerle yaralama veya öldürme eylemi.(1)
tarafından kullanılan ve en eski örneklerine Ku- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
zey Kafkasya’daki milâttan önce III-II. binyıla ait
Kuban-Maikop kurganlarında rastlanan kamadır.
Hançerli Fatıma Sultan Türbesi-İstanbul
Namlusu ortalama 30 cm. boyunda ve 4-5 santi-
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 124,
metreden başlayıp gittikçe sivrilen bir ikizkenar
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 12
üçgen görünümünde olup geniş ve derin kan
olukludur. Üzerinde genellikle Osmanlı hançerle-
rinde görüldüğü gibi yapan ustanın veya sahibinin Hançerli Sultan Türbesi-İstanbul
adına, bazı âyetlere ve bitkisel motiflere rastlanır. (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 135,
Fildişi, kemik veya boynuzdan yapılan kabzalar (2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 464
yuvarlak başlıdır ve tepede vuruş sırasında baş-
parmağın oturması için bir oyukluk, yanlarda da Handevi-Gandevi Türbesi-Konya
elin kaymaması için çakılmış kabaralar bulunur.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111
Kın ve kabzalarda sevâdlı gümüş süslemeler hâ-
kimdir. Kın üzerindeki bileziklere takılan halkalar
vasıtasıyla kemere asılır.(1) Hane-i Beka
Öteki dünya,(1) ahiret, lahut alemi.(2)
(1) DİA; [HANÇER - Tülin Çoruhlu] c. 15; s. 550
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Hançer motifli işlemeli sandukalar
16 ve 17. yy’da bulaşıcı hastalıktan ölen çocuk Hanım Kızlar (Yılanlı) Türbesi-Bursa
sandukalarının üzerleri kumaş desenleriyle kap-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41,
lıdır ve bel kısımlarına işlenen kemer üzerinde-
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 83,
ki “hançer” hayatlarının kısa kesildiğini anlatır.
(3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179
Hançer motifi, ruh ve bedenin alakasının kesil-
mesini de ifade etmektedir. Bu motif Orta ve İç
Asya’da tasvir edilmiş olup kurban, itaat, sadakat Hanım Türbesi-Kosova
gibi önemli konuların sembolü olması ve ölünün (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533
ruhunu şeytan ve kötü ruhlardan koruduğuna
inanılması bu motifin mezar taşları üzerinde tas- Hânikah
virine sebeptir.(1)
Merkez niteliğine sahip büyük tekke, dergâh.(1)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 31 (1) Turani, Adnan. a.g.e.

Hançere düşmek Hankâh


Kama, bıçak, hançer gibi ucu sivri, keskin bir aleti a. Eskiden gezmenlerin ve yoksul yolcuların ba-
kalp üstüne dayayıp hızla yere atılmağa ve bu su- rındıkları, misafirhane niteliğindeki tekke.(1)(2)

180
Vadi-i Hamuşan
b. Bir tarikatın, diğer tekkelerinin kendisine bağlı bıçakla yatay olarak deşerek kendini öldürme bi-
bulunduğu merkez durumundaki tekkesi.(3)(4) çimi.(1)(2)(3)
(1) Hasol, Doğan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Haram öldürme
Hannas Kısas gerektiren bir suç işlememiş Müslüman
İnsan ve cin şeytan.(1)(2)(3) veya zimmi bir kişiyi haksız yere öldürmektir.(1)

H
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Zuhayl, Vehbe. a.g.e., C. 8, s. 15
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Harcamak
Öldürmek,(1) yok olmasına, ölmesine sebep ol-
Hanoğlu, Canan mak.(2)(3)
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 186167 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Erzurum Merkezde Cami Hazirelerinde Bulunan (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
XVIII.-XIX.Yy. Mezar Taşları, Atatürk Ü., Sosyal (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
bil. Enst., Sanat Tarihi ABD, Y. Lisans Tezi, S.463,
2006, Erzurum Harem
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. a. Herkesin girmesine izin verilmeyen kutsal yer.(3)
b. Mekke ve Medine şehirleriyle çevrelerindeki
Hanut belirli bölgeler için kullanılan terim.(1) Hicaz’da
Ölü kefenine serpilen, tahnit etmekte kullanılan ihrama girilen yerden Kâbe’ye kadar uzanan
ilaç, kokulu madde.(1)(2)(3) alan. Buralarda kan dökmek vb. haramdır.(2)(3)

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) DİA; [HAREM - Salim Öğüt] c. 16; s. 132
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Harabati Baba (Sersem Baba) Türbesi- Harem Bölgesi


Makedonya Mekke ve Medine şehirleriyle çevrelerindeki belir-
(1) DİA, Cilt. 16 s. 69, li bölgeler için kullanılan terim.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 579 Sözlükte “yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz”
mânasına gelen harem kelimesi harâm ile eş an-
Harabati Baba Açık Türbesi-Arnavutluk lamlıdır. Terim olarak Mekke ve Medine’nin, sı-
nırları Hz. Peygamber tarafından çizilen çevresi
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 67 için kullanılır. Bu bölgelere harem adının verilme-
si, zararlılar dışındaki canlılarının öldürülmesi ve
Harakani Makam Türbesi-Kars bitki örtüsüne zarar verilmesinin haram kılınmış
(1) DİA, Cilt. 16 s. 94 olmasındandır. Bundan dolayı Mekke’ye el-Bele-
dü’l-harâm denildiği gibi Kâbe el-Beytü’l-harâm,
çevresindeki mescid de el-Mescidü’l-harâm diye
Harakiri anılmaktadır. Mekke hareminin dışında kalan
Japonlara özgü, onurunu korumak yada sevilen bölgeye ise Harem’deki yasakların buralarda kalk-
birinin ölümü durumunda başvurulan, karnını ması sebebiyle “Hil” denilmiştir.

181
Vadi-i Hamuşan
Herhangi bir coğrafî alana veya yapıya kutsal- Mekke ve Medine şehirlerinin ilgili alanları, gerek
lık atfedilerek diğer mekânlardan ayrı tutulması harem kılınışları gerekse sınırları içinde uyulması
geleneği, farklı şekillerde de olsa hemen hemen gereken hükümler bakımından farklılık arzeder.(1)
bütün dinlerde mevcuttur. İptidaî kültürlerde, öl- (1) DİA; [HAREM - Salim Öğüt] c. 16; s. 132
müş ataların kabile fertlerine göründüğü yer oldu-
ğu için kutsal sayılan alanlar vardır. Yahudilik’te
Harik
Yehova’nın insanlara tecelli ettiği yer kutsal sayı-
lır. Aynı şekilde Grekçe’de kutsal alan kavramını Kur’an-ı Kerim’de “azabü’l-harik” terkibi içinde
ifade eden naos ile Latince’de benzeri bir fonksi- yer alan ve cehennemliklerin uğratılacağı yakıcı
yona sahip domus dei ibareleri “tanrının görün- azabı ifade eden bir tabir.(1)
düğü yer” anlamına gelir (ER, I, 382).(…) (1) DİA
Kur’ân-ı Kerîm’de bizzat Kur’an’ın (el-En‘âm 6/92;
el-Enbiyâ 21/50), bazı nesnelerin (en-Nûr 24/35) Harim
ve zamanların (ed-Duhân 44/3) mübârek kılın- a. Kişiye özel kutsal şey.(2)(3)
dığı belirtildiği gibi bazı yerler için de “mübârek”
b. Camilerde toplu namaz kılınan ana mekân.(2)
(ilâhî bereket, hayır ve feyze sahip) ve “mukaddes”
(mânevî kirlerden arınmış, mübârek) sıfatları kul- c. Gizli bilinmeyen yer.(2)
lanılmaktadır. Bu çerçevede Allah’ın Hz. Mûsâ d. Hacıların hac zamanı büründükleri örtü.(2)
ile konuştuğu mübârek yerdeki (el-Kasas 28/30) e. Yabancılara yasak olan, yabancılardan korunan
mukaddes vadi Tuvâ’ya (Tâhâ 20/12; en-Nâziât mukaddes yer.(1)
79/16), Mûsâ’nın kavmine vatan olarak seçtiği ve
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bereketli kıldığı (el-A‘râf 7/137) mukaddes topra- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ğa (el-Mâide 5/21) atıfta bulunulmakta, Kudüs’te- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ki Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübârek kılındığı
(el-İsrâ 17/1), insanlar için yeryüzünde kurulan
Hariri Zade Seyyid Mehmed Kemalettin
ilk mâbedin Mekke’deki mübârek ev (Kâbe) oldu-
Türbesi-İstanbul
ğu (Âl-i İmrân 3/96) ifade edilmektedir.
(1) Adresler. a.g.e.
Bazı yerlerin diğerlerinden farklı olarak ilâhî feyiz
ve berekete, insanların mânevî açıdan temizlen-
me ve arınmalarına mahal kılındığını, buralara Harizmşah Türbesi-Özbekistan
özel bir anlam ve önem atfedildiğini gösteren bu (1) DİA, Cilt. 16 s. 229
âyetler yanında diğer bazı âyetlerde de Allah’ın evi
kabul edilen Kâbe’nin bulunduğu Mekke şehri ve
Harkâ
çevresinin her türlü tecavüzden korunmuş güven-
li bir yer (harem) olduğuna işaret edilmiş ve bu Geride anne, kız kardeş ve dede bırakarak ölen ki-
alanla ilgili birtakım özel hükümler konmuştur. şinin miras meselesi.(1)

Müslümanların nazarında büyük bir mânevî (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

önem taşıyan Mekke ile Hz. Peygamber’in mescid


ve kabrinin yer aldığı Medine şehirleri Haremeyn Harmankaşı Türbesi-Kastamonu
diye anıldığı gibi Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
Kudüs ile bazı peygamberler ve ailelerinin kabir-
lerini barındıran Halîl şehri de Mekke ve Medine
gibi özel hükümlere konu olmasalar da mânevî Harun Türbesi-Diyarbakır
birer merkez kabul edilmiş ve belli bir dönemden (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41,
sonra Haremeyn adıyla anılmıştır. (2) Pınar, Gürhan. a.g.e. s. 43

182
Vadi-i Hamuşan
Hârût yılı kışı ortasında Fâtih Sultan Mehmed kuman-
a. Büyü ve sihirde meşhur bir meleğin adı.(1) dasındaki Osmanlı ordusu ve on kadırgadan olu-
Kur’an-ı Kerim’de adları geçen ve insanlara şan donanma tarafından kuşatma altına alındı.
sihir öğrettiklerine inanılan iki melekten biri. Bu esnada kasabanın idarecisi olan Dorino Gatte-
(2) Diğeri Marut’tur. İnsanları imtihan için gön- lusio kışlamak üzere Semendirek adasına çekildi,
derildikleri bilinmektedir.(4) Büyü ve sihir ile Enez halkı da çaresiz kaldığından 1456 Ocak ayı
uğraştıklarından kıyamete kadar kalmak üzere içinde kaleyi teslim etti.(…) Âşıkpaşazâde ve Neş-
Babil’de bir kuyuya hapsedilmişlerdir.(5) rî’ye göre bu arada Yûnus Bey de Taşoz ve Limni
adalarını fethetmiştir.(…) İkbali 1455 yazından
b. Edebiyatımızda “büyücü, sihirbaz”(5) anlamın-
1456 yılı kışı sonlarına kadar devam eden Has Yû-
da kullanılmıştır.

H
nus Bey, Enez’in ocak ayı sonlarındaki (Dukas’a
(1) Pala, İskender. a.g.e. göre 24 Ocak’ta) fethini takip eden haftalarda gö-
(2) DİA; revinden alınarak idam edilmiş olmalıdır. Sicill-i
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Osmânî’de (IV, 676) (…)
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
Halk arasında, türbenin Fâtih Sultan Mehmed’in
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kaptanı Yûnus Bey’e ait olduğuna ve onun Enez’in
fethinde “şehîden” öldüğüne inanılması Has Yû-
Has Has Baba Türbesi-Aksaray nus Bey’in burada defnedildiği ihtimalini akla
(1) Gür, Nevzat.. a.g.e. s. 847 getirmektedir. Ayrıca Enez’in fethine katılmış
önemli bir kişi olarak kasabanın müslüman halkı
Has Yunus Bey Türbesi-Edirne tarafından burada bir “makam türbe” yaptırılmış
olabilir. Böylece Enez fâtihi sayılan Yûnus Bey,
(1) DİA, Cilt. 16 s. 273
yerli halk arasında Yûnus Baba adıyla anılan ef-
sanevî bir kahraman durumuna girmiştir. Bunun
Has Yunus Paşa Türbesi-İstanbul yanında İstanbul’da, son kırk elli yıl içinde Has
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 41 Yûnus Bey’e ait olduğu sanılarak 1952’de ihya
edilen bir türbe daha vardır.(…) Ancak yukarıda
belirtildiği gibi Has Yûnus Bey’in İstanbul’da bir
Has Yûnus Bey Türbesi
türbesinin bulunmasına imkân yoktur.
Edirne’nin Enez ilçesinde XV. yüzyıla ait türbe.
Evvelce yakınında bir de tekke olduğu bilinen
Kasabanın yerleşim alanı dışındaki düzlükte eski Enez’deki türbe geniş bir müslüman mezarlığının
mezarlığın içindedir. İlkçağ’da adı Ainos olan ortasındadır. Etrafında kasabanın Türk halkı-
Enez, tarih içinde önemli bir ticaret ve liman şehri na ait çok sayıda mezar taşı görülür. Pîrî Reis’in
olarak gelişmiş, Edirne’nin Meriç yoluyla denize Kitâb-ı Bahriyye adlı eserindeki küçük portulan
bağlantısını sağlayan bir iskele olmuştur. haritalarında Enez Limanı kenarında “Yûnusluk”
Türbenin adını taşıdığı Yûnus Bey’in aslen ihtidâ yazısı ile bu kabristan işaretlenmiştir. Buranın
etmiş bir Katalan (İspanyol) olduğuna dair kaydın bütün Osmanlı dönemi boyunca kasabanın Türk
doğruluk derecesini kontrol mümkün değildir. mezarlığı olduğu etraftaki çok sayıda mezar ta-
Donanma kumandanı Hamza Bey’in Sakız adası şından anlaşılmaktadır. Türbe, mimarisinden de
seferi arkasından 1455 yazında Osmanlı donan- açıkça görüldüğü gibi bir Türk yapısı olmayıp çok
masının başına getirilen Has Yûnus Bey, denize küçük ölçüde bir hıristiyan ibadet yeri yani şapel-
açıldığı ilk seferinde bir fırtınaya yakalanarak ge- dir. Etrafı moloz taşlardan alçak bir duvarla çevrili
milerinden yedisini kaybetmiş, kendi sancak ge- olan bu haç biçimindeki yapının ortasında yüksek
misi güçlükle kasnaklı bir kubbe vardır. Türbenin dış duvarları
Sakız’a sığınabilmiş, on iki gemisi de Midilli Li- içinde bir de kuyu mevcuttur.
manı’na ulaşabilmiştir.(…) Has Yûnus Bey bunun Türbenin esas girişi örülmüş, yandan yeni bir
ardından Enez’in fethine katıldı.(…) Enez, 1455 giriş açılmıştır. Mekânın haç şeklindeki kolları

183
Vadi-i Hamuşan
beşik tonozlarla örtülüdür. Bu kollardan birine, Hasan Baba Türbesi-Bulgaristan
Kaptan Yûnus Bey’e ait olduğu kabul edilen bir (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290
sanduka yerleştirilmiştir. Bina moloz taşlardan
inşa edilmiştir. 1,65 m. yüksekliği olan kasnak, 15
cm. genişliğinde ve 60 cm. yüksekliğinde mazgal Hasan Baba Türbesi-Makedonya-İştip
gibi dar ve uzun dört pencereye sahiptir. Kubbe (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 572
ve tonozlar alaturka kiremitlerle örtülüdür. Bu
küçük binanın doğu tarafında, üzeri yarım kubbe
ile örtülü ve dışa yarım yuvarlak bir çıkıntı teşkil Hasan Baba Türbesi-Makedonya-Struga
eden bir apsis vardır. Esasında çok ufak bir hıris- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 623
tiyan ibadet yeri olduğu anlaşılan bu tarihî eser,
Has Yûnus Bey adına 500 yıldır Enez’in Türk halkı
Hasan Baba Türbesi-Yunanistan
tarafından saygı gösterilen bir türbe-ziyaretgâh
halinde yaşamaktadır.(1) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 726

(1) DİA; [HAS YÛNUS BEY TÜRBESİ - Semavi Eyice]


c. 16; s. 275 Hasan Baba Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
Hasa Kayımi Türbesi-Saraybosna
(1) Kalajdzic, Mirsad. a.g.e. s. 4
Hasan Baba(Kesikbaş) Türbesi-
Makedonya-Manastır
Hasan Adli Efendi Türbesi-İstanbul (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 436

Hasan Basri Hazretleri Türbesi-Basra


Hasan Ağa Türbesi-Karadağ (1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e., s. 51
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138

Hasan Basri Türbesi-Erzurum


Hasan Ağa Türbesi-Bosna Hersek (1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 58
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 102

Hasan Basri Türbesi-Malatya


Hasan Ağa Türbesi-Sırbistan-Karadağ (1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 438

Hasan Bey Türbesi-Van-Hoşap


Hasan Askeri Türbesi-Siirt (1) Ertekin, M. Zahir. a.g.e. s. 93,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42 (2) Van Valiliği. a.g.e.

Hasan Baba Türbesi-Kosova-Podrimska Cad. Hasan Bin Ali Askeri Hazretleri Türbesi-Irak
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 339, (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 439
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 497

Hasan Bin Sipah Hademe-i Türbesi-


Hasan Baba Türbesi-Kosova-Prizren, Yakova Kosova-Vılçitrin
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 363 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 539

184
Vadi-i Hamuşan
Hasan Burhaneddin Cihangiri Türbesi- Hasan Dede Türbesi-Ankara-Nallıhan
İstanbul (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 163
(1) DİA, Cilt. 16 s. 311

Hasan Dede Türbesi-Düzce


Hasan Burhaneddin Efendi Türbesi-İstanbul (1) Düzce Valiliği. a.g.e. s. 2
(1) DİA, Cilt. 7 s. 540

Hasan Dede Zaviyesi ve Türbesi-Makedonya


Hasan Çelebi Türbesi-Kosova-Prizren
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 633

H
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 345

Hasan Efendi (Sacayaklı Sultan) Türbesi-


Hasan Dede Tekyesi ve Türbesi- Kastamonu
Sırbistan-Karadağ
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 438

Hasan Efendi Tekkesi ve Türbesi-


Hasan Dede Türbesi-Diyarbakır Sırbistan-Ujice
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 707

Hasan Dede Türbesi-Kırıkkale Hasan Efendi Türbesi-İstanbul


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42, (1) Baraz, Mehmed Rebii Hâtemi. “Anadolu Hisarı:
(2) Er, Y. Kemal-Hasan Pehlivanlı. “Kırıkkale” Kırık- Yeni Hisar, Yenice Hisar, Akça Hisar, Güzelce
kale Valiliği. s. 7, Hisar, Güzel Hisar.” Beykoz Belediyesi, (2009).
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 150 s. 263

Hasan Dede Türbesi-Safranbolu Hasan Efendi Türbesi-Rize-Ardeşen


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42 (1) Tercüman, Güler. “Ardeşen İlçesindeki Türk Devri
Yapıları.” Selçuk Ün. Ed. Fak. Konya, (2005). s. 860

Hasan Dede Türbesi-Nevşehir


Hasan El-Askeri Türbesi-Irak
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 29,
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 301 (1) DİA, Cilt. 4 s. 50

Hasan Dede Türbesi-Yalova Hasan El-Sakeri Türbesi-Samerra

(1) Yalova Valiliği, “Yalova Kültür Ve Turizm Envan- (1) DİA, Cilt. 36 s. 71
teri.” s. 37

Hasan Erzaki Türbesi-Diyarbakır


Hasan Dede Türbesi-Adana (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42
(1) Şenesen, Refiye Okuşluk. a.g.e. s. 4

Hasan Fehmi Paşa Türbesi-İstanbul


Hasan Dede Türbesi-Burdur (1) DİA, Cilt. 16 s. 322,
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38 (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 563

185
Vadi-i Hamuşan
Hasan Feyzi Efendi Türbesi-Denizli bulunmaktadır. Yapı, yine Ahlat’ta bulunan Ulu-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 33
kümbet’ten (Usta-Şâgird Kümbeti, Çubuklu Küm-
bet) sonra büyük ölçüde olan ikinci mezar anıtıdır.
İçinde üç mezar bulunan yapı, kapısının üzerin-
Hasan Hüsameddin Uşşaki Hazretleri
deki girift bir istif halinde nesih hattıyla yazılmış
Türbesi-İstanbul
iki satırlık kitâbeye göre 673 yılının Recep ayında
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 39 (Ocak 1275) Melikü’l-ümerâ Mahmûd b. Hüsâ-
meddin Hasan Aka için inşa edilmiştir; diğer iki
mezardan birinde de veziri Hasan Ali yatmakta-
Hasan Hüseyin Türbesi-Bulgaristan
dır. Halk arasında kümbetin Akkoyunlu Hüküm-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 245 darı Uzun Hasan’a ait olduğuna inanılıyorsa da
aslında Hasan Padişah denilen zat Moğollar’ın
Hasan Hüsnü Paşa Türbesi-İstanbul Ahlat hâkimidir.
Evliya Çelebi’nin 1655 yılında Ahlat’a geldiği za-
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 64,
man içine girdiği ve, “...Birçoğu kurumuş iskelet
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 12,
halindedir. Hatta bir zenci yüzlü çocuk, elinde
(3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 465,
sopası ile ayak üzerinde bekçi gibi duvara dayalı
(4) Envanter. a.g.e. No:54
durmaktadır. Gayet korkulu bir yüzdür. Türbe-
darı yoktur. Kapıları Revan fâtihi Murad Han’ın
Hasan Kafi Akhisari Türbesi-Bosna Hersek ziyaret etmesinden beri kapalıdır...” (Seyahatnâ-
(1) DİA, Cilt. 16 s. 327 me, IV, 134) diye anlattığı yapı Hasan Padişah
Kümbeti, adını andığı padişah da 1635’te Revan
ve Tebriz seferine çıkan IV. Murad’dır. Mumyala-
Hasan Kayimi Türbesi-Bosna Hersek rın, 1910 yılında mum adağı yapan kadınların yol
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 162 açtığı bir yangın sonucunda yandığı bilinmektedir
(Abdürrahim Şerif, s. 68). Kümbet de bu yangın-
dan zarar görmüştür, ama büyük ölçüde yıkılma-
Hasan Keşfi Efendi Türbesi-Makedonya
sının sebebi herhalde başka bir âfettir.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 606 Hasan Padişah Kümbeti, altta kare planlı cena-
zelikle (mumyalık) bunun üzerindeki daire plan-
Hasan Mekki Dede Türbesi-Elazığ-Baskil lı ziyaret mahallinden (mescid) meydana gel-
mektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
(1) Kıyak, Abdülkadir. a.g.e. s. 175
1969 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları
sonucunda cenazelikle gövdenin kuzeye bakan
Hasan Nazır Efendi Türbesi-Sırbistan çeyrek kısmı dışında kalan yerleri tamamen ye-
nilenmiştir. Cenazeliğin yuvarlak kemerli girişi,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 701
doğu cephesinin kuzeydoğu köşesine yakın bir
yerde bulunmaktadır. Çapraz tonoz örtülü mekân
Hasan Padişah Türbesi-Ahlat üç duvarındaki mazgal pencerelerden ışık alır;
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42 bu pencerelerden batıdakinin sövesi zencirek,
güneydekininki ise zikzak motifleriyle bezelidir.
Diğerlerine göre daha sade olan doğu penceresi
Hasan Padişah Kümbeti alınlığında iri bir rozet, yanlarında basit bir süs-
Ahlat’ta XIII. yüzyıla ait mezar anıtı. leme bandı görülmektedir. İçeride bulunan üç me-
Ahlat’ın Tahtısüleyman mahallesinin güney kıs- zardan biri diğerlerinden büyüktür.
mında ve Karaşeyh Mezarlığı’nın kuzeydoğusunda, Ziyaret mahallinin onikigen kaidesi cenazeliğe
üzerine yapıldığı tepenin siluetine hâkim bir yerde köşelerdeki çift ters üçgen pahlar vasıtasıyla bağ-

186
Vadi-i Hamuşan
lanmıştır. Bunun üzerinde konik külâhlı silindirik Hasan Sezai Efendi Türbesi-Edirne
gövde yükselir. Kuzey cephede yer alan kapıya (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 67,
çıkış iki taraftan taş basamaklı dar merdivenlerle (2) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 27
sağlanmıştır. Kapı, kenarlarında burmalı sütun-
çeler bulunan yedi sıra mukarnas kavsaralı bir
Hasan Şeref Baba Türbesi-Yunanistan-
açıklık halindedir; mukarnasların içleri kabartma
Joannina
rûmî ve palmetlerle bezelidir. Üzeri iç içe geçme
sekizgenler ve palmet dizileriyle süslü geniş bir (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 999
bordür kapıya çerçeve teşkil eder. Batı, güney ve
doğu yönlerine açılan üç pencere beşer sıra mu- Hasan Ünsi Efendi Türbesi-İstanbul

H
karnas kavsaralıdır. Geometrik bezemeli dar bir (1) Adresler. a.g.e.
bordürün çevrelediği nişlerinin içindeki kuşatma
kemeri üzerinde birer gülbezek göze çarpar.
Hasan ve Hüseyin Kardeşler Türbesi-İstanbul
Türbenin dış yüzeyi, içlerinde girift saç örgüleri
(1) Adresler. a.g.e.
bulunan bordürler, kaval silmelerle bağlantılı yü-
zeysel kemerler ve bunların içinde yer alan gülbe-
zeklerle (toplam on altı adet) süslenmiştir. Kapı ve Hasan-ı Basri Bin Habib Türbesi-
pencere aralarına rastlayan yerlere üçgen kesitli Afyon-İçcehisar
ince uzun nişler açılmış ve bunlara çerçeve teşkil (1) Kalafat, Yaşar.2 a.g.e. s. 3
eden dar bordürün içi zikzak motifiyle doldurul-
muştur. Üzerinde birbirine paralel fitiller bulunan Hasani Herekani Türbesi-Kars
ve tamamı yeni olan konik külâhın eteğini iki sıra
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42
mukarnaslı saçak frizi dolanmaktadır. Halen ol-
dukça bakımlı durumda bulunan Hasan Padişah
Kümbeti, mimarisi ve süslemesi bakımından Ahlat Hasani Mekki Türbesi-Adıyaman
kümbetlerinin özelliklerini bünyesinde toplayan (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42
ilçenin en gösterişli mezar anıtlarından biridir.(1)
(1) DİA; [HASAN PADİŞAH KÜMBETİ - Enis Karaka- Hasbek Kadı (Kümbet) Türbesi-Kayseri
ya] c. 16; s. 334 (1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 20,
(2) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 37
Hasan Paşa Türbesi-Malatya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42 Haseki
Cariyeler arasından seçilen padişah gözdesine ve-
Hasan Paşa Türbesi-Konya rilen unvan.(2) 18. asra kadar padişah eşlerine ve-
rilen unvan. Sonra yerini kadın-efendi unvanına
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42
bırakmıştır.(1)

Hasan Paşa Türbesi-Safranbolu (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 42

Haseki, Metin
Hasan Paşa Türbesi-Edirne
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 BD 714
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 30
Plastik Açıdan Türk Mezar Taşları, Yay. İstanbul Devlet
Güzel Sanatlar Akademisi, (Yayınlanmış Lisans Tezi,
Hasan Paşazade Türbesi-Bulgaristan 1977), 68 sayfa, İstanbul

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 247 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

187
Vadi-i Hamuşan
Hasenat oluşturur ve “hesap görüldükten sonra cennet
İnsanların iyiliği için yapılan hayırlı işler, iyilikler. veya cehenneme sevkedip dağıtmak” anlamındaki
(1)(2)(3) Güzel iş, iyilik, hayır, güzel yardım anlamı- neşirin karşıtı olur. Geleneksel inanca göre bü-
na gelen “hasene” kelimesinin çokluk şeklidir.(4) tün ümmetler kendi peygamberinin önderliğinde
haşredileceği, en önde de ümmetiyle birlikte Hz.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Muhammed bulunacağı için ona “Hâşir” adı da ve-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
rilmiştir (Lisânü’l-Arab, “hşr” md.).
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Akay, Hasan. a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’de haşir, biri “dünyadaki sürgün”
mânasında olmak üzere iki defa geçmekte, ayrıca
aynı kökten türeyen isim ve fiil şeklindeki müş-
Hasip dağı
takları da kırk bir âyette yer almaktadır (bk. M.
Cennet dağlarından bir dağdır.(1) F. Abdülbâkī, el-Mucem, “haşr” md.). Bunların bü-
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 308 yük bir kısmında âhiretteki haşrin tasviri yapılır.
Kur’an’ın, ancak rableri huzurunda toplanacak-
Hasiyet-i kât-ı hayat larından korkanlara fayda vereceği hususuna da
işaret edilen bu âyetlerde belirtildiğine göre başta
Ölümün etkisi.(1)
insanlar ve cinler olmak üzere şeytanlar, melekler,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. hatta tapınılan putlar bile hesaba çekilmek için
haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En‘âm 6/51,
Haşhaş bitkisi 72, 128; Sebe’ 34/40; el-Ahkāf 46/6).

Haşhaş, mezar taşlarında ölümü ve ebedi uykuyu Yeryüzü yarılacak, insanlar süratle kabirlerinden
sembolize etmektedir.(1)(2) çıkarak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru
koşacaklar (Kāf 50/44; el-Kamer 54/7-8); herke-
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 30;
sin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de
(2) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 106
onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulu-
nacaktır (Kāf 50/21).
Haşim Baba Türbesi-istanbul
İlâhî buyruklara isyan etmekten sakınan müttaki-
(1) Adresler. a.g.e., ler, rahmânın huzuruna süvari elçiler ve konuklar
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 563 gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilir-
ken kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren
Haşimi Emir Osman Efendi Türbesi-istanbul mücrimler gözleri korkudan göğermiş, zincire
vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 47
kara yüzlerini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve
yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevkedi-
Haşir lecekler, hesap vermeleri için cehennemin etra-
Kıyamet gününde diriltilecek olan mükelleflerin fında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler,
hesaba çekilmek üzere bir araya toplanması anla- sonunda da cehenneme atılacaklardır (İbrâhim
mında bir terim. 14/49-50; el-İsrâ 17/97-98; Meryem 19/68, 85-
Sözlükte “bir topluluğu bulunduğu yerden zor 86; Tâhâ 20/102, 124-126; el-Furkān 25/34; Abe-
kullanarak çıkarıp bir meydanda toplamak” mâna- se 80/38-42).
sına gelen haşir (haşr) kelimesi, kıyamet gününde Haşrin kötüsünden Allah’a sığınan ve fakirler
yeniden diriltilen (ba‘s) bütün varlıkların hesaba zümresi içinde haşredilmeyi niyaz eden (Müsned,
çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanma- V, 329; Tirmizî, “Zühd”, 37) Hz. Peygamber’in
sını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mev- hadislerinde haşrin kısımları, şekilleri, inanç ve
kıf veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet amelleri değişik olan insanların haşir esnasında-
halleri arasında ba’s-tan sonra ikinci merhaleyi ki durumları hakkında çeşitli bilgiler verilmek-

188
Vadi-i Hamuşan
tedir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre kıyamet Haşir, muhtemelen “insanları bulundukları yerden
alâmetlerinin ilki veya sonuncusu olarak çıkacak çıkarmak” şeklindeki sözlük anlamından hareketle
bir ateş insanları doğudan batıya sevkedecektir ki bazı kelâmcılar tarafından yer yer ba‘s ile eş anlamlı
(Müsned, IV, 6; V, 3; VI, 463; Buhârî, “Enbiyâ”, 1) bir terim olarak kullanılmıştır (Âmidî, s. 121; Tehâ-
bu dünyada vuku bulacak olan bir haşir kabul edilir nevî, I, 293-294). Ancak Halîmî, Kurtubî, İbn Kesîr,
(İbn Kesîr, I, 227, 228). Asıl haşir ise kıyametin Aynî ve daha başka birçok âlim, haşri ba‘stan sonra
kopmasından sonra diriltilecek yaratıkların kabir- gerçekleşecek merhaleyi ifade eden bir terim olarak
lerinden çıkması ile gerçekleşecek olan haşirdir. kabul etmişlerdir. Bu görüş, kıyamet hallerini tas-
İlgili hadislerde haber verildiğine göre insanlar, vir eden naslara daha uygun düşmektedir.
üzerinde dağ, taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin Haşir terimini genel anlamıyla kıyamet veya meâd

H
bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve düm- yerine kullanan âlimler, onun muhtevasını kıya-
düz bir alanda haşredilecektir (Buhârî, “Riķāķ”, metteki bütün merhaleleri kapsayacak şekilde
44). Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem çıkacak, onu geniş düşünmüş ve buna göre açıklamalar yap-
Ebû Bekir ve Ömer takip edecek, daha sonra Me- mışlardır (Halîmî, I, 417-418; krş. Şa‘rânî, II, 158-
dine ve Mekke’de bulunanlar Peygamber’le birlik- 159). Haşir konusuna ilişkin bilgiler yalnız âyet
te mahşer yerine varacaklardır (İbn Kesîr, I, 262). ve hadislere bağlı olduğundan bu hususta İslâm
Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sün- âlimleri arasında farklı görüşlere hemen hemen
netsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler hiç rastlanmamaktadır. İlgili nasların yorumu
ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdiham- sırasında daha çok hayvanların haşri, birbiriyle
dan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü çelişir gibi görünen bazı nasların telifi, ilâhî huzu-
dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükse- ra haşredilişten doğan mekân problemi ve haşrin
lecektir (Buhârî, “Enbiyâ”, 8, “Zekât”, 52). cismanî mi ruhanî mi olduğu konularında farklı
Cennet elbiselerinden ilk defa Hz. İbrâhim ile Hz. yaklaşımlar göze çarpmaktadır.
Peygamber’e, ardından diğer peygamberlere ve Kur’ân-ı Kerîm’de haşr kavramı hayvanlara da nis-
müminlere giydirilecek ve bunlar haşrin zorluk- bet edilmiştir (bk. el-En‘âm 6/38; et-Tekvîr 81/5).
larından kurtulacaktır (Kurtubî, s. 237). İnsanlar Bu tür âyetlerle aynı konuya dair hadislerin yoru-
inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde munu yapan âlimlerin bir kısmı hayvanlara izâfe
haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar eğerleri al- edilen haşrin ölümden ibaret olduğunu, hayvan-
tından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ların ölüm sonrasında bir hayatı ve sorumluluğu-
ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, nun bulunmadığını söylerken bazıları, daha çok
üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer kelimenin genel sözlük anlamından ve bir kısım
üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da rivayetlerden hareketle hayvanların da kıyamette
kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. diriltilmesini mümkün görmüşlerdir (Taberî, VII,
Kâfirlere gelince bunların liderleri yüzükoyun, 119-120; XXX, 43; Âlûsî, VII, 145-146; Reşîd Rızâ,
diğerleri yürüyerek mahşere sevkedilir (Müsned, VII, 396-400). Ancak hayvanların yükümlü ve so-
I, 155; Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Cennet”, rumlu olmadığı, ayrıca hesaba sığmayacak kadar
59; Beyhakī, s. 648; Kurtubî, s. 226, 237). İlâhî çok olan hayvanların haşredilmesinin hikmetten
emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler uzak görünmesi gerçeği karşısında İbn Abbas’ın
gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek (İbn da yer aldığı birinci gruptaki âlimlerin fikri daha
Kesîr, II, 8), başkasının arazisini haksız yere alan- isabetli görünmektedir.
lar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar Kıyameti tasvir eden bazı âyetlerde kâfirlerin ve
sırtında taşımaya mahkûm edilecektir (Müsned, Kur’an’dan yüz çevirenlerin kör, sağır ve dilsiz
IV, 173). Mahşer yerine gelen insanların gözleri olarak haşredileceği belirtilirken (el-İsrâ 17/97;
gökyüzüne çevrilmiş halde kırk yıl bekleyecekleri, el-Mürselât 77/35-36) bir kısmında bunların da
sonunda Hz. Peygamber’in şefaatiyle hesaba çe- herkes gibi konuşacaklarının bildirilmesi ilk ba-
kilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen kışta çelişkili gibi görünürse de bu husus, ba‘s ve
bilgiler arasında yer alır (İbn Kesîr, I, 267). haşirle başlayacak olan kıyamet hallerinin değişik

189
Vadi-i Hamuşan
merhaleleriyle ilgili bir durumdur. Bu merhalele- b. Cenab-ı Hakkın kıyamet gününde, dünya haya-
rin bir kısmında mevcut olan bir halin diğerinde tında işlediklerinin hesabını sormak üzere ölü-
değişmesi mümkündür (Halîmî, I, 420-421). leri diriltip Allah’ın yüce divanına yani Mahke-
Kur’ân-ı Kerîm’de âhiret hayatından söz edilirken me-i Kübra’ya götürülmesidir.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)
nihaî dönüşün Allah’a olacağı, herkesin O’na rücû c. Ölülerin diriltilip bir araya toplandığı zaman,
edeceği sık sık tekrarlanır (bk. M. F. Abdülbâkī, kıyamet.(1)
el-Mucem, “rucû”, “maśîr” md.leri). Bu tür ifade- d. “Ölmeden evvel ölünüz” sırrına ererek benliğini
ler, haşrin “Allah’ın huzuruna varış” mânasını da yok edip Hakk’ın varlığı ile dirilme, kendini yok
taşıdığını gösterir. Bu ise mekândan münezzeh ettikten sonra, ebedi diriliğe kavuşma.(1)
olan Allah’a bir yer veya makam nisbet edildiği
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
intibaını doğurur. Ancak hâlik ile mahlûk ara-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sındaki münasebet ulûhiyyet açısından dünyada
(3) DİA; [HAŞİR - Süleyman Toprak] c. 16; s. 417
ne ise âhiret hayatında da odur. Bununla birlik-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
te Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi (Kāf
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
50/22) kıyamette kişi ile gayb âlemine dair bazı
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
gerçekler arasındaki perde kalkar ve insan huzûr-i
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
ilâhîde bulunduğunun şuuruna varır. Şu halde bu-
(8) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 506
radaki değişim hâlikte değil mahlûkta meydana
gelir. Ezelî ve ebedî olan, zamandan, mekândan ve
değişiklikten münezzeh bulunan Allah ise daima Haşr Sûresi
aynı sıfatları taşır.(…) Kur’ân-ı Kerîm’in elli dokuzuncu sûresi.
İslâm âlimleri ise haşrin cismanî olacağı görü- Haşr sûresini üç bölüme ayırmak mümkündür.
şündedir. Kıyameti tasvir eden âyet ve hadislerde Birinci bölüm (âyet 1-10), göklerde ve yerdeki bü-
insanların göz, yüz, baş, ayak gibi organlarından tün varlıkların Allah’ın yüceliğini dile getirdiğini,
bahsedilmesi, cennet ve cehennem hayatıyla ilgili O’nun güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bildiren
olarak ancak bedenle yerine getirilebilecek fonksi- bir âyetle başlar. Savaş yapmadan elde edilen ba-
yonlardan söz edilmesi, haşrin cismanî olarak ger- şarının sırf Allah’ın izni ve yardımıyla meydana
çekleşeceğine ilişkin açık delillerdir. Bu cismanî geldiğini, bunu daha önceden Benî Nadîr yahu-
tasvirlerin sembolik ifadeler şeklinde kabul edil- dilerinin de müslümanların da beklemediğini be-
mesi, bâtınî yöntemi andıran aşırı bir te’vil olur ki lirten ikinci âyetin sonunda bu olaydan herkesin
bunun vahyin amacıyla bağdaştırılması mümkün ders alması gerektiği vurgulanır. Üçüncü âyette
görünmemektedir. Naslarda yer alan ifadelerle yeminini bozmuş, inanç ve değerlerine bağlılığını
hem etkili bir tasvir yapılmak hem de âhiretin tıpa yitirmiş bir topluluk için sürgünün en hafif ceza
tıp dünyaya benzemediği anlatılmak istenmiştir. olduğu, aslında böyle bir toplumun dünyada da
Gazzâlî’nin de belirttiği gibi (ed-Dürretü’l-fâHire, âhirette de daha ağır cezaları haketmiş bulunduğu
s. 51-57) insanoğlunun görmediği ilginç olayları açıklanır. Bunun ardından Allah’ın, andı bozan fâ-
inkâr etmesi onun tabiatında bulunan bir özellik- sıkları rezil ve rüsvâ edeceğine dikkat çekilir. 7-8.
tir. Bundan dolayı haşrin cismanîliği ve diğer âhi- âyetler, gayri müslimlerden silâh kullanmadan
ret halleri ilk bakışta kişiye garip gibi görünürse elde edilen ve İslâm devletinin gelir kaynakları
de insan akıl yürütme gücünü kullanarak nasların arasında yer alan feyin taksim esaslarını belirle-
haber verdiği bu hususları mümkün görür ve on- mektedir. 7. âyetteki, “Böylece o mallar içinizden
ları tasdik edebilir.(1) yalnız zenginler arasında dolaşan bir imkân ol-
(1) DİA; [HAŞİR - Süleyman Toprak] c. 16; s. 417 masın” anlamına gelen bölüm, kamu mallarının
sosyal adaleti ve refahı yaygınlaştırma yönünde
kullanılmasını gerekli kılması bakımından özel
Haşr bir önem taşımaktadır. Ayrıca âyette, gerek fey
a. Toplama bir araya getirme.(1) vb. devlet mallarının kullanımı gerekse diğer

190
Vadi-i Hamuşan
dinî, hukukî ve ahlâkî konularla ilgili olarak Hz. ve merhameti, gücü ve kudreti dile getirilir. Gök-
Peygamber’in ortaya koyduğu sarih hükümlerin lerde ve yerdeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini
değiştirilemez olduğuna da işaret edilmektedir. bildiren âyetle başlayan sûre, yine göklerde ve yer-
Medineli ensarın Mekkeli muhacirlere karşı bes- deki her şeyin Allah’ı tesbihe devam etmekte oldu-
lediği kardeşlik duygularını, bunun sonucu olarak ğunu haber veren âyetle son bulur. Aynı şekilde bi-
kendilerine kucak açıp öz canlarına tercih etmele- rinci âyet gibi sonuncu âyet de, “O güçlü ve hikmet
rini anlatan 9. âyet, İslâm toplumundan beklenen sahibidir” anlamına gelen ifadeyle biter.
ve Kur’ân-ı Kerîm’in geneline hâkim olan sosyal Haşr sûresinde, dış düşmanlara ve içerideki mü-
dayanışma ruhunun karakteristik ifadelerini kap- nafıklara karşı dikkatli ve tedbirli olmayı öngören
sar. Nitekim 10. âyet, diğer müslümanların da âyetlerin yanında bazı hikmetli öğütlere, hukukî

H
aynı kardeşlik duygularını taşımaları gerektiğini hükümlere, ahlâk ve eğitimle ilgili ilkelere de yer
vurgulamaktadır. Ayrıca 9. âyette en büyük kur- verilmiştir. Bütün bunlardan daha önemlisi tev-
tuluşun insanın bencillikten, nefsinin çıkar düş- hid inancıyla ilgili âyetlerdir. Özellikle sûrenin
künlüğünden uzaklaşması ile elde edilebileceği, sonunda yer alan ve Cenâb-ı Hakk’ın birliğini, yü-
10. âyette de iman edenlerin birbirine karşı yü- celiğini, sonsuz azamet ve merhametini bildiren
reklerinde kin tutamayacakları bildirilir. âyetler, insan kalbine tevhid akîdesini ve Allah
İkinci bölümde (âyet 11-17) yer alan ve münafık- sevgisini yerleştirmek amacını gütmektedir.(…)(1)
larla yahudilerin sürgünden önceki ilişkilerinden (1) DİA; [HAŞİR - Süleyman Toprak] c. 16; s. 417
bahseden âyetler, münafıkların ve Ehl-i kitap’tan
oldukları halde imanlarını kaybetmiş olanların
Haşr-ı emvat
birbirlerine nasıl yalan söylediklerini, sözlerinden
nasıl döndüklerini ve birbirlerinin aleyhinde nasıl a. Ölülerin bir araya toplanması.(1)(3)
çalıştıklarını gözler önüne serer. Bunların kendi b. Kıyamet günü.(2)(3)
çıkarlarını düşündükleri, asla fedakârlığa yanaş- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
madıkları, dışarıdan bakılınca bütünlük içinde bir (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
topluluk izlenimi vermelerine rağmen gönülleri- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
nin birbirinden kopuk olduğu anlatılır. Onlar bir-
birlerini baştan çıkarma hususunda şeytana ben-
Haşr-ü neşr
zerler; birbirlerini kurtarmaya gelince de herkesin
kendi başının çaresine bakması gerektiğini öne Mahşer gününde ölülerin toplanıp dağılması.(1)
sürerler. Bu âyetler, dolaylı olarak müslümanlara (1) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
böyle olmamaları gerektiği yolunda yapılan uyarı-
lardır. Bu bölüm zalimlerin yerinin ateş olduğunu Haşyet
bildiren bir tehditle son bulur. a. Saygıyla karışık korku, ululuk karşısında duyu-
Üçüncü bölüm (âyet 18-24), Allah’tan korkmayı ve lan gönül titremesi, yürekte duyulan ürperme,
ebedî hayat için hazırlık yapmayı öğütleyen âyetle korku.(1)
başlar. Dünyadaki bütün kötülüklerin Allah’ı ve b. Allah’ın büyüklüğünü, azametini idrak eden ku-
âhireti unutmaktan ileri geldiğine işaret edilir; lun O’nu hakkıyla tâzim edememek ve kulluğu-
müslümanların böyle olmamaları ve fâsıklardan na layık olamamak endişesiyle kalbinde hisset-
uzak durmaları istenir. Cehennem ehliyle cennet tiği ürperme, korku, havfın bir üst derecesi.(1)
ehlinin eşit olmadığı, esas kurtulanların cennet
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ehli olduğu vurgulanır. Kur’an’da verilen misaller
insanların düşünmesi ve ibret alması için ortaya
konmuştur. 21. âyette Kur’an’ın, bir dağa indiril- Hat
miş olsaydı dağı parça parça edeceği ifade edildik- a. Güzel yazı, Arap harfleriyle özel üsluplara göre
ten sonra tevhid inancının özünü teşkil eden son yazı yazma sanatı.(3) Arap harfleri, çeşitli stil-
üç âyette Allah’ın birliği, yüceliği, eşsizliği, rahmet lerde yazılır. Sülüs, nesih, rika, tâlik, celi, diva-

191
Vadi-i Hamuşan
ni, siyakat gibi stillerden çok büyük ve yaygın Hatai
bir hat sanatı doğmuştur.(1) Türk Süsleme sanatının başlıca desenleri arasında
b. Saliklerin indinde, varlık mertebelerinin en ya- en önemli türleri arasında olup çoğu kez çiçeğin
kınları olan ruhlar âleminin büyüklerine işaret kökeni belli olmayacak derecede stilize edilmiş
etmektedir. Yine hattan kasıt Kibriya âlemi hali(Akar, Keskiner,1978, 67)(1)
yani mücerred ruhlar âlemidir denilmiştir. Di- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. s. 13.
ğer yandan “hat ruhların, cisimlerin üzerinde
zuhur etmesidir” de denilmiştir.(2)
Hatçe Sultan Türbesi-Çankırı
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Hatem Dede Türbesi-Malatya
(5) DİA; [HAT - M. Uğur Derman] c. 16; s. 427-437 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 295

Hatâ Hatetu’n-Nez

a. Aslına uygun olmayan, doğru olmayan şey, yan- Can vermenin dehşetli bir acı ve ıstırap olduğunu
lış, yanlışlık, yanılgı, yanılma.(2)(3) ifade etmektedir.(1)
b. Makbul olmayan iş, kusurlu davranış, kabahat, (1) Akçay, Mustafa. a.g.e, s. 89.
günah, suç.(2)(3)
c. Kur’an’da, “Bir yönden sapmak, yanılmak”tır. Hatf
Hatie de hata demektir. Günahın kendisine de ha- Ölüm, ölme.(1)(2)(3)(4)
ti’a denilir. Hati’a büyük günah anlamındadır.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 25, s. 154-156; (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Hata mecrasına carî katl Hatfe Enfihi


İstem dışı bir eylem sonucu meydana gelen, kabul Eceliyle ölmek. Tabii olarak gelen ölüm için kul-
edilebilecek meşru bir mazereti bulunduran öl- lanılır.(1)(2)(3)
dürme şekli demektir. Uyuyan bir kişinin üzerine (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
devrildiği diğer bir şahsı öldürmesi gibi.(1)(2) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 8, s. 17
Hatice Hanım Türbesi-Artvin
Hata yoluyla öldürme (1) Artvin Valiliği. a.g.e. s. 43
Bir insanı, bir kasıt bulunmaksızın, yanlışlıkla öl-
dürmek.(1) Hatice Sultan Türbesi-Bursa
(1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 8, s. 17 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 42,
(2) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179.
Hataen katl (3) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 20

Yaralama ve öldürme kastı olmadan, yanlışlıkla


öldürmek.(1) Hatice Sultan Türbesi-İstanbul-Şehzadebaşı
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 20

192
Vadi-i Hamuşan
Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi- hayatın nasıl sonuçlanacağı, son nefeste imanın
İstanbul-Eminönü korunup korunamayacağı şeklinde anlaşılmakta-
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 203,
dır. Dünyadan imanla göç etmeye hüsn-i hâtime,
(2) DİA, Cilt. 41, s. 423, imandan yoksun olarak gitmeye de sû-i hâtime
(3) Bayrak, M. Orhan. a.g.e. s. 43, denilmiştir. Arapça literatürde birincisi hâtime-
(4) Envanter. a.g.e. No: 112, tü’l-hayr, hüsnü’l-hâtime, ikincisi sûü’l-hâtime
(5) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 88, biçiminde yer almaktadır (krş. Gazzâlî, IV, 173;
(6) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 20 Makrîzî, vr. 351a).
Kur’ân-ı Kerîm’de hâtime kelimesi geçmemekle
Hatif birlikte hâtimenin ifade ettiği kavram Kur’an’ın

H
muhtevasına uygun düşmektedir. Zira Kur’an’ın
a. Gaipten seslenir gibi haber veren melek.(1)(2)(3)(4)
önerdiği kurtuluş (fevz) hem dünya hem de âhiret
b. Gözle görülemeyen manevi âlem, gayb.(2) mutluluğunu amaçlamaktadır. Bunu sağlamanın
c. Sesi işitildiği halde kendisi görünmeyen.(1) temel ilkesi de iman ve sâlih ameldir. Dünya ha-
d. Görülmeyen bir kuvvetten gelen ses.(1) yatını bu ilkeye uygun olarak yaşayan bir mükel-
lefin ebedî âlemde de mutlu olacağını, imanı ve
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
amel-i sâlihi konu edinen birçok âyet haber ver-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mektedir. Ancak insan iyiliğe özendiren yetenek,
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
imkân ve vasıtaların yanında kötülüğe sevkeden
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
bazı faktörlerin etkilerine mâruzdur. Bu sebeple
yaşantısının ileriki yıllarında olumsuz faktörlerin
Hatip Dede (Hatip Ali Efendi) Türbesi- tesiriyle mânevî hayatı açısından kötü bir mec-
Çankırı raya sürüklenebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de, önceleri
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. ilâhî gerçeklere vâkıf bir mümin iken daha son-
ra nefsânî arzularına ve şeytana uymak suretiyle
Hatire kötüler arasına karışıp cezalandırılan kişilerden
bahsedildiği gibi (bk. el-A‘râf 7/175-176; el-Ka-
Etrafı duvarla çevrili yer, hazire.(1)(3) Bir cami
sas 28/76-82), peygamberler aracılığıyla tebliğ
veya türbe avlusundaki mezarlık, parmaklık ya da
edilen hak dini benimsedikten sonra bundan ay-
duvarla çevrili mezarlık anlamına olan hazire söz-
rılan toplumların varlığı da haber verilir (meselâ
cüğü yerine kullanılmıştır.(2)(4)
bk. el-Bakara 2/213; Yûnus 10/19; Fâtır 35/42).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Ayrıca Hz. Yûsuf’un ve Hz. Mûsâ’ya iman eden
(2) Hasol, Doğan. a.g.e. sihirbazların Allah’tan mümin olarak ölmelerini
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. talep ettikleri ifade edilmekte (el-A‘râf 7/126; Yû-
(4) Turani Adnan, Sanat Terimleri Sözlüğü suf 12/101), müminlere de iyilerle beraber ölmeyi
Allah’tan istemeleri öğütlenmektedir (Âl-i İmrân
Hatit Demir Baba Türbesi-Ankara-Keçiören 3/193). Her namazda okunan Fâtiha sûresinin
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 126
6. âyeti müfessir Taberî’nin tercihine göre (Câ-
miu’l-beyân, I, 55-57), “Bize doğru yolda sebat ver,
ömrümüzün geri kalan kısmında da bizi o yoldan
Hatime
ayırma” şeklinde anlaşılmalıdır. Hz. Peygamber’in
İnsan hayatının iman açısından iyi veya kötü bir Fâtiha’sız namaz olamayacağını belirtirken (Müs-
şekilde sona ermesi anlamında bir tâbir. ned, II, 241, 278; İbn Mâce, “İķāme”, 11; Tirmizî,
Sözlükte “tamamlamak, bitirmek, sona erdirmek” “Mevâķītü’ś-śalât”, 116) amaçlarından biri de her
anlamına gelen hatm (hitâm) masdarından türe- rek‘atta okunan bu sûrenin, dünya ve âhiret mut-
miş bir isim olup “son, sonuç, nihayet” demek- luluğuna erdirecek hak yoldan ayrılmama şuuru-
tir. İslâmî gelenekle yetişen toplumlarda hâtime nu sürekli tazelemesini sağlamaktır. Ayrıca Âl-i

193
Vadi-i Hamuşan
İmrân sûresinde (3/8) yer alan, “Rabbimiz! Bizi meselâ söylendiği üzere şeytanın hile ve kurnazlı-
doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltip ğıyla imanın elden gitmesi düşünülemez. Dindar-
haktan çevirme” meâlindeki âyet de bu konuyla lık bir hayat tarzıdır ve insanlar yaşadıkları hayata
ilgilidir. Nitekim Taberî, âyetin tefsiri münase- göre son nefeslerini verirler.(1)
betiyle Resûl-i Ekrem’in şu duayı sık sık tekrar
(1) DİA; [HÂTİME - Muhammed Aruçi]; c. 16; s. 474
ettiğini kaydetmektedir: “Ey kalpleri halden hale
çeviren Allah! Benim gönlümü dinin üzere sâbit
kıl” (Câmiu’l-beyân, III, 125-126; krş. Müsned, IV, Hatm
182, 418; İbn Mâce, “Duâ”, 2; Tirmizî, “Ķader”, 7). Kırmak, öldürmek anlamındaki hatm kökü, ce-
Hz. Peygamber’in namazlardan sonra okuduğu hennemin isimlerinden biri olan ve “kırıp geçir-
rivayet edilen dualardan biri şöyledir: “Allahım! mek” anlamında abartma kipindeki “hutame”nin
Senden niyazım şudur ki ömrümün en hayırlısı türediği kelimedir.(1)
son demleri, amelimin en hayırlısı bitimi, gün- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 23, s. 266
lerimin en hayırlısı da sana kavuştuğum gün ol-
sun” (Nevevî, s. 69; Heysemî, X, 110). İsmâil b.
Muhammed el-Aclûnî, “Rabbim! Bütün işlerde Hat Tarihi
âkıbetimizi hayırlı kıl, bizi dünya mahcubiyetin- Arap harflerinden doğarak İslâm medeniyetinde
den ve âhiret azabından koru” şeklindeki bir du- müstakil ve olağan üstü bir mevki kazanan güzel
ayı Resûlullah’a nisbet etmiş ve bunun hâtime- yazı sanatı.
tü’l-hayr ile ilgili olarak nakledilen dua olduğunu Tarihçe. “Yazmak, çizmek; kazmak; alâmet koy-
söylemiştir (Keşfü’l-Hafâ, I, 180). Benzer dua ve
mak” anlamlarındaki Arapça hatt masdarından
niyazların ashaptan itibaren birçok müslüman ta-
türeyen ve “yazı, çizgi; çığır, yol” gibi mânalara
rafından yapıldığı şüphesizdir (bazı örnekleri için
gelen hat kelimesi (çoğulu hutût ve ahtât), te-
bk. Makrîzî, vr. 354a-b).
rim olarak “Arap yazısını estetik ölçülere bağlı
Başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere bütün İslâmî kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı (hüsnü’l-hat,
kaynaklarda, dünya ve âhiret mutluluğu anlamın- hüsn-i hat)” anlamında kullanılmıştır. Kaynaklar-
daki kurtuluş samimi imana ve elden geldikçe iyi da genellikle “cismanî aletlerle meydana getirilen
davranışa bağlanmaktadır. Ancak insanın başlan- ruhanî bir hendesedir” şeklinde tarif edilen hat
gıçta iyi yolda bulunurken daha sonra kötülüğe sanatı, bu tarife uygun bir estetik anlayış çerçe-
yönelmesi ve bu haliyle ebediyet âlemine intikal et- vesinde yüzyıllar boyunca gelişerek süregelmiştir.
mesi mümkündür. Bunun için kişinin ümitle korku
İslâm dinini kabul eden hemen hemen bütün ka-
arasında olması, yani Allah’ın engin rahmetine gö-
vimlerin dinî bir gayretle benimsediği Arap yazı-
nül bağlamakla beraber kendini güvencede görüp
sı, hicretten birkaç asır sonra İslâm ümmetinin
fazilet kazanma ve kemalini arttırma yolunda zaaf
ortak değeri haline gelmiş, aslı ve başlangıcı için
göstermemesi gerekir. Kötü sonuçtan korkma bu
doğru olan “Arap hattı” sözü zamanla “İslâm hat-
mânada anlaşılmalıdır. Bu sebeple, irşad faaliyet-
tı” vasfını kazanmıştır. Arap yazı sisteminde harf-
lerinde sakındırma (inzâr) yöntemini kullanmayı
lerin çoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna
tercih eden kişilerin müminin son nefesindeki
durumunu fazlasıyla tehlikeli göstermeleri naslar gelişine göre yapı değişikliğine uğrar. Harflerin
çerçevesindeki İslâmî telakki, Allah’ın adalet ve lu- birbirleriyle bitiştiklerinde kazandıkları görünüş
tufla muamele edişi prensibiyle bağdaşmadığı gibi zenginliği, aynı kelime veya cümlenin çeşitli kom-
insan psikolojisine de ters düşmektedir. Kurtuluş pozisyonlarla yazılabilme imkânı, sanatta aranı-
dindarlığa, dindarlık da samimi inanç ve dürüstlü- lan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.
ğe bağlı olduğuna göre kurtuluş için önemli olan ki- Şarkiyatçıların, Suriye ve Sînâ yarımadasında İslâ-
şinin hayatı boyunca mümin ve dürüst kalmasıdır. miyet’ten önceki asırlara ait Arapça kitâbeler üze-
Son nefeste, ömür boyu izlenen yolun dışında lehte rinde yaptıkları araştırmalar, Arap yazı sisteminin
veya aleyhte beklenmedik gelişmelerin olması ve (hurûfü’l-hicâ) aslen Fenike yazısına bağlanan bi-

194
Vadi-i Hamuşan
tişik Nabat yazısının bir devamı olduğunu ortaya VIII. yüzyılın sonlarından itibaren hat sanatkâr-
koymuştur. Kuzey Arabistan’dan Hicaz bölgesine larının güzeli arama gayretinin neticesinde ölçü-
intikal eden Nabat yazısının farklı karakterde iki lü olarak şekillenmeye başlayan yazılar “aslî” ve
üslûbu olduğu bilinmektedir. Câhiliye devrinde “mevzun hat” ismiyle anılmıştır. İbn Mukle’nin
“cezm” ve “meşk” diye adlandırıldığı rivayet olu- (ö. 328/940) nizam ve âhengini kaidelere bağla-
nan bu yazılar, İslâmiyet’ten sonra hicreti takip dığı bu yazılara “nisbetli yazı” mânasına “mensûb
eden bir asır içinde büyük gelişmeler kaydetmiş hat” da denilmiştir.
ve tedrîcen güzelleşerek sanat yazısı seviyesine Bilhassa mushaf yazımında parlak devrini sürdü-
yükselmiştir. ren ve yayıldığı yerlere göre farklılıklar gösteren
İslâm’dan önceki dönemde en fazla işlendiği böl- kûfî hattı, Kuzey Afrika ülkelerinde daha yuvar-

H
geye nisbetle Enbârî, Hîrî, İslâm’ın doğuşunda laklaşarak özellikle Endülüs ve Mağrib’de Mağribî
Mekkî, hicretten sonra Medenî isimlerini alan adıyla önemini korumuş, İran’da ve doğusunda
geometrik, dik ve köşeli cezm tarzı Arap hattıyla ise “Meşrık kûfîsi” adını ve karakterini alarak ak-
kitap haline getirilmiş ilk metin olan Kur’an, deri lâm-ı sittenin yayılışına kadar kullanılmaya de-
(parşömen) üstüne siyah mürekkeple noktasız ve vam etmiştir. Daha çok âbidelerde görülen iri kûfî
harekesiz biçimde yazılmıştır. Süratli yazılabilen hattı, bazı bezeme unsurlarıyla birlikte tezyinî bir
meşk tarzı ise günlük yazılarda kullanılmış, yuvar- mahiyet kazanmıştır. Tezyinî kûfî hattının çiçekli,
lak ve yumuşak karakterinden dolayı sanat icrası- yapraklı, örgülü olarak tanınan şekillerine bilhas-
na uygun bir hal almıştır. sa kitap başlıklarında ve âbidelerde rastlanmakta-
Emevîler devrinde Şam’da gelişmesi ve yazılma- dır. Hendesî bir hat cinsi olan satrançlı (murabba)
sı hızlanan meşk tarzı yazıdan zamanla yeni hat kûfî de âbide yazısı olarak kullanılmıştır ki bazı
çeşitleri doğmaya başlamış, bu arada kalem ağız- kaynaklar bunu “ma‘kılî” veya “bennâî” olarak da
larının hangi ölçüde olması gerektiği de tesbit adlandırmaktadır.
edilmiştir. Yeni hat çeşitleri arasında büyük boy Yukarıda verrâkī adıyla zikredilen mensûb hattın
yazılara mahsus olan celîl (celî) ve resmî devlet umumiyetle kitap istinsahında kullanılan ve “nes-
yazılarında kullanılan standart büyük boy tomar hî” denilen şeklinden XI. asrın başlarında muhak-
(tûmâr) ilk bilinenlerdir. Tomar kaleminin üçte kak, reyhânî ve nesih hatları doğmuştur. Bu dev-
ikisi “sülüseyn” ve üçte biri “sülüs” ismiyle ve ayrı rin parlak ismi olan İbnü’l-Bevvâb (ö. 413/1022),
iki kalem, dolayısıyla iki ayrı yazı cinsi olarak ge- İbn Mukle yolunu değiştirmiş ve bu üslûp XIII.
liştirilmiştir. Daha sonra “riyâsî, kalemü’n-nısf, yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Aynı
hafîfü’n-nısf, hafîfü’s-sülüs” gibi yeni hat nevile- yolda çalışan İbnü’l-Hâzin (ö. 518/1124) tevkī‘ ve
ri de ortaya çıkmıştır. Bu yazı cinslerinin bazıla- rikā‘ yazılarına yön vermiştir. Nihayet XIII. yüz-
rı, nisbet ifade eden isimlerinden de anlaşılacağı yılda Yâkūt el-Müsta‘sımî (ö. 698/1298) aklâm-ı
gibi tomar hattı esas alınarak onun belli oranda sitte denilen sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkī‘,
(yarım, üçte bir, üçte iki) küçültülmüş kalemiyle rikā‘ hatlarını en gelişmiş şekliyle tesbit etmiştir.
yazılıyor, bu küçülmede yazılar yeni özellikler ka- Ancak bu grup içinde yer alan sülüs hattının, to-
zanırken yazma aletinin adı olan kalem bu nisbete mar hattından doğan önceki sülüsle boy ve şekil
dayanılarak hat mânasına da kullanılıyordu. Kale- bakımından fazla benzerliğinin kalmadığı anlaşıl-
min çeşitli nisbetlerde küçülmesine bağlı olmadan maktadır. O zamana kadar düz kesilen kamış ka-
belirli kullanım alanları için ihdas edilen “kısas, lemin ağzını eğri kesen Yâkūt’un bu buluşu hatta
muâmerât” gibi yazılar hakkında ise kalem yerine büyük bir letâfet kazandırmıştır. Aklâm-ı sittenin
hat tabiri kullanılmıştır. bütün kaideleriyle hat sanatındaki yerini alma-
Abbâsîler devrinde gittikçe artan ilim ve sanat ha- sı üzerine sicillât, dîbâc, zenbûr, müfettah, harem,
reketleri sayesinde büyük merkezlerde ve bilhassa muallak, mürsel gibi birçok hat cinsi unutulmaya
Bağdat’ta kitaba karşı bir ilgi uyanmıştı. Bunları terkedilmiştir.
yazarak çoğaltan verrâkların kullandıkları yazıya Yâkūt’un ölümünden sonra onun aklâm-ı sitte an-
“verrâkī, muhakkak” veya “ırâkī” adı verilmiştir. layışı, yetiştirdiği üstatlar vasıtasıyla Bağdat’tan

195
Vadi-i Hamuşan
Anadolu, Mısır, Suriye, İran ve Mâverâünnehir’e Hat sanatında Şeyh Hamdullah (ö. 926/1520),
kadar yayıldı. Aklâm-ı sitte sülüs-nesih, muhak- önceleri Yâkūt üslûbunu en güzel ve mükemmel
kak-reyhânî, tevkī‘-rikā‘ şeklinde birbirine tâbi biçimiyle yürütürken hâmisi ve talebesi Sultan II.
ikili gruplar halinde sıralanabilir. Bayezid’in teşvik ve tavsiyesi üzerine Yâkūt’un
Bu üç gruptan sülüs, muhakkak, tevkī‘ ağız ge- eserlerini bir estetik değerlendirmeye tâbi tuttu
nişliği 2 mm.; nesih, reyhânî, rikā‘ ise 1 mm. ci- ve kendi sanat zevkini de katarak bunlardan yeni
varında olan kamış kalemle yazılır. Yazı karakteri bir tarz ortaya koymayı başardı. “Şeyh üslûbu”
itibariyle muhakkak ile reyhânî, tevkī‘ ile rikā‘ denilen bu tarz ile Osmanlı-Türk hat sanatında
birbirine çok benzeyen yaşları farklı iki kardeşi Yâkūt devri kapanıyordu. Nitekim Kanûnî Sul-
hatırlatır. Sülüsle nesih arasında ölçüleri dışında tan Süleyman döneminde Yâkūt tavrını yeniden
da belirgin şekil farklılıkları vardır. Nesih hattının canlandıran Ahmed Şemseddin Karahisârî’nin (ö.
çok ince yazılan şekline toz kadar küçük görüldü- 963/1556) hat anlayışı kendinden bir nesil sonra
ğünden “gubârî” hattı denilir. unutulmuştur. Ancak Karahisârî mektebinin celî
sülüste zamanına göre Şeyh Hamdullah vadisin-
Eski kaynaklarda “ümmü’l-hat” olarak adlandı-
den daha başarılı olduğu muhakkaktır.
rılan sülüs aklâm-ı sitte içinde sanat göstermeye
Şeyh Hamdullah devrinde aklâm-ı sitteden sülüs
en uygun olanıdır. Yuvarlak ve gergin karakteri,
ve nesih Türk zevkine çok uygun geldiği için sürat-
sülüse şekil zenginliği ve yeni istiflere açık olma
le yayılmış ve mushaf yazımında sadece nesih hat-
imkânı vermiştir. Bu durum, âbidelerde kullanı-
tı kullanılmaya başlanmıştır. Bu devirde muhak-
lan ve uzaktan okunabilmesi için ağzı çok geniş
kak ve reyhânînin yuvarlak harflerinin azlığı ve
kalemle yazılan veya satranç usulüyle büyütülen
geniş oluşu yüzünden benimsenmediği, yavaş ya-
celî (iri) sülüs hattında daha da çarpıcıdır. Sülüsün
vaş unutulduğu, ancak elin melekesini arttırmak
veya celî sülüsün, kelime yahut harf grupları bir-
için eski hat üstatlarını takliden yazılan murak-
birinden koparılmadan yazılan şekline “müselsel”,
ka‘larda rastlandığı görülmektedir. Bir istisna ola-
aynı iki ibarenin karşılıklı yazılarak ortada kesişen
rak muhakkak hattı ile besmele yazılması geleneği
şekline de “müsennâ” denir.
zamanımıza kadar devam edegelmiş, rikā‘ daha
Nesih hattının harflerinde yuvarlaklık belirgin ol- cazip bir üslûba bürünerek “hatt-ı icâze” adıyla
makla beraber daima satır nizamına tâbi olduğun- bilhassa hattat imzalarında ve icâzetnâmelerinde
dan istife uygun değildir. Bu sebeple nesih uzun yer almış, tevkī‘ ise pek ender kullanılmıştır. Şeyh
metinlerin ve özellikle de mushafın yazımında Hamdullah’tan sonra yetişenler onun gibi yazma
kullanılmıştır. Eski matbaa hurufatı da nesihle gayretiyle hareket ettiklerinden hattatların başa-
hazırlanmıştır. Birbirinin kardeşi sayılan mu- rısı “Şeyh gibi yazdı” veya “Şeyh-i sânî” sözleriyle
hakkak ve reyhânî hatlarında düz harf unsurları anılır olmuş, bu durum 150 yılı aşkın bir süre de-
hâkim olduğundan satır nizamına uygun gelmiş, vam etmiştir.
XVI. yüzyıla kadar genellikle büyük boy mushaflar
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Hâfız Osman (ö.
muhakkak, küçük boy mushaflar da reyhânî hat-
1110/1698), Şeyh Hamdullah’ın üslûbunu bir ele-
tıyla yazılmıştır. Yine bu devirde muhakkak-rey- meye tâbi tutarak kendine has bir hat şivesi orta-
hânî veya muhakkak-nesih hatlarının ikili, bazan ya koymuş, böylece Şeyh üslûbu yerini Hâfız Osman
sülüs de eklenerek üçlü kullanıldığı mushaflar üslûbuna terketmiştir. Hâfız Osman’ın hat sana-
mevcuttur. Tevkī‘ ve rikā‘ da Osmanlı’nın ilk üç tında açtığı çığır bütün haşmetiyle sürüp gider-
asrında resmî yazışmalar, nâdiren de kitap çoğalt- ken bir asır sonra İsmâil Zühdü (ö. 1221/1806)
mak için kullanılmıştır. Bu altı cins yazı, hareke ve kardeşi Mustafa Râkım (ö. 1241/1826), onun
ve diğer yardımcı okuma işaretlerinin kullanıldığı yazılarından ilham alarak kendi şivelerini oluştur-
yazılardır. Türkçe metinlerde nesih, tevkī‘ ve rikā‘ dular. Bu döneme kadar sülüs hattı ile mükemmel
yazılarının harekesiz yazıldığı da görülmektedir. eserler verildiği halde onun daha kalın şekli olan
İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı Devleti kül- celî sülüs yazısında bediî ölçüler bir türlü sağlana-
tür ve sanat açısından ileri bir seviyeye ulaşmıştı. madığından ortaya kötü örnekler çıkıyordu. Nite-

196
Vadi-i Hamuşan
kim Hâfız Osman’ın bile yazdığı celî yazılar onun Emevî, Abbâsî, Fâtımî, Eyyûbî, Memlük, Selçuk-
şanına lâyık değildir. Mustafa Râkım, sülüs ve lu, İlhanlı, Timurî, Safevî, Akkoyunlu gibi devlet-
nesih yazılarında olduğu gibi celî sülüste de gerek ler ve hânedanlar devrinde daima ilgi çekici bir
harf gerekse istif mükemmeliyetiyle bütün hat sanat olarak görülen hüsn-i hat, hükümdar veya
üslûplarının zirvesine çıktı ve Hâfız Osman üslû- devlet büyüklerinin himaye ve ilgisiyle yükselişi-
bunu sülüsten celîye aktarmayı başardı. Padişah ni sürdürmüştür. Meselâ Yâkūt el-Müsta‘sımî’nin
tuğralarını da ıslah ederek onları güzelliğin son hâmisi olan son Abbâsî halifesi Müsta‘sım-Billâh,
noktasına ulaştırdı. Bu sebeple celî sülüs hattını kitap sanatlarının kendi devrindeki kırk üstadını
ve tuğrayı Râkım öncesi-Râkım sonrası şeklinde “kitâbhâne” adıyla anılan saray atölyesinde topla-
sınıflandırmak yerinde olur. Râkım’dan sonra yan Timur’un torunlarından sanatkâr Gıyâseddin

H
gelen celî üstadı Sâmi Efendi de (ö. 1912) İsmâil Baysungur, Herat Sultanı Hüseyin Baykara ile ve-
Zühdü’nün sülüs harflerini celîye tatbik ederek ziri Ali Şîr Nevâî bu hususta ilk akla gelen isimler-
Râkım yoluna yeni bir şive vermiş, celî sülüs is- dir. İstanbul’un fethinden sonra hat sanatının li-
tifini doldurmakta kullanılan hareke ve yardımcı derliğini alarak bunu beş asra yakın devam ettiren
işaretleri, ayrıca rakamları en cazip biçimde yaz- Osmanlı Devleti’nin hükümdarları arasında II. Ba-
mayı başarmıştır. Onun çağdaşı olan veya ondan yezid, IV. Murad, II. Mustafa, III. Ahmed, II. Mah-
sonra yetişen Çarşambalı Ârif Bey, Mehmed Nazif mud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Reşad fiilen hat
Bey, Ömer Vasfi ve kardeşi Mehmed Emin Yazıcı, sanatı ile meşgul olmuşlardır. İstanbul’un hat sa-
İsmail Hakkı Altunbezer, Macit Ayral, Mustafa natındaki müstesna yeri İslâm âleminde, “Kur’ân-ı
Halim Özyazıcı ve Hamit Aytaç gibi üstatlar celîde Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstan-
hep bu üslûba sadık kalmaya çalışmışlardır. bul’da yazıldı” ifadesiyle tescil edilmiştir.(…)
Osmanlılar’ın son devrinde mimari, mûsiki ve
Râkım ile aynı devirde yaşayan Mahmud Celâ-
tezyinî sanatlar Batı tesiriyle soysuzlaşırken hat
leddin Efendi de (ö. 1245/1829) sülüs ve nesih
sanatında bir gerileme olmamıştır. Bu durum,
yazılarında Hâfız Osman’dan aldığı şiveyi geliş-
bünyesine tesir edebilecek benzeri bir sanatın
tirmiş, fakat üslûbu celîye dönünce katılaşıp sert
Avrupa’da bulunmayışı, üslûp sahibi hattatlar
ve donuk bir hal aldığından celî yazısıyla Râkım’ın
elinde usta-çırak esasına göre sağlam kaidelerle
karşısında tutunamamıştır.
nesilden nesile intikali ve zamanla kendi bünyesi
Kazasker Mustafa İzzet Efendi (ö. 1876) ve ondan içinde yenilenme kabiliyetine sahip oluşu şeklin-
yetişen Mehmed Şefik Bey, Abdullah Zühdü Efen- de özetlenebilecek üç sebebe bağlanabilir. Harf
di, Çırçırlı Ali Efendi ve Muhsinzâde Abdullah devriminden sonra hızlı bir unutulma dönemine
Hamdi Bey, Hâfız Osman - Celâleddin - Râkım ka- giren hat sanatının bugün az sayıda meraklısı bu-
rışımı bir üslûpta karar kılmışlardır. Onlarla çağ- lunmaktadır. Yeni nesillerin bu sanata uzak olu-
daş olan Mehmed Şevki Efendi (ö. 1887), sülüs ve şuna mukabil Batı’nın gittikçe artan ilgisi garip
nesih yazılarını Hâfız Osman ve Râkım’dan aldığı bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir. Hat sanatı,
ilhamla o devre kadar görülen en mükemmel sevi- günümüzde İslâm dünyasında sanat, kültür ve
yeye çıkarmış ve bu yazılarda zirve olarak kalmış- siyaset sahalarında yaşanan buhran ve huzursuz-
tır. Mehmed Şevki Efendi’nin talebesi Bakkal Ârif luklara paralel olarak geçmişteki ihtişamını kay-
ve Fehmî efendilerle Sâmi Efendi’nin yetiştirdiği betmiş görünmesine rağmen tarihî bir zaruret ve
Kâmil Akdik bu yolun seçkin temsilcileridir. Ârif ihtiyaçtan dolayı Türk sanatındaki yerini koruya-
Efendi’den hat meşkeden Şeyh Azîz er-Rifâî’nin bilmiştir.(1)
davet edildiği Mısır’da, dolayısıyla İslâm âleminde
(1) DİA; [HAT - M. Uğur Derman] c. 16; s. 427-437
Şevki Efendi tavrını yaymada büyük hizmeti geç-
miştir. Kazasker mektebine mensup olan Kayışzâ-
de Hâfız Osman (ö. 1894) ve Hasan Rızâ efendi- Hattat
ler, nesih hattı ile Kur’ân-ı Kerîm yazmada zirveye El yazısı çok güzel olan ve hüsn-i hatta icazet al-
ulaşan isimlerdir.(…) mış kişi.(2) Eski harflerle sanat eseri yazı, kitap,

197
Vadi-i Hamuşan
levha, kitabe, vs. yazan sanatkâr. Osmanlı devrin- lik” denilen bir kitapçılık zanaatı geliştirilmiştir.
de çok kalabalık bir sınıftı ve yüz binlerce kişi bu Uygulayana “vassâl” adının verildiği bu zahmetli
işle geçinirdi.(1) işlem kısaca şöyle tanıtılabilir: Kitabın her yapra-
ğının iki yüzündeki yazılı kısım dikkatlice kesilip
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
çıkarıldıktan sonra dört kenarının pahı alınarak
(2) Pala, İskender. a.g.e.
yaprak inceltilir. Diğer taraftan kitabın aslî eba-
dına uygun çift yapraklık kâğıtlar ciltlenirken sırtı
Hattat Fehad Paşa Türbesi-İstanbul oluşturacak hizasından ikiye katlanır. Sonra her
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 455 iki yaprağın da yazılı kısmın oturtulacağı sahası
belirlenip burada aynı ebatta pencere açılır ve bu
kısım kesilerek çıkartılır. Kâğıdın üstünde açılan
Hattat Mustafa Rakım Efendi Türbesi- pencerenin kıyıları hususi çekiciyle dövülerek her
İstanbul tarafından kıl inceliğinde genişlemesi sağlanır.
(1) Pur, Doğan. “Meşhur Hattat Ünyeli Mustafa Rakım Yazılı kısmın dört kıyısı da inceltildikten sonra
Efendi Hayatı Ve Türbesi.” İstanbul (2007). s. 26, hafifçe tutkallanarak açılan bu pencerenin üstü-
(2) Envanter. a.g.e. No:93 ne oturtulduğunda her tarafından yapışıp iyice
kaynar. Kuruyunca yine çekiçle dövülerek bunla-
rın üst üste bindiği yerdeki kalınlaşma önlenir.
Hattın Kullanıldığı Yerler
İki kâğıdın birbirine vasledildiği sınırın üstüne
Hat sanatı ile verilen eser çeşitleri şöyle sıralana- altın cetveller de çekilince kitabın vassâle tami-
bilir: ri geçirdiği ancak dikkatli bir incelemeden sonra
1. Kitaplar. Hat sanatının böylesine itibar bul- anlaşılabilir. Bu işlemler bittikten sonra katlanan
masının asıl kaynağı ve sebebi Kurân-ı Kerîm’dir. ikili yapraklar iç içe getirilerek cüz (forma) teşkili
Kur’an’ın önceleri parşömen, daha sonra kâğıt sağlanır ve bunlar sırtından dikilerek ciltlenir.
üstüne muhtelif hat nevileriyle yazılmış sayısız Yazma kitaplarda, sağ sayfanın sol alt köşesinde
örneği dünyanın çeşitli müze, kütüphane ve ko- meyilli olarak yazılmış kelime bir sonraki sayfanın
leksiyonlarında bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm ilk kelimesidir ve okumada kopma olmadan geçişi
ve cüzleri, en‘âm-ı şerifler, evrâd-ı şerifler, delâi- hazırlar. Hatim sürülürken mushafın karşı sayfa-
lü’l-hayrâtlar, hat sanatının kitap şeklinde rastla- sına geçişte bu kelime okuyana zaman kazandıra-
nılan dinî mahiyetteki numunelerindendir. Hadis rak mânayı karıştırabilecek duraklamayı da önler.
mecmualarının da hüsn-i hatla yazılmış seçkin “Müş‘ir, rakîb, çoban” gibi isimlerle anılan bu tek
örnekleri vardır. kelime sayesinde sayfa numarası konma âdetinin
Edebî eserler arasında divanlar ve şiir mecmuaları olmadığı eski devir yazmalarındaki varak karışık-
dinî olmayan yazma kitapların en geniş kesimini lığına da bir ölçüde çare bulunabilir.
oluşturur. Bunun dışında edebî ve tarihî eserler 2. Kıta. Orta boyda bir kitap ebadındaki kâğıdın
de hayli yekün tutar. Bunların metinde nakledi- tek yüzüne bir veya birkaç nevi hatla yatık veya
len hadiseleri tasvir eden minyatürlerle süslenmiş dik konumda yazılan, ekseriya dikdörtgen biçi-
müstesna örnekleri mevcuttur. Her yazma kita- mindeki hat eserleri için kullanılan bir tabirdir.
bın hat değeri taşıdığı söylenemez. İlmî bakımdan Yazılması tamamlanmış kıta bir mukavvaya ya-
büyük kıymeti olan birçok eser alelâde hatla ya- pıştırıldıktan sonra dört tarafından tezhip edile-
zılmıştır. Buna çoğu müellif nüshaları da dahildir. rek veya ebrû kâğıdı yapıştırılarak bezenir.
Kütüphanelerdeki yazma eserler henüz hat değeri 3. Murakka‘. Çeşitli şekillerde bezenmiş kıtaların
itibariyle esaslı bir incelemeye tâbi tutulmamıştır. bir araya getirilip ciltlenmesiyle hazırlanan al-
Hat değeri taşıyan yazma kitaplar, çok okunma- bümlere denir. Bilhassa XVIII. yüzyıldan itibaren
nın ve sayfalarının elle çevrilmesinin tabii sonucu birçok güzel murakka‘ örneğine rastlanmaktadır.
olarak özellikle dış alt köşelerinden fersûdeleşir. 4. Tomar (tûmâr). Dikdörtgen biçimindeki mu-
Bu kitapların yenilenmesi maksadıyla “vassâleci- kavvaya yapıştırılmamış kıtaların üstten ve alttan

198
Vadi-i Hamuşan
birbirine yapıştırılıp tutturulması ile oluşan ve to- eski kitâbesi, Fâtih Sultan Mehmed devri hattat-
mar (rulo) halinde sarıldıktan sonra buna bağlı bir larından Ali b. Yahyâ es-Sûfî’nin Bâb-ı Hümâyun’a
deri mahfazayla korunan hat eserleridir. Tomar yazdığı üst tarafı müsennâ olarak tanzim edilmiş
XVI. yüzyıldan sonra yerini murakkaa bırakmıştır. 883 (1478) tarihli celî sülüs şaheseridir.
5. Levha. XIX ve XX. yüzyıllarda bilhassa Osman- Son iki asrın olgunluğa ermiş hat anlayışına göre
lılar’da celî yazılarla revaç bulan levhacılık, hüsn-i celî sülüste Mustafa Râkım’dan (Fâtih Camii hazî-
hattın çerçevelenerek çeşitli mekânlardaki duvar- re kapıları ve çeşme üstü), celî ta‘likte Yesârî Meh-
larda yer almasını sağlamış, böylece bir güzelliği med Esad Efendi’den (Üsküdar Hacı Selim Ağa
hem okuma hem de seyretme imkânı vermiştir. Kütüphanesi ve Fâtih Türbesi içi) itibaren kitâbe-
6. Hilye. İlk örnekleri Hâfız Osman tarafından lerin en güzel örneklerine yine İstanbul’da rastla-

H
tertip edilen hilyeler, Hz. Peygamber’in fizikî ve nır. Bilhassa Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi celî
ahlâkî vasıflarını anlatan levhalardır. ta‘likle latif kitâbeler bırakmıştır. Sâmi Efendi’nin
7. Cami yazıları. Camilerde bünyesinde hareke de Bahçekapı’daki Yenicami Sebili’ne yazdığı celî
işaretleri de bulunan celî sülüs hattı tercih edil- sülüs kitâbe, kendisinden sonra gelen hattatlara
miştir. Mihrabın üzerinde yer alan âyet (el-Bakara bu hususta rehber olmuştur.
2/144; Âl-i İmrân 3/37 veya 39) çoğunlukla mer- 9. Resmî yazılar. Hazırlandığı sırada hangi padi-
mere işlenmiştir. XVI. yüzyılda ise çiniye nakşedi- şah tahtta bulunuyorsa onun tuğrasını taşıyan fer-
lenler daha yaygındır. Cami duvarını veya kubbe man, berat ve menşur, mülknâme, nâme-i hümâ-
kasnağını çepeçevre saran kuşak yazısıyla kubbeyi yun gibi örnekler eskiden tomar halinde yahut
ve yarım kubbeleri doldurup süsleyen kubbe ya- katlanmış olarak saklanırken yakın zamanlardan
zısı da hep celî sülüsle yazılır. Kubbe yazıları, ya- itibaren bir resim gibi duvarları süslemeye başla-
zının iğnelenmiş kalıbından nakkaşlar eliyle koyu mıştır. Bu yazılar, hat ve bezeme sanatı bakımın-
renge boyanmış sıva üstüne işlenir.(…) dan kısaca değerlendirildiğinde şunlar söylenebi-
8. Kitâbeler. Cami, tekke, mektep, medrese, han, lir: Gelişmesini ağır ağır sürdürerek Fâtih Sultan
çeşme, hamam, sebil, kütüphane gibi herhangi bir Mehmed döneminde ilk tekâmülünü tamamlayan
âbidenin ekseriya dış, bazan da iç cephesinde yer tuğra, devletin haşmetine uygun olarak Kanûnî
alan veya nişan taşı, mezar taşı gibi bir dikilitaş Sultan Süleyman devrinde klasik görünüşünün en
üzerindeki yazılar hakkında bu tabir kullanılmak- mükemmel şeklini bulmuştur. Görülebildiği ka-
tadır. Çoğunlukla, bulunduğu bina veya adına di- darıyla, altın mürekkebi kullanılarak tuğra çekilip
kildiği şahısla ilgili bilgiler ihtiva eden kitâbelerin bunun kıyılarının is mürekkebiyle tahrirlenmesi,
metinleri devrin şairlerince kaleme alınır, sonra hatta tuğranın arasındaki boşlukların tezhiplen-
da bir hat üstadına yazdırılır. Manzumenin son mesi de Fâtih’le başlamaktadır. Bu eserlerin tezyi-
bir veya iki mısraında o yılın tarihi düşürülür. Her ninde XVII. asrın başlarına kadar tezhip sanatının
biri sayı olarak ayrı değer taşıyan Arap asıllı harf- bütün hünerlerinin gösterildiği, hatta zaman za-
lerin tarih mısraında toplandığı zaman kitâbenin man tuğranın gelin duvağı misali bezemelerle ör-
hicrî tarihini göstermesi, bunun eksik veya fazla- tüldüğü muhteşem bir dönem süregelmiştir. XVII.
sının bir üstteki mısrada giderilmesi manzume- yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak tezhip ağırlığı
nin şairinin yeteneğini ortaya koyar. Kitâbeler tuğrada zaman zaman görülmüş, XVIII. yüzyılda
ekseriya mermere kabartma şeklinde oyularak tezyinatta Batı tesiri başladıktan sonra tuğranın
hazırlanır. Kuşak yazılarında olduğu gibi kitâbeler şekli de tezhibi de süratle bozulmuştur. Mustafa
de koyu renkli zeminde varak altınla kaplanabi- Râkım’ın getirdiği ölçülerle XIX. yüzyılın başından
lirse de dış tesirlere çok uzun zaman dayanmaz. itibaren bir orantı şaheseri haline dönüşen tuğra-
Bir saçak altında yer aldığı için iklim tesirlerinden nın artık tezhiplenmesine de gerek duyulmamış,
korunan bazı kitâbelerin de çiniye nakşedildiği yerine göre Batı tesiri altında güneş ışınlarının ya-
görülür. Celî sülüs ve bilhassa Türkçe kitâbelerde yılmasını tasvir eder gibi bol altınlı bezemeye yer
harekesiz olması dolayısıyla celî ta‘lik en çok kul- verilmiştir. Râkım’ın başlattığı yeni tuğra şekli,
lanılan yazı türüdür. İstanbul’un en muhteşem âbide kitâbeleri üstüne konulan tuğralarda sıkça

199
Vadi-i Hamuşan
görülür. Dîvân-ı Hümâyun’dan sâdır olan evrakta rının fazlaca bulunabileceği yerlerden birisi de eski
ise nâdiren rastlanır. Tuğranın en güzel, tezhipsiz mezarlarımız ve mezar taşlarımızdır. Bilhassa kül-
sade örnekleri II. Abdülhamid devrinden Osman- tür hayatımızda mühim mevkilere sahip olan şah-
lılar’ın sonuna kadar çekilmiştir. siyetlerin “mezar taşları”nın genel olarak devrinin
Osmanlı Devleti’nin ilk asırlarında resmî bel- en ünlü hattatları tarafından yazılmış olması, bu
gelerde kullanılan hat cinsi tevkī‘ yahut rikā‘ ile alanı birer açık müze haline getirmiştir.(1)
sınırlıdır ve bu sebeple rahat okunur. İran’ın ka- (1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 99
dîm ta‘lik hattının ilhamıyla Osmanlı divanîsi XV.
yüzyıl sonlarında, bunun celî divanî adıyla anılan
Hatun Sultan Türbesi-Kastamonu
harekeli ve ihtişamlı şekli de XVI. yüzyılda İstan-
bul’da teşekkül etmiş, bu sanatlı ve zor okunan (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43,
yazılarla devlet yazışmalarının herkesçe okunabil- (2) Keçeci, Mehmet. a.g.e. s. 56,
mesi önlenmiş, ayrıca bir kanal şeklinde ilerleyen (3) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 10
ve sonunda yükselen satırlardaki girift yazının
arasına herhangi bir harf veya kelime ilâve edi- Hatuncuklar Türbesi-Makedonya
lerek sahtekârlıkta bulunma ihtimali de bertaraf
edilmiştir. Her iki yazının en mükemmel ve kai- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139
deli devri XIX. yüzyılda başlamıştır. Hattatların (2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 96
yazdıkları eserlere imza koymaları en tabii hakları
olmakla beraber Dîvân-ı Hümâyun’dan sâdır olan Hatuncuklar Türbesi-Makedonya
bu gibi gözde evrakın tuğrasında da yazı kısmın-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 633
da da kâtip imzası hiçbir vakit görülmez. Hatta
bunları yazan hattatlara, divanî ve celî divanîyi
Dîvân-ı Hümâyun dışında kullanamayacakları hu- Hatuniye (Ümmü Sultan) Türbesi-İzmir
susunda yemin ettirildiği rivayet olunur. (1) Eroğlu. Süreyya. a.g.e, s. 127
Ferman, berat ve menşurlarda tuğra, divanî ve
celî divanî yazıları için siyah, la‘l (kırmızı), yeşil ve
Hatuniye Camii Türbesi-Tokat
mavi mürekkeplerin, ayrıca altın mürekkebinin
satırlara göre kullanılması, bu iki yazı nevinden (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 110
hangisiyle yazılacağı, zeminin zerefşan bırakılma-
sı gibi hususlar Osmanlı teşrifatına göre özel mâ- Hatuniye Camii Türbesi-Kahramanmaraş
nalar ifade etmektedir. Ancak devletin itibarını
(1) Kahramanmaraş Beld. a.g.e. Cilt 2, s. 1016
en muhteşem şekliyle gösteren bu vesikalar hak-
kında hat ve tezyinatı bakımından şimdiye kadar
ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Hatuniye Türbesi-Erzurum
Yukarıda sıralananlar dışında hat sanatı İslâm ta- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43,
rihi boyunca ağaç, deri, mühür, yüzük, meskûkât, (2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 43
seramik kandil, miğfer üstü, kılıç üstü gibi çok
değişik sahalarda uygulanmaya çalışılmış, ancak
bunların büyük bir kısmında hattın kalemden çık- Hatuniye Türbesi-Mardin
masındaki güzellik kaybolmuştur.(1) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43
(1) DİA; [HAT - M. Uğur Derman] c. 16; s. 427-437
Hatuniye Türbesi-Bursa
Hatti Bezeme (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 75,
Türk İslâm sanatları arasında önemli bir yere sa- (2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 160,
hip olan ‘Hat Sanatı’ örneklerinin en güzel olanla- (3) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 179

200
Vadi-i Hamuşan
Hâtuniye Türbesi-Suriye b. Bazı şeyler üzerinde manevi etki yapmak ve bazı
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 259
hastalıkları iyileştirmek için belli şartlarda, belli
miktarda okunan veya yazılan dualar.(1)(2)
c. Duyu alma işi, duyumlar,(2) duyu.(3)
Hatunlar Türbesi-Sinop
d. Özel bilgiler ve özel hallere sahip veliler anla-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43 mında bir tasavvuf terimi.(3)
e. Nesnelerle harf, kelime ve duaların gizli özellik-
Hava Türbesi-İran-Meşet lerinden faydalanarak gayibden haber verdiği
veya varlıklar üzerinde etkili olduğu ileri sürü-
(1) Kalafat, Yaşar.2 a.g.e. s. 5
len bir ilim.(3)

H
f. Tasavvufta, Allah’a vasıl olmaya yönelmiş kişi-
Havai Baba Türbesi-Ahlat ler.(5)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 g. Kendilerini halktan ayrı gören ve üstün sayan
kimselerin oluşturduğu sınıf.(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Havala Dizdarı İsmail Bey Kulonoviç Türbesi-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bosna Hersek
(3) DİA;
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 158 (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) Kaya, Doğan. a.g.e.
Havânık
Tekkeler,(2)(3) hankahlar, büyük tekkeler.(1) Havatin Türbesi-İstanbul
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Envanter. a.g.e. No:45,
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (3) Aydın, Yüksel İ. a.g.e.S. 92

Havari Havf
a. Hz. İsa’nın, İncil’i ve onun esaslarını yaymakla a. Korkma duygusu, korku, fobi.(2)
görevlendirdiği yakın dostu ve tilmizi olan on b. İnsanın Allah katındaki durumu hakkında his-
iki yardımcıdan her biri.(1)(2)(3)(4) settiği korku ve kaygıları ifade etmek üzere kul-
b. Yardımcı, Allah yolunun yardımcıları, Peygam- lanılan bir terim.(1)
berlerin fikirlerini yaymada yardımcı olanlar- c. Süluk makamlarından biri. Dervişin ettiği iba-
dan her biri.(5)(6) deti görmeyerek kendisini korku içinde hisset-
mesi.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) DİA; [HAVF - Mustafa Kara] c. 16; s. 528-531
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA;
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Havf Düşüncesi
(6) Akay, Hasan. a.g.e.
İnsanın Allah katındaki durumu hakkında hisset-
tiği korku ve kaygıları ifade etmek üzere kullanı-
Havas lan bir terim.
a. Bir toplumda okumuş yazmış olanlar sınıfı, ileri Sözlükte “korkmak, kaygılanmak, endişe duy-
gelenler, seçkin sınıf,(1) okumuşlar, bilginler.(2) mak” gibi anlamlara gelen havf kelimesi, genellik-
Tahsilli, medreseli seçkin zümreye verilen ad. le “hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden

201
Vadi-i Hamuşan
veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden Bazı âyetlerde, insanın mutlaka “rabbinin maka-
duyulan kaygı ve korku” şeklinde tanımlanmıştır mı”nda durup hesap vereceğini bilerek bundan
(et-Tarîfât, “Havf” md.; krş. Gazzâlî, IV, 155, 158). korkması ve ona göre davranması gerektiği (me-
Râgıb el-İsfahânî havfı, “insanın tahmin ettiği selâ bk. Hûd 11/103; İbrâhim 14/14; er-Rahmân
veya açıkça bildiği bir emareye dayanarak başına 55/46); diğer âyetlerde de “Allah’ın hidayetine
kötü bir hal geleceğinden kaygılanması” olarak ta- uyan” (el-Bakara 2/38), “iyi bir mümin olarak ken-
rif etmiştir (el-Müfredât, “Hvf” md.). dini Allah’a teslim eden” (el-Bakara 2/112), “iman
edip iyilik ve barış yolunda çaba harcayan” (el-
Gazzâlî’nin, “ileride kötü bir durumla karşılaşıla-
En‘âm 6/48), “iman ettikten sonra istikamet üze-
cağı beklentisinin insanın ruhunda sebep olduğu
re olan” (el-Ahkāf 46/13) kimselerle “Allah dostla-
elem ve huzursuzluk” şeklindeki tanımı ise havfa
rı” (Yûnus 10/62) için âhirette korkulacak (havf)
psikoloji açısından bakan bir yaklaşımın sonucu-
ve üzülecek (hüzn) bir durum olmadığı bildirilir.
dur.
Bir kısım âyetlerde havf ümit ve yakarışla birlikte
Tasavvufî eserlerde bu tanımlar daha da özelleş-
dua, zikir ve tesbihin âdâbı arasında gösterilir (el-
tirilerek havf kelimesinin, bilhassa Allah korkusu
A‘râf 7/56, 205; er-Ra‘d 13/13; es-Secde 32/16).
ve âhiret hayatıyla ilgili ağır endişeler için kulla-
nılan bir terim haline getirildiği görülmektedir. Havfın dünyevî korku ve kaygılarla ilgili olarak
Nitekim Tehânevî, havfın tasavvuftaki anlamını kullanıldığı âyetlerin önemli bir kısmında da
“isyanlardan ve günahlardan dolayı hayâ ve elem herhangi bir dinî konuyla ilişkisinin kurulduğu
duymak” şeklinde özetler (Keşşâf, I, 444). görülür. Meselâ Allah’ı seven ve O’nun sevgisini
kazanmış olan dindarların yüksek niteliklerinden
Kur’ân-ı Kerîm’de havf kökünden gelen veya aynı
söz edilirken dolaylı olarak haksız kınama ve eleş-
anlamdaki diğer masdarlardan türeyen fiil ve isim-
ler 124 yerde geçmekte; bunların yarısına yakını tirilerden korkulması din duygusundaki zayıflığa
dünyevî korku ve kaygıları, diğerleri ise Allah kor- bağlanır (el-Mâide 5/54).
kusu, azap korkusu, âhiret kaygısı, günah işleme endi- Başka bir âyette açlık, mal ve can kaybı gibi mu-
şesi gibi dinî kaygıları ifade etmektedir. Bu âyetle- sibetler yanında dünyevî korkular da Allah’ın in-
rin birinde Allah Teâlâ, “İşte o şeytan yalnız kendi sanları imtihan etmek üzere bu dünyada onları
dostlarını korkutabilir. Şu halde onlardan korkma- mâruz bıraktığı sıkıntılar arasında zikredilmiştir
yın, benden korkun” buyurur (Âl-i İmrân 3/175). (el-Bakara 2/155).
Hz. Âdem’in, aralarında anlaşmazlık çıkan iki oğ- Havf kelimesi hadislerde de yukarıdaki anlamla-
lundan biri diğerine kendisini öldürmeye kalkışsa rıyla sıkça geçmektedir. Hz. Peygamber ümmeti
bile yine de ona el kaldırmayacağını belirterek, için birer tehlike olarak gördüğü şirk, fitne, dec-
“Çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korka- câl, dünya tutkusu, zenginlik gibi mânevî tehli-
rım” der (el-Mâide 5/28). En‘âm sûresinin (6/15) kelerle ilgili korku ve kaygılarını havf kelimesiyle
Hz. Peygamber’e hitap eden, “De ki: Ben rabbime ifade etmiştir (meselâ bk. Müsned, IV, 124, 126;
isyan edersem kesinlikle büyük bir günün azabı- Buhârî, “Cenâiz”, 73; “Riķāķ”, 7; Müslim, “Fiten”,
na uğrayacağımdan korkarım” meâlindeki âyette 110; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 12). Bu hadislerin bi-
havf hem günah işleme endişesini hem de uhrevî rinde, “Ümmetim adına yoldan çıkarıcı yönetici-
ceza korkusunu anlatmaktadır. lerden endişe ederim” denilmektedir (Ebû Dâvûd,
Hz. İbrâhim de inkârcılıkta ısrar eden babası “Fiten”, 1; Tirmizî, “Fiten”, 51).
Âzer’i, “Babacığım! Senin Allah’ın azabına çar- Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadislerde haşyet,
pılmandan ve sonuçta şeytanın yakını olman- takvâ, işfâk, vecel ve rehbet kelimeleri veya türev-
dan korkuyorum” diyerek uyarmıştır (Meryem leri havf ile aynı ya da yakın anlamları ifade eden
19/45). Âyetlerde, kişinin sadece kendisi adına kavramlar olarak geçmektedir. Saygıyla karışık bir
değil başkası adına duyduğu korku ve kaygıların korku olan haşyet, Fâtır sûresinin 28. âyetindeki
da havf kelimesiyle ifade edildiği görülmektedir kullanımından da anlaşılacağı üzere daha ziyade
(meselâ bk. Hûd 11/26, 84; Gāfir 40/26). kendisine saygı duyulan varlık hakkındaki bilginin

202
Vadi-i Hamuşan
bir ürünü olarak ortaya çıkar (el-Müfredât, “Hşy” korkusuyla âhiret kaygısının ruhlarında meydana
md.). Nitekim, “Ben Allah hakkında sizden daha getirdiği derin tesirlerle şekillendirmeye çalışmış-
çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim sizinkin- lardır. Bilhassa Hasan-ı Basrî ve zamanla onun et-
den daha fazladır” anlamındaki hadisle (Buhârî, rafında toplanan âbid ve zâhidler, korku ve hüzün
“Edeb”, 72; Müslim, “Feżâil”, 127, 128), Allah’ın halini dinî hayatlarının temel belirleyicisi olarak
kulları arasında O’nu en iyi bilenlerin O’ndan en algılamışlardır.
çok haşyet duyanlar olduğunu ifade eden hadîs-i Abdullah b. Mes‘ûd, Kur’an ehlinin hüzünlü olma-
kudsîde (Dârimî, “Muķaddime”, 34) haşyetle bilgi sı ve gözyaşı dökmesi gerektiğini söylüyor (Ebû
arasındaki bu ilişki özellikle vurgulanmıştır. Nuaym, I, 130); Ebû Zer el-Gıfârî, “Allah’ın hakla-
Sözlükte “kişinin kendini korktuğu şeyden koru- rını yerine getirme yolundaki çabalarım etrafımda

H
ması” anlamına gelen takvâ, terim olarak “insanın dost, hesap gününden duyduğum korku bedenim-
haramlarla birlikte bazı mubahları da terkedecek de et bırakmadı” diyordu. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî vali
derecede titiz davranarak kendini günah işlemeye olarak gittiği Basra’da halka yaptığı bir konuşma-
sevkeden şeylerden koruması” şeklinde tarif edil- da, “Üzücü sıkıntılardan ve ayak sesleri duyulan
miştir (el-Müfredât, “vķy” md.). fitneden başka dünyadan ne beklenebilir!” diyor,
âhiret azabından bahsediyor ve müslümanlardan
İşfâk kelimesi Kur’an’da havf anlamında kulla-
ağlamalarını istiyordu (a.g.e., I, 263). Böylece ce-
nıldığı gibi (el-Meâric 70/27) biraz daha farklı
hennemden korkup göz yaşı dökmek kulluğun ve
olarak “kaygı verici bir durumla karşılaşmaktan
zühdün alâmeti olarak görülüyordu.(1)
korkmak, çekinmek, ürpermek” mânasında da
geçmektedir (meselâ bk. el-Enbiyâ 21/49; eş-Şûrâ (1) DİA; [HAVF - Mustafa Kara] c. 16; s. 528-531
42/18, 22). İbn Kayyim el-Cevziyye, işfâkın hem
korku hem de ümit içerdiğini belirtir (Medâri- Havf Tasavvuru
cü’s-sâlikîn, I, 555).
Korku ve üzüntüye dayalı dindarlık anlayışı son-
Râgıb el-İsfahânî’ye göre vecel korku hissetme du- raki dönemlerde de devam etmiştir. Herim b.
rumunu (el-Müfredât, “vcl” md.), rehbet şiddetli Hayyân, “Dehşetli kıyametten korkuyorum” diye
veya telâşlı korkuyu (a.g.e., “rhb” md.) ifade eder. sızlanıyor (a.g.e., II, 120), Âmir b. Kays’ın zühdü
Ancak çeşitli âyetlerde bu son kelimenin de havf cehennem ateşinden korkmakla başlıyordu (Ali
ve takvâ ile aynı anlamda kullanıldığı görülmekte- Sâmî en-Neşşâr, III, 111-112). Câhiz’in bildirdiği-
dir (meselâ bk. en-Nahl 16/51-52; el-Haşr 59/13). ne göre bu dönemde âbidlerin en önemli takarrüb
Aşırı dinî korku ve kaygıdan dolayı bir hücreye yolu ve korkanların merhamet dileme vasıtası ağ-
kapanıp kendini ibadete veren hıristiyan keşişle- lamaktı (el-BuHalâ, s. 5-6).
re eski Araplar’ca “rehbet” kökünden gelen râhib
Zühd anlayışının tasavvufa dönüşmesinden sonra
ismi verilmiştir. Bu kelime çoğul şekliyle (ruh-
da havf, hüzün ve ağlamaya büyük önem verilmiş,
bân) Kur’ân-ı Kerîm’de geçmekte (el-Mâide 5/82;
hemen bütün tanınmış sûfîler havf konusunda
et-Tevbe 9/31, 34), ayrıca bir âyette (el-Hadîd
değişik yorumlar yapmışlardır. Ebû Tâlib el-Mek-
57/27) rahbâniyye kelimesi yer almaktadır. kî esasen Allah’a inanan her insanın O’ndan kork-
İnsanın Allah katındaki durumu, ölüm ve ölüm- tuğunu, fakat bu korkunun derecesinin Allah’a
den sonraki hayatı, uhrevî sorumluğu, cehennem yakınlık derecesine göre değiştiğini söyler (Ķū-
azabı gibi hususlarla ilgili âyet ve hadisler, ilk tü’l-ķulûb, I, 226-227). Ebû Nasr es-Serrâc, “On-
dönemlerden itibaren özellikle dinî hassasiyeti lardan değil benden korkun” (Âl-i İmrân 3/175)
gelişmiş müslümanlar üzerinde derin etkiler bı- meâlindeki âyetin irfan sahiplerine, “Rabbinin
rakmış; Ebü’d-Derdâ, Ebû Zer el-Gıfârî, Abdullah huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cen-
b. Mes‘ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Huzeyfe b. Yemân net vardır” (er-Rahmân 55/46) mânasındaki âye-
gibi sahâbîler; başta Hasan-ı Basrî olmak üzere tin ortada olanlara, “Onlar kalplerin ve gözlerin
Âmir b. Abdullah, Herim b. Hayyân, Üveys el-Ka- allak bullak olduğu bir günden korkarlar” (en-Nûr
ranî gibi tâbiîn ileri gelenleri hayatlarını, Allah 24/37) meâlindeki âyetin de avam düzeyinde bu-

203
Vadi-i Hamuşan
lunanların korku anlayışına işaret ettiğini söyler risinde haramlarla birlikte haram olup olmadığı
(el-Lüma, s. 89). şüpheli olan davranışlardan, hatta helâllerin ihti-
Buna göre havfın en yüksek derecesi doğrudan yaç fazlası olanlarından bile uzak durmak anlamı-
doğruya Allah’tan korkmaktır; ikinci âyette işaret na geldiğini belirtir (Ķūtü’l-ķulûb, I, 226).
edilen havf, doğrudan Allah’tan korkmaktan ziya- İlk dönemlerden itibaren başta Hasan-ı Basrî ol-
de hesap vermekten korkma anlamı taşıdığı için mak üzere hemen bütün zâhid ve sûfîler havf ile
derecesi ilkine göre biraz daha düşüktür. Üçüncü hüzün arasındaki ilişki üzerinde önemle durmuş-
âyette ise asıl korkulan şey âhiret dehşeti olduğu, lardır. Hasan-ı Basrî’nin etrafında Basra’da oluşup
Allah korkusu biraz daha geri planda kaldığı için yayılan zühd mektebinin temel özelliği hüzün,
havfın bu düzeyi en alt mertebe olarak görülmüş- havf ve bükâ (ağlama) kelimeleriyle özetlenir.
tür. Bu üçlü derecelendirmenin bir benzeri He- Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hasan-ı Basrî’yi “havf ve
revî’nin Menâzilü’s-sâirîn’inde tekrar edilmiştir. hüzünle dost olmuş, kaygı ve kederle kaynaşmış,
Ebû Tâlib el-Mekkî tasavvufî faziletler içinde töv- uyku ve istirahati yitirmiş” diye niteler (Hilye, II,
be, sabır, şükür ve recâdan sonra ele aldığı hav- 131-132). Şah b. Şücâ‘ hüznü havfın alâmeti olarak
fın, bütün korku makamlarını kapsayan bir terim görmüş; Zünnûn el-Mısrî bu düşünceyi, “Aşk ko-
olduğunu belirttikten sonra bu makamları şöyle nuşturur, hayâ susturur, havf hüzünlendirir” şek-
sıralamıştır: linde ifade etmiştir. Abdullah b. Hubeyk, en faydalı
1. Takvâ. Müttakiler, sâlihler ve âmillerin maka- korkunun gaflet içinde geçen yıllara hüzünlenmeyi
mıdır. ve geri kalan zaman üzerinde düşünmeyi sağlayan
korku olduğunu söylemiştir (Attâr, s. 449).
2. Hazer. Zâhidler, vera‘ ehli ve huşû sahiplerinin
makamıdır. Fudayl b. İyâz ve Ahmed b. Seyyid, havf sahibini
3. Haşyet. Âlimler, âbidler ve muhsinlerin maka- bütün yaratıkların kendisinden korktuğu insan
mıdır. olarak görmüş, İbnü’l-Cellâ ise konuya farklı bir
4. Vecel. Zikredenlerin, Allah’a boyun eğenlerin açıdan bakarak Allah’tan korkan kişiyi “bütün
ve âriflerin makamıdır. mahlûkatın kendisinden emin olduğu kimse” diye
tarif etmiştir (Kelâbâzî, s. 147).
5. İşfâk. Sıddîklar, şehidler ve âşıkların makamı-
dır (Ķūtü’l-ķulûb, I, 241). Abdullah b. Hubeyk, ancak zorlayıcı bir havf ve ra-
hatsız edici bir şevkin kalpleri şehevî arzulardan
Tasavvufî eserlerde dinî korku ve kaygıları ifade
kurtarabileceği kanaatindedir (Hücvîrî, s. 229).
eden bu kavramlar üzerinde önemle durulmuş,
bunların anlamları ve ilişkileri konusunda bir- Ebû Hafs el-Haddâd havfı bir meşale olarak ta-
birinden az çok farklı daha başka açıklamalar da savvur etmekte, kalpte bulunan hayır ve şerrin
yapılmıştır. Meselâ Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin bu meşalenin yardımıyla görülüp ayırt edilebile-
mürşidi Ebû Ali ed-Dekkāk âyetlerde geçen havf, ceğini düşünmektedir. Ebû Süleyman ed-Dârânî,
haşyet ve heybet kelimelerinden hareketle havfı bir kalbin harap olmasını havf duygusunun yok
imanın, haşyeti ilmin, heybeti ise mârifetin şartı ola- olmasına bağlarken Hâtim el-Esam havf ile ibadet
rak görmüştür. Ebü’l-Kāsım el-Hakîm, havfı haş- arasındaki münasebete dikkat çekmiş ve onu iba-
yet ve rehbet diye ikiye ayırdıktan sonra rehbet detin süsü olarak görmüştür. Hâris el-Muhâsibî
sahibinin kaçmaya, haşyet sahibinin ise Allah’a Allah’tan korkmayı âhiretteki sorumluluk esasıyla
sığındığını ifade etmiştir (el-Risâle, s. 264). Diğer irtibatlandırmış, Abdullah b. Mübârek havfı mu-
bir anlayışa göre havf genel olarak bütün mümin- rakabenin neticesi olarak açıklamıştır.
lerin, haşyet âlim ve âriflerin, heybet muhabbet Sûfîler, havf halinin sürekliliği konusunda farklı
ehlinin, iclâl de mukarrebînin vasfıdır (İbn Kay- görüşler ileri sürmüşlerdir. Muâz b. Cebel, sırat
yim el-Cevziyye, I, 550). köprüsü geride kalmadıkça korkunun devam ede-
Ebû Tâlib el-Mekkî, havf ile vera‘ arasındaki ilişki ceğini söyler. Buna karşılık Ebû Osman el-Hîrî’ye
üzerinde durarak vera‘ın havftan kaynaklanan bir göre korkan kişinin korku ile ünsiyet kurması ve
hal olduğunu ve bu halin, huşû ve teslimiyet içe- onu bir tür alışkanlık haline getirmesi onun bütün

204
Vadi-i Hamuşan
dinî-ahlâkî hassasiyetini yok edebilir. Çünkü havf, ları gidermek ve hevâ ateşini söndürmek” şeklinde
kişiyi günah ve hata işleme konusunda sürekli özetleyerek bu etkileri göstermeyen bir havf hali-
tedbirli ve ihtiyatlı kılan bir şuur halidir; halbuki nin dengeli olmadığını belirtir. Zira havfın zayıf
alışkanlıkta şuur ve iradenin canlılığı ve etkinliği olan derecesi belirtilen sonuçları gerçekleştirmeye
kaybolur. Fudayl b. İyâz, korku halini yaşayan bir yetmez, aşırı olanı da arzu ve istekleri büsbütün öl-
insanı en iyi şekilde yine bu hali yaşayan insanla- dürür; aklı, tabiatı ve mizacı bozar; kişiyi ümitsizli-
rın anlayabileceğini şu benzetme ile açıklamıştır: ğe sevkeder (Ķūtü’l-ķulûb, I, 238). Gazzâlî de hav-
Evlâdı ölen bir anne, yanında evlâdını kaybeden fın ifrat, tefrit ve itidal derecelerinin bulunduğunu
bir anne görmek ister. belirterek ifrat şeklinin ümitsizlik ve karamsarlığa,
Havf konusuna geniş yer veren ve onu sistematik hatta psikolojik rahatsızlıklara yol açacağını, tefrit

H
olarak inceleyen ilk sûfî müellif Ebû Tâlib el-Mek- şeklinin ise gevşeklik ve lâubalilik doğuracağını,
kî’dir. Daha sonra Gazzâlî İhyâü ulûmi’d-dîn’de, dolayısıyla bu ikisinin ortasının bulunması gerek-
önemli ölçüde Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Ķūtü’l-ķulûb tiğini ifade eder. Gazzâlî, aşırı korkunun ümitsizli-
adlı eserinden faydalanarak kendinden önceki ğe yol açan, akıl ve beden sağlığına zarar veren ve
sûfîlerin tariflerine yeni boyutlar getirmiştir. Ona mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık oldu-
göre havfın sebebi ilim ve mârifettir. Mârifet ki- ğunu belirtir (İhyâ, IV, 157-158, 166).
şiye hem kendi kusurlarını hem de Allah’ın celâl Sûfîlerin havf dolayısıyla üzerinde durdukları
ve kudretini gösterir. Havfın neticesinde ise iffet, bir başka husus da sû-i hâtimedir. Zira insanın
vera‘ ve takvâ erdemlerine ulaşılır. Bu erdemler ölüm anındaki dinî durumu onun âhiretteki ko-
bir taraftan insanın kalbine nüfuz ederek dünya, numunun en son belirleyicisi olacaktır. Bu yüz-
madde ve menfaate karşı bir ilgisizlik meydana den sûfîler en çok sû-i hâtimeden korkmuşlardır.
getirirken diğer taraftan onun bedenî davranışla- Çünkü kişi yaşadığı hayata uygun olarak ölecek ve
rına tesir ederek günahlardan uzak durmasını ve ölümündeki haline uygun olarak haşredilecektir
edep kaidelerine uymasını sağlar. (a.g.e., IV, 178, 179).
Gazzâlî, müminin havf halini ilim ve mârifetle İsrâ sûresinin 57. âyetindeki, “Allah’ın rahmetini
yaşaması gerektiğini söyler. Çünkü mârifetten kor- umarlar, azabından korkarlar” ifadesini dikka-
ku, korkudan zühd, sabır, tövbe ve ihlâs doğar. Buna te alan sûfîler havf ile recâ (ümit) kelimelerini
gücü yetmeyenler bu hali yaşayanlarla sohbet daima bir arada kullanmışlardır. Yahyâ b. Muâz,
etmeli, buna da imkân bulamayanlar söz konusu “Havf ve recâ imanın iki direğidir, bunlara sarılan
halle ilgili olayları takip ederek bunlardan ders çı- sapıklığa düşmez” der;
karmalı, ayrıca konuyla ilgili kitapları okumalıdır.
Necmeddîn-i Kübrâ da havfın recâya ağır basma-
Gazzâlî’ye göre havf hali nefsânî arzuların önüne
sının insanı kara kış gibi soğuk fikirlere sürükle-
geçerse iffet, haramlardan sakındırırsa vera‘, şüp-
heli şeylerden uzak tutarsa takvâ, Allah’a mânen yebileceğine, aksi durumda da yoldan çıkmanın
yaklaştırmayan şeylere engel olursa sıdk adını söz konusu olabileceğine işaret eder (Tasavvufî
alır (İhyâ, IV, 156). Gerçek mutluluk, muhabbet Hayat, s. 124). Aynı sûfî havf ve recâyı İslâm, kabz
ve mârifetle Allah’ı sevmek ve O’nunla ünsiyet ve bastı iman, heybet ve ünsü takvâ ve irfan ma-
kurmakla gerçekleşir. Muhabbet mârifetle, mâri- kamıyla irtibatlandırmış, havfın mükemmel şekli-
fet tefekkürle, ünsiyet sevgi ve zikirle meydana ne ilimle ulaşılabileceğini söylemiştir.
gelir. Zikir ve tefekkür dünya sevgisini gönülden Hayr en-Nessâc Allah korkusunu bir kamçı olarak
çıkarmakla, dünya sevgisini gönülden çıkarmak tasavvur etmiş, terbiyesizliği alışkanlık haline ge-
zevk ve şehvetleri terketmekle, şehveti kırmak da tiren nefsin onunla yola getirileceğini belirtmiş,
korku ateşiyle mümkün olur (a.g.e., IV, 160-161). Ebû Bekir el-Vâsıtî ise havf ve recâyı kulun edebe
Sûfîlerin dikkat çektiği bir konu da havfın ifrat aykırı davranışlara sapmasını engelleyen bir geme
ve tefritinden sakınmaktır. Ebû Tâlib el-Mekkî, benzetmiştir (Kuşeyrî, s. 158).
olumlu bir havf halinin tesirlerini “tutkuları diz- Muhyiddin İbnü’l-Arabî mümini “havf ve recâsı
ginlemek, kötü alışkanlıkları yok etmek, taşkınlık- eşit olan kimse” şeklinde tarif eder (el-Fütûhât,

205
Vadi-i Hamuşan
VI, 87). Havf, recâ ve muhabbeti ibadetin bir- b. Cehennemin en derin, en şiddetli olan yedin-
birinden ayrılmaz üç şartı olarak gören Mekhûl ci tabakası.(1)(2)(8)(9) Kaynayıcı ateş, kızgın
en-Nesefî, “Allah’a sadece havf ile ibadet eden ateş, uçurum, çökmüş ve harabeye dönmüş
harûrî (hâricî), recâ ile kulluk eden mürciî, mu- yer. Kur’an’da hem isim, hem de cehennemin
habbetle ibadet eden zındık olur; her üçüyle bir- yedinci ve en şiddetli tabakasının özel ismi
likte kulluk eden ise tevhid ehlidir” demiştir (Ebû olarak(4) sadece bir yerde zikredilmiş ve aynı
Tâlib el-Mekkî, I, 242). Ebû Tâlib el-Mekkî’ye göre yerde “harareti yüksek ateş” diye tefsir edilmiş-
havf âlimlerin, recâ âbidlerin halidir; âlimin âbi- tir. Tartıları hafif, yani dünyada değersiz işler
de üstünlüğü ise ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir yapmış olan, kötülükleri ağır basan insanların
(a.g.e., I, 236). Ancak Gazzâlî, “Havf mı yoksa recâ annesi haviyedir. Onların yeri cehennem çuku-
mı daha üstündür?” şeklindeki soruyu, “Ekmek rudur. Haviye cehennemdir.(5) Haviye cehen-
mi, su mu daha önemlidir?” sorusu kadar saçma nemin adı olarak bir hadiste de geçmektedir.(3) 
bulur (İhyâ, IV, 164).
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kemal derecesine ulaşan ve vuslatı gerçekleştiren (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Allah dostları gelecekle ilgili endişeleri kalmadığı (3) DİA;
için havf ve recâ ile meşgul olmazlar. Çünkü bu (4) Akay, Hasan. a.g.e.
haller kişinin huzur ve sükûna kavuşmasına engel- (5) Ateş Süleyman, a.g.e., C. 11, s. 284;
dir. Nitekim Vâsıtî, “Havf kul ile Allah arasında bir (6) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 336;
perdedir. Hakkın tecelli ettiği gönülde havf ve recâ (7) İbn Kesir. a.g.e., s. 334;
söz konusu olmaz” demiştir. Zira gerçek hedef Al- (8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
lah’ın sevgi ve rızâsını kazanmaktır; korku bu yol- (9)Kanar, Mehmet. a.g.e.
da kullanılan bir âletten ibarettir (a.g.e., IV, 155).
Dinî hayatın önemli bir unsuru olan muhabbet
ile havfın birbirine göre durumu da tartışılmış, Havkale
“Kullukta Allah korkusu mu, Allah sevgisi mi esas Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh cümlesinin kısal-
olmalıdır?” sorusu ilk devirlerden itibaren sorula- tılmış şekli.
gelmiştir. Dini tebliğde havf ve recâ, korku ve sev- Arapça’da iki veya daha fazla kelimeden oluşan
gi dengesini bozarak korkuyu öne çıkaranlar zâ- bir cümlenin ilk iki yahut daha çok harfi alınarak
hid, vâiz, kaba sofu diye suçlanmıştır. Muînî’nin, bunlardan yeni kelimeler meydana getirilmekte-
“Sırât ile bizi korkutma vâiz lutf-i Hak çoktur/Gezen- dir. Havkale de bunlardan biri olup “her türlü de-
lerden işittik biz ki anda korkuluk yoktur” beyti, havf ğişim ve gücün kaynağı sadece Allah’tır” anlamına
taraftarlarına karşı olanların düşüncesine ilginç gelen “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” (‫ال حول وال‬
bir örnektir.(1) ‫قوة إ ّال باهلل‬
ّ ) şeklindeki dua ve zikir cümlesinin kısal-
(1) DİA; [HAVF - Mustafa Kara] c. 16; s. 528-531 tılmasıyla oluşturulmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu cümlenin tamamı bulunma-
Havil makla birlikte benzeri bir ifade mevcuttur. Her şe-
“Ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepkiyle” an- yin ilâhî irade ve güce bağlı olarak gerçekleştiğin-
lamına gelen can havliyle deyiminde geçer.(1) den gafil bulunan ve servetine güvenen inkârcı bir
kimse bir müminin diliyle uyarılırken bütün işle-
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. rin ilâhî iradeye göre cereyan ettiği, herkesin sa-
(2) http://www.kubbealtilugati.com/sonuclar.aspx? dece Allah’ın verdiği güç sayesinde işlerini başara-
km= HAVL&mi=0
bildiği belirtilmiş ve insanın daima, “mâşâallah lâ
kuvvete illâ billâh” (Allah diledikçe; bütün güç ve
Haviye kudret Allah’a aittir) demesi gerektiği ifade edil-
a. “Yukarıdan aşağıya düşmek” anlamındaki hüviy miştir (el-Kehf 18/39). Havkalenin aslını teşkil
kökünden isim olan haviye “uçurum, derin çu- eden cümlenin tamamı hadislerde geçmektedir.
kur” manasına gelir. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in, ezan okunurken

206
Vadi-i Hamuşan
“hay‘ale”den (hayye ale’s-salâh) sonra “lâ havle vîn, 3/20). Böylece Kitâb-ı Mukaddes yazarı, hav-
ve lâ kuvvete illâ billâh” dediği, günahları çok da vâ kelimesini “yaşamak” veya “yaşatmak” anla-
olsa bu zikre devam edenlerin affedileceği ve bu mındaki hâyah köküyle (La Sainte Bible: La Bible
zikri cennet hazinelerinden bir hazine olarak ni- de Jerusalem, s. 12; Ligier, s. 222) yahut “hayat”
telendirdiği bildirilmiştir (Müsned, I, 66, 71, 180; anlamındaki hayya ile açıklamaktadır (Ancien
Buhârî, “Eźân”, 7; Tirmizî, “Daavât”, 58). Testament, s. 49). Bununla beraber havvâ ke-
İslâm âlimlerinin çoğunluğu, hadislerde geçen bu limesinin etimolojisi tartışmalıdır. Tekvîn’deki
cümleyi havkale şeklinde kısaltmışlarsa da (İb- (3/20) etimoloji kelimeyi yaşamak (hâyah) köküy-
nü’l-Esîr, en-Nihâye, “hvl” md.) Cevherî ve İbn le bağlantılı kılmaktadır. Buna karşı, İbrânîce’de
Dihye naht* kaidelerine göre bu kısaltmanın yan- yaşamak fiilinin havvâh değil hayah olduğu itirazı

H
lış olduğunu, “havleka” şeklinde kısaltılması ge- yapılmakla birlikte (IDB, II, 181) havvâh kelime-
rektiğini ileri sürmüşlerdir. Zira havkale “yaşlı ve sinin “canlı, yaşayan” anlamındaki hayyâhın eski
zayıf bir kişinin yürüyüşü” mânasına gelir (Süyûtî, şekli olduğu belirtilmektedir (Dhorme, s. 11).
I, 483-484). Lexicon in Veteris Testamenti’de (Leiden 1953)
havvâ kelimesinin dokuz muhtemel kökü veril-
Havkalenin ifade ettiği mânaya dair görüşler-
mekte olup başlıcaları şunlardır:
de bazı farklılıklar vardır. Ashaptan Abdullah b.
Mes‘ûd’a atfedilen bir rivayete göre, İbn Mes‘ûd a) Ârâmîce “yılan” anlamındaki hewyah veya
havkaleye şu anlamı vermiştir: “Kulun isyan ha- hiweya. Rabbânî yorumcular havvâh kelimesini
linden kurtulması ancak Allah’ın onu günahtan Ârâmîce’deki bu kökle irtibatlandırmaktadır.
korumasıyla mümkündür; yine kul itaat etme Buna göre yılan Havvâ’nın mahvolma sebebi,
gücüne ancak Allah’ın yardımıyla kavuşur”. Daha Havvâ da bu anlamda kocasının yılanı idi (EJd.,
sonraki dönemlerde havkale, “kâinatta cereyan VI, 979). Yakın zamanlarda havvâ kelimesinin
eden her hareket ve değişikliğin tamamen ilâhî Fenike yılan ilâhı hwt ile alâkasının kurulması
iradeye göre gerçekleştiği, varlıklara ait bütün sebebiyle bu etimoloji yeniden canlandırılmış-
gücün onlara Allah tarafından verildiği” şeklinde tır (a.g.e., VI, 979; ERE, V, 607);
daha geniş anlamlı bir terim olarak kullanılmıştır. b) Kartaca dilinde bir özel isim (tanrıça adı) olan
Buna göre havkale kulun bütün işlerinde Allah’a Hawwath.
muhtaç olduğunu, bütün fiillerini Allah’tan aldığı c) Sumerce’de “anne” anlamındaki ama. Bu kelime
güçle yaptığını ve dolayısıyla her an kulluk şuuru Akkadca’ya awa, oradan da İbrânîce’ye havvâh
içinde bulunması gerektiğini ifade eden bir kav- olarak geçmiştir.
ramdır.(1)
d) İbrânîce’de “çadırlar” anlamına gelen hawwoth.
(1) DİA, [Havkale - Ali Osman Koçkuzu] c. 16; s. 536 Bu etimolojiye göre kadın çadıra benzetilip isti-
are yoluyla ona bu isim verilmiştir.
Havlet Baba Türbesi-Diyarbakır e) Hiwwah (ilk anne).

(1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 149 f) Hayyâh (Kitâb-ı Mukaddes ve Talmud İbrânîce-
si’nde “canlı, yaşayan” demektir; Ligier, s. 222).
(…)
Havvâ
İslâm öncesi dönemde hıristiyan şair Adî b.
İlk kadın, Hz. Âdem’in zevcesi ve insan neslinin Zeyd’in bir şiirinde de rastlanan Havvâ adı (Ho-
annesi. rovitz, s. 108) Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekte, Hz.
İbrânîce Tevrat’ta adı Havvâh’tır. Tevrat’ın Yu- Âdem’le ilgili âyetlerde ondan Âdem’in zevcesi
nanca tercümesine Eva, Latince’ye Heva, buradan olarak bahsedilmektedir (el-Bakara 2/35; el-A‘râf
da Batı dillerine Eve şeklinde geçmiştir. Tevrat’a 7/19; Tâhâ 20/117). Bazı hadislerle konuya dair
göre insan neslinin annesine Havvâ ismi, bütün İslâmî literatürün tamamında ise Hz. Âdem’in
yaşayanların annesi olduğu için “canlı, yaşayan” hanımının ismi olarak zikredilmektedir. Ayrıca
anlamında Hz. Âdem tarafından verilmiştir (Tek- Havvâ kelimesi için “siyah” anlamındaki ahvânın

207
Vadi-i Hamuşan
müennesi, bir yer adı ve hatta Alkame b. Şihâb’ın Tevrat’taki bilgilerin aksine Kur’ân-ı Kerîm’de
atının adı şeklinde açıklamalar yapılmaktadır Hz. Âdem’in ilk günahı kadının teşvikiyle işledi-
(Lisânü’l-Arab, XIV, 207-208; Horovitz, s. 109). ğine dair hiçbir ifade yoktur. Nitekim Tevrat’ta
Kur’ân-ı Kerîm’de Havvâ’nın yaratılışından bah- yılanın Havvâ’yı, onun da Âdem’i kandırdığı be-
sedilmemekte, kocası Âdem ile birlikte cennete lirtilirken (Tekvîn, 3) Kur’an’da şeytanın ikisinin
yerleştirilmeleri ve sonra oradan çıkarılışları anla- içine vesvese soktuğu (el-A‘râf 7/20), ikisine de
tılmaktadır (el-Bakara 2/35-38; el-A‘râf 7/19-25; hata işlettiği (el-Bakara 2/36) bildirilmektedir.
Tâhâ 20/117-123). Yine Kur’an’da Hz. Âdem’in Tâhâ sûresinde (20/120-121), “Şeytan onun ak-
topraktan yaratıldığı belirtilmekte (Âl-i İmrân lını karıştırdı ve ‘Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını
3/59), öte yandan, “Ey insanlar! Sizi bir tek nefis- ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’ dedi.
ten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden Bunun üzerine ondan (ağacın meyvesinden) yedi-
birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinizden ler” denilmektedir. Muhtemelen bu âyette, vahye
sakının” (en-Nisâ 4/1; el-A‘râf 7/189; ez-Zümer muhatap olması sebebiyle asıl sorumluluk Âdem’e
39/6) denilmektedir. Genellikle müfessirler, âyet- ait olduğu için şeytanın doğrudan ona hitap ettiği
teki nefis kelimesiyle Hz. Âdem’in kastedildiğini bildirilmiş, Havvâ’ya hitabından söz edilmemiştir.
söylemekte ve buna delil olarak da şu hadisi gös- Yahudi-hıristiyan geleneğinde Havvâ ayartıcı ve
termektedirler: “Kadınlar hakkında hayır tavsiye baştan çıkarıcı olarak takdim edilirken Kur’an’a
ediniz (onlara iyi davranınız); çünkü kadın eğri göre insanlığın ilk çiftinin her birinin cennetten
kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga ke- kovulmasıyla sonuçlanan olaylardan erkek ve ka-
miğinin en eğri kısmı baş tarafıdır. Onu doğrult- dın eşit bir şekilde sorumlu tutulmuştur. Nitekim
maya çalışırsan kırarsın, hali üzere bırakırsan öyle Kur’an’da Âdem’in zevcesi Âdem’in kendisi gibi
eğri kalır. Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz” genellikle şeytanî düzenlerin kurbanı olarak res-
(Buhârî, “Nikâh”, 80; İbn Mâce, “Tahâret”, 77). Bu medilir ve yine Âdem gibi şeytanın ayartmasına
hadis, umumiyetle lafzî mânada yorumlanarak uymasından doğan sonuçlardan payını tamamıyla
Havvâ’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıl- alır. Buna karşılık Kur’an sonrası İslâmî gelenekte
dığı görüşünün benimsenmesine rağmen Tev- Havvâ imajı, çok defa kocasının cennetten atılı-
rat’a da uygun olan bu görüş bazı âlimlerce kabul şından tek başına sorumlu tutulacak kadar değiş-
edilmemektedir (Sâbûnî, I-II, 352-353; Münâvî, miştir (Smith-Haddad, VI/1 [1992], s. 64).
I, 503). Hadisi, kadınların hassas ruhî durumunu Kur’an’da yer almamasına karşılık hadislerde
belirten mecazi bir ifade olarak yorumlayan bir Havvâ’nın gerek yaratılışı gerekse cennetten çı-
kısım âlimler Hz. Peygamber’in bu açıklamasıy- karılıştaki rolüyle ilgili bilgiler mevcuttur. Birkaç
la, yaratılışın menşeinden ziyade kadınlara karşı hadiste Havvâ’nın adı anılmış (Müsned, V, 11;
dikkatli ve nazik davranılması gerektiğine dikkat Buhârî, “Enbiyâ”, 1; Tirmizî, “Tefsîr”, 4, 7; İbn
çektiğini kabul etmektedirler.(…) Mâce, “Tahâret”, 77), bazı hadislerde de Hav-
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgilere göre Âdem vâ’nın adı zikredilmeden kendisinden dolaylı
ile zevcesi Allah tarafından cennete yerleştirilir. olarak söz edilmiştir. Havvâ adının geçmediği
Orada bir ağacın meyvesi dışında her şeyden dile- bir hadiste kadının eğe kemiğinden yaratıldı-
dikleri gibi yiyecekleri, fakat o ağaca yaklaştıkları ğı belirtilirken Havvâ adının yer aldığı bir başka
takdirde zalimlerden olacakları bildirilir. Ancak hadiste, “Eğer Havvâ olmasaydı kadın cinsi eşine
şeytan her ikisini de kandırır ve yasak meyveden hıyanet etmezdi” denilmiştir (Buhârî, “Enbiyâ”, 1,
yerler. Bunun üzerine ayıp yerleri kendilerine gö- 25; Müslim, “Rađâ”, 62, 63). Hadis yorumcuları,
rünür ve cennet yapraklarından üzerlerini örtme- bu ifadeyle Havvâ’nın ilk günahtaki rolüne işaret
ye çalışırlar. Daha sonra Allah’tan kendilerini ba- edildiğini ileri sürerler. Meselâ İbn Hacer el-As-
ğışlamasını dilerler. Allah da yeryüzüne inip orada kalânî, “Havvâ şeytanın kendisine şirin gösterdiği
yaşayacaklarını, orada ölüp yine orada dirilecekle- şeyi kabul etmiş ve kendisi de bunu Âdem’e şirin
rini bildirir (el-Bakara 2/35-38; el-A‘râf 7/19-25; göstermiştir; işte hadisteki hıyanetin anlamı bu-
Tâhâ 20/115-123). dur” der (Fethu’l-bârî, VI, 424). Ancak aynı hadis,

208
Vadi-i Hamuşan
Havvâ’dan itibaren bütün kadınların cinsî cazibe- yeri de bilinmemektedir. Cidde’de ona nisbet edi-
leri dolayısıyla kocaları üzerinde dinî ve ahlâkî ba- len, Evliya Çelebi’nin ziyaret ettiği bir kabir Suudi
kımdan olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir etki yönetimi tarafından yıktırılmıştır (DİA, VII, 524).
gücüne sahip oldukları şeklinde de yorumlanmış- Peygamberliğin sadece erkeklere has olmadığını,
tır (Muhammed Gazâlî, s. 280-281, 286). kadınlardan da peygamber geldiğini ileri süren
Tarih, tefsir ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında Hav- Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye göre Havvâ da nebîdir.
vâ ile ilgili çoğu İsrâiliyat türünden çeşitli rivayet- Mâtürîdî âlimleri ise bunu kabul etmezler (DİA,
ler yer almıştır. Buna göre Allah Âdem’i cennete III, 487; XI, 446).(1)
yerleştirdiğinde Âdem orada yalnızdı. Onu ağır
(1) DİA; [HAVVÂ - Ömer Faruk Harman]; c. 16; s. 545
bir uykuya daldıran Allah sol böğründeki kabur-

H
ga kemiklerinden birini almış ve ondan Havvâ’yı
yaratmıştır. Bu ameliye sırasında Âdem hiç acı Havz-ı Behişt
çekmemiştir; çünkü eğer acı hissetseydi kadına Cennet havuzu.(1)(2)(3)
karşı meyli olmazdı. Daha sonra Havvâ’ya cennet
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
el-biseleri giydirilir, süslenir ve Âdem’in baş ucu-
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
na oturtulur. Âdem uykudan uyanınca onu görür
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ve Havvâ adını verir. Meleklerin bir sorusu üzeri-
ne de onun kadın olduğunu, canlıdan yaratıldığı
için ona Havvâ adını verdiğini bildirir; niçin yara- Havz-ı Kevser
tıldığı sorusuna da, “Her iki cinsin birbiriyle huzur
a. Cennetteki Kevser suyunun toplandığı havuz.
bulması için” karşılığını verir (krş. er-Rûm 30/21; (4) İçindeki su baldan tatlı, kardan soğuk olan,
el-A‘râf 7/189; Sa‘lebî, s. 22). Âdem topraktan
içenlerin bir daha susuzluk hissetmeyecekleri,
yaratıldığı için erkekler yaşlandıkça güzelleşmek-
ahirette Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetiyle
te, kadınlar ise etten yaratıldıkları ve et zamanla
yanında buluşacağı bildirilen cennet havuzu,
bozulduğu için yaşlandıkça çirkinleşmektedirler
nehir.(1)(2)
(Sa‘lebî, s. 22). Aynı kaynaklarda cennette yasak
meyveyi yemeleri için İblîs’in her ikisini de iğvâ- b. Sırattan geçenlerin cennete girebilmek için yı-
ya çalıştığı ve yasak meyveyi önce Havvâ’nın, ar- kandıkları havuz.(3)
dından Âdem’in yediği belirtilir. Saîd b. Müsey- (1) DİA; [HAVZ-ı KEVSER - Mustafa Ertürk] c. 16; s.
yeb’den nakledilen bir rivayette ise Âdem’in aklı 546-549
başında iken yasak meyveyi yemediği, bunun üze- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rine Havvâ’nın ona içki içirip sarhoş ettiği, sonra (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
da ağacın yanına götürerek Âdem’in yasak meyve- (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
den yemesini sağladığı ifade edilir.
Yine Kur’an dışındaki İslâmî kaynaklara göre Havz-ı Kevser
yasak meyveyi yemek suretiyle ilâhî emre karşı
Âhirette Hz. Muhammed’in ümmetiyle yanında
gelmeleri üzerine Âdem ile Havvâ cennetten çı-
buluşacağı bildirilen havuz ve nehir.
karılarak cezalandırılmış, erkek ve kadına verilen
müşterek cezalara ilâveten Havvâ’ya ve daha son- İslâmî literatürde havz, âhirette Resûl-i Ekrem’e
raki bütün hemcinslerine âdet kanaması, hamile- tahsis edileceği bildirilen çok büyük bir havuzu;
lik, ağrılı çocuk doğurma gibi birçok ceza verilmiş- sözlükte “çok, pek çok” anlamında bir sıfat veya
tir. Cennetten çıkarıldıktan sonra Havvâ Cidde’ye “ırmak” mânasında bir isim olan kevser de yine
inmiş ve Arafat’ta Hz. Âdem’le buluşmuş, yirmi Resûlullah’a ayrılan, bütün cennet ırmaklarının
batında kırk çocuk doğurmuş, Âdem’in ölümün- kendisinden doğduğu büyük bir su kaynağını veya
den bir yıl sonra vefat etmiş ve onun yanına nehri ifade etmekte, Arapça’da ayrı ayrı kullanılan
defnedilmiştir. Âdem’in kabri konusunda çeşitli bu iki kelime Türkçe’de havz-ı kevser şeklinde bir
görüşler mevcut olduğu gibi Havvâ’nın kabrinin tek terime dönüşmüş bulunmaktadır.

209
Vadi-i Hamuşan
Kur’an’da havz kelimesi geçmemekte, kevser ise ve’l-Medîne”, 5, “Feżâilü’l-Medîne”, 12, “İtiśâm”,
aynı adla anılan sûrede (el-Kevser 108/1) bir defa 16; Bakī b. Mahled, s. 81-82) bunun, söz konusu
zikredilmektedir. mahallin mânevî değerini ima eden ve Medine’de
Tefsirlerde hadislere dayanılarak (bk. Wensinck, oturmaya özendirme amacı taşıyan bir açıklama
el-Mucem, “hvż”, “kşr” md.leri; Miftâhu künû- olduğu söylenmektedir (İbn Hacer, XI, 401-402).
zi’s-sünne, s. 165-166) kevser kelimesine “Hz. Kare şeklinde olduğu belirtilen havzın (Müslim,
Peygamber’e cennette bahşedilen nehir” anlamı “Feżâil”, 27; İbn Ebû Âsım, II, 334) kenar uzunlu-
verildiği gibi daha yaygın olarak kelime Resûlul- ğu hakkında meselâ Kâbe ile Beytülmakdis, Hace-
lah’a lutfedilen nübüvvet, hikmet, ilim, çok sayıda rülesved ile Kûfe, Medine ile San‘a, Cerbâ ile Ez-
ümmet, tevhid vb. mânevî nimetler şeklinde de ruh, Aden ile Umman, ayrıca Eyle ile Aden, San‘a,
yorumlanmıştır (Taberî, XXX, 320-325). Cuhfe, Umman veya Mekke arasındaki mesafe ka-
Kevser sûresinin nüzûlüyle ilgili olarak Enes b. dar olduğu yönünde farklı rivayetler mevcuttur.
Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem Bundan başka, râvi tarafından Cerbâ ile Ezruh
kevseri rabbinin kendisine vaad ettiği bir nehir arasında yaya yürüyüşüyle üç günlük bir mesafe-
şeklinde açıklamış, bu nehrin üzerinde hayrı çok nin bulunduğu belirtilirken bazı rivayetlerde havz
olan bir havuz bulunduğunu ve kıyamet gününde kenarının bir aylık mesafe kadar uzun olduğu kay-
ümmetinin oraya geleceğini bildirmiştir (Müslim, dedilmektedir (Müslim, “Feżâil”, 27, 34; Tirmizî,
“Śalât”, 53). “Śıfatü’l-ķıyâme”, 15).
Muhtelif rivayetlerde söz konusu nehir, etrafı in- Havzın kenar uzunluğuyla ilgili farklı hadislerin
cilerle örülmüş kubbelerle çevrili, suyu gümüşten bir sıkıntı meydana getirebileceği düşüncesine
beyaz, miskten daha hoş kokulu, baldan tatlı gibi karşı Kurtubî, Hz. Peygamber’in bu konuda asha-
özelliklerle tanıtılır (meselâ bk. Buhârî, “Riķāķ”, bıyla birçok defa konuştuğunu ve her defasında
53). Bazı rivayetlerde ise havzın kevserin bir hitap ettiği toplumun havzın ölçüsünü kolayca
uzantısı olduğu, bu sebeple de havza kevser ismi- algılayabilmesi için onların bildiği yerleri, meselâ
nin verildiği, havz için kaydedilen sıfatların kev- Şamlılar için Ezruh ile Cerbâ’yı, Yemenliler için
ser için de kullanıldığı belirtilir (Beyhakī, s. 92-94; San‘a ile Aden’i örnek gösterdiğini, aynı şekilde
İbn Hacer, XI, 392). Hz. Peygamber mi‘racda veya kenar uzunluğu için belirtilen zamanın bazan bir
uykuda iken ya da minberde konuşurken kendi- ay, bazan da üç gün olarak zikredilmesinden mak-
sine havz ve kevserin gösterildiğine dair farklı sadın, çeşitli seviyedeki dinleyicilerinin anlayış
rivayetler vardır (Buhârî, “Riķāķ”, 53, “Megāzî”, kabiliyetine göre onun büyüklüğü hakkında bir
17, 27, “Cenâiz”, 73; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 23; fikir vermek olduğunu söylemektedir (et-Teźkire
Tirmizî, “Tefsîr”, 89). fî ahvâli’l-mevtâ, s. 349-350). Kādî İyâz ve Nevevî
Havzın cennette sadece Resûlullah’a tahsis edil- gibi âlimler de benzer açıklamalar yapmaktadır
miş bir yer olduğu kabul edilmekle birlikte kıya- (İbn Hacer, XI, 397-398).
met gününde diğer peygamberlerin de havuzları- Ancak rivayetlerde havzın kenar uzunluğu için
nın bulunacağını, onların havzın başına gelecek örnek gösterilen farklı mekânlardan bir kısmının
ümmetlerinin çokluğu ile övüneceklerini, Hz. bazı râviler tarafından hata yoluyla veya ifade
Peygamber’in de kendi havzına gelecek ümmeti- arasına sokuşturularak (idrâc) nakledildiği, bu se-
nin diğerlerininkinden fazla olacağını ümit ettiği- beple söz konusu rivayetlerin sıhhat durumunun
ni haber veren rivayetler de bulunmaktadır (Tir- tartışmalı olduğu da gözden uzak tutulmamalı-
mizî, “Śıfatü’l-ķıyâme”, 14; Taberânî, VII, 212). dır. Meselâ havzın kenar uzunluğunu anlatmak
Her ne kadar Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette üzere oldukça uzak mesafeler gösteren rivayetler
Resûl-i Ekrem’in evi ile minberi arasında cennet dikkate alındığında bu uzaklığın Cerbâ ile Ezruh
bahçelerinden bir bahçenin yer aldığı, minberi- arası kadar olduğunu bildiren rivayetin (Buhârî,
nin havz üzerinde bulunduğu belirtilmekteyse “Riķāķ”, 53; Müslim, “Feżâil”, 34-35) izahı güçleş-
de (Buhârî, “Riķāķ”, 53, “Śalât fî mescidi Mekke mektedir.

210
Vadi-i Hamuşan
Özellikle bu son rivayette Cerbâ ile Ezruh arasın- esasta mânayı değiştirmeyecek farklı lafızlarla
daki mesafenin yaya yürüyüşüyle üç gün sürdü- nakledilmektedir.
ğü belirtilmiş olup gerçekte de bu iki mahal Şam İlgili rivayetlerin bir arada değerlendirilmesin-
yöresinde birbirine yakın iki köydür (Lâlikâî, III, den şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Hz. Peygamber,
1117; İbn Hacer, XI, 398). Kûfe ile Hacerülesved mahşer gününde herkesten önce geleceği havzın
örneğinde ise (Tirmizî, “Śıfatü’l-ķıyâme”, 15) Kû- başında ümmetini beklerken dünyada tanıdığı ve
fe’nin Hz. Peygamber zamanında henüz kurulma- sohbet ettiği bazı insanların cehenneme doğru gö-
dığı gerçeği göz önüne alındığı takdirde bu habe- türüldüğünü görecek, onları “ashabım” veya “üm-
rin asılsız olduğu ortaya çıkar. metim” diyerek yanına çağıracak, ancak görevli
Hadislerde havzın suyunun sütten (bazı rivayet- bir melek yaklaşmalarına izin vermeyecek, Resûl-i

H
lerde gümüşten veya kardan; bk. Müslim, “Feżâil”, Ekrem bunun sebebini sorduğunda melek veya
27) beyaz, kardan soğuk, köpükten (veya kaymak- bizzat Allah Teâlâ ona, kendisinin vefatından son-
tan) yumuşak, kokusunun miskten güzel, altın ve ra onların birtakım kötülüklere saptıklarını, yıkıcı
gümüşten olan bardak sayısının ise gökteki yıldız- faaliyetlere giriştiklerini, nihayet bu kişilerin ir-
lar kadar olduğu, altın ve gümüşten kanalları bu- tidad ettiklerini haber verecektir. Bunun üzerine
lunduğu, su yollarında inciler olduğu, türlü türlü Resûlullah, “Aralarında bulunduğum sürece ben
meyveleri olan altın dallı ağacının bulunduğu ve de onların üzerine gözetleyici idim; beni vefat et-
suyundan içenin ebedî olarak susamayacağı, yü- tirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen
zünün ebediyen kararmayacağı şeklinde rivayet- oldun” (el-Mâide 5/117) meâlindeki âyeti oku-
ler yer almaktadır. yacak ve bu kişilerin havza yaklaşmalarına izin
Havzın başına ilk gelecek kişilerin nitelikleri hak- vermeyecektir (Buhârî, “Fiten”, 1, “Riķāķ”, 45, 53,
kında farklı rivayetler mevcuttur. Bazılarına göre “Tefsîr”, 5/14, 21/2, “Müsâķāt”, 10, “Enbiyâ”, 48;
bunlar dünyada sıkıntılı bir hayat geçirmiş olan Müslim, “Tahâre”, 37, 39, “Śalât”, 53, “Feżâil”, 26-
fakir muhacirlerdir (Tirmizî, “Śıfatü’l-ķıyâme”, 29, 32, 38, 40; İbn Mâce, “Zühd”, 36, “Menâsik”,
15; İbn Ebû Âsım, II, 348; Kurtubî, s. 351). Di- 76).(…)
ğer rivayetlere göre ise havzın başına ilk gelecek Kaynaklarda havz ve kevserle ilgili hadisleri, sayı-
insanlar ensar topluluğu ile (Buhârî, “Fiten”, 2) ları elli ile seksen arasında değişen sahâbînin ri-
Kur’an ve Sünnet’e bağlı olanlar (İbn Ebû Âsım, vayet ettiği kaydedilmektedir (İbn Hacer, XI, 395;
II, 350-351; Abdülkādir b. Muhammed Atâ Sûfî, s. Süyûtî, s. 297-298; Kettânî, s. 151-154; Abdülkā-
137) veya Ehl-i beyt’i sevenlerdir (İbn Ebû Âsım, dir b. Muhammed Atâ Sûfî, s. 11-14).(1)
II, 348). Ancak Ehl-i beyt ile ilgili rivayetin uydur-
(1) DİA; [HAVZ-ı KEVSER - Mustafa Ertürk] c. 16; s.
ma olduğu belirtilmiştir (a.y.). 546-549
Havz ve kevser hadislerinde Resûl-i Ekrem’in bazı
insanları havzın başından uzaklaştıracağına dair
Havz-ı Kevser Düşüncesi
bilgiler de yer alır. Bu kişileri, Hz. Peygamber’i
görüp de onun “ashabım” veya “ümmetim” nite- Aralarında İmâmiyye Şîası’nın da yer aldığı İslâm
lemesine nâil olmalarına rağmen vefatından son- âlimlerinin büyük çoğunluğu havzın gerçek ol-
ra dinden dönenler, Resûl-i Ekrem’in yüzlerinde duğunu ve bu konuyla ilgili hadislerin mütevâtir
abdest nurları görüp havzın başına çağırdığı halde veya meşhur kabul edildiğini, dolayısıyla varlığına
kendisine, “Onların senden sonra neler yaptıkla- inanmanın gerekli bulunduğunu belirtmiştir (me-
rını (dinden çıktıklarını) bilmiyorsun” denilerek selâ bk. İbn Hazm, IV, 66; Nevevî, XV, 53).
yaklaşmalarına izin verilmeyecek olanlar, toplum- Buna rağmen Hâricîler, Cehmiyye ve Dırâriyye
da fitne ve fesat çıkaranlar, Resûlullah’ın sünne- havzın mevcudiyetini kabul etmezken Mu‘tezile
tinden yüz çevirip tövbe etmeden ölenler şeklinde âlimleriyle bazı Şiî grupları, onun mecazî bir ifade
gruplandırmak mümkündür. Bu gruplar içinde kabul edilip “Allah’ın rızâsı” olarak yorumlanması
Resûlullah’ın “ashabım” veya “ümmetim” dediği gerektiğini söylemişlerdir. Bunun yanında cennete
insanlardan bahseden rivayetler çoğunlukta olup girecek bütün müminlerin, havzın suyundan içmek

211
Vadi-i Hamuşan
suretiyle dünyaya ait kötü huylarından arınmış ola- hi turuķu hadîsi’l-havżi’n-nebevî (İbn Hacer, XI,
bileceklerini düşünmek de mümkündür. Bazı kay- 398; Rûdânî, s. 211) adlı küçük hacimli risâleleri
naklarda, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın yeğeni Ubey- ve cüzleri de havz ve kevser konusunda yapılan
dullah b. Ziyâd’ın havzın varlığını inkâr ettiği, fakat çalışmalardandır.
yakın arkadaşı Ebû Sebre b. Seleme’nin Abdullah b. Mustafa Ertürk’ün hazırladığı Metin Tenkidi Pren-
Amr’dan rivayet ettiği havz hadisini duyunca bu sipleri Açısından Sahîh-i Buhârî’deki Bazı Fiten
görüşünden vazgeçtiği belirtilmektedir (Müsned, Hadislerinin Değerlendirilmesi adlı doktora tezin-
II, 162, 199; IV, 374, 419; Ma‘mer b. Râşid, XI, 405- de fitenle bağlantısı açısından havz hadisi üzerinde
406; Abdullah b. Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, s. 560- ayrıntılı olarak durulmuştur (s. 223-291).(1)
561; İbn Ebû Âsım, II, 322-324).
(1) DİA; [HAVZ-ı KEVSER - Mustafa Ertürk] c. 16; s.
Âlimlerin bir kısmı havzı inkâr edenin küfre düşe- 546-549
ceğini söylerken (Bağdâdî, el-Farķ, s. 327; a.mlf.,
Uśûlü’d-dîn, s. 245-246) daha isabetli düşünen
Havz-ı Mevt
bazıları da bunun zarûrât-ı dîniyyeden olmadığı-
nı, bu sebeple inkâr edenin küfre düşmeyip hata a. Ölüm havuzu.(1)
etmiş olacağını belirtmişlerdir. Kevsere gelince, b. Suyundan içince her şeyi unutturduğuna inanı-
aynı adı taşıyan sûrede açıklandığı üzere onun, lan havuz.(1)
tercih edilen mâna ve muhtevasıyla Hz. Peygam-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ber’e verilmiş bulunduğuna inanmanın vâcip ol-
duğu hususunda ittifak vardır.
Havz-ı Resûl
Havz ve kevser, İslâm akaidinin âhirete taalluk
eden inanç konularından olup dinî literatürde Kıyamet günü, cennette bulunanların su içeceğine
epeyce yer işgal etmiştir. Kelâm kitaplarında âhiret inanılan havuz.(1)
hayatının safhaları anlatılırken, tefsirlerde Kevser (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sûresi açıklanırken havzdan söz edilmektedir.
Hadis literatüründe ise konularına göre tasnif Hay
edilmiş eserlerin kıyamet, eş-rât-ı sâat, fiten-melâ- a. Diri, canlı, hayat sahibi.(1)(2)
him, tefsir, rikāk ve zühd gibi bölümlerinde havz
b. Bütün varlıkların hayat kaynağı, ezeli ve ebe-
ve kevserle ilgili rivayetler zikredilir. Kütüb-i Sit-
di, hakiki hayat sahibi anlamında Esma-i Hüs-
te dışında İbn Ebû Âsım’ın Kitâbü’s-Sünne’sinde
na’dandır.(2) Daima canlı, diri, hayat sahibi,
(II, 321-361), Beyhakī’nin el-Bas ve’n-nüşûr’un-
canlı, devamlı var olan, hayatı ölümden sonra
da (s. 88-110), Kurtubî’nin et-Teźkire fî ahvâ-
çıkmamış olan, hayatına ölüm çatmayan anla-
li’l-mevtâ’sında (s. 347-355), İbn Kesîr’in en-Nihâ-
mına gelir.(1)(3)
ye’sinde (s. 188-209) havz ve kevser özel başlıklar
altında kaydedilmiştir. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bakī b. Mahled’in havz ve kevser konusunda on (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
üç sahâbîden rivayet edilen hadisleri bir araya ge- (3) Akay, Hasan. a.g.e.
tirdiği Kitâb fîhi mâ ruviye fi’l-havż ve’l-kevser’i (4) DİAİ [HAY - Bekir Topaloğlu] c. 16; s. 550
(Abdülkādir b. Muhammed Atâ Sûfî, Merviy-
yâtü’ś-śahâbe fi’l-havż ve’l-kevser adlı eserin için- Hay İsmi
de, s. 75-108), İbn Beşküvâl’in on beş sahâbîden
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
gelen rivayetlerle yaptığı eź-Źeyl alâ Cüzi Baķī b.
MaHled fi’l-havż ve’l-kevser adlı zeyli ile (Merviy- Sözlükte “yaşamak, diri ve canlı olmak” anlamına
yâtü’ś-śahâbe içinde, s. 109-126) Abdülkādir b. gelen hayât (hayevân) kökünden sıfat olup “diri
Muhammed Atâ Sûfî’nin el-Müstedrek fî ehâdî- olan, yaşayan” demektir.
si’l-havż ve’l-kevser (Merviyyâtü’ś-śahâbe içinde, Râgıb el-İsfahânî, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ha-
s. 127-170) ve Ziyâeddin el-Makdisî’nin Cüz fî- yat kavramını altı grup içinde mütalaa etmekte,

212
Vadi-i Hamuşan
bunların beşinin hakikat veya mecaz mânalarıyla İhyâ masdarından türeyen çeşitli fiillerin birçok
bitkiler, hayvanlar ve insanlar yani fâniler için kul- hadiste Allah’a izâfe edildiği görülür. Bunların
lanıldığını söylemekte, Allah’a mahsus olan haya- daha çok Hz. Peygamber’in hamdü senâ, şükür
tın ise “ölümsüzlük” (bekā) anlamına geldiğini be- ve dua cümlelerinde yer alması dikkat çekicidir
lirtmektedir. Buna göre hay, “hakkında ölüm geçerli (bk. Wensinck, el-Mucem, “hyy” md.). Hay ismi,
olmayan varlık” demektir (el-Müfredât, “hyy” md.). doksan dokuz esmâ-i hüsnâ hadislerinin ikisinde
Ebü’l-Bekā el-Kefevî de Allah’a izâfe edilen hayat de mevcut olduğu gibi (İbn Mâce, “Duâ”, 10; Tir-
kavramına mecazi mâna vermenin gerekliliğini mizî, “Daavât”, 82) başka hadis rivayetlerinde de
vurgular ve bunun ölümsüzlükten ibaret olduğunu geçmektedir. Hz. Peygamber’in dualarından biri-
söyler (el-Külliyyât, s. 406-407). nin şöyle olduğu rivayet edilir: “Allahım! Beni hak

H
Kur’an’da “yaşatmak, diriltmek” anlamındaki ihyâ yoldan saptırmandan senin izzet ve yüceliğine
masdarından fiil sigalarıyla türeyen kelimeler kırk sığınırım. Senden başka tanrı yoktur. Sen ölme-
yedi âyette, yine aynı kökten türeyen muhyî (can yen bir dirisin. Cinler ve insanlar ise ölümlüdür”
veren) ismi de iki âyette Allah’a nisbet edilmek- (Müslim, “Źikir”, 67).
tedir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “hyy” md.). İbn Cerîr et-Taberî, ilgili âyetlerin tefsirini yapar-
Bu âyetlerde daha çok Allah’ın yağmur yağdırmak ken hay ismine “başlangıcı ve sonu olmayan (ezelî
suretiyle ölü toprağı diriltip yeşertmesi ve bu sa- ve ebedî)” mânası verdikten sonra bu isme kâinatı
yede canlıları beslemesi dile getirilmekte, ayrıca yönetme esasından hareketle anlam verenlerin
O’nun iyi davranışlarda bulunan inançlı insanlara de bulunduğunu kaydetmektedir (Câmiu’l-beyân,
dünyada ve âhirette mutlu bir hayat yaşatacağı III, 4-5). Yine Taberî, hay isminin üç âyette tev-
vurgulanmakta ve âhirette ölüleri dirilteceği ısrar- hid cümlesi içinde yer aldığına bakarak Tanrı ka-
la tekrarlanmaktadır. Çeşitli âyetlerde yaşatanın bul edilmeye ve tapınılmaya lâyık olacak varlığın
da öldürenin de mutlak şekilde Allah olduğu, her ebediyen hay olmasının gerektiği hususunu vur-
şeye O’nun vâris bulunduğu ve herkesin eninde gulamıştır (a.e., III, 109). Ebû Mansûr el-Mâtürîdî
sonunda O’na varacağı belirtilmektedir (meselâ ise “ebediyen ölümlü olmayan” mânasından başka
bk. Yûnus 10/56; el-Hicr 15/23; Kāf 50/43). “hiçbir şeyden gafil bulunmayan, asla yanılmayan
Her türlü canlıyı yaşatıp öldüren, tekrar dirilten ve unutmayan” şeklinde de anlamlar vermiştir
ve hayat-ölüm çerçevesinde kurduğu bir nizamla (Tevîlât, vr. 61b, 71a, 659a).
tabiatı idare eden bir varlığın kendisinin ebedî ha- Âlimler ve özellikle kelâmcılar sözü edilen mâ-
yatla hay olması, akıl ve realite açısından benim- naları hay ismine nisbet etmekte birleşmişlerdir.
senmesi zaruri bir gerçektir. Hay ismi Kur’ân-ı Bunun yanında onlar bu ismin veya masdarını
Kerîm’in beş âyetinde Allah’a izâfe edilmektedir. oluşturan hayatın sıfat sistemi içindeki yerini
Bunların üçünde Allah lafzının veya bu lafzın yeri- de tesbit etmeye çalışmışlardır. Kelâm âlimleri
ni tutan zamirin sıfatı durumunda iken (el-Bakara arasındaki bazı farklı anlatımlar bir yana hayat
2/255; Âl-i İmrân 3/2; Gāfir 40/65) ikisinde doğ- sıfatının statüsünü şöylece belirlemek mümkün-
rudan doğruya lafza-i celâlin yerini tutmaktadır dür: Tabiatın fevkalâde bir düzene sahip bulunu-
(Tâhâ 20/111; el-Furkān 25/58). şu yaratıcısının âlim ve kādir olduğunu gösterir.
Esmâ-i hüsnâ şârihleriyle kelâm âlimleri, hay sı- Âlim ve kādir sıfatlarının hay olmayan bir varlıkta
fatının zât-ı ilâhiyyeyi aşan bir alanının (taalluk) bulunması aklen muhaldir. Bu açıdan bakıldığın-
bulunmadığını söylemekteyse de hay isminin kul- da bazı kelâmcıların da belirttiği gibi hay sıfatının
lanıldığı üç âyette kayyûm ile birlikte yer aldığı mevcudiyeti zaruri olarak bilinir. Aynı düşünce
görülmektedir (el-Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2; çizgisinden ayrılmamak şartıyla âlim ve kādir
Tâhâ 20/111). Öyle anlaşılıyor ki kayyûm, “her sıfatları yerine Allah’ın fiil sahibi (faal) oluşunu
şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare esas almak da mümkündür. Buna göre, “Büyük bir
eden” şeklindeki mâna ve muhtevasıyla hay ismi sanat eseri olduğu apaçık bulunan tabiatın yaratı-
ve sıfatını fonksiyoner hale getirmektedir. cısının iradî bir fâil (fâil-i muhtâr) olmaması dü-

213
Vadi-i Hamuşan
şünülemez, bu özellik de ancak hay olan varlık için dan dünyayı ve ölümü küçümseme sonucunu çı-
bahis konusudur” şeklinde bir ispat yapılabilir. karmışlar ve bu duygular içinde Allah’a kavuşma
Kısacası hay ismi veya hayat sıfatı, bununla diğer özlemi hissetmişlerdir (et-Tahbîr, s. 76).
ilâhî sıfatların mevcudiyet ve sıhhat kazandığı te- Hay Allah’ın zâtî isimleri ve sübûtî sıfatları içinde
mel bir kavram konumundadır. Ebü’l-Bekā’nın da yer alır ve tenzîhî sıfatlar gibi zât-ı ilâhiyyenin dı-
işaret ettiği gibi (el-Külliyyât, s. 407) sübûtî sıfat- şında hiçbir şeye taalluk etmez. Hay ismiyle “var-
lar içinde zât-ı ilâhiyyeyi aşıp bazı şeylerle alâka lığının başlangıcı olmayan” mânasındaki evvel,
kurması gerekli olmayan, başka bir deyişle nisbet “varlığının sonu olmayan” mânasındaki âhir, bâkī
ve izâfet özelliği taşımayan yegâne sıfat hayat sı- ve vâris, “fiilen var olan, mevcudiyeti ve ulûhiyye-
fatıdır. Meselâ, “Allah bilen ve gücü yetendir” de- ti gerçek olan” mânasındaki hak isimleri arasında
nildiğinde, “Neyi bilen ve neye gücü yeten?” gibi anlam yakınlığı vardır.(1)
bir soru akla geldiği halde, “Allah haydir” denilin-
(1) DİAİ [HAY - Bekir Topaloğlu] c. 16; s. 550
ce akıl benzer bir soru sormaya ihtiyaç duymaz.
Bütün İslâm âlimleri, Allah’ın hay oluşunun, can-
Hayal
lılarda görüldüğü gibi türe ait organizmanın den-
gesini ve itidalini koruması gibi bir şarta ve ayrıca a. Duyularla alınan bir uyarı söz konusu olmaksı-
ruhun mevcudiyetine bağlı olmadığı noktasında zın, zihinde tasarlanan, kurulan, canlandırılan
ittifak etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de zât-ı ilâhiyyeye ve gerçekleşmesi istenen şey, imge, imaj, hülya,
izâfe edilen ruh (meselâ bk. el-Hicr 15/29; el-En- düş, rüya.(2)(3)(4) Gerçekleşmesi imkânsız veya
biyâ 21/91; es-Secde 32/9), Allah’ın onunla hayat güç olan fikir, düş, rüya,(2) aslı olmayan görün-
kazandığı mânasına gelmeyip ruhun da Allah’ın tü. Belli belirsiz görünen şey, gölge.(4)
yaratıklarından biri olduğunu gösterir (Bağdâdî, b. Düşünce.(2)
Uśûlü’d-dîn, s. 105). Esasen acz ve ihtiyaç ifade c. Hayalet.(2)
eden bu tür şartlar yaratıklara has olup erginliğin
d. Tasavvufta vücut ve yaşanılan dünya bir hayal-
doruk noktasında bulunan Allah için söz konusu
dir. Hz. Muhammed (s.a.v.), “Bütün insanlar
edilemez.
uykudadırlar, ölünce uyanırlar” derken insan-
Sünnî kelâmcılarla Mu‘tezile âlimleri arasında
ların asıl dünyanın gerçekliğinden haberi olma-
tartışma konusu olan mâna sıfatlarının mevcu-
dığına işaret etmiştir.(1)
diyeti tabii olarak hayat için de bahis konusudur.
Buna göre, Allah’ın hay olduğu noktasında âlim- g. Felsefede insani nefsin idrak güçlerinden biri,
ler arasında ittifak bulunmakla birlikte bu ismin âlemdeki bir varlık mertebesinin adı.(5)
kökünü oluşturan hayat şeklindeki bir kavramın (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(müstakil mâna) zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmesi, (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ehl-i sünnet’e göre ilmî-mantıkî bir zaruretken (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Mu‘tezile’ye göre naslarda da yer almayan bu is- (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
tidlâl sakıncalı sonuçlar doğurur. (5) DİA
İbn Sînâ ise hay isminin Allah’ın âlim ve fâil olu-
şuyla açıklanabileceğini kabul etmekle beraber, Hayalet
tevhid ilkesine ve ilim sıfatına ağırlık veren sıfat a. Maddi bir gerçekliği bulunmadığı ve gerçekte
anlayışının gereği, bu ismi “dıştan bir etkileyici var olmadığı halde varmış gibi canlanan görüntü,
olmaksızın zâtını kendi mahiyetiyle bilen” şeklin- cin, peri, hortlak olarak adlandırılan şey, hayali
de açıklamıştır (er-Risâletü’l-arşiyye, s. 27). Buna suret, düşsel görüntüler.(1)(3)(4)
göre hay “var olan zâtın kendisinden gizli kalma-
b. Bedensiz bir hayat.(2)
ması, bir anlamda varlığının şuuruna sahip bulun-
ması” mânasına gelir. c. Belli belirsiz şekil, görüntü.(1)
Allah’ın isimlerine mistik yaklaşımlar yapabilen (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kuşeyrî gibi gönül adamları, O’nun hay oluşun- (2) Akbaş, Muhsin, a.g.e;

214
Vadi-i Hamuşan
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. c. “Hayat ağacı” kavramı dünyanın pek çok yerin-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. de ve eski şarkta bilinmekteydi. Mayalar’da,
Cermenler’de, Vedalar’da ve eski Mısır’da bu
Hayat-ı Ruhani inanç mevcuttu. Âsur-Bâbil metinlerinde ise
daha çok “Ölümsüzlük bitkisi” olarak yer al-
Resulullah (s.a.v.) Miraç gecesi peygamberlerle iki
maktaydı. Hayat ağacı ölümsüzlük bahşetmek-
rekat namaz kıldı. Harun’a (a.s) selam verdi. Ha-
tedir ve ilâhlara mahsustur. Çeşitli varlıklarla
run (a.s) da Hz. Peygambere ve ümmetine rahmet
ile dua buyurdu. İdris’e (a.s) de selam verdi, o da korunduğundan ona ulaşmak zordur. Hayat
peygamberimize ve ümmetine dua eyledi. Halbu- ağacı, Kitâb-ı Mukaddes’te birçok defa geçmek-
ki, Harun (a.s) da peygamberimizin peygamberliği te ölümsüzlük ağacının dışında, ilâhî hikmet ve

H
bildirilmeden evvel vefat etmiş idi. Mübarek ruhu beşerî faziletlere de delâlet etmektedir.
göründü. İşte bu hayat hayat-ı ruhanidir.(1) Ahd-i Atîk araştırmalarında, Tekvin kitabının ikin-
ci ve üçüncü bablarında söz konusu edilen hayat
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 27-28
ağacının mahiyet ve rolünün tesbitinde büyük
güçlüklerle karşılaşılmıştır. Tekvîn’de (2/9, 3/ 22)
Hayat hayat ağacı, bilgi ağacı ile birlikte anılmaktaysa da
a. Organların canlının varlığını devam ettirecek anlatımda sadece bilgi ağacı söz konusu edilmek-
şekilde işlemesi ve canlıların, organlarının gös- tedir. Ayrıca Tekvin 3/3, bahçenin ortasına sadece
terdiği faaliyet sonucunda varlıklarını doğum- bilgi ağacını, Tekvin: 2/9 ise bilgi ağacı ile birlik-
dan ölüme kadar sürdürmesi durumu, sürüp te hayat ağacını da koymaktadır. Diğer yönden
giden yaşama, canlı olma, diri, dirilik.(1)(2)(3)(4) Adem’e yasaklanan ağaç da hayat ağacı değil, bil-
(6)(7) Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ya-
gi ağacıdır. Eğer hayat ağacı yasaklanmışsa onun
şanan, yaşamakta olan veya ileride yaşanacak hakkında bilgi verilmesi gerekirdi. Halbuki kutsal
zaman, ömür.(2)(3)(4) Dirilik, canlılık, sağlık, kitap yazarı, hayat ağacını sadece zikretmekle ye-
yaşayış, ömür, faaliyet, hareketlilik, kaynaşma tinmektedir. Eğer yasaklanmamışsa, insanın ka-
tarzı, içinde yaşanılan şartların hepsi, Allah için deriyle bir ilgisi olmadığına göre zikredilmesinin
yaşanan ömür, Allah’tan gelen dirilik.(7) sebebi nedir? Araştırmalar bunu, Tekvîn’in ikinci
b. Canlılığı gösteren kaynaşma, canlılık.(4) ve üçüncü bablarındaki iki ayrı kaynağın mevcu-
c. Yaşayış, yaşama tarzı,(2) içinde bulunulan ve diyetiyle izah etmektedir. Buna göre hayat ağacın-
yaşanılan doğal koşulların bütünü, yaşama bi- dan bahseden Tekvîn’in bu kısmı (3/22-24) metne
çimi, yaşantı.(3)(4) sonradan ilâve edilmiştir. Tevrat’ta, “Şimdi elini
d. Yazgı, kader.(3)(4) uzatmasın ve hayat ağacından almasın ve yemesin
ve ebediyen yaşamasın” denilmek suretiyle hayat
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
ağacının ölümsüzlük bahşetme vasfı belirtilmekte-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dir. Yahudi geleneğinde hayat ağacı, kökleri sema-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
da, dalları yeryüzünde olarak tasvir edilmiştir.(3)
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) DİA; [HAYAT - İlhan Kutluer] c. 17; s. 12 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(7) Akay, Hasan. a.g.e. (3) DİA

Hayat Ağacı Hayat Bin Kays El-Harrani Hazretleri


a. Bir soyun bilinen en eski atadan itibaren bütün Türbesi-Urfa
üyelerini gösteren çizelge, soy ağacı, soy kütü- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 66,
ğü, soy zinciri, şecere.(1)(2)
(2) Kılıcı Ali, Anadolu Türk Mimarisinde Erken De-
b. Falcılıkta gökyüzü ile yeryüzü arasındaki bağ- vir (Xıv-Xv) Y. Y Baldaken Türbeler, Vakıflar Gen.
lantının çizgisel ifadesi.(1) Md. Yay. 2007, s. 30

215
Vadi-i Hamuşan
Hayat Düşüncesi hulkudüs olup can verme yahut diriltme de nefh
Kur’ân-ı Kerîm’de hayat kelimesi hem kozmolo- (üfleme) fiilinin ardından gerçekleşmiş olmakta-
jik-biyolojik hem de ahlâkî bir muhtevaya sahip- dır. Allah bu ruhu ve nefh fiilini ya kendine nis-
tir. Çok sayıda âyet, hayatın metafizik prensibin- bet etmekte, yahut kendi izin ve emriyle melekî/
den canlılığın başlangıcı ve tabii âlemdeki çeşitli beşerî varlık seviyesinde tezahür ettirmektedir.
görünümlerine kadar uzanan bir yelpazede birbi- Şöyle ki, Allah insanın (Âdem) bedenini düzenle-
rini tamamlayan açıklamalar ihtiva etmektedir. miş ve ona “ruhundan üflemiştir” (el-Hicr 15/29;
Bu açıklamaların hep birlikte vurguladığı itikadî Sâd 38/72). Hz. Îsâ’nın babasız yaratılışı ise onun
ve ahlâkî mesaj, canlılığın kaynağının ilâhî yarat- ilâhî bir kelime ve ruh olarak Hz. Meryem’e ilkāh
ma fiili olduğu ve insanın öldükten sonra tekrar edilişiyle yahut ruhtan kendisine nefhetmek su-
diriltileceğidir. Kur’an, tabii âlemdeki tezahür- retiyle gerçekleşmiştir (en-Nisâ 4/171; el-Enbiyâ
leriyle her türlü var olma ve canlanış olgusunun 21/91; et-Tahrîm 66/12); gerek Hz. Îsâ gerekse
ölümden sonraki dirilişin bir kanıtı olduğunu vur- vâlidesi Rûhulkudüs ile teyit edilmiştir (el-Bakara
gulayarak insanların bu olgular üzerinde düşünüp 2/87, 253). Nitekim Hz. Îsâ’nın, çamurdan yaptığı
gözlem yapmalarını istemektedir. bir kuşa nefhetmek suretiyle onu Allah’ın izniyle
canlandırıp uçurma mûcizesi de (Âl-i İmrân 3/49;
Kur’an’da “hay” (diri) ve “muhyî” (dirilten, can
el-Mâide 5/110) bu gerçeklerle bağlantılıdır.
veren) şeklinde zikredilen isimleriyle (el-Bakara
2/255; er-Rûm 30/50) Allah hayatın sebebidir. Şu halde İslâm inançlarına göre canlandırma veya
O ölüden diriyi çıkarır (Âl-i İmrân 3/27; el-En‘âm diriltme fiilinin hakiki ve nihaî fâili hay ve muhyî
6/95; Yûnus 10/31; er-Rûm 30/19) ve ölüyü diril- isimleriyle Allah olup hayat bedene ilâhî bir so-
tir (er-Rûm 30/50; Fussılet 41/39); insan cansız luk vermenin neticesidir. Bu soluk, Rûhulkudüs
iken Allah ona can vermiştir; sonra onu öldürmek- olarak adlandırılan Cibrîl’den (inorganik yahut
tedir, sonra yine diriltecektir; nihayet dönüş yine organik) cansız nesnelere ulaştığında o nesneler
Allah’adır (el-Bakara 2/28; el-Hac 22/66; er-Rûm canlanmaktadır. Bu hakikat Âdem ile Îsâ’nın mû-
30/40; el-Câsiye 45/26). Nitekim O, ölü toprağa cizevî yaratılışında kanıtlanmıştır. Rûhulkudüs
gökten indirdiği su ile can verip diriltmektedir. ile teyit edilmiş muayyen bir nebevî güç ise Hz.
İnsanlar da tıpkı bunun gibi yeniden diriltile- Îsâ örneğindeki gibi Allah’ın izniyle diriltme mû-
cektir (el-Hac 22/66; Kāf 50/11). Esasen bütün cizesini gerçekleştirmektedir. İlâhî yaratma fiili
canlılar sudan diri kılınmıştır (el-Enbiyâ 21/30). hem tabiatta gözlenen canlanış ve dirilişin hem
Toz toprak haline gelmiş kemiklere yeniden hayat insanın biyolojik gerçekliğinin hem de öldükten
verecek olan da O’dur (Yâsîn 36/78). Netice ola- sonraki dirilişin metafizik sebebidir. Kur’an, özel-
rak ölümü ve hayatı insanlardan hangilerinin iyi likle ölü topraktan bitkilerin çıkarılışı ile insanın
işler yapacağını sınamak için yaratmıştır (el-Mülk topraktan yaratılışı ve toprak olduktan sonra ye-
67/2). Bu ölüm gerçeği karşısında insan bilmelidir niden diriltilişi arasındaki benzerliği sık sık vur-
ki gerçek ve tükenmez hayat (hayevân) âhiret ha- gulamaktadır.
yatıdır (el-Ankebût 29/64). Dünya hayatı ise ge- Hz. Peygamber’in bir hadisinde (Müslim, “Münâ-
çici, oyalayıcı olup esasen bir imtihan sürecinden fiķīn”, 27) yeryüzünde canlıların ortaya çıkışıyla
ibarettir (el-Bakara 2/85; Âl-i İmrân 3/14; en-Nisâ ilgili olarak önce yer kabuğunun oluştuğu, daha
4/74; el-En‘âm 6/32). Bu dünyada 1000 yıl yaşa- sonra bitkilerin, ardından hayvanların ve son
ma temennisinin hiçbir anlamı yoktur ve azabı merhalede Âdem’in yaratıldığı beyan edilmekte-
hak edenler uzun yaşayarak onu erteleyeceklerini dir. Bu hadiste haftanın günleriyle simgeleştiri-
sanmamalıdır (el-Bakara 2/96). Dolayısıyla insan len kozmolojik devir yahut merhalelerin kaç yılı
niyazını, kurbanını, hayat ve ölümünü hiçbir orta- kapsadığı herhalde Kur’an’daki “yevm” (gün) te-
ğı bulunmayan âlemlerin rabbine adamalıdır (el- riminin tefsiriyle alâkalıdır (Yeniçeri, s. 179-181,
En‘âm 6/162; el-Câsiye 45/21). 276-287).(…)(1)
Kur’ân-ı Kerîm’de canlılığın ruhî-melekî ilkesi Rû- (1) DİA; [HAYAT - İlhan Kutluer] c. 17; s. 12

216
Vadi-i Hamuşan
Hayat Nehri İptidai düşüncede insan ve tabiat arasındaki iliş-
Melekler, peygamberler ve salih müminler şefa- kiyi anlamlandırmaya yönelik tasnifler ve düzen-
atlerini yaptıktan sonra Allahu Teâlâ, artık benim lemeler mevcutsa da kozmosu meydana getiren
geniş rahmetimden başka bir şey kalmadı buyurur canlı var oluş biçimleri arasında ontolojik bir
ve akabinde avuçlayarak hayatında hiç hayır yap- ayırıma gidilmediği bilinmektedir. Natüralist bir
mamış ve cehennemde yana yana kömür haline inanç çerçevesinde gelişen bilgi anlayışı, varlıkla-
gelmiş bir kavmi oradan çıkarır ve cennet kapıla- rın birbirlerine dönüşebildikleri bir evren şeması
rındaki “hayat nehri” denilen bir nehre bırakır.(1) üretmiştir. Bu evren anlayışında canlıların hayatı
ortak bir yasaya tâbi canlılık unsuruyla ilişkilen-
(1) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e., s. 391 dirilmiş, böylece herhangi bir hayvanı canlı tutan

H
unsurla insanı canlı tutan unsur aynileştirilmiş-
Hayat Suyu tir. Bütün canlılarda diriliği sağlayan bu unsurun
beden ısısında, spermde, kanda, solukta veya
a. Ab-ı hayat.(1)
-bitkiler söz konusu edildiğinde- ağaç öz suyunda
b. Ab-ı hayat gibidir.(2) bulunduğu farzedilen cismanî bir öz olduğu düşü-
c. Altay ve Anadolu masallarında ölüp de kutsal nülmüştür. Bu inanışa göre söz konusu unsurun
bir güç olan Hayat Suyu ile dirilme motifleri vücudu terketmesiyle ölüm olayı meydana gelir.
çoktur. Bazı Altay efsanelerine göre göğün on Bununla birlikte ölümden sonraki hayatta varlı-
ikinci katına kadar yükselen dünya dağının ğını sürdüren ruhun bu unsur mu yoksa iptidaî
üzerinde kayın ağacı ve bunun altındaki kutsal kültürlerde çok defa “gölge benlik” şeklinde anılan
çukurda da hayat suyu bulunurdu. Bu hayat su- “ikinci beden” mi olduğu konusu açık değildir (ER,
yunun başında yine kutsal ruh olarak bir bekçi XIII, 428-430; ERE, XI, 726-731). Hayat veren bu
vardır. Hayat suyu ölüleri ve hastaları iyileştir- unsurun kaynağı konusunda ise ilkel topluluklar
diği gibi ihtiyarlara gençlik verir.(3) arasında genel bir uzlaşma görülmektedir. Bütün
d. Kıyamet günü Araf halkını hayat suyu denilen kadîm geleneklerde devrî bir kozmoloji anlayışı
bir ırmağın yanına götürürler ve onlar bu ır- bulunduğu için hayatın belli bir zaman noktasın-
makta bir yıkanışta yıkanırlar da akabinde bo- dan başlayarak yaratıldığı ve ilerlediği inancı yok-
yunlarında bir leke ortaya çıkar, sonra dönerler tur. Bundan dolayı iptidai zihniyetin hayatın kay-
tekrar yıkanırlar. Her yıkanışta vücutlarının nağı konusunda karmaşık olmayan sebep-sonuç
beyazlıkları artar ve bu suretle taptaze yeni vü- ilişkilerine (étiologie) dayalı izahları vardır. Bu
izahlara göre yeryüzündeki hayatın başlangıcı ve
cutlar meydana gelir.(4)
insana hayat bahşedilmesi, çoğunlukla ilâhların
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. “mitik zamanlarda” (ab origina) kendi aralarında
(2) Sözen, Kemal, Mevlana’nın Divan-ı Kebir Adlı yaptıkları mücadelelerle ilişkilendirilmiştir (a.g.e.,
Eserinde Ölüm Fenomeni, Süleyman Demirel
IX, 201-207).
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 16, s.
74, 2006/1; Hinduizm’de canlılık veren prensip kavramı özel-
(3) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 92. likle Vedanta literatüründe geliştirilmiştir. Ancak
(4) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 211 bu konudaki ilk örnekler Vedalar’da ortaya çıkar.
Rig Veda’da hayat veren unsur “asu” (hayat so-
luğu) adını alır; ölüm “asuniti” (hayat soluğunun
Hayat Telakkisi gitmesi) olarak adlandırılır (ER, XIII, 439). Veda-
Organizmaların mahiyetiyle ilgili olarak hayat lar’daki boyutuyla hayat tipik bir natüralist inanç
kavramına tarih boyunca çeşitli dinler ve felsefe- çerçevesinde işlenmiştir. Bununla birlikte Vedalar
lerce açıklamalar getirilmiş; bu açıklamalarda kav- sonrası Vedanta literatüründe asu yerine “prāna”
ram genellikle canlılığın ilâhî, melekî yahut ruhî (soluk) adı tercih edilerek hayatın kaynağı konusu
ilkesi, evrende canlılığın başlangıcı, biyolojik ger- üzerinde ayrıntılı şekilde durulmuştur. Vedanta
çekliği ve nihayet anlamı açısından ele alınmıştır. okullarına göre insana hayat veren unsur prāna

217
Vadi-i Hamuşan
adını alır ve fonksiyonlarına göre hayatın özünü Eski Ahid’de hayat kavramı ile alâkalı olarak bir-
teşkil eden “prāna”, bu özün bedendeki dolaşı- birine yakın anlam taşıyan, hatta bazı durumlarda
mını kontrol eden “vyāna”, bedendeki boşaltım eş bir anlama bürünen dört kelime kullanılır. Canlı
sisteminin işleyişini düzenleyen “apāna”, bedenin taşıyan özne için kullanılan umumi kelime “hay-
mânevî varlık alanıyla ilişkisini sağlayan “udāna” yim”dir. Hayyim aynı zamanda Elohim’in sıfat-
ve biyolojik metabolizmayı düzenleyen “samāna” larından biridir (Tesniye, 5/26; Yeşu, 3/10; I. Sa-
olmak üzere beş bölüme ayrılır (a.g.e., XI, 483- muel, 17/26; II. Krallar, 19/4). Rüzgâr ya da soluk
484). Öte yandan Hinduizm’e göre biyolojik haya- anlamına gelen “ruah” kelimesi, Tekvîn’deki (1/2)
tı sürdüren prāna ile, ruh göçüyle nakledilen jīva ifadeden anlaşıldığı kadarıyla dirilik veren unsur-
arasında belli bir ayırım yapılır. Jīva evrensel ruh dan ziyade ruh ya da kişide bulunan kalıcı bir öz
Atman’ın bir parçası ise de insana hayat bahşeden kavramının karşılığıdır (I. Samuel, 16/15-16, 23;
unsur değildir. Jīva bir anlamda nirvanaya ulaşın- 18/10; 19/9; I. Krallar, 22/21). Canlılığı sağlayan
caya kadar varlıkların özünde bulunan ruhtur. Bu ya da hayat verici güç anlamında kullanılan esas
anlamda canlılık prensibi ile alâkası yoktur. kelime ise “nefeş”tir. Bununla birlikte bu hayat
Budizm, anatman doktrini gereği kozmosun yara- gücünün kendi başına bir önemi yoktur; nefeşi in-
tıcısı olan soyut bir ilâh kavramını reddettiği için sana bahşeden ve geri alan bizzat Tanrı’dır (I. Sa-
hayatın menşeine yönelik izahları yalnızca dün- muel, 2/6; Eyub, 4/9; 34/14; Mezmurlar, 49/8-9).
yevî varlığın sınırları içerisinde kalarak yapma- Nefeşin bedende ikamet ettiği yerin genellikle kalp
ya çalışmıştır. Böylece insana hayat veren unsur ya da kan olduğu düşünülmüştür. Milâttan önce
“skandha” kavramı ile ilişkilendirilmiştir. Skand- III. yüzyıldan itibaren yahudi hikmet literatürün-
ha varlığı idare eden beş biopsişik unsurun (rūpa, de ayrıntılı şekilde işlenen hayat kavramı Zohar’da
vedanā, samjñā, samskāra ve vijñāna) oluşturdu- zirvesine varmıştır. Zohar, “sefirot” kavramı ile
ğu cismanî bir kümenin adıdır. Bu beş unsur var- kâinattaki her şeyi canlı ve şuurlu varlık olarak yo-
lığa ait her şeyi kontrol eder (The EncyclopeDİA rumlamıştır (IDB, III, 124, 126). Nefeş kelimesiyle
of Eastern Philosophy and Religion, s. 335; ER, birlikte kullanılan “neşama” terimi yaşamak için
XIII, 441-446). Bununla birlikte varlıklara can- alınıp verilen soluğu ima eder (Tekvîn, 2/7).
lılık veren unsur “samskrita dharma” adını alan Yeni Ahid’deki hayat kavramı genel olarak yahu-
atomik bir yapıdır (The EncyclopeDİA of Eastern di düşüncesindeki anlayışı yansıtır. Grekçe Yeni
Philosophy and Religion, s. 299, 307; ER, IV, 334). Ahid’de hayat için kullanılan kelime “psühe”dir.
Canlılara hayat veren bu unsur skandhalar ile bir- Hayatı veren ve alan Tanrı’dır (Matta, 16/16;
likte çalışır. 26/63; Luka, 12/20; Yuhanna, 6/68-69; Korin-
Taocu olsun Konfüçyüsçü olsun bütün Çin litera- toslular’a İkinci Mektup, 1/9). Umumiyetle hem
türünde canlılara hayat veren unsur “ch’i” adını Yahudilik hem Hıristiyanlığa göre yaşanan hayat
alır. Bu güç yalnızca insanlara ya da hayvanlara ebedî hayata hazırlayıcı bir geçiş süreci olarak al-
canlılık vermez; zira Çin düşüncesine göre taş, gılanmıştır.(1)
toprak veya kozmosu oluşturan her şey canlıdır; (1) DİA; [HAYAT - İlhan Kutluer] c. 17; s. 12
ch’i bütün kozmosu ayakta tutan evrensel enerji-
dir (a.g.e., XIII, 448). İnsan söz konusu olduğunda
Hayati Baba Türbesi-Makedonya
bu gücün bulunduğu yer göbek bölgesidir (The
EncyclopeDİA of Eastern Philosophy and Religi- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 584
on, s. 69). Bu hayat kaynağının ilk şekli, evrendeki
erillik ve dişillik özelliklerini temsil eden yinyang Hayati Hayrani Türbesi-Şanlıurfa
prensiplerinin henüz ayrılmadığı bir zamanda
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43
mevcut olan ilk enerji “yüan ch’i”ye kadar ulaşır
(a.g.e., s. 432). Daha çok ruh anlamında kullanılan
“han” ve “p’o” kavramlarının ise hayat verici un- Haydar Baba Türbesi-Elazığ
surla bir ilişkisi yoktur (ER, III, 238, 239). (1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 48

218
Vadi-i Hamuşan
Haydar Baba Türbesi-Makedonya tanımlar (el-Müfredât, “Hyr” md.); Zebîdî de aynı
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 633
tanımı tekrar eder (Tâcü’l-arûs, “Hyr” md.).
Hayır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 176 yerde geç-
Haydar Baba Türbesi-Edirne mekte, bunlardan ism-i tafdîl olmayanlar, yer
aldıkları âyetlerin konularına göre az çok farklı
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
anlamlara gelmektedir; bu anlamları “iyi, güzel,
değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler”
Haydar Baba Türbesi-İstanbul diye kapsamlı bir tanımda toplamak mümkündür.
(1) Adresler. a.g.e., Bu kapsam genişliği, hayrın birçok âyette çeşitli
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 564 menfi kavramların zıddı olarak kullanılmasın-

H
dan da anlaşılmaktadır. Bu zıtların en yaygını
Haydar Dede Türbesi-Kırıkkale-Keskin şerdir (meselâ bk. el-Bakara 2/216; Âl-i İmrân 3/
180; Yûnus 10/11). Ayrıca ednâ (en aşağı, en de-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 146
ğersiz; el-Bakara 2/61), sû’ (kötü, çirkin; Âl-i İm-
rân 3/30; el-A‘râf 7/ 188); seyyie (kötülük, günah;
Haydar Mirza Türbesi-İstanbul el-Kasas 28/84), ism (günah; Âl-i İmrân 3/178),
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 467 durr (zarar; el-En‘âm 6/17; Yûnus 10/107), fitne
(belâ, darlık; el-Hac 22/11) kelimeleri de hayırla
Haydar Paşa Türbesi-Makedonya birlikte ve onun karşıtı olarak geçer.
Hayrın bu kullanımlarını iki ana bölümde ele al-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 614
mak mümkündür.
İlk bölüme giren âyetlerde hayır kavramı daha
Hayır
çok mal, servet, bolluk gibi maddî değer ve imkânlar
a. Sözlükte “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, veya daha genel olarak her türlü maddî ve mânevî
üstün kılmak” gibi anlamlara gelen hayr kö- nimet için kullanılmıştır. Bu âyetlerin bazısında
künden masdar-isim olup “iyi” yahut “iyilik”
hayır “mal” kelimesinin eş anlamlısı gibi geçer.
manasında ve şerrin karşıtı olarak kullanılır.(3)
Nitekim, “İnsan hayır sevgisine çok düşkündür”
b. Bir karşılık beklemeksizin yapılan her türlü yar- (el-Âdiyât 100/8) meâlindeki âyette hayır bütün
dım, iyilik, ihsan.(1)(2)(4) tefsirlerde mal kelimesiyle karşılanmıştır. Hz. Sü-
c. Ölümün kırkıncı günü verilen ziyafet.(1) leyman’ın cins atlara olan düşkünlüğü de “hayır
sevgisi” diye ifade edilmiştir (Sâd 38/32). Taberî
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bu âyeti açıklarken, “Araplar ata hayır derlerdi;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
aynı şekilde malı da hayır diye adlandırırlardı” der
(3) DİA; [HAYIR - Mustafa Çağrıcı] c. 17; s. 46
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(Câmiu’l-beyân, XXIII, 154-155). Bazı âyetlerde
ölen kişinin geride mal bırakması “hayır bırakma”
olarak (el-Bakara 2/180), insanlara malî yardımda
Hayır Düşüncesi bulunulması da “hayır infak etme” şeklinde ifade
Sözlükte “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, edilmiştir (el-Bakara 2/215, 272, 273). Bir kısım
üstün kılmak” gibi anlamlara gelen hayr kökün- âyetlerde (meselâ bk. el-Bakara 2/262, 274; en-
den masdarisim olup “iyi” yahut “iyilik” mânasın- Nisâ 4/34) doğrudan doğruya “mal infak etme”
da ve şerrin karşıtı olarak kullanılır (Lisânü’l-A- ifadesinin yer alması, Kur’an’da hayır ve mal ke-
rab, “Hyr” md.). “Mal ve servet” mânasına da limelerinin anlam birliğini açıkça göstermektedir.
gelen hayr ayrıca “en iyisi, daha iyisi”, şer de “en Hayır yine maddî anlamlarda refah, bolluk, zengin-
kötüsü, daha kötüsü” anlamında ism-i tafdîldir. lik gibi daha geniş kavramları belirtecek şekilde
Râgıb el-İsfahânî hayrı “akıl, adalet, fazilet ve de geçmektedir (meselâ bk. el-En‘âm 6/17; Yûnus
faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” diye 10/107; el-Enbiyâ 21/35; el-Meâric 70/21; krş.

219
Vadi-i Hamuşan
Taberî, VII, 160-161; XI, 177; XVII, 24-25). Ta- takvâdır” (el-Bakara 2/197) meâlindeki âyette
berî, Hûd sûresinin 84. âyetini açıklarken burada geçen hayır kelimelerinden ilki fiilin niteliği, ikin-
geçen hayır kelimesinin “fiyat düşüklüğü, ucuzluk; cisi amacın niteliği olarak kullanılmıştır. Bakara
zenginlik, servet, dünya ziyneti” gibi mânalara sûresinin 109-110. âyetlerinde, Ehl-i kitabın sırf
geldiğine dair değişik görüşleri aktardıktan sonra kıskançlıklarından dolayı müslümanları imanla-
buradaki hayrın bütün dünyevî faydaları kapsadığı- rından döndürme çabalarına karşı müslümanlar
nı söyler (a.g.e., XII, 94-95). Âl-i İmrân sûresinin uyarılmak suretiyle imanın değeri vurgulandık-
Allah’a yakarış mahiyetindeki bir âyetinde (3/26) tan ve bağışlama, hoşgörü, namaz ve zekât husu-
mülkün sahibinin Allah olduğu ve O’nun mülkü sundaki ilâhî buyruklar sıralandıktan sonra yer
dilediğine vereceği, dilediğinden de geri alacağı, alan, “Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız
dilediğini yüceltip dilediğini alçaltacağı belirtilir. Allah’ın katında onu bulacaksınız” ifadesinden,
Daha sonra gelen, “Hayır sadece senin elindedir” yukarıdaki ahlâkî ve dinî ödevlerin de hayır kap-
cümlesinden hayrın her türlü maddî ve mânevî ni- samına girdiği anlaşılmaktadır. Taberî son âyeti
metleri kapsadığı anlaşılmaktadır. oldukça geniş bir yorumla “Allah’ın râzı olduğu
Kur’an’da mânevî nimet kabilinden olan şeyler de amel” diye açıklamıştır (Câmiu’l-beyân, I, 491).
hayır kelimesiyle ifade edilmiştir. Nitekim hayır, Hayır kelimesinin çoğulu olan ahyâr iki âyette
Allah’ın kullarına özel nimeti olan vahiy veya (Sâd 38/47-48) bazı peygamberler hakkında övgü
Kur’an yerine de kullanılmıştır (el-Bakara 2/105; sıfatı olarak yer almaktadır. Aynı kökten hayre
krş. Taberî, I, 474). “Takvâ sahiplerine, ‘rabbiniz (aslı hayyire) kelimesinin çoğulu olan hayrât bir
size ne indirdi?’ denildiğinde ‘hayır indirdi’ der- âyette (er-Rahmân 55/70) hisân ile birlikte “iyi ve
ler” meâlindeki âyette (en-Nahl 16/30) hayrın güzel kadınlar” anlamında kullanılırken (Şevkânî,
vahiy mânasına geldiği açıkça görülmektedir. Bazı V, 165) dokuz âyette din ve dünya için faydalı
müfessirler, Âl-i İmrân sûresinin 104. âyetinde ve bütün işleri kapsayan bir konumda geçmektedir
Kalem sûresinin 12. âyetinde geçen hayrı “İslâm” (a.g.e., II, 445).
diye açıklamışlardır (Taberî, IV, 38; Şevkânî, V, Hayır ve şer ile aynı kökten türeyen diğer kelime-
308). Diğer bir âyette (el-Bakara 2/269) hikmet ler Kur’ân-ı Kerîm’deki anlamlarıyla pek çok ha-
Allah’ın bir lutfu ve nimeti olarak “büyük bir ha- diste de geçmektedir (bk. Wensinck, el-Mucem,
yır” diye nitelendirilmiş olup Kur’an’ın hikmetle “Hyr” md.).
ilgili bu yaklaşımı zamanla, İslâm ümmetinin dinî
Müslümanın karakterini belirleyen ve bir kısmı
bir kaygıya kapılmadan her türlü ilmî ve fikrî ge-
sorulara cevap teşkil eden bazı hadislere göre in-
lişmeye açılması ve çeşitli kültürlerden faydalan-
sanların yahut müslümanların en hayırlısı “iyili-
masında cesaret verici bir rol oynamıştır.
ği beklenen, kötülük etmesinden korkulmayan”
İkinci bölüme giren âyetlerde hayır kelimesi “sâ- (Tirmizî, “Fiten”, 76); “toplum içinde yaşarken
lih amel”, “hasene”, “mârûf” gibi kavramlara ya- bir taraftan o toplumun hakkını ödeyen, diğer
kın anlamlarda olmak üzere her türlü iyi tutum ve taraftan rabbine ibadet eden, savaşa çıktığında
davranışın ahlâkî değerini belirtmek için kullanılır. ise düşmana korku salan” (Tirmizî, “Fiten”, 15);
Bakara sûresinin 215. âyetinde iki defa tekrarla- “-savaş zamanında- malı ve canıyla savaşan, -ba-
nan hayır kelimelerinden ilki “mal varlığı”, ikin- rış zamanında ise- rabbine ibadet etmekle meş-
cisi “mutlak olarak Allah rızâsı için yapılan iyilik” gul olup kendini insanlara zarar vermekten alı-
anlamını taşır. Bu anlamıyla hayır, büyük ölçüde koyan” (Buhârî, “Riķāķ”, 34; Nesâî, “Zekât”, 74);
yine bir Kur’an terimi olan “sâlih amel” ile aynı “dostlarına ve komşularına hayrı dokunan” (Tir-
şeyi ifade eder. mizî, “Birr”, 28); “ömrü uzun, ameli güzel olan”
Kur’an genellikle, insanın âhirette kendisi için (Tirmizî, “Zühd”, 21, 22); “geç öfkelenip çabuk
faydalı olacak her türlü iyiliğini hayır diye adlan- yatışan” (Müsned, III, 19; Tirmizî, “Fiten”, 26);
dırır. “Hayır olarak ne yaparsanız Allah onu bilir. “borcunu güzellikle ödeyen kimse”dir (Buhârî,
-Âhiret için- azık edinin; bilin ki en hayırlı azık “İstiķrâż”, 4, 6; İbn Mâce, “Ticâret”, 62). Ticaret

220
Vadi-i Hamuşan
ehlinin en hayırlısı da borcunu güzellikle ödeyen, bulunan vakıf ve dernekler kurulmaktadır. Bunlar
alacağını güzellikle isteyendir (Müsned, III, 19). arasında dinî mahiyet arzeden hizmetlere yönelik
En hayırlı yönetici ise halkının kendisini sevip ha- hayır faaliyetlerinde daha yaygın ve hızlı bir geliş-
yır duada bulunduğu kişidir (Tirmizî, “Fiten”, 77). menin yaşandığı gözlenmektedir.(1)
Bu konudaki diğer bir hadisin meâli de şöyledir: (1) DİA; [HAYIR - Mustafa Çağrıcı] c. 17; s. 46
“Başınızdakiler en hayırlılarınız olduğu, zenginleriniz
hoşgörülü davrandığı ve işleriniz aranızda görüşülüp
danışılarak yürütüldüğü sürece sizin için yerin üstü Haymaana Türbesi-Kütahya
altından daha hayırlıdır” (Tirmizî, “Fiten”, 78). (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43,
İnsanlar arasında hayrın anahtarı, şerrin kilidi ve (2) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68-403,

H
şerrin anahtarı, hayrın kilidi olanlar vardır. “Allah (3) Bozoğlu, Ömer-Nihat Değirmenci. a.g.e., s. 30,
bir insanın ellerini hayrın anahtarı yapmışsa ona (4) İca, Mustafa. a.g.e. s. 38,
ne mutlu!” (İbn Mâce, “Muķaddime”, 19). Amelle- (5) Ölçen, Sadık. a.g.e. s. 183
rin en hayırlısı namaz (el-Muvatta, “Tahâret”, 36;
İbn Mâce, “Tahâret”, 4) meclislerin en hayırlısı ge-
Hayr Bey Türbesi-Mısır
niş olanıdır (Müsned, III, 18; Ebû Dâvûd, “Edeb”,
12). Bir hadiste oruç tutmak, sadaka vermek ve (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 4 s. 105
geceleyin namaz kılmak “hayır kapıları” (Tirmizî,
“Îmân”, 8), hayâ da “bütünüyle hayır” olarak ni- Hayran Efendi Türbesi-Kastamonu
telendirilmiştir (Müslim, “Îmân”, 61; Ebû Dâvûd,
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
“Edeb”, 6).(…)
Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerle diğer İslâmî kaynak-
larda hayır kelimesinin, başta malî fedakârlıklar Hayrat
olmak üzere her türlü yardım severliği ifade eden a. İyilikler, hayırlı işler, hayır işleri.(1)(2)
bir anlamda kullanılması ve müslümanların bu b. Sevap kazanmak amacıyla yapılan iyi, hayırlı
tür faaliyetlere teşvik edilmesi, erken dönem- işler, iyilikler.(2)(3)
lerden itibaren müslümanlar arasında güçlü bir
c. Sırf hayır maksadıyla herkesin faydalanması için
dayanışma ruhu geliştirdiği gibi çeşitli kişi ve
yapılan cami, köprü, sebil, çeşme vb. tesisler,
kuruluşlarca başta vakıf müessesesi olmak üzere
başkalarının yararlanması için vakıf ve tahsis
dârüşşifa, dârüleytam, dârülaceze, dârüşşafaka,
edilmiş olan gayrimenkuller veya mallar.(1)(4)
imaret, sebil, köprü, cami, mektep ve medrese
gibi kamuya hizmet veren birçok hayır eserinin (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
meydana getirilmesini sağlamıştır. İslâm dünya- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî krizlere (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
mâruz bulunduğu XX. yüzyılın ilk yarısında bu (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
tür faaliyetlerde bir gerileme süreci yaşanmışsa
da söz konusu krizlerin giderek hafiflemesine Hayru’l-Kuburü’l-Münderis
paralel olarak hayır faaliyetlerinde de bir gelişme
Kabirlerin en hayırlısı kaybolmuş olanlardır.(1)
gözlenmekte olup (EI² [Fr.], IV, 1183-1185) bazı
eski kurumların ihyası yanında Kızılay, Yeşilay, (1) Ülker, Nemci. a.g.e., s. 16.
Çocuk Esirgeme Kurumu, yetiştirme yurtları, sos-
yal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları gibi çağ-
Hayvan Desenleri
daş yöntemlerle faaliyet gösteren kurumlar tesis
edilmekte; bunun yanında özellikle sivil toplum Şamanın yılan, akrep, çıyan, kunduz vs. yabani,
anlayışının yaygınlaşmasına paralel olarak gayri zararlı hayvan şekilleri çizerek onları kaçıracağına
resmî kişi ve kurumlarca, başta eğitim ve öğretim inanılırdı.(1)
olmak üzere pek çok alanda hayır faaliyetlerinde (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 16

221
Vadi-i Hamuşan
Hayvan Figürleri Haz
a. Tokat, Sivas, Kırşehir, Akşehir ve Konya böl- Hoşlanma,(3) bir şeyin insana verdiği hoşa giden
gesinde bulunan bir grup mezar taşı üzerinde duygu, tat alma, duyusal ya da ruhsal sevinç duy-
kuş, çift başlı kartal, şahin figürlerine rastlan- ma, zevk, zevk duyma, zevklenme.(1)(2)(3)
maktadır. Kartal, şahin ve doğan benzeri kuş- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lar bereket sembolleri olarak kullanılır. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
b. Tokat, Sivas, Kırşehir, Akşehir ve Konya böl- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
gesinde bulunan bir grup mezar taşı üzerinde
bulunan aslan, kurt, ejder gibi yırtıcı hayvan-
Haza
ların ise  zarar verici ruhları korkutma  amacıyla
resmedildiği fikri benimsenmektedir. Uygurların ağıta verdiği isim.(1)
c. Anadolu mezarlıklarında bulunan koç, koyun, (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
at ve deve biçimindeki mezar taşlarını heykel
görünümünde olanları ve üzerinde figüratif be- Hazair
zeme taşıyanları sıradan kişiler için, belli başlı
Çit veya duvarla çevrili cami, türbe, tekke mezar-
ileri gelen yiğit kimseler için ve en çok sevilen
lıkları, hazireler, ağıllar, mezarlıklar.(1)(2)(3)
ana babanın biricik oğluna dikildiği belirtil-
mektedir.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 32.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Hayy-i Lâyemut
Hâzin
Ölümsüz olan Allah.(1)
a. Kur’an’da cennet ve cehennemde görevli melek-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lere verilen ad.(1)
b. Cennet kapısında duran melek. (Kapıcı melek)(2)
el-Hayy
(1) DİA;
a. Diri.(2)(3)
(2) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e., s. 349
b. “el-Hayy”, Allah’ın ismidir. Allah diridir ve biza-
tihi hayatın kendisidir. Allah, ezelidir ve ebedi-
dir, yaratılanlar ise fanidir, ölümlüdür. Varlık- Hazire-i Kuds
taki hayatiyet, Allah’ı tesbih içindir.(1) a. Mukaddes mahal ve mekân, mukaddes mabet.
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. b. Salikler melekutî makama derler.(1)
(2) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s.24; (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(3) Gündoğan, Bengü. Kastamonu Ferhat Paşa Cami-
si Haziresi Mezar Taşları, Gazi Ü Sos. Bil. Enst.
Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Hazire
Ankara 2007, s. 310 a. Cami, türbe ve tekke bahçelerinde, etrafı par-
maklık, çit veya duvarla çevrili mezarlık.(1)(2)
Hayyü’l-Kayyum (7)(8)

Ölümsüz olan, diri ve yarattıklarına hâkim olan b. Vakıf binalarının yanında zamanla teşekkül
Allah.(1)(2) Ebediyen diri ve muhafaza edici Al- eden(3) Etrafı çit veya duvar ile çevrili mekân,
lah’ın sıfatlarından.(3) ağıl veya mezarlık.(4)(5)(6)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (3) DİA;

222
Vadi-i Hamuşan
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Hecin Dede Türbesi-Burdur
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38
(6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(7) Akay, Hasan. a.g.e.
(8) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Heft Duzeh
Yedi cehennem, kötü ahlaka kinayedir.(1)
Haziretü’l-Kuds (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Cennet.(1)(2)(3)(4)(5)
Heft Şehr-i Aşk
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Aşkın yedi şehri.

H
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. b. Sülukun yedi merhalesi. Salikin mahbubuna
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. varmak için aşması gereken yedi tehlikeli vadi.
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. c. Ölümden sonraki yedi mertebe.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Hazra-i Haseneyn Türbesi-Mısır
(1) DİA, Cilt. 34, s. 3 Hekim Baba Türbesi-Kosova-Prizren
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 341,
Hazreti Ali Türbesi-Bulgaristan (2) Engin, Refik. a.g.e. s. 497
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 279
Hekim Dede Türbesi-Şanlıurfa
Hazret-i Nuh Türbesi-Şirnak (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 215
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43
Hekim Lari Türbesi-Edirne
Hazret-i Pir Türbesi-Kastamonu (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 30
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 43
Hekim Zade Hattat Mehmed Efendi Türbesi-
Edirne
Hebheb
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
a. Cehennemde olan bir vadinin ismi.(1)
b. Cehennemde bir kuyu.(1)(2)
Hekimoğlu Ali Paşa Türbesi-İstanbul
(1) İbn Kesir. a.g.e., s. 352-353;
(1) DİA, Cilt. 17 s. 167,
(2) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 270
(2) Envanter. a.g.e. No:15,
(3) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e., s. 228,
Hece Taşı (4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 45
Mezar taşı. Alanya ve yöresindeki köylerde, me-
zarın baş ve uç tarafına dikilen ve yatan kişi hak- Helahil
kında bilgiler yazılan mezar taşlarına, bu bölgede Öldürücü zehir.(1)(2)
“hece taşı” denilmektedir (Türktaş 1998).(1)(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(3) Yılmaz, Orhan. “Tokat, Zile, Acısu Köyü Mezarlı-
ğında, Anşabacılı Sıraçları (Beydili Alevi Türkme-
Helak
ni)’na Ait Mezar Taşları.” a. Yok olma, tükenme, mahvolma, harcanma, ölme,

223
Vadi-i Hamuşan
öldürme, ortadan kaldırma, yok etme.(1)(2)(3)(4)(5) Helvacı Baba Türbesi-Kayseri
(6)(7)(8)
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 284
b. Ölüm.(1)(5)(9)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Helvacı Baba Türbesi-Edirne
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. Helvacı Başı Türbesi-istanbul
(6) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 25, s. 196;
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 47
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(9) Akçay, Mustafa. a.g.e, s. 89. Helvacı Hatun Türbesi-Sivas
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 115
Helâk Mûcizeleri.
İnkârda ısrar eden kavimlerin cezalandırılmasına Helvacıoğlu, Sâmân
yönelik mûcizelerdir. Kur’an’daki açıklamalara
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 SB 53
göre helâk mûcizeleri şiddetli fırtına, korkunç bir
gürültü, tûfan, zelzele gibi tabii âfetler tarzında Mezarlar ve Mezarlıklar; Mezar Taşları Üzerine
gerçekleştiği gibi (el-Ankebût 29/40) düşmanlar Küçük Bir Bibliyografya, Tarih ve Toplum dergisi,
tarafından katledilmek şeklinde de görülmüştür. Sayı:25, S.60-64, iletişim Yay., 1986, İstanbul
Nûh kavminin tûfanla, Semûd, Âd ve Medyen hal- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
kının korkunç bir gürültüyle, Lût kavminin zel-
zeleyle, Firavun ve ordusunun denizde boğulmak
suretiyle yok edilmesi bunlardandır. Peygam- Helvayı Yakub Dede Türbesi-İstanbul
berlerin birçok delil ve mûcizesine rağmen inan- (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 135,
mamakta ısrar eden inkârcıların helâk edilmesi (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 49,
Allah’ın süregelen bir kanunudur. Helâk mûcize- (3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 88
leri aynı zamanda sonraki nesiller için bir uyarı ve
ibret vesilesidir. Son peygamberin helâk mûcizesi
toplumsal bir cezalandırma değil Kureyş’in ileri Hemşire-i Cenab Hüseyin Şehri Banu Hanım
gelen azılı kâfirlerinin Bedir Savaşı’nda katledil- Türbesi-İstanbul
mesi şeklinde olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de her (1) Adresler. a.g.e.
millete uyarıcı peygamber gönderildiği ve söz-
lerine itibar edilmesi için bunların çeşitli kanıt-
Hendek
larla desteklendiği açıklanmıştır (Yûnus 10/74).
Resûl-i Ekrem peygamberlere imana vesile ola- Eskiden ölülerin gömüldüğü geniş çukur.(1)
cak çeşitli mûcizelerin verildiğini, kendisinin de (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kur’an mûcizesine sahip kılındığını bildirmiştir
(Buhârî, “Feżâilü’l-Ķurân”, 1, “İtiśâm”, 1; Müslim,
“Îmân”, 239).(1) Hepkebirler Türbesi (Batı) -Kastamonu

(1) DİA; [MÛCİZE - Halil İbrahim Bulut] c. 30; s. 351; (1) Keçeci, Mehmet. a.g.e. s. 56,
[MÛCİZE - Salime Leyla Gürkan] c. 30; s. 353 (2) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2

Helvacı Ana Türbesi-İstanbul Hepkebirler Türbesi (Doğu) -Kastamonu


(1) Gider, Şenay. a.g.e., s. 111 (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2

224
Vadi-i Hamuşan
Herç Cami, 12 Zilhicce 1179’da (22 Mayıs 1766) İstan-
Öldürmektir.(1) bul’a büyük zarar veren şiddetli depremde harap
olmuş, kubbesi, minaresi ve son cemaat yeri yı-
(1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 374
kılmıştır. Bu felâketten sekiz yıl sonra Kemankeş
İsmâil Ağa tarafından yapının tamir edildiği 1187
Heroon (1773) tarihli kitâbeden öğrenilmektedir. Bu sıra-
Bir kahramanın yeri ya da anıtı anlamına gelen da bazı kısımlar XVIII. yüzyılda hâkim olan üslûba
heroon ölmüş bir kahraman adına, mezarı etrafı- göre tamamlanmıştır.
na yapılmış ve bazen kutsal bir duvarla çevrilen Hersekzâde Ahmed Paşa Camii 1965 yılına kadar
bir anıt ya da kutsal yerdir.(1) bir harabe haline gelmiştir. Vakıflar İdaresi, bu

H
tarihte eserin kurtarılması çalışmaları ile mimar
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
Cahide Tamer’i görevlendirmiş ve böylece cami ilk
şekline kavuşmasa da yeniden içinde ibadet edilir
Herdene Bahar Baba Türbesi-Afyonkarahisar duruma gelmiştir.(…)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 Hersekzâde Camii’nin sağ tarafında yerden ol-
dukça yüksek bir set halinde kesme taştan yapılan
türbe, alışılmamış biçimde olup bir namazgâh so-
Hersekzade Ahmed Paşa Türbesi-Kocaeli
fasını andırır. Dokuz basamak merdivenle çıkılan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 bu setin üstü mermer bir korkulukla çevrilidir ve
kemeri klasik üslûpta işlenmiş yine mermerden
bir kapı sövesi vardır. Bazı kısımlarının eksik oldu-
Hersekzade Ahmed Paşa Türbesi-Yalova
ğu anlaşılan bu açık kabir yerinin eğer aslında üstü
(1) DİA, Cilt. 17 s. 237 kapalı değil idiyse bu kadar yüksek bir kapı çerçe-
vesine gerek olmadığı bellidir. Bu türbeye, 1179’da
Hersekzâde Ahmed Paşa Camii Ve Türbesi (1766) caminin yıkılmasından önce 0,50 × 0,42
m. ölçüsünde bir mermer levhaya işlenmiş 1155
Yalova’ya bağlı Altınova ilçesi Hersek köyünde
(1742) tarihli on mısralık bir kitâbe konulduğu ve
XV. yüzyıl sonları ve XVI. yüzyıl başlarında yapıl-
bunun, 1187 (1773) tarihli tamir sırasında cami-
mış cami ve türbe.
nin giriş cephesinde kapı üstüne ve kapı lentosu ile
İzmit körfezi kıyısında Karamürsel ile Yalova İsmâil Ağa’nın ihya kitâbesi arasına yerleştirilmiş
arasında bulunan ve aslında küçük bir külliyeye olduğu görülmektedir. Bu da sofa-türbenin önemli
ait olan cami, II. Bayezid ve I. Selim devri vezîriâ- bir değişiklik geçirdiğine delil sayılabilir. Ahmed
zamlarından Hersekzâde Ahmed Paşa tarafından Paşa’nın kabir taşı kırılmışsa da çimentolanarak
yaptırılmıştır. 917 yılı Ramazanında (Aralık 1511) yerine konulmuştur. Caminin yanında birkaç me-
tasdik edilen vakfiyesi, Amerika’da Philadelphia zardan oluşan küçük bir hazîre mevcuttur.(1)
Freer Library’de John Frederick Lewis koleksi-
(1) DİA; [HERSEKZÂDE AHMED PAŞA CAMİİ ve
yonunda bulunmaktadır. İnşa tarihi kesin olarak TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. 17; s. 239
tesbit edilemeyen cami hakkında devrin kaynak-
larında bilgi yoktur. Yalnız Evliya Çelebi, 1058 yılı
Şâbanında (Eylül 1648) uğradığı Hersek kasaba- Hert
sının, Ahmed Paşa’nın gazâ malıyla 700 hânelik Ölü, hortlak.(1)
bir yerleşim yeri olarak kurulduğunu bildirir. Her- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sekzâde Ahmed Paşa’nın, buradaki birçok evkafı
dışında Edirne Keşan’da bir cami, İzmir’de Borno-
va ile Urla’da hamamlar, Kütahya’da kervansaray, Hesap
Bornova’da, Aydın’ın Köşk kasabası ve Uşak’ın Mükellef insanların dünyadaki inanç ve davra-
Beypazarı’nda dükkânlar yaptırdığı bilinmektedir. nışlarından dolayı âhirette hesaba çekilmeleri

225
Vadi-i Hamuşan
anlamında bir terim.(1) Kur’an-ı Kerim’de hisab Hıdır
ve husban, çoğunlukla suçluları hesaba çekme, Halk inanışlarına göre ölmezlik sırrına ermiş ulu
özellikle de âhirette hesaba çekip cezalandırma kişi Hızır’ın başka türlü yazılışı.(1)
anlamındadır.(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA;
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 212
Hıdır Abdal Sultan Türbesi-Erzincan
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44
Hesap Günü
a. Kıyamet günü.(1)(3)
Hıdır Aleyhisselam Türbesi-Hatay
b. Kıyametin kopması.(2)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 13;
Hıdır Baba Türbesi-Edirne
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 219

Heşt Behişt
Hıdır Baba Türbesi-Makedonya
Kur’an-ı Kerim’de adı geçen sekiz cennet.(2)(1)(3)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 556
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Hıdır Dede Türbesi-Konya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44
Heva
a. Nefsin arzu ve istekleri.(1) Hıdır Dede Türbesi-Sakarya
b. Cehennemin içinde bir köşktür. Kâfir oraya (1) Sakarya Platformu. a.g.e. s. 130,
üzerinden atılarak dibine varıncaya kadar kırk
sene yuvarlanır.(2) Hıdır Türbesi-Hatay
(1) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 37; (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.
(2) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 269

Hıdırlık
Heykel
Mezarlık.(1)
a. Tapınak.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Cismani beden, cisimden ibaret suret, ceset,
gövde.(2)(3)
c. Nazar için boyna takılan muska, tılsım.(2)(3) Hıdırlık Türbesi-Burdur

d. Anıt, abide.(4) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44,


(2) Arıbaş, Kenan-İzzet Temel. “Burdur Kentinde Atıl
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Durumda Bulunan Mekanlar.” I. Burdur Sempoz-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. yumu 16-19 Kasım 2005, Mehmet Akif Ersoy Ü-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. niversitesi, (2007). s. 1448
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

Hıdırlık Türbesi-Ankara
Hezar Dinari Türbesi-Kütahya (1) DİA, Cilt. 17 s. 313,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 (2) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 244

226
Vadi-i Hamuşan
Hıdırlık Türbesi-Çorum Selçuklu mimarisinde görüldüğü gibi bir küm-
(1) Çorum Valiliği. a.g.e. s. 217,
bet-türbe olduğunu düşündürmektedir.
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 214 (1) DİA; [HIDIRLIK TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. 17;
s. 313

Hıdırlık Türbesi
Hıdrellez
Ankara’da erken Osmanlı dönemine ait türbe.
Kardeş olduklarına ve yılda bir defa buluştukla-
Ankara dışında, kuzeyde ve şehre hâkim bir ko- rına inanılan Hızır ve İlyas Peygamberlerin yazın
numda olan Hüseyingazi tepesi üstünde yer alan başlangıcı olarak kabul edilen, altı Mayıs tarihine
türbenin kim için ve hangi tarihte yapıldığı bilin- rastlayan buluşma günleri. Kökü İslâm öncesi eski

H
memektedir. Gönül Öney, XIV-XV. yüzyıllarda Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz bayramları-
inşa edilmiş olabileceğini söylemektedir. Türk na dayanan Hızır yahut Hızır ve İlyas kavramları
medeniyetinde Hızır İlyas efsanesine bağlı yaygın etrafında dini bir muhtevaya bürünmüş halk bay-
bir gelenek olarak Hıdırlık adı verilen tepelerde ramının adıdır.(2)(4) Hıdrellez, ölümsüzlüğe eriş-
inşa edilen yatır türbelerinden biridir. Eski halk miş iki peygamber olarak görülen Hızır ve İlyas’ın,
inançlarına dayanan Hıdırlıklar Anadolu ve Ru- isimlerinin halk ağzındaki söylenişidir. Hıdrellez
meli’nin birçok yerinde görülmüştür. günü, kim ne istiyorsa onun şeklini akşam taş ile
Hıdırlık Türbesi Öney tarafından ileri sürüldüğü yapar, sabah güneş çıkmadan önce onu üç İhlâs
kadar geç bir döneme ait değildir. Rakımı 1400 bir Fatiha okuyarak bozar. Hıdrellez akşamı ateş
metreyi bulan bu tepede inşa edilen “makam-tür- yakılır ve ateşin etrafında dönülür.(5)
be” evvelce herhalde bir tekke ile birlikte bulu- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nuyordu. Evliya Çelebi buradan “Hazret-i Hızır (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ziyaretgâhı” diye bahseder. Burası, İslâmiyet’in (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
yayılmasında önemli payı olan alp erenler veya (4) DİA;
gazi erenlerden bir velînin türbesi olmalıdır. (5) Artun, Erman, a.g.e., s. 18

Bir müddet Bayramiyye Tekkesi olarak hizmet


gördüğü tahmin edilen tekke daha geç dönemler- Hıdrellez (Xıdırzinda) Türbesi-Irak
de terkedildiğinden ortadan kalkmış ve hiçbir izi (1) Bayatlı, Necdet Yaşar. a.g.e. s. 111
kalmamıştır. Hıdırlık Türbesi, Batılı bir ressam
tarafından XVIII. yüzyılda yağlı boya tekniğinde
Hımar
yapılan bir Ankara tablosunda tepenin zirvesin-
de yer alan bir yapı olarak gösterilmiştir. Yıldırım Kadının kefeninde, ek olarak yüzünü ve başını ör-
ten “hımar” tabir edilen örtü.(1)
isabetiyle önemli ölçüde tahribe uğrayan türbe
Ankara’nın başşehir yapıldığı yıllarda kısmen ha- (1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 3, s. 33
rap olmuş durumda, fakat henüz ayakta bulunu-
yordu. Ancak sonraları bütünüyle yıkılmış veya Hıristiyanlık’ta Cennet
yıktırılmıştır. Bugün tamamen harap haldedir.
Yeni Ahid’de Hıristiyanlığın cennet-cehennem
Eski fotoğraflarından öğrenildiği kadarı ile Hıdır- telakkisine ışık tutan ifadelerde asıl ağırlık Eski
lık Türbesi moloz taşlardan yapılmış, kayalık bir Ahid ve yahudi geleneğidir. Ancak sonraları Hıris-
zemine oturan kare planlı bir bina idi. Bu mekâ- tiyanlığa özgü farklı yorumlara dayanan bir âhiret
nın üstünü tuğladan bir kubbe örtüyordu. Fotoğ- telakkisi oluşmuştur. Luka İncili’nde cennet, Hz.
rafta bu kubbenin hafifçe sivri bir biçimde olduğu Îsâ’nın da içinde yer aldığı bir mükâfat yeri olarak
farkedilir. Bu da ilk yapıldığında üstünde bu kub- geçer (Luka, 24/43). Aynı İncil’de ölümden sonra
beyi örten sivri bir külâhın bulunduğu ihtimalini iyilerin cennete girmesinden de söz edilir (Luka,
akla getirmektedir. Bu özellik, türbenin esasında 16/22-31). Pavlus bir mektubunda, bedeniyle

227
Vadi-i Hamuşan
olup olmadığını bilmediği özel bir tecrübeyle cen- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nete, üçüncü kat göğe çıktığını, vahiy aldığını an- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
latmaktadır (2. Korintoslular’a Mektup, 12/1-4). (4) DİA
İyi ve doğru kimselerin ebedî mükâfatı elde ede-
cekleri ve semada bulunan bir mekânın mevcu- Hırka-ı Şerif
diyeti göklerin melekûtu şeklinde Ahd-i Cedîd’de Hz. Muhammed’in Veysel Karani’ye hediye ettiği,
belirtilmektedir. Göklerin melekûtu bu dünya halen Fatih’de bu isimle anılan Hırka-ı Şerif Cami-
krallıklarından tamamen farklıdır (İbrânîler’e inde bulunan hırkası.(3)
Mektup, 9/11) ve ebediyen devam edecektir. Sade-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
ce doğrular oraya gidebilecek ve orada barış içinde
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ebediyen mutlu bir hayat süreceklerdir (I. Korin-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
toslular’a Mektup, 6/9-10; Romalılar’a Mektup,
(4) DİA
5/17). Orada Tanrı’yı görecekler (I. Yuhanna, 3/2)
ve melekler gibi olacaklardır (Markos, 12/25).
Hırka-ı Şeyhane
Yeni Ahid’de, iyi kimselerin ölüm ötesinde var-
lıklarını devam ettirecekleri yer olarak “paradi- Şeyhe uygun hırka.(1)
se” kelimesi dışında kullanılan başka deyimler de (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
vardır (kıyamet, ebedî mesken, ölüler diyarı gibi,
bk. Markos, 12/18-27; Luka, 16/9, 19-31). Bazı Hırka-ı Teberrük
anlatımlar, ölüm sonrasında iyi kimselerin Ya-
a. Bir mürşitten hilafet almış bir müride, diğer
hudilik’teki Şeol gibi bir yerde kalacaklarını akla
bir tarikatın şeyhi tarafından manevi bir iltifat
getirmektedir (bk. Matta, 12/40; Resullerin İşleri,
olarak verilen hilafet.(1)(3)
2/24-32; 1. Selânikliler’e, 4/13-16; Vahiy, 20/13).
b. Bir adayın dervişliğe ilk kabulünde törenle giy-
Âdem ile Havvâ’nın itaatsizliği hıristiyan teoloji-
diği hırka,(2) dervişliğe kabul hırkası.(3)
sinde Yahudilik’te bulunmayan aslî günah inancı-
na yol açmıştır. Hz. Îsâ’nın kurtarıcılığı ve vaftiz c. Mevlevilikte bir şeyhe intisap ile sikke giyen
uygulaması hep bu olaya bağlanmaktadır. Cenneti ama henüz o şeyhe biat etmeyen dervişe giydi-
kaybetme kıssanın en çarpıcı noktasıdır. Kaybedi- rilen hırka.(3)
len Eden cenneti bazan yeryüzünde bir yer olarak (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
da düşünülmüştür. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Yahudilik’te olduğu gibi Hıristiyanlık’ta da Eden (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
cennetinin yaratılışın başlangıcında var olduğu-
na inanılmıştır. Hıristiyanlık’ta, cennette yılanın Hırka-Pûş
kandırması ile Havvâ’nın ve Âdem’in yediği yasak Hırka giyen fakir, derviş.(2)(3) Hırka giyerek tari-
meyvenin elma olduğuna inanılır. Hayat ağacı ile kata giren mürit, derviş.(1)
iyilik ve kötülüğü bilme ağacı cennetteki kıssanın
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
önemli unsurlarıdır.(1)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-386

Hırka
Hırka-i Saâdet a. Kalın kumaştan yapılmış veya iç pamukla bes-
Hz. Muhammed’in Topkapı Sarayı Mukaddes Ema- lenmiş, önleri açık, ceket uzunluğunda kollu bir
netler Dairesi’nde gümüş sandık içinde muhafaza giyecek, üst elbisesi.(1)
edilen hırkası.(1)(2)(3)(4) b. Dervişlerin ve şeyhlerin, sufilerin, tarikat men-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. suplarının üstlerine giydikleri, biçimi ve rengi

228
Vadi-i Hamuşan
mensup oldukları tarikata göre değişerek sem- dir ve o, Allah’ın yeryüzündeki askeridir. Hızır,
bol haline gelmiş, kollu, yakasız, pamuklu giye- bast; İlyas kabz halinden kinayedir. Hızır’ın Hz.
cek.(3)(4)(5)(6) Musa’nın zamanından bu zamana kadar gelen bir
(1) Akay, Hasan. a.g.e. insan veya Hz. Musa’nın suretine bürünen ruha-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. ni bir varlık olmasıyla alakalı bir nakil ve aklen de
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. bunu tahkik etme imkânı yoktur. Bilakis o, manen
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e. galip olan bir vasfıyla Hz. Musa’nın suretine bü-
(5) DİA; rünmüş, sonra yok olmuştur. İşte bu avama göre
(6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. onun ruhudur veya Ruhu’l-Kudüs’tür.(1)
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.

H
Hırka Tohi Kerden
Hızır
Hırka boşaltmak. Sufiler ölümü anlatmak için bu
ıstılahı kullanırlar.(1) Kur’an’da adı geçen, Hz. Musa döneminde yaşa-
yan,(1) kendisine ilahi bilgi ve hikmet öğretilen,(3)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
İslâm geleneklerinde yer alan,(4) ab-ı hayat içtiği
için ölümsüzlüğe erdiğine,(8) bereketi temsil et-
Hırz tiğine ve kul sıkıştığında imdadına yetiştiğine
a. Nefsi muhafaza için takılan muska.(1) inanılan,(6) bir görüşe göre Peygamber, bir görüşe
göre veli olan zat,(7) ulu, kutsal kişi.(1)(2) İlyas Pey-
b. İnsan ve hayvanları nazardan ve tehlikelerden
gamberin lakabı, “Hızır İlyas” şeklinde daha çok
korunduğuna inanılan muska, nazar boncuğu
geçmektedir.(5)
vb. şey.(2)(3)(4)
c. Tılsım.(2)(3)(4) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(3) DİA;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
(7) Pala, İskender. a.g.e.
Hış’a (8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Doğum sırasında ölen annenin karnı yarılarak çı-
karılan çocuk.(1)(2)(3) Hızır Abdal Sultan (Hızır Dede ) Türbesi-
Isparta
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 81,
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (2) Gül, Hüseyin-Songül Boybeyi. a.g.e. s. 216

Hıyal-ı Mutlak Hızır Baba Türbesi-Elazığ


Tasavvufta mukayyed hayalin ve munfasıl hayalin (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 223,
mukabilinde yer alır. Misal ve aşağı melekûtiler (2) Kıyak, Abdülkadir. a.g.e. s. 176
âlemine de denir.(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. Hızır Baba Türbesi-Kırklareli
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 286

Hızır-İlyas
Tasavvufta, Hızır ve hakkında anlatılan şeyler Hızır Baba Türbesi-Bulgaristan
gerçektir. O, yeryüzünün âlimi, abdalların reisi- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 247

229
Vadi-i Hamuşan
Hızır Baba Türbesi-Yunanistan gerektiği vurgulanmakta (Âl-i İmrân 3/156-159),
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 889 O’nun yardım ettiği toplulukları kimsenin yenilgi-
ye uğratamayacağı, kendi hallerine terkettiği (hız-
lân) grupları da kimsenin zafere ulaştıramayacağı
Hızır Bey Türbesi-Samsun
belirtilmekte, başarı için kararlılık ve tevekkülle
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44, çalışmanın lüzumuna işaret edilmektedir (Âl-i İm-
(2) Samsun Valiliği. a.g.e. s. 122 rân 3/160). Hızlân kavramı bir âyette mübalağa
sigasıyla şeytana nisbet edilerek şeytanın dostlu-
Hızır Bey Türbesi-Kırklareli ğuna asla güvenilmeyen (hazûl) gizli bir düşman
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 olduğu bildirilmektedir (el-Furkān 25/29). Diğer
bir âyette ise insan onuruna yakışmayan ve onu
kula kul olma seviyesine düşüren şirkten söz edi-
Hızır Bey Türbesi-Nevşehir
lirken Allah’tan başkasına tapınan kimsenin kı-
(1) DİA, Cilt. 40, s. 150, nanmış ve kendi başına terkedilmiş (mahzûl) ola-
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 48 cağı belirtilerek hızlân kavramı hem Allah’a hem
de şahsiyetli insanlara (müminlere) izâfe edilmek-
Hızır Dede Türbesi-Ankara-Kızılcahamam tedir (el-İsrâ 17/22).
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 153 Hızlânın ifade ettiği mâna Kur’ân-ı Kerîm’de nis-
yan (unutmak) kavramıyla da işlenmiştir. Birçok
âyette, insanın kendisini dünya ve âhiret mutlu-
Hızır Direk Türbesi-Sivas
luğuna götüren yoldan sapmasının sebebi unut-
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 146 kanlık olarak gösterilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī,
el-Mucem, “nsy” md.). Râgıb el-İsfahânî’nin “zih-
Hızır İlyas Türbesi-Kayseri nî ve irâdî zaaf, gaflet veya kasıt sebebiyle kişinin
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44,
kendisine tevdi edilen şeyi muhafaza etmemesi”
(2) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21
şeklinde tarif ettiği nisyan (el-Müfredât, “nsy”
md.) alışkanlık haline getirilmiş bir ilgisizlik ve
umursamazlık halidir. Kur’an’da, bu davranış için-
Hızır Yusuf Türbesi-Bursa
de bulunan kimselerin Allah’ı ve âhiret gününü
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 unuttukları için Allah tarafından da unutulacak-
ları haber verilmektedir (el-A‘râf 7/51; et-Tevbe
Hızır-İlyas Türbesi-Azerbaycan 9/67; es-Secde 32/14; el-Câsiye 45/34). Bütün
kâinata yönelik tasarruf, lutuf ve ihsanı aralıksız
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
devam eden, ilmi her şeyi kuşatan, asla yanılıp
unutmayan (Meryem 19/64; Tâhâ 20/52) Cenâb-ı
Hızlân Hakk’a bu âyetlerde nisbet edilen unutma mecazi
Allah’ın, buyruklarına boyun eğmeyen insanlar- anlamda olup kulun sürekli umursamazlığına bir
dan yardımını kesmesi anlamında bir terim. karşılık niteliği taşır ve hızlân kavramının mâna-
Sözlükte “yardımını kesmek, kendi haline bırak- sını pekiştirir.
mak” anlamında masdar olan hızlân genellikle Çeşitli hadis rivayetlerinde hızlân kavramı sözlük
nusret, tevfîk ve lutuf kelimelerinin karşıtı olarak anlamıyla yer almakta (bk. Wensinck, el-Mucem,
“Cenâb-ı Hakk’ın itaatsiz kullarını kendi haline “Hźl” md.), Hz. Ali’den rivayet edilen ve kendisi-
terketmesi” şeklinde tarif edilir. Hızlân kavramı ni konu alan bir hadiste bu kavram Allah’a nisbet
Kur’an’da üç âyette yer almaktadır. Uhud Gaz- edilmektedir (Müsned, I, 118, 119). Hadislerde,
vesi’nde müslümanların yenilgisinden söz eden kulun kendi haline terkedilmesi vekl kökünden
âyetlerde, zafer ve başarı için her türlü tedbirin türeyen fiillerle de anlatılmış ve kişinin Allah’tan,
alınmasından sonra Allah’a tevekkül edilmesinin kendini kendi haline terketmemesini niyaz et-

230
Vadi-i Hamuşan
mesi tavsiye edilmiştir (a.e., I, 412; V, 191; Ebû görüştedir (İbn Fûrek, s. 36, 109, 123; Şehristânî,
Dâvûd, “Cihâd”, 35). s. 412). Eş‘arî’ye göre hızlânın kâfirleri helâk edip
Kulların fiilleri ve Allah-insan ilişkisi meselelerin- cezalandırmakla bir ilgisi yoktur.
de hızlân, değişik kelâm ekollerine mensup âlim- 4. Hızlân Allah’ın kâfirlerin küfrünü yaratmasıdır.
lerce erken dönemlerden itibaren az çok farklı Eş‘arî’nin ehl-i isbâtın bir kısmına nisbet ettiği bu
şekillerde açıklanmıştır. Bu açıklamaları şöylece görüş Cebriyye’ye ait olmalıdır (Maķālât, s. 265).
özetlemek mümkündür: 5. İbn Hazm’a göre Hızlân, Allah’ın, kötülük yap-
1. Hızlân, Allah’ın müminlere fazladan ihsan et- maları için yarattığı fâsıklara bunu kolaylaştır-
tiği lutufları kâfirler için dünyada bir ceza olarak masıdır. Zira Hz. Peygamber, herkese üzerinde
terketmesi veya onları kendi başlarına bırakaca- yaratıldığı işin kolaylaştırıldığını haber vermiştir

H
ğına hükmedip “mahzûlûn” diye adlandırmasıdır. (el-Faśl, III, 50). Hızlâna, dolayısıyla kulların fiil-
Hızlân, Allah’ın kâfirleri hak yoldan uzaklaştırma- leri meselesine bu şekilde yaklaşılması Kur’an’a,
sı (idlâl-iğvâ) veya gerçeği anlamalarına mâni ol- dil kurallarına, aklın temel ilkelerine ve müctehit
mak için zihnî engeller yaratması şeklinde açıkla- âlimlerin görüşlerine uygundur.
namaz. Zira bu, kişinin dinen yükümlü tutulması
6. Hızlân Allah’ın, bütün işlerinde kullarına yar-
hususu ile bağdaşmaz. Dolayısıyla hızlân, iman et-
dımını kesip onları kendi başlarına terketmesi-
mek istemeyen insanların ilâhî yardım ve lutuftan
dir. Kullar, ilâhî tevfîk ile hızlân arasında dolaşıp
mahrum bırakılması tarzında anlaşılmalıdır. Çün-
farklı tecellilerle karşılaşırlar. İman ve itaat eden
kü kulun kendi başına terkedilmesi bir tür ceza-
bunu ilâhî tevfîk sayesinde yapar, inkâra ve isyana
dır. Hızlân aynı zamanda, müminlerle mücadele
sapan ise ilâhî hızlân sebebiyle bu duruma düşer.
eden kâfirlerin kalbine korku salınması şeklinde
Bu da ilâhî adaletin gereği olur. Zira Allah kula
olabileceği gibi bunların fikrî açıdan güçsüz bıra-
ait hiçbir şeyi onun elinden almaz. İbn Kayyim
kılması veya eleştirilip kötülenmesi tarzında da
el-Cevziyye sûfî temâyüllerinin galip geldiği eser-
gerçekleşebilir. Mu‘tezile âlimleri bu görüştedir
(Eş‘arî, s. 264-265; Kādî Abdülcebbâr, el-Mecmû lerinde bu görüşü savunmuştur (Medâricü’s-sâ-
fi’l-muhît bi’t-teklîf, II, 397-398; a.mlf., Müteşâbi- likîn, I, 445-446).
hü’l-Ķurân, s. 164, 726-727; Şehristânî, s. 411). Râgıb el-İsfahânî, hızlânın iradeli ve iradesiz ol-
2. Ebû Hanîfe’ye ve onun fikirlerini benimse- mak üzere iki şekilde vuku bulabileceğini söyler.
yenlere göre hızlân, kişinin Allah rızâsına uygun İradî hızlân kişinin kendi isteğiyle kötülük yap-
düşen fiilleri yapmaya muvaffak kılınmamasıdır. ması, gayr-i irâdî hızlân ise engellerle karşılaşması
Aslında Allah kullarını iman ve inkârdan soyut- sebebiyle yapmak istediği bir hayrı gerçekleştire-
lanmış olarak yaratmış, daha sonra onlara emir- memesidir (el-İtiķādât, s. 288). “Nasipsizlik” şek-
ler göndermiş, inkâr yolunu tutanlar buna kendi linde nitelendirilebilen hızlânın bu ikinci türünde
fiilleriyle yönelmiş, ancak bu yöneliş, kulun inkâr karşılaşılan engelin ciddi olması halinde bunda
etmeyi istemesi sonucu Allah’ın hızlânıyla gerçek- kulun sorumluluğu olmamalıdır.
leşmiştir. İman eden de kendi fiiliyle iman etmek- Kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığına
le birlikte bu fiil onun imanı istemesine bağlı ola- göre, hızlânın “ilâhî yardımın kesilmesi ve kulun
rak Allah’ın yardımıyla (tevfîk) vücuda gelmiştir kendi başına terkedilmesi” anlamına geldiği âlimler
(Beyâzîzâde, s. 57-58). arasında genellikle kabul edilen bir husustur. Bu
3. Hızlân, Allah’ın kâfirlerde inkâr etme gücü konudaki görüş ayrılığı daha çok hızlânın bütün
yaratıp onları kâfir olmaya muktedir kılmasıdır. beşerî fiilleri kapsayıp kapsamadığı noktasında
İnkâr etme gücünün aşağısında kalan itaatsizlik toplanmaktadır. Kelâm literatürü açısından ba-
ve isyan etme gücüne ise hırmân denir. Bundan kıldığında meselenin odak noktasını ilâhî buyruk-
dolayı Allah’ın hızlânı sadece kâfirlere mahsus- lara boyun eğme hususu oluşturur. Bu çerçevede
tur. Müminleri yardımsız bırakıp onlara kötülük ileri sürülen görüşler içinde, hızlânın sadece ilâhî
işleme gücü vermesi hırmân olarak kabul edilme- emirleri kabul edip itaat etmek istemeyen kâfir-
lidir. Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ile ona tâbi olanlar bu ler için geçerli olduğunu savunan görüş isabetli

231
Vadi-i Hamuşan
görünmektedir. İman ve itaat, inkâr ve isyan gibi kendinden veya çevresinden kaynaklandığını be-
dinî konularla ilgili olmayan hususların ise hızlâ- lirttikten sonra birincisini aşırı utangaçlık, ikin-
na konu teşkil etmediğini, bu alanda sünnetulla- cisini küçümsenme, itibarını kaybetme olarak
hın geçerli olduğunu söylemek mümkündür. nitelemiştir. Hızyin her iki türüne de Kur’an ve
Bütün tabiatın Allah’ın tasarruf ve idaresi altında hadisten örnekler veren müellif, insanın kendin-
bulunduğu şüphesizdir. İslâm dininde en önemli den kaynaklanan hızyin takdire şayan bir ahlâkî
varlık telakki edilen insan, gerek dünyevî gerekse davranış olup “alçak gönüllü ve mütevazi olma,
uhrevî hayatı ilgilendiren faaliyetlerinde başarılı gurura kapılmama” mânasına geldiğini, başkala-
olabilmesi için Allah’ın lutfuna muhtaçtır. Bu açı- rından kaynaklanan hızyin ise “rezalet ve zillet”
dan bakıldığında kişinin mâruz kaldığı musibet ve gibi aşağılayıcı anlamlar ifade ettiğini kaydetmiş-
âfetlerin de uyarıcı vazifesi gördüğü ve hızlânın de- tir (el-Müfredât, “Hzy” md.).
ğil ilâhî nusretin eseri olduğu söylenebilir. Kul için Hızy kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de on üç âyette fiil,
en kötü şey Allah’ın lutfundan mahrum bırakılma- on bir âyette hızy kalıbında isim veya masdar, bir
sı ve azgın dalgalar ortasında kaptansız bir tekne âyette ism-i tafdîl (ahzâ), bir âyette de ism-i fâil
gibi kendi haline terkedilmesidir. Bu kötü sonuç, (muhzî) olarak geçmektedir (bk. M. F. Abdülbâkī,
doğrudan Allah’ın yaratmasıyla değil kulun sürekli el-Mucem, “Hzy” md.). Fiil olarak kullanıldığı yedi
iradî faaliyetleri ve genel tutumunun bir eseri ola- yerde ve ism-i fâil sigası ile geçtiği âyette hızyin
rak meydana gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah ile iliş- ifade ettiği eylem Allah’a nisbet edilmektedir.
kisini kesen insanın dünyada mutlu bir hayat yaşa- Kur’an’da biri dünyada, diğeri âhirette olmak üzere
yamayacağı gibi âhirette de kör ve ilâhî lutuflardan iki türlü rüsvâlık olduğu belirtilmekte (el-Bakara
mahrum olarak haşredileceği haber verilmekte, 2/85, 114; el-Mâide 5/33, 41; el-Hac 22/9; ez-Zü-
bunun sebebi ise şöyle açıklanmaktadır: “Sana mer 39/26; Fussılet 41/16) ve Allah’ın kâfirleri
âyetlerimiz geldiği halde onları umursamadın. İşte (et-Tevbe 9/2, 14), münafıkları (el-Mâide 5/41),
bugün de sen aynı şekilde umursanmayacaksın” zalimleri (ez-Zümer 39/26), fesat çıkaranları
(Tâhâ 20/124-126). Diğer bir âyette yer alan ifade- (el-Mâide 5/33), insanları Allah yolundan saptır-
ler de hızlân konusuna ışık tutar niteliktedir: “Al- mak isteyenleri (el-Hac 22/9), Allah’a verdikleri
lah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara ken- sözü (mîsâk) tutmayanları (el-Bakara 2/85) rüsvâ
dilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar edeceği haber verilmektedir. Ancak O’nun insan-
yoldan çıkmışlardır” (el-Haşr 59/19). Allah’ı unu- ları, dünyada kendilerine peygamber gönderme-
tan kendini unutmuş ve Allah’ın yardımının dışına den âhirette rüsvâ etmek suretiyle cezalandırma-
çıkarmış olur. Asıl hızlân da budur.(1) yacağı (Tâhâ 20/134), Nûh, Sâlih, Şuayb ve Hûd
gibi peygamberlere inanmamakta direnen kavim-
(1) DİA; [HIZLÂN - İlyas Çelebi] c. 17; s. 419-420 lerle (Hûd 11/39, 66, 93; Fussılet 41/16) İsrâilo-
ğulları’nın birbirini öldürme, aralarından bazıları-
Hızy nı yurtlarından çıkarma, kötülük ve düşmanlıkta
birbirlerini destekleme ve kendilerine indirilen
Rezil olma, hor ve hakir duruma düşme anlamın-
kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını reddet-
da daha çok kâfirler için kullanılan bir Kur’an te-
me gibi davranışları sebebiyle rüsvâ edildikleri
rimi.
(el-Bakara 2/85), yaptıklarına pişman olmaları
Sözlükte “yapılan bir kötülük veya uğranılan bir sebebiyle Yûnus peygamberin kavminden dünya
musibet sonucunda hor, hakir ve zelil duruma hayatında rüsvâ olma azabının kaldırıldığı (Yûnus
düşmek, rezil olmak” anlamına gelen hızy “utanı- 10/98) bildirilmektedir. Ayrıca Allah ve Resulü’ne
lacak iş ve durum” mânasında isim olarak da kulla- karşı savaşanların, yeryüzünde fesat çıkaranların
nılır (Lisânü’l-Arab, “Hzy” md.; Kāmus Tercümesi, (el-Mâide 5/33), Allah hakkında bilgisizce tar-
“Hzy” md.). tışanların (el-Hac 22/9), Allah’ın mescidlerinde
Râgıb el-İsfahânî kelimeye “insana ârız olan in- O’nun adının anılmasına engel olan ve oraları
kisar” şeklinde anlam vermiş, bunun insanın harap edenlerin (el-Bakara 2/114) rüsvâ edileceği

232
Vadi-i Hamuşan
kaydedilmektedir. Kur’an’da, Allah ve Resulü’ne Hibe-i Mariz
karşı savaşan ve bozgunculuk yapanlara dünya- Ölümcül hastalığa yakalanan kişinin yaptığı hibe.
da uygulanacak cezanın öldürülme, asılma, el ve (1)
ayakların çaprazlama kesilmesi ve sürgün edilme
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(el-Mâide 5/33) şeklinde gerçekleşeceği açıklan-
maktadır. Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın bazı kişileri bu
şekilde cezalandırmasının sadece dünya ile sınırlı Hicâb
kalmayacağını, O’nun kâfirleri âhiret hayatında da a. Engel, örtü.
rüsvâ edeceğini, hatta âhiret azabının daha da şid- b. Hakka ve hakikate ulaşmaya, gönülde Hakk’ın
detli olduğunu bildirmekte (en-Nahl 16/27; Fussı- tecellisine ve âhiret hayatında Allah’ı görmeye

H
let 41/16); cehenneme girenlerin orada rüsvâ olacak- engel olan perde anlamında terim.(2)(3) İnsanı
larını haber vermekte (Âl-i İmrân 3/192) ve bu acı Allah’tan uzaklaştıran maddi, manevi her şey.
âkıbeti “büyük rüsvâlık” olarak nitelendirmektedir (3) Istılahı anlamı âşık ve maşuk arasında en-

(et-Tevbe 9/63). Yine Kur’an, Hz. Peygamber ile geldir. Aynı şekilde kalbin içinde bulunan ve
ona inananların kıyamet gününde utandırılma- hakikat tecellilerini kabul etmesini engelleyen
yacağını belirtmekte (et-Tahrîm 66/8), Hz. İbrâ- suretlere de denilir.(4)
him’in (eş-Şuarâ 26/87) ve Allah’ı sürekli olarak b. Cennet ehli ile cehennem ehli arasında bir hicâb
ananların O’na, “Rabbimiz, kıyamet gününde bizi vardır. Hicâb, engel, perde demektir. Bu hicâb,
rüsvâ etme!” (Âl-i İmrân 3/194) şeklinde dua et- cennetle cehennemi birbirinden ayıran A’raf,
tiklerini haber vermektedir. yani yüksek surdur.(1)
Hadislerde hızy kavramı hem “rüsvâ olma ve (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 3, s. 152;
unutma” anlamında insanlara (Müsned, II, 105; (2) DİA;
IV, 32, 181; Buhârî, “Îmân”, 40, “İlim”, 25; Müs- (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lim, “Îmân”, 24, “İmâre”, 16), hem de “rüsvâ (4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
etme, utandırma” mânasında Allah’a nisbet edil-
mektedir (bk. Wensinck, el-Mucem, “Hzy” md.).
Hice
Müslim’de yer alan bir rivayette Yezîd el-Fakîr’in,
Mezar taşı.(1)
Âl-i İmrân sûresinin 192. âyetinde sözü edilen
rüsvâlığın mahiyetini Câbir b. Abdullah’tan sor- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
duğu ve Câbir’in ona, “Yoldan çıkanların varacak-
ları yer ateştir. Oradan çıkmak istediklerinde her
Hicr Sûresi
defasında mutlaka geri çevrilirler ve kendilerine,
Kur’ân-ı Kerîm’in on beşinci sûresi.(…)
yalanlayıp durduğunuz cehennem azabını tadın
denir” meâlindeki âyetle (es-Secde 32/20) cevap Hicr sûresinin birinci bölümünde Kur’ân-ı
verdiği kaydedilmektedir (Müslim, “Îmân”, 320). Kerîm’in her türlü tebdil ve tahriften korunacağı,
Süddî’nin, Bakara sûresinin 114. âyetindeki hızy Hz. Peygamber’e “mecnun” (cin musallat olmuş)
kelimesini Kostantiniye’nin hıristiyanlardan alın- diyerek iftira edenlerin bütün çabalarının boşa
ması (İstanbul’un fethi) şeklinde yorumladığı ri- çıkacağı, daha önceki peygamberlere de benzeri
vayet edilir (Taberî, II, 525; Zemahşerî, I, 306). iftiraların yapıldığı, ancak gerçeği inkâr eden o za-
limlerin çok kötü âkıbetlere uğradıkları bildirilir;
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Allah’ın fiilî sıfatlarıy-
göklerin kapıları kendilerine açılsa da hakikatleri
la ilgili isimlerini kaydederken 37. sırada say-
gözleriyle görseler de bu durumu bir büyü sanıp
dığı “muhzî” isminin tek başına değil mutlaka
yine de inanmaya yanaşmayacakları haber verilir.
Kur’an’da geçtiği gibi “muhzi’l-kâfirîn” şeklinde
Cinlerin ve şeytanların göklerin ötesinden vahiy
kullanılmasının gerekli olduğuna dikkat çeker
getirmeye güç yetiremeyeceklerini, bu bölgele-
(el-Emedü’l-aķśâ, vr. 116a).(1) rin Allah’ın koruması altında bulunduğunu (âyet
(1) DİA; [HIZY - İlyas Çelebi] c. 17; s. 420-421 16-17) bildiren âyetlerin ardından Allah’ın tabiat

233
Vadi-i Hamuşan
olayları üzerindeki kudret ve hâkimiyetine dikkat rin kendilerini kurtarmaya yetmediği gerçeğine
çeken âyetler gelir. Hayat verenin de öldürenin de dikkat çekildikten sonra (âyet 80-84) gökleri ve
ölümden sonra mahşerde bir araya toplayacak olanın yeri yaratan Allah’ın her şeyi hakkıyla bildiğini
da Allah Teâlâ olduğu vurgulanır (âyet 23-25). ve beklenen sonucun yakında gerçekleşeceğini
İkinci bölümde insanın (Hz. Âdem) ilk yaratılış bildiren âyetler yer alır. Sık sık tekrarlanan yedi
olayına yer verilir. Bütün melekler secde emrine âyetle (Fâtiha sûresi) azametli Kur’an’ı vahiy yo-
uydukları halde İblîs’in bu emre uymayıp isyan luyla peygamberine gönderen Allah’ın gücünün
ettiği, bu yüzden lânetlendiği bildirilir. Ancak Al- peygamberini her türlü tehlikeden korumaya da
yeteceği yolunda teminat sayılan âyetlerin (âyet
lah’ın has kullarını azdırmaya gücünün yetmeye-
92-95) ardından müşriklerin gerek vahiy gerekse
ceği, yalnızca günahkârlardan kendisine uyanları
Peygamber hakkında konuşup alay etmelerine al-
baştan çıkarabileceği, onların da esasen cehen-
dırmadan tebliğ görevini sürdürmesi gerektiği yo-
nemle tehdit edildikleri, cehennemin yedi kapısı
lunda Resûl-i Ekrem’e emir ve tavsiyelerde bulu-
olduğu, her grubun ayrı bir kapıdan oraya gireceği
nulur. Sûre, “Sen rabbinin şanını yücelterek O’na
belirtilir (âyet 42-44). Günahtan sakınan iyi kim-
hamdet ve secde edenlerden ol; yakīn (ölüm) ge-
seler ise pınarlarla bahçelerin yer aldığı cennetlere
linceye kadar rabbine ibadet et” emriyle sona erer.
güvenle girecekler, gönüllerinden her türlü kin ve
Bundan önceki İbrâhîm sûresi, Allah’ın bir tek
nefret alınıp tertemiz hale getirildiği için birbir-
olduğunun bilinmesi gerektiğini vurgulayan bir
leriyle kardeş olarak mutlu yaşayacaklar ve orada
âyetle tamamlanmıştı; bu sûre de yalnızca O’na
ebedî kalacaklardır. Allah’ın gafûr ve rahîm oldu-
ibadet edilmesini emreden âyetle sona ermekte-
ğunu, ancak azabının da çok çetin olacağını kul-
dir. Hicr sûresi, vahiy ve peygamberlik karşısın-
ların bilmesi gerektiğini vurgulayan âyetle ikinci da toplumların öteden beri nasıl bir tepki ortaya
bölüm sona erer (âyet 49, 50). koyduklarını ve Cenâb-ı Hakk’ın peygamberlerini
Sûrenin üçüncü bölümü, Hz. İbrâhim’e, ilerlemiş nasıl başarıya ulaştırdığını bildiren ve “elif lâm
yaşına rağmen bir erkek çocuk sahibi olacağını râ” (‫ )الر‬diye başlayan beş sûrenin (Yûnus, Hûd,
müjdeleyen meleklerin gelişini ve İbrâhim’in bu Yûsuf, Ra‘d ve İbrâhîm sûreleri) bir özeti gibidir.
müjdeyi hayretle karşılayışını bildiren âyetlerle Sonuç kısmı da bütün bu sûrelerin nihaî hedefini
başlar. Ardından bu meleklerin Lût ile ona ina- belirleyen bir emirden ibarettir.(...)(1)
nanlar dışında bütün Lût kavmini helâk ettikleri (1) DİA; [HİCR SÛRESİ - Emin Işık] c. 17; s. 458
bildirilir. Kur’an’ın başka sûrelerinde de yer yer
anlatılan Lût kavminin helâk edilmesi olayı en ge-
niş ve ayrıntılı biçimde bu sûrede yer almaktadır. Hidâd
Hz. Muhammed’in hayatına yemin edilerek (âyet Yas tutmak, üzüntü sebebiyle güzel koku sürün-
72) azgınlık ve sapıklık içinde şaşkına dönmüş mekten ve süslenmekten uzak durmak demektir.
(1)
olmaları yüzünden onların bu helâki hak ettikleri
haber verilir. Ayrıca ormanlık bir bölgede (Eyke) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 347-348
yaşayan Şuayb kavminin zalim bir kavim olduğu
için helâki hak ettiği bildirilir. Peygamberlerinin
tebliğ ettiği ilâhî emirleri dinlemeyen, bununla Hidayet
da kalmayıp onlara haksız yere ezâ ve cefa eden a. Dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak yolu
her iki kavmin böylece hak ettiği şekilde ceza- gösterme anlamında bir terim.(1) Doğru yolu gös-
landırıldığı, nitekim bu iki olayın kalıntılarının o terme, Hakka sevk etme.(4) Lütuf ile yol göster-
dönemde işlek ticaret yolları üzerinde bulunduğu mek, doğru yola iletmek, gerçeğe ulaştırmak.(5)
anlatılır. b. Bir kimseye Allah tarafından ilham edilen doğ-
Son bölümde Hicr ahalisinin peygamberleri ru yolu bulma sezisi, hak yol.(3)
inkâr etmesi yüzünden helâk edildiği, onların dağ c. Tasavvufta şeyleri ikinci kemallerine yönlendir-
yamaçlarında kayaları oyarak yaptıkları evle- mek demektir.(2)

234
Vadi-i Hamuşan
d. Doğru yol, kurtuluş, İslâmlık.(3) Hikâyât
(1) DİA; Tasavvufta, Allah’ın ordularından biridir ve bun-
(2) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. larla müritlerin kalpleri takviye edilir.(1)
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(4) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 351
Hikmet
a. Din ve felsefe alanında kullanılan geniş kap-
Hidayet Mûcizeleri samlı bir terim.(3)
Tehaddî şartı çerçevesinde inkârcıların gözü b. Bilinmeyen sebep, akıl erdirilemeyen oluşum,

H
önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur neden.(4)(5)
eden mûcizelerdir. Bu tür mûcizeler insanların
c. Allah’ın her şeyi yerli yerince yaratma, her şeyi
kanaatleri üzerinde etkili olup ön yargıdan uzak layık olduğu yere koyma sırrı, âlemin insanlar
kimselere fayda verir. Hz. Sâlih’in devesi, Hz. tarafından anlaşılmayan gizli amacı.(2)(4)(5)
Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli, Hz. Îsâ’nın şifa mû-
d. Allah’ın zatî ve sübuti sıfatlarıyla, Kur’an’ın de-
cizesi ve Hz. Muhammed’in Kur’an mûcizesi bun-
rin anlamını anlama ve ona göre davranma.(4)
lar arasında sayılır (el-Bakara 2/23-24). Hidayet
mûcizeleriyle hitap edilen toplum arasında yakın e. Aklın ve imanın ötesinde derin bir sezgi, bir
bir ilişki bulunur. Bu mûcizeler insanları fikir, ilim kendinden geçiş, aşk ile dış dünyaya ait varlık-
ve sanat açısından maharet sahibi oldukları saha- lardan sıyrılarak gerçeğe ulaşma yolu.(4)
larda âciz bırakır; asıl hedefleri de peygamberin f. Bilgelik, üstün akıl ve yüksek ilim, niteliği kavra-
doğruluğunu kanıtlamak suretiyle ilâhî mesajın nılmaz sebep ve netice, herkesin veya her aklın
kabulüne zemin hazırlamaktır.(1) özüne ve hakikatine erişemediği ilahi sırlar, ila-
hi hakikatler.(6)
(1) DİA; [MÛCİZE - Halil İbrahim Bulut] c. 30; s. 351;
[MÛCİZE - Salime Leyla Gürkan] c. 30; s. 353 g. Allah’ın kulun kalbine eşyanın hakikati hakkın-
da koyduğu, akılla elde edilemeyen kalbî ilim,
insanla âlem arasındaki bağları, âlemle ilgili
Hierothesion
gerçekleri kavrama ilmi, ledün ilmi.(2)
Tapınak biçimi mezar anıtı anlamına gelir. Kom-
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
magene kralı Antiokhos’un Nemrud Dağı zirve-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
sinde yaptırdığı hierothesion, kralın zamansız
(3) DİA;
ölümü nedeniyle bitirilememiştir.(1)
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Er, Yasemin. a.g.e. (5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(6)Akay, Hasan. a.g.e.

Highgate Mezarlığı – Londra


Hilafet
Londra’da bulunan Highgate Mezarlığı, 1960’lı
yıllarda bir takım açıklanamayan olaylara ev sa- a. Halife olma durumu.(3)
hipliği yapmıştır. Yerel halk, mezarlığın parmak- b. Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra onun vekili,
lıkları arkasında bir vampir gördüğünü iddia et- din ve dünya işlerinde bütün Müslümanların
miş, mezarlık alanı içerisinde kanı çekilmiş pek önderi, aynı zamanda kamu işlerinin başı olan
çok hayvan ölüsü bulunmuştur. Yerliler vampir zatın görevi ve makamı.(3) Hz. Peygamber’in
avı için geçmişte pek çok girişimde bulunduysa da ifadesiyle, otuz yıldır. Raşid, gerçek halifeler
vampirin varlığına dair tek bir iz bulunamamıştır. ise Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.a) olmak
üzere dört kişiden ibarettir.
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25- c. İslâm tarihinde devlet başkanlığı kurumu.(4)
mezarlik-733955 Halifelik müessese ve makamı, Hz. Peygambe-

235
Vadi-i Hamuşan
rin meşru halifeliği olan ve Peygamber’in vefat Daha sonra Alâeddin Keykubad’ın Mengücükler
ettiği 632 yılında Hz. Ebu Bekir’in seçimi ile üzerine yaptığı sefere katılıp zaferin kazanılması
başlayıp 102. halife Abdülmecid’in 1924’de hi- üzerine Erzurum valiliğine getirilmiş, 1232 yılın-
lafete son verilerek Türkiye’den çıkarılmasına da Gürcüler’e karşı yapılan sefer sırasında şehid
kadar devam eden müessese.(1) düşerek Amasya’daki türbesine gömülmüştür.
d. Tarikatlarda bir şeyhten izin almak suretiyle Halîfet Gazi adına bir tıp kitabı Farsça’dan Türk-
(pirin yerine geçip(2)) şeyhlik görev ve sorum- çe’ye çevrilmiş (Hekim Bereket, Lübâbü’n-nühab
luluğunu üstlenme işi.(3) [Farsça’sı Tuhfe-i Mübârizî]) ve XIII. yüzyıl başın-
da Anadolu’da yapılan sporlara dair bir kitap ya-
(1) Öztuna, Yılmaz. a.g.e. zılmıştır (Kitâb-ı Hulâśa der ‘İlm-i Tıb).
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Taş ve tuğladan inşa edilmiş olan medresenin gü-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ney bölümünde altı taş, üstü tuğla pâyeye oturan
(4) DİA;
bir kemer yayı başlangıcı görülebilmekte, eski fo-
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
toğraflarda ise üç pâyeye oturan yuvarlak bir çift
kemer farkedilmektedir. Doğudaki türbeye bitişik
Hilafet Gazi Türbesi-Amasya duvarın moloz dolgusu büyük ölçüde ayaktadır
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 44 ve buradan inşaatta devşirme malzeme kullanıl-
mış olduğu anlaşılmaktadır. Yapı Dânişmendnâ-
me’ye göre kiliseden medreseye çevrilmiştir ve Al-
Hilal Baba Türbesi-Edirne bert-Louis Gabriel de bu kanaattedir; aynı şekilde
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29 düşünen Metin Sözen ise ayrıca kemerli bölümün
eski Bizans yapısının cephesi olabileceği görüşünü
öne sürmektedir. Öte yandan Tanju Cantay, küm-
Hilfet Gazi Türbesi-Amasya bete doğru uzanan tonozlu mekânın üzerinde
(1) DİA, Cilt. 18 s. 30 ikinci bir kat bulunduğunu ve bu bölümün med-
reseyi iki katlı hale getirdiği için önemli olduğunu
söylemektedir.
Hilfet Gazi Medresesi Ve Türbesi
Medresenin doğusuna bitişik inşa edilen kare ka-
Amasya’da XII-XIII. yüzyıllara ait külliye.
ideli, sekizgen gövdeli ve piramidal külâhlı türbe
Halk arasında Hilfet Gazi şeklinde söylenen ismin çift katlıdır. Yapının çok harap durumda olan ve
aslı Halîfet Gazi’dir. Yapı topluluğu, il merkezinin bugün girilemeyen alt katı Oluş Arık’a göre oval
Şamice mahallesi Torumtay sokağında yer almak- planlı olup ortada iri bir dikdörtgen pâyenin des-
tadır. Kitâbesinden 606 (1209-10) yılında inşa teklediği basık kubbeyle (tonoz) örtülü bir mekân
edildiği anlaşılan medresenin güney duvarı ve izlenimi vermektedir. Cantay, aslında bir Roma
doğu bölümü kısmen ayaktadır; 1647 depremin- lahdi olan sandukada mumyalanmış bir naaşın
den sonra Müderris Hasan Efendi yıkılan yerleri bulunduğunu, dolayısıyla kümbette mumyalık
ahşaptan yaptırmış, 1888 yılında ise Amasya müf- (cenazelik) fonksiyonlu bir bölümün gereksiz ol-
tüsü Hacı Osman Hilmi Efendi binanın tamamını duğunu ileri sürer ve bu durumun kilise yapısına
köklü biçimde tamir ettirmiştir. bağlı mahzenli bir memoriumun veya bir mezar
Yapının bânisi Halîfet Gazi’nin 622 (1225) tarihli şapelinin mevcudiyetini açıkladığını belirtir.
medrese vakfiyesi elimizdedir. Bir Dânişmendli Merdivenleri yıkılmış olan üst kata güney cephe-
emîri olan Halîfet Gazi, beyliğin ortadan kalkma- si eksenindeki basık kemerli kapıdan girilir. Üç
sından sonra Selçuklular’ın hizmetine girmiş ve sıra mukarnas kavsaralı ve kademeli sivri taçkapı
1215 yılında Sinop’u fetheden I. İzzeddin Key- nişinin üzerinde ikiz kemerli bir pencere görülür.
kâvus tarafından Karadeniz sahil muhafaza ku- Sekizgen gövdenin batı cephesinde basık kemerli
mandanlığına, I. Alâeddin Keykubad zamanında ve şebekeli, doğu cephesinde yuvarlak kemerli, gü-
da Amasya valiliğine tayin edilmiştir (619/1222). neydoğu cephesinin üst kısmında da ikiz kemerli

236
Vadi-i Hamuşan
birer pencere yer alır; doğudaki pencerenin üzeri Himmet
üç sıra mukarnaslıdır. Türbenin batı cephesinde a. Gayret, emek, çabalama, yüksek irade, ilgi, ma-
medreseye açılan dikdörtgen bir kapı bulunmakta- nevi yardım, ihsan, ideal, lütuf, manevi destek.
dır. Türbeyle medresenin ilişkisi, kapının medre- (3)
senin moloz taş dolgusu altında kalması, türbenin
b. Ermiş, veli veya kutsal olduğuna inanılan kişi-
doğusunda bazı duvar kalıntılarının farkedilmesi
nin tesiri, manevi ilgi, destek ve yardımı.(1)(3)
ve her iki yapının malzeme ve teknik özellikleri
c. Velilerde var olduğu kabul edilen olağanüstü
dikkate alındığında, yaygın kanaatin (XIII. yüzyılın
irade gücü.(4)
ilk çeyreği) aksine türbenin en geç medreseyle çağ-
daş veya daha eski olduğu düşünülebilir. Nitekim (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

H
Doğan Kuban yapının XII. yüzyılın ortalarında, A. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gabriel ve Oktay Aslanapa ise 540 (1145-46) yılın- (3) Akay, Hasan. a.g.e.
da yaptırılmış olabileceği kanaatindedirler. Kaide- (4) DİA
si moloz taşlarla örülen yapının cepheleri düzgün
kesme taşlarla kaplanmıştır. Himmet Baba Türbesi-Elbistan
Sekizgen planlı gövde içte doğrudan duvarlara
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45
oturan basık bir kubbe ile örtülüdür. İç mekânın
ortasında doğu-batı yönünde yerleştirilmiş mer-
merden bir lahit yer alır. Köşeleri koçbaşları ile Himmet Dede Türbesi-İstanbul-Üsküdar
bağlı taçlara dayanan eroslar ve kanatlı medusa- (1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 565
larla süslü olup üzerinde kıvrımları belirgin bir
elbise giymiş uyuyan bir kadın tasviri vardır; ka-
Himmet Dede Türbesi-Edirne
pağın köşelerinde birer akroter dikkat çeker. Bu
haliyle sandukanın Roma dönemine ait bir kadın (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
lahdi olduğu anlaşılmaktadır.
Yapının doğu ve güney pencere çerçeveleri den- Hîn-i Sefer
dan dizisi, yıldız, rûmî ve palmetlerin yanı sıra
a. Yolculuk anı.(1)
yazı ve rozetlerle bezelidir. Taçkapıda da örgü,
b. Ölüm vakti.(3)
zikzak, altıgen geçme, altı-sekiz kollu yıldız ve
yarım yıldızlarla kıvrık dal, rûmî ve palmetlerden c. Ölüm.(1)(2)
oluşan süslemeler yer alır.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA; [HİLFET GAZİ MEDRESESİ ve TÜRBESİ - (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Aynur Durukan] c. 18; s. 31 (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Himâm Hindi Baba Türbesi-Makedonya


Ölüm anlamına gelir, sadece basit ölüm değil, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 634
dehrin yıkıcı gücünün ifadesi olan ölüm anlamına
gelir.(1)
Hindi Dede Türbesi-Bursa
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 188
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184

Himar
Hinnom Vadisi
Kadın kefeni beş parça bezden yapılır. Bunlardan Yahudilikte sürekli yanan ateş ve ölüm ile özdeş-
başa örtülen beze himar denir.(1) leştirilen Kudüs’ün güneyinde yer alan lanetli bir
(1) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 2 vadiye verilen addır. Daha sonraki Rabbani lite-

237
Vadi-i Hamuşan
ratürde cehennem için kullanılan kelimenin bu Hoca Bulhak Türbesi-Tacikistan
isimlerden çıkarıldığı bildirilmektedir.(1) (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
(1) Akbaş, Muhsin, a.g.e, s. 41, 2002

Hoca Cihan Türbesi-Konya


Hipoje
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 101
a. Eskiden Mısırlıların yaptıkları, yeraltında bir
mahzeni, üstünde küçük bir tapınağı olan tür-
Hoca Dede Türbesi-Kosova-Prizren,
be. Mumyalayıp sargılara sarılmış olarak bir
Mamuşa Köyü
tahta tabuta ya da bir taş lahit içine konulan
ölüler bu türbelerde barındırılırdı.(1) (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 346,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 497
b. Yer altı mezarlarına denir. Hipoje eski kültür-
lerde Mısır’da, Mezopotamya’da, Yunanlılar da,
Etrüsklerde ve Romalılarda görülür. Yerin altı- Hoca Durbad Türbesi-Tacikistan
na kazılmış odalar halinde hipojeler bulunduğu (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
gibi, kayaların içine oyulmuş biçimde veya yerin
üstünde inşa edilip üzeri toprakla tepe haline Hoca Fakih Türbesi-Konya
getirilmiş olanları da vardır. Yani Tümülüsler
ve kurganlar da bir çeşit hipojendir.(2) (1) DİA, Cilt. 18 s. 188,
(2) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 49-252
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
(2) Turani, Adnan. a.g.e.
Hoca Fakih Mescidi Ve Türbesi

Hirami Ahmet Paşa Türbesi-İstanbul Konya’da XIII. yüzyıla ait Selçuklu külliyesi.
Şehrin batısında günümüzde Hoca Fakih adı veri-
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 64
len semtte, Yaka bağlarına giden yolla Beyşehir’e
giden yolun ayırım yeri yakınında bulunur. Son
Hisame zamanlara kadar hangi yapılardan meydana geldi-
Şinto dinine göre cehennemdeki şeytan kadınlar, ği tam olarak bilinmeyen külliyenin şer‘iyye sicil
cinler.(1) defterlerinde yer alan iki tamirat kaydından mes-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 83 cid, zâviye, türbe, hamam, ahır ve bahçeden teşekkül
ettiği öğrenilmiştir; halen bunlardan sadece bir
avlu içine alınmış olan mescidle türbe mevcuttur.
Hisbe
Külliye, Anadolu Selçuklu devrinin büyük mu-
Doğum ve ölümleri sicile geçiren, veraset işleri ile tasavvıflarından Türkmen dervişi Ahmed Fakih
yetimlerin mallarının yönlendirilmesiyle uğraşan Kutbüddin’in şehrin dışına yaptırdığı zâviyesinin
daire anlamında kullanılmıştır.(1) etrafında oluşmuştur.
(1) Akay, Hasan. a.g.e. Akyokuş tarafına açılan avlu kapısını üstteki basık
kemer şeklinde oyulmuş üç mermer blok çevirir.
Hoca Ahmed Fakih Türbesi-Konya İbrahim Hakkı Konyalı kapı kitâbesinin 1909’da
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45 çalındığını söylemektedir. Kapının üzerinde bulu-
nan çini kalıntıları buranın eskiden mavi çinilerle
kaplı olduğunu gösterir. Kapısının sağında bir sar-
Hoca Ahmed Türbesi-Özbekistan
nıç, solunda ise akmayan bir çeşme bulunmakta-
(1) DİA, Cilt. 38 s. 268 dır. Avlu duvarları daha önceleri kerpiç iken son
tamir sırasında taştan yapılmıştır.
Hoca Ahrar Türbesi-Türkmenistan Avlu kapısından 14 m. içeride ve bir bahçenin or-
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 tasında yer alan mescidle türbenin mimari değe-

238
Vadi-i Hamuşan
ri yoktur. Mescidin son cemaat mahalli, dört âdi kıflar Genel Müdürlüğü tarafından son zamanla-
ağaç direk üzerine bindirilmiş ahşap örtülüdür; rındaki şekline uygun olarak yenilenmiştir.(1)
buraya harimden kıble duvarında da olduğu gibi (1) DİA; [HOCA FAKİH MESCİDİ ve TÜRBESİ - Zeki
iki sıra halinde dört pencere açılır. Giriş kapısının Atçeken] c. 18; s. 189
söveleri beyaz, kemeri ise birbirine zıvana şeklin-
de geçirilmiş beyaz ve mor mermerlerden yapıl-
Hoca Hasan Türbesi-Bitlis
mıştır. Küçük bir alana oturan mescidin aslında
türbe methali olduğu ve zâviye yıkıldıktan sonra (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45
bu şekle getirildiği sanılmaktadır. Tamirat kayıt-
larından, eskiden yapının üzerini dört duvara ve Hoca Hüseyin Sadık Efendi Türbesi-İstanbul

H
iki ahşap direğe oturan bir kara damın örttüğü öğ-
(1) Adresler. a.g.e.
reniliyorsa da bugünkü örtü çatı şeklindedir. 1678
yılı kayıtlarında da örtünün 59,5 tahta kurşun
levha ile kaplı Karamanî çatı olduğu, bu tamirat Hoca İsa Türbesi-Özbekistan
sırasında levhalardan eksilen 31,5 tahtanın ta- (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 147
mamlandığı, 137 m. bahçe duvarının ve gereken
diğer yerlerin yenilendiği yazılıdır (Konya Şer‘iyye Hoca Karlık Türbeleri-Özbekistan
Sicil Defteri, XXIV [C-32], s. 162/1). Bu tamirden
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
sonra yapılan ikinci ve daha kapsamlı bir yenile-
me işleminde ise 12.700 kerpiç, yirmi beş araba
kamış ve yeteri kadar ağaç malzeme kullanılmıştır Hoca Mahmud Efendi Türbesi-Adana
(a.g.e., XXXVIII [D-19], s. 282/2). (1) Şenesen, Refiye Okuşluk. a.g.e. s. 3
618 (1221) yılında vefat eden Ahmed Fakih Kut-
büddin adına aynı yıl Şeyh Aliman (Alaman) tara- Hoca Mercan Türbesi-Sivas
fından yaptırılmış olan türbe (Totaysalgır [1944],
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 115
s. 33) batı yönünden mescide bitişiktir ve arala-
rında bir kapı bulunmaktadır. Bu kapının üstün-
deki Selçuklu sülüsü ile yazılmış dokuz satırlık Hoca Meşhed Türbesi-Tacikistan
Arapça kitâbenin aslında mezar sandukasına ait (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 148
olduğu sanılmaktadır. Kare planlı türbenin üzeri-
ni tuğla ile örülmüş, eteği mukarnaslı kubbe örter.
Hoca Nahşran Türbesi-Tacikistan
Duvarlar moloz taştan yapılmış, dışarıdan mun-
tazam kesme taşlarla kaplanmıştır; taban altıgen (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 232
tuğla döşelidir. Binanın üç cephesinde iki sıra ha-
linde altı pencere bulunmaktadır. Hoca Poşnai Türbesi-Tacikistan
İç mekânın ortasında yer alan ahşap sanduka harç (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
sıvalı asıl sandukanın üzerine geçirilmiştir; baş
ucundaki taşın dış yüzünde bir mum oyuğu dik-
Hoca Rabi Türbesi-Meşhed
kat çeker. Türbenin altında cenazelik mevcuttur.
Hazîrede eskiden çok kıymetli taşların bulunduğu (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 15 s. 139
söylenirse de bugün sadece birkaç basit mezar taşı
göze çarpar. Osmanlılar zamanına ait tahrir ve Hoca Ruşen Türbesi-Özbekistan
şer‘iyye sicil kayıtları, külliyenin zengin vakıfları
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 344
olduğunu ve mütevelliler tarafından imamlarla
diğer hizmetlilerin düzenli bir şekilde tayin edile-
rek hizmetin hiç aksatılmadığını göstermektedir. Hoca Sadettin Efendi Türbesi-İstanbul
Hoca Fakih Mescidi ve Türbesi 1990 yılında Va- (1) DİA, Cilt. 12 s. 4

239
Vadi-i Hamuşan
Hoca Sarboz Türbesi-Tacikistan Hoker
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524 Gömü tiplerinde bir iskeletin yatış pozisyonunu
belirleyen, bacakları karna doğru çekilmiş olarak
yatan ölünün bu pozuna hoker denir.(1)
Hoca Selim ve Hacı Hüsameddin Efendi
Türbesi-İstanbul (1) Er, Yasemin. a.g.e.

(1) Adresler. a.g.e.


Hollayası
Ölen kimsenin ardından söylenen ilenme sözü.(1)
Hoca Sinan Türbesi-İstanbul
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 109

Honat Hatun Türbesi-Kayseri


Hoca Sinan Türbesi-Çankırı
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Horasan Baba-Dede Türbesi-Malatya


Hoca Şemseddin Efendi Türbesi-İstanbul
(1) Oymak, İskender2. a.g.e. s. 293
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 26

Horasani
Hoca Yunus Türbesi-Eskişehir
a. Serpuşların etrafına sarılan destarlardan biri-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45
nin adı.(1)
b. Horasani ismini alan serpuşlar, devleti oluş-
Hocer Pozisyonu turan sosyal sınıflar tarafından giyilirdi. Ha-
Hocer pozisyonu,insanın anne karnındaki po- yattayken giyilen serpuşlar, mezar taşlarının
zisyonudur.Bazı kavimler ölülerini böyle göm- başlık kısımlarında kültürel sembol olarak kul-
müşlerdir.Bu gömülmesinin nedeni olarak,anne lanılmıştır.(2)
karnında çıkarken ki saflık ve temizlikle diğer (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 27;
Dünya’ya göç etmesi isteğidir. Bu gömülme tarzı (2) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 27
bize insanların dini hakkında da bilgi vermekte-
dir. Bir yaratıcın olduğuna ve bir Ahiret inancı ol-
duğunu anlıyoruz. Bu gömülme tarzı ilkel toplum- Horasani Baba Türbesi-İstanbul
da, Çatalhöyük gibi ilk yerleşim yeri olan yerlerde (1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 468
ilk evrede görülen gömü pozisyonudur. (1)
(1) http://arkeogenc.blogspot.com.tr/2013/05/mo- Horasanlı Ali Baba Türbesi-Arnavutluk
10000 den-gunumuze-mezarlar-ve-olu.html
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 94

Hoça Mahalle I. Türbesi-Kosova


Hortlak
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 345,
Dirilip geceleri mezardan çıkarak insanları kor-
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 497
kuttuğuna ve kötülük ettiğine inanılan ölü, haya-
let, korkunç yaratık.(1)(2)(3)
Hoça Mahalle II. Türbesi-Kosova (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 346, (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 497 (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

240
Vadi-i Hamuşan
Horoz Baba Türbesi-Bingöl kâinatın yöneldiği tek ve mutlak varlık, Allah,
(1) Kaynak Yok Cenabı Hak.(3)(4) Allah’ın isimlerinden biri.(3)
(6) Allah’ın zatına delalet eden, ism-i a’zam ve

ism-i celal de denen “Allah” isminin kısaltılmış


Horoz Mehmed Dede Türbesi-İstanbul
şeklidir.(2)(5)
(1) Adresler. a.g.e.,
b. Tasavvufta Hû, Allah’ın mutlak gayb olan hü-
(2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 71,
viyetidir ve zatını ifade eder. “Her şey bitti. O,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 244
yani Allah kaldı.” anlamına gelir.(1)
c. Allah’ın gizli ve açık her şeyi gören gözü.(3)
Hortacı Süleyman Efendi Türbesi-Yunanistan
d. İnsanlar tarafından bilinmeyen gayb âlemi.(3)

H
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 898
e. Dervişler arasında kullanılan bir selamlaşma
sözü.(6)
Hortacı Süleyman Türbesi-Yunanistan
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 94
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Hoş Ebe Türbesi-Ankara (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 46, (5) DİA;
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 162 (6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Hoşislamlar Türbesi-Çankırı Hubbi Ayşe Hatun Türbesi-istanbul


(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 469

Hoşkadem Türbesi-Kosova
Hubbi Hatun Türbesi-İstanbul
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533
(1) DİA, Cilt. 18 s. 265,
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 12,
Howard Street Mezarlığı – Salem
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 92
17. yüzyılda cadıların bulunduğu bir bölge olan
Salem’da halk ayaklanarak cadılara işkence etmiş,
onları öldürmüş ve bu küçük kilise mezarlığına Hucurât Sûresi
gömmüştür. Kur’ân-ı Kerîm’in kırk dokuzuncu sûresi.(…)
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya- Resûl-i Ekrem, yalnızca vahyin tebliğiyle değil aynı
nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu- zamanda onun müslümanların hayatında uygu-
cu-25-mezarlik-733955 lanıp topluma mal edilmesiyle de görevliydi. İşte
Hucurât sûresi daha çok Hz. Peygamber’in ahlâk
Hötüm Dede Türbesi-Malatya alanındaki eğitimcilik göreviyle ilgili bir sûredir.
(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53 Sûrenin muhtevası iki bölüm halinde incelene-
bilir. Birinci bölümde (âyet 1-10) iyi huylara ve
erdemli davranışlara dair buyruklar, ikincisinde
Höyük Baba Türbesi-Kırklareli
(âyet 11-18) kötü huylar ve çirkin davranışlarla
(1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72 ilgili yasaklar yer almaktadır.
Allah’a ve Resulü’ne saygılı olmayı emreden ilk
Hû beş âyette bütün toplumların ahlâk anlayışında
a. Arapça “O” anlamında olup Allah kastedilir. önemli bir yeri olan saygı konusu üzerinde du-
Gelip geçici olmayan, sürekli kalan, bütün rulmaktadır. Resûl-i Ekrem’i odaların arkasından

241
Vadi-i Hamuşan
kaba bir tavırla çağıranların bu yanlış tutumları öğretmeye kalkışmanın, “müslüman oldum” diye
dolayısıyla büyüklerin önünde bağıra çağıra ko- Peygamber’i ve müminleri minnet altına sokmaya
nuşmanın yanlışlığına, insanların birbirlerinin yeltenmenin yanlışlığına dikkat çekilir. Sûre, gök-
mahremiyetine, haklarına ve zamanlarına saygılı lerde ve yerde olup biten her şeyi hakkıyla bilen
olmaları gerektiğine işaret edilir. Bu uyarının ar- Allah’ın insanların yaptıklarını da görmekte oldu-
dından her duyulan şeye inanmamayı, özellikle ğunu bildiren bir âyetle sona erer.(…)(1)
güven vermeyen kişilerin aktardığı yanlış haberle- (1) DİA; [HUCURÂT SÛRESİ - Emin Işık] c. 18; s. 279
ri mutlaka araştırmayı emreden âyet gelir. Önemli
hususların çözümünde Allah resulünün ölçülerine
uyulması gerektiği ve bu ölçüleri kendi çıkarla- Hûd Sûresi
rı doğrultusunda yorumlamanın müslümanları Kur’ân-ı Kerîm’in on birinci sûresi.(…)
sıkıntıya sokacağı bildirilir. Birbiriyle çatışan iki Geniş ölçüde peygamber kıssalarından oluşan
müslüman topluluğun barıştırılması ve saldırgan- sûrenin giriş mahiyetindeki ilk bölümünde,
lığını sürdüren tarafa karşı zor kullanılarak çatış- Kur’an’ın mânaları açıkça anlaşılacak şekilde ber-
manın önlenmesi istenir. Müslüman topluluklar rak ve hikmetli olan âyetlerinin Allah tarafından
arasında barışı sağlamanın bütün müslümanlara insanların yalnız O’na kulluk etmelerini, O’ndan
düşen önemli bir görev olduğu vurgulandıktan mağfiret dileyip tövbe etmelerini sağlamak üzere
sonra ilk bölüm bütün inananların kardeş sayıldı- indirildiği belirtilir. “Ona gökten bir hazine indi-
ğını, bundan dolayı kardeşlerin arasını bulmanın rilmeliydi veya onunla beraber bir melek gelme-
da onlara düşen bir görev olduğunu hükme bağla- liydi” tarzındaki itirazlarıyla Hz. Muhammed’in
yan âyetle son bulur. peygamberliği ve Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı
İkinci bölüm, toplulukların üstünlük idDİAsıy- olduğu konusunda şüphe uyandırmak isteyen-
la başka bir topluluğu hor görüp onunla alay et- lere karşı Resûlullah teselli edilmekte (âyet 12),
mesini yasaklayan 11. âyetle başlar. Kendileriyle müşriklerden, beşer sözü olduğunu ileri sürdük-
alay edilenlerin alay edenlerden daha hayırlı ola- leri Kur’an’ın benzeri on sûre getirmeleri iste-
bileceğine dikkat çekildikten sonra birbirini aşa- nerek onlara karşı meydan okunmaktadır. Her
ğılamanın, birbirine çirkin ve küçültücü lakaplar canlının rızkını veren, yeri göğü yaratan Allah’ın
takmanın kötülüğü üzerinde durulur. Bu uyarı- sınırsız ilmine, engin kudret ve azametine dikkat
lara rağmen bu tür kötülüklerden vazgeçmeyen- çekerek hayatın bir imtihan olduğunu, insanla-
ler “zalimler” olarak nitelenir. İnsanlar hakkında rın sonunda Allah’a döndürüleceklerini bildiren
kötü düşünmenin ve gizli kusurlarını araştırma- âyetlerin ardından kendilerine tanınan fırsatla-
nın çirkinliği, arkadan çekiştirmenin ölmüş karde- rı değerlendirmeyen inkârcıların artık âhirette
şinin etini yemekten farksız olduğu, bu kötü huy ve azaptan kurtulma imkânlarının da kalmayacağı
alışkanlıklardan vazgeçmek gerektiği vurgulanır. uyarısında bulunulur. Kendilerini dünya tutku-
Bu uyarıların ardından, Kur’an’da çeşitli vesileler- larına kaptıranların istediklerini elde etseler bile
le ortaya konmakla birlikte Hucurât sûresinde en bu dünyada yaptıkları işlerin âhirette onlara fayda
mükemmel ve veciz üslûpla ifade edilen bütün in- sağlamayacağı, cehennem ateşinden başka bir so-
sanların eşit olduğu şeklindeki tezin temel gerekçesi nuçla karşılaşmayacakları bildirilir (âyet 15-22).
olmak üzere insanların bir erkekle bir kadından Öte yandan Hz. Peygamber’in davetine uyarak
yaratıldığı, Allah katında en büyük değer ölçüsü- iman edenlerin ve rablerine gönülden bağlanan-
nün takvâ olduğu belirtilir. Müslüman olmakla ların cennetle ödüllendirileceği müjdesi verilir. Bu
mümin olmak arasında fark bulunduğuna, mü- arada iki zümreden inkârcılar körlere ve sağırlara,
min olabilmek için her şeyden önce kalben inan- müminler de gören ve duyan kimselere benzeti-
manın gerektiğine işaret edildikten sonra çıkar lerek giriş bölümü inkârcıları sağlıklı düşünmeye
sağlamak için müslüman olanlarla, Allah yolunda çağıran âyetle son bulur.
canları ve malları ile cihad eden gerçek müminlerin Sûrenin bundan sonra gelen uzun bölümünde (âyet
aynı değerde olmadığı ortaya konulur. Allah’a dini 25-99) Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, Şuayb ve

242
Vadi-i Hamuşan
Mûsâ’nın tebliğ faaliyetleri anlatılarak bunlardan kavimlere haksızlık edilmediği, başta inkârcılıkla-
özellikle Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb’ın davetle- rı olmak üzere bizzat kendi kötülükleri yüzünden
ri ve kavimlerinin bu davetler karşısındaki inkârcı helâke uğradıkları belirtilir. İlâhî ceza onlara âni-
ve inatçı tutumları ayrıntılı biçimde ortaya kon- den gelivermiş, putları da kendilerini kurtarama-
muştur. Nûh, Hûd, Sâlih ve Şuayb’ın ilk tebliğle- mıştır. Üstelik onlar bu putlar yüzünden çok ağır
rinin tevhidle ilgili olması, bunların kavimlerinde cezalara çarptırılmışlardır. Kıssalar birer öğüt ve
müşrikliğin hâkim inanç olduğunu göstermekte- ibret vesilesidir. Âhiret azabından korkarak bun-
dir. Ayrıca Lût’un kavminde eşcinselliğin yaygın ların üzerinde düşünenler, milletlerin yükseliş ve
olduğu (âyet 78-79), Şuayb’ın tebliğde bulunduğu çöküşlerinde kendilerinden kaynaklanan sebeple-
Medyen halkı içinde de ticaret ahlâkının bozuldu- rin bulunduğunu anlamalıdırlar (âyet 101). İlâhî

H
ğu (âyet 84-85) anlaşılmaktadır. Bu bölümlerde adalet, inkârcıların ve refah yüzünden şımarıp
peygamberlerin görevlerini hiçbir dünyevî karşılık ahlâkî çöküntüye sürüklenenlerin yakasını âhi-
beklemeden yaptıkları (âyet 29, 51), kavimlerinin rette de bırakmayacak, ayrıca o gün Allah izin
zarar görmelerini ve acı çekmelerini istemedikleri vermeden hiç kimse konuşamayacaktır; putların
(âyet 26, 52), kendi güçlerine değil Allah’ın yar- kendilerine şefaat edeceklerini sanan müşrikler
dım ve desteğine güvendikleri (âyet 29-31, 34, de hüsrana uğrayacaktır. Allah’ın cezalandırma
56, 63) ifade edilirken muhatapları olan kitlele- ve mükâfatlandırma kanununa göre inkârcılar
rin de çoğunlukla bu peygamberlere karşı kaba cehenneme gidecekler ve orada acıklı bir azabı
ve küstah davrandıkları, onları küçümsedikleri, tadacaklar, müminler ise cennetle mükâfatlandı-
yalancılıkla suçladıkları ve nihayet inkâr ve kötü- rılacak ve orada sonsuz bir saadet içinde yaşaya-
lüklerinde ısrar ettikleri bildirilmekte, en sonun- caklardır (âyet 106-108). Kur’an’ın getirdiklerine
da peygamberler ve onlara inananlar kurtulurken karşı çıkan ve tıpkı geçmişte helâk olup giden ka-
diğerlerinin çeşitli âfetlerle yok edildiği anlatıl- vimler gibi atalarını taklit ederek putlara tapan
maktadır. Nitekim Nûh’un kavmi tûfanda boğul- Araplar da inkârlarının cezasını çekecektir. Bu
muş (âyet 44), Hûd’un Âd isimli kavmi büyük bir arada sûrede Hz. Peygamber’e ve müminlere yö-
azapla cezalandırılmış (âyet 58), Sâlih’in Semûd nelik tavsiyelerde bulunularak onlardan dosdoğru
adlı kavmiyle Şuayb’ın muhatabı olan Medyen olmaları, yalnız Allah’ı dost edinmeleri, namaz
halkı korkunç bir gürültü ile (âyet 67, 94), Lût’un kılmaları ve sabretmeleri istenir. Geçmiş asırlarda
kavmi de başlarına taş yağdırılarak (âyet 82) helâk yaşayan milletler arasında inanmış bir azınlığın
edilmiştir. dışında kötülüklerden uzaklaştıran ve iyiliği tavsi-
Hz. Nûh’a ayrılan bölümde (âyet 25-49) tûfan ye eden faziletli kimseler kalmadığı ve artık onlara
olayına geniş yer verilmiştir. Burada Nûh’un, hiçbir nasihat tesir etmediği için helâk oldukları
“Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır anlatılır (âyet 116).
demiyorum; gaybı da bilemem; ben bir meleğim Bu bölümde ayrıca Allah’ın iyi olan ve iyilik yapan
de demiyorum” şeklindeki samimi ifadeleri (âyet (muhsin) kimselerin ecrini zayi etmeyeceği (âyet
31) İslâm’daki peygamber telakkisini yansıtması 115), halkı ıslahçı olan ülkeleri zulümle yıkıma
bakımından; onun inkârcılar tarafında yer alan uğratmayacağı (âyet 117) yolunda vaadde bulu-
oğlunun gemiye alınarak kurtarılması için Al- nulmaktadır. Fahreddin er-Râzî, “Şirk çok büyük
lah’tan dilekte bulunmasına rağmen bu isteğinin bir zulümdür” (Lokmân 31/13) meâlindeki âyeti
reddedildiğini ve Nûh’un böyle yanlış bir dilekte delil göstererek 117. âyetteki zulüm kelimesinin
bulunmasından mahcubiyet duyduğunu ifade “şirk” anlamında kullanıldığını, buna göre bir top-
eden âyetler (âyet 45-47), bir peygamberin evlâdı lumun müşrik ve kâfir olmasının onların toptan
için dahi iltimas yapılamayacağına imada bulun- yok edilmesine sebep teşkil etmeyeceğini, böyle
ması açısından anlamlıdır. ağır bir cezanın ancak toplumsal ilişkilerin tama-
Sûrenin son bölümünde (âyet 100-124), önceki men kötüleşmesinden, insanların birbirine eziyet
kısımda yer alan peygamber kıssaları genel bir ve haksızlık etmesinden kaynaklanabileceğini
tahlile tâbi tutularak cezalandırılıp helâk edilen belirtir. Müslüman hukukçuların da Allah hakları

243
Vadi-i Hamuşan
için hoşgörülü ve bağışlayıcı olmayı, kul hakları dır. Gövdenin üst bölümünde mukarnaslı üçgen
konusunda ise hassasiyet ve titizlik göstermeyi bindirmelerle onaltıgene, mukarnaslı bir frizle de
esas kabul ettiklerini hatırlatan Râzî buna göre piramidal külâha geçilmektedir; sekiz köşeli külâh
âyeti, “Halkı birbirine karşı iyilikle ve doğrulukla onaltıgen kornişe oturtulmuştur. Giriş cephesi dı-
muamelede bulunduğu sürece senin rabbin sırf şındaki cephelerin üst bölümlerinde sivri kemerli
şirk sebebiyle ülkeleri helâk edecek değildir” şek- ikişer alınlık yer almaktadır.
linde açıklayarak bunun Ehl-i sünnet’in yorumu Giriş cephesini kaplayan taçkapı nişinin kavsarası
olduğunu söyler (Mefâtîhu’l-gayb, XVIII, 76). mukarnaslıdır. Taçkapının yüze-yi geometrik yıl-
Sûrede, insanlar arasında görüş ve inanç farklılı- dız geçme bordürler, rûmî ve palmetli panolarla
ğı bulunmasının bir tesadüf olmayıp bizzat Allah bezenmiş, ayrıca bitkisel kıvrımlar arasına insan
tarafından takdir edildiği belirtilmekte, böylece figürleri gizlenmiştir. Pencerelerin açıldığı pek de-
dolaylı olarak bunun zihnî ve mânevî gelişme gibi rin olmayan nişlerin içinde ve pencerelerin alınlık-
hususlarda Allah’ın insanlara bir lutfu olduğuna ları ile gövdenin üst bölümündeki sivri kemerlerin
işaret edilmektedir. Geçmiş dönemlere dair anla- alınlıklarında, bitkisel kompozisyonların yanı sıra
tılanlarla Peygamber’in yüreğini güçlendirmenin, yüksek kabartma olarak işlenmiş figüratif süsle-
dolayısıyla ona ve diğer müminlere gerçeği bil- meler de yer almaktadır. Batı cephesinde gövde-
dirmenin amaçlandığı bildirilmekte, nihayet mü- nin üst bölümündeki alınlıklardan birinde çift
miniyle münkiriyle herkesin dilediğini yapmakta başlı kartal kabartması bulunmaktadır. Bitkisel
serbest olduğu, fakat herkesin yaptığının sonucunu kıvrımlı zemin üzerindeki kartalın kanatlarının
dikkate almak ve beklemek durumunda bulunduğu uçları ejder başı şeklinde son bulmakta ve iki kar-
vurgulanmaktadır. Sûre, bütün işlerin Allah’a var- tal başının arasında bir insan başı yer almaktadır.
dığı ve O’nun yapılan işlerden gafil olmadığı uya- Kuzey cephesindeki bir alınlığın içinde ise rûmî
rısıyla sona erer.(…)(1) ve palmet kıvrımları arasına gizlenmiş üç dilimli
taç taşıyan bir insan başı kabartması görülmekte-
(1) DİA; [HÛD SÛRESİ - Muhammed Eroğlu] c. 18;
s. 282 dir. Bu iki kabartmanın arasındaki köşe sütunçesi
başlığının iki yanında biri sağa, diğeri sola doğru
yürür durumda iki aslan, güneydoğu ve kuzey cep-
Huda helerindeki pencere alınlıklarının üstünde karşı-
a. Allah,(1) Tanrı, Cenabı Hak.(2)(3) lıklı olarak ikişer siren ve güneybatı cephesinde de
b. Farsçada Allah hakkında kullanılan isimlerden arka ayakları üzerinde oturan karşılıklı iki aslan
biri.(4) kabartması bulunmaktadır. Aslanların yüz hatları
ve sirenlerin üç dilimli taçları ve örgülü saçları Sel-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
çuklu tipine uygundur. Bu kabartmaların tamamı,
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Şamanizm inançlarına kadar uzanan ve mezar
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
sembolü olmalarıyla yorumlanan anlamları ile
(4) DİA
Selçuklu figür geleneğini sürdürmektedir.
Basık kemerli kapıdan girilen ana mekân sekizgen
Hudavend Hatun Kümbeti planlı olup üzeri mukarnaslı silmeyle geçişi sağ-
Niğde’de İlhanlı devrine ait kümbet. lanan kubbe ile örtülüdür. Kavsarası mukarnaslı
IV. Rükneddin Kılıcarslan’ın kızı Hudâvend Ha- mihrap nişinin etrafı yazı şeritleri ve geometrik,
tun tarafından İlhanlı Valisi Sungur Ağa’nın yö- bitkisel motifli bordürlerle kuşatılmıştır. Küm-
netimi sırasında 712 (1312) yılında yaptırılmıştır. bette Hudâvend Hatun (732/1332), Emîr Şücâüd-
Kesme taştan inşa edilen kümbet, mukarnaslı bir din’in kızı Paşa Hatun (741/1340) ve Osmanlı-
silme ile son bulan sekizgen kaide üzerinde, köşe- lar’ın bir Niğde sancak beyinin kızı Belkıs Hanım’a
leri bezemeli sütunçelerle yumuşatılmış sekizgen (971/1563) ait üç mezar taşı bulunmaktadır.(1)
gövdelidir. Doğu cephesinde taçkapı, üç cephe- (1) DİA; [HUDÂVEND HATUN KÜMBETİ - Şebnem
sinde de birer dikdörtgen pencere bulunmakta- Akalın] c. 18; s. 285

244
Vadi-i Hamuşan
Huddam c. Sonsuz varlık
a. Kur’an’dan bazı ayetleri okuyarak bir kısım afet (5) Sürüp giden, sonu olmayan varlık.(6)

ve hastalıkların geçmesi için bir tür büyü ya- d. Ebediyet ve ölümsüzlük anlamında bir Kur’an
panlara hizmet eden cinlerin adı.(1)(2) terimi.(3)
b. Dergâhta hizmet eden kimselerdir.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (3) DİA; Bekir Topaloğlu, c. 18, s. 324
(3) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. (4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.

H
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Hufre-i Mezar
(7) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 9, s. 531;
Mezar çukuru.(1) (8) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 311
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Huld Cenneti
Huköründürü Yedi cennetten bir tanesinin adı.(1)(2)
Bir köye yeni gelen geline “huköründürü” (su gös-
(1) İmam Şa’rani. a.g.e.,
terme) denilen ve kadınlar tarafından yapılan bir
(2) Erdoğan, Naim, Kıyamet Âhiret Ölüm ve Sonrası,
merasim yaparlardı. Bu merasim gelin geldiği gü- s. 276
nün ertesi sabahı yapılırdı. Köyün kadınları ve kız-
ları toplanıp gelini köyün yakınındaki ırmağa veya
göle götürürlerdi. İhtiyar bir kadın gelini suya, suyu Huld Düşüncesi
geline gösterdikten sonra “Ataylardan kalgan hu, Ebediyet ve ölümsüzlük anlamında bir Kur’an te-
ineylerden kalgan hu” (babalardan kalan su, ana- rimi.
lardan kalan su) diyerek bir şeyler söyler ve gelinin “Devam etmek, uzun zaman kalmak” anlamında
süslerinden bir gümüş para koparıp suya atardı.(1) masdar olan huld (hulûd) kelimesi “uzun zaman,
(1) Yavuz, Emrah, a.g.e., s. 93 süreklilik” anlamında isim olarak da kullanılır. Dil
âlimlerinin belirttiğine göre huldün asıl anlamı,
Hulâsa “bir şeyin tabii hali üzere devam edip değişme ve
bozulmaya mâruz kalmaması veya değişmenin
Öldükten sonra tekrar dirilip mahşer yerine gelen
uzun zaman sonra gerçekleşmesi”dir. Buna göre
beden ile ruhtur.(1)
huld kavramının sözlük anlamları içinde “ebe-
(1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 219 diyet” yoktur. Kelime ayrıca “ebedî” mânasında
cennetin isimlerinden biri olarak kullanıldığı gibi
Huld-ı Berin “bilezik” ve “küpe” anlamında da kullanılır. “Dâ-
Kutsal cennet,(1) en yüksek, en yüce cennet.(2)(3) rü’l-huld” terkibi ise âhireti ifade eder (Râgıb el-İs-
fahânî, el-Müfredât, “Hld” md.; Lisânü’l-Arab,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“Hld” md.; Kāmus Tercümesi, “Hld” md.; Ebü’l-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Bekā, el-Külliyyât, s. 434).
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Huld kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de seksen yedi yer-
de geçmekte olup bunlardan dördü fiil sigalarıyla,
Huld
altısı huld, biri hulûd, ikisi muhalledûn, diğerleri
a. Cennet,(1)(2) sekiz cennetten biri.(5)(6) de büyük ekseriyeti çoğul sigasıyla olmak üzere
b. Ebedilik,(7)(8) sürüp gitme, devamlılık, sonsuz- hâlid şeklindedir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Mucem,
luk, süreklilik, kalıcılık, ölümsüzlük, bakilik, “Hld” md.). Fiil sigalarıyla kullanılan huld kavra-
bitmeyiş.(2)(4)(5)(6) mı “dünyada uzun süre kalacağını zannetmek,

245
Vadi-i Hamuşan
âhiret azabına devamlı olarak mâruz kalmak” gibi ni bildiren hadiste hulûd kelimesi tekrar edilmiştir
mânalara gelmektedir. Huld kelimesi bir âyette (Buhârî, “Tefsîr”, 19/1; Müslim, “Cennet”, 40).
(el-Enbiyâ 21/34) “ebediyet” anlamıyla tek başı- Arap dil âlimleri ve müfessirler, huld kavramının
na, diğerlerinde ise terkip halinde kullanılmıştır. temel mânasının “ebediyet” değil “uzun zaman
“Ebedî azap” anlamındaki “azâbü’l-huld”ün yer al- sürmek” olduğunu kabul etmekte ve âhiret ha-
dığı iki âyet mânevî alanda suç işleyen (mücrim), yatının ebedîliğinin bu kelime ile değil diğer bazı
günah işlemek suretiyle kendilerine ve başkala- naslarla sabit olduğunu söylemektedir.(1)
rına zulmeden kişileri konu edinmiştir (Yûnus
(1) DİA; Bekir Topaloğlu, c. 18, s. 324
10/52; es-Secde 32/14). Küfür yolunu tutanlar
ve özellikle Kur’an’ı inkâr edenler “Allah’ın düş-
manları” diye nitelendirilmiş, cezalarının ateş Huld Zar
(cehennem) olacağı bildirilmiş ve bunun kendileri Cennet.(1)(2)(3)
için “dârü’l-huld” (ebediyet yurdu) teşkil edeceği (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
beyan edilmiştir (Fussılet 41/28). Furkān sûresin- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
de (25/5-15) Hz. Muhammed’i ve onun getirdiği (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
vahyi inkâr eden, davranışlarının karşılığını bula-
cakları kıyametin vukuunu düşünmek istemeyen-
Hulk Dede Türbesi-Gaziantep
ler için hazırlanan alevli ateşe karşılık müttakile-
re vaad edilen ebedîlik cenneti “cennetü’l-huld” (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 234
terkibiyle, diğer bir sûrede yine müttakilere ait
ölümsüz cennet hayatı “yevmü’l-hulûd” şeklinde Hulle
(Kāf 50/31-34) ifade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de a. Cennet elbisesi,(1)(4)(5) yeşil renkli cennet giysi-
Hz. Âdem ile Havvâ’nın yemekten menedildikle- si,(6) cennette giyilecek elbise.(3)
ri ağaç “şeceretü’l-huld” olarak adlandırılmıştır
d. Cennette hurilerin giydiği elbise.(2)
(Tâhâ 20/120). Dördü müfred, ikisi tesniye, diğer-
c. Tarikata giriş esnasında örtülen manevi giye-
leri cemi sigasıyla olmak üzere yetmiş dört yerde
cek.(4)
geçen “hâlid” (uzun zaman kalan, ebediyen kalan)
kelimesi otuz yedi âyette cennet ehli, kırk sekiz (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
âyette cehennem ehli için, iki âyette de dünyada (2) Erdoğan, Naim, Kıyamet Âhiret Ölüm ve Sonrası,
veya mutlak mânada ebediyeti ifade etmek için s. 265;
kullanılmıştır. İki âyette, cennet halkına hizmet (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
edecek olan genç erkekler “muhalled” sıfatıyla ni- (4) Pala, İskender. a.g.e.
telendirilmiştir (el-Vâkıa 56/17; el-İnsân 76/19). (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Âlimler bu sıfatı “daima genç kalıp ihtiyarlama- (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
yan” veya “kolunda bileziği, kulağında küpesi
bulunan” şeklinde yorumlamış, ancak müfessir- Hulud
ler birinci yorumun tercih edilebileceğini söyle- Süreklilik, daimlik, ebedilik, bakilik, kalıcılık,
mişlerdir (Taberî, XXVII, 100; Fahreddin er-Râzî, ölümsüzlük, ölmezlik.(1)(2)(4)(5)(3)
XXIX, 150-151; Râgıb el-İsfahânî, “Hld” md.).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Huld kavramı hadis rivayetlerinde de hem cen- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
net ehli hem cehennemlikler için kullanılmıştır (3) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 478;
(bk. Wensinck, el-Mucem, “Hld” md.). Kıyamet (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
gününde herkes yerini bulduktan sonra koç şek- (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
linde sembolleştirilecek olan ölümün boğazının
kesileceğini ve “Ey cennet ehli! Bundan böyle ebe-
diyet var, ölüm yoktur; ey cehennem ehli! Artık Hulusi Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul
ebediyet var, ölüm yoktur” şeklinde nida edileceği- (1) Adresler. a.g.e.

246
Vadi-i Hamuşan
Hulusi Efendi Türbesi-Denizli Bir önceki Asr sûresinde ebedî kurtuluşa erecek
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 118
insanların başlıca nitelikleri gösterilmişti. Bu sû-
rede ise servet hırsına kapılan, zenginliğiyle şıma-
rıp kendini âdeta ölümsüz bir varlık gibi görecek
Huma Hatun Türbesi-Bursa kadar küstahlaşan insanlara has ahlâk bozukluk-
(1) DİA, Cilt. 31, S5. 198, larına işaret edilmekte, aslında Allah’ın kullarını
(2) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 350 sınamak için verdiği, izâfî bir değer taşıyan serveti
ve genel olarak gücü mutlak bir değer gibi telakki
edip bu imkânlara sahip oldukları için kendilerin-
Humaru
de mâsum insanları tahkir etme hakkı görenler ve
a. Ölen adamın malından hakana ayrılan en güzel

H
böylece insanların kişilik haklarına zarar verenle-
mal.(1) rin âhirette mâruz kalacakları ceza veciz bir şekilde
b. Miras.(1) anlatılmaktadır.(…)(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) DİA; [HÜMEZE SÛRESİ - Emin Işık] c. 18; s. 484

Hümeze Sûresi Humme


Kur’ân-ı Kerîm’in yüz dördüncü sûresi.(…) Ölüm.(1)
Sûre, insan ilişkilerinde temel olan ahlâk ilke- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 188
lerinin önemli bir kuralına dikkat çekmektedir.
İnsanları arkadan çekiştirip kötülemek ve karala- Hun
mak, yüzlerine karşı hakaret ederek veya dolaylı
Öldürme.(1)(2)
yollardan alay edip küçük düşürmeye uğraşmak,
sözlü olarak veya el kol, kaş göz işaretleri yaparak (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
onların şeref ve haysiyetiyle oynamak ve bunu (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
bir alışkanlık haline getirmek çok kötü davranış-
lardır. “Vay haline!” diye söze başlayarak bu kötü Hunad Hatun Türbesi-Kayseri
huy sahiplerini şiddetle kınayan sûre kendilerinin
(1) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 58
çok daha kötü bir duruma düşeceklerini, acıklı bir
azaba uğrayacaklarını bildiren âyetlerle son bulur.
Hundi Hatun Türbesi-Bulgaristan
Üstelik yığdıkları servete ve sayıp durdukları pa-
raya güvenerek insanlarla alay edip kalplerini (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 235
kıranların, cehennemin, adına “hutame” denilen ve
içine atılan her şeyi yakıp bitiren, kırıp geçiren özel Hur
bir bölümünde azap göreceklerini haber vermek-
a. Cennet kızı, huriler.(1)(2)(3)(4)
tedir. Bu ateş onları yüreklerinin içinden sarıp ya-
kalayacak, upuzun bir boru içine tıkanıp kalmış gibi b. Çok güzel kız veya kadın.(1)
çaresiz bırakacaktır. İftiraya ve hakarete uğrayan (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
insanın yüreği nasıl yanarsa dünya malına güve- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nip herkesi küçük düşürmeye çalışan, küstahça (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
inciten hümeze ve lümeze tipleri de böyle bir özel (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
ateşte yanacaktır. Burada, “Ceza suç cinsinden ol-
malı” kuralına uygunluk söz konusu olduğu gibi
“hutame” kelimesinin “hümeze” ve “lümeze” ile Hurafe
aynı vezinde olması dolayısıyla lafız bakımından a. İslamiyet’ten önceki dinlerden kalan veya dine
da uygunluk bulunmaktadır ki edebiyatta buna sonradan karışmış olan, uydurma ve garip şey-
“müşâkele” denir. ler, boş, batıl inanç.(1)(3)(5)

247
Vadi-i Hamuşan
b. Mantıki temeli olmayan telakki ve uygulama- şehir hanımlarının ten beyazlığını ifade etmek için
ları, din adına ileri sürülüp benimsenen batıl havâriyyât kelimesini kullanırlar. Haver kökünden
inanç ve davranışları ifade eden bir terim.(4) türeyen kelimeler çeşitli âyet ve hadislerde bir gü-
c. Uydurma ve garip hikâye,(1) efsane, rivayet.(2) zellik unsuru olarak göze nisbet edilmiştir.
Gerçek dışı söylenti.(5) Arap dilcileri bu durumda kelimenin ne anlama
geldiği, yani haver ile ifade edilen göz şeklinin han-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
gi nitelikleri taşıdığı konusunda farklı görüşler ile-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ri sürmüşlerdir. Asmaî, gözdeki haverin ne anlama
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
geldiğini bilmediğini söylerken genellikle dilciler
(4) DİA;
hûri için “beyaz tenli, gözünün beyazı saf, siyahı
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
koyu ve yuvarlak, göz kapakları ince ve nazik” tas-
virini yapmışlardır. Bir telakkiye göre hûri ceylan
Huran gözlü, yani gözünün tamamı siyah olan demektir
İri gözlü cennet kızları,(1)(3) huriler.(2) ki böylesine insanlarda rastlanmaz (Lisânü’l-Arab,
“hvr” md.; Kāmus Tercümesi, “hvr” md.).
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. İlgili âyet ve hadislerde hûr kelimesinin yanında
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. zaman zaman “în” sıfatı da zikredildiğinden iri
gözlü (şahin gözlü) olmayı da bu tasvire ilâve et-
mek gerekir.(…)
Huri
Kur’an’da ve bazı hadis metinlerinde hûrilerin
a. Eski Arap mitolojisinde ak peri.(1) tasviriyle ilgili açıklamalar bulunmakla birlikte
b. Cennet kızı,(2)(3)(5)(6)(7)(8)(9) Cennet güzeli,(8) duyuların ve duyu verilerine dayalı aklî istidlâlin
Cennet kadınlarını ve onların güzelliğini ifade alanlarını aşan âhiret hayatına dair tasvirler konu-
eden bir tabir.(4) nun mahiyetini anlatmaktan ziyade genel bir fikir
c. İnsan gönlünün ve her türlü geçici dünya istek- vermektedir. Nitekim bir âyette, müminler için
lerinden arınmış olma durumu.(1) hazırlanan âhiret mutluluğunun dünyada hiç kim-
se tarafından bilinemeyeceği ifade edilmiş (es-Sec-
d. Allah katına çıkma özelliği kazanmış derviş.(1)
de 32/19), Hz. Peygamber de bu mutluluğun dün-
e. Günahtan arınmış insan.(1) yada görülüp işitilmeyen ve tasavvur edilemeyen
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. türden olduğunu söylemiştir (Buhârî, “Tevhîd”,
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. 35, “Bedü’l-Halķ”, 8; Müslim, “Cennet”, 2-5).
(3) Akay, Hasan. a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’de hûr kelimesi dört âyette geç-
(4) DİA; [HÛRİ - Bekir Topaloğlu] c. 18; s. 390 mekte, bunların üçünde “iri kara gözlüler” anla-
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. mındaki “în” kelimesiyle birlikte zikredilmektedir
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (ed-Duhân 44/55; et-Tûr 52/20; el-Vâkıa 56/22).
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e. Diğer âyette ise “çadırlarda iskân edilmiş” mâna-
(8) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. sındaki “maksûrât” kelimesiyle beraber yer almak-
(9) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e., s. 344 tadır (er-Rahmân 55/72). Üç âyette, hûr kullanıl-
madan “güzel bakışlarını eşlerinden ayırmayan
kadınlar” anlamında “kāsırâtü’t-tarf” terkibiyle
Huri Telakkisi
(es-Sâffât 37/48; Sâd 38/52; er-Rahmân 55/56),
Cennet kadınlarını ve onların güzelliğini ifade bir âyette de “iyi huylu güzel kadınlar” anlamında
eden bir tabir. “hayrâtün hisân” kelimeleriyle (er-Rahmân 55/70)
Hûr kelimesi “beyaz olmak, beyazlaşmak” anlamın- hûriler anlatılmıştır. Bazı âlimler, “kāsırâtü’t-tarf”
daki haver kökünden sıfat olan havrânın çoğulu terkibine “câzibeleriyle eşlerinin bakışlarını dai-
olup Türkçe’de tekili için kullanılan hûrî Arapça’da ma kendilerine çeken” şeklinde de mâna vermiş-
yoktur. Araplar, çölde yaşayan kadınların aksine lerdir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 318).

248
Vadi-i Hamuşan
Bunların dışında hûriler, Nebe’ sûresinde (78/33) (Halîmî, I, 476-477; İbn Kayyim el-Cevziyye, s.
“göğüsleri yeni oluşmuş yaşıt kızlar” mânasındaki 320, 323-326; Âlûsî, XXVII, 142). Halîmî, eğer
“kevâib-etrâb” tasviri ve Vâkıa sûresindeki (56/37) cennette ayrı bir tür olarak hûriler bulunacaksa
“eşlerine düşkün iffetli yaştaş kızlar” anlamında bunların dünyadaki câriyeler gibi diğer hanımlar-
“urub-etrâb” nitelemesiyle de ifade edilmiştir. dan daha aşağı bir statüde bulunacaklarını belirtir
Üç âyette geçen “tertemiz eşler” mânasındaki (el-Minhâc, II, 176-177).
“ezvâc-ı mutahhara” ile de (el-Bakara 2/25; Âl-i Kur’ân-ı Kerîm’de cennet hayatının ve oradaki hû-
İmrân 3/15; en-Nisâ 4/57) hûriler kastedilmiştir. rilerin tasvirine en çok yer veren Rahmân ve Vâkıa
Buradaki temizlik, dünya kadınlarına mahsus özel sûrelerinde, bilhassa ikincisinde yer alan âyetler
hallerden ve maddî kirlerden arınmışlık yanında (56/22-23, 35-37), hûrilerin dünya kadınlarından

H
vefasızlık, dik başlılık, kaba söz ve davranışlar oluşturulacağı kanaatini veren bir üslûp taşımak-
gibi kötü huylardan arınmışlığı da içermektedir tadır. Çünkü bu âyetlerde cennet kadınlarının
(a.g.e., s. 312-313). “yeniden inşa edileceği”, onların “bâkire ve yaştaş
Kur’an’da hûrilerin tasviriyle ilgili başka nitele- kılınacağı” ifade edilmektedir. Dünyada çocukken
meler de vardır. Bir âyette hûriler, yüksek değe- ölen kızlarla, evlenen veya evlenmeyen genç ve
rinden ötürü saklanan ve bir anlamda kıskanılan yaşlı mümin kadınlar da cennete girecektir. Söz
inciye benzetilirken (el-Vâkıa 56/23) diğer bir konusu âyetlerde bildirildiğine göre cennetteki bü-
âyette (es-Sâffât 37/49) gün yüzü görmemiş ve tün kadınlar bâkire olacak ve belli bir yaşta (etrâb;
el değmemiş taze yumurtaya, bir telakkiye göre bu nitelik üç âyette tekrar edilmektedir, Sâd 38/52;
sedefinden çıkarılmamış beyaz inciye (İbn Kesîr, el-Vâkıa 56/37; en-Nebe’ 78/33) bulunacaktır.
II, 452; Şevkânî, IV, 382-383), Rahmân sûresin- İlgili hadiste bu yaş otuz ile otuz üç arası şeklin-
de de (55/58) yakut ile mercana benzetilmiştir. Bu de gösterildiğine göre küçükler büyütülecek, bü-
son benzetme, hûrilerin giyeceklerine veya du- yükler de bu yaşa indirilecektir. Bu özellik ve ni-
daklarıyla yanaklarına ait bir niteleme de olabilir. teliklerin başka bir varlık türü olarak yaratılacak
Yine Kur’an’da hûrilerin bâkire oldukları (el-Vâ- hûrilere nisbet edilmesi uygun görünmemektedir.
kıa 56/36) ve cennetteki eşlerinden önce kendi- Nitekim söz konusu âyetlerin tefsirinde yer alan
lerine ne bir insanın ne de bir cinnin dokunduğu hadis rivayetleri de bu hususu desteklemektedir.
(er-Rahmân 55/56, 74) ifade edilir. Bununla birlikte kıyamet gününde insanların en
Hûrilerin dünya kadınlarından mı oluşturulacağı önde bulunanlar, müminler ve kâfirler şeklinde
yoksa ayrı bir tür olarak mı yaratılacağı hususu üç gruba ayrılacağını ifade eden âyetler (el-Vâkıa
âlimler arasında tartışılmıştır. “Biz onları yepye- 56/7-40) birinci grubun eşleri olarak “hûr-i în”-
ni bir yaratılışla yarattık ve eşlerine düşkün yaşıt den, ikincisi için yeniden inşa edilecek kadınlar-
bâkireler kıldık” (el-Vâkıa 56/35-37) meâlindeki dan söz etmektedir. Âyetlerin bu kompozisyonu,
âyetlerin tefsirinde Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, kız cennet kadınlarının iki ayrı türden oluşacağını
çocuklarının ve ihtiyar kadınların yeni bir yara- söyleyen âlimler için dolaylı da olsa bir delil sa-
tılışla otuz üç yaş çağına getirileceğini kaydeder yılabilir. Cennet kadınlarından bahseden diğer
(Meâni’l-Ķurân, III, 125), Taberî de hadislere da- âyetlerde böyle bir gruplandırma bulunmayıp ni-
yanarak âyetlerde sözü edilen “yeni yaratılış”ın metlerin müttakiler (Sâd 38/49; ed-Duhân 44/51;
dünya kadınlarına has olduğunu ileri sürer (Câ- et-Tûr 52/17; en-Nebe’ 78/31), rabbinin huzu-
miu’l-beyân, XXVII, 106-107). runda hesap vermekten korkanlar (er-Rahmân
Hasan-ı Basrî’ye ve onun fikirlerini benimseyen 55/46) ve Allah’ın hâlis kulları (es-Sâffât 37/40)
âlimlere göre de hûriler dünya kadınlarından için hazırlandığı beyan edilmektedir.
oluşacaktır. Çünkü mümin erkekler gibi mümin Kur’ân-ı Kerîm’de, cennet hayatının dünyadaki
kadınlar da cennetteki nimetlerden yararlanma insanî duygular paralelinde kurulacağına ve aile
hakkına sahiptirler. Diğer âlimler ise yeniden ya- mutluluğunun orada da süreceğine işaret ederek
ratılacak dünya kadınlarıyla birlikte ayrı bir tür mümin olan aile fertlerinin cennette birlikte bulu-
olarak hûrilerin de bulunacağını ileri sürmüştür nacaklarını haber veren âyetlerde (er-Ra‘d 13/23;

249
Vadi-i Hamuşan
Yâsîn 36/56; Gāfir 40/8; ez-Zuhruf 43/70) dünya- baş örtüsü bile dünyadan ve oradaki her şeyden
daki mümin eşlerin cennette de beraber olacakları daha değerlidir” (Buhârî, “Cihâd”, 6) meâlindeki
özellikle vurgulanır. Buna göre yeni bir fizyolojik hadislerin özendirme amacı taşıdığı açıktır.
ve psikolojik yapıyla yaratılacak cennet kadınları- Cennet hûrilerinin safrandan (za‘feran) yaratıldı-
nın veya hûrilerin tercihen kişilerin kendi eşlerin- ğı konusunda nakledilen rivayetlerin hiçbiri güve-
den oluşacağını söylemek mümkündür. nilir sayılmamış ve bu hususta Resûlullah’ın bir
Daha çok Tirmizî’nin es-Sünen’inde olmak üzere beyanının bulunmadığı kanaatine varılmıştır (İbn
Kütüb-i Sitte ile diğer hadis mecmualarında âhiret Kayyim el-Cevziyye, s. 335-336). Ancak Buhârî,
hallerinden ve cennet nimetlerinden bahsedilir- Müslim ve diğer bazı muhaddislerin rivayet ettiği
ken hûri konusunda da çoğu Resûlullah’a varma- bir hadiste hûrilerin tenlerinin son derece narin
yan çeşitli rivayetlere yer verilir. ve berrak olduğu bildirilmektedir (Müsned, II,
230, 247, 316, 420, 422; Buhârî, “Bedü’l-Halķ”, 8;
Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Śıfatü’l-cenne’si, Bey-
Müslim, “Cennet”, 14, 17).
hakī’nin el-Bas ve’n-nüşûr’u, Kurtubî’nin et-Teźki-
Hûrilerin sayısı hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de her-
re’si, İbn Kayyim’in Hâdi’l-ervâh’ı ve İbn Kesîr’in
hangi bir bilgi mevcut değildir. Hûrilerden bah-
en-Nihâye’si gibi eserlerde hûriye dair rivayetler
seden âyetler, hem onlardan hem de onlara sahip
bir araya getirilmiş olup hûri konusu, âhiret haya-
olacak erkeklerden çoğul sigasıyla söz etmekle
tının gerçeklerinden biri olarak gösterilirken dün-
birlikte bundan sayısal bir sonuç çıkarma imkânı
yadaki ferdî ve içtimaî hayat çerçevesinde kişilerin
yoktur.(…)
erdemli olmalarını, dünyevî istek ve faaliyetlerin-
de meşrû sınırları aşmamalarını ve İslâmî ölçü- Taberî, “İman edip güzel davranışlarda bulunan-
lar cennette lezzet ve sevince mazhar kılınacak-
lerde medenî (müttaki) davranmalarını sağlayıcı
tır” (er-Rûm 30/15) meâlindeki âyetin tefsirinde
pedagojik bir faktör olarak da kullanılmaktadır.
cennet ehlinin şarkılar dinleyip eğleneceğini belir-
Yeme içme, mesken edinme ve cinsî tatmin dünya-
tirken (Câmiu’l-beyân, XXI, 19-20) Tirmizî (“Śıfa-
da çok önem verilen hususlar arasında yer alır. An-
tü’l-cenne”, 24) ve Beyhakī (el-Bas ve’n-nüşûr, s.
cak bu ihtiyaçları gönlünce giderebilen insan sayısı
210), cennet hûrilerinin koro halinde müzik icra
pek azdır. Cinsî tatmin, söz konusu ihtiyaçlar için-
edeceklerine dair hadisler nakletmişlerdir. Hûri-
de en zor gerçekleştirilebileni olup paylaşılması da
lerin bu sırada duygularını şöyle dile getirecekleri
mümkün değildir. Bu sebeple insanoğlunun ger- de ifade edilmektedir: “Biz sonsuza kadar yaşayan
çek varlığının ölümle son bulmadığını, asıl hayatın ve pörsümeyen tazeler, küsmeyen sevgilileriz. Biz
âhirette ebediyete kadar devam edeceğini haber çok mutluyuz, eşlerimiz de çok mutludur”. Ayrıca
veren İslâm dini (el-Ankebût 29/64), genellikle hûrilerin, eşleri etrafında Allah’ı yücelten ve O’nu
fâni âlemde yeterince ulaşılamadığı düşünülen öven terennümlerde bulunacakları da bildirilmek-
ve daha güzeli arzulanan hazların, bu arada cinsel tedir (Müsned, I, 156; Beyhakī, s. 212; İbn Kayyim
zevklerin iyiler için ebedî hayatta ideal bir şekilde el-Cevziyye, s. 358-360).(…)
gerçekleşeceğini vurgulamıştır. Naslarda yer alan
Bütün âhiret halleri gibi hûri konusu da gayb
cennet tasvirlerinin ve bilhassa hûrilerle ilgili alanına dahil olduğuna göre (el-A‘râf 7/187-188)
açıklamaların genellikle takvâ kavramıyla özetle- Kur’an’ın bu hususta söylediği son söz gaybı Al-
nen dinî ve ahlâkî yaşayışa özendirici pedagojik lah’tan başka kimsenin bilemeyeceği gerçeğidir
bir amaç taşıdığı unutulmamalıdır. Meselâ cihada (el-En‘âm 6/50, 59; en-Neml 27/65).(1)
katılmanın faziletini anlatan, “Sizden birinizin
(1) DİA; [HÛRİ - Bekir Topaloğlu] c. 18; s. 390
savaş atını harekete geçirmek için kullanacağı
kamçının cennette işgal edeceği yer dünyadan ve
dünya üstündeki her şeyden değerlidir” (Buhârî, Hurma Ağacı Motifi
“Bedü’l-Halķ”, 8) hadisiyle, “Cennet halkından bir Hurma motifi cennet nimeti olarak kullanılmıştır.
kadın yeryüzünde görünecek olsa her tarafı aydın- İslâm düşüncesinde cennete mahsus ağaçlardan
latır ve güzel kokuyla doldurur. Cennet kadınının sayılmaktadır. Genellikle mezar taşlarının ayak

250
Vadi-i Hamuşan
şahidelerinde yer almıştır. Mevlevi mezar taşla- kaybedenler olduğu, işte hüsranın, açık ziyanın
rında da cennet ağacı olduğu için âhiret hayatını bu ziyan olduğu vurgulanmaktadır.(1)
gösterir biçimde sembol olarak kullanılmıştır.(1) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 521
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 106
el-Hutame
Hurrem Paşa Türbesi-Konya Cehennem tabakalarından biridir. Burası koğucu-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45 luk yapanların, insanları çekiştirenlerin, kaş göz
hareketleriyle insanlarla eğlenenlerin, insanları
Hurrem Sultan Türbesi-İstanbul ayıplayanların, cimri olanların azap görecekleri
yerdir.(1)

H
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45,
(2) Envanter. a.g.e. No:48, (1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 333-334
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 105
Hutame
Hurşide Hatun Türbesi-Makedonya a. Kırmak, ufalayıp tahrip etmek, öldürmek anla-
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139 mındaki hatm kökünden mübalağa ifade eden
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 97, bir sıfat.
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 581 b. Allah’ın tutuşturulmuş ateşi.(9)
c. Cehennemin inatçı münkirlerin atılacağı, yıldız-
Hurşide ve Mensure Hanımlar Türbesi- lara tapanların cezalandırılacağı yer olan Gayya
Makedonya kuyusunun bulunduğu beşinci katı veya üçün-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 578 cü tabakası.(3)(4)(5)(8) Kur’an’da yer aldığı bir tek
surede “Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tu-
Hurus-i Melekût tuşturulmuş ateşi” diye açıklanmıştır. Hutame
cehennemin bütününe ait bir isim olabileceği
Melekût horozu; Gaybden haber veren gaybî hâtif.
(1) gibi belli bir kısmını ifade etmek üzere de kulla-
nılmış olabilir.(2)(7)(1)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Akay, Hasan. a.g.e.
(2) DİA, C.7, s227;
Huş (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Ölüm.(1)(2)(3) (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Ruh.(3) (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
c. Bilinç, şuur.(3)
(7) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 8, s. 536;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (8) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e.,, s. 322;
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (9) Kesir, İbn, Ölüm Ötesi Tarihi, s.332
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Hutuf
Husrân Ölümler.(1)(2)
a. Ana sermayenin eksilmesi demek olan husrân,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mevki gibi dünya nimetlerinin kaybı hakkında
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kullanıldığı gibi, sağlık, güvenlik, akıl, iman ve
sevap gibi manevi şeylerin ziyanı hakkında da
kullanılır. Huysuz Baba Türbesi-Edirne
b. Kur’an-ı Kerim’de, asıl ziyan edenlerin, kıyamet (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 109,
gününde hem kendi canlarını, hem de ailelerini (2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 106

251
Vadi-i Hamuşan
Huysuzlar Türbesi-Bursa Hücum
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 45 a. Ansızın yapılan saldırı.
b. Tasavvufa göre hücum, hallerin sıklaşması, sır-
Huzur larda var olmak ve ruhların nurlarda cüret sıfa-
a. En yüce kat ve makam.(1) tıyla melekûta girmesidir.(1)
b. Mevlevilikte Konya’daki Mevlana’nın türbesi ve (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
tekkesi.(1)(2)
c. Önemli bir makamın veya kişinin var olduğu, Hüdai Dede Türbesi-Muğla
bulunduğu yer, o makam veya şahsın önü, katı, (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 297
yanı.(3)
d. Her türlü sıkıntı, kaygı gibi insanda tedirginlik Hüdavent Hatun Türbesi-Niğde
ve rahatsızlık veren ortam ve durumların orta- (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 8 s. 111,
dan kalkması ile insanda meydana gelen ruhsal (2) Koç, Mehmet Öncel. A.g.e., s. 46
hoşluk, gönül hoşluğu, ruh dinginliği, gönül ve
baş rahatlığı.(2)
Hüdâyî Nazar Evliya Türbesi-Türkmenistan
e. Cenabı Hakk’ın varlığının her şeyi kaplayıp başka
(1) DİA, Cilt. 41, s. 606,
şeye yer bırakmayacak şekilde hissedildiği mer-
(2) DİA, Cilt. 29, s. 225
tebe.(3) Halktan gaip olan salikin Hakk’ı kalbin-
de hazır bulması anlamında tasavvuf terimi.(4)
Hüküm Günü
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. İnsanların eylemlerinin değerlendirileceği, her-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. kesin yaptığının ortaya çıkacağı, haklının ve hak-
(4) DİA sızın ayırt edilip belli olacağı âhiret günü, hesap
günü olarak nitelendirildiği gibi hüküm günü,
Huzura Girmek ceza günü olarak da nitelendirilmiştir.(1)

Bir türbe veya dergâhı ziyaret etmek.(1) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C9, s. 33

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Hülle
Hübût-ı Âdem Çok kıymetli cennet elbisesi.(1)(2)
Hz. Âdem’in cennetten yeryüzüne inmesi.(1)(2)(3) (1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 213;
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Hüma Hatun Validesi Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
Hücre-i Muattara
İslâmiyet’te ilk yapılan türbe, Resulullah’ın med- Hümayun Türbesi-Hindistan
fun olduğu Hücre-i Muattara’dır.(1) (1) DİA, Cilt. 18 s. 105, DİA, C. 18 s. 482
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 140
Hünkar Abat Zaviye ve Türbesi-Arnavutluk
Hücre-i Se’adet (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 58
Kabirlerin en kıymetlisi olan Hücre-i Se’adet olup,
ziyaret, sünnetlerin en kıymetlisidir.(1) Hünkar Camii Türbesi-Makedonya
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 135 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 656

252
Vadi-i Hamuşan
Hür, Ayşe (2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 107,
Milli Ktp./Tasnif No: 1994 SB 96
(3) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 191

Tarihi Aydınlatan Bengü Taşlar, Toplumsal Tarih,


Sayı:110, S.10-19, Türkiye Ekonomik Toplumsal Tarih Hüsameddin Efendi Türbesi-Sırbistan-Ujice
Vakfı, Şubat 2003, İstanbul
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 707
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Hüsameddin Uşşaki Türbesi-İstanbul


Hürrem Çelebi Türbesi-Bosna Hersek
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 162 (1) DİA, Cilt. 18 s. 515

H
Hürrem Paşa Türbesi-Konya Hüsametten Dede Türbesi-Denizli
(1) Tapur, Tahsin. a.g.e. s. 481 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 46,
(2) Daltaban, Ahmet-Suat Akçaöz. a.g.e. s. 54
Hürrem Sultan Türbesi-İstanbul
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 144, DİA, C. 18 s. 499 Hüsamettin Bursevi Türbesi-Bursa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 46,
Hürremşah Köyü Türbesi-Sinop (2) Taş, Nazlı Pınar. a.g.e. s. 76,
(1) Çal, Halit. a.g.e. s. 336 (3) Alkaya, Hasan Basri. a.g.e. s. 65

Hürriyet Hüsamiye Türbesi-Mardin


a. Özgürlük, soyluluk, nefsin tutkularından kurtul- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 46
ma, bir kişi, zümre veya kurumun kanuni hakla-
rını koruma ve kullanma serbestliği gibi anlam-
larda kullanılan geniş kapsamlı bir terim.(3) Hüseyin Ağa Türbesi-İstanbul

b. Masivanın, başkalarının ve nefsinin kulu, köle- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 46,
si olmama.(2) Tasavvuf ıstılahları arasındadır. (2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 9, s. 10
Kâinat ve onun gerektirdiği her türlü kölelik-
ten kurtulmak ve bütün alakalardan kopmak- Hüseyin Baba Türbesi-Arnavutluk-Krahas
tır. Hür insanın alameti, dünya ve âhiret işleri
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 107
arasında kalbinden temyizin düşmesidir. Gö-
zünde dünya ve âhiret işlerinin bir olmasıdır.
Hürriyet, Allah Teâlâ’ya kulluğu gerçekleştir- Hüseyin Baba Türbesi-Arnavutluk-Memaliaj
menin son noktasına işaret eder.(1) (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 107
(1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Hüseyin Baba Türbesi-Bulgaristan
(3) DİA
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 285

Hüsam bin Abdullah (R. A. ) Türbesi-İstanbul


(1) Adresler. a.g.e., Hüseyin Baba Türbesi-Bulgaristan-Razgard
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 146 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 327

Hüsameddin Ankaravi Türbesi-Ankara Hüseyin Baba Türbesi-Makedonya


(1). a.g.e.S. 217, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 607

253
Vadi-i Hamuşan
Hüseyin Baba Türbesi-Romanya Hüseyin Nazmi Efendi Türbesi-istanbul
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 683 (1) DİA, Cilt. 32, S459

Hüseyin Baba Türbesi-Yunanistan-Kontsa Hüseyin Paşa Türbesi-İstanbul


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1000 (1) Adresler. a.g.e.

Hüseyin Baş Dede Türbesi-Isparta Hüseyin Paşa Türbesi-Malatya


(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 82 (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 111

Hüseyin Bey Türbesi-Tekirdağ Hüseyin Paşa Zaviyesi ve Türbeleri-Sırbistan


(1) DİA, Cilt. 18 s. 533, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 695
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 227
Hüseyin Sadık Baba Türbesi-İstanbul
Hüseyin Çelebi Türbesi-Edirne
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 27,
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 201 (2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 156

Hüseyin Dede Türbesi-Kütahya-Hisarcık Hüseyin Şah Türbesi-Makedonya


(1) Teb-Der. a.g.e. s. 4 (1) DİA, Cilt. 19 s. 12,
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 635
Hüseyin Dede Türbesi-Amasya
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 Hüseyin Şah Camii Ve Türbesi
Üsküp yakınında XVI. yüzyıl ortalarında inşa edi-
Hüseyin Efendi Türbesi-Giresun-Keşap len cami ile bânisinin türbesi.

(1) Giresun Valiliği, a.g.e. s. 62 Makedonya’da Üsküp şehrinin 10 km. kadar


dışında, Kalkandelen’e giden eski anayolun ke-
narındaki Saray köyünde bulunan cami, kapısı
Hüseyin Efendi Türbesi-Sırbistan-Ujice
üstündeki dört beyitlik Arapça kitâbeye göre
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 707 961 (1554) yılında Hüseyin Şah tarafından yap-
tırılmıştır. Ancak kitâbede bâni için kullanılan
Hüseyin Gazi Türbesi-Ankara “merhum” ibaresi kabir taşındaki 974 (1566-67)
tarihiyle tezat teşkil etmekte, bazı araştırmacılar,
(1) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 246,
buradan hareketle ilk tarihin inşaata başlama yılı
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 107
olabileceğini ve mâbedin muhtemelen 974’ten
sonra bitirilmiş bulunduğunu ileri sürmektedir
Hüseyin Gazi Türbesi-Çorum
(Lidija Kumbaradni-Bogoević, s. 76-77).
(1) Çorum Valiliği. a.g.e. s. 223, Caminin bânisi Hüseyin Şah Rumeli’de vakıfları
(2) Solmaz, Ceyhun. “Hüseyin Gazi Külliyesi Ve Hü- bulunan Karlıili beyleri soyundandır. Bulgaris-
seyin Gazi’nin Alevi-Bektaşi Geleneğindeki Yeri.”
tan’da Karlova kasabasında da vakıfları vardır.
Hitit Ün. Sos. Bilm. Enst. Çorum (2013). s. 29
Yine aynı ailenin Üsküp’te 1925’te yıktırılan bir
camisiyle bir türbesi vardı. Elezović, bu aileye dair
Hüseyin Hasib Bey Türbesi-İstanbul inanılması güç bazı söylentilere dayanarak Toko
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 12, adında Mağribli bir Fransız soyundan geldiğini bil-
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 472 dirir ve caminin Avusturyalılar’ın istilâsı sırasında

254
Vadi-i Hamuşan
XVII. yüzyıl sonlarında harap olarak o tarihten 974 (1566-67) tarihli, dört kartuş içine istiflen-
beri öylece kaldığına işaret eder. Ayrıca 1915’te miş sekiz satırlık bir kitâbe yer almıştır. Sekizgen
Üsküp’ün Bulgar istilâsına uğraması sırasında biçiminde ve üstü kiremit kaplı bir kubbe ile örtü-
caminin mihrap ve mahfeli yıkıldığı gibi türbe de lü olan türbe, yanındaki cami ile yarışırcasına he-
tahrip edilmiştir. 1963 Üsküp depreminde zarar men hemen onunla aynı yüksekliktedir. Bunun da
gören mâbed, ancak 1977’de Tarihî Eserler Koru- her cephesinde altlı üstlü iki pencere vardır ve alt-
ma Kurumu’nun hazırlattığı proje uyarınca restore ta olanların kemerleri camidekiler gibi çift renkli
edilmiştir. Cami ile kurucusunun türbesinin Saray taşlardandır. Kubbe sekizgen bir kasnağa otu-
adını taşıyan bir köyde olması Karlıili beylerinin rur. Yanındaki hazîrede Hüseyin Şah’ın 1032’de
saraylarının burada bulunduğunu gösterir. Nite- (1622-23) vefat eden oğlu Ali Bey’in üstüvâne

H
kim buranın eskiden Hüseyin Şah adıyla anıldığını biçiminde, kavuksuz ve çok sade mezar şâhidesi
Bogoević de belirtmektedir (a.g.e., s. 76). bulunmaktadır.(1)
Hüseyin Şah Camii 8,25 × 8,25 m. ölçülerinde kare
(1) DİA; [HÜSEYİN ŞAH CAMİİ ve TÜRBESİ - Semavi
planlı bir yapı olup harimi basık sekizgen, sağır bir
Eyice] c. 19; s. 13
kasnağa oturan bir kubbe örter. Duvarların kubbe
kasnağı eteğinde dört köşesi aşağıya doğru meyil-
lidir. Bu pahlar ve kubbe 1160 (1747) yılına ait bir Hüseyin Timur Esen Tekin Türbesi-Ahlat
bilgiye göre kurşunla kaplı iken şimdi alaturka ki- (1) Çöteli, M. G. a.g.e. s. 63
remitle örtülmüştür. Moloz taşlardan inşa edilen
binanın dış cepheleri sıvanmıştır. Mâbed oldukça
gösterişli bir eser olmasına rağmen kâgir bir son Hüseyn Bin Paşa Yiğit Hademe-i Türbesi-
cemaat yerine sahip değildir. Fakat giriş cephe- Kosova-Vılçitrin
sinde görülen kiriş deliklerinden ahşaptan bir son (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 539
cemaat yerinin varlığı anlaşılmaktadır. Harimde
kareden kubbeye geçiş köşelerde tromplarla sağ-
lanmıştır. Bunların altında köşeyi trompun alt Hüseyn Hamevi Türbesi-Suriye
kenarına yediren birkaç dizi mukarnas görülür. (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 16 s. 360
Mekân üç cephede açılmış pencerelerle aydınlan-
mıştır. Bunlar altta iki, ortada iki ve en üstte tek
olmak üzere beşer adettir. Alt sıra pencerelerin Hüseyni
sivri biçimli boşaltma kemerleri beyaz ve kırmızı Mevlevilerde destar şekillerinden biri.(1)
renkli taşlardan yapılmıştır. Mukarnaslı mihrap
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 13
kavsarasının dışında içeride sanat değerine sahip
başka bir mimari unsur yoktur. Minber ise alelâ-
de tahtalardan yapılmış çok basit ve perişan gö- Hüseyni Başlık
rünüşlüdür. Caminin belki bir yangın geçirdiği ve Bektaşi mezar taşlarında Hüseyni başlık Bektaşi
bu yüzden mimarisiyle bağdaşmayan bu duruma tarikatının sembolüdür.(1)
girmiş olduğu düşünülebilir.
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 99
Çok köşeli bir kürsü üstünde yükselen minare
22,5 m. olup Rumeli’deki birçok benzeri gibi ya-
nındaki camiye nisbetle çok uzundur. Çok köşeli Hüseyni
gövdesi yassı taşlardan yapılmış, şerefe altı çık- Serpuşların etrafına sarılan destarlardan biri.(1)
maları ise mukarnaslı olarak işlenmiştir. 1929’da
(1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 27
yayımlanan eski fotoğrafında şerefe korkulukları
yokken sonraları bu eksiklik giderilmiştir.
Caminin yanında yer alan türbenin kapısı üstünde Hüseyniye Türbesi-Halep
vakfın kurucusu olan Hüseyin Şah’ın adını veren (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 6 s. 212

255
Vadi-i Hamuşan
Hüsn-i Hat rak “fevz”, “necât” ve “felâh” kelimeleri kullanıla-
Güzel yazı yazma sanatı, hat sanatı.(1)(2) rak iman edip amel-i sâlih işleyenlerin kazançlı
çıkacakları ve kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(meselâ bk. en-Nisâ 4/13, 73; et-Tevbe 9/72, 89,
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
111; Gāfir 40/41).
Râgıb el-İsfahânî, hüsranın hem insana hem de
Hüsn-i Hatime fiillerine nisbet edilebileceğini belirttikten sonra
Güzel sonuç, insan hayatının güzel bir sonuçla bit- Kur’an’da bu kavramın biri mal ve mevki gibi ti-
mesi, iman ile gitmek, İslâm dini üzere ölmektir.(1) carî-maddî, diğeri ise sağlık, âfiyet, akıl, iman, se-
(1) Erdoğan, Naim, Kıyamet Âhiret Ölüm ve Sonrası, vap gibi mânevî kazançlar olmak üzere iki anlam-
s. 65 da kullanıldığını, fakat hüsranla daha çok ikinci
anlamın kastedildiğini söyler (el-Müfredât, “Hsr”
md.). İbnü’l-Cevzî hüsranın Kur’an’da “tartıyı
Hüsnü Paşa Türbesi-İstanbul
eksik yapmak, aldatmak, acz, sapmak ve cezalan-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31 dırmak” gibi farklı mânalar ifade ettiğini belirtir
(Nüzhetü’l-ayün, s. 277-278).
Hüsran Hadislerde de hasr kökünün türevleri Kur’an’daki
Dünya ve âhirette maddî ve mânevî alanda zarar anlamlarıyla kullanılmıştır. Çeşitli hadislere göre
etmek anlamında bir tabir. çevresindeki fakirlere malından vermeyen zenginler,
Hasr kökünden masdar olup sözlükte “sermayeyi âdil olmayanlar, kibirlenenler, başa kakanlar, malını
satmak amacıyla yalan yere yemin edenler ve namaz
kaybedip zarar etmek, ziyanda olmak, mal eksil-
kılmayanlar hüsrana uğrayan kimselerdir (Buhârî,
mek” gibi anlamlara gelir. Bir Kur’an tabiri ola-
“Eymân”, 3; Müslim, “Zekât”, 148, “Îmân”, 171,
rak “dünya ve âhiret saadetinden mahrum kalıp
Ebû Dâvûd, “Libâs”, 25; Tirmizî, “Śalât”, 188).
ziyana uğramak” demektir. Türevleriyle birlikte
Hadislerde de hüsranın karşıtı olarak felâh, fevz ve
Kur’ân-ı Kerîm’de altmış beş yerde geçen hüsran
necât tabirlerine yer verilir.
kelimesi iki yerde “el-hüsrânü’l-mübîn”, bir yerde
“hüsrânen mübînen” şeklinde “apaçık ziyan” mâ- İslâm âlimleri, âyet ve hadislerdeki bilgilerden ha-
nasında kullanılır. İlgili âyetlerde Allah’ı bırakıp reketle hüsran hakkında çeşitli yorumlar yapmış-
şeytanı dost edinenler, Allah ile karşılaşacaklarına lardır. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Allah’ın cennet
inanmayanlar, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, karşılığında müminlerden mallarıyla canlarını sa-
Allah’a eş koşanlar, ilâhî rahmet ve mağfiretten tın aldığını (et-Tevbe 9/111) ve onları elem verici
mahrum kalanlar, Allah’a isyan edip azabından azaptan kurtaracak bir ticaretin bulunduğunu (es-
korkmayanlar, ilâhî buyruklara karşı gelenler, Saf 61/10) bildiren âyetleri dikkate alarak yaratı-
peygamberleri inkâr edip bâtılı seçenler, Hz. Pey- cı ile kul arasındaki münasebeti ticarî bir ilişkiye
gamber’e inanmayanlar, uğradığı bir musibet se- benzetir ve hüsranı da bu ticarette zarar etmek
diye açıklar. Kâr edenler ise Allah’a inanıp buyruk-
bebiyle İslâm’dan yüz çevirenler, İslâm’dan başka
larına uyanlardır (Tevîlâtü’l-Ķurân, vr. 900a-b).
din arayanlar, iman ettikten sonra tekrar kâfir
olanlar, insanları Allah yolundan saptıranlar, kâ- Fahreddin er-Râzî hüsrana, insan türü için genel
firlere itaat edenler, yeryüzünde fesad çıkaranlar, anlamda düşünüldüğünde “nefsin helâk olması
yakınlarıyla irtibatı kesenler, münafıklar kıya- ve ömrün boşa gitmesi” mânasını vererek sadece
mette hüsrana uğrayan kimseler olarak anılır (M. iman edip amel-i sâlih işlemekle kazançlı çıkma-
F. Abdülbâkī, el-Mucem, “Hsr” md.). Bir âyette nın ve sonunda ebedî mutluluğa ulaşmanın müm-
(ez-Zümer 39/15), Allah’tan başkasına tapanların kün olduğunu belirtir. Ona göre aslında ömür ser-
âhirette kendileriyle birlikte ailelerini de hüsrana mayesi her an azaldığına göre insanın hüsrandan
uğratacakları haber verilmektedir. Kısaca kâfirler, kurtulması oldukça zordur. Zira onun yüce Allah’a
münafıklar ve fâsıklar hüsrana uğrayan kimseleri tam anlamıyla itaat etmesi çok defa gerçekleşmez.
teşkil eder. Çeşitli âyetlerde hüsranın karşıtı ola- Amel-i sâlihi çoğaltacakları yerde azıyla yetindik-

256
Vadi-i Hamuşan
lerinden insanların çoğu hüsrandadır (Mefâtî- Hüsrev Paşa Türbesi
hu’l-gayb, XXXII, 87-88). İstanbul’da XVI. yüzyılda yapılmış Mimar Sinan
Muhammed Hamdi Yazır, insan ömrünü Allah’ın eseri türbe.
bahşettiği bir sermaye olarak niteleyip neticede Fatih ilçesinin Yenibahçe vadisine (günümüzde
sermayeyi sahibine geri verdikten sonra insanın Vatan caddesi) inen yamacında bulunmaktadır.
hesap günü kâr yaptığı belirlenirse kurtuluşa ere- Yakınında yine Mimar Sinan’ın yapısı Bâlî Paşa
ceğini, zarar ettiği tesbit edilirse iflas etmiş sayıla- Camii ile su yolları emini Neccar Mehmed Efen-
cağını, bu durumun kendisi için apaçık bir hüsran di’nin türbesi vardır.
olduğunu ve sonunda azap göreceğini söylerken Türbe Diyarbekir, Halep, Şam beylerbeyi olan,
(Hak Dini, IX, 6077-6078) M. Reşîd Rızâ dünyevî Rumeli beylerbeyiliğine kadar yükselerek ikinci

H
ve uhrevî hüsran üzerinde durarak dikkat çekici vezir mertebesine ulaşan Deli Hüsrev Paşa tara-
yorumlar yapar. Ona göre dünya ve âhirette hüs- fından yaptırılmıştır. Türbenin kapısı üstündeki
ran içinde bulunmanın asıl sebebi insanın, yaratı- alınlıkta iki satır halindeki kitâbe bulunmaktadır.
lışına ve aklın temel ilkelerine yani fıtrata uygun Burada “Mezâr-ı Hüsrev Paşa rahmetullāhi aleyh”
olan İslâm dinine aykırı bir yola girmek suretiyle yazısından sonra, “Hak kıyâmette inâyet eylesin/
nefsine zarar vermesidir. Dünyada mutluluk, an- Mustafâ ona şefâat eylesin // İşitenler dediler
cak faydalı bilgilere ve insanı iyi işler yapmaya sev- târîhini/Dâim Allāh ona rahmet eylesin, 952” şek-
keden güçlü bir iradeye sahip olmakla mümkün- lindeki tarih beyitleri yazılıdır. Genellikle Hüsrev
dür. Sadece dünya lezzetlerinden faydalananlar Paşa’nın ölüm tarihi 951 (1544) olarak bilindiğin-
dünyevî mutluluğa ulaştıklarını zannetseler bile den kitâbedeki 952 (1545) tarihi şaşırtıcıdır. Hüs-
yaratıcıya inanıp O’nun buyrukları doğrultusunda rev Paşa Türbesi, eserlerinin adlarını veren çeşitli
yaşamadıkça ve üstün ahlâkî değerlere sahip olma- tezkirelerden açıkça anlaşıldığına göre Mimar Si-
dıkça gerçek mutluluğa erişemezler. Bunu insana nan tarafından yapılmıştır.
kazandıran İslâm dinidir. Bu sebeple dünya ve âhi- Hüseyin Ayvansarâyî, Hüsrev Paşa Türbesi yakı-
rette hüsrandan kurtulmanın tek yolu müslüman nında olan Bâlî Paşa Camii’nden bahsederken IV.
olmaktır (Tefsîrü’l-menâr, I, 244, 447; VII, 328).(1) Murad dönemi sadrazamlarından Tokat’ta idam
(1) DİA; [HÜSRAN - Mustafa Sinanoğlu] c. 19; s. 36 edilen Hüsrev Paşa’nın bu türbeye gömüldüğünü
yazmıştır. Sonraları bu esere ilâveler yapan Satı
Hüsrev Baba Türbesi-Sırbistan-Osek Efendi, bu bilginin doğruluğuna inanarak aynı
yere Sadrazam Hüsrev Paşa’nın biyografisini de
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 702
eklemiştir. Bu sebeple Sadrazam Hüsrev Paşa’nın
kesik başının bu türbeye gömülmüş olabileceği
Hüsrev Paşa Türbesi-İstanbul düşünülebilir.
(1) DİA, Cilt. 1 s. 383, DİA, C. 19 s. 52, Türbenin bulunduğu bölge, XVI. yüzyılda itibarlı
(2) Pur, Doğan. a.g.e. s. 13, bir semt sayılıyordu. Nitekim Mimar Sinan kendi
(3) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 473, vakfı olan mescidini de burada inşa etmişti. Ayrı-
(4) Envanter. a.g.e. No:50, ca Hüsrev Paşa Türbesi’nin yakınında aynı vezirin
(5) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 174, yaptırdığı bir de çarşı bulunduğu bilinmektedir.
(6) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 110 Yine onun vakfı olarak burada bir de sıbyan mekte-
bi vardı. Evliya Çelebi, İstanbul’daki mekteplerden
Hüsrev Paşa Türbesi-Van sadece birkaçının adını bildirirken Yenibahçe yakı-
(1) DİA, Cilt. 19 s. 51,
nında olan Hüsrev Pâşâ-yı Atîk Mektebi’nin man-
(2) Van Valiliği. a.g.e.
zum kitâbesini vermektedir: “İzz ü ikbâl ile Hüsrev
Pâşâ/Mektebi yaptı ede Hak bâkī/Dedi bir kâmil ol
dem târîhini/Dâr-ı tahsîl-i kelâm-ı bâkī, sene 947”.
Hüsrev Paşa Türbesi-Bosna Hersek Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin camiler bölümün-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160 de Aksaray semti yakınında Hüsrev Paşa-yı Atîk

257
Vadi-i Hamuşan
Camii’nin de adını verir. Bu cami gibi sıbyan mek- kızlarına ait kabirler mevcuttu. Bu hazîrede ayrı-
tebi ve çarşısı da zamanla bütünüyle yok olmuştur. ca XIX. yüzyıla ait birkaç mezar taşı daha tesbit
Osmanlı dönemi boyunca Haliç kıyılarından baş- edilmiştir.
layıp Marmara’ya doğru ilerleyen büyük yangın Hüsrev Paşa Türbesi Mimar Sinan’ın ilk yılları-
felâketleri İstanbul’un bu semtini sardığında Hüs- na aittir. Onun çok daha ünlü kişiler için yaptığı
rev Paşa Türbesi ve çarşısı zarar görmüştür. Son türbelerin sadeliği görüldüğünde bu yapının gös-
olarak 1918 yılındaki bir yangında türbe tekrar terişli oluşu hayret uyandırmaktadır. Sinan’ın, ilk
alevlerin arasında kalarak mimarisi bir defa daha önemli eserlerinde Şehzade Camii’nde de olduğu
zedelenmiştir. Uzun yıllar yangın yeri ortasın- gibi dış süslemeye önem verdiği, fakat daha sonra
da harap ve bakımsız halde kalan türbe 1950’de bundan vazgeçtiği dikkati çeker. Bu türbe, taşla-
bir dereceye kadar tamir edilmiştir. İçinde hiçbir rını kavurup kemiren, zengin süslemesini, ahşap
mefruşat ve sanduka kalmayan türbenin etrafını kapı ve pencere kanatlarını tahrip eden yangınla-
çeviren kesme küfeki taştan pencereli duvar da ra ve nihayet yıllarca süren ilgisizlik ve bakımsız-
yakın tarihlerde yenilenmiştir. lığa rağmen Osmanlı dönemi Türk mezar mimari-
Türbe içten ve dıştan sekizgen planda küfeki ta- sindeki müstesna yerini muhafaza etmektedir.(1)
şından yapılmıştır. Kapının bulunduğu cephe (1) DİA; [HÜSREV PAŞA TÜRBESİ - Semavi Eyice] c.
hariç yedi cephesinde altlı üstlü, sivri kemerli iki 19; s. 53
pencere açılmıştır. Köşelerde sütunçe şeklinde
pâyeler yapılmış, her cephe silmelerle çerçeve- Hüve’l-Baki
lenmiştir. Giriş iç içe birkaç silme ile belirtilmiş,
a. Allah’ın ebediliğini ifade eden ve “Tek kalıcı
bunun içindeki değişik profilli bir kemerle taçlan-
olan Allah’tır”(4)(5)(6) anlamına gelen söz.(3)
dırılmıştır. Esas giriş çift renkli taşlardan geçmeli
bir yay kemere sahiptir. Üstünde ise kitâbe yer b. Osmanlılarda mezar baş taşlarına yazılması
alır. Duvarların en üst kenarında mukarnaslı bir âdet olan Arapça kalıp ibare.(1)
korniş dolaşır. Bunun üstünde her cephede tek- (1) DİA;
rarlanan alınlıklar ve taştan yontulma tomurcuk- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lar sıralanmaktadır. Kurşun kaplı kubbe, daha dar (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
çaplı ve dış yüzü kabartma süslemeli mahya hattı (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
tomurcuklarla bezenmiş sağır bir kasnağa oturur. (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Girişin önünde kubbeli ve iki sütuna dayanan (6) Hanoğlu, Canan, Erzurum Merkezde Cami Hazi-
bir revak olması düşünülürse de böyle bir mima- relerinde Bulunan XVIII.- XIX. Y.y Mezar Taşları,
ri elemanın evvelce olduğunu belli edecek hiçbir Atatürk Ü Sos. Bil. Enst. Sanat Tarihi Ana Bilim
ize rastlanmamıştır. Ekrem Hakkı Ayverdi, belki Dalı Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2006, s. 24
sadece duvara saplanmış bir çift praçola dayanan
ahşap bir saçağın olabileceğini belirtmektedir. Hüve’l-Hak
Dış mimarisi o dönemdeki türbelerde pek görülme- “Hak sadece O’dur” anlamında mezar taşlarına ya-
miş bir derecede gösterişli ve zengin surette bezen- zılan Arapça kalıp ifadedir.(1)
miş olan Hüsrev Paşa Türbesi’nin ilk yapıldığında (1) www.nedirnedemek.com
bazı kalıntıların gösterdiği gibi iç duvarları da her-
halde çinilerle kaplıydı. Kubbedeki kalem işi nakış- Hüviyet
lar ise geçen yüzyılda yapılmıştır. İçeride kubbeye
a. Mahiyet, hakikat, bir şeyin aslı, gerçek.(1)(2)
geçiş mukarnaslı bir korniş şeridiyle sağlanmıştır.
b. Cenabı Hakk’ın hiçbir şekilde nitelenmeyen
Türbenin yanında hangi tarihte yapıldığı kesin
mutlak hakikati.(1)
olarak bilinmeyen bir de Rifâî tekkesi bulunuyor-
du. Hazîrede, son şeyhinin basit ahşap türbesin- c. İlahi özellik, doğaüstü güç.(2)
den başka herhalde hepsi aynı yıl bir salgında ölen (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
1109 (1697-98) tarihli Seyyid Mehmed Efendi ile (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

258
Vadi-i Hamuşan
Hüzün Müslim, “Cenâiz”, 12, “Birr”, 52), Hz. Peygam-
İnsanın maddî veya mânevî kayıp ve eksiklerin- ber’in acı ve hüzün veren sıkıntılara uğramaktan
den duyduğu üzüntü için kullanılan bir ahlâk ve Allah’a sığındığı (Buhârî, “Cihâd”, 74, “Daavât”,
tasavvuf terimi. 35, 40; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 32) ifade edilir.
Klasik sözlüklerde çoğunlukla “istenmeyen bir İslâm düşünce tarihinde hüzün konusunda biri
durumun başa gelmesinden veya geçmişteki bir özellikle Kindî’den itibaren felsefî çizgideki ahlâk
kayıptan duyulan keder, üzüntü” şeklinde tanım- kitaplarında, diğeri tasavvuf kitaplarında olmak
lanan hüzün (hüzn), sürûr ve ferah kelimelerinin üzere iki farklı yaklaşımın ortaya konduğu görü-
karşıtı olarak gösterilir (Lisânü’l-Arab, “hzn” md.; lür. Bunlardan ilkinde hüzün, daha ziyade insa-
et-Tarîfât, “el-hüzn” md.; Tâcü’l-arûs, “hzn” md.). nın dünyevî kayıplardan duyduğu ve kurtulmak

H
Râgıb el-İsfahânî hüznü “kederden hâsıl olan iç zorunda olduğu olumsuz bir duygu, hatta tedavi
sıkıntısı” şeklinde tanımladıktan sonra bu sıkın- edilmesi gereken bir tür hastalık olarak ele alınır-
tının iradî olmadığını, bu sebeple Kur’an’da ge- ken tasavvufî eserlerde daha çok âhiret kaygısı veya
çen “üzülme” veya “üzülmeyiniz” gibi ifadelerin hayırlı bir işi başaramamaktan duyulan üzüntü için
gerçekte hüzünlenmeyi değil bu duyguya götüren kullanılır ve olumlu bir durum kabul edilir.(…)
davranışlardan sakınmayı öğütlediğini belirtir İslâm düşünürleri, üzüntü ve kaygının başlıca se-
(el-Müfredât, “hzn” md.). Bazı kaynaklarda hüzün bepleri arasında yer alan ölüm korkusu üzerinde de
yerine aynı anlamda gam ve hem gibi kelimelerin durmuş ve bu korkunun yersizliğini gerekçeleriyle
kullanıldığı da görülür. Hz. Hatîce ile Ebû Tâlib’in anlatmışlardır. Buna göre sanıldığının aksine ölüm
ölümleri Hz. Peygamber’i derinden üzdüğü için bu kötü değildir; ölüm olmasaydı insan da olmazdı.
ölümlerin vuku bulduğu yıla İslâm tarihinde “se- Çünkü insan “akıllı ve ölümlü bir canlı” diye ta-
netü’l-hüzn” denilmiştir. nımlanır. Ölüm mutlak bir yok oluş değil, gerçek,
Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette hüzün, üç âyette aynı sürekli, özgür ve daha yüksek bir hayata geçiştir. Şu
anlamda hazen, otuz yedi âyette de aynı kökten halde insanın ölümden korkmasının temelinde akıl
fiiller geçmektedir. Bu âyetlerin çoğunda mümin- yoksunluğu, kontrolsüz şehvet ve öfke duyguların-
lerin âhirette üzüntüsüz bir hayat yaşayacakları dan kaynaklanan tutkular yatmaktadır. Kindî’nin
haber verilmekte (meselâ bk. el-Bakara 1/38; el- ifadesiyle “kralları köleleştiren” şey bu duygulardır;
En‘âm 6/48; Yûnus 10/62); Resûl-i Ekrem’e ve bu sebeple hastalıkların en tehlikelisi nefsin hasta-
müminlere hitaben, inkârcıların kendilerine karşı lığıdır. İnsanın başlıca görevi bu duyguları yenerek
haksız söz ve davranışlarından veya mâruz kal- gerçek özgürlüğünü elde etmesidir; iki dünyanın
dıkları çeşitli sıkıntılardan dolayı üzülmemeleri, mutluluğu da buna bağlıdır.(…)
metin olmaları tavsiye edilmektedir (meselâ bk. Üzüntü ve ölüm korkusu meselesinde Risâle fi’l-hî-
Âl-i İmrân 3/139, 153; el-Hicr 15/88; el-Anke- le li-defi’l-ahzân’la paralellik göstermesi sebebiyle
bût 29/33). Yûsuf sûresinin 84 ve 86. âyetlerin- anılması gereken bir eser de Râgıb el-İsfahânî’nin
de, Hz. Yûsuf’un başına gelenler sebebiyle babası eź-Źerîa ilâ mekârimi’ş-şerîa adlı dinî-felsefî içe-
Ya‘kūb’un çektiği şiddetli acı ve üzüntü hüzün ke- rikli ahlâk kitabıdır. Râgıb el-İsfahânî, “Kederin
limesiyle ifade edilmektedir. tedavisi ve korkunun yenilmesi” başlığı altında
Hüzün ve türevleri hadislerde de değişik konum- konuyu incelerken Kindî’nin adını vermeden Risâ-
larda kullanılmıştır. Bu hadislerin bazılarında le fi’l-hîle’deki bazı ifadeleri tekrar etmektedir (s.
ölüm gibi acılı olaylar karşısında hüzünlenmenin 332). Bu arada İslâmî eserler içinde ilk defa Kin-
normal olduğu (Buhârî, “Cenâiz”, 44; Ebû Dâvûd, dî’nin aktardığı, “Niçin hiç kederlenmiyorsun?”
“Cenâiz”, 24), Kur’an’ın hüzünlü bir ortamda in- sorusu ve Sokrat’ın buna verdiği, “Çünkü kaybetti-
diği (İbn Mâce, “İķāme”, 176), insanları hüzün- ğimde beni kederlendirecek şeyler edinmiyorum”
lendiren sıkıntıların günahlarına kefâret olacağı cevabı bazı benzerleriyle birlikte eź-Źerîa’da da
(Müsned, VI, 157), Allah’ın musibetler sebebiyle yer almıştır (s. 333). Gelecekteki bir musibet ve
yaş döken gözleri, hüzünlenen kalpleri azaba uğ- zarar beklentisiyle şimdiden üzüntüye kapılmanın
ratmayacağı (Buhârî, “Cenâiz”, 45, “Merđâ”, 1; yersizliğine ilişkin açıklamalar da (s. 333) Risâle

259
Vadi-i Hamuşan
fi’l-hîle’ye dayanır. Ölüm korkusunun sebepleri anını değerlendirme iradesine yöneltir. Şu halde
ve korkunun yenilmesine ilişkin ifadelerle anne hüzün patolojik bir ârıza olmayıp mümini muhase-
karnındaki çocuğun dünyaya gelmeyi istememesi be, tövbe gibi ahlâkî makamlardan geçirerek sâlih
gibi insanların da ölümden sonraki hayata geçme- amellere götüren yapıcı bir bilinç halidir (a.g.e., II,
yi istememelerine, yani ölümden korkmalarına 132-133). Bu sebeple Hasan-ı Basrî, “Mümini dini
ilişkin ifadeler de bir ölçüde Kindî’nin görüşlerini konusunda ancak korku ve hüzün rahatlatabilir”
hatırlatmaktadır. Ancak eź-Źerîa’da hâkim ahlâkî diyordu. Kur’ân-ı Kerîm’in de genellikle inananla-
anlayış, Risâle fi’l-hîle li-defi’l-ahzân’daki Stoa rın kalplerine korku ve kaygı salan tarafı üzerinde
durgunluğu ve kinik tecerrüdünden çok Kur’an ve zihnini yoğunlaştıran Hasan-ı Basrî, Kur’an’ı doğ-
Sünnet’te gözlenen itidal anlayışıdır.(…) ru okumuş ve ona iman etmiş bir kimsenin mutla-
ka hüznünün artacağını, korkusunun şiddetlene-
Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Ahlâķ-ı Nâśırî’sinde üzün-
ceğini ve göz yaşlarının çoğalacağını belirtiyordu.
tü, ölüm korkusu ve bunların sebepleriyle korku
Hüzünlü ve soluk yüzlü olmayı Kur’an’a inanma-
ve özellikle ölüm korkusunun tanımı, mahiyeti ve
nın alâmeti olarak görüyor (Ali Sâmî en-Neşşâr,
bu korkuları yenmenin yolları hakkında yaptığı
III, 134), öldükten sanra kendisini rüyasında son
açıklamalar, büyük ölçüde Risâle fi’l-hîle li-de-
derece sevinçli ve mutlu bir halde gören ve bunun
fi’l-ahzân’daki görüşlerin tekrarı mahiyetindedir.
sebebini soran Mâlik b. Dînâr’a, bir insanın dünya
Bu arada Tûsî, ilk defa yine Kindî’ye ait Risâle fî
hayatında hüznü ne kadar sürekli olursa âhirette
hudûdi’l-eşyâ ve rüsûmihâ adlı eserde geçen “tabii
de sevincinin o kadar sürekli olacağını söylüyordu
ölüm” ve “iradî ölüm” şeklindeki meşhur Sokratik
(İbnü’l-Cevzî, s. 19).
düşünceyi de tekrar ederek (AHlâķ-ı Nâśırî, s. 188
Hasan-ı Basrî’nin yüksek dinî duyarlığı, geniş
vd.) üzüntü ve ölüm korkusu konularını daha ay-
bilgi ve kültürü, siyasî ve sosyal etkinliği gibi seç-
rıntılı biçimde ele almıştır.
kin özellikleri sayesinde korku ve hüzne dayalı
Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî’si ile Muhyî-i Gül- tasavvufî anlayış Basra’yı aşarak Horasan’dan
şenî’nin Ahlâk-ı Kirâm’ında Kindî ve Risâle Mısır’a kadar İslâm dünyasının pek çok merkezi-
fi’l-hîle li-defi’l-ahzân isimleri zikredilerek nefsin ne yayılmışsa da özellikle Râbia el-Adeviyye’nin
hastalıkları ve tedavi yolları içerisinde artık iyice önderliğinde gelişen yine Basra merkezli diğer
gelenekleşmiş olan “ölüm korkusunun çaresi” ve bir tasavvufî çizgide korku, kaygı ve hüzün yerine
“üzüntünün çaresi” konularına da gelenek çerçe- sevgi, ümit ve iyimserliğe ağırlık veren anlayışın
vesinde yer verilmiş, büyük ölçüde İbn Miskeveyh hâkim olduğu görülür. Ayrıca Hasan-ı Basrî çiz-
ve Tûsî’yi hatırlatan yorumlar yapılmıştır.(…) gisindeki sûfîlerin hüznü bir fazilet saymalarını
Tasavvufta bu anlamıyla hüznün çok eski bir geç- tenkit edenler de olmuştur. Meselâ Takıyyüddin
mişi vardır. Bazı zâhid sahâbîler, âhiret kaygısı ile İbn Teymiyye, dinî konularda bile olsa hüzün-
ibadet ve iyiliklerini yetersiz görmekten büyük bir lenmemek gerektiğine işaret eden âyetlerden
üzüntü duyuyorlardı. Daha sonra Hasan-ı Bas- örnekler vererek hüznün bir duygu olarak ne
rî’nin önderliğinde Basra’da oluşan zühd okulunun fayda sağlayacağını ne de zararı önleyeceğini be-
temel özelliği de hüzün, havf ve bükâ kelimeleriy- lirtir. Şu halde üzüntünün kendisi değil sebeple-
le özetlenir. Nitekim Ebû Nuaym Hasan-ı Basrî’yi ri ve sonuçları önemlidir. Buna göre meselâ dinî
“korku ve hüzünle dost olmuş, kaygı ve kederle bir olumsuzluktan veya müslümanların başına
kaynaşmış, uyku ve istirahati yitirmiş” şeklindeki bir sıkıntı gelmesinden dolayı üzülen bir kimse,
nitelemelerle tanıtır (Hilye, II, 131-132). Hasan-ı üzüntü duygusundan dolayı olmasa da içindeki
Basrî’ye göre âhiretin ebedîliğine karşılık dünya iyilik sevgisinden dolayı sevap kazanır. Buna kar-
hayatının sonlu ve sınırlı oluşu, bunun farkında şılık insanın iyilik iradesini zayıflatan ve Allah’ın
olan ve ölümü en tesirli vaaz olarak algılayan mü- buyruklarını ihmal etmesine yol açan üzüntüler
minde kaçınılmaz olarak bir hüzün hali doğurur; de günah sebebidir (Mecmûu fetâvâ, X, 16-17).
bu hal kişiyi bir sorumluluk ve kendini yargılama İbn Kayyim el-Cevziyye de âyet ve hadislerden
(muhasebe) bilincine, kısa dünya hayatının her deliller getirerek hüznün istenen ve amaçlanan

260
Vadi-i Hamuşan
bir hal olmadığını, bir faydasının da bulunmadı- Hz. Gavsiâzam Ahmet Er-Rufa’i Türbesi-
ğını, aksine bu tür duyguların kuldaki seyrü sülûk Basra-Bataih
şevkini kırdığını, iradeyi aşındırdığını ileri sürer. (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
İbn Kayyim mutasavvıfların, hüznün fazilet oldu-
ğuna delil olarak gösterdikleri âyet ve hadisleri Hz. İmam Ali’nin Makam Türbesi-Basra
yanlış yorumladıklarını ileri sürmekte, ayrıca bu
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
konudaki bazı hadis ve haberlerin sahih olmadı-
ğını ifade etmektedir.(1)
Hz. Mikdad ibn-i Esved El-Kindi Türbesi-
(1) DİA, [HÜZÜN - Mustafa Çağrıcı] c. 19; s. 76 Basra-Abdulhasib Kasabası

H
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
Hüzün Kuyusu
Cehennemde bir deredir, cehennem bile günde Hz. Said b. Cebir Türbesi-Basra-Hey Kazası
yetmiş defa onun korkusundan Allah’a sığınır.(1) (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
(1) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e., s. 321
Hz. Yahya b. Musa (R. A) Türbesi-Basra
Hypnos (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176

Adı Yunanca uyku anlamına gelen Hypnos, mito-


lojide ölümü simgeler.(1) Hz. Yahya b. Zekeriya Makam Türbesi-Basra

(1) Er, Yasemin. a.g.e. (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176

Hz. Abbas Türbesi-Irak


Hypogeum
(1) Bayatlı, Necdet Yaşar. a.g.e. s. 112
Yeraltında yapılmış, ölüleri ya da ölü küllerini
koymak için nişleri olan kaya oygu bir mezar. Ka-
Hz. Abdurrahman B. A’vf Türbesi-Basra-Ab-
takomplardan daha küçüktür, bir aile ya da grup
dulhasib Kasabası
mezarı olarak kullanılmıştır.(1)
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
(1) Er, Yasemin. a.g.e.

Hz. Abd’üs-Sadık Amir Türbesi-istanbul


Hyposorion
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 468,
Anıt mezarlarda ve lahitlerde podyumda yer alan
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 103
mezar odası.(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
Hz. Ali Türbesi-Irak
(1) DİA, Cilt. 4 s. 49,
Hz. Aziz Peygamberin (R. A) Makam (2) DİA, Cilt. 32, s. 487
Türbesi-Basra-Amara Kazası
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
Hz. Elyasa (A. S) Türbesi-Şanlıurfa
(1) Yıldız, Selami. “Şanlıurfa’yı Gezelim.” Şanlıurfa
Hz. Ebu Ye’lâ Türbesi-Basra-Hey Kazası Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları,
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176 Şehir Kitaplığı Dizisi:18 s. 43

Hz. Ebulzülgafari Türbesi-Basra-Hey Kazası Hz. Elyasa Peygamber Türbesi-Diyarbakır


(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176 (1) Pınar, Gürhan. a.g.e. s. 38

261
Vadi-i Hamuşan
Hz. Enüş Peygamber Türbesi-Diyarbakır Hz. Ömer Türbesi-Kıbrıs-Girne
(1) Pınar, Gürhan. a.g.e. s. 42 (1) FRMTR, a.g.e. s. 7

Hz. Eyyub Türbesi-Şanlıurfa Hz. Rahme Hatun Türbesi-Şanlıurfa


(1) Eyupsultan Sempozyumu X. s. 354 Eyüp Beledi- (1) Yıldız, Selami. a.g.e. s. 42
yesi Yay.,
(2) Yıldız, Selami. a.g.e. s. 41 Hz. Süleyman Türbesi-Diyarbakır
(1) Köse, Ali. a.g.e. s. 220,
Hz. Hafir Türbesi-istanbul (2) Pınar, Gürhan. a.g.e. s. 45
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 469,
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 105 Hz. Şeyh Hasan El-Basri Türbesi-Basra-Zü-
beyir Kasabası
Hz. Hamidullah el Ensari Türbesi-İstanbul (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
(1) Adresler. a.g.e.
Hz. Şit, Hz. Lokman ve Memun Türbesi-
Hz. Hasan İbn-i Seyreyin El-Muabber Tarsus
Türbesi-Basra-Zübeyir Kasabası (1) Tanrıverdi, Güley Hülya. a.g.e. s. 101
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
Hz. Talha Türbesi-Basra

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Türbesi-İstanbul (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176

(1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 148


Hz. Talha ve Zübeyr Türbesi-Gaziantep
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 234
Hz. Hud Türbesi-Yemen
(1) DİA, Cilt. 18 s. 280 Hz. Verkane Türbesi-Batman
(1) Mıynat, Ali. “Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf.” Yük. Lis.
Hz. Hüseyin Türbesi-Irak Tz. Muğla Ün. Sos. Bil. Enst. Muğla (2008). s. 179
(1) DİA, Cilt. 4 s. 49
Hz. Yuşa Türbesi-İstanbul
Hz. İmam Bakir Türbesi-Şanlıurfa (1) Köse, Ali. a.g.e. s. 300,
(2) Bilir, Ali. a.g.e. s. 68,
(1) Yıldız, Selami. a.g.e. s. 37
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 247

Hz. Kâ’b Türbesi-İstanbul


Hz. Zekeriyya Türbesi-Halep
(1) DİA, Cilt. 4 s. 293,
(1) Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Halep(Cengiz Eroğ-
(2) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 101
lu-Murat Babuçoğlu) Tikv, Ankara 2007, s. 610

Hz. Mikdat (Muğdat) Türbesi-İçel


Hz. Zübeyir B. A’vam Türbesi-Basra
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e. (1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176

Hz. Muhammed (S. A. V) Türbesi-Medine Hz. Zülkifl Peygamber Türbesi-Diyarbakır


(1) DİA, Cilt. 30, s. 422 (1) Pınar, Gürhan. a.g.e. s. 38

262
Vadi-i Hamuşan
I
Ihartmak
Boğazlamak, öldürmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Ihlamur Ağacı Kabuğu Mezara Koyma


Yeni mezarın üzeri ıhlamur ağacı kabuğu ile örtü-
lür. Eskiden ıhlamur ağacının kötü ruhları kovma
özelliğine sahip olduğuna inanılmış ve bu gelenek
o dönemlerden kalmıştır.(1)
(1) Eren, Metin. a.g.e.

Ihlamur Dede Türbesi-Isparta


(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 82
doğa afetleri beklemektedir. Çünkü bu ölüm Tan-
rı’dan değil şeytandandır.(1)
(1) Sulooca, Murteza. “Üsküp ve Çevresinde Ölümle
İlgili İnanç ve Uygulamalar.” Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış YLT,
Ankara (2007). s. 37-38

Isfırar-ı Memat
Ölüm sarılığı.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Isıtma Türbesi-Çankırı-Dolaşlar Köyü


(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Isıtma Türbesi-Çankırı-Kiremitçi Köyü


Ilgazlı Hacı Baba Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Iskat
Irmak a. Yok etme, varlığını ortadan kaldırma, silme, hü-
Yılın belli dönemlerinde ırmaklarda yıkanmak kümsüz bırakma.(1)(2)(6)
yasaktır. Çünkü bu dönemlerde kötülük ırmakta b. Ölen kişinin kılamamış olduğu namaz ve tuta-
bulunmaktadır. Diğer taraftan, ırmakta boğulan mamış olduğu oruç gibi bazı ibadet borçlarından
bir kişinin kurtarılması caiz değildir. Kurtarılırsa dolayı ve kusurlarının affı, cezasının bağışlan-
bunun için ceza gerekir. Çünkü bu, ırmağın içinde ması amacıyla Allah katında azap görmemesi
bulunan kötü ruha verilen bir kurban olarak de- dileğiyle özel surette hesaplanıp fakirlere veri-
ğerlendirilmektedir. Boğulan kişiye tören yapıl- len sadaka ve bu iş için yapılan tören.(1)(2)(3)(4)
maz ve ırmağın yanına gömülür. Eğer mezarlık- Ölünün azapsız kalması için dağıtılan sadaka.
larda papaz ile gömülürse o yıl o toplumu büyük (5) Birinin ölümünden sonra dağıtılan sadaka.(6)

263
Vadi-i Hamuşan
c. Düşürme, düşürülme.(4)(5)(6) Sözlükte “düşmek” anlamına gelen sukūt kökün-
d. Bir hak veya mükellefiyeti düşürme anlamında den türemiş olup “düşürmek, atmak, izâle etmek”
fıkıh terimi.(7) mânasına gelir.
e. Üzerinde namaz, oruç gibi dini borçların düşü- İslâm hukukunda ise bir hak veya mükellefiyeti
rülmesi için vasiyette bulunmak.(8) düşürmeyi ifade eder.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Literatürde ıskat, “ıskāt-ı cenîn”in kısaltılmış şekli
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. olarak “anne karnındaki ceninin düşürülmesi” veya
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. “ıskāt-ı salât” ve “ıskāt-ı savm”ın kısaltılmışı olarak
(4) Akay, Hasan. a.g.e. “bir kimsenin sağlığında ifa edemediği bazı ibadet-
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. lerle ilgili sorumluluğunun vefatından sonra fidye
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e. ödenerek düşürülmesi” anlamlarında kullanılır.(…)
(7) DİA; [ISKAT - Ali Bardakoğlu] c. 19; s. 138 İbadetlerde Iskat. Bu ıskat namaz, oruç, kurban,
(8) Erdoğan, Mehmet. a.g.e. adak, kefâret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden ölen
bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirle-
Iskat-ı Cenin re fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Literatürde
Çocuğu anne karnında, cenin halindeyken öldür- daha çok namaz ve oruç borcunu düşürme anla-
mek, çocuk düşürme.(1) mına gelen ıskāt-ı salât ve ıskāt-ı savm terimleri
kullanılır.
(1) DİA; [ISKAT - Ali Bardakoğlu] c. 19; s. 138
Burada fidyeden maksat, söz konusu ibadetlerin
yerine geçmesi ve mükellefi onların terkinden
Iskat-ı salat doğan uhrevî sorumluluktan kurtarması amacıyla
“Bir kimsenin sağlığında ifa edemediği namazlarla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir.
ilgili sorumluluğunun vefatından sonra fidye öde- Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn
nerek düşürülmesi” anlamlarında kullanılır.(1) dönemlerinde bu anlamda ıskat söz konusu ol-
(1) DİA; [ISKAT - Ali Bardakoğlu] c. 19; s. 138 madığından ıskāt-ı salât ve ıskāt-ı savm anlayış ve
uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvala-
Iskat-ı savm rından delillendirilmesi yerine fıkhın gelişim sey-
ri göz önünde tutularak ele alınması daha yerinde
“Bir kimsenin sağlığında ifa edemediği oruçlarla
olacaktır.
ilgili sorumluluğunun vefatından sonra fidye öde-
nerek düşürülmesi” anlamlarında kullanılır.(1) İbadetler ve bu nitelikteki kefâretler Allah hakkı
grubunda yer aldığı için kural olarak ıskat kabul
(1) DİA; [ISKAT - Ali Bardakoğlu] c. 19; s. 138 etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin
niyeti ve ibadetin Allah rızâsı için yapılması ibade-
Iskatçı tin özünü, şekil şartları ise maddî unsurunu teşkil
a. Kendisine ıskat verilen kimse,(1)(3) ölen kişi için edeceğinden ibadetler ancak şâriin belirlediği se-
dağıtılan ıskat sadakasını alan kişi.(2) beplere bağlı olarak ve O’nun emrettiği tarzda ye-
rine getirilirse ifa edilmiş sayılır. İbadetlerin dinin
b. Mezarlıklarda dilenen, sadaka toplayan kim-
kulluğa dair (taabbüdî) hükümlerinin en başında
se,(1) mezarlık dilencisi.(3)
yer almasının da anlamı budur.(…)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Allah’ın kullarına güçlerinin üzerinde hiçbir mü-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kellefiyet yüklemediği sıkça vurgulanmıştır. Bu
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ilkenin tabii bir sonucu olarak dinî mükellefiyet-
lerin yine şâri‘ tarafından belli sebeplere ve maze-
Iskat Hukuku retlere bağlı olarak süresiz veya geçici olarak ıskat
Bir hak veya mükellefiyeti düşürme anlamında edildiği veya belirli ölçüler verilerek kullara böyle
fıkıh terimi. bir imkân tanındığı söylenebilir. Ancak şâri‘ tara-

264
Vadi-i Hamuşan
fından bizzat yapılan veya yapılmasına izin veri- mediğinden tutulamayan orucun aynı cinsten
len bu ıskatın istisnaî nitelikte ve sınırlı sayıda bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, her oruç için
olduğu da bilinmelidir. bir fakiri doyurma şeklinde sosyal amaçlı, orucun
Literatürde ibadetler genellikle bedenî, malî, hem mahiyetiyle de alâkalı bir başka ibadet istenmiş-
bedenî hem malî şeklinde üç gruba ayrılmış ve tir. İslâm ümmeti içinde ortaya çıkan ıskāt-ı savm
bunların mükellef tarafından zamanında, bizzat ve daha sonra ıskāt-ı salât uygulaması, temelde
ve ayrı ayrı ifa edilmesi gerektiği, her ibadetin Bakara sûresinin 184. âyetinde sınırlı mazeretler
kendine mahsus bir sebebi ve gayesi olduğundan için getirilen istisnaî hüküm etrafında geliştiril-
hiçbirinin diğerinin yerine geçmeyeceği önemle miş zorlama yorum ve temennilerden ibaret olup
vurgulanmıştır. Aynı şekilde namaz, oruç gibi be- âyetin kimler için hangi imkân ve hükümleri ön-
denî ve şahsî ibadetlerin mükellef adına bir başka- gördüğünün iyi bilinmesi ayrı bir önem taşımak-
sı tarafından yerine getirilmesi de (niyâbet) câiz tadır.

I
görülmemiştir. Ölüme kadar her geçen gün bünyesi zayıflayan
İbadetlerin ifasıyla ilgili genel prensipler böyle ol- hasta ve yaşlıların, tutamadıkları farz oruçları için
makla birlikte şâri‘ ârizî hallerde bazı istisnaî hü- kaideten sağlıklarında fidye ödemeleri veya fidye-
kümler sevketmiş ve ifa edilemeyen bazı ibadetle- nin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir
rin aynı veya başka cinsten bir diğer ibadet veya vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin
fiille telâfisine imkân tanımıştır. Seçimlik kefâ- de yeterli olması halinde mirasçıların bu fidyeyi
retler, hacca gidemeyenin yerine başkasını gön- ödemeleri dinî bir vecîbedir. Vasiyeti yoksa veya
dermesi, kadınların hayız ve nifas hallerinde na- terekenin üçte biri vasiyet için yeterli değilse mi-
mazdan muaf sayılmaları ve ramazan orucunu da rasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tav-
-ileride kazâ etmek üzere- tutmamaları, hasta ve siye edilmiştir.
yolcunun oruç tutup tutmamakta serbest olması Bu hükümler devamlı hastalık ve yaşlılık sebebiyle
ve tutmadığı oruçları diğer günlerde kazâ edebil- oruç tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun
mesi, unutma veya uyku sebebiyle kılınamayan dışında kalan yolculuk, hastalık, gebelik, süt emzir-
namazın ilk fırsatta kılınması gibi hükümler bu- me, ileri derecede açlık ve meşakkat gibi mazeretler
nun örnekleri ise de bu grupta yer alan belki de oruç tutmamaya veya başlanmış bir orucu boz-
en önemli istisnaî hüküm, oruç tutmaya güç ye- maya ruhsat teşkil etse de tutulamayan oruçlar
tiremeyenlerin bunun yerine fidye ödemeleridir için fidye ödenmesini câiz kılmaz, mazeret hali
(el-Bakara 2/184). Hanefî fakihlerinin oruç yerine kalktıktan sonra bunların kazâ edilmesi gerekir.
fidyenin ödenmesine “misl-i gayr-i ma‘kūl ile kazâ” Bu kimseler kazâ edemeden ölmüşse mirasçıların
demeleri de bunun istisnaî ve kural dışı olduğunu aynı şekilde bu oruçlar için fidye vermesi İslâm
belirtmeyi amaçlar (Serahsî, el-Uśûl, I, 49).(…) âlimlerince câiz, hatta tavsiye edilen (mendup)
Sonuç olarak İslâm âlimlerinin ortak kabulüne bir davranış olarak görülmüştür. Bu konuda fıkıh
göre ihtiyarlık ve iyileşme ümidi kalmamış has- mezhepleri arasında önemli bir görüş ayrılığı yok-
talık sebebiyle oruç tutamayan kimseler kazâ et- tur. Çünkü kazâ borcunu geciktirmemek gerekli
meleri de mümkün olmadığı için tutamadığı gün ise de burada başlangıçta mazerete, devamında
sayısınca fidye öder. Âyetin tutulamayan orucun ise ihmale ve ileride kazâ etme ümidine dayalı
kazâ edilmesini değil her oruç için bir fakiri doyu- hoşgörülebilir bir terk söz konusudur. Ayrıca ve-
racak miktarda fidye ödenmesini emretmesi bura- fat, bu kimsenin orucunu kazâ etme imkân ve ih-
da hastalık, bünye zayıflığı, meşakkat ve yolculuk timalini ortadan kaldırdığından yaşlı ve hasta için
gibi geçici bir mazeretin değil yaşlılık ve iyileşme söz konusu olan acz hali burada da var sayılabilir.
umudu kalmamış hastalık şeklinde devamlılık ar- Mazeret dolayısıyla ramazan orucunu tutamayan
zeden bir mazeretin kastedildiği yorumuna hak- ve üzerinde bu orucun kazâ borcu olduğu halde
lılık kazandırmıştır. Bu kimselerin tekrar sağlığa vefat eden kimse hakkında fakihler iki ihtimale
kavuşup oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edil- göre iki ayrı görüş ileri sürerler.

265
Vadi-i Hamuşan
a. Eğer bu kimse orucunu kazâ etme imkânı bu- İfa edilemeyen ibadetler için mükellefin vefa-
lamadan vefat etmişse tâbiînden bazı âlimler, tından sonra fidye ödenmesinin cevazı ve borcu
yaşlı ve sürekli hasta kimsenin durumuna kıyas- düşürücü olup olmadığı tartışması bedenî ibadet
la mirasçıların fidye vermesini vâcip görse de fa- olmaları sebebiyle namaz ve oruç üzerinde odak-
kihlerin çoğunluğuna göre mazeret sebebiyle bu laşır. Mükellefin sağlığında ifa etmediği kurban,
kimseden mükellefiyet ve kazâ borcu sâkıt olur, adak, kefâret, zekât gibi malî ibadetlerin vefatın-
mirasçıların da fidye vermesi gerekmez. dan sonra vasiyetine bağlı olarak veya mirasçılar
b. Buna karşılık bir kimse imkân bulduğu halde tarafından kendiliğinden malî ödeme ile telâfi
orucunu kazâ etmeden vefat etmişse fakihle- edilmesi, hem borçla ifa arasında cins birliğinin
rin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in oruç borcuy- bulunması hem de bu tür ibadetlere üçüncü şa-
la ölen kimse adına her bir gün için bir fakirin hısların haklarının taalluk etmesi ve malî ibadet-
doyurulmasını emreden hadisinin (İbn Mâce, lerde niyâbetin kural olarak câiz olması sebebiy-
“Śıyâm”, 50; Tirmizî, “Śavm”, 23) genel ifade- le daha mâkul görünmektedir. Bu ödemelerin
sinden hareketle mirasçıların fidye ödemesini mükellef tarafından bizzat yerine getirilmeyişi
gerekli görür (İbn Kudâme, III, 152).(…) ve niyetin bulunmayışı sebebiyle ibadet niteliği
Mükellefin oruç borcunun vefatından sonra fid- tartışmalı olsa bile en azından üçüncü şahısların
ye ödenerek düşürülmesi arzu ve teşebbüsünün (fakirler) haklarını ıskat edeceği düşünülebilir.
yukarıda özetlenen şartlarla ve zikredilen iki du- Öte yandan ramazan orucu gibi asıl ibadetler için
rumla sınırlı kalması beklenirken muhtemelen fidyeden söz edilmiş, kefâret orucu gibi başka bir
II.(VIII.) yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ihlâlden doğan ve seçimlik bir ceza olarak tutul-
bir yorum ve kıyaslama ile sağlığında mazeretsiz ması gereken oruçların fidye yoluyla ıskātından
olarak oruç tutmamış ve kazâ da etmemiş kimse bahsedilmemiştir.(…)
adına vefatından sonra fidye verilebileceği, bu
Bu ayırımın yol açtığı sıkıntı, IV.(X.) yüzyılın son-
fidyenin ölenin oruç borcunu ıskat etmesinin
larından itibaren “devir” işleminin bulunması
muhtemel olduğu görüşü gündeme gelmiş ve uy-
ve câiz görülmesiyle giderilmeye çalışıldı. Devir,
gulama alanına girmeye başlamıştır. Fakihlerin
ıskat için fakirlere nakdî bedeli tamamen vermek
çoğunluğuna ait olduğu sanılan bu görüş, sağlı-
yerine belli bir miktarı hibe edip tekrar hibe yo-
ğında mazeretsiz olarak oruç tutmayıp kazâ da
luyla ondan geri alma ve toplam borç miktarına
etmeyen kimse vefat etmekle kazâ etme imkâ-
ulaşıncaya kadar bu hibe ve karşı hibe işlemini de-
nını yitirdiği için mazerete binaen oruç tutama-
vam ettirme usulünün adıdır.
yan kimseyle aynı duruma düştüğü, böyle olunca
onun durumuna kıyasen bu kimse adına da fidye İbadet borcunun fidye ile düşürülebileceği kana-
verilebileceği, vasiyeti varsa kıyasın daha güçlü atinin tabii bir sonucu olarak ölenin toplam fidye
olacağı gerekçelerine sahiptir.(…) borcu hesaplanırken sadece ifa edemediği namaz
Iskāt-ı savm hakkında yapılan bu genişletici yo- ve oruç borçları için fidye verilmesiyle, kurban,
rumun yine II.(VIII.) yüzyılın sonlarından itiba- adak ve kefâret türündeki bilfiil malî ibadet borç-
ren namaz hakkında da düşünülmeye başlandığı larının ödenmesiyle yetinilmeyip ihtiyaten ölenin
tahmin edilmektedir. Kişinin sağlığında kılmadığı bulûğdan vefatına kadar devam eden döneme ait
veya kılamadığı namazlar için vefatından sonra bütün bedenî ibadetleri ve Allah hakkı grubunda-
fidye verilerek borcunun düşürülmesi temenni ki bütün dinî mükellefiyetleri göz önünde bulun-
ve teşebbüsünü ifade eden ıskāt-ı salât hakkında, durulup bunlar da fidye ile ıskat edilmek istenir.
Muhammed eş-Şeybânî dışındaki ilk Hanefî müc- Bu yaklaşım ve arzu ise ödenecek meblağı yükselt-
tehidlerinin olumlu bir görüş belirttikleri bilinme- mekte ve devri âdeta kaçınılmaz kılmaktadır.(…)
mektedir.(…) İmam Muhammed ıskāt-ı salât hak- İşlemin sonunda arada devredilen miktar fakir-
kında, “Allah dilerse yeterli olur” şeklinde ihtiyatlı lere verilir ve böylece toplam borç miktarı kadar
bir temennide bulunmayı gerekli görmüştür.(…) para fidye olarak dağıtılmış sayılır.(…)

266
Vadi-i Hamuşan
Bununla birlikte ne kadar iyimser düşünülürse c. Batıni taifelerden biridir. Hulûl ve ittihad aki-
düşünülsün devir usulünün -şekil yönüyle hukuka desinde oldukları anlaşılıyor. Bunlar çâr-darb
uygunluğu tartışması bir yana- mahiyeti itibariyle yaparlarmış. Mahbud, dost olurlarmış. Hatta
bir aldatmacadan ibaret olduğu, İslâm’ın ruhuna bunlar namazı bırakmayı mübah sayarlardı.
uygun düşmediği, bundan dolayı ilk ortaya çıktığı Vaktiyle Anadolu’ya ve Rumeli’nde Dobruca’ya
dönemlerden itibaren İslâm âlimlerinin sert eleş- yayılmış iken Kanuni Sultan Süleyman dev-
tirilerine ve bid‘at nitelendirmelerine konu oldu- rinde Kalenderlerle beraber memleketten tard
ğu görülür. edilmişlerdir. Bu tarikat Türkiye’de çok taraf-
Sonuç itibariyle, Bakara sûresinin 184. âyetinde tar bulmuştur.(1)
sadece oruç tutmaya gücü yetmeyen sürekli maze- (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
ret sahiplerinin fidye vermeleri emredilmiş olup (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bunun dışındaki ıskāt-ı savmın âyette yer alma- (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

I
dığı, ıskāt-ı salât ve diğer ıskat çeşitleriyle devir
işleminin ise Kur’an veya Sünnet’ten herhangi bir
Işın, Ekrem
delile veya fıkhî hüküm elde etmede kullanılan bir
usule dayanmadığı açıktır.(…)(1) TTK Ktp.
Mezar Taşları, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
(1) DİA; [ISKAT - Ali Bardakoğlu] c. 19; s. 138
C.5, S.438, 1994, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Islah-ı Terike
Mirasçıların, ölenin bütün borçlarını ödeyerek
Ivkar
borca batmış olan mal varlığını kurtarmaları.(1)
Gulyabani, cin, şeytan.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Işık
Iztırap
a. İnsanın yolunu, düşünce ve duygularını aydın-
latan, yol gösterici manevi güç.(3) Maddi veya manevi acı, azap, eziyet, zahmet, sı-
kıntı.(1)
b. Ehl-i sünnetten olmayan, Bektaşi, Alevi ve Hu-
rufiler içinde yaşadığı sanılan, Batıni ve Şia eği- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
limli bir grup derviş.(2)(3)

267
Vadi-i Hamuşan
268
Vadi-i Hamuşan
İbadet (4) DİA;
a. Tapmak, tapınma, kulluk etmek, insanın tek (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Tanrı dinlerinde Allah’a diğer din ve inanış-
larda ise inanıp bağlandığı kudrete kulluğunu İbdâ‘
göstermek üzere yaptığı hareketler.(1)(2)(3)(4)
Örneksiz olarak yaratma anlamında bir terim.(1)
Kulluk, kulluk vazifelerini İslâmiyet’in bildir-
diği şekilde yerine getirmek, Allahu Teâlâ’nın (1) DİA;
emir ve yasaklarına uymak.(6)(7)(8)
b. Kulun Allah’a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını İbik Baba Türbesi-Amasya
gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleri (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
için kullanılan terim.(5)
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
İblis
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. a. Şeytan.(3)(4)(5)(6)(7)(8)(9)(10) Şeytanın isimlerin-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. den biri veya şeytanların reisi.(2) Meleklerin eş-
(5) DİA; rafından olup adı Azazil idi. Önce meleklerden
(6) Akay, Hasan. a.g.e. iken, böbürlenerek Allah’ın halifesi yapılan in-
(7) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. sana secde etmediğinden Allah’ın rahmetinden
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e. uzaklaştırılmış, şeytan olmuştur.(11)
b. Alçak, kötü, düzenci ve hileci kimse.(3)(9)

İbadethane (1) Kaya, Doğan. a.g.e.


(2) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
a. İbadet edilen yer, tapınak, mabet, ibadet evi,
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
ibadetgâh.(1)(2)(3)(5)
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Babürlü Hükümdar Ekber Şah’ın (ö.1014/ (5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
1605) çeşitli din ve inanç sistemlerine mensup (6) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
bilginlere dini konularda münazara yaptırmak (7) Pala, İskender. a.g.e.
amacıyla inşa ettirdiği bina.(4) (8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (9) Albayrak, Nurettin. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (10) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (11) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 9, s. 75

269
Vadi-i Hamuşan
İbn Ebi Abdülcins Türbesi-Yunanistan Bizans kaynaklarına göre Ayasofya kilisesindeki
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 867
iki vaftizhâneden biri olup kilisenin güney cep-
hesi yanında ana binadan biraz ayrı kubbeli bir
yapıdır. Ayasofya camiye dönüştürülünce burası,
İbn El-Zeyd Türbesi-Sakarya
kandil yağlarının depolandığı bir ambar haline
(1) Sakarya Valiliği. “Sakarya’nın Kültürel Ve Tarihi getirilerek iki yüzyıl kadar böylece kullanıldıktan
Mirası”, (2009) s. 36 sonra XVII. yüzyılın ilk yarısı içinde türbeye çev-
rilmiştir. Osmanlı padişahlarının bazıları sağlıkla-
İbn Hacer el-Askalani Türbesi-Mısır rında yaptırdıkları özel türbelere gömülmüş, bazı-
(1) DİA, Cilt. 19 s. 515
larının defnedildikleri yerde üzerlerine bir türbe
inşa edilmiş, pek azı da esası Bizans dönemine
ait olan eski yapılardan çevrilen türbelere gömül-
İbn İsa Türbesi-Manisa
müştür. Osman ve Orhan Gazi’nin Bursa’daki
(1) DİA, Cilt. 20 s. 91 türbelerinden sonra eski bir Bizans yapısının aynı
maksatla kullanılmasının ancak XVII. yüzyılda bir
İbn-i Kemal Türbesi-istanbul daha tekrarlandığı görülmektedir. Sultan I. Mus-
tafa ile Sultan İbrâhim’in türbesi olan bu mezar
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 474
binası daha çok bu ikinci padişahın adıyla tanınır.
1617-1618’de doksan dört gün, arkasından 1622-
İbn-i Meddas Türbesi-İstanbul
1623’te bir yıl dört ay kadar padişahlık yapan I.
(1) Adresler. a.g.e. Mustafa 1639 yılının ilk günlerinde vefat etmiş
veya IV. Murad’ın emriyle öldürülmüştür. Kendisi
İbn-i Neccar Türbesi-Kastamonu için önceden bir türbe inşa edilmemiş olan I. Mus-
tafa’nın, İstanbul’da o sırada mevcut selâtin tür-
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
belerinin hiçbirinde yer bulunmadığı gerekçesiyle
Ayasofya’nın eski vaftizhânesine gömülmesine ka-
İbni Payko Türbesi-Makedonya rar verilmiştir. Naîmâ bunu, I. Mustafa’nın “Aya-
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139, sofya hareminde kapıya muttasıl kable’l-feth bina
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 94, olunmuş bir kubbe-i âliyede” defnedildiği şeklinde
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 635 zikreder. Evliya Çelebi ise bu hususta daha geniş
bilgi verir: Sultan Mustafa öldüğünde türbeler dolu
İbnimelek Türbesi-Tire olduğundan ona yer bulunamamış ve naaşı on yedi
saat musallâda bekletildikten sonra nihayet Evliya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 47
Çelebi’nin sarayda kuyumcubaşı olan babası Der-
viş Mehmed Zıllî’nin hatırlatmasıyla Ayasofya’nın
İbniye hareminde mevcut eskiden bir yağhâne kubbesi
İslam miras hukukunda ölen kimsenin kız torunu olan kâgir binanın içine gömülmüştür. Fakat bina-
(oğlunun kızı veya oğlunun oğlunun kızı).(1)(2)(3) nın içinde toprak bulunmadığından Hasbahçe’den
toprak getirtilerek kabir örtülmüştür.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Sultan İbrâhim sekiz yıl süren saltanatının sonun-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. da 18 Receb 1058’de (8 Ağustos 1648) tahtından
indirilip 28 Receb (18 Ağustos) günü öldürülünce
bu yapıya defnedilir. Evliya Çelebi, Sultan İbrâ-
İbrâhim Türbesi him Türbesi’nin âdeta kadınlar tarafından ziyaret
İstanbul’da Ayasofya Camii’nin bitişiğindeki eski edilen bir yatır makamı haline geldiğini belirtir ve
vaftizhâneden çevrilmiş Sultan İbrâhim’in defne- “Bu kubbe içinde medfun olanların hepsi kadın
dildiği türbe. sultanlardır” dedikten sonra türbede Sultan I. Ah-

270
Vadi-i Hamuşan
med’in kızları, Bayram Paşa’nın zevcesi Hanzâde Ayasofya’nın güney yan duvarı arasındaki küçük
Sultan ile Kenan Paşa’nın zevcesi Âtike Sultan’ın avlu kalınlığı 2 metreyi bulan bir moloz tabakası
ve IV. Murad’ın kızı, Melek Ahmed Paşa’nın zev- ile örtülü olduğundan burada yer alan dev ölçüde
cesi olup doğum yaparken 1069 (1659) yılında yekpâre mermerden vaftiz teknesi gözlerden uzak
ölen İsmihan Kaya Sultan’ın kabirlerinin bulun- kalmış, ancak Ayasofya Müzesi müdürü Sami Boyar
duğunu bildirir. döneminde 1943’e doğru avlu temizlenerek tekne
Ayvansarâyî, XVIII. yüzyıl sonlarında kaleme al- ve birkaç büyük yağ küpü meydana çıkarılmıştır.
dığı eserinde Sultan Mustafa ile İbrâhim’in tür- 1973’te Semavi Eyice idaresinde küçük bir ekip bu-
besinde Osmanlı hânedanından on beş kişinin rada incelemeler yaparak türbenin resimlerini çek-
yattığını belirterek bunlardan yedisinin, Sultan miş, Yılmaz Önge de plan ve rölövelerini çizmiştir.
Mustafa ile Sultan İbrâhim, II. Ahmed’in oğlu 1980 yılına doğru müze müdürlüğü ile Eski Eserler
Şehzade İbrâhim, Sultan IV. Murad’ın kızları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün İstanbul Rölöve
Kaya ve İsmihan sultanlar, I. Ahmed’in kızı ve Bürosu türbenin restorasyonunu bir müteahhide
Bayram Paşa’nın zevcesi Hanzâde Sultan ve yine havale etmiştir. Bu çalışmalar sırasında türbenin
I. Ahmed’in kızı ve Kenan Paşa’nın zevcesi Âtike iç duvarları ve kubbesinin iç yüzeyindeki sıvalar
Sultan’ın adlarını verir. bütünüyle raspa edilmiş, köşelerdeki nişlerin dolap
haline getirilmesinde takılan kanatlar kaldırılmış,
Halûk Şehsuvaroğlu ise bu türbede iki padişah,
beş şehzade, altı yetişkin hanım sultanla dört barok üslûbundaki giriş sundurması ile türbedar
çocuk sultan olmak üzere toplam on yedi kişinin odası sökülmüştür. Çalışmalar sırasında ahşap
sandukalarının bulunduğunu yazmıştır. Halbuki sandukaların hepsi yerlerinden kaldırılarak dışarı-
türbenin içinde on sekiz sanduka görülmüştür.(…) daki küçük avluya üst üste yığıldığından çalışmalar
Şimdiki tesbitlere göre I. Mustafa ile Sultan İbrâ- bittiğinde bunların ne dereceye kadar doğru olarak
him’den başka Ayasofya’daki türbede şu kişilerin yerlerine konulduğu bilinemez.
yattığı kesindir: Sultan IV. Murad’ın kızı İsmihan Yapı, vaftizhâne olarak mimarisi bakımından
Kaya Sultan, I. Ahmed’in kızı Hanzâde Sultan, benzer binaların en büyük ölçülü olanlarındandır.
yine aynı padişahın kızı 1660’ta ölen Âtike Sultan, Türbeye dönüştürüldüğünde bazı değişikliklere
İbrâhim’in oğlu 1669’da ölen Şehzade Selim ile IV. lüzum görülmüştür. Bu işleri kimin yaptığı bilin-
Mehmed’in 1679’da ölen oğlu Şehzade Selim. Bu mezse de bu yıllarda hassa mimarlarından Kasım
türbeye en son defnedilen kişi Sultan II. Ahmed’in Ağa akla gelen ilk isimdir. Binanın tam ortasında
1714’te ölen oğlu Şehzade İbrâhim’dir. Evliya Çe- gömülü olan mermer vaftiz teknesini dışarı çıkar-
lebi, Kaya Sultan’ın İbrâhim Türbesi’nde harimine mak için Ayasofya tarafındaki duvarda geniş bir
nâzır pencerenin iç yüzüne defnedildiğini kaydet- gedik açılarak tekne burada duvara yanaştırılmış,
miştir. Buna göre, eski vaftizhânenin Ayasofya’nın ardından tekrar örülmüştür. Binanın batı tarafın-
güneydeki yan kapısına komşu büyük pencere ar- daki esas girişi iptal edilerek bir pencere biçimine
kasındaki tek sanduka Kaya Sultan’ınki olmalıdır. sokulmuş, evvelce narteks durumunda olan çap-
Türbede XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, belki de raz tonozlu üç bölüm halindeki kısmın orta bö-
1766 depreminin arkasından girişin önüne barok lümüne Kaya Sultan defnedilmiştir. Köşelerdeki
üslûbunda kemerli bir sundurma ile bir türbedar eksedraların içlerindeki nişlerle pencereler örüle-
odası eklenmiş veya daha önceden var olan bu un- rek dolap haline getirilmiş ve eksedraların yarım
surlar o yılların sanat akımına uygun biçimde yeni- kubbeleriyle pandantifler ve ana kubbe kalem işi
lenmiştir. Ayasofya’da 1847-1849 yılları arasında klasik üslûpta nakışlarla süslenmişti. Türbenin gi-
geniş çapta restorasyon işleri yapan İsviçreli mimar rişi binanın kuzeydoğu köşesindeki eksedrada açı-
Gaspare Trajano Fossati’nin bu türbe ile de ilgilen- lan bir kapı ile sağlanmıştır. Bunun dışına ve eski
diğine dair bir iz olmadığı gibi İsviçre’deki arşivin- vaftizhânenin doğu tarafına bitişik bir sundurma,
de de bu hususu aydınlatacak herhangi bir belgeye hol ve türbedar odası yapılmıştı.
rastlanmamıştır. Fakat en azından dışını sıvattığı (1) DİA; [İBRÂHİM TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. 21;
ve badana ettirdiği kesindir. Uzun yıllar, türbe ile s. 358

271
Vadi-i Hamuşan
İbrâhim Bey İmareti Ve Kümbeti bilinen bu sandukalar bugün harap durumdadır.
Karaman’da XV. yüzyılda yapılmış imaret ve küm- Ortadaki sanduka İbrâhim Bey’e, diğer ikisi oğul-
bet. ları Kasım ve Alâeddin beylere aittir. Bugün giri-
lemeyen alt katın dikdörtgen biçimindeki kapısı
Eski adı Lârende olan Karaman’ın İmaret ma-
basık kemerli ve çökertme alınlıklıdır.(...)(1)
hallesinde yer alan yapı topluluğu İbrâhim Bey
Zâviyesi ve İbrâhim Bey Medresesi olarak da (1) DİA; [İBRÂHİM BEY İMARETİ ve KÜMBETİ - Ay-
anılmaktadır. Şevval 835 (Haziran 1432) tarihli nur Durukan] c. 21; s. 290
vakfiyesi ve Muharrem 836 (Eylül 1432) tarihli
kitâbesinde “imaret” olarak adlandırılan yapının İbrahim (Ömer) Efendi Türbesi-Kıbrıs
Karamanoğlu Beyi II. İbrâhim Bey tarafından
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138
yaptırıldığı anlaşılmaktadır. İkisi geniş kapsam-
lı, diğerleri küçük altı vakfiye eki Topkapı Sarayı
İbrahim Adi Türbesi-Suriye
Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Vakfi-
yelerin ikisi 835 (1431-32) ve diğerleri sıra ile 843 (1) DİA, Cilt. 37, s. 563
(1439-40), 849 (1445), 851 (1447) ve 870 (1465-
66) tarihli olup hepsi tomar halinde biribirine İbrahim Baba Türbesi-Elazığ
bağlı, uzunluğu 7 metreyi bulan bir belgedir. Ay-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 221
rıca medresenin içinde, kapı alınlıklarında yedişer
satır halinde taşa işlenmiş iki vakfiye özeti yer
almaktadır (Uzunçarşılı, I/1 [1937], s. 56-144, rs. İbrahim Baba Türbesi-Gaziantep
9-10). Vakfiyede imaretin Karaman’ın doğusunda (1) Gaziantep. a.g.e.
Yoğunduvar mevkiinde yapıldığı, bir tarafında
cemaatle namaz kılmak için bir mescid, diğer ta-
İbrahim Baba Türbesi-Bulgaristan-
rafında zenginlere, fakirlere, bütün yolcu ve mi-
Kayabaşı Köyü
safirlere yemek pişirilip yedirmek için bir mutfak,
Kur’ân-ı Kerîm okutulması ve hâfız yetiştirilmesi (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290
için de bir dârülkurrâ (dârülhuffâz) inşa edildiği
belirtilmektedir. Günümüzde bu yapı topluluğun- İbrahim Baba Türbesi-Bulgaristan-
da imaretin batı cephesinin güney köşesine biti- Revan Köyü
şik bir türbe ve kuzey cephesi karşısında bir çeş- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 292
me bulunmaktadır. Yapının mimarı bilinmemekle
birlikte ahşap ustası İlyas oğlu Hacı Ömer’dir.(…)
İbrahim Baba Türbesi-Yunanistan
Yapının batı duvarının güney köşesine bitişik iki
katlı kümbet, kesme taşla inşa edilmiştir ve do- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 778
ğu-batı yönünde birer kemerle genişletilmiş kare-
ye yakın bir plana sahiptir. Yapı, köşe üçgenleriyle İbrahim Bey Türbesi-Bosna Hersek
geçilen sekizgen kasnak üzerinde içten kubbe, dış- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
tan piramidal çatı ile örtülüdür. Kasnak içten üç, (2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 99,
dıştan iki sıra mukarnasla süslenmiştir. (3) Engin, Refik. a.g.e. s. 128
Kuzey cephesinde altışar basamaklı çifte merdi-
venlerle çıkılan aynalı kemerli bir kapı, diğer cep- İbrahim Bey Türbesi-Karaman
helerde birer dikdörtgen pencere vardır.
(1) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 46
İçte mekânın güneybatısına yerleştirilmiş olan üç
sanduka bulunmaktadır. Alçı ile kaplanmış olan
sandukalarda yazı, geometrik ve bitkisel süsleme- İbrahim Bey Türbesi-Sinop
ler görülür. Vaktiyle altın yaldızla süslü oldukları (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 47

272
Vadi-i Hamuşan
İbrahim Beyzade Mahmut Bey Türbesi-Yu- İbrahim Naks-i Türbesi-İstanbul
nanistan-Dimetoka (1) Adresler. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989

İbrahim Paşa Türbesi-İstanbul


İbrahim Çavuş Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 21 s. 342,
(1) Adresler. a.g.e. (2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 131

İbrahim Dede Türbesi-Bosna Hersek İbrahim Sori Türbesi-Şırnak


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 136 (1) Ertekin, M. Zahir. a.g.e. s. 35

İbrahim Desuki Hazretleri Türbesi-Mısır İbrahim Tennuri Türbesi-Kayseri


(1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e. s. 261
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 47,
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 283
İbrahim Ecel Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 129 İbrahim Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 21 s. 358
İbrahim Edhem Paşa Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 10 s. 419, İbrahim Zahid-i Geylani Türbesi-İran
(1) Bulut, Mustafa1. “İbrahim Edhem Paşa Türbesi.”
Sanat Tarihi Yıllığı 22 (2010). s. 1-19 (1) DİA, Cilt. 27, s. 51

İbrahim Efendi Türbesi-Tokat İbrâhîm Sûresi


(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 3, s. 138 Kur’ân-ı Kerîm’in on dördüncü sûresi.(…)
Sûrenin ana fikri ve amacı, Hz. Peygamber’in da-
İbrahim Efendi Türbesi-Bosna Hersek vetini reddeden ve ona karşı düşmanlıklarını art-
tırarak sürdüren kâfirleri sert bir biçimde uyarıp
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137 tehdit etmek suretiyle caydırmaktır. Konusu ise
öteki Mekkî sûrelerde olduğu gibi tevhid, vahiy
İbrahim Ethem Paşa Türbesi-İstanbul ve peygamberlikle ilgili temel iman meseleleridir.
Hak dini yayma uğrunda peygamberlerin katlan-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 47,
dığı sıkıntılara dair bilgilerin de yer aldığı sûre beş
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 124
bölüme ayrılabilir.
Birinci bölümde (âyet 1-12) üç önemli hususa
İbrahim Gülşeni Türbesi-Mısır
dikkat çekildiği görülür. Bunlardan birincisi, Al-
(1) DİA, Cilt. 21 s. 305 lah’ın vahiy ve peygamber göndermedeki esas
hedefi insanları küfrün karanlığından kurtarıp
İbrahim Hakkı Türbesi-Siirt hidayete erdirmektir. Ancak diğer peygamber-
ler ve -bir örnek olmak üzere- Hz. Mûsâ, sadece
(1) Taşyürek, Muzaffer. “Erzurum Türbeleri Ve Ziya-
kendi kavimlerini kurtarmakla görevli oldukları
ret Yerleri.” Palandöken Belediyesi, (2010). s. 104
halde Hz. Muhammed bütün insanları aydınlığa
çıkarmakla görevlendirilmiştir (âyet 5). Kur’an’ın
İbrahim Halebi Hz. Türbesi-İstanbul Arapça gönderilmiş olması Resûl-i Ekrem’e böyle
(1) Adresler. a.g.e. bir görevin verilmesine engel teşkil etmez; çünkü

273
Vadi-i Hamuşan
yüce ve hikmet sahibi Allah, daha önceki peygam- bölümde kâfirlerin âhirette hiçbir mazeret bulama-
berlere de hep kendi kavimlerinin diliyle vahiy yacakları, şeytana uyup küfre sapanların şeytan
indirmiştir (âyet 4). İkinci önemli husus vahyin tarafından bile kınanacakları belirtilmekte; ardın-
diliyle ilgilidir. Yûsuf sûresinin başında (12/2) dan müminlerin ebedî cennetlerle mükâfatlandırıla-
Kur’an’ın açık seçik bir Arapça ile gönderildiği ifa- cağı, Allah’a inanmanın -ve bu inancın veciz bir
de edildiği halde bunun sebep ve hikmeti açıklan- ifadesi olan kelime-i tevhidin- (Buhârî, “Tefsîr”,
mamıştı. İbrâhîm sûresinde ise vahyin tebliğinde 14/2), meyvesi bitip tükenmeyen bir ağaç gibi de-
bir peygamberin kendi kavminin dilini kullanma- vamlı mutluluk sağlayacağı bildirilmektedir.
sının iletişimi kolaylaştırmak gibi bir hikmet ta- Üçüncü bölüm (âyet 28-34), Allah’ın nimetleri ve
şıdığı açıklanmıştır. Buna rağmen peygamberler bu nimetlere karşı nankörlük edenlerin durumla-
kendi kavimleri tarafından büyük bir direnişle rıyla ilgilidir. Burada, Allah’ın hidayetini reddedip
karşılanmışlardır. Üçüncü husus, peygamberlerin yerine inkârcılığı yerleştirmeye çalışanların ken-
tebliği karşısında inanmayanların ortaya koydu- dileriyle birlikte kavimlerini de helâke sürükledikleri
ğu direniş ve bunun sebepleridir. Peygamberler ve karar kılacakları son durağın cehennem olduğu
insanların ruhlarında imanı yerleştirip kökleştir- bildirilir. Ardından müminlerden namaz kılma-
meye, onları sosyal ilişkilerinde doğruluk ve iyili- ları, gizli açık hayır yapmaları istenir; kimsenin
ğe yönlendirmeye çalışırken inkârcıların bilhassa kimseye yardım edemeyeceği âhiret gününde bu-
lider konumunda bulunanları daha çok kendi çı- nun kurtarıcı rolüne dikkat çekilir. Allah’ın yara-
karları için zararlı gördükleri peygamberlerle ça- tıcı kudretiyle ortaya çıkardığı kevnî varlıklara ve
tışmaya girerler. insanın yararlarını amaçlayan bunlardaki düzene
Sûrenin ilk bölümünde bu çatışmanın iki temel işaret edilir. Bu bölümün son âyetinde, Allah’ın
sebebine dikkat çekilir: Birincisi dünya hayatının kullara saymakla başa çıkamayacakları kadar bol
nimetlerine aşırı düşkünlük (âyet 3), ikincisi geç- nimetler ihsan ettiği hatırlatılır.
mişten gelen alışkanlıklara, gelenek ve görenekle- Dördüncü bölüm (âyet 35-41), insanlığın en bü-
re şuursuz bağlılık (âyet 10). yük rehberlerinden olan Hz. İbrâhim’in yüksek
Sûrenin birinci bölümü, kendilerine karşı yapılan dinî kişiliğini yansıtan âyetlerden oluşur. Burada
ezâ ve cefalara rağmen peygamberlerin Allah’a Hz. İbrâhim’in, Mekke’nin hem bir güvenlik mer-
güvenip yollarına devam etmeleri hususunda gös- kezi hem de tevhid odağı olması dileğini de içeren
terdikleri azim ve iradeyi dile getiren âyetlerle son son derece veciz örnek dua cümleleri yer alır. Onun
bulur. duasının, “Rabbimiz! Hesapların görüleceği günde
Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 13-27), inanma- beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla” şek-
yanların peygamberlere karşı sürdürdükleri düş- lindeki son cümlesi, bütün müslümanlarca en çok
manlığın başka bir boyutuna dikkat çeken âyetler sevilen ve tekrar edilen dualardan biri olmuştur.
yer alır. Bu da peygamberlerin öz yurtlarını terket- Sûrenin son bölümü (âyet 42-52) yukarıdaki hu-
meye zorlanmasıdır. Aynı âyetlerde peygamberi susların genel bir değerlendirmesi mahiyetinde-
yurdundan sürüp çıkarmanın o kavme neye mal dir. Kim olursa olsun, nerede ve hangi devirde ya-
olacağı da bildirilmektedir. Allah onları yok edip şamış bulunursa bulunsun, ilâhî hakikatlere karşı
yerlerine tekrar müminleri yerleştirecek, müşrik- savaş açan zalimlerin mutlaka yenilgiye uğraya-
leri bu dünyada hezimete uğratacak, âhirette de cakları ve perişan olacakları özellikle vurgulanır;
çetin bir azaba çarptıracaktır; onların iyilik adına Allah’ın bildirdiği hak ve adalet yoluna karşı savaş
yaptıkları ameller kabul edilmeyip kül gibi savru- açanların kaçınılmaz âkıbetleriyle karşılaştıkla-
lacaktır. Bu âyetler, bir yandan kâfirlere uyarıda rında hissedecekleri derin pişmanlık duyguları,
bulunurken bir yandan da hicretten sonra mey- faydasız dilekleri ve nihayet çarptırılacakları ağır
dana gelecek savaşlara ve bu savaşlarda müslü- cezalar kısaca anlatılır. Sûre, bütün insanlara bir
manların elde edecekleri zaferlere işaret etmekte, mesaj niteliği taşıyan şu âyetle son bulur: “İşte bu
Mekke’nin fethedileceği ve müslümanların yeni- Kur’an insanlara bir bildiridir; onunla uyarılma-
den oraya döneceği müjdesini vermektedir. Aynı ları, ibadete lâyık olanın yalnızca Allah olduğunu

274
Vadi-i Hamuşan
bilmeleri ve aklı başında kişilerin iyice düşünüp c. Mahkemece, kanun gereği ölüm cezasına
anlamaları için gönderilmiştir”.(…)(1) mahkûm edilen kimseye uygulanan işlem; öl-
(1) DİA; [İBRÂHÎM SÛRESİ - Emin Işık] c. 21; s. 352
dürme, vücudunu yok etme,(2)(3)(4) yoketme,
ortadan kaldırma.(1)(5)

İbraniler (1) Akay, Hasan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Bir Sami kavim, Yahudilerin ataları. Konuştukları
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dil İbrani dili olup Tevrat’ın dilidir. Hz. İbrahim’in
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
oğullarından Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakub’un on
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
iki oğlundan türeyen on iki kabilenin bir araya
gelmesiyle oluşmuş bir kavimdir. Yakub’un bir
unvanı “İsrail” olduğu için nesline Beni İsrail (İs- İddet-i Hami
railoğulları) da denmiş, bu ad İbrani ve Yahudi ke- Kocası ölen veya boşanan hamile kadının, yeni bir
limeleriyle eş anlamlı kullanılmıştır.(1) evlilik için çocuğunun doğmasını beklemesi.(1)
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

İcra-i Suçlar İddet-i Vefat


Adam öldürmek, hırsızlık gibi konusu bir eylemin, Kocası ölen bir kadının hamile ise doğuma kadar,
hareketin yapılması olan suçlar.(1) değilse yüz otuz gün iddet beklemesi.(1) Ölüm ile
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. lazım gelen iddet.(3)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
İctiba (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İnsanların Allahu Teâlâ’ya yaklaşması, ancak Alla- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
hu Teâlâ’nın çekmesi ile olur. Eğer, vasıtasız doğ-
rudan doğruya çekerse ictiba denir.(1) İddet
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 305 Doğacak çocuğun nesebinin karışmasını önlemek
amacıyla boşanan veya kocası ölen kadının tekrar
İçgek evlenebilmesi için beklemesi gereken süre.(1)

a. Şeytan, iblis.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
b. Vampir.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İdfan
Gömme, defnetme.(1)
İdam-ı Nefs
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kendini öldürme, intihar.(1)(2)(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İdrak
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. İdrak, bir şeyin en sonuna varmak, bir şeye yetiş-
mek, onu algılamaktır. İdrak arkadan gelip yetiş-
mek tabiri, süratli bir hareketi gerektirir.
İdam
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 24, s .278-279
a. Kanunun yasakladığı belli suçları işleyenler için,
belli şartlara bağlı olarak konulmuş ölüm cezası
hakkında kullanılan bir hukuk terimi.(1) İdris Baba Türbesi-Macaristan
b. Ölüm cezası.(2)(3)(4) (1) DİA, Cilt. 21 s. 485,

275
Vadi-i Hamuşan
(2) DİA, Cilt. 34, s. 216, belirtmediği hekime o kadar yer ayırırken İdris
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 549 Baba’nın tek satırla geçiştirilmesine bir anlam
vermek mümkün değildir.
İdris Baba Türbesi İdris Baba Türbesi, Macaristan’ın elden çıkması-
nın ardından 1693’ten sonra Cizvit tarikatı tara-
Macaristan’ın Peçuy şehrinde XVII. yüzyıla ait
fından şapele dönüştürülmüş, pencerelerinden
türbe.
biri bozularak buraya yarım yuvarlak çıkıntı ha-
Budapeşte’nin 220 km. güneybatısında yer alan linde bir apsis eklenmiştir. Ancak yapının hıristi-
Peçuy’un (Peçy, Pécs) Osmanlı dönemindeki sur- yanların ibadetine tahsisi fazla sürmemiş, Macar
larının dışında ve Yakovalı Hasan Paşa Camii’nin yazarlarının ifadesine göre XVIII ve XIX. yüzyıl-
yakınındaki Sigetvar Kapısı’nın oldukça uzağında- larda baruthâne olarak kullanılmıştır. 1912-1913
dır. Ünlü tarih yazarı Peçuylu İbrâhim Efendi İdris yıllarında István Möller tarafından bir dereceye
Baba’yı, “Peçuy’da büdelâdan İdris Baba denen bir kadar restore edilmiş, bu sırada apsis de kaldırıl-
meczûb-ı ilâhî vardı. O nice kerâmet ve velâyeti mış, fakat tepesindeki haç bırakılmıştır (Molnár,
zâhir bir aziz idi. Şimdi mezarının üzerine yüksek lv. XXVI). 1917’de Budapeşte Yüksek Mimarlık
bir kubbe yapılmış olan baba o vakitler yaşıyordu, Okulu çalışmaları arasında bu ülkedeki Türk ya-
kendisine rastladım” cümleleriyle tanıtmaktadır. pılarının rölövelerini çizdirerek bir albüm halinde
Peçuylu, onunla 1000 (1591) yılında Bosna Bey- yayımladığında İdris Baba Türbesi’nin de plan ve
lerbeyi Hasan Paşa’nın yanına giderken karşılaştı- kesitleri çıkarılmıştır. Bu çizimlerin teknik ba-
ğına göre İdris Baba XVI. yüzyılın sonlarında veya kımdan mükemmel olduğu söylenemezse de yine
XVII. yüzyılın ilk yıllarında ölmüş ve kabri üstüne o yıllardaki durumu gösteren birer belge olarak
kubbeli bir türbe yapılmıştır. değerlidir. İdris Baba Türbesi 1961-1963’te tekrar
Gerçekten yaşadığı bu bilgiden öğrenilen İdris restorasyon görmüş, bu sırada evvelce sanduka-
Baba’nın sonradan kemikleri de bulunmuştur. nın bulunduğu yerde bir kazı yapıldığında İdris
Evliya Çelebi 1073 yılı Zilkadesinde (Haziran Baba’nın iskeletine oldukça tamam bir halde rast-
1663) Peçuy’a da uğramış ve şehirdeki cami, lanmıştır. 1980’li yıllarda görüldüğünde bu küçük
medrese, tekke ve hamam gibi vakıf eserlerden yapı, o sırada bir hastahanenin hemen yanında
bahsederken İdris Baba’yı, “1000 tarihinde ha- ağaçlık bir arazi ortasında bakımlı olup içi bir tür-
yatta olup nice kerâmetleri nakledilir” cümlesiyle be görünümünde düzenlenmişti.
anmıştır. Evliya Çelebi, Peçuy’daki yatır ziyaret- Rumeli’de birçok benzeri gibi daha önce belki bir
gâhları arasında, Sigetvar Kapısı dışında güneye tekkenin yanında bulunan türbe bugün tek başı-
meyilli yolun sağ tarafında dağlık yerde bir âlim nadır. Burada eskiden bir tekkenin varlığını gös-
hekimden de söz eder. Kabri üzerinde kubbe ol- teren bir iz yoktur. Türbenin etrafındaki arazinin
mayan bu kişi burada yaşamış ve mezarı üstüne Osmanlı döneminde oldukça yoğun müslüman
çeşitli dillerde yazılar bulunan bir mermer levha yerleşmesine sahne olan Peç’in Türk mezarlığı ol-
konulmuştur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği bu yer, duğuna da ihtimal verilebilir. Türbe sekizgen bir
İdris Baba Türbesi’nin olduğu araziye topografya plana göre yapılmış ve inşasında kaba moloz taş-
bakımından uygun düşmekteyse de ikisinin ayrı lar kullanılmıştır. Pencerelerden biri, burası şapel
anılması bunların değişik kişiler olduğunu belli yapıldığında sivri gotik kemerli bir kapıya dönüş-
etmektedir. Evliya Çelebi’nin İdris Baba’ya dair türülmüş, diğer Türk dönemi pencereleriyle kapısı
daha geniş açıklama yapmaması şaşırtıcıdır. Fa- örülmüş, bir pencere de yarılarak büyütülmüştü.
kat 1000 yılında henüz hayatta olduğunu bildir- Son onarımda bunlardan bazıları düzeltilmiş, üst
mesi Peçuylu İbrâhim’in verdiği bilgiyle tam uyum dizide olan yuvarlak pencerelerden bozulan bir ta-
sağlar. Bu hususta akla gelen başka bir nokta da nesi eski şekline getirilmiş, gotik biçimli sövelere
Evliya Çelebi’nin İdris Baba Türbesi’ni ciddi olarak sahip kapıya ise dokunulmamıştır. Taştan örül-
incelememesi ve onunla ilgili bilgiyi Peçuylu’nun müş kasnaksız kubbe de kiremitle örtülmüştür.
tarihinden aktarmış olmasıdır. Aksi halde adını Türbenin içiyle duvarlarında hiçbir süsleme veya

276
Vadi-i Hamuşan
yazı izi bulunamamıştır. Herhalde Peç’te Türk (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
idaresi sona erinceye kadar duvarların iç yüzleri (4) DİA;
süslemesiz değildi. Bugün İdris Baba’nın ağaç par- (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
maklıkla ayrılmış kabri üstünde bir sanduka, bu-
nun da başında bir Kādirî tacı vardır. Ayrıca şam- İge
dan, seccade gibi mefruşatı da mevcuttur.(1)
Peri, ruh.(1)
(1) DİA; [İDRİS BABA TÜRBESİ - Semavi Eyice] c. 21;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
s. 485

İgerli Evliya Türbesi-Amasya


İdris Muhtefi Hz. Türbesi-İstanbul
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
(1) Adresler. a.g.e.

İğdeli Dede Türbesi-Uşak


İfna Olunmak
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 221
Yok edilmek, öldürülmek.(1)
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İğdeli Türbesi-Kayseri
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 14
İfnayı Beden
Vücudu ortadan kaldırma, öldürme.(1)
İğdir Türbesi-Çankırı
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

İfnayı Hayat
İğneci Baba Türbesi-Amasya
Ömrü yitirme, tüketme,(2) hayatını yok etme.(3)
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 252
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
İğnecizade Türbesi-Amasya
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

İfraz Hazinesi
İğneli Baba Türbesi-Elazığ
Ölen kişilerin devlete intikal eden mal ve paraları-
nın saklandığı yer.(1) (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 223

(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.


İğrak
İfrit a. Suda boğarak öldürmek.(1)(3)(4)
a. Kur’an’a göre en güçlü cinlerden birinin veya en b. Gark etme, suya batırma.(2)(3)(4)
güçlü cinin adı.(1) (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
b. Cinlerin reisi veya en güçlü, çok zararlı, zeki, (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
kurnaz, korkunç ve şeytansı kabul edileni.(1)(2) (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3)(4) (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

c. Masal ve efsanelerde geçen mitolojik mahlûk;


korkunç ve kötü bir cin.(1)(5) İhdad
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kocası ölen veya kesin boşanmayla evliliği sona
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. eren kadının belli bir süre süslenme, ziynet takma

277
Vadi-i Hamuşan
gibi bazı davranışlardan kaçınması, yas tutması olmadı” meâlindeki son âyet ise hem birinci âyetin
anlamındaki fıkıh terimi.(1)(2) açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özetidir.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Sûrenin iki ispat cümlesiyle iki nefiy cümlesinden
(2) DİA meydana gelmesi, Allah’ın sübûtî sıfatlarıyla selbî
sıfatları arasında bir dengenin kurulması gerekti-
ğine işaret eder. Zira sübûtî sıfatlarda aşırı gidip
İhlak
Allah’ı yalnızca teşbih ve temsil yoluyla tanımaya
Helak etme, öldürme, öldürülme, yok etme.(1)(2) çalışmak sonuçta insanları teşbih ve tecsîme, hat-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ta çok tanrıcılığa götürebildiği gibi selbî sıfatlarla
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. tanımlamada aşırılığa kaçıp O’nu sadece tenzih
yoluyla tanıtmanın da insanları büsbütün red ve
inkâra götürme tehlikesi taşıdığı görülmüştür.
İhlas Böylece sûre, bir yandan İslâm’daki tanrı tasav-
Kulun bütün işlerini ve ibadetini şirk ve riyadan vurunu açık bir biçimde ifade ederken öte yandan
uzak olarak Allah’ın hoşnutluğu için yapması.(1)(2) dolaylı olarak diğer dinlerdeki tanrı tasavvurları-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. nın yanlışlığını ortaya koymaktadır.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kur’ân-ı Kerîm’in bir din kitabı olduğu ve onun
âyetlerinin Allah’ı doğru tanıtmayı ve O’na karşı
kulluk görevlerini bildirmeyi hedeflediği dikkate
İhlâs Sûresi
alınınca İhlâs sûresinin bütün sûrelerle ilişkisi-
Kur’ân-ı Kerîm’in yüz on ikinci sûresi.(…) nin bulunduğu görülür. Meselâ Fâtiha sûresinde-
İhlâs sûresinin muhtevasıyla ilgili olarak müfes- ki, “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden
sirlerin üzerinde durdukları en önemli konu, ilk yardım dileriz” meâlindeki âyetle Allah’ın samed
iki âyette yer alan “ahad” ve “samed” kelimeleri- ismi arasında böyle bir ilişkinin varlığı dikkat
nin anlam ve içerikleridir. Ahad sıfatı Allah’a nis- çekmektedir. İhlâs’tan sonra gelen Felak ve Nâs
bet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsiz- sûrelerinde ise insanlar, “samediyyet” diye ifade
liğini ifade eder; bu anlamıyla tenzihî veya selbî edilen Allah’ın büyük lutufkârlığından ve koruyu-
sıfatları da içerir. Bu sebeple ahad sıfatının bazı culuğundan istifade etmeye çağrılmaktadır.(…)(1)
istisnalar dışında Allah’tan başkasına nisbet edi-
(1) DİA; [İHLÂS SÛRESİ - Emin Işık] c. 21; s. 538
lemeyeceği düşünülür. Aynı kökten gelen “vâhid”
ise Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde Allah’ın sıfatı
olarak geçmekle birlikte Allah’tan başka varlıkla- İhsan
rın sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de a. Bağışlama, bağışta bulunma.(1) Karşılık bekle-
kullanılmaktadır. Sûrenin ilk âyetinde Allah laf- meden yapılan yardım.(2)
zıyla bütün sübûtî sıfatlara, ahad lafzıyla da selbî
b. Lütuf, kerem, iyilik.(1)(2)
sıfatlara işaret edildiği anlaşılmaktadır.
c. Gördüğü kötülüğe karşı iyilikte bulunma.(2)
Samed kelimesi “bir kavmin ilk atası, herkesin
d. Allah’a O’nu görüyormuş gibi ve O’nun huzu-
kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisinin
runda olmanın şuurunda olarak ibadet etme.(1)(2)
kimsenin yardımına muhtaç olmadığı ulu başkan”
gibi anlamlara gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfre- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dât, “śmd” md.). Sûredeki bağlamına göre samed, (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp
her şeyin varlığını kendisine borçlu olduğu vâci-
İhtinak
bü’l-vücûd” demektir. Buna göre samed kelimesi
doğrudan doğruya ahad isminin açıklaması, daha Boğulma, nefes alamayarak ölme.(2)
sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” âyeti de (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
samed isminin açıklamasıdır. “Onun bir dengi de (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

278
Vadi-i Hamuşan
İhtizar İkinci İbrahim Bey Türbesi-Karaman
a. Can çekişirken.(1) (1) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 258
b. Can çekişme, ölüme yaklaşma.(2)(3)(4)
c. Huzura çıkma.(2) İkinci İbrahim Türbesi-Sinop
(1) Erdoğan, Naim, Kıyamet Âhiret Ölüm ve Sonrası, (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 47
s. 30;
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İkinci İdris Türbesi-Fas
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 309

İhya-i Mevta İkinci Kasım Berid Şah Türbesi-Hindistan


Ölüleri canlandırma.(1) (1) DİA, Cilt. 5 s. 503

(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.


İkinci Kharragan (Kümbet) Türbesi-İran

İkab (1) Öney, Gönül. a.g.e. s. 43

Öldükten sonra günahkârlara verilecek ilahi ceza.(1)


İkinci Kılıcarslan Türbesi-Konya
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190,
(2) Oral, M. Zeki. “Konya’da Alaüd-Din Camii Ve Türbe-
İkbar-ı Meyyit
leri” Yıllık Araştırma Derg. 1, Ankara (1956). s. 48,
Ölünün kabre konulması, gömülmesi.(1)(2)(3) (3) Erdemir, Yaşar. a.g.e. s. 170
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. İkinci Mahmud Türbesi-İstanbul
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 1 s. 448,
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 5, s. 263
İkbar
a. Mezara koyma, gömme.(1)(2)(3) İkinci Mehmed Türbesi-İstanbul
b. Mezara koyulma, gömülme.(1)(2)(3) (1) DİA, Cilt. 8 s. 431
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
İkinci Murad Türbesi-Bursa
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 79,
(2) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 38,
İki Yürekli Ali Bey Türbesi-Yunanistan- (3) Cengiz, İsmail. a.g.e. s. 347,
Yenice (4) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 181
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1011 (5) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 65,
(6) DİA, Cilt. 31, s. 162,
(7) DİA, Cilt. 31, S5. 156,
İkinci Alaeddin Türbesi-Konya (8) Daş, Ertan. a.g.e. s. 44
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190 (9) Öcalan, Hasan Basri.a.g.e. s. 81

İkinci Gıyaseddin Keyhusrev Türbesi-Konya İkinci Selim Türbesi-İstanbul


(1) DİA, Cilt. 26 s. 190 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 76 .

279
Vadi-i Hamuşan
(2) DİA, Cilt. 36, s. 418, İkrar-ı Mariz
(3) Kahyaoğlu, Müge. “II. Selim Türbesi Revak Çinile- Ölüm halinde, döşeğinde edilen ikrar, vasiyetna-
ri.” Yük. Lis. Tz. Sakarya Ü.(2010). s. 10,
me.(1)(2)(3)
(4) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 60,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 6, s. 504
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(6) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 164
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

İkinci Süleyman Şah Türbesi-Konya


İksir
(1) DİA, Cilt. 26 s. 190 a. Manevi kemalin en yüksek mertebelerine eriş-
miş olan kâmil mürşit, bu mürşid-i kâmilin öl-
İkinci Türbe-Konya dürücü ve erdirici nazarı,(1) ariflerin, ermişlerin
bakışları.(2)
(1) Oral, M. Zeki. a.g.e. s. 49
b. Tarikat şeyhinin öğütleri, anlamlı sözleri.(2)
c. Eskiden içeni ölümsüzleştirmek, herhangi bir
İkinci Yakup Türbesi-Kütahya
madeni altına çevirmek gibi doğaüstü etkileri
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 96 olduğuna inanılan, ne olduğu bilinmeyen düş-
sel sıvı.(3)(2)
İkiz Türbe-Muğla-Milas d. Bir şeyi, bir hali meydana getiren fevkalade te-
sirli sebep.(1)
(1) Kaynak yok.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İkiz Türbe -Malatya (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48
İktilal
İklime Hatun Türbesi-Kahramanmaraş Birbirini öldürme, birbirini katletme.(1)(2)(3)
(1) Kahramanmaraş Beld. a.g.e. Cilt 2, s. 1016 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İkrah-ı Mülci
Eskiden uygulanan, ölüm veya organ kesme tehdi-
İlah
diyle yapılan zorlayıcılık.(1)(3)
Tapılmaya lâyık görülen yüce varlık, mabut, Tanrı,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Allah.(1)(2)(3)(4)
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
İkrah-ı Tamm (4) DİA
a. Kendini öldürmeye veya uzvundan bir yer kes-
meye sebep olacak yolda meydana gelen mec- İlahî
buriyet.(1) a. Allah’la ilgili, Allah’a ait, Allah’a has, Allah’tan
b. Eskiden uygulanan öldürme veya organ kesme- gelen, Tanrısal.(2)(3)(4)
ye ilişkin zorunluluk.(2) b. Allah sevgisini ve Allah’a bağlılığı esas alan, Al-
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e. lah’ın varlığı, birliği konularını işleyen, Allah’la
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ilgili hemen her hususu konu edinen şiirler.(1)(3)

280
Vadi-i Hamuşan
c. İslâm dininde Allah’a, peygambere ve manevi da dil araştırmacılığıyla da tanınan ve bu konuda
büyüklere karşı duyulan aşkı, tarikat esaslarını müstakil bir eseri bulunan (De vulgari eloquentia
ve adabını, dini heyecanları, dua veyalvarmala- [halk dili üzerine]) Dante, Floransa lehçesini diğer
rı dile getiren ve besteyle okunan manzume,(2) lehçelerden ve Toskana bölgesinin halk şairlerinden
dini duyguları dile getiren beste,(2) dini tasav- derlediği kelimelerle zenginleştirip ilk gramer kural-
vufi muhteva taşıyan bestelenmiş şiirlerin ge- larını belirleyerek modern İtalyanca’nın kaynağı sayı-
nel adı.(5) lan Toskana lehçesini olgunlaştırmış, bundan dolayı
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. kendisine daima İtalyanca’nın yaratıcısı ve dolayısıy-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. la İtalyanlar’ın kültür ve ilim atası gözüyle bakılmış-
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. tır. Dante, özellikle bu eseri sebebiyle başlı başına
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. bir bilim dalı konusu haline getirilmiş (Dantoloji),
(5) DİA hakkında çeşitli üniversitelerde kürsüler ve birçok
ülkede araştırma kurumları açılmıştır.
Kitabı teşkil eden uzun manzume, otuz üçer şar-
İlâhî Komedya
kıdan (canto) meydana gelmiş onar bölümlü üç
Dante’nin (ö. 1321) âhiret yolculuğunu anlatan ilâhiden (cantica) ibarettir ve bir girişle birlikte
manzum eseri. şarkıların sayısı 100’e tamamlanmıştır. Her şarkı
İlâhî Komedya’nın (La Divina CommeDİA) ori- 130-140, şiirin tamamı ise 14.233 mısradır (Giriş
jinal adı CommeDİA olup Divina sıfatı ilk defa, ve Cehennem 4720, A‘râf 4755, Cennet 4758); on
konusu itibariyle ve uyandırdığı hayranlık dola- bir heceli olan mısralar kendi aralarında üçlü ka-
yısıyla 1555 Venedik baskısında kullanılmıştır. fiyeli “üçlükler” halinde gruplandırılmıştır. Şairin
CommeDİA ise aslında özel isim değil o dönemde üç sayısına özel bir değer vermesinin sebebi teslîs
sonu iyi biten (sevinçli) edebî çalışmaların genel inancına olan bağlılığıdır.
adıdır (trageDİA “acıklı” karşıtı). Dante mektupla- Eserin konusu Dante’nin, Papa VIII. Bonifazio
rında eserinden “kutsal şiir” diye bahseder. tarafından günahların bağışlanma yılı ilân edilen
İtalyanlar’ın en büyük şairleri ve dillerinin yaratı- 1300 yılının paskalya haftası boyunca bedenen yaptı-
cısı saydıkları Dante Alighieri’nin, yazımına muh- ğını söylediği âhiret yolculuğudur. Şair, otuz beş ya-
temelen 1307 yılında başlayıp 1321’de ölümün- şında iken 7 Nisan Perşembe’yi 8 Nisan Cuma’ya
den kısa bir süre önce tamamladığı İlâhî Komedya bağlayan kutsal gece sabaha karşı kendini, uyku
İtalyan edebiyatının ana kaynaklarından, Batı sersemi olduğu için nasıl gittiğini bilemediği Ku-
edebiyatının da önemli eserlerinden biridir ve Hı- düs yakınlarındaki karanlık bir ormanda bulur ve
ristiyanlığın en büyük şiiri kabul edilmektedir. Ön- buradan Latin şairi ve Ortaçağ’da aklın sembolü
celeri -genellikle minyatürlü- yazma nüshalarının sayılan Vergilius’un mihmandarlığında cehenneme
elden ele dolaştığı eser matbaanın icadıyla en çok iner; orayı gördükten sonra yine Vergilius’la bir-
basılan metinler arasına girmiş ve çeşitli dillere likte a‘râfa geçip bir ara kendilerine katılan şair
çevrilerek asırlar boyu Avrupa’nın Kitâb-ı Mukad- Statius’un refakatiyle burayı da gezer; ardından
des’ten sonra en fazla okunan kitapları arasında cennete ulaşarak genç yaşta ölen sevdiği kız Beat-
yer almıştır. rice tarafından karşılanır ve cenneti meydana geti-
Eserin en büyük özelliklerinden biri, İtalyanca ren dokuz kat gökte dolaştırılır; en sonunda da Hz.
öğretiminde her zaman bir ders kitabı niteliğiyle Meryem’in aracılığıyla arş-ı a‘lâda Allah’ın cemâlini
okutulmasını sağlayan dilidir. Dante, bilinen on müşahede etmek mazhariyetine nâil olur.
eserinden beşini Ortaçağ’ın yazı dili olan Latince Cehennem, dünyanın merkezine doğru inen ve
ile, İlâhî Komedya dahil diğer beşini ise İtalyan bir huni gibi gittikçe daralan dokuz kat gökten
edebiyat tarihinde ilk defa, halkın konuşma diline oluşmakta, her katta suçlulara aşağı doğru git-
yakın olan İtalyanca’nın Floransa lehçesiyle yaz- tikçe ağırlaşan işkenceler yapılmaktadır. Başlıca
mıştır. Şair, filozof ve ahlâk kuramcılığının yanın- suçluların işledikleri suçun ağırlık derecesine göre

281
Vadi-i Hamuşan
sıralanması şöyledir: Korkaklar, şehvet düşkünleri, Dünya kütüphanelerinde 600’den fazla yazma
oburlar, cimriler, müsrifler, sapık tarikat mensup- nüshası bulunan İlâhî Komedya’nın asıl metni
ları, zalimler-katiller, intihar edenler, Allah’a karşı kayıp olup ilk defa 1472’de gerçekleştirilen, özel-
gelenler, homoseksüeller, tefeciler, kadın satıcıla- likle İtalya’da ortaöğretimde örnek edebiyat kita-
rı-arabulucular, dalkavuklar, para canlıları, rüşvet bı olması ve hemen hemen bütün dünya dillerine
yiyenler, kâhinler-falcılar, hırsızlar, ikiyüzlüler, nifak çevrilmiş bulunması sebebiyle devamlı surette
çıkaranlar, bölücüler, simyacılar, kılık ve sima değiş- tekrarlanan baskıları pek çoktur.(…)(1)
tirip insanları aldatanlar, kalpazanlar ve sırasıyla (1) DİA; [İLÂHÎ KOMEDYA - Mahmut H. Şakiroğlu]
hısım-akrabalarına, vatanlarına, misafirlerine, veli- c. 22; s. 69
nimetlerine ve kutsal imana ihanet edenler.
A‘râf, okyanuslar ortasındaki bir ada üzerinde yer İlbiz
alan dünyanın en yüksek dağıdır. Koni şeklinde ve
Şeytan, cin,(1) iblis.(2)
yedi kat olan dağın son katı yeryüzü cennetidir ve
buradan on katlı gökyüzü cennetine geçilir. A‘râfta (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
affedilmeye hak kazanmış, fakat Allah’ın sevgili (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kulları arasına girebilmek için geçici bir süre çile
çekmeleri gereken günahı az kişiler bulunmak- İlelebet
tadır. A‘râfta suçların ve karşılığı cezaların ağır- Sonu gelmeyecek bir zamana değin, sonsuza de-
lığı cehennemdekilerin aksine yukarı çıkıldıkça ğin,(3) ebediyete kadar, ebedi olarak, sonsuza ka-
azalmaktadır. Buradaki insanlar sırasıyla aforoz dar, sürgit.(1)(2)(4)
edilenler, son nefeste tövbe edenler, savaşta veya ci-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nayetle öldürülenler, kibirliler, hasetçiler, öfkelerini
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
tutamayanlar, tembeller, cimriler, müsrifler, oburlar
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ve şehvet düşkünleridir.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Cennet, Ortaçağ astronomisinin gök telakkisine
paralel olarak yedi gezegen (Ay, Merkür, Venüs,
İlham
Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn) ve sabit yıldızlar
gökleriyle hareket ettirici (diğerlerini döndüren) a. İçe doğan şey, sezgi,(1) yaratıcılığa iten coşku,
gök ve arş-ı a‘lâdan oluşmaktadır. Arş-ı a‘lâ saf içe doğma, esin.(2)
nurdan ibaret, maddeden arınmış, mutlak sükûn b. Allah tarafından kulun gönlünde doğan bilgi,
diyarı olan rabbin katıdır. Cennetin güzellikleri ve sezgi,(1) feyiz yoluyla insanın kalbine ulaştı-
içinde bulunanların mertebeleri yükseldikçe ar- rılan bilgi,(4) gönle bir düşüncenin atılması.
tar. En alt kattakiler dış etkiler sebebiyle kulluk İlham doğrudan Allah tarafından olabileceği
sözünde duramamış, kendi istekleri dışında günah gibi, melek tarafından da olabilir.(5)
işlemiş kişilerdir; onları sırasıyla iyilik severler, âşık- c. Allah tarafından peygamberlerin gönlüne ge-
lar, âlimler, şehidler, âdil hükümdarlar, ilâhî aşka len ve vahiy şeklinde beliren Tanrısal âleme ait
dalmış olanlar, azizler, melekler, Allah ve insanlarla duygu ve düşünceler.(1)
melekler arasından seçtiği maiyet erkânı takip eder.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Dante, eserin özellikle cehennem bölümünde ge- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
niş tarih bilgisini ve genel kültürünü ortaya koy- (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
makta, gezisi sırasında rastladığı kişiler münase- (4) DİA;
betiyle açıklamalar yaparken bir ansiklopedi gibi (5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 9, s. 422
çağının felsefe, astronomi, geometri, edebiyat,
tıp, coğrafya vb. ilim dallarını da yansıtmaktadır.
İli
Onun suçluları cezalandırma sahnelerini okuyu-
cuyu dehşete düşürecek derecede büyük bir ger- Hayalet, cin, peri.(1)
çekçilikle tasvir ettiği görülür.(…) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

282
Vadi-i Hamuşan
İlka ve ölüm yoktur. Ras Şamra’da bulunan Ugaritçe
a. Bırakmak, atmak, ulaştırmak. eski Ken‘ânî şiirlerinde de buna benzer bir yer tas-
vir edilir.
b. Ariflerin nezdinde insana gelen hitap ve ilham-
lardır. Rabbani ve Rahmani bir varit olup onun Eski Mısırlılar’da, hârikulâde bir mutluluk adası
vesilesiyle kul gayb âleminden haberdar olur ve olan yerdeki cennetin bir eşinin de gökte, saman-
ruhani gerçekleri kavrar.(1) yolunun ikiye bölündüğü bir yerde bulunduğuna
inanılırdı. Öldükten sonra dirilmeye inanan eski
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Mısırlılar’a göre ebedî mutluluğu kazananlar ya
gökte güneş tanrısı Re’y’e veya Osiris’e kavuşurlar
İlkel Dinlerde Cennet ya da yıldız olurlardı.
Tarih öncesi insanının cennet konusundaki dü- Ölülerin dirileceğine, muhakeme sonunda kötüle-
şüncelerine dair, mevcut kutsal kitapların verdiği rin Çinvat Köprüsü’nden geçerken erimiş maden-
mâlumat dışında pek az bilgi bulunmaktadır. İlkel lerin arasına düşeceğine inanan eski İranlılar’da,
kabilelerde umumiyetle ölümden sonra mutlu veya iyiler için Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının kaynak-
mutsuz bir hayat yaşama inancı vardır. Hemen bü- larının bulunduğu doğuda bir yerden söz edilir.
tün ilkel dinlerde bu hayatın dünyada veya gökte- Sadece tanrıların ölümsüzlüğüne inanılan eski
ki bir yerde gerçekleşeceğine inanılır ve daha çok Yunan’da dünyevî bir cennet fikrinin gelişmesi
maddî unsurlarla tasvir edilir. Meselâ Andaman şairler ve yazarlar vasıtasıyla olmuştur. Eflâtun
adalarındaki ilkel kabilelerin inancına göre iyilerin Devlet adlı diyalogunda devrî bir geri dönüşten,
ruhları yerle gök arasındaki bir köprüden geçerek yeniden var oluştan bahseder. Buna göre yerden
cennete çıkar. Kötülerin ruhları ise soğuk bir yere çıkarak yeniden var olan insanlar mevsimlerin el-
ayrılır. Sonunda bütün ruhlar eski durumlarına dö- verişli olduğu, ağaçların meyve verdiği, hayvanla-
nerler ve yeni bir dünyada sürekli yaşarlar. Malaya rın bile barış içinde yaşadığı bir ortamda rahat bir
yarımadası yerlilerine göre de cennet göktedir. hayat sürerler. Bundan başka eski Yunanlılar’da
Bazı Afrika mitlerinde, insanoğlu yaratılmadan Hesperides bahçesi diye bilinen cennet adaları
önce bir cennetin var olduğu inancının bulunması inancı da vardır.
dikkat çekicidir. Hastalık ve ölümün bulunmadığı Romalılar’da başka kültürlerden gelme dünyevî
bu cennette bir olay sonucu bütün güzellikler son bir cennet anlayışı hâkimdi. Kelt mitolojisinde
buldu ve şimdiki insan hayatı başladı. cenneti temsilen hem bir adacıklar takımı, hem de
Brezilya’daki Guarani Kızılderilileri, dünyada ol- Sumerler’de olduğu gibi uzaktaki bir cennet (Ely-
duğuna inandıkları “kötülük bulunmayan ülke”yi sium) veya “hayat ülkesi” telakkisi vardır. Buna
dört yüzyıl boyunca göçlerle aradılar. Tanınmış benzer dünyevî bir cennet tasavvuru İskandinav
dinler tarihi araştırmacısı Mircea Eliade, şaman- literatüründe de göze çarpar. Slavlar’da güneşin
ların rüya ve vecdlerini anlatmada kullandıkları okyanus ötesinde, doğudaki yurdunda bir cennet
cennet tasvirlerinin asırlar boyu devam eden te- bulunduğuna inanılır, ayrıca gökteki esrarengiz
lakkileri canlı tuttuğunu düşünmüştür. bir ülkeden de söz edilirdi. Germenler’in bu konu-
Dünyada veya gökte bulunan, insanoğlunun ilk daki telakkileri Keltler’inkine benzemekle beraber
mekânı olan, iyilerin ölümden sonra yeniden dö- ölen savaşçıların tanrılarla birlikte kaldıkları Val-
necekleri ümit edilen cennet inancıyla ilgili ilk halla denilen bir cennetten de söz edilir. Ayrıca
yazılı kaynak, milâttan önce 2000’lere ait Sumer hastalık, yaşlılık ve ölümün bulunmadığı koru
literatürüdür. Çivi yazılı bu kaynaklarda cennet, şeklinde özel bir cennet anlayışı da vardır.
Dilmun denilen ve güneşin doğduğu yere doğru Meksika’da oturan Aztekler atalarının kaldıklarına
uzandığına inanılan bir adadır ki “mutlu insanlar inandıkları cenneti, fevkalâde refah ve lüksün bu-
ülkesi, ölümsüzler ülkesi, hayat ülkesi” diye de ni- lunduğu, kırmızı güneşin oradan doğduğu bir ülke
telendirilmiştir. Bol suların beslediği, çayır çimen (Tlapallan) olarak görüyorlardı. Onlara göre büyük
ve meyve yüklü ağaçlarla kaplı Dilmun’da hastalık ırmaklar doğuda bulunan bu ülkeden çıkmaktaydı.

283
Vadi-i Hamuşan
Asya’da cennet kavramı özellikle Hindistan’da İlliyyin
geniş ayrıntılarla ifade edilir. Cennetle ilgili ilk a. İslâmiyet’e göre gökyüzünün ve cennetin en
bilgiler Rigveda’da bulunur. Burada ilâh Yama’nın kutsal ve en yüksek yeri, tabakası.(2)(5)(6)(8)
hüküm sürdüğü cennet, tanrılarla birlikte olmak
b. İyilerin amel defterlerinin bulunduğu yer an-
üzere, ölümden sonra gidilen ataların yurdu ola-
lamında Kur’an terimi.(3)(4) İyilerin yazısı İlliy-
rak görülür. Buraya Nandana denilir ve Tanrı
yinde, yüce yerlerin, cennetin kütüğüne kayıt-
İndra kendini orada eğlendirir. Hint dinlerinde
lıdır.(7)
âlemin kadîm olduğu, üzerinde cereyan eden olay-
ların bir başka âlemde değil yine bu âlemde son (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bulacağı ve bütün bunların devrî zaman dilimleri (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
içerisinde ortaya çıkacağı kabul edildiğinden her (3) DİA;
devrenin sonuna kadar devamlı olmamak üzere (4) Akay, Hasan. a.g.e.
cennet veya cehennemde kalınacağı inancı vardır. (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Ancak Brahma’ya (Budizm ve Caynizm’de Nir-
(7) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 28, s531;
vana’ya) kavuşmak gerçek sonu oluşturacaktır.
(8) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Hindû kozmolojisine göre üç tabakadan oluşan
âlemin en üstünde cennet vardır, orada semavî
tanrılar yaşar. Hint folklorunda ise cennet kutsal İlm-i Ledün
Meru dağının üzerindedir ve oradan dört nehir a. Allah’ın sırlarını ihtiva eden, sıfatlarına ilişkin
çıkar. manevi bilgi.(1)(4)
Budistler’in telakkisine göre de Meru dağının b. Enbiyanın ve evliyanın, Hakk’ın katından ge-
üzerinde bulunan ve bir saadet ülkesi (Sukhavati) len,(2) İlahi sırlara ait,(3) ders ve okuma yoluyla
olan cennet mücevherlerle süslü ağaçlara, şakrak elde edilemeyen ilmi.(5)
ötüşlü kuşlara, sakinlerinin zevkine uygun sıcak
ya da soğuk akan sulara, son bulmayan bir yeşil- (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
liğe sahiptir. Japon geleneğinde cennete tekabül (2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
eden yere Ame denilmektedir ve burası ilâhlarla (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
saygıdeğer kişilerin yurdudur. Ame olağan üstü (4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
güzel bir bahçedir. (5) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Çin’de cennet, önceleri P’eng Lai adalarında bulunan


bir “doğu cenneti” şeklinde tasavvur edilirken İlok Açık Türbe-Hırvatistan
daha sonraları Tien (gök) adı verilen bir cennet
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 437
tasavvuru gelişmiştir. Aslında Konfüçyüsçülük’te
âhiret inancı yoktur; bu gibi inançlar Budizm’in
Çin’e girmesi sonucu ortaya çıkmış ve Taoizm ta- İltekin Türbesi-Amasya
rafından büyük çapta benimsenmiştir. Çin Budiz-
mi ve Taoizm’de insanın öldükten sonra tarafsız (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 38
on hâkimin önüne götürüldüğüne, hükme göre
cennete veya cehennemlere sevkedildiğine ina- İltekin Türbesi-Amasya
nılır.(1)
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
(1) DİA; [CENNET - M. Süreyya Şahin] c. 07; s. 374-
376; [CENNET - Bekir Topaloğlu] c. 07; s. 376-
386 İltutmış Türbesi-Hindistan
(1) DİA, Cilt. 22 s. 159
İlksiz
Öncesi olmayan, öncesiz, ezeli.(1) İlyas Baba Türbesi-Bosna Hersek
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 162

284
Vadi-i Hamuşan
İlyas Bey Türbesi-Aydın İmam Akıl Türbesi-Diyarbakır
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48 (1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 154

İlyas Çelebi Türbesi-Gebze İmam Ali er-Rıza Türbesi-İran


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48 (1) DİA, Cilt. 22 s. 412,
(2) DİA, Cilt. 29, s. 364
İlyas Efendi Türbesi-Yunanistan-Girit, Hanya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 995 İmam Avnüddin Türbesi-Irak
(1) DİA, Cilt. 19 s. 113
İlyaszade Mehmet Efendi Zaviyesi ve Türbesi-
Yunanistan-Dimetoka
İmam Baba Türbesi-Türkmenistan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 989
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 523

İmadede
Anadolu’da ağıt söyleyenlere verilen ad.(1) İmam Beğavi Türbesi-Konya

(1) Kaya, Doğan. a.g.e. (1) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 64

İmam İmam Bekir Türbesi-Türkmenistan


a. Hz. Muhammed’den sonra İslâm Devletinin din (1) DİA, Cilt. 29, s. 225
ve dünya işlerinde ona vekil olan başına geçen
kimseler, halife, halifelerin unvanı.(2)(3) Önder,
İmam Bekr Türbesi-Türkmenistan
lider, devlet başkanı.(4) İslâm cemaatinin başı.
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524
b. İslâm dininde görüş ve fikirleriyle bir mezhebin
doğmasına ve bir mezhebe öncülük etmiş olan
kimse.(3)(2) İmam Efendi Türbesi-Elazığ
c. Cemaatle kılınan namazda en önde duran ve (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 287,
kendisine uyulan kimse.(2)(4) Müslümanların (2) Yavuz, Emrah. a.g.e.
başı olarak halife sayılırdı. Onun için namaz (3) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 37
kıldıran din görevlileri, bu işi halife adına ya-
pıyor kabul edilirdi. Bu manadan hareketle git-
tikçe namaz kıldıran kişiye bu ad verilmiştir.(1) İmam Hurd Türbesi-Afganistan

(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. (1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 524


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. İmam Hümeyni Türbesi-İran
(4) DİA
(1) Gerçek, Osman. a.g.e. s. 17

İmam Abbas’ın Makam Türbesi-Basra


İmam Rıza Türbesi-İran
(1) Eroğlu, Cengiz.(2012). a.g.e. s. 176
(1) Kalafat, Yaşar.2 a.g.e. s. 5

İmam Abdullah Türbesi-Batman


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48,
İmam Şafi Türbesi-Türkmenistan
(2) Mıynat, Ali.. a.g.e. s. 180 (1) DİA, Cilt. 29, s. 225

285
Vadi-i Hamuşan
İmam-ı Âzam Türbesi-Irak c. İslâmiyet’e inanma, İslâmiyet’i kabul etme.(2)(5)
(1) DİA, Cilt. 4 s. 302 d. Din adına tebliğ ettiği konularda peygamberi
doğrulamak.(4)

İmam-ı Buhari Türbesi-Semerkand (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 4, s. 134
(3) Artun, Erman, a.g.e., s.2;
(4) DİA;
İmam-ı Rabbani Hazretleri Türbesi- (5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Hindistan
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 310 İmate
Öldürme, yok etme.(1)(2)(3)(4)
İmam-ı Şafii Türbesi-Mısır (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 11, s. 127 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İmamzade Abdullah Türbesi-İran
(1) DİA, Cilt. 18 s. 438
İmiklemek
Boğazını sıkarak öldürmek, boğmak.(1)
İmamzade Abdülazim Türbesi-İran
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Gerçek, Osman. a.g.e. s. 60

İmirze Baba Türbesi-Ankara


İmamzade Ahmed Türbesi-İran
(1). a.g.e.S. 69
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 177

İmrahor İlyas Bey Türbesi-Arnavutluk


İmamzade Cafer Türbesi-İran
(1) DİA, Cilt. 22 s. 231
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 119

İmrahor İlyas Bey Camii Ve Türbesi


İmamzade Pir-i Alemdar Türbesi-İran
Arnavutluk’un Görice kasabasında XV. yüzyıl son-
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 74 larında yapılmış cami.
Arnavutluk’un güneydoğusunda Yunanistan sı-
İmamzade Tahir Türbesi-İran nırına yakın bir yerde bulunan Görice’de (Korçë),
(1) Gerçek, Osman. a.g.e. s. 60
İmrahor (Mîrâhur) İlyas Bey büyük bir camiden
başka imaret, medrese ve sıbyan mektebinden
meydana gelen bir külliye inşa ettirmiş, ayrıca Pis-
İman kopiye (Peshkëpi) köyünde bir cami (veya mescid)
a. Allah’a inanma,(1) dinin ortaya koymuş olduğu ile imaret ve muallimhâne yaptırmış, İstanbul’da
prensipler, esaslara inanma, dini inanç, kutsal da eski Studios Manastırı’nın kilisesini camiye dö-
inanç, inanç, itikat.(2)(5)(3) nüştürmüştür.
b. Allah’ın birliğini, melekleri, mukaddes kitapları, İlyas Bey bu hayratını yaşatmak için Pırmeti (Për-
peygamberleri, kıyamet gününü, kaderi, ölüm- meti), İstanbul, Langa ve Yanya’da köyler, dük-
den sonra dirilmeyi kalp ile tasdik, kalben inan- kânlar, hamamlar ve değirmenler vakfetmiştir.
ma ve ve dil ile ikrar etme, dil ile söyleme.(1) Machiel Kiel’in tesbitine göre Görice ve çevresi

286
Vadi-i Hamuşan
halkının çoğunluğu hıristiyan Arnavutlar idi. İlyas Silmenin üstündeki bölümlerde ise daha küçük
Bey, burada kurduğu külliye ile bir İslâm merkezi ikişer pencere vardır. Bu bölümler de üstte yine
meydana getirmeyi düşünmüş olmalıdır. Görice bir silme ile sınırlanmıştır. Kubbe yuvarlağına ge-
Osmanlı idaresi altında gelişerek küçük bir şehir çişi sağlayan trompların üstleri öne doğru meyilli
görünümü kazanmıştır. XVII. yüzyıl Osmanlı dev- biçimde şekillendirilmiştir. Sekizgen biçimindeki
let adamı Koçi Bey de buralıdır. kasnağı kurşun kaplı kubbe örter. Kasnağın her
İmrahor İlyas Bey Camii ve yakınında teşekkül cephesinde yuvarlak birer pencere açılmıştır. Yak-
eden Melcan Bektaşî Tekkesi kasabanın merke- laşık 9,50 m. ölçüsündeki harimi örten kubbenin
zi olarak kalmıştır. Şemseddin Sâmi, XIX. yüzyıl geçişlerindeki tromplar mukarnaslarla doldurul-
sonlarında burada ancak iki caminin mevcut oldu- muştur. Sağ tarafta olan ve girişi son cemaat ye-
ğunu belirtmiştir. Aynı yıllarda Görice büyük bir rinde bulunan minare 1960 yılındaki depremde
yangın geçirmiş ve Ahmed Eyüp Paşa tarafından tamamen yıkılmış olup sadece kare kesitli kürsü
yeni bir plana göre ihya edilmiştir. Bu felâketin kısmı kalmıştır. Geriye kalan çok az bir parçasın-
İmrahor İlyas Bey Külliyesi ve bilhassa cami üze- dan gövdesinin tuğladan olduğu anlaşılmaktadır.
rinde ne gibi iz bıraktığına dair bilgi edinileme- Caminin iç süslemesiyle mihrap ve minberi hak-
mekle beraber bir mescid şeklindeki diğer mâbed kında bilgi edinmek mümkün olmamıştır.
1878’de çevresindeki mahalle ile birlikte ortadan İlyas Bey’in türbesi caminin kıble duvarı önünde
kaldırılmıştır. Şemseddin Sâmi’ye göre İmrahor bulunmaktadır. Evvelce türbenin girişinde kıb-
İlyas Bey Camii bir hıristiyan manastırı yıktırıla- le duvarına bitişik, çok geç bir dönemde belki de
rak onun yerinde inşa edilmiştir. Ancak bu idDİ- türbedar odası olarak yapılmış basit bir mekân
Ayı destekleyecek bir kaynak veya mimari ipucu yer alıyordu. Dışarıdan buraya kemerli bir kapı-
yoktur. İdDİA gerçek olsaydı en azından manastı- dan geçiliyordu. M. Kiel, 1967’den az önce bu ek
ra ait sütun, sütun başlığı gibi bazı mimari parça- mekânın yıktırılarak türbenin camiden ayrıldığını
lar caminin yapımında kullanılırdı. belirtir. Ona göre kurşun kaplı kubbe ile örtülü
Caminin taçkapısı üstünde bir inşa kitâbesi yok- olan türbede XIX. yüzyılın mimari üslûbu sezilir.
tur. Bunun yerine buraya 1289 (1872) tarihli beş Hatta Kiel, bugünkü biçimiyle caminin 1289’da
mısralık bir tamir kitâbesi konulmuştur. Kitâbede (1872) yapılan tamir sırasında yeniden inşa edil-
caminin İlyas Bey tarafından 901 (1495-96) yı- miş olabileceğini ileri sürer. Caminin etrafındaki
lında inşa ettirildiği, 980’de (1572) Mehmed Bey hazîrede Koçi Bey’in oğlu Sefer Şah’ın mezarının
adında bir kişinin kurşunları yenilediği, 1249’da bulunduğunu, hazîrenin manastır yolu kenarında
(1833) Derviş İslâm Bey’in camiyi tamir ettirdiği, ise Koçi Bey’in kabrinin görüldüğünü yine Kiel be-
1285’te ise (1868) Sâlih Bey adında bir kişi tara- lirtmektedir.
fından tekrar onarıldığı bildirilmektedir. İmrahor İlyas Bey Külliyesi’nin diğer unsurları
Bina, 11,75 × 11,75 m. ölçülerinde kare plan üze- olan hamam, medrese ve imaretten hiçbir iz kal-
rine inşa edilmiş olup giriş cephesinde pâyelere madığı nakledilmektedir. Camiden 20 m. kadar
dayanan üç kemerli ve üç bölümlü bir son cemaat güneyde yer alan ve günümüzde müftülükle cami
yerine sahiptir. Her bölüm bir kubbe ile örtülüdür. mütevellisi tarafından büro olarak kullanılan oda-
Duvarları, XV. yüzyılda Osmanlı-Türk mimarisin- ların sıbyan mektebine ait olduğu söylenmekte-
de hâkim olan muntazam yontulmuş kesme taş ve dir. Caminin yakınında vaktiyle mevcut olan saat
tuğladan karma teknikte örülmüştür. Heybetli bir kulesi de 1961’de yıkılmıştır.(1)
dış görünüşü olan ve klasik Türk mimarisinin çok (1) DİA; [İMRAHOR İLYAS BEY CAMİİ VE TÜRBESİ -
âhenkli cephe düzenlemesine sahip bulunan yapı- Semavi Eyice] c. 22; s. 231
nın cepheleri son cemaat yeri hizasından itibaren
bir silme ile ikiye ayrılmıştır. Her cephede altta
sivri boşaltma kemerli dikdörtgen ikişer pencere, İnadiye Baba Türbesi-İstanbul
üstte yine sivri kemerli üçer pencere açılmıştır. (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 27

287
Vadi-i Hamuşan
İnanç (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Allah’a, bir Tanrıya veya bir dine inanma, iman, (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
itikat.(2) (4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) DİA
b. Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten,
gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma,
inanma.(3) İncili Çavuş Türbesi-Isparta
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Gül, Hüseyin-Songül Boybeyi. a.g.e. s. 216
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. İncili Hanım Türbesi-Sivas
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 89,
İnatçı Ahmed Paşa Türbesi-Yunanistan (2) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 119
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 140
İncirli Dede I Türbesi-Isparta
İnayet (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 83
a. Allah’ın kâinat hakkındaki külli bilgisi ve takdiri
anlamında felsefe terimi.(1) İncirli Dede II Türbesi-Isparta
b. İnsanları selamete erdirmek için Allah’ın onlara (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 83
yapmış olduğu bağış ve yardımı.(2)
(1) DİA;
İnaltekin, A. Kadir
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No:1995 AD 5399
Mezar Taşları, Çavuşoğlu Dağıtım, 1988, Kırşehir
İnci Arap Türbesi-Diyarbakır
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Soyukaya, Nevin. a.g.e. s. 148

İnci, Veysi İne Hoca Karamani Hademe-i Türbesi-


YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 219986 Kosova-Vılçitrin
Cizre Mezar Taşları(18.-19.Yy.), 100. Yıl Ü., Sosyal bil. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 539
Enst., Sanat Tarihi ABD, Y. Lisans Tezi, S.296, 2008,
Van
İnekler Türbesi-Amasya
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2

İncik Sultan Türbesi-Ankara


İnfaz
(1). a.g.e.S. 101,
Bir suç hakkında hükmedilen cezanın yerine geti-
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 135
rilmesi anlamında hukuk terimi.
Sözlükte “içine işlemek, delip geçmek” anlamında-
İncil ki nefâz (nüfûz) kökünden türeyen infâz kelimesi
Dört kutsal kitaptan, Allah’ın Hz. İsa’ya vahyettiği bir emir ve hükmün gereğini yerine getirmeyi ifa-
dinin kutsal kitabı.(1)(2) Yeni Ahit olarak da bili- de eder.
nen, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından Hukukta infaz iş yeri kapatma, meslekten men,
ayrı ayrı derlenip düzenlenen, içinde Hz. İsa’nın borcun tahsili, kiracının kiralananı tahliyesi gibi
yaşamı, yasa ve öğretisi bulunur.(4) idarî ve adlî kararların ilgili kamu organları tara-
(1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e. fından icrasını da kapsayan bir genişlikte kullanıl-

288
Vadi-i Hamuşan
makla birlikte teknik anlamıyla bir suç hakkında infazında alenîlik ilkesi benimsenmiştir. Nitekim
hükmedilen cezanın yerine getirilmesini anlatır. Kur’an’da zina suçunu işleyenler cezalandırılır-
İnfaz esasen, yargılama sürecinin sona erip ceza- ken müminlerden bir grubun infaza şahit olması
nın kesinleşmesinden sonra suçlunun belli şekil- istenmiştir (en-Nûr 24/2). Bu sebeple doktrinde
lerde cezalandırılması demektir.(…) bir suçun infazında asgarî kaç kişinin bulunması
Kur’an’da suç ve ceza dengesine, yargılama esas- gerektiği tartışılmış, farklı ceza türlerine göre bazı
larına ya da bazı temel suçların cezalarına ilişkin alt sayı tesbitlerinden söz edilmiştir.
açıklamalar bulunmakla birlikte yargı kararları- Ceza hukukunun suç ve cezalara göre tedvin edil-
nın yerine getirilmesine ilişkin özel hükümler yer diği klasik dönem fıkıh literatüründe her bir ceza
almaz. Ceza hukuku alanında ayrıntılı hüküm ve türünün nasıl infaz edileceği ayrı ayrı ele alınır
uygulama örneklerinin bulunduğu hadislerde ise ve her cezaî müeyyidenin infazı konusunda ay-
infaza dair teknik hukukî açıklamalardan ziyade rıntı sayılabilecek açıklamalar yer alır. Ancak Hz.
cezaların yerine getirilmesinde hukukî ve insanî Peygamber’in sünnetinde ve fıkıh literatüründe
esaslara bağlı kalınmasına, keyfîlik ve aşırılığı ön- üzerinde ağırlıklı olarak durulan husus, infazın
leyip kanunîliği hâkim kılmaya yönelik açıklama tatbiki hususunda uyulması gerekli insanî ve hu-
ve uyarılar ön plandadır.(…) kukî esaslardır. Hadislerde cezalar uygulanırken
en güzel şekilde uygulanması istenmiş, suçlunun
İslâm hukukunda mahkemece verilen ceza hük-
insanlık onurunu ve genel insanî duyguları incite-
münün infazı suç ve cezaların had, kısas-diyet ve
cek uygulamalar yasaklanmış, suçluya hakaret ve
ta‘zîr şeklindeki klasik üçlü ayırımı esas alınarak
beddua edilmemesi, onun için Allah’tan bağış ve
incelenebilir.
merhamet dilenmesi emredilmiştir.
Had ve ta‘zîr cezaları tamamen ya da ağırlıklı ola-
İnfaz sırasında herkese eşit davranılması, suçluya
rak kamu hukukunu ve toplumun bütün üyeleri-
yargı kararında belirtilenden başka ya da onu aşan
nin ayrı ayrı haklarını -klasik doktrinde bu Allah
bir muamele yapılmaması, işkence türü şeyler-
hakkı tabiriyle karşılanır- ilgilendirdiği için ceza den uzak durulması, suçluyu sadece verilen cezaî
kovuşturması ve verilen cezaların infaz yetkisi hüküm ölçüsünde cezalandırıp cezanın başkaca
tamamen devlete aittir. Kesinleşmiş bir kararı bedenî ve ruhî hasar meydana getirmemesinin
izinsiz olarak uygulayan kişi ta‘zîr cezasına çarptı- sağlanması, suçlunun hasta, akıl hastası, zayıf,
rılır. Adam öldürme ve yaralama suçu ise daha çok sarhoş, hamile veya süt emziriyor olması gibi hal-
suç mağduru şahısları (öldürülenin yakınları veya lerde infazın ertelenmesi gibi hususlar üzerinde
yaralanan kimse) ilgilendirdiği için kısas cezasının de önemle durulur (bu hususlarla ilgili bazı ha-
yerine getirilmesinde mağdura özel bir hak tanın- disler için bk. Buhârî, “Cihâd”, 149, “Hudûd”, 4;
mış, onların onayı olmadan kısasın yerine getiril- “Feżâilü aśhâbi’n-nebî”, 18; “Mežâlim”, 30, Müs-
mesi uygun görülmemiştir. Maktulün yakınları lim, “Śayd”, 57; “Hudûd”, 11, 22-24; Ebû Dâvûd,
bulunduğu sürece devlete infazı talep ya da katili “Hudûd”, 3, 32-33, 35, 38; “Eđâhî”, 11).
af yetkisi tanınmaz.
Literatürde meselâ cezanın infazının nasıl bir or-
Hanefîler’e göre infaz hükmün tamamlayıcısı tamda, hatta hangi hava koşullarında yerine getiri-
konumunda olduğundan karar sırasında aranan leceğini konu alan tartışmalar, celde cezasının infaz
bütün şartlar kararın infazı sırasında da aranır. şekliyle infaz aletinin veya suçlunun evsafıyla ilgili
Ceza infazına başlanılabilmesi için devlet başkanı ayrıntılar, özü itibariyle sünnetten tevarüs edilen
yahut onun yetkili kıldığı kimselerin hazır bulun- insanî esaslara sadık kalınmasını temine, cezanın
ması, suç ikrarla sabit olmuşsa infaz başlayıncaya uygulanmasında suçlunun hukukunu korumaya ve
kadar suçlunun bu ikrarından vazgeçmemesi, zina cezanın beklenen gayeyi yok edici aşırılıkları önle-
suçu şahitlerle ispat edilmişse infazına şahitlerin meye yönelik gayretler olarak anlaşılmalıdır.
aktif biçimde katılması şarttır.(…) Af, tövbe ve zaman aşımının verilmiş bir ceza hük-
İslâm hukukunda cezanın caydırıcılığı ve diğer münün infazına ne ölçüde engel olacağı, suçlunun
insanlara ibret olması açısından bütün cezaların ölümünün malî cezalara etkisi, suçlu için birden

289
Vadi-i Hamuşan
fazla cezanın infazı söz konusu olduğunda cezala- İnfitâr Sûresi
rın infazında uyulacak sıra ve esaslar, harem böl- Kur’an-ı Kerîm’in seksen ikinci sûresi.(…)
gesi, mescid ve düşman ülkesinde infazın yapılıp
Sûrenin ilk bölümünde (âyet 1-5) yer ve gökle ilgili
yapılamayacağı gibi hususlarda fıkıh mezhepleri
bazı kıyamet olayları tasvir edilerek göğün yarıla-
ve fakihler arasında hayli ayrıntılı görüş farklılık-
cağı, yıldızların etrafa saçılacağı, aradaki engeller
ları bulunmaktadır. Cezanın infazının yol açtığı
kaldırılarak deniz sularının birbirine karıştırılaca-
mâkul ve beklenen zararlar için devletin tazmi-
ğı ve kabirdekilerin dışarıya çıkarılacağı belirtilir.
nat borcundan söz edilmezken meşrû sınırların
aşılması halinde verilen zararın devletçe tazmini İkinci bölüm (âyet 6-8) kınama üslûbunun ağır
gerekli görülür. bastığı soru ifadesiyle başlamaktadır: “Ey insan!
Seni kerem sahibi rabbine karşı aldatan nedir?”
Cezasını çeken bir suçlu toplumun diğer fertleriy-
Hz. Peygamber’in, Übey b. Halef veya Velîd b.
le aynı haklara kavuşur.(…)
Mugīre hakkında nâzil olduğu belirtilen bu âyeti
Ölümle sonuçlanan infazlarda suçlunun cesedi ai- okuduktan sonra, “Onu cehaleti aldattı” dediği
lesine verilir; diğer ölüler gibi yıkanır, kefenlenir, nakledilir (Kurtubî, XIX, 245). Sorunun ardından,
cenaze namazı kılınır ve müslüman mezarlığına gerektiği şekilde şükretmeyen insana kendisini en
defnedilir. İdam edilenlerin başlarının kesilerek güzel şekilde yaratan rabbine karşı sorumlulukları
teşhiri câiz görülmemiştir. hatırlatılır.
Cezaların infazı, İslâm âlimlerinin çoğunluğuna Sûrenin daha sonraki bölümünde (âyet 9-16)
göre işlenen günahın uhrevî sorumluluğunu da inançsızların yalanlamalarına dikkat çekilir. Âhi-
düşürür. Hanefîler’e göre ise suçlu tövbe eder ve
ret sorumluluğu üzerinde durularak yazıcı me-
tövbesi kabul edilirse günahı düşer. Malî davalarda
leklerin (Kirâmen Kâtibîn) kişinin yaptıklarının
verilen karar helâli haram, haramı helâl yapmaz;
hepsini kaydettiği ve iyilerin cennete, kötülerin ce-
dolayısıyla mahkeme sonucu haksız kazanç elde et-
henneme gidecekleri ifade edilir. Daha sonra hesap
miş olan kişinin uhrevî sorumluluğu düşmez.(…)(1)
gününün büyüklüğü tasvir edilir, Hz. Peygamber’e
(1) DİA, [İNFAZ - Şükrü Özen] c. 22; s. 292 yöneltilen soru cümleleriyle âhiret gününün dehşe-
ti tekrar vurgulanır ve herkesin bütün gücünden
soyutlandığı o günde yalnızca Allah’ın emrinin ge-
İnferi
çerli olduğu belirtilir (âyet 17-19).(…)(1)
Kitab-ı Mukaddes’in Latince tercümesi olan Vul-
gate’ta “cehennemler” şeklinde çevrilmiştir.(1) (1) DİA; İNFİTÂR SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu, c. 22,
s. 294
(1) DİA, C.7, s. 226

İngiliz Mezarlığı
İnfernus
Haydarpaşa’da, Haydarpaşa Askeri Hasta-ne-
Cehennemin aşağı, alt tabakası.(1) si’nin deniz tarafında ve bahçesine bitişiktir, î. H.
(1) DİA, C.7, s. 226 Konyalı mezarlığın 30 dönümlük bir arazi üzerine
tarihi Kavak-Bağdat Kasrı’mn bahçesinde II. Mah-
mud’un yaptırdığı Haydarpaşa Kasrı’mn önünde
İnfitar
kurulduğunu yazar.
a. Ayrılmak demektir.
ilk olarak 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında ya-
b. Kıyametin başlangıcında göğün ayrılacağı çe- ralanarak istanbul’a getirilen ve Haydarpaşa’da
şitli ayetlerde belirtilmiştir. Kıyamette göğün kurulan hastanelerde ölen subay ve erler burada
yarılacağını, çatlayacağını, örtüsünün sıyrılıp gömülmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan kolera
gizli şeylerin açılacağını, meleklerin indirilece- nedeniyle ölen 6.000 subay ve asker de mezarlı-
ğini bildirir.(1) ğın Haydarpaşa Köprüsü tarafında toplu olarak
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 1, s. 500 gömülmüştür. Daha sonra L Dünya Sa-vaşı’nda

290
Vadi-i Hamuşan
ölen ve Mütareke yıllarında ingiliz ve ingiltere İnkiraz
adına savaşan Müslüman askerler de buraya gö- a. Kesmek, ölmek.
mülmüştür. Ayrıca istanbul’da ölen sivil ingiliz,
b. Bitip tükenip yok olma, sonu gelme, son bulma,
Macar, Polonyalı ve Amerikalılar için de mezarlık-
çökme, yıkılma.(1)
ta bir yer ayrılmıştır. 1910-1940 arasında ölen ve
Hacı Osman Bayırı’ndaki diğer ingiliz mezarlığına (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
gömülenlerin kemikleri de yol yapımı nedeniyle
mezarlığın kaldırılması üzerine buraya nakledil- İnsân Sûresi
miştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş altıncı sûresi.(…)
Mezarlığın, biri Haydarpaşa Köprüsü’ ne yakın,
Genel olarak insanın yaratılışının ve nimetlere
diğeri de Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin şim-
mazhar olmasının hikmetini kavramaya, Allah’ı
diki kapısına yakın iki girişi vardır. Haydarpaşa
tanıyıp O’nun verdiklerine şükretmeye, azabından
Köprüsü tarafındaki giriş bugün kullanılmamak-
sakınmaya ve âhiretteki değerli nimetleri elde etme-
tadır. Liman tarafından içeri girildiğinde sağ ta-
nin şartlarını gerçekleştirmeye bir çağrı niteliğinde-
rafta mezarlık görevlilerinin evleri yer alır. Sol
ki sûre, muhtevası bakımından yeniden dirilmenin
tarafta geniş bir alana yayılan mezarlık-
kesinliğini vurgulayan ve âhiret hallerini özetleyen
ta göze çarpan ilk eser Kraliçe Viktorya adına ya- bir önceki Kıyâme sûresinin tamamlayıcısı gibidir.
pılmış dört köşeli granitten bir anıttır.
Sûrenin giriş mahiyetindeki ilk bölümünün (âyet
Anıtın her yüzünde melek tasvirleri yer alır. Deniz 1-3) konusu insandır. Burada insanın anılmaya
tarafındaki yüze, ingiltere Kraliçesi Elizabeth’in değer bir şey olmadığı, çok uzun bir zaman sü-
Türkiye’yi ziyaretinde, Florance Nightingale’in recinin ardından katışık bir sperm damlasından
burada hemşirelik yapmasının 100. yılı nedeniy- yaratıldığı, yaratılış amacının ise imtihan olduğu
le (1856-1956) bir levha asılmıştır. Bu levhanın bildirilmektedir. İmtihan bilgi ve özgürlüğü ge-
kenarlarında Kraliçe Viktorya tasvir edilmiştir. rektirdiği için insan işitme, görme gibi bilgi vası-
Bu abidenin üç tarafında ingilizce, bir tarafında talarıyla donatılmıştır. İşitme ve görme sıfatları
da Arapça kitabe bulunmaktadır. Bunun biraz ile- insana nisbet edilirken bununla genellikle insanın
risinde bir mezar binası yer alır. Burada 1908’de duyu vasıtaları yanında aklî ve zihnî donanımları
ölen ingiltere’nin istanbul elçisi Nikolaus Rodesi- da kastedilmiştir (Fahreddin er-Râzî, XXX, 237,
cas Conot gömülüdür. 256; Elmalılı, VIII, 5497-5499). 3. âyette gerek
Bu mezar binasını geçtikten sonra geniş bir alan- zihnî ve psikolojik kabiliyetler sayesinde gerekse
da asker-sivil mezar taşlarının bulunduğu ala- vahyin aydınlatmasıyla insanın doğru yolu bulma
na gelinir. Burada Müslüman Hint askerlerinin imkânına kavuşturulduğu bildirilerek artık şük-
mezarlarının yamsıra Macar bağımsızlık savaşı- redici veya nankör olmasının kendisine kaldığı
nın önde gelenlerinden ulusal kahraman Guyon belirtilmiş, bu suretle hem insanın sorumluluğu
Richard’ın (ö. 1856) mezarı da bulunmaktadır. hem de bunun için gerekli olan irade özgürlüğü
1956’da adına buraya bir kitabe konulmuştur, in- açıklığa kavuşturulmuştur.
giliz Türkolog Sir Denison Ross (ö. 1940) ve eşi de İkinci bölümde (âyet 4-21), iradesini kötülük yö-
bu mezarlıkta gömülüdür. Bibi. Konyalı, Üsküdar nünde kullanan inkârcıların âhirette karşılaşacak-
Tarihi, II, 510 vd.(1) ları ceza şekillerinden bir kesit verildikten sonra
(1) DBİA, ERGÜN EĞiN iradelerini iyilik yönünde kullanan ve bu sebeple
“ebrâr” diye nitelenen müminler için hazırlanan
âhiret nimetleri sıralanmaktadır. Burada iyilerin
İnhumasyon
üzerinde durulan nitelikleri şunlardır: Sözünde
Ölülerin yakılması yerine toprağa gömülmesi. La- durmak, uhrevî sorumluluk şuuru, muhtaçları
tince humus, toprak sözcüğünden gelir.(1) doyurmak ve onlardan maddî ve mânevî bir kar-
(1) Er, Yasemin. a.g.e. şılık beklemeden yaptıklarını sırf Allah rızâsı için

291
Vadi-i Hamuşan
yapmak (âyet 7-10). Bu âyetler, İslâm’da ahlâkî ğuna boyun eğip dümdüz olur, içindeki ölüleri,
emirlerin şartsız olduğunu göstermesi bakımın- madenleri, defineleri dışarı atar.(1)
dan önemlidir. Bununla birlikte sûrede Allah’ın (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 126, C.1-, s. 503-
erdemli insanları âhiretin şerrinden koruyaca- 504;
ğı, mutlu ve sevinçli bir âkıbetle karşılaştıracağı (2) Akay, Hasan. a.g.e.
belirtilmekte ve uhrevî nimetlerden örnekler
verilmekte, bu bölümün son âyetinde, “İşte bu
nimetler sizin ödüllerinizdir ve artık yaptığınız İnşikāk Sûresi
işler karşılığını bulmuştur” denilmektedir. 9. âyet, Kur’ân-ı Kerîm’in seksen dördüncü sûresi.(…)
ahlâk felsefesindeki deyimiyle kategorik buyruğa Sûrenin ilk bölümünde (âyet 1-5), kendisinden
22. âyet ise erdemli insanın mutlaka âhirette hak önce inen İnfitâr sûresindekine benzer tarzda
ettiği mutluluğa erişeceğine işaret etmektedir. bazı kıyamet sahnelerinden bahsedilerek göğün
Hz. Peygamber’e hitap eden 23-24. âyetler onun parçalara ayrılacağı, yeryüzünün dümdüz hale ge-
metanetini güçlendirmeyi, peygamber olarak dinî tirileceği ve yerin içindeki her şeyi dışarı atacağı
duyarlılığını geliştirmeyi amaçlamaktadır. 27. belirtilmiştir.
âyet, âkıbetlerini düşünmeden kendilerini aşırı Ardından gelen âyetlerde (âyet 6-15) insana hitap
dünya tutkularına kaptıranları eleştirmekte, sûre edilerek rabbine doğru yol aldığı ve nihayet O’na
bütün bu açıklamaların bir uyarı olduğunu, iste- kavuşacağı belirtildikten sonra dünyada iken
yenin Allah’a giden yolu bulabileceğini, Allah’ın yaptığı işlerin kaydedildiği defteri sağ elinden veri-
dilediğine rahmetiyle muamele edeceğini, zâlim-
lenlerin hesaplarının kolay olacağı ve sevinçli bir
ler için de şiddetli bir azap hazırladığını bildiren
şekilde yakınlarına dönecekleri, defterleri arka ta-
açıklamalarla sona ermektedir.(…)(1)
raflarından verilenlerin ise dünyada iken yakınları
(1) DİA; [İNSÂN SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 22; arasında şımardıkları, bunların yakıcı ateşe atıla-
s. 332 cakları bildirilmekte, dünyada zenginliğini ken-
disi için bir imtiyaz vesilesi görerek çevresindeki
İnşar ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyenlerin âhiretteki
acıklı durumları ortaya konulmaktadır.
Ölüyü diriltme.(1)(2)
Sûrenin son bölümünde (âyet 16-25) akşamın
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
alaca karanlığına, geceye ve aya yemin edilerek
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
insanların halden hale geçecekleri, Kur’an okun-
duğu zaman secde etmeyip onu yalanlayanlar için
İnşikak acı bir azap, inananlar için de kesintisiz bir mükâ-
a. Yarılma, çatlama, ikiye ayrılma. fat bulunduğu ifade edilir. 19. âyette yer alan “in-
sanların halden hale geçeceği” şeklindeki ifadenin
b. Kur’an’ın 84. suresinin adı. Surenin birinci aye-
çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi insan hayatının
tinde göğün yarılmasından söz edildiği için bu
farklı devrelerine veya dünya hayatından âhiret
ad verilmiştir. Kıyamet sırasında olacak hadi-
âlemine yahut fakirlikten zenginliğe geçiş gibi du-
seleri,(2) Kıyamet ahvalini, iyilerin ve kötülerin
sonuçları taze bir üslup ile anlatılır. Bu ayet- rumlara işaret ettiği söylenmiştir (Aynî, XVI, 147;
lerde kıyamet halinin korkunçluğu, göğün ve Mevdûdî, VII, 279).(…) (1)
yerin düzeninin bozulacağı anlatılmaktadır. DİA; İnşikāk Sûresi Kâmil Yaşaroğlu, c. 22; s. 343
Kıyamet öyle korkunç bir gündür ki, o günün
heybetinden gök yarılır, Rabbinin buyruğunu
İnşirâh Sûresi
dinler, O’na boyun eğer. Dağlar kaldırılarak yer
uzatılır, dümdüz yapılır; yerin içindekiler dışarı Kur’ân-ı Kerîm’in doksan dördüncü sûresi.(…)
atılır, içi boşalır. Gök nasıl Rabbin buyruğuna Sûrenin başında Hz. Peygamber’e, “Senin göğsü-
boyun eğip yarılırsa, yer de öyle Rabbin buyru- nü açmadık mı?” şeklinde hitap edilerek kendisi-

292
Vadi-i Hamuşan
ne sıkıntı veren ağır yükün üzerinden kaldırıldığı lacakları sıkıntı ve haksızlıklar karşısında yılgın-
bildirilir. Daha sonra şanının yüceltildiği vurgula- lığa düşmemelerini, Allah’a daima güvenmelerini,
nıp her güçlükle birlikte bir kolaylığın bulunduğu iyimserliklerini koruyup güzel günler için çalışma-
iki defa zikredilir. Sonunda ise Resûl-i Ekrem’e larını telkin etmektedir. Nihayet sûrenin sonunda
boş kaldığı zamanlarda çaba sarfetmesi ve rabbine Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlerden
yönelmesi emredilir. Allah’a bağlılıklarını sürdürmeleri istenmektedir.
İlk âyetin yorumuyla ilgili olarak iki farklı görüş (…)(1)
nakledilmektedir. Bunlardan birine göre âyet, (1) DİA; [İNŞİRÂH SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c.
Hz. Peygamber’in çocukluk döneminde (Müslim, 22; s. 346
“Îmân”, 261) veya mi‘racın meydana geldiği gece
(Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 42; Müslim, “Îmân”,
İntihar
263) Cebrâil tarafından göğsünün yarılarak kalbi-
nin çıkarılmasına, zemzem suyu ile yıkandıktan Bir kimsenin, ruhsal ve toplumsal nedenlerle, ya-
sonra ilim ve hikmetle doldurularak tekrar yerine şamına kendi eliyle son vermesi,(3) kendi kendini
konulmasına işaret etmektedir. Müfessirler ara- öldürmesi,(2) canına kıyması.(6)
sında yaygın kabul gören ikinci görüş ise âyetin (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
cismanî bir müdahaleyi değil Peygamber’in ruhu- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nun ilim ve hikmetle zenginleştirildiğini, üzüntü (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
ve sıkıntısı giderilerek kalbine ferahlık verildiğini (4) DİA; [İNTİHAR - Hayati Hökelekli] c. 22; s. 353
ifade etmektedir. İbn Abbas’ın da âyeti, “Biz se- (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
nin göğsünü İslâm’a açtık” şeklinde tefsir ettiği (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
bildirilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 94). En‘âm sûre- (7) Akay, Hasan. a.g.e.
sinde (6/125), “Allah, hidayetini dilediği kimse- (8) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 127
nin göğsünü İslâm için açar” ve Zümer sûresinde
(39/22), “Allah’ın İslâm için göğsüne genişlik ver- İntihar Düşüncesi
diği kimse rabbi tarafından hidayet nuru üzerin-
Sözlükte “boğazını keserek öldürmek, boğazla-
de değil midir?” buyurulması da bu yorumu des-
mak” anlamına gelen nahr kökünden türeyen
teklemektedir.
intihâr “kendini öldürmek” demektir. Kelime
İnşirâh sûresinin, “Senin üzerinden ağır bir yükü Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamakta, birkaç hadiste
kaldırdık” meâlindeki âyetiyle, peygamberlikten ise terim anlamıyla geçmektedir (Müsned, II, 310;
önce veya peygamberliğin ilk dönemlerinde Resû- IV, 135; Buhârî, “Ķader”, 5, “Megāzî”, 38).
lullah’ı çok üzen ve tahammülü güç olan zorluk-
İslâmî kaynaklarda intihar eylemi genellikle “ken-
ların kaldırılması kastedilmiştir. Âyetteki vizr
dini öldürme” (katele nefsehû) şeklinde ifade edil-
kelimesinin “ağır günah” mânasında olduğunu,
mekte, intiharın yakın zamanlarda kullanılmaya
dolayısıyla burada Hz. Peygamber’in günahlarının
başlanan bir terim olduğu anlaşılmaktadır.(…)
bağışlanmasının kastedildiğini söyleyenler bulun-
makla birlikte ağırlığı özellikle vurgulanmış olan Kur’an’da geçen ve öldürmeyi yasaklayan âyetler
bir günahın Resûl-i Ekrem’le irtibatlandırılması her iki durum için de söz konusudur. Hatta inti-
uzak bir ihtimal olarak görünmektedir. Resûlul- harın başkasını öldürmekten daha büyük bir suç
lah’ın bu âyet nâzil olunca, “Bir zorluk iki kolay- olduğunu ileri sürenler de vardır (Mahmûd Şeltût,
lığa asla üstün gelemez” dediği rivayet edilmek- s. 419-421). İntihara dair doğrudan bir âyete rast-
tedir (Hâkim, II, 528). Âyette güçlükle beraber lanmazsa da Kur’an’a bir bütün olarak bakıldığın-
kolaylığın bulunacağına iki defa vurgu yapılması da intiharın İslâm’ın ruhuna aykırı olduğu açıkça
bir yandan Resûl-i Ekrem’in, karşılaşacağı şiddet- görülür.
li engelleme ve zorlukların rahatlama ile sonuç- Nisâ sûresindeki âyette yer alan, “... kendinizi öl-
lanacağına kesin olarak güvenmesini sağlamayı dürmeyiniz ...” (4/29) ifadesi müfessirlerce değişik
amaçlamakta, öte yandan müminlere mâruz ka- şekillerde yorumlanmakla birlikte intihar yasa-

293
Vadi-i Hamuşan
ğının delillerinden biri olarak da görülmüştür. çekecektir (Müsned, III, 254, 309, 435, 478, 488;
Zira bu âyetten hem doğrudan doğruya kendini IV, 33, 34, 135; Buhârî, “Cenâiz”, 84, “Edeb”, 44,
öldürme, hem de kişinin aşırı perhiz uygulama- “Ķader”, 5, “Tıb”, 56; Müslim, “Îmân”, 175, 176,
ları ile kendi hayatını tehlikeye sokması sonucu 177; Tirmizî, “Tıb”, 7; Nesâî, “Eymân”, 7).
psikolojik olarak intihar etmenin haram olduğu Kişinin, Allah’ın bir emaneti olan kendi canı üze-
anlamını çıkaranlar vardır. Ayrıca, “Kendinizi rinde tasarrufta bulunma hakkı yoktur. Büyük acı
kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız” meâlindeki ve ıstıraplar içerisinde kıvranan insanlar için bile
âyet de (el-Bakara 2/195) dikkate alınarak kişi- intihar meşrû bir yol değildir.
nin kendi ölümüne yol açacak davranışlara giriş-
Hz. Peygamber, gerek geçmiş ümmetlerden ge-
memesi gerektiği belirtilmiştir (Kurtubî, V, 156;
rekse kendi sahâbeleri arasından bazı örneklerle
İbn Kesîr, I, 480; Elmalılı, II, 1343-1344). Fakat
bu hususa dikkat çekmektedir (Buhârî, “Cenâiz”,
Kur’an’da intiharla ilgili bir hükmün bulunma-
84; “Enbiyâ”, 50). Hayber Gazvesi’nde aldığı ya-
dığını ileri sürenler de olmuştur. Bu görüşleri
raların acısına dayanamayarak kılıcı üzerine yatıp
nakleden Fahreddin er-Râzî, böyle söyleyenlerin
intihar eden Kuzmân çarpıcı bir örnek olarak zik-
iman sahibi bir müminin bu yola başvurmasının
düşünülemeyeceğini, dolayısıyla intiharı yasakla- redilmektedir (Buhârî, “Cihâd”, 77; “Megāzî”, 38).
manın anlamsız olacağını ifade ettiklerini belirtir Resûl-i Ekrem, intihara karşı tavrını göstermek
(Mefâtîhu’l-gayb, VI, 72). için intihar eden bir kimsenin cenaze namazına
katılmamıştır (Müslim, “Cenâiz”, 107).
Kur’ân-ı Kerîm’de “... nefislerinizi öldürünüz ...”
(el-Bakara 2/54; en-Nisâ 4/66) anlamında ifadeler Büyük günahların sayıldığı hadislerde intihar
de vardır. Ancak bu âyetlerde yer alan hükümlerin geçmiyorsa da akaid ve kelâm âlimleri yukarıda
esas itibariyle İsrâiloğulları’yla ilgili olduğu hu- belirtilen âyet ve hadisleri, özellikle Zâtüsselâsil
susunda müfessirler arasında görüş birliği mev- Seriyyesi’nde Amr b. Âs’ın gece soğuktan asker-
cuttur. “Eğer onlar için, ‘Kendinizi öldürün ya da lerin kırılmasından korkarak su olduğu halde
yurtlarınızdan çıkın’ diye yazmış olsaydık içlerin- teyemmümle namaz kılınmasını emrettiğine
den pek azı dışında bunu yapmazlardı” (en-Nisâ dair hadisi (Müsned, IV, 203-204; Ebû Dâvûd,
4/66) meâlindeki âyeti Elmalılı Muhammed Ham- “Tahâret”, 124) delil göstererek intiharın büyük
di şu şekilde yorumlamaktadır: “Eğer biz onlar günahlar arasında yer aldığına hükmetmişlerdir.
için (Kur’an’ın muhatapları için), ‘Kendinizi öldü- Nitekim Zehebî’nin listesinde intihar büyük gü-
rün veya diyarınızdan çıkın’ diye yazsaydık Benî nahların yirmi dokuzuncu sırasında (el-Kebâir, s.
İsrâil’de olduğu gibi günahtan tövbe ve kurtuluş 134-135), Heytemî’nin listesinde de 214. sırada
için intihar etmeyi ... farz kılsaydık pek azı müs- (İslâm’da Helâl ve Haramlar, II, 282-288) göste-
tesna bunu yapmazlardı. Fakat İslâm’da böyle şid- rilmiştir.
detli bir mükellefiyet yoktur, bilâkis ‘nefislerinizi Fakihler ve Ehl-i sünnet âlimleri kendini öldüren
öldürmeyiniz’ emri vardır” (Hak Dini, II, 1385). kimsenin dinden çıkmış sayılmayacağı, ancak bü-
Hadislerde intihardan şiddetle kaçınmayı gerek- yük günah işlemiş olacağı hususunda görüş birliği
tiren ifadeler yer alır. Bu hadislerin anlatmak iste- içerisindedir. Ayrıca intihar edenin cenazesinin
diği şey, insanın kendi canına kıymasının affedi- diğer cenazeler gibi yıkanacağı ve müslüman kab-
lemeyecek ölçüde büyük bir suç ve günah olduğu ristanlığına gömüleceği konusunda fakihler itti-
gerçeğidir. İntihar eden kimse bu fiili hangi usulle fak etmiştir. Fakat bu kişinin cenaze namazının
gerçekleştirmişse cehennemde sonsuza kadar aynı kılınıp kılınamayacağı meselesi tartışmalara konu
tarzda ceza görecektir. Kendini bir dağın tepesin- olmuştur.(…) Ancak fakihlerin çoğunluğuna göre
den atarak öldüren kimse cehennemde sürekli intihar eden kişinin cenaze namazı kılınır. İbn
olarak azaba atılacak, zehir içerek intihar eden, ce- Teymiyye ise konuya biraz daha farklı bir açıdan
hennem ateşinde zehir kadehi elinde sonsuza ka- yaklaşmıştır. Ona göre bir insanın kendini öldür-
dar içerek azap çekecek, kesici bir aletle kendisini mesi asla câiz olmamakla birlikte böyle bir kimse-
öldüren de cehennemde aynı yolla ceza görüp acı nin cenaze namazı kılınır. Nitekim Resûl-i Ekrem

294
Vadi-i Hamuşan
namazı kendisi kılmamışsa da ashabına kılmaları- onaylanmamıştır (meselâ bk. Gazzâlî, İhyâ, III,
nı söylemiştir. Bu durumda halkın cenaze nama- 51, 199; IV, 127).(1)
zını kılması, fakat din büyüklerinin Hz. Peygam- (1) DİA; [İNTİHAR - Hayati Hökelekli] c. 22; s. 353
ber’e uyarak namaza katılmamaları uygun olur
(Mecmûu fetâvâ, XXIV, 289-290; mezheplerin bu
konudaki görüşleri için bk. Mv.F, VI, 293-295). İntihar Telakkisi
İntihara teşebbüs eden bir kimseye ceza uygula- Eski Yunan’da genellikle tasvip edilmemekle bir-
nıp uygulanmayacağı konusunda da farklı görüş- likte bazı durumlarda intiharı normal bir davranış
ler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre eğer intihar olarak gören felsefî bir tutumun varlığı bilinmek-
teşebbüsü sonuca ulaşır da bu kişi ölürse artık tedir.(…) Stoa felsefesinin intihar karşısındaki
ceza düşmüştür; fakat onun malından kefâret ve- tavrı da insanın gerektiği zaman canına kıyabile-
rilmesi konusunda fakihler ihtilâf etmişlerdir.(…) ceği yolundadır. Bu tavır Roma felsefesini derin-
Ortaklıkta teşvik, ittifak ve yardım eşittir. İntiha- den etkilemiştir.(…) Fakat Cicero hem dinî hem
ra teşebbüs eden kişi ölmezse bu davranışından sosyal gerekçelerle intiharın meşrûluğunu reddet-
dolayı cezalandırılır, onunla birlikte suça katılan miştir.
da ceza görür. Her ikisi için ceza “ta‘zîr” niteliğin- Yahudilik ilke olarak intiharı tasvip etmez. Ancak
dedir (Abdülkādir Ûdeh, s. 446-447). geleneksel İbrânî hukukunda intihar edenin aklı
başında iken bu fiili işlemiş olamayacağına, do-
İslâm’ın ortaya koyduğu hak ve vazife anlayışıy-
layısıyla sorumlu tutulmayacağına dair genel bir
la açıkça çelişen intihar ahlâk bakımından da bir
anlayış vardır. Bu sebeple intihar edenlere normal
suçtur. Yaşama hakkı tabii haklardandır, onun
yahudi defin merasimi uygulanır.(…)
elde edilmesinde kişinin bir katkısı yoktur. Canı
veren Allah’tır ve yine ancak O alabilir (el-Hicr Hıristiyanlık intihara kesinlikle karşıdır.(…)
15/23; Kāf 50/43; en-Necm 53/44). Doğu dinleri arasında Hinduizm ve Jainizm in-
Şu halde insanın bu hakkını ortadan kaldırmaya tiharı meşrû saymakla kalmaz, bazı durumlarda
ve canına kıymaya yetkisi yoktur. İntihar aynı za- dinî bir merasimin konusu olarak değerlendirir.
manda sosyal bir suç kabul edilir. Zira insan yalnız Hinduizm’de “samsara”dan kurtulmak için gi-
kendisi için değil toplum için de yaşar; topluma rişilen intiharlar ve dul kalan kadının kendini
faydalı olmak onun bir görevidir. Halbuki inti- yakması bu anlayışın bir sonucudur. Aynı şekilde
har eden kişi bu görevden kaçmış ve görevlerini Jainizm de zühd ve mâneviyat adına yeme ve iç-
ifa imkânına son vermiş olmaktadır. Öte yandan meden uzak durmak suretiyle girişilen intiharları
İslâm âlimleri insanın uhrevî âleme olan yolculu- kutsal bir ölüm telakki eder.
ğunda dünyayı bir durak, bedeni de binit saymış- Budizm ve Konfüçyanizm’de ise açık bir meşrulaş-
lar ve onun korumasının dinî bir ödev olduğunu tırma ve teşvik yoktur.(…)
belirtmişlerdir. Bedenin ihtiyaçlarını karşılama- İslâm’da dinin temel amaçlarının başında gelen
yan insanın bu yolculuğu tamamlaması mümkün nefsin korunması ilkesinin bir sonucu olarak ki-
değildir. Bu sebeple intihar, yaratılış düzenine ve şinin haksız yere başkasını öldürmesi gibi (el-İsrâ
dinin insanları ulaştırmak istediği hedeflere ay- 17/33) kendi canına kıyması da kesin biçimde ya-
kırı bir yoldur (Gazzâlî, Cevâhirü’l-Ķurân, s. 10; saklanmıştır.
İhyâ, I, 48-49). İntiharın ahlâk bakımından değerlendirilmesi,
Bu arada organlardan birinin fonksiyonunu or- günümüzde hayli tartışmalara sebep olan öte-
tadan kaldırmak da dine ve ahlâka aykırıdır. Ni- nazi (euthanasia) konusunu da ele almayı gerek-
tekim hayatın devamına zararlı olacak tarzda tirmektedir. Sözlükte “iyi ölüm” anlamına gelen
aşırı ibadet ve riyâzet Hz. Peygamber tarafından ötenazi, “iyileşmesi imkânsız bir hastalıktan do-
uygun görülmemiş (meselâ bk. Buhârî, “Îmân”, layı dayanılmaz acılar çeken bir kişinin hayatına
13, “Nikâh”, 1, 8; Müslim, “Nikâh”, 5, 8, “Feżâil”, hekim mârifetiyle son vermek” demektir. Aktif
127), bu yol birçok İslâm âlimi tarafından da ve pasif olarak ikiye ayrılan ötenazinin aktif ola-

295
Vadi-i Hamuşan
nında, acılara dayanamayan hasta hekiminden bir c. Kur’an-ı Kerim’in 23 senede inzali.(2)
ilâçla hayatına son vermesini ister. Pasif olanında (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
da bilinci yerinde olmayan yahut kendisine danı- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şılmayan hastanın hayatına yine hekim mârifetiy-
le son verilir. Pasif ötenazi cinayetle, aktif ötenazi
intiharla karşılaştırılabilir (Poyraz, sy. 14 [1994], İnzâr
s. 41-48).(…) İlâhî emirlere uymayanları kötü bir âkıbetin bek-
Buna karşılık psikanaliz ekolü intiharı, insandaki lediğini haber verip onları uyarma.
saldırganlık-yıkıcılık-ölüm içgüdüsünün tersine Sözlükte “korkulu bir şeyi bilip sakınmak” anlamı-
dönüp bir başkası yerine kendisine yönelmesi na gelen nezr (nizâre) kökünden türetilmiş olup
olarak açıklar. Ruh hekimlerine göre intihar, özel “korkulu bir şeyi haber vererek sakındırmak” de-
bir tedavi gerektirecek marazî (patolojik) bir yapı mektir. “Sevindirici haber verme” anlamındaki te-
üzerinde ortaya çıkmaktadır; yani intihara eğilim- bşîrin karşıtı olan inzâr dine davet yöntemlerin-
li kimseler potansiyel olarak ruh hastası olan kişi- den biridir. İnzârı gerçekleştiren kimseye münzir
lerdir. Bununla birlikte ilmî veriler, dinî inançları- (nezîr) denilir ve “tehlikenin farkında olmayan
na bağlı kimselerde intihar nisbetinin çok düşük topluluğa bu tehlike hakkında bilgi veren kimse”
olduğunu göstermektedir (Ziyalar, s. 269). diye tanımlanır. Nitekim Hz. Peygamber kendi-
Melankolik depresyonların doğurduğu şiddetli ni, düşman ordusunun gelmekte olduğunu görüp
intihar düşüncesine rağmen eğer hastanın dinî kavmine haber veren ve onları bu konuda uyaran
inançları kuvvetli ise çok nâdir olarak bu işe te- kimseye benzetmiştir (Buhârî, “Riķāķ”, 26; Müs-
şebbüs etmekte, buna karşılık inançları gevşemiş lim, “Feżâil”, 16).
olan melankolik aydın kimselerin intihar teşeb- İnzâr, esasen peygamberlere ait bir görev olmakla
büsleri daha sık görülmektedir (Samuk, XX/1 birlikte Kur’an’da münzir ismi Allah’a nisbet edil-
[1982], s. 21-27)(1) miş (ed-Duhan 44/3) birkaç âyette fiil sîgasıyla
(1) DİA; [İNTİHAR - Hayati Hökelekli] c. 22; s. 353 (el-Mü’min 40/15; en-Nebe’ 78/40), ayrıca nezîr
kelimesiyle (el-Mülk 67/17) bunun çoğulu olan
nüzür Allah’a izâfe edilmiştir (el-Kamer 54/16,
İntikal 18, 21, 30, 37, 39). Allah’ın inzâr edici olması, in-
a. Ahirete göçme, ölme.(1)(2)(3)(4) sanların davranışlarından haberdar olduğunu ve
b. Bir yerden başka bir yere geçme, yer değiştirme, onların doğru yolu bulmaları için her türlü vesile-
göçme.(2) yi yarattığını gösterir.

(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Müslümanların bir savaş durumunda hep birden
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. cepheye gitmemeleri, bir kısmının geride kalarak
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. dinî konularda derinleşmeleri ve cepheden dö-
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. nenleri aydınlatıp uyarmalarını emreden âyetten
(et-Tevbe 9/122) anlaşılacağı gibi din âlimleri de
peygamberler gibi inzârla görevlidir.
İntikâli Dâr-ı Beka etmek
İslâm, iyilik yapıp kötülükten kaçınmayı ve Allah’a
Baki olan eve geçmek, ölmek.(1) teslim olarak bütün davranışlarda ilâhî emirlere
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. uymayı amaçlayan bir dindir. İman, vasıtasız ola-
rak yaşanan ve derin bir iç tecrübeye dayanan ba-
ğımsız bir yöneliştir. Bu bakımdan inanmaları için
İnzal
insanlara baskı yapılması kabul edilemez. “Dinde
a. Bir şeyin yüksek bir yerden aşağı doğru inmesi- zorlama yoktur” âyeti (el-Bakara 2/256) bu esası
ni sağlama, indirme, indirilme.(1)(2) açıkça dile getirir. İlâhî mesajı insanlara tebliğ et-
b. Peygamberlere Allah’ın buyruklarının gelmesi.(1) mek için görevlendirilen Resûl-i Ekrem’e bu yönde

296
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’de birçok ikazın yapıldığını görmek vicdanları uyarmaktır. Bu sebeple etkili olacak
mümkündür. “Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin bütün yollara başvurarak psikolojik engelleri orta-
hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen inanmaları dan kaldırmak gerekir. İnzâr da psikolojik engel-
için insanları zorlayacak mısın!” (Yûnus 10/99) lerin bertaraf edilmesi için kullanılabilecek etkili
meâlindeki âyet, imanın kişinin iradesine bağlı yollardan biridir. Ancak bu yöntemle de her za-
olduğunu ve Peygamber’in insanlara baskı yapma man olumlu bir sonuç elde etmek mümkün olma-
yetkisine sahip bulunmadığını belirtmektedir(...) yabilir. Zira bir inancı kesinlikle benimsemiş olan
Uyarma ve müjdeleme bütün peygamberlerin kul- insanların vicdanlarını etkilemek kolay değildir.
landığı iki davet metodudur (bk. M. F. Abdülbâkī, İnzâr edilsin veya edilmesin ilâhî davete karşı katı
el-Mucem, “bşr”, “nźr” md.leri). bir tavır takınan ve bunu sürdüren insanların var-
Kur’an’da tebşîr ve inzâr genelde birlikte zikredil- lığı bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan inzârın et-
mekle beraber inzâr kökünden gelen kelimelerin kisiz kalabileceğini de hesaba katmak gerekir (el-
daha fazla oluşu dikkat çekicidir (bk. a.g.e., “bşr”, Bakara 2/6; el-Enbiyâ 21/45; Yâsîn 36/10). Hatta,
“nźr” md.leri). Ancak bunu, ilâhî rahmetin gaza- “Biz insanlara korku veren uyarıda bulunuyoruz,
bını geçtiğine ve her şeyi kuşattığına ilişkin müj- ama bu onların büyük taşkınlık göstermelerinden
deleri, ayrıca cennet tasvirlerinin cehennem tasvi- başka bir işe yaramıyor” (el-İsrâ 17/60) meâlinde-
rinden daha çok olduğu hususunu dikkate alarak ki âyette işaret edildiği gibi inzâr bazı inkârcılar
değerlendirmek gerekir. İnkârcıların çok olmasına üzerinde aksi tesir de yapabilmektedir. Bununla
bağlı olarak inzârın da fazla tekrarlanması tabii birlikte etkili olsun veya olmasın sürekli olarak in-
karşılanmalıdır. İslâm davetinde korku ve uyarma sanlara inzâr ve tebşîr edici elçiler gönderilmiştir.
yöntemine bu derece ağırlık verilmesi âlimlerce Uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler göndermek
iki yönden ele alınarak açıklanmıştır. suretiyle insanların vicdanlarını sarsacak bütün
yolları denemek ve Allah’a karşı herhangi bir itira-
Bunlardan biri, korkunun insanı harekete geçir-
zın öne sürülmesine imkân vermemek inzârın te-
medeki rolünün daha fazla oluşudur. Fahreddin
mel amacıdır (en- Nisâ 4/165; el-Mâide 5/19).(…)
er-Râzî’nin belirttiğine göre bir işin yapılmasını
veya terkedilmesini sağlamakta uyarma ve kor- Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde değişik inzâr vası-
kutmanın etkisi müjdelemenin etkisinden daha talarından söz edilir.
güçlüdür. Çünkü insan menfaat sağlamaktan çok Bunların başında bizzat Kur’an’ın kendisi gelir.
zararı defetmek için çaba harcar (Mefâtîhu’l-gayb, Hz. Peygamber’e insanları Kur’an’la uyarmasını
II, 42). Dolayısıyla inzâr hedefe ulaşma imkânını telkin eden çok sayıda âyet vardır (meselâ bk. el-
daha çabuk sağlar. Ancak inzârın sürekli olması En‘âm 6/19, 92; el-A‘râf 7/2; el-Enbiyâ 21/45).
gerekir, aksi takdirde iş‘âr (bildirme) mahiyeti ka- Diğer bir inzâr çeşidi, inançsız ve günahkâr in-
zanır (Kurtubî, I, 184). sanları âhiret gününde bekleyen şiddetli azabı
İkincisi de davete muhatap olan insanların özel- hatırlatıp cehennem tasvirlerini nakletmektir. Bu
likleriyle ilgilidir. İslâm öncesi Arap toplumunun tablolar hem maddî elem ve ıstırapları (İbrâhîm
büyük çoğunluğu inanç, zihniyet ve davranış ba- 14/44; el-Mü’min 40/15,18; Müsned, I, 281, 307;
kımından son derece olumsuz niteliklere sahipti. III, 476; IV, 268; V, 60) hem de korku, panik, sı-
Bundan dolayı davetin ilk dönemlerinden itibaren kıntı, Allah tarafından yüzüstü bırakılma gibi psi-
İslâm’a karşı büyük bir direniş gösterdi. Sağdu- kolojik azabı gözler önüne serer (Âl-i İmrân 3/77;
yularını büyük ölçüde yitirmiş ve kalpleri katıla- Yûnus 10/27; el-Kalem 68/43; el-Meâric 70/44;
şıp âdeta taş kesilmiş (el-Bakara 2/74; ez-Zümer Abese 80/40-41).
39/22) insanların vicdanlarında bir sarsıntı mey- Önceki kavimlerden ilâhî emirleri inkâr edenlerin
dana getirerek dikkatlerini çekmek için inzârdan karşılaştığı belâ ve musibetlerle (Yûnus 10/73;
daha etkili bir metot yoktur. el-Kasas 28/46-47; el-Kamer 54/33-34; Nûh
Peygamberlerin asıl görevi, insan fıtratında mev- 71/1) Resûl-i Ekrem’in davetine karşı direnen
cut dinî potansiyeli harekete geçirmek amacıyla müşriklerin bu dünyada çarptırılacağı cezaların

297
Vadi-i Hamuşan
hatırlatılması da (Fussılet 41/13; el-Ahkāf 46/21; İrciî
el-Kamer 54/36) bir diğer inzâr vasıtası olarak ka- “Ey mutmain olan nefis! Razı olmuş ve kendisin-
bul edilebilir.(1) den razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” ayetinin
(1) DİA; [İNZÂR - Hayati Hökelekli] c. 22; s. 359 ilk kelimesi ölüm anlamına gelir.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İnziva
a. Köşeye çekilme, çekilip bir şeye karışmama, in- İrem
sanlardan uzaklaşma.(1) Kur’an’da sözü edilen bir kabilenin veya yerleşim
b. Kendini Allah’a adamak niyetiyle dış dünyanın merkezinin adı.
bağlarından kendisini sıyırarak manevi âleme Kur’ân-ı Kerîm’de azgınlıkları sebebiyle helâk
dalmak için kalabalıklardan uzak kalma, bir kö- edilen Âd, Semûd kavimleri ve Firavun’la birlikte
şeye çekilme, kendi kendisiyle konuşma ama- sadece bir yerde “direkleri olan, ülkelerde benze-
cıyla içine kapanma.(2) ri yaratılmamış İrem” (el-Fecr 89/6-14) şeklin-
de zikredilmektedir. Kelimenin aslının İbrânîce
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
“Aram” olduğu ve “yüksek memleket” anlamına
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
geldiği belirtilmektedir (Mustafavî, et-Tahķīķ,
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
“el-İrem” md.; Jeffery, s. 53).
Tevrat’a göre bu kelime, hem Aram veya Suriye
İradi Ölüm diye adlandırılan bölgenin hem de bu bölgede ya-
“Ölmeden önce ölünüz” prensibiyle, insanın nef- şayan ve Ârâmîler’in atası olan kişinin adıdır (DB,
sinin elinden kurtulması, geçici dünya hevesleri- I/1, s. 875-876). Aram, Akkad Kralı Naramsin’in
ni terk ederek bütün benliğini Allah’ın varlığında bir yazıtında Yukarı Fırat yöresinde bir bölgeye
yok etmesidir.(1)(2) verilmiş yer adı, milâttan önce 2000 yıllarına ait
(1) Kaya, Bayram Ali. a.g.e., s. 328; tabletlerde ise Aşağı Dicle havzasında bir şehir
(2) Bardakçı, Mehmet Necmeddin, a.g.e., s. 247 ismi olarak geçmektedir. Kelime sonraları Mari,
Alalah ve Ugarit belgelerinde şahıs adı, Mısır bel-
gelerinde ise yer adı olarak ortaya çıkmaktadır
İrahe (DİA, III, 268-269).
Ölme.(1) Tevrat’a göre Aram, Hz. Nûh’un üç oğlundan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Sâm’ın beşinci oğludur; kendisinin de Ûs (Uts),
Hul, Geter ve Maş adında dört oğlu vardır (Tek-
vîn, 10/22-23). İrem kelimesini bir kişi adı kabul
İran eden müslüman tarihçi ve müfessirler de onun şe-
Tabut.(1)(2) ceresini İrem b. Sâm b. Nûh (Taberî, TârîH, I, 216;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Mes‘ûdî, I, 41) veya İrem b. Avs (Ûs) b. Sâm b.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. Nûh (Taberî, Câmiu’l-beyân, XXX, 111; İbn Kesîr,
VIII, 394) olarak vermektedirler.
İslâm tarihçilerine göre Arap yarımadasındaki
İranlı Ahmed (Gazezler-Naib) Türbesi-Sivas
kavimlerin çoğu İrem’in soyundan gelmektedir.
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 82 Ahkāf’ta yerleşmiş olan (el-Ahkāf 46/21), kendi-
lerine Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildi-
ği kavme adını veren Âd da İrem’in büyük oğlu
İras
Avs’tan torunudur. İrem’in diğer oğlu Âbir’den
Ölen kişinin, malını bir kişiye bırakması, onu va- torunu Semûd’un kavmi ise Hicr’de yerleşmiş
ris tayin etmesi.(1) olup onlara da Hz. Sâlih gönderilmiştir (Mes‘ûdî,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. I, 41-42; Cevâd Ali, I, 299).

298
Vadi-i Hamuşan
İrem’in bir kabile adı olduğunu söyleyenlere göre Şemseddin Sâmi, Muâviye b. Ebû Süfyân zama-
bu kabile Âd kavminin bir kolu olup adını kavmin nında Abdullah b. Kılâbe adında bir zatın, Ermen
atası olan İrem’den almıştır. Tarihçiler ve müfes- harabelerinde Âd kavmine ait bir miktar kıymetli
sirler, Kur’an’daki bir ifadeden de hareketle (en- mücevherat bulduğu yolunda bazı bilgiler akta-
Necm 53/50) Âd kavmini Âd-i Ûlâ ve Âd-i Uhrâ rırsa da (Kāmûsü’l-a‘lâm, II, 839) bu bilgilerin
diye iki kısma ayırmakta ve Âd-ı Ûlâ’ya atalarına kaynağı kabul edilen “İrem zâtü’l-imâd” hadisinin
nisbetle İrem denildiğini nakletmektedirler (Fah- sahih olmadığı tesbit edilmiştir (Aydemir, s. 220-
reddin er-Râzî, XXXI, 166; İbn Kesîr, VIII, 394). 222).
Eski Arap şiirinde Arabistan’da yaşayan İrem Şark-İslâm edebiyatlarında İrem kelimesi daha
adında bir kabileden bahsedilmekte ve çoğunluk- ziyade (Bâğ-ı İrem) şekliyle mutluluk verici, mâ-
la Âd, bazan da Semûd, Himyerîler ve diğerleriyle mur ve gösterişli binaları, evleri vb. yerleri ifade
birlikte zikredilmektedir. Bu kabile Kudâr el-Ah- eden bir mazmun olarak kullanılmıştır. Bağları ve
mer (Uhaymir) tarafından ortadan kaldırılmıştır rengârenk ağaçları ile İrem bahçeleri baharı tem-
(Horovitz, s. 89-90; EI² [Fr.], III, 1303). İbn Hal- sil eder; ayrıca sevgilinin bulunduğu evi, gezindi-
dûn da İrem’in bir kabile adı olduğunu, çünkü bu ği bahçeyi vb. mahalleri tanımlamada kullanılır:
adla anılan bir şehrin bulunmadığını ifade etmek- “Görmedik öyle melek-sûreti bu dünyâda / Belki
tedir (el-İber, II, 19). Rıdvân kaçırıp kûy-ı İrem’den gelmiş” (Sünbülzâ-
Bazılarına göre İrem İskenderiye veya Şam’dır. de Vehbî).
Fakat Taberî, İskenderiye ve Şam şehirlerinin Âd İrem tasavvufî edebiyatta da “insanın gönlü, Tan-
kavminin yaşadığı yerle ilgili Kur’an’da verilen bil- rı’nın tecellîgâhı, Tanrı ile buluşma yeri” anlamın-
gilere (el-Ahkāf 46/21) uymadığını belirtmekte- da bir remiz olarak kullanılmıştır: “Cemâlini gö-
dir (Câmiu’l-beyân, XXX,113), İrem’in Yemen’de ren ey ravzanın gülistânı / İrem sarâyını yâ sahn-ı
Hadramut ile San‘a arasında Şeddâd tarafından gülsitânı n’ider” (Nesîmî).(1)
inşa ettirilen şehir olduğu rivayeti daha çok be-
(1) DİA; [ÎREM- Ömer Faruk Harman] c. 22; s. 443
nimsenmektedir (Yâkūt, I, 155; Nüveyrî, XIII,
61-70). İslâmî kaynaklarda bu şehrin özelliklerine
dair oldukça ayrıntılı rivayetler vardır. Yâkūt, Eyle İrem Bahçesi
(Akabe) ile Benî İsrâil çölü arasında Cüzâm diya- a. Efsaneye göre Ad kavminden Şeddad’ın cenneti
rında yüksek bir dağın da İrem adıyla bilindiğini yeryüzünde kurmak maksadıyla yaptığı şehrin
nakletmektedir (Mucemü’l-büldân, I, 154-155). adı olup edebiyatımızda “Cennet bağı, dünya
Batlamyus’un Suriye’de olduğunu söylediği Ara- cenneti, cennet kadar güzel ve bayındır yer,
mawa denilen yerin İrem olduğu ileri sürülmüş- mamur, abadan, neşat-efza” anlamında ve ge-
tür. Arkeolojik araştırmalar da İrem’in Akabe’nin nellikle bağ-ı irem şeklinde kullanılır.(1)(3)
25 km. doğusundaki Rem dağı olduğunu göster-
b. Sahte cennet.(2)
mektedir. Son dönem araştırmacıları Âd kavmi-
nin Arap yarımadasının kuzeybatısında, Hicaz ve (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Necid’den Şam’a doğru uzanan sahada yaşadığına (2) Çağbayır, İlhan, Ötüken Türkçe Sözlük;
kanidir. Kur’an’da zikredilen “İrem zâti’l-imâd”ın (3) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
Akabe yakınlarındaki bu yer olduğu ileri sürül-
mektedir (Cevâd Ali, I, 301; el-Mevsûatü’l-Ara-
İrhas
biyye, I, 932). Şam’ın İrem olduğunu söyleyenlere
Vahiy gelmeden önce bir peygamberin, peygam-
göre Şam, Ârâmîler’in önemli merkezlerinden ve
ber olacağına işaret olarak zuhur eden harikulade
başşehirlerinden biri olup İrem’den maksat da
Aram’dır. Hemedânî “İrem zâti’l-imâd”ın Şam ol- haller.(1)(2)(3)
duğu, Ceyrûn b. Sa‘d b. Âd’ın kurduğu bu şehrin (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mermer sütunları sebebiyle “Ceyrûn zâtü’l-imâd” (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
diye anıldığını kaydeder (Cevâd Ali, I, 303). (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

299
Vadi-i Hamuşan
İrkab İsa (Ese) Baba Türbesi-Samsun
Öldükten sonra yasal mirasçılardan başkasına da (1) Samsun Valiliği. a.g.e. s. 70,
mal bırakma.(1) (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 303
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. İsa (Kümbet) Türbesi-Kayseri
(1) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 88
İrs
a. Bir şahsın başka birinin ölümünden sonra ha- İsa Baba Türbesi-Tire
yatta kalması ve ölenin geride bıraktığı malını
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 134
alması.(4)(2)
b. Fıkıhta ölene ait olup ölüm sebebiyle şerî mi-
rasçının hak ettiği geriye kalan mallar ve hak- İsa Baba Türbesi-Samsun
lardır.(4) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İsa Bey Türbesi-Sırbistan-İvranya
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 10, s. 317 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 706

İrşad İsa Bey Türbesi-İçel

a. Doğru yolu gösterme, uyarma, aydınlatma.(1)(2) (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48


(3)

b. Manen aydınlatma, hak yolunu gösterme, gaflet- İsa Bey Türbesi-Üsküp


ten uyandırma, uyarma,(2) şeyhin tarikat ve Al-
(1) DİA, Cilt. 33, s. 585
lah’a ulaşma yolunda müride önderlik etmesi.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İsa Bey Türbesi-İstanbul
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA (1) Adresler. a.g.e.

İrtidâd İsa Bey Zaviyesi ve Türbesi-Kosova


Allah’a verilen sözden dönme, Allah’a verilen ahdi (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 514
bozmadır ki çok büyük günahtır.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 162 İsa Dede Sultan Türbesi-Yunanistan-Eğriboz
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 992
İrtihal
Dünyadan âhirete göç, vefat, ölme, ölüm.(1)(2)(3) İsa Dede Türbesi-Kastamonu
(4)(5)(6)
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2,
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 15
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İsa Dede Türbesi-Bilecik
(5) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48,
(6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. (2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 55

300
Vadi-i Hamuşan
İsa Efendi Türbesi-Amasya muhtaç olsa dahi başkasını kendisine tercih ede-
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
bilecek bir ahlâk anlayışına ve irade gücüne sahip
bulunmasıdır.
Îsâr kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de dört âyette (Yû-
İsa Geylani Türbesi-İstanbul
suf 12/91; Tâhâ 20/72; en-Nâziât 79/38; el-A‘lâ
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48, 87/16) sözlük mânasında, bir âyette de (el-Haşr
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 340, 59/9) terim anlamında kullanılmıştır.
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 487
Kelime aynı mânada hadislerde de geçmektedir
(bk. Wensinck, el-Mucem, “eşr” md.). Îsârın te-
İsa Geylani Türbesi-İstanbul rim anlamına esas olarak gösterilen âyette, bütün
(1) Adresler. a.g.e. mal varlıklarını Mekke’de bırakarak Medine’ye
göç etmek zorunda kalan Hz. Peygamber’i ve di-
ğer muhacirleri şefkatle kucaklayıp mal varlıkla-
İsa Han Niyazi Türbesi-Hindistan
rını onlarla paylaşmaktan çekinmeyen Medineli
(1) DİA, Cilt. 18 s. 103 müslümanlar (ensar) övgüyle anılmakta, âyette
onların şahsında müslüman toplumun bazı temel
İsak Baba Türbesi-Romanya-İsakça mânevî ve ahlâkî özelliklerine temas edilmek-
tedir. Buna göre müslümanlar öncelikle imanı
(1) Önal, M. Naci. a.g.e. S.,
gönüllerine yerleştirmişlerdir; ayrıca muhacirler
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 681
gibi zor durumda kalıp kendi beldelerine gelen-
leri severler; din kardeşlerine kendilerinden daha
İsak Baba Türbesi-Romanya-Maçin fazla imkân sağlanmasından dolayı içlerinde kıs-
(1) Önal, M. Naci. a.g.e. S., kançlık duymazlar; nihayet ihtiyaç içinde olsalar
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 681 dahi onları kendilerine tercih eder, şahsî menfa-
atlerinden, zevklerinden fedakârlıkta bulunurlar.
Âyetin son kısmında, nefsinin cimrilik eğilimle-
İsar rinden kendini koruyabilenlere ebedî kurtuluşu
Başkaları için özveride bulunma anlamında ahlâk kazanacakları müjdelenirken dolaylı olarak îsârın
terimi. bu yöndeki psikolojik etkisine de işaret edilmek-
Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tedir (Kurtubî, XVIII, 27).
tutma, tercih etme” mânasına gelen îsâr ahlâk te- Bu âyet münasebetiyle îsâr kavramı tefsirlerde,
rimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde “âhiret saadetini elde etme arzusuyla başkasının iyi-
bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının liğini ve mutluluğunu kendine ve kendi zevklerine ter-
ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkası- cih etmek, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyaçlarından
nın yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir. daha önde tutmak” şeklinde açıklanıp bir cömertlik
Cürcânî îsârı, “kişinin başkasının yarar ve çıkarı- derecesi olarak gösterilmektedir (İbn Kesîr, III,
nı kendi çıkarına tercih etmesi veya bir zarardan 474; Şevkânî, V, 232).
öncelikle onu koruması” şeklinde tarif ederek bu Kaynaklarda cömertliğin sehâ, cûd ve îsâr olarak
anlayışın din kardeşliğinin en ileri derecesi oldu- başlıca üç derecesi bulunduğu belirtilir. Buna
ğunu belirtir. Îsâr anlamında Batı dillerinde kul- göre bir kimsenin elindeki imkânların en çok yarısı-
lanılan altrüizm karşılığında modern Arapça’da nı başkasına ikram etmesine sehâ (sehâvet), çoğunu
daha çok gayriyye, Türkçe’de diğerkâmlık ve özge- vermesine cûd, imkânlarının tamamını başkaları için
cilik terimleri kullanılmaktadır. kullanmasına da îsâr denir (Kuşeyrî, II, 502). Gaz-
Bir kimsenin cömertlikte îsâr derecesine ulaşabil- zâlî, cömertliği “Allah’ın ahlâkî sıfatlarından biri”
mesi için ikram ettiği şeye kendisinin fiilen muh- şeklinde tanımlamakta, cömertliğin en yüksek
taç durumda bulunması şart değildir; önemli olan, derecesinin de îsâr olduğunu ifade etmektedir.

301
Vadi-i Hamuşan
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in çok yüce bir mak için kendi hayatlarını ortaya koymaları da can
ahlâka sahip olduğu bildirildiğine göre îsâr aynı ile îsâr için örnek gösterilir. Bu arada Ebû Talha
zamanda Resûlullah’ın ahlâkının da bir unsuru- adlı sahâbînin kendini Resûlullah’a siper etmesi ve
dur. Ancak diğer erdemli davranışlarda olduğu onu korurken yaralanması (Müsned, III, 265, 286;
gibi îsârın da belirtilen ahlâkî değeri kazanabil- Buhârî, “Cihâd”, 80, “Menâķıbü’l-enśâr”, 18) özve-
mesi için maddî veya mânevî bir karşılık beklen- rinin en güzel örneklerinden biri olarak anılır.
meden sırf Allah rızâsı ve insan sevgisinden do- (…)(1)
layı yapılması gerekir. Çünkü iyilik karşılığında
(1) DİA; [ÎSÂR - Mustafa Çağrıcı] c. 22; s. 491
teşekkür veya övgü bekleyen kişi cömertlik değil
alışveriş yapmış sayılır (İhyâ, III, 260).
İsa Dem
Kaynaklarda, bir kimsenin sıkıntı içinde bulun-
masına rağmen imkânlarını başkası için kullanıp Tasavvuf edebiyatında vusûl makamına ulaşmış
nefsini mahrum bırakmasının câiz olup olmadığı ve ölü kalpleri kudsi nefesleriyle canlandıran ev-
hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ço- liyayı anlatmak için kullanılır.(1)
ğunluğun benimsediği görüşe göre mahrumiyet (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
ve sıkıntıya sabredebilenler için îsâr, halinden
şikâyet edecek veya başkalarına el açabilecek İsazade Türbesi-İstanbul
yapıda olanlar için malına sahip olmak (imsak)
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 50
daha hayırlıdır (Kurtubî, XVIII, 28). Nitekim Hz.
Peygamber, bir kimsenin elindeki imkânların ta-
mamını muhtaçlara verip sonra da başkalarından İsis
yardım istemesini kınamıştır (Dârimî, “Zekât”, Aslında bir Mısır Tanrıçası olan İsis, İsa’dan son-
25). Ayrıca bir müslümanın malının üçte birin- raki yüzyıllarda Yunan-Roma dünyasına girmiş ve
den fazlasını vasiyet etmesini yasaklayan hüküm kişiliğinde birçok dişi Tanrıları toplayarak bir süre
dikkate alınarak (Buhârî, “Veśâyâ”, 3; Tirmizî, tek Tanrıça olarak tapım görmüştür. Mısır efsa-
“Veśâyâ”, 1) aile fertlerini maddî sıkıntıyla karşı nesine göre İsis, Kral Tanrı Osiris’in kız kardeşi ve
karşıya bırakacak derecede tasaddukta bulunma- karısı, güneş Tanrı Horus’un anasıdır. İsis, tıpkı
nın doğru olmadığı sonucuna varılabilir. Resûl-i Ana Tanrıça tipini simgeleyen Artemis-Hekate
Ekrem konuyla ilgili hadislerinin birinde şöyle de- ya da Kybele gibi, toprak, toprak ürünleri, deniz
miştir: “Arkanda zengin vârisler bırakman, onları ve yer altı ülkesine egemen olup yaşamla ölümü
insanların elindekine göz dikecek derecede yoksul elinde tutan, ayrıca büyü yoluyla doğa güçlerini
bırakmandan daha iyidir. Eşinin ağzına verdiğin yöneten bir Tanrıça oluvermiştir.(1)
bir lokma dahil olmak üzere iyilik olarak yaptı- (1) Erhat, Azra. a.g.e.
ğın her harcama sadakadır” (Buhârî, “Veśâyâ”, 2;
Müslim, “Vaśıyye”, 5, 8).
İsfendiyar Oğulları Türbesi-Manisa
Îsâr kavramı genellikle malî fedakârlıklar için
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48
kullanılmakla birlikte bazı kaynaklarda “can ile
îsâr”dan, yani kişinin sevdiği bir kimse için ken-
di rahatını, huzurunu, hatta hayatını feda etmeyi İshak Baba Türbesi-Arnavutluk
göze almasından da söz edilmekte ve bunun malla (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 110-442
îsârdan daha faziletli olduğu belirtilmektedir. Bun-
dan dolayı tasavvufta sevgi kısaca îsâr olarak da İshak Baba Türbesi-Kosova
tanımlanır. Çünkü en yüksek derecede sevgi, seven
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 497
kişinin gerektiğinde sevdiği için canını feda etmeyi
göze almasını sağlar.(…) Uhud Gazvesi’nde İslâm
ordusunun geçici olarak bozguna uğradığı sırada İshak Baba Türbesi-Edirne
bazı müminlerin Hz. Peygamber’in hayatını koru- (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28

302
Vadi-i Hamuşan
İshak Bey (Çelebi) Türbesi-Manisa dilmesi ümidiyle yapılan, tasadduk işlemi denilen
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48,
mal varlığının üçte birinin fidye olarak verilmesi.(1)
(2) Eroğlu, Süreyya. a.g.e, s. 159, (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(3) Manisa Valiliği. a.g.e. s. 268

İskat-ı Savm
İshak Bey Türbesi-Makedonya Üzerinde borç kalmış farz veya vacip oruç var iken
Yiğit Paşa’dan sonra Arnavutluk, Sırbistan ve ölen kimsenin oruçları için fidye verilir. Buna, oruç
Bosna bölgelerinin kumandanı olup, Üsküp’te ya- farzını düşürme anlamında İskat-ı savm denilir.(1)
şamıştır. Kabri, saat kule karşısındadır.(2) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 16, s. 391
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 632
(2) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 25 İskat
Ölünün hayrına, azap çekmemesi inancıyla dağı-
İshak Fakih Türbesi-Kütahya tılan sadaka.(1)(2)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 48 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
İshak Paşa Türbesi-Ağrı
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 49 İskat Akçesi
Ölünün farz, vacip vb. kalmış olan dini borçları
İshak Paşa Türbesi-Bursa için verilen sadaka.(1)

(1) DİA, Cilt. 22 s. 541, (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.


(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 172
İskat Yapmak
İshak Zencani Türbesi-Tokat Ölünün bıraktığı malın üçte birini ayırarak bunu
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 312 kalmış olan dini borçlarına karşılık sadaka olarak
vermek.(1)

İshak-Ata Türbesi-Özbekistan (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 157


İskender Baba Türbesi-İstanbul

İsimsiz Türbe-istanbul (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 53,


(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 568
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 476

İskender Bey Türbesi-Arnavutluk


İskat-ı Devir
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 107
Ölen bir adamın hayatında eda edemediği oruç ve
namazın kefareti, yani, günahların iskatı için ya-
pılan devirdir.(1) İskender Bin Abdullah Hademe-i Türbesi-
Kosova-Vılçitrin
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 539

İskât-ı Salât
Ölen kişinin kazaya kalmış ve kaza da edilmemiş İskender Dede Türbesi-Ankara
beş vakit farz namazları ile vitir namazlarının affe- (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 120

303
Vadi-i Hamuşan
İskender efsanesi karneyn sağa, Hızır sola giderek yollarını tayine
Büyük İskender’in adı etrafında teşekkül eden çalışırlar. Günlerce yol aldıktan sonra Hızır ilâhî
İskender efsanesi, yazıldığı yerlerde pek çok ma- bir ses duyar ve bir nur görür. Bunların kendisini
hallî unsuru da alarak zenginleşmiştir. Milâttan çektiği yere gidince de orada âb-ı hayâtı bulur. Bu
önce teşekküle başlayan bu Grekçe efsane, milât- sudan içer ve yıkanır. Böylece hem ebedî hayata
tan sonra 300 yılları civarında tamamlanmıştır. kavuşur, hem de insan üstü güçler ve kabiliyet-
İskender efsanesi Süryânice’ye de aktarılmış, Sür- ler kazanır. Sonra Zülkarneyn’le karşılaşırlar.
yânice metinde İskender’e “İki boynuzlu” lakabı Zülkarneyn durumu öğrenir ve âb-ı hayâtı ararsa
da eklenmiştir. Arapça’daki Zülkarneyn’in bunun da bulamaz, kaderine razı olur. Bir müddet sonra
tercümesi olduğu öne sürülmektedir. Bu efsane- ölür.”
nin Gerekçe ve Süryânice metinlerinin muhtevası Gılgamış destanındaki “Su içinde otun sağladığı
şöyle özetlenebilir: İskender, insana ebedî hayat ebedî hayat” kavramı ve bunun Gılgamış tarafın-
bahşeden bir çeşme (âbı hayât) olduğunu âlim- dan aranması, İskender efsanesine kaynaklık et-
lerden öğrenir. Bunu aramak için ordusuyla yola
miş olabilir. Çünkü m.ö. 3000-2000 yıllarına kadar
çıkar. Yolda çeşitli olaylar sebebiyle askerlerin-
inen Mezopotamya destanının, İskender efsanesi-
den ayrılmak zorunda kalır. Yanında sadece aşçısı
nin teşekkülü sırasında, İskender’in ebedî hayat
vardır. Aşçı yemek hazırlamak için bir çeşmeye gi-
veren suyu araması epizodu olarak kullanılması,
der, orada azıkları olan tuzlu balığı yıkamak ister.
coğrafî mevki ve kültürel çevre olarak imkânsız
Fakat balık suya değer değmez canlanır ve içine
değildir. Müsteşriklerin hiçbiri bu noktayı dikka-
atlayıp kaybolur. Aşçı bu suyun âb-ı hayât oldu-
te almamışlardır. İskender efsanesindeki aşçının,
ğunu anlayıp bir miktar içer ve geri döner. Başı-
canlanıp suya atlayan tuzlu balığı ile Hz. Mûsâ’nın
na gelenleri İskender’e anlatır. İskender aşçının
canlanıp denize atlayan balığı arasında bir benzer-
tarif ettiği yeri ararsa da bulamaz ve kızarak onu
öldürmeye karar verir. Ancak bir türlü öldüreme- lik görülmekteyse de gerçekte Kur’ân-ı Kerîm ve
yince boynuna bir taş bağlayarak denize attırır. sahih hadislerin naklettiği olayların bu efsane ile
Burada aşçı bir deniz cini olur ve ebedî hayatına benzerliği yoktur. Çünkü bu olaylarda ebedî hayat
devam eder. bahşeden âb-ı hayâtı aramaya giden birileri söz
konusu değildir. Bununla birlikte müsteşriklerin
Ortadoğu’da gerek gayri müslimler, gerekse on-
ileri sürdükleri tezler müfessir, muhaddis ve tarih-
lar aracılığıyla müslümanlar arasında benimsenip
çilerin kıssayı açıklarken verdikleri malumat için
yazıya geçirilen İskender efsanesi, Ortaçağ İslâm
tam anlamıyla geçerlidir. Müsteşriklerin gözden
dünyasında son derece yaygınlık kazanmıştır. IX.
yüzyıldan itibaren müfessirler böyle bir şifahî ve kaçırdıkları en önemli nokta budur, yani onlar
yazılı malzemeyi ellerinin altında hazır bulmuşlar meselenin tahlilini yaparken Kur’ân-ı Kerîm’in
ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Zülkarneyn kıssasını açık- metni ile müfessirlerin metinlerini birbirinden
larken geniş ölçüde kullanmışlardır. Bu efsanenin ayırt etmemişlerdir. Efsane bu haliyle diğer İslâmî
İslâmî kaynaklarda mevcut metinleri şöyle özet- edebiyatlarda olduğu gibi Türk edebiyatında da
lenebilir: “Nuh Peygamber’in torunu Yunan’ın so- İskendernâme denilen bir edebî türün oluşmasına
yundan gelen İskender-i Zülkarneyn, ebedî hayat yol açmıştır.(1)
veren ve insan üstü güçler kazandıran âb-ı hayât- (1) DİA;
tan bahsedildiğini duyar ve bunu aramaya karar
verir. Rivayete göre Allah bunu Sâm’ın soyundan
birine nasip edecektir. Zülkarneyn halasının oğlu İskender Memi Çelebi Türbesi-Amasya
olup Hızır diye anılan Elyesa ile askerlerinin re- (1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
fakatinde yolculuğa başlar. Âb-ı hayât, “Karan-
lıklar ülkesi”ndedir. Yolda bir fırtına yüzünden
İskender Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul
Zülkarneyn ve Hızır askerlerden ayrı düşerler, bir
müddet sonra karanlıklar ülkesine gelirler. Zül- (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 107

304
Vadi-i Hamuşan
İskender Paşa Türbesi-İstanbul-Kanlıca be ve iki yarım kubbe örter. Kuzeydoğu cephesine
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 49,
sivri kemerli kapı açılmıştır. Diğer cephelerin hep-
(2) Envanter. a.g.e. No:53,
sinde pencere vardır. Türbenin içinde iki pencere
(3) Bilir, Ali. a.g.e. s. 57,
arasına alınmış bir mihrap bulunmaktadır.
(4) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 208 Büyük bir ihtimalle İskender Paşa için inşa edilen
bu türbede paşanın mezarı bulunmamaktadır. İs-
kender Paşa 979 (1571) yılında İstanbul’da ölmüş
İskender Paşa Türbesi-Kırklareli
ve Kanlıca’da İskender Paşa Külliyesi içindeki tür-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 49 beye gömülmüştür.(1)
(1) DİA; [İSKENDER PAŞA CAMİİ ve TÜRBESİ - Enis
Karakaya] c. 22; s. 570
İskender Paşa Türbesi-Diyarbakır
(1) DİA, Cilt. 22 s. 569,
(2) Diyarbakır Valiliği. a.g.e. s. 34
İskender Paşa Türbesi-İstanbul-Sultanahmet
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 209

İskender Paşa Camii Ve Türbesi


İskender Paşa Türbesi-Sırbistan-Karadağ
Diyarbakır’da XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapıl-
mış cami ve türbe. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 439

Diyarbakır’da kendi adıyla anılan mahallede bu-


lunmaktadır. Diyarbakır valisi İskender Paşa ta- İskender Paşa Türbesi-Sırbistan-Praça
rafından yaptırılmış olan caminin kitâbesi yoktur. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 702
27 Rebîülevvel 973 (22 Ekim 1565) tarihinde dü-
zenlenen vakfiyeye göre 958 (1551) yılında inşa
İskender Paşa Zade Türbesi-Bosna Hersek
edilmiştir. Yapının adı, Mimar Sinan’ın eserlerine
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160
ait tezkirelerden sadece Tuhfetü’l-mi‘mârîn’de
geçmektedir.(…)
Caminin güney tarafındaki hazîrede XVI. yüzyıl İskelet
âlimlerinden Muslihuddin Mehmed Lârî’nin meza- a. Bir cesedin çürüyen yumuşak kısımlarından
rı bulunmaktadır. Türbe ise caminin doğusunda yer arta kalan kemiklerin bütünü.(2)
alır. Kitâbesi bulunmayan bu yapı mimari yönden b. İnsan ve hayvanın genel kemik çatısı.(3)
oldukça ilgi çekici özellikler taşımaktadır. İki ayrı
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bölüm halinde mescid ve türbe kısımlarından mey-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dana gelen yapının inşa malzemesi camide olduğu (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
gibi siyah renkli taş ve küfeki taşıdır. Binanın kuzey
kısmını teşkil eden mescid kare planlıdır. Asimet-
rik kapı doğu cephesinde bulunur. Mescid dokuz İsmail B. Ahmed es-Samani Türbesi-Buhara
pencere vasıtasıyla ışık almaktadır. Bu pencere- (1) DİA, Cilt. 6 s. 364
lerden güney duvarında yer alan iki tanesi türbeye
bakmaktadır. Pencerelerin ortasında mihrap var- İsmail b. Ahmed Türbesi-Buhara
dır. Mescid sekizgen kasnaklı kâgir bir kubbeye sa-
(1) DİA, Cilt. 23 s. 84,
hiptir. Ebat olarak böyle büyük bir caminin hemen
(2) DİA, Cilt. 36 s. 67
yanı başına küçük bir mescidin inşa edilmesi biraz
tuhaf görülürse de bunun önceleri bir tekkenin
tevhidhânesi olabileceği ihtimali akla gelmektedir. İsmail Baba Türbesi-Kosova-Prizren,
Türbe kısmı basık sekizgen planlıdır. Bu bölümün Bajdarana
üzerini ise onaltıgen şekilli bir kasnağa sahip kub- (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 338

305
Vadi-i Hamuşan
İsmail Baba Türbesi-Arnavutluk İsmail Rusuhi Türbesi-istanbul
(1) Engin, Refik. a.g.e. Sç103 (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 11, s. 281,
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 365

İsmail Bey Türbesi-Kastamonu


İsmail Sâmâni Türbesi-Buhara
(1) DİA, Cilt. 23 s. 89
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 2 s. 225

İsmail Dede Türbesi-Bosna Hersek


İsmail Siraceddin-i Şirvani Türbesi-Amasya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 144
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 349,
(2) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 17
İsmail Ebul-İz Bin Rezzaz El Cezeri Türbesi-
Şırnak
İsmail Veli Türbesi-Erzurum
(1) Top, Mehmet. a.g.e. s. 386
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 70

İsmail Efendi Türbesi-Kosova


İsman Baba (Kadın Baba) İsman Ana Türbesi-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 498 Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290
İsmail Fakirullah Hazretleri Türbesi-Siirt
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 6, s. 135, İspiritizma
(2) Sancar, M. Nureddin. a.g.e. s. 10,
Ruh çağırma.(2) Ölmüş insanların ruhlarıyla med-
(3) Taşpınar, İbrahim. “Siirt İli ve Çevresi Yaygın Halk
yum denilen aracılığıyla iletişim kurabileceğini ve
İnanışları.” Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens-
titüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ bu yolla bilinmeyen bazı gerçeklerin öğrenilebile-
(2006).S. 106 ceğini benimseyen görüş, ruhçuluk.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
İsmail Fazıl Paşa Türbesi-Ankara (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(1) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 254

İsrâ Sûresi
İsmail Hakkı El-Üsküdari, Behçeti
Kur’ân-ı Kerîm’in on yedinci sûresi.(…)
Bilkent Ün. Ktp. /Tasnif No: CS1478.U83I86 1976
İsrâ sûresini beş bölümde ele almak mümkündür.
Merakid-İ Mu’tebere-İ Üsküdar: Ünlülerin Mezarları,
Yay. Haz. B.N. Şehsuvaroğlu, Türkiye Turing Ve Otomo- Birinci bölümde (âyet 1-22) hicretten yaklaşık bir
bil Kurumu, 1976, İstanbul yıl önce meydana gelen İsrâ hadisesinden bahsedi-
lerek Allah’ın, bazı nişan ve alâmetlerini göstermek
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
üzere kulunu (Hz. Muhammed) bir gece Mescid-i
Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürdüğü ifade edil-
İsmail Hakkı Türbesi-Bursa mektedir. Bu bölümde daha sonra İsrâiloğulları’nın
(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 106 çıkardıkları iki karışıklığa ve başlarına gelen felâ-
ketlere işaret edilir. Kaynaklarda, İsrâiloğulları’nın
fesat dönemleri olarak nitelendirilen bu olaylardan
İsmail Rumi Türbesi-İstanbul ilkinin kendilerine gönderilen peygamberlerden
(1) Adresler. a.g.e., İşaya’yı öldürmeleri ya da Yeramya’yı hapsetme-
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 375 leri, ikincisinin de Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri ve Hz.

306
Vadi-i Hamuşan
Îsâ’yı öldürmeye karar vermeleri olduğu nakledil- (âyet 23-40) Hz. Mûsâ’nın levhalarında da bulun-
mektedir (Şevkânî, III, 209). Bu âyetlerde, Mekkeli duğunu söylediği nakledilmiştir (a.g.e., XX, 214).
müşriklere İsrâiloğulları’nın başına gelen olaylar- Üçüncü bölüm (âyet 40-60) tevhid inancına vur-
dan ders almaları uyarısında bulunulmakla birlik- gu yapan ifadelerle başlar. Allah’a kız evlât isnat
te Kur’an’daki kıssaların genel anlatımına uygun edenler ve O’na başka ilâhları ortak koşanlar kına-
olarak bütün insanların ibret almaları amacının nır. Daha sonra göklerde ve yerde olan her şeyin
gözetildiği de söylenebilir. Aynı bölümde kişinin Allah’ı tesbih ettiği vurgulanmış ve Hz. Peygam-
hayrı istediği gibi şerri de istediği, her insanın yap- ber’e hitap edilerek Kur’an okuduğu zaman ken-
tığı işlerin kıyamet gününde açık bir kitap olarak disiyle inanmayanlar arasına gizli bir perde çe-
önüne konulacağı, hiç kimsenin bir başkasının kildiği, kalplerine onu anlamalarına engel olacak
günahını yüklenmeyeceği, Allah’ın bir şehri helâk kılıflar, kulaklarına da ağırlık konulduğu, Allah
etmek istediğinde oranın ileri gelenlerine kötü işler anıldığında onların arkalarını dönüp gittikleri ve
yapmalarını emrederek o beldeyi helâk edeceği, dün- Resûl-i Ekrem’i büyülenmiş kabul ettikleri belir-
ya ve âhireti isteyenlerin karşılıklarını bulacakları ifa- tilmiştir. Ayrıca burada, inanmayanların öldükten
de edilir. Âlimlerin çoğunluğu 16. âyetin, Allah’ın sonra tekrar dirilme konusunda sordukları soru-
helâk etmek istediği şehrin ileri gelenlerine bizzat lara cevap verilmiştir.
kötülük yapmalarını değil kendisine itaat etmele-
Dördüncü bölümde (âyet 61-87), İblîs’in Âdem’e
rini emrettiği ve onların da bu emre karşı gelerek
secde etmekten yüz çevirip Allah’ın emrine karşı
kötülük işledikleri şeklinde anlaşılması gerektiği
gelmesi ve insanları Allah’a imandan vazgeçirme
görüşündedir (Fahreddin er-Râzî, XX, 162).
çabası anlatılarak onun sâlih kullara dokunama-
Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 23-39) yalnız yacağı vurgulanır. Tehlike anında yalnızca Allah’a
Allah’a kulluk etme, anaya babaya iyi davranma, yalvaran, tehlike geçtiğinde Allah’tan yüz çeviren
akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara haklarını insanlar kınanarak Allah’ın kendilerine tekrar
verme, cimrilikten ve israftan kaçınma üzerinde musibet vermesinden emin olamayacakları ifa-
durularak bu hususlara uymayanların kınanacak- de edilir. Bu bölümde ayrıca müşriklerin Allah’a
ları belirtilmiş, toplumda bu ilkelere uyulduğu davet hususunda Hz. Peygamber’i kandırmaya
takdirde yardımlaşma ve kardeşlik duygularının uğraştıkları, fakat Allah’ın buna engel olduğu be-
gelişerek güven ve huzurun sağlanacağına dikkat lirtilir. Daha sonraki âyetlerde, Resûlullah’ın inan-
çekilmiştir. Bu bölümde ayrıca fakirlik korkusuyla
mayanların inatlarından dolayı üzülmemesi için
çocukların öldürülmemesi, zinadan kaçınılması,
teselli edildiği dikkat çekmektedir. Bu bölümde
Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıyılmama-
Hz. Peygamber’e ruh hakkında bir soru sorulduğu,
sı, haksızlıkla öldürülen kimsenin velisinin de aşı-
cevap olarak da ruhu ancak Allah’ın bileceği ve bu
rılığa kaçıp hukuk dışına çıkmaması, yetim malına
konuda insanlara çok az bilgi verildiği ifade edilir.
yaklaşılmaması, ölçü ve tartıda hile yapılmaması,
Beşinci bölümde (âyet 88-111), bütün insanlar ve
kişinin bilmediği şeyin ardına düşmemesi ve yer-
yüzünde kibirle yürünmemesi gerektiği ifade edile- cinlerin bir araya gelseler bile Kur’an’ın benzerini
rek bunların Allah katında hoş görülmeyen davra- ortaya koyamayacakları kesin bir dille vurgulan-
nışlardan olduğu bildirilmiştir. Âyetlerde, toplum mış, Hz. Peygamber’in müjdeleyici ve uyarıcı ola-
ahlâkına zarar verecek davranışların ortadan kal- rak gönderildiği, kendilerine ilim verilenlerin Al-
dırılması hedeflenerek geçim darlığı endişesiyle lah’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye
çocukları öldürme ve öç almak için ölünün yakınla- kapandıkları ve Kur’an’ı dinlemenin saygılarını
rının katilin yakınlarını da öldürmeleri geleneğine arttırdığı belirtilmiştir.
karşı çıkılmış, böylece toplumda can güvenliğinin Sûrenin son âyetlerinde Allah için samimi olma
sağlanmasına yönelik esaslar konulmuştur. Bu ve yalnız O’na yönelme hususu üzerinde önemle
emir ve yasakların Tevrat’ta yer alan on emirle pa- durulmuştur.(…)(1)
ralellik arzetmesi Kur’an’ın Tevrat’ı doğruladığına (5) DİA; [İSRÂ SÛRESİ - M. Kâm,il Yaşaroğlu] c. 23;
işaret etmekte olup İbn Abbas’ın bu on sekiz âyetin s. 178

307
Vadi-i Hamuşan
İsrafil (2) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 142;
a. Dört büyük melekten biri olup kıyamet günün- (3) DİA
de sura üflemekle görevlidir.(5) Allah tarafın-
dan bazı doğa olaylarının gerçekleştirilmesi İstiğfar
için görevlendirilmiştir. Kıyamet günü kendisi- Allah’tan günahlarının bağışlanmasını, örtülmesi-
ne özel borusu olan sura ilk üfleyişinde bütün ni dileme, tövbe etme.(1)(2)(3) Allah’tan af dilemek
canlılar ölecek, ikinci üfleyişinde ise bütün in- için söylenen “estağfurullah” sözüne ve bu sözle
sanlar dirilecektir.(1) başlayan dualara verilen isim.(3)
b. Tasavvufta, hayata vekil tayin edilmiş melek, me- (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 504;
leklerin efendisidir ve O meleğin adı İsrafil’dir (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ve İsrafil bütün varlıkların hayat sebebidir.(4) (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. İstihare
(3) Akay, Hasan. a.g.e. a. Bir işin hayırlı olup olmayacağını görülecek rü-
(4) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e. yadan ipuçları bularak çıkarmak amacıyla ab-
(5) DİA; dest alıp dua okuyarak uykuya yatma.(1)(2)
(6) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e. s. 60 b. Kur’an aracılığıyla geleceği okuma.(2)
c. Yapılması düşünülen bir işin Allah katında ha-
İstidrac yırlı olan şekliyle gerçekleşmesini isteme.(3)
a. İstidrâc, derc kökünden gelir, kitabın yaprakla- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rını veya elbiseyi katlamağa denilir. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. İstiare olarak ölüme de derc denilir.(1) (3) DİA

(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 10, s. 502


İstihlas-ı Tereke
Ölenin borcuna karşılık mal varlığını, varislerin
İstifşa borcu ödeyerek malları alacakların müdahalesin-
Kabir ziyaretinde meyyitten, istekleri vermesi de- den kurtarma.(1)
ğil, Allahu Teâlâ’nın vermesine vasıta olması iste- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
nir. Vermesini istemek caiz değildir. Müslüman-
lar bunu istemez. İstifşa, hep vasıta, vesile olmayı İstirahat Yeri
istemek demektir.(1)
Mezarlıklar.(1)
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 332-333
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s, 33

İstiğâse İş’ab
a. Ölülerden medet ummaya ve yardım dilemeye Ölme.(1)(2)(3)
istiğâse ismi verilmektedir.(2) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
b. Bir kişinin peygamberimizin veya diğer peygam- (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
berlerin, velilerin, salih kulların ismini zikrede- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
rek sıkıntıdan kurtulmak için dua etmesi.(1)
c. Tehlikeli veya sıkıntılı bir durumda kalan in- İşân
sanın bundan kurtulmak için manevi yardım a. Farsça “onlar” demektir.
istemesi.(3) b. Tarikat-ı nakşiyye müntesipleri arasında hür-
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 328; metli kimselere işaret olarak kullanılır.

308
Vadi-i Hamuşan
c. Türkistan’da şeyh, Orta Asya’da aziz, veli, haz- İtikat
ret, zât-ı alîleri yerinde kullanılmaktadır.(1) a. Bir şeye, bir kimseye, bir düşünceye bağlı olma,
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. inanma, inanç,(1) kalp ile doğrulama, iman.(2)(3)
b. Allah’a gönülden bağlı olma, iman, inanç.(1)
İşli, Emin Nedret c. Bir din veya mezhebin ibadet ve muamelat dı-
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 13507 şındaki, inançla ilgili olan yönü, esasları.(1)(2)(3)
İstanbul’da Gömülü Şairlerin Mezar Kitabeleri, İst. Ü., d. Kur’an’da ve Peygamberin hadislerinde bildiri-
Sosyal Bilimler Enst., Türk Dili Ed. ABD, Y. Lisans Tezi, len dini ilkeleri, haber ve bilgileri, bildirdikleri
S.121,1991, İstanbul gibi benimseme ve bunlara oldukları gibi yo-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. rumsuz inanma, tasdik.(1)
e. İmandan ayrı, daha çok dince uygun görülen
İşli, Necdet ve ileri sürülen ilkelere gönülden inançla kesin
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:- olarak bağlı kalma, tasdik.(1)
İstanbul’da Sahabe Kabir Ve Makamları, Vakıflar f. Zihnin kesinlikle verdiği hüküm hakkında kulla-
Genel Md. Renk Ofset, Ankara nılan bir terim.(3)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Akay, Hasan. a.g.e.
İşli, Necdet
Edirne Mezarları Ve Taşları, Edirne: Serhattaki Payi-
taht, S. 445-451, Yapı Kredi Yay., 1998, İstanbul İtilmek
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Defnedilmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
İşli, Necdet
Milli Ktp./Tasnif No: 1991 SA 55 İ’timâd-üd-Devle Türbesi-Hindistan
Tıp Tarihimizle İlgili Birkaç Mezar Kitabesi, Tıp Tarihi
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 4 s. 152
Araştırmaları, Sayı.1, S. 129-133, Cerrahpaşa Tıp Fak.
Yay.,1986, İstanbul
İtlaf
İtikâf a. Öldürerek ortadan kaldırma, yok etme, öldür-
a. Bir yere kapanıp dışarıya çıkmadan ibadetle me.(1)(2)(3)
meşgul olma. b. Telef etme, mahvetme.(4)
b. Şeriata göre, dünya işlerini bırakarak ibadetle (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
uğraşma.(3) (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
c. İbadet niyetiyle camide kalmak anlamında bir (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
fıkıh terimi.(4) Bilhassa Ramazan ayında erkek- (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
lerin camilerde son cemaat yerinde, kadınların (5) DİA; [İTLÂF - Mehmet Âkif Aydın] c. 23; s. 469
evlerinde bir köşeye çekilip ibadet etmeleri
hakkında kullanılır.(2)
İttias
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. ;
Yok etme, helak etme, öldürme.(1)(2)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

309
Vadi-i Hamuşan
İttihal kullanılmıştır. Hadis rivayetlerinde belirtildiğine
Ölüm.(1) göre Hz. Peygamber, felâkete uğrayan müminlerin
buna rızâ gösterip Allah’tan mükâfat istemeleri
(1) Özkan, Serap, a.ge., s. 16.
halinde bunun âhirette kendilerine verileceğini
açıklamış, kocası ölen Ümmü Seleme sabrederek
İttisal Allah’tan hayırlı bir karşılık vermesini dilemiş,
Tasavvufa göre, nefsin mutlak güzel, iyi ve hayır duası kabul edilip Resûl-i Ekrem’in eşi olmuştur
akletmesi ve onunla ilişki kurması ve daha son- (Müsned, II, 292; III, 144, 156; VI, 360; Buhârî,
ra yaratıcıya kavuşması anlamına gelmektedir.(2) “Hiyel”, 14, “Talâķ”, 20; İbn Mâce, “Cenâ’iz”, 55;
Hakikat mertebesine ulaşan salik, zahir ile batı- Tirmizî, “Menâķıb”, 74). Bir kutsî hadiste, “En sev-
nı, evvel ile âhiri, mübdi ile muhidi bir müşahede diği organına, gözlerine hastalık verdiğim kuluma
eder. Bu makam Ahadiyet mertebesinin altında sabretmesi halinde gözlerine bedel cenneti veri-
bulunan Vahdaniyet mertebesidir. Bu mertebe- rim” buyurulmuştur (Buhârî, “Merđâ”, 7).(…)(1)
de isimler arasındaki farklılık ve zıtlıklar ortadan (1) DİA; [İVAZ - İlyas Çelebi] c. 23; s. 490
kalkar. Yön, cisim ve şekil olmaksızın ittisal ger-
çekleşir. Bunun akabinde salik, mutlak varlığın dı-
İvaz Baba (Ayvaşık Dede) Türbesi-Ankara
şında her şeyi, hatta kendi varlığını da kaybeder.
Böylece kendi varlığı (vücûd) Hakkın varlığına (1). a.g.e.S. 69,
fena bulur.(1) (2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 131

(1) Bardakçı, Mehmet Necmeddin, a.g.e., s. 256;


(2) Şenel, Cahid. a.g.e., s. 65 İvaz Fakih Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.,
İuturna (2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 569

Eski adı Diuturna (sürekli, ölümsüz) olan İuturna


bir su nympha’sıydı. Kültü Latium bölgesinden İvgin, Hayrettin
Roma’ya sonradan getirilmiş ve Forum’da bulu- Milli Ktp./Tasnif No: 1980 SB 14
nan bir suya “İuturna Havuzu” adı verilmiştir.
Gerede`nin Aşağı Ovacık Köyünde Mezar Taşları,
Bu pınarın şifalı niteliği olduğu gibi İuturna da
Türk Folkloru, (1), S. 20-22, Kemal Kitapçı,1979,
iyileştirici bir Tanrıça sayılırdı. Mars Meydanın- İstanbul
da, sulak bir bölgede bulunan tapınağı Augustus
zamanında buraları kurutulunca kaldırılmıştır.(1) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Erhat, Azra. a.g.e.


İyi ölümle ölmemek
Acı çekerek ölmek.(1)
İvaz
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 209
Dünyada yaşanan üzüntü ve acılara karşılık âhi-
rette bedel ödeneceğini ifade eden kelâm terimi.
Sözlükte “bir iş veya nesneye karşılık bedel öde- İzar
mek” anlamındaki avz kökünden türemiş bir isim Erkek kefeni üç parçadan oluşur. Bunlar, izar, ka-
olan ivaz “bedel, karşılık” demektir. Türkçe’de mis, lifafedir.(2) İzar, baştan ayağa kadar örtülen
kullanılan tâviz de (ta‘vîz) aynı mânayı ifade eder. bezdir.(4) İzar önce ölünün soluna, sonra sağına
İvaz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamaktadır. sarılır. Ayaklarının altından ve başının üstünden
Hadislerde ise “mal karşılığında ödenen bedel; düğümlenir.(5)
dünyadaki hastalık veya musibetler karşılığında (1) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 96;
âhirette müminlere verilecek mükâfat” anlamında (2) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 3, s. 33;

310
Vadi-i Hamuşan
(3) Albayrak, Ali2, Keçiören Caferilerinde Ölüm Âdet-
leri ve Uygulamaları, İlahiyat Fak. Der. 11, 2006,
s. 88;
(4) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 2;
(5) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 265

İzi
Eski Türklerin inancına göre hemen her dağın, her
gözenin, her gölün, ırmağın “izi” adı verilen sahip-
leri bulunmaktadır. İşte bu “izi”ler insandan kur-
ban isterler. Kurban sunmayanlara ise, zararları-
nın dokunacağına inanırlar. Bu kutsal ruhlar zarar
vermeyi sevmezler. Bir tutam at kılı bağışlamak
bile zararlarından kurtulmak için yeterlidir.(1)
(1) Altan, Asiye, a.g.e., s. 24

İzmirli Ali Paşa Türbesi-İstanbul


(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 54,
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 571

İznikli Mevlana Işık Kasım Türbesi-Edirne


(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29

İzzet Efendi Türbesi-İstanbul


(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 13,
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 313

İzzettin Keykavus Türbesi-Sivas


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 49,

(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 30

311
Vadi-i Hamuşan
312
Vadi-i Hamuşan
J
Jenosit
Bir insan topluluğunu, ulusal, dinsel vb. sebepler-
le yok etme, soy kırım.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Jiğa
Uygur Türklerinin ve Türkmenlerinin ağıta verdi-
ği isim.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Joklav
Karakalpakların ağıta verdikleri isim.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Johson, Brian
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 SB 53
Batılıların Gözüyle Büyük Mezarlık, (Çev. Handan
Cingi), Tarih Ve Toplum, XXXIX, Sayı:233, S.34-41,
İletişim Yay., Mayıs 2003

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

313
Vadi-i Hamuşan
314
Vadi-i Hamuşan
K
Ka’b R. A. Türbesi-İstanbul
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 13,
(2) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 476

Ka’id
Kiramen Kâtibin denilen iki melekten biri.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Ka’idan
Kiramen kâtipleri.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kâbe
İslâm inanışına göre yeryüzünde yapılan ilk
mâbed, müslümanların kıblesi.
Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak”
anlamındaki ka‘b (‫ )كعب‬kökünden gelen ka‘be
“küp şeklinde nesne” demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye
(el-Mâide 5/95, 97) bir kısmı yine Kur’an’da yer
alan Beyt (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân
3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş
106/3), Beytullah, el-Beytü’l-atîk (el-Hac 22/29,
33), el-Beytü’l-harâm (el-Mâide 5/2, 97), el-Bey-
tü’l-muharrem (İbrâhîm 14/37), el-Mescidü’l-harâm
(el-Bakara 2/144, 149, 150; el-Mâide 5/2; et-Tev-
Ka’r-ı Girdab-ı Mevt
be 9/7, 19, 28), el-Beytü’l-ma‘mûr (et-Tûr 52/4),
Ölüm girdabının dibi.(1)(2) el-Meş‘arü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kādis, Kıble,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Hamsâ, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir;
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama tabiri
kullanılmaktadır.
Kaada saltırları Mekke şehrinde Mescid-i Harâm’ın ortasında
bulunan Kâbe yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki te-
Kırgızların düğün, ölüm yahut nevruz gibi muhtelif
meller üzerine inşa edilmiştir. Dıştan dışa 10,70
törenlerde okudukları ezgili parçalara verilen ad.(1)
× 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde olan
(1) Kaya, Doğan. a.g.e. duvarlar 1,25 m. kalınlığındadır (Abdüsselâm Ah-
med Nazîf, s. 170). Temeller, tavaf alanı (metâf)
Kabak Abdal Türbesi-Malatya yüzeyinden 22-27 cm. arasında değişen yüksek-
(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 134
likte yukarı çıkmış ve duvarlar 25 cm. kadar içe-
riden başlatılarak temellerin dışarıda kalan kısmı-
nın üzeri 45º meyilli mermer levhalarla kaplanıp
Kabakçı Dede Türbesi-Isparta duvarlarla birleştirilmiştir. Yanları da mermer
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 83 kaplama olan ve “şâzervân” adı verilen bu kısma

315
Vadi-i Hamuşan
Kâbe örtüsünü tutturmak için bakır halkalar ko- den kabul buyur! Şüphesiz sen işitensin, bilensin,
nulmuştur. Mekke’nin çevresindeki dağlardan ge- demişlerdi” (el-Bakara 2/125-127); “Bir zamanlar
tirilmiş bazalt parçalarıyla yapılan duvarların dış İbrâhim’e beytin yerini göstermiş -ve şöyle demiş-
yüzlerinde değişik boyutlarda 1614 taş yer almak- tik-: Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf eden, kı-
tadır (M. Tâhir el-Kürdî, III, 235). yamda bulunan, rükû ve secde edenlere evimi te-
Kâbe’nin merkezinden dört köşesine (rükn) çeki- miz tut” (el-Hac 22/26); “İnsanlar arasında haccı
lecek hatlar yaklaşık olarak dört ana coğrafî yönü ilân et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol
gösterir. Bunlardan doğu yönünü gösteren köşeye ve diyarlardan yorgun argın gelen, zayıf develer
Rüknülhacerülesved, güneyi gösteren köşeye Rük- üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları mü-
nülyemânî, batıyı gösteren köşeye Rüknülgarbî, şahede etmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak
kuzeyi gösteren köşeye de Rüknülırâkī denilir.(…) verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde
Allah’ın ismini anmaları -kurban kesmeleri- için
İçi dört köşe bir oda görünümünde olan Kâbe’nin
sana Kâbe’ye gelsinler. Artık ondan hem kendiniz
Rüknülırâkī köşesinde dama çıkılan merdiven ve
yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Sonra
önünde “tövbe kapısı” denilen bir kapı yer alır. Ta-
kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler
ban mermer döşeli, duvarlar 2 m. yüksekliğe ka-
ve eski evi tavaf etsinler. Kim Allah’ın yasaklarına
dar mermer kaplamalıdır. Yapılan onarım ve yeni-
saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için
den inşalarla ilgili olarak batı duvarına beş, doğu
daha hayırlıdır” (el-Hac 22/27-29). Bu âyetlerden
ve kuzey duvarlarına birer kitâbe yerleştirilmiştir
Kâbe’nin Hz. İbrâhim’den önce de var olduğu, an-
(metinleri için bk. Hüseyin Abdullah Bâselâme, s.
cak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu
138 vd.). Tabanın ortasında, Abdullah b. Zübeyr
ve İbrâhim tarafından bulunarak yeniden yapıldı-
zamanından kalma güney-kuzey yönünde dizil-
ğı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbrâhim’den önce ki-
miş üç ağaç direk ve bunlardan kapının karşısın-
min tarafından inşa edildiği hususunda Kur’an’da
dakinin önünde batı duvarına doğru Hz. Peygam-
herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı
ber’in namaz kıldığı yer bulunmaktadır; burası
kaynaklarda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu
seccade şeklinde bir mermerle belirtilmiştir. Ta-
Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna
van ve duvarlar, yukarıdan mermer kaplamalara
dair birçoğu İsrâiliyat kaynaklı, mübalağa ve efsa-
kadar inen çepeçevre kırmızı atlastan yapılmış bir
ne unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik an-
perde ile örtülüdür. Tavan ile dam arasında 1,33
lamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.
m. yüksekliğinde bir açıklık vardır.
Kâbe’yi ziyaret, Hz. İbrâhim zamanından putpe-
Kâbe’nin ilk defa ne zaman ve kimin tarafın-
restliğin yayılışına kadar tevhid esaslarına uygun
dan yapıldığı hususunda ihtilâf vardır. Kur’ân-ı
olarak sürdürülmüştür.(…)
Kerîm’de Kâbe ile ilgili olarak şu âyetler yer al-
maktadır: “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet Kâbe’nin Hz. İbrâhim’den sonra kaç defa yeni-
kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed- den yapıldığı hususu da ihtilâflıdır; genelde be-
Mekke’deki Kâbe’dir (Âl-i İmrân 3/96); “Biz beyti nimsenen görüş Amâlika, Cürhüm ve daha sonra
insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıl- Hz. Muhammed’in dedelerinden Kusay b. Kilâb
dık. Siz de İbrâhim’in makamını namaz yeri edi- tarafından olmak üzere üç defa inşa edildiği şek-
nin. Biz İbrâhim ve İsmâil’e, ‘Tavaf eden, ibadete lindedir. Kusay, o güne kadar damı bulunmayan
kapanan, rükû ve secde edenler için evimi temiz Kâbe’nin üzerini hurma dallarıyla örtmüştür. Ku-
tutun’ diye emretmiştik. İbrâhim, ‘Rabbim, bura- reyş’in 605 yılında yaptığı yeniden inşa sırasında
yı emin bir şehir yap! Halkından Allah’a ve âhiret Hz. Muhammed’in, amcası Abbas ile birlikte taş
gününe iman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklan- taşıdığı ve bu arada Hacerülesved’i yerine koyma
dır’ dediğinde -Allah-, ‘Kim inkâr ederse onu kısa şerefini paylaşamayan Kureyş kabileleri arasında
bir süre -dünyada- faydalandırır, sonra da cehen- çıkması muhtemel bir çatışmayı önlediği bilin-
nem azabına sürüklerim. O ne kötü bir âkıbettir!’ mektedir.(…)
demişti. Bir zamanlar İbrâhim İsmâil ile beraber Kâbe Hz. İbrâhim tarafından inşa edildiğinde kapı
evin temellerini yükseltirken, ‘Ey rabbimiz, biz- yeri boş bırakılmıştı; dolayısıyla ilk kapıyı kimin

316
Vadi-i Hamuşan
taktığı bilinmemekte, ancak Cürhümlüler veya li hale getirilen Kâbe hizmetlerine özel görevliler
Himyerîler’den Tübba‘ III. Esed olduğuna dair tayin edildi. Daha sonraki dönemlerde bu hizmet-
rivayetler bulunmaktadır. Kureyş kabilesi 605 lere hadım ağalar memur edildi. Osmanlılar zama-
yılında Kâbe’yi yeniden inşa ettiği zaman tek ka- nında sayıları hayli artan ağaların yerini zamanla
natlı bir kapı takmış, Abdullah b. Zübeyr de binayı bugünkü memur ve hademeler aldı.
yenilerken bu kapıyı çift kanatlı kapı ile değiştir- Kâbe’nin kokulandırılması ve tütsülenmesi işi de
miş ve karşısına aynı şekilde bir kapı yapmıştı. İslâm öncesinden beri devam eden hizmetler-
Haccâc yaptırdığı onarım sırasında yeni bir kapı dendir. Abdüddâroğulları bu görevi de yerine ge-
taktırmış, Halife I. Velîd de bunu altın levhalarla tirmekteydiler. Muâviye, hac mevsimlerinde ve
kaplatmıştı (93/711-12).(…)(1) receb aylarında hoş koku ve buhurdanlıklar gön-
(1) DİA; [KÂBE - Sadettin Ünal] c. 24; s. 14-20 dermiş ve özel görevliler tayin ederek Kâbe’nin sık
sık kokulandırılmasını emretmiştir. Bu gelenek
sonraki halifeler tarafından da sürdürülmüştür.
Kâbe halkası Hicaz’ın Osmanlı idaresine girmesinin ardından
Kâbe’de altın halkaya yapışarak edilen dua derhal her yıl bu hizmet için haremeyn tahsisatından
kabul olurmuş.(1) pay ayrılmıştır.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. Kâbe’nin içinin yıkanması Hz. Peygamber zama-
nında başlar. Mekke’nin fetih günü bina putlar-

K
dan temizlendikten sonra içten ve dıştan zem-
Kâbe hizmetleri zemle yıkanarak müşriklerin bütün izlerinden
Hz. İbrâhim ve İsmâil’in Kâbe’yi yapması ile bir- arındırıldı ve bundan sonra yılda bir veya iki defa
likte başlar (el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26) ve yıkanması âdet haline geldi.(…)
bilindiği kadarıyla Mekke’ye hâkim olan İsmâi- Kureyşliler’e itibar ve ticarî avantaj sağlayan Kâbe
loğulları, Amâlika, Cürhüm ve Huzâa kabileleri kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası ol-
arasında el değiştirdikten sonra nihayet Kusay b. muş, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe Mek-
Kilâb zamanında Kureyş kabilesine intikal eder. ke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap
Kusay, Huzâa kabilesini Mekke’den tamamen çı- kabileleri de kendilerine yeni kâbeler yapmış ve
kardı ve sikāye, hicâbe (sidâne), imâre, rifâde gibi diğer Araplar’ın Mekke’ye gitmesine engel olma-
Kureyş içinde çok büyük şeref ve saygınlık ifade ya çalışmışlardır. Yeni yapılanlar içinde özellikle
eden vazifeleri uhdesinde topladı. Ömrünün so- Gatafanlılar’ın, Becîle, Has‘am, Ezd, Hevâzinli-
nuna doğru bunları iki oğlu arasında paylaştırdı ler’in, Tâifliler’in ve Necrânlılar’ın kâbeleri önem-
ve hicâbe, Dârünnedve ve livâyı büyük oğlu Ab- liydi. Bunların da aynen Beytullah gibi haremi,
düddâr’a; sikāye, rifâde ve kıyâdeyi diğer oğlu Ab- nâzırları, üzerlerinde kisveleri vardı; hatta Safâ
dümenâf’a verdi. ve Merve gibi sa‘y yapılan yerleri dahi bulunuyor-
Mekke’nin fethi sırasında Kâbe’nin hicâbe vazi- du. Çeşitli kabileler haram aylarda buralara hacca
fesi Abdüddâr soyundan Osman b. Talha’da idi. gelirler ve mâbedi tavaf edip kurban keserlerdi.
Hz. Peygamber tavaftan sonra kapıyı Osman b. Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sonra hep-
Talha’ya açtırdı ve Kâbe’nin putlardan temizlen- sini yıktırmıştır.
mesinin ardından içinde şükran namazı kılıp dı- Câhiliye devrinden itibaren önemli görülen bazı
şarı çıkınca anahtarı amcası Abbas ile Hz. Ali’nin belgelerin Kâbe duvarlarına asıldığı bilinmektedir.
istemesine rağmen yine ona ve sorumluluğunu da Bu dönemin yedi meşhur şairinin “el-muallakā-
onunla birlikte amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a tü’s-seb‘a” adı verilen şiirleri, İslâm’ın başlangı-
verdi. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem, Câhiliye döne- cında müşriklerin müslümanlara uygulayacakları
minin Kâbe’yle ilgili geleneklerine saygı göstererek ambargoya dair aldıkları kararın metniyle Hârû-
diğer görevleri de eskiden beri yürüten ailelerde nürreşîd’in, oğulları Emîn, Me’mûn ve Kāsım’ı
bıraktı. Hz. Ömer bu işler için bütçeden tahsisat veliaht tayin ettiğini bildiren belge bunlar arasın-
ayırmaya başladı. Muâviye’den itibaren de düzen- dadır. İslâm döneminde yasaklanmadan önce baş-

317
Vadi-i Hamuşan
vurulan nesî’ uygulaması da (haram ayların yer- rülesved ve kapı hizalarına gelen yerleri kesik-
lerinin değiştirilmesi) Kâbe’de ilân edilmekteydi. tir; kapının ise fevkalâde işlemeli ayrı bir örtüsü
Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi inşa ederken içerisine kaz- vardır. Kisvenin Kâbe’ye Câhiliye devrinden beri
dığı mahzen çukuru hazine yeri olarak kullanılmış, örtüldüğü bilinmekle beraber bunun ilk defa ne
hediye edilen altın, gümüş eşya ve güzel koku gibi zaman ve kimin tarafından yapıldığı hususunda
malzemenin buraya konulması gelenek halini al- farklı rivayetler bulunmakta, Hz. İsmâil, Yemen
mıştır. Zaman zaman soyulma teşebbüslerine mâ- tübba‘larından Ebû Kerb veya Adnân’ın adları
ruz kalan Kâbe hazinesi Mekke’nin fethinden sonra zikredilmektedir.(…)
Hz. Peygamber tarafından aynen bırakılmıştır. Hz. İslâmî dönemde örtü halife, önemli bir hükümdar
Ömer bu hazineyi dağıtmak istemişse de sahâbe ile veya Mekke valisi tarafından yaptırılırdı; ilk yap-
yaptığı istişare sonucunda bundan vazgeçmiştir. tıranlar Hz. Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Os-
Daha sonra da halife ve sultanlar Kâbe’ye kıymetli man’dır. Muâviye halife olunca örtü sayısını ikiye
hediyeler göndermeye devam etmişler, ayrıca için- çıkardı. Bunlardan biri Hz. Ömer’den beri Mı-
de yer alan direklerle kapı ve oluk gibi kısımlarını sır’da yaptırılan beyaz keten (kabâtî) örtü, diğeri
da altın veya gümüşle kaplatmışlardır. de kendisinin ihdas ettiği kırmızı ipek örtü idi.
Kureyşliler’den önceki dönemde Kâbe’nin hangi Resûl-i Ekrem zamanından itibaren 10 Muharrem
günlerde açıldığına dair kaynaklarda bilgi bulun- âşûrâ günü kırmızı örtü, 27 Ramazan’da da beyaz
mamaktadır. Ancak Kureyşliler’in Kâbe’yi yeniden örtü asılırdı (Ezrakī, I, 254). Muâviye döneminde
yapıp kapısını yükselttikten sonra pazartesi ve per- ipek örtüler Dımaşk’ta, daha sonraları Horasan’da
şembe (diğer bir rivayette de pazartesi ve cuma) yapılıyordu. Emevîler devrinde Abdülmelik b.
günleri ziyarete açtıkları söylenir (Fâkihî, VI, 233). Mervân’dan itibaren ipek örtüler önce Medîne’ye
Saygı gösterisi olarak ayakkabılarını merdivenin gelir, Mescid-i Nebevî’de bir gün müddetle sergi-
önünde çıkardıkları bilinmektedir. İslâm’dan son- lendikten sonra Mekke’ye gönderilirdi.
ra da kapının pazartesi ve cuma günleri açılması- Kâbe’ye örtü yaptırma görevi hilâfetle birlikte
na devam edilmiştir. 579 (1183) yılında Mekke’ye Emevîler’den Abbâsîler’e geçti ve yılda iki kisve
gelen İbn Cübeyr, Kâbe’nin her pazartesi ve cuma yapma âdeti 206 (821) yılına kadar sürdü. O yılın
günü ile receb ayının her gününde açıldığını yazar âşûrâ günü kırmızı ipek örtünün ramazan ayına
(er-Rihle, s. 93). Ancak daha sonraları sadece cuma varmadan eskiyip parçalandığı Halife Me’mûn’a
günleri açılmıştır.(…) Günümüzde sadece yıkandı- bildirildi. Bunun üzerine Me’mûn beyaz renkli
ğı günlerde ve konuk İslâm devlet ve hükümet baş- üçüncü bir ipek örtünün hazırlanmasını emretti;
kanlarının ziyaretlerinde açılmaktadır.(1) böylece örtü bu tarihten itibaren yılda üç defa ye-
(1) DİA; [KÂBE - Sadettin Ünal] c. 24; s. 14-20 nilenmeye başlandı. Bunlardan kırmızı ipek örtü
arefe günü, kabâtî örtü receb ayı başında, beyaz
ipek örtü de ramazanın 27. günü asılıyordu. An-
Kâbe toprağı cak arefe günü, iki parçadan meydana gelen kır-
Hacıların uğur ve bereket olarak Kâbe’den getir- mızı ipek örtünün “kamîs” denilen üst kısmı dikil-
dikleri özel şekilde hazırlanmış toprak.(1) Genel- meksizin Kâbe’nin üzerine örtülür, “izâr” denilen
likle, mezar toprağına katılır. alt kısmı ise hacılar tarafından yırtılıp parçalan-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. masın diye âşûrâ günü onlar gittikten sonra asılır-
dı (Ezrakī, I, 255). Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh
tarafından gönderilen örtülerin 579 (1183-84) yı-
Kabe örtüsü lına rastlayanı yeşil renkli olup üzerindeki yazılar
Kâbe’nin dört duvarı üzerine dıştan ve içten si- kırmızıdır (Necmeddin İbn Fehd, II, 551; III, 14);
yah ve kırmızı iki örtü (kisve, sitâre) asılır. Dıştan hilâfetinin sonlarına doğru gönderdiği örtü ise si-
dam korkuluğunun kenarlarında bulunan demir yah renkli ve sarı yazılıdır. Böylece Me’mûn’un ge-
halkalarla çatıya, şâzervân üzerindeki bakır hal- tirdiği beyaz ipek örtünün rengi siyaha çevrilmiş
kalarla tabana tutturulan kisvenin oluk, Hace- ve bu durum zamanımıza kadar devam etmiştir.

318
Vadi-i Hamuşan
Abbâsîler’den sonra Kâbe örtüsü birkaç yıl, Kabız-ı Ervah
Yemen’de hüküm süren Resûlîler’den el-Meli- Ruhları alan, kabzeden Azrail.(1)(2)(3)
kü’l-Muzaffer Yûsuf tarafından yaptırıldı; I. Bay-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bars’ın ikinci saltanat yılından (661/1262) itiba-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ren de bu iş Memlük sultanlarının uhdesine geçti
(Fâsî, I, 201). Hz. Ömer’le başlayan, Kâbe örtüsü (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
masraflarının beytülmâlden karşılanması gelene-
ği önceleri Memlük sultanlarınca da sürdürüldü. Kabız
Daha sonra Ebü’l-Fidâ el-Melikü’s-Sâlih İsmâil, a. Sözlükte “almak, tutmak, avucunda tutmak,
Kalyûbiye kasabasına bağlı üç köyü satın alarak sahip olmak, daraltmak” manalarındaki kabz
Kâbe örtüsü yapımına vakfetti. Her yıl vakfın pa-
kökünden sıfat kuruluşunda bir isimdir.
rasıyla hazırlanan Kâbe örtüsü devlet erkânı ve
b. Allah’ın isimlerinden biri.(1) Allah’a nisbet edil-
halkın katıldığı görkemli törenlerle, yoksullara
diğinde “rızkı daraltan; canlıların ruhunu alıp
dağıtılmak için yollanan para keselerinin ve çeşit-
hayatlarına son veren” anlamında kullanılır.(1)
li hediyelerin de konulduğu “mahmil” adı verilen
bir mahfe veya sandık içerisinde emîr-i haccın so- c. Ruhun teslim alınması, ölme.(Azrail)(2)(3)
rumluluğunda Mekke’ye gönderiliyordu. d. Tasavvuf ehlinin gönlüne doğan terk edilme
1517 yılında Mısır’ın fethiyle bu görev Osmanlı korkusunun çok ağır bastığı sıkıntılı durum.

K
(2) Cenabı Hakkın kuluna siteminden, lütfu-
padişahlarına geçti ve Yavuz Sultan Selim, Kâbe
örtülerinin eskiden olduğu gibi yine Mısır’dan nu esirgemesinden ileri gelen gönül daralması
gönderilmesini istedi (Mir’âtü’l-Haremeyn, s. hali, manevi feyzin kesilişinden dolayı hissedi-
851). Kanûnî Sultan Süleyman zamanından itiba- len sıkıntı ve darlık.(3)
ren Kâbe’nin dış örtüsü Mısır’da, iç örtüsü İstan- (1) DİA;
bul’da hazırlanmaya başlandı; ancak iç örtünün (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
kumaşı yine Mısır’da dokunuyordu. Nihayet III. (3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ahmed döneminden itibaren kumaşların tama-
mının İstanbul’da dokunması âdet oldu. İç örtü
Kâbil
İstanbul’dan son olarak 1861’de, tahta çıkışı mü-
nasebetiyle Sultan Abdülaziz tarafından gönderil- Âdem Peygamberin büyük oğlu ve kardeşi Habil’i
di ve 1943 yılına kadar kullanıldı. öldüren kişi.(2) Asıl adı Kâin’dir. Fakat tefsirlerde
I. Dünya Savaşı sırasında Mekke Emîri Şerif Hüse- Kâin ismi Kâbil olarak değiştirilmiştir. Kur’an’ın
yin Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanınca örtüle- anlatımına göre; Âdem’in oğulları Allah’a birer
rin ikisi de yine Mısır’dan gönderilmeye başlandı. kurban sunmuşlar, birinin kurbanı kabul edi-
1926’da Mısır’la Suudi Arabistan arasındaki siyasî lip, ötekinin kabul edilmemiştir. Kurbanı kabul
ilişkilerin bozulmasıyla birlikte örtünün gönderil- edilmeyen, kurbanı kabul edileni kıskanarak öl-
mesi durduruldu. Bunun üzerine Kral Abdülaziz dürmüştür. Kâbil, Habil’i öldürmüştür.(1) Kâbil,
Mekke’de özel bir atölye kurdurdu ve 1936 yılında Habil’i öldürdükten sonra nasıl defnedeceğini
tekrar Mısır’dan gönderilmeye başlanmasına ka- bilmiyordu. Çünkü insanlar arasında yeryüzünde
dar Kâbe örtüsü bu atölyede yapıldı. 1962’de Mı- ilk ölüm olayı, bu hadise ile meydana gelmiştir.
sır’dan gönderilen örtü Suûdî hükümeti tarafından Yahut bu işi yapan katil, bir ölünün gömüldüğüne
Cidde’den geri çevrildi ve Mekke’de kurulmuş olan şimdiye kadar şahit olmamıştır.(3)
özel Kâbe örtüsü fabrikası faaliyete geçirildi.(…)(1) (1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 7, s. 99;
(1) DİA; [KÂBE - Sadettin Ünal] c. 24; s. 14-20 (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Karaman, Fikret. a.g.e., s. 25
Kabırcak
Tabut.(1) Kabin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Manası ziyaret olunan yer demektir.

319
Vadi-i Hamuşan
b. Mezar, ölülerin gömüldüğü çukurdur. Eski Bu hususta bazı âyetlerin işareti ve çeşitli ha-
Türkler mezara “gasın” derlerdi. “Kabin” keli- dislerin açık beyanları mevcuttur. Firavun ve
mesi de bundan gelmektedir.(1) taraftarlarının sabah akşam ateşe arzedildiğini,
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 21
kıyamet gününde de en şiddetli azaba mâruz bı-
rakılacaklarını (el-Mü’min 40/46), Nûh kavminin
suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını (Nûh
Kabir 71/25) bildiren âyetler Ehl-i sünnet âlimlerine
Mezar, sin, gömüt.(1)(2)(4)(5)(7)(8) Ölüleri defnet- göre kabir azabına ilişkin delillerdendir.
mek için kazılan çukur. Uzunluğu, cenazenin boyu Bunların dışında, iyilerle kötülere dünyada ve
kadar, genişliği yarım boy, derinliği de yarım ile âhirette yapılacak muamelenin aynı olmayacağını
bir boy arasında olmak üzere batıdan doğuya ka- (el-Câsiye 45/21-22), münafıkların iki defa azap
zılan kabrin kıble tarafı, iç tarafa girinti yapacak gördükten sonra büyük bir azaba mâruz bırakıla-
biçimde boydan boya oyulur.(6) Arapça’da “ölünün cağını (et-Tevbe 9/101), kâfir ve münafık olanlara
gömüldüğü yer” anlamında kabr (ç. kubur) “kabir- cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir aza-
lerin bulunduğu yer” karşılığında makber veya bın tattırılacağını (es-Secde 32/21; et-Tûr 52/47)
makbere (ç. mekabir) kelimeleri kullanılır. Türkçe belirten âyetler de kabir azabına işaret eden delil-
de kabirle eş anlamlı olan mezar ise kelimenin kök ler arasında zikredilir.
anlamıyla da irtibatlı olarak özellikle ziyaret edi-
Hadislerde belirtildiğine göre Resûlullah ka-
len önemli kişilerin kabirlerini (ziyaretgâh) ifade
birde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş
eder.(3) Türkistan’da mezara “gavr” denilir.(9)
(Müsned, III, 103, 104; Müslim, “Cennet”, 67-69),
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashaba da
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Allah’a sığınmalarını söylemiş (Müsned, III, 296;
(3) DİA; Müslim, “Cennet”, 67), cenaze namazını kıldırdığı
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. etmiş (Müslim, “Cenâiz”, 86), ayrıca azap gören-
(6) Akay, Hasan. a.g.e. lerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir
(7) Kanar, Mehmet. a.g.e. (Nesâî, “Cenâiz”, 115).
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Gıybet ve koğuculuk yapmak (Müsned, I, 225;
(9) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10;
Buhârî, “Cenâiz”, 88, “Vuđû”, 57), ölüye ağıtlar
(10) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 275
yakarak ağlamak (Buhârî, “Cenâiz”, 33; Müslim,
“Cenâiz”, 16-28), borçlu olarak ölmek (İbn Mâce,
Kabir Âlemi “Śadaķāt”, 12), yalan söylemek, zina etmek, faiz
Diriltilip kaldırılacakları güne kadar, İkinci sur’un yemek, içki içmek (Buhârî, “Cenâiz”, 92; “Tabî-
üfürüleceği gündür, kıyametin başlangıç anıdır, rü’r-rüyâ”, 48) gibi fiillerin kabir azabına sebep
kıyamete kadar ölüler kabirlerinde kalacaklar, teşkil ettiği yine hadislerde bildirilmektedir. Ha-
kalkmayacaklar. dislerde kabrin sıkması (Tirmizî, “Cenâiz”, 70),
kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin göste-
Berzah âlemi denir. Kur’an-ı Kerim’de ifade etti-
rilmesi (Buhârî, “Cenâiz”, 88; Müslim, “Cennet”,
ği gibi kalkmalarına bir berzah (bir engel) vardır.
65-66) gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber
İşte o engele berzah âlemi deniliyor.(1)
verilmiştir.
(1) Erdoğan, Naim. a.g.e., s. 69-70
Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan mü-
minler için kıyamete kadar devam edeceği, günahı
Kabir Azabı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir.
Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla bilinemeyip Kabir azabının insanın bedenine mi ruhuna mı
vahiy yoluyla sabit olan gaybî konulardan biri de uygulanacağı hususu tartışma konusu olmuştur.
kabir azabıdır. Kerrâmiyye ve Sâlihiyye mensupları kabirde ölü-

320
Vadi-i Hamuşan
nün hayat olmaksızın azap veya nimet göreceğini Kur’ân-ı Kerîm’de birer âyette kabr (et-Tevbe
iddia etmiş, azap veya nimetin idraki için hayatın 9/84) ve mekābir (et-Tekâsür 102/2), beş âyette
şart olmadığını söylemişlerdir. kubûr (el-Hac 22/7; Fâtır 35/22; el-Mümtehine
Âlimlerin çoğunluğu ise hayat olmadan azap veya 60/13; el-İnfitâr 82/4; el-Âdiyât 100/9) geçmek-
nimetin idrak edilemeyeceği fikrini benimsemek- te, birçok hadiste de gerek kabrin yapısı ve şek-
le birlikte bu hayatın niteliği hakkında farklı gö- line, kabir ziyaretine, gerekse kabir suali ve azabı
rüşler ileri sürmüştür. gibi uhrevî hayatla ilgili açıklamalara yer veril-
Selefiyye âlimleri kabir hayatını nitelemenin mektedir.
mümkün olmadığını söylerken bunlardan bazıları Kabir kelimesi, ölümle mahşerdeki diriliş arasın-
kabir hayatının sadece bedenle, bazıları da sade- da insanların yaşayacağı berzah hayatını da ifade
ce ruhla yaşanacağını belirtmiştir. İbn Hazm ve eder. İslâm inancına göre ölen kişi, nerede ve han-
İbn Kayyim el-Cevziyye, kabir âleminde azap veya gi durumda bulunursa bulunsun kabir ve berzah
nimeti idrak edecek olanın yalnız ruh olduğunu âlemi safhasından geçer. İnsanın toprak ve kabirle
savunur (el-Uśûl ve’l-furû, s. 144-147; er-Rûh, s.
ilgisi şu âyette vurgulu bir şekilde ifade edilir: “Sizi
279-290).
topraktan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir
Ehl-i sünnet çoğunluğuna göre kabirdeki sual, defa daha sizi oradan çıkaracağız” (Tâhâ 20/55).
azap ve nimet hem ruha hem bedene yöneliktir,
Topraktan yaratılmış olan insanın ölünce yine

K
zira bazı hadislerde sual esnasında ruhun bede-
toprağa gömülmesi Hz. Âdem’in oğlu Kābil’in,
ne iade edileceği bildirilmiştir (Ebû Dâvûd, “Sün-
öldürdüğü kardeşi Hâbil’i yeri eşeleyen kargadan
net”, 23).
ilham alarak gömmesiyle başlayan bir gelenek
Eş‘arî ve Mâtürîdî âlimlerinin çoğunluğu, ölünün
(el-Mâide 5/31) ve bütün peygamberlerin ümmet-
cesedinde azabın acısını veya nimetin lezzetini
lerine emrettiği bir görevdir.
hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söy-
leyerek ruhun cesede aynen iade edileceğini ifade Allah’ın ölen insanın kabre konulmasını emret-
etmekten çekinmiş, kabirdeki ölünün hayatına mesi ve onu hayvanlara yem olmaktan kurtarma-
dair kesin bir şey bilinemeyeceğini kaydetmiştir. sı, insanın değerli bir varlık olduğunun ve kıyame-
Ölü üzerinde azap veya nimetin belirtilerini göre- tin kopmasından sonra tekrar diriltileceğinin bir
meyişin sebebi, duyulara kabir âlemini idrak etme işareti sayılır.
yetisinin verilmemiş olmasıdır. Her ne kadar Hz. Osman’dan rivayet edilen bir hadiste Resû-
Eş‘arî, Mu‘tezile’nin kabir azabını inkâr ettiğini lullah tarafından “âhiret duraklarının ilki” olarak
söylüyorsa da (el-İbâne, s. 181) Kādî Abdülcebbâr,
nitelenen kabir hakkında (Müsned, I, 63-64) A. J.
daha sonra Cebriyye’ye intisap eden Dırâr b. Amr
Wensinck’in hazırladığı dizinde dokuz sütun tu-
dışında kabir azabını inkâr eden bir Mu‘tezilî âli-
tacak kadar hadis rivayeti mevcut olup (Miftâhu
min bulunmadığını belirtir.(1)
künûzi’s-sünne, s. 389-392) bunlar genellikle ka-
(1) DİA; [KABİR - Süleyman Toprak] c. 24; s. 37-38 bir sorgusu, kabir azabı ve nimeti, mezarlıkların
mescid yerine çevrilmemesi, kabir ziyareti, kabir-
Kabir Düşüncesi lere saygı gösterip üzerlerine bina inşa edilmeme-
Arapça’da “ölünün gömüldüğü yer” anlamında si gibi konulara dairdir.
kabr (çoğulu kubûr), “kabirlerin bulunduğu yer” Kelâm literatüründe kabir âlemiyle ilgili olarak
karşılığında makber veya makbere (çoğulu mekā- genellikle üç meseleden söz edilir.
bir) kelimeleri kullanılır. a. Kabir Sorgusu.
Türkçe’de kabirle eş anlamlı olan mezâr ise keli- b. Kabir Azabı.
menin kök anlamıyla da irtibatlı olarak özellikle
c. Kabir Nimeti.(1)
ziyaret edilen önemli kişilerin kabirlerini (ziyaret-
gâh) ifade eder. (1) DİA; [KABİR - Süleyman Toprak] c. 24; s. 37-38

321
Vadi-i Hamuşan
Kabir Fıkhı fazlasını mekruh görürler. Hanbelîler’e göre belli
Ölen bir müslümanın cenazesinin yıkanması, na- bir ölçü söz konusu olmayıp kabrin yeterince de-
mazının kılınması ve bekletilmeden defnedilmesi rin ve geniş kazılması sünnettir. Kabrin uzunluğu
müslümanlar üzerine terettüp eden farz-ı kifâye ise ölünün sığacağı kadar olmalıdır.
niteliğinde dinî bir görev olduğu gibi cenazenin Kabir kazıldıktan sonra kıble tarafındaki duvarın
kabre konulmasında uyulacak usul ve âdâb, kabir dibine ve uzunlamasına ölünün sığacağı kadar,
ve kabristanla ilgili şeklî kurallar ve kabir ziyareti “lahit” denilen girinti şeklinde bir oyuk kazılır.
konuları da fürû-i fıkıhta önemli bir yer tutar. Yine Resûl-i Ekrem’in tavsiyesinden hareketle
Bir kabre birden fazla kişinin konulması ulemâ- (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 65; Tirmizî, “Cenâiz”, 53)
nın çoğunluğuna göre mekruh, bir kısmına göre âlimler, böyle yapmanın kabrin ortasında uzun-
ise haramdır. Ancak yer darlığı, toprağı kazma lamasına bir çukur açılmasından (şakk) daha iyi
zorluğu gibi bir zaruretin söz konusu olduğu du- olduğunu belirtmişlerdir. Yıkılmaması için lahdin
rumlarda birden fazla kişi birlikte defnedilebilir. kenarları kerpiç vb. şeylerle örülür ve cenaze yüzü
Uzunluğuna açılmış bir kabre, birinin başı diğeri- kıble tarafına çevrilerek sağ yanı üzerine yatırılır.
nin ayağına gelecek şekilde cenazeler yerleştirile- Üzeri cenazeye değmeyecek şekilde ahşap bir ka-
bileceği gibi genişçe bir yere birkaç kişi yanyana pak vb. ile örtülür. Fıkıh âlimleri kabir toprağının
da konabilir. Bu durumda kıble tarafından başlan- sert olması halinde lahit yapmanın, yumuşak ve
mak üzere namazda imamlık önceliği (fazilet) gö- gevşek olması durumunda ise şak yapmanın daha
zetilir ve birbirlerine değmemeleri için aralarına uygun olduğunu ifade etmişlerdir.
toprak yerleştirilir. Çok zorunlu olmadıkça erkek Cenaze defnedildikten sonra kabrin belli olma-
ve kadın cenazeler bir arada gömülmez. Gömül- sı ve çiğnenmemesi için üstü toprakla bir karış
meleri halinde ise cemaatle namazdaki saf sırası- kadar veya biraz daha fazla yükseltilir. Diğer üç
na göre önce ergin erkekler, sonra erkek çocuklar mezhebin aksine Şâfiîler’in çoğunluğu, kabrin
ve ardından hanımlar konur. İhtiyaç bulunması üstünün yerle aynı seviyede tutulmasının daha
ve öncekinin kemiklerinin çürümesi halinde bir uygun olduğu görüşündedir. Resûl-i Ekrem, Os-
kabre başka bir kişinin defnedilmesi, üstüne ev man b. Maz‘ûn’un kabri başına büyükçe bir taş
yapılması veya ziraat için kullanılması da câizdir. dikmiş ve, “Bununla kardeşimin kabrini tanır ve
Mezardan bazı kemik parçalarının çıkması ve yer bulurum, ailemden ölenleri de yanına gömerim”
sıkıntısının bulunması durumunda kemikler me- demiştir (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 63; krş. İbn Mâce,
zarın bir köşesine gömülerek diğer cenaze defne- “Cenâiz”, 42).
dilir. Aynı şekilde zaruret bulunmadıkça bir müs-
Fakihlerin çoğunluğu, kabre yazı yazılması-
lümanın gayri müslimlerin, bir gayri müslimin de
nı yasaklayan hadislerden hareketle (Müslim,
müslümanların kabristanına defnedilmesi câiz
“Cenâiz”, 94, 95; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 76; Tir-
görülmemiştir.
mizî, “Cenâiz”, 58) mahiyeti ne olursa olsun kabir
Hz. Peygamber’in, kabrin geniş ve derin kazılması
üzerine yazı yazmayı mekruh saymıştır.
ve güzel yapılmasına dair tavsiyesi doğrultusunda
(Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 71; Nesâî, “Cenâiz”, 86) fı- Hanefîler’e ve diğer ulemâdan bazılarına göre ise
kıh âlimleri çeşitli ölçüler belirlemeye çalışmışlar- ölünün kabrinin kaybolmaması, saygı duyulup
dır. Hanefîler’e göre sünnete uygun kabir normal çiğnenmemesi için gerekirse yazı yazmakta bir
bir insanın yarı boyu kadar derin olmalıdır. Derin- sakınca yoktur; çünkü hadisteki yasağa rağmen
liğin göğüs hizasında veya bir adam boyu olması icmâ derecesinde bir uygulama ile kabir taşlarına
daha güzeldir. Şâfiîler, sünnete uygun derinliği yazı yazılagelmiştir.
kollarını yukarı kaldırmış bir kişinin boyu kadar Hâkim en-Nîsâbûrî, bu konudaki rivayetlerin sa-
takdir ederler. Mâlikîler kabrin, cesetten kokunun hih olmasına rağmen uygulamanın bunlara göre
yayılmasına ve yırtıcı hayvanların kabri deşmesi- gelişmediğini, bütün müslümanların önderlerinin
ne engel olacak derinlikte bulunmasını müstehap, kabirleri üzerine yazılar yazıldığını ve bu duru-

322
Vadi-i Hamuşan
mun halefin seleften devraldığı bir uygulama ol- sahâbîlerin bulunduğu onların bu yöndeki tatbika-
duğunu belirtir (el-Müstedrek, I, 370). Hâkim’in tından anlaşılmaktadır (Uludağ, II/1 [1977], s. 29).
tesbitini naklettikten sonra bu hususun Osman b. Burada, hadiste yer alan yasağın ihlâlinden ziyade
Maz‘ûn’la ilgili hadisle daha da kuvvet kazanaca- başlangıçta kabir ziyaretinde de olduğu gibi tev-
ğını söyleyen İbn Âbidîn yazının ancak yukarıda hid inancını korumaya yönelik tâvizsiz bir yasak
belirtilen gerekçelerle yazılabileceğini, kabir taşı- getirildiği, tevhidden sapma ve şirke dönüş teh-
na âyet, şiir ve ölüyü öven yazıların yazılmasının likesinin azalmasıyla birlikte toplumsal talebe
mekruh olduğunu ifade eder (Reddü’l-muhtâr, II, uygun olarak belli bir yumuşamaya gidildiği yo-
237-238). rumu yapılabilir. Nitekim sahâbe, tâbiîn ve te-
Kabirlerin dış şekliyle ilgili olarak Hz. Peygam- beu’t-tâbiîn nesillerinden bazı kimselerin kabirler
ber’in son hastalığı sırasında söylediği, “Allah üzerine türbe (bina, çadır) yaptıkları bilinmekte-
yahudi ve hıristiyanlara lânet etsin. Bunlar pey- dir. Meselâ Hz. Ömer Zeyneb bint Cahş’ın, Hz.
gamberlerinin kabirlerini mescid edinip mâbed Âişe kardeşi Abdurrahman’ın, Muhammed İbn
haline getirdiler” sözünü (Buhârî, “Cenâiz”, 62; Hanefiyye İbn Abbas’ın, Hz. Hüseyin’in kızı Fâtı-
Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 76) ve benzeri hadisleri dik- ma da amcası Hasan’ın oğlu olan kocası Hasan’ın
kate alan âlimler kabir üzerine kubbe, türbe, bina kabirleri üzerine türbe yaptırmışlardı. Daha son-
gibi şeyler yapma konusunda farklı görüşler ileri ra Abdurrahman’ın kabri üzerindeki yapının Ab-
sürmüşlerdir.

K
dullah b. Ömer tarafından yıktırıldığı nakledilir
Hanefî, Mâlikî ve Şâfiîler’e göre özel mülkiye- (Aynî, VII, 46).
te tâbi topraklardaki kabirlerin üstüne gösteriş Ali el-Kārî, meşhur meşâyih ve ulemâ kabirleri
ve övünme maksadıyla ev, kubbe, türbe yapmak üzerine insanların ziyaret ve istirahati için kubbe
haram, böyle bir maksat yoksa mekruhtur. Özel ve türbe yapılmasının Selef âlimleri tarafından
mülkiyet altında olmayan umumi mezarlıklarla câiz görüldüğünü kaydeder (Mirķātü’l-mefâtîh, II,
sahiplerinin mezarlık için vakfettikleri topraklar- 372; İbn Âbidîn, I, 237).
daki kabirler üzerine bina vb. bir şey yapmak ise Hanefî fakihlerinden İbnü’l-Hümâm da kabrin
her iki durumda da haramdır. Hanbelîler, böyle yanında Kur’an okurken oturmak için böyle bir
bir ayırım yapmaksızın bunu harama yakın dere- mekânın yapılmasının tercih edilen görüşe göre
cede mekruh görürler.
mekruh değil câiz olduğunu söylemiştir (Fet-
Mezarlık içinde mescid yapılması veya namaz kı- hu’l-ķadîr, I, 473).
lınması diğer mezheplere göre mekruh iken Han-
Hz. Peygamber, Câhiliye dönemine ait birtakım
belîler bunu haram kabul etmişlerdir. Hadislerde-
bâtıl inanç ve âdetlerin tamamen ortadan kalkma-
ki yasaklamanın amacı tevhid inancını korumak,
sı için önceleri kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat
gösteriş ve israfı önlemektir. Dinî bilgisi zayıf
zamanla tevhid inancı gönüllere yerleşip endişe
kişilerin mâbedle mezarı birbirine karıştırmaları-
edilen sakıncalar ortadan kalkınca, “Sizi kabirleri
na ve mezarda yatan kişinin insan üstü bir var-
ziyaret etmekten menetmiştim; şimdi artık ora-
lık olduğuna inanmalarına sebep olur endişesiyle
ları ziyaret ediniz” (Müslim, “Cenâiz”, 106; Ebû
kabirlerin mescid gibi yapılması ve mescid haline
Dâvûd, “Cenâiz”, 81; Tirmizî, “Cenâiz”, 60) meâ-
getirilmesi yasaklanmıştır.
lindeki hadiste de ifade edildiği üzere Resûlullah
Ayrıca kabirlerin mermer, taş vb. malzemeyle müslümanların kabirleri ziyaret edip ölüler için
masraflı ve gösterişli bir şekilde inşası da câiz gö- dua ve istiğfarda bulunmalarına izin vermiş ve
rülmemiştir. bunu teşvik etmiştir. Bizzat kendisi de Mekke’nin
Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’e ait na- fethi sırasında annesinin kabrini ziyaret edip ağ-
aşların bir hücre içerisinde bulunmasından kabir layarak yanındakileri de ağlatmış ve ölümü hatır-
üzerine bina ve kubbe yapmayı yasaklayan hadis- lattığı için sahâbîlere kabirleri ziyaret etmelerini
lerin hükümlerinin mutlak olmadığı, bu umumi söylemiştir (Müslim, “Cenâiz”, 108; Ebû Dâvûd,
hükümleri kayıtlı ve sınırlı şekilde anlayan bazı “Cenâiz”, 81).

323
Vadi-i Hamuşan
İslâm âlimlerinin çoğunluğu, Resûl-i Ekrem’in za- aleyküm ehle’d-diyâr mine’l-mü’minîne ve’l-müs-
man zaman Bakî‘ Mezarlığı’nı ziyaret edip orada limîn ve innâ inşâallāhu le-lâhikūn es’elüllāhe
yatanlar için dua ettiğine dair hadisten (Müslim, lenâ ve lekümü’l-âfiye” (Selâm size ey bu diyarın
“Cenâiz”, 102) ve yukarıda anılan diğer hadisler- mümin ve müslim halkı! İnşallah yakında bizler
den hareketle kabir ziyaretinin mendup (müste- de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de ba-
hap) olduğu görüşündedir. Hanefîler, bu konuda ğışlamasını dilerim; Müslim, “Cenâiz”, 104) diye-
kadınların da erkeklerle aynı hükme tâbi oldu- rek selâm verir.
ğunu belirtirken çoğunluk kadınların ziyaretini Ziyaretini ayakta yahut oturarak yapabilir, yönü-
mekruh saymıştır. Hanefîler, kadınların da erkek- nü kıbleye veya ölünün yüzüne doğru dönerek dua
ler gibi kabir ziyaretinde bulunmalarının men- eder, Kur’an’dan bildiği sûre ve âyetleri okur. Hz.
dup oluşunu, bu konuda ruhsat niteliğini taşıyan Peygamber ve ashaptan nakledilen ve bir kısmı
hadiste (Müsned, V, 355; Müslim, “Cenâiz”, 106) zayıf sayılan bazı rivayetlerde Yâsîn ve Fâtiha sû-
kadın erkek ayırımı yapılmamasına dayandırmış- relerinin okunması tavsiye edilmiştir (İbn Mâce,
lardır. Nitekim Hz. Fâtıma her cuma günü Hz. “Cenâiz”, 4; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 20; İbn Kudâ-
Hamza’nın kabrini ziyaret etmiştir. Hz. Âişe de me, II, 566-567; Muttakī el-Hindî, XV, 650; XVI,
Mekke’de medfun kardeşi Abdurrahman’ın kab- 479; Şevkânî, IV, 25, 106). Bu sırada kabrin çev-
rini ziyaretten dönerken İbn Müleyke’nin, “Hz. resinde dönülmemesi, kabrin taşlarının, türbenin
Peygamber kabir ziyaretini yasaklamamış mıydı?” eşiğinin, sandukanın örtüsünün öpülmemesi,
şeklindeki sorusuna, “Evet, yasaklamıştı; fakat yüze sürülmemesi ve ölüden bir şey istenmeyip
daha sonra yasağı kaldırıp ziyareti emretti” kar- yalnız Allah’tan talep edilmesi gerekir (Nevevî, V,
şılığını vermiştir (Aynî, VI, 435; Şevkânî, IV, 125). 278; Vehbe ez-Zühaylî, II, 542-543).
Bununla beraber kadınların ziyareti üzüntüleri-
Kabirlerin süslenmesi, mum yakılması, türbelere,
ni tazeleme, ağlayıp sızlama, feryat gibi ziyaret
ağaçlara bez bağlanması zamanla halkın tevhid
âdâbına uymayan bir durumun ortaya çıkmasına
inancını zedelediği, açık ve gizli şirke saptırdığı
sebep olursa bu câiz değildir. Câhiliye âdetlerin-
den olan bu şekildeki ağlamayı Resûl-i Ekrem ya- için yasaklanmıştır.
saklamış ve biatını kabul ettiği hanımlardan bu Kabirlerin yanında kurban kesilmesi, herhangi bir
hususta da söz almıştır (Aynî, VI, 453-454; VII, vesileyle bir türbe veya yatıra kurban adanması da
13). Şâfiî ve Hanbelîler’e göre kadınların bu şekil- bunun gibidir. Kurban bir ibadet olup yalnız Allah
de yapacakları ziyaret haram, ölünün iyiliklerini için yapılır, aksi davranış şirk olmasa bile büyük
sayıp dökmeden, feryat etmeden, yalnız âhireti günahtır (Şevkânî, IV, 102-103; Karaman, İs-
hatırlamak ve ibret almak amacıyla yapacakları lâm’ın Işığında, I, 73-74). Nitekim Hz. Peygamber,
ziyaret de mekruhtur. Bununla beraber Şâfiî ve “İslâm’da kabirlere kurban kesilmez” buyurmuştur
Mâlikîler’den kadınların kabir ziyaretini ilke ola- (Müsned, III, 197; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 74)
rak câiz görenler de vardır. Allah’ın yaratıkları arasında insana verdiği değer
Sonuç olarak kabir ziyaretinin ölümü hatırlamak ve ona duyulması gereken saygı dolayısıyla (el-İsrâ
ve ölüye rahmet dilemek amacıyla yapılması, 17/33, 70) kabirleri korumak, temiz tutmak, bir
dinen hoş görülmeyen davranışlardan uzak du- plana göre düzenlemek, yıkılanları tamir etmek,
rulması halinde kadınların da kabirleri ziyaret defin ve ziyaret esnasında kabirleri çiğnememek,
etmesinde herhangi bir sakınca görülmemiştir üzerlerine oturmamak gerekir. Resûl-i Ekrem bu
(Nevevî, V, 276-277; Şevkânî, IV, 126; Seyyid konularda titiz davranılmasını tavsiye etmiş ve
Sâbık, I, 566-567). kendisi de örnek olmuştur (Buhârî, “Cenâiz”, 82;
Kabir ziyaretinin belli bir zamanı yoktur. Ziya- Müslim, “Cenâiz”, 96-98).
retçi kabristana vardığında bu konuda rivayet Bu arada kabirden çıkabilecek kemiklerin de ko-
edilen hadislere de uyarak “es-Selâmü aleyküm yâ runup bir yere gömülmesi icap eder. Hz. Peygam-
ehle’l-kubûr” (Selâm size, ey bu kabirde yatanlar!; ber, kabir kazarken eski kabirden çıkan kemikleri
Tirmizî, “Cenâiz”, 59) şeklinde veya, “es-Selâmü kırarak sağa sola atan kimseye, “Ölünün kemiğini

324
Vadi-i Hamuşan
kırmak günah yönünden dirinin kemiğini kır- Âyetlerde şehidlerin nimetlere mazhar kılınaca-
mak gibidir” demiş (Müsned, VI, 105; İbn Mâce, ğının bildirilmesi, kabirde azap görmeyen diğer
“Cenâiz”, 63; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 64) ve kırılan müminlerin de nimete kavuşacağına işaret sayılır,
kemikleri kabrin bir köşesine gömmesini emret- zira azaptan kurtuluş da aslında bir nimettir.
miştir (Muhammed b. Abdülhâdî es-Sindî, I, 492; Kur’an’da, Allah yolunda hicret edip de savaşta öl-
Azîmâbâdî, IX, 24). dürülen yahut eceliyle ölenlerin Allah tarafından
Kabir azabının hafiflemesine vesile olmak, ay- güzel bir rızık ve nimete eriştireceklerini ve mem-
rıca kabristanlara güzel bir görünüm kazandır- nun olacakları bir yere yani cennete konulacakla-
mak amacıyla ağaç vb. şeyler dikmek sünnettir. rını beyan eden âyetlerde (el-Hac 22/58-59) şehid
Resûlullah bir ziyareti sırasında kabirde yatan iki mertebesine çıkmayan müminlerin de kabirde iyi
kişiden birinin koğuculuk yaptığı, diğerinin de id- bir hayat yaşayacağına işaret vardır.
rardan sakınmadığı için azap gördüklerini haber Ayrıca kabir suali ve azabıyla ilgili hadislerin he-
vererek yanındaki sahâbîlerden yeşil bir hurma men hepsinde sorulara cevap veren müminlerin
dalı getirmelerini istemiş, getirilen hurma dalını kabirlerinin genişletilip aydınlatılacağı, cennet
ikiye bölerek her kabrin başına birer tane dik- bahçelerinden bir bahçe haline getirileceği ve mü-
miştir. Bunları niçin diktiğini soranlara da, “Bu mine sabah akşam cennetteki yerinin gösterilece-
ağaçlar yeşil kaldıkça umarım ki azapları hafifler” ği bildirilmiştir (Müsned, III, 3-4; Müslim, “Cen-

K
demiştir (Buhârî, “Vuđû”, 55, “Cenâiz”, 89). net”, 65-66; Tirmizî, “Cenâiz”, 71).(1)
Fıkıh âlimleri, bu tür hadislere dayanarak kab- (1) DİA; [KABİR - Süleyman Toprak] c. 24; s. 37-38
ristana dikilen ağaçların ve yetişen otların tesbih
ettiği, bu sebeple de ölülerin kabir azabının hafif-
lemesine vesile olacağı gerekçesiyle ağaçları kesip Kabir Sorgusu
yeşil otları ve çiçekleri koparmanın sünnete aykırı Kabre konulan insanın sorguya çekileceği hadis-
bir davranış olduğunu, kuruyan ağaç ve otların ise lerde belirtilir.
kesilip satılarak kabristana veya kamu yararına Allah’ın, iman edenleri hem dünyada hem âhiret-
harcanabileceğini belirtmişlerdir (el-Fetâva’l-Hin- te sağlam söz ve kararlı davranışa mazhar kılaca-
diyye, I, 166-167; Tahtâvî, s. 515, 516; İbn Âbidîn, ğını bildiren âyetin (İbrâhîm 14/27) kabir suali
II, 245-246).(1) hakkında nâzil olduğu rivayet edilmiştir (Buhârî,
(1) DİA; [KABİR - Mehmet Şener] c. 24; s. 35-37; “Cenâiz”, 86; Müslim, “Cennet”, 73-74).
Ölü, kabre konulup mezar üzerindeki insanların
çekilmeye başladığı bir sırada Münker ve Nekir
Kabir Nimeti
adlı iki melek tarafından sorguya çekilir ve özel-
Kabirde nimetin varlığı da âyet ve hadislerle sa- likle son peygamber Hz. Muhammed hakkındaki
bittir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah yolunda öldürülen- fikri sorulur. Mümin olan kimse onu Allah’ın kulu
lerin ölü kabul edilemeyeceği, insanlar bunu an- ve elçisi olarak benimsediğini beyan eder; kâfir
lamasa da onların gerçekte diri olduğu (el-Bakara ise, “Bilmiyorum, ben de çevremdeki insanların
2/154) ve Allah katında nimetlere mazhar kılındı- kanaatini paylaştım” diye cevap verir (Buhârî,
ğı (Âl-i İmrân 3/169) haber verilmektedir. Sünnî “Cenâiz”, 67, 86; Müslim, “Cennet”, 70-72).(1)
âlimlere göre bu âyetler gerçek anlamda olup baş-
(1) DİA; [KABİR - Süleyman Toprak] c. 24; s. 37-38
ka bir şekilde te’vil edilemez.
Bakara sûresindeki âyette yer alan, “Siz bunu an-
layamazsınız” ifadesi, sözü edilen hayatın mah- Kabir Suali
şerde değil berzah âleminde vuku bulduğunu a. İslam inancına göre öldükten sonra mezar-
gösterir; çünkü herkes aynı âlemde bulunduğun- da sorulan soru.(2) Her ölene kabirde iki sual
dan mahşerdeki hayat bütün insanlar tarafından meleği tarafından sorulan hesap.(3) Hadis’te,
idrak edilir. “ölü kabre konulunca, birine Münker, diğerine

325
Vadi-i Hamuşan
Nekir denilen iki siyah gök gözlü melek gelir” nılan yaygın terim ise kôktür (bk. a.g.e., IV, 663).
Rabbinin kim, peygamberinin kim olduğu hak- Fakat terimler zaman zaman birbirinin yerine kul-
kında soru soracakları anlatılır.(1) lanılmıştır. Yahudi inançlarına göre ölme sürecine
b. Uzun ve bıktırıcı soru(2) giren kişi yalnız bırakılmaz, yanında gereksiz şey-
ler konuşulmaz, ölüm gerçekleşmeden cenaze ha-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 31;
zırlıkları yapılmaz. Ceset, hemcinsleri tarafından
(2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
belli kurallar gözetilerek yıkandıktan sonra kıllar,
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928a63d7b76a6.
53302097 tırnaklar kesilir, göz ve ağız kapatılır. Yahudiliğin
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. erken dönemlerinde ölüyle birlikte giyim ve süs
eşyaları da gömülürdü; ancak bu durum rabbilerce
hoş karşılanmamış, milâdî dönemlere doğru ke-
Kabir Tahtası fenleme geleneği yaygınlaşmıştır. Güzel kokular
Mezarın yerini, yönünü belirlemek amacıyla ya sürülen ceset beyaz bezden yapılan kefenlerle sa-
baş ya da hem baş hem ayak tarafına dikilen tah- rılmaktaydı. Erken zamanlarda ceset kamışlardan
talar.(1) yapılan bir örtü üzerine yatırılarak gömüldüğü
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 35
gibi tabut içinde de defnedilmiş (Tekvîn, 50/26),
zamanla bu gelenek yaygınlaşmış olmasına rağ-
men günümüzde İsrail’de ve Doğu ülkelerinde bu
Kabir Tarihi uygulamadan vazgeçilmiştir. Definde dikkat edil-
İslâm Öncesi Dinlerde. Ölümden sonra bedenler mesi gereken en önemli husus cesedin toprakla
zamana ve coğrafyaya göre değişik şekillerde def- tamamen örtülmesidir. İsrâiloğulları, milâttan
nedilmiştir. İnsanlığın başlangıcında cesetlere ne önce iki binli yılların başlarında kabirlerini toprak
gibi işlemler yapıldığı konusundaki bilgiler kısıt- içine veya kayalara oymak suretiyle şehir dışında
lıdır. Kabir uygulamasının sağlık, bilinmeyenden yapmışlardır; meselâ İbrânî “atalar” daha çok kaya
korkma gibi sebeplerden dolayı ölü bedenden kabirlerine gömülmeyi tercih etmişlerdir (Tekvîn,
uzaklaşma ve cesedi koruma arzusuyla ilişkili 23/9; 25/9; 49/30; 50/13).
olduğu anlaşılmaktadır. Ölüm fikrindeki tarihî Kabirler genellikle aile mezarlıkları şeklindeydi.
değişimlere paralel olarak her din, gerek mimari Ortaçağ’a doğru bu kabirler yerini herkesin gö-
açıdan gerekse onun etrafında örülü inançlar ba- müldüğü büyük mezarlıklara bırakmış, buna pa-
kımından kabre farklı değerler yüklemiştir.(…) ralel olarak kabrin mimari biçimi değişmiş, mer-
Eski Hint-Avrupa kültürlerinde cesetler yakıldık- merden veya taştan sanduka şeklinde kabirler
tan sonra külleri ya kutsal kabul edilen nehirlere yapılmıştır. Yahudilik’te ölümle ruhun bedenden
bırakılmakta veya bir kaba konularak saklanmak- uzaklaştığına ve bu dünya ile ilişkisinin bittiğine
ta ya da kapla birlikte toprağa gömülmektedir. inanılır, kabirde yatan cesedin herhangi bir ıstırap
Her şeye rağmen yaygın uygulama, cesetleri top- çekeceği düşünülmez. İslâm geleneğinde mevcut
rağa çukur açılarak oluşturulan kabirlere gömme kabir azabı veya sorgulaması inancına Yahudi-
şeklinde olmuştur. lik’te rastlanmamaktadır. Fakat ölünün geride
Yahudilik’te kabir anlayışını şekillendiren ana bıraktıklarının dua ve hayır işleriyle ruhun âhiret-
tema ölmüş kişinin veya cesedin “kirli” olduğu şek- teki hayatını olumlu yönde etkileyebileceği inancı
lindeki inançtır; bu kirlenmenin sebebi ise artık Yahudilik’te de yaygındır.
ruhun bedeni terketmiş olmasıdır. Ruhsuz beden Hıristiyanlık’ta ölüm düşüncesi doğrudan ilk in-
et yığınıdır ve bir an evvel terkedilmeli veya top- san çiftinin işlediği günahın sonucuyla alâkalan-
luluğun yaşayan üyelerinden uzaklaştırılmalıdır dırılmıştır. Buna göre ölmek günaha kefârettir,
(Levililer, 21/1; Sayılar, 6/6; 19/13). İbrânîce’de kabir de günahın bedelini temsil eder. Özellikle
kabir için kullanılan ana kelime kvrdir. Kvr esas Ortaçağ’dan itibaren işlenen bu teolojik yorum
itibariyle toprağa açılan çukuru belirtir (IDB, II, kabirlerin simgesel işlevini yoğun bir şekilde gün-
471). Kayalara oyularak yapılan kabirler için kulla- demde tutmuştur. Hıristiyanlık’ta kabir gelene-

326
Vadi-i Hamuşan
ği yahudi kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Kabirgâh
Bu geleneğe göre ölenin gözleri kapatılır, bedeni Mezar yeri, mezarlık.(1)
yıkanır, bütün vücut kefenle sarılır, güzel koku-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lar sürülür ve sazdan yapılmış yataklar üzerinde
toprağa gömülür veya kaya oyuklarına yerleştiri-
lirdi. Kabirler genellikle aile mezarları olup daha Kabirleri çiğnemek
çok şehrin dışına yapılırdı (Resullerin İşleri, 9/37; Ziyaret esnasında kabirler çiğnenmemelidir. Bil-
Markos, 15/46; 16/1; Matta, 9/23; Luka, 8/52; hassa kalabalık mezarlarda buna pek dikkat edil-
Korintoslular’a Birinci Mektup, 15/54). Fakat za- memekte ve cenaze defnetmeye yahut ziyarete
manla yahudi tesirinden uzaklaşılmasına paralel gelenler etraftaki kabirleri çiğneyip geçmektedir-
olarak kabirler daha farklı bir hüviyet kazandı. ler. Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Ateş veya
Ayrıca IV. yüzyıldan sonra şehidler için yapılan kılıç üzerinde yürümem yahut ayakkabımı ayağı-
âbidevî kabirler özel bir mimari anlayışının do- ma dikmem, bana bir Müslüman’ın kabri üzerin-
ğuşuna yol açtı, böylece kilise kompleksleri içinde de yürümekten daha sevimlidir. Kabirler arasına
anıtsal mimari birimler doğdu. Hıristiyanlık’ta ce- abdest bozmaya gelince, ha sokak ortasına boz-
setleri yakma geleneği IV. yüzyıldan önce mevcut- muşum ha kabirler arasına” yani o derece ayıp ve
tu. Genel eğilim daima toprağa gömme şeklinde yasaktır. Ancak kabir üzerinden geçmeyi gerekti-
olsa da bugün Protestan çevrelerinde ceset yakma ren bir zaruret varsa, o zaman kabri çiğnemek caiz

K
işlemi az çok devam etmektedir. Katolik ve Orto- olur, aksi halde fukahanın ittifakıyla yasaktır.(1)
dokslar’da yaygın olan toprağa gömmedir. Beden (1) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 152
kabre iyice temizlendikten sonra tabutla birlikte
konulur. Bazan da ceset mumyalanmaktadır. Hı-
ristiyanlık’ta ölümle ruhun bedenden ayrıldığına, Kabirleri süslemek
beden bozulurken ruhun yüceltilmiş vücuduyla Kabirleri süslemek ve üzerine bina yapmak yasak-
yeniden bir araya gelmenin arzusu içinde Tanrı’ya tır. Peygamberimiz, süslemek şöyle dursun, kab-
gittiğine ve son günde insanların yeniden dirilti- rin etrafına dizilen taşlara kireç sürmeyi bile ya-
leceğine inanılmakla birlikte İslâm’daki hâkim te- saklamıştır. Çünkü mezarın üstündekiler maddi
lakkiye benzer bir kabir azabı kavramı yoktur.(…) şeylerdir ve dünyadakilere yarar. Ölüye faydası
olacak olan ise, onunla birlikte kabrine girendir,
Kabirler bir yandan öteki dünyaya açılan kapılar,
yani kendi yaptığı iyi amelleri ve başkalarının ya-
diğer yandan ölümü hatırlatan âbideler hüviyeti-
pıp da sevabını ona bağışlayacakları şeylerdir. Çok
ne bürünmüştür.(1)
ihmal edilen bu hususta kabir süslemek yoktur
(1) DİA; [KABİR - Kürşat Demirci] c. 24; s. 33-35; diye Müslümanları tekrar tekrar uyarmak gereki-
yor. Çünkü pek çok Müslüman, kabirlerin üstünü
Kabir ziyareti mermer, taş, demir vb. şeylerle süslemektedir. Bu,
hem israftır ki israf haramdır, hem de meşru ol-
Kabir ziyareti sünnettir. Kabirlerin en kıymetlisi
mayan faydasız bir şeydir.(1)
olan Hücre-i Se’adet’i ziyaret, sünnetlerin en kıy-
metlisi olur.(1) “Kabirleri ziyaret ediniz” emrinde (1) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 154
üç anlam muhtemeldir. Birincisi, ölüp kabre gö-
mülmek anlamınadır. İkincisi, kabirlerdeki ölü- Kabirleri ziyaret adabı
leri anmaktır, kabirlerde olan ölülerle övünmek,
Peygamberimizin sünnetlerinden biridir. Ziyaret-
onları ziyaret etmek şeklinde ifade edilmiştir.
çi, kabre yaklaşarak selam verir ve onun bağışlan-
Ücüncüsü, “kabirleri ziyaret ediniz” deyimi, fiilen
ması için dua eder. Kur’an okur ve onun ruhuna
kabirlere gittiniz demektir.(2)
bağışlar.(2) Kabirleri ziyaret, kadınlara ve erkek-
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 135 lere mendubdur. Çünkü kabir ziyareti insana âhi-
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 51 reti hatırlatır. Hadisi şerifte, “Ben sizi, kabirleri

327
Vadi-i Hamuşan
ziyaret etmekten menetmiştim. Artık bundan Kabr-i Hamüş
böyle kabirleri ziyaret ediniz, çünkü bu, ahireti Susmuş, suskun, sessiz mezar.(1)(2)(3)
hatırlatır.” Kadınlara kabir ziyaret etmenin haram
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
olduğu söylenirse de bu doğru değildir. Çünkü Hz.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Aişe, kabristana gidip kardeşi Abdurrahman’ın
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
kabrini ziyaret etmiştir. Yalnız ziyaret ederken
kabirleri çiğnememeye dikkat etmelidir. Kabri
ayakta ziyaret edip ayakta dua etmek sünnettir.(1) Kabr-i Meftuh
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 4, s. 282-283; Açık mezar.(1)
(2) Akay, Hasan. a.g.e.
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Kabirlerin şekli
Kabr azabı
Kabrin kokuya mani olacak ve yırtıcı hayvanların
İslam inancına göre öldükten sonra mezarda çeki-
eşip ölüyü çıkarmasına mahal bırakmayacak şe-
lecek azap.(1)(2)(4)(6)(7) Duyular ve akıl yürütme va-
kilde derin kazılması gerekir. Baş ve ayak tarafla-
sıtasıyla bilinemeyip vahiy yoluyla sabit olan gay-
rın geniş olması, kıble cihetinde lahdin açılması,
bi konulardan biri de kabir azabıdır. Kabir azabını
cenazenin göğsünün ise kıbleye doğru gelecek
kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyame-
şekilde yerleştirilmesi tavsiye edilmiştir. Kabrin
te kadar devam edeceği, günahı az olan müminler
bilinmesi için zeminden bir karış yükseltilmesi
içinse geçici olacağı kabul edilir.(3)
uygundur. Kabri tümsek yapmak dört köşe veya
dümdüz yapmaktan daha faziletlidir. Başucuna (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
taş koymak da caizdir.(1) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) DİA;
(1) Karaman, Fikret. a.g.e., s. 27-28
(4) Akay, Hasan. a.g.e.
(5) Asil, Yasin Şeref, a.g.e.
Kabirlerin üzerini örtmek (6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Bu, ister süs maksadıyla, isterse başka gayeler için (7) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
yapılsın ve yine ister bugün bazı türbelerde oldu- &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928a702bb-
ğu gibi bez vs. ile örtülsün, isterse bina ve kubbe- b0a3.71183933
lerle örtülsün, hüküm aynıdır ve meşru değildir.
İslâm’da mezarlıkların sade, tabii ve mütevazı Kabr hayatı
olması esastır. Süs ve gurur alameti taşıyan bir
Âhiret hayatı üç kısımdır. Tekrar dirilinceye kadar
mezarın Müslüman kabristanında bulunmaması
olan kısmı kabir hayatıdır.(1)
icap eder.(1)
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 6
(1) Toprak, Süleyman. a.g.e., s. 154

Kable’l-Mevt Kabrgâh
Ölümden önce.(1)(2) Mezarlık.(1)(2)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Kable’l-Miad Kabrî
a. Süre dolmadan önce.(1) Mezarla ilgili, mezara ait.(1)(2)
b. Ölmeden önce.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

328
Vadi-i Hamuşan
Kabristan (2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928a-
Mezarlık, gömütlük, makbere, ölülerin gömüldü-
88a7791e3.78265646
ğü yer.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kaçınma Ritüelleri
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Üsküp Hıristiyanları, ölümü hatırlatan önbelirti-
(4) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. ler karşısında endişe etmektedir. Bundan dolayı
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. ölümden kurtulmak ve onu hatırlatan önbelirti-
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e. leri etkisiz hale getirmek için bazı inanış ve ted-
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e. birler geliştirmişlerdir. Hıristiyanlarda görülen bu
kaçınmalar şunlardır:
Kabuli Şeyh Mustafa Efendi Türbesi-Edirne Zamanla İlgili: Gece vakti ve kutsanmamış gün-
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 94 ler Hıristiyanların en çok çarpılmaktan, başına bir
bela gelmesinden ya da ölümün gelmesinden ka-
çındıkları zamanlardır. Bununla birlikte haftanın
el-Kabur
ve yılın belli günlerinde de belli işler yapmaktan
Mezar, derin çukur ve yer.(1) çekinmektedirler. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

K
(1) Karaman, Fikret. a.g.e., s. 22 Salı Günü: Makedon mitolojisine göre; Salı günü
ne işe başlanır ne de iş tamamlanır. İşe başla-
Kaburcu Şeyhi Türbesi-Kütahya nırsa iş tamamlanmaz, bitirilirse ondan hiçbir
(1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68 hayır gelmez. Salı günü kaza, kötülük getiren bir
gündür. Salı gününde biri rahatsız olursa, onun
yeniden ayağa kalkması çok zor olur. Salı günü
Kabz
tam gün lanetli değil, sadece bir saati böyle. Fakat
Azrail’in ruhu teslim alması,(1) Azrail’in can alma- sürekli değiştiği için bunun hangi saat olduğunu
sı,(3) ölme.(2)(4) kimse bilemez. Salı günü eşya da yıkanmaz, çünkü
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kötülük eşyalara geçerek, onu giyene bulaşır. Salı
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. günü kumaş satın alınmaz, terziler ve kundura-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. cılar çalışmaz. Çünkü bu gün makaslar şeytanın
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. elindedir. Bugünde yolular da yola çıkmamakta-
dırlar çünkü, geri dönmeye bilirler.
Kabzetmek Sessizlik Zamanı (Gluva Doba): Bu zaman ak-
a. Almak, zaptetmek.(1) şamdan ilk horozun ötmesine kadar devam et-
b. Azrail, bir kimsenin canını almak.(1) mektedir. Bu zamanda tüm kötü ruhlar ortaya
çıkar. İstenmeyen sonuçlardan kaçınmak amacıy-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
la bu zamanda evden çıkmaktan kaçınılmaktadır.
Özellikle kilise, cami ve mezar çevresinde bulun-
Kaçanikli Mehmet Paşa Türbesi-Makedonya mamak lazım. Çünkü o zamanda ölüler de geziye
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 637 çıkarlar. Dört yol ağızları, boğulmuş ya da öldürül-
müş yerler den de uzak durmak lazım. Ölüler kedi,
Kaçınılmazlık keçi ve koyun şeklinde ortaya çıkmaktadır. Eğer
kötü ruhların durduğu yerler basılırsa o zaman
a. Kaçınılmaz olma durumu.(2)
kötü cezalar bekliyor. Eğer biri ölülerden ses işi-
b. Yaşayan her canlının sonunda öleceğini an- tirse ve o anda durursa onu kesin ölüm beklemek-
lamak.(1) tedir. Bu zamanda hüzünlenmek de yasak çünkü
(1) Sezer, Sevgi-Saya, Pelin. a.g.e., s. 154 bu şekilde kötü ruhlar davet edilebilir. Bu yüzden

329
Vadi-i Hamuşan
çanlar ancak güneş doğduktan sonra çalınıyor. ban olarak değerlendirilmektedir. Boğulan kişiye
Kutsanmamış Günler (Ne kırsteni denovi): tören yapılmaz ve ırmağın yanında gömülür. Eğer
Kutsanmamış Günler Noel’den itibaren 12 gün mezarlıklarda papaz ile gömülürse o yıl o toplu-
sürmektedir. Bu dönemdeki yasaklar Hıristiyan- mu büyük doğa afetleri beklemektedir. Çünkü bu
lıkla olmayıp, pagan dönemine aittir. Bu dönem- ölüm Tanrı’dan değil şeytandandır.
de elbise yıkamak, kadınların saçlarını yıkaması Kirli Yerler (Bunişte): Mezarlıklar, camiler, kili-
ve örmesi, temizlik yapması, örgü vs, gibi işleri seler, dört yolağzı, birinin katledildiği yerler Hı-
yapması ve cinsel ilişkide bulunmak, herhangi bir ristiyanlarca kaçınılması gereken yerler olarak gö-
işin yapılması yasaktır. Özellikle bu günler bo- rülmektedir. mezarlık, camiler ve kiliselerde kötü
yunca geceleri kötü ruhlar gezerek çevreye zarar amel yapıldığı zaman insanın başına bela gelebilir.
vermektedirler. Dört yolağzı, birinin katledildiği yerler, kötü ruh-
1 Mayıs (Eremya): Yılanlardan korunma günü. ların bulunduğu yerler olduğu için, başımıza bir
Bu günde kadınlar: dikiş yapmaz ve kesmez. belanın gelmesini istemiyorsak özellikle geceleri
Özellikle uzunluğuna ölçmezler. Yılanları evden oradan uzak durulmalıyız.
uzaklaştırmak için evi üç kez tavaf ederler ve şarkı Brest: Brest ağacı altında oturmak yasak. Oturul-
söylerler. duğu takdirde insan çarpılır ya da sakat kalabilir.
1 Mart (Letnik): Mart olarak adlandırılan bu Ondan kurtulması için mutlaka mum yakması ge-
tarih yazın başlamasını sembol ediyor. Bu günde rekmektedir.
kırmız ve beyaz iplikten martinkalar yapılmakta. Hayvanlarla İlgili Olanlar: Belli hayvanların kut-
Yılan ve kötülüklerden korunmak amacıyla mar- sal belli hayvanlarında lanetli olması nedeniyle,
tinkalar kadın ve erkeklere boyunda, çocuklara el- geyik, kurbağa gibi hayvanları vurmaktan çekinen
lerinde koyulur. Bu martinkalar bir ay boyunca89 Hıristiyanlar, eşek, köpek gibi bazı hayvanlar ölü-
ya da ilk leylek görülene dek taşınmaktadır.
mün habercisi oldukları nedeniyle bölgeden belli
Yerle ilgili olanlar: Hıristiyanlar, Bazı yerlerin zamanlarda uzaklaştırılmaktadırlar. Hıristiyanla-
kutsiyetinden bazı yerlerin ise kötü ruhların top- rın kaçındıkları hayvanları şöyle sırayabiliriz:
lanma yeri olması nedeniyle belli yerlerde bulun-
Geyik: Kim ki geyiği vurursa, mutsuz olacaktır.
maktan çekinmektedirler:
Çünkü geyik: ışığın, galibiyetin, koruyucunun ve
Vakıf: Kim ki vakıf üzerinde ağaçları keser ya da ölülerin rehberidir.
zara verirse, o zaman ya kötü bir hastalığa yaka-
Kurbağa: Kurbağa öldürüldüğü takdirde, Allah’a
lanır ya da yılan ısırır. Hatta yıldırım bile vurabi-
dua ve beddua ederek öldüren kişinin annesi, ba-
lir. Aynı zamanda kim ki vakıf malını işletir ya da
bası veya kendisinin öldürülmesini istermiş. İlk
bina inşa ederse çalışırken kazaya uğrayabilir. Va-
kez kurbağanın sesini duyan bayanlar yaz boyun-
kıfın etrafında bulunan taşların üzerinde de otu-
ca sırtlarının ağarmaması için yerde tekerlenirler.
rulmaz çünkü orada gömülü insanların ruhlarına
ağırlık verir. Kırlangıç: Kırlangıç’ı öldüren ya da onun evini
bozan lanetlidir. Kırlangıçlar çok kötü beddua
Kuyu: Kutsal yer olan kuyular göklerin, yerin ve
ederler.
yer altı dünyası ile ilişkiyi temsil etmektedir. Bu-
narda yer altı kötü ruhlar bir araya gelmekte, bu Tavşan: Tavşanın kötü bakışı olduğuna inanıl-
yüzden biri kuyuya düşerse hastalanabilir. Kut- makta. Öyle ki şehre giden bir kişi tavşana rastlar-
sanmayan kuyulardan da su içilmez. sa geri dönmesi gerekiyor, yoksa işi kötüye gide-
Irmak: Yılın belli dönemlerinde ırmaklarda yı- cek. Tavşana rastlamak kötülük demektir.
kanmak yasaktır. Çünkü bu dönemlerde kötülük Köpek: Eğer köpek bahçede başı yola dönük uzun
ırmakta bulunmaktadır. Diğer taraftan, ırmak- zaman havlarsa o bir kötülüğün habercisi olarak
ta boğulan bir kişinin kurtarılması caiz değildir. değerlendirilmektedir. Savaş ya da doğal afet
Kurtarılırsa bunun için ceza gerekir. Çünkü bunu meydana gelebilir. Bu ve benzeri kötü olayların
ırmağa-içinde bulunan kötü ruha verilen bir kur- habercisi olan köpekler köyden kovalanarak or-

330
Vadi-i Hamuşan
mana yollanırmışlar. Onların öldürülmesinden bir ağırlık basmakta, terlemeye başlarlar ve ağır-
kaçınılırmış. Kovalanan köpek üç gün içerisinde lıktan yere çökerler. Gece çalışan kadınlara da sal-
ölürse o zaman kesin başlarına bir kötülük gele- dırmaktalar, bu nedenle kadınlar gece iş yapma-
cek, hayatta kalırsa, evden bir hastalanır fakat ye- maktaydılar. Günümüzde buna inananların sayısı
niden iyileşecek manasına gelmekte idi. çok azdır. Karakoncollardan kurtulmak için dört
Körköstebek: Körköstebeğin öldürülmesi günah gözlü köpekler çağrılarak onları tutunca parçalı-
olarak değerlendirilmektedir. Her günahın bir ce- yorlarmış.
zası olduğu için Hıristiyanlar başına kötü bir şey Böğürtlen: Küçük çocukların böğürtlen yemesi
gelmemesi için bu hayvanı öldürmekten çekin- yasaktır. Çünkü nasıl ki böğürtlenler birden olu-
mektedirler. veriyor, çocuk da o şekilde hızlı gelişir ve genç
Eşek: Yağmur yağdığı zaman insanlar eşekten
yaşta ölebilir.
uzak durular. İnanılıyor ki eşeğe yakın durursa Diğer: İnsan yıldızları saymaktan kaçınmalıdır.
yıldırım çarpabilir. Çünkü yıldızları sayarken kendi yıldızını sayarsa,
yıldızı sönecek kendisi de ölecektir. Sırplar, eski-
Kartal: Kartalların yuvaları bozulmaz, yumurta-
den ölü için kurban keserken, tüm evin ölmemesi
ları alınmaz ve öldürülmezler, alındığı takdirde
için kara koyun ya da koç kesmekten kaçınmak-
alan kişiyi büyük bir felaket bulacaktır. Kartal
taydılar. (1)
“koruyucu” sembole sahiptir.

K
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 35-41
Yılan: Yılanın yuvasında öldürülmesi yasaktır.
Öldürüldüğü takdirde, onu öldüren büyük günah
işlemiş olur ve aynı zamanda başına büyük bela Kaçınma ve Korunma Ritüelleri
gelecektir. Ölüm habercileri ya da ölümün önbelirtilerini al-
Tavuk: Tavuğun belli yerleri ve yumurtaları nazar gılayan ya da sezen insanlar mutlaka, ölümü en-
ile bazı hastalıklardan korunmak için kullanıl- gellemekten çok ertelemek, uzaklaştırmak ama-
maktadır. cıyla bazı önlemler alınmaktadır.
Diğer: Kötülüğü sembole edenlerin isimleri kulla- Üsküp Müslümanlarının, başına bir kötülüğün ya
nılmaktan kaçınılmakta. Onların isimleri anıldığı da ölümün ve yeni doğan çocuğa zarar gelmeme-
zaman, hemen oraya gelerek zarar verebilmek- si için, bazı yerlerden, bazı işleri belli zamanlarda
teler. Şeytan, verem gibi isimlerin yerine değişik yapmaktan kaçındıkları görülmüştür. Hançerli-
isimler kullanılmaktadır. oğlu, uğursuzluk olarak adlandırılan bu olgunun
Sihir: Sihir ikiye ayrılmakta. İyi-beyaz ve kötü-ka- rastlantılar sonucu ortaya çıktığına inanmaktadır.
ra sihir. Yerle ilgili olanlar: Bazı yerler kutsal ya da kötü
Karakoncol: Kötü ruh olan Karakoncol: ışıldayan ruhların toplandığı yerler olduğu için bu yerlerde
gözler, büyük başı, boynuzu ve kuyruğu vardır. oturmaktan veyahut belli işler yapmaktan kaçınıl-
Elindeki değneği ile yaramaz çocukları dövmekte- maktadır. Aksi takdirde insan çarpılabilmekte ya
dir, hatta onları yemektedir. Karakoncol altı haf- da başına kötü şeyler gelebilmektedir.
talık vampirden oluşur. Araştırmacılar dört çeşit Saçak Altı: Saçak altında küçük çocuklara abdest
Karakoncol türü tespit etmişlerdir: Ses, hayvan, bozdurulmaz. Gece vakti saçak altlarında dolaş-
vahşi yaratık ve insan. Ses Karakoncol, insanları manın uğursuzluk getirdiğine inanılmakta. Bu
uykusundan alarak belirsiz bir istikamete götü- nedenle buralardan dolaşmaktan kaçınılmakta.
rür. Değişik tanımlarla tanınan insan Karakon- Saçak altıların cinlerin yaşadığı mekanlar olarak
col’un amacı insandan ses çıkartarak sesini alarak algılanmaktadır.
öldürmesidir. Karakoncol rahatlıkla hayvan ve Kapı eşiği: Kapı eşiğinde oturulmaz. Gözükme-
vahşi yaratık şekillerine girebilmektedir. Yılda bir yen alemden birilerinin çarpabileceğine inanı-
kere (Noel zamanında - kışta) yeryüzünde dolaşan lır. Bu inanış eski Türk inançlarından da geçmiş
Karakoncol yolculara akşamları saldırır. Yolcuları olabilir. Çünkü eski Türk inançlarına göre, ayin

331
Vadi-i Hamuşan
sırasında kapıda kötü ruhlara karşı bekçilik yapan baş sağılına gidilmez. Çünkü bugünlerdeki ziya-
kapı ruhu vardır. Buna engel olmamak için kapı retler yeni ölümlere yol açabileceğini inanırlar.
eşiğinde oturulmaz. Mart günü süpürülmez, tencere dibi kazınmaz
Tarla sınırı: Cinlerin ve karabasanların yeri oldu- (evlendiğinde yağmurun yağmaması için), bula-
ğu gerekçesi ile tarla sınırlarından özelikle gecele- şık yıkanmaz. Bu günlerde bu işlerden herhangi
ri kaçınmaktadır. biri yapıldığında başlarına kötü bir şey geleceğine
inanılır.
Ağaç altı: Ağaç altlarında abdest bozmak iyi sa-
yılmaz. Görünmez alemin uğrak yer olarak tanım- Yeni doğan çocukla ilgili aşağıdaki işler yapıl-
lanan ağaç altında, kötü ruhların üzerinde abdest maz: Yeni doğan çocuğa nazar deymesin diye, na-
bozulursa insanın çarpılabileceğine inanılır. zar boncuğu takılır. Bebek doğduğu zaman başına
kötülük gelmemesi için kapı eşiğine bir ak bir de
Vakıf yeri: Vakfın malına el koyan ya da herhangi
kırımızı ip bağlarlar. Bebek odada yalnız bırakıl-
bir zar veren kişinin 7 nesline kadar kötülük göre-
maz bırakıldığı zaman da kötü ruhlardan korun-
ceğine inanılır. Bu kişilerin ye ömürleri kısa, ye da
ma için maşa ile süpürge bırakılır. Eskiden Loğusa
nesilleri engelli olur.
dönemde kadınlar hamur işlerinden uzak durur,
Eski evler: Eski evler cinlerin mekanları olarak
evden dışarıya çıkmazlardı. Bu şekilde herhangi
sayılmakta. Bu yüzden bu yerlere gitmekten ka- bir kötülüğün başlarına gelmesinden kaçınırlar.
çınılmalıdır. Yoksa başına kötü bir olay gelebilir. Bazı yerlerde Batinsi köyü gibi ise sadece geceleri
Mezarlar: Mezarlar üzerinden geçen insan çarpı- çıkılmaz. Gündüzleri istediği yere gidebilir. Fakat
lır. Bazı köylerde kadınlar mezarlıklara gitmezler, tedbir olarak akşam olmadan eve dönülmekte. Bu
çünkü yabancı adamlar yatar ve onlar için mah- dönemde ölen kadının cennete gideceğine inanılır,
remdir. çünkü bu dönemde günahsız olduğuna inanırlar.
Zamanla ilgili olanlar: Üsküp Müslümanları gü- Yakın zamanda doğum yapan bir kadın loğusanın
nün belli bir kısmı, daha doğrusu gece vakti ve ziyaretine giderse sütü kaçmaması için onunla ko-
haftanın belli günlerinde belli işler yapıldığı tak- nuşmaz. Çocuğu olmayan bayanlar, kötülüklerden
dirde, insana kötülük hatta ölümü getirebileceği- korunmak amacıyla muska kullanmaktadırlar.
ne inanmaktalar. Bu nedenle geceleri ve haftanın Diğer: Ekmek kırıntılarını basmaktan kaçınır-
belli günlerinde tırnak kesmek, taranmak vb işler- lar, basıldığı takdirde uğrayacaklarına inanırlar.
den uzak durulması gerekmektedir. Bu nedenle sofra bezlerini geceleyin dökmezler,
Geceleyin şu işler yapılmaz: Gece tırnak kesil- ancak gün olunca basılmayan bir yere dökülür.
mez, kesilirse hortlak kalkarsın. Aynı anda hem Hamile kadın gelin almaya gitmez. Odunların
tel hem de ayak tırnaklar kesilirse neşe ve keder yanında da abdest almaktan kaçınılmaktadır.
aynı günde yaşanır. Gece yatak serilmeden önce Örümceyi, kurbağayı öldürmek büyük bir günah
nas, fatiha, felek gibi dualar okunur, bu şekilde olarak sayılır. Öldürüldüğü takdirde başın büyük
gece esnasında kötülüklerden korunmaya çalışıl- bela gelineceğine inanılır. Mezar kazanlar ya da
maktadır. Gece vakti saçak altlarında dolaşmanın örtenler kazma ve küreği, sürekli mezar kazıma-
uğursuzluk getirdiğine inanılmakta. Bu nedenle mak için elden ele dolaştırmaz.
buralardan dolaşmaktan kaçınılmakta. Geceliğin Korunma: İnsanlar, başına bir kötülüğün ya da
banyo yapılmaz çünkü cinler gece yıkanırlar. Ban- ölümün ve yeni doğan çocuğa zarar gelmemesi
yo yapıldığı takdirde uğranabilir. Geceleri dışarıda için, bazı uygulamalarda bulunarak kötülüğün
abdest yapılmaz. Akşamları taranmaz. onları bulmaması için bazı eylemlerde bulunmak-
Belli günlerde şu işler yapılmaz: Salı günü çama- tadırlar. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Korunma
şır yıkanmaz. Tırnak kesilmez, Çarşamba günü ise olarak çocukların başına kurşun dökülür ve koca
uzun yola çıkılmaz. Cuma gecesi el işi yapılmaz, kadınlarda ya da hocalarda üflenir-okutulur. Na-
çamaşır yıkanmaz, bazıları Cuma namazına kadar zara inanan Üsküp Müslümanları korunmak için:
hiçbir iş yapmaz. Cumartesi ile Perşembe günleri muska, nişandır, sarımsak, kurt dişi, mavi boncuk

332
Vadi-i Hamuşan
gibi, eşyalar üzerinde takırlar. Küçük çocuklara câhid, “Orada açık nişâneler, İbrâhim’in makamı
göz deymesin diye iç çamaşırları ters giydirilir. vardır” (Âl-i İmrân 3/97) âyetindeki “nişâneler”i
Nazar değmiş birine kötülüklerden korunmak bu izlerle yorumlamıştır (Taberî, Câmiu’l-beyân,
için kor söndürülür. Bir bardakta su koyularak o IV, 11). Rivayete göre hicret sırasında Resûl-i Ek-
gün çocuğu görmüş kişiler adına ateşten alınarak rem’i takip edenler onun izini Hz. İbrâhim’inkine
bardağa kor atılır. Koru yukarda kalanın çocuğa benzetmişlerdir (İbn Hacer, III, 292).
nazar değdiğine inanılır. Çocuğun üç kere yüzü Kadem-i şeriflerin en önemlisi Kudüs’te Kubbe-
yıkandıktan sonra, baştan ayağa su ile serpilir ve tü’s-sahre’deki kaya üzerinde olanıdır; bu izin
su içirilir, kalan su mutlaka saçak altına dökülür. mi‘racdan kaldığı söylenir. Ahmed Teymur Paşa,
Yıl boyunca kötülüklerden korunmak için mart
Hz. Peygamber’e izâfe edilen kendisinin bildiği
ayında kırmızı beyaz iplikten yapılan ve “martin-
diğer ayak izleri hakkında ayrıntılı bilgiler ver-
ka” olarak adlandırılan koluna ve ayağına bilezik
mektedir. Ona göre sayıları yedi olan bu kadem-i
bağlarlar. Leylek görünce de çıkartıp güle asarlar.
şeriflerin dördü Mısır’da, ötekiler Kudüs, İstanbul
Bu şekilde yıl boyunca kötülüklerden koruduğu-
ve Tâif’tedir. Mısır’da bulunan ayak izlerinden
na inanılır. Hayvan dilini kesince maşallah denir,
biri, sonradan adı Mescidü eseri’n-nebî olan Ri-
aksi takdirde insanlar hastalanır.(1)
bâtü’l-âsâr’da, bir diğeri Sultan Kayıtbay Türbe-
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 6-10 si’ndedir. Kayıtbay’ın 20.000 dinara satın alarak

K
mezarının başucuna konulmasını vasiyet ettiği
Kad ayak izini Sultan I. Ahmed İstanbul’a getirtmiş,
fakat gördüğü bir rüya üzerine izin bir kopyasını
Kar fırtınası, insan öldüren bora, tipi.(1)
çıkarttıktan sonra aslını geri göndermiştir (Ah-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. med Teymur Paşa, s. 58).
I. Ahmed bu vesileyle bir de dörtlük yazmıştır
Kadâ nahbe
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Ölümünü yaptı, yani öldü demektir.(1) Kadem-i nakşını ol hazret-i şâh-ı rusülün
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26, s. 147 Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün
Kadamak Mısır’daki kadem-i şeriflerin üçüncüsü Ahmed
Ölmek, gebermek.(1) Bedevî Türbesi’nde, sonuncusu da Cîze’nin Ber-
nebîl köyündeki Yûnus Emre makamındadır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Tâif’te bulunduğu söylenen ise sonradan adı Mes-
cidü’l-kû’ya çevrilen Mescidü’l-mevkıf’tadır.
Kadem-i Saadet Osmanlı sultanları diğer mukaddes emanetler
Hz. Peygamber’e izâfe edilen ayak izi. gibi kadem-i şeriflere de büyük bir hürmet göster-
Taş veya tuğla zemin üzerinde bulunan ve “nakş-ı mişlerdir.
kadem-i saâdet” de denilen ayak izidir. Bazı pey- I. Abdülhamid, Şam yakınlarındaki Kadem köyün-
gamberlerin mûcizeleri arasına sert zemine ayak de içinde bir kadem-i şerif saklanan mescidin bâ-
izlerinin çıktığı rivayeti de katılmış ve dünyanın nisi Şeyh Seyyid Muhammed Ziyâd’dan kadem-i
çeşitli yerlerinde bunun birçok örneğine rastlan- şerifi İstanbul’a getirmesini istemiş ve onu başı
dığı ileri sürülmüştür. Hatta bu tür izlerin Bu- üstünde taşıyarak getiren şeyh, padişahtan büyük
da’ya ve Hz. Ali’ye (ayrıca atına) izâfe edildiği de saygı gördüğü gibi Sadrazam Halil Hamîd Paşa
görülmektedir. tarafından da kendisi için Samatya’da (Davutpa-
Bu izlerin en ünlüsü, Mescid-i Harâm’daki ma- şa İskelesi) Kadem-i Şerif adıyla bir tekke yaptı-
kām-ı İbrâhim’de bulunan ve Hz. İbrâhim’e ait rılmıştır (bu kadem-i şerif halen I. Abdülhamid’in
olduğu söylenendir. Tâbiîn müfessirlerinden Mü- türbesindedir).

333
Vadi-i Hamuşan
Topkapı Sarayı Hırka-i Saâdet Dairesi’nde dördü olmak üzere Hz. Peygamber’e izâfe edilen bütün
taş, ikisi tuğla olmak üzere altı adet kadem-i şe- ayak izleri sahtedir ve onlarla teberrük etmek de
rif korunmaktadır. Bunların en çok önem verilen itikadî açıdan sakıncalıdır (Mecmûu fetâvâ, XX-
ve kapaklı altın çerçeve içinde tutulanı, nizâmiye VII, 13, 135; İķtiżâü’s-sırâti’l-müstaķīm, s. 318,
alay emîri Ahmed Bey tarafından Trablusgarp’tan 427-428).(…)(1)
getirilerek Sultan Abdülmecid’e sunulmuştur. Al- (1) DİA, KADEM-i ŞERİF - Nebi Bozkurt, c. 24; s. 57-
tın mahfazası 1877’de II. Abdülhamid tarafından 58
yaptırılan bu kadem-i şerifin Yâkūt el-Hamevî’nin
de sözünü ettiği, mi‘rac sırasında Hz. Peygam-
Kadem
ber’in Kubbetü’s-sahre’de kalan ayak izi olduğu
söylenir (Öz, s. 26). Bir velinin bir melek, peygamber veya başka bir
velinin izinde olması anlamında tasavvuf terimi.(1)
İstanbul’da Eyüp Sultan ve III. Mustafa türbele-
rinde de birer kadem-i şerif muhafaza edilmek- (1) DİA
tedir. Hindistan’ın Eski Delhi, Cuttack Gaur ve
Bengladeş’in Narayanganj şehirlerinde de birer Kadem Paşa Hatun Türbesi-Van-Erciş
kadem-i şerif bulunmakta, ayrıca yine Hindis-
tan’da Leknev’de Mekke’den getirildiği söylenen (1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81,
(2) Van Valiliği. a.g.e.
bir tanesinin de 1857 sipahi ayaklanması sıra-
sında tahrip edildiği bilinmektedir. Mekke’de de
Mescid-i Harâm’da Zemzem Kuyusu yakınında Kadem Paşa Türbesi-Amasya
Resûl-i Ekrem’e izâfe edilen bir ayak izi ile üzeri-
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
ne yapılmış bir kubbe vardı; ancak Mekke Emîri
Avnürrefîk tarafından ortadan kaldırılmıştır (Ah-
med Teymur Paşa, s. 66). Kademli Baba Türbesi-Bulgaristan
Takıyyüddin es-Sübkî, Şehâbeddin Ahmed b. Mu- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 202
hammed el-Kastallânî, Şehâbeddin el-Hafâcî ve
Abdülganî en-Nablusî taş üzerine iz çıkması ola-
Kader
yını mümkün gören ve kabul edenlerdendir. Ebû
Bekir İbnü’l Arabî, el-Muvatta şerhinde mi‘rac a. Alın yazısı, yazgı, mukadderat.(1)(3)(6)(7)
sırasında Kubbetü’s-sahre’de meydana gelen ayak b. Genellikle kaçınılmaz olan kötü talih.(3)
izinden söz eder (III, 1076). Minhâcî de onun gö- c. Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorum-
rüşlerini tekrarlar (İthâfü’l-aHiśśâ, I, 134). luluk doğuran beşeri fiilleri, ezelde planlayıp
Celâleddin es-Süyûtî ise bu konuda hadis kaynak- zamanı gelince yaratması anlamında terim.(5)
larında herhangi bir rivayetin olmadığını söyler d. Allah’ın olmasını dilediği şeyleri, meydana gel-
(el-Hâvî, II, 276). meden önce, ezelde tayin, tespit ve takdir et-
İlk dönem siyer ve hadis kitaplarında da yer al- mesi, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe, ezel-
mayan taşa iz çıkması olayını bir kısım ulemâ den ebede kadar meydana gelen bütün durum
şiddetle reddeder. Şehâbeddin İbnü’l-Acemî, Ten- ve olaylarda egemen olan külli ilahi hüküm.(1)
(2) Allah’ın hüküm ve takdiri.(2)(4) İnanılması
zîhü’l-Mustafâ el-Muttâr an mâ lem yesbüt mi-
ne’l-ahbâr adlı eserinde bunu reddeden ulemânın İslâmi iman esaslarındandır.(4)
görüşlerine geniş şekilde yer vermiştir. Bu âlimle- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rin başında gelen İbn Teymiyye çeşitli eserlerin- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
de konuya temas etmiş ve kadem-i şeriflerin bazı (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
sahtekârların yonttukları taşlarla ortaya çıktığını, (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
cahil kimselerin de bu taşları meshedip öptüğü- (5) DİA;
nü söyler. Ona göre Kubbetü’s-sahre’deki dahil (6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.

334
Vadi-i Hamuşan
(7) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts Kader kelimesinin Kur’an’da “ölçü, miktar ve güç”
&arama=gts&guid=TDK.GTS.59288641a79642. anlamlarında kullanıldığı da kabul edilir. Âyetlerde
63415753 belirtildiğine göre Allah’ın buyruğu düzenlenmiş
bir kaderdir (el-Ahzâb 33/38), Allah dişilerin ta-
Kader Düşüncesi şıdığı yavruların rahimlerde nasıl bir gelişme gös-
tereceğini bilir, O’nun katında her şeyin bir planı
Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk
(mikdâr) vardır (er-Ra‘d 13/8). Her şeyin hazinele-
doğuran beşerî fiilleri, ezelde planlayıp zamanı ge-
ri O’nun nezdindedir ve her şeyi belli bir ölçü (ka-
lince yaratması anlamında terim.
der) dahilinde indirir (el-Hicr 15/21); O her şeyi bir
Allah’ın yaratıklarına ilişkin planını ve tabiatın iş- kaderle (bir plana göre) yarattı (el-Kamer 54/49).
leyişini gerçekleştirmesini ifade etmek üzere lite-
Takdir kavramının yer aldığı âyetlerde belirtildi-
ratürde kader ve kazâ kelimeleri kullanılır. Bu iki ğine göre Allah her şeyi amacına uygun bir şekilde
terim âlimlerce farklı şekillerde tanımlanır. yaratmış, tabiatını belirleyip hedefine doğru yö-
Sözlükte “gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yap- neltmiştir (el-A‘lâ 87/2-3). Yine Allah yılların he-
mak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıy- sap edilebilmesi için aya evreler koymuş (Yûnus
metini bilmek; rızkını daraltmak” gibi mânalara 10/5), geceyi dinlenme vakti ve güneşle ayı zaman
gelen kader, “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ölçüsü olarak belirlemiş (el-En‘âm 6/96), insanla-
ilmiyle bilip belirlemesi” diye tarif edilir. rın yaratılışını, rızıklarını, yaşayacakları zaman

K
“Hükmetmek; muhkem ve sağlam yapmak; em- dilimini ve ölüm vakitlerini tayin etmiştir (Fus-
retmek, yerine getirmek” anlamlarındaki kazâ sılet 41/10, 12; el-Furkān 25/2; el-Müzzemmil
ise “Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezelî planını 73/20; el-Vâkıa 56/60). Bu âyetlerde de hem ev-
renin yaratılışına dair kanunların hem de insanla-
gerçekleştirmesi” şeklinde tanımlanır. Selefiyye
rın yaratılış, yaşayış ve ölümüne ilişkin yasaların
âlimleriyle Mâtürîdî ve Şiî kelâmcılarının ekseri-
Allah tarafından düzenlendiği takdir kelimesiyle
yeti bu tanımları benimser. Eş‘arî kelâmcılarının
ifade edilmiştir.
çoğunluğuyla İslâm filozofları sözü edilen tanım-
ları tersine çevirerek kazâya kader, kadere de kazâ Kur’an’da bütün nesne ve olayların belli bir düzen
anlamını yüklemişlerdir.(…) içinde gerçekleşmesi ilâhî sıfatlarla irtibatlandırı-
lır. Bunlar ilim, irade ve kudret gibi zâtî; yaratma,
“Bir şeyin mahiyet ve niteliklerinin yanı sıra var
yaşatma, öldürme, hidayete erdirme, saptırma gibi
oluş zamanı ve mekânını belirlemek” demek olan
fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olanların
takdîr de kaderle eş anlamlı olup bazan onun yeri-
başında ilim sıfatı gelir. Allah gaybı bilir, ilmi her
ne kullanılır.(…)
şeyi kuşatmıştır, göklerde ve yerde olanlara, gizli
Kadr (kudret) kavramı Kur’an’da 100’den fazla açık her şeye vâkıftır; insanların açıkladıkların-
yerde isim ve fiil kalıplarında Allah’a nisbet edil- dan ve kalplerinde sakladıklarından haberdardır
miştir. Râgıb el-İsfahânî, Allah’ın varlıklara ilişkin (el-Bakara 2/77; et-Tevbe 9/78; en-Nahl 16/19, 23;
takdirinin iki anlama geldiğini söyler. Bunlardan el-Hucurât 49/16, 18; et-Talâk 65/12). Kur’ân-ı
biri yarattığı nesnelere güç vermek, diğeri de ilâhî Kerîm’de, âhiret hayatında cennet ve cehennem
hikmetin gerektirdiği tarzda yaratıkları nihaî ehlinin talep ve temennileriyle yapacakları konuş-
özellik ve şekillerine kavuşturmaktır. Allah gök maların Allah’ın sebkat etmiş ilmi çerçevesine gir-
âleminde olduğu gibi bazı nesneleri ilk merha- diğini ifade eden birçok âyet mevcuttur (meselâ bk.
lede yaratıp son şeklini vermiştir. Bazılarının da el-A‘râf 7/44-51; Fâtır 35/33-37; Sâd 38/62-64).
başlangıçta temel maddesini fiilen yaratmış, ge- Yine kaderin ilâhî ilimle olan münasebeti konu-
lişmesini ise belli ölçüler çerçevesinde zamana bı- sunda göz önünde bulundurulması gereken âyet-
rakmıştır (bi’l-kuvve). Meselâ hurma çekirdeği ve lerin bir grubu Allah’ın her şeyi önceden kayda
insan menisi gibi; bunların birinden hurma ağacı, (kitâb-ı mübîn) geçirdiğini beyan etmektedir (me-
diğerinden insan hâsıl olur, başka bir şeyin oluş- selâ bk. Hûd 11/6; Sebe’ 34/3; el-Hadîd 57/22;
ması mümkün değildir (el-Müfredât, “ķdr” md.). Reşîd Rızâ, VII, 469-470). Müfessirlerin bir kısmı-

335
Vadi-i Hamuşan
na göre bu tür âyetlerde geçen “kitab”dan maksat rini saptırır, mühürleyip perde çeker, hakkı duy-
ilm-i ilâhî veya levh-i mahfûzdur; bazıları da bu malarına engel olmak için kulaklarına ağırlık verir,
konuda kesin bir şey söylememenin daha isabet- onlara şeytanları dost yapar, günahlarının artma-
li olacağını belirtmişlerdir (a.g.e., VII, 471-477). sı için mühlet verir, isyanlarından ötürü inkârı
Kur’an’da yer alan bir kısım âyetlerde her toplum güzel gösterir, cehennemin yolunu kolaylaştırır;
için bir vade belirlendiği, bunun öne alınması veya bununla birlikte onlara zulmetmiş olmaz, aksine
geciktirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilir bu durum kendi karar ve eylemlerinin sonucu ol-
(el-A‘râf 7/34; Yûnus 10/49; el-Hicr 15/5). duğundan kendi kendilerine zulmetmiş olurlar
Kader konusuyla bağlantılı görülen ilâhî sıfat- (el-Bakara 2/7-8, 14; en-Nisâ 4/168-169; el-En’âm
lardan irade hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de yapılan 6/25, 110; el-A‘râf 7/27; el-İsrâ 17/45-46; es-Saf
açıklamalara göre Allah dilediğini yapar ve dilediği 61/5).
şekilde yaratır. O dileyenin iman, dileyenin inkâr Kur’an’da Allah-kâinat ve Allah-insan ilişkisi bağ-
edebileceğini bildirmiş, iman edeceklere hidayet lamında temas edilen kader konusu doğrudan
vermeyi, inkâr edenlerin de sapıklıklarını sürdür- doğruya iman edilmesi emredilen esaslar arasında
mesini murat etmiştir. Eğer isteseydi herkes iman zikredilmemiş (el-Bakara 2/177; en-Nisâ 4/136),
ederdi, ancak insanların kendi irade ve tercih- sadece Allah’ın yetkin sıfatlarına, bunun yanında
leri olmadan iman etmelerini dilememiş, onları insanın cebir altında bulunmayıp seçim hürriyeti-
serbest bırakmıştır (M. F. Abdülbakī, el-Mucem, ne sahip olduğu hususuna vurgu yapılmıştır.
“rvd”, “şye” md.leri). Ancak konu hadislerde farklı bir durum arzet-
Kader kavramının genel muhtevası içinde tabia- mektedir. Bazı rivayetlerde kader iman esasları
tın yaratılması ve yönetilmesi, ayrıca tabiat içinde arasında zikredilmezken (Buhârî, “Îmân”, 37; Tir-
özel bir konuma sahip bulunan insanın yaratılma- mizî, “Fiten”, 63) bazılarında hayrı ve şerriyle bir-
sı ve müstesna yeteneklere sahip kılınması da yer likte kadere iman etmenin gerektiği belirtilmiştir
almaktadır (Özsoy - Güler, s. 3-48). (Müslim, “Îmân”, 37; Tirmizî, “Îmân”, 4). Allah
Kader probleminin odak noktasını oluşturan in- önce kalemi yaratmış ve ona vâki olacak her şeyi
sanların fiilleri konusunda Kur’an’da dileyenin yazmasını emretmiştir (İbn Ebû Âsım, I, 48-55).
iman, dileyenin inkâr edebileceği, itaat ve isyanın Her insanın cennette ve cehennemdeki yerinin
insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin işledik- yanı sıra mümin (saîd) veya kâfir (şakī) olduğu da
leri ameller karşılığında cennete veya cehenneme yazılmıştır. Mümin olan kimse müminlerin ame-
lini, kâfir olan da kâfirlerin amelini işler, herkese
girecekleri, iyi işlerinin lehlerine, kötü işlerinin
yapacağı amel kolaylaştırılır (Müslim, “Ķader”, 6).
aleyhlerine olduğu ve Allah’ın kullarına asla zul-
metmediği ifade edilmiştir (el-Kehf 18/29; es-Sec- Kul ilâhî planda cennet ehlinden olduğu halde
de 32/19-20; Sebe’ 34/37-38; Yâsîn 36/54, 63-64). cehennem ehlinin amelini işleyebilir, cehennem
ehlinden olduğu halde cennet ehli gibi davrana-
Kur’an’da insanın, irade ve gücünü iman ve itaat
bilir, fakat sonuç planlandığı şekilde gerçekleşir
yahut inkâr ve isyan doğrultusunda kullanmasına
(Buhârî, “Ķader”, 5; Müslim, “Ķader”, 12).
bağlı olarak müminlerle kâfirler hakkında farklı
ilâhî fiillerin gerçekleşeceği de belirtilmiştir. Allah İnsan faydalı olanı yapmak için gayret gösterme-
iman edip yararlı işler görenlerin imanlarını ve li ve Allah’tan yardım dilemelidir; başına bir iş
hidayetlerini arttırır, kalplerini huzura kavuştu- gelince de, “Şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu”
rup onları takvâ mertebesine çıkarır, kendilerine dememeli, “Allah’ın takdiri” demelidir (Müslim,
imanı sevdirir, inkâr ve günahı çirkin gösterir, do- “Ķader”, 34).
layısıyla onları kimse saptıramaz (İbrâhîm 14/27; Hz. Âdem’in günah işleyip cennetten çıkması
el-Kehf 18/13-14, 17; ez-Zümer 39/22-23, 37; önceden belirlenmiş bir kaderle gerçekleşmiştir
el-Hucurât 49/7; el-Mücâdile 58/22). (Buhârî, “Ķader”, 11; Müslim, “Ķader”, 14-15).
Buna karşılık Allah, inkâr edip buyruklarına karşı Hadis rivayetlerinin bir kısmında Hz. Peygam-
çıkanların yüreklerini katılaştırıp daraltır, kalple- ber’in dualarında kaderin kötüsünden Allah’a sı-

336
Vadi-i Hamuşan
ğındığı ve aynı şeyi ashabına tavsiye ettiği ifade Kadı Çelebi Türbesi-Bulgaristan
edilir (Buhârî, “Ķader”, 13; İbn Ebû Âsım, I, 163- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 216
169).
Resûl-i Ekrem ayrıca hastalığa yakalananların te-
Kadı Hıdır Bey Türbesi-İstanbul
davi görmesinin gerektiğini ve bunun da bir kader
olduğunu açıklamıştır (Tirmizî, “Tıb”, 21).(…)(1) (1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 384

(1) DİA; [KADER - Yusuf Şevki Yavuz] c. 24; s. 58-63


Kadı Hüseyin Efendi Türbesi-Kıbrıs
Kader sakisi (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 138
Fena eğlence meclisinde, zevk ve sefa eden, sonun-
da ölüm kadehini kader sakisinin elinden içer.(1)
Kadı kassamları
(1) Özsayıner, Zübeyde Cihan, Eyüp’teki Mimar Si- Kadıların yanında görevli olup ölen kişilerin tere-
nan Türbelerinin Hat Sanatı Düzenlemesi, Eyüp
ke denen mal varlıklarının tespit ve kaydını yap-
Sultan Sempozyumu IV. Tebliğler, Eyüp Sultan
Belediyesi Yayınları, s. 338
makla görevli memurlar.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

K
Kâdi Baba (Gâzi Baba)
Aşık Çelebi şöhretiyle ünlüdür. İsmi Mehmet, Kadı Sadi Tekkesi Türbesi-İstanbul
künyesi de ali en-Netta’i olup Hz. Muhammet (1) Adresler. a.g.e.
soyundan olduğu ifade edilmektedir. Dedesi se-
yit Muhammet Netta, Bağdat’tan Bursa’ya Emir
Kadı Sinan Türbesi-Bosna Hersek
Buhârî ile birlikte gelmiştir.
Kâdi Baba 926/1519 yılında Bursa’da doğmuş, (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160
daha sonra Silivri, Priştine, Serfiçe ve Arda şehir-
lerinde kadılık etmişken, yüce zatların bir çoğu Kadıasker Ak Mahmud Efendi Türbesi-
gibi iftiraya uğrayarak bir süre işinden uzaklaştı- İstanbul
rılmıştır.
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 477
Yazdığı Tezkiretu’ş-Şuara’yı padişaha ve Zeyl-i Şa-
kaik Tercümesini Sadrazam Sokollu’ya takdim et-
mesi üzere, ölünceye kadar kalmak şartıyla Üsküp Kadıasker Mehmed Efendi Türbesi-İstanbul
kadılığına tayin olunmuştur. 979/1571’de vefat (1) Adresler. a.g.e.
etmiştir.
Türbesi kaza ile yanmış ise de Haci Galib Bey tara- Kadıhan Türbesi-Adıyaman
fından tamir edilmiştir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 49
Kadı Baba, Hakim, alim ve şair olan fazilet sahi-
bi bir zattır. Daha önce mezarı etrafında Lokman
Hekim Tekkesi de bulunmaktaydı. (1) Kadılar Türbesi-Amasya
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 24 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50,
(2) Amasya Valiliği. a.g.e., s. 77,
(3) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 4
Kadı Burhaneddin Türbesi-Sivas
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 92,
(2) DİA, Cilt. 37, s. 283, Kadıköy Ermeni Mezarlığı
(3) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 147, Uzunçayır, Taş Ocağı Sok. No: 34, 34722 Hasan-
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 307 paşa.

337
Vadi-i Hamuşan
Ermeniler Kadıköy’de iki mezarlığa sahip olmuş- ye başlandığı mübarek af gecesi.(1) Bir yıl içinde
lardır. Merkezde bulunanan ilkinin kapısının üze- İslâm dininde en kutlu zaman sayılır, herkes
rindeki kayıda göre burası 1740 yılında kurulmuş- ibadet eder. Çünkü İslâm dini başlamıştır. Miladi
tu. 1890’lı yıllarda bu mezarlık istimlak edilerek 609. yılıdır.(2) Ayetlerde Allah’ın, Kur’an’ı Kadir
onun yerine mezarlık alanı olarak Uzunçayır’da Gecesi’nde indirdiği; bin aydan daha hayırlı olan
geniş bir arazi tahsis edilir. Burasının genişliği Kadir Gecesi’nde, Rablerinin izniyle meleklerin ve
7000 m2’dir. Ruh’un indiği ve her bakımdan selam, esenlik her
Burada gömülü olan tanınmış kişileri şöyle sıra- çeşit emir getirdiği ve o gece esenliğin, tan yeri
layabiliriz: ağarıncaya dek sürdüğü belirtilmektedir.(3)

Kıdemli Peder Hovhannes Hünkyarbeyendiyan (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.


(1818-1894) (2) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(3) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 159
Doğu müziğinin ünlü bestecilerinden Tateos Ef.
Ekserciyan (1858-1913)
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/ Kadir Gecesi Düşüncesi
kadikoy-ermeni-mezarligi-mezarliklar/ Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği mübarek gece.
Sözlükte kadir (kadr) kelimesi “hüküm, şeref, güç,
Kadın Ana (Asiye Sultan) Türbesi-Afyonka- yücelik” gibi anlamlara gelir. Dinî literatürde ise
rahisar “leyletü’l-Kadr” şeklinde Kur’ân-ı Kerîm’in indi-
rildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı ta-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50,
şıyan 97. sûre bu gecenin fazileti hakkında nâzil
(2) www.memurlar.net/haber/301241
olmuştur. Sûrede Kur’an’ın Kadir gecesinde indi-
rildiği ve sözü edilen gecenin bin aydan daha ha-
Kadıncık Ana Türbesi-Eskişehir yırlı olduğu belirtilir. Müfessirler hayırlı olanın bu
(1) Parla, Canan. a.g.e. s. 61 gecede yapılan amel olduğunu, bin ayın ise içinde
Kadir gecesinin bulunmadığı bir süreyi ifade etti-
ğini belirtirler (Taberî, XV, 339). Ancak genel bir
Kadıtmak
rakam konumunda bulunması ve ism-i tafdîlden
Soğuktan ölmek.(1) sonra gelmesi dikkate alınarak bu sayının çokluk-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. tan kinaye olabileceğini söylemek de mümkündür
(Mâtürîdî, vr. 895b; Mevdûdî, VII, 187). Kur’ân-ı
Kerîm’in başka âyetlerinde de bin ve elli bin yıla
Kadıyeh
tekabül eden “gün” kavramı kullanılmaktadır
İşi bitiren, yani öldüren anlamına gelir.(1) (es-Secde 32/5; el-Meâric 70/4).
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26, s. 149 Allah’ın insanlara peygamberler vasıtasıyla son
hitabı ve nihaî mesajı olan Kur’an’ı indirmesi in-
Kadızade-i Rumi Türbesi-Semerkand sanlığın hidayetinde bir dönüm noktası teşkil
ettiği için bu olayın gerçekleştiği gece özel bir
(1) DİA, Cilt. 24 s. 98
anlam taşır. Kadir gecesinin önemine işaret eden
bir hadiste, önceki ümmetlerin uzun ömürlü ol-
Kadir Baba Tekkesi ve Türbesi-Yunanistan maları sebebiyle fazla sevap kazanma imkânına
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 902 sahip bulunmalarına karşılık müslümanlara Kadir
gecesinin verildiği belirtilir (el-Muvatta, “İtikâf”,
6). Kadr sûresinde bildirildiğine göre bu gecede
Kadir Gecesi Allah’ın izniyle melekler ve Cebrâil yeryüzüne
İslâm dininde Ramazan’ın 27. Gecesi olduğu ge- iner ve gece boyunca yeryüzüne barış ve esenlik
nellikle kabul edilen, Kur’an-ı Kerim’in indirilme- hâkim olur.

338
Vadi-i Hamuşan
Kadr sûresinde verilen bilgiler, Kur’an’ın rama- Bir hadiste Resûl-i Ekrem’in Kadir gecesinde,
zan ayında (el-Bakara 2/185) ve bütün hikmetli “Allahım! Sen affedicisin, affı seversin, beni de
işlerin kararlaştırıldığı mübarek bir gecede (ed- affet!” şeklinde dua edilmesini tavsiye ettiği belir-
Duhân 44/3-4) indirildiğine dair âyetlerle birlikte tilir (Tirmizî, “Daavât”, 84; İbn Mâce, “Duâ”, 5).
ele alındığında Kadir gecesinin ramazan ayı için- Bu sebeple müslümanlar, ramazan ayının son on
de bulunduğu sonucu ortaya çıkar. Bu gecenin gecesini ve özellikle âlimlerin çoğunluğunun işa-
daha çok ramazanın son on veya yedi günündeki ret ettiği 27. geceyi, kulluk bilinci içinde ibadet
tekli gecelerde aranması gerektiğine dair hadis- ederek ve geçmişte yaptıkları hataları bir daha
ler (Buhârî, “Fażlü leyleti’l-Ķadr”, 2-3; Müslim, tekrarlamamaya kesin karar vererek geçirmeye
“Śıyâm”, 205-220) gecenin tesbitiyle ilgili bazı özen gösterirler.(…)(1)
ipuçları vermektedir. Bu hususta sahâbeden gelen
(1) DİA; [KADİR GECESİ - M. Sait Özervarlı] c. 24; s.
rivayetlerde en çok ramazanın 27. gecesi öne çıkı- 124-125; [KADİR GECESİ - Mustafa Uzun] c. 24;
yorsa da (Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 179-180, s. 125-127
“Śıyâm”, 220-221; Ebû Dâvûd, “Şehru Ramażân”,
2, 6; Tirmizî, “Śavm”, 72) bu rivayetler ihtilâflı ol-
duğundan kesinlik ifade etmemektedir. Bazı na- Kadir Gecesi Edebiyatı ve Sosyal Hayatı
killerde Hz. Peygamber’in Kadir gecesinin vaktini Kadir gecesinin Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde ifa-
haber vermeye teşebbüs ettiği, ancak o sırada bir desini bulan önemi, bu gecede yapılan ibadet ve

K
konuda anlaşmazlığa düşen iki sahâbînin Resûlul- duaların kabul edileceğine, bu geceyi ihya eden-
lah’a başvurması üzerine buna fırsat bulamadığı, lerin günahlarının bağışlanacağına dair Hz. Pey-
daha sonra da konunun zihninden silindiği bil- gamber’in açıklamaları, müslüman toplumlarda
dirilir (Buhârî, “Fażlü leyleti’l-Ķadr”, 4; Müslim, ve özellikle Osmanlılar’da Kadir gecesinin diğer
“Śıyâm”, 217; Dârimî, “Śavm”, 56). kandillere göre daha büyük ilgi görmesine, bu
Kadir gecesinin kesin olarak belirlenmemesinin arada sosyal hayata yansımasına, örf ve âdetlerin
hikmeti üzerinde duran âlimler, bu durumun ge- zenginleşmesine vesile olmuştur.
cenin feyzinden istifade etmek için daha uygun Divan edebiyatında Kadir gecesi kasidelerin dua
olduğunu söylemişlerdir. Zira Kadir gecesinin kısımlarıyla ramazâniyye, bayramiyye, rubâî ve
bildirilmesi halinde müslümanlar sadece o geceyi tuyuğlarda, yeni edebiyatta ise müstakil dinî
ihya etmekle yetinebilirlerdi. Halbuki kısmî belir- manzumeler yanında ramazan ve kandillerle il-
sizlik sayesinde müminlerin Kadir gecesi ümidiyle gili şiirlerle bu gece indirilmeye başlandığından
bütün ramazan gecelerini ibadet şuuru içerisinde Kur’an’dan bahseden şiirlerde işlenmiştir.
geçirmeleri söz konusudur. Ayrıca Kadir gecesinin Kadir gecesinin divan şiirinde “leyle-i Kadr, şeb-i
bildirilmemesi yoluyla müslümanların bilerek ona Kadr, şâm-ı Kadr” gibi terkiplerde gerçek ve me-
saygısızlık göstermeleri veya tâzimde aşırıya kaç- caz anlamlarıyla ve cinas, tevriye, îhâm, îhâm-ı
maları önlenmiş olur (Zemahşerî, IV, 273; Fah- tenâsüb gibi edebî sanatlarla zengin bir kullanım
reddin er-Râzî, XXXII, 28-29). alanı vardır. Gökten rahmet ve bereketin sabaha
Bir hadiste inanarak ve mükâfatını Allah’tan bek- kadar yağdığını anlatmak için “nûr-ı Kadr, nûr-ı
leyerek Kadir gecesini ihyâ edenlerin geçmiş gü- şeb-i Kadr”; sevgilinin yerini ifade için “sarây-ı
nahlarının affedileceği müjdelenmiştir (Buhârî, Kadr, kûşe-i Kadr”; sevgiliye kavuşma için “Kadr-i
“Fażlu leyleti’l-Ķadr”, 1; Müslim, “Śalâtü’l-müsâ- visâl, Kadr-i vasl” gibi terkipler kullanılmıştır.(…)
firîn”, 175-176). Kadir gecesi özel ibadet ve duaları, bunlarla ilgili
Ramazanın son on gününe girildiğinde Hz. Pey- donanımları, teşrifat ve merasimleriyle Osmanlı
gamber dünyevî işlerden uzaklaşıp i‘tikâfa çekilir, toplum hayatında zengin bir gelenek oluştur-
geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirdiği muştur. Ramazanla başlayan hatimlerin Kadir
gibi ailesini de uyanık tutardı (Buhârî, “Fażlu ley- gecesinden önce tamamlanması ve o gece duası-
leti’l-Ķadr”, 5; “İtikâf”, 1; Müslim, “İtikâf”, 1-5; nın yapılmasına dikkat edilmiş, değişik camilerde
Tirmizî, “Śavm”, 73). hâfızlar ve duahanlar tarafından sanatkârane ifa-

339
Vadi-i Hamuşan
delerle duada bulunma âdet haline gelmiştir. Bü- camilerin iç mekânlarının bu gece daha özenle ay-
yük camilerde bu duaların sabah namazına kadar dınlatılması, İstanbul’a ait bir özellik olarak mih-
devam ettiği bilinmektedir. rap üstünde iç mahya kurulması da (a.g.e., a.y.) bu
Bunun yanında cami ve tekkelerde vaaz ve irşadda geceye ait uygulamalar arasındadır.(…)
bulunulur, bunlara halktan başka ulemâ, meşâyih Süheyl Ünver de Osmanlılar’ın son döneminde
ve devlet ileri gelenleri de katılırdı (Selânikî, II, Süleymaniye mahyacısının, Kadir gecesinde mi-
600). Bu vaazların başında “tasliye” adıyla Arap- nareler arasında köprü üzerinde hareket eden ara-
ça okunacak mukaddime ile sonunda yapılacak ba ve altında balıklar resmederek hareketli mahya
Türkçe dualar da geceye has uygulamalar olarak kurmasını anlatır (a.g.e., s. 10).(1)
zikredilebilir (örnekler için bk. Mehmed Fevzi, s. (1) DİA; [KADİR GECESİ - M. Sait Özervarlı] c. 24; s.
12-13, 46-47). 124-125; [KADİR GECESİ - Mustafa Uzun] c. 24;
Kadir gecesinden nasibini almak isteyenlerin yat- s. 125-127
sı namazını cemaatle kılmalarının yeterli olduğu-
na dair rivayetler, padişahların bu gece yatsı ve Kadmak
teravih namazlarıyla Osmanlı kroniklerinde “Ka- Tipide ölmek.(1)
dir namazı” adıyla anılan tesbih namazını selâtin
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
camilerinden birinde halkla beraber kılmalarına
vesile olmuştur. Bu durum Osmanlı teşrifatında,
padişah ve saray halkıyla devlet erkânının iftar- Kadiri Mahmud Baba Türbesi-İstanbul
dan sonra Kadir kutlamalarının yapılacağı camiye
(1) Adresler. a.g.e.
giderken geçeceği güzergâhta “kadir alayı” adıyla
bir merasim yürüyüşü düzenlenmesine de sebep
olmuştur.(…) Kadiri Türbesi-Kosova
Kadir gecesi kutlamalarında Ayasofya Camii etra- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 533
fında âdeta özel bir folklor ve gelenek oluşmuştur.
Fâtih Sultan Mehmed zamanından başlayarak
Kadirler Türbesi-Kosova-İpek
müzeye çevrilişine kadar beş asra yakın bir süre
Ayasofya Camii’nde düzenlenen Kadir gecesi kut- (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 370,
lamaları, İslâm dünyasında hiçbir camiye nasip (2) Engin, Refik. a.g.e. s. 447
olmayan bir ihtişamla yapılagelmiştır.(…)
Ayasofya’nın Kadir gecesi bakımından önemli bir Kadr Sûresi
özelliği de İstanbul’daki sefirlerden başlayarak Kur’ân-ı Kerîm’in doksan yedinci sûresi.(…)
pek çok yabancının buradaki kutlamaları caminin
Kur’ân-ı Kerîm’in ne zaman indirildiğini ve bu
üst katında takip edebilmesine imkân verilmesi-
zamanın özelliklerini belirterek faziletinden fay-
dir. Uygulamanın ne zaman başladığı tesbit edi- dalanma gereğine işaret eden sûre, “Onu Kadir
lemese de Paul Hérigaut adlı bir Fransız’ın kale- gecesinde indirdik” meâlindeki âyetle başlar.
me aldığı ve Ahmed İhsan Bey’in Rus Ateşi adıyla Müfessirler bu cümlede fiilin sonundaki zamirle
Türkçe’ye çevirdiği işgal yılları İstanbul’unu anla- Kur’an’ın kastedildiğini, bunun ilk bakışta anla-
tan bir romanda (İstanbul 1926, s. 54-60) bunun şılacak kadar belli olduğunu, Kur’an’ın azamet
uzun uzadıya anlatılması konunun yabancılara ne ve kudsiyetine işaret etmek üzere açık isim yeri-
kadar ilginç geldiğini göstermektedir. ne zamir kullanıldığını söylerler. Âlimlerin çoğu,
Minarelere Kadir gecesine has mahyalar çekilme- “peyderpey indirdik” anlamındaki nezzelnâ yerine
si, tek minareli camilere “kaftan giydirme” denilen “indirdik” mânasındaki enzelnâ fiilinin kullanıl-
uygulama (Ali Rıza Bey, s. 195; Ünver, s. 11), Os- masını dikkate alarak âyette, Kur’an’ın tamamının
manlı ülkesinin Ortadoğu ve Mısır gibi bölgelerin- bir defada ulûhiyyet makamından dünya seması-
de minarelerde kandil yakılarak bayrak çekilmesi, na indirilişine temas edildiğini ileri sürmüşlerdir.

340
Vadi-i Hamuşan
Bazı âlimlere göre ise bu âyetle doğrudan Hz. Pey- Kāf Sûresi
gamber’e ilk âyetlerin gelişi kastedilmektedir. Her Kur’ân-ı Kerîm’in ellinci sûresi.(…)
iki yoruma göre de söz konusu zaman dilimine,
Kāf sûresinin muhtevasını iki bölümde ele almak
Kur’an’ın inişine sahne olduğu ve bu olayla değer
mümkündür.
kazandığı için “leyletü’l-Kadr” denilmiştir. Kadir
gecesinin ne olduğu sorusunu ihtiva eden ikinci Birinci bölümde (âyet 1-15), müşriklerin kendi-
âyete cevap veren müteakip âyetlerde onun tari- lerine gönderilen peygamberi ve ölümden sonra
hinin açıklanması yerine üstünlüğü ve özellikleri dirilmeyi yalanladıklarına dikkat çekilerek Allah’ın
üzerinde durulmuştur. Söz konusu âyetlerde, Ka- kudretine işaret eden kozmolojik delillerden ör-
dir gecesinin bin aydan daha hayırlı olup onda Al- nekler verilir; gökyüzü, yeryüzü, dağlar, gökten
lah’ın izniyle meleklerin ardarda indiği ve bundan indirilen sular, hurma ağaçları, bahçeler ve bit-
dolayı fecrin doğuşuna kadar bütün geceyi mânevî kilere dikkat çekilir; böylece insanlar bunların
bir huzur ortamının (selâm) kapladığı belirtilir. yaratılışındaki hikmeti kavramaya ve düşünme-
Tefsirlerde, meleklerle beraber yeryüzüne indi- ye teşvik edilerek bu deliller dikkate alındığında
ği haber verilen “ruh”un Cebrâil olduğu ve onun insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için
melekler arasındaki yüksek derecesinden dolayı kolay olacağı bildirilir. Aynı bölümde ayrıca, daha
özellikle anıldığı kaydedilir. Geceyi kaplayan esen- önceki bazı kavimlerin kendilerine gönderilen
lik ise o gecede yapılan dua ve ibadetlerin sonucu peygamberleri yalanladıklarına dikkat çekilir. Bu

K
olarak ilâhî rahmetin artmasıyla ilgilidir. kavimlerin yalnız isimlerinin zikredilip ayrıntıya
girilmemiş olması, o dönemdeki Araplar’ın onlar
Kadr sûresinde, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği gece-
hakkında mâlûmat sahibi olduklarını gösterebi-
nin geniş rahmet ve bereketlere vesile olduğuna
leceği gibi buradaki amacın söz konusu topluluk-
işaret edilerek Kur’an’ın insanlık için taşıdığı de-
ğer ve öneme, insanlığın ona olan ihtiyacına dik- ların tarihlerini anlatmak değil davranışlarının
kat çekilmektedir. Ayrıca insanların mümkün olan onları sürüklediği âkıbeti haber vermek suretiyle
en yüksek düzeyde ve yoğunlukta Allah’a yönelip muhatapların ibret almalarını sağlamak olduğu da
derin bir dindarlık hali yaşamaları durumunda me- söylenebilir. Öte yandan burada, karşılaştığı ya-
leklerin kendilerine katılmasına kadar varan bir lanlamanın kendisinden önceki peygamberlerin
ulviyete ulaşabilecekleri vurgulanmaktadır.(…)(1) de başına geldiğini hatırlatmak suretiyle Resûl-i
Ekrem’i teselli amacı da güdülmektedir.
(1) DİA; [KADR SÛRESİ - M. Sait Özervarlı] c. 24; s.
140 Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 16-45), inkârcı-
ların ölümden sonra dirilme konusundaki şüphelerine
karşı insanın yaratılışına dikkat çekilerek insanı
Kadri Bey Türbesi-Trabzon yaratan gücün onun en gizli duygu ve düşüncele-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50 rini dahi bildiği ifade edilir. Bu kısımda, muhatap-
ların bilhassa âhiret hayatı konusuna dikkatlerini
Kadri Paşa Türbesi-Edirne yoğunlaştırarak içlerinde ürperti uyandırmayı,
böylece kendilerini dehşetli sondan korumayı he-
(1) Dündar, Abdülkadir. “Son Dönem Osmanlı Mi-
marisinde Uygulanmayan Bir İnşa Projesi: Edirne defleyen bir üslûp hâkimdir. Ayrıca takvâ sahiple-
Kadri Paşa Türbesi.” Aüifd, Sayı 1, (2004). rine âhirette verilecek nimetlerden de bahsedilir.
Bu bölümde yer alan, “Biz insana şah damarından
daha yakınız” meâlindeki âyet (âyet 16), insanın
Kadriye Hatun Türbesi-Çankırı
bütün eylem ve düşünceleri konusunda derin bir
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e. sorumluluk bilinci taşıması gerektiğini vurgula-
ması açısından çok anlamlıdır.
Kadriye Türbesi-Kosova Sûrenin sonlarına doğru Hz. Peygamber’in kendi-
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 353, sine inanmayanların sözlerine karşı sabırlı olma-
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 489 sı öğütlenerek günün değişik vakitlerinde Allah’ı

341
Vadi-i Hamuşan
saygı ve övgüyle anması istenir. Kıyamet ve mah- Kâfirûn Sûresi
şer sahnesine kısa ve etkili ifadelerle tekrar temas Kur’ân-ı Kerîm’in yüz dokuzuncu sûresi.(…)
eden âyetlerin ardından sûre, inatçı müşrikle-
Sûrenin muhtevası dikkate alındığında, özellikle
rin neler söylediklerini Allah’ın çok iyi bildiğini,
İslâm inanç sisteminin temelini oluşturan tevhid
Resûl-i Ekrem’in onları inanmaya zorlamak gibi
ilkesi üzerinde durularak yalnızca Allah’a ibadet
bir görevinin bulunmadığını belirten ve Allah’ın
edilmesi ve O’na ortak koşulmamasının vurgu-
uyarılarından yararlanabilecek iyi niyetli insanla- landığı görülür. Ayrıca Hz. Peygamber’in dilinden
ra Kur’an aracılığıyla uyarıda bulunmasını emre- onun ibadetinde şirk unsurunun bulunmadığına
den âyetle sona ermektedir.(…)(1) dikkat çekilmektedir. Sûrede aynı zamanda din
(1) DİA; [KĀF SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 24; ve ibadet özgürlüğü çerçevesinde hiç kimsenin bir
s.144 başkasının ibadetini engelleme hakkının bulun-
madığına işaret edilmektedir.
Kâf-u Nûn Sûrenin sonunda yer alan, “Benim dinim bana, si-
zin dininiz size” ifadesi müşriklerin tavırlarından
Allah’ın “Kün, Ol” emrini karşılayan ifadeye veri-
kesinlikle uzak durmayı vurgular. Nitekim bu hu-
len ad. Allah, kâinatı “Kün” diyerek bir anda ya-
susun daha sonra nâzil olan bazı Mekkî sûrelerde
ratmıştır. Allah “Kün” demezden evvel “elest” bez-
de tekrarlandığı görülür (meselâ bk. Yûnus 10/41,
minde nur vardır ve bu emirle nurdan, nâr yani
104).(…)(1)
ateş olmuştur. Ateşten de hava, toprak, su mey-
dana gelmiştir. Allah “ilk olarak nuru, ruhu, aklı (1) DİA; [KÂFİRÛN SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c.
ve kalemi yarattım” ifadesiyle kâinattaki oluşumu 24; s. 149

ve varlıkların yaratılışını ifade etmiştir.(1)


(1) Kaya, Doğan. a.g.e. Kaflanmak
Ölümü yaklaşmak.(1)

Kafesoğlu, İbrahim (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No: 956.005/123
Ahlat Ve Çevresinde 1945’te Yapılan Tarihi Ve Arke- Kâfur
olojik Tetkik Seyahati Raporu, Tarih Dergisi, Sayı: I, İ. a. Kâfur ağacından elde edilen, hekimlikte kulla-
Horoz Basımevi, S.180-184, 1949, İstanbul
nılan, beyaz ve yarı saydam, kolaylıkla parçala-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. nan, güzel kokulu bir madde.
b. Çok beyaz.(3)
Kaffal Eş-Şâsi Türbesi-Özbekistan c. Ölünün gerek yıkanışı, gerekse kefenlenişi sı-
rasında değişik kokulu maddeler yakılıp tüttü-
(1) DİA, Cilt. 40, s. 148
rülür, cesede ve kefene çeşitli kokular, yağlar,
kutsal sular dökülür. Yakılarak koku çıkarılan
Kafi Baba Türbesi-Antalya-Finike maddelerin başında buhur, kâfur ve od ağacı
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 3, gelmektedir.(1)
(2) Güler, Gürsel. “Kafı Baba Dergahı.” doczz.biz.tr/ b. Ahirette şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir tas-
doc/93611/cem-gazetesi-pdf tan içerler, bu ancak Allah’ın kullarının taşıra
taşıra içebileceği bir pınardır.(2)
Kâfir ölüsü (1) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 1;
(2) İbn Kesir. a.g.e., s. 425
Hıristiyanlar ölülerini tabuta baş arkada korlar ve
(3) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
öyle götürürler.(1)
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928ac4f6181b6.
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. 82545613

342
Vadi-i Hamuşan
Kahhar Baba Türbesi-İstanbul meleklerin konuşmalarını dinleyen cinlerinin
(1) Adresler. a.g.e.,
bulunduğuna inanılırdı. Nitekim Câhiz, Müseyli-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 243
me’nin “reiy” sahibi bir kâhin olduğunu kaydeder-
ken (Kitâbü’l-Hayevân, IV, 370) Mâverdî, “beşâi-
rü’n-nübüvve” çerçevesinde Hz. Peygamber’in
Kâhin nübüvvetini haber veren kâhinlere örnekler verir
a. Doğaüstü yollardan gizli, bilinmeyen şeyleri, ve Sevâd b. Karîb’i bunlar arasında sayar (Alâ-
geleceği bilme idDİAsında bulunan kimse.(1)(2) mü’n-nübüvve, s. 103-107).
(3)(4)(5)
Câhiliye döneminde kâhinlerin fert ve toplum ha-
b. Yahudilerin din reisi.(5) yatında da önemli bir yeri vardı. İnanışa göre on-
lar ihtilâfları çözer, rüyaları tabir eder, kayıpları
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 180;
bulur, zina olaylarını belirler, hırsızlık ve adam öl-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
dürme gibi cürümleri aydınlatır, hastalıklara şifa
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
bulurlardı. Ayrıca bir kabileye savaş ilân edileceği
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
zaman kâhinlere danışılır, toplumsal ihtilâflarda
(5) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928ada9bb6059.
ve aile anlaşmazlıklarında hakemliklerine baş-
47408425 vurulur, gelebilecek her türlü felâketi önceden
haber vermeleri istenirdi. Bu sebeple kabilelerin

K
özel şair ve hatipleri yanında kâhinleri de bulunur
Kâhin Düşüncesi ve işleri karşılığında “hulvân” denilen bir ücret
Dilciler genelde kâhini “gelecekten haber veren alırlardı.
kişi” olarak tanımlarken Râgıb el-İsfahânî gelece- Kâhinler secili ve kafiyeli ifadelerle kısa ve âhenkli
ğe ait olaylardan haber verene “arrâf”, geçmişte cümleler kullanır; yer, gök, ay, güneş, gece, gündüz
meydana gelip gizli kalan haberleri ortaya çıka- üzerine yemin ederek kehanete başlarlardı.(…)
ranlara da kâhin dendiğini belirtir (el-Müfredât,
Kur’ân-ı Kerîm’de kâhin kelimesi iki yerde geç-
“khn” md.).
mektedir (et-Tûr 52/29; el-Hâkka 69/42). Bun-
Hattâbî ise kehanetin fal, ırâfe, remil, ilm-i nücûm ların birincisinde Peygamber’in kâhin veya cin-
vb. gaipten haber verme çeşitlerini içine alan umumi lerin etkisinde kalmadığı, ikincisinde Kur’an’ın
bir terim olduğunu söyler (Meâlimü’s-Sünen, IV, herhangi bir kâhinin sözü olmadığı bildirilmekte,
212). dolayısıyla her iki âyette de Resûl-i Ekrem kâhin-
Bazı nefislerin özelliğinden dolayı tabii veya cin- likten tenzih edilmektedir.
lerle irtibat kurma, yıldızlarla temasa geçme şek- Ancak şeytan ve cinlerden bazılarının önceleri gök
linde kesbî olduğu söylenen kehanet (İbnü’l-Esîr, âlemine nüfuz etmeye çalışarak meleklerin konuş-
en-Nihâye, “khn” md.; Fahreddin er-Râzî, es-Sır- malarına kulak verdikleri, daha sonra buna fırsat
rü’l-mektûm, vr. 5a-b), “beşerî ruhların cin ve şey- verilmediği (el-Hicr 15/18; es-Sâffât 37/7-10; el-
tan gibi soyut varlıklarla ilişkiye girerek onlardan Cin 72/8-9), insan ve cin şeytanlarının birbirine
meydana gelecek olaylar hakkında bilgi edinmesi” yaldızlı ve aldatıcı sözler fısıldayıp taraftarlarına
şeklinde tarif edilir (Taşköprizâde, I, 364; Keş- telkinde bulundukları (el-En‘âm 6/112, 121) yö-
fü’ž-žunûn, II, 1524). (…) nündeki âyetlerin ve bazı hadislerde zikredilen
İslâm’dan önce kehanet yaygın olup kâhinlerin kâhinlerin (meselâ bk. Buhârî, “Bedü’l-Halķ”, 6,
cin ve şeytanlarla irtibatlı oldukları kabul edilirdi. “Tefsîr”, 15/1; 34/1; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13)
Câhiliye Arapları’na göre dünyanın idaresinde İslâm öncesi bilgi kaynaklarına işaret ettiği kabul
ruhlar Tanrı’nın ortak ve yardımcıları konumun- edilir.
da olup saadete ulaşma veya felâketlerden ko- Hz. Peygamber, kendisine kâhinlerin gaipten
runma onların sayesinde mümkündü (Cevâd Ali, haber verme idDİAsında bulundukları söylendiği
VI, 705-706). Şairler gibi kâhinlerin de göğe çıkıp zaman bu tür bilgilerin bir değerinin olmadığını

343
Vadi-i Hamuşan
bildirmiş, söylediklerinin bazan doğru çıktığı ifa- kesimlerinde ilgi görmüştür. Günümüzde kâhin-
de edilince de bunların cinlerin kulak hırsızlığına lere başvuranların sadece halkla sınırlı kalmayıp
dayandırılıp bir doğruya yüz yalanın karıştırılma- bir kısım seçkin insanların bile kâhinlerle ilgilen-
sıyla ortaya çıktığını belirtmiştir (Buhârî, “Tıb”, mesi ve bunlara itibar etmesi, ayrıca çağdaş dün-
46; “Tevhîd”, 57; Müslim, “Selâm”, 122-123).(…) yada kehanetin bazan dinî bir görünüm altında
Tevhid ilkesine aykırılığı ve nübüvvete alternatif sunulması, konunun ciddiyetini gösterdiği gibi di-
olma tehlikesi sebebiyle İslâm dininde kehanet nin aslî hüviyetini hurafe ve yanlışlardan koruma
şiddetle yasaklanmıştır. yükümlülüğünü de arttırmaktadır.(1)

Kur’an’da gayb bilgisinin sadece Allah’a ait oldu- (1) DİA; [KÂHİN - İlyas Çelebi]c. 24; s. 171-172
ğu (Yûnus 10/20; en-Neml 27/65), cinlerin gaybı
bilmeyip (Sebe’ 34/14) yaldızlı sözlerle birbirle- Kâhin Tarihi
rini aldattıkları (el-En‘âm 6/112) haber verilmek
Gizli ilimleri bildiğini ve gaipten haber verdiğini
suretiyle kâhinlerin bilgi kaynaklarının güvenilir
ileri süren kişi.
olmadığına işaret edilir. Ebû Hanîfe, vahiy almak-
sızın insanların kalbinden geçenleri bildiğini ileri Kehanet, sezgi veya bir tür ilhamla yahut bazı işa-
süren kişinin büyük günah işlemiş ve cehennemi retlerin yorumuyla ileride meydana gelecek olay-
hak etmiş olacağını söyler (Beyâzîzâde Ahmed ları önceden görme ya da haber verme, gizli veya
Efendi, s. 86). esrarengiz bilgiyi ortaya çıkarma işi yahut sana-
tı, kâhin ise bu işi yapan kişidir. Grekçe mantis,
Öte yandan hadislerde de kehanet kesinlikle ya-
Latince vates kelimelerinin Arapça karşılığı olan
saklanmış, bilgi için kâhinlere başvuranın Hz. Pey-
kâhinin menşei tartışmalıdır. Kelimenin “ayakta
gamber’e indirilen vahiyleri inkâr etmiş olacağı
durmak” anlamında kwn kökünden, “eğilmek”
(Ebû Dâvûd, “Tıb”, 21; İbn Mâce, “Tahâret”, 122; anlamındaki Akkadça kanudan veya “bolluk”
Tirmizî, “Tahâret”, 102), kıldığı namazların kırk mânasına gelen Süryânîce kahhenden ya da “bir
gün kabul edilmeyeceği (Müslim, “Selâm”, 125) mâbedin tesisi” anlamındaki k(w)nden geldiği ile-
ve cennete giremeyeceği (Müsned, III, 14) bildiril- ri sürülmektedir (DBS, X, 1197; IDB, IV, 877).
miştir. Asr-ı saâdet’te kâhinlere yönelik uygulama
Kâhin kelimesi Batı Sâmîleri’nde bir cemaat adına
da aynı istikamette olmuş, Resûl-i Ekrem, Muâvi-
kurban takdimi, ulûhiyyet nezdinde bu cemaati
ye b. Hakem es-Sülemî’yi kâhinlere başvurmaktan
temsil, ulûhiyyetin emirlerinin açıklanması ve
ve kuşların uçuş şeklinden hükümler çıkarmaktan
arzularının önceden bilinmesi gibi görevler üst-
menetmiş (a.g.e., III, 443; V, 447-448), ayrıca ke-
lenen kişiyi ifade etmektedir (EI² [Fr.], IV, 439).
hanet karşılığında bedel alınmasını yasaklamıştır
Dolayısıyla kâhin hem kurban takdimi, mâbedin
(a.g.e., IV, 118; Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 26).
hizmet ve muhafazası görevini hem de ulûhiyyet-
Hz. Ebû Bekir de bir seferinde kölesinin kehanet le cemaatin irtibatını sağlama, ulûhiyyetin planla-
parasıyla alınan bir yiyeceği kendisine yedirdiği- rını anlama ve arzularını önceden bilme görevle-
ni sonradan farkedince bundan derin bir üzüntü rini kendinde toplamıştır. Bu sebeple İbrânîce’de
duymuştur (Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 26). Hz. kohen kelimesi “din adamı” anlamı taşımakta ve
Ömer, hilâfetinin son yıllarına doğru Mısır vali- bu kavram sadece Yahve inancının din adamları
sine gönderdiği bir yazıda büyücülük ve kâhinlik için değil Mısır (Tekvîn, 41/45, 50; 46/20; 47/26),
yapanların cezalandırılmasını istemiştir (Muham- Filisti (I. Samuel, 6/2) ve Baal (II. Krallar, 10/19)
med Hamîdullah, s. 509-510). kâhinleri için de kullanılmaktadır. İbrânîce kohe-
Kitap ve Sünnet’te büyü, bazı nesne ve olayları nin Arapça’daki kâhinle alâkası vardır. Fakat çe-
uğursuz addetme gibi fal ve bakıcılık da yasak- şitli sebepler kâhinin diğer görevlerini ön plana çı-
lanmış, kehanetin her çeşidi bâtıl kabul edilerek karmış, böylece Arapça’da bu kavram “gelecekten
reddedilmiştir. Buna rağmen İslâm dünyasında haber veren” mânasında kullanılmıştır.
kâhinlik tamamen ortadan kaldırılamamış, bu Kehanet vahiyden, falcılıktan, bilimsel ve istatis-
Câhiliye geleneği zaman zaman toplumun değişik tik öngörüden farklıdır. Falcılığın konusu daha sı-

344
Vadi-i Hamuşan
nırlı, amacı daha belirgindir. Kehanet ise falcılık- lerin yorumuyla yapılan kehanetler bunlardandır.
tan kapsamlıdır ve falda olduğu gibi çeşitli araçlar İbrânîler, ruh çağırma ve ruhlarla konuşmayı da
kullanmanın yanında hiçbir araç kullanmaksızın (necromancie) bir tür kehanet olarak görüyorlardı
sadece sezgi gücüne dayanılarak yapılabilmesi yö- (I. Samuel, 28/8; İşaya, 8/19).
nüyle ondan ayrılmaktadır. Kehanet çok eski dönemlerden beri dünyanın
İnsanoğlunun görünmeyen ve bilinmeyeni merak her tarafında yaygın olarak bulunuyordu; bugün
etmesi, geçmişteki bilinmezlerden çok geleceğin de her kültür düzeyinde kehanetin çeşitli türleri
kendisine neler hazırladığını bilme arzusu onu (astroloji, billûr küre ile fal bakma, el falı, kâğıt falı
birtakım şeyler yapmaya sevketmiş, tarih boyun- vb.) belli ölçüde yaşamaktadır.
ca bunun için çeşitli yolları denemiştir. İlâhî vahiy
İbrânîler’in temas kurdukları eski Mısır, Çin, Bâbil
ve bilimsel tahminler dışında gelecekten haber
ve Kalde’nin putperest kavimlerinde kehanet ol-
vermek ve bilinmeyeni anlamak için insanlar, ya
dukça yaygındı (Tesniye, 18/9-12; I. Samuel, 6/2;
bazı yetenekler vasıtasıyla ve birtakım varlıklarla
İşaya, 19/3; Hezekiel, 21/26-27; Daniel, 2/2; Re-
irtibat kurma yoluyla veya bazı eşya ve davranış-
sullerin İşleri, 16/16). Kehanetle ilgili çeşitli tek-
ların yorumlanmasıyla bilgi edinmeyi denemiş-
nikler Mezopotamya menşeli olup Akkadlar döne-
lerdir. Bu sebeple kehaneti tabii yahut sezgisel
minde yayılmıştır. Hititler’de de gerek tanrıların
ve sunî ya da bazı şeylerden sonuç çıkarıcı olmak
isteklerini öğrenip onları memnun etmek gerekse
üzere iki kısma ayırmak mümkündür.

K
savaş kazanmak için çeşitli kehanet türlerine sıkça
Tabii kehanet, bazı görünmez varlıklar yardı-
başvuruluyordu. Eski Yunan’da mantis adı verilen
mıyla ya da kişiye özgü bazı yeteneklerle yapılan
kâhinlerin yanında kehanet tanrısı Apollon’un
geleceğe ait tahminde veya yorumda bulunmak
Delfi’deki tapınağında da kâhinler bulunuyordu.
şeklinde açıklanabilir. Kâhin çeşitli riyâzet ve me-
Eski Roma, Çin, Hindistan ve Japonya’da, İslâm
ditasyon yollarıyla kendinden geçip trans haline
öncesi Türkler’de kehanetin birçok türü mevcuttu.
gelmekte, bu esnada gözle görünmeyen varlıklarla
irtibat kurup onlardan bilgi aldığını idDİA etmek- Geleceği keşfetme ve bilinmezi anlamanın meş-
tedir. Tabii kehanetin farklı şekilleri arasında bu rû yolları kabul edilen peygamberî haber, sâdık
tür vecd halinde gaipten verilen haberlerle (oracle) rüya, Urim ve Thummim yolu dışında yahudiler
rüya tabirleri önemli yer tutmaktadır. Rüya tabiri çeşitli kehanet türlerini uygulamışlar, bunun için
eski Yunan’da oldukça gelişmişti, “oracle” ise bir yalancı peygamberlere, ücretle iş yapan kâhinlere
kâhinin trans halinde söyledikleridir. Söylenen- ve falcılara başvurmuşlardır. Eski Ahid kehanetle
lerin gerçekte dua edilen ulûhiyyetten geldiğine ilgili olarak “terafim” (Tekvîn, 31/19, 30; Hâkim-
inanılmaktadır. Bunların bir kısmı anlaşılmaz ler, 17/5, 18/18-26), “hartummim” (Daniel, 1/20;
ifadelerdir ve usta yorumcular gerektirmektedir. 2/2, 4,10), “hakamim”, “qesem” (miqsam), ayrıca
Bu kişiler çeşitli dinlerde oldukça etkili uzmanlar “nahaş”, “keşafim” ve “meonen” gibi tabirler kullan-
sınıfı oluşturmuşlardır. Delfi kehanetleri veya ef- maktadır (DB, II/II, 1445-1446).
sanevî Sıbyl’ler’e nisbet edilen sözler bu türdendir. Kehanet putperestlikle çok yakından bağlantılı
Sunî veya bazı şeylerden sonuç çıkarıcı keha- olduğu için Yahudilik’te yasaklanmış, kâhinlerin
netlerin farklı çeşitleri olmakla birlikte bunlar öldürülmeleri emredilmiştir (Levililer, 19/26,
temelde insan, hayvan veya başka canlı varlıkların 31; 20/6, 27; Tesniye, 18/9-12). Kehanette bulu-
bazı davranışlarının gözlemlenmesi ve yorumlan- nan İsrailli de öldürülecektir. Şeriata göre kâhin
masına ya da cansız maddelerle irtibat kurmaya sahtekârdır ve ona uyan büyük günah işlemiştir.
yahut onları kullanmaya dayanır. Peygamber Yeremya sahte peygamberler, falcılar,
Eski Roma’da devlet dininin önemli bir yönünü düşçüler, müneccimler ve afsuncuların dinlen-
teşkil eden, kuşların uçuş şekli ve seslerinden an- memesi gerektiğini vurgulamaktadır (Yeremya,
lam çıkarma, Etrüskler’de, Mezopotamya’da ve 27/9). Peygamberler sadece halk nezdinde değil
Roma’da yaygın olan hayvanların iç organlarının Yahuda ve İsrail kral saraylarında da kehanete
veya ateşe atılan çeşitli nesnelerin aldıkları şekil- karşı mücadele etmişlerdir.

345
Vadi-i Hamuşan
Kitâb-ı Mukaddes sonrası Yahudiliğinde de ke- (2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
hanete iyi gözle bakılmamış, ancak kabalistik ve &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928af85d8ed65.
halk Yahudiliğinde kehanetin bazı türleri kulla- 66190309
nılmıştır. Hıristiyanlık’ta da kehanet tasvip edil-
memiştir. Kalastarî
Gerek Yeni Ahid’de gerekse Yeni Ahid sonrası dö- Bir şeytan adı.(1)
nemde kilise kehanete karşı savaş açmış, kilise ba- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
baları kehanetin her türüyle mücadele etmişlerdir.
(1) DİA; [KÂHİN - Ömer Faruk Harman] c. 24; s. 170- Kalburcu Şeyh Türbesi-Kütahya
171;
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 368

Kahkaha
Kaledibi (Kümbet) Türbesi-Erzincan
Öldürücü bir yılan.(1)
(1) Koşar, Halil. “Eski Erzincan’dan Günümüze Kal-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mış Bazı Mimari Eserler.” Dok Tz. Selçuk Ün. Ed.
Fak.(1980).
Kaideli mezarlar
Toprağın üzerine dikdörtgen olarak yerleştirilen Kaleli Türbesi-Makedonya
parçaya kaideli denir. Genellikle şahideli sandu-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 608
ka mezarların altında mutlaka bir kaide görmek
mümkündür. Bu kaideler tek kademeli olabildiği
gibi çift kademeli de olabilir. Mezarların sahip ol- Kalem Sûresi
duğu kaide sayısı mezarda yatan kişinin toplum- Kur’ân-ı Kerîm’in altmış sekizinci sûresi.(…)
daki statüsü ile ilgili olduğunu akla getirmektedir.
Kalem sûresini üç bölümde ele almak mümkündür.
Kaide sayısının artması mezarda yatan şahsın,
toplum içindeki önemini vurgulamaktadır.(1) Birinci bölümde (âyet 1-7) ilk olarak kaleme
ve yazıya yemin edilir. Sûrenin başındaki nûn
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 180
hurûf-ı mukattaadan biridir. Bu harfin “hokka,
mürekkep, balık” gibi anlamlara geldiği ve rahmân
Kakırdama isminin son harfi, dolayısıyla bir ismin rumuzu ol-
Ölmek,(1)(2) ölme.(1) duğu ifade edilmekle birlikte (Fahreddin er-Râzî,
XXX, 77) sûre başlarındaki diğer harfler gibi o da
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
müteşâbihtir. Öte yandan kaleme ve yazıya yemin
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
edilmesi Kur’an’ın okuma yazmaya verdiği öneme
işaret eder. Bu bölümde inkârcılar tarafından Hz.
Kalafat Peygamber’e yöneltilen iftiralara cevap verilerek
a. Geminin kaplama tahtaları arasını üstüpü ile onu aşağılamak ve gözden düşürmek isteyenlerin
doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma ge- idDİAsının aksine Resûlullah’ın mecnun olmadığı
tirme işi.(2) ve yüksek bir ahlâka sahip bulunduğu vurgulanır;
kimin çarpılmış, akıldan yoksun kalmış olduğunu
b. Aşağısı dar, yukarısı geniş bir tür yeniçeri baş-
yakında herkesin göreceği belirtilir.
lığı.(2)
Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 8-47) başkalarını
c. Osmanlı Devleti’nde vezir veya yüksek mevkide
çekiştirme, insanlar arasında söz götürüp getir-
devlet adamlarının giydikleri bir başlık.(1)(2)
me, iyiliğin amansız düşmanı olma, saldırganlık
d. Onarma, tamir etme.(2) ve kabalık gibi ahlâkî zaaflara dikkat çekilir (âyet
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27 8-16). Bu âyetlerin, Hz. Peygamber’e düşmanlığı

346
Vadi-i Hamuşan
ile tanınan Velîd b. Mugīre ve Ahnes b. Şerîk gibi Kalender Baba Türbesi-Kırşehir
Kureyş kabilesinin ileri gelenleri hakkında nâzil (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50
olduğu nakledilmektedir (Süyûtî, s. 204).
İnsanların onur ve şahsiyetini hedef alan, dola-
Kalender Baba Türbesi-Kosova-İslahana
yısıyla ferdî ve içtimaî ahlâkı zedeleyen bu dav-
ranışların zikredilmesiyle bir taraftan adı geçen (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 340,
kişilerin karakterleri yerilirken diğer taraftan mü- (2) Engin, Refik. a.g.e. s. 498
minlerin bu niteliklerden uzak durmaları konu-
sunda uyarıldıkları anlaşılmaktadır. Bu bölümde Kalender Dede Türbesi-Kastamonu
ayrıca, kendilerine verilen nimetlere karşı nan-
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
körlükleri yüzünden bu nimetlerden mahrum bı-
rakılan kişilerle ilgili bir kıssaya yer verilerek (âyet
17-32) nimetle şımarmanın, iyiliğe engel olmanın Kalender Veli Türbesi-Ankara
ve başkalarının haklarına tecavüz etmenin sonu- (1) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 244,
cu anlatılır, mal ve evlâdın aslında bir imtihan (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 134
vesilesi olduğu vurgulanır. Bu âyetlerde insanla-
rın sadece yoklukla değil nimetle sınanmalarının
Kalenderi Türbesi-Suriye

K
da ilâhî bir kanun olduğuna işaret edilmektedir.
Daha sonra inkârcılara ardarda yöneltilen çarpıcı (1) DİA, Cilt. 38 s. 322
sorularla (âyet 35-47) onların üstünlük idDİAları
reddedilir ve inançlarının hiçbir temelinin olma-
Kalfa Baba Türbesi-Kırklareli
dığı belirtilir. Âhirette kendilerini bekleyen korkunç
son hatırlatılarak kıyamet sahnelerinden biri etkile- (1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72
yici bir üslûpla tasvir edilir.
Üçüncü bölümde (âyet 48-52) nüzûl sırasına göre Kalfazade, S- Ertuğrul, Ö
ilk defa bir peygamber kıssasına yer verilerek Hz. Milli Ktp./Tasnif No: 1987 SB 306
Yûnus’un yaşadığı tecrübe aktarılır. Resûlullah’ın Kandil Ve Kandili Motif Olarak Anadolu Türk Sanatında-
mâruz kaldığı sıkıntılara karşı sabretmesi istenir; ki Kullanımı Üzerine, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi,
bu şekilde hem kendisi hem de ona inananlar te- C.5, Sayı:23-24, 1989, İstanbul
selli edilir. Burada, kâfirlerin Kur’an’ı işittikleri (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
zaman Hz. Peygamber’i neredeyse gözleriyle de-
vireceklerini ifade eden 51. âyetin Kureyş’ten bir
grubun Resûlullah’a bakıp, “Ne onun gibisini ne de Kalımlı
getirdiği delillerin benzerini gördük” demek sure- Yok olmayacak olan, kalıcı, ölümsüz, baki, sürekli,
tiyle ona nazar değdirmek istemeleri üzerine nâzil muhallet.(1)(2)(3)
olduğu nakledilmektedir (Vâhidî, s. 249). Nitekim (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Hasan-ı Basrî nazara karşı bu âyetin okunmasını (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tavsiye etmiştir (Zemahşerî, IV, 148; Fahreddin (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
er-Râzî, XXX, 100). Sûre Kur’an’ın insanlar için bir
uyarı olduğunu ifade eden âyetle sona erer.(…)(1)
Kalımsız
(1) DİA; [KALEM SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 24;
Yok olacak olan, kalımlı, kalıcı olmayan, sürekli
s. 248
olmayan, ölecek olan, ölümlü, fani.(1)(2)(3)
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kalender Baba Türbesi-Konya
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50 (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

347
Vadi-i Hamuşan
Kalın Hacı Çayırlık Türbesi-Bosna Hersek rih - Edebiyat - Şiir - Folklor, (24-27 Eylül 1998),
1999, c. II, s. 295-300 s.297
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160

Kâlû Belâ
Kalkhas
Tasavvufta “Evet dediler” anlamında söz. Bu söz
Yunan efsanesinde, özellikle Troya destanlarında
Kur’an-ı Kerim’de A’raf Suresi’nin 172. ayetinde
adı geçen en ünlü kâhinlerdendir. Troya savaşın-
geçer ve şöyledir: “Rabbin insanoğlunun sulbün-
dan önce de sonra da Kalkhas’ın yönetmediği bir
den soyunu alıp onlara, ‘Ben sizin Rabbiniz değil
tek olay yoktur, geleceği görür, haber verir, sözü-
miyim’ demiş, onlar da ‘Evet şahidiz’, demişlerdi.
ne uyulursa doğru yoldan gidilmiş olur, uyulmaz-
Bunu kıyamet günü bizim bundan haberimiz yok-
sa Tanrı belalarıyla karşılaşılır.(1)
tu, demeyesiniz diye yapmıştık.”(1) Bu soru cevap
(1) Erhat, Azra. a.g.e. “Bezm-i ezel, bezm-i elest” denilen ezel meclisin-
den cereyan ettiği için kelime dilimizde çok eski
zaman, başı olmayan zaman, ezel manasında kul-
Kallavi
lanılmıştır.(2)
a. Vezir ve sadrazamların giydikleri bir tür ka-
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
vuk(1)(2)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
b. Çok iri, kocaman(1)
(1) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_
Kaluş Türbesi-Muş
gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b0f78662
30.20890395 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 300
(2) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 27

Kama motifi
Kalp On altıncı ve on yedinci yüzyılda bulaşıcı hasta-
a. Göğüs orta boşluğunda, iki akciğer arasında, vü- lıktan ölen çocuk sandukaların üzerleri kumaş
cudun her yanından gelen kirli kanı akciğerlere desenleriyle kaplıdır ve bel kısımlarına işlenen
ve oradan gelen temiz kanı da vücuda dağıtan kemer üzerindeki “kama” hayatlarının kısa kesil-
organ, yürek. diğini anlatır.(1)
b. Kalp hastalığı: “Kalpten öldü.”. (1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 31
c. Sevgi, gönül.
d. Bir ülkenin, bir kuruluşun işleyiş, yönetim ve Kamer Suresi
varlığını sürdürme bakımından en önde gelen Kur’ân-ı Kerîm’in elli dördüncü sûresi.(…)
yeri.
Üç bölüm halinde ele alınabilen sûrenin ilk bö-
e. Duygu, his. lümü (âyet 1-8) kıyametin yaklaştığından ve ayın
f. Mısırlılar için kalp, zihni, duygusal ve fiziki ha- yarılmasından bahseden âyetle başlar. Bu âyetin,
yatın merkezi, melcei idi. Ferdin şahsiyeti de Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’den bir mû-
orada meknuz idi. Öbür dünya mahkemesinde cize göstermesini istemeleri üzerine nâzil olduğu
kalp, Büyük Adalet (Hakikat) terazisi üzerine nakledilmektedir (Taberî, XXVII, 50). Âyetteki
konulup hesap verecekti. Bu bakımdan kalbin ayın yarılması ifadesi müfessirlerin çoğunluğu
hüküm gününde bulunması zorunlu idi.(2) tarafından zâhirî mânada anlaşılmış ve Resûl-i
(1) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_
Ekrem zamanında ayın gerçekten yarıldığı belir-
gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b25b9e- tilmiştir. Ancak Kur’an’da pek çok örnekte görül-
8bf0.37467167 düğü üzere, bu âyetteki geçmiş zaman kipindeki
(2) Önkal, Hakkı.7 “Arap Baba Ve Türklerde Mumya- fiillerin, aslında gelecekte vuku bulacak kıyamet
lama Geleneği.” Dünü ve Bugünüyle Harput: Ta- olayı ile ayın ikiye bölünmesi şeklinde gerçekleşe-

348
Vadi-i Hamuşan
cek kozmik olayın kesinlikle vuku bulacağına işa- Kamil Paşa Türbesi-İstanbul
ret ettiğini söyleyenler bulunduğu gibi, “Ay ikiye (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65
bölündü” cümlesini mecazi bir ifade kabul eden ve
bunu, “Durum açıklık kazandı” şeklinde açıklayan-
lar da olmuştur (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Kan
“şķķ” md.). Bu bölümde ayrıca inkârcıların kıya- a. Atardamar ve toplardamar içinde dolaşarak or-
met günündeki sıkıntılı durumlarına temas edilir. ganizmanın bütün hücrelerine gerekli besin ve
İkinci bölümde (âyet 9-42) Nûh, Âd, Semûd, oksijeni ileten, oralardan topladığı artık mad-
Lût ve Firavun kavimlerinin de peygamberlerini deleri boşaltım organlarına taşıyan plazma,
yalanladıkları belirtilerek bunların uğradıkları akyuvar ve alyuvarlardan oluşmuş, hayatın de-
cezalar etkileyici bir üslûpla anlatılır. Bu ifadeler vamını sağlayan kırmızı renkli sıvı.(1)
arasında, “Andolsun ki biz bu Kur’an’ı öğüt alın- b. Soy, nesil, ırk.(1)
sın diye kolaylaştırdık; ondan ders alan yok mu- c. Öldürme, katletme, cinayet.(1)
dur?” meâlindeki cümle dört defa tekrar edilerek
d. Öldürülen kimsenin intikamı.(1)
Kur’an üzerinde düşünmenin, ışığıyla aydınlan-
manın herkes için gerekli olduğuna ve onun, her (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
insanın yararlanabileceği ölçüde rahat anlaşıla-
bilen bir ifade ve üslûp taşıdığından bu hususta

K
Kan akçesi
herhangi bir mazeret ileri sürülemeyeceğine işa-
ret edilmektedir. Birini yaralayandan alınıp yaralanana veya öldü-
renden alınıp ölenin mirasçılarına verilen para,
Sûrenin üçüncü bölümünde (âyet 43-55) inkâr-
kan pahası, kan parası, diyet.(1)(2)
cılara yönelik uyarılar tekrarlanır ve yenilmez
zannettikleri topluluklarının hezimete uğrayacağı (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
bildirilir. Burada müminlere Allah’ın yardımının (2)http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_
gts&arama=gts&kelime=kan%20ak%C3%A7e-
geleceği belirtilmek suretiyle onlara güven veril-
si&guid=TDK.GTS.5928b1b138f135.72018186
mektedir. “O topluluk bozulacak ve geriye dönüp
kaçacak” meâlindeki 45. âyetin, bu sûrenin inme-
sinden kısa bir süre sonra meydana gelen Bedir Kan Dedesi (Burun Dedesi) Türbesi-Isparta
Gazvesi’nde Kureyş’in müslümanlar karşısında (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 89
bozguna uğrayacağını müjdelediği kabul edilir.
Hz. Ömer hangi topluluğun hezimete uğraya-
cağını merak ettiğini, ancak Bedir Gazvesi’nde Kan Dökmek
Resûlullah’ın bu âyeti okuduğunu görünce âyette Bir kimseyi yaralamak veya öldürmek.(1)
zikredilen topluluğun Kureyş ordusu olduğunu
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
anladığını belirtmiştir (İbn Kesîr, IV, 266). Âye-
tin Bedir Gazvesi günü Ebû Cehil hakkında nâzil
olduğu da rivayet edilmektedir (Aynî, XVI, 52). Kan helal etmek
Sûrenin bu bölümünde ayrıca her şeyin belirli bir Harp müstesna, adam öldürmek şer’an haramdır
plan ve düzen (kader) içinde yaratıldığı belirtilir ve kanuni cezayı muciptir. Şer’i mahkemelerde
(âyet 49). Müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek maktulün veya birinci derece varisinin “Ben kanı-
kader konusunda tartışmaya başlamaları üzerine mı helal ettim” demesiyle katil cezadan kurtulur.(1)
bu âyetin nâzil olduğu nakledilir (Vâhidî, s. 228).
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
Sûre, takvâ sahiplerinin cennette nâil olacakları ni-
metlerden bahseden âyetle sona erer.(...)(2)
(1) DİA; [KAMER SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 24;
Kan tutmak
s. 276 Canileri kan tuttuğu hakkında bir kanaat vardır.
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 1, s. 256 Kan tutan kimse, öldürdüğü adamın, naşı başın-

349
Vadi-i Hamuşan
dan ayrılmaz yahut ne zaman bir kan görse bayı- ve Kadir geceleridir. Bazan Arapça “leyl” (gece) ke-
lırmış.(1) limesi eklenerek leyle-i Kadr, leyle-i Berât ... şek-
(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e. linde de kullanılır. Bu gecelerin kutlanma tarihleri
kamerî takvime göre şu şekilde belirlenmiştir:
Mevlid kandili rebîülevvel ayının on ikinci, Re-
Kanâat gaib receb ayının ilk cuma, Mi‘rac aynı ayın yirmi
a. Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, ye- yedinci, Berat şâban ayının on beşinci, Kadir ise
ter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum ramazan ayının yirmi yedinci gecesi. Zikredilen
b. Kanma, inanma rakamlar daima geceden sonra gelen güne aittir.
c. Kanış, kanı, inanç, düşünce(1) Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğumu müna-
sebetiyle kutlanır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas
d. Kanaat, âhireti dünyaya tercih etmektir.(2)
eden zatın Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri
(1) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_ (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir. Bu kutlama için
gts&kelime=KANAAT
toplananlara mevlid kıssaları okumayı ilk başla-
(2) Erginli, Zafer. a.g.e.
tan kişinin ise Mısır Çerkez hükümdarlarından
biri veya Mısır Fâtımîleri olduğu söylenir (Ca‘fer
Kanber Baba Türbesi-Yunanistan Murtazâ el-Âmilî, s. 20). Makrîzî’nin Fâtımî bay-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 717
ramlarıyla ilgili yazdıkları bu konuda onların ön-
celiğini teyit eder mahiyettedir (el-Hıtât, I, 490).
Osmanlı döneminde mevlid kandillerinde çeşitli
Kandil kutlama faaliyetleri icra edilirdi. İbnü’l-Hâc gibi
a. İçine yağ konulmuş ve bir fitil sarkıtılarak yakıl- bazı fakihler, mevlid münasebetiyle yapılan eğ-
mak suretiyle kullanılan bir aydınlatma aracı. lencelere ve israf olduğu gerekçesiyle çok sayıda
(1)(2)(3)(4)
kandil yakılmasına karşı çıkmıştır. Süyûtî, mevlid
b. İslâm geleneklerine göre kutsal sayılan ve kan- gecelerinde toplu halde Kur’an okunmasını ve
diller yakılmak suretiyle ışık veren aydınlatma Resûl-i Ekrem’e dair sohbetlerin ardından yemek
aleti.(1) ikram edilmesini bid‘at-ı hasene olarak görmekte-
dir (Hüsnü’l-maķśid, s. 41).
c. Camilerde kandiller gibi alt alta sıralanarak sar-
kan tezyinat motifleri.(2) Bir kısmı zayıf veya mevzû olmakla beraber receb
d. Kandil gecesi.(2)(3) ayının faziletine dair nakledilen rivayetlerden
Resûl-i Ekrem’in bu aya ayrı bir değer verdiği an-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. laşılmaktadır. Zamanla müslümanlar üç ayların
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ilk cuma gecesine rağbet gösterip ihya etmeye
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
başlamışlardır. Bu gecenin Regaib diye adlandı-
rılmasında Hz. Peygamber’e izâfe edilen, fakat
Kandil Baba Türbesi-Erzurum hadis âlimlerince mevzû olarak değerlendirilen
rivayetin de (Süyûtî, el-Leâli’l-maśnûa, II, 56) et-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 226
kisi olmuştur. Regaib namazıyla ilgili rivayeti 412
(1021) veya 414 (1023) yılında vefat eden Ali b.
Kandil Gecesi Abdullah b. Cehdam’ın ihdas ettiği söylenir (Ze-
Müslümanlarca mübarek sayılıp kutlanan özel hebî, V, 172; İbn Kesîr, XII, 18).
geceler. Receb ayında kutlanan diğer bir gece de Mi‘rac
Osmanlı padişahı II. Selim döneminde (1566- gecesidir. Abdullah b. Mes‘ûd’un rivayetine
1574) camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller göre bu gece beş vakit namaz farz kılınmış, Hz.
yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil gecele- Peygamber’e, Allah’a şirk koşmadıkları sürece
ri denilmiştir. Bunlar Mevlid, Regaib, Mi‘rac, Berat ümmetinin günahlarının bağışlanacağı müjdesi

350
Vadi-i Hamuşan
verilmiştir (Müslim, “Îmân”, 279). Bu haber şefa- edilen beş kandil içinde en çok önem verilmesi
atle ilgili rivayetlerle birlikte mütalaa edildiğinde gereken gece Kadir gecesidir. Ancak Duhân sûre-
Mi‘rac müslümanlar için bir bayram, kutlanmaya sindeki âyetlerle birleştirildiği takdirde (44/2-6),
lâyık bir olay haline gelir. Kadir’in vahyin inmeye başladığı yılda ramazan
Berat gecesi adını Allah’ın günahkârları affetme- ayına denk geldiği yolundaki bilgiden başka kesin-
sinden alır (berâet). Müfessir sahâbîlerden İkrime lik arzeden bir sonuç çıkarmak ve belli bir zaman
el-Berberî, Duhân sûresinde (44/3) sözü edilen belirlemek mümkün görünmemektedir.
“mübarek gece”nin Berat olduğu kanaatindedir Müslümanların cuma ve bayramlar dışında bazı
(Taberî, XXV, 108-109). Resûl-i Ekrem’in bu ge- gün ve gecelerde dinî-tarihî olayları hatırlayarak
cede ibadetle meşgul olmayı ve gündüzünde oruç heyecanlarını tazelemeleri ve bu münasebetle bazı
tutmayı teşvik ettiği nakledilir. III.(IX.) yüzyılda etkinliklerde bulunmaları tabiidir. Ancak doğru-
yaşayan Fâkihî Mekke’de Berat gecesinin kutlan- luğu sabit olmayan veya uydurulan rivayetlere da-
masıyla ilgili bilgi vermektedir. Buna göre Mekke yanan bazı ibadet şekillerini ifa tasvip edilemez.
halkı Mescid-i Harâm’da namaz kılmak, Kâbe’yi Dinî hayat süreklilik ve kararlılık isteyen zihnî ve
tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle geceyi kalbî bir yatkınlıktır. Yılın birkaç gün veya gece-
ihya ederdi (AHbâru Mekke, III, 84). Fâkihî’den sinde dinî hayatı yaşayıp belli davranışları tekrar-
üç asır sonra Mekke’yi ziyaret eden İbn Cübeyr lamak dindar olmanın dünyevî ve uhrevî sonuç-

K
de benzer bilgiler verir (er-Rihle, s. 119-120). larını doğurmaz. Bu açıdan bakıldığında kandiller
V.(XI.) yüzyılın ortalarından itibaren Şam’daki münasebetiyle gösterilen faaliyetler doğrudan
Emeviyye Camii’nde Berat gecesinde kandiller ya- İslâm’ın bir emir veya tavsiyesi değil çeşitli müs-
kılmış, bunu bid‘at olarak değerlendiren birtakım lüman toplumların gelenekleri konumundadır.(1)
fetvalara rağmen bu âdet bir süre devam etmiştir (1) DİA; [KANDİL - Nebi Bozkurt] c. 24; s. 299-301
(İbn Kesîr, XIV, 247). İbn Kesîr, Berat gecesinde
halka tatlı dağıtma geleneğini ilk başlatan kişinin
Selçuklu Veziri Fahrülmülk olduğunu kaydeder Kandil Kullanımı
(a.g.e., XII, 7). Bir sıvı yağ haznesi ile fitilden oluşan basit bir ay-
Müslümanlarca kutlanan mübarek gecelerin en dınlatma aleti.
önemlisi Kadir gecesidir. Aynı adı taşıyan sûrede Kandil Latince “aydınlatıcı; mum, lamba” anla-
(97/23) Kur’an’ın inmeye başladığı bu gecenin bin mındaki candela kelimesinden Arapçalaşan kın-
aydan daha hayırlı olduğu bildirilmektedir. Kadir dîlin Türkçe’ye geçmiş şeklidir. Selçuklular’la Os-
gecesinin zamanıyla ilgili farklı rivayetler varsa da manlılar’ın daha çok Farsça çerâğ, Araplar’ın ise
ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğu görü- sirâc ve misbâh kelimelerini kullandıkları görülür.
şü ağırlık kazanmaktadır. En basit örneklerine milâttan önce V. binyıla ait
Müslüman toplumlar tarafından farklı şekillerde Anadolu, Mısır, Mezopotamya ve diğer Ön Asya
algılanan beş kandil gecesinden Regaib ile Berat’ın medeniyetlerinde rastlanan ilk kandiller pişmiş
kutsallığı kesin olmadığı gibi bu gecelerde ifa edi- topraktan yapılmış kâse veya derince birer tabak
lecek ibadetler hakkında kaynaklarda sahih bilgi- şeklindeydiler. İçlerindeki is lekelerinden kandil
lere rastlanmamıştır. Hz. Peygamber’in doğumu oldukları anlaşılan bu kaplarda hayvan yağlarının
şüphe yok ki önemli bir olaydır. Mi‘rac da hem yakıldığı ve fitil olarak da keten gibi bitki lifleri-
naslarla hem de tarihî kayıtlarla sabittir. Ancak nin kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bunlara za-
bu olaylarla bağlantılı olarak kaynaklarda gerek manla bir veya birkaç tane üçgen şeklinde fitil yeri
Resûlullah gerekse ashap döneminde kutlama ni- eklenmiş ve içlerinde genellikle zeytinyağı gibi
teliğinde herhangi bir etkinliğe rastlanmamıştır. donmayan ve daha az is çıkaran bitkisel yağlar ya-
Kadir gecesinin faziletini anlatan ve aynı adla anı- kılmıştır; yağın yüzeyde toplanıp fitil tarafından
lan sûrede Kur’an’ın inişine, dolayısıyla İslâm’ın kolayca emilebilmesi ve son damlasına kadar yakı-
doğuşuna vurgu yapılmaktadır. Bu açıdan sözü labilmesi için de altına su konulmuştur. Eskiçağ’ın

351
Vadi-i Hamuşan
en yaygın kandilleri Grek tarzı denilen ve ağzı açık kandil bulunmuştur (Abdurrahman et-Tayyib el-
yuvarlak bir yağ haznesiyle kısa bir fitillikten olu- Ensârî, s. 117). Câhiliye şiirinde de kandilden söz
şan küçük tipteydi. Daha önce ticaret yoluyla Ya- edilir. İmruülkays, atının tüylerinin parlaklığını
kındoğu’ya gelen bu tip kandil Büyük İskender’in kilisedeki rahibin zeytin veya susam yağı konul-
Doğu seferiyle daha geniş bir alana yayıldı ve za- muş kandilinin ışığına benzetir.(Hatîb et-Tebrîzî,
manla bazı değişiklikler geçirerek boyutça biraz s. 66-67).
büyüyüp fitilliği emzik biçiminde olan arkadan Başlangıçta hurma dallarıyla aydınlatılan Mes-
kulplu küçük bir çaydanlık (demlik) şeklini aldı. cid-i Nebevî’ye ilk kandilleri Temîm ed-Dârî getir-
Form ve motifleri genellikle bir inancı yansıtan ve miş ve bundan çok memnun olan Hz. Peygamber
aydınlığı temsil eden kandiller eşya ve sembol ola- onları yakan Temîm’in âzatlısı Feth’e Sirâc adını
rak kutsal kitaplarda önemli bir yer tutar. vermişti. Bu olay münasebetiyle eski saray teş-
Eski Ahid’in birçok yerinde dinî ve kültürel obje kilâtlarındaki çerağciyânın (kandilciler) Asr-ı saâ-
niteliği bulunan kandillerden söz edilir ve ya- det’te de bulunduğu ileri sürülmüştür (Ali b. Mu-
hudiler bunlar için halis zeytinyağı tedarikiyle hammed el-Huzâî, s. 123; Abdülhay el-Kettânî, s.
görevlendirilir (Çıkış, 25/6; 27/20; 35/8). Hz. 166-167). Hz. Âişe’den gelen bir rivayet o dönem-
Süleyman’ın sarayında ve daha sonra Bâbil’e gö- de Medine evlerinde kandil kullanımının yaygın
türülen değerli eşya arasında altın kandiller de olmadığını göstermektedir (Buhârî, “Śalât”, 22).
vardı (I. Krallar, 7/49; II. Tarihler, 13/11; Yerem- Kandillerin Mescid-i Nebevî’de kullanıldıktan
ya, 52/19). sonra yaygınlaştığı düşünülebilir; ancak kıtlık dö-
Yeni Ahid’de Hz. Îsâ’ya izâfe edilen bir cümlede nemlerinde yakacak yağ bulmanın problem teşkil
Hz. Yahyâ kandile benzetilir (Yuhanna, 5/35-36). ettiği de bilinmektedir. Resûl-i Ekrem evlerdeki
Simeon da Hz. Îsâ’yı henüz bebekken kucağına alıp kandillerin yangına yol açmaması için bazı uyarı-
ondan Allah’ın bütün milletlerin yolunu aydın- larda bulunmuştur; çünkü kandilin yağına gelen
latmak için hazırladığı ışık diye bahseder (Luka, fareler yangına sebep olabiliyorlardı (Buhârî, “Be-
2/31). Bu söz, hıristiyan dünyasında ışığa ve onun dü’l-Halķ”, 16; “İstiźân”, 49).
kaynağı olan mum ve kandile neredeyse kutsallık Hz. Ömer’in, hilâfeti sırasında Mescid-i Harâm’ın
izâfe edilecek bir önem kazandırmıştır. Vaftiz, dü- sahasını genişletip ihata duvarı üzerine kandiller
ğün ve cenaze törenlerinde gündüz de olsa mum koydurduğu (Fakihî, II, 158) ve diğer mescidleri
yakıldığı gibi kilise ve dindar hıristiyan evlerindeki de yine kandillerle aydınlattırdığı ve bir ramazan
Meryem ana ve Hz. Îsâ ikonalarının önünde de hiç ayında buraları dolaşan Hz. Ali’nin Hz. Ömer için,
sönmeyen kandiller (günümüzde fitilliğine alev “Mescidlerimizi aydınlattığı gibi Allah da onun
izlenimi veren titreşimli küçük ampul takılmış kabrini aydınlatsın” diye dua ettiği bilinmektedir
kandil şeklinde elektrik lambaları) yakılmaktadır; (İbn Asâkir, XLIV, 280).
Türkçe’deki “Meryem Ana kandili gibi” (zayıf ya- Mescid-i Nebevî’ye Velîd zamanındaki onarım sı-
nan, güçsüz ışık) deyimi de buradan gelmektedir. rasında çok değerli kandiller konuldu; daha son-
Kur’an’da Allah’ın nuru (Kur’an, nübüvvet, iman) ra da hükümdarların özellikle hücre-i saâdet için
kristal fanus içindeki ışık saçan bir kandile ben- altın ve gümüş kandil hediye etmeleri gelenek
zetilir (en-Nûr 24/ 35-36). Yine Kur’an’da güneş halini aldı. İbn Kesîr’in verdiği bilgiye göre 705’te
burçların arasındaki bir kandile (el-Furkān 25/61; (1305) Bâbüsselâm yanındaki minarenin yapı-
Nûh 71/16), yıldızlar da gök kubbeye asılmış kan- mı için bu kandillerden bazılarının satışına izin
dillere (mesâbîh) benzetilmekte (Fussılet 41/12; verilmiş ve bunlardan altın olan ikisinin değeri
el-Mülk 67/5) ve Hz. Peygamber’in de ışık sa- 1000 dinar tutmuştu (el-Bidâye, XIV, 40). Velîd,
çan bir kandil olduğu söylenmektedir (el-Ahzâb Şam’daki Emeviyye Camii için çok sayıda kandil
33/45-46). yaptırdı; V.(XI.) yüzyıldan sonra buradaki kandil-
Arap yarımadasında yürütülen Fav kazılarında ler mübarek gecelerde sabaha kadar yanardı. Mes-
armut biçiminde, kapaklı ve kıvrık saplı bronz bir cidlerde kandil yakılması Kur’an’da sözü edilen

352
Vadi-i Hamuşan
mescidlerin imarı (et-Tevbe 9/18) cümlesinden Kandil motifi
sayılmıştır. Emevî ve Abbâsî halifelerine önem- Anadolu mezar taşlarında yaygın kullanılan motif-
li günlerde sunulan hediyeler arasında kandiller lerin başında “kandil” motifi gelir. Kandilin ölünün
de bulunuyordu. Mütevekkil-Alellah’ın gözdesi yolunu aydınlatıcı mana ile yüklü olduğu bilinmek-
Şeceretüddür, Mihricân gününde halifeye çeşitli tedir. Mevlevilikte kandil yani çerağ çok önemlidir.
kıymetli eşya ile birlikte Çin kandilleri de hediye Dergâhlarda kandilleri yakmak için görevli derviş-
etmişti (Hâlidiyyân, s. 255). ler bulunmaktadır. Mevlana dergâhında mescitten
İslâm coğrafyasının genişlemesiyle bir kısmı ithal huzura geçilen kapı, çerağ kapısıdır. Bu kapının ya-
malı farklı malzemeden değişik biçimlerde kan- nında çerağları uyandıran dervişin oturduğu bilin-
diller ortaya çıkmış ve Nîşâbur, Sîstan, Şehristan, mektedir. Buradan hareketle kandilin ölen kişinin
Herat gibi şehirlerde çok çeşitli kandiller yapıl- yolunu aydınlattığı sembolize edilmiştir. Bazı ör-
mıştır. Bunlardan yaygın olan, hafif basık kürevî neklerde kandilin gövde kısmında “Allah” yazdığı
ve yumurta gövdelilerin bir kısmı düz dipli, bir için “Yaratıcı”yı sembolize eder.(2)(3)
kısmı üç ayaklı, bir kısmı da yüksek kaidelidir ve (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 108;
bazılarında birkaç fitil yeri bulunmaktadır. Erken (2) Bakırcı, Naci. a.g.e.
dönemde yine İran’da imal edilen kandillerden ba- (3) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 30
zıları ise armut gövdeli, kâse şeklinde veya hayalî

K
hayvan formundadır. Selçuklular döneminden gü-
Kandilli Ermeni Mezarlığı
nümüze ulaşan, ağız kısmı Roma yağ kandili şek-
lindeki kaplar da sanıldığının aksine ibrik olmayıp 18. yüzyıl başlarından itibaren var olduğuna dair
birer kandildir (DİA, XXI, 373-374). İbn Battûta, bilgi sahibiyiz. Bu mezarlıkta Birinci Dünya Sa-
misafir olduğu Antalya’daki Ahî Zâviyesi’nin oda- vaşı’ndan önce 1711 yılından kalma mezar taşla-
sında bulunan ve “bisûs” denilen üç ayaklı bakır rının var olduğu görülmüştü. Genişliği 2050 m2
kandilliklerden söz eder. Bunların üzerinde yine olan mezarlık 1967 yılında duvarla çevrilmiştir.
bakırdan yapılmış kandiller vardı ve içlerinde Burada Kandilli vaizi Episkopos Eremya Tavukci-
alevin etkisiyle eriyen iç yağı yakılıyordu. Elde yan (+1888) istirahat etmektedir.
taşınabilen kulplu ve düz dipli kandillerle ayaklı (1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/
kandillerin dışındaki diğer bir grubu ise tavana kandilli-ermeni-mezarligi-mezarliklar/
asılarak kullanılan asma kandiller oluşturur. Daha
çok cami, saray ve konak gibi büyük binalarda kul- Kandilli Türbe-Karaman
lanılan bu tip kandiller, genellikle bulundukları
ortamın ihtişamı gereği ve formlarının uygunluğu (1) Cengiz, Ahmet. a.g.e. s. 107

sonucu çok sanatkârane biçimlerde işlenmiştir.


Tarihte düğünlerde ve festivallerde kandillerin Kank
önemli bir yeri olmuştur. Herodotos Mısırlılar’ın İnsan veya hayvan cesedi.(1)
kandil bayramından söz eder (Tarih, s. 125). Os-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
manlılar’ın sûr-ı hümâyunlarında da mahyacılar
binlerce kandil tedarik ederler ve bunlardan mühr-i
Süleyman, kalyon gibi şekiller oluştururlardı. Kanlı
Kandil hem hıristiyan hem İslâm tasvirî sanatla- a. Çok sayıda insan öldürmüş, isteyerek kan dök-
rında dinî bir motif olarak benimsenmiş, özellik- müş olan, hunriz, katil.(1)(2)
le müslümanlar tarafından cami mihraplarında, b. Çok sayıda insan öldürülmesine, bir veya birçok
mihraplı seccadelerde ve mezar taşlarında realist kişinin yaralanmasına sebep olmuş, çok sayıda
üslûplarda veya stilize edilerek çokça kullanılmış- cana kıyılmış, çok kan dökülmüş olan.(1)(2)
tır.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA; [KANDİL - c. 24; s. 301 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

353
Vadi-i Hamuşan
Kanlı gömlek Kanopi
Eskiden birinin öldürüldüğüne yahut yaralanıp Bir sunak, niş, heykel ya da mezarın üstünü örten
öldüğüne delil olmak üzere kanlı gömleğini getir- ve sütunlarla desteklenen yapı.(1)
mek adetti. Hz. Yusuf’un bir hayvan kanına batı- (1) Er, Yasemin. a.g.e.
rılmış gömleğini babası Yakup’a götüren kardeşle-
ri, Yusuf’u kurt yediğini söylemişler ve gömleğini
delil olarak göstermişlerdir.(1) Kansız kurban

(1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.


Eski Türkler, olağanüstü güçlere sahip olduğuna
inanılan iye ve ruhları memnun etmek, onların
yardımını ve rızasını kazanmak amacıyla yiyecek,
Kanlı Türbesi-Malatya içecek dağıtırlardı. Bunlara “saçı” adı verilmiştir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50, Saçılar öz itibarıyla “Kansız Kurban” niteliğindedir.
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 67, İşte mezarların üstüne serpilen arpa, buğday, bul-
(3) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 139 gur gibi yiyecekler de iyeleri memnun etmek ama-
cını taşır. Kansız kurbanlar sayesinde kara iyeleri
memnun ederek mezardan uzaklaştırmak ya da ak
Kanlıca Şeyh Ataullah Türbesi-İstanbul iyelerin yardımını kazanmak amacının güdüldüğü
(1) Adresler. a.g.e. söylenebilir. Mezar üzerine arpa ya da buğday ser-
pilmesindeki amaç, mezar başına gelen hayvanların
bunları yemesi ve ölüye sevap kazandırmasıdır.(1)
Kanlıkaya Babası Türbesi-Kırklareli
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 12
(1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72

Kansu Ebu Sa’id Türbesi-Mısır


Kanlu
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 3 s. 187
Katil.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kansu Gavri Türbesi-Mısır
(1) DİA, Cilt. 24 s. 315
Kanop vazoları
Mumyalama işleri yapılacağı zaman, vücuttan
Kansu, Şevket
çıkarılan organlar ayrı bir uygulamaya tabi tutu-
T.T.K Ktp.
luyordu. Bunlar yıkanıyor ve sonra vücut için ya-
pılacak olan gibi natron içine konuyordu. Kurut- Bir Tahtacı Mezarlığı, T.T.K Belleten, C.29, Sayı:115,
ma sonrasında sıcak reçine zamkına bulanıyor ve S.485-490, 7/1965, Ankara

metrelerce bez bantlarla, kundağa sarılır gibi, ih- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
timamla sarılıyordu. Bunlarla dört paket oluşturu-
luyor ve dört kavanoza konuyordu. Dört sayısı, iç
Kanuni Sultan Süleyman Türbesi-İstanbul
organları himaye edici dehalar olan Horos’un dört
oğlundan ileri gelmektedir. İç organ paketleri, kö- (1) Önkal, Hakkı.4 a.g.e. s. 149,
pek, maymun, şahin, insan ve çakal başlı kapakları (2) DİA, Cilt. 38, s. 62,
olan ve “kanop vazoları” diye anılan kaplara konu- (3) Envanter. a.g.e. No:106,
luyordu. Bu vazolar alçıyla kapağı mühürlendikten (4) Aydın, Yüksel İ. a.g.e. s. 54,
sonra, küçük tabutlar tarzında, mezarında ölüye (5) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 7, s. 89
refakat ediyordu. İç organların, ilahi vücuttan çı-
kacak sıvıyla canlanacaklarına inanılıyordu.(1) Kanyılmaz, Şefik
(1) Önkal, Hakkı.7 a.g.e., s. 297. Milli Ktp./ Tasnif No: 2006 BD 2026

354
Vadi-i Hamuşan
Zeytinburnu’nun Tarihi Mezar Taşları, Zeytinburnu Kaptan Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul
Belediyesi, [2006?], İstanbul
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Kaptan Mustafa Paşa Türbesi-Sırbistan


Kapı açıp kapama
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 696
Türbenin bulunduğu alanın kapıları açılıp kapa-
tılır ve türbe tarafından gelen havanın şifalı ol-
duğuna inanılır. Özellikle hasta olanlar kapının Kaptan-ı Derya Sinan Paşa Türbesi-İstanbul
önünde dururlar. Bu ritüeli daha çok, nefes darlığı (1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 65,
çekenler yapar.(1) (2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 574
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 224

Kapuçin Mezarları – Roma


Kapı Ağası Hüseyin Ağa Türbesi-İstanbul
Roma’da bulunan Santa Maria della Concezione
(1) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 431 dei Cappuccini isimli kilisenin herkesin alınma-
dığı bodrum katında 3,700 kapuçin rahibinin ke-
Kapıağası Kayış Mustafa Ağa Türbesi- mikleri bulunuyor.(1)

K
İstanbul (1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 477 nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutu-
cu-25-mezarlik-733955

Kapıya el sürme
Kara Abalı Dede Türbesi-İstanbul
Hasta ve kekeme çocuklar ya da yetişkinler elleri-
ni önce türbe kapısına, daha sonra hastalıklı uzuv- (1) Adresler. a.g.e.
larına sürerler.(1)
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 224 Kara Abalı Mehmed Baba Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
Kaplan Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28
Kara Ağaç (Altıağaç) Türbesi-Ankara-Mamak
(1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 15,
Kaplan Dede Türbesi-Düzce
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 104
(1) Düzce Valiliği. a.g.e. s. 2

Kara Ahmed Paşa Türbesi-İstanbul


Kaplan Gazi Türbesi-Bursa
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 50,
(1) Bursa B.B.2. a.g.e. s. 106
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 437

Kaplan Paşa Türbesi-Arnavutluk


Kara Ahmet Bey Türbesi-Kütahya
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 98, (1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 181,
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 94 (2) Bozoğlu, Ömer-Nihat Değirmenci. a.g.e., s. 32

Kaplan Paşa Türbesi-Yunanistan-Girit, Hanya Kara Ahmet Sultan Türbesi-Uşak


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 995 (1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 222

355
Vadi-i Hamuşan
Kara Ali Baba Türbesi-Bulgaristan Kara Dede Türbesi-Çankırı
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 256 (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.

Kara Arap Türbesi-Elazığ Kara Donlu Cihan Baba Türbesi-Kütahya


(1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 54 (1) Kütahya Valiliği. a.g.e. s. 68

Kara Baba Türbesi-Malatya Kara Ferhat Bey Türbesi-Bosna Hersek


(1) Yakar, Özgür Yücel. a.g.e. s. 53 (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160

Kara Baba Türbesi-Kırklareli Kara Gazi Türbesi-İstanbul-Kozyatağı


(1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72 (1) Teb-Der. a.g.e. s. 30

Kara Baba Türbesi-Bulgaristan Kara giymek


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 420 Çaresizliğin ve ölümün simgesidir.(1)
(1) Kalafat, Yaşar.5 a.g.e. s. 1,
Kara Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29 Kara gün
Ölümün, yasın, üzüntünün simgesi olan “Kara
Kara Baba Türbesi-Bitlis Gün” matemli dönemi anlatır.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 51 (1) Kalafat, Yaşar.5 a.g.e. s. 2,

Kara Baba Türbesi-İstanbul


Kara haber
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 135 a. Ölüm veya felaket haberi, kötü haber(1)(2)(4),
ölüm haberi.(3)
Kara bayram b. Kötü, üzücü veya sıkıntı yaratan haber, bilgi,
Elazığ’da cenaze sahiplerinin ilk bayramı “Kara kötü haber(4),
Bayram” ya da “Karalı Bayram” olarak adlandırılır. (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kimse bayramınız mübarek olsun demez, başınız (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sağ olsun der. Ölenin ruhuna Fatiha okur.(1) (3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Albayrak, Ali1, Elazığ’da Taziye Geleneği, İlahiyat (4) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
Fakültesi Dergisi, 12-2, 2007, s. 40 &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b2b18e7e79.
78995188

Kara Davut Türbesi-Ankara -Beypazarı


Kara, Hacer-Danışık Şerife
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
Marmara Ü. Merkez Ktp. /Tasnif No: 1880.T9/ B55
(2). a.g.e.S. 69,
(3) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 104, Konya Mezarlıkları Ve Mezar Taşları, Meram Belediyesi
Kültür Yay., S.473+10 resim, 2005, Konya
(4) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 248,
(5) Bozkurt, Tolga.. a.g.e. s. 136 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Kara Davut Türbesi-Ankara-Kozalan Köyü Kara Hisari İsmail Efendi Türbesi-İstanbul


(1) Bozkurt, Tolga.. a.g.e. s. 141 (1) Adresler. a.g.e.

356
Vadi-i Hamuşan
Kara Kadı (Mecdeddin) Hazretleri Türbesi- Kara toprak
İzmir-Tire a. Koyu renkli, belli bir derinlikte bol hümüslü, ta-
(1) Akbulut, Osman Nuri. a.g.e. s. 57 neli, altı kireçli, sulak çayır toprağı.
b. Halk ağzında, toprak, ölünce gidilecek yer, ye-
Kara kedi raltı, gömüt, mezar.(1)

Kara kedi kötülüğün hatta ölümün habercisi ola- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
rak nitelendirilmektedir. Kara kedi bir kişinin
önünü keserse, o kişi yolundan geri dönmeli, ya Kara Yer
da kedinin geçmediği yerden geçmelidir. Eğer baş-
a. Toprak, toprağın altı, mezar, sin, gömüt(1)(2)(3)(4)
ka yolu yoksa o zaman bir taş alıp gideceği yöne
atmalı, bu şekilde yolunu açmalıdır. Eğer o yoldan b. Ölüm.(2)
tedbir almadan giderse başına mutlaka kötü bir c. Cehennemin dibi.(2)
olay gelecektir. Bunlardan birisi de ölümdür.(1) (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 3 (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(4) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
Kara Kelle Türbesi-Makedonya &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b4675b5380.

K
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 608 27840320

Kara Musa Paşa Türbesi-Yunanistan- Kara Yol


Girit, Resmo a. Ölüm.(1)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 995 b. Cehennemin dibi.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kara Mustafa Paşa Türbesi-Sırbistan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 696
Karaarslan, Nasuhi Ünal, (Trc.)
Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 726.8/
Kara Mustafa Paşa Türbesi-Bursa TER.M

(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52, Terzioğlu Mezarlığı Mezar Taşları, Çanakkale On Sekiz
Mart Ü, S.23, 2003, Çanakkale
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 101
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Kara Mustafa Paşa Türbesi-Kastamonu


Karaarslan Türbesi-Konya
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
(1) Yalçınkaya, Ayşe-Feyhan Ünal. a.g.e.

Kara Şems Türbesi-Sivas


Karababa Türbesi-Gaziantep
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 375
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 234

Kara Şemseddin Türbesi-Bulgaristan Karababa Türbesi-Malatya


(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 370 (1) Malatya Taşınmaz. a.g.e. s. 6

Kara Şemseddin Türbesi-İstanbul Karababa Türbesi-Ankara


(1) Adresler. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 51

357
Vadi-i Hamuşan
Karabaş Mustafa Efendi Türbesi-Kosova Karaca Ahmet Türbesi-Ankara-Polatlı
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 498 (1). a.g.e.S. 398

Karabaş Türbesi-Kosova Karaca Ahmet Türbesi-Uşak


(1) DİA, Cilt. 43 s. 133, (1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 216
(2) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 354,
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 522
Karaca Ahmet Türbesi-Ankara-Polatlı
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 164
Karabaş Veli Türbesi-Karaman
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 51,
Karaca Bey B. Abdullah Türbesi-Ankara
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 87,
(3) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 256, (1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 33
(4) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 48
Karacaahmed Sultan Türbesi-İstanbul
Karabaş-ı Veli Türbesi-Kastamonu (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 54,
(1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2 (2) Gider, Şenay. a.g.e., s. 112

Karaca Ahmed Türbesi-İstanbul Karacaahmed Türbesi-Afyon

(1) DİA, Cilt. 24 s. 374, (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 170


(2) Envanter. a.g.e. No:22,
(3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 442, Karacaahmet Mezarlığı
(4) Köksel, Behiye. “ Karaca Ahmed Türbesi ve Çevre-
İstanbul Üsküdar’da şehrin en eski ve en büyük
siyle İlgili Menkıbeler ve Halk İnançları.” Üsküdar
Sempozyumu VI., s. 377, (19.12. 2009) http://
mezarlığı.
www.uskudarbld.gov.tr/portal/doc/sempozyum/ Orhan Gazi tarafından 753 (1352) yılında fethedi-
sempozyum6/T19.pdf, s. 575 len Üsküdar’da müslüman mezarlığı I. Murad dev-
rinde oluşmaya başlamış, İstanbul’un fethinden
Karaca Ahmed Türbesi-Edirne sonra giderek genişlemiştir. Mezarlığa adı verilen
Karaca Ahmed, Anadolu’nun İslâmlaşmasında
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 144 önemli katkıları olan abdalân-ı Rûm zümresinden
menkıbevî bir şahsiyettir. Bu kimliğinden dolayı
Karaca Ahmed Türbesi-Bursa çeşitli yerlerde yedi ayrı türbesi bulunmaktadır.
Üsküdar’da kabristan içindeki türbesi de bun-
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
lardan biridir. Evliya Çelebi’nin, “Karaca Ahmed
Sultan Tekkesi mezaristan içindedir” şeklindeki
Karaca Ahmet Sultan Türbesi-Sakarya ifadesinden burasının o dönemde bir türbe-tek-
ke olduğu anlaşılmaktadır. Resmî olarak 1110
(1) Sakarya Platformu. a.g.e. s. 136,
(1698) yılından itibaren Karacaahmet Sultan Me-
zarlığı olarak adlandırılan mezarlığın bir diğer adı
Karaca Ahmet Türbesi-Ankara-Beypazarı da Üsküdar Mekābir-i Müslimîni’dir.
(1). a.g.e.S. 69, Şehircilik tarihi açısından da önem taşıyan Karaca-
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 103, ahmet Mezarlığı’nın başlangıç noktası Menzilhâ-
(3) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 254, ne Yokuşu’nun (günümüzde Gündoğumu caddesi)
(4) Bozkurt, Tolga.. a.g.e. s. 132 başı idi. Cumhuriyet döneminde yapılan imar fa-

358
Vadi-i Hamuşan
aliyetleri sonucunda kuzeydeki Tunusbağı cadde- 1852-1854 yıllarında Ernest de Caranza tarafın-
sinin nihayeti ve burada halen mevcut olan 1092 dan çekilmiş, onu Abdullah Biraderler, Bergren ve
(1681) tarihli Hacı Fâik Bey Çeşmesi mezarlığın Foto Sabah takip etmiştir. Hâtıratında mezarlığı
başlangıcı olmuştur. Karacaahmet Mezarlığı’nı, anlatanların başında yer alan Theophile Gautier,
Menzilhâne Yokuşu başından başlamak üzere hep- Karacaahmet’in Doğu’nun en büyük mezarlığı ol-
si eski birer yerleşim yeri olan İnadiye, Tunusbağı, duğunu söyleyerek hayranlığını dile getirmiştir.
Çiçekçi, Talimhane, Haydarpaşa, İbrahimağa, Se- R. Walsh ise burasını eğimli bir arazi içinde geniş
yitahmet deresi, Harmanlık, Nuhkuyusu ve Aşçı- yollarla ayrılmış büyük bir ormana benzetmiştir.
başı mahalleleri ve semtleri çevreler. Günümüzde Onun tasvir ettiği sahne Thomas Allom tarafın-
içinde bulunan yollarla birlikte yaklaşık 750.000 dan gravür olarak resmedilmiştir.
m²’lik bir araziyi kaplayan mezarlık Miskinler, Sa- Osmanlı aydınları, binlerce kabir taşını ve arşiv
raçlar Çeşmesi, Şehitlik, Musallâ ve Duvardibi adlı bilgisini içinde barındıran Karacaahmet Mezar-
beş büyük bölgeye ayrılır. Mezarlık kuzeyde Tu- lığı’na gerekli ilgiyi göstermiş, Mehmed Süreyyâ
nusbağı’ndan güneyde İbrahimağa çayırına doğru Bey, Fındıklılı İsmet Efendi, Ali Fuat Paşa, Şeyh
eğimli bir arazi yapısına sahiptir. Seyitahmet de- Kemâleddin Efendi gibi şahsiyetler kabristanda
resi vadisi mezarlığın en çukur kısmını teşkil eder. yatanların kabir taşlarını ve kimliklerini araştı-
Güneyinde İbrahimağa çayırının devamında Kara- rırken Ressam Hoca Ali Rızâ ile Murtaza Elker ve
caahmet Mezarlığı’ndan ayrı kabul edilen Ayrılık diğerleri Karacaahmet’le ilgili çalışmalar yapmış-

K
Çeşmesi Mezarlığı yer almaktadır. lardır. Dağınık evrak halindeki bu çalışmaların
Karacaahmet Mezarlığı, eskiden Ayrılık Çeşme- bir kısmı kaybolmuş, ancak bazıları yayımlanabil-
si’nden sonra Acıbadem caddesini aşarak yamaç- miştir. Mekteb-i İ‘dâdî Harbiyye-i Şâhâne öğret-
tan aşağıya Söğütlüçeşme’ye inmekte, buradan menlerinden Kolağası Mehmed Râif Efendi’nin
burada gömülü 138 meşhur kişi hakkında yaptığı
itibaren mezarlığa Mahmutbaba Mezarlığı adı ve-
derleme Mir’ât-ı İstanbul (İstanbul 1314) adlı ese-
rilmekteydi. Bu mezarlığın karşısında Söğütlüçeş-
rinin içinde yer almaktadır (s. 149-197). Üsküdar
me Tren İstasyonu önünde bir bölüm daha vardı.
Mahkeme-i Şer‘iyyesi mukayyidi Behcetîler’den
Burada dereyi aşan Taşköprü’den sonra mezarlık
İsmâil Hakkı Üsküdârî’nin 1930’da tamamladığı
Fenerbahçe Stadyumu arkasında devam ederdi.
Merâkid-i Mu‘tebere-i Üsküdar adlı kitap (İstan-
Karacaahmet’in son ucu, şimdi Ankara yolu sa-
bul 1976) 540 adet kabir ve kitâbesini ihtiva eder.
pağı başındaki Kalyonlar başhalifesi ve ailesinin
Karacaahmet Mezarlığı’ndaki bütün kitâbelerin
sofasıyla az ilerideki Kızıltoprak Camii yanındaki
tesbiti için Türk Tarih Kurumu tarafından Rıfkı
hazîre idi.
Melûl Meriç başkanlığında oluşturulan kurulun
Menzilhâne’den başlayarak Karacaahmet Türbe- çalışmalarından bir sonuç alınamamıştır. Hikmet
si’nin önünden geçen ve mezarlığı katedip Ayrılık Turhan Dağlıoğlu, İ. Fazıl Ayanoğlu, Cemalettin
Çeşmesi’ne ulaşan güzergâh surre alayının yapıl- Server Revnakoğlu, Tugan Saraçoğlu ve Enver Er-
dığı ve ordunun sefere çıktığı yoldur. Bu yol, iki güven’in çalışmaları da yayımlanamamıştır.
yanında yer alan ve her biri bir mimari şaheseri
Resmî ve ilmî kodeksler bulunmaması sebebiyle
olan aile sofaları ve devlet adamlarının mezar-
mezarlığın bazı adaları belediye hizmetleri kapsa-
larıyla Karacaahmet Mezarlığı’nın bel kemiğini
mına alınarak istimlâk edilmiş, eski mezar taşları
oluşturur. Yol üzerinde mezarlar arasında sırasıy- yok edilerek tamamen yeni bir kabristan haline
la Hoca Sâdeddin Efendi, Karaca Ahmed, Arapzâ- getirilmiştir. İstanbul Belediyesi Mezarlıklar Mü-
de, Mollacık, Miskinler ve Hacı Hüseyin Paşa se- dürlüğü’nce verilen ada numaralarıyla tapu ida-
billeri bulunmaktadır. resinin verdiği kadastro ada numaralarının farklı
Mezarlık, etkileyici görünümü ve mimari ihtişa- olmasından doğan aykırılık Karacaahmet’e ait bir
mıyla yüzyıllar boyunca yabancı seyyahları büyü- bölümün mezarlık dışı sayılmasıyla sonuçlanmış-
lemiş, bazı seyyahlar hâtıralarında bu mezarlıktan tır. Mezarlığın çok önemli bir bölümü olan Seyi-
söz etmişlerdir. Mezarlığa ait en eski fotoğraflar tahmet deresi ve buradaki İranlılar Tekkesi de son

359
Vadi-i Hamuşan
yıllarda Karacaahmet’in bütünlüğünden çıkarıl- 3. Harmanlık. Nuhkuyusu caddesinin aşağısında-
mış, dere yatağı tahrip edilmiş ve yaklaşık 35.000 ki Karacaahmet Mezarlık Memurluğu’nun alt ve
m²’lik bir alan nakliyat şirketlerinin ambarı haline yan tarafıdır. Tabanı Yassı ve Divitçiler bölümleri
getirilmiştir. vardır.
İçinde birçok kuş türünün yaşayıp yuvalandığı Ka- 4. Hattatlar. Reîsülhattâtîn Şeyh Hamdullah
racaahmet Mezarlığı başta servi olmak üzere çınar, Efendi’nin gömülü olduğu bölgedir.
defne, çitlembik gibi ağaçları ve çeşitli bitkileriyle 5. Hünkâr imamı mevkii. Karacaahmet’in Ayrılık
bir orman görünümündedir. Mezarlığın içinde ve Çeşmesi Mezarlığı ile birleşen en güney kısmıdır.
çevresinde altı tekke ve namazgâh, üç cami, yedi 6. İnadiye. Bandırmalızâde Tekkesi’nin önünden
çeşme, iki mektep, bir hastahane ve bir kireçha- itibaren Tunusbağı’na ve Karaca Ahmed Türbe-
ne yapılmış, ayrıca su ihtiyacını karşılamak üzere si’ne doğru giden bölgedir. Selim Dede ve Voynuk
irili ufaklı çeşitli kuyular açılmıştır. Miskinler’deki Ahmed Ağa bölümleri vardır.
1303 (1886) tarihli Edhem Paşa Kuyusu ile Çiçek-
7. Kaygusuz İbrâhim Baba. Tıbbiye caddesiyle
çi’deki 1318 (1900) tarihli Nâci Bey Kuyusu bunlar
Saraçlarçeşmesi caddesi arasındaki adanın üst
arasında zikredilebilir. Bu kuruluşlar vakıf siste-
kısmıdır. Kaygusuz İbrâhim Baba ve müridleri bu-
miyle tesis edilmiş olduğundan her birine görevli-
rada gömülüdür. Nâmık Paşa aile sofası da burada
ler tayin edilmiş, mezar ve defin işleri mezarcılar
yol kenarındadır.
kethüdâlığının sorumluluğuna verilmiştir. Ehl-i
8. Kuyubaşı.
hiref teşkilâtına mensup taşçılar, vakıf hizmetli-
leri, mezarlık ziyaretçileri, bu saha dahilindeki va- 9. Miskinler. Adını burada kurulmuş cüzzamhâ-
kıf müesseselerinin mensupları Karacaahmet’teki neden alır. Saraçlarçeşmesi caddesi üzerindeki Ba-
gündelik hayatın canlı birer parçası idiler. Mezarlık lım Ağa Çeşmesi’nin civarıdır. Sıkselviler ve Emîr
hizmetleri vakıf sisteminden çıkarılarak belediye Kasım adlı iki bölümü vardır.
hizmetleri kapsamına alınınca âbkeş, duâgû ve hâ- 10. Saraçlar Çeşmesi. İbrâhim Ağa Camii ile Ayrı-
fızlık gibi resmî paralı memuriyetler kalkmış, böy- lık Çeşmesi arasındaki kısım olup tamamen istim-
lece gravürlerdeki görüntüler bir hayal olmuştur. lâke uğramış, yol kenarında sadece Sadrazam Ha-
Yeniçerilerin Hacı Bektaş Ocağı ile ilişkileri me- lil Hamîd Paşa aile sofası kısmı kalmıştır. Burası
zarlığa Karacaahmet adının verilmesinin sebebini da üzeri toprakla örtülmek suretiyle yok edilmek
açıklamayı kolaylaştırmaktadır. Bu ocağa mensup üzeredir. Bu bölümün İbrahimağa, Ayrılık Çeşme-
si, Paris mahallesi kısımları yok edilmiştir.
yeniçeriler Karacaahmet’e bölük bölük, cemaat ce-
maat, onların arasından yetişen çorbacı, vezir, reî- 11. Seyitahmet deresi. Dere vadisinde bir mesire
sülküttâb gibi şahıslar makamlarına göre düzenli yeri olan bu bölüm yok edilmiştir. Halen İranlılar
olarak gömülmüştür. Bu durum, aynı zamanda Tekkesi ve özel mezarlığı mevcuttur. Mezarlığın
hayattaki hiyerarşinin kabristanda da devam et- güneydoğu ucudur. Bu kısım Ayasofyalılar, Taş-
tirilmiş olduğunu göstermektedir. Çoğu yerde bir köprü, Yağlıkçılar, Edhem Paşa bölümleriyle meş-
vezir veya şeyhülislâm aile efradıyla yahut devri- hurdur.
nin mülkî âmirleriyle yanyana gömülmüş, bu yer- 12. Şehitlik. İçteki orta kısımdır.
ler giderek mezarlıkta özel bölümler oluşturmuş- 13. Yüksek Kaldırım. İnadiye’nin doğu kısmında-
tur. Özel adlarla anılan bu bölümler şunlardır: ki sahadır.
1. Çiçekçi. Çiçekçi Camii’nin karşısındaki bölüm 14. Tunusbağı. Mezarlığın en meşhur kısmı olup
adını camiden ve buraya gömülmüş olan çiçekçi- sağlı sollu eski kabirlerle doludur. Sofular, Karaa-
lerden alır. Sofular ve Havuzkapısı diye iki kısma ğaçlar, Avas Mehmed Paşa bölümleri vardır.
ayrılır. Mezarlığın başlangıcı olan Menzilhâne başında
2. Duvardibi. Dört yol ağzında su terazisinin bu- surre eminliği, defterhâne eminliği gibi vazife-
lunduğu geniş sahadır. Hanya fâtihi Gazi Yûsuf lerde bulunan Yûsuf Rızâ Efendi’nin 1827 tarihli
Paşa’nın kabri buradadır. kafesi horasanî destarlı mezar taşını hâvî aile so-

360
Vadi-i Hamuşan
fası ve dua duvarı bulunmaktadır. Karacaahmet’in zasında 1785 tarihli Halil Hamîd Paşa sofası ile
ortasından geçen yol buradan başlar. Devamında Ayrılık Çeşmesi’ne uzanır. Sadrazam Halil Hamîd
1768 tarihli Taşçıbaşılar sofasına ulaşılır. Dîvân-ı Paşa sofası Karacaahmet Mezarlığı’nın en uzun
Hümâyun’dan Hâşim Ali Bey’in kabrinin önünden sofasıdır (31 m.). 300 m² sahalı bu sofada 1784
geçilip Kadı Müderris İbrâhim Şefik Efendi’nin tarihli ve kallâvîli ayrı iki taş Halil Hamîd Paşa’nın
sağ tarafta duvar kenarındaki 1828 tarihli örfî buradaki kesik başı için konulmuştur.
kavuklu kabri önüne gelinir. Az ileride sol taraf- Karacaahmet Mezarlığı’nda bazı mekânlar kesme
ta toprak seviyesinden 1,5 m. yükseklikte 22 m. taş duvarlarla yükseltilmiş ve içi toprak doldu-
uzunluğunda özel bir sofa içinde 1632’de Topkapı rularak aile sofaları meydana getirilmiştir. 1734
Sarayı’nda âsilerce şehid edilen Sadrazam Hâfız tarihli Mirzazâdeler, 1736 tarihli Dürrîzâdeler,
Ahmed Paşa’nın kabri vardır. Onu geçip sağda 1742 tarihli Âtıfzâdeler, 1762 tarihli Taşçılar ve
Osman Şems Efendi ile Eşrefzâde Sırrı Efendi ve 1873 tarihli Tırnakçızâdeler mezarlıkta bulunan
ihvanının mezarları önünden devam edilerek sol- meşhur aile sofalarıdır. Harmanlık bölümünde
da Hoca Sâdeddin Efendi Sebili’ne ve Şeyhülislâm yer alan Mütercim Âsım Efendi’nin 1819 tarihli
Sâdeddin Efendi ile Mevlevî Reşad Bey’in kabirle- sofası ile Kaygusuz İbrâhim Baba bölümünde yer
rine ulaşılır. Sebil hazîresinin bitişiğinde Karaca alan Nâmık Paşa’nın 1892 tarihli sofası yeni tarz-
Ahmed Sultan Tekkesi ve Türbesi, karşısında ise daki sofalara örnek olarak gösterilebilir.
Rodosî Camii yer alır. Camiye bitişik hazîrede me-

K
Mezarlıktaki bazı mezarlar açık türbe haline ge-
zarcılar kethüdâsı Hâfız Hasan Efendi’nin 1804
tirilmiştir. Osman Şems Efendi, Melek hazretleri,
tarihli kabir taşı bulunmaktadır. Buradan Ayrılık
Şeyh Behcetî Konevî, İbrâhim Hayrânî, Silistreli
Çeşmesi’ne uzanan yol 1950’deki imar faaliyetleri
Süleyman Efendi ve Bekir Sıdkı Ateşli’nin kabirle-
sırasında genişletilmiştir. Şehitlik yönünde o ta-
ri bu tür türbelerdir. Nişancı Hamza Paşa’nın üstü
rihte açılan kapının arkasında Mimarbaşı Kasım
kubbeli açık türbesi yanlışlıkla “at mezarı” olarak
Ağa’nın, onun hizasında şair Enderunlu Vâsıf’ın,
tanıtılmaktadır. Divan edebiyatının ünlü şairle-
onun da aşağısında hâcegândan şair İbrâhim
rinden Nâbî, Nedîm, Enderunlu Vâsıf ile Emin
Efendi’nin 1780 tarihli kabir taşı vardır. İbrâ-
Hâkî, Nâbizâde Nâzım, Mirzazâde Ahmed Neylî
him Efendi’nin kabir taşının yanında Arapzâde
de Karacaahmet’te gömülüdür.
Kuyusu ve Sebili yer almaktadır. Bundan sonra
Karacaahmet’te XVI. yüzyıldan kalma mezar
ihtişamlı görünüşüyle İshakefendizâdeler ve Dür-
taşı hemen hemen yok gibidir. Yer yer 1110’dan
rîzâdeler’in uzun aile sofaları görülür. Bu sofada
(1698) sonrasına ait mezar taşları görülebilmek-
Anadolu Kazaskeri Muhtar Ahmed Efendi’nin
tedir. Mevcut en eski mezar taşı Şeyh Hamdullah
1811 tarihli örfî kavuklu, Şeyhülislâm Dürrîzâde
Efendi’ye ait olup 1520 tarihlidir. Taşların çoğun-
Abdullah Efendi’nin 1828 tarihli örfî kavuklu,
luğu XIX. yüzyıla aittir.
Vezir Ali Paşa’nın 1826 tarihli kallâvî kavuklu,
tulumbacı yeniçerilerinden Genç Osman’ın 1816 Karacaahmet’te taş kapaklarla mezar odacığı veya
tarihli dardağan kavuklu ve tulumba remizli taşı tahta kapaklarla doğrudan toprağa gömme tar-
yanyana ön sırada Dîvân-ı Hümâyun’da bulunu- zında iki tür defin usulü uygulanmıştır. Eski de-
yorlarmış gibi sıralanmıştır. Cornelius Gurlitt, finlerin çoğunluğu taş kapaklı mezar odası tarzın-
bu ihtişamlı mezar taşlarının fotoğrafını Kons- dadır. Mezarlık ve mezar taşlarının inşa ve imarı
tantinopel adlı eserinde yayımlamıştır. Bu sofa- ehl-i hiref taşçıları ve hattatlarınca icra edilmiş,
nın karşısında Sadrazam İbrâhim Hilmi Paşa’nın kabirlerin korunmasına özen gösterilmiştir. Gü-
1825 tarihli kallâvîli mezar taşı ile 1853’te vefat nümüzde Karacaahmet’te defne açık bölgelerde
eden Sadrazam İbrâhim Sarım Paşa’nın kabirleri hızlı bir mezar taşı katliamı söz konusudur. Defne
hizasında 1865 tarihli harap haldeki Hacı Hüse- kapatılmış bölgeler ise iklimin ve zamanın tahri-
yin Paşa Sebili’ne gelinir. Sebilin karşısı Balım bine terkedilmiştir.(1)
Ağa Çeşmesi’nin bulunduğu Miskinler mevkiidir. (1) DİA, [KARACAAHMET MEZARLIĞI - Necdet İşli]
Burası İbrahimağa çayırının sınırı olup sebil hi- c. 24; s. 376; DBİA; H. NECDET İŞLİ

361
Vadi-i Hamuşan
Karacaahmet Sultan Türbesi-Makedonya Karedimir, Ayşe-Saruhan, Süreyya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 638 Milli Ktp./Tasnif No: 1970 SA 25
Ahlat Mezar Taşları, Türkiyemiz, Y.3, Sayı: 42-44,S.24-
Karacaahmet Türbesi-Manisa 30,1984, Ankara

(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 294, (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


(2) Manisa Valiliği. a.g.e. s. 270
Karagöz Ahmed Paşa Türbesi-Kütahya
Karacabey Türbesi-Ankara (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 194, (2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 109
(2) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 250,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 95
Karahaspa
Öldürücü bir tür çıban.(1)
Karacabey Türbesi-Bulgaristan
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 412

Karacaoğlan Türbesi-Kayseri-Develi Karakadı Mecdeddin Türbesi-İzmir

(1) Kaynak Yok (1) Önkal, Hakkı.5 a.g.e. s. 56,


(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 147

Karaçağ, Demet
Karakaş, Celaleddin
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 19827
T.T.K. Ktp.
Bursa Mezartaşları (14.-15.Yüzyıl), Gazi Ü. Sosyal
Bilimler Enst. Sanat Tarihi ABD, (Basılmış) Y. Lisans Ahlat Mezar Taşlarında Kullanılan Rumi Motifi ve Tezyi-
Tezi, S.161, 1992, Ankara natımızdaki Yeri, Selçuklu araştırmaları Dergisi, Sayı:I,
S. 159-164, T.T.K. yay., 1970, Ankara
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Karaçelebizade Mehmed Efendi Türbesi-


İstanbul Karakaş, Mahmut
Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 726.8/
(1) DİA, Cilt. 12 s. 4
KAR.Ş
Şanlıurfa Mezar Taşları, Şurkav, Sayı:14;10, S.199,
Karaçomak Türbesi-Gaziantep 1996, Şanlıurfa
(1) Gaziantep. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Karadede Mahallesi Türbesi-Sinop


Karakılıç Türbesi-Uşak
(1) Çal, Halit. a.g.e. s. 336
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 213

Karadeniz Türbesi-Diyarbakır
Karakoncol
(1) Ertekin, M. Zahir. a.g.e. s. 92
Kötü ruh olan karakoncolun ışıldayan gözleri,
büyük başı, boynuzu ve kuyruğu vardır. Elindeki
Karadeniz Türbesi-Diyarbakır değneği ile yaramaz çocukları dövmektedir, hatta
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52 onları yemektedir. Karakoncol altı haftalık vam-

362
Vadi-i Hamuşan
pirden oluşmaktadır. Araştırmacılar dört çeşit özgü bir takım yas âdetleri vardır. Karalara bürün-
karakoncol türü tespit etmişlerdir. Ses, hayvan, me, bu yas âdetlerinden biridir.(1)
vahşi yaratık ve insan. Ses karakoncol, insanları (1) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 2
uykusundan alarak belirsiz bir istikamete götürür.
Değişik tanımlarla tanınan insan Karakoncol’un
amacı insandan ses çıkartarak sesini alarak öldür- Karamağaralı, Beyhan
mesidir. Karakoncol rahatlıkla hayvan ve vahşi T.T.K. Ktp./ Tasnif No: BI 4665
yaratık şekillerine girebilmektedir. Yılda bir kere, Mezar Taşlarına Göre XII_XV. Y.Yılda Ahlat Kültürü, II.
Noel zamanında yeryüzünde dolaşan karakoncol Van Gölü Havzası Sempozyumu (04-07 Eylül 2006),
yolculara akşamları saldırır. Yolcuları bir ağırlık S. 94-104, Bitlis Kültür Mer., Bitlis Valiliği İl Kültür Ve
basar, terlemeye başlarlar ve ağırlıktan yere çöker- Turizm Md. Kültür Yay., 2007, Ankara
ler. Gece çalışan kadınlara da saldırmaktadırlar.(1) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 40-41

Karamağaralı, Beyhan
Karakullukçu Türbesi-Erzurum
Milli Ktp./Tasnif No: 1994 AD 2770
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 71 Türk Mimari Eserlerinde Ahlat Mezar Taşları, Elektronik
İletişim Ajansı Yayınları, 1993, Ankara.

K
Karakurt Baba Türbesi-Kırşehir (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 286 Karamağaralı, Beyhan
Milli Ktp./Tasnif No: 1973 BD 681
Karakuş Ahlat Mezar Taşları, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Ü.,
a. Kartal ve ona benzeyen sungur, doğan, atma- 1972, Ankara.
ca, laçin gibi kuşlara genel olarak “karakuş” adı (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
verilir.(1)(2)
b. Bu kuş türü aynı zamanda görünmez âlemle
Karamağaralı, Beyhan
olan bağlantıyı temsil eden bir ruh olarak da
Milli Ktp./Tasnif No: 1971 AD 5113
görülür.(1)
Sivas Ve Tokat’taki Figürlü Mezar Taşlarının Mahiyeti
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 65. Hakkında, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı 2,
(2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts (1970) S. 75-109,, T.T.K Yay., 1971, Ankara.
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b641540bd2.
41531472 (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Karalama Karamağaralı, Beyhan


a. Ölüm vb. bildiren yazılı kâğıt, kara haber.(1) Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:-

b. Leke sürme, kötülük yükleme(2) Türk Damgalarının Devamlılığı Hakkında, Türk


Dünyası Araştırmaları, Yıl:2, C.3, Sayı:9, S.5-24,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. 1980, İstanbul
(2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b68843e8f5. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
85542650

Karamağaralı, Beyhan
Karalara bürünme Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No: 956/0505/201
Ölüm olayı ile karşılaşan Türklerin, kendilerine Sivas ve Tokattaki Figürlü Mezar Taşlarının Mahiyeti

363
Vadi-i Hamuşan
Hakkında, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı:2, S.75- Karamanoğlu Alaaddin Türbesi-Karaman
109, 1970, T.T.K. Yay., Ankara
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (2) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 386

Karamağaralı, Beyhan Karamanoğlu II. İbrahim Bey Türbesi-Ankara


TTK Ktp. /Tasnif No: AV 4076-1991
(1) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 14
Eski Ahlat Kazıları, Belleten, TTK Y., S:143-144, 1991,
Ankara.
Karamanoğlu Türbesi-Karaman
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Cengiz, Ahmet. a.g.e. s. 107

Karamağaralı, Beyhan
Ahlat’ta Bulunan Tümülüs Tarzındaki Türk Mezarları, Karamanoğulları Türbesi-Ankara
Önasya, C.5, S.59-60, Temmuz-Ağustos,1970
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 201
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Karamürsel, Alım
Karamağaralı, Beyhan
Milli Ktp./Tasnif No: 1984 SB 53
Milli Ktp./Tasnif No: 1966 SB 93
Edirne`nin En Eski Tarihli ve Yazılı Mezar Taşı, Tarih
Ahlat Mezar Taşları, Önasya, C:5, Sayı:59-60, S.2-3, ve Toplum, Sayı:74, İletişim Yay. Perka A.Ş,1990, 42.
1970, Ankara İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Karamağaralı, Beyhan
Karamürsel, Alım
Milli Ktp./Tasnif No: 1959 SA 30
http:// ekitap.eyup.bel.tr
Narlıdere’deki Bazı Figürlü Mezar Taşları, İslam İlimleri
İlahiyattan İki Zeyni Mezar Taşı, Tarihi Kültürü ve Sana-
Enst. Dergisi, Sayı:3, S.115-147, 1972, Ankara
tıyla V. Eyüp Sultan Sempozyumu (11-13 Mayıs 2001)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. S.240-243, Eyüp Belediyesi, 2001, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Karaman Baba Türbesi-Sakarya
(1) Sakarya Valiliği. a.g.e. s. 36, Karanlık Baba Türbesi-Yunanistan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 879
Karaman Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 425
Karanlık Evliya Türbesi-Kastamonu
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
Karaman Bey Türbesi-Karaman
(2) Keçeci, Mehmet. a.g.e. s. 56,
(1) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 49 (3) Kastamonu Bel. a.g.e. s. 18

Karamani Şeyh Efendi Türbesi-Edirne


Karanlık Kümbet
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
Erzurum’da XIV. yüzyıl başlarına ait bir mezar
anıtı.
Karamanoğlu Alaaddin Bey Türbesi-Alanya Dervişağa mahallesinde Gülahmet caddesi üze-
(1) Kaynak Yok rindedir. Kitâbesine göre 708 (1308) yılında

364
Vadi-i Hamuşan
Sadreddin Türkbeg tarafından yaptırılmıştır. Za- ihtilâfa rağmen üzerinde tarih bulunması benzer
manla harap olan kümbet 1954’te Vakıflar Genel türbe-kümbetlerin tarihlendirilmesi açısından
Müdürlüğü’nce tamir ettirilmiştir. Karanlık adını önemlidir. Ayrıca usta imzası olduğu sanılan yıl-
nereden aldığı ve kimin için yapıldığı bilinme- dız biçimli yazının da Tercan Mama Hatun Tür-
mektedir. Erzurum Vilâyeti Salnâmesi’nde Sad- besi ile Beyşehir Eşrefoğlu Camii kubbesinde ay-
reddin Konevî’nin burada medfun olduğu kayıt- nen tekrar edilmesi ilginçtir. Erzurum’daki diğer
lıysa da bu doğru değildir. Girişi bugün bir evin kümbetlerde olduğu gibi zeminden hayli yüksekte
bahçesinde kalan yapının doğusunda bir hazîre bulunan gövdeye giriş kapısına çıkılacak merdi-
bulunmaktadır. veni yoktur. Mumyalıkta bulunan mezarlar türbe
Küfeki taşıyla inşa edilen kümbet iki katlıdır. Kare sandukaları gibi örtülü ve bakımlı olup halk tara-
fından ziyaret edilmektedir.(1)
planlı bir mumyalıkla (kaide) içten daire, dıştan
on iki yüzlü gövdeden oluşan yapının üzeri iç- (1) DİA; [KARANLIK KÜMBET - Abdüsselâm Ulu-
ten kubbe, dıştan konik bir külâhla örtülmüştür. çam] c. 24; s. 463
Doğu yönünden merdivenle inilen çapraz tonozlu
mumyalıkta iki mezar yer almaktadır. Üç yönde Karanlık Türbesi-Erzurum
açılan menfezlerle kuvvetli bir hava akımı sağlan-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 52,
mıştır. Kaideden gövdeye, köşelerin pahlanma-
(2) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 50

K
sıyla onikigene tamamlanan profilli bir kornişle
geçilmektedir. Korniş üzerinden yükselen çifte
sütunçelerle silme kemerlerin çevrelediği yüzler Karanu Delik
birer sathî niş görünümündedir. Gövde kemerler- Mezar.(1)
den itibaren saçağa kadar silindirik olarak devam
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
eder. Saçağın altında kırmızı taş üzerine işlenmiş
geometrik geçme motifli süsleme kuşağı dolan-
maktadır. Kuzeydeki kapı ile diğer üç yönde açılan Karasarıklı Şeyh İbrahim-i Sabri Ef. Türbesi-
basık kemerli pencereler mukarnas kavsaralı niş- İstanbul
ler şeklinde düzenlenmiştir. Kapının bulunduğu (1) Vassaf, Hüseyin. a.g.e. s. 214
sathî niş kemerindeki kûfî kabartma yazı kısmen
bozulmuştur. Mermere yazılmış üç satırlık asıl
tarih kitâbesi ise güneydeki pencerenin üstüne Karasungur Türbesi-Konya
yerleştirilmiştir. Kitâbenin üzerinde daire içinde (1) Yalçınkaya, Ayşe-Feyhan Ünal. a.g.e.
beş köşeli yıldız meydana getiren monogram biçi-
minde bir yazı daha mevcuttur.
Karaşaş Ana Türbesi-Ortaasya
Gövde içindeki pencere mukarnasları kırmızı
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24
renkli boya ile çerçevelenmiştir. Güneydeki pen-
cere aynı zamanda mihrap olarak değerlendiril-
miştir. Kuşatma kemerinde çifte rûmîden oluşan Karataş, Ahmet
ve ucu hilâlle sonuçlanan kabartma bir palmet Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No:
motifi bulunmaktadır. Kubbe eteğinde mahallî 726.8-30
üslûpla işlenmiş kalem işi basit bitki örnekleriy- İstanbul Fatih Camii Ve Çevresindeki Bazı Mezar Taşla-
le kandil motifleri yer almaktadır. Diğer kısımlar rı, Atatürk Ü.İlahiyat Fak., Lisans tezi, S.71, Erzurum
sade ve süslemesizdir. Yapı içindeki sanduka kay-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
bolmuştur.
Karanlık Kümbet, Anadolu’da Selçuklu ve İlhanlı
döneminde yapılan mezar anıtlarıyla aynı özellik- Karataş Dede Türbesi-Isparta
lere sahiptir. Kitâbede geçen adın okunuşundaki (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 89

365
Vadi-i Hamuşan
Karatay Türbesi-Konya (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Karatekin Türbesi-Çankırı
Karıncalı Dede Türbesi-Sakarya
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53
(1) Sakarya Platformu. a.g.e. s. 136,

Karayakup Türbesi-Sivas
Karıştıran Süleyman Paşa Türbesi-Bursa
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 115
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53,
(2) Daş, Ertan. a.g.e. s. 120
Karcı Şeyh Ahmed Dede Türbesi-İstanbul
(1) Adresler. a.g.e.
Kari’a
a. Kıyamet.(1)(2)(3)
Karer Baba Türbesi-Bingöl-Sütlüce
b. Kapıyı çalan, dehşetten yürekleri hoplatan,
(1) Kaynak Yok
başlara çarpan, Kur’an’ın 101. Suresinin adıdır.
Kıyametin dehşetinden bahseder.(4)
Karesi Bey Türbesi-Balıkesir
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 24 s. 487, (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Akpınarlı, Kerim Kâni. “Balıkesir Şehir Ve Belediye (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Tarihi.” Balıkesir: Balıkesir Belediyesi, (2009). s. 22 (4) Akay, Hasan. a.g.e.

Karga Kāria Sûresi


Ölümü çağrıştıran kuşlardan biri de kargadır. Kur’ân-ı Kerîm’in yüz birinci sûresi.(…)
Eğer karga öterse kısa bir zaman içinde başlarına
Sûre kıyamet gününün dehşetine vurgu yapan âyet-
bir belanın gelineceğine inanılmakta, bundan do-
lerle başlar (âyet 1-3). Hz. Peygamber’e, “Sen kāri-
layı bu kuştan uzak durulmalı.(1)
anın ne olduğunu nereden bileceksin?” denilmesi,
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 3 kıyamet hadisesinin şiddet ve dehşetinin bizzat
yaşanmadıkça Resûlullah tarafından dahi gerçek
Kargı Baba Türbesi-Edirne anlamıyla idrak edilemeyeceğine işaret eder. Kā-
ria kelimesi daha sonraki âyetlerde açıklanarak o
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 141 günde insanların sağanak halinde uçuşup ateşe
düşen pervaneler, böcekler, dağların ise atılmış
Kargılama renkli yün gibi olacağı belirtilir (âyet 4-5).
Kargı darbesi ile yaralama ya da öldürme.(1) Müteakip âyetlerde insanların dünya hayatındaki
davranışlarına göre âhirette karşılaşacakları ceza
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ve elde edecekleri mükâfattan bahsedilir. Tartıları
ağır gelenlerin memnun edici bir hayata kavuşa-
Kargın Baba Türbesi-Ankara-Polatlı cakları, tartıları hafif gelenlerin ise kızgın bir ateş
(1) Erdoğan, Abdülkerim.1 a.g.e. s. 128 uçurumuna atılacakları haber verilir (âyet 6-11). 6.
âyette geçen “mevâzîn” kelimesi, Arapça’da hem
“mîzân”ın (tartı aleti) hem de “mevzûn”un (tartı-
Kargış lan şey) çoğul şeklidir. Bu âyetle ilgili yorumlarda,
Kötüleme, zemmetme, lanet, ilenme, beddua.(1)(2) âhirette amellerin cisim haline getirilerek tartıla-
(3) cağı belirtildiği gibi mevâzîn kelimesinin mecazi

366
Vadi-i Hamuşan
anlamda kullanıldığı ve bununla insanların dav- arkadaş, dost şeklinde (Buhârî, “Diyât”, 22), ba-
ranışlarına takdir edilecek ceza veya mükâfatta zan da insanla beraber olan ve ondan hiç ayrılma-
tam adaletin geçerli olacağının kastedildiği de be- yan “ruhanî dost” (şeytan veya melek) anlamında
lirtilmektedir. Kāria sûresinde, kıyamet gününün kullanılmaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 37; Müslim,
gerçekliği çarpıcı sahnelerle gözler önüne serile- “Śalât”, 260; İbn Mâce, “İķāme”, 39, “Duâ”, 18).
rek hem müjdeleyici hem korkutucu mesajlara yer Hz. Peygamber, insanın hem melekten hem de
verilmiş, öte yandan sorumluluk ilkesine vurgu şeytandan arkadaşı olduğunu belirtmiş, Hz. Âi-
yapılarak dünya hayatındaki davranışların karşı- şe’nin, “Buna sen de dahil misin?” sorusuna “evet”
lıksız kalmayacağı bildirilmiştir.(…)(1) cevabını vermiş, ancak Allah’ın inâyetiyle kendi-
(1) DİA; [KĀRİA SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 24; sinin onun kötülüklerinden korunduğunu bildir-
s. 490 miştir (Müsned, I, 385, 397, 401, 460; Dârimî,
“Riķāķ”, 25; Müslim, “Münâfiķīn”, 69). Bu hadisin
sonunda yer alan (‫ )أسلم‬kelimesi bazı âlimlerce
Karin mâzi fiil olarak (esleme) kabul edilmiş ve Resû-
İnsana refakat edip onu mânevî açıdan ve daha lullah’ın şeytanının müslüman veya teslim olup
çok menfi olarak etkileyen görünmez varlık anla- kendisine hayırdan başka bir şey telkin etmediği
mında Kur’an terimi. şeklinde yorumlanmıştır. Süfyân b. Uyeyne ve
Hattâbî gibi âlimler ise şeytanın müslüman ol-

K
Sözlükte karîn “yaklaştırmak, bir araya getirmek”
anlamındaki karn kökünden türemiş bir sıfat olup masını mümkün görmeyerek kelimeyi sülâsîden
“dost, arkadaş, eş, yaştaş” mânalarına gelir. İs- muzâri mütekellim kalıbında okumuş (eslemü)
lâm’dan önce Araplar insanı takip eden ve onunla ve Resûl-i Ekrem’in onun kötülüklerinden korundu-
beraber olan ruhanî varlıkların bulunduğuna ina- ğu mânasını çıkarmıştır (Nevevî, XVII, 156-158;
nırlardı. Bunlara genellikle “reiy, şeytan, cin, tâbi‘” Bedreddin eş-Şiblî, s. 28-29).(…)
ve karîn adını veriyorlardı. Özellikle kâhin ve şa- Gazzâlî karînle ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra
irler kendilerine haber taşıyan ve şiir ilham eden insan kalbinin melek ve şeytanın etkisi altında ol-
şeytan ve karînlerinin olduğunu ileri sürüyorlardı. duğunu, her iki kaynaktan da kalbin yoklandığını,
hayra çağrı yapan duygu ve düşüncelerin meleğin
Karn kavramı değişik kullanımlarıyla Kur’ân-ı
ilhamı, şerre çağıranın ise şeytanın vesvesesi ol-
Kerîm’de otuz dokuz yerde geçmekte olup bunların
duğunu kaydetmiş ve insanın iki karîn arasında
yedisi karîn, biri de çoğulu olan kurenâ şeklindedir
imtihana tâbi tutulduğunu belirtmiştir (İhyâ, III,
(M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “ķrn” md.). Karîn,
27; Zebîdî, VII, 265-267).(…)(1)
Kur’an’da “insanla beraber bulunan arkadaş” an-
lamına gelmekte, şeytan (en-Nisâ 4/38; es-Saffât (1) DİA; [KĀRİN - İlyas Çelebi], c. 24; s. 490
37/51; Fussılet 41/25; ez-Zuhruf 43/36, 38; Kāf
50/27), inkârcı insan (es-Sâffât 37/51) ve melek (Kāf Karin
50/23) türünden arkadaş yerine kullanılmaktadır. a. İnsana refakat edip onu manevi açıdan ve daha
Kur’an, şeytan türünden olan karînin insanı ri- çok menfi olarak etkileyen görünmez varlık an-
yakârlığa teşvik eden ve ona kötülükleri güzel gös- lamında Kur’an terimi.(1)
teren kötü bir arkadaş olduğunu, dünyada onunla b. İnsanla beraber bulunup onun amellerini yazan
dost olanların âhirette kendilerini suçlayacaklarını melektir. İyinin karini melektir, suçlunun kari-
ve uzak durmasını isteyeceklerini beyan etmektedir. ni şeytandır.(2)
Bazı müfessirler Sâffât sûresinde yer alan karînin
(1) DİA; [KĀRİN - İlyas Çelebi], c. 24; s. 490
şeytan mânasına geldiğini söylerken bazıları onun
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26, s. 109
insan olduğunu kaydederler (Taberî, XXIII, 38;
Beyzâvî, V, 234; Süyûtî, VII, 90).
Hadis rivayetlerinde de karn kavramı çeşitli tü- Karir Baba Türbesi-Muş
revleriyle yer almaktadır. Karîn kelimesi bazan (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 300

367
Vadi-i Hamuşan
Karlı İli Oğlu Mehmet Bey Türbesi- Karyağdı Türbesi-Ankara
Makedonya (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 641 (2) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 30,
(3) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 251,
(4) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 96
Karlık Türbesi-Malatya
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 295
Kasâme
a. Faili meçhul cinayetlerde cezai ve mali sorum-
Karpuz, Haşim luluğu tespit amacıyla cinayetin işlendiği bölge
Milli Ktp./Tasnif No: 2005 AD 16752 insanlarının yemin etmesi usulünü ifade eden
Anadolu Selçuklu Mimarisi, Selçuk Ü., Yaşatma Ve fıkıh terimi.(1)
Geliştirme Vakfı, 2004, Konya b. Öldürülen kişinin katilinin belirlenmesi için ve-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. lilerine yaptırılan bir yemindir.(2)
(1) DİA; [KASÂME - Ali Bardakoğlu] c. 24; s. 528-530
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.26-11, s. 129-296
Karpuz, Haşim
Milli Ktp./Tasnif No: 2007 BD 5246
Kasâme
Konya Kitabı VIII, Konya Ticaret Odası, 2005, Konya
Fâili meçhul cinayetlerde cezaî ve malî sorumlulu-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ğu tesbit amacıyla cinayetin işlendiği bölge insan-
larının veya maktulün yakınlarının yemin etmesi
Karslı Ali Efendi Türbesi-Kosova-Prizren usulünü ifade eden fıkıh terimi.
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 327, Sözlükte “yemin etmek, yemin eden topluluk; ba-
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 499 rış ve yüz güzelliği” gibi anlamlara gelen kasâme
İslâm hukukunda, fâilin kesin delille belirlene-
mediği bir cinayet işlendiğinde suç mahallinden
Kartal Baba Türbesi-İstanbul sınırlı sayıda bir topluluğun haklarındaki suç is-
(1) Adresler. a.g.e., nadını defetmek veya maktulün yakınlarının suç
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 470, isnadında bulunmak amacıyla mahkeme huzu-
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 91 runda yaptığı özel yeminlerin adıdır.(…)
Câhiliye Arapları tarafından bilindiği ve yer yer
Kartal, Numan başvurulduğu anlaşılan kasâmeye Kur’an’da te-
mas edilmez. Hadis mecmualarında Hz. Peygam-
Milli Ktp./Tasnif No.1980 SB 14
ber’in kasâmeyi Cahiliye’deki şekliyle devam ettir-
Mezar Taşları, Türk Folkloru, (51), S.13-16, Kemal
diği rivayeti yer alır (Müslim, “Ķasâme”, 7; Nesâî,
Kitapçı,1983, İstanbul
“Ķasâme”, 2) ve bu kaynakların kasâme, diyât,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. eymân gibi bölümlerinde konuya ilişkin sınırlı bil-
giler ve uygulama örnekleri verilir.
Karun Bunlardan birinde, ensardan Abdullah b. Sehl b.
Zeyd’in Hayber hurmalıklarında öldürülmüş ola-
a. Karn, ezvac gibi iki şeyin herhangi bir şekilde
rak bulunması üzerine maktulün yakınlarıyla yol
birleşmesi yanında olması demektir. Karn’ın
arkadaşı olan Muhayyisa b. Mes‘ûd cinayeti Hay-
çoğulu karun’dur.
ber yahudilerinin işlemiş olma ihtimalini dile ge-
b. Bedene bitişik olduğundan ruha da karun denir. tirdiler. Resûl-i Ekrem, onlardan bu cinayeti Hay-
(1)
ber yahudilerinin işlediğine dair elli defa yemin
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.11, s. 286 etmelerini istediğinde onlar yanında bulunmadık-

368
Vadi-i Hamuşan
ları ve görmedikleri bir cinayet hakkında yemin me beyyinenin davacıya, yeminin de davalıya ait
edemeyeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Hz. olması genel kuralına aykırı düşmez.(…)
Peygamber yahudilerin elli yeminle cinayet suçun- Kasâmenin mahiyeti ve işlevi konusunda iki ekol
dan berat edeceğini açıkladı ve aradaki gerginliği arasındaki temel görüş ayrılığı kasâmenin uygu-
gidermek için de maktulün diyetini beytülmâlden lanış şartları, usulü ve hükümleri de dahil birçok
ödedi (Buhârî, “Diyât”, 22; Müslim, “Ķasâme”, 1). konuda bir dizi farklı görüşün de kaynağını oluş-
Bir diğer rivayette Resûlullah’ın, yahudilerden turur.(1)
elli erkeğe cinayeti işlemediklerine ve işleyeni de (1) DİA; [KASÂME - Ali Bardakoğlu] c. 24; s. 528-530
bilmediklerine dair yemin ettirerek diyet ödettiği,
yahudilerin de, “Gerçekten o, nebîmiz Mûsâ’nın Kasâme Şartları
hükmettiğiyle hüküm vermiştir” dedikleri aktarı- (…) Hanefîler, maktulün bir şahsın mülkiyet veya
lır (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VIII, 123). zilyedliği altındaki bir mahalde bulunmuş olma-
Hz. Peygamber’in ve Hulefâ-yi Râşidîn’in uygu- sını şart koşar, maktulün kamuya ait bir arazide
lamalarında kasâme usulüyle diyete hükmedildi- bulunması halinde ise buralarda can güvenliğini
ğine dair muhtelif rivayetler mevcutsa da kısasın sağlama devletin görevi olduğundan kasâmeye
uygulandığına dair rivayetlerin sıhhati ve içeriği değil doğrudan hazineden diyet ödemesine gi-
tartışmalıdır (Buhârî, “Diyât”, 22; “Megāzî”, 36; dilmesini savunurlar (Kâsânî, VII, 289). Kamuya

K
Ebû Dâvûd, “Diyât”, 9; Abdürrezzâk es-San‘ânî, ait çarşı ve caddeler, hapishaneler ve umuma açık
X, 37-44; Serahsî, XXVI, 109). İslâm toplumun- mescidlerde işlenen fâili meçhul cinayetlerde de
da fıkhî düşüncenin gelişimine ve ekolleşmesine durum böyledir.
paralel olarak fakihler, kasâmenin meşruiyetin- Hanefîler’e göre kasâmede fâilin meçhul olması,
den uygulanış şekline ve sonuçlarına kadar birçok onu suçu ispat aracı olarak gören Mâlikî, Hanbelî
yönünü tartışıp zengin bir doktrin geliştirmişler, ve Şâfiîler’e göre ise cinayet davasının muayyen
bunun sonucu olarak da kasâme fıkıh literatürün- bir şahıs aleyhinde açılması gerekir.(…) Kasâme-
de bu adı taşıyan bağımsız bir bölüm veya cinâ- nin asıl amacı diyet sorumluluğunu belirlemek
yet bölümünün alt konusu olarak, ayrıca “eymân, olduğundan Hanbelîler ve Şâfiîler hariç fakihler
nükūl, diyât, da‘vâ” gibi başlıklar altında dolaylı davalının tam eda ehliyetinin bulunması şartını
bilgiler verilerek ayrıntılı biçimde işlenmiştir.(1) genelde aramazlar.(…)(1)
(1) DİA; [KASÂME - Ali Bardakoğlu] c. 24; s. 528-530 (1) DİA; [KASÂME - Ali Bardakoğlu] c. 24; s. 528-530

Kasâme Mahiyeti ve Çeşitleri Kasâmeden Kaçınma


(…) Kasâmenin mahiyeti ve işlevi konusunda Ha- Kasâmede yeminden kaçınmanın da yemin et-
nefîler’le cumhur arasında esaslı bir görüş ayrılığı menin de önemli hukukî sonuçları vardır. Bu ise
mevcut olduğundan fıkıh literatüründe kasâme- yeminde hangi tarafa öncelik verileceğine göre
nin iki farklı tanımına rastlanır. değişen bir husustur.
Hanefîler’e göre kasâme, bir bölgede bir kimse öl- Hanefîler’e göre yeminde önceliği bulunan dava-
dürülmüş olarak bulunduğunda bölge halkından lılar yemin ettiklerinde kısas düşer, fakat diyet
elli erkeğin o kimseyi öldürmediğine ve öldüreni ödemekle yükümlü olurlar. Kasâmenin istisnaî bir
de bilmediğine dair Allah adına yemin etmesidir usul oluşunun bir sebebi budur. Davalılar yemin-
(Serahsî, XXVI, 106; Kâsânî, VII, 286). Zeydiyye den kaçınırlarsa yemin edinceye veya suçu ikrar
ve İbâzıyye mezheplerinin görüşleri de bu çizgi- edinceye kadar hapsedilirler. Çünkü yeminden ka-
dedir. Buna göre kasâme suçu ispata yarayan bir çınma tek başına kısasa hüküm vermeyi mümkün
delil değil, cinayet bölgesi insanlarına üzerlerin- kılacak güçte bir delil değildir. Önemli bir hakkın
deki kısası gerektirici bir suç isnadını defetmek askıda kalmasına da razı olunamaz. Bunun için
üzere tanınmış bir yemin hakkıdır. Buna doktrin- davalılar bir seçim yapmaya zorlanır.(…)(1)
de “nefy kasâmesi” adı verilir ve bu haliyle kasâ- (1) DİA; [KASÂME - Ali Bardakoğlu] c. 24; s. 528-530

369
Vadi-i Hamuşan
Kasap Baba Türbesi-Bulgaristan gücü bulunmayan Mûsâ’nın şahsında doğru yolda
(1) Koyuncu, Aşkın. a.g.e. s. 222
olanların azim ve gayret göstermeleri halinde ba-
şarıya ulaşacaklarına işaret edilmektedir. Burada
bir bakıma, Mekke müşrikleri arasındaki hâkim
Kasap Baba Türbesi-Bulgaristan zümrenin aşağıladığı ve her türlü haksızlığı reva
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 385 gördüğü müslümanlar için müjde ve teselli, bu
zümre için de Firavun’un karşılaştığı felâkete ben-
zer bir cezaya çarptırılma uyarısı yer almaktadır.
Kasap Cömert Dede Türbesi-Isparta
Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 47-75) Hz. Pey-
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 89 gamber’in Allah’tan vahiy aldığına dair sözlerinin
doğruluğuna vurgu yapılarak müşriklerin itirazla-
Kasap Cömert Türbesi-Bursa rı reddedilmekte, Hz. Mûsâ ile Hz. Muhammed’in
tebliğleri arasındaki ortak noktaya dikkat çekil-
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184 mekte, ayrıca Hz. Mûsâ ile Firavun arasında mey-
dana gelen çatışmanın benzerinin Resûl-i Ekrem
Kasap İlyas Türbesi-İstanbul ile Mekke müşrikleri arasında cereyan ettiğine
temas edilmektedir. Diğer taraftan bu bölümde
(1) Adresler. a.g.e.,
Hz. Peygamber’e sevdiği bir kimseyi hidayete er-
(1) Dönmez, Ömer Mustafa. a.g.e.S. 331
dirmesi için kendi çabasının yeterli olmayacağı,
hidayetin Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğu
Kasas Sûresi bildirilir (âyet 56). Kaynaklarda bu âyetin Resû-
Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi sekizinci sûresi.(…) lullah’ın amcası Ebû Tâlib hakkında nâzil olduğu
belirtilmektedir. Buna göre Ebû Tâlib ölüm dö-
İlk âyeti hurûf-ı mukattaadan “tâ-sîn-mîm” olan
şeğinde iken imana davet edilmiş, Kureyşliler’in
Kasas sûresinin muhtevasını üç bölümde ele al-
kınamasından korkan amcasının iman etmekten
mak mümkündür.
çekinmesi üzerine bu âyet nâzil olmuştur (Müs-
Birinci bölümde (âyet 3-46) Firavun’un, yönetimi ned, II, 434, 441; Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 40;
altındaki İsrâiloğulları’na yaptığı zulümden bah- Vâhidî, s. 193-194). Yakın çevresinde yer aldıkları
sedilerek onların erkek çocuklarını öldürttüğü, halde iman etmeyen kimseler için üzülen Resûl-i
kız çocuklarını sağ bıraktığı ifade edilir ve Allah’ın Ekrem’in bu âyetle teselli edildiği anlaşılmakta-
iradesinin orada ezilen kimselere yardım etme yö- dır. Bu bölümde ayrıca dünya hayatının geçicili-
nünde olduğu belirtilir. Daha sonra Hz. Mûsâ’nın ğine, daha önce halkı refah içinde şımarmış nice
çocukluğu, gençliği, Mısır’dan Medyen’e gidişi, şehirlerin helâk edildiğine dikkat çekilir, kıyamet
orada evlenmesi, Mısır’a yeniden dönüşü, ailesiyle gününün bazı sahneleri tasvir edilir ve Allah’ın
birlikte Tûr dağına çıkışı ve burada kendisine vahiy varlığıyla ilgili kevnî delillere yer verilir.
gelmesi üzerine kavmine tebliğe başlaması, Fira- Kasas sûresinin son bölümünde (âyet 76-82)
vun’u imana davet etmesi, Firavun’un Hz. Mûsâ’yı Kārûn kıssası anlatılmaktadır. Hz. Mûsâ’nın
yalanlaması ve sonunda Kızıldeniz’de boğulması kavminden olup büyük bir servete sahip bulu-
anlatılır. Sûrenin Hz. Mûsâ kıssasıyla ilgili bölümü nan Kārûn zenginliğine güvenerek böbürlenmiş,
üslûp ve muhteva bakımından bundan önceki Şu- insanlara haksızlık etmiş ve sonunda Allah ken-
arâ ve Neml sûreleriyle benzerlik göstermektedir. disini servetiyle birlikte yerin dibine geçirmiştir.
Kasas sûresinde, Hz. Mûsâ kıssası ilk defa karşı- İlk defa bu sûrede bahsedilen, bundan sonra iki
laşılan bir olay tarzında anlatılmakta ve Kur’an sûrede daha adı geçen (el-Ankebût 29/39; el-
kıssalarının anlatım amacına paralel olarak bazı Mü’min 40/24) Kārûn’un kimliği hakkında çeşitli
önemli uyarılara ve öğütlere de yer verilmektedir. rivayetler vardır. Bu kıssada dünya malının fânili-
Bu kıssada hâkimiyet ve iktidar Firavun’un şahsın- ği, servetin asıl sahibinin Allah olduğu, dolayısıy-
da somutlaştırılırken onun karşısında görünürde la ondan muhtaçların da yararlanması gerektiği,

370
Vadi-i Hamuşan
Allah’ın vereceği sevabın dünya malından daha Kasım Bey Türbesi-Diyarbakır-Eğil
değerli olduğu bildirilmektedir. Öte yandan kıs- (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53,
sa, dolaylı olarak hem Mekke müşrikleri arasın- (2) Demir, Mehmet Latif. a.g.e.S. 84
daki servet sahipleri hem de bu kesime imrenen
kimseler için ibretler ihtiva etmektedir. Kārûn
kıssasının ardından gelen iki âyette ise (âyet 83- Kasım Bin Karagöz Hademe-i Türbesi-
84) yeryüzünde büyüklük taslamaktan ve fesat Kosova-Vılçitrin
çıkarmaktan sakınanların âhirette kurtuluşa ere- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538
cekleri, iyilik yapanlara yaptıklarının daha güze-
liyle karşılık verileceği, kötülük yapanların da iş-
Kasım Dede Türbesi-Bolu
lediklerinin dengiyle cezalandırılacağı belirtilerek
kıssadan çıkarılacak derslere işaret edilmektedir. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53
Sûre, Allah’tan başka ilâh bulunmadığını ve O’nun
zâtından başka her şeyin helâk olacağını bildiren, Kasım Dede Türbesi-Ankara-Ayaş
İslâm’ın ulûhiyyet ve tevhid akîdesinin özeti ma-
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 138
hiyetindeki âyetle sona ermektedir.
Sûrede yer alan Firavun kıssasında iktidar gücü-
Kasım İbni Abbas Türbesi-Semerkant
nün, Kārûn kıssasında ise ekonomik gücün kişiyi

K
kibir, azgınlık ve şımarıklığa sevketmesi, bu güç- (1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 10 s. 336
lerin insanlara karşı zulüm ve baskı aracı olarak
kullanılması halinde bu imkânların onlar için Kasım Paşa Türbesi-İzmir
nasıl bir felâkete dönüşeceği anlatılmaktadır. Sû-
(1) Duran, Remzi1. “İzmir-Menemen’de Dini Mima-
rede Firavun ve Kārûn kıssaları arasında yer alan
ri.” s. 56
âyetler ve bazı kıyamet sahneleri kıssalardan çıka-
rılabilecek ibret ve dersleri pekiştirmekte, böylece
sûrenin muhtevası bütünlük arzetmektedir.(…)(1) Kasım Paşa Türbesi-Bosna Hersek

(1) DİA; [KASAS SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c. 24; (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 160
s. 536
Kasım Paşa Türbesi-Sırbistan-Osek
Kasbek Türbesi-Kayseri (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 702
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 53

Kasırâtu’t-Tarf
Kasım Baba Türbesi-Kosova-Rahlin
Bakışlarını kısanlar, yani kocalarından başkasına
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 328, bakmayanlar demektir. Cennet kızları, eşlerinden
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 499 başkasına bakmazlar.(1)
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 27, s. 176
Kasım Baba Türbesi-Ankara
(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 138
Kasıt
a. Öldürme, yaralama veya zarar verme isteği,
Kasım Baba Türbesi-Arnavutluk kötü niyet.(1)(3)(4)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 84 b. Bir kimseyi yaralamak, öldürmek veya zarar
vermek isteği ile yapılan girişim, teşebbüs.(1)(2)
Kasım Balı Sultan Türbesi-Arnavutluk (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 66 (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

371
Vadi-i Hamuşan
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Katafalk
(4)http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts Önünden sessizce geçilerek kendisine saygı sunu-
&arama=gts&kelime=kas%C4%B1t&uid=28283&
lacak bir cenazenin konulduğu, üzeri kumaşla ör-
guid=TDK.GTS.5928b8227b5d71.46864885
tülü yüksekçe yer.(1)(2)(3)(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kassam (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Osmanlı döneminde ölen bir kimsenin terekesini, (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
mal varlıklarını, şeriat kurallarına göre mirasçıla- (4) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
rına paylaştırılan kadılık memuru.(1)(2)(3) &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b89808e232.
51289042
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) DİA;
Katakomb
(3) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Duvarlarında ölüleri gömmek için kemerli nişleri
olan kaya oygu odalardan ve geçitlerden oluşan yer
Kassâm Mahkemesi altı mezarlığı. Roma imparatorluk döneminde kulla-
Ölen insanların tereke denilen miras mallarını ya- nıma başlayan katakomblar daha sonra Hıristiyan-
zıp ve bununla ilgili davalara bakan İstanbul’daki lar ve Yahudiler tarafından yaygın olarak kullanıldı.
şer’i mahkeme.(1) En büyük katakomblar Roma’da yer alır. Bunlar
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
kent dışındaki caddeler boyunca uzanırlardı.(1)
(1) Er, Yasemin. a.g.e.

Kastamonili Şey Halil Efendi Türbesi-Edirne


Katakomp
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 29
a. Yer altı mezarları.(1) Şehir dışında yer altında
kayalara oyulmuş mezarlar. Bu mezarlar uzun
Kaşan İmamzade Habib Bin Musa Türbesi- nişler şeklinde dörtgen odalardır.(4)
İran b. Etrüskler ile ilk Hıristiyanların Ön Asya’da, Si-
(1) Özkurt, Kemal. a.g.e. s. 178 cilya’da, Aşağı İtalya’da özellikle Roma ve Na-
poli yörelerinde kayaları oyarak içinde ya da
toprağı kazarak yer altında yaptıkları, ölülerini
Kaşgarlı Abdullah Türbesi-İstanbul gömdükleri ya da kimi kez tapınak olarak kul-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54, landıkları, uzun dehlizler biçiminde gömütlük.
(3)(5) Katakomplar ilk olarak 16. yy.da keşfedil-
(2) Kollektif3. a.g.e. Cilt 16 s. 263
miştir. Toprak altında ilk Hıristiyanlar tarafın-
dan oyularak yapılan katakompların duvarla-
Kaşgarlı Mahmud Türbesi-Kaşgar
rında 80 cm genişlik ve 2 m uzunluğunda açılan
(1) DİA, Cilt. 25 s. 11 raflara ölüler yerleştirilmekteydi. Katakomplar
Napoli’de M.S 1. yy itibaren 10. yy’a kadar me-
zar görevi yapmıştır.(6)
Kaşıkçı Mustafa Efendi Türbesi-İstanbul
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kat’ı Hayat (4) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 7
(5) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
Hayatın kesilmesi, ölüm.(1)(2)
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b8b7ab -
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. be20.99479467
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (6) Turani, Adnan. a.g.e.

372
Vadi-i Hamuşan
Katırcıoğlu, Veysel (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 30500
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Çerkeş’teki Türk Devri Eserleri, Selçuk Ü. Sosyal bilim-
ler enst., Sanat tarihi ABD, Y. Lisans Tezi, S.175, 1994

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Katil-i Mazûr


Nefsini müdafaa ederken veya ailesinden biriyle
gayrı meşru cinsel ilişkide bulunanı, bir yakınına
Kâtib-i Beytü’l-Mal
tecavüz edeni öldüren kişi.(1)(2)
Ölen yeniçerinin mal varlıklarına ait işlere bakan,
mirasçılarına verilmesi gereken eşyalarının satı- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
şından sonra kara sandıkta saklanması gereken (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
paranın kaydını tutan kâtip, memur.(1)(2)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. Katil-i Muhti
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Hata yoluyla, yanlışlıkla, kasıt olmaksızın ölüme
sebep olan kimse.(1)(2)(3)(4)
Katib-i Ezeli (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Levh-i Mahfuzu yazmış olan, ezelden yazan, Al- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

K
lah.(1)(2)(3) (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Katil-i Müteammid
Önceden planlayarak hasmını öldürücü bir aletle
Kâtibî öldüren kişi.(1)
Tülbendi kavuğun arka tarafından düz olarak do- (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
lamak, ön tarafında kavuğun ön kısmını alınla tül-
bent arasında üçgen şeklinde bir açıklık bırakacak
Katil
tarzda çaprazlama kavuşturmak suretiyle sarılan
bir sarık şekli.(1) Bir şahsın hayatına haksız yere son verme, adam
öldürme suçu.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Sözlükte ve örfte “bir canlının bir başka canlıyı
öldürmesi” şeklinde geniş bir anlamı bulunan ka-
Katil-i Gayr-ı Müteammid til (katl) kelimesi, İslâm hukukunda bir kimsenin
Önceden tasarlama olmaksızın, kavga sırasında hukuken can dokunulmazlığı bulunan bir şahsın
ani öfke ile istemeden adam öldüren.(1)(2)(3)(4) ölümüne yol açacak bir davranışta bulunmasını,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
teknik tabiriyle adam öldürme cürmünü ifade
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
eder. Bu fiili işleyene kātil, öldürülene maktûl de-
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. nilir. Kelimenin fıkıhtaki ikinci terim anlamı ise
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. irtidad, muhsanın zinası, eşkıyalık, adam öldür-
me gibi belli ağırlıktaki suçları işleyenlere verilen
ölüm cezasıdır. Ancak ceza olarak öldürme belli
Katil-i Mafüvu suç türlerinde kısas, recm, siyaset gibi özel adlar-
Nefsini müdafaa için,(4) can ve ırzını, namusunu la anıldığından kelimenin bu anlamı çok belirgin
korumak için saldıranı veya tecavüze kalkanı öl- değildir.(…)
düren kişi.(1)(2)(3) Kur’an’da insanın dünyaya gönderilişi anlatılır-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ken meleklerin insanoğlunun yeryüzünde fesat

373
Vadi-i Hamuşan
çıkarıp kan dökeceği itirazında bulunduğundan bir insanı öldürürse âdeta bütün insanları öldür-
söz edilir (el-Bakara 2/30). Gerçekten de çok müş gibi olur; kim de bir insanı yaşatırsa o bütün
geçmeden Hz. Âdem’in iki oğlu arasında kıskanç- insanları yaşatmış gibi olur” meâlindeki âyeti de
lıktan doğan aşırı kin ve düşmanlık sebebiyle ilk (el-Mâide 5/32) İslâm’ın insan hayatına atfettiği
kan dökme olayı meydana gelmiştir. Olay Ahd-i önemi ve değeri gösterir.
Atîk’te ve Kur’an’da yaklaşık ifadelerle anlatılır Hadislerde de konu bu çizgide ele alınmış, insan
(Tekvîn, 4/1-8; el-Mâide 5/27-31) ve haksız yere hayatının dokunulmazlığını, haksızlıkla adam
birisini öldürenin onun günahını da yüklenerek öldürmenin dünyevî ve uhrevî ağır sorumluluğu-
büyük bir vebal üstlendiği ve âdeta bütün insan- nu belirleyen çeşitli açıklamalara yer verilmiştir.
lığı öldürmüş gibi ağır bir suç işlediği belirtilir Bunun için İslâmî öğretide insan hayatının ko-
(el-Mâide 5/28-32). Hadiste de kötü bir çığır aç- runması dinlerin gönderilmesindeki temel amaç-
manın doğuracağı sorumluluğa işaretle haksız lardan biri olarak kabul edilmiş, adam öldürme
yere öldürmenin günahından Âdem’in birinci oğ- fiili, dünyevî açıdan mutlaka cezalandırılması ve
luna da pay ayrılacağı bildirilir (Buhârî, “Cenâiz”, doğurduğu olumsuz sonuçların mümkün olduğu
33; “Diyât”, 2; Müslim, “Ķasâme”, 27). ölçüde telâfi edilmesi gereken ağır bir suç ve hak
Haksız yere adam öldürmenin büyük bir suç ve ihlâli, uhrevî açıdan da büyük günahlardan biri,
günah olduğu ilâhî dinlerin ortak temalarından hatta ilgili hadislerde de açıklandığı gibi (Buhârî,
biridir (Tekvîn, 9/5-6, Çıkış, 20/13, 21/12-14, “Veśâyâ”, 23; “Hudûd”, 44; Müslim, “Îmân”, 141-
23/7; Sayılar, 35/11-21; Matta, 5/21-22; Luka, 145) şirkten sonra günahların en büyüğü olarak
18/20). Kur’an’da da insanları tevhid dinine da- görülmüştür.(…)(1)
vet eden peygamberlerin ve sâlih kimselerin, aç-
(1) DİA; [KATİL - Ali Bardakoğlu] c. 25; s. 45-48
lık korkusu ve utanç sebebiyle kız çocuklarının,
inançları sebebiyle müminlerin öldürülmesi başta
olmak üzere insanoğlunun haksız yere kan dök- Katil Çeşitleri ve Şartları
mesinin çeşitli örneklerine temas edilir (el-Bakara Katil hukuka uygun ve aykırı şeklinde iki gruba
2/61; Âl-i İmrân 3/21, 112, 181; el-En‘âm 6/140; ayrılıp ölüm cezasının infazı ya da savaşta düş-
el-İsrâ 17/31; Yâsîn 36/20-27; el-Mü’min 40/28). manın öldürülmesi birinci türün, mâsumun öldü-
İnsan hayatının Allah tarafından dokunulmaz rülmesi ikinci türün örneği olarak verilirse de bu
kılındığı belirtilerek haklı (meşrû) bir sebep bu- ayırım kelimenin sözlük anlamına göredir.
lunmadıkça hiçbir cana kıyılmaması (el-En‘âm Çünkü öldürme suçunun oluşmasında ana un-
6/151), yanlışlıkla olması dışında bir müminin surlardan biri öldürülen kimsenin mâsum oluşu,
bir başka mümini öldürme hakkının bulunmadığı, diğer bir ifadeyle öldürme eyleminin hukuka ay-
yanlışlıkla bir müminin ölümüne yol açanın mü- kırılığıdır. Tıpkı ceninin yaşama hakkı anne ve
min bir köle âzat etmesi ve diyet vermesinin ge- babasının isteğine bırakılmayarak rahimde can-
rektiği (en-Nisâ 4/92), haksız yere ve bilerek adam lılık kazandığı andan itibaren dinî ve hukukî bir
öldürmenin dünyevî cezasının kısas, uhrevî ceza- korumaya konu olmuşsa insanın yaşama hakkı
sının da cehennemde ebedî kalış olduğu bildirilir da kendi eline bırakılmamış, başkaları açısından
(el-Bakara 2/178; en-Nisâ 4/93; el-Mâide 5/45). hak niteliği, kişi açısından ise yaratana ve bütün
Adam öldürme suçuna ilişkin âyetler bir bütün- insanlığa karşı görev ve sorumluluk yönü ön pla-
lük içinde değerlendirilecek olursa, kasten cana na çıkarılarak hukukî olduğu kadar dinî ve uh-
kıymanın Kur’an’da âdeta bir insanlık suçu olarak revî açıdan da koruma altına alınmıştır. Kişinin
tasvir edildiği görülür. İnsanlar bir nefisten yara- kendi canına kıyması veya başkasına bu konuda
tıldıkları için (en-Nisâ 4/1, el-En‘âm 6/98, el-A‘râf izin vermesi hukuka aykırılığı ve günahı ortadan
7/189, ez-Zümer 39/6; ayrıca bk. Lokmân 31/28) kaldırmadığından intihar katil derecesinde büyük
birine karşı yapılan bir saldırı hepsine yapılmış gi- günahlardan biri sayılmıştır. Ötenazi de böyledir;
bidir. Kur’an’ın, “Kim bir cana kıyarsa veya yeryü- kişinin tedaviye cevap vermeyip hayatından ümi-
zünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın din kesilmesi durumunda daha fazla acı çekmesi-

374
Vadi-i Hamuşan
nin önlenmesi için kendisinin, yakınlarının veya de böyledir. Savaş veya aleyhinde yargı kararının
sağlık ekibinin, ölümüne onay vermesi eylemi suç kesinleşmesi sebebiyle can güvenliği bulunmayan
ve günah olmaktan çıkarmaz. kimselerin öldürülmesi katil suçu teşkil etmez.
Öldürme suçunun ikinci temel unsuru kişinin böyle Hatta maktulün yakınlarının yargı kararını bek-
bir sonucu doğuran eylemi yapmış olmasıdır. Ey- lemeden katili öldürmesi de ilgili âyette (el-İsrâ
leme başkalarının aslî ya da fer‘î iştiraki onu katil 17/33) kendilerine belli bir yetki tanınmış olması
suçu olmaktan çıkarmaz. Ancak yaptığı fiilin so- sebebiyle katil olarak nitelendirilmez. Buna karşı-
nucunu istemiş olması suçun ağırlığını belirleyen lık suçun oluşumu için öldürülen kimsenin yaşa-
önemli bir faktör olduğundan klasik doktrinde yan ve hukuken can güvenliği bulunan bir insan
katil suçunun ayırımı bu ölçüte göre yapılır. olması yeterli olup bu konuda din, ırk, cinsiyet ve
sağlık ayırımı yapılmaz. Kātilin âkıl bâliğ olması,
Adam öldürme suçu doktrinde cinayeti işleyenin
fiili ikrah altında işlememesi, öldürülenle öldüren
kastı ölçü alınarak kasten (amden) ve hatâen şek-
arasında denkliğin bulunması veya usul-fürû ba-
linde iki gruba ayrılır. Kur’an’da bu iki tür katilden
ğının bulunmaması gibi şartlar ise kasten öldür-
söz edilir (en-Nisâ 4/92-93). Mâlikîler ve Zâhirîler
menin değil, bu suç türünün karşılığını teşkil eden
bu ayırımı benimserken Şâfiî, Hanbelî ve Zeydiy-
tam cezanın yani kısasın uygulanma şartı olarak
ye fakihleri araya kasıt benzeri öldürmeyi de dahil
gündeme getirilir. Aynı şekilde maktulün yakınla-
ederek katil çeşitlerini üçe, Hanefîler’den bir grup
rının kātili affetmesi de onun eylemini katil suçu
hata mahiyetindeki öldürme ilâvesiyle dörde, bir

K
olmaktan çıkarmayıp sadece kısasın uygulanma-
kısmı tesebbüben öldürmeyi de ekleyerek beşe çı-
karır. Bununla birlikte ayırımlar genelde kasıt-ha- sını önler.
ta veya mübâşeret-tesebbüb ekseninde yapılmak- Hatâen öldürme bir kimsenin yanlışlıkla öldürül-
ta, sonucu da bu ayırım belirlemektedir. mesidir. Bu da ya fiilde (şahısta) hata ya da kasıtta
a) Kasıt-Hata Ayırımı. Adam öldürme suçunda hata şeklinde olur. Av hayvanına ateş etmişken
kasıt (amd), fâilin sonucunu bilerek ve isteyerek bir insanın vurulması birincisine, düşman askeri
ölüme yol açan bir fiili işlemesi demektir ve suçun sanılarak mâsum birinin öldürülmesi ikincisine
mânevî unsurunu teşkil eder. Kastın bulunması için örnektir.(…)
fâilin önceden plan ve tasavvurda bulunması şart b) Mübâşeret-Tesebbüb Ayırımı. Özellikle Ha-
olmayıp ölüme yol açan fiili işlediği anda sonucu nefîler’in dile getirdiği bu adlandırma ölüme doğ-
istemiş olması yeterlidir. Bunun için de doktrinde rudan yol açan fiillerle, araya ikinci, üçüncü bir
“suçu önceden planlama” anlamıyla taammüd ve sebebin girmesiyle ölüme yol açan fiilleri birbi-
“fiilin sonucunu o anda istemiş olma” anlamıy- rinden ayırmayı ve ikinci grubu doğrudan öldür-
la kasıt ayırımı yapılmaz. Ancak kasıt kişinin iç menin ağır sonuçlarından ayrı tutmayı amaçlar.
dünyasıyla alâkalı bir durum olduğu ve kişinin öl- Fıkhî terminolojide bunlardan birincisine mübâ-
dürme niyetinin tesbitinde zorluklar bulunduğu, şeret ikincisine de tesebbüb denilir. Meselâ yum-
hukukî hükümlerin ise objektif verilere dayanma- ruk, kurşun veya bıçak darbesiyle ölüm arasında
sı gerektiği için fakihler, kişinin kasıt ve niyetini doğrudan ilişki kurulabildiği sürece mübâşereten
göstermeye elverişli objektif bir ölçüt geliştirmeye katilden söz edilir. Birinin aleyhinde yalancı şahit-
çalışmışlar, bunun için de fâilin kullandığı aletin lik yaparak mahkemece idamına hüküm verilme-
öldürücü olması şartını ileri sürmüşlerdir. Aletin sine sebep olma, kuyu kazarak, hapsederek ya da
bu vasfı onu kullanan kişinin de kural olarak öl- terk ve ihmal suçu işleyerek yani selbî fiillerle biri-
dürme kastını taşıdığının delili sayılmıştır.(…) nin ölümüne yol açma gibi durumlar ise tesebbüb
Kasten öldürme suçunun maddî unsuru canlı ve grubuna girer.(…)
mâsum bir insanın ölmesine yol açan fiilin işlen- Adam öldürme suçunun bu kabil ayırımlara tâbi
mesidir. Bu sebeple ölüye ya da anne karnındaki tutulmasında güdülen temel amaç, suçun ağırlığı-
cenine yönelik fiiller kasten öldürme suçu teşkil nı derecelendirerek fâile buna denk bir ceza veril-
etmediği gibi ölümle sonuçlanmayan veya ölümle mesini sağlamaktır. Meselâ kasten adam öldürme
arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulamayan fiiller suçu diğer şartların da bulunması halinde kısas-

375
Vadi-i Hamuşan
la, kasıt benzeri öldürme kātilin şahsen ödeyece- Katilin Sonuçları
ği ağırlaştırılmış diyetle cezalandırılırken hatâen Suçun ağırlığı fâilin bilgi, irade ve niyetiyle sıkı
öldürmede diyet yükü âkıleye dağıtılmaktadır. Bu sıkıya bağlantılı olduğundan adam öldürme suçu-
kadar önemli hukukî sonuçları bulunduğu için de nun günah, kısas, diyet, mirastan mahrumiyet ve
öldürme fiilinin ayırım ve adlandırması fakihler kefâret şeklinde beş başlık altında toplanabilecek
arasında ayrıntılı tartışmaların cereyan ettiği bir dinî ve hukukî sonuçları buna göre belirlenir. Öl-
konu olmuştur.(1)
dürmenin en başta gelen dinî hükmü büyük gü-
(1) DİA; [KATİL - Ali Bardakoğlu] c. 25; s. 45-48 nahlardan biri olmasıdır.
Kur’an’da bir mümini kasten öldüren kimsenin
Katilin Mahiyeti cezasının cehennem olduğu, orada ebediyen ka-
Ana rahminden itibaren yaşama hakkı dokunul- lacağı, Allah’ın gazabına, müminlerin lânetine ve
mazlık kazanan insanoğluna karşı işlenebilen en büyük bir azaba uğrayacağı bildirilmiş (en-Nisâ
ağır cürümlerden biri, şüphesiz ki onun hayatına 4/93), birçok âyette, “Allah’ın saygın kıldığı canı
haksız yere son vermedir. İslâmî terminolojide bu katletmeyin” denilerek (el-En‘âm 6/151; el-İsrâ
dokunulmazlık hayatı veren ve alanın Allah ol- 17/33) cana kıymanın İslâm dininde büyük günah
duğu, ruhun bedende emanet olup kişinin kendi olduğu gösterilmiştir.
hayatına dahi son verme hakkının bulunmadığı,
Hz. Peygamber’in haksız yere bir cana kıymayı
Allah’ın verdiği canın yine O’nun tarafından alı-
kişiyi cennetten mahrum bırakacak büyük gü-
nacağı fikriyle ifade edilir. Bunun için de insanın
nahlardan biri, dünyanın sonu gelmesinden daha
hayat hakkına ve beden bütünlüğüne karşı işle-
ağır bir fiil, âhirette insanların öncelikli olarak
nen cürümler özü itibariyle Allah’ın yaptığı binayı
yargılanacağı bir günah olarak nitelendirmesi de
yıkma sayılıp büyük bir günah olarak görülmüşse
aynı vurguyu içerir (Buhârî, “Diyât”, 1; Tirmizî,
de hukukî düzenleme açısından suçu işleyenin
“Diyât”, 7-8; Nesâî, “Tahrîmü’d-dem”, 2; İbn
kastına ve gerçekleşen hak ihlâlinin derecesine
göre dünyevî cezasında belli bir gruplandırmaya Mâce, “Diyât”, 1, 32).
gidilerek suçceza dengesi kurulmuştur. Resûl-i Ekrem’in, yer ve gök ehli toplanıp bir mü-
İslâm hukukunda cinayet terimi, mala ve bedene minin kanının dökülmesine iştirak etse Allah’ın
yönelik hukuka aykırı bütün fiilleri kapsayan bir hepsini de yüzüstü cehenneme atacağını bildir-
genişlikte kullanılmakla birlikte mala karşı işle- mesi (Tirmizî, “Diyât”, 8), birbiriyle vuruşan iki
nen cürümler türüne göre gasp ve itlâf kelimele- müslümandan ölenin de öldürülenin de cehen-
riyle ifade edilir ve bu başlıklar altında ele alınır. nemde olduğunu, öldürülenin diğerini öldürme
Şahsa yönelik cinayetler de adam öldürme (cinâ- kastını taşıması sebebiyle bu cezaya çarptırılaca-
yet ale’n-nefs) ve müessir fiil (cinâyet alâ mâ dû- ğını belirtmesi (Buhârî, “Eymân”, 22, “Diyât”, 2;
ne’n-nefs) şeklinde ikiye ayrılır. Anne karnındaki Müslim, “Ķasâme”, 33; krş. Ebû Dâvûd, “Fiten”,
çocuğun düşürülmesi de bu grubun üçüncü türünü 2), öncelikli olarak öldürme kastının ve bu kasıtla
teşkil eder ve nisbeten farklı hükümlere tâbidir. işlenen fiilin vehametini göstermeyi amaçlar.
Katil, cinayet kavramının merkezinde yer aldığı Günah ve sevap mümeyyiz kimselerin iradî dav-
ve onun en özel türünü teşkil ettiği için cinayet ranışlarına terettüp eden dinî hüküm olduğun-
kelimesinin katil anlamında kullanılmasına sık dan ister mübâşeret ister tesebbüb yoluyla olsun
rastlanır. Öte yandan İslâm hukukunun klasik hatâen öldürmenin yukarıdaki ağır tehdidin dışın-
doktrininde suçların had, cinayet (kısas ve diyet), da olduğu, ancak bu davranışlar iradî olduğu ölçü-
ta‘zîr şeklinde üçlü ayırımı içinde katil, cezası şâri‘ de dinî sorumluluğun artacağı anlaşılmaktadır.
tarafından belirlenen, öncelikli olarak şahsî hakkı Kur’an’da hatâen öldürmelerde sadece dün-
ihlâl ettiği için de cezanın infazı suç mağdurunun yevî-hukukî müeyyideden söz edilmesi, bir başka
talebine bağlı olan bir suç niteliğindedir.(...)(1) âyette hatâen yapılanlardan dolayı değil bile bile
(1) DİA; [KATİL - Ali Bardakoğlu] c. 25; s. 45-48 yapılanlardan dolayı vebal olacağının bildirilmesi

376
Vadi-i Hamuşan
(el-Ahzâb 33/5), hadiste de ümmetten hata sonucu diyet ödenir. Diyet bir yönüyle ceza, bir yönüyle
yaptığının uhrevî sonucunun kaldırıldığının haber de tazminat mahiyetindedir. Kasten öldürmede
verilmesi (İbn Mâce, “Talâķ”, 16) bu anlamdadır. ceza, hatâen öldürmede tazminat ve kan bedeli
Kasıt benzeri öldürme ise ölüme yol açan fiilin niteliği ağır basar. Bu sebeple miktarı ve ödeme
işlenmesinin iradî olması sebebiyle kasta, ölüm yükümlüleri suçun ağırlığına göre değişebildiği
sonucunun doğrudan istenmemiş olması yönüyle gibi fâilin kusursuz veya kısıtlı ehliyetlilerden ol-
de hataya benzerlik gösterir ve bu iki noktaya ya- ması halinde de diyet ödenir. Meselâ kasıt ve bir
kınlığı nisbetinde dinî hükmü değişir. grup fakihe göre kasıt benzeri fiil cezayı ağırlaş-
tırıcı sebep olduğundan bunlarda diyet miktarı
Kasten adam öldürmenin günahının ve uhrevî so-
ağırlaştırılmış ve kātilin şahsına yüklenmiştir.
rumluluğunun cinayeti işleyenin dünyada yapaca-
Hatâen öldürmede ise diyet miktarı hafiftir ve
ğı tövbe ile ne ölçüde düşeceği hususu, doğrudan
kātilin akraba çevresine ya da mensup olduğu da-
kul ile Allah arasında kalan ve hakkında sem‘î bilgi
yanışma grubuna (âkıle) geniş bir zaman dilimine
bulunmadıkça görüş beyan edilmesi pek mümkün
yayılarak ödetilir.(…)
olmayan bir konudur.
Öldürmenin bir diğer hukukî sonucu da mirastan
Allah’ın tövbeleri kabul edip dilediğini affedeceği-
mahrumiyet, yani yakınını öldüren kimsenin ona
ne ve kendisine ortak koşulması dışındaki günah-
mirasçı olamaması hükmüdür. Hz. Peygamber’in
ları bağışlayacağına dair âyetlere karşılık (el-Ba-
kātilin mirasçı olamayacağı yönündeki hadisi

K
kara 2/160; en-Nisâ 4/48, 116; et-Tevbe 9/104,
(Ebû Dâvûd, “Diyât”, 18; Tirmizî, “Ferâiż”, 17; İbn
118; ez-Zümer 39/53) kul hakkı ihlâlinin ve adam
Mâce, “Ferâiż”, 8) fakihlerce ilke olarak kabul edil-
öldürmenin ağır uhrevî sorumluluğunu belirten
se de hadiste geçen kātil kelimesinin yorumu ve
nasların ve küfürle kasten adam öldürmenin dı-
ilkenin kasıt dışı öldürmelere nasıl uygulanacağı
şındaki günahların affedilebileceğini bildiren ha-
tartışmalıdır.(…)
disin üslûbu (Nesâî, “Tahrîmü’d-dem”, 1; Müsned,
IV, 99) bu konuda iki farklı görüşü mümkün kıl- Dinî terminolojide kefâret, işlenen bir kusur ve
maktadır. Bu sebeple İslâm âlimlerinden iki yönde günahtan dolayı Allah’tan af dilemeye yönelik
de görüş beyan edenler olmuştur. ceza niteliğinde malî veya bedenî bir ibadet yü-
kümlülüğü olup adam öldürme de kefâreti gerek-
Öldürme fiilinin ikinci fıkhî hükmü, bu suça ihlâl
tiren fiillerden biridir. Kur’an’da hatâen öldürme-
ettiği hakka denk düşen ve onu mümkün olduğu
den söz eden âyette (en-Nisâ 4/92) yanlışlıkla bir
ölçüde telâfi eden, toplum vicdanını da tatmin
mümini öldüren kimsenin ödeyeceği diyetten ayrı
eden dünyevî bir cezanın verilmesidir. Kur’an’da
olarak mümin bir köle âzat etmesi, buna imkân
insanlık tecrübesinin ve dinlerin, üzerinde ittifak
bulamazsa tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe
ettiği birçok büyük günah ve suçtan söz edilirse
oruç tutması istenir.(…)
de bunlardan sadece adam öldürmenin dünyevî
karşılığı olarak ölüm cezası (kısas) öngörülür. Bu Öldürme suçuna terettüp eden dünyevî cezanın
aynı zamanda önceki semavî dinlerin de hükmü- kamu otoritesi eliyle verilmesi esas olup şahsî
dür (el-Bakara 2/178-179; el-Mâide 5/45). Ancak hakkı ihlâl edilenlerin veya bu kanaatte olanların,
haksız öldürmelerde öldürülenin velisine yetki ve- hakkını bizzat alma yetkileri bulunmaz.(…)(1)
rildiğinden söz eden ve affetmeyi öğütleyen âyet- (1) DİA; [KATİL - Ali Bardakoğlu] c. 25; s. 45-48
lerden (el-Bakara 2/178; el-İsrâ 17/33) kısasın
uygulanmasının bir emir değil onay olduğu anla-
Katil Sözcüğü
şılmaktadır. Kısas sadece kasten öldürmelerde söz
konusudur.(…) a. İnsan öldüren, katleden, cana kıyan, cani,(1)(2)
(3)(5)(6)(7)(8) ölüme yol açan, öldürücü.(3)
Kasten öldürmede kısasın düşmesi halinde, ay-
rıca kasıt benzeri ve hatâen öldürmeler dahil b. Öldürme.(1)(2)(3)(5)(7)
kastın tam olarak bulunmadığı öldürmelerde c. Öldürülmüş, öldürülen, katledilmiş, cinayete
suç tam oluşmadığı için öldürülenin yakınlarına kurban gitmiş, maktul.(1)(2)(5)(6)(9)

377
Vadi-i Hamuşan
d. Adam öldürme suçu.(4) Katl-i Nefs
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kendini öldürme, cana kıyma, intihar.(1)(2)(3)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) DİA; (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(6) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(7) Akay, Hasan. a.g.e. Katl-i Nufus
(8) Asil, Yasin Şeref, a.g.e. Adam öldürme.(1)(2)(3)
(9) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Katip Haydar Türbesi-Bosna Hersek (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 99, Katl-i Şibh-i Amd
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 146
a. Kişiyi taş, sopa gibi gerçekte öldürme aleti ol-
mayan bir şeyle kasten öldürmek.(1)
Katl-i Amd
b. Katli caiz olmayan uygun görülmeyecek birini
Bilerek ve tasarlayarak, kasıtlı olarak öldürme.(1) yaralayıcı bir aletle öldürme.(2)(3)(4)
(2)(3)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Kanar, Mehmet. a.g.e. (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.

Katl-ı Âmm
Katl
a. Soykırım, toplu öldürme, toplu kıyım.(1)(3)
a. Katil.(1)
b. Alınan, zapt olunan bir ülkenin, yerin halkını
b. Öldürme.(2)(3)(4)(5)
ayırım yapmaksızın kılıçtan geçirme, toplu öl-
dürme, kıyım.(2)(4) c. Öldürülme.(3)

(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (4) Ateş, Süleyman. a.g.e., C.13, s. 373;
(5) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 10, s. 330

Katl-Gâh
Öldürme yeri.(1) Katl bi’t tesebbüb
Açtığı çukura birinin düşmesi ve ölmesi türünden
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ölüme sebebiyet vermek.(1)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Katl-i Hata
Bir kasıt olmaksızın yanlışlıkla öldürme.(1)(2)(3)(4)
Katl Hadden
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Kişiyi istemiş olduğu suça karşılık şer’i olarak ve-
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
rilen ceza gereği öldürmek.(1)
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

378
Vadi-i Hamuşan
Katl mâ cerâ mecra’l-hatâ Katran
Uykuda olan birinin, başka birinin üzerine düşe- a. Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla
rek öldürmesi türünden mükellef olmayan birinin elde edilen, sıvı yağ kıvamında, kara renkte,
öldürmesi.(1) ağır, is kokulu, suda erimeyen bir madde.(2)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. b. Kötü ruhlardan koruyucu madde katrandır.
Katranın siyah rengi ve kötü kokusunun kötü
el-Katlâ ruhlarda olumsuz etki yaptığına inanılır. Bu
yüzden kapı ve pencerelere sürülerek vampir-
Öldürülenler demektir.(1)
lerin girmesinin engellendiğine inanılmakta-
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 403
dır.(1)
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 42
Katla
(2) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts
Öldürülmüş kimseler, öldürülenler, maktuller.(1) &arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b9cabe5c60.
(2)(3)
32874613
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kattal
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

K
Çok can alıcı, çok katleden, çok öldürücü, çok öl-
düren, hunhar.(1)(2)(3)
Katledilme
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Öldürülmek eylemi, canına kıyılma.(1)(2)
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Kavacık Hasan Dede Türbesi-İstanbul


Katletme
(1) Adresler. a.g.e.
a. Öldürme, cana kıyma.(1)(2)
b. İnsan öldürmek.(3)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kavak Baba Türbesi-Makedonya
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 609
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Kavalalı Kamil Paşa Türbesi-Mısır


Katliam
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 9 s. 123
Toplu öldürme olayı, toplu kırım,(4) toptan kat-
letme, soykırım,(1)(2) hiç kimseyi sağ bırakmadan
öldürme, kılıçtan geçirme.(3) Kavalib
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Kalıplar, secde eden gölge, şehâdet âlemine yakın-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. laşmış ruhların gölgesidir.(1)
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Erginli, Zafer. a.g.e.
(4) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_
gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928b8e9a-
edd07.39890176 Kaved
Kasten öldürmenin cezası kaved, kısastır. Yani
Katlolunmak kasten öldürme af durumu olmazsa kavedi, kısası
Öldürülmek.(1) icap ettirir.(1)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 8, s. 15

379
Vadi-i Hamuşan
Kavas Başı Türbesi-İstanbul XIII. yüzyıldan günümüze ulaşan minyatürlü eser-
(1) Adresler. a.g.e.
lerden, çini ve taş yapılardaki tasvirlerden Selçuk-
lu dönemi kavukları hakkında bilgi edinilmekte-
dir. Varaka ve Gülşah minyatürlerinde Varaka yer
Kavğarmak
yer kırmızı, yeşil, taylasanlı kavukla tasvir edilmiş-
Ölüye ilenmek.(1) tir. Cezerî’nin el-Câmi beyne’l-ilm ve’l-ameli’n-nâfi
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. adlı eserinde (s. 10, 220, 263) katlar halinde destar
sarılmış, omuzlara inen taylasanın uç kısmı işle-
meli değişik renkli kavuklar görülmektedir.
Kavsara Mustafa Baba Türbesi-İstanbul
Osmanlılar horasânî, üsküf, yûsufî, selîmî, kallâvî,
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 54,
örf, mücevveze gibi adlarla anılan birçok kavuk
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 582
türü kullandılar.
İlk dönemlerde bilhassa seferlerde daha çok üsküf
Kavsara Türbesi-İstanbul
giyilmesi âdetti. Hoca Sâdeddin Efendi’nin verdiği
(1) Adresler. a.g.e. bilgiye göre Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın
icadı olan üsküf I. Murad zamanında yaygınlaş-
mış, keçeden yapılan börk ağır altın sırmalarla
Kavuk
süslenerek padişahlara, mevki ve makam sahibi
Bir başlık türü. kişilere has bir başlık durumuna gelmiştir.
Kavuk Türkçe’de “içi boş şey” demektir. Uygur- Hoca Sâdeddin, ilk Osmanlı sultanlarının Bursa’da
ca’da kağuk şeklinde geçer ve “mesane” anlamına mezarları başındaki sırmalı taçların üzerine sarılan
gelir. Kâşgarlı Mahmud kelimenin mesane yanın- yûsufî destarın burmalarının eşşiz olduğunu, dolama
da “başlık” mânasını da zikreder (Dîvânü lugā- dilimlerindeki kıvrımların nerede sona erdiğini en
ti’t-Türk Tercümesi, III, 165). Birçok serpuş türü keskin gözlerin bile kestiremeyeceğini yazar (Tâ-
için kullanılan Arapça kalensüve (kalsüve, kulen- cü’t-tevârîh, I, 68).
siye, kalensiye, kalensât), Farsça kelûta kavukla
Yûsufî daha çok bir destar şekliydi ve Hz. Yûsuf’a
aynı anlamdadır. Osmanlılar’da ise daha çok üze-
nisbetle bu adı almıştı. Ancak başa geçecek tara-
rine sarık sarılmış kalensüveye kavuk denir. İslâm
fı dar, tepeye doğru genişleyen üstü dilimli, tepe
dünyasında bilhassa Abbâsîler döneminde yaygın-
kısmı hariç diğer kısımları tülbentle örtülü bir tür
laşan kavuğun kalensüveleri daha çok Türkler’in
kavuğa da bu ad verilmiştir. Daha çok padişahın
imalâtında mahir olduğu keçeden yapılmaktaydı.
tahta çıkarken giydiği yûsufî üzerinde üç siyah
Bunlar “horasânî, deniyye, rusâfiyye, şâşiyye” gibi
sorguç bulunurdu. Padişah vefat ettiğinde tabutu
adlar alırlardı. Nisbelerinden Horasan, Bağdat
başına siyah sorguçlu yûsufî kavuk konulurdu.(…)
(Rusâfe Bağdat’ın bir mahallesi) ve Mâverâünne-
hir’de bulunan Şâş’ta kalensüve imalâtının yapıl- Mücevveze 30-35 cm. boyunda, mukavvadan, yu-
karıya doğru genişleyen yuvarlak (üstüvânî) şekil-
dığı ve buraların kendine has kavuk stilleri olduğu
de yapılır ve üzerine beyaz tülbent çekilirdi. Tepe
anlaşılmaktadır. Mes‘ûdî, Halife Mu‘tasım-Bil-
kısmında ceviz gibi kırmızı kumaştan bir ilâve
lâh’ın, ağabeyi Me’mûn gibi Acem meliklerinin
yapılırdı ki kavuğun adı da bundan gelmektedir.
giydiği şâşiyye kalensüve giydiğinden ve halkın da
ona uyduğundan söz eder (Mürûcü’ź-źeheb, IV, Yavuz Sultan Selim’e nisbetle selîmî denilen kavuk
228). Abbâsîler devrinde değişik sınıf ve rütbelere 65 cm. kadardı. Mücevvezeden daha uzun olan
göre farklı kavuklar giyilirdi. Meselâ kadılar tay- selîmînin yukarısı ağzından genişçe, tepesi yarık
lasanlı uzun kalensüve (tavîle) kullanırlardı. Küpe ve düzdü. Üzerine tülbent sarılırdı. Yeniçeri Oca-
benzeyen ve muhtemelen bu sebeple “deniyye” de ğı’nın ilgasına kadar padişahlar birtakım değişik-
denilen kavuk bir zirâ (yaklaşık 45 cm.) yüksekli- liklerle bu kavuğu giydiler.
ğinde olur, kadılara heybetli bir görünüm verirdi Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi’nde be-
(Mez, I, 316-317). lirtildiğine göre önceleri pâyeye mahsus ve pâye-

380
Vadi-i Hamuşan
si olmayanların perişânî giymeleri teamülken bu Padişahların kavuğu Topkapı Sarayı’nda Sarık
usul XVII. yüzyılın ortalarından itibaren terke- Odası veya Revan Odası denilen yerde sarılırdı.
dilmiş ve daha sonra vezirlerin selîmî veya kallâvî 1829’da çıkarılan elbise nizamnâmesiyle çok deği-
giydikleri yerlerde devlet erkanının selîmî giyme- şik kavukların yerine düzenin sağlanması için fes
sine izin verilmiştir. Vezirler padişahın huzuruna giyilmesi kararlaştırılmıştır.
çıktıklarında selîmî giyerlerdi. Mevlid alaylarında
(1) DİA; [KAVUK - Nebi Bozkurt] c. 25; s. 71-72
vezirler, nişancı, defterdarlar, yeniçeri ağası, mîr-i
âlem, rikâp ağaları, bölük ağaları, çavuşbaşı, reî-
sü’l-küttâb, cebecibaşı selîmî giyerlerdi. Kavuk Sözcüğü
Kanunnâmede sözü edilen kallâvî sadrazam ve Klasik Osmanlı Devrinde resmi görevlilerin giy-
vezirlerin giydiği, kesik kenarları yuvarlak piramit dikleri, birçok türleri bulunan, pamuktan ya-
şeklinde bir kavuktu. 40 cm. uzunluğundaki kavu- pılmış, üzerine sarık dolanan, gösterişli, büyük
ğun üzerine gayet ince Hint tülbendi sarıldıktan başlık, erkek başlığı, baş giyeceği. İkinci Mahmut
sonra sola doğru dört parmak genişliğinde sırma Batılaşma sürecinin bir aşaması olarak, fes icadıy-
bir şeritle süslenirdi. la yasaklamıştır.(1)(2)(3)(4)(5) Bu süreç Cumhuri-
Osmanlı ulemâsı daha çok örf giymiştir. Takke, yet’te devrim kanunları ile şapka ile fesin de ya-
fes ve emsali başlıkların üzerine sarılan sarığa örf saklandığı bir aşamaya gelmiştir.

K
tabir edilirdi. Bunlar önceleri gelişigüzel sarıldı- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ğı halde I. Ahmed devrinden itibaren usule tâbi (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
tutulmuştur. İlmiye sınıfının derecelerine göre (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
değişik kavuklar kullanılırdı. Hâcegân sınıfının (4) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
kavuklarına kafesli destar sarılırdı. (5) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., , s. 16
Muhtelif sınıflardaki memurların kendilerine has
kavukları vardı. Bunların bazıları paşâî, kâtibî gibi Kavuklu Mehmet Paşa Türbesi-Kosova
mesleğe nisbetle anılırdı. Topçu zâbitleri kalafat
giyerlerdi. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 500

Kavukta giyenin mesleğiyle ilgili işaretler buluna-


bilirdi. Serdengeçtiler kavuklarını tüylerle süsler- Kaya Anıt
lerdi. Doğancılar, şahinciler av veya doğan tüyle- Bazı tarihi araştırmalar Orta Anadolu’da Ayaş çev-
rinden tezyinat yaparlardı. Kavuk üzerine ulemâ resinde diktaş veya dikdönek taşlar denilen, çağla-
beyaz; tarikat mensupları beyaz, kırmızı, yeşil, rı şimdilik açıklanamayan ve mezar taşı olduğu dü-
siyah; halk ise ağbanî sarık sarardı. şünülen kaya anıtlarının varlığını göstermiştir.(1)
Sarık sarılış şekline göre dardağan, silme, burma (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 17
gibi adlar alırdı. Sarığın sarkık olarak bırakılan
ucuna taylasan denirdi. Tarikat ehlinin ve şey-
hinin giydiği kavukların dilimlerinin sayıları da Kaya Halil Türbesi-Karaman
farklı anlamlar taşırdı. Kişinin sahip olduğu mevkii (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54,
gösteren kavuğu mezar taşına da işlenirdi. (2) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 45
Osmanlılar’da II. Mahmud dönemine kadar ka-
vukçuluk meslekî bir sınıftı. Minyatürleri Nakkaş
Kaya mezarı
Osman tarafından çizilen 990 (1582) tarihli Surnâ-
me-i Hümâyun’da takyeciler, keçe külâh yapanlar, Cesedin toprağa değil de kayaların oyularak içine
sarıkçılar, arakçin dikicileri yani kavukçu ustaları konulmasıyla oluşan mezarlardır.(1)(2)(3)
gösterilmiştir. Minyatürdeki atölyedükkânda us- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
talardan birinin ateşi körükleme tasviri kavukların (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
sıcak kalıplandığına işaret etmektedir (vr. 216a). (3) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10

381
Vadi-i Hamuşan
Kaya mezarları rulmuş üç oyuğu olan kaya mezarının daha son-
Kayalara oyulmuş mezarlar olup, en çok Mısırlılar rada kullanıldığı ve tek bir gömü için kullanılma-
ve Hintlilerde görülür.(1) dığı düşünülmektedir. Ancak bölgedeki diğer tek
ve çok odalı kaya mezarlarda bu tür bir iz tespit
(1) Turani, Adnan. a.g.e.
edilememiştir. Bunun tahribat gibi nedenlerle
açıklanabilse de girişin sürekli kullanım için açı-
Kaya mezarlarının özellikleri lır-kapanır tarzda bir kapıya sahip olmadığını dü-
Çok odalı kaya mezarlarının özelliklerinden bir şünmekteyiz. Sadece Göktaş Kaya Mezarının giri-
kısmı şöyle sıralanabilir. şinde bir kapı yatağı için oluşturulmuş bir silme
olduğu düşünülmektedir.
- Kale içinde yer alma kriteri: Tespit ettiğimiz 8
kaya mezarından çok odalı Asma Kaya mezarı ve Bu anlamda kuzeydoğu Anadolu’daki mezarların
tek odalı Aliçeyrek Kaya Mezarı dışında tüm kaya giriş ünitelerinde tek veya çok odalı diye bir ayrı-
mezarları tek, çok odalı ayrımı yapılmaksızın bir mın olmadığını görülmektedir. Aşağı Aktaş örne-
merkezin yani kalenin parçası şeklinde ve kale surları ğinde açılır-kapanır bir kapı izi tespit edilmişse de
içinde kalmaktadır. Bu bakımdan çok odalı kaya sarp kaya mezarına ulaşan herhangi bir yol bulun-
mezarları gibi tek odalı kaya mezarlarının da en mamaktadır.
azından bir kısmının bir Demir Çağı merkezinin - Keramik buluntusu kriteri: Tek odalı kaya me-
içinde yani korunaklı bir alanda yapıldığı görül- zarlarının günümüze kadar ulaşan insitu duru-
mektedir. munda bir örneği olmadığı için hemen etrafında
- Önlerindeki platform ve ulaşım için patika tespit edilen keramikler önemli kabul edilmekte-
veya taş basamaklı yol kriteri: Yeni tespit edilen dir. Şimdiye kadar ki örnekleri dikkate alındığında
8 kaya mezarından 5’i (Aliçeyrek, Cengerli, Yolla- tek odalı kaya mezarları ile ilişkilendirilen merkez-
rüstü, Asma ve Kızılkule) kolay ulaşımlı hatta ze- lerin hiçbirinde bianili olarak tanımlanan parlak
min seviyesindedir. Diğer üç kaya mezarından Aşa- kırmızı astarlı keramiklerin tespit edilememiştir.
ğı Aktaş için herhangi bir ulaşım imkanı yokken, Ancak yeni tespit edilen kaya mezarlarında Demir
çok odalı olan Göktaş ve Taşbulak Kaya mezarının Çağı’na ve özellikle Urartu dönemine tarihlendiri-
günümüzde tahrip olsa da kaya basamaklı bir yol len bianili gibi keramikler tespit edilmiştir. Bianili
ile ulaşımının sağlandığı anlaşılmaktadır. Göktaş keramikler özellikle Göktaş, Aşağı Aktaş, Taşbu-
Kaya mezarının her geçen gün taş yapısı nedeniy- lak, Yollarüstü gibi örneklerde görülmektedir. Fa-
le biraz daha tahrip olması içine ulaşımı imkânsız kat buda merkezin Urartu veya Urartu dışında inşa
kılsa da yakın bir tarihe kadar köylülerin kaya ba- edildiğini gösteren bir ölçüt olarak kabul edilmesi-
samaklı bir yolla ulaştıkları öğrenilmiştir. Taşbu- nin sağlıklı olup olmadığı tartışılmalıdır. Zira kaya
lak kaya mezarında ise bu taş basamaklar yer yer mezarı hangi dönemde yapılırsa yapılsın etrafında
tespit edilebilmektedir. Bu anlamda çok odalı kaya Urartu döneminin yaşanması olası bir durum ola-
mezarlarına patika veya taş basamaklı bir yolla ula- rak kabul edilebilir. Bu nedenden dolayı her ne ka-
şılır kriteri bu yeni mezarlar içinde geçerli olsa da dar tek odalı kaya mezarları ile ilişkilendirilen yeni
hiçbirinin önünde platform bulunmamaktadır. merkezlerde şimdiye kadar bulunmayan bianili
- Kapı ve mil yatağı kriteri: Çok odalı kaya me- keramikler tespit edilmişse de bu buluntuların tek
zarlarının birden fazla gömü için uzun bir süre başına kaya mezarını tarihlendirmek için belirleyi-
kullanıldığından bir kapısının ve kapı içinde bir ci olduğunu düşünmemekteyiz.
mil yatağının olması yönündeki kriter, bölgede- -Oda sayısı kriterine bakıldığında ise kaya mezar-
ki yeni kaya mezarları için değerlendirildiğinde larının sadece tek bir dönem için inşa edilmediği
günümüze oldukça iyi durumda ulaşan tek odalı definlerin uzun bir süre devam ettiği ve ihtiyaçla-
Aşağı Aktaş kaya mezarının girişinde bir mil ya- ra yönelik yeni odalar eklendiği anlaşılmaktadır.
tağının olduğu görülmektedir. Tek sekisi (ölü Tek odalı kaya mezarlarının bir ana odası olma-
yatağı) ve zeminde muhtemel urneler için oluştu- dığı için törenler için ihtiyaç duyulan alanın kaya

382
Vadi-i Hamuşan
mezarı dışında yapıldığı görülmektedir. Bu kutsal zünün tefsirinde, “nekl” kelimesi “kayd”, yani bu-
alanın kaya mezarı ile birlikte düşünüldüğü ve kağıdır. Ateş ahalisi, cehennemden çıkarak gitme-
kaya mezarının bir parçası olarak inşa edildiği- lerine mani olmak için onunla bağlanıp üzerleri
nin en önemli örneği Kızılkule Kaya mezarında- kapatıldığından dolayı ona bu isim verilmiştir.(1)
ki planlama hatalı olarak değerlendirdiğimiz taş (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 267
kesme izleridir. Bu anlamda bu planlama hatası,
Kızılkule kaya mezarının yapıldıktan sonra kutsal
alan ihtiyacı doğduğunu ve hemen güneybatısında Kayıvermek
bu amaçla yaklaşık 26 m2.lik bir alan inşa edildiği Ölmek.(1)
anlaşılmaktadır. Belki de, Kızılkule örneği dikka- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
te alındığında tek odalı kaya mezarlarında kaya
basamaklı veya patika bir yolunun olmayışının
temel sebebi zeminde yapılan kutsal alanlardır. Kaygılı Türbe-Bursa
Bu kutsal alanlar kaya mezarına sürekli ulaşılması (1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
gerekliliğini ortadan kaldırmış olabilir. (1)
(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 146-147. Kaygusuz Abdal Türbesi-Ankara
(1). a.g.e.S. 69,

K
Kaya, Önder (2) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 256,
http://ekitap.eyup.bel.tr (3) Bozkurt, Tolga.. a.g.e. s. 143
Eyüp’ta Cellat Mezarlığı ve cellat Mezarlığının Celladı
Olmak, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla VIII. Eyüp Sultan
Sempozyumu (07-09 Mayıs 2004) S.329-333, Eyüp
Kaygusuz Baba Türbesi-Kırklareli
Belediyesi, 2004, İstanbul (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Kaygusuz, İsmail
Kaya, Önder Türkiye Diyanet Vakfı İ S A M Ktp./Tasnif No: 726.8/
Celladın Çeşmesi Kanlı; Mezar Taşı Kırık Olur, Hürriyet KAY.O
Gazetesi Tarih Eki S.20-22, 24 Mart 2006 Onar Dede Mezarlığı Ve Adı Bilinmeyen Bir Türk Ko-
lonizatörü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, S.40, 1983,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Kayadibi Dedesi Türbesi-Bursa
(1) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 131
Kayı Türbesi-Çankırı
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
Kayapınar, Ayhan
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 89272
Kayıtbay Türbesi-Sivas
Karakoyunlu-Akkoyunlu Mezar Taşları, Erciyes Ü.
Sosyal Bilimler Enst., Sanat Tarihi ABD, Y. Lisans tezi, (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54
S.195, 1999

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Kaynak, Sadettin Nüzhet


T.T.K. Ktp./Tasnif No: A/4925
Kayd İstanbul Meşahirine Ait Mezar Kitabeleri, Kurtuluş
Matbaası, S.24, 1932, İstanbul
Yüce Allah’ın “Muhakkak ki bizim yanımızda,
onları bağlayacak ağır bukağılar/nekl vardır” sö- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

383
Vadi-i Hamuşan
Kayserili Halil Paşa Türbesi-İstanbul ması yani o aileden bir kişinin daha ölmesinin
(1) DİA, Cilt. 15 s. 325
istenmeyişidir.(1)
(1) Arıtürk, Ahmet, a.g.e., s. 171;
Kayyum-i Zaman Muhammed Sbgatullah Hz. (2) Başçetinçelik, Ayşe4, a.g.e., s. 6
Türbesi-Hindistan
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 400 Kazasker Ak Mahmud Efendi Türbesi-
İstanbul
Kaza (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 14
a. Varlıkların üzerinde ezelden ebede kadar süre-
cek olan ilahi hükümlere kaza denir.(1) Kazasker Ak-Mahmud Efendi Türbesi-
b. Kaderin, Allah tarafından ezelde tayin ve tespit İstanbul
edilen biçimde ve zamanda gerçekleşmesi.(2)(3)
(6) İlahi takdirin zamanı gelince gerçekleştiril- (1) Adresler. a.g.e.

mesi anlamında bir terim.(5)


c. Kimsenin kastı olmadan ortaya çıkan zarar; mal Kazasker Hamidzade Abdullah Efendi
veya can kaybına sebep olabilen hadise.(2)(3)(4) Türbesi-İstanbul
d. Vakti içinde yerine getirilmeyen bir ibadetin, (1) Adresler. a.g.e.
daha sonra ifa edilmesi anlamında fıkıh terimi.
(2)(3)(4)(5)
Kazasker kassamları
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Ölenlerin mal varlıklarının tespiti ve varislere
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
paylaşım işini yapıp bunların harcını toplayan ka-
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
zaskerlik memurları.(1)
(5) DİA; (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(6) Akay, Hasan. a.g.e.

Kazer Baba Türbesi-Bulgaristan


Kazancı Baba Türbesi-Ankara
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 289
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 .
(2). a.g.e.S. 254,
(3) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 94, Kazgani Sa’di Efendi Türbesi-İstanbul
(4) Erdoğan, Abdülkerim.2. a.g.e. s. 248, (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 28
(5) Kalafat, Yaşar.1, a.g.e.

Kazıcı
Kazancı Dede Türbesi-Muğla
Kazan, mezar kazıcısı.(1)
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 297, 2003, s. 185
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Kazancıbaşı Sadeddin Efendi Türbesi-


İstanbul Kazım Efendi Türbesi-Elazığ
(1) Adresler. a.g.e. (1) Oymak, İskender1. a.g.e. s. 38

Kazanı ters çevirme Kazma kürek takırdısı


Ölü çıkan evde kazan ters çevrilir, üç gün bekle- Ölünün arkasından verilen yemek.(2) Cenaze
tilir.(2) Bunun sebebi bir daha kazanın kaynama- evinde ölü gömüldükten sonra bir yemek verilir.

384
Vadi-i Hamuşan
Buna kazma kürek takırtısı denir. Bu yemek toplu Keçinmek
şekilde ölünün ruhu için yenilmektedir.(1) Ölmek.(1)
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 14; (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Keçmek
Kazma kürek yemeği
Ölmek.(1)
Ölü evine komşular yemek getirir. Bu yemeğe kaz-
ma kürek yemeği denir.(1) (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

(1) Başçetinçelik, Ayşe3, a.g.e., s. 1


Kefaret
Kebair Yapılan bir hatayı, kusuru örtmek, kapatmak de-
mektir. Yapılan bir hatanın bağışlanması için tu-
Öldürme, zina gibi büyük günahlar.(1)(2)
tulan oruca kefaret orucu denilir. Hata ile adam
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. öldürmenin de kefaret orucu vardır.(1)(2)
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11. s. 337;
(2) Erginli, Zafer. a.g.e.
Kebermek

K
Son nefesini vermek, ölmek.(1)
Kefaret
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Fıkıhta kefâret, dinin belirli yasaklarını ihlâl
eden kimsenin hem ceza hem de Allah’tan mağ-
Kebesiz firet dilemek maksadıyla yükümlü tutulduğu köle
Ölü doğan çocuk.(1) âzat etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme
gibi malî veya bedenî nitelikli ibadetlerin genel
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
adıdır.
Kur’an’da kefâret kelimesi üç âyette dört defa
Kebire
geçmekte olup bunlardan kısastan söz eden âyet-
İslâm dininde adam öldürme, zina gibi haram te, yapılan bağışlamanın ya da malî fedakârlığın iş-
olduğuna dair hakkında açık hüküm bulunan, lenen günah için kefâret olacağı bildirilir (el-Mâi-
dünya ve âhiretteki cezası açıkça belirtilen büyük de 5/45). Diğer âyetlerde bilerek yapılan yeminin
günah.(1)(2)(3) (el-Mâide 5/89) ve ihramda iken avlanma yasağını
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. ihlâlin cezası açıklanır (el-Mâide 5/95). Ancak
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kur’an’da kefâret kavramına atıf bundan ibaret
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. olmayıp hacda tıraş olmak, hatâen adam öldürmek
ve zıhâr yemini gibi belirli kural ve hak ihlâlleri
halinde de kefâret kelimesi kullanılmaksızın bu
Keçeci Baba Türbesi-Tokat-Erbaa
mahiyette bazı yükümlülükler getirilir (el-Bakara
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 7 2/196; en-Nisâ 4/92; el-Mücâdile 58/2-4). Ayrıca
Kur’an’da genel bir anlatımla, işlenen günahla-
Keçeci Sinan Türbesi-Bosna Hersek rın ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk
eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 146
amelle bağışlanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve
müminlerin de böyle dua etmesi öğütlenir (Âl-i
Keçezizade Fuad Paşa Türbesi-İstanbul İmrân 3/193, 195; en-Nisâ 4/31; el-Mâide 5/12,
(1) DİA, Cilt. 13 s. 202-206, 65; el-A‘râf 7/153; el-Enfâl 8/29; Hûd 11/114;
(2) Envanter. a.g.e. No:35 et-Tegābün 64/9). Bu çeşit âyetlerde kullanılan

385
Vadi-i Hamuşan
“tekfîr” kalıbının dinî terminolojideki kefâret kav- şart koşulması kefâretle tövbe arasındaki yakın
ramıyla hem kök hem anlam birliği vardır. ilişkiye dikkat çekmekte ve kefâretleri âdeta fiilî
Değişik yönleriyle kefâret konusuna temas eden tövbe olarak tanıtmaktadır.(…)(1)
hadislerin sayısı hayli fazladır. Bu hadislerde (1) DİA; [KEFÂRET - H. Mehmet Katar] c. 25; s. 177-
Kur’an’da ana hatlarıyla açıklanan kefâretlerin 179; [KEFÂRET - Rahmi Yaran] c. 25; s. 179-182
ayrıntısı verildiği gibi ramazan orucunu mazeretsiz
bozma başta olmak üzere birtakım dinî yasak ih-
Kefâretin İfası
lâlleri için de ihlâlin ağırlığına göre kefâret olarak
Kefâretler genelde köle âzadı, oruç tutmak, fakiri
ibadet türünden bazı yükümlülükler getirilmiştir.
doyurmak veya giydirmek, fakire tasaddukta bulun-
Hadislerde kefâret kelimesinin işlenen günah ve mak şeklinde belli ibadetlerden oluşur ve bunların
kötülükleri örten, kişinin Allah katında affedilme- yerine getirilmesiyle ifa edilmiş olur.(…)
sine vesile olan her türlü olumlu davranışı kuşatan
Köle Azadı: Kur’an’da katil kefâretinde âzat edi-
geniş bir kapsamı da vardır ve bu bağlamda beş va-
lecek kölenin müslüman olması kaydı getirilirken
kit namazın, cuma namazının, orucun, umrenin,
zıhâr ve yemin kefâretinde sadece köle âzadından
hadlerin infazının, çekilen hastalığın ve başa gelen
bahsedilir. Hanefîler hariç fakihlerin çoğunluğu
musibete sabretmenin işlenen küçük günahlar için
son iki kefârette de âzat edilecek kölenin müslü-
kefâret olacağı beyan edilmiştir (Buhârî, “Śavm”,
man olması şartını aramış ve konu fıkıh usulünde
3; “Umre”, 1, “Mevâķīt”, 4, 6; Müslim, “Tahâret”,
naslardaki mutlak ifadenin mukayyede hamledi-
11, 14, 15, “Hac”, 437; “Birr”, 52; Ebû Dâvûd,
lerek onun da kayıtlı kılınıp kılınamayacağı tartış-
“Śalât”, 229; Tirmizî, “Hudûd”, 12).
masının örnek olayı şeklinde ele alınmıştır. Oruç
Bazı hadislerde, kusurlu davranışları telâfi edici kefâretinde de yine ilk sırayı köle âzadı alır. Çağı-
tedbirlerin veya unutulan namazın hatırlandığın- mızda köleliğin kalkmış olması sebebiyle kefâret-
da kılınmasının kefâret olarak adlandırılması da lere ikinci sıradaki ibadetin ifasıyla başlanır.
bunların yapılan hatayı örtücü olumlu bir dav-
Oruç: Zıhâr ve katil kefâreti olarak tutulacak oru-
ranış olduğuna işaret eder (Buhârî, “Śalât”, 37,
cun ara vermeden olması Kur’an’da açıkça beyan
“Mevâķīt”, 37; Müslim, “Mesâcid”, 55-56, 314).
edilir. Yemin kefâretinde böyle bir kayıt yer al-
Kefâret konusu, dinî bir kuralın çiğnenmesinin maz.(…) Mazeretsiz olarak oruca ara veren veya
toplum ve kul hakkına ilişkin sonuçlarını değil kefâret orucu dışında bir oruç tutmak suretiyle
Allah hakkına ilişkin uhrevî sonuçlarını telâfiye, kefâret orucunu kesintiye uğratan kişi kefâret
işlenen günahın Allah tarafından affedilmesini ta- orucuna yeniden başlar.(…) Oruç kefâretindeki iki
lebe yönelik bir imkân ve yükümlülük olduğundan ay orucun da peş peşe tutulması gerekir.(…) Kefâ-
mahiyeti itibariyle dinin ibadetler alanına giren ve ret orucunda oruca geceden niyetlenmek, ayrıca
taabbüdî nitelik taşıyan (dinin ancak naklî delille tutacağı orucun kefâret orucu olduğunu niyetinde
bilinebilen) hükümleri arasında yer alır.(…) belirlemek de şarttır.
Kefâret işlenen kusurlu davranış, hata ve günah Fakiri doyurma- giydirme ve tasadduk: Çoğu za-
dolayısıyla Allah’tan af ve mağfiret dileme mâ- man oruç yükümlülüğünün alternatifi olarak gün-
nasına geldiğinden geniş anlamıyla tövbenin bir deme gelir. İlgili âyetlerin lafzını esas alan fakihle-
türüdür. Kişiyi gönüllü olarak şahsen olgunlaş- rin çoğunluğuna göre belli sayıdaki -meselâ zıhâr
tırmayı ve eğitmeyi, bu vesileyle ayrıca sosyal ve oruç kefâretinde altmış, yeminde on- fakiri
yapının da güçlendirilmesini hedef alır. Nitekim ayrı ayrı sabahlı akşamlı doyurmak, (…) veya fa-
hatâen katlin kefâretinden söz eden âyette ifanın kire yemeğin bedelini vermek de câiz olur. Bunun
tövbe yerine geçtiğine işaret edilmesi (en-Nisâ ölçüsü fıtır sadakası miktarıdır.(…) Doyurmada
4/92), hadislerde günahın kefâretinin tövbe oldu- veya yerine para ödemede ölçü, yemin kefâretiyle
ğunun belirtilmesi (Müsned, I, 289), kefâretlerin ilgili âyetin (el-Mâide 5/89) ifadesinden de hare-
ibadet türünden belirlenmesi ve kefâret yüküm- ketle kefâret verecek şahsın ve ailesinin günlük gıda
lüsünün affedilmeyi talep niyetinin bulunmasının tüketim ortalaması olmalıdır. Yemin kefâretinde

386
Vadi-i Hamuşan
on fakirin giydirilmesinde prensip olarak örf esas davranış haline getirilmiştir. Ancak burada kefâ-
alınsa da fakihler elbise ile namaz kılınabilme- ret sebebi bir kısım fakihe göre sadece bu yemi-
si, vücudu tamamen örtmesi veya değerinin fıtır nin yapılmış olması, çoğunluğa göre ise yeminden
sadakası miktarına ulaşması gibi ölçülerden söz sonra kocanın evliliğe devam kararı vermesidir.
ederek asgarî bir sınır belirlemeye çalışmışlardır. Buna göre zıhâr yemininde bulunan kocanın ka-
(…)(1) rısı ile ilişkide bulunmadan önce bir köle âzat et-
(1) DİA; [KEFÂRET - H. Mehmet Katar] c. 25; s. 177-
mesi, buna gücü yetmezse veya âzat edecek köle
179; [KEFÂRET - Rahmi Yaran] c. 25; s. 179-182 bulamazsa yine ilişkide bulunmadan önce iki ay
ara vermeden oruç tutması, buna da gücü yok-
sa altmış fakiri doyurması gerekir (el-Mücâdile
Kefâret Sebepleri 58/2-4).
Kur’an’da bilerek yapılan yeminin bozulması, zıhâr Katil Kefâreti. Kur’an’da, yanlışlıkla bir müminin
yemini, hatâen adam öldürme, ihramlının avlanma- öldürülmesi halinde maktulün yakınlarına ödene-
sı veya tıraş olması şeklindeki beş ihlâl için kefâret cek diyetin yanında kātilin ayrıca kefâret olarak
öngörülürken sünnette ayrıca ramazan orucunun bir mümin köleyi âzat etmesi, bu mümkün olma-
bilerek ve mazeretsiz bozulması da kefâret sebebi dığı takdirde tövbesinin kabulü için ara vermeden
olarak belirlenmiştir. Hayızlı kadınla cinsî müna- iki ay oruç tutması istenir (en-Nisâ 4/92). Oruç
sebetin kefâreti mucip olduğuna dair sıhhati tar- tutmaya gücü yetmeyenin bunun yerine altmış

K
tışmalı bazı hadisler de mevcuttur. Bunlardan ayrı fakiri doyurması seçeneği âyette zikredilmemiş
olarak literatürde, bir kısım hac menâsikinin terki olduğundan Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’den birer
veya ihram yasaklarının ihlâli durumunda öngö- rivayet hariç fakihlerin çoğunluğunca câiz görül-
rülen bedenî ve malî yükümlüklerin bazan fidye, mez. Ayrıca âyet sadece hatâen katilde kefâretten
bedene, dem, tasadduk gibi adlarla bazan da yapılış söz ettiğinden kasten veya tesebbüben adam öl-
amacı gözetilerek kefâret adıyla anıldığı olur. An- dürenlere kefâret gerekip gerekmediği konusu da
cak kefâreti gerektiren söz ve davranışları yemin fakihler arasında tartışmalıdır.(…)
ve dinen kusurlu davranış şeklinde iki ana sebebe
Hac ve Umrede Kefâretler. Hac veya umre için
irca etmek mümkündür.
ihrama girenlere bazı özel yasaklar getirilmiştir.
Yemin Kefâreti. Esasen yemin etmenin bizâtihî Kur’an’da bunlardan ihramlı iken tıraş olan ve
kendisi dinen tasvip edilmemekle birlikte bilerek avlanan kimsenin kefâret yükümlülüklerinden
yapılan yeminin bozulması bir bakıma Allah şahit söz edilir. Âyette ihramlı iken vaktinden önce
tutularak verilen sözde durulmaması anlamını hastalık grubundaki bir mazeret sebebiyle tıraş
taşıdığından daha kusurlu ve günah bir davranış olmak zorunda kalan kimsenin oruç, sadaka veya
sayılmış, bunun için de bilerek yaptığı yeminini kurban şeklinde bir fidye vermesi istenmiş (el-Ba-
bozan kimse kefâretle yükümlü tutulmuştur. Bazı kara 2/196), Hz. Peygamber de bu kefâretin üç
hadislerde de kişinin yeminini bozması daha ha- gün oruç, altı fakiri doyurma veya bir koyun kur-
yırlı olduğunda kefâret vererek yeminini bozması ban edilmesi suretiyle ödeneceğini açıklamıştır
istenmiştir (İbn Mâce, “Keffârât”, 7-8). Kur’an’da (Buhârî, “Muhśar”, 5-8). İhramda iken avlanma
yemin kefâreti iki kademeli olarak açıklanmıştır yasağının ihlâli durumunda Kur’an’da öngörülen
(el-Mâide 5/89). Buna göre kefâret borçlusu, aile kefâret (el-Mâide 5/95) hadislerde ve fıkıhta daha
fertlerinin ortalama harcamalarını ölçü alarak on açılarak avlanılan hayvanın denginin kurban edil-
fakiri doyurmak veya giydirmek yahut da bir köle mesi, bedelinin tasadduk edilmesi veya bedeliyle
âzat etmek konusunda muhayyerdir.(…) Eğer bun- kurban kesilmesi ya da bedelin her fıtır sadakası
lardan hiçbirini yapamıyorsa üç gün oruç tutar.(…) miktarı için bir gün oruç tutulması şeklinde seçe-
Zıhâr Kefâreti. Kökü İslâm öncesi Hicaz-Arap nekler ortaya çıkmıştır. Hac ve umre kurallarının
toplumuna kadar uzanan bir geleneği simgeleyen diğer ihlâlleri de ihlâlin derecesine göre belirli
zıhâr yemini, Kur’an’da boşama olmaktan çıkarı- bedenî ve malî yükümlülükler gerektirir ve çoğu
lıp üç aşamalı kefâretle telâfi edilebilir hatalı bir hadislerle sabit bu yükümlülükler de yapılan ha-

387
Vadi-i Hamuşan
tayı affettirmeye yönelik olduğu için kefâret nite- veya yarım dirhem, bir veya yarım sa‘ buğday ol-
liğindedir. duğuna, kölesini tokatlamanın veya dövmenin
Oruç Kefâreti. Kur’an’da yer almayıp Hz. Pey- kefâretinin onu âzat etmek olduğuna dair rivayet-
gamber tarafından vazedilen oruç bozma kefâreti, ler de yer almaktadır (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 205).(1)
herhangi bir mazereti bulunmaksızın ramazan (1) DİA; [KEFÂRET - H. Mehmet Katar] c. 25; s. 177-
orucunu kasten bozan kimseye gereken kefâreti 179; [KEFÂRET - Rahmi Yaran] c. 25; s. 179-182
ifade eder. İslâm’ın beş temel şartından biri olan
oruç ibadetini yerine getirmekte zorlanan kimse-
Kefaret Tarihi
lere bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiş, ayrıca
kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu meş- Dinin belirli yasaklarının ihlâli durumunda yapıl-
rû bir mazerete binaen bozan kimseye de tutul- ması istenen malî veya bedenî ibadet.
mayan orucu kazâ etmesi imkânı tanınmıştır. Bu Sözlükte “örtmek, gizlemek, inkâr etmek” mâna-
ruhsat ve imkânlardan sonra başladığı ramazan sındaki küfr kökünden gelen kefâret (keffâret)
orucunu hiçbir mâkul ve haklı görülebilir sebep günah ve hataları örtücü, telâfi edici kurban,
yokken bilerek ve isteyerek bozan kimsenin du- sadaka, oruç gibi davranışları ifade etmektedir.
rumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş, böyle Kefâret kelimesinin Arapça’ya “günahları telâfi
kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Al- etme, ortadan kaldırma” anlamına gelen İbrânîce
lah’tan af dileyebilmeleri için biri yine oruç cin- kappârâ ve onun kökü olan kipperden geçtiği ileri
sinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefâret sürülmektedir. Süryânîce (kefar) ve Asurca (kapâ-
olarak öngörülmüştür. Orucu kasten bozan kim- ru) gibi dillerde de ses ve mâna benzerliğiyle aynı
se için öngörülen kefâretin ceza yönü ağır basar. kelimenin varlığı bunun menşeinin tesbitini zor-
Bu kefâreti gerektiren sebep ise ramazan orucu- laştırmakta (EI² [İng.], IV, 406; ERE, V, 654), an-
nu eda eden kimsenin orucu kasten ve isteyerek cak İbrânîce kipper ile Akkadca kuppuru arasında
bozmasıdır.(…) Klasik fıkıh doktrinine göre oruç ilgi kurulmaktadır (DBS, III, 50).(…)
bozmanın kefâreti eğer imkânı varsa bir köle âzat Sanskrit dilinde kefâret karşılığında kullanılan
etmek, buna gücü yetmiyorsa ara vermeksizin iki ve günahların çeşitli yollarla telâfi edilmesini ima
ay süreyle oruç tutmak, eğer buna da gücü yetmi- eden prayaschitta terimine bu anlamıyla ilk defa
yorsa altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır.
Sama Veda’nın tefsiri olan Samavidhana Brahma-
Üçünü de yapmaktan âciz olan kimseden kefâre-
na’da rastlanır. Milâttan önce II. yüzyıl ile milât-
tin sâkıt mı olacağı yoksa zimmetinde devam mı
tan sonra I. yüzyıl arasında kayda geçirilen Manu
edeceği fakihler arasında tartışmalıdır.(…)
kanunları da kefâret ve tövbe konusuna temas
Diğer Kefâretler. Bütün fakihler ilgili âyete da- etmektedir.
yanarak (el-Bakara 2/222) hayızlı kadınla cinsî
Kefâret kavramı Hinduizm’deki kutsal kanunun
münasebette bulunmanın haram ve günah oldu-
(dharma) üç temel unsurundan biridir. Hindu-
ğunda, böyle bir fiili işleyenin tövbe etmesi gerek-
izm, günahı dünyanın nizamına karşı işlenmiş bir
tiğinde görüş birliği içindedir. Ancak bazı tâbiîn
suç diye gördüğü ve onu hastalık gibi sirayet edici
âlimleriyle Hanbelîler’in çoğunluğu bir kısım ha-
maddî bir şey olarak algıladığı için kefârete olduk-
dis kaynaklarında yer alan rivayetleri (İbn Mâce,
ça önem vermiştir.(…)
“Tahâret”, 123; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 46; Tirmizî,
“Tahâret”, 102) dikkate alarak bu durumda kefâ- Jainizm, ateist yapısından ötürü günah kavramın-
ret olarak 1 dinar (4,25 gr. altın), yahut ay halinin dan ziyade ahlâkî hataya düşmemeye önem ver-
başında veya ortasında ise 1, sonlarında ise yarım diği için kefâret kavramı üzerinde fazla durmaz.
dinar sadaka vermeyi gerekli görür. Hanefî ve Şâ- Rasyonalist tutumundan dolayı Sihizm’de de
fiîler’e göre bu müstehap, Mâlikîler’e göre gerek- kefârete önem verilmemiştir.
sizdir. Loğusalık hali de aynı hükme tâbidir. Hadis Budizm’de “karma”dan kurtuluşun mümkün ol-
kitaplarında ayrıca cuma namazını mazeretsiz madığına inanılır. Buna göre işlenen her günahın
terketmenin kefâretinin 1 veya yarım dinar, 1 karması yani karşılığı mutlaka görülecektir. Bu

388
Vadi-i Hamuşan
inanç kefâreti önemsiz kılmakla birlikte işlenen Japon halk dini Şintoizm’de kötülük kirlilik olarak
hataların kısmen de olsa telâfi edilmesi için cema- algılandığı için kötülüğün çaresinin de tövbede
atin affını kazanmak ve hayır yapmak gibi kefâ- değil arınma ve temizlenme ritüellerinde oldu-
ret mahiyetinde davranışlar söz konusudur.(…) ğuna inanılmaktadır (Brown, s. 57). Şintoizm’de
Sıradan vatandaşlar ise işledikleri günahı rahibe kefâret maksadıyla yapılan âyinlerden biri de
bildirerek onun verdiği cezayı çekmek suretiyle mâbeddeki sunağa tanrılar için takdimeler bırak-
kefâretlerini ödemektedir. maktır (Moore, I, 103-107).
Zerdüştîlik’te kefâret için kullanılan kelimeler pa- Konfüçyüsçülük öğretisinde ise her günahın mut-
itita ve aperatidir. Bu dinde kefâret ritüelleri ve laka karşılığının görüleceği belirtilmektedir. Bu
formülasyonlarıyla ilgili bilgiler geç dönemlerdeki sebeple günah işleyen kişi günahının karşılığını
Pazand metinlerinde ortaya çıkar (m.s. IV. yüzyıl). ödeyerek telâfide bulunmalıdır (Budda, s. 372).
Zerdüştîliğe göre günah işlememek günahın kefâ-
Yahudilik’te günah her türlü dünyevî felâket ve sı-
retini ödemekten daha iyidir. Fakat kişi bir defa
kıntının kaynağı olarak görülmekte, ayrıca onun
günah işlediyse yapacağı en iyi şey vakit geçirme-
uhrevî bir cezasının da bulunduğuna inanılmak-
den kefâretini ödemektir. Samimi bir duyguyla
tadır (Sayılar, 21/4-9; Vaiz, 3/17). Bundan dolayı
yerine getirilen kefâret Ahura Mazda ile insan
günahtan arınma meselesi bu dinde önemli bir
arasındaki ilişkiyi yeniden düzeltir.(…) Zerdüştî-
yer tutmakta ve bu maksatla çeşitli kefâret uy-
lik’te ceset yakmak veya gömmek, ölü eti yemek,

K
gulamaları yapılmaktadır. Ancak bu uygulamalar,
livatacılık gibi günahların kefâreti yoktur. Günü-
Yahudiliğin başlangıcından günümüze kadar olan
müz Zerdüştîliğinde, evde kaldığı müddetçe ölen
süreçte bazı değişikliklere uğramıştır.(…) Tapına-
kişinin başında ölen adına kefârette bulunacak bir
ğın yıkılışından sonra pek çok Yahudilik kurumu
din adamı görevlendirme geleneği vardır. Uzun
gibi kefâret de şekil değiştirdi. Daha önce bütün
dualardan oluşan bu kefârete ölenin yakınları da
ritüeller tapınakla ilişkili olarak yapılırken tapı-
katılır. Bu dua okumaları genellikle ölümden son-
nağın yıkılışı üzerine yahudi düşüncesi ıstırap
raki bir ay boyunca sürer. Okunan duaların Çinvat
kavramı etrafında şekillendi. Bu genel anlayışın
(Chinvat) Köprüsü’nden geçerken ölüye yardımcı
sonunda yahudilerin çektiği ıstırap bizzat kefâretin
olacağı düşünülür.
kendisi oldu hatta ölüm günahların nihaî kefâreti
Parsîlik, günahı itiraf etmeye ve gerekli kefâretleri olarak algılandı.
gerçekleştirmeye büyük önem vermiştir. Kefâreti
Hıristiyanlık, kefâreti, sadece fert veya toplumun
yerine getirilmeyen günahlar her yıl biraz daha
işlediği günahları affettirmeye yönelik bir davra-
büyüyerek kişiyi Ahura Mazda’nın karşısında zor
nış olarak değil aynı zamanda Hz. Âdem’den gelen
duruma düşürürken kefâret bir anda bütün gü-
“aslî günah”ın Hz. Îsâ tarafından ortadan kaldı-
nahları yok etmektedir.(…) Bu kefâretler bedenî
bazı meşakkatler yanında çoğunlukla ibadet veya rılması olarak görmektedir (Matta, XXVI/26-28;
topluma hizmet türünden uygulamaları ihtiva Markos, VIII/31; X/33-34, 45).(…) Vaftizle kişi,
etmektedir. Kefâretlerden bazıları kutsal ateşe Îsâ’nın kefâretiyle oluşan inâyete iştirak ederek
güzel kokulu ağaçlar taşımak, fakir müminleri bundan pay almakta, böylece aslî suçtan ve diğer
evlendirmek, köprü, yol ve sulama kanalları gibi günahlarından arınmaktadır (Telfer, s. 18). Buna
hizmetleri yapmak ya da zararlı hayvanları öldür- rağmen günah duygusu yok olmamakta ve orta-
mektir. İnsanlara zarar vermek veya kutsal bilinen ya çıkmak için fırsat kollamaktadır. Bu sebeple
hayvanları öldürmek gibi suçların kefâretinde ise günah duygusuyla devamlı mücadele etmek ge-
suçun türüne göre belirlenen kırbaç yahut bunun rekmektedir. Hıristiyanlığın tövbe anlayışındaki
para cezasına çevrilen şekli tatbik edilir (Moore, kademeli değişime paralel olarak tövbe amacıyla
I, 397; ERE, V, 665). Parsîlik’te bir cesedi yakmak yapılan kefâretlerin şekli ve süresinde de bir deği-
veya gömmek, insan yahut köpek eti yemek gibi şim görülmektedir.(…)(1)
fiiller kefâreti kesinlikle mümkün olmayan gü- (1) DİA; [KEFÂRET - H. Mehmet Katar] c. 25; s. 177-
nahlar olarak görülmektedir. 179; [KEFÂRET - Rahmi Yaran] c. 25; s. 179-182

389
Vadi-i Hamuşan
Kefçe Dede Türbesi-İstanbul Kadının kefeni, bu üç parçaya ilâve olarak yüzü
de kapatacak bir başörtüsü ile göbekle göğüs ara-
(1) DİA, Cilt. 42, s. 370,
(2) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 583
sını kapatacak genişlikte bir göğüs örtüsünden iba-
ret beş parça bezden meydana gelir.
Bu, sünnete uygun kefenleme (kefen-i sünnet)
Kefen
için gereken parça sayısı olup buna imkân bulu-
Cenazenin yıkanıp kurulandıktan sonra gömül- namadığında erkek için izâr ve lifâfe, kadın için
mek üzere sarıldığı bez. bu ikisine ilâveten baş örtüsü yeterli olur (kefen-i
Sözlükte “örtmek” anlamına gelen kefn masdarın- kifâyet). Bu da mümkün olmadığı takdirde cena-
dan gelmektedir. Cenazenin kefenlenmesi işlemi- zenin bedenini kaplayan tek parça bezle yetinilir
ne de tekfîn denilir. (kefen-i zarûret).
Ölen kimsenin yıkanıp genelde beyaz olan temiz Bulûğ çağına yaklaşmış çocuklar büyükler hük-
bir beze sarılarak gömülmesi çevre temizliği, sağ- mündedir. Bu çağa gelmemiş çocukların kefenleri
lık, insan saygınlığının korunması, ölünün yakın- sadece izâr ve lifâfeden ibaret olur.
larının hâtıralarına saygı, ölümün hatırlanması Savaşta şehid düşen kimse, üzerindeki silâh vb.
gibi hikmetler taşıdığından hemen bütün din ve malzeme çıkarılarak elbisesiyle gömülür. Şehidin,
medeniyetlerde cenaze kültünün önemli bir öğe- bedeninin sünnete uygun kefenlemeye göre açık
sini teşkil eder. kalan yerlerinin kefenlenerek örtüleceği ve öyle
Grek-Roma dünyasında, erken dönem Hinduizm’- defnedileceği görüşü de vardır.
inde, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta cenazenin yı- Kefenin elbise dikimine yarayan herhangi bir bez
kandıktan sonra kefenlenip gömüldüğü, kefen ola- veya kumaştan olması câizse de beyaz pamuklu
rak genelde beyaz keten bezin kullanıldığı, bazan bezden yapılması menduptur. Hadiste de kefenin
da ölünün elbisesiyle defnedildiği bilinmektedir. temiz ve güzel olması, kefenlemeye özen gösteril-
İslâm öncesi Arap toplumunda Sâmî geleneğin de- mesi, fakat aşırılığa gidilmemesi istenmiştir (Müs-
vamı olarak ölünün kefenlenip gömülmesi âdeti lim, “Cenâiz”, 49; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 34-35). Bu
yanında elbisesiyle gömülmesi âdeti de vardı. Ke- sebeple kefen olarak çok âdi ve basit bezin veya çok
fen için genelde Yemen mâmulü pamuklu beyaz pahalı kumaşın kullanılması uygun görülmez.(…)
bez kullanılır, elbise ile defnedildiğinde ise ölenin Cenazenin yıkanıp kurulanmasının ardından ke-
konumunu ve ona saygıyı temsilen elbisenin yeni fenlemeye geçilir. Sünnete uygun kefenleme usu-
ve pahalı kumaştan olması tercih edilirdi (Cevâd lünde (Buhârî, “Cenâiz”, 12-20; Müslim, “Cenâiz”,
Ali, V, 160-161). İslâm döneminde cenazenin elbi- 44-49; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 34-37), kefen ve ce-
seyle gömülmesi âdeti kaldırılarak hem ölüye say- nazeye güzel kokular sürüldükten sonra lifâfe ta-
gıyı içeren hem de israf ve gösterişi önleyen sade but içine veya düz bir yere, onun üzerine de izâr
bir kefenleme usulü getirilmiştir. serilir. Ardından cenaze kefen gömleği giydirilerek
Cenazenin kefenlenmesi işi geride kalanlar üzeri- ve elleri iki yana bırakılarak izârın üstüne konur.
ne farz-ı kifâyedir. Ölenin aksi yönde bir vasiyeti- Erkek ölüde izâr önce soluna, sonra sağına getiri-
nin bulunması bu yükümlülüğü kaldırmaz. lerek sarılır, peşinden lifâfe de aynı şekilde sarılır.
Erkeğin kefeni kamîs, izâr ve lifâfe adı verilen Açılmasından korkulursa kefen bir kuşakla da
üç parça bezden oluşur. Kamîs boyun kısmından bağlanabilir. Kadın ölüde ise saçları ikiye ayrılarak
ayaklara kadar uzanan ve gömlek yerine geçen, kefen gömleği üzerinden göğsü üstüne konulur ve
izâr da don veya eteklik yerini tutan ve baştan üzerine yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü yer-
ayağa kadar uzanan bir bezdir. Lifâfe ise sargı leştirilir. Ardından üstüne izâr sarılır ve izârın üze-
yerinde olup baştan ayağa kadar uzanarak baş rinden göğüs örtüsü bağlanır, daha sonra lifâfe sa-
ve ayak taraflarından düğümlenir. Bu bakımdan rılır. Göğüs örtüsü lifâfeden sonra da bağlanabilir.
izârdan biraz daha uzundur. Her üçü de yensiz ve Kefen kural olarak ölen kişinin malından karşı-
yakasız, etrafları dikişsiz olur. lanır. Kefen harcamaları ölenin borcundan, va-

390
Vadi-i Hamuşan
siyetinden ve vârislerin haklarından önce gelir. Kefen-i kifâyet
Ölünün tekfin masraflarını vârislerinden biri Kefen-i sünnet, sünnete uygun kefenleme için ge-
karşılamışsa bu masrafları ölünün terekesinden reken parça sayısına imkân bulunamadığında er-
alabilir. Geriye mal bırakmamış kimselerin kefen kek için izâr ve lifâfe, kadın için bu ikisine ilâveten
masrafı hayatta iken nafakasını vermekle yüküm- baş örtüsü yeterli olur.(1)
lü bulunduğu kimselere aittir. Böyle bir kimsesi (1) DİA; [KEFEN - Mehmet Keskin] c. 25; s. 184-185
yoksa duruma göre devlet bütçesinden veya böl-
genin müslüman halkı tarafından karşılanır.(…)
Kefen-i sünnet
Yensiz ve yakasız, dikişsiz ve oyasız sade birkaç
Erkeğin kefeni kamîs, izâr ve lifâfe adı verilen
parça bezden ibaret olan kefen, bir yönüyle ölü-
üç parça bezden oluşur. Kamîs boyun kısmından
nün bedenini örtme görevini yerini getirdiği gibi
ayaklara kadar uzanan ve gömlek yerine geçen,
bir yönüyle de insanın bu dünyadan bir şey götü-
izâr da don veya eteklik yerini tutan ve baştan
remeyeceğini, doğduğu gibi çıplak gideceğini ve
ayağa kadar uzanan bir bezdir. Lifâfe ise sargı
dünyanın fâniliğini temsil eder. Temiz bir bezden
yerinde olup baştan ayağa kadar uzanarak baş
olması, güzel kokular sürülmesi ve kefenlemenin
ve ayak taraflarından düğümlenir. Bu bakımdan
özenle yapılması ise insan saygınlığının ve geride
izârdan biraz daha uzundur. Her üçü de yensiz ve
kalanlara hürmetin bir gereğidir.(1)
yakasız, etrafları dikişsiz olur.

K
(1) DİA; [KEFEN - Mehmet Keskin] c. 25; s. 184-185 Kadının kefeni, bu üç parçaya ilâve olarak yüzü
de kapatacak bir başörtüsü ile göbekle göğüs ara-
Kefen bezi sını kapatacak genişlikte bir göğüs örtüsünden iba-
ret beş parça bezden meydana gelir.(1)
Gömülmek için hazırlanan bir Müslüman ölüsü-
nün kabre konmak üzere yıkandıktan sonra sarıl- (1) DİA; [KEFEN - Mehmet Keskin] c. 25; s. 184-185
dığı bez.(1),
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kefen-i zarûret
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kefen-i kifâyet için gerekli parçaları tedarik müm-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. kün olmadığı takdirde cenazenin bedenini kapla-
(4) DİA; yan tek parça bezle yetinilir.(1)
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) DİA; [KEFEN - Mehmet Keskin] c. 25; s. 184-185
(6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Kefeni özlemek
Beş arşın bez istemek, kefeni özlemek, ölüme da-
Kefen dikmek vet çıkarmaktır.(1)
Kefen bıçakla kesilir ve elle dikilir. Dikilirken ipin (1) Kalafat, Yaşar.5 a.g.e. s. 11
başına ve sonuna düğüm atılmaz. Düğüm atıldığı
takdirde öteki dünyada görüşülemeyeceğine ina- Kefenleme
nılır.(1)
Ölüyü kefene sarmak, tekfin etmek.(1)(2)(3)
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 14
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kefen Pûş (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kefene sarılmış, kefenle örtülmüş, kefenlenmiş.
(1)(2) Kegûr
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Mezar.(1)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 11

391
Vadi-i Hamuşan
Kehf Sûresi geçici olan dünya hayatının ebedî âhiret hayatını
Kur’ân-ı Kerîm’in on sekizinci sûresi.(…) kazanmanın bir vasıtası olarak değerlendirilmesi
gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Sûrenin muhtevasını yedi bölüm halinde ele al-
mak mümkündür. Dördüncü bölümde (âyet 50-59), Allah’ın melek-
lere Âdem’e secde etmeleri yönündeki buyruğuna
İlk bölümde (âyet 1-8) insanlara doğruyu anlatıp
İblîs’in uymadığı bildirildikten sonra peygamber
iman eden ve sâlih amel işleyenlere ilâhî rahmeti,
göndermek, kitap indirmek gibi ilâhî nimetlere
inanmayanlara da içine düşecekleri azabı bildir-
atıf yapılarak kulların bu nimetlere şükürle karşı-
mek üzere Kur’an’ı gönderen Allah’ın hamdedil-
lık vermeleri istendiği ifade edilmektedir.
meye lâyık olduğu belirtildikten sonra O’na çocuk
edinme isnadında bulunanların sözlerinin büyük Sûrenin beşinci bölümünde (âyet 60-82), Mûsâ
bir yalan olduğu ifade edilmektedir. Bu âyetler, ile kendisine rahmet ve hikmet verilmiş olan bir
melekleri Allah’ın kızları sayan putperest Arap- kişinin kıssası anlatılmaktadır. Hz. Mûsâ, mü-
lar’ın bâtıl inançlarını reddetmektedir. Ardından fessirlerin Hızır olduğunu söyledikleri bu kişinin
gelen âyetlerde insanların Kur’an’a inanmamala- ilminden faydalanmak için yapacağı yolculukta
rı sebebiyle üzüntü duyan Hz. Peygamber teselli ona arkadaş olmayı teklif etmiş, o da sabırsızlık
edilmekte, ayrıca yeryüzünün insanların sınan- gösterip yaptıklarının sebebini sormaması şartıy-
masına uygun bir ortam olması için süslenip çeki- la bunu kabul edeceğini belirtmiş, Mûsâ’nın buna
ci hale getirildiği bildirilmektedir. rızâ göstermesiyle yolculukları başlamıştır. Arka-
İkinci bölümde (âyet 9-26), geçmiş dönemlerde daşı önce bindikleri gemiyi delmiş, arkasından bir
putperest bir kavim içinde Allah’ın varlığına ve çocuğu öldürmüş, daha sonra da uğradıkları ka-
birliğine inanan, bu inançlarını açıkça dile getirip sabanın halkı kendilerini misafir etmediği halde
putperestliğe karşı çıkan ve öldürülmekten yahut orada yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltmiştir.
inançlarını değiştirmeye zorlanacaklarından kor- Her defasında sözünde durmayıp bu yaptıklarının
kup bir mağaraya sığınan birkaç gençle ilgili As- sebebini soran Mûsâ’ya arkadaşı artık beraberlik-
hâb-ı Kehf kıssası yer almaktadır. lerinin sona erdiğini söylemiş, ilk bakışta yanlış
gibi görünen davranışlarının gerçek sebeplerini
Sûrenin üçüncü bölümünde (âyet 27-49) dünya ve
anlatmıştır. Bu âyetlerde olayların gözlemlenen-
âhiret hayatı karşılaştırılıp insanlara öğüt verilmek-
lerin dışında başka sebepleri, anlamları ve amaç-
tedir. Gerçek sığınağın Allah olduğunu, O’nun
larının bulunabileceğine işaret edilmektedir. Ta-
rızâsını isteyerek sabredip dua etmek gerektiğini,
savvuf ehli, 65. âyette geçen bir deyimi kullanarak
böyle yapanların cennette mükâfatlarını alacakla-
ledün ilmi dedikleri bâtınî bilgi türü ve alanının
rını belirten âyetler içinde bunları pekiştirmek
geçerliliği konusunda buradaki âyetleri delil gös-
üzere iki örnek verilmektedir. Bunların ilkinde,
terirler (meselâ bk. İbnü’l-Arabî, I, 138; IV, 261-
kendisine diğer nimetler yanında iki güzel bahçe de
verilen gururlu ve bencil bir kişiyle gerçek bir mü- 262; XIII, 59).
min arasında geçen bir diyalog ve âhiret sorumlu- Altıncı bölüm (âyet 83-101) Zülkarneyn kıssasıy-
luğuna inanmadığı belirtilen bencil kişinin âkıbeti la ilgilidir. Âyetlerde kendisine iktidar ve ihtiyaç
anlatılmaktadır. Tefsirlerde (meselâ bk. Şevkânî, duyduğu her şey için vasıta verildiği bildirilen Zül-
III, 285) bunların gerçek kişiler olup olmadığı karneyn’in önce batıya, sonra doğuya gidip karşı-
tartışılmıştır. Bazı rivayetlerde sözü edilenlerin laştığı toplulukları uyardığı, ardından iki dağ ara-
Mahzûm kabilesinden iki kardeş veya İsrâiloğul- sına ulaştığında Ye’cûc ve Me’cûc’ün kendilerine
ları’na mensup iki kişi olduğu ileri sürülmüşse zulmettiğini söyleyen bir kavimle karşılaşıp onlar
de burada önemli olan âyetlerin verdiği mesaj- için saldırılara karşı korunmalarını sağlayacak bir
dır. İkinci örnekte, dünya hayatı gökten indirilen set yaptığı bildirilmektedir. Ayrıca kıyametin kop-
yağmura benzetilip bu sayede bitkilerin geliştiği, masına ve sûrun üfürülmesine, Ye’cûc ve Me’cûc
ancak arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp ha- gibi saldırgan toplulukların kıyamette azapla yüz
line dönüştüğü ifade edilerek bütün nimetleriyle yüze geleceğine temas edilmektedir.

392
Vadi-i Hamuşan
Yedinci bölümde (âyet 102-110), Allah’ı ve âhireti d. Allah’ın takdiri, emri veya vahyi.(2)
inkâr edenlerin dünyadaki çabalarının boşa gidip e. Kur’an.(2)
acıklı bir azaba uğrayacakları, iman edip iyi davra-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nışlarda bulunanların ise firdevs cennetine girecek-
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
leri belirtilmekte, ilâhî ilim ve hikmetin enginliği-
(3) DİA
ne işaret edilmektedir. Sûre, rablerine kavuşmayı
ümit edenlerin O’na ortak koşmaksızın iyi ve er-
demli işler yapmalarının şart olduğunu bildiren Kelamullah
ifadelerle sona ermektedir. a. Hiçbir iyinin ve kötünün aşamadığı Allah’ın
Allah’ın oğul edinmekten münezzeh olduğu, rah- kelimeleri, kelamı. Zatında ezeli olan ve hiçbir
metinin bir sonucu olarak katından peygamber şekilde mahlûkatın kelamına benzemeyen sıfa-
ve kitap gönderdiği, kıyamet ve âhiretin hak olup tıdır.(2)
inanan ve iyi amel işleyenlerin mükâfat, şirke düşüp b. Allah’ın kâinatı yarattığı kelimelerdir.(2)
gururlanan ve azgınlık yapanların ceza göreceği gibi c. Mülk ve melekût âlemleri anlamında kullanıl-
temel konuların vurgulandığı Kehf sûresinde bu mıştır.(1)
hususlar bazı kıssalarla pekiştirilmiş, insanların
d. Kur’an.(3)
inanıp her türlü taşkınlıktan kaçınarak hak ve
adalete bağlı kalmaları teşvik edilmiştir.(…)(1) (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

K
(2) Erginli, Zafer. a.g.e.
(1) DİA; [KEHF SÛRESİ - İlyas Üzüm] c. 25; s. 189
(3) DİA

Kel
Kelime-i Şehadet
Mezar taşı.(1)
İslâm dininin beş temel esasından birincisi olan,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. “Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur
ve yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed O’nun
Kelâle kulu ve elçisidir” anlamındaki “Eşhedü en la ilahe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve
a. Zayıf ve aciz kimse.(2)
resuluh” cümlesi.(2)
b. Öldüğünde baba veya oğul bırakmayan kişi.
(1) Akraba yönünden zayıf kimseye de kelâle (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
denmiştir. Kişinin çocuğu, ana babası en yakın (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
akrabasıdır. İşte bunlardan yoksun olarak ölen (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
kimseye kelâle denilmiştir.(2)
Kelime-i Tevhid
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 27, s. 189 İslâm’da “Allah’ın birliğine inanmak” demek olan
tevhid akidesini ifade eden, “Allah’tan başka ilah
yoktur, Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir” anla-
Kelâm
mındaki “La ilahe illallah Muhammedun Resulull-
a. Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik ve âhiret lah” cümlesidir.(1)(2)
gibi iman esaslarından bahseden, bu esasları
akli ve nakli delillerle İslâm inançlarına uygun (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
olarak ispat etmeyi amaç edinen ilim, ilm-i ke- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

lam.(1)(2)
b. Allah’ın başlangıçsız ve yaratılmamış, kendili- Kelle Teşhiri
ğinden var olan, dilediği gibi hitabı.(2) Allah’a Düşmanın kesilen kellelerinin kalenin burçlarına
nisbet edilen sübûti sıfatlardan biri.(3) dikilerek teşhir edilmesi.(1)
c. İlahi buyruk, vahiy, ilahi söz.(2) (1) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.

393
Vadi-i Hamuşan
Kemal Baba Türbesi-Amasya Kemer biçimli
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 192 Mezar taşı başlıklarından biri.(1)
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 96
Kemal Baba Türbesi-Aksaray
(1) Gür, Nevzat.. a.g.e. s. 847 Kemerler
a. Sivri Kemer: Gevaş mezarlığında yer alan
Kemal Paşa Türbesi-Amasya 14.yüzyıla tarihlenen mezartaşlarında sivri ve
dekoratif kemerler görülür (Karamağaralı 1992:
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 Res.146-149).
b. Kaş Kemer: 17. yüzyıla ait İstanbul’daki çeşme-
Kemal Ümmi Türbesi-Niğde lerin hemen hepsinin ayna taşında kaş kemer mev-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 428, cuttur. Kasımpaşa’da 1619 tarihli Sadrazam Ali
(2) DİA, Cilt. 33, s. 97 Paşa Çeşmesi, Küçük Çamlıca’da 1654 tarihli IV.
Mehmet Çeşmesi ve Kuruçeşme’deki 1683 tarihli
Köprülü Hemşire Çeşmesi’nin ayna taşında kaş ke-
Kemal Ümmi Türbesi-Bolu
mer yer alır (Tanca 1956: 33,47,63, Res. 10,28,48).
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 203
c. Bursa Kemeri: Ahlat mezarlığında bulunan
1291 tarihli mezartaşmın üzerinde Bursa kemeri
Kemani Rabiye Hatun Türbesi-Kosova tarzında kemer görülür (Karamağaralı 1992: 141,
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 501 Res. 280-283). Karagümrük’te 1681 tarihli Mus-
tafa Ağa Çeşmesi’nin ayna taşında Bursa kemeri
biçimindedir (Tanca 1956: 61, Res. 46).
Kemankeş Mustafa Paşa Türbesi-İstanbul
d. Dekoratif Kemer: Akşehir Taş Eserleri Mü-
(1) Adresler. a.g.e. zesi’nde sergilenen XIV. yüzyıl Anadolu Selçuklu
dönemine ait bir mezar taşında, yukarı doğru uza-
Kemankeş Türbesi-Sivas nan kıvrık dallar arasında, gergef işleyen bir kadın
figürü oturmaktadır. Kıvrık dallar kemer fikrini
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 114
yansıtmaktadır (Karamağaralı 1992: Res. 13).(1)
(1) Dönmez, E. Emine Naza. “Türk Sanatında Me-
Kemarettin Türbesi-Sivas
zartaşları ve Çeşmeler Üzerinde Yer Alan Mimari
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 Öğeler Üzerine Bir Deneme.” Özsait Armağanı.
Mehmet ve Nesrin Özsait Onuruna Sunulan Ma-
kaleler, AKMED/Suna-İnan Kıraç Akdeniz Me-
Kemde deniyetleri Araştırma Enstitüsü, 2011/İstanbul.
Cesetlerde görülen kan toplanmasına bağlı mor- s.307-318
luk ve yara bere izi, ceset morluğu.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kemiklik
Hıristiyan mezarlıklarında ölülerin kemiklerini
Kemer koymaya ayrılmış yapı.(1)
Mevlevilikte destar biçimlerinden biri.(1) (1) Hasol, Doğan. a.g.e.

(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 132


Kempmek
Kemer Ali Paşa Türbesi-Tokat Ansızın ölüvermek.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

394
Vadi-i Hamuşan
Kenan Rıfai Efendi Türbesi-İstanbul c. Kerem, bağış, ikram, ağırlama.(8)
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 45 (1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kenotof
(4) DİA;
Ölüyü anmak için yapılan fakat içinde ölü bulun-
(5) Akay, Hasan. a.g.e.
mayan mezar.(1)
(6) Seccadi, Seyydi Cafer. a.g.e.
(1) Hasol, Doğan. a.g.e. (7) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 26, s. 156;
(8) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kepçeli Baba Türbesi-Ankara (9) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(10) Kaya, Doğan. a.g.e.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 132

Kerbela
Kepeği kesilmek
Hz. Hüseyin’in türbesinin bulunmasından dolayı
Ölmek.(1) Şiîler’ce kutsal sayılan şehir.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Bağdat’ın yaklaşık 100 km. güneybatısında yer
alan Kerbelâ’nın İslâm tarihindeki şöhreti, Hz.

K
Kepertmek Hüseyin ile ailesi fertlerinin 10 Muharrem 61 (10
Ekim 680) tarihinde Emevîler’ce şehid edildikleri
Öldürmek, gebertmek.(1)
yer olması ve kabirlerinin burada bulunmasından
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. kaynaklanmaktadır. Hz. Ali’nin medfun olduğuna
inanılan Necef’ten sonra ikinci atebedir. Kerbelâ
Ker-Keres isminin Akkadca “sivri külâh” anlamındaki kar-
a. Ölüm anlamına gelen bir cins isimdir. Kara, ballatu kelimesinin Orta İbrânîce ve Ârâmîce’de
uğursuz ve belalı gibi sıfatlarla nitelenir, “getir- aldığı karbalâ şeklinden (v. Soden, I, 449), Arapça
di aklına ölümü”, “kara ölümden tiksinir” gibi “Bâbil çevresi” mânasına gelen Küver Bâbil’den
deyimlerde kullanılır.(1) (Hibetüddin eş-Şehristânî, s. 6) ve yine Arapça
“ayakların yumuşak zemine batması” anlamın-
b. Has isim olup, ölümü simgeleyen Tanrıça, ya da
daki kerbele kökünden (Yâkūt, IV, 445) geldiği
Tanrıçalar için kullanılır.(1)
yolunda bazı görüşler ileri sürülmüşse de kesin
(1) Erhat, Azra. a.g.e. bir sonuca varılamamıştır (diğer teklifler için bk.
Anistâs el-Kermelî, s. 187; The Oxford Encyclope-
Keramet DİA of the Modern Islamic World, II, 399).
a. İnsanın gücünü, anlayışını, yeteneğini aşan, 12 (634) yılında Hâlid b. Velîd’in Hîre’nin fethin-
doğa yasalarının sınırları dışındaki olay, davranış, den sonra ordusuyla Kerbelâ’ya indiği ve burada
söz veya durum.(2) birkaç gün konakladığı bilinmektedir (Yâkūt, IV,
b. Bir ermişin, Allah’ın kendisine yakın kullarına 445). Hz. Ali’nin de Enbâr yahut Sıffîn’den Kûfe’ye
lütfettiği olağanüstü şeyler yapma gücü ile ortaya dönüşünde buraya uğradığı ve beraberinde bulu-
koyduğu, akıl sınırlarını aşan tabiatüstü iş, hari- nanların susuzluktan endişe ettikleri, ancak bir
kulâde hal.(3) Velilerden, enbiya ve evliyadan sadır kuyu bulup su içtikleri rivayet edilir (Hatîb, XII,
olan, zuhur eden olağanüstü hal.(4)(6)(8)(9)(10) İk- 305-306). Bu bilgiler Kerbelâ’nın İslâm öncesinde
ram kökünden gelen keramet, ilahi ikram olarak kurulmuş bir belde olduğunu göstermektedir.
bir kişiye verilen olağanüstü şeydir. Peygamberin Hz. Hüseyin ile beraberindeki yetmiş kadar mu-
ümmetinden bir insanın elinde oluşan olağanüstü haribin şehid edilmelerinden ve Emevî ordusunun
olaya keramet denilir. Keramet sahibi mü’min in- onun kesik başıyla esir alınan haremi mensupla-
san, Allah’ın sevdiği veli kuludur.(7) rını Dımaşk’a götürmek üzere yola çıkmasından

395
Vadi-i Hamuşan
sonra açıkta bırakılan şehid cesetleri, Benî Esed da tahrip ederek türbede bulunan kıymetli eşyayı
mensubu Gādiriye köylüleri tarafından Hâir deni- yağmalayıp çöle döndü. Olayın arkasından Büvey-
len yerde toprağa verildi. hî Sultanı Adudüddevle gereken tamiratı yaptırdı
Hz. Hüseyin’in başının ise Halife I. Yezîd’e sunul- (İbnü’l-Esîr, VIII, 705); daha sonra yine Büvey-
duktan sonra nereye gömüldüğü bilinmemekte- hîler’den Sultânüddevle’nin veziri Hasan b. Fazl
dir. Bu hususta çeşitli rivayetler bulunmakta ve en er-Râmhürmüzî 413’te (1022) türbenin etrafını
kuvvetli ihtimalin Medine’de Bakī Mezarlığı oldu- bir duvarla çevirtti (İbnü’l-Cevzî, VIII, 13).
ğu sanılmaktadır (geniş bilgi için bk. Ayânü’ş-Şîa, Selçuklu Sultanı Melikşah burayı ve Necef’i ziyaret
IV, 390-394). Hz. Hüseyin’in başsız cesedinin etti (479/1086). İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han,
gömüldüğü Hâir mevkii kısa zamanda bir ziyaret- Kerbelâ ziyareti sırasında türbeye çok miktarda
gâh halini almış, onun bir süre Dımaşk’ta tutulan hediye bıraktı (703/1303). Rivayete göre, Ker-
ailesi fertleri de Medine’ye dönmek üzere serbest belâ’nın su ihtiyacını karşılamak maksadıyla Fırat
bırakıldıklarında burayı ziyaret etmişlerdir. nehrinden açılan ve günümüzde Hüseyniye adıyla
Rivayete göre Hz. Hüseyin’i Kûfe ahalisi adına bilinen kanal İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han yahut
davet edenlerin lideri olan Süleyman b. Surad el- babası Argun Han tarafından inşa ettirilmiştir.
Huzâî de adamlarıyla birlikte ziyarete gelmiş ve 727 (1327) yılında buraya gelen İbn Battûta şeh-
onu Emevîler’in karşısında yardımsız bırakmanın rin hurmalıklar içinde, Meşhed-i Hüseyin’in de
utancı içinde bir gün bir gece kabrin başında kal- şehrin tam ortasında bulunduğunu, yanında bü-
mıştır (Taberî, V, 588-589). yük bir medrese ile ziyaretçilerin barınması için
Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca‘fer bir zâviyenin mevcut olduğunu ve su ihtiyacının
es-Sâdık’tan gelen rivayetler Hz. Hüseyin’in kabri- Fırat nehrinden karşılandığını belirtir (er-Rihle, s.
ni ziyaret etmenin meşruiyet ve faziletine dikkat 221). Aynı yüzyılda Kerbelâ’ya uğrayan Hamdul-
çekmiş ve Şiîler’in ziyaretlerini arttırmalarına yol lah el-Müstevfî de şehrin çevresinin 2400 adım
açmıştır. Şiîler’in Hz. Hüseyin’in türbesine olan olduğunu söyler (Nüzhetü’l-ķulûb, s. 32).
düşkünlükleri zamanla aşırı boyutlara ulaşmış ve Timur 795 (1393) yılında ordusuyla Bağdat’a gel-
Kerbelâ kutsal (harâm) belde sayıldığı gibi burayı diğinde Hille’ye kaçan Ahmed Celâyir ile Kerbelâ
ziyaret de hac ile kıyaslanmıştır (Meclisî, XCVIII, ovasında karşılaştı. Kesin netice elde edilemeyen
28-44; Husted, LXXXIII/3-4 [1993], s. 275 vd.). bu savaştan sonra Fırat kenarına çekilen Timur ve
Abbâsîler’in ilk devirlerinden itibaren Hz. Hüse- askerleri meşhede saygı gösterdiler. Bu tarihten
yin’in türbesine özen gösterilmesine, hatta gi- sekiz yıl sonra Bağdat’ı işgal edip katliam yapan
derlerini karşılamak üzere Halife Mehdî-Billâh’ın Timurlular Kerbelâ’ya dokunmadılar.
annesi Ümmü Mûsâ bint Mansûr tarafından bir Şah İsmâil’in 914’te (1508) Bağdat’ı ele geçirmesi-
vakıf kurulmasına rağmen Mütevekkil-Alellah, nin ardından Kerbelâ’ya gittiği ve türbenin tezyi-
236 (850-51) yılında Şîa’ya olan düşmanlığı se-
nini emrettiği, ayrıca on iki adet altın kandil koy-
bebiyle türbeyi ve çevresindeki binaları yıktırarak
durduğu, 932 (1526) yılında II. İsmâil’in buraya
araziyi tarla haline getirdi; ayrıca ziyarete gelenle-
gelip kabrin üzerine gümüş bir şebeke yaptırdığı
rin en ağır şekilde cezalandırılacağını ilân etti (Ta-
bilinmektedir.
berî, IX, 185-186). Ancak Mütevekkil’in koyduğu
bu yasağın pek etkili olmadığı ve bir süre sonra Kanûnî Sultan Süleyman Bağdat’ı aldıktan sonra
türbe ile diğer binaların tekrar yapılıp ziyarete Kerbelâ’yı ziyaret etmiş (941/1534) ve Hüseyni-
açıldığı, İbn Havkal’in 366 (977) yılında burada ye su kanalını onartarak kumla dolan sahaların
her yanında birer giriş kapısı olan kubbeli geniş tekrar bahçe haline getirilmesini sağlamıştır. III.
bir türbe bulunduğu ve pek çok insan tarafından Murad da zaman içinde harap olan türbeyi 991’de
ziyaret edildiği şeklindeki kaydından (Śûretü’l-arż, (1583) yeniden yaptırmıştır.
s. 243) anlaşılmaktadır. Aynüttemr’de çeşitli kabi- Bağdat’ın İran yönetimine geçmesinin ardından
lelerin başına geçen Dabbe b. Muhammed el-Ese- 1156 (1743) yılında Nâdir Şah Kerbelâ’yı ziyaret
dî, 369’da (979-80) diğer atebelerle birlikte burayı etmiş, Şah Hüseyin’in kızı Radıyye Sultan Begüm

396
Vadi-i Hamuşan
türbenin giderlerini karşılamak maksadıyla bir kuzeydoğuda ise Hz. Hüseyin’in üvey kardeşi Ab-
vakıf kurmuş, Âgā Muhammed Han da kubbe ile bas’ın türbesi bulunmaktadır. Şehirden batı isti-
minare külâhlarını altınla kaplatmıştır. kametinde giden yol üzerinde de kafilenin çadır-
1801 yılı Nisan ayı başlarında Vehhâbîler Ker- larını temsilen çadır şeklinde yapılmış Haymegâh
belâ’yı yağmalayıp 3000’in üzerinde Şiî’yi öldür- denilen bir bina göze çarpar. Çevrede, Şîa arasında
düler; bu arada Hz. Hüseyin’in sandukasını tahrip Hz. Hüseyin’in türbesi civarına gömülmek büyük
ederek türbedeki kıymetli eşya ve hediyeleri alıp bir üstünlük olarak kabul edildiğinden, son gün-
götürdüler. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Ker- lerini burada geçiren çok sayıda yaşlı ve sakatla
belâ’ya sığınan bir kısım isyancının devlete baş- uzak yerlerde ölen ve malî durumları buraya nak-
kaldırma hareketi 1843 yılında Bağdat Valisi Ne- ledilmeye uygun olan kişilerin gömüldüğü büyük
cib Paşa tarafından bastırıldı. bir mezarlık teşekkül etmiştir.(1)

1857’de Bağdat Valisi Ömer Paşa zamanında telg- (1) DİA; [KERBELÂ - Mustafa Öz] c. 25; s. 271-272;
[KERBELÂ - Rıza Kurtuluş] c. 25; s. 272-174;
raf şebekesi kurulurken Kerbelâ bu hatta bağlan-
[KERBELÂ - Rıza Kurtuluş] c. 25; s. 274-275;
dı. Midhat Paşa da Bağdat valiliği sırasında bura-
da imar faaliyetlerinde bulunmuş ve bazı resmî
binalar yaptırırken çarşı alanını genişletmiştir. Kerbela Edebiyatı
XX. yüzyılın başlarında 50.000 civarındaki nüfu- Hz. Hüseyin’in Emevîler tarafından Kerbelâ’da

K
suyla Irak’ın Bağdat’tan sonra ikinci önemli şehri şehid edilmesi bütün müslüman milletlerin edebi-
olan Kerbelâ özellikle ziyaretçilerin bıraktığı gelir- yatlarını etkilemiş, bu alanda mensur ve manzum
ler, türbenin vakıfları, Necef ve Mekke yolları üze- birçok eser kaleme alınmıştır.
rinde bulunması gibi etkenler sebebiyle bölgenin a) Arap Edebiyatında Kerbelâ. Kerbelâ hadisesi ve
en zengin ve mâmur şehriydi. Ayrıca Bağdat-Bas- bunu izleyen olaylar üzerine yazılan şiirler Arap
ra demiryoluna Hille’nin kuzeyinden bağlanan edebiyatında önemli bir yer tutar. Ca‘fer es-Sâdık
tâli bir hat ulaşımını daha da kolaylaştırmıştı. gibi Ehl-i beyt imamlarının konuyu işleyen şairler
Günümüzde aynı adı taşıyan 5034 km² genişli- hakkında teşvik edici sözler söylemeleri bu tür
ğindeki 455.868 (1987) nüfuslu bir idarî birimin eserlerin yaygınlaşmasında etkili olmuştur.
(muhafaza) merkezi olan Kerbelâ şehri, eski Ker- Kerbelâ hadisesiyle ilgili şiirlerde insanların, ta-
belâ’nın etrafında daha çok batı yönünde gelişen biat olaylarının, cinlerin ve meleklerin Hz. Hüse-
yeni mahallelerden oluşmuş modern bir yerleşme yin’in şehâdetinden duydukları üzüntü yanında
merkezidir; 300.000 civarındaki nüfusun büyük ço- Ehl-i beyt’in faziletleri dile getirilmiş, olay bütün
ğunluğunu İran, Pakistan ve Hindistan’dan gelip bura- ayrıntılarıyla ve dramatik sahneler halinde tasvir
ya yerleşen Şiîler’le Arap asıllı Şiîler teşkil etmektedir. edilmiş, kerbelâ kelimesindeki kerb (gam, keder,
Hz. Hüseyin’in türbesi, etrafı eyvanlar ve hüc- üzüntü) ve belâ sözcükleriyle olay arasında bağ-
relerle çevrilmiş 108 × 82,5 m. boyutlarında bir lantı kurulmuştur. Ayrıca Kerbelâ toprağı şehidle-
avlunun içindedir. İki tarafında iki minare bulu- rin vücutlarını barındırdığı için sevilen bir toprak
nan ve çok gösterişli olan kıble cephesindeki giriş olarak tasvir edilmiş, sevgi ve üzüntünün bir ara-
kapısından yaldız süslemeli bir dehlizle ulaşılan da dile getirildiği ağıtlara konu olmuştur. Kerbelâ
dikdörtgen şeklindeki harem, ziyaretçilerin tavafı bir yandan belâlı yer, öte yandan büyük kahra-
için kullanılan üzeri kemerli bir koridorla çevrili- manlıkların gösterildiği kutsal mekân olarak tanı-
dir. Buranın ortasında yaklaşık 2 m. yüksekliğin- tılırken şairler şiirlerinde Kerbelâ için yağmur ve
de ve 4 m. genişliğinde gümüş şebeke ile çevrili bereket duasında bulunmuşlardır.
Hz. Hüseyin’in sandukası ile ayak ucunda oğlu Arap edebiyatında Kerbelâ hadisesine dair bili-
Ali el-Ekber’in daha küçük sandukası yer almak- nen ilk şiir Ebü’l-Esved ed-Düelî’ye (ö. 69/688)
tadır. Türbenin doğusunda üçüncü bir minare ve ait bir gazeldir. Süfyân b. Mus‘ab’ın (ö. 120/738)
güneyinde avluya bitişik, içinde bir de mescid olan Ehl-i beyt hakkındaki şiirinde de olaya temas edil-
büyük bir medrese vardır. Yaklaşık 600 m. kadar miştir. İmam Muhammed el-Bâkır ile görüşen ve

397
Vadi-i Hamuşan
onun övgüsüne mazhar olan Kümeyt el-Esedî’nin haklarını savunacaklarını umdukları Abbâsî ikti-
(ö. 126/744) Hâşimoğulları (Ehl-i beyt) üzerine darından bekledikleri gayreti göremeyince hayal
nazmettiği, bu sebeple “el-Hâşimiyyât” adıyla ta- kırıklığına uğrayarak onları vefasızlık, Emevîler’in
nınan kasideleri arasında Kerbelâ hadisesiyle il- devamı olmak ve intikam sancağını terketmekle
gili güzel örnekler yer almaktadır. Seyyid el-Him- suçlamışlardır. Mansûr en-Nemerî, Di‘bil el-Huzâî,
yerî’nin belâlardan kurtulmak ümidiyle Ehl-i beyt İbnü’l-Mu‘tez ve Kādî et-Tenûhî bu duyguları dile
imamları hakkında yazdığı şiirler içinde de Ker- getiren Abbâsî devri şairleri arasında yer alır.
belâ olayını söz konusu eden kasidelere rastlan-
Hz. Hüseyin’in şehâdetiyle Kerbelâ hadisesi
maktadır. İmam Şâfiî, Hz. Hüseyin’in şehâdetin-
Fâtımîler döneminde yoğun biçimde işlenmiş-
den duyduğu üzüntüyü bir şiirinde, “Ehl-i beyt’i
tir. Şerîf er-Radî, İbn Hânî el-Endelüsî, Ebû Firâs
sevmekle suç işledimse bu pişman olmayacağım
el-Hamdânî, Sâhib b. Abbâd bu dönemde eser ve-
bir suçtur” diyerek ifade etmiştir. Di‘bil el-Huzâî
ren şairler arasında zikredilebilir.
de Hz. Hüseyin’in şehâdetini şiirine yansıtmış
olan önemli şairlerdendir. b) Fars Edebiyatında Kerbelâ. Fars edebiyatın-
da konuyla ilgili ilk örnekler daha çok manzum
Kerbelâ olayını dile getiren ilk dönem Arap şair-
ürünlerle ortaya çıkmıştır. İran’da Şiî mezhebinin
leri siyasî iktidarlar tarafından tepkiyle karşılan-
yaygınlık kazanmasından sonra Kerbelâ hadisesi-
mış, bazıları cezaya çarptırılmıştır. Kümeyt el-E-
ne verilen önem artmış ve düzenlenen yas tören-
sedî, “el-Hâşimiyyât”ından dolayı Hişâm b. Mâlik
lerinde mersiye okuma geleneğine bağlı olarak
tarafından öldürülmek üzereyken kaçarak kurtu-
labilmiştir. Harûnürreşîd, Mansûr en-Nemerî’nin birçok şiir yazılmıştır. Dinî mersiye türünün en
Hz. Hüseyin matemiyle ilgili şiirini duyduğunda önemli bölümü haline gelen Kerbelâ edebiyatı,
çok hiddetlenmiş ve şairin öldürülmesi için emir başta Hz. Hüseyin olmak üzere onun yakınlarının
vermiştir. Di‘bil el-Huzâî de duyduğu bu korkuyu şehâdeti etrafında odaklanmış, şehidler yüceltilip
şiirlerine yansıtmıştır. katiller şiddetle yerilmiştir. İlk örnekleri VI.(XII.)
yüzyılda görülen bu şiirler arasında Cemâleddin
Emevî dönemi şairlerinden Ubeydullah b. Hür
Abdürrezzâk İsfahânî’nin “Lağzâb” adlı kaside-
el-Cu‘fî, Kerbelâ hadisesi sırasında Hz. Hüseyin’e
si zikredilebilir. Aynı yüzyılda Senâî, divanında
yardımı kabul etmemesine rağmen şiirlerinde
Hz. Hüseyin’i bütün şehidlerden üstün tutarken
onun şehâdetinden duyduğu üzüntüyü dile ge-
Hadîķatü’l-haķīķa’sında onun Kerbelâ’da yaptık-
tirmiştir. Süleyman b. Kattâ‘ el-Adevî et-Teymî,
larını bir cesaret ve özveri örneği olarak gösterir.
olaydan üç yıl sonra Kerbelâ’dan geçerken yazdığı
şiirde Hz. Hüseyin’in şehâdeti sırasında Kays ve Özellikle Büveyhîler döneminden itibaren âşûrâ
Ganî kabilelerinin gösterdiği vefasızlıkları anlat- günlerinde Kerbelâ şehidlerinin resmî törenlerle
mıştır. Fazl b. Abbas b. Utbe, Hz. Hüseyin’in şehâ- anılmaya başlanması Kerbelâ ile ilgili edebî çalış-
detinden duyduğu üzüntüyü ifade etmiş ve onu maların da artmasına yol açmıştır. İlk Farsça Ker-
öldürenleri lânetlemiş, Kerbelâ olayını birçok yö- belâ mersiyesi VI.(XII.) yüzyılda Kavvâmî-i Râzî
nüyle ele alan Fazl b. Abbas b. Rebîa Ehl-i beyt’in tarafından yazılmıştır. VII.(XIII.) yüzyılda Sa‘dî-i
başına gelen daha sonraki acılı hadiselere temas Şîrâzî kasidelerinde Kerbelâ şehidlerini methet-
etmiştir. Ebû Dehbel Vehb b. Zemea el-Cumahî miş, çağdaşı Ferîdüddin Attâr da divanında bu
de şiirlerinde Emevî döneminin aşırı lüksünü ve konuya bir bölüm ayırmıştır. VIII.(XIV.) yüzyılda
iktidarın Ehl-i beyt taraftarlarına uyguladığı bas- Hâcû-yi Kirmânî’nin Hz. Hüseyin’in şehâdetini
kıyı dile getiren şairlerdendir. Emevî döneminde anlatan mersiyesi de önemlidir. Bu yüzyıllarda
Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehidleriyle ilgili şiirlerde bazı Sünnî kökenli şairler de Kerbelâ hakkında
samimi bir üzüntü ve açık bir öç alma duygusu hâ- şiirler kaleme almışlardır. Meselâ Seyfeddin Mu-
kimdir. Bu sebeple o dönem şairleri Emevî iktidarı hammed Fergānî divanındaki kasidelerinde halkı
için tehlikeli görülmüştür. mateme ve ağlamaya davet eder.
Abbâsîler devrinde de Kerbelâ hadisesiyle ilgili şi- X.(XVI.) yüzyıldan itibaren Şiîliğin devlet dini ol-
irler yazılmıştır. Bu dönem şairleri, Ehl-i beyt’in duğu Safevî döneminde bilhassa hükümdarların

398
Vadi-i Hamuşan
dinî şiirler yazılmasını teşvik ve bu tür şiir yazan c) Türk Edebiyatında Kerbelâ. Hz. Hüseyin’in şe-
şairleri himaye etmeleri Kerbelâ ile ilgili edebî ça- hid edilmesini anlatan manzum ve mensur eser-
lışmaları arttırmıştır. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin bu lerle bu konuda yazılmış mersiyeler başta olmak
alanda en önemli eser sayılan Ravżatü’ş-şühedâı üzere Kerbelâ adı Türk edebiyatında önemli bir
Kerbelâ şehidlerini anmak için düzenlenen ve “rav- motif olarak yer alır. Türk muhayyilesinde Ker-
za” denilen meclislerde yüzyıllardır okunagelmiş- belâ, Hz. Hüseyin’le ailesinin ve yakınlarının top-
tir. Halk bu meclislere katılır, Hz. Hüseyin ve onun luca şehid edildiği bir yerin adı olmanın dışında
dostlarının şehâdetinin hüznünü paylaşırdı. Bu dö- bu elîm vak‘ayı ifadelendiren pek çok şair ve edip
nemde İmam Herevî, Fahreddîn-i Irâkī, Selmân-ı tarafından âdeta bir remiz ve mazmuna dönüştü-
Sâvecî, Saîd-i Herevî, Hasan-ı Kâşî gibi şairler, Hz. rülerek “vak‘a-i dilsûz-i Kerbelâ, haber-i Kerbelâ”
Peygamber ve Ehl-i beyt’e dair şiirlerinde Kerbelâ gibi adlarla da anılan acıklı bir konunun adıdır.
hadisesini işlemişlerdir. Nizâm-i Esterâbâdî, Ehlî-i Hz. Hüseyin’in başsız bedeninin gömüldüğü bir
Şîrâzî ve Lisânî-i Şîrâzî gibi şairler de Ehl-i beyt ve meşhed iken sonraları üzerine bir türbe yapılan,
onlarla ilgili olaylar hakkındaki şiirleriyle şöhret ardından suya kavuşturulup çöl ortasında güzel
bulmuşlardır. Daha sonra gelen Hayretî-i Tûnî ve bir vahaya dönüştürülen Kerbelâ, Osmanlı tarihi
Muhteşem-i Kâşânî, Ehl-i beyt’e dair menkıbeleri boyunca Türk hacılarının uğrak yeri olarak Âl-i
anlatan şiirlerin en iyi örneklerini vermişlerdir. abâ sevgisini tazelemiş, özellikle Türk tasavvuf
XI.(XVII.) yüzyılın ortalarından itibaren muhar- kültürünü derinden etkilemiştir. Mezhep farkı gö-

K
rem törenleri sırasında muhtelif tâziye oyunları zetilmeden bütün müslümanlarca rağbet edilerek
ortaya çıkmış, XIII.(XIX.) yüzyılın ikinci yarısında bir nevi kutsallık kazanan Kerbelâ hakkında git-
tâziyeler Nâsırüddin Şah’ın desteğini almakla kal- gide özel bir ziyaret kültürü oluşmuş, bilhassa Şiî
mamış, bütün milletin en çok önem verdiği temel müelliflerce “Fazlü ziyârâti’l-Hüseyin” gibi kitap-
bir ritüel haline gelmiştir. Tekye veya Hüseyniyye lar, “Hz. Hüseyin Ziyaretnâmesi” gibi tercüman
denilen binalar da bu dönemde yapılmıştır. Söz ve gülbankler yazılması geleneği teşekkül etmiş,
konusu tâziyeler sadece muharrem ve safer ayla- “Kâmilü’z-ziyârât” gibi eserlere konu olan ziyaret
rında değil bütün aylarda yapılırdı. âdâbı gelişmiştir. Halk kültürü ve folklor açısından
Kaçarlar döneminde ravza meclislerinin çoğalma- da zenginleşen Kerbelâ edebiyatta adı sıkça anılan
sıyla birlikte mersiye yazımı da artmış, bunda Nâ- bir yer haline gelmiştir. Ayrıca Arap, Fars ve Türk
sıruddin Şah’ın emir ve teşviklerinin büyük rolü kültürünün hâkim olduğu İslâm dünyasında Sünnî
olmuştur. Safevîler devrinde pek uygun görülme- çevreler yanında bilhassa Şiîlik, Ca‘ferîlik, Zeydîlik
yen Kerbelâ olayının sahnelenmesi bu dönemde gibi mezhebî; kızılbaşlık, Alevîlik ve Bektaşîlik
yaygınlaştırılmıştır. Devlet adamları bu işin ön- gibi zümrevî anlayışlara sahip şair ve yazarlar için
cülüğünü yapmış, her yıl Gülistan Köşkü’nün gü- bir ilham kaynağı telakki edilir olmuştur (bu hu-
neyindeki Tekye-i Devlet’te olay sahnelenmiştir. susta bk. Hüseyin Mücîb el-Mısrî, Kerbelâ beyne
Bu dönem şairlerinin çoğu Kerbelâ olayına dair şuârâi’ş-şuûbi’l-İslâmiyye, Kahire 1421/2000).
mesnevi, terciibend, müstezad, kıta ve rubâîler Kerbelâ hadisesinin meydana geldiği asırdan itiba-
yazmıştır. Visâl-i Şîrâzî’nin mersiyesi, Surûş-i İs- ren Hz. Hüseyin’in hayatı efsanevî ve menkıbevî
fahânî’nin Ravżatü’l-esrâr’ı, Yağmâ-i Cendekī’nin bir hüviyet kazanmıştır. Özellikle Şiî müelliflerin
Zübdetü’l-esrâr adlı mesnevisi bu dönemde ka- mezhebî gayretleriyle abartılarak anlatılan şehâde-
leme alınan önemli mesnevilerdir. Bunlardan tinin hikâyesi yüzyıllarca yazılarak okunmuş, anla-
başka Muhammed Nakī b. Ahmed Burûcirdî’nin tılmış ve dinlenmiş, ismi etrafında yeni birtakım
Âyînü’l-bükâ’sı, Muhammed Hüseyin b. Mu- inançlar gelişip yayılmıştır. Bu gelişme, giderek
hammed Ali Kirmânî’nin Feth Ali Şah’a sunduğu olayda bazı sırların ve hikmetlerin bulunduğu yö-
Ravżatü’l-Hüseyniyye’si, Mevlevî Muhammed nünde tecessüslere ve bunların bâtınî yorumlarına
Sıbgatullah b. Muhammed Gavs’ın Destân-ı Gam’ı da kapı aralamıştır. Bu sebeple bazan hadis bile
ve Gulâm Ali Mûsevî Cihangirnegârî’nin Hamle-i uydurulmuş, hatta Ahzâb sûresinin 33, Şûrâ sû-
Hüseynî’si de zikredilmelidir. resinin 23. âyetleri zorlama yorumlarla Ehl-i beyt

399
Vadi-i Hamuşan
hakkında tefsir edilmeye çalışılmıştır. Böylece Ker- her şair manzumesinin sonunda Kerbelâ için de
belâ adı âdeta bir kült halini almış, Hz. Hüseyin’in bir duada bulunmayı ihmal etmez. Zaman zaman
şehâdeti için matem tutmak ve bu konuda eser ver- “deşt, sahra, çöl” gibi olumsuz adlandırmalar ön
mek sevap kazanmaya bir vesile kabul edilmiştir. plana çıkarılıp bir mahrumiyet bölgesi olarak ifa-
Muharrem ayının ilk gününden başlayarak en de edilen Kerbelâ aynı zamanda Hz. Hüseyin ile
muhteşemi onunda (yevm-i katl, yevm-i âşûrâ) Ehl-i beyt’in kanını taşıdığı için gözlere sürme
olmak üzere Şiî ve Ca‘ferî çevrelerinde “tâziye, diye çekilecek bir toprak olarak da anılır.
şebih” adlarıyla anılan çeşitli törenler tertip edil- Türk edebiyatında Kerbelâ üzerine yazılıp daha
mesi (geniş bilgi için bk. And, Ritüelden Drama, ziyade muharrem ayının ilk on gününde yapılan
s. 34-36), bilhassa Safevîler’den itibaren devlet toplantılarda okunarak yaygınlaşan eserler ara-
protokolüne girecek kadar önem kazanmıştır. Bu sında, Kastamonulu Şâzî’nin sade bir Türkçe ile
olaylardan çok sonra İslâmiyet’i kabul eden Türk 763 Zilhiccesinde (Ekim 1362) telif ettiği Dâstân-ı
kavimleriyle Endonezya ve Jamaika’ya kadar Maktel-i Hüseyin adlı 3034 beyitlik eseri önemli
müslüman toplulukları da içine alacak kadar geniş bir yer tutar. İsmail Hikmet Ertaylan, Şâzî’den bir
bir alana yayılan şiirler, özel mersiye ve makteller yıl önce Yûsufî mahlasını kullanan bir şairin Can-
kaleme alınmıştır. Bu sebeple Kerbelâ Türk edebi- daroğlu Hükümdarı Bayezid’e sunduğu 3000 be-
yatının da en çok ilgilendiği konular arasında yer yitlik bir makteli olduğuna işaret etmektedir (“Yû-
almış, müstakil mersiyeler dışında mecaz ve teş- sufî-i Meddah”, TDED, I/4, s. 117-121). Yahyâ b.
bihlerin konuları arasına girmiştir. Bahşî’nin 905 Şâbanında (Mart 1500) tamamla-
Genel olarak dinî-tasavvufî Türk edebiyatında, dığı Maktel-i Hüseyin ise 976 beyit olup 938’de
özellikle de Alevîlik-Bektaşîlik gibi zümre edebi- (1532) istinsah edilen bir nüshası Ankara’da bu-
yatlarıyla divan, halk ve âşık edebiyatında Kerbelâ lunmaktadır (DTCF Ktp., Muzaffer Ozak, nr. I,
hadisesiyle ilgili olarak müstakil eserler, mersiye 248). Lâmiî’nin Kitâb-ı Âl-i Resûl adlı eseri de 989
ve manzumeler telif edilmiş, ayrıca başta divan beyitlik bir makteldir. Hacı Nûreddin Efendi’nin
şairleri olmak üzere konuya eğilen sanatkârların, 940’ta (1533-34) sade bir Türkçe ile telif ettiği,
halk âşıklarının his ve hayal dünyalarının ortaya zayıf bir nazım tekniğine sahip olmakla birlikte
konmasında Kerbelâ adı önemli bir mazmuna dö- kahramanlıkla ilgili beyitleri çok beğenildiği için
nüşmüştür. Türk edebiyatında Kerbelâ olayını ele yedi defa basılan Vak‘a-i Kerbelâ’sı da (İstanbul
alan lirik eserlerin pek çoğu manzum olmakla bir- 1285-1341) sevilen bir eserdir. Gelibolulu Câmî-i
likte manzum-mensur karışık ve sadece mensur Rûmî’nin sanatkârane bir üslûpla kaleme aldığı
eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan mesnevi, Saâdetnâme ile (yazmaları için bk. TCYK, s. 455-
kaside, gazel, terciibend, terkibibend, rubâî, tu- 458) Âşık Çelebi’nin Maktel’i (Beyazıt Devlet Ktp.,
yuğ, ilâhi, koşma gibi aruzla yazılanlarda “fâilâtün nr. 5329) Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Ravżatü’ş-şü-
fâilâtün fâilün” gibi halk zihninde yerleşmiş ve- hedâ adlı eserinin tercümesinden ibarettir. Bu
zinlerin kullanıldığı görülmektedir. makteller arasında her bakımdan en mükemmeli,
Gerek divan şiiri gerek tekke ve saz şiiri gelene- Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-suedâ’sıdır. Şeyma Gün-
ğinde Hz. Hüseyin’e revâ görülen muamelenin gör’ün doktora çalışması olarak neşre hazırladığı
lirik ve trajik bir üslûpla anlatıldığı bütün eserle- eser (Ankara 1987) Türk dünyasında muharrem
rin ortak özelliklerinden biri Kerbelâ’nın kutsal ayında Sünnî ve Şiî çevrelerce sevilerek okunmuş,
bir bölge olarak anılması, diğeri de Ehl-i beyt ile dünya kütüphanelerinde bulunan 225’ten fazla
Kerbelâ arasında bir bütünlük oluşturulmaya ça- yazma nüshasının yanı sıra defalarca basılmış ve
lışılmasıdır. Şairlerin bu olayla ilgili duygu ve dü- manzum kısımları bestelenmiştir.
şünceleri halk nazarında Kerbelâ’nın faziletli bir Adında Kerbelâ kelimesinin yer aldığı, halk için
mekân olması fikrini beslemiş, hakkında efsanevî sade bir dille hikâye ve roman üslûbunda kale-
ve menkıbevî rivayetlerin teşekkül etmesini sağ- me alınmış eserler de vardır. Edhem Efendi’nin
lamıştır. Kerbelâ için şiir yazan, buradaki tarihî Vak‘a-i Kerbelâ’sı (İstanbul 1291), Sâfî’nin Ker-
hadiseleri mersiye yahut ağıta dönüştüren hemen belânâme’si (Türk Dil Kurumu Ktp., nr. 84), Ha-

400
Vadi-i Hamuşan
lis Efendi’nin Vak‘a-i Kerbelâ’sı (İÜ Ktp., TY, nr. Kerez Irları
2445), İbnürreşad Ali Ferruh’un Kerbelâ’sı (Paris Kırgızların vasiyet şiirlerine verdikleri addır. Kır-
1305), Hilmizâde İbrâhim Rıfat’ın Hz. Hüseyin gız geleneğinde kimi zaman ölüm döşeğindeki
Radıyallahü anh Vak‘a-i Dilsûz-ı Kerbelâ’sı (İstan- insanın vasiyeti yaşayanlar tarafından şiir haline
bul 1326), Mehmed Nâzım’ın Kerbelâ’sı (İstanbul getirilir. Aynı duruma destanlarda da rastlanır.(1)
1327), Mîr Câferzâde Mîr Mehmed Kerim’in Ker-
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
belâ Yankısı (Bakü 1329), Kemâleddin Şükrü’nün
Kerbelâ: İslâm Tarihinde Nifak Hasan-Hüseyin
Muaviye-Yezid’i (İstanbul 1928), Ziya Şakir’in Kerim Baba Türbesi-Isparta
Kerbelâ Vak‘ası (İstanbul 1942) ve Kerbelânın İn- (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 90
tikamı (İstanbul 1944), Remzi Korok’un Kerbelâ
Şehidleri (İstanbul 1967), Kemal Pilavoğlu’nun
Âh Kerbelâ! (Ankara 1967), Necmi Onur’un Kan- Kerim Dede Türbesi-Isparta
lı Kerbelâ (İstanbul 1968), Murat Sertoğlu’nun (1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 83
Kerbelâ (İstanbul 1970), s. Münir Yurdatap’ın
Kerbelâ Fâciası (İstanbul 1970) adlı eserleri bun-
Kerimüddin Mahmud Oğlu Mehmed Türbesi-
lardan bazılarıdır. Ayrıca kütüphanelerde “Vak‘a-i
Aksaray
Kerbelâ” vb. başlıklar taşıyan, müellifi belli olma-

K
yan manzum-mensur pek çok eser mevcuttur. (1) Topal, Nevzat. a.g.e. s. 59

Kerbelâ olayı etrafında gelişen bu zengin malzeme


folklor ve mûsikiye de intikal etmiş, Türk din mû- Kergek Boldu
sikisinde hadisenin cereyan ettiği ayda özellikle Ölen kişi için “kergek boldu” denilmektedir.(1)
tekkelerde yapılan dinî merasimlerde muharrem
ilâhileri ve mersiyeleri okunmuştur.(1) (1) Koçak, Ahmet. a.g.e.,, s. 64.

(1) DİA; [KERBELÂ - Mustafa Öz] c. 25; s. 271-272;


[KERBELÂ - Rıza Kurtuluş] c. 25; s. 272-174; Kergek ol
[KERBELÂ - Rıza Kurtuluş] c. 25; s. 274-275;
Orhun yazıtlarında öl yerine “kergek ol” ifadesi
kullanılmaktadır.(1)
Kerberos
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 68.
Ölüler ülkesinin bekçisidir, görevi dirilerin içeriye
girmesini ve bir girenin bir daha dışarıya çıkma-
sını önlemektir. Kerberos çokluk üç başlı, kimi Kerpeten motifi
anlatımda elli, ya da yüz kafalı bir köpek olarak Mezar taşında kerpeten motifi hayatta iken yaptı-
gösterilir. Kuyruğu kocaman bir yılandır, sırtında ğı mesleği, yani marangoz olduğunu ifade etmek-
kara yılanlar dikilir. Bu korkunç hali ve Hades’in tedir.(1)
giriş kapısında zincirlerle bağlı olduğu yerden (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 38.
havlamalarıyla ölü ruhları dehşete düşürür.(1)
(1) Erhat, Azra. a.g.e.
Kerrubi
a. Meleklerin en büyüğü,(1) büyük melek.(4)(5)
Kereksür
b. Cenabı Hakk’a en yakın olan ve “melaike-i mu-
Türklerde mezar anlamında kullanılan bir terim.(1)
karrebin” denen meleklerden her biri, büyük
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 11 melek.(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Keremali Türbesi-Sakarya (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Sakarya Platformu. a.g.e. s. 132, (3) DİA;

401
Vadi-i Hamuşan
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Kesikbaş Hüseyin Ağa Türbesi-İstanbul
(5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e.,
(2) Envanter. a.g.e. No:49
Kerrubiyan
En büyük melekler, Allah’a en yakın melekler.(1)
Kesikbaş Mehmed Efendi Türbesi-Edirne
(2)(4)(5) Ceberut âleminde meleklerden seçilenlerin

âlemi, bunlar Allah’a yakın olanlardır. Bunlar ce- (1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 139

berut âleminin ehlidir.(3)


(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kesikbaş Molla Mehmed Türbesi-İstanbul
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 28
(3) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 5-6;
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kesikbaş Sultan Türbesi-Ankara
(5) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 119

Keser Motifi
Mezar taşında keser motifi hayatta iken yaptığı Kesikbaş Türbesi-Konya
mesleği, yani marangoz olduğunu ifade etmekte- (1) DİA, Cilt. 26 s. 190,
dir.(1) (2) Gürer, Dilaver, Bekir Şahin. a.g.e. s. 68
(1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 38.

Kesikbaş Türbesi-Niğde
Keserci Baba Türbesi-İstanbul
(1) DİA, Cilt. 33, s. 97
(1) Adresler. a.g.e.

Kesikbaş Türbesi-Nevşehir-Ürgüp
Kesik Baş Baba Türbesi-Romanya
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 103
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 671

Kesikbaş Türbesi-Kahramanmaraş
Kesik Baş Türbesi-Ankara
(1) Kahramanmaraş Beld. a.g.e. Cilt 2, s. 1017
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54,
(2) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 64
Kesikbaş Türbesi-Kastamonu
Kesikbaş Ali Baba Türbesi-Yunanistan- (1) Kastamonu Vilayet. a.g.e. s. 2
Selanik
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 1005 Kesikbaş Türbesi-Tokat
(1) Tokat. a.g.e. s. 269
Kesikbaş Baba Türbesi-Edirne
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 61,
Kesikbaş Türbesi-Yunanistan-Gümülcine
(1) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 27
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 829

Kesikbaş Dede Türbesi-Isparta


(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 436,
Kesikbaş ve Derviş Molla Türbesi-İstanbul
(1) Ölmez, Filiz Nurhan-Gökmen Şirin. a.g.e. s. 84 (1) Adresler. a.g.e.

402
Vadi-i Hamuşan
Kesikbaşlar Türbesi-Eskişehir Keşertmek
(1) Parla, Canan. a.g.e. s. 63 Öldürmek.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kesiktaş Türbesi-Ankara-Sincan
(1). a.g.e.S. 435 Keşiş Türbesi-Ahlat
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54

Keskin, Candaş
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 120613 Keşf-i Ahval-i Kubur
İstanbul’da Bulunan Osmanlı Dönemi Armalı Ve Madal- Bir velinin mezarlarda gömülü olan ölülerin o
yalı Mezar Taşları, Gazi Ü., Sosyal Bilimler Enst. Sanat âlemdeki hallerini bilmesi.(1)
Tarihi ABD, Y. Lisans Tezi, S.426, 2001
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Keşf-i Nazari
Keskin, Candaş Çile yoluyla nefsini arındıran kimsenin, daha çok
http:// ekitap. eyup.bel.tr akli bilgiler öğrenmesini sağlayan keşif.(1)

K
Eyüp Sultan’da Bulunan Osmanlı Dönemi Armalı Ve
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Nişanlı Mezar Taşları, Kültürü ve Sanatıyla III. Eyüp
Sultan Sempozyumu (28-30Mayıs 1999) S.366-371,
Eyüp Belediyesi, 2000, İstanbul Keşf-i Zamair
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Bir velinin başkalarının kalbinden ve zihninden
geçen şeyleri bilmesi.(1)

Kesmek (1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.

Kesici bir aletle öldürmek, katletmek, cinayet iş-


lemek.(1)(2) Keşiş Cenazesi
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Keşiş öldüğü zaman vücudunun görülmemesi için
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. cenazesi yıkanmaz. Sadece onun için belirlenmiş
keşiş sıcak suya batırılmış bir süngerle alnında,
göğsünde, ayaklarında ve dizlerinde haç yapar.
Kesret Âlemi Çok dikkatli bir şekilde eski elbiseleri çıkartılır ve
Mutasavvıflarca, tek ve bir olan Allah’ın, değişik yeni elbiseler giydirilir. Hayatı boyunca dünyadan
ve sayısız biçimlerde görünüş alanına çıktığı bu uzak olduğunu göstermek amacıyla yüzü örtülür.
âleme verilen ad, görünüş âlemi, fena âlemi.(1) Rütbesini belirtecek bir işaret koyarak deri kemer
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ile sarılır ve ayakkabı giydirilir. Asurata denilen
yataktan kaldırılır ve cenaze bezle örtülerek baş
ve ayaklarından bağlanır. Alnına, göğsüne ve di-
Kesriye Kurşunlu Camii Yanındaki Türbe- line haç yapılır. Opelo yapılırken dualar üçe değil
Yunanistan ikiye bölünür ve sivil cenazeden farklı dualar oku-
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 94 nur. Cenaze gömüldükten sonra cenazeye katılan
tüm keşişler on iki kere haç çıkartırlar. On iki
geçici hayatın sonun sembole etmektedir. Nasıl
Keşermek ki on iki saatlik gün ve gece sona ererse insanın
Ölmek.(1) hayatı da sona ermektedir.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Sulooca, Murteza, a.g.e., s. 49-50

403
Vadi-i Hamuşan
Keşkül Kevgir Baba Türbesi-Sivas-Şarkışla
Bektaşilere ait mezar taşlarında keşkül gibi tari- (1) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 8
kat eşyalarına rastlamak mümkündür.(1)
(1) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 28 Kevn
a. Oluş, olmak.(1)
Keşşaf Hoca Türbesi-Malatya
b. Tüm varlıklar, kainat, âlem, kün (ol) emriyle
(1) Oymak, İskender2. a.g.e. s. 290 oluşan varlıklar.(1)
(1) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
Ketebehû
Mezar taşlarının, taş işçiliği ve edebî özelliği ya-
Kevneyn
nında yazı sanatı bakımdan önemi bulunmak-
tadır. İstanbul’un tarihi mezarlıkları yanında, İki âlem, dünya ve âhiret, maddi ve manevi, cis-
Zeytinburnu’nun tarihi mezarlıklarında da Os- mani ve ruhani âlemler, ruh ve madde.(1)(2)(3)(4)
manlı’nın önemli hattatlarının yazdığı imzalı (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mezar taşı kitâbeleri bulunmaktadır. Mezar taş- (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
larında genellikle Celî Sülüs, Celî Talik, Kûfi yazı (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
çeşitleri kullanılmıştır. (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Sanatta üslup sahibi hattatlar yazdıkları mezar
taşı kitâbelerinin sonuna imzalarını atmışlardır. Kevser
İmzada sadece hattat ismi kullanıldığı gibi genel-
a. Maddi ve manevi çokluk, bolluk, kalabalık
de “bunu yazan” anlamına gelen Arapça “kete-
soy,(1) bol nimet, ilim ve büyü, şeref, hayır ve
behû” fiili de kullanılmıştır.
bereket, iki cihanın şerefi.(6)
Zeytinburnu’nun tarihî mezarlıklarında Osman-
b. Cennette bulunduğu bildirilen, sütten ak, kay-
lı’nın bilinen bazı hattatlarının yazdıkları önemli
maktan yumuşak, baldan tatlı, kardan soğuk
taşlar bulunmaktadır.
olduğuna ve içenin bir daha susamadığına, iki
Merkez Efendi Camii hazîresinde maalesef kırık kenarı altından, kanalı inci ve yakuttan, topra-
halde bulunan Hattat Mehmed Zihnî Efendi’ye ğı miskten güzel olduğuna inanılan kutsal su,
ait mezar taşı kitâbesi Hattat Sâmi Efendi (1813- havuz veya akarsu, nehir, çeşme, ırmak.(1)(2)(3)
1912) hattıyladır. (5)(6)(7)(9)(10) Cennette Peygamberimize veril-

Hattat Mehmed Şevkî Efendi (1829- 1887) hocası miş özel bir havuz olarak tefsir edilir.(4)(8)
Hattat Mehmed Hulûsi Efendi (v. 1874)’nin mezar c. Cana can katan, hayat veren, saf, temiz, tatlı su.(2)
taşını kendi hattıyla, Celî Sülüs olarak yazmıştır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Hattat Sâmi Efendi hattıyla bir mezar taşı da Ye- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
nikapı Mevlevihânesi’nde bulunmaktadır. Hattat (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Sâmi Efendi, hocası olan Hattat Ebubekir Müm- (4) Pala, İskender. a.g.e.
taz Efendi (1810-1871)’nin mezar taşını Celî Sü- (5) Kaya, Doğan. a.g.e.
lüs’le yazmıştır. (6) Akay, Hasan. a.g.e.
Mevlevihâne’de Hattat Hâmid Aytaç (1891- (7) Onay, Ahmet Talat. a.g.e.
1982)’ın da Celî Talik yazı ile bir mezar taşı (8) Erdoğan, Mehmet. a.g.e.
kitâbesi bulunmaktadır. (1) (9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Berk, Süleyman. a.g.e. s. 53. (10) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 390

Ketencizade Ömer Paşa Türbesi-Antalya Kevser Sûresi


(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 Kur’ân-ı Kerîm’in yüz sekizinci sûresi.(…)

404
Vadi-i Hamuşan
Kevser sûresinin ilk âyeti Hz. Peygamber’e kev- leyen düşmanları yok olup giderken onun soyu
ser verildiğini ifade etmektedir. Kevser kelimesi kızı Fâtıma ile devam ettiği gibi kendisine inanan
sözlükte sıfat olarak “çok, pek çok”, isim olarak ümmeti de büyük sayılara ulaşmıştır.(…)(1)
da “iyilik ve hayır” anlamına gelir. Peygamber’e (1) DİA; [KEVSER SÛRESİ - İlyas Üzüm] c. 25; s. 346
bahşedildiği belirtilen kevserin ne olduğu konu-
sunda geniş açıklamalar vardır. Hadislerde kev-
ser Allah’ın Resûl-i Ekrem’e vermeyi vaad ettiği Keyneni Başı
cennette bir ırmak olarak anılmış ve onun özel- Malatya’da ölünün elbiselerini eline alıp ağlayan
likleri hakkında geniş tasvirlere yer verilmiştir. ağıtçı kadın.(1)
Yine hadis kaynaklarında tasvir edilen cennetteki (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
havzın da kevserin bir uzantısı olup kevser adıyla
anıldığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan âlimler,
kevserin sözlük anlamı yanında İbn Abbâs’ın Kline
hadislerdeki kevseri Allah’ın peygamberine ver- a. Antik Çağ’da sedir anlamına gelen kline yemek
diği hayırlardan sadece biri olarak anmasından yerken uzanmak için kullanılırdı.
hareketle (Buhârî, “Riķāķ”, 53) onu nübüvvet, b. Kliniye Yunan ve Roma mezarlarında çok sık
Kur’ân-ı Kerîm, İslâm dini, İslâm âlimleri, ümme- rastlanır. Ölüler mezar odasında hazırlanmış

K
tinin çokluğu, güzel ahlâk, ilim, şefaat hakkı, dua- klinelere yatırılır. Özellikle Anadolu’da kline
larının makbul olması gibi Resûl-i Ekrem’in nâil tipi mezarlar çok yaygındır.(1)
olduğu mânevî lutuflar olarak da yorumlamış-
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
lardır (Taberî, XXX, 208-209; Fahreddin er-Râzî,
XXXII, 124-128).
Sûrenin 2. âyetinde rab için namaz kılınıp “nahr” Kharon
yapılması emredilmektedir. Müfessirler, burada- Yeraltı ülkesinde ölülere Akheron ırmağını geçi-
ki namazın farz namazlar yahut kurban bayramı ren sandalcı, Kharon abus çehreli, sert, kaba ve
namazı veya genel anlamda namaz olduğunu, pinti bir ihtiyar olarak canlandırılır. Ölü ruhlarına
sözlükte “göğüs hizasına getirmek, boğazlamak; ırmağı geçirtmek için para alır, onun içindir ki ölü-
göğsün boyun tarafına gelen boğaz çukuru” anla- lerin ağzına bir obdos, metelik konurdu. Para al-
mına gelen nahrın da kurban kesmek yahut daha mazsa, Kharon ruhları kovar, taş çatlasa yumuşa-
zayıf bir ihtimalle namazda elleri bağlamak veya mazdı. Hele toprağa gömülmeyen ruhların Hades
namaza başlarken elleri kaldırıp tekbir getirmek bataklığını geçmeleri olanaksızdı, onun içindir ki
olabileceğini belirtmişlerdir. Âyetin bu anlamlara ölülerin tek amacı toprağa kavuşmaktır. Gömül-
işaret ettiği düşünülebilirse de bağlamı dikkate meyen ruhların yüzyıl havada serseri dolaştıkları,
alındığında burada Peygamber’den, kendisine bu korkunç çileden sonra kaderlerinin ne olacağı
bahşedilen hayırlar karşılığında bütün şükür bi- konusunda bir karara varıldığı söylenirdi.(1)
çimlerini kapsayan namaz ve kurban ibadetlerini (1) Erhat, Azra. a.g.e.
yerine getirmesinin istendiğini söylemek daha
uygun görünmektedir (Fahreddin er-Râzî, XXXII,
119-128; Elmalılı, IX, 6193-6208). Kıdmak

3. âyet, asıl soyu kesik olanın Peygamber’e kin Kıymak, öldürmek.(1)


besleyip ona dil uzatan kimse olduğunu belirtir. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Allah, Hz. Muhammed’e erkek çocuklar vermiş,
fakat bu çocukların vefat etmesi onun son pey-
Kılavan
gamber olması, hilâfetin de ümmetin tercihine
bırakılması gibi birtakım hayırlı sonuçlar doğur- Mezarların başına dikilen söğüt dalı.(1)
muştur. Ayrıca neslinin devam etmeyeceğini söy- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

405
Vadi-i Hamuşan
Kılavuz Baba Türbesi-Sivas Kına yakma
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 94 Günümüzde azalmasına rağmen Kıbrıs Türklerin-
de ölülere kına yakma âdeti vardır. Cenaze yıkan-
dıktan sonra hazırlanan kına el ve ayak parmak-
Kılıç Ali Paşa Türbesi-İstanbul
larına yakılır. Avuç içine konmaz. Kına insanın
(1) DİA, Cilt. 25 s. 412, selametli bir Müslüman olduğunun işareti olarak
(2) Envanter. a.g.e. No:16, kabul edilir.(1)
(3) Ünlü, Rasim. a.g.e. s. 241,
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 204
(4) Baran, Bektaş. “Galata Hamamları Ve Kılıç Ali
Paşa Hamamı Koruma Önerileri.” Yük. Lis. Tz.
Yıldız Tknk. Ün. İst.(2006)., s. 124
Kınalı (Kümbet) Türbesi-Malatya
(1) Evci, Necmettin. “Eski Malatya Türbeeleri.” Dok.
Kılıç Arslan Türbesi-Aksaray Tz. Selçuk Ün. Ed. Fak.(1984).
(1) Topal, Nevzat. a.g.e. s. 58

Kınalı Türbesi-Yunanistan-Dimetoka
Kılıç Baba Türbesi-Makedonya (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 990
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 560

Kınalıada Ermeni Mezarlığı


Kılıç Çalmak Şükrü Gülesin (Mezarlık) Sok. No: 1, 34977 Kına-
Kılıçla düşmana saldırmak, kılıçla kesip öldürmek. lıada.
(1)
Ermeniler’in adadaki nüfusunun artmaya başladı-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ğı 19. yüzyıldan itibaren mezarlığın var olduğunu
biliyoruz. Genişliği 1803 m2 olan mezarlık arazisi
1855’te Anber ve Hovhannes Yazıcıoğlu tarafın-
Kılıç Dede Türbesi-Samsun
dan bağışlanmıştı. 1932 yılında mezarlığın orta-
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 7, s. 440, sından açılan bir yol nedeniyle, üst kısım 1937’de
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 303 Türk Vakfı’na bırakılarak burası Müslüman me-
zarlığına dönüştürüldü.
Kılıçarslan Türbesi-Amasya Mezarlıkta gömülü olan tanınmış kişileri şöyle sı-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 ralayabiliriz:
Yarbay Dr. Yenovk Bey Papazyan (1860-1913)

Kılıçcı Baba Türbesi-İstanbul Hukukçu yazar Sarkis Karakoç (1865-1944)

(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 28


Albay Dr. Sarkis Bey Berberyan (1859-1945)
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/
kinaliada-ermeni-mezarligi-mezarliklar/
Kılıçlamak
Kılıçla vurmak, kılıçtan geçirmek, kılıçla yarala-
mak veya öldürmek.(1)(2) Kırca Ali Baba Türbesi-Bulgaristan

(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 292


(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kırdurmak
Kılıçlı Baba Türbesi-İstanbul Öldürtmek.(1)
(1) Adresler. a.g.e. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

406
Vadi-i Hamuşan
Kırgın lınca buraya dikdörtgen bir kapı açılmıştır. Mekâ-
a. Yok etme, soy kırım, toptan öldürme, kırıp ge- nın yan duvarlarının büyük bölümü yeni baştan
çirme, kırım, kıtal.(1)(2) örülmüştür. Buralarda, yapının küfeki ve tuğla sı-
ralı duvar tekniğiyle hiçbir ilişkisi olmayan, moloz
b. Öldürücü, bulaşıcı,(1) ölüm salgını,(1) toplu
taş ve yer yer tuğlanın kullanıldığı kötü bir duvar
ölümlere yol açan salgın hastalık.(3)(4)
işçiliği görülmektedir. Türbenin kubbe ile örtülü
c. Öldürülmüş kimse, maktul.(1) ana mekânının da önemli değişiklikler geçirdiği
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. belli olmaktadır. Duvarların üzerini çeviren kirpi
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. saçaklarla mekânın üzerini örten kubbe yüksel-
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. tilmiş, farklı malzeme ve kötü bir işçilik gösteren
(4) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts bu kısımlar yapının orijinal görünümünün büyük
&arama=gts&guid=TDK.GTS.5928bb5add- ölçüde bozulmasına sebep olmuştur. Kubbe bu
3bf0.13582519 yükseltme sonucunda biçimini kaybederek basık
bir hal almıştır. Yapıda ana mekânı örten ve oni-
Kırgızlar Türbesi-İznik kigen yüksek bir kasnağa oturan kubbeye gövde-
den geçiş pencerelerin arasına yerleştirilmiş sivri
(1) DİA, Cilt. 25 s. 445,
(2) Usta, Kağan Mehmet.. a.g.e. s. 63
kemerli, yüksek tromplarla sağlanmıştır. Kubbe,
tromp ve pencerelerin arasına yerleştirilmiş pan-

K
dantiflerin üzerine oturmaktadır. Kasnağa dört
Kırgızlar Türbesi adet pencere açılmıştır. Kubbeli mekânın doğu
İznik’te Yenişehir Kapısı dışında yer alan erken ve batı duvarlarında aynı eksende olmak üze-
Osmanlı devrine ait türbe. re altta ve üstte yuvarlak kemerli birer pencere,
İznik’te ilk Osmanlı devrine ait olan türbelerin güney duvarında ise yalnızca üstte bir pencere
içinde üzerinde durulan ve ilgi çeken bu yapı mevcuttur. Kuzey duvarında ise öndeki mekânla
araştırmacılar tarafından XIV. yüzyıla tarihlendi- bağlantıyı sağlayan kapının hemen üzerinde bir
rilmektedir. Yapı bugün, tarlalar içinde temelleri pencere yer almaktadır. Yapının iç kısmında doğu
kalmış olan Orhan Gazi Zâviyesi’nin karşısında duvarının güneyinde yarım yuvarlak bir niş, gü-
yol kenarında yer almaktadır. Zâviyenin bakımıy- ney duvarında da kıbleyi gösteren dikdörtgen bir
la görevlendirilen Orta Asya’dan gelmiş gazi eren- niş bulunmaktadır.
lerin türbesi olan yapıya halk arasında Kırk Kızlar Türbenin kubbeli mekânında sekiz adet kitâbesiz
Türbesi de denilmektedir. Bazı yayınlarda Hacı mezar yer alır. Eski yayınlardan giriş mekânında
Camaza Türbesi adı da geçmektedir. da mezarlar olduğuna dair bilgi edinilmekteyse de
Türbe plan olarak aynı eksen üzerinde bulunan, günümüzde bunlardan hiçbir iz kalmamıştır. Ya-
önde tonozlu bir giriş eyvanı ile arkada kubbeli pının tek süsleme özelliği, ana mekânın içinde yu-
bir ana mekândan oluşmaktadır. İki bölüm ara- varlak kemerli pencerelerin etrafını çeviren kalem
sındaki bağlantıyı Bizans silmeleriyle çevrelen- işi tezyinattır. Mevcut izlerden, zamanında kubbe
miş dikdörtgen bir kapı sağlamaktadır. Yapının göbeğinde ve eteğinde de aynı tarzda süslemelerin
önündeki giriş mekânının beşik tonozla örtülmüş olduğu anlaşılmaktadır. Motif olarak kıvrık dal
olduğu anlaşılmakta, mekânın kuzey cephesinde ve rûmîlerin yanı sıra Türk sanatına yabancı olan
hâlâ görülebilen kemer izi bunu doğrulamaktadır. korint başlıklı sütunların da görülmesi ilginçtir.
Bilinmeyen bir tarihte tonoz yıkılmış ve yerine Bu durum değişik şekillerde yorumlanarak Bizans
bir ara ahşap düz çatı yapılmıştı. Çatı günümüzde etkisine bağlanabildiği gibi farklılığın, Bizanslı
artık mevcut değildir. Türbenin bu ön mekânının ustaların bizzat yapının süslemesinde çalışmış
bir hayli değişiklik geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu olmalarından kaynaklandığı da ileri sürülmüştür.
kısım orijinal durumunda, yanlara doğru çıkıntı Kalem işi süslemelerin tarihlendirilmesi konusun-
yapan iki köşe pâyesi arasına oturtulmuş bir ke- da da farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu hususta,
merle dışa açılmaktaydı. Kemer sonradan kapatı- süslemelerin yapıyla çağdaş olup XIV. yüzyıldan

407
Vadi-i Hamuşan
kaldığı ya da XVII. yüzyıl gibi daha geç bir tarihe Kırış
ait oldukları şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ya- a. Öldürme.(1)
pıda duvar örtüsünün orijinal karakteri oldukça
b. Savaşta birbirlerini öldürme.(2)
bozulmuş, sonraki dönemlerin inşaatları duvar
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
örgüsünde yama gibi iz bırakmıştır. Duvarların
(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
düzgün olan kesimlerinde üç sıra küfeki taşı ile iki
sıra tuğladan oluşan ve devrinin orijinal karakte-
rini taşıyan örgü görülmektedir. Bunun yanında Kırk
yapım malzemesi olarak devşirme blok taşların Kırk eren tarafından veya kırk şaman tarafından
kullanılmış olması da dikkati çeker. Bunlar arasın- korunan kutlu kişilere Kırklı adı verilir. Burla Ha-
da güneybatı köşesinde bulunan mermer blok taşı tun’un savaşçı Kırk Kız yardımcısı vardır. Yeni
içerdiği Grekçe kitâbe ile diğerlerinden ilk bakışta doğum yapmış bir kadının yanına bir iki kişi ha-
ayrılır. Yapı son yıllarda Vakıflar İdaresi tarafından riç kırk gün boyunca kimse girip çıkmaz. Bu du-
tamir edilerek bir avlu duvarı ile çevrilmiştir.(1) rumun sağlık gerekçeleriyle bir bağlantısı olduğu
(1) DİA; [KIRGIZLAR TÜRBESİ - Selda Kalfazade Er- açıktır. Ayrıca bu süre çocuğun kırkının çıkması
tuğrul] c. 25; s. 446 anlamına da gelir ki, bu anlayışa bağlı gelenekler
vardır; dua okunması, yemek verilmesi vs. gibi.
Ölünün kırkının çıkması da yine benzer biçimde
Kırgızoğlu, M. Fahrettin
dualarla ve helva yapılarak gerçekleştirilir. Bu anla-
TTK Ktp./Tasnif No: B. I 1279
yışın temelinde ruhun yaşadığı evi kırk gün sonra
Khazarlar’ın Kazak Ve Borçalı Boylarından Oluşan terk ettiği inancı vardır. Kırgız bayrağında Güneşin
Karapapaklarda İnsan Heykelli Kabirtaşları Yapma etrafında kırk Kırgız boyunu simgeleyen kırk ışın
Geleneği, Bizim Ahıska, Sayı:10, S.285-298, TTK, vardır. Dede Korkut Hikayeleri, Manas Destanı,
1996, Ankara
Kırgız Türeyiş Efsanesi’nde Kırk Kız vardır. Oğuz
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Han’ın verdiği şölenlerde diktirdiği sırıkların boyu
kırk kulaç uzunluğundadır. Hikâye ve masallarda
“kırk gün, kırk gece” düğünler yapılır. Cezalandırı-
Kırgızoğlu, M. Fahrettin
lanlar için “Kırk katır veya kırk satır” şeklinde bir
Vakıflar Gn. Md. Ktp./Tasnif No:-
uygulamadan bahsedilir. Ejderhalar kırk gün veya
Fotoğraflarla Kıbrıs Türk İslam Kitabelerinden, Arkaik kırk yıl uyurlar. Ejderhadan kırk kıl koparılır ve
Dönemden Bugüne Kıbrıs’ta Türk Kültürü ve Turizm ateşte yakılır, ejderha ancak o zaman ölür.
Politikası Sempozyumu (30 Ekim-1 Kasım), 1989,
İslamiyet’te ise ölümün ardından kırk gün son-
Atatürk Kültür Merk., Kıbıs
ra mevlit ve Kuran okunur. Musa Peygamber,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Tanrı’nın buyruklarını Turdağı’nda kırk gün kırk
gecede almıştır. Kırk erenlerin sonsuza kadar
Kırım yaşayacağına inanılır. Göze görünmezler, Tanrı
tarafından seçilmişlerdir. Bektaşilerde dört kapı
Savunmasız halkın veya tutsakların toplu olarak
kırk makam anlayışı yer alır. Kırk sayısının Çuvaş-
öldürülmesi,(1)(3) yok etme, katliam.(2)
çadaki söyleyiş biçimi olan Hereh’in kurban anla-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. mıyla bağlılığı dikkat çekicidir.(1)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Karakurt, Deniz. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Kırk Gün Süt Verme


Kırımi Hüseyin Efendi Türbesi-istanbul
Alevilerde, (örn. Amucalar’da), vefat edenin ya-
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 479, kınları ardından, maddi imkanları nisbetinde
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 4, s. 567 hayır işleri icra edilir. Kırk (...) gün süresince, her

408
Vadi-i Hamuşan
gün bir kişiye süt götürülür. Bu ölen kişinin sev- nacak suyun içine atılır. Taş toplama işlemi kırk-
diği biri olabileceği gibi, fakir bir kişi de olabilir. birden geriye sayılarak yapılır.(1)
Son gün, kırkıncı gün ziyeret edilen kişiye süt ile (1) Aktaş, Ali. a.g.e., s. 31
birlikte bir tas ve bir kaşık bırakılır.(1)(2)
Yedi ve kırkıncı günlerde birtakım ritüellerin ya-
Kırklar (Kırk Evliya)
pılması, muhtemel olarak yine eski Türk inanç ve
gelenekleriyle ilgilidir. Zira eski Türkler, ölenin Derviş motifiyle yakından bağlantılıdır. Kimi
arkasından aynı günler ile yılında yemek verir, görüşlere göre her çağda kimliği bilinmeyen (ba-
kurban keser, yas tutardı.(2) zen bunu kendileri bile bilmeyen) kırk kutlu kişi
vardır. Ve kötülüklerle dolu Dünya onların yüzü
(1) Aktaş, Ali. a.g.e., s:30
hürmetine ayakta durur. Hıristiyan Türklerde 40
(2) Yıldız, Harun. “Alevî Geleneğinde Ölüm ve Ölüm
Aziz kavramı vardır. Onlar için 40 mum yakılır.
Sonrası Tören ve Ritueller.” Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Veli Dergisi 42 (2007): 93-112. s: 15 Kırklara karışan erenler veya yiğitler de bir daha
görünmezler.
Örneğin Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı kahra-
Kırk Molla Türbesi-Türkmenistan
manı için dört kitabın sonunda da şu cümle yer
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8 alır. “İnce Memed’den bir daha haber alınamadı.
İmi timi bellisiz oldu.” Çiltenler yılda bir kez top-

K
Kırk Kızlar Türbesi-Tokat lanıp yeryüzünde olup bitenleri görüşürler, değer-
lendirirler.
(1) DİA, Cilt. 2 s. 52,
(2) Selçuk, Mehmet Fatih. a.g.e. s. 49, Hastaların şifa için gittiği “Çilten Ocağı” Asya’da
(3) Tokat:. a.g.e. s. 112 farklı yörelerde mevcuttur. Kırk Çilten veya Kırk
Eren adıyla da anılırlar. Kışın ardından baharda
yeniden dirilmeye hazırlık süreci olarak kışın
Kırk Kızlar Türbesi-Sivas doğadaki üç kez ölüp dirilmeyi ifade eden ve ilki
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 56 kırk gün süren üç dönemin adı Çille şeklinde ge-
çer. Büyük Çille 40, Küçük Çille 20, Boz Çille ise
Nevruz’a kadar gider. Nevruzda nihai diriliş ger-
Kırk Kızlar Türbesi-İran
çekleşir. Şiltenler dağlarda yaşar ve canlıları da
(1) Kollektif3. a.g.e. Cilt 12 s. 21 korurlar. Ava çıkmadan kendilerine dua edilerek
yardım istenir.
Kırk Kızlar Türbesi-Kayseri Yine bu kavramla bağlantılı olan ve Kazaklarda
Temmuz ayını ifade eden Şilde isminin nerden
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 21
geldiği hususunda iki farklı görüş bulunmaktadır.
Bunlardan ilki eski Türkçedeki ‘‘Şolde’’ (Susamak,
Kırk Kızlar Türbesi-Ortaasya Çölde Kalmak) kelimesinden geldiği yönündedir.
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 24 İkinci görüş ise, bu ayın isminin Farsça ‘‘çilla’’
(kırk) kelimesinden geldiği hakkındadır. Kırklı
sözcüğü, kırk ünlü ata ruhunun koruyuculuğu al-
Kırk Şehitler Türbesi-Mardin tında olan kişi demektir.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 54 Kırk: (Kır). Çokluk ifade eder. Kırkmak fiili ile aynı
köke sahiptir.
Kırkbir adet taş Çilten: (Şil/Çil). Çilemek, yağmur yğması, sepele-
Vefat edenin giysilerinin tümü toplanır, yıkanır mesi demektir. Çileğ de serpinti anlamına gelir.
ve en yakın dostuna verilir. Cenazenin elbiseleri Farsça kırk anlamına gelen Çille ile de alakalıdır.
yıkanmadan önce kırkbir adet taş toplanıp, yıka- (1) Karakurt, Deniz. a.g.e.

409
Vadi-i Hamuşan
Kırk mum yakma Kırklar Türbesi-Erzurum
Gagavuz Türkleri, ölünün kırk gün ruhunun ön- (1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 53
ceden yaşadığı, gezdiği yerleri dolaştığına inan-
maktadırlar. Eski Türkler, ölüm ruhundan korun-
Kırklar Türbesi-Malatya
mak için, ölü evinde kırk gün ışık yakmışlardır.
Kırgız-Kazaklar, ölünün ruhu için kırk tane mum (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 295
hazırlar ve her gün bir tanesini yakarlar.(1)
(1) Akman, Eyüp, a.g.e., s.195 Kırklar Türbesi-Sivas
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 310

Kırk yemeği
Ölünün kırkıncı gününe kırklanma adı verilir. O Kırklar ve Çömlek Baba Türbesi-Kırklareli
gün, toprağa konduğu günden itibaren şişme- (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 285
ye başlayan vücudun patladığına inanılır ve ruh
da aynı azabı çeker. Bunun için kırkında mevlit
Kırmak
okutulur. En az on çeşit yemeğin bulunduğu kırk
yemeği yapılır. Bunlardan en önemlisi zerde pila- a. Öldürmek,(2) yok etmek, imha etmek, tenkil et-
mek, kökünü kazımak.(1)
vıdır.(1)
b. Canlıları topluca öldürmek, yok etmek,(3) çok
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 205
sayıda insan ve hayvan öldürmek, topluca öl-
dürmek, yok olmasına sebep olmak.(1)
Kırkı Çıkmak (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Doğum ya da ölüm üzerinden kırk gün geçmesi.(1) (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Kırkkızlar Türbesi-İznik Kırmızı Ebe (Kırgız Ebe) Türbesi-Ankara


(1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 30
(1) Daş, Ertan. a.g.e. s. 25

Kısaç Köyü Türbesi-Çankırı


Kırkkızlar Türbesi-Bolu-Düzce
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 206

Kısas
Kırklanma
a. Bir katili, kasten öldürdüğü kişinin hayatı kar-
Ölünün kırkıncı gününe kırklanma adı verilir.(1)
şılığında öldürme, yaralayanı yaralama veya bir
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 205 suçluyu yaptığı suçun karşılığı olarak aynısı ile
cezalandırma, misilleme suretiyle cezalandır-
Kırklar Sultan Türbesi-İstanbul ma.(1)(2)(3)(5)
b. İz sürmek, peşinden gitmek anlamındaki “kass”
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 56,
kökünden gelir.(4)
(2) Bilir, Ali. a.g.e. s. 58,
(3) Gider, Şenay. a.g.e., s. 119 (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(3) DİA;
Kırklar Türbesi-Sandıklı (4) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 403;
(1) Karakuş, Ali Osman. a.g.e. s. 143 (5) Akay, Hasan. a.g.e.

410
Vadi-i Hamuşan
Kısas kısas hükmünü aslî ceza olarak öngörmekle birlik-
Kur’an’da dört yerde geçen kısas kelimesi, “denk- te mağdurun ya da velisinin kısastan vazgeçerek
lik” anlamına geldiği bir yer dışında (el-Bakara diyet alabileceğini de belirtmiş, ancak karşılık-
2/194) İslâm ceza hukukundaki terim anlamıyla sız affetmeyi tavsiye etmiştir (el-Bakara 2/178;
kullanılmıştır (el-Bakara 2/178, 179; el-Mâide el-Mâide 5/45; eş-Şûrâ 42/40). Hz. Peygamber
5/45). de kendisine intikal eden ve kısas cezası gerekti-
ren suçlarda mağdur tarafa suçluyu affetmesini
Bu kavram hadislerde de kısas ve “kaved” şeklinde
tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, “Diyât”, 3; Nesâî,
isim ve fiil kalıplarıyla sıkça geçmektedir (Wensin-
“Ķasâme”, 28). Suçluyu affetmenin kısas ve diyet
ck, el-Mucem, “ķśś”, “ķvd” md.leri). Klasik fıkıh
talebinden daha faziletli olduğu konusunda İslâm
literatüründe ise kısas kelimesinin eş anlamlısı
hukukçuları arasında icmâ vardır.(…)
olan kaved kavramı daha sık kullanılmaktadır.
Hakların fıkıh usulünde yapılan dörtlü tasnifinde Kısas talep etme yahut affetme yetkisi adam öl-
kısas gerektiren suçlar kamu ve şahıs haklarının dürmede maktulün kısas hakkına sahip mirasçı-
birlikte ihlâl edildiği, ancak şahsî hak ihlâlinin ön larına, müessir fiillerde suçun doğrudan mağdu-
planda tutulduğu grup arasında yer almaktadır. runa, ölümü halinde ise mirasçılarına aittir.(…)
Bu ayırımın, kısas cezasını gerektiren suçların, Affın mahkeme kararının ardından da geçerli ol-
takibi şikâyete bağlı suçlar kapsamında yer alması ması sebebiyle kısas hakkına sahip olan mağdur

K
ve mağdurun bu cezayı af yetkisinin olduğunu gös- veya yakınlarından herhangi birisinde cezanın
termesi bakımından önemi bulunmaktadır. İslâm infazından önce ortaya çıkan akıl hastalığı fâilden
hukuk literatüründe kısas cezasına ilişkin hüküm- kısası düşürür. Af veya sulh ile kendisinden kısas
ler “cinâyât”, “cirâh” veya “diyât” başlıkları altında düşen kimse yeniden dokunulmazlık hakkı kazan-
müstakil olarak ele alındığı gibi bu cezanın bazı dığından bu kimsenin daha sonra maktulün mi-
özel hükümlerine fıkıh kitaplarının “da‘vâ”, “sulh”, rasçıları tarafından öldürülmesi kısası gerektiren
“şehâdât” gibi bölümlerinde yer verilmiştir.(1) yeni bir suç teşkil eder.
(1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495 İçinde yaşadığı toplumun bir ferdi olması dola-
yısıyla doğrudan ferde karşı işlenen suçlar aynı
zamanda topluma karşı işlenmiş kabul edilir. Bu
Kısas Cezasının Düşmesi bakımdan şahıslara karşı işlenen suçlarda suçun
Suç işlendiği sırada veya yargılanmadan önce pasif süjesini oluşturması itibariyle birinci de-
mevcut olan akıl hastalığı yahut bunaklık gibi se- recede mağdur olan bireyin yanında toplum da
bepler fâilin yargılanmasına engel teşkil ettiği gibi ikinci derecede mağdur kabul edilmiştir.(…) Ceza
kısas hükmünden sonra ortaya çıkan akıl hastalığı siyaseti bakımından gerekli görmesi durumunda
da kısas hükmünün infazına engel teşkil eder. siyasî otoritenin kamu adına davayı takip ederek
Kısasın maddî konusunun yok olması, meselâ suçluyu ta‘zîr sınırları içinde cezalandırma hakkı-
adam öldürme suçunda fâilin cezanın infazından nın bulunduğunu da belirtmek gerekir.
önce ölmesi, müessir fiillerde ise suçu işlediği sıra- Kısası düşüren bir başka sebep de sulhtur. Fiil
da mağdurun yok ettiği organa karşılık kendisinin ehliyetine sahip olması durumunda mağdurun
aynı organının bulunmaması ya da mevcut olan bizzat kendisi, olmaması durumunda ise kanunî
organının daha sonra üçüncü şahsın haksız teca- temsilcisi suça öngörülen kanunî bedel veya daha
vüzü, tabii âfet veya hastalık sonucu yok olması ya fazla bir miktar karşılığında kısastan vazgeçme
da şahsın ölmesi halinde de kısas düşer. hususunda suç fâiliyle karşılıklı anlaşabilir.(…)
Bu durumda diyetin de düşüp düşmeyeceği dokt- Kasıtlı müessir fiillerde diyet aslî ceza olmadığı
rinde ihtilâf konusudur.(…) için sulh ile belirlenen tazminat özellikle Hanefî-
Kısası düşürücü bir başka sebep de suçlunun affe- ler’ce diyet değil sulh bedeli olarak kabul edilmiş-
dilmesidir. Af hayatta ise suç mağduruna, değilse tir. Çünkü karşılıklı rızâ ve muvafakat sonucu
onun mirasçılarına ait bir haktır. Kur’ân-ı Kerîm, belirlenen malî bedel diyet miktarından az olabil-

411
Vadi-i Hamuşan
diği gibi fazla da olabilmektedir. Bundan dolayı ayrı ayrı kısas edilir. Birden fazla kişinin aynı or-
sulhun tâbi olduğu hükümler, diyete öngörülen ganını yok eden fâilin kısasa konu olan sadece bir
hükümlerden çok sulha taraf olan fâil ve mağdu- organı mevcut olduğundan bu durumda kendisine
run anlaşmalarındaki özel hükümlerdir. Sulh akdi kısasın nasıl uygulanacağı mezhepler arasında ih-
sonucunda kısas düşmekte ve fâil malî yükümlü- tilâf konusudur. Ebû Hanîfe’ye göre mağdurların
lük altına girmektedir. hepsi kısas isterse fâile kısas uygulanır. Ancak bir-
Kısas davalarında tarafların (suç fâiliyle maktulün den fazla organa karşılık tek organ kısas edildiği
vârisleri ya da yaralamalarda mağdurun) kendi için suç-ceza dengesi tam olarak sağlanamayaca-
rızâ ve muvafakatleriyle üçüncü bir şahsı veya ğından bu durumda mağdurların imkânsızlık se-
şahısları hakem tayin ederek onların vereceği kı- bebiyle gerçekleştirilemeyen hakları malî bedele
sas veya diyet hükmüne uymaları (tahkim) geçerli dönüşür ve kendilerine ayrıca kısas edilemeyen
sayılmamış, mağdur tarafın seçimlik hakkı olan organlarının bedeli ödenir. Mağdurlardan birinin
kısasa ancak mağdurun talebi doğrultusunda hâ- kısas talebinde bulunması durumunda diğerleri-
kimin karar verebileceği kabul edilmiştir.(…)(1) nin müracaatı beklenmeksizin kısas infaz edilir.
Mağdurlardan birinin fâili affetmesi ferdî hak ka-
(1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495
bul edilerek diğerlerinin hakkını düşürmez.(…)(1)
(1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495
Kısas Cezalarının İçtimaı
Kısas gerektiren suçların ve cezalarının içtimaın-
Kısas Tarihi
da duruma göre “cezaların toplamı” veya “en ağır
cezanın verilmesi” sistemi benimsenmiştir. Suç Kasten adam öldürme ve müessir fiil suçlarında
fâilinin kısas gerektiren birden fazla suç işleme- suçlunun işlediği fiile denk bir ceza ile cezalandı-
si halinde birden fazla kısas birleşmektedir. Bazı rılması.
durumlarda fâile işlediği her suç için ayrı ayrı kı- Sözlükte “ardından gitmek, iz sürmek, yaptığı işte
sas gerekli görülürken bazılarında kısas gerekti- birinin yolunu takip etmek; kesmek, eşitlemek
ren birden fazla fiile karşılık bir defa kısas infaz ve misilleme yapmak” mânalarında masdar olan
edilmekte, böylece bütün fiiller için kısas infaz kısâs isim olarak “mutlak eşitlik, bir şeyin iki tara-
edilmiş kabul edilmekte (tedâhül), bazı durum- fının birbirine denk olması; işlenen fiile ona denk
larda ise fâile aynı zamanda hem kısas hem diyet bir fiille mukabele edilmesi” anlamlarına gelir.
sorumluluğu getirilmektedir. İşlediği adam öldür- Hukukta kısas, kasten işlenen adam öldürme veya
me veya müessir fiil sebebiyle mahkûm olmadan müessir fiil (yaralama) suçunun fâilinin işlediği
(basit içtima) veya mahkûm olsa bile henüz ceza fiil cinsinden ve ona denk bir ceza ile cezalandı-
infaz edilmeden aynı türden başka suçlar işlemesi rılmasını, fıkıhtaki teknik kullanımıyla kasten
halinde (mevsuf içtima) fâile içtima hükümleri, öldürdüğü kişiye karşılık fâilin öldürülmesini,
buna karşılık mahkûm olup ceza infaz edildikten kasten işlediği müessir fiil sonucu mağdurda be-
sonra işlediği aynı türden suçlara tekerrür hü- denî-fizikî zarar meydana getiren kimsenin ben-
kümleri uygulanmaktadır. Buna göre fâil iki kişiyi zeri şekilde cezalandırılmasını ifade eder.
amden öldürmüşse (cinâyât-ı münferide) bu iki
Tarihsel Süreç. Kapsamı, çerçevesi ve infaz şekli
suçu sebebiyle kısasen öldürülür, ayrıca diyet so-
toplumlara göre farklılık arzetmekle beraber ha-
rumluluğu doğmaz.
yata ve vücut bütünlüğüne karşı işlenen kasıtlı
Suçların niteliği farklı ise, meselâ fâil suçlardan suçların kısasla cezalandırılmasının, günümüze
birini kasten, diğerini taksirle işlemişse kasıtlı fi- intikal etmiş en eski hukuk metinlerine sahip İlk-
ilinden kısas, taksirli fiilinden diyet sorumluluğu çağ kavim ve medeniyetlerine kadar uzanan uzun
doğar.(…) bir geçmişi ve yaygın bir uygulama alanı vardır.
Fâil, birden fazla kişinin farklı organlarını yok “Cana can, göze göz, dişe diş” şeklinde formüle
etmişse (hakiki içtima) kendisinin aynı organları edilen kısas cezası, tarihsel süreçte kabileler arası

412
Vadi-i Hamuşan
kolektif sorumluluk ve cezalandırma anlayışının üzerine nâzil olduğu rivayet edilir (Fahreddin er-
terkedilip cezaî sorumluluğun şahsîleştirilmesi, Râzî, XII, 6-7).
öç alma (intikam) ve suçluya işlediği suçun bede- Hıristiyanlık’ta suçu ve suçluyu affetme duygu-
lini ödetme (kefâret) sâikinin de şahsî hak çerçe- sunu geliştirmeye yönelik ahlâkî bir öğüt olarak
vesinde adalet ve eşitlik anlayışıyla dengelenmesi kısas hakkından vazgeçilmesi tavsiye edilmekle
aşamasını ifade eder. Kısas yerine mağdurun ya- beraber hukukî bakımdan bu konuda bir açıklık
kınlarına kan bedeli (diyet) isteme ve malî uzlaş- bulunmamaktadır. Nitekim şeriatı yahut pey-
ma hakkı tanınması ve kısasın sadece kasten iş- gamberleri yıkmaya değil tamamlamaya geldiğini
lenen cinayetlere uygulanan bir müeyyide olması belirten Hz. Îsâ’nın Tevrat’ın “göze göz, dişe diş”
bu sürecin bir başka aşamasını temsil eder. ilkesine atıfta bulunduktan sonra affetmeyi ve
Haksız yere adam öldürmenin büyük bir suç ve feragati öğütlemesi (Matta, 5/17, 38-40) kısas
günah olduğu ilâhî dinlerin ortak temalarından hükmünün Hıristiyanlık’ta da ilga edilmediğini
biri olup (Tekvîn, 9/5-6; Çıkış, 20/13; 21/12-14, göstermektedir.
23/7; Sayılar, 35/11-21; Matta, 5/21-22; Luka, Câhiliye devri Arap toplumunda kısas cezasının
18/20) Tevrat’ta adam öldürme ve yaralama ile yaygın olduğu bilinmektedir. “Öldürmeyi en iyi
sonuçlanan müessir fiillerin “cana can, göze göz, yok eden şey yine öldürmedir” şeklindeki atasö-
dişe diş, ele el, ayağa ayak, yanığa yanık, yaraya zü, dönemin adalet anlayışında kısas cezasının
vazgeçilmez bir önem taşıdığını gösterir. Ancak

K
yara” şeklinde kısasla cezalandırılması öngörülür
(Çıkış, 21/23-25; Levililer, 24/17, 19-21; Tesniye, (…) cezanın uygulanmasında çok defa keyfîlik ve
19/21). İnfazı maktulün kan öcünü alan yakınla- şahsî intikam esasına dayalı aşırılıklar söz konusu
rı gerçekleştirir (Sayılar, 35/19; Tesniye, 19/11- oluyor, bu da yerine göre kutsal kabul edilen ve
12). Tevrat’ta suçun şahsîliği ilkesi benimsenerek zincirleme olarak nesilden nesile intikal eden kan
herkesin kendi suçundan şahsen sorumlu olduğu davalarını besliyordu. Kabile fertlerinden birine
karşı işlenen suç bütün kabileye karşı işlenmiş sa-
belirtilmiş, bu sebeple suçlu olan çocuk yerine ba-
yıldığından cezalandırmada suçlunun kabilesine
basının veya baba yerine çocuğunun öldürülmesi
mensup olma yeterli sebep kabul edilerek suçlu
yasaklanmıştır (Tesniye, 24/16).
suçsuz ayırımı gözetilmeksizin misilleme cihetine
Abdullah b. Abbas’tan gelen bir rivayette Yahudi- gidiliyor, ayrıca suçta kasıt-hata ayırımı yapılma-
lik’te kısasın yegâne ceza olduğu, bu cezanın infa- yarak maddî sonuçla yetiniliyordu.
zının imkânsızlığı durumunda alternatif malî bir
Öldürülenin kanının öcünü alma kutsal ve onur
ceza olarak diyetin bulunmadığının ifade edilmesi
kazandıran bir görev sayıldığından güçlü kabilele-
(Buhârî, “Diyât”, 8; Nesâî, “Kasâme”, 27; Şâfiî, VI,
rin bazan öldürülen bir üyesine karşılık zayıf ka-
9) Tevrat’taki ölüme mahkûm edilen kātilden di-
bileden birden fazla kişiyi öldürdüğü oluyor, zayıf
yet alınmayıp mutlaka öldürülmesi gerektiğini ifa- kabileler ise diyete razı ediliyordu. Genel teamül
de eden hükümle (Sayılar, 35/31) örtüşmektedir. olarak efendinin kölesini, babanın çocuğunu, ko-
Ölümle sonuçlanmayan müessir fiil suçlarında canın eşini öldürmesi kısasla cezalandırılmıyor,
tazminat ödenebileceği hususu, daha sonra yahu- kadını öldüren erkeğe de kural olarak kısas uygu-
di din adamları tarafından geliştirilmiş bir çözüm lanmıyordu. İnsanlar arasında ırk, cinsiyet ve sos-
görünümündedir. İslâm’ın Medine döneminde bu yal statülerine göre ayırım yapılması, kısas kadar
bölgede yaşayan yahudi kabileleri arasında kısasın ona bedel olmak üzere ihtiyarî olarak kabul edilen
ilke olarak uygulandığı, ancak kabileler arasında diyette de söz konusu idi.(1)
ayırım yapıldığı, nitekim öldürdüğü Kurayza ka- (1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495
bilesine mensup bir kadına karşılık Nadîrli erkeğe
Tevrat’ta öngörülen kısas cezasının verilmemesi
Kısas Fi’n-Nefs
üzerine yahudilerin Hz. Peygamber’e başvurdu-
ğu ve Tevrat’ta cana karşılık can hükmünün yer Katili, öldürülen kişi karşılığında öldürmek.(1)
aldığını belirten âyetin de (el-Mâide 5/45) bunun (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.

413
Vadi-i Hamuşan
Kısasen Katl sanık ve suçlunun haklarını da koruyucu tedbir-
Taammüden katil olan bir şahsın usulü dairesinde ler olarak görülür. Cezalandırmada mânevî unsur
öldürülmesi.(1) esas alınıp kast-taksir ayırımı yapılmış, suçun iş-
lenmesinde kastın bulunmadığı ya da kısasın uy-
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
gulanmasının mümkün olmadığı veya düştüğü du-
rumlarda bedensel ceza yerine malî bir bedel olan
Kısasın Hukukî Dayanağı ve Mahiyeti ve ceza yönü de bulunan diyet (tazminat) ödetme
İslâm ceza hukukunda kısasla ilgili hukukî mevzu- cihetine gidilmiştir. Ayrıca ödenecek diyete fâilin
atın kaynağını Kur’an ve Sünnet oluşturmaktadır. kan akrabaları (asabe) veya mensup olduğu mes-
Kur’an ve Sünnet’te haksız yere adam öldürme lek grubu gibi yakın çevresi (âkıle) ortak edilerek
büyük günah sayılarak yasaklanmıştır. Ahlâkî ve bir taraftan fâilin maddî yükünü hafifleten, diğer
uhrevî sorumluluğunun yanında (en-Nisâ 4/93; taraftan yaralanması veya bir organını kaybetmesi
el-Mâide 5/32; el-En‘âm 6/151; el-İsrâ 17/33; halinde mağduru, ölmesi durumunda destekten
Buhârî, “Diyât”, 1-2) maddî-dünyevî ceza olmak yoksun kalan ailesini koruyan kolektif bir tazmin
üzere bu tür kasıtlı fiillerin karşılığının kısas oldu- sistemi oluşturulmuştur. Böylece malî yönden bir-
ğu (el-Bakara 2/178-179), adam öldürmede mak- birine karşı sorumlu tutulan insanların meydana
tulün velisine kısası isteme yetkisi verildiği (el-İsrâ getireceği ortak ve karşılıklı denetim sistemiyle
17/33), maktulün velisinin kātili affetmesi halinde bir anlamda suçla mücadele edecek yardımcı mü-
(el-Bakara 2/178) veya hatâen adam öldürmelerde esseseler de ihdas edilmiştir. Âkılenin diyeti öde-
(en-Nisâ 4/92) diyet ödeneceği ifade edilmiştir mede yetersiz kaldığı durumlarda ise devlet hazi-
(Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, IV, 327-328; ayrıca nesi devreye sokularak yaralanan mağdurun veya
bk. Müsned, I, 63; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 15, 26; İbn destekten mahrum kalan maktülün ailesi malî
Mâce, “Diyât”, 8; Nesâî, “Tahrîm”, 14, “Ķasâme”, yönden teminat altına alınmıştır. Ayrıca âhirette
31). Kur’an’da kısas formundan başka ikāb ve ceza günahlara kefâret olacağı prensibinden hareketle
kavramları kullanılarak kötülüğün karşılığının ona karşılıksız af tavsiye edilerek (el-Mâide 5/45; eş-
denk bir kötülük olduğu (Yûnus 10/27; eş-Şûrâ Şûrâ 42/40) yüksek ahlâkî duyguların hâkim oldu-
42/40) ve cezanın suç ile orantılı olması gerektiği ğu bir toplumsal yapı amaçlanmıştır. Bunun yanı
de (en-Nahl 16/126) vurgulanmıştır.(…) sıra kısas için zorunlu şart olan mağdurun kısas
Adam öldürme ve müessir fiiller kamu haklarına talebi yeterli görülmemiş, bu cezanın verilebilmesi
ve toplumsal düzene yönelik bir tecavüz kabul için suçun fâilinde, mağdurunda ve suçu oluştu-
edilmekle ve bunun için kamu otoritelerine suçlu- ran fiilde birtakım şartlar aranmıştır. Uygulama
yu ayrıca cezalandırma hakkı tanınmakla birlikte açısından ise kısas için yetkili mahkemenin kararı
suçun öncelikli olarak şahıs haklarını ihlâl ettiği ve kamu görevlilerinin sorumluluğunda infaz zo-
göz önüne alınmış, bunun için de cezanın uygu- runlu görülerek ferdî hak arama (ihkāk-ı hak) yolu
lanmasında şahıs hakları ön planda tutularak suç kapatılmıştır. Kısasla ilgili bu genel çerçeve ile ko-
mağduruna, yani yaralanan kimseye veya mak- lektif öç ve kolektif cezaî sorumluluk anlayışından
tulün yakınlarına infazı talep etme veya affetme beslenen kan davalarının İslâmî ölçülere tamamen
hakkı verilmiştir. Bu öncelik doğrudan mağdurun aykırı olduğu da vurgulanmıştır.
ya da en yakın hak sahiplerinin haklarını koruma, Kısas, İslâm hukukunda suçların ve cezaların ka-
affın yahut malî uzlaşmanın gerçekleşmesinde nunîliği ilkesi ve suçun hukukî konusu esas alına-
onları devrede tutma amacına yöneliktir. rak yapılan had, cinayet ve ta‘zîr şeklindeki üçlü
Klasik dönem fıkıh literatüründe uygulamadan tasnifte, Allah (kamu) hakkı bulunmakla birlikte
da ilham alınarak geliştirilen doktrin, yargılama, şahsî hakkın ağır olarak ihlâl edildiği öldürme-ya-
mahkûmiyet ve infaz aşamalarına ilişkin olarak ralama suçlarına öngörülen müeyyideler kapsa-
getirilen düzenlemeler ve bu alanda kamu otorite- mında yer alır. Kur’an’da yol kesme ve eşkıyalık
lerine yüklenen sorumluluklar ise suçta ve cezalan- (hırâbe) suçuna da idam cezası öngörülmekle bir-
dırmada kanunîliği sağlayıcı, suç mağduru kadar likte bu kısas değil had cezası grubundadır. Muh-

414
Vadi-i Hamuşan
sanın zinasının recm ile mürtedin ölümle cezalan- den daha ağır bir ceza uygulanmaması ilkesi esas
dırılması da böyledir. alınır. Bu bakımdan kasten müessir fiilin vücudun
Kısas cezası, bazıları doktrinde tartışmalı olmakla hangi bölgesinde cismanî zarara sebebiyet verdiği
birlikte kısas gerektiren suçlarda hâkimin takip kısasın uygulanabilirliği açısından önemlidir ve
ve kovuşturması için mağdurun şikâyet şartının bundan dolayı yaralama ve sakat bırakmalarda
aranması, zaman aşımının suça tanıklığı engelle- cezalandırma konusu doktrinde ayrıntılı biçim-
memesi, dava hakkının mirasçılara intikal etmesi, de ele alınmıştır. Meselâ suç-ceza dengesini tam
davanın mahkemeye intikalinden sonra mağdu- olarak sağlamanın imkânsız görüldüğü yüzde ve
run diyet alarak kısas hakkından vazgeçmesinin kafada meydana getirilen yaralamalarda kısas in-
câiz olması ve karardan sonra da af hakkını kul- fazından vazgeçilip fâile diyet sorumluluğu yük-
lanabilmesi gibi özellikleriyle had cezalarından lenmesi bu sebepledir.(1)
ayrılmaktadır (İbn Âbidîn, VI, 549-550). (1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495
İslâm hukukunda kısas cezası, kasıtlı adam öl-
dürme (kısâs fi’n-nefs) ve müessir fiillerde (kısâs
Kısasın Şartları
fîmâ dûne’n-nefs, kısâs fi’l-etrâf) olmak üzere iki
kısımda ele alınmış olup her iki şekli de ilke olarak Kısas cezası suç fâilinin, mağdurun ve yok edilen
Kur’an’da yer alır (el-Bakara 2/178-179; el-Mâide bir hakkın bulunmasını zorunlu kılar. Buna göre
kısasın unsurlarını fâil, mağdur ve fiil teşkil eder

K
5/45; el-İsrâ 17/33). Kasıtlı adam öldürme ve mü-
essir fiillerde kısas hakkına sahip olan kişi veya ve her biriyle ilgili olarak bazı şartlar söz konusu
kişilere “men lehü’l-kısâs, veliyyü’d-dem, veliy- olur. Buna ayrıca kısasın uygulanabilme şartlarını
yü’l-kısâs” gibi isimler verilmektedir. Kısas isteme eklemek gerekir.
hakkı müessir fiillerde doğrudan mağdura, adam a) Suç fâiliyle ilgili olarak aranan şart fâilin mükel-
öldürmede ise maktulün mirasçılarına intikal lef ve hür iradeye sahip bir kimse olmasıdır.(…)
eder. Maktulün alacaklıları veya lehine vasiyette b) Mağdurla ilgili aranan ilk şart mağdurun canının
bulunduğu kişiler kısas talebinde bulunamaz, fa- hukuken koruma altında (masûn) olmasıdır.(…)
kat maktulün mirasçılarının diyeti tercih etmeleri
c) Bir öldürme ve yaralama fiilinin kısası gerekti-
durumunda diyetten alacaklı durumuna gelirler.
rebilmesinin ilk şartı o fiilin kasten (amden) işlen-
Maktulün mirasçısı olmaması halinde siyasî oto-
miş olmasıdır. Kısas kasıtlı cinayetler ve müessir
rite, mağdur ve kamu adına gerekli takibatı yapa-
fiiller için öngörülmüş bir ceza olup taksirli fiiller-
rak kısas talebinde bulunabileceği gibi beytülmâle
de kısas söz konusu değildir.(…)
irad kaydedilmek üzere diyet alarak kısastan da
vazgeçebilir; ancak kātili karşılıksız affedemez. d) Kısasın uygulanabilirliği suçun ve cezanın maddî
konusunun eşit olması şartına bağlıdır.(…)
Müessir fiillerde kısasla ilgili olarak Kur’an’da göz,
burun, kulak ve diş zikredildikten sonra yaralarda Gerek suçun oluşması gerekse cezanın uygula-
da kısas hükmünün geçerli olduğunun belirtil- nabilmesi için aranan şartlar oluştuğunda yetkili
mesi (el-Mâide 5/45) bu hükmün sadece sayılan mahkeme tarafından verilen kısas hükmü kamu
organlarla sınırlı bulunmadığı, kısasın mümkün yetkililerinin gözetiminde ilgili kamu organları
olduğu diğer bütün cismanî zararlarda da geçerli tarafından infaz edilir.(1)
sayıldığı şeklinde yorumlanmıştır (Fahreddin er- (1) DİA; [KISAS - Şamil Dağcı] c. 25; s. 488-495
Râzî, XII, 7). Fakat kısasta eşitlik ve adalet esas ol-
duğundan fâile infaz edilecek cezanın mağdurun
uğradığı bedensel zarardan daha ağır bir zarara Kısmet Kuyusu
yol açmaması gerekir. Böyle bir durumda suçlu- Eyüp Sultan Türbesinde en çok dikkat çeken ve
yu cezalandırmada haddi aşmama ile mağdurun birçok hikâyesi olan bölümlerden biri kısmet ku-
hakkını koruma ilkeleri çatışır. Fakihler bunları yusudur. Sandukanın ayakucu tarafındadır. Bu
uzlaştırıcı çeşitli çözüm tarzları üretmekte ise de kuyunun mermerden yapılmış bilezik taşı, türbe
çatışma halinde kural olarak suçluya hak ettiğin- duvarı bir miktar oyularak yerleştirilmiştir. Halen

415
Vadi-i Hamuşan
üzerinde ağaçtan çıkrığı ve bakır kovası bulun- Kıyacı
maktadır. Kuyu suyunun zemzem suyu gibi ol- Cana kıyan, adam öldüren kişi, cani.(1)(2)
duğuna inanılır.(1) 1607 tarihini taşıyan kuyu, bu
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
yapıya özel bir ilgi duyan Sultan I. Ahmed’in eseri
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
olup su baskınları ve zemin sularının yapıda ya-
rattığı tahribatın önüne geçmek amacıyla, türbe
altından Haliç’e kadar uzanan tüneller ile birlikte Kıyak Baba Türbesi-Edirne
yaptırıldığı sanılmaktadır.(2)
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 102
(1) Köse, Ali. a.g.e., s. 186;
(2) Orman, İsmail, Eyüp Sultan Türbesinin Geçirdiği
Değişimler, Eyüp Sultan Sempozyumu, VIII: Teb- Kıyam-ı Kıyamet
liğler, Eyüp Belediyesi Yayınları, s. 101 Kıyamet günü ölülerin dirilerek ayağa kalkması.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Kısmet Resmi
Ölenin mallarını mirasçılarına paylaştıran kadı ve Kıyam
kassama ödenen genel olarak %2 (yüzde iki) ora-
İslâm inancına göre ölümden sonraki tekrar diri-
nında vergi.(1)
liş, kıyamet günü dirilip ayağa kalkma.(1)(2)(3)(4)(5)
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kıt Yemeği (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Ölü evine komşular tarafından gönderilen yemek. (4) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1)(2) (5) Kanar, Mehmet. a.g.e.

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


(2) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. Kıyâme Sûresi
Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş beşinci sûresi.
Kıta Gitmek Vahyin okunması ve muhafazasıyla ilgili bir ara
Ölü çıkan bir eve yemek vermek.(1) bahis dışında konusu ölümün ardından dirilme
olan sûrenin muhtevasını dört bölümde ele almak
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mümkündür.
Birinci bölümde (âyet 1-15), kıyamet gününe ve
Kıtal
kendini kınayan nefse yemin edildikten sonra
Vuruşma, birbirini öldürme, boğazlaşma, savaş, kemiklerin toplanmayacağını sanan insanlara karşı
cenk.(1)(2)(3)(4) Allah’ın parmak uçlarını bile bir araya getirmeye kā-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. dir olduğu belirtilir ve o gün fizikî âlemde meydana
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. gelecek bazı değişikliklerle insanların yaşayacağı
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. şaşkınlıklara temas edilir. Müfessirler kendini
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. kınayan nefisle (nefs-i levvâme), kıyamet günün-
de derin pişmanlık duyacak olan inkârcıların yanı
sıra daha fazla sevap işlememiş olduklarından ya-
Kıya
kınacak müminlere de işaret edildiğini söylemiş-
Adam öldürme suçu, adam öldürme, cana kıyma, lerdir. Mutasavvıflar ise “yaptığı kötülüklerden
cinayet.(1)(2)(3) pişmanlık duyup kendini kınayan nefis” olarak
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. tanımladıkları nefs-i levvâmeyi nefs-i emmârenin
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. üstünde, nefs-i mutmainnenin altında bir ara ma-
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. kam olarak görmüşlerdir (Âlûsî, XXIX, 136-137).

416
Vadi-i Hamuşan
Sûrenin 4. âyetinde parmak uçlarının düzelti- lunduğu belirtilerek nübüvvete ve özellikle kıya-
leceğine dair ifade, insanların parmak uçlarının metten bahsedilerek âhirete dair önemli bilgiler
birbirinden farklı olduğu tesbitine dayanan ve verilmiştir. Âyetler kıyametin mutlaka kopacağını,
suçluların bulunmasında yaygın biçimde kullanı- insanın rabbinin divanına götürülüp yargılanacağını,
lan daktiloskopiye işaret olarak da açıklanmıştır suçluların özür dilemesinin fayda vermeyeceğini ifa-
(Kırca, s. 328-329). de ederek insanları uyarmaktadır. İnsanların par-
Sûrenin bütünü içinde farklı bir konuya temas mak uçlarının bile düzeltileceğini belirten âyet,
eden ikinci bölüm (âyet 16-19), Hz. Peygamber’in ölümün ardından dirilmenin hem ruhanî hem
kendisine vahiy geldikten sonra onu nasıl okuya- cismanî olarak gerçekleşeceğine delil teşkil eder.
cağını anlatan bir açıklamayı içerir. Resûlullah, Sûrede ölümden sonra dirilme sadece bir iman esası
gelen vahyi unutabileceği korkusuyla Cebrâil’in şeklinde ortaya konmamakta, yaratılıştaki çeşitli
okuduklarını sonunu beklemeden aceleyle tekrar merhalelere dikkat çekilerek düşünen ve gözlem-
leyen insanın bu inancını aklî temeller üzerine
ediyordu. Bu âyetlerde vahyin toplanıp korun-
oturtması gerektiği de vurgulanmaktadır.(…)(1)
ması, doğru olarak okunması ve açıklanmasının
ilâhî güvence altında bulunduğu bildirilerek Hz. (1) DİA; [KIYÂME SÛRESİ - İlyas Üzüm] c. 25; s. 516
Peygamber’in kaygılanmasına gerek olmadığı
bildirilmiştir. Nitekim Resûl-i Ekrem’in bundan
Kıyamet

K
sonra böyle bir telâşa kapılmadığı kaydedilmiştir
a. Semavi dinlerdeki ortak inanışa göre takdir
(meselâ bk. Buhârî, “Tefsîrü’l-Ķur’ân”, 75; Müs-
edilen zamanı gelince bu âlemin ve bu âlem-
lim, “Śalât”, 148; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķur’ân”, 72;
deki canlı cansız her şeyin bir anda mahvolup
Taberî, XXIX, 116-119).
yok olması, ölülerin dirilmesi, âhiret hayatının
Üçüncü bölümde (âyet 20-30), insanların dünya başlaması olayı ve bu olayın meydana geldiği
hayatına kapılıp âhirete yönelik işleri terketmele- zaman.(1)(3)
ri kınandıktan sonra o gün müminlerin parlayan
b. Dünyanın sonu, bütün ölülerin dirilerek mah-
yüzle rablerine bakacakları, inanmayanların ise
şerde toplanacakları zaman.(7)(9)(10)(11) Ayağa
başlarına geleceklerin farkına vararak korkuları-
kalkmak, durmak, canların Allah’ın huzurunda
nın yüzlerine yansıyacağı bildirilir. Ehl-i sünnet
duracakları gün demektir.(6)
âlimleri, 23. âyetteki “rablerine bakarlar” ifadesi-
nin müminlerin âhirette Allah’ı göreceklerine açık c. Hesap günü,(2) günahların ve sevapların karşılı-
bir delil teşkil ettiğini belirtirken tenzih anlayışla- ğının verileceği gün.(12)
rının bir gereği olarak Allah’ı görmenin mümkün (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
olmadığını savunan Mu‘tezile ulemâsı bu âyeti (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
“Rablerinin rızâsını beklerler” (Zemahşerî, IV, (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
192) şeklinde te’vil etmiştir. (4) DİA;
Sûrenin dördüncü bölümünde (âyet 31-40) azaba (5) Akay, Hasan. a.g.e.
uğrayacak kimselerin Hz. Peygamber’in getirdik- (6) Ateş, Süleyman, a.g.e., C. 11, s. 437;
lerini yalanlama, namaz kılmama, çalımla yürüme (7) Pala, İskender. a.g.e.
(8) Albayrak Nurettin, a.g.e.
gibi yanlış tutumlarına temas edilir. Başı boş bıra-
(9) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kılmadığı vurgulanan insanın yaratılışındaki bazı
(10) Kanar, Mehmet. a.g.e.
safhalar anlatılarak onu bu aşamalardan geçiren
(11) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
yaratıcının ölümden sonra da yaratmaya kādir ol-
(12) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
duğu belirtilir.
Kıyâme sûresinde İslâm’ın ulûhiyyet, nübüvvet ve
âhiret gibi temel iman konuları üzerinde durulmuş; Kıyamet Alametleri
Allah’ın kudret ve yaratıcılığından söz edilerek Sözlükte “alâmet” mânasındaki şeratın çoğulu
ulûhiyyete, vahyin Allah’ın koruması altında bu- olan eşrât ile “zaman dilimi, belirlenmiş vakit”

417
Vadi-i Hamuşan
anlamına gelen sâat kelimelerinden oluşan eş- insanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta et-
râtü’s-sâa “kıyamet alâmetleri” demektir. mesi, Allah’ın elçisi olduğunu idDİA eden otuza
Kur’ân-ı Kerîm’de değişik adlarla anılan kıya- yakın yalancı deccâlin türemesi, yeryüzünde Allah
metin isimlerinden biri “es-sâa”dır. Kur’an’da eş- veya lâ ilâhe illallah diyen bir kimsenin kalma-
râtü’s-sâa terkibi yer almamakla birlikte bir âyette ması, gece ile gündüzün birbirine eşit hale gelip
eşrâtın “sâat”in yerini tutan zamire muzaf olması kopuş zamanının yakınlaşması, Ye’cûc ve Me’cûc
yoluyla bu terkip dolaylı biçimde oluşturulmuştur Seddi’nin açılması, (Suriye’de bulunan) Busrâ’daki
(Muhammed 47/18). Kur’ân-ı Kerîm’de “kıyame- develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateşin Hi-
tin kopma zamanı” anlamında kırk yerde geçen caz bölgesinden çıkması, depremlerin sıklaşması,
sâat kelimesinin yer aldığı âyetlerde kıyametin güneşin batıdan doğması, dâbbetü’l-arzın zuhur
mutlaka vuku bulacağı belirtilir. Onun kopuş za- etmesi, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında
manı yaklaşmış ve alâmetleri ortaya çıkmıştır. kara parçalarının batması (Buhârî, “Fiten”, 4-5,
22, 24, “Itķ”, 8, “Cihâd”, 95, “Nikâh”, 110; Müslim,
Ansızın gerçekleşecek olan kıyametin kopuş zama-
“İlim”, 8-10; İbn Mâce, “Fiten”, 25-36; Tirmizî,
nına ait bilgi Allah nezdindedir, dünyadaki davra-
“Fiten”, 35, 42-43). Hadislerde belirtildiğine göre
nışlarının karşılığını görmeleri için bunun zamanı kıyametin kopuşu ansızın vuku bulacak, bu sıra-
insanlardan gizlenmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Mu- da alışveriş yapanlar işlerini bitiremeden, yemek
cem, “sâat” md.). Kur’an’da kıyamet alâmetlerinin yiyenler lokmasını ağzına götüremeden, havuz
nelerden ibaret olduğuna dair bilgi verilmemiş, yaptıran kişi havuzuna giremeden ve devesinin
sadece Ye’cûc ve Me’cûc’ün gelişinden (el-En- sütünü sağan kimse bunu misafirine ikram ede-
biyâ 21/96), dâbbetü’l-arzın çıkışından (en-Neml meden kıyamet kopacaktır (Buhârî, “Fiten”, 25).
27/82), göğün insanları saracak bir duman (duhân)
Hadis şerhleriyle “fiten” ve “melâhim” türü ki-
yayacağından (ed-Duhân 44/11-12) ve ayın yarıla-
taplarda kıyamet alâmetleri hakkında çeşitli riva-
cağından (el-Kamer 54/1) bahsedilmiştir.
yetler Hz. Peygamber’e atfedilir. Bu rivayetlerde
Hadislerde de kıyamet alâmetleri eşrâtü’s-sâa ahlâkî bozuluşa, dinî-içtimaî hadiselere ve tabiat
tabiriyle ifade edilir. Bu hadislerde belirtildiğine olaylarına ilişkin oldukça ayrıntılı bilgilere yer ve-
göre Hz. Peygamber kıyametin kopuş zamanını rilir. Nakledilen metinlere göre kıyamet alâmetle-
bilmediğini söylemiş, ancak kopmasından önce ri şöyle gelişecektir:
vuku bulacak bazı olayların onun yaklaştığının
Kur’an’ın önemi insanlar tarafından unutulacak,
alâmetleri sayılacağını haber vermiştir (Buhârî,
namaz kılınmayacak, emanete riayet edilmeye-
“Îmân”, 37). Âhir zaman peygamberi ve son nebî
cek, faiz helâl sayılacak, seviyesiz ve şahsiyetsiz
olması dolayısıyla kıyamete yakın bir zaman dili-
kişiler yönetici olacak, ebeveyne isyan edilip bey-
minde gönderildiğini açıklayan Resûl-i Ekrem’in
ler hanımların emrine girecek, toplumlar geçmiş-
(Buhârî, “Talâķ”, 25, “Riķāķ”, 39; Müslim, “Fiten”,
lerine lânet okuyacak, akşam mümin olarak yatan
132-135) kıyamet alâmeti olarak zikrettiği rivayet
kişi sabah kâfir olarak kalkacak, yöneticiler insan-
edilen olayların başlıcaları şunlardır: lara zulmedecek, şerrinden korkulan kimselere
İlmin ortadan kalkıp cehaletin yerleşmesi, sarhoş- itibar edilecek, ticareti dürüst olmayan gruplar ele
luk veren içkilerin yaygınlaşması, zinanın alenî geçirecek, mescidler süslenmekle birlikte ibadete
hale gelmesi, köle kadının efendisini doğurması, önem verilmeyecek, erkekler erkeklerle, kadınlar
çobanların zenginleşerek bina yapmakta yarışma- da kadınlarla yetinecek, kadınlar sosyal konum
sı, zekât verilecek kimse bulunamayacak kadar açısından ön plana çıkarılacak ve erkekler kadın-
servetin çoğalması, aynı davayı güden iki büyük lara benzemeye çalışacak, açıklık yayılacak, haya-
topluluğun birbiriyle savaşması, adam öldürme sızlık çoğalacak, cihad ve irşad faaliyetleri terke-
olaylarının ve fitnelerin fazlalaşması, elli kadına dilecek, sadece din dışı ilimler öğrenilecek, kader
bir erkek düşecek şekilde kadın nüfusunun artma- inkâr edilecek ve yıldız falına inanılacak, liderliğe
sı, müslümanların kıldan ayakkabı giyen, küçük elverişli kimseler azalacak, âni ölümler çoğalacak,
gözlü ve geniş yüzlü insan gruplarıyla savaşması, cahiller, aynı zamanda dürüst olmayan zâhid ve

418
Vadi-i Hamuşan
sûfîler türeyecek, akrabalık bağları kesilecek, ya- güneşin batıdan doğması ve insanları toplanma
lancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar yerine sevkeden bir ateşin yerden çıkışı gibi hâ-
edilmeyecek, kitapların sayısı artacak, yağmurlar rikulâde olaylar zikredilir. Bunlar da genellikle
ve yıldırımlar çoğalacak, madenler yok olacak (İbn Resûl-i Ekrem’e atfedilen hadislere dayandırılır.
Kesîr, I, 21, 178-179; Berzencî, s. 70-75; Hammûd Bu gruplandırma Berzencî tarafından yapılmış ve
b. Abdullah et-Tüveycirî, II, 78, 293; Yûsuf b. Ab- sonraki bazı müelliflerce de benimsenmiştir (el-
dullah el-Vâbil, s. 179-235).(…) İşâa li-eşrâti’s-sâa, s. 3, 70, 87).
Kıyametin kopma zamanını bildiren herhangi bir Kıyamet alâmetleri önemine göre küçük ve büyük
âyet veya sahih hadis bulunmamakla birlikte âhir diye de sıralanmıştır.
zaman peygamberinin gelişiyle kâinatın son za- Küçük alâmetlere dinî hayatın zayıflayıp kötü-
man dilimine girdiğini göz önünde bulundurarak lüklerin yayılmasına dair olaylar dahil edilirken
kıyametin kopuşunun ashaptan itibaren başlaya- büyük alâmetleri kıyametin kopmasından kısa
bileceği düşünülmüş ve III.(IX.) yüzyıldan başla- bir süre önce meydana gelecek hârikulâde vak‘alar
yarak hadislerde zikredilen kıyamet alâmetlerine oluşturur (M. Selâme Cebr, s. 20; Yûsuf b. Abdul-
inanılması itikadî bir ilke haline getirilmiştir (Ebû lah el-Vâbil, s. 77, 239).
Abdullah İbn Mende, II, 911).
Mahiyetleri dikkate alınarak yapılan taksime
Kıyamet alâmetleri ortaya çıkış zamanı, önemi ve göre kıyamet alâmetleri ahlâkî ve fizikî olarak

K
mahiyeti dikkate alınarak değişik tasniflere tâbi da gruplandırılır. Ferdî ve içtimaî açıdan bozuluşu
tutulmuştur. Ortaya çıkış zamanına göre kıyamet gerçekleştiren olaylar ahlâkî alâmetleri; güneşin
alâmetleri zuhur edip sona eren uzak (geçmiş) batıdan doğması, sık sık vuku bulan depremler,
alâmetler, zuhur etmekte olan ve artarak devam duhân gibi hadiseler de fizikî alâmetleri teşkil
eden orta alâmetler, zuhurunun hemen ardından eder (M. Ahmed Abdülkādir, s. 50-56).(…)
kıyametin kopacağı yakın alâmetler olmak üzere
Üzerinde tartışılan asıl kıyamet alâmetleri büyük
üç gruba ayrılır.
alâmetler olarak kabul edilen hârikulâde olaylar
Uzak alâmetler arasında Resûl-i Ekrem’in vefa- ve kozmik değişikliklerdir. Kıyametin kopuşu
tı, Kudüs’ün fethi, Hz. Ömer ve Osman’ın öldü- öncesinde gerçekleşeceğine inanılan başlıca hâ-
rülmesi, Cemel ve Sıffîn vak‘aları, Hz. Hüseyin’in rikulâde olaylar deccâlin ortaya çıkışı, mehdînin
öldürülmesi, Fâtımî ve Karâmita fitneleri, ayrıca zuhuru, Hz. Îsâ’nın gökten inmesi, Ye’cûc ve
belli yerlerde vuku bulmuş bazı depremler zikre- Me’cûc’ün görünmesi, Hicaz bölgesinde büyük bir
dilir. Bunların sonuncusu dışında hiçbiri hadisler- ateşin çıkışı, gökten insanları bürüyen bir duma-
de kıyamet alâmeti olarak yer almamıştır. nın inmesi ve dâbbetü’l-arzın yerden çıkmasından
Orta alâmetler arasında ahmak ve alçakların ibarettir. Bunlardan dâbbetü’l-arz, duhân, Ye’cûc
dünyanın en mutlu insanları olması, kötülük ve ve Me’cûc konusu Kur’an’da zikredilmektedir.
fuhşun yayılması, çocuğun ebeveynine isyan et- Mehdî, deccâl ve nüzûl-i Îsâ inançları ise sadece
mesi, oyun ve çalgı aletlerinin ortaya çıkması, Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetlere dayanır.
fâsıkların toplumun efendisi haline gelmesi, gasp “Yer hayvanı” anlamına gelen dâbbetü’l-arzla ilgili
olaylarının çoğalması, sıla-i rahimin kesilmesi gibi âyetlerde belirtildiğine göre ilâhî hüküm gerçek-
ferdî ve içtimaî alanda bozuluşun vuku bulacağına leşince yerden bir dâbbe (hareket eden varlık) çı-
ilişkin olaylar yer alır. Bunların bir kısmı hadis- karılacak ve insanların Allah’ın âyetlerine inanma-
lerde zikredilen alâmetlerle örtüşüyorsa da çoğu dıklarını söyleyecektir (en-Neml 27/82). Mahiyeti
lafız olarak erken devir hadis literatüründe yer konusunda herhangi bir bilgi bulunmadığından
almamaktadır. dâbbetü’l-arzın çıkacağına inanmakla yetinmek bu
Zuhurunun ardından kıyametin kopacağı haber konudaki en isabetli tutumdur (Yûsuf b. Abdullah
verilen yakın alâmetler arasında da mehdînin ge- el-Vâbil, s. 412-415). Hadislerde kıyamet alâmet-
lişi, deccâlin çıkışı, Hz. Îsâ’nın gökten inişi, Ye’cûc leri arasında geçen, Hz. Îsâ’nın nüzûlü ve ölümün-
ve Me’cûc’ün, dâbbetü’l-arzın ortaya çıkması, den sonra çıkacağına inanılan dâbbetü’l-arzın ilgili

419
Vadi-i Hamuşan
âyetlere bakılırsa kıyametin kopma sürecinde ger- 52, 145-146), aynı dönemde ortaya çıkarak yeryü-
çekleşeceği ihtimali akla gelmektedir. zünü fesada boğacak olan Ye’cûc ve Me’cûc onun
Kur’an’da bildirildiğine göre kıyamet gününde yapacağı dua sayesinde Allah tarafından bir anda
insanları bürüyen ve elem veren bir duman yuka- helâk edilecektir (Hammûd b. Abdullah et-Tüvey-
rıdan aşağıya doğru inecek, insanlar iman ettik- cirî, III, 174).
lerini söyleyerek Allah’tan bu azabı kaldırmasını Kâinatta hüküm süren kozmolojik düzenin bo-
isteyeceklerdir (ed-Duhân 44/10-12). Müfessir- zulmaya başladığının bir işareti olarak kıyametin
lerin bir kısmı, bunu Resûl-i Ekrem zamanında kopmasından önce vuku bulacak kozmik olayların
Mekke’de vuku bulmuş bir hadise olarak kabul başında ayın yarılması ve güneşin batıdan doğması
ederken bir kısmına göre de kıyametin kopmasın- gelir. Kur’an’da kıyametin yaklaştığını ve ayın ya-
dan önce veya kopma sürecinde gerçekleşecek bir rıldığını ifade eden beyan, bazı âlimlere göre kıya-
alâmettir (meselâ bk. İbn Kesîr, I, 173). metin kopmaya başlamasından hemen önceki du-
“Tutuşup yanmak” (veya “tuzlu olmak”) anla- rumu tasvir eder (Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 430).
mındaki “ecc” kökünden türeyen Ye’cûc ve Me’cûc Hz. Peygamber, rabbinin bazı alâmetleri geldiği
hakkında Kur’an’da verilen bilgi oldukça azdır: ve bu andan itibaren iman etmenin kimseye fay-
“Ye’cûc ve Me’cûc’ün önündeki engeller kaldırılıp da vermediği güne dikkat çekilen âyette (el-En‘âm
her tepeden indikleri ve gerçek vaad (kıyamet) 6/158) güneşin batıdan doğmasının kastedildiği-
yaklaştığı zaman inkârcıların gözleri donup ka- ni açıklamıştır (İbn Kesîr, I, 164-170).
lacaktır” (el-Enbiyâ 21/96-97). Ye’cûc ve Me’cûc Hadislerde sözü edilen büyük yer çöküntüleri, in-
olayının gerçekleştiğini, bunların İslâm ülkele- sanları doğudan batıya sevkedecek ateşin yerden
rini işgal eden Moğollar olduğunu yahut da I ve çıkması, yıldırım ve yağmurların olağan üstü bir
II. Dünya savaşlarından ibaret bulunduğunu ileri yoğunlukta çoğalması ve insanları öldüren bir
sürenlerin yanı sıra bu olayın henüz gerçekleşme- rüzgârın oluşması gibi kozmik olayları başka ga-
diğini ve Hz. Îsâ’nın nüzûlünden sonra meydana laksiler bir yana yerküresinin de dahil bulunduğu
geleceğini savunanlar da mevcuttur (a.g.e., I, 152- samanyoluna bağlı güneş sisteminde meydana
153; Abdülkerîm Âl-i Şemseddin, II, 292-293). gelecek büyük değişiklik ve oluşumların yansıma-
Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetlerden hareket- ları olarak görmek mümkündür. Kıyamet alâmet-
le kıyametin büyük alâmetleri arasında zikredilen lerinin hangi sıraya göre vuku bulacağı meselesi
hârikulâde olaylara dair benimsenen inançlara de tartışılmış ve bunun için farklı sıralamalar ya-
göre âhir zamanda deccâl adı verilen ilginç bir in- pılmıştır (a.g.e., I, 164, 171; Berzencî, s. 180-182;
san ortaya çıkacak, ulûhiyyet niteliklerine benzer Seffârînî, Ehvâlü’l-ķıyâme, s. 106; M. Selâme
özelliklere sahip olup ilâhlık idDİAsında buluna- Cebr, s. 96-98).(1)
cak ve büyük bir fitne kopararak insanları hak yol- (1) KIYAMET ALÂMETLERİ - Yusuf Şevki Yavuz c.
dan saptıracaktır (Buhârî, “Fiten”, 26-27; Müslim, 25; s. 522-525
“Fiten”, 100-110; Nevevî, XVIII, 58). Deccâlin ar-
dından Sünnîler’e göre asıl adı Muhammed b. Ab-
dullah, Şiîler’e göre ise Muhammed b. Hasan olan Kıyamet Düşüncesi
ve Ehl-i beyt soyundan gelen mehdî zuhur ederek Kur’an’da kıyamet kelimesine çok yakın bir muh-
deccâli öldürdükten sonra İslâm dinini kısa süre- tevada kullanılan âhiret -beş yerdeki farklı kulla-
de yayıp yeryüzünde hâkim kılacak ve bütün kö- nılışı hariç- 110 yerde geçmekte, yirmi altı âyette
tülükleri ortadan kaldırıp adaleti tesis edecektir “el-yevmü’l-âhir” terkibiyle yer almaktadır (M. F.
(İbn Kesîr, I, 24-32). Abdülbâkī, el-Mucem, “âhir”, “âhiret” md.leri).
Mehdînin zuhurunun ardından Hz. Îsâ âdil bir İslâm inancının üç temel esasından birini oluştu-
hakem ve yönetici olarak gökten inecek, haçı kı- ran kıyamet veya âhiret konusu sayısı yüzleri aşan,
rıp domuzu öldürecek, vergiler koyup zenginlik çok değişik ve etkileyici üslûplar taşıyan âyetlerde
sağlayacak, mehdînin arkasında namaz kılıp ona ve müstakil sûrelerde ele alınmıştır. Burada, top-
yardım edecek (İbn Mâce, “Fiten”, 33; İbn Kesîr, I, lum hayatında büyük önem taşıyan mesuliyet duy-

420
Vadi-i Hamuşan
gusunun telkin edilmesinin bir hedef teşkil ettiği (el-Vâkıa 56/1-3), “yeniden diriltmek, dirilterek
şüphesizdir. Ayrıca, “Herkes yarın için ne hazırla- hesap meydanında toplamak” mânasındaki ba‘s
dığının bilincini taşımalıdır” (el-Haşr 59/18) âye- ve haşr (el-Hac 22/5; Kāf 50/44) kelimeleriyle
tinde ifadesini bulan geleceği düşünme ve ebedî bunlara benzer kavramlar kıyamet için kullanıl-
hayatın mutluluğunu sağlama uğruna faaliyet gös- mıştır. “Dönüş, dönüş yeri, çıkarıldığı yer” anla-
terme ilkesinin hâkim rol oynadığını da söylemek mına gelen ve bir âyette yer alıp bir yoruma göre
gerekir.(…) “İnsanların içinde bulunduğu dünya kıyamet mânasında olan meâd kelimesi de (el-Ka-
hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden ibarettir. Âhi- sas 28/85; Taberî, XX, 150-153) özellikle kelâm ve
ret yurduna gelince asıl hayat oradaki hayattır, felsefe kitaplarında kıyamet yerine kullanılmıştır.
keşke bunu bilselerdi” (el-Ankebût 29/64) meâ- Kıyamet veya âhiretle ilgili eserlerde bol miktarda
lindeki âyette de vurgulandığı üzere ölüm sonrası hadis rivayeti zikredilmekle birlikte A. J. Wen-
hayat ebedî olduğu ve önceden hazırlanan imkân- sinck, konularına göre hazırladığı Miftâhu künû-
lar çerçevesinde sıkıntılar veya mutluluklar içinde zi’s-sünne adlı hadis indeksinde âhiret ve kıyamet
devam edeceği için bütün ilâhî dinlerde önem ka- konularına yer ayırmazken ba‘s mevzuuna altı sü-
zanmıştır (krş. el-A‘lâ 87/16-19). tunluk bir hacim tahsis etmiştir (s. 79-81). Onun
Kıyamet konusuyla ilgilenen âlimler onun deh- hacimli hadis indeksini oluşturan el-Mucem’inde
şetini, vuku buluş biçimini, çeşitli merhalelerini de kıyamet maddesine rastlanmamaktadır.
ve alacağı son şekli belirlemek için Kur’an’da yer Kütüb-i Sitte ile İmam Mâlik’in el-Muvatta’ı ve

K
alan isimleriyle bu isimler çerçevesindeki muh- Dârimî’nin es-Sünen’inden oluşan sekiz hadis
telif tasvirleri göz önünde bulundurmuşlardır. mecmuasından sadece Müslim’in eś-Śahîh’inde
Gazzâlî’nin, İhyâü ulûmi’d-dîn’inde “yevm” keli- “Śıfatü’l-cenne”, Tirmizî’nin es-Sünen’inde “Śıfa-
mesiyle oluşturduğu terkip veya cümlelerin sayısı tü’l-ķıyâme”, “Śıfatü’l-cenne”, “Śıfâtü cehennem”
yüzü aşmakta (VI, 161), Muhammed b. Ahmed bölümleri yer almaktadır. Mâlik’in el-Muvat-
el-Kurtubî ise birkaçı hadislerden alınmak üze- ta’ında bulunan “Cehennem” bölümünde sadece
re elli kadar isme yer vermektedir (et-Teźkire, I, iki hadis rivayeti mevcuttur. Ayrıca Buhârî’nin
325-356). İbn Kesîr’in sıraladığı isimler doksana eś-Śahîh’i ile Dârimî’nin es-Sünen’inde yer alan
yaklaşmaktadır (en-Nihâye, I, 255-256). Bu mü- “Rikāk” bölümlerinin son kısımlarında kıyamet
elliflerin kıyamet için kaydettikleri isimler genel- konularına dair hadisler rivayet edilmiştir (Dâ-
likle yevm kelimesiyle oluşturulan ve “şöyle şöyle rimî, “Riķāķ”, 79-122; Buhârî, “Riķāķ”, 39-53).(…)
olacağı gün” anlamına gelen terkipler şeklindedir Yaygın bir kanaate göre herkesin kıyameti kendi
ve isim olmaktan çok kıyametin kopuşuna dair ölümüyle başlar. İnsan, yaratılışının gereği ölümü
tasvirler yapan, kıyamet hallerinin dehşetini an- hoş karşılamaz. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerin-
latan sıfatlar durumundadır. de dünyanın meşrû nimetlerinden faydalanılması
Kur’ân-ı Kerîm’de zaman zarfı olan “yevme”, “yev- emredilmiş ve yeryüzünün imar edilmesi isten-
meizin” kelimeleriyle oluşup kıyameti tasvir eden miştir (el-Bakara 2/168, 172; el-Ankebût 29/17;
âyetlerin sayısı 400’e yakındır. Bunların yetmişi el-Cum‘a 62/10). Hz. Peygamber de ölümün te-
“yevmü’l-kıyâme” şeklindedir (M. F. Abdülbâkī, menni edilmemesini tavsiye etmiş ve yaşamanın
el-Mucem, “yevme”, “yevmeiźin”, “yevmiźin” md. mümine hayır getireceğini belirtmiştir (Buhârî,
leri). Ayrıca Kur’an’ın altmış yedinci sûresi olan “Daavât”, 30; Müslim, “Źikir”, 10, 13).(…)
Mülk’ten itibaren yer alan kırk sekiz sûrenin büyük Kur’an’da bile bile küfür ve inkâr yolunu tutanlar,
ekseriyetinin en belirgin muhtevası kıyamet konusu- zulmedenler, müslüman topluma karşı kin besle-
dur. Bunlardan başka “kıyametin kopma zamanı” yip dinî hayat alanında çifte şahsiyet (nifak) orta-
demek olan sâat (a.g.e., “sâat” md.), “dünyanın ya koyanların ölüm hallerinin elem verici olacağı
sonu” anlamına gelen ukbâ (ukbe’d-dâr, er-Ra‘d ifade edilir (el-En‘âm 6/93-94; el-Enfâl 8/49-51;
13/22, 24, 35, 42), “mutlaka gerçekleşecek olan en-Nahl 16/28-29; Muhammed 47/26-29).
realite” mânasındaki vâkıa, “kimini alçaltan, ki- Buna karşılık dünyada iman edip dürüst davra-
mini yükselten olay” anlamındaki hâfıda-râfia nanların kendilerine esenlik dileyen melekler ta-

421
Vadi-i Hamuşan
rafından karşılanacağı, hiçbir korku ve üzüntüye Kıyamet Günü
kapılmadan hak ettikleri cennet mutluluğuyla Allah’tan başka bütün varlıkların yok olacağı,
sevinmelerinin kendilerine telkin edileceği ha- dünyanın sona ereceği, kıyametin kopup ölülerin
ber verilir. Melekler onların dünyada ve âhirette hesap vermek üzere tekrar diriltileceği gün,(1)(2)(3)
dostları olduklarını, hizmetlerine hazır bulunduk- ceza günü, hesap günü, âhiret günü, din günü.(4)
larını ifade edecek, gafûr ve rahîm olan Allah’ın
sayısız ikramına mazhar kılınacaklarını belirte- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
ceklerdir (en-Nahl 16/32; Fussılet 41/30-32; bk. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Taberî, XXIV, 145-146). (3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(4) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
Yine Kur’an’da meleklerin Allah’a dönüp O’nun
yoluna uyanlar için dua ve niyazda bulundukları,
Cenâb-ı Hak’tan böylelerini bağışlamasını, cehen- Kıyamet Halleri
nem azabından korumasını, kendilerini iyi yoldan Kıyamet hallerini sûra üfleniş, ba‘s, haşir, hesap,
ayrılmayan ataları, eşleri ve nesilleriyle birlikte cennet ve cehennem durakları olmak üzere beş
adn cennetlerine koymasını talep ettikleri anla-
merhalede incelemek mümkündür.
tılır (el-Mü’min 40/7-8). Bu âyetlerden çıkarıla-
bilecek sonuçlara göre ölümle başlayan âhiret ha- 1. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin fiilen kopması “sûra
yatı neşesi veya sıkıntısı bulunmayan bir yaşantı üflenmek” eylemiyle ifade edilmiştir. Genellikle
değildir. “Berzah âlemi” diye de anılan bu hayatın “üflemeye yarayan boynuza benzer boru” diye an-
dünya ile âhiret arasında bir geçit yeri teşkil et- lam verilen sûrun mahiyeti hakkında sahih bilgi
tiği ve kıyametin kopmasından sonra başlayacak bulunmamaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfre-
ebedî hayatın bir örneğini oluşturduğu anlaşıl- dât, “svr” md.; İbn Kesîr, I, 210-213). On âyette
maktadır. Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe geçen “sûr” ile (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “sûr”
veya cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu md.) aynı mânada kullanılan “nâkūr” kelimeleri
ifade eden ve Hz. Peygamber’e nisbet edilen hadis (el-Müddessir 74/8) yer aldıkları âyetlerin muh-
(Tirmizî, “Ķıyâmet”, 26) yakın anlamlı başka riva- tevaları çerçevesinde ele alınınca üflenişin iki defa
yetlerle de desteklenmektedir (Müslim, “Cennet”, olacağı anlaşılır. Bunların birincisi yer küresinin
65-66; Tirmizî, “Cenâiz”, 70). kozmik sistemin değiştirilmesini, ikincisi de bü-
Kozmik anlamda kıyametin ne zaman kopaca- tün ölülerin diriltilip kabirlerinden hesap meyda-
ğı bilinmemektedir. Kur’an’da kırk yerde geçen nına hareket etmesini sağlamak için olacaktır.
“sâat” kelimesiyle anlatılan kıyametin kopuşunun Sûra ilk üflenişin (…) dehşetini tasvir eden birçok
yakın olduğu, ansızın geleceği (M. F. Abdülbâkī, âyet vardır. Bu tür âyetlerin beyanına göre sûra bir
el-Mucem, “sâat” md.) ve alâmetlerinin belirdiği defa üflenmekle yer küresi dağlarıyla birlikte yö-
(Muhammed 47/18) ifade edilmektedir. Ancak bu rüngesinden çıkarılıp parçalanacak, olup bitmesi
alâmetlerin nelerden ibaret olduğu açık bir şekil- gereken mutlaka gerçekleşecek, gök de yarılıp dü-
de haber verilmemiş, sadece Ye’cûc ve Me’cûc’ün zensiz bir şekle bürünecek (el-Hâkka 69/13-16), o
gelişiyle (el-Enbiyâ 21/96) dâbbetü’l-arzın çıkışı gün güneş dürülüp karanlığa gömülecek, yıldızlar
(en-Neml 27/82) kıyamet alâmeti mânasına alı- kararıp dağılacak, dağlar yerlerinden koparılıp
nabilecek bir bağlam içinde zikredilmiştir. parçalanacak, vahşi hayvanlar bir araya getirile-
Çeşitli hadis rivayetlerinde yer alan kıyamet alâ- cek, denizler kaynatılacak (et-Tekvîr 81/1-6), in-
metlerinden zaman içinde sosyal hayatın bozu- sanlar şaşkın şaşkın uçuşan pervanelere benzeye-
luşu ve ahlâkî gerileyişi konu alanların dışında cek, dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır
kalanlar isnad veya metin kritiği açısından iman (el-Kāria 101/4-5). Bu âyetlerin mutlaka vuku bu-
derecesinde bağlayıcı olmaktan uzak bir görünüm lacağını vurgulayarak tasvir ettiği kozmik değişik-
arzetmektedir.(1) liğin mahiyeti bilinmese de yine Kur’an’da beyan
(1) DİA [KIYAMET - Bekir Topaloğlu] C. 25; s. 516- edildiği üzere maddeden oluşmuş ve hacim taşıyan
522 bir âlem teşkil edilecektir. Yerin başka bir yer, gök-

422
Vadi-i Hamuşan
lerin de başka gökler olacağını ifade eden İbrâhim 72, 128; Sebe’ 34/40-41; el-Ahkāf 46/6). Bunca
sûresindeki âyete (14/48) Tâhâ sûresindeki âyetler kalabalıkların toplanma yerine sevkini, bunları
kısmen açıklık getirmektedir (20/105-107): “Sana kapsayacak geniş meydanı, gerek Allah’a gerekse
kıyamet gününde dağların ne olacağını soracaklar. birbirine yönelik hak ve sorumluluklarının mu-
De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak, böylece hasebesinin gerçekleştirilmesini beşer muhay-
yeri dümdüz bir alan haline getirecek, orada ne yilesine sığdırmak imkânsız gibi görünürse de
iniş ne de bir yokuş görebileceksin.” (…) semavat ve arzın bütün ordularına sahip bulunan
2. “Uykudan uyandırmak, yeniden diriltmek” an- yüce yaratıcı için (el-Feth 48/4, 7) bunun basit bir
lamına gelen ba‘sın sûra ikinci üflenişle başla- iş olduğu belirtilir: “Şüphe yok ki hayat veren de
yacağı anlaşılmaktadır. Sûra iki defa üflenişi bir ölümü gerçekleştiren de biziz; her mükellefin dö-
arada zikreden Zümer sûresindeki âyette, “Ona nüp varacağı yer bizim katımızdır. O gün yeryüzü
bir daha üflenince insanlar bir anda ayağa kalkıp üzerlerinden süratle açılır. Onları bir araya topla-
etraflarına bakacaklardır” denilmekte (39/68), mak bizim için kolay bir şeydir” (Kāf 50/43-44).
Yâsîn sûresindeki ifade de bunu desteklemektedir Haşrin vuku buluş şekli hakkında daha çok hadis
(36/51). Ba‘sı konu edinen âyetler kabre atıf yap- rivayetlerinde bazı açıklamalar mevcuttur.(…)
makta, ancak yeni diriltmenin mahiyeti hakkında Ana konusu kıyameti tasvir etmekten ibaret olan
bilgi vermemektedir. Çürümüş kemiklerin yeni- Meâric sûresinde, dünyada dinî ve mânevî konu-
den hayata kavuşturulmasını aklına sığdıramayan

K
lara ilgi göstermeyip hayatlarını oyun ve eğlence
inkârcıyı eleştiren âyetler, bunun imkân dahilin- içinde geçiren kişilerin mezarlarından aceleyle
de olduğunu ilk yaratılış örneğini hatırlatarak fırlayıp bir hedefe doğru koşuyormuş gibi hareket
kanıtlamakta (Yâsîn 36/77-79), aslında göklerin edecekleri ifade edilmekte ve bu esnada gözleri
ve yerin yaratılmasının insanları yaratmaktan aşağıya düşmüş, zillete duçar olmuş bir vaziyette
daha muazzam bir şey olduğu (el-Mü’min 40/57; olacakları haber verilmektedir (70/43-44).
en-Nâziât 79/27), bunu gerçekleştirmekten âciz
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan başka bir tasvir de
kalmayan Allah’ın ikinci yaratmayı da gerçekleş-
tirmeye elbet muktedir olduğu belirtilmektedir şöyledir: “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıkları kö-
(er-Rûm 30/27; Kāf 50/15). Bunun yanında Hz. tülüklerden habersiz sanma! Allah sadece onla-
Peygamber’den nakledilen bir hadise göre sûra iki ra gözlerin dehşetten dışarı fırlayacağı bir güne,
üflenişin arasında kırk yıl kadar bir zaman geçe- başları bir medet umarcasına kalkık, kendilerine
cek ve ba‘s, bedenin kuyruk sokumunda bulunan bile dönüp bakamayacak bir şaşkınlık içinde ve
çürümeyen tek unsur durumundaki maddeden çaresizlikten dolayı zihinleri bomboş bir durum-
(acbü’z-zeneb) geliştirilecektir (Müsned, II, 322; da koşuştukları güne kadar zaman tanımaktadır”
Buhârî, “Tefsîr”, 39/4, 78/1; Müslim, “Fiten”, (İbrâhîm 14/42-43).
141-143). Ayrıca kabrinden ilk defa Hz. Muham- İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre Hz. Peygam-
med’in kalkacağı belirtilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, ber bir gün etrafındaki sahâbîlere, “Şunu bilme-
39/4; Müslim, “Fežâil”, 3). lisiniz ki kıyamette çıplak, yalınayak ve sünnetsiz
3. “Toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen olarak haşrolunacaksınız” demiş, ardından, “Ya-
haşir, yeniden diriltilen insanların hesap mey- ratmayı ilkin nasıl başlattıysak onu tekrar ederiz”
danına sevkedilmesini ifade eder. Toplanılacak (el-Enbiyâ 21/104) meâlindeki âyeti okuduktan
yere “mahşer, mevkıf” (durup bekleyecek yer) veya sonra kıyamette ilkin Hz. İbrâhim’in giydirileceği-
“arasat” (birleştirilmiş boş araziler) denir. Kur’ân-ı ni belirtmiştir (Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Cen-
Kerîm’in kırkı aşkın âyetinde yer alan haşir kav- net”, 56-58). Hz. Âişe’den rivayet edilen hadisin
ramı daha çok kıyametin tasviriyle ilgilidir (M. F. devamında Âişe, bir arada bulunacak çıplak ka-
Abdülbâkī, el-Mucem, “haşr” md.). Bu âyetlerin dın ve erkeklerin birbirine bakabileceğinden söz
beyanına göre başta mükellef olan insanlar ve cin- etmiş, Resûl-i Ekrem de, “Durum buna müsaade
ler, ayrıca şeytanlar, melekler ve tapınılan putlar etmeyecek kadar vahim olacaktır” cevabını ver-
haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En‘âm 6/51, miştir (krş. İbn Kesîr, I, 268-269).

423
Vadi-i Hamuşan
Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste de insan- panların âhiretteki acıklı hallerine temas edilir-
ların üç grup halinde haşir işlemine tâbi tutulacağı ken kıyamet “bütün insanların rabbü’l-âlemînin
haber verilmektedir: Günahları sebebiyle ümitle huzurunda divan duracağı büyük bir gün” olarak
korku arasında bulunan müminler ki bunların tasvir edilir (el-Mutaffifîn 83/1-6). Hz. Peygam-
yaya olarak gitmesi muhtemeldir, binekle gide- ber, sözü edilen âyetleri hatırlatarak kıyamet
cek erdemli müminler ve yanlarından ayrılmayan gününde güneşin insanlara çok yaklaşacağını ve
bir ateşle hesap meydanına sevkedilecek gruplar kişilerin amellerine göre topuklarından boğazları-
(Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Cennet”, 59; İbn na kadar yükselen bir ter içinde kalacaklarını be-
Hacer, XIII, 188-193). lirtmiştir (Buhârî, “Riķāķ”, 47; Müslim, “Cennet”,
Hadis ve tefsir rivayetleriyle desteklenen bazı 60-62; Taberî, XXX, 115-118; İbn Kesîr, II, 3-5).
âyetlerde kıyamet gününde ceza ve mükâfat saf- Çeşitli âyetlerde âhiret âlemine de vurgu yapılarak
hasının fiilen başlamasından önce dünyada iş- Cenâb-ı Hakk’ın insanların hesabını çabuk görece-
lenen kötü amellerin ibret verici yansımalarının ği kaydedilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem,
olacağı haber verilir. Meselâ toplumu sömürücü “serî” md.). Ancak güvenilir hadis kaynaklarında
bir nitelik taşıyan ribâ işlemini sürdürenler kabir- zikredildiğine göre kıyamet gününde hesap mey-
lerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbe- danında toplanma ve hesap öncesi bekleşme uzun
tinden kalktığı gibi kalkacak (el-Bakara 2/275; sürecek, nihayet insanlar Hz. Âdem’den başlamak
Taberî, III, 140-141), devlet malına hıyanet eden- üzere Nûh, İbrâhim, Mûsâ ve Îsâ’ya başvurup he-
ler kıyamet meydanına haksız yere aldıkları mal sabın başlaması için Allah’a niyazda bulunmalarını
boyunlarına asılı olarak geleceklerdir (Âl-i İmrân isteyecek, fakat her birinin buna cesaret edeme-
3/161). Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis- yeceğini söylemesi üzerine Resûlullah’a başvura-
te kaydedildiğine göre Hz. Peygamber sahâbîlere caklar, onun huzûr-i ilâhîdeki dua ve niyazından
bir hitabede bulunurken devlet malına hıyanet sonra hesap başlayacaktır (Buhârî, “Tefsîr”, 17/4;
etmenin dehşet verici sonuçlarından söz etmiş Müslim, “Îmân”, 322-328; İbn Kesîr, II, 23-27).
ve şöyle demiştir: “Kıyamet gününde birinizin Konuyla ilgili naslardan hesaba çekilmenin sor-
boynunda meleyen bir koyun, diğerinin boynun- gulama ile başlayacağı ve ilke olarak sorumluluğun
da için için kişneyen bir at, öbürünün boynunda ferdî olacağı anlaşılmaktadır. “Kimse başkasının
böğüren bir deve, başkasının boynunda altın ve günah yükünü taşıyamaz. Kendi yükü ağır gelen
gümüş, birininkinde sallanıp duran bez parçası kimse onu taşımak için başkasına çağrıda bulunsa
bulunuyorken karşıma çıkmayın! Bunların her ve o yakını da olsa günahının hiçbir kısmını üst-
biri benden yardım isteyecek, ben de, ‘Elimden lenemez” (Fâtır 35/18). Bununla birlikte başkala-
gelen bir şey yok, dünyada iken sana tebliğ etmiş- rının hak yolundan sapmasına sebep olanlar ken-
tim’ diyeceğim” (Buhârî, “Cihâd”, 189; Müslim, di günahlarıyla birlikte saptırdıkları kimselerin
“İmâre”, 24). günahlarından da sorumlu olacaklardır (en-Nahl
Ayrıca tabiatın yaratılış ve işleyişinde gözlenen ve 16/24-25; el-Ankebût 29/12-13). Aynı konuyu iş-
semavî kitaplarda yer alan işaretleri görmezlikten leyen hadis rivayetlerinde, saptırdıkları kimselerin
gelen, ebedî hayatı ve kulun Allah karşısındaki so- de günahlarının cezasını görecekleri beyan edilir-
rumluluğunu inkâr eden kimselerin âhirette kör, ken yanında başkalarının hidayete ermesine ve
dilsiz ve sağır olarak haşredileceği Kur’an’da beyan iyilik yapmasına vesile olanların bundan mükâfat
edilmektedir (el-İsrâ 17/97-99; Tâhâ 20/124- alacakları da haber verilmektedir (Müslim, “İlim”,
127).(…) 15-16; Tirmizî, “İlim”, 16; Nesâî, “Zekât”, 64).(…)
4. “Saymak, hesap etmek, hesaba çekmek” mâ- Bütün bu yetenek ve imkânlarını, bir hadiste de
nalarına gelen hesap (hisâb) arasât meydanında zikredildiği üzere ömrünü, gençliğini, servetini ve
toplandıktan sonra sual, kitap, mîzan ve iyilikler- ilmini nerelerde kullanıp harcadığı mutlaka soru-
le kötülüklerin hesaplanması gibi âhiret hallerini lacaktır (Tirmizî, “Śıfatü’l-ķıyâme”, 1). Her mükel-
kapsar. Kur’ân-ı Kerîm’de ölçü ve tartıda hile ya- lef kendi imkânları ve bunlar sayesinde yüklendi-

424
Vadi-i Hamuşan
ği görev çerçevesinde sorguya tâbi tutulacaktır. hesabın kolay geçmesinin gerektiği yolunda bir
Hesabın bu derecesine peygamberler de dahildir fikir ileri sürmüş, bunun üzerine Resûl-i Ekrem,
(el-Mâide 5/109; el-A‘râf 7/6). “O âyetin bahis konusu ettiği şey hesap değil arz-
Kur’ân-ı Kerîm’de hesabın yazılı bir belgeye (ki- dır” şeklinde cevap vermiştir (Buhârî, “Riķāķ”,
tap) dayandırılarak yapılacağı ve herkesin kendi 49; Müslim, “Cennet”, 79-80). Bu tür nakillerden
belgesini inceleyip âkıbetini tesbit edebileceği be- hareketle iman ve iyi davranış sahibi kimselerin
lirtilir (el-İsrâ 17/13-14). Bunun yanında tartı ve tâbi tutulacağı hesabın genel bir kontrol nite-
teraziden, tartıların ağır veya hafif gelmesinden liğinde olacağını söylemek mümkündür. Başta
söz edilir (el-A‘râf 7/8-9; el-Kāria 101/6-8).(…) Buhârî ve Müslim olmak üzere muhaddisler, he-
saba çekilmeden birçok kişinin cennete gireceği-
Kur’an’da, hesap sırasında inkârcıların ağızlarına
ni ifade eden hadisler nakletmişlerdir (Miftâhu
mühür vurulup işledikleri kötülükleri ellerinin
künûzi’s-sünne, s. 126-127; çeşitli rivayetler için
haber vereceği, ayaklarının da buna tanıklık ede-
bk. İbn Kesîr, II, 147-160). Bu nevi hadisleri sözü
ceği (Yâsîn 36/65), ayrıca Allah düşmanlarının
edilen arz niteliğindeki kolay hesap kontrolü şek-
kulakları, gözleri ve tenlerinin kendi aleyhlerine
linde anlamak mümkündür.
olmak üzere tanıklıkta bulunacağı ifade edildi-
ği göz önünde bulundurularak yazılı belgenin 5. Kıyamet hallerinin sonuncusu, ebedî saadet
kişinin fizikî yapısında bulunduğunu, tartma iş- ve ebedî hüsran yeri olarak tanıtılan cennetle
cehennemdir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde

K
leminin bu çerçevede bir değerlendirme niteliği
taşıdığını söylemek mümkündür. Nitekim kelâm bu iki kavram karşılıklı olarak zikredilmekle bir-
âlimleri bu konuda maddî tasvirler yapmaktan likte A‘râf sûresinde aynı adla anılan üçüncü bir
kaçınmıştır. Mâtürîdî, tartıların ağır veya hafif mekândan söz edilir (7/46-49). “Cennet ile cehen-
gelmesinin hesaba katılabilecek derecede değerli nemi birbirinden ayıran sûrun yüksek kısmı” diye
veya hiçbir kıymet ifade etmeyen bâtıl konumun- tanımlanan a‘râfta kalacak kişilerin kimler olacağı
konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür (bk.
da bulunması mânasına alınmasının daha isa-
Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, II, 24-28; DİA,
betli olacağını söylemektedir (Tevîlâtü’l-Ķurân,
III, 259). A‘râf ehli melekler, peygamber ve şehid-
vr. 242b-243a; krş. Teftâzânî, s. 137). Mücâhid,
ler gibi seçkin kişiler değil müşriklerin çocukları,
Dahhâk ve A‘meş gibi âlimlerin buradaki vezin ve
fetret ehli veya iyiliğiyle kötülüğü eşit durumda
mîzanın tartı değil “adalet ve hakkaniyet” mâna-
bulunan kimseler de olsa tercih edilen görüşe göre
sına geldiği yolunda bir kanaate sahip olduklarını
bunlar da sonuçta cennete girecektir. Böylece âhi-
Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî nakletmektedir
ret âleminde cennetle cehennemden başka nihaî
(et-Teźkire, II, 16).
bir durağın bulunmadığı anlaşılmaktadır.(…)
“İnsanlara zulmedenleri, aynı çizgideki arkadaşla-
Şefaat imanın tarifi, büyük günah işleyenlerin
rını, uğruna zulmettikleri ve Allah’ı bırakıp tanrı
âhiretteki konumu gibi önemli konuları ilgilen-
edindikleri putları bir araya getirin ve hepsini ce-
dirdiği için Ehl-i sünnet, Havâric ve Mu‘tezile
hennemin yoluna sevkedin. Durdurun onları, sor-
mezhepleri arasında anlaşmazlık konularından
gu ve hesaba çekileceklerdir” (es-Sâffât 37/22-24)
birini oluşturmuştur. Hz. Peygamber’in kıyamet-
meâlindeki âyetlerle kitapları sağdan verilecek
te hesap işleminin başlaması için bütün insanlara
kimselerin hesap vermesinin kolay olacağını ifade
yönelik şefaati, ayrıca iman ve amelleri sayesinde
eden ilâhî beyan (el-İnşikāk 84/7-9), kıyametteki cennete girenlerin oradaki derecelerinin yüksel-
sorgu ve hesabın inkârcılar ve zalimler için çetin tilmesi anlamındaki şefaat anlayışına itiraz edil-
geçeceğini göstermekte, bunun yanında samimi mezken ebedî kurtuluşu etkileyici nitelikte olmak
müminler için elem verici bir durumun söz konu- üzere büyük günahların affedilmesi, iyilikleriyle
su olmayacağına işaret etmektedir. kötülükleri eşit gelen veya cehenneme girme ko-
Resûlullah’ın, inceden inceye hesaba çekilecek numunda bulunan kimseler için şefaat edilmesine
kimselerin hüsrana uğrayacağını söylemesi üzeri- karşı çıkılmıştır. Ehl-i sünnet’in Selef ve kelâm
ne Hz. Âişe, İnşikāk sûresindeki âyeti hatırlatarak ekollerine bağlı âlimleri şefaatin hak oluşu yolun-

425
Vadi-i Hamuşan
da birçok hadis rivayetini delil olarak zikrederler. nitelendirmek mümkün değildir. Böyle bir şeyin
Muhaddis İbn Kesîr’in çeşitli rivayetleriyle bir benimsenmesi halinde bütünüyle Kur’an metni-
araya getirdiği bu hadislerin çoğunlukla Kütüb-i nin lafız ve mânasını nâzil olduğu Arap dilinin
Sitte dışındaki kaynaklarda yer aldığı dikkat çek- kuruluşunun dışında bırakma ve Kur’an mesa-
mektedir (en-Nihâye, II, 268-342). Âyet ve sahih jının anlaşılıp uygulanmasını ortadan kaldırma
hadislerden oluşan nasların mevcudiyeti karşı- gibi bir sonuç doğar. Bunun yanında ebedî hayat,
sında şefaatin temelden yokluğunu ileri sürmek bizce fiilen yaşanan veya yaşayanlar tarafından
mümkün değildir; esasen İslâm mezhepleri tari- haber verilip dünyevî yapımızca algılanabilen tür-
hinde böyle bir akımın varlığı da bilinmemekte- den bir hayat değildir. Bu sebeple gaybdan haber
dir. Şefaate nâil olabilmek için samimi bir imanla veren naslara dayanarak elde edilebilen bilgiler,
birlikte ebedî kurtuluş yolunda az veya çok bir gerçeğe yaklaştırıcı ve onunla benzerlik tesis edici
mesafe katetmiş olmak gereklidir. Peygamberle- nitelikte bilgiler olarak kabul edilmelidir. Özellik-
rin şefaati, nebînin ve getirdiği mesajın dünya ve le cennet hayatı için bu anlayışı destekleyen âyet
âhiret çapındaki önemini belirtmesi açısından bü- ve hadisler mevcuttur (el-Bakara 2/25; es-Secde
yük önem taşımaktadır. Peygamberlerden başka 32/17; Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312,
âlimlerin, şehidlerin ve diğer müminlerin şefaat- “Cennet”, 2-5). Gayb âlemine ait bulunmaları açı-
leri sabitse (Müslim, “Îmân”, 302-304; İbn Mâce, sından cennetle cehennem arasında fark yoktur.
“Zühd”, 37; İbn Kesîr, II, 327-339) bu, mümin bir İslâm akaidinin nakle bağlı konularının (sem‘iy-
toplum oluşturmuş insanların birbirlerine sev- yât) başında yer alan kıyamet halleri alanında
gi ve saygı göstermelerinin bir faktörünü, ayrıca İslâm mezhepleri arasında kaydadeğer görüş fark-
engin ilâhî rahmetin tecelli vasıtalarından birini lılıkları yoktur.(…)
gösterir.(…) Kur’ân-ı Kerîm’de insanın tabiatın çok değerli bir
Kevser sûresinde işaret edilen, bunun yanında varlığı olduğu belirtilmekte ve içinde yaşadığı koz-
Kütüb-i Sitte’de genişçe yer alan Havz-ı Kevser mik sistemdeki her şeyin onun hizmetine sunul-
suyundan içmek (Miftâhu künûzi’s-sünne, s. 165- duğu haber verilmektedir (meselâ bk. el-Bakara
166) kin, kıskançlık gibi beşerî duygulardan arın- 2/29; İbrâhîm 14/32-34; el-İsrâ 17/70; el-Câsiye
maya vesile olabilir. Konuyla ilgili hadislerde her 45/12-13).(…)(1)
peygamberin bir havuz ve su kaynağının olacağı, (1) DİA [KIYAMET - Bekir Topaloğlu] C. 25; s. 516-
ümmetinin bu kaynaktan içtikten sonra cennete 522
gireceği ifade edilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de cehennemden ve oraya girmeye Kıyamet İnancı
müstahak olanlardan söz eden âyetlerin devamın- Dünyanın (…) yıkımı ardından ölülerin diriltilme-
da, “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse siyle başlayıp ebediyen devam edecek olan âlem.
yoktur; bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür”
Zamanın devrî olduğunu ve karma-tenâsüh inan-
denilmektedir (Meryem 19/71). Âyetin tefsirini
cına bağlı olarak dünya hayatının sürüp gittiğini
yapan âlimler çeşitli görüşler ileri sürmekle bir-
kabul eden Hinduizm ve Budizm gibi dinlerin ya-
likte (Taberî, XVI, 136-144) cehennemin yanında
nında zamanın düz bir hat şeklinde seyrettiğini
kurulan, cennete de geçit veren bir nevi köprünün
benimseyen semavî dinlerde de kıyamet inancı
(sırat) bulunacağı, bu köprüden kurtuluşu hak
bulunmaktadır. Her iki zaman anlayışına göre ge-
edenlerin rahatlıkla geçeceği, diğerlerinin ise ce- rek insanın bir defaya mahsus olmak üzere içinde
henneme düşmesini sağlayacağı anlaşılmaktadır bulunduğu dünya hayatı gerekse sürekli yenilenip
(Miftâhu künûzi’s-sünne, s. 265-266; İbn Kesîr, tekrarlanan devreler sonludur. Kıyamet, zamanın
II, 172-190). devrî olduğunu kabul eden dinlerde insanın içinde
Hemen bütün İslâm âlimlerinin kabul ettiği üzere yaşadığı devrenin sonunu, evrenin ve insanın fâni
yüzlerce âyette yer alan cennet ve cehennem ha- olduğunu kabul eden dinlerde ise dünya hayatının
yatıyla ilgili tasvirleri sembolik veya hayalî olarak sona erişini ifade etmektedir. Aradaki en önemli

426
Vadi-i Hamuşan
fark, birinde kıyametin bir defa olup bitmesi ve çağ yaşanmış, ardından onu içinde bulunduğu-
sonrasında ebedî âhiret hayatının başlaması, di- muz dünya hayatı takip etmiştir. Bu dünya (olam
ğerinde devrelere paralel olarak kıyametlerin de ha-zeh) hüküm günüyle (yom ha-din) sona erecek
sürekli tekrarlanmasıdır. ve öbür dünya (olam ha-ba) başlayacaktır. Ancak
Dünya hayatının ebedîliğini kabul eden klasik Hin- yahudi düşüncesinde âhiret hayatıyla ilgili telak-
du kozmolojisine göre evrenin tarihi, yaratılışla kiler uzun süre bir sisteme kavuşturulamadığı
başlayıp yok oluşla sona eren devrelerin sonsu- için Mesîhî dönemle gelecek dünyanın konumuna
za kadar birbirini takip etmesinden ibarettir. Bu dair farklı yorumlar söz konusudur. Âhir zamanın
devrelerden her birine “kalpa” adı verilmekte ve sonunda (aharit ha-yamim) bir anlayışa göre önce
Tanrı Brahma nezdinde bir güne, dünya ölçeğin- kıyamet kopacak, ardından Mesîhî dönem baş-
de ise 4 milyar 320 milyon yıla tekabül etmektedir. layacak, daha yaygın yoruma göre ise önce 1000
Her devrenin sonunda evren çözülüp bozulmakta, yıllık bir Mesîhî dönem gelecek, arkasından yeni
kıyamet kopmakta, ardından yeni bir devre baş- bir dünya kurulacaktır. Yahudi inancında âhi-
ret hayatının en önemli alâmetlerinden biri olan
lamaktadır. Her bir Brahma’nın hayatı Brahma
hüküm günü öncesinde seller, zelzeleler, güneşin
ölçeğinde 100 yıl sürmekte, arkasından bir sükû-
ve ayın kararması, yıldızların dökülmesi gibi tabiat
net dönemi gelmekte, daha sonra yeni bir Brah-
üstü olaylar, korkunç değişiklikler vuku bulacak,
ma vücut bulmakta, dolayısıyla devreler sonsuza
her yeri karanlık saracak, daha sonra ölüler diri-

K
kadar devam etmektedir. Her bir kalpa Krta, Tre-
lip hesaba çekilecek, kötüler cezaya çarptırılacak,
ta, Dvapara ve Kali olmak üzere dört çağa (yuga)
iyiler de mükâfatlandırılacaktır (İşaya, 13/6-16;
ayrılmaktadır. Sonuncu çağı kıyamete tekaddüm
Yoel, 2/2-11; Tsefanya, 1/14-18).
eden âhir zamandır ki Hint düşüncesine göre bu
dönemde kötülük, inançsızlık ve tabii felâketler ar- Hıristiyanlık’ta da dünya hayatı sonludur. Sa-
tacaktır. Dönemin sonlarına doğru inançsızlıkla vaşlar, kıtlıklar, zelzeleler, fesadın çoğalması,
mücadele etmek üzere mehdî Kalki gelecek, Kali yalancı peygamberlerin, mesîh idDİAsında bu-
Yuga’nın sonunda ise evren çeşitli felâketler ne- lunanların ortaya çıkması gibi çeşitli alâmetler
ticesinde çözülüp bozulacak, ardından yeni bir bu sonun işaretleridir. Bütün bunların ardından
evren doğacaktır. güneş kararacak, ay ışığını vermeyecek, yıldızlar
gökten düşecek ve göklerin kudretleri sarsılacak-
Hinduizm’den etkilenen Budizm’de de zaman,
tır. Gökler büyük gürültüyle zeval bulacak, maddî
birbiri ardınca gelip sonsuza kadar devam eden
unsurlar yanarak yok olacak, yer ve yeryüzünde
ve kalpa adı verilen dönemlere bölünmüş olup her
yapılmış her şey yanıp tükenecektir. O günü ve
kalpa kendi içinde çözülme, kaos, yeniden teşekkül ve
saati sadece Allah bilmektedir. Ardından insanlar
varlığını sürdürme safhalarına ayrılır. Her kalpanın
dirilip mezarlarından çıkacak, hesaba çekilecek,
sonunda çözülme ve yok olma vuku bulacak, kar-
kötüler ebedî azaba duçar olacak, iyiler de ebedî
ma doktrini gereği kötüler cezalandırılacak, iyiler
hayata kavuşacaktır (Matta, 24/3-25/46; Mar-
mükâfat görecek, ancak cennet ve cehennem dev- kos, 13/5-35; Luka, 21/5-31; Yuhanna, 5/27-29;
resi devamlı olmadığından bunu yeni kalpalar takip II. Petrus, 3/10).
edecektir. Sözü edilen ebedî döngüden kurtulma
Câhiliye dönemi Arapları ruhun bedenden çıkma-
ancak Nirvana’ya ulaşmakla mümkün olacaktır.
sıyla meydana gelen ölüm hadisesini bir dinlenme
Âlemin yoktan (ex nihilo) yaratıldığını, fâni olduğu- ve yok oluş şeklinde telakki etmişlerdir. Çeşitli
nu ve zamanın düz bir hat şeklinde akıp gittiğini âyetlerde Hz. Peygamber’in muhataplarının ba‘s
kabul eden ilâhî dinlere göre ise evrenle birlikte ve haşre inanmadıkları, Kur’an’ın bu konulardaki
içinde yaşanan zaman da kıyamet denilen safha beyanlarına karşı tepki gösterdikleri ifade edilir
ile sona erer ve yeni bir âlemle birlikte sonsuz za- (Cevâd Ali, VI, 122-131). Arap dilinde ba‘s, haşr,
man başlar. cennet, cehennem gibi kavramların yer alışı ve bazı
Yahudiliğe göre âlem yoktan yaratılmış, Âdem Câhiliye şiirlerinde basit tasvirlerin göze çarpma-
ile Havvâ’nın itaatsizliğinden önce cennette altın sı, İslâm öncesi Araplar’ında ölümden sonra ikinci

427
Vadi-i Hamuşan
bir hayatın mevcudiyetini belgeler nitelikte görül- özelliğine sahip bir kişi olduğu hususu, kendisine
memektedir (a.g.e., VI, 131-142). tapmayı reddeden bir genci kılıçla ikiye bölüp öl-
Kıyâmet kelimesi “kalkmak, dikilip ayakta dur- dürdükten sonra tekrar diriltmesiyle verilmiştir.
mak” mânasındaki kıyâm kökünden isim veya Kıyametin diğer büyük alametlerinden sayılan
masdar olup “dirilip mezarından kalkma, Allah’ın Yecüc ve Mecüc kavminden bahsedilirken onla-
huzurunda durma” yahut “bu olayın başlangıcı- rın dünyada hüküm sürecekleri yirmi yıl zarfında,
nı teşkil eden kozmik değişikliğin vuku bulması” sürekli bozgunculuk yapacaklarından, insan başta
anlamına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, olmak üzere tüm canlılara eziyet edeceklerinden,
“ķvm” md.; Lisânü’l-Arab, “ķvm” md.).(1) sürekli hale gelen zulümlerinden dolayı sonunda
(1) DİA [KIYAMET - Bekir Topaloğlu] C. 25; s. 516- feci bir şekilde öldürülerek ömürlerinin tüketile-
522 ceğine değinilir.(1)
(1) Kaya, Bayram Ali. a.g.e., s. 333-334
Kıyamet kopmak
Allah’tan başka bütün varlıkların yok olması, dün- Kıyametnâme
yanın sonunun ve kıyamet gününün gelmesi.(1)(2)
(3)
Kur’an-ı Kerim’in hükümleri çerçevesinde mahşe-
ri anlatan manzum ve mensur eserlere verilen ad.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. İsrafil’in Sura üflemesiyle canlı cansız bütün var-
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. lıkların yok olacağı, Sura ikinci üfürmesiyle haşrın
(3) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. başlayacağı konu edilir.(1)
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
Kıyamet köprüsü
Sırat Köprüsü.(1)
Kıyasıya
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Öldürmek ya da canını yakmak amacıyla karşısın-
dakine hiç acımadan kıyarcasına, öldürürcesine.
Kıyametin alametleri (1)(2)(3)

Kıyametin kopacağını, Dünyanın sonunun geldi- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


ğini önceden belirten işaret ve olgular.(1)(3) Bun-
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
lara Eşrat-ı saat da denilir.(2) Kıyametin kopma
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
vaktini belirten özellikler olarak dini kitaplarda
yer alan olağanüstü tabiat olayları, ahlak bozuk-
lukları, güneşin geçici olarak batıdan doğması, Kıyık kıyık kıymak
Tanrılık idDİAsıyla Deccalın zuhuru, dini ve ma- Öldüresiye dövmek.(1)
nevi ilimlerin kaybolup cehaletin artması, fuhşun
(1) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
yaygınlaşması vb. işaretler.(5)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Akay, Hasan. a.g.e. Kıyıklık
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e. Öldürücülük, kıyıcılık, insafsızlık.(1)
(4) DİA;
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(5) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

Kıyılmak
Kıyametin büyük alametleri
Öldürülmek, canına kastedilmek.(1)
Kıyametin büyük alametlerinden sayılan Dec-
calın vasıfları anlatılırken, onun ölüleri diriltme (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

428
Vadi-i Hamuşan
Kıyım Kızıl Deli Sultan Türbesi-Yunanistan
Yaşlı, kadın, çocuk gibi kendini savunamayacak (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 730
durumda olan kimselerin topluca öldürülmesi,
katliam.(1) Kızıl Deli Türbesi-Kırklareli
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72

Kıymak Kızıl Deli Yahya Dede Türbesi-Çankırı


Acımadan ortadan kaldırmak, canına kastetmek, (1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
öldürmek.(1)(2)(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kızıl Hisarlı Mustafa Paşa Türbesi-Muğla
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.

Kız Ana Türbesi-Bulgaristan Kızılkule Kaya Mezarı

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 172 Iğdır İl Merkezi’nin 39 km. güneybatısındaki


Güngörmez Köyüne bağlı Kızılkule (Sıçanlı) Ma-

K
hallesi’nin batısında yükselen bir tepe üzerinde
Kız Baba Türbesi-Edirne bulunan merkez; kale, yerleşim alanı, kutsal alan
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 28 ve kaya mezarından oluşmaktadır.
Kalenin bulunduğu tepenin doğusunda yer alan
Kız Bibi Türbesi-Türkmenistan kaya mezarına günümüzde aşağıya doğru inen
basamaklı bir girişten sonra 0,75 x 1,20 m. ölçü-
(1) Çeşmeli, İbrahim. a.g.e. s. 523
lerindeki bir kapı ile ulaşılmaktadır. 3,20-2,96 x
2,60-2,33 x 1,35-1,87 m. ölçülerindeki tek odalı
Kız Kulesi Türbesi-Konya kaya mezarının güneybatı duvarında kısmen tah-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55 rip edilen 1,70 m. uzunluğunda 30 cm derinliğin-
de 50 cm. yüksekliğinde bir niş veya ölü yatağı
bulunmaktadır. Günümüzde zemini toprakla dolu
Kız Türbesi-Kosova- Priştine
olan kaya mezarının bu nedenle zemin özellikleri
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 385 tespit edilememiştir.
Düzgün bir işçilik taşıyan kaya mezarının bel-
Kız Veli (Mühürlü Sultan) Türbesi-İzmir ki de en farklı özelliği hemen batısında yer alan
(1) Duran, Remzi1. a.g.e. s. 57 kutsal alanı ve yapım özellikleridir. Küçük ve tek
odalı Kızılkule kaya mezarının bir ön / ana odası
olmadığı için inşa edildiği düşünülen 5,75 x 4,55
Kızanlık Açık Türbesi-Bulgaristan
m. ölçülerinde yaklaşık 26 m2 lik kutsal alan böl-
(1) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 93 gedeki en iyi örneklerden biridir. Ana kayanın tı-
raşlanarak düzeltildiği bu bölümde yer yer 2,6 m.
Kızdede Türbesi-Balıkesir yükseklikte bir kısmın oyulduğu veya düzeltildiği
görülmektedir.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55,
(2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 197 Kaya mezarının güneybatı duvarına paralel ana
kayanın kesilerek açılmak istenen kutsal alanın
daha sonra kaya mezarına zarar vereceği düşünce-
Kızıl (Kümbet) Türbesi-Iğdır siyle 70 cm. kadar geri çekilerek yapıldığı anlaşıl-
(1) Buyruk, Hasan. a.g.e. s. 214 maktadır. Bir planlama hatası olduğunu ortaya ko-

429
Vadi-i Hamuşan
yan bu durum 1,5 m.lik hatalı taş kesimiyle bizlere alınarak bir kimsenin sahip olduğu gerçek meziyet
Urartu’nun taş işçiliğini, kutsal alan-mezar ilişkisi- ve erdemleri ölçüsünde kendi değerinin farkına
ni ve kutsal alanların kaya mezarından sonra inşa varmasında bir sakıncanın bulunmadığı belirtil-
edildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Çok miştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kbr” md.;
odalı kaya mezarlarında bu kutsal alan ihtiyacının Lisânü’l-Arab, “kbr” md.; Tâcü’l-arûs, “kbr” md.).
ana oda veya ön oda ile karşılandığı bilinmektedir. Ucb (kendini beğenme), ihtiyâl ve huyelâ (büyük-
Demir Çağı inanç sisteminde ölü gömmenin bir lenme), fahr, tefâhur (övünme), tahkir (başkasını
ritüel olduğu ve törensel bir işlev taşıdığı bunun aşağılama), tecebbür (zorbalık), tuğyan (taşkın-
içinde bir kutsal alana ihtiyaç duyulduğu düşünül- lık) gibi kibre yakın anlamlarda kullanılan başka
düğünde tek odalı kaya mezarlarının hemen yan- kavramlar da bulunmakla birlikte bunlardan yal-
larında veya yakınında bir kutsal alanın bulunma- nız ucb kelimesi kibir gibi literatüre ahlâk terimi
sı da bir gerekliliktir.(1) olarak girmiştir. Kaynaklarda genellikle ucbun
(1) Topaloğlu, Yasin. a.g.e. s. 143-144. kibirden farklı olduğu belirtilir. Buna göre kişinin
kendini büyük, başkalarını küçük görmesine kibir,
başkasını küçük görmeden kendini ve yaptıklarını
Kızlar Türbesi-Karaman beğenerek böbürlenmesine de ucb denilir. “Kişi-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55, nin geçici değerlere aldanıp onlarla avunması” an-
(2) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 261, lamına gelen gurur da Türkçe’de “kendini beğen-
(3) Topal, Cengiz, a.g.e. s. 48 me, böbürlenme” mânasında kullanılmaktadır.
Kur’an’da kibir kelimesi terim anlamıyla bir âyet-
Kibâbu’l-Aktab te geçmektedir (el-Mü’min 40/56); aynı anlamda
sekiz yerde değişik isim ve fiil kalıplarında tekeb-
a. Uluların mezarlığı.(1)
bür (el-A‘râf 7/13, 146; en-Nahl 16/29; el-Mü’min
b. Mevlana’nın türbesi.(2) 40/27), kırk dokuz yerde de istikbâr kavramları
(1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 12 yer almıştır. Ayrıca izzet, muhtâl, fahûr, fehhâr
(2) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. ve tefâhür, cebbâr, âlî ve ulüv, tâgī ve tuğyan gibi
kavramlar da kibir ve ucbun farklı tezahürleri
olarak kullanılmıştır. Kur’an’da bu tür kavram-
Kibir
ların genelde Câhiliye dönemi anlayışıyla benzer
Sözlükte “büyüklük” anlamına gelen kibir (kibr), topluluklara özgü olup sefeh, hamiyet, asabiyet
tevazuun karşıtı olarak “kişinin kendini üstün gibi terimlerle ifade edilen; soyluluk, zenginlik,
görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı siyasî-içtimaî statü üstünlüğü gibi motiflerle bes-
davranışlarda bulunması” demektir; ancak keli- lenen zorbalık ve barbarlık ruhunun yansımaları
menin daha çok birinci anlamda kullanıldığı, bü- olarak ortaya konulduğu görülür. Yalnız bir âyet-
yüklenme ve böbürlenme şeklindeki davranışların te (el-Haşr 59/23) mütekebbir kelimesi Allah’ın
ise bu huyların dışa yansımasından ibaret olduğu isimleri arasında, bir âyette de (el-Câsiye 45/37)
belirtilir. Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbâr kibriyâ Allah’ın sıfatı olarak geçmektedir. Son
kibre yakın anlamlara gelmekle birlikte kibri bü- âyette mutlak anlamda büyüklüğün Allah’a mah-
yüklük duygusu, tekebbürü ise bu duygunun ey- sus olduğu bildirilir. Âyetlerin bazısında tekebbür
leme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlar da vardır ve istikbar, kendisinin Âdem’den daha üstün ol-
(meselâ bk. Gazzâlî, III, 343-344; Ferîd Vecdî, duğunu ileri süren İblîs’in büyüklenme duygusu-
VIII, 43). Kaynaklarda, tekebbürün en ileri dere- na kapılarak Âdem’e secde etmesini isteyen ilâhî
cesinin gerçeği kabule yanaşmayarak Allah’a karşı buyruğa karşı çıkışını anlatır (el-Bakara 2/34;
büyüklenmek ve O’na boyun eğip kulluk etmeyi el-A‘râf 7/12-13; Sâd 38/74). Diğer âyetlerde ise
kendine yedirememek olduğu ifade edilir.(…) aynı kavramlar inkârcıların Allah’ın âyetleri, kita-
A‘râf sûresinin 146. âyetinde kibir taslayanlar eleş- bı ve dini, Peygamber ve onun tebliğleriyle müs-
tirilirken “haksız olarak” kaydının konması dikkate lüman topluluk karşısındaki aşağılayıcı ve redde-

430
Vadi-i Hamuşan
dici tutumlarını, kendini beğenmişliklerini ifade kaynaklarda kibrin anlamı ve mahiyeti, sebepleri,
eder. Önceki peygamberlerin tebliğ faaliyetlerinin belirtileri, dinî, ahlâkî ve içtimaî zararları gibi ko-
açıklandığı âyetlerde onların da benzer tepkilerle nular üzerinde durulmuştur. Bunlar arasında Gaz-
karşılaştığı anlatılarak bu tutumun her devirdeki zâlî’nin İhyâü ulûmi’d-dîn’inin özel bir yeri vardır.
inkârcıların ortak tavrı olup bunun bir ahlâk has- Eserin “Kitâbü Zemmi’l-kibr ve’l-ucb” başlıklı bö-
talığı sayıldığı belirtilir. Bazı âyetlerde istikbâr, lümünde konuyla ilgili başlıca âyet ve hadislerle
inkârcılar arasından özellikle varlıklı ve aristokrat seleften intikal eden açıklamalar aktarılmıştır.
kesimin yoksul ve zayıf çoğunluğa karşı takındığı Tevazu, kibir kavramının anlamı ve mahiyeti, ki-
aşağılayıcı ve baskıcı tutumu ifade etmek üzere birlenmenin zararları, çeşitleri ve dereceleri; ilim,
kullanılır ve bu sosyal problemle ilgili olarak çeşit- amel ve ibadet, soyluluk, güzellik, zenginlik ve
li peygamberlerin kavimlerinden örnekler verilir güç şeklinde sıralanan kibir sebeplerinin gerçek
(meselâ bk. el-A‘râf 7/75-76; Sebe’ 34/31-33). anlamı ve değeri; alçak gönüllü insanların karak-
Gerek kibir gerekse ilgili diğer kavramlar hadisler- ter yapıları, kibir hastalığının tedavisi ve tevazu
de de geçmektedir. Bu hadislere göre kibir gerçeği erdemini kazanmanın yollarıyla ucb kavramı dinî,
inkâr etmek, hakkı kabul etmemek ve insanları ahlâkî, psikolojik, pedagojik vb. yönlerden ince-
küçümsemek, hor görmektir (Müslim, “Îmân”, lenmiştir. Eser, gerek sistematik gerekse içerik
147; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26; Tirmizî, “Birr”, yönünden konuyla ilgili sonraki literatür için bir
61). Kibir insanı zalimler arasına sokar (Tirmizî, model oluşturmuştur.

K
“Birr”, 61); cehennemliklere mahsus başlıca kötü (1) DİA [KİBİR - Mustafa Çağrıcı] c. 25; s. 562
huylardan biridir (Buhârî, “Edeb”, 61; Müslim,
“Cennet”, 47). Kıyamet gününde kendini beğen-
Kibirlenmek
miş kimseler Hz. Peygamber’den uzak kalacaklar
Kibir şeytandadır, çünkü ilk kibirlenen, büyük-
(Tirmizî, “Birr”, 71), böbürlenip çalım satanlar
lenen odur. Allah’ın, kibirlileri sevmediği, onlara
Allah’ın ilgi ve merhametini kaybedeceklerdir
sürekli kalmak üzere cehenneme girmelerini em-
(Buhârî, “Libâs”, 1, 2, 5; Müslim, “Libâs”, 42-48).
redeceği bildirmekte ve kibirlilerin yerlerinin ora-
Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete
sı olduğu vurgulanmaktadır.(1)
giremeyecektir (Müslim, “Îmân”, 147; Ebû Dâvûd,
(1) Ateş, Süleyman. a.g.e., C. 11, s. 505
“Libâs”, 26). Özellikle son hadis, kibrin ne kadar
kötü bir huy olduğunu gösteren bir delil olarak
konuyla ilgili bütün kaynaklarda zikredilir. Gaz- Kiçi Hatun Türbesi-Tokat
zâlî bu hadisi açıklarken özetle şu görüşlere yer
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 42
verir: Kibir cennete girmeye engeldir; çünkü insa-
nın müminlere yaraşır huylar kazanmasını önler;
halbuki bu huylar cennetin kapıları demektir. Ki- Kifayet kefeni
bir cennetin bütün kapılarını kapatır; zira kibirli Kişinin hayatta iken giydiği elbise, vefattan sonra
kişi kendisi için istediğini başkaları için isteyemez da kifayet edecek olan kefendir. Erkek için kefen
(Gazzâlî, III, 344). Söz konusu hadiste ifadenin iki parça elbisedir. Bunlarda izar tabir edilen bel-
hayli ağır olmasını dikkate alan bazı âlimler, bura- den aşağı giyilen bir elbise ile lifafe tabir edilen üst
daki kibirle “Allah’a karşı büyüklenme ve O’na bo- kıyafettir.(1)
yun eğip kulluk etmeyi kendine yedirememe” an- (1) Zuhayli, Vehbe. a.g.e., C. 3, s. 39
lamının kastedildiğini belirtmişlerdir. Aynı hadis,
“Kıyamet gününde müminler kalpleri kibirden
arındırıldıktan sonra cennete girebileceklerdir” Kigallu
şeklinde de yorumlanmıştır (İbnü’l-Esîr, IV, 5). Asur dilindeki kigallu (büyük yer), ölüm sonrasın-
Kibir, erken dönemlerden itibaren İslâm ahlâk daki hayat, “ölüler diyarı” anlamını ifade etmek-
ve tasavvuf kitaplarıyla edep ve hikemiyata dair tedir.(1)
mecmuaların önemli konularından biri olmuş; bu (1) DİA, C.7, s. 226

431
Vadi-i Hamuşan
Kikan Reisi Türbesi-Mardin tarih bölümlerinden oluşmaktadır.(1) Kimlik, en
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 113 önemli bölümünü oluşturan ölenin adının belir-
tildiği mezar taşı yazısıdır.(2)

Kilerci Baba Türbesi-Antalya-Elmalı Mezar taşının bu kısmında ölen kimsenin kimlik


bilgileri, hayatta iken taşıdığı ünvanları, bazı dua
(1) Teb-Der. a.g.e. s. 3
cümleleri ile birlikte verilmiştir. Bu ifadeler gayet
kısa olabildiği gibi son derece uzun ifadelerle de
Kilimbi verildiği olmuştur. Kimlik bilgileri yanında vefat
Şeytan adı.(1) sebebinin yazılı olduğu taşlar da bulunmaktadır.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. “Kaşıkçılar Kethüdâsı Hacı Emin Ağa Merhumun
hafîdesi ve Maliye mümeyyizlerinden Merhum
Bâkî Efendi’nin kerimesi Ticâret Mahkemesi kâtip-
Kilise
lerinden Eşref Beyin halîlesi Fatma Fethiye Ha-
a. Hıristiyanların ibadet yeri, Hıristiyan tapınağı. nım’ın kabrin …” (Merkez Efendi Mezarlığı 281)
(1)(2)(3)(4)
“Enderûn-i Hümâyun’da Kilar-i Hâssa-i Hazret-i
b. Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerinden her biri.
(1)(2)(3)(4) Şehriyâriden es-Seyyid Hasan Bey birâderi Mer-
c. Dini işlerin yönetimi, Hıristiyanlığın doktrini- hum ve mağfûrun leh Es-Seyyid Abdullah Bey ru-
nin öğretilmesi vb. dini işlerle ilgili papa ve pis- huna …” (Çamlık Mezarlığı 63)
koposlar topluluğu.(1)(2)(4) “Bu cihan bağına geldim mürüvvet görmedim
d. Hıristiyanlara ait dini kurum.(2)(3) Derdime çare aradım bir ilacın bulmadım Âh ile
zâr kılarak tazeliğime doymadım Çün ecel pey-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mânesi dolmuş murada ermedim Plevne’de Gazi
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Ali Bey sülâlesinden Vakıf mütevellisi Ali Beyzâde
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Abdi Bey’in halîlesi Ayşe Hanım ruhuna Fâtiha …”
(4) DİA
(Çamlık Mezarlığı 99)
“Huve’l-Hayyu’l-Bâkî Vâlide Sultan -tâbe serâhâ-
Kilit açma
Kethüdâsı merhum ve mağfur Yusuf Ağa ruhîçun
Kısmet açmak, ev, araba sahibi olmak için genel bir El-Fâtiha Rebiulâhir 1222” (Çamlık Mezarlığı 156)
ritüeldir.(2) Adana’da belli bir yaşa geldiği halde ev- “Otuz seneden mütecâviz Arnavuluk’ta teferrüd
lenemeyen kızların kısmetlerini açmak için çeşitli eden Yanya Sancağı Mutasarrıfı sâbık Meşhur Te-
yollara başvurulur. Bunların başında kilit açma ge- pedelenli Ali Paşanın ser-i maktûudur.” (Silivrika-
lir. Kilit açma eylemi, Cuma günü camiden ilk çıkan pı Mezarlığı A 26)
kişiye yaptırılmaktadır. Kilit kızın başının üzerinde
“Âh kim takdir böyle neylesin tedbir ona Ol gül-i
açtırılmaktadır. Kimi zaman kilit Perşembe akşamı
nâzikin ömrün fenâ etti hebâ Pençe-i tâundan
bir delikanlıya kapattırılmakta, kimi zaman da ca-
bulmayıp âhir necât İrciî emriyle etti rihlet-i dâr-ı
miye giren kişiye kilit verilmekte, bu kişi girerken
bekâ” (Silivrikapı Mezarlığı A 33).(4)
kilitlediği kilidi, camiden çıktıktan sonra dualarla
açmaktadır. Kilidin kapalılığı ile kısmetin kapalılı- (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 82;
ğı arasında ilişki kurulmakta ve kilidin açılmasıyla (2) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s.24;
kısmetin de açılacağına inanılmaktadır.(1) (3) Gündoğan, Bengü. a.g.e., s.310
(4) Berk, Süleyman. a.g.e. s. 45-46.
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 9;
(2) Köse, Ali. a.g.e., s. 104
Kimya
Kimlik Ariflerin ıstılahında kâmil insan anlamına gel-
Mezar kitabelerinde yer alan unsurdan biri.(3) Me- mektedir.(1)
zar taşı kitabesinin yapısı, serlevha, kimlik, dua ve (1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

432
Vadi-i Hamuşan
Kimyayı Avam olarak kabul edilmiştir (Âlûsî, XXVI, 183-184; El-
Baki olan uhrevi kazancı, fani olan dünyevi ka- malılı, VI, 4515). Diğer taraftan müşriklerin kendi
zançla değişme.(1)(2) aralarındaki sırları ve gizli konuşmaları kimsenin
işitmediği yolundaki zanlarının yanlışlığına temas
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
edilen âyette, “Yanlarında bulunan elçilerimiz her
(2) Uludağ, Süleyman. a.g.e.
şeyi yazmaktadır” (ez-Zuhruf 43/80) cümlesi de
açıkça yazıcı melekleri anlatmaktadır. Bazı âyetler-
Kiramen Katibin de yazma işi doğrudan Allah’a izâfe edilmekteyse
İnsanların söz ve davranışlarını kaydeden melek- de (el-Enbiyâ 21/94; el-Câsiye 45/29) bu beyanı
ler. müfessirler O’nun tarafından görevlendirilen me-
lekler şeklinde yorumlamışlardır (Fahreddin er-
Sözlükte “yazan, kayda geçiren” anlamındaki
Râzî, XXVII, 272). Ayrıca insanların benimsediği
kâtib ile “iyi, dürüst ve değerli” anlamındaki kerîm
inançların ve işlediği bütün fiillerin tesbit edilmiş
kelimesinin çoğulundan oluşan kirâmen kâtibîn
olup kıyamet gününde yazılı bir belge (kitap) ha-
terkibi “değerli yazıcılar” mânasına gelir.
linde kendilerine sunulacağı (el-İsrâ 17/13-14), bu
Kur’ân-ı Kerîm’de ceza ve mükâfat günü olarak belgenin cennete gireceklere sağdan, cehenneme
nitelendirilen kıyametin vukuunu inkâr edenlere gireceklere soldan veya arkadan verileceği (el-Hâk-
hitap edilirken insanların üzerinde yaptıklarını bi- ka 69/19-26; el-İnşikāk 84/7-12) bildirilmektedir.

K
len gözetleyicilerin bulunduğu ifade edilir ve bunla- Yazılı belgeden bahseden âyetler dolaylı olarak ya-
rın Allah nezdinde makbul yazıcılar olduğu belirti- zıcılara da işaret etmektedir. Yazıcı melekler -Kāf
lir (el-İnfitâr 82/9-12). Âyetin “makbul yazıcılar” sûresindeki âyet hariç (50/17)- çoğul şeklindeki
anlamındaki kısmı cümle kuralları gereği kirâmen kelimelerle zikredilmiştir. Müfessirler adı geçen
kâtibîn şeklini almıştır. Bazı hadis rivayetlerinde sûredeki âyetten hareketle bunların sayısının iki
ise “el-kirâmü’l-kâtibûn” terkibi de geçmektedir olduğunu, diğer âyetlerde bütün insanların yazıcı
(Müslim, “Zühd”, 17). meleklerine işaret edildiği için çoğul olarak kulla-
Kur’an’da yazıcı meleklere atıfta bulunan çeşitli nıldığını söylemişlerdir (a.g.e., XXXI, 83). Kur’ân-ı
âyetler vardır. Allah’ın insana şah damarından Kerîm’de kaydedici meleklerin kayıtlarını nereye
daha yakın olduğu, kişinin sağında ve solunda yazdıkları belirtilmemiştir. Kıyamet gününde yazı-
karşılıklı oturan iki meleğin (mütelakkī = alıcı) bu- lı belgelerden başka insanın el ve ayak gibi organ-
lunduğu ve onun ağzından çıkan her sözü meleğin larının da konuşacağını ifade eden âyetler (Yâsîn
kaydettiği belirtilmektedir (Kāf 50/16-18). Her ne 36/65; Fussılet 41/20-21) dikkate alındığında bu
kadar Muhammed Esed “iki alıcı” ile, insanın için- kaydın insanın fizik yapısı üzerine yapılmış olaca-
de üstünlük kurmak için mücadele eden iç dürtü ğını söylemek mümkün görünmektedir.
ile aklın kastedildiğini söylüyorsa da (Kur’an Me- Hadislerde de bazan doğrudan, bazan yazıcılık
sajı, s. 1062-1063) bunun isabetli olmadığı anla- fonksiyonlarına atıf yapılarak kirâmen kâtibîn-
şılmaktadır. Zira bütün müfessirler, bu ifadenin den söz edilmektedir. Hesap gününde insanların
sevapları ve günahları yazan iki meleğe işaret et- işledikleri kötülükleri organlarının haber vereceği
tiğini ittifakla söylediği gibi (meselâ bk. Taberî, bildirilmiş, ayrıca kirâmen kâtibînin yazdıklarının
XXVI, 98; Âlûsî, XXVI, 179-181), gerek âyetin bağ- şahitlik olarak yeteceği (Müslim, “Zühd”, 17), ya-
lamı gerekse diğer bazı âyetlerde yazıcı meleklere zıcı meleklerin kayıtlarının asla zulüm niteliği ta-
açıkça temas edilmiş olması bunun insanın iç duy- şımayacağı (Tirmizî, “Îmân”, 17), kul kötü bir fiil
guları ve aklıyla yorumlanamayacağını göstermek- yapmaya niyet ettiğinde onu işlemedikçe Allah’ın
tedir. Aynı sûrede, sûra üfürüldükten sonra insa- meleklere bunu yazmamalarını, işlediği takdirde
nın mahşere “sürücü” (sâik) ve “şahit”le gideceğini ise bir kötülük olarak kaydetmelerini, iyi bir fiile
belirten âyet de (Kāf 50/21) bazı müfessirlerce niyet etmesiyle bir sevap, o fiili gerçekleştirme-
iyilik ve kötülükleri yazan iki melek, bazılarınca siyle ondan yedi yüze kadar sevap yazmalarını
sürücü olan ayrı bir melek, şahit ise yazıcı melek emrettiği (Buhârî, “Tevhîd”, 35), cuma günleri

433
Vadi-i Hamuşan
meleklerin camilere gelip giriş sırasına göre in- mıza bir belanın gelmesini istemiyorsak özellikle
sanların alacağı sevapları kaydettikleri (Buhârî, geceleri oradan uzak durmalıyız.(1)
“Cuma”, 24; “Bedü’l-Halķ”, 6) belirtilmiştir. (1) Sulooca, Murteza, a.g.e., s. 38
İlmi her şeyi kuşattığı halde Allah’ın amelleri yaz-
mak üzere melekleri görevlendirmesinin insanları
Kişer Baba Türbesi-Yunanistan
sorumluluk gerektiren bütün düşünce, söz ve tu-
tumlarında dikkatli olmaya teşvik etmesi, kıya- (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 718
met günü hesap sırasında dünyada yapılanlarla
ilgili somut delillerin bulunması, hakla bâtılın, Kitab-ı Huda
haklı ile haksızın herkes tarafından belgeleriyle
a. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve mutlak olarak
birlikte bilinip ayırt edilmesi gibi hikmetlere bağlı
bütün semavi kitaplardır.
olduğunu söylemek mümkündür.
b. Tasavvuf edebiyatında Levh-i Mahfuz’a kinaye
(1) DİA, [KİRÂMEN KÂTİBÎN - İlyas Üzüm] c. 25-26; olarak kullanılır.(1)
s. 60
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

el-Kirâmü’l-Kâtibûn
Kitâbu’r-Rikâk - Buhari
Dünyada iken hayır ve şer’i, günah ve sevapları,
en küçüğünden en büyüğüne varıncaya kadar “Rikâk” ya da “rekâik”, merhametli, şefkatli ve ince
amel defterini yazan insanların söz ve davranış- kalpli anlamındaki “rakîk”ın çoğulu bir kelimedir.
larını, yaptıkları her iyi ve kötü hareketlerini kay- Mastarı “rikkat”tir. Bölüme “Kitâbu’r-Rikâk” ismi
deden iki melek.(1)(2)(4)(5)(6) Sağdakinin sevapları, verilmesi, ihtiva ettiği (dünya ve ahiretle ilgili)
soldakinin günahları yazdığı kabul edilir.(3) hadislerin gönüllerde rikkat/incelik oluşturması
sebebiyledir. Bölüm, 53 bab ve 182 hadis içer-
Bazı hadis rivayetlerinde ise “el-kirâmü’l-kâtibûn”
mektedir. Başlıklar ve kaydedilen hadisler dikkate
terkibi de geçmektedir (Müslim, “Zühd”, 17).(1)
alındığında, bölümde öncelikle dünya ve dünyaya
(1) DİA; ait hususlar ahiret hayatıyla bağlantılı olarak ele
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. alınmış, sonra da kıyâmet alametleriyle başlayan
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. süreçle birlikte ahiret ahvaliyle ilgili meseleler ser-
(4) Akçay, Mustafa. a.g.e, s.92. dedilmiştir. Yani bölüm özellikle dünya ve ahiret
(5) Gazali, Ebu Hamid2. a.g.e., s.72; hayatı olmak üzere adeta iki kısımda mütalaa edil-
(6) Erdoğan, Hüseyin s. a.g.e., s. 284 miş, ancak her hâlükârda ahiret endeksli bir hayat
hedef olarak gösterilmiştir.
Kiremitçi Süleyman Çelebi Türbesi-istanbul (1) Öztürk, Mustafa. Buhârî’de Dünya ve Ahiret Algı-
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 479 sı (Kitâbu’r-Rikâk Örneği), Marife, Yaz 2012, ss.
67-92

Kirhor Baba Türbesi-Makedonya


Kitapçı Mustafa Ragıp Efendi Türbesi-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 609 Makedonya
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 659
Kirli Yerler
Mezarlıklar, kiliseler, dört yol ağzı, birinin katle-
Kitabe-i Mezar
dildiği yerler Hıristiyanlarca kaçınılması gereken
yerler olarak görülmektedir. Mezarlık ve kiliseler- Mezar taşı yazısı.(1)(2)(3)
de kötü amel yapıldığı zaman insanın başına bela (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
gelebilir. Dört yolağzı, birinin katledildiği yerler, (2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
kötü ruhların bulunduğu yerler olduğu için, başı- (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.

434
Vadi-i Hamuşan
Kitabe-i Seng-i Mezar açılan Ecole des Langues Oriantales Vivantes şar-
Mezar taşı yazısı,(2)(4) daha çok mezar taşı kitabe- kiyatçıların yetişmesinde ilk rol oynayan kurum
si denir.(1)(3)(5) oldu. Bunu 1887’de Berlin’de öğretime başlayan
Seminar für Orientalische Sprachen, 1906’da
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Londra’da açılan School of Oriental and African
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Studies takip etti.
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
XIX. yüzyılın başında Napolyon’un Mısır seferi sı-
(5) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
rasında yanında bulunan paleografi uzmanı J. J.
Marcel, Arap yazısının tarih içinde gelişmesini öğ-
renmek amacıyla Mısır’da bulunan kûfî kitâbeleri
Kitabe inceleyerek bu hususta takip edilecek metot hak-
Binaların iç ve dış duvarlarında mermer, taş, ah- kındaki görüşlerini ortaya koydu. Lanci Reinaud
şap, çini, maden gibi maddeler üzerine oymak ise Monuments arabes, persans et turcs du cabi-
veya kabartmak suretiyle işlenmiş yazı. net de M. le Duc de Blacas (Paris 1828) adlı eseriy-
Genellikle dinî, sivil ve askerî binaların belirli yer- le kitâbe araştırma metotlarına açıklık kazandırdı.
lerine özenle işlenen kitâbe, verdiği bilgilerle ve Ancak XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın baş-
yapının estetiğini tamamlayan dekoratif bir unsur larında keşfedilen İslâmî kitâbelerin çokluğuna
rağmen bunların Yunan ve Latin kitâbeleri gibi

K
olmasıyla önem taşıyan bir mimari elemandır. Ço-
ğunlukla giriş kapıları üzerinde yer alan ve eserin bir koleksiyon halinde toplanıp düzenlenmesine
kimin tarafından ne zaman yapıldığını bildirene yeterli önem verilmemişti. Bu sınıflandırma işin-
“tarih kitâbesi”, tamiri hakkında bilgi verene “ta- de ilk ciddi çalışmayı İsviçreli şarkiyatçı Max van
mir kitâbesi” denilir; kemerlerle iç kapılar üstünde Berchem yaptı. Berchem Mısır, Suriye ve Anado-
yazılı olanlara da “kitâbe levhası” adı verilir. Ayrı- lu’daki kitâbeleri inceledi ve çalışmalarının ilk cil-
ca yapının iç ve dış duvarlarında bulunan yazılar, dini Matériaux pour un corpus inscriptionum ara-
okçulukta atılan okun düştüğü yere dikilen nişan bicarum adı altında yayımladı (Caire 1894-1903).
taşı ile mezar, menzil ve mesafe taşlarına işlenmiş Bunları diğer çalışmaları ve yayınları takip etti.
yazılar da kitâbe sayılır. (…) Daha sonra Batı’da bu çalışmalar genişleyerek
Medeniyet ve sanat tarihi araştırmalarında ol- Sicilya, İspanya, müslüman Hindistan, Cezayir,
duğu kadar dil ve tarih çalışmaları için de önemli Tunus, Filistin ve diğer İslâm coğrafyasında bu-
kaynak ve belge niteliği taşıyan kitâbelere dair ilk lunan kitâbeler hakkında da yayımlar yapıldı (bk.
ilmî araştırmalar Batılı ilim adamları tarafından EI² [İng.], V, 211 vd.).
XVII. yüzyılın sonlarında başlatılmıştır. Zamanla Türk sahasında kitâbe araştırmaları XIX. yüzyılın
gelişen paleografi ilminin metotları ile eski Yunan sonlarında başlamıştır.(…)
ve Latin dillerinde yazılmış kitâbeler çözülmüş ve İslâm’ın ilk döneminde kitâbeler nesir halindeydi.
değerlendirilmiştir. Bir müddet sonra da kitâbe- Bugünkü bilgilere göre kesin bir tarih söylemek
leri kendine ait disiplin ve metotlarla tesbit eden, mümkün olmamakla beraber manzum kitâbe
çözen, yorumlayan, eleştiren araştırmalar “epig- yazılması büyük ihtimalle İran sahasında başla-
rafi” (epigraphy, inscription, ilm-i kitâbet) adıyla mıştır. Ancak bu bölgede fazla rağbet görmeyen
müstakil bir bilim dalı halinde gelişmiştir. İslâm bu tarz Osmanlılar’da kuvvetli bir gelişme gös-
dünyasının tarihî ve kültürel zenginlikleri Batı’nın termiştir. Ayrıca Anadolu sahasındaki manzum
ilgisini çekince İslâm öncesi ve sonrasına ait Arap- kitâbelerde yapının tarihinin verilmesinde ebced
ça kitâbeler üzerinde de araştırmalar başlamıştır. hesabı önemli bir rol oynamış ve bu usul Türk ede-
İslâmî kitâbeler konusunda araştırma yapmak biyatında vazgeçilmez bir sanat (tarih düşürme)
İslâm milletlerinin dilini, tarihini, sosyal hayatı- haline gelmiştir. Kitâbelerde ebced hesabıyla tarih
nı, edebiyatını ve bilhassa İslâm yazı çeşitlerini düşürme Fâtih Sultan Mehmed devrinde gelişme-
de bilmeyi gerektirdiğinden Batı’da bu bilimleri ye başlamış ve son yıllara kadar devam etmiştir.
öğreten kurumlar ortaya çıktı. 1795’te Paris’te Kanûnî Sultan Süleyman dönemine kadar çoğun-

435
Vadi-i Hamuşan
lukla Arapça ve Farsça olarak yazılan tarih kitâbe- sudan yarattık” (el-Enbiyâ 21/30) veya, “Rableri
leri de XVI. yüzyıldan sonra Türkçe yazılmıştır. onlara tertemiz bir içecek içirir” (el-İnsân 76/21)
Kitâbeler satır satır okumak, yazmak, estanpaj ve meâlindeki âyetlerden alınmış parçalar bulundu-
fotoğrafını almak suretiyle epigrafi metotlarına ğu gibi kütüphanelerin üstünde de “Orada esaslı
göre tesbit edilir. Metinler ekseriya girift, bazan kitaplar vardır” (el-Beyyine 98/3) anlamındaki
da yazı istif kuralları dışında harf ve kelimelerin âyet gibi örnekler yer almaktadır.
yeri değiştirilerek yazılmış olduğundan araştırma- Arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre Arap
cının kitâbenin dil ve hat özelliklerini iyi bilmesi yazısı, Kuzeybatı Arabistan’da Ürdün’ün batı
yanında şiir, vezin ve ebced hesabı konusunda da bölgesinde yaşayan Arap asıllı Nabatîler’in veya
yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Solange Ory’nin ifadesine göre Süryânîler’in alfa-
Hat sanatının gelişmediği dönemlere ait kitâbe- besine dayanır (DİA, III, 276; EI² [İng.], V, 216).
lerdeki yazı kusurları, Ahlat mezar taşlarında oldu- Bu harflerle İslâm’dan önceki devreye ait Arapça
ğu gibi zemin motiflerle doldurularak giderilmeye kitâbelerden 512 tarihli Zebed ve 568 tarihli Har-
çalışıldığından okunması da ayrı bir dikkat, tecrü- ran kitâbelerinde Arap harflerinin iptidaî şekilleri
be ve ihtisası gerektirir. Bunun yanında orijinal açık olarak görülmektedir.
kitâbeler çeşitli sebeplerle ortadan kalktığında İslâm döneminden kalma en eski kitâbeler, Hz.
yerine eski tarihi taşıyan yenisi konabilir ki bu da Peygamber devrinde Medine civarında Hendek
araştırmacıyı yanıltır. Gazvesi sırasında İslâm ordugâhının yakınındaki
İstanbul’da Rumelihisarı üstünde bulunan Nâfi Sel‘ dağının kayalıklarına yazılmış olan yazılardır.
Baba Bektaşî Tekkesi Mezarlığı’nda, Fâtih ile bir- Bunlardan ilk defa bahseden Muhammed Hamî-
likte İstanbul’a gelen Akşemseddin’in arkadaşla- dullah kayalar üzerinde yirmi kadar kitâbe oyul-
rından Seyyid Şeyh Bedreddin’e ait bugün mevcut duğunu, ancak pek azının okunabildiğini belirt-
olan 855 (1451) tarihli mezar taşının yazı karakte- mektedir. Bir yazı grubunda ashaptan bazılarının
rinden sonradan yazılmış olduğu anlaşılmaktadır. “ben filânım” ibaresiyle isminin yazılı olduğunu,
Bazı mezar taşlarında kitâbeyi yazanın imzası bu- Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Bekir ve Ömer’in isimlerinin
lunabilirse de bunlar nâdirdir. Ayrıca hattat pa- okunabildiğini, Ebû Bekir ile Ömer’in bir geceyi
dişahların yazdığı kitâbelerin yer aldığı yapıların burada dua ile geçirdiğini ve tarihinin de muhte-
diğer cephelerinde başka bir hattatın yazısı varsa melen 5 (626) olabileceğini kaydetmektedir.
padişaha hürmeten imza atılmaması bir gelenek- Tarihî bakımdan dikkati çeken ikinci kitâbe ise
tir. Nitekim İstanbul’da III. Ahmed Çeşmesi’nin Asvan’da keşfedilen ve halen Kahire Arap Mü-
cephesindeki celî sülüs yazı Sultan III. Ahmed ta- zesi’nde bulunan Abdurrahman b. Hâlid el-Hicrî
rafından yazılmış olduğundan diğer üç cephedeki adında birine ait 31 (652) tarihli mezar taşıdır.
celî nesta‘lik kitâbelerin altında imza yoktur.
Bu tarihten itibaren Emevîler devrine yaklaştıkça
Tarihî yapılarda aynı zamanda dekoratif bir un- kitâbelerin çoğaldığı görülür. Bunlarda daha çok
sur olarak dikkat çeken kitâbeler yazıldıkları yere kûfî yazı kullanılmıştır.(…)
göre konuları bakımından da önem taşır. Cami,
II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha
mescid, medrese ve her çeşit dinî ve resmî binanın
da gelişen kûfî hattı yaprak ve çiçeklerle süslene-
iç ve dış kapıları ile genellikle duvarlarında âyetler
hatta sûreler bulunur. Bunlardan duvarları çev- rek güzel bir görünüme kavuştuğu gibi tuğla, taş
releyene “kuşak yazısı” denir. Umumiyetle cami ve maden gibi maddelere uygulanıp Gazne, Mısır,
kapıları ile avlularının kapıları üstüne, “Namaz Kayrevan, İspanya ve Anadolu’daki yapıları beze-
müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır” (en- miştir.(…)
Nisâ 4/103), mihraplarda, “Artık yüzünü Mescid-i Fâtımîler devrinde Kahire’de inşa edilen Hâkim
Harâm tarafına çevir” (el-Bakara 2/144) veya, “Ze- Camii kitâbesi bu kûfî hattının en güzel örnekleri
keriyyâ onun -Hz. Meryem’in- yanına her girişin- arasındadır. Suriye’nin Selçuklular tarafından ele
de mihrapta bir rızık bulurdu” (Âl-i İmrân 3/37) geçirilmesinden sonra burada aynı tipte çok süslü
meâlindeki âyetler, çeşmelerde, “Her canlı şeyi kûfî kitâbe örneklerine rastlanır.

436
Vadi-i Hamuşan
İspanya’da Muvahhidler devrinde yetişen sanat- IV.(X.) yüzyılda İbn Mukle’den sonra aklâm-ı sitte-
kârlar, kûfî yazıda bazı değişiklikler yaparak harf- nin estetik ölçüler kazanmasıyla kûfî yavaş yavaş
leri stilize etmek suretiyle bitki yaprakları şekli- yerini yuvarlaklığı fazla ve okunup yazılması kolay
ne sokmuştur. Ardından harfler çiçekli şekillere olan aklâm-ı sitteye bıraktı. Abbâsî Halifesi Müs-
bürünmüştür. Endülüs yazısının bu üslûptaki en ta‘sım’ın saray hattatı olan Yâkūt el-Müsta‘sımî’nin
güzel örnekleri Elhamra Sarayı’nda bulunmakta- geliştirdiği aklâm-ı sitteyi Türkler ve İranlılar daha
dır. Kuzey Afrika’da ise kûfî önceleri Mısır ve En- da geliştirerek kendi millî karakterlerine uygun bir
dülüs’te, V-VI.(XI-XII.) yüzyıllarda Yakındoğu’da şekilde yeni üslûplar meydana getirdiler.(…)
gelişen kûfînin etkisinde kalmıştır. Sülüs yazı bir koldan Anadolu’ya, diğer koldan
Kûfî yazı, İran’da Yâkūt el-Müsta‘sımî’den son- İran’a yayıldı. İran’da daha ziyade Türkler’in ço-
ra da uzun yıllar kitâbelerde kullanılmıştır. Bu ğunlukta bulunduğu Azerbaycan’da Tebriz’de
yazının bilhassa Meşhed, İsfahan, Yezd ve Kaz- gelişme gösterdi. İlhanlılar’dan Muhammed Hu-
vin’deki tarihî binalarda sülüsle beraber yapılara dâbende Olcaytu devrinde yetişen ve Tebriz’deki
ayrı bir tezyinî değer kazandırmaya devam ettiği birçok tarihî binanın kitâbelerini yazan Tebrizli
Abdullah-ı Sayrafî ile Timurlular’ın hizmetinde
görülmektedir. İsfahan’da I. Şah Abbas devri yapı-
bulunan Tebrizli Hacı Muhammed Bunddûz ta-
larından Mescid-i Câmî’nin büyük kapısı üstünde-
nınmış hattatlardandır. Celî sülüs esas itibariyle
ki müsennâ sade kûfî ile yazılmış kitâbe bunların

K
Timurlular ve Safevîler’den Şah I. Abbas devrinde
güzel bir örneğidir.
gelişme gösterdi.(…)
İran’daki çeşitli kûfî tipleri Afganistan ve Mâ-
Anadolu beylikleri ve Selçuklular zamanındaki
verâünnehir ile birlikte müslüman Hint’i de
kitâbelerde kûfîden ziyade celî sülüs kullanılmış-
etkilemiştir. En güzel örneklerine Gazneli Mah-
tır.(…)
mud zamanında rastlanan örgülü kûfî, herhalde
Bu yazıların en dikkat çekici örneklerine mezar
okunuşunun zorluğu yüzünden V.(XI.) yüzyılda
kitâbelerinde rastlanmaktadır. Bu küt ve geniş gö-
önemini kaybetmeye başlamıştır. Gazneli Mah-
rünüşlü yazı pek az bir farkla Osmanlılar’ın ilk de-
mud’un kabir taşı her ne kadar sülüsle yazılmışsa
virlerinde de kullanılmıştır. Bursa’da 821 (1418)
da ahşap türbe kapılarındaki yazıların kûfî oluşu
tarihli Hisar Kapısı’nın kitâbesiyle 846 (1442)
mezar taşının sonradan yazıldığı fikrini kuvvet-
tarihli Karacabey yolu kitâbesinin yazıları bu tip-
lendirmektedir. Gurlular döneminde ise kûfî az
tedir. Birbirini takip eden devirlerde ortaya çıkan
kullanılmıştır. Kutbüddin Aybeg tarafından Del-
hat ekollerinin kendilerine has üslûpları kitâbeler
hi’de yaptırılan Kuvvetü’l-İslâm adlı cami kûfî ve
üzerinde de göründüğü için Osmanlı sahası diğer
sülüs yazılarla süslüdür. Bâbürlüler devrinde kûfî
İslâm ülkelerine göre daha büyük önem taşır.(…)
bir süs unsuru olarak kalmıştır. Diğer İslâm ülke-
V.(XI.) yüzyılın başlarında İran’da doğmaya başla-
lerinde olduğu gibi Hindistan’daki ilk kitâbeler de
yan ta‘likin okunaklı bir şekle dönmesi sonucunda
Arapça idi.
VII.(XIII.) yüzyılda görülmeye başlanan nesta‘lik
Anadolu’da ilk imar hareketleri Türkmen devlet- XVII. asrın başlarında yine burada estetik ölçüler
lerinden Dânişmendliler, Artukoğulları, Saltuk- kazandı. Gittikçe yayılarak bütün Arap ülkeleriyle
lular, Mengücükler zamanında başlamış olmakla Afganistan, Orta Asya ve müslüman Hint’te kulla-
birlikte savaşlar yüzünden devrin eserlerinin nılmakla beraber kitâbelerde genellikle celî sülüs
çoğu harap olmuştur. Anadolu Selçukluları’nda yazı görülmektedir. Ayrıca nesta‘likin celî şekli
imar işlerine daha ziyade I. Alâeddin Keykubad İran dahil diğer ülkelerde pek güzel yazılamaması-
zamanında başlanmıştır. Köşeli, tezyinî ve örgülü na karşılık Türkiye’de estetik bir ölçü kazanmıştır.
cinsleriyle kûfî yavaş yavaş yerini celî sülüs yazıya Bugün İran’da celî nesta‘likin dikey harfleri had-
bırakırken az da olsa varlığını sürdürmeye devam dinden fazla geniştir ve harflerin hemen hepsinde
etmiş ve İran’da olduğu gibi mimari yapıların ay- küt bir görünüm bulunduğundan kitâbeler de ge-
rılmaz bir parçası halinde kullanılmıştır.(…) rekli estetiği ifade etmekten uzak kalmıştır.

437
Vadi-i Hamuşan
Anadolu’ya Fâtih Sultan Mehmed zamanında ahşap, çini, maden gibi maddeler üzerine oy-
gelen nesta’lik, XIX. yüzyılın başına kadar İran mak veya kabartmak suretiyle işlenmiş yazı.(4)
nesta‘liki üslûbunda devam ettikten sonra deği- (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şikliğe uğrayarak ortaya bir Türk üslûbu çıkmıştır. (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Celî nesta‘likin ilk defa hangi yapının kitâbesinde (3) Özkan, Selma. a.g.e., s. 11.
kullanıldığı bilinmemektedir. Bu üslûptaki en eski (4) DİA;
kitâbelerden biri, Edirne’de 838 (1434) tarihli (5) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Dârülhadis Camii kitabesiyle Çelebi Sultan Meh- (6) Kanar, Mehmet. a.g.e.
med’in kızı Selçuk Hatun tarafından yine Edir- (7) Doğan, D. Mehmet. a.g.e.
ne’de 860’ta (1456) inşa ettirilen Selçuk Hatun
Camii’nin üç satırlık Arapça kitâbesidir. Ayrıca Kitap ve meşale amblemi
İstanbul Draman’daki Tercüman Yûnus Bey Ca- Mezarlardaki bezemelerin mezarda yatan kişinin
mii’nin avlu kapısı üstündeki 948 (1541) tarihli, şahsiyetiyle alakalı olduğu açıktır. Mezar taşında-
III. Murad devrinde Konya’da Mevlânâ Dergâ- ki kitap ve meşale amblemi, onun yaşamında öğ-
hı’nın kapısı üstüne konan Türkçe ve üç beyitlik retmen, eğitimci olduğunu ifade eder.(1)
992 (1584) tarihli kitâbeler de bilinen en eski nes-
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 32
ta‘lik kitâbelerdendir. Fâtih zamanında yapılan
Çinili Köşk’ün içindeki çeşmenin 999 (1590-91)
tarihini taşıyan nesta‘lik kitâbesinde nisbeten Kitmek
dikkate değer bir gelişme sezilir.(…) Ölmek.(1)
Türk hattatlarının icadı olan, XVIII. yüzyılda Lâle (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Devri’nde divanî kaidelerinin kırılarak açık bir
şekilde yazılması ile ortaya çıkmaya başlayan ve
Knejina (Knezina) Açık Türbe-Bosna Hersek
halen Arap ülkelerinde kullanılmakta olan rik‘a
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 146
hattına kitâbelerde çok az yer verilmiştir. Üskü-
dar’da Selmanağa mahallesinde Şeyh Camii ile
karşı karşıya olan Devâtî Mustafa Efendi’nin II. Koca Baba Türbesi-Kosova-Nobirda
Abdülhamid döneminde yenilenen türbesiyle İs- (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 358,
tanbul’da Mekteb-i Harbiyye’nin kitâbeleri rik‘a (2) Engin, Refik. a.g.e. s. 472
ile yazılmıştır. Bu yazıyla olan mezar kitâbeleri-
ne de rastlamak mümkündür. Süleymaniye Ca-
Koca Babalar Türbesi-Makedonya
mii’nin hazîresinde böyle bir mezar taşı bulun-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 621
maktadır. Nesih yazının celîsi de pek nâdir olarak
kitâbelerde yer almıştır.
Koca Davud Paşa Türbesi-İstanbul
(1) DİA; [KİTÂBE - Ali Alparslan] c. 26; s. 76-81
(1) DİA, Cilt. 9 s. 37

Kitabe
Koca Efendi Türbesi-Bursa
a. Mezar taşı yazısı.(5)(6)(7) Genellikle ölen kişinin
(1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 180
kim olduğunu, doğum ve ölüm tarihini belirten
yazıdır.(2)(3)
b. Kazılmış yazı, yazıt.(5) Koca Hızır Efendi Türbesi-Kosova

c. Bir olayı veya büyük bir devlet adamının fikir (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 531
ve düşüncelerini anlattığı büyük kaya ve taşlar
üzerine yazılmış olan metin, yazıt.(2) Koca Hüsrev Paşa Türbesi-İstanbul
d. Binaların iç ve dış duvarlarında mermer, taş, (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 31

438
Vadi-i Hamuşan
Koca Meşe Türbesi-Bulgaristan Koçkar Ata Türbesi-Türkmenistan
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290 (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8

Koca Mustafa Reşat Paşa Türbesi-İstanbul Koçu Baba Türbesi-Kırıkkale

(1) Envanter. a.g.e. No:96 (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55,


(2) Er, Y. Kemal-Hasan Pehlivanlı.. a.g.e. s. 10,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 144
Koca Ragıp Paşa Türbesi-İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55 Kogam Aristan Bab Türbesi-Ortaasya
(1) Bubur, Rüçhan. a.g.e.. s. 143
Koca Seyyid Türbesi-Elazığ
(1) Oymak, İskender2. a.g.e. s. 52 Koğacı Dede Türbesi-İstanbul
(1) Güncüoğlu, Süleyman Faruk. a.g.e. s. 493

Koca Sinan Paşa Türbesi-İstanbul


Koimotereion
(1) DİA, Cilt. 26 s. 139

K
Gömütler için kullanılan alan, nekropol, ölüm uy-
kusu odası.(1)
Koca Vaiz Sunullah Türbesi-Malatya
(1) Er, Yasemin. a.g.e.
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55

Kokart amblemi
Kocabağbaşı Türbesi-Burdur
Mezardaki kokart amblemi, mezardaki şahsın ya-
(1) Kızılkaya, Abdurrahman. a.g.e. s. 38 şamında subay olduğunu ifade eder.(1)
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 32
Koç Ali Türbesi-Urfa
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 318 Kokytos
İniltiler ırmağı anlamına gelen Kokkytos ölüler
ülkesinde akan ve Akheran’a dökülen bir ırmak-
Koç Heykeli
tır. Odysseus yeraltı ülkesine inecekken, büyücü
Anadolu’da koç heykel biçimindeki mezar taşları Tanrıça Kirke ona Hades haritasını çizer. Odys-
da yer almaktadır.(1) seus yeraltı dünyasına inmek için çukuru orada
(1) Özkan, Serap, a.ge., s. 8 kazacaktır. Pyriphlegeton adından da belli olduğu
gibi (pyr, ateş) kaynar sulu bir ırmak olduğu hal-
de, Kokytos’un suları buz gibi diye tanımlanır.(1)
Koçaş, Sadi
(1) Erhat, Azra. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1956 SA 108
Caber Kalesi Ve Türk Mezarı, Resimli Tarih Mecmuası,
C.3, Sayı:32, S.1651-1653, İskit Yayınevi, 1952, Koliken (Kümbet) Türbesi-Iğdır
İstanbul (1) Buyruk, Hasan. a.g.e. s. 218
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Kollavi
Koçibey Türbesi-Şırnak Serpuşların etrafına sarılan destarlar.(1)
(1) Top, Mehmet. a.g.e. s. 50-81 (1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 27

439
Vadi-i Hamuşan
Kolodziejczyk, Arkadiuse Konuralp Türbesi-Düzce
Varşova’da Müslüman Mezarlıkları, (Ter. N. Sarkady), (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55,
Türk Kültürü, Türk Kül. Araştırma Ü. Der., Y.33, (2) Düzce Valiliği. a.g.e. s. 2
sayı:386, 6. Ay, S.36-40, 1995, Ankara

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Konyalı, İ. Hakkı


TTK Ktp./Tasnif No: A VI 2911
Kolombaryum Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Türbeler,
S.575-, Yeni Kitap Basımevi, 1964, Konya
İçinde göz göz kül hücreleri bulunan mezar odası
ya da yapısı.(1) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

(1) Hasol, Doğan. a.g.e.


Konyalı, İ. Hakkı
TTK Ktp./Tasnif No: A VI 2918
Koman, Mesud
Ezirnik’de Sultan Alaadin Alinin Türbesi, Abideleri ve
TTK Ktp./Tasnif No: A I 9399
Kitabeleri ile Erzurum Tarihi, S.456-458, Ercan Matba-
İstanbulun Bazı Önemli Eski Kabirleri, Türkiye Turing ası, 1960, İstanbul
Otomobil Kurumu Belleteni, Y.49 Sayı:328, S.28-35,
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
1975, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Konyalı, İ. Hakkı
TTK Ktp./Tasnif No: A III 5893
Kompozisyon Türbeler, Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi,
Motiflerin bir bütün içinde düzenli olarak bir ara- S.483-526, Baha Matbaası, 1967 İstanbul
ya getirilmesi, terkip. ( Akar, Keskiner,1978, 71) (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1)

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e., s. 14 Konyalı, İ. Hakkı


Milli Ktp./Tasnif No:1973 SB 306
Konfessio Karakulak Suyu ve Dereseki, Tarih Hazinesi, Sayı.11,
S.556-558, 6/ 1951, Ankara
Erken Orta çağ Kiliselerinde apsisin altında ya da
arkasında toprak altında kalan ve azizlerin gömü- (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
lü olduğu bölümdür.(1)
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 11 Kor
Mezar.(1)
Konfessio (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

Orta çağ kiliselerinde apsidin altında ya da arka-


sında toprak altında yer alan Hıristiyan evliyala- Korag
rının mezarları.(1) a. Cenaze.(1)
(1) Turani, Adnan. a.g.e. b. Cenaze töreni.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Konik Çatı
Kümbetler, dış görünüş olarak üç bölümden oluş- Korbakar
maktadır. Bu üç bölümden biri Konik çatıdır.(1) Ölenin arkasından söylenilen ilenme sözü.(1)
(1) Özkan, Selma. a.g.e., s. 10. (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.

440
Vadi-i Hamuşan
Korğan Korucu Mahmud (Koruk Mahmud) Türbesi-
Kazaklarda, ölüyü gömdükleri yerin etrafını du- İstanbul
varla çevirmeleri.(1) (1) Adresler. a.g.e.
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 12

Korunmalar
Korkmaz Veliyyüddin Recep Türbesi-Mısır İnsanlar, başına bir kötülüğün ya da ölümün ve
(1) DİA, Cilt. 24 s. 187 yeni doğan çocuğa zarar gelmemesi için, bazı uy-
gulamalarda bulunarak kötülüğün onları bulma-
Korkuncak ması için bazı eylemlerde bulunmaktadırlar. Bun-
ları şöyle sıralayabiliriz:
Ölme ihtimali olan.(1)
Hamail-muska: Kötü ruhlardan, kem gözden,
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
nazardan, hastalık, kaza ve diğer kötülüklerden
korunmak amacıyla gizemli ve sihirli güce sahip
Korkut muska kullanılmaktadır.
Cin, şeytan gibi korku veren yaratıklar.(1) Beşik: İlk kırk günde bebenin başına bir şey gel-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. memesi için, nazardan korunmak için beşiğine

K
değişik şeyler konmaktadır. Sarımsak ve benzeri
şeyler. Çocuğa en büyük zararı Navi olarak adlan-
Korniş
dırılan vaftiz edilmemiş çocuk ruhlarıdır. Bunlar-
a. Bina cephelerinde üst kenarı sınırlayan ya da dan korunmak için beşiğe ayrıca tarak, süpürge
kat döşeme düzeylerini belirten profilli silme. ve bıçak tutulur. Tarak büyük dağ olup navi’lerin
b. Perdelerin asıldığı ya da perde rayını gizleyen gelmesini engellemek için, süpürge onları dövmek
ahşap ya da metal pervaz. için, bıçak ise ağrı bastığı zaman onları kesmeğe
c. Yapı cephelerinde veya çatı hizasında, pencere yaramakta.
ve kapı üstlerindeki çıkıntılı silmeler. (1) Takke: Takke koruyucu özelliğe sahiptir. Daha
(1) https://www.dersimiz.com/terimler-sozlugu/ara. önce çocuk doğar doğmaz takke takılırmış. Bu
php?q=korni%C5%9F dünyanın yanında takke öbür dünyada da insanı
korumakta. Özellikle takkenin kırmızı olmasına
Koroz (Koloz) dikkat ediliyormuş ki, kanın rengi öbür dünyadaki
Molla ve ilmiye sınıfından kişilerin giydiği, Gü- kötülüklerden onu korusun.
neydoğu Anadolu’da yaygın olarak giyilen başlık Çınar: İnsanlar, aziz ve kötü ruhlar yerine bu
tipidir. Koloz, düşey dilimli, burma şeklinde yapıl- ağaçta asılan peşkir, gömlek vs. alacaktır. Kutsal
mış sarıklı başlıktır.(1) olan bu ağaçtan sandukalar yapılmaktadır.
(1) Demirel, Feray. a.g.e., s. 88 Yumurta: Ölünün ruhu dönmemesi ve aynı evden
ikinci bir kişinin ölmemesi için ölünün öldüğü
yerde yumurta kırılır.
Kortej
Tütsü: Tütsünün büyük pratik ve dini önemi var-
Bayram, cenaze töreni vb. gibi toplumsal etkinlik-
dır. Genelde temyanla yapılan tütsünün temel
lerde sıra halinde giden insan topluluğu.(1)(2)
amacı kötü ruhlardan korunmaktır. Tütsü işle-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
mi aynı zamanda deri, kemik, boynuz ve benzeri
(2) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
maddelerle yapılmaktadır.
Katran: Kötü ruhlardan diğer bir koruyucu mad-
Korucu Baba Türbesi-İstanbul-Üsküdar de katrandır. Katranın siyah rengi ve kötü kokusu
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 584 kötü ruhlarda olumsuz etki yaptığına inanılır. Bu

441
Vadi-i Hamuşan
yüzden kapı ve pencerelerde sürülerek vampirle- Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam
rin girmesinin engellendiğine inanılmaktadır. Tarihi Ve Sanatları Adb., Y. Lisans Tezi, S.233, 2005
Kan alma: Eski Makedon inançlarına göre tüm (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
hastalıklar kanda bulunmaktadır, bu yüzden has-
talarda kan alma işlemleri yapılmakta idi. Bu şekil-
Koşay, Hamit Zübeyr
de hastalığın hastayı terk etmesi sağlanmakta idi.
Milli Ktp./Tasnif No: 1965 SA 64
Kurban: Ev, köprü ve diğer binaların temeli atı-
Kültür Tarihimiz Bakımından İki Önemli Mezar Taşı,
lırken kurban kesilir. Bu şekilde yer altındakilere
Türk Kültürü Araştırmaları, (1), S.81-83,1986, Ankara
sunulur. Kötülükten korunarak mutluluk ve refah
elde edilmektedir. Kurbanın başı kesilerek temel (1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
içinde yada duvarda konar; bu baş beyaz gün gör-
düğünde düşmanlarımız da bize o zaman kötülük
Koşay, Hamit Zübeyr
etsin diyerek evi kötülüklerden korumaktadırlar.
TTK Ktp./Tasnif No: 4457-1, a 1959
Hac: Slav kabileleri, Hıristiyanlığı kabul etmeden
Doğu Anadolu Mezarlıklarında Koç ve Koyun Heykelle-
önce hac’ı bir koruma unsuru görmüşlerdir. Hı-
ri, Milletler Arası Birinci Türk Sanatları Kongresi Ankara
ristiyanlığı kabul ettikten sonra da hac, en büyük 19-24 Ekim 1959, Kongreye Sunulan Tebliğler i, S:
koruma sembolü olmuştur. Hac, hem bir sembol 255-258, 1962, Ankara.
olarak hem hac çıkarmak işlemi insanları kötü
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
ruhlardan özellikle halk inancında vampirlerden
korumaktadır. Bu yüzden köy sınırlarında, tarla
sınırlarında, evlerde ve üzerlerinde Hıristiyanlar Koşok
hac takılmaktadır. Hac, sadece insanları değil tüm
Kırgızların ağıta verdiği isim.(1)
nimetleri kötülüklerden korumaktadır. Meyvele-
ri, doludan; evleri yangın, hırsızdan vs. Diğer ta- (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
raftan her sabah güne başlarken ve gün biterken
de Hıristiyanlar haç çıkarmaktadırlar. Şeytan ve Koştasuv
diğer kötü ruhlar hac’dan uzak durmaktadırlar.
Kazaklarda, sıladan ayrı olanların, gelinlerin evin-
Öyle ki halk arasında “Hac görmüş şeytan gibi ka-
den ayrılmaları sırasında yahut ölmek üzere olan
çar” denmektedir.
insanların söyledikleri şiirlere verilen ad.(1)
Sarımsak: Halk inanışlarına göre sarımsak kötü
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
ruhlardan ve nazardan korumaktadır. Nazardan
korunmak amacıyla çocuklar üzerlerinde sarım-
sak bulundurur ya da uyurken yastık altında tu- Koşuk Irı
tarlar. Ayrıca yılanlardan da korunmak için, ovada
Kazakların ağıta verdiği isim.(1)
çalışan köylüler üzerine sarımsak sürmektedirler.
Sarımsak sadece insanlar için değil hayvan ve di- (1) Kaya, Doğan. a.g.e.
ğer varlıkların korunmasında da kullanılmaktadır.
Diğer: Yanlışlıkla şeytan verem gibi, isimler kul- Kotum Baba Türbesi-Tatvan
lanıldığı zaman “yok olsun”, “gözükmesin” gibi (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 55
sözler eklenerek onların gelişini engellemeye ça-
lışmaktadırlar. (1)
Kovacı Dede Türbesi {Sevindik} -İstanbul
(1) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 41-44
(1) Adresler. a.g.e.

Koşalak, Ali
YÖK Ulusal Tez Merkezi/Tasnif No: 161708 Koytan
Şanlıurfa Samsat Kapı Mezarlığındaki Mezar Taşları, a. Mezarın bir yanındaki yarık.(1)

442
Vadi-i Hamuşan
b. Mezarın iç kısmının köşesi.(1) Kökten, İ. Kılıç
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Milli Ktp./Tasnif No: 1962 SB 95
Samsun’da Selçuk Ve Bizans Devrine Ait Mezarlar Üze-
rinde Yapılan Kazının Kısa Raporu, Türk Antropolojisi
Koyun Baba Türbesi-Çorum
Mecmuası, Say.19-22, S.318-327, Türk Antr. Tetkikat
(1) DİA, Cilt. 26 s. 229, Mer, 1939, İstanbul
(2) Çorum Valiliği. a.g.e. s. 228
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.

Koyun Baba Türbesi-Edirne


Kölimek
(1) Özkan, Selma. a.g.e. s. 85.
Ölüyü gömmek.(1)
(2) Kollektif1. a.g.e. Cilt 8, s. 3,
(3) Bozdoğan, Melek. a.g.e. s. 28 (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) DİA, Cilt13 s. 311.
Könül aytuv
Koyun Baba Türbesi-Ankara Kazaklarda, yakını ölene başsağlığı dilemeyi ihtiva
(1) Erdoğan, Abdülkerim.6. a.g.e. s. 45, eden şiirlere verilen ad.(1)

K
(2) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 72 (1) Kaya, Doğan. a.g.e.

Koyun Baba Türbesi-Sivas-Şarkışla Köpek ulaması


(1) Gökbel, Ahmet. a.g.e. s. 9 a. Köpek ulaması, ölünün habercisi sayılır. Köpek,
hangi evin önünde veya yakınında ularsa o ev-
Koyun Baba Türbesi-Kayseri den cenaze çıkacağına inanılır.(1)
b. Kişi rüyasında köpek görürse kendisi yada aile-
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 10
den birisinin öleceğine inanılır.(2)
(1) Akman, Eyüp, a.g.e., s. 192;
Koyun Baba Türbesi-Romanya
(2) Ersoy, Ruhi. “Türklerde ölüm ve ölü ile ilgili rit ve
(1) Önal, M. Naci. a.g.e. S., ritüeller.” Milli Folklor 14 (2002): s. 8
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 677

Köpekçi Hasan Baba Türbesi-İstanbul


Koyun Baba Türbesi-Makedonya
(1) Adresler. a.g.e.
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 581

Köprülü Köyü Türbesi-Artvin


Koyun Baba Türbesi-İstanbul -Fatih
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 112
(1) Adresler. a.g.e.

Köprülü Mehmed Paşa Türbesi-İstanbul


Koyun Dede (Baba) Türbesi-İstanbul-Beyoğlu
(1) DİA, Cilt. 26 s. 256,
(1) Kırıkçı, Recep-Doğan Pur. a.g.e.S. 119, (2) Envanter. a.g.e. No:66
(2) Adresler. a.g.e.,
(3) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 242
Köprülü Yusuf Paşa Türbesi-Bosna Hersek
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
Koyunabdal Türbesi-Kayseri (2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 99,
(1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 18 (3) Engin, Refik. a.g.e. s. 147

443
Vadi-i Hamuşan
Köprülüler Türbesi-İstanbul engelleyen bağ kesilmeye çalışarak taklit büyüsü
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
yapılmaktadır. Bunun için çocuğun bacaklarına
şeker sucuğu, ip, şeker torbası bağlanır ya da ayak-
ları arasına simit konur. Köstek, ya bir çocuk, ya
Kör yaşlı bir kadın tarafından kesilir, ya da köpeğe ek-
Mezar, kabir, sin, gûr.(1)(2) mek vererek çocuğun kösteğinin kırılması istenir.
Başka bir çocuğun eline sucuk verilerek yürüye-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
meyen çocuğun o sucuğu almak için yürüyeceğine
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
inanılır ya da bacağına takılan simidi bir çocuğun
kapmasıyla çocuğun yürüyeceğine inanılır. Çocuk
Kör Azabı yürürken köstekleniyorsa kösteği, üç Salı makasla
Kabir azabı.(1) boş bir şekilde kesilir.(1)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Artun, Erman, a.g.e., s. 7

Körhane Türbesi-Manisa Köstendili Ali Alâaddin Efendi Türbesi-


İstanbul
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
(1) Haskan, Mehmet Mermi1 a.g.e. s. 584

Köseoğlu, Neşet
Milli Ktp./Tasnif No: 1960 SB 134
Köstepe Dede Türbesi-Zonguldak

Yılanlı Oğullarının Mezar Taşları Ve Yazla Zaviyesi, Ün, (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 319
C.11, Sayı: 121-122, S.1680-81, 4-5/1944, Isparta
Halkevi, Isparta
Köşk Hankahı Türbesi-Kayseri
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) DİA, Cilt. 26 s. 282

Köseoğlu, Neşet
Köşk Türbesi-Kayseri
T.T.K Ktp./Tasnif No: 1960 SB 134
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56,
Şarki Karaağaç Kitabeleri Ve Mezar Taşları, Ün, C.2,
(2) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 20
Sayı: 22-23-24, S.334-336, 1.2.3/1936, Isparta
Halkevi, Isparta

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Köşkar Baba Türbesi-Muş


(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 300

Köseoğlu, Neşet
TTK Ktp./Tasnif No: A I 9399 Köv Ata Türbesi-Türkmenistan
Okmeydanı’na Dair Fermanlar ve Dikili Taşlar(Mezar (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
Taşları), Türkiye Turing Otomobil Kurumu Belleteni,
Sayı.132, S.11, 1/1953, İstanbul
Kövdöng
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Beden, ceset.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Köstek Kırma
Adana’da yürüyemeyen, yürürken ayakları dola-
şıp düşen çocuğun kösteği kırılır. Büyülük bir iş- Köy Dedesi Türbesi-Zonguldak
lem olarak köstek kırmada, çocuğun yürümesini (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 321

444
Vadi-i Hamuşan
Köy orta malı Kral Kıza Hıristiyanlar mum yakıyor, Müslüman-
Meydan, namazgâh, harman yerleri, mezarlık, lar da ruhuna Fâtiha okuyorlar.(4)
okul, cami vb. gibi köylülerin ortaklaşa kullandık- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 139,
ları yerler.(1) (2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 95,
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. (3) Engin, Refik. a.g.e. s. 641
(4) Sulooca, Mürteza. a.g.e., s. 26-27

Köze
Kral Kızının Türbesi-Amasya
Mezar taşı, sin taşı.(1)
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 185
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.

Krallar Vadisi – Mısır


Kral Kızı Türbesi-Makedonya
Mısır tarihinin pek çok kralının bedenine ev sa-
Gazi Baba tepesinde, Üsküp Üniversitesine bağlı hipliği yapan bu mezarlık, eski bir Mısır büyüsü
olan Fen Bölümü Fakültesinin yakınlıklarında bu- tarafından korunduğuna inanılan bir mekândır.
lunmaktadır. Türbeden eser kalmamıştır, oraya Bu büyüye göre mezarların orijinalliğini bozan her
gidildiğinde merdiven yokuşunun sağ tarafında kimse yakın zamanda ölecektir.

K
türbenin kalıntıları mevcuttur.
(1) https://onedio.com/haber/dunyanin-dort-bir-ya-
Türbe için yeterince bilgi olmamasına rağmen, nindan-aklinizi-ucuracak-derecede-urkutucu-25-
XV y.y sonlarına doğru veya XVI y.y başlangıcında mezarlik-733955
inşa edildiği tahmin edilmektedir. Bu türbe Gazi
Baba tepesinin Müslüman mezarlıklarının içinde- Kran Tepeleri Türbesi-Bulgaristan
dir. Kral Kızı türbesinin kitabesi korunmadığı için
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 291
kime ait olduğu, kimin tarafından yaptırıldığına
dair kesin ve net bilgiler yoktur. Fakat söylenti-
lere göre türbede Kral Kızı-Katerina yatmaktadır. Krayk Türbesi-Kosova-Krayk Köyü
Boşnak Krallığı’nın en son kralı olan Stefan Toma- (1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 374
şeviç’in kızı olduğu bilinmektedir. Kral Kızı-Kate-
rina kendi kardeşiyle birlikte (Jigmund) Bosna’nın
Kremasyon
işgâli esnasında esir alınmıştır, ondan sonra da
İslâm dinini kabul etmiştir. Kral Kızı- Katerina Üs- Ölü yakma âdeti.(1)
küp’te yaşamaktaymış, burada da vefat etmiştir. (1) Er, Yasemin. a.g.e.
Türbenin eski görünüşüne bakılırsa açık türbe-
ler grubuna düşmektedir, dört adet sütunu olan Krematoryum
türbe, kubbesi de kiremittenmiş. Fakat 1963 yılı
Ölülerin yakıldığı yer,(1)(2)(3) ölüleri yakmaya
depreminden sonra bu yapıt ta naibini alarak
mahsus fırın.(4)
tamamen yıkılmıştır. Geriye kalan ve günümüze
güçlükle ulaşan yere süzülmüş birkaç kalıntı taş- (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lardan başka hiçbir şey kalmamıştır. (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Kral Kızı türbesinin hiçbir mimarî kalıntısı olma-
(4) Turani, Adnan. a.g.e.
masına rağmen Üsküplüler arasında nam yapmış
bir yapıttır. Nesilden nesile geçen bilgi ve destan-
lar söylenmiştir. Hatta nineler bile torunlarına Kripta
Kral Kızı’nın başından geçmiş olan olayları masal a. Mahzen mezar.(1) İlk Hıristiyanlar döneminde
tarzında anlatırlar. Halk arasında doğru veya yan- azizlerin içine gömüldükleri katakomplardaki
lış bir biçimde olaylar benimsenmiştir. (…) mezar odalarına denmiştir.(3)

445
Vadi-i Hamuşan
b. Ortaçağda Kilisenin doğusunda bulunan koru- bütün milletlerin dillerine aynen veya kümbet/
luklar altında azizlerin kemiklerinin muhafaza gümbet şeklinde girdiği gibi İspanyolca aracılı-
edildiği bölümlere de kripta denilmiştir.(2) ğıyla Batı dillerine geçmiştir. İspanyolca’da, üstü
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
yuvarlak veya piramidal çift kişilik karyola cibin-
(2) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 10
liğinden hareketle yatak odasına verilen alcoba
(3) Turani, Adnan. a.g.e.
(el-kubbe) ismi daha sonra aynı anlamda ve bu-
nun yanı sıra “kemerli niş, mihrap; kemerli girişe
sahip geniş mekân (salon vb.) bölmesi; kameriye”
Kroya Dergahı Türbesi-Arnavutluk gibi anlamlarla Fransızca’ya (alcôve), İngilizce’ye
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 95 (alcove), Almanca’ya (Alkoven), Hollandaca’ya (al-
koof) ve İsveççe’ye (alkov) geçmiştir.
Düz dam, kırma çatı veya külâh şeklindeki örtü
Ksanthos
sistemlerine göre kubbe teşkil ettiği dışbükey küt-
Kula at anlamına gelen Ksanthos Akhilleus’un le dolayısıyla değişik bir etkiye sahiptir. Bunun
ölümsüz atlarından biridir. Patroklos’la Hektor yanında geniş açıklıkları örtebilen teknik özelliği
arasındaki savaşa Balios’la birlikte katılır ve Pat- bakımından iyi bir mimari çözüm, yuvarlak şek-
roklos öldükten sonra ağlar, Akhilleus’a Hektor’la liyle çeşitli örtülere göre estetik değeri yüksek bir
savaşında da yardım eden bu ölümsüz at dile gele- formdur. Farklı mimari kültür çevrelerinde üslûp-
rek efendisine yakında öleceğini bildirir.(1) lara kimlik veren kubbe çok eski zamanlardan beri
(1) Erhat, Azra. a.g.e. kullanılmaktadır. Yapı üzerinde çıkıntı yaparak
yükselen kubbenin çapı, yüksekliği ve şekli devir ve
bölgelere göre çeşitlilik göstermiş, mimari bütün-
Kuba Dede (Şeyh Hüsameddin) Türbesi-
lük içinde önemli bir belirleyici faktör halinde ken-
Amasya
disini belli etmiştir. Tarihî gelişme içinde gittikçe
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 184 büyüyen kubbe, dış görünüşte mimari kütlenin
kompozisyonunu önemli ölçüde yönlendirirken
Kuba Evliyası Türbesi-Amasya iç mekânda yapıyı anlamlı kılan bir kavram nite-
liğiyle mimariye hâkim olmuştur. Ahşap, tuğla ve
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2
taş örgü teknikleri kullanılarak mimarlık tarihi bo-
yunca denenen kubbe asıl dikkat çekici gelişmesini
Kubaroğlu (Kümbet) Türbesi-Kayseri Türk ve İslâm mimarisinde ortaya koymuş, özellik-
le Osmanlı mimarisinde tam ve yarım kubbeler ha-
(1) Aydın, Remzi. a.g.e. s. 91
linde düzenlenerek en gelişmiş şeklini almıştır.(…)
Yapılan arkeolojik araştırmalar, şehirciliğin en
Kubba eski dönemlerinden itibaren Akdeniz’den Çin’e
İslâm sanatında anıtsal mezarlara verilen isimdir. kadar hemen her çevrede kubbenin varlığını ka-
Kubba kelimesi Arapça yazı halindeki “turba” (tür- nıtlamaktadır.(…)
be) kelimesinin yerini almış ve üstü kubbe ile ör- Ege ve Akdeniz çevresinde milâttan önce 1500-
tülü tüm mezar yapılarına “kubba” denilmiştir.(1) 1200 yılları arasına rastlayan devrin Miken kubbeli
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 12 mezarları ile temsil edilmesi ilgi çekici bir geliş-
medir. Yunanistan’da bulunan dokuz adet kubbeli
mezardan en büyüğü olan ve Atreus Hazine Binası
Kubbe
adıyla tanınan örnek, 14,50 m. çapındaki kubbe-
Mimaride örtü olarak kullanılan yarım küre biçi- siyle bu tür yapılar arasında ölçü büyüklüğü ve
minde unsur. taş işçiliği bakımından dikkati çeker.(…) Benzer
Sözlükte “kavisli, bombeli şey; göbek; yuvarlak uygulamalar Etrüsk mezar binalarında daha büyük
dam” demektir. Kelime, İslâmiyet’i kabul eden ölçüler içinde karşımıza çıkar.

446
Vadi-i Hamuşan
Bu gelenek Roma mimarisinde bir kısım mezar kubbeye geçişte aracılık yapmıştır. Bu etki ilk tür-
anıtları (mausoleum) ve Roma ve Tivoli’deki Ves- belerde çok açıktır.
ta tapınakları ile Ba‘lebek’teki Venüs Tapınağı gibi Topak ev gibi kâinatı temsil eden stupaların ilk ör-
dinî yapılar için deneme konusu olmuştur. Roma nekleri, içindeki oyuklarda kutsal kalıntıların sak-
çağında kubbe mimarisi bakımından bir dönüm landığı yarım küre şeklinde masif Budist anıtlarıdır.
noktası sayılan Roma’daki Panteon farklı özel- İçi boş olan Uygur stupaları ise şekil ve tezyinat
likleri sebebiyle ayrıca göz önünde tutulur.(…) O bakımından daha çok topak eve benzer. VIII-IX.
güne kadar gerçekleştirilen kubbelerin en büyüğü yüzyıllara tarihlenen Tirmiz Kırkkız Türbesi 11,5
olan bu kubbe, Mikelanj’ın Vatikan San Pietro Ki- m. çapındaki kubbesiyle erken tarihli bir örnektir.
lisesi’nde uyguladığı kubbeye kadar bu özelliğini Aynı şekilde Hazar şehri yakınlarında bulunan ve
korumuştur. Daha sonraki pek çok merkezî planlı Karahanlılar’a bağlanan Degaron Camii (X. yüzyıl),
yapıya öncülük eden Panteon bu kubbesiyle Hıris- 6,5 m. çapındaki orta kubbesi ve köşelerindeki
tiyanlığın yayılmasından hemen önce âdeta tek dört küçük kubbesiyle merkezî bir plan gösterir.
tanrılı inanç sistemine hazırlık yapan bir eser kim-
Asıl gelişmesini Büyük Selçuklu ve Anadolu Sel-
liğindedir. Yalancı kubbe aşamasından sonra kub-
çuklu mimarilerinde gösteren kubbe, Doğu As-
benin farklı bir gelişme doğrultusuna kavuşması,
ya’nın stupaları kadar İran’ın âteşkedelerinin
kare planlı alt yapıya oturtulma mecburiyeti ve
de belirli unsurlarını almış olmalıdır. Genellikle
bunun getireceği teknik ve statik çözüm yollarının

K
Sâsânîler devrinde yaygınlık kazanan âteşkedeler
araştırılmasıyla başlar. Bu durumda köşeli alt yapı
dört ayak üzerine oturan kubbeden ibaret basit bir
ile yarım küre şeklindeki üst yapı arasında bir geçiş
yapı gösterir. Altında kutsal ateş yanan bu yapıla-
unsurunun ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmiş
rın ayakları birbirine kemerlerle bağlıdır ve kemer-
ve küçük ölçülü yapılarda sadece bir köşe taşı koy-
lerden kubbeye geçişte tromp kullanılmıştır.
makla çözülen bu problem büyük yapılarda içten
pandantif, tromp veya üçgen geçiş unsurlarının, Kubbe gibi mimari bir unsurun İslâm eserlerin-
dıştan çokgen bir kasnağın ilâvesini gerektirmiştir. de benimsenip geliştirilmesi farklı bölgelerde-
ki yorumlarla değişik çehreler göstermektedir.
Kubbenin asıl gelişimi Doğu mimarisinde gerçek-
Kur’an’da cemaatle namaz kılınacak mekânın
leşmiş, Türk çadırlarıyla stupa ve âteşkedelerden
özellikleri tarif edilmediği gibi bu ibadetin şekli
yola çıkan mimarlar bu düzeni geliştirerek sonun-
bakımından da kubbeli yapı şart tutulmamıştır;
da Osmanlı cami mimarisine kadar ulaşan bir çiz-
mescid ve cami kelimelerinin de kubbeli mima-
giyi takip etmişlerdir.
riyle kavram olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Bu
Türkler’in kullandığı ve Hz. Peygamber zamanında hususlar kubbenin İslâm doktrininin veya litür-
Araplar’ın “Türk kubbesi” dedikleri topak ev veya jisinin bir sonucu olamayacağını gösterir. Gerçi
yurtlar kubbe biçimindedir. Ayrıca Doğu ülkele- merkezî planlı camilerdeki tek kubbenin tevhid
rindeki köylerde küçük ölçülü de olsa tarihin her düşüncesiyle örtüşen bir sembolizme çok uygun
devresinde kubbeli bir yapı bulmak mümkündür. düştüğü söylenebilir; fakat böyle bir plan sadece
Pek çok araştırmacının kâgir mimarinin çadırları Anadolu’da ve ancak XVI. yüzyılda şekillenmiştir.
taklit ederek ortaya çıktığını ileri sürmesinin sebe- Yanlışlıkla Ömer Camii de denilen Kubbetü’s-sah-
bi de budur. Sanat tarihçisi Josef Strzygowski’ye göre re hariç tutulursa Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevî
gökkubbeyi temsil eden Türk kubbesi (topak ev) Orta dönemlerinden kalan camilerin hiçbirinde kubbe
ve Ön Asya’dan bütün dünyaya yayılan kubbe mima- mekâna hâkim bir eleman olarak görünmez; çok
risinin menşeidir ve Mezopotamya’nın kubbeli evle- sayıdaki destek sıralarıyla ayrılan nefler genellik-
riyle İran ve Anadolu’nun kümbetleri birer kâgir Türk le düz dam örtülüdür. Mescid-i Aksa, Emeviyye
çadırından başka bir şey değildir (DİA, VIII, 162). Camii ve İbn Tolun Camii’nde ise mihrabın önün-
Türk çadırı ile kubbe arasındaki benzerlik gökyü- deki sütunlardan birkaçı kaldırılarak bu kesim bi-
zü, hükümranlık ve kozmik sembollerle bağlantılı rer kubbe ile vurgulanmıştır. Ancak bu kubbeler,
biçimde uzun bir gelişme süreci izlemiş, bu arada enlemesine genişleyen yapıların kütle kompozis-
stupa adı verilen yapı tipi ortaya çıkarak çadırdan yonuna estetik bir katkıda bulunmadığı gibi tam

447
Vadi-i Hamuşan
aksine yatay gelişen örtü sisteminin bir kenarın- Ancak kubbenin geniş anlamdaki mimari konumu
da garip bir çıkıntı yapar. Sekizgen planlı Kubbe- ve mekânla ilgili problemleri özellikle kapalı med-
tü’s-sahre’de ise dört kalın pâye ile on iki sütunun reselerde amaca uygun çözümlere kavuşur. Sel-
taşıdığı on altı pencereli yüksek bir kasnağa otu- çuklu kapalı medreselerinde büyük orta mekânı
ran yarım küreyi aşkın 20,44 m. çapındaki kubbe örten kubbe gerek ölçülerindeki büyüme, gerekse
binaya tamamen hâkimdir. bu elemanı alt yapıya bağlayan geçiş unsurlarının
İslâm kubbe mimarisi bakımından ilk önemli ör- kaynaşma biçimi açısından âdeta Osmanlı cami
neklerden biri, Gazneliler’e ait Leşker-i Bâzâr Ulu- mimarisine bir hazırlık gibidir.
camii’nde enlemesine gelişen camilerin ilk mihrap Bunlardan Konya Karatay Medresesi’nde çapı 12
önü kubbesi olan yaklaşık 9 m. çapındaki kubbesi- metreyi aşan kubbe tepe noktasındaki açıklıkla
dir (DİA, XIII, 484). olgun bir şekil gösterir. Kubbe ile duvarlar arasına
Yine XI. yüzyıla ait İsfahan Cuma Camii’nin Me- konulan üçgen pandantifler yelpaze şeklindedir
likşah zamanında yapılan mihrap önü kubbesi 14, ve bu düzen İnce Minareli Medrese ile Afyon’daki
Terken Hatun’un onun kuzeyine yaptırdığı ikinci Çay Medresesi’nde tekrarlanır. Cami planlarında
kubbe ise 11 m. çapındadır. Büyük Selçuklu kub- giderek genişleyen kubbe, Beylikler dönemine ait
belerinin en muhteşemi, Sultan Sencer Türbesi’nin Manisa Ulucamii’nde mihrap duvarı ile altı adet
o güne kadar inşa edilenlerin en büyüğü olan 17 serbest pâyeye oturan ve üç neflik bir alanı örten
m. çapındaki kubbesidir. Selçuklu kümbetlerin- 10,80 m. çapındaki örneğe ulaşır. Bu gelişme er-
de kubbe çok defa koni veya piramit şeklinde bir ken Osmanlı yapılarında devam eder.
külâhla dışa yansıtılarak çift çeperli bir örtü elde Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’de altıgen şemaya
edilmiştir. oturan kubbenin çapı 24 metreye çıkarken yan-
Timurlu devrinde kasnakları iyice yükseltilen ve larına daha küçük dört kubbe eklenir. Burada
derinliği arttırılan kubbeler bazan tamamen çini- gerçek anlamdaki kubbe mimarisinin bütün un-
lerle kaplanarak pırıltılı, bazan da yivli yüzeyleriy- surları tamamlanmıştır. Bundan sonraki gelişme
le gösterişli hale getirilmiştir. En abartılı görünü- ana kubbeye eşlik eden yarım kubbelerle bunların
müyle Tac Mahal’de karşımıza çıkan soğan şekilli ekleniş biçimlerinde görülür.
kubbe önce Hint ve Güneydoğu Asya mimarisinde İstanbul Beyazıt Camii’nde Mimar Hayreddin’in
yaygınlık kazanmış, daha sonra Rus ve diğer Orto- ortaya koyduğu şema bir tam, iki yarım kubbe
doks kiliselerinde kullanılmıştır. ile hafifçe uzunlamasına gelişmekte, Diyarbakır
Leşker-i Bâzâr Ulucamii’nden hareketle Büyük Fâtih Paşa Camii’nde ise ortada bir tam, bunun
Selçuklu türbe ve camilerinde tuğla malzemenin etrafında dört yarım kubbeye dönüşmektedir.
imkânlarını sonuna kadar deneyerek gelişen kub- Mimar Sinan’ın elinde şekillenen bu ikinci şema
be, bir taş ülkesi olan Anadolu’da uyum sağladığı daha sonraki uygulamalarda dört, altı ve sekiz
bu yeni malzeme ile kararlı bir büyüme içine gir- destekli tiplerle hemen her zaman merkezî plan
miş ve mimari bütünlük içerisinde diğer unsurlar- arayışına yönelir. Şehzade Camii’nde ana mekân
la kaynaşıp kütle kompozisyonunu tamamlayan dört yönden de simetrik bir görüntüye kavuştu-
bir unsur haline gelmesini Anadolu Selçukluları rulmaktadır. Süleymaniye’de Beyazıt Camii’nin
zamanında kaydetmiştir. planına bir dönüş gözlenmekle birlikte kubbelerin
Siirt ve Bitlis ulucamilerinde artık plan şemasının büyüklü küçüklü kullanılışı daha üstün bir tasa-
vazgeçilmez bir unsuru olan mihrap önü kubbesi, rımla ortaya konmuştur. Bu sistemde ana kubbe
Silvan Ulucamii’nde mukarnaslı tromplar üzerine aleminden binanın köşelerine indirilen hayalî çiz-
oturarak iç bünyeyle bütünleşirken dışta sekizgen giler büyük bir üçgen teşkil eder ve bu üçgen içeri-
bir kasnağa dayanarak kütleye hâkim bir konum sinde yarım küre şeklindeki kubbelerin kademeli
alır. Daha sonra Mardin Kızıltepe ve Erzurum ulu- sıralanışı büyük bir düzen sergiler.
camilerinde, bunlarla çağdaş Selçuklu kümbetlerin- Klasik devir Osmanlı camisinin yalın fakat güçlü
de ölçü olarak büyüyen kubbenin gelişimi açıkça yapısı, dikdörtgen prizma şeklindeki bina göv-
bellidir. desiyle kubbelerin bu binaya ekleniş biçimindeki

448
Vadi-i Hamuşan
özellikten kaynaklanır. Bu kompozisyonda tek ve düzeni ne olursa olsun, gösterişli yapıların ço-
kubbenin yalnız başına yapıya hâkim olması söz ğunda en sık başvurulan şema dört destekli serbest
konusu değildir; ayrıca eş büyüklükteki kubbeler- ayaklı tiptir. Bunlarda kubbe çapı 15 metreyi aşar.
le sağlanan bir örtü sisteminden vazgeçilmiştir. Daha az sayıda uygulanan altı desteklilerde kubbe
Bedesten, han ve medrese gibi sivil yapılarda ise çapı ortalama 12 metreyi biraz geçer. Yine sayıca
camilerde vazgeçilen eş büyüklükteki kubbe siste- daha az bir uygulama olan sekiz desteklilerde kub-
minin tercih edildiği görülür. Klasik devir Osman- be çapı 13 m. civarındadır.
lı mimarisinde kubbe tekniğinin ulaştığı estetik
Edirne Selimiye Camii için uygun görülen şema bu
seviye Edirne’deki Selimiye’nin kubbesiyle ölçü
yapıda 31,21984 m. çaplı bir kubbeye ulaşmıştır.
büyüklüğünün de zirvesine ulaşır.
Sekiz destekli şema, Azapkapısı Sokullu Camii’n-
Osmanlı kubbe mimarisi hakkında araştırma ya- de 11,80 m. çaplı küçük bir kubbeyle örtüldüğüne
pan sanat tarihçileri genellikle kendilerini Aya- göre bu şema, sadece geniş orta mekânı örtecek
sofya polemiği içinde bulurlar. Bizans yapılarının kubbe inşa etmek gibi bir işlev gereği değil her öl-
plan, kütle, plastik unsurlar ve özellikle kubbe ko- çüde merkezî mekân elde etmenin bir yolu olarak
nusunda başvurduğu çözüm yolları bellidir. Hal- da benimsenmiştir. Bu kadar farklı plan şemalarını
buki Ayasofya, Bizans kilise mimarisi içinde hemen uygulayan Osmanlı mimarlarının Ayasofya şemasını
hiçbir gruba girmeyen bir deneme yapıdır. Bizans fazlaca umursamadıkları anlaşılmaktadır.
için tipik olmayan bu yapının sadece kubbeleri

K
dolayısıyla Osmanlı mimarisini yönlendirdiğini Klasik dönemden sonra artık serbest olmayan
düşünmek öncelikle gelişme mantığına aykırı- destekler duvar köşelerine gömülmüş ve böylece
dır ve Ayasofya’yı tek kaynak olarak görmek bu dört ayaklı baldakenler dönemi başlamıştır. Buna
bakımdan hatalıdır. Diğer Bizans yapılarında ise göre yapılan Nuruosmaniye Camii’nde kubbe
genellikle çapları 10 metreyi aşmayan kubbeler çapı, 23,70 m. ile son defa büyük bir ölçüyü tek-
çok yüksek kasnaklar üzerine oturtulmuş ve bu rarlar. Bundan sonraki geç devir yapılarında aynı
unsur zaman zaman bir kuleye dönüşmüştür. şema benimsenir ve kubbe çapları 15 metrenin
Osmanlılar’da ve özellikle Mimar Sinan’da kubbe, hep altında kalır.(1)
mimari kompozisyona katılan diğer elemanlarla (1) DİA; [KUBBE - Selçuk Mülâyim] c. 26; s. 300-303
üstün bir düzen tasarımı içinde birleştirildiğin-
den etkili bir görünüm kazanmıştır. Bu gelişme,
ilk örneklerden itibaren hem ölçü hem de düzen Kubbe Dede Türbesi-Hatay
fikriyle birlikte ele alınarak gerçekleştirilmiştir. (1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.
Başlangıçta sembolik veya yardımcı bir unsur ni-
teliğiyle kullanılan kubbe gittikçe yapının bütünü-
Kubbetü’l-İmâm eş-Şâfiî
ne hâkim olmuş ve aynı zamanda yeni bir biçim
kazanmıştır. Bu gelişmenin bütün İslâm mimarisi Kahire’de 608 (1211-12) yılında Eyyûbîler tara-
içinde sadece Türk mimarisinde izlenebilmesinin fından yaptırılan türbe.(1)
sebebi, birbiri ardınca kurulan Türk devletlerinin (1) DİA; [KUBBE - Selçuk Mülâyim] c. 26; s. 303
üzerinde yaşadıkları kültürel çevreyi iyi değerlen-
dirmiş olmalarıdır.
Kubbetu’s Süleybiye
Osmanlı mimarisinin, bu gelişmenin son devre-
sinde kubbe tekniğini değişmez ölçü ve esaslara Türkler Müslümanlığı kabul edene kadar geçen
bağlamak suretiyle erişebileceği en son noktaya ortalama üç yüz yıllık süre içerisinde mevcut bilgi-
çıkardığı kabul edilir. lerimize göre İslâm âleminde iki tane mezar anıtı
yapılmıştır. Bunlardan biri Samerra’daki Kubbe-
1520-1617 yılları arasında yapılmış yaklaşık yirmi
beş kadar cami için geçerli olmak üzere, destek sa- tu’s Süleybiye’dir.(1)(2)
yısı ile kubbe çapları arasında bazı bağlantıların var- (1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 21
lığından söz edebiliyoruz. Yarım kubbelerin sayısı (2) DİA;

449
Vadi-i Hamuşan
Kubur Kudüm Dede Türbesi-Sandıklı
a. Kabirler, mezarlar, sinler.(1)(2)(3)(4) (1) Karakuş, Ali Osman. a.g.e. s. 154
b. Türbe sandukası.(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Kûfî
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Arap yazısının bir çeşididir. Irak’ta Kûfe şehrine
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
nispetle böyle denmiştir. İslâm’dan önce de kul-
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
lanılan köşeli bir yazı tarzıdır. Osmanlı Hat Sana-
tında bilhassa bazı mimari eserlerde ve süsleme
Kuddüs Baba (Kuduz Baba) Türbesi-Kosova sanatında kullanılmıştır.(1)
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 351, (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
(2) Engin, Refik. a.g.e. s. 489

Kuğuoğlu Süleyman Ağa Türbesi-Giresun-


Kudretullah Dede Türbesi-istanbul
Görele
(1) Pur, Doğan. a.g.e. s. 48,
(1) Giresun Valiliği, a.g.e. s. 61
(2) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 3, s. 364

Kuds Kûh-i Tur

a. Kutsallık, mukaddeslik,(1) mübarek olma.(2) Gurbetu’l-Garbiye kitabında ruhlar âlemi anla-


mında kullanılmıştır.(1)
b. Cennet.(1)(2)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Kuk Ata Türbesi-Semerkant
Kudsiyan (1) Bubur, Rüçhan. a.g.e.. s. 141
Melekler.(1)(2)(3)(4)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kukli Mehmet Bey Türbesi-Kosova
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(1) Vırmiça, Raif. a.g.e. s. 347
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Kul Derviş Türbesi-Ankara
Kudsiyat (1) Erdoğan, Abdülkerim.5 a.g.e. s. 98,
a. Kutsallıklar.(1) (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 97

b. Allah’a, meleklere, lâhut âlemine mensup, ilahi


âleme ait işler.(1)(2) İlahi âlemle ilgili olan şeyler.(3) Kul Mustafa Türbesi-Şırnak
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Top, Mehmet. a.g.e. s. 151
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Kul Yusuf (Kümbet) Türbesi-Iğdır
(1) Buyruk, Hasan. a.g.e. s. 210
Kufez
Kıbrıs’ta Mesarya bölgesinde suyunun kutsal ol-
duğuna inanılan bir yer adı.(1) Kulak Dede Türbesi-Manisa-Akhisar
(1) Karabacak, Esra. a.g.e., s. 204 (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 293

450
Vadi-i Hamuşan
Kulak Türbesi-Tokat Kurâbe
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56, Kubbeli türbe, mezar, kümbet.(1)(2)(3)
(2) Selçuk, Mehmet Fatih. a.g.e. s. 50
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kuleli Baba Türbesi-İstanbul (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(1) Adresler. a.g.e.
Kurb-ı Derece
Kuloğlu Ölen kişiye başkalarına göre derece bakımından
Ölen evli yeniçerinin, babası gibi yeniçeri ocağına olan yakınlık.(1)(2)(4) Ölen kimse ile olan akrabalık
alınan askerlere verilen isim.(1) derecesi.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Kuloğlu Esad Efendi Türbesi-Bosna Hersek (3) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 137
(2) Kılıcı, Ali1. a.g.e. s. 99,
(3) Engin, Refik. a.g.e. s. 147 Kurb-ı Huda

K
Allah’a manevi yakınlık.(1)(2)(3)
Kum, Naci (1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif No: 1961 SA 123 (2) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Alanya Beyi Savcıbeyoğlu Lütfi Bey`in Mezar Taşı, Türk- (3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
lük, Sayı:14-15, S.438-440, Hüseyin S. Arel,1940,
İstanbul
Kurb-ı İlahi
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
Evliyalık, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak, ona arif ol-
mak, onu tanımak.(1)
Kumame
(1) Gazali, Ebu Hamid1. a.g.e., s. 163
Kudüs’te Hz. İsa’nın mezarının bulunduğu bildi-
rilen tapınak.(1)
Kurb-ı Mesafe
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
Ezelde, yani ervah âleminde Allah ile abd arasında
sebkat eden ahde vefa.(1)
Kunbat
(1) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Üstü kubbe ile örtülü tüm mezar yapılarına “kub-
ba” denilmiştir. Türk Kültüründe ise üstü kubbe
ile örtülü mezar yapılarına (turba) “türbe” denilir- Kurban
ken, Azerbaycan ve İran’da kubba yerine kunbat a. Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanmak mak-
denilir.(1) satlı, ibadet ve O’na yaklaşma vesilesi olarak
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 12 dinin bir emrini, vecibeyi veya bir adağı yerine
getirmek için kesilen koyun, keçi, dana, deve,
Kunter, Halim, Baki sığır vb. hayvan.(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)
Vakıflar Gn. Md. Ktp./345/3705/4 b. Allah rızasını kazanmak için aracı olan şey.(4)
Kitabelerimiz, Vakıflar Dergisi, Sayı: II, S.431-457, c. Bir amaç uğruna kendini feda eden veya feda
1942, Ankara edilen kimse.(1)(2)(7)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. d. Bir afet veya kazada ölen kimse.(1)(2)(3)(4)

451
Vadi-i Hamuşan
e. Katoliklerde Hz. İsa’ya verilen ad.(2) adakta bulunma, kırân veya temettu‘ haccını ta-
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
mamlama yahut hac ve umrede kusurlu davranış
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
gibi malî zenginlikten farklı bir sebepten doğar.
(3) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
Bunların etinden yararlanma kuralları ve dinî hü-
(4) Pala, İskender. a.g.e.
kümleri de belli farklılıklar taşır.(…)(1)
(5) Albayrak, Nurettin. a.g.e. (1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
(6) Akay, Hasan. a.g.e. [KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440
(7) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(8) DİA
Kurban Düşüncesi
Önceki din ve kültürlerde farklı şekil ve amaçlarla
Kurban Baba Türbesi-Gaziantep da olsa varlığını sürdüren ve Câhiliye toplumunun
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 229 dinî hayatında önemli bir yeri olan kurban âdeti
İslâm dininde cinayet, şirk, israf, hayvana eziyet
ve çevre kirliliği gibi olumsuz unsurlardan temiz-
Kurban Çeşitleri lenerek taabbüdî, malî ve sosyal nitelikleri bir ara-
Örfte ve fıkıh dilinde kurban denilince kurban da bulunduran bir ibadet halini almıştır.
bayramında ibadet olarak kesilen hayvan anlaşı- İslâm öncesi Arap toplumunda çocukların, köle ve
lır. Burada belirleyici unsur vakit ve hayvanın bu esirlerin putlara kurban edilmesi âdetinin zayıf
vakte erişmenin sonucu olarak kesilmiş olmasıdır. da olsa izlerine rastlanmakla birlikte (el-Muvattâ,
Nitekim klasik fıkıh literatüründe de udhiyye (da- “Neźr”, 7; İbn Hişâm, I, 160-164; Cevâd Ali, VI,
hiyye), kurban bayramı kastedilerek “belli vakitte 191-193, 198-199) yaygın olan, putlara hayvanla-
belli hayvanların şer‘an belirlenmiş usulde Allah rın kurban edilmesi şeklindeydi.
için kesilmesi” şeklinde tanımlanır (Abdullah b.
Câhiliye Arapları, belli zamanlarda veya önemli
Mahmûd el-Mevsılî, V, 16; Şemseddin er-Remlî,
kabul ettikleri olaylar vesilesiyle gerek Kâbe’deki
VIII, 130).
gerekse Mekke’nin diğer bölgelerinde ve Mekke
Bu kurbandan ayrı olarak yine ibadet niyetiyle ke- dışındaki putlarının yanında mâbede olan saygıla-
silen ve literatürde çok defa özel isimlerle anılan rını, putlara olan bağlılıklarını göstermek, onlara
başka kurban çeşitleri de vardır. yakınlaşmak gayesiyle deve, sığır, koyun, ceylan
Bunun başında adak (nezr) kurbanı gelir. Adak kur- gibi hayvanları keserek kanını onların üzerine dö-
banı, dinen mükellef olmadığı halde kişinin Al- ker, kurbanı parçalayıp bu dikili taşların üzerine
lah’a karşı böyle bir vaadde bulunarak üzerine vâ- bırakır, yırtıcı hayvanların ve kuşların yemesini
cip kıldığı kurbandır. Etinden yararlanma şartları beklerlerdi.
yönüyle adak kurbanı, böyle bir adak olmaksızın Yarar sağlayacağı düşüncesiyle ölen kimsenin kabri
kesilen ve genel olarak “tatavvu kurbanı” olarak başında veya cinlerden korunmak amacıyla kur-
adlandırılan diğer kurbanlardan farklılık gösterir. ban kesildiği, ayrıca yeni doğan çocuk için akîka
Çocuğun doğumunun ilk günlerinde Allah’a bir kurbanı kesilerek ziyafet verildiği, bereket geti-
şükran nişanesi olarak kesilen akîka kurbanı, ölen receği beklentisiyle deve veya koyunun ilk doğan
kimse adına kesilen ve halk arasında “kabir kur- yavrusunun (fera‘, fer‘a), receb ayının ilk on gününde
banı” olarak da bilinen kurban, kıran ve temettu‘ “atîre” adı verilen koyunun putlar için kurban edil-
haccı yapanların kestikleri şükür kurbanı, hac ve diği bilinmektedir.
umrede vâcibin terki veya ihram yasağının ihlâli İslâm döneminde Câhiliye Arapları’nın kurban
halinde gereken ceza ve kefâret kurbanı da temelde âdeti tevhid inancına aykırı öğelerden temizle-
ibadet amaçlı hayvan kesimleridir. nerek Hz. İbrâhim’in sünnetine uygun biçimde
Farklı adlandırma, daha çok yükümlülüğü doğu- ihya edilmiş ve sosyal işlevler de yüklenerek zen-
ran sebebin farklılığına işareti amaçlar. Meselâ ginleştirilmiştir. Putlar için hayvan kurban etme
son sayılanlarda yükümlülük çocuğunun doğması, şirk, bu şekilde kesilen hayvanlar da murdar sa-

452
Vadi-i Hamuşan
yılmış (el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3; el-En‘âm Kurban hemen bütün dinlerin ana temalarından
6/121, 145; en-Nahl 16/ 115), akîka kurbanı birini teşkil ettiği gibi çeşitli dillerde bu kavramı
âdeti ana hatlarıyla İslâm döneminde korunmuş, ifade için kullanılan kelimelerin kök anlamlarında
son iki tür kurban ise Allah için olması kaydıyla da müşterek taraflar vardır. Latince kökenli Batı
İslâm’ın ilk dönemlerinde câiz görülmüşken daha dillerinde kurban karşılığı kullanılan sacrifice kö-
sonra “İslâm’da ne fera‘ ne de atîre vardır” hadi- künde “kutsamak, bir nesnenin tanrıya sunularak
siyle yasaklanmıştır (Buhârî, “Aķīķa”, 3, 4; Müs- kutsal hale getirilmesi”, offering de “tanrıya hedi-
lim, “Eđâhî”, 38). ye sunma, takdime” anlamını taşır. Eski Ahid’de
Kur’an’da ayrıntısı verilmeksizin Hz. Âdem’in iki kurban karşılığında “bağış ve vergi” mânasında-
oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerinden söz ki minha, “yaklaştıran şey” anlamında gorban ve
edilir (el-Mâide 5/27) ve ilâhî dinlerin hepsinde “kutsal kan dökme”yi ifade eden zebah kelimeleri
kurban hükmünün konulduğu bildirilir (el-Hac kullanılır (Tekvîn, 4/3, 31/54, 32/14, 33/10; Çı-
kış 10/25, 12/27; Levililer, 2/1-13; Ezra, 20/28,
22/34). Kur’an’da hac ibadeti esnasında kesilecek
40/43).
kurbanlarla ilgili bazı hükümler yer alsa da (el-Ba-
kara 2/196; el-Mâide 5/2, 95, 97; el-Hac 22/28, Sâmî gelenek içinde yer alan Arapça’da kurban
36, 37; el-Feth 48/25) dolaylı bir işaret hariç kelimesi terim anlamındaki kurbanı da kuşatacak
(el-Kevser 108/2) hac dışındaki kurban ibadetine biçimde daha genel bir anlam taşırken İslâmî lite-
ratürde ibadet amacıyla kesilen hayvana udhiyye

K
temas edilmez.
(dahiyye) eti için kesilen hayvana zebîha denilir.
İbadetler konusunda takip edilen teşrî‘ siyasetine
Udhiyye adlandırması, hayvanın kurban bayra-
uygun olarak gerek hac ve umre yapanların gerek-
mında kuşluk vakti (duhâ) kesilmekte oluşuyla
se diğer şahısların kurban kesme yükümlülüğü
açıklanır.
ve diğer kurban türleri hakkındaki hükümler Hz.
Peygamber’in söz ve uygulamasıyla belirlenmiştir. “İbadet” anlamında nesîke, nüsük ve mensek de
özelde kurbanı ifade eder. Hac ve umrede kesilen
Resûl-i Ekrem’in hicretin 2. yılından (624) iti-
kurbanlar ise genel olarak “sevkedilip götürülen,
baren kurban bayramlarında kurban kesmeye
sunulan şey” mânasında hedy veya kesilen hayva-
başlaması, hac ve umre esnasındaki uygulaması
nın büyükbaş ya da küçükbaş oluşuna göre bedene
ve kurbanla ilgili çeşitli açıklamalarından oluşan
ve dem şeklinde özel isimler almış, doğan çocuk
zengin hadis rivayeti (“Uđhiyye”, Mv.Fİ, XIII, 307-
için kesilen kurbana da yeni doğan çocuğun ba-
350; “Uđhiyye”, Mv.F, V, 74-107) bu alandaki dinî
şındaki saçın adından hareketle akîka denilmiştir.
geleneğin, fıkhî yorum ve değerlendirmelerin ana
Türkçe’de kurban kelimesi yalın olarak kullanıldı-
zeminini teşkil etmiştir.(1)
ğında kurban bayramında ibadet amacıyla kesilen
(1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435, hayvanı ve bu kesim işlemini ifade ederken diğer-
[KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440 leri türüne göre “adak kurbanı, kefâret kurbanı”
gibi özel isimler almıştır.(1)
Kurban Kelimeleri (1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
[KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440
İbadet amacıyla hayvan kesimi ve bu maksatla ke-
silen hayvan.
Arapça’da gerek maddî gerekse mânevî her tür- Kurban Kesimi
lü yakınlığı ve yakın olmayı kuşatacak bir anlam İbadet amaçlı olsun veya olmasın eti yenen hay-
yelpazesine sahip olan kurbân kelimesi dinî ter- vanların kesiminde aranan kurallar ana hatlarıyla
minolojide kendisiyle Allah’a yaklaşılan şeyi, özel aynıdır. Hayvan, kesim yerine incitilmeden götü-
olarak da Allah’a yakınlık sağlamak, yani ibadet rülür, kesilecek zaman kıbleye karşı ve sol tara-
(kurbet) amacıyla belli vakitte belirli cinsten hay- fı üzerine yatırılır. Elinden geldiği takdirde her
vanları kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifa- mükellefin kurbanını kendisinin kesmesi men-
de eder. duptur, değilse bir başkasına vekâlet verip kesti-

453
Vadi-i Hamuşan
rir. Kurbanı kesecek kimsenin müslüman olması Kurban sırf Allah rızâsını kazanmak için kesildi-
tercihe şayandır; erkek, kadın, yetişkin, çocuk ğinden etinin satılması câiz olmadığı gibi derisi,
farketmez.(…) yünü, bağırsakları, kemikleri, iç yağı gibi eti dı-
Kurban sahibinin kesim esnasında orada hazır şında kalan parçalarının da sahibine gelir temin
bulunması müstehaptır. Hayvan yere yatırılırken, etmek amacıyla para ile satılması câiz değildir.
“Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a, O’nun Bunları kurban sahibi evde kullanabileceği gibi
birliğine inanarak çevirdim. Ben müşriklerden kullanılmak üzere birine hediye de edebilir.(…)
değilim” (el-En‘âm 6/79); “Benim namazım, iba- Kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temiz-
detim (kurbanım), hayatım ve ölümüm hep âlem- liğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçaları-
lerin rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. nın toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu
Bana böyle emrolundu ve ben Allah’a teslim olan- ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması
ların ilkiyim” (el-En‘âm 6/162-163) meâlindeki gerekir.(…)(1)
âyetleri okur ve kabulü için Allah’a dua eder. Daha
(1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
sonra da tekbir ve tehlîl getirir.
[KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440
Kurbanı kesen kimse hayvana eziyet vermemeye
dikkat etmeli, bıçağı hayvana göstermemeli ve
keskin bıçak kullanmalıdır. Sağ eliyle tuttuğu bı- Kurban Murad Türbesi-Türkmenistan
çakla hayvanı keserken “bismillâhi Allahüekber” (1) Günay, Ünver. a.g.e. 2, s. 8
der. Kurbanı vekilin kesmesi halinde kurban sahi-
bi de besmeleye iştirak eder.(…)
Kurban Şartları
Kurban kesmenin rüknü kurbanlık hayvanın
Yükümlülük Şartları: Bir kimsenin kurban kes-
kanını akıtmaktır. Sığır, manda, koyun ve keçi
mekle yükümlü sayılması için aranan şartlara
cinsinden hayvanlar yatırılıp çenelerinin hemen
kurbanın vücûb şartları denilir. Kurban kesmenin
altından boğazlanmak suretiyle (zebh), deve ise
sünnet olduğunu söyleyenlere göre ise bunlar
ayakta sol ön ayağı bağlanarak göğsünün hemen
sünnet oluşun şartlarıdır.
üzerinden (nahr) kesilir. Kesim işlemi boğazın iki
tarafındaki şah damarları, yem ve yemek borusun- Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü olabilme-
dan en az üçü kesilerek yapılır ve hayvanın kanı- si için müslüman, akıl bâliğ (ergen), mukim ve zengin
nın iyice akmasını temin için bir süre beklenir.(…) olması şartları birlikte aranır.
Kurban sahibi kurbanın etinden yiyebilir, bak- Hanefîler’den Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ile Mâlikî
makla yükümlü bulunduğu kimselere yedirebilir; ve Hanbelî mezheplerine göre kurbanla yükümlü
ancak etinin bir kısmını da dağıtması gerekir.(…) sayılmak için akıl ve bulûğ şart olmayıp gerekli
malî güce sahip olan küçük çocuklar ve akıl has-
Adak olarak veya ölenin vasiyeti üzerine malından
taları adına kanunî temsilcileri tarafından kurban
kesilen kurbanın etinden adakta bulunan kimse,
vârisler ve bakmakla yükümlü bulunduğu kim- kesilmesi dinî hükmü konusundaki görüş farklılı-
seler (eşi, usulü ve fürûu) yiyemez. Eğer yiyecek ğına bağlı olarak gereklidir veya sünnettir. Bu fa-
olurlarsa yediklerinin bedelini fakirlere tasadduk kihler, kurbanın malî bir ibadet oluşunu ve başta
etmeleri gerekir. Ölen kimse adına nâfile olarak fakirler olmak üzere üçüncü şahısların hakkının
kesilen kurbandan sahibi de bakmakla yükümlü gözetilmesi hususunu ön planda tutmuşlardır.
bulunduğu kimseler de yiyebilir; ancak dağıtmak Hanefî fakihlerinden İmam Muhammed ve Züfer
efdaldir. Hac ve umrede kesilen ceza ve kefâret ile Şâfiîler’e göre kurban mükellefiyeti için akıl ve
kurbanlarının etinden sahibi yiyemez. Şâfiî mez- bulûğ şarttır. Hanefî mezhebinde bu konuda fetva
hebinin, temettu‘ ve kırân haccı yapanların kestiği İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiş ve
şükür kurbanının etinden yiyemeyeceği görüşü o uygulamada bu görüş ağırlık kazanmıştır.
bölge halkının yararına öncelik verilmesi amacını Dinen yolcu hükmünde olan kimse kurban kesmek-
taşır. le yükümlü değildir. Ancak yolcu hükmünde bulu-

454
Vadi-i Hamuşan
nan kimsenin tek başına veya mukimlerle birlikte ehlî hayvanlar yani koyun, keçi, sığır, manda ve
kurban kesmesine bir engel de yoktur.(…) devedir. Dolayısıyla ancak bu hayvanlar veya
Kurban kesme mükellefiyeti için dördüncü şart türdeşleri kurban olarak kesilebilir.(…) Koyun
malî imkânın bulunmasıdır. İslâm’da zekât, fitre ve keçi sadece bir kişi için, deve, sığır ve manda
(sadaka-i fıtr) ve kurban gibi malî yönü bulunan ise yedi kişiyi aşmamak üzere ortaklaşa kurban
ibadetlerle yükümlülük belli bir asgari zenginlik olarak kesilebilir. Bu hüküm Hanefîler dahil üç
ölçüsüne ulaşmış olmaya bağlanmıştır. Dinen as- mezhebe göre olup Mâlikî mezhebinde hayva-
gari zenginlik ölçüsü olarak belirlenen bu miktara nın türü ne olursa olsun ortak kurban kesimi
“nisab” denir.(…) câiz görülmez; ancak kesen kimse önceden ni-
yet ederek fakir ebeveynini, küçük çocuğu gibi
Ekonomik güç ve zenginlik, hem içinde bulunulan
yakınlarını sevabına iştirak ettirebilir.(…)
şartlara hem de yükümlülüğün konusuna göre
değişkenlik gösterdiği ve bir yönüyle örfî olduğu 2. Koyun ve keçi cinsinden hayvanlar bir yaşını
için günümüzde kişilerin yukarıda zikredilen ilke doldurduktan sonra kurban edilebilir. Hanefî-
ve ölçüler ışığında hareket etmesi, kendi bütçe im- ler ve Hanbelîler dahil fakihlerin çoğunluğu-
kânları çerçevesinde sıkıntı çekmeden kurban üc- na göre, koyun semizlik ve gösteriş olarak bir
yaşındakilere denk olması halinde altı ayını
retini ödeyip ödeyemeyeceğini göz önünde bulun-
tamamladıktan sonra da kurban olarak kesi-
durması ve ona göre karar vermesi gerekir. Uygun
lebilir. Sığır ve manda cinsinden hayvanlar iki

K
olan, kurban alma imkânı bulunmayan kimselerin
yaşını, deve ise beş yaşını doldurduktan sonra
kurban kesmek için kendini zorlamamasıdır.(…)
kurban edilebilir.
Hanefîler, yükümlülük şartlarını taşıyan herke-
3. Kesilecek hayvanın gözle görülür bir noksanının
sin ayrı ayrı kurban kesmekle yükümlü olduğunu
bulunmaması gerekir. Kurban edilecek hayva-
(aynî vâcip) ileri sürerken Mâlikîler, (..) Şâfiîler ve
nın sağlıklı, organlarının tamam ve besili ol-
Hanbelîler de benzeri bir yaklaşımla kurbanın ke-
ması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de
sen açısından aynî sünnet, nafakalarını sağlamak-
sağlık kurallarına uygun düşer.(…)
la yükümlü olduğu aile fertleri açısından kifâî sün-
net olduğunu ileri sürerler. Aynî oluş gücü yeten 4. Kurbanlık hayvanın kesenin mülkiyeti altında
her ferdin kesmesinin sünnet olduğu, kifâî oluş olması veya kesenin böyle bir tasarrufa yetki-
da içlerinden biri kesmekle diğer aile fertlerinden sinin bulunması gerekir. Hayvanın vadeli ola-
talebin sâkıt olduğu ve sünnetin yerine gelmiş rak satın alınması veya hibe yoluyla edinilmesi
olacağı şeklinde açıklanır (İbn Kudâme, IX, 438; önemli değildir.
Nevevî, II, 466-467; Şemseddin er-Remlî, VIII, 5. Kurbanın sahih olabilmesi için belirlenmiş vakit
131). Bu görüşteki fakihler delil olarak genelde Hz. içinde kesilmesi gerekir. Kurban, kurban bayra-
Peygamber’in böyle bir yoruma açık uygulamasını mının “eyyâm-ı nahr” denilen ilk üç günü yani
(İbn Mâce, “Eđâhî”, 1, 5; Şevkânî, V, 125-127), Ebû zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günleri,
Eyyûb el-Ensârî’nin, “Biz bir tek koyun keserdik. bayram namazının kılınmasından üçüncü gü-
Kişi onu kendisi ve aile fertleri için keserdi; yerler- nün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir.
di ve ikram ederlerdi. Sonra insanlar bununla övü- (…)
nür oldular” şeklindeki açıklamasını alırlar (el-Mu- 6. Kurbanın ibadet niyetiyle kesilmesi şarttır. Esa-
vatta, “Đahâyâ”, 4; Tirmizî, “Eđâhî”, 10). sen kurbanı diğer hayvan kesimlerinden ayıran
Geçerlilik Şartları: Kurban kesmekle mükellef da budur. Niyette aslolan kalbin niyetidir; dil
olan kimsenin bu ibadeti geçerli olarak yerine ge- ile açıkça söylenmesi gerekmez.(…)
tirmiş sayılabilmesi için gerek kurbanlık hayvanla Kurbanlık niyetiyle alınan hayvan kesilmeden
gerekse bu hayvanın kesimiyle ilgili bazı şartlar önce ölürse zengin kimsenin tekrar kurbanlık sa-
vardır. Bunlar kurbanın sıhhat şartlarıdır. tın alması gerekir, fakir için gerekmez.(…)(1)
1. Dinen kurban olarak kesilmesi kabul edilmiş (1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
hayvan türleri, topluca “en‘âm” adıyla anılan [KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440

455
Vadi-i Hamuşan
Kurban Tarihi mektedir. Milâttan önce ilk binyıla kadar tarih-
Kurban tapınılan tabiatüstü varlık veya varlıklara lendirilen kitâbelere göre Güney Arabistan’ın yük-
yakınlaşma, şükran duygularını ifade etme, bir şey sek kültürlerinde rahiplerce yönetilen, güneş, ay
isteme ya da günahlara kefâret olması gibi niyet- ve Venüs gibi yıldızlarla büyük tanrılara sunulan
lerle sunulan varlık ve nesnelerdir. Tabiatüstü bir kurban âyinleri vardı.
güce sunulan nesnelere genel anlamda takdime Eski İranlılar tanrılara kurbanlar, çeşitli bitkiler
adı verilirken kurban kelimesi özellikle öldürme ve haoma içkisi sunmuşlardır. Zerdüşt hayvan
veya boğazlama yoluyla sunulanlar için kullanıl- kurbanını yasaklayarak Ahura Mazda’ya adak ve
maktadır. Kurban olayında esas unsur, sunulan şükürler kurbanını telkin ettiyse de ölümünden
hediyeyi kabul etme durumunda olan tabiatüstü sonra canlı kurban âdetine geri dönülmüştür.
gücün veya kendisine böyle bir güç atfedilmiş olan İranlılar adak ve şükranlarını Hürmüz’e, diğer
varlığın bulunmasıdır. Kurban sunan kişi bu şekil- takdimelerini de kötülüğü engellemesi için Ehri-
de tabiatüstü güçle ilişkiye girmeyi veya daha önce men’e arzederlerdi. Sâbiî toplumunda güvercin ve
girmiş olduğu ilişkiyi sürdürmeyi amaçlar. Öte koçun kurban edildiği törenleri vaftiz olmuş rahip
yandan bazı toplumlarda kurban olarak takdim veya yardımcısı icra eder, kurban edilen hayvanın
edilen nesnelerin yok edilmesi işlemi esas kabul kutsiyetine inanıldığından vaftiz olmayanların
edilmiş, buna göre kurban, “objelerin bir tanrıya ona dokunmasına izin verilmezdi. Günümüz ilkel
veya herhangi bir tabiatüstü güce takdim edildiği kabilelerinde tanrıların yardımlarını sağlamak,
bir kült faaliyeti” olarak tanımlanmıştır. Takdim gazaplarından korunmak veya günahlardan kur-
edenin, bir şeyi kendi tasarrufundan çıkarıp tabi- tulmak için tavuk kurbanı yaygındır; ayrıca sığır
atüstü bir alıcıya sunduğu düşüncesi esas alınarak ve köpek de kurban edilmekte, yiyecek ve içecek
kurban, “icra edilişi esnasında bir şeyin sunulduğu maddeleri sunulmaktadır.
veya yok edildiği, objesinin mânevî bir güç kaynağı Japon dini Şintoizm’de kurban ve takdimeler
ile böyle bir güce ihtiyaç duyan kişi arasında ilişki- tanrılara ve ölülere, onların öfkesini yatıştırıp lu-
ler tesis ettiği dinî tören” şeklinde tarif edilmiştir. tuf ve yardımlarını sağlamak veya günahlara kefâ-
Erken Paleolitik dönemden itibaren çeşitli kültür- ret düşüncesiyle sunulurdu. Erken dönemlerde
lerde kurban ibadetinin farklı uygulamaları ortaya uygulanan insan kurbanlarının yerini sonradan
çıkmıştır. hayvan kurbanları almıştır. Günümüzde pirinç ve
Antik Yunan dininde yer altı ve deniz tanrıları- pirinç şarabından oluşan yemek takdimeleriyle el-
na siyah, ateş tanrılarına kızıl renkte hayvanlar, bise ve mesken dahil üç aslî ihtiyaca tekabül eden
güneş tanrısı Helios’a süratli atlar, tanrı Zeus’a her şey kurban olarak sunulmaktadır.
kozmik verimlilik güçlerinin simgesi olarak kabul Eski Çin’de tanrılara ve ölen ataların ruhlarına
edilen boğa kurban edilirdi. Kurban vasıtasıyla onları memnun etmek ve ilâhî lutuflar elde etmek
tanrıların, tanrılar sayesinde de insan ve tabiatın amacıyla evcil olan ve olmayan hayvanlar kurban
yaşadığına inanılırdı. edilir; hububat, mayalandırılmış içki, çeşitli yiye-
Arkeolojik bulgular, eski Mısır’da rahiplerin ida- cekler ve ipek gibi takdimeler sunulurdu. Önceleri
resinde âyin haline getirilmiş kurban kültünün yaygın olan insan kurbanına Konfüçyüs’le birlikte
bulunduğunu göstermektedir. son verilmiştir. İmparator tarafından kış gündö-
Sumerler’in yaşadığı eski Mezopotamya’da da nümünde göğe ve yere sunulan kurbanın önemli
rahiplerin eşliğinde zorunlu kurbanlarla iştirak bir yeri vardı. En önemli takdimeler bütün aile-
edilen oldukça gelişmiş bayram takvimleri bu- nin bir araya geldiği, senenin ilk ve son günlerin-
lunurdu. Hititler’in tanrıların yardım ve affını de yapılırdı. Güneş tutulması, sel baskını, salgın
kazanmak için kurban kestikleri, bazı yiyecekler hastalık, kuraklık, açlık gibi durumlarda da uygun
takdim ettikleri bilinmektedir. Dinî ve mitolo- kurbanlar sunulurdu.
jik Ugarit metinlerinde Mezopotamya ve Ken‘ân Hinduizm’de kurban insanları kurtuluşa götüren
özelliği taşıyan bir kurban kültünün izleri görül- yollardan biridir. Brahmanlar döneminde, kozmik

456
Vadi-i Hamuşan
gücü meydana getirdiğine inanılan ve yaratılışın kökünden “yaklaştıran şey” anlamına gelen ve
sırrı, kâinatın devamının anahtarı olarak kabul kanlı kansız bütün takdimeler için kullanılan
edilen kurban merasimi rahiplerin nezaretinde “gorban”dır (Levililer, 1/2-9; Ezra, 20/28, 40/43).
gerçekleştirilirdi. Vedalar döneminde günlük me- Mezbah üzerinde tamamen yakılan takdime veya
rasimler ateşte yakılan takdimeleri, kutsal soma kurban çeşidini ifade etmek için kullanılan kelime
içkisini yere dökmeyi, atalara, yer tanrılarına ve İbrânîce’de “yükselmek” mânasındaki “olah”tır
ruhlara yiyecek takdimelerini ihtiva ederdi. Aylık (Tekvîn, 4/8-20; Çıkış, 10/25; Levililer, 1/17).
takdimeler yeni ay ve dolunayda çeşitli tanrılara, “Kutsal kanı dökmek” veya “boğazlanan şey” an-
özellikle fırtına tanrısı İndra’ya sunulan pastalar lamlarına gelen “zebah” ise genellikle komünyon
ve yiyeceklerdi. Fakat kefâret niyetiyle ve ilkbaha- kurbanını ve bir hayvanı sırf etini yemek niyetiyle
rın başlangıcında bolluk düşüncesiyle, yağmurlu boğazlamayı ifade etmektedir (Tekvîn, 31/54; Çı-
mevsim ve serin kış beklentisiyle rahipler tarafın- kış, 10/25, 12/27). İbrânîce’de hem “günah” hem
dan bir yılda üç defa olmak üzere mevsimlik kur- de “günahı ortadan kaldıran dinî tören” mânasın-
banlar sunulurdu. Upanişadlar sonrası dönem- daki “hattah” ile (Levililer, 4/1-5, 13, 6/17-23)
de de kurban sistemi korunmuş, ancak mâbed “suç” ve “daha sonra kendisiyle bu suçun düzel-
ibadetinin ortaya çıkışı ve Budizm, Jainizm gibi tildiği vasıta” mânasındaki “asham” kelimeleri ise
yeni dinlerin muhalefeti sebebiyle giderek öne- kefâret düşüncesiyle sunulan kurbanlar için kul-
lanılmaktadır.

K
mini kaybetmiştir. Çünkü Budizm ve Jainizm’de
“Ahimsa” (hiçbir canlıyı öldürmemek) prensibi Yahudilik’te kurban uygulaması, Mûsâ şeriatında
ve tenâsüh inancı gereği canlı yaratıklar kurban uygun görülen hayvanları boğazlamak suretiyle
edilmemektedir. Ancak her iki din mensupları sunulan kanlı kurbanlar ve çeşitli yiyecek, su ve
mâbedlerinde tütsü, mum, buhur, yiyecek ve içe- şarap gibi içeceklerin takdim edilmesi şeklindeki
cekler takdim ederlerdi. kansız kurbanlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Yahudilik’te bazı hayvanların veya yiyecekle- Kurbanlar günlük, haftalık, aylık, mevsimlik ve
rin Tanrı’ya bağlılığın bir işareti olarak ve O’nun yıllık olarak sunulurdu. Dâimî kurban (olat tamid)
lutfunu kazanmak, affını sağlamak niyetiyle bir her gün sabah akşam sunulan birer yıllık iki kuzu-
mezbah üzerinde tamamen ya da kısmen yok dan ibaretti (Çıkış, 29/38-42).
edilmesinden ibaret olan kurban ibadetinin ta- Haftalık kurban olarak sebt gününde yakılan tak-
rihi Hz. İbrâhim’e kadar götürülmektedir. Onun dimeden başka birer yıllık kusursuz iki erkek kuzu
döneminde sığır, davar, kumru, güvercin gibi hay- boğazlanırdı (Sayılar, 28/9-10).
vanlar Tanrı’ya sunulurdu (Tekvîn, 8/20, 13/18, Aylık kurban niyetiyle her kamerî ayın ilk günün-
15/7-11, 17-21). İshak (Tekvîn, 26/25) ve oğlu de iki genç boğa, bir koç, birer yıllık kusursuz yedi
Ya‘kūb tarafından da devam ettirilen kurban ge- erkek kuzu, ayrıca suç takdimesi olarak “yeni ay
leneği İsrâiloğulları’nca, bazı dönemlerdeki farklı bayramı kurbanı” adı verilen bir erkeç sunulurdu
uygulamalarla birlikte Kudüs’teki mâbedin 70 yı- (Sayılar, 28/11-15).
lında Romalılar tarafından yıkılışına kadar sürdü-
Yıllık kurbanlar arasında, senenin belirli zamanla-
rülmüştür. rında kutlanan bayram günlerinde takdim edilen
Ahd-i Atîk’te kurbanı ifade eden en kapsamlı kurbanların ayrı bir yeri vardır. İsrâiloğulları’nın
terim İbrânîce’de “vermek” anlamına gelen “ma- Mısır bölgesindeki esaretlerinden kurtarılışının
nah” fiilinden türetilmiş, “bir bağış veya vergi” anısına (Çıkış, 12/12-14) kutlanan Fısıh (Pesah)
mânasındaki “minha”dır. Bu kelime hububat tak- bayramında bir kuzu kurban edilirdi (Çıkış, 12/1-
dimelerini (Levililer, 2; İşaya, 43/2), genel olarak 19, 21-24, 43-49; Levililer, 23/4-8). Fısıh’ın ikinci
kurbanı (I. Samuel, 2/29, 26/19) ve özellikle de gecesinden itibaren ellinci güne kadar kutlanan
hayvan kurbanlarını (Tekvîn, 4/3, 4; I. Samuel, ilk mahsul bayramında çeşitli ziraî ürünlerin tur-
2/12-17) ifade etmek üzere kullanılmıştır. Kur- fandası sunulur, bir yıllık kusursuz erkek kuzu da
ban karşılığında kullanılan bir diğer terim, “grb” kurban edilirdi (Çıkış, 11/4-5, 12/29-32, 13/1-2,

457
Vadi-i Hamuşan
12, 22/29, 34/19-20). Takdimelerin yapıldığı bir yanlık’ta Îsâ’yı merkezîleştiren farklı bir kurban
diğer bayram da Roşhaşahan’ın ilk gününden anlayışı geliştirilmiştir. Kendisi de bir İsrâilli olan
itibaren on günlük tövbe zamanının sonundaki Îsâ dünyaya geldiğinde ailesi yahudi şeriatına uya-
kefâret günüdür (Yom Kipur). rak (Çıkış, 13/2, 12; Levililer, 12/2-6, 8) kurban
Öte yandan Yahova’nın İsrâiloğulları’ndan iste- sunmak için Yeruşalim’e gitmiş ve Îsâ’yı da götür-
diği başka takdime çeşitleri de vardı (Çıkış, 25/1- müş (Luka, 2/22-24), Îsâ, İsrâiloğulları’nın kutla-
7, 35/4-9, 20-29, 36/3). Nitekim Tevrat’ta ve dığı Pesah bayramlarına katılmıştır (Matta, 26/2,
Kur’an’da belirtildiğine göre Hz. Mûsâ zamanında 17-19; Markos, 14/12-16).
İsrâiloğulları’ndan bir de sağlam, kusursuz, üzeri- Öte yandan Îsâ, bir cüzzamlıyı iyi ettikten son-
ne hiç boyunduruk binmemiş inek kurban etme- ra Mûsâ şeriatında belirtildiği üzere (Levililer,
leri istenmiş ve bu kurbanla ilgili işlemler ayrıca 13/49, 14/2-9) bir kurban kesmesini (Matta,
bildirilmiştir (Sayılar, 19/1-10; Tesniye, 21/1-9; 8/4), din kardeşiyle dargın olan birinin barıştık-
el-Bakara 2/67-73). Tevrat’ta kurbanın temiz ve tan sonra takdimesini sunmasını istemiştir (Mat-
eti yenilen hayvanlardan seçilmesi istenmiştir ta, 5/23-24).
(Levililer, 1/1-2, 11/47; Tesniye, 14/11, 20). Bu uygulamalara rağmen Îsâ’nın çarmıha gerilme-
Kurban edilecek hayvanlar kusursuz olmalıdır. si ve diriltilmesi inancının ardından Hıristiyanlı-
Pek çok durumda hayvanın erkek olması isten- ğın Yahudilik’ten ayrı bir din mahiyeti kazanmaya
miş, şükür ve ilk mahsul takdimeleri gibi diğer başladığı bilinmektedir. Nitekim hıristiyan gele-
durumlarda erkekle dişi arasında tercih kişiye neğinde Îsâ’nın havârileriyle yediği son akşam ye-
bırakılmıştır. Kurban olarak sunulan hayvanla- meğinde insanlar için döküldüğünden bahsettiği
rın doğumdan itibaren yedi günden önce takdim kanının Ahd-i Cedîd olduğuna ve insanları Tanrı
edilmemesi (Levililer, 22/26-27), anne ile yavru- ile barıştırdığına inanılmış (Matta, 26/26-28;
sunun aynı günde boğazlanmaması emredilmiş- Markos, 14/22-24), Ahd-i Atîk Pesahı’nın icrası
tir (Levililer, 22/28). İlk doğanlar bir yıl içinde sayılan bu yemeğin Îsâ’nın kendisini Baba’sına
takdim edilmelidir (Tesniye, 15/19). Pesah ku- takdim ettiği bir âyin anlamına geldiği anlayışı
zusunda olduğu gibi yakılan takdimelerle günah benimsenmiştir.
ve şükran takdimelerinin bir yaşından daha fazla İnciller’deki, “Îsâ’nın kanı birçoklarının günahının
olması istenmiştir (Çıkış, 12/5, 29/38; Levililer, bağışlanması için döküldü” (Matta, 26/26-28);
9/3, 23/12, 19). Bazı özel kurbanların bir iş yap- “İnsanoğlu kendisine hizmet edilmeye değil, an-
mamış, boyunduruk vurulmamış ve henüz yavru- cak hizmet etmeye ve birçokları için canını fidye
lamamış bir hayvandan olması gerekirdi (Sayılar, olarak vermeye geldi” (Matta, 20/28; Markos,
19/1-10; el-Bakara 2/67-71). Ayrıca kurbanın onu 10/45) ve Pavlus’un mektuplarındaki “günah için
sunan kimsenin malı olması gerekiyordu (Tesni- bir kurban” (İbrânîler’e Mektup, 10/12) ve “Tan-
ye, 28/19; II. Samuel, 24/24). rı’ya kurban” (Efesoslular’a Mektup, 5/2) şeklin-
Kurbanın eti hakkında yapılacak işlem kurba- deki ifadeleri, Hz. Îsâ’yı insanlığı aslî günahtan
nın takdim ediliş amacına göre değişiklik arzet- kurtaran bir kurban (Romalılar’a Mektup, 5/12-
mekteydi. Yakılmak üzere sunulan kurbanın eti 21; I. Korintoslular, 15/21-22) olarak gören inan-
tamamen mezbah üzerinde yakılır; komünyon ca esas teşkil etmiştir. Böylece hıristiyan ilâhiya-
kurbanı kohenler, onu takdim eden ve yakınları tında Îsâ’nın haç üzerindeki ölümünün tek başına
tarafından yenirdi (Levililer, 7/15-21, 32-34, 35- yeterli ve diğer kurban sunma fiillerini faydasız
36, 22/29-30). Kurbanın kanı ve Tanrı’ya tahsis kılan biricik kurban olduğu inancı kabul edilmiş,
edilen yağının yenilmemesi ve bütün nesiller bo- Îsâ, kendisi ilk ve son kurban olarak Ahd-i Atîk’in
yunca buna riayet edilmesi istenmiştir (Levililer, kurban sistemini iptal etmiştir (İbrânîler’e Mek-
3/17, 7/22-31, 17/10-14). tup, 10/5-10).(1)
Hz. Îsâ zamanındaki kurban uygulamaları Ahd-i (1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
Atîk’e dayandırılmaktaysa da sonradan Hıristi- [KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440

458
Vadi-i Hamuşan
Kurban Zade Hacı Süleyman Efendi Türbesi- öz ve biçim olarak ayrı anlam ve hikmetleri bulun-
Muğla duğu için kurban yerine başka bir ibadetin ikame
edilmesi, meselâ kurbanın parasının dağıtılması,
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 297
fakirlere gıda yardımı yapılması, namaz kılınıp
oruç tutulması câiz görülmez.(1)
Kurbanın Anlamı
(1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435,
Kurbanı hayvanın eti veya derisi için kesiminden [KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440
(zebh, tezkiye) ayıran temel fark, onun Allah’ın
rızâsını kazanma ve isteğine boyun eğme gayesiy-
Kurbanın Hükmü
le kesilmiş olmasıdır. İbadetin özünü teşkil eden
bu gaye ancak şâriin bildirdiği şekil şartlarına Kurbanın meşruiyetinde müslümanların ittifakı
uyulduğunda gerçekleşmiş olur. Bu yönüyle kur- bulunmakla birlikte dinî hükmü fakihler arasında
ban ibadetinin özü ve biçimselliği dinî bildirime tartışmalıdır.
dayanır. Kesilen kurbanın etinin yenmesi, derisi Dinen aranan şartları taşıyan kimselerin kurban
ve diğer parçalarından âzami ölçüde yararlanıl- kesmesi Hanefî mezhebinde Ebû Hanîfe ve bir ri-
ması ibadetin özüyle alâkalı bir gereklilik olmayıp vayette Ebû Yûsuf tarafından savunulan, mezhep-
ikinci derecede yararlar, ibadetin dünyevî boyutu te de ağırlık kazanan görüşe, Rebîa, Leys b. Sa‘d,
ve anlamı olarak görülebilir. Klasik doktrinde kur- Evzâî, Süfyân es-Sevrî gibi bazı müctehidlere ve

K
ban ibadetinin rüknünün kan akıtma olarak belir- İmam Mâlik’ten bir rivayete göre vâcip, Ca‘feriyye
lenmesi de mücerret bir itlâf ameliyesi değil, bu ve Zeydiyye de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre
ibadette derunî bir hal olan kulluk bilinç ve irade- ise müekked sünnettir.
sini temsil eden ve yükümlülüğün en alt sınırında Hanefîler, Kur’an’da Hz. Peygamber’e hitaben,
bulunan objektif bir işlemin kriter olarak seçilme- “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (el-Kevser
si anlamını taşır. 108/2) buyrulmasının ümmeti de kapsadığı ve
Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğ- gereklilik bildirdiği görüşündedir. Ayrıca Resûl-i
miş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir bi- Ekrem’in birçok hadisinde hali vakti yerinde olan-
ların kurban kesmesi emredilmiş veya tavsiye
çimde ortaya koymuş olur. Bunu yaparken de
edilmiş, hatta, “Kim imkânı olduğu halde kurban
malını Allah için telef etmesi değil en yakınla-
kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın” (Müs-
rından başlayarak insanlara yararlı olacak tarzda
ned, II, 321; İbn Mâce, “Eđâhî”, 2); “Ey insanlar,
gerçekleştirmesi istenmiştir. Kur’an’da kurbanın
her sene her ev halkına kurban kesmek vâciptir”
kan ve etinin değil kesenlerin dinî duyarlılıkla-
(İbn Mâce, “Eđâhî”, 2; Tirmizî, “Eđâhî”, 18) gibi
rının (takvâ) Allah’a ulaşacağının belirtilmesi
ifadelerle bu gereklilik önemle vurgulanmıştır.
(el-Hac 22/37) buna işaret eder. Kurban Allah’a
Öte yandan kurban kesmeyi Hz. Peygamber hiç
verdiği nimetlerden dolayı şükür anlamı da taşır.
terketmemiştir. Bu ve benzeri delillerden hareket
Müminler her kurban kesiminde, Hz. İbrâhim ile
eden fakihler, gerekli şartları taşıyanların kurban
oğlu İsmâil’in Cenâb-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak
bayramında kurban kesmesini vâcip görürler.(…)
itaat konusunda verdikleri, Kur’an’da da özetle
aktarılan (es-Sâffât 37/102-107) başarılı sınavın Vasiyetinin veya adağının bulunması halinde
ölen kimse için kurban kesilmesi gerekir ve kesilen
hâtırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir
kurbanın etinin tamamı fakirlere dağıtılır. Vasi-
itaate hazır olduklarını simgesel davranışla gös-
yet yahut adak yoksa Şâfiî mezhebinde ağırlıklı
termiş olmaktadırlar.
görüş ölen kimse adına kurban kesilmesinin câiz
Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve da- olmadığı, Mâlikî mezhebinde ise mekruh olduğu
yanışma ruhunu canlı tutar; sosyal adaletin ger- yönündedir (Şemseddin er-Remlî, VIII, 143-144).
çekleşmesine katkıda bulunur.(…) Delil olarak da ibadetlerde aslolanın dinî bildirim
Kurban ibadetinin yararı sadece sosyal dayanışma olduğunu ve bu konuda Hz. Peygamber’den bir
ve malî yardıma indirgenemeyeceği, her ibadetin açıklama gelmemiş olmasını alırlar.

459
Vadi-i Hamuşan
Fakihlerin çoğunluğu ise hem Resûlullah’ın üm- ısındırma; ahid, antlaşma ve ülfet” gibi anlamla-
meti için de kurban kestiğine dair rivayetlerden, ra gelir. Kureyş ismine izâfe edilen kelime sûrede
hem geride kalanların yaptığı sâlih amellerin, iki defa geçmektedir. Kelimenin dostluk anlamı
özellikle de malî yönü bulunan sadaka ve hayrın dikkate alındığında burada hem Kureyş’in ken-
sevabından ölenin yararlanacağına dair temen- di içindeki güven ve kaynaşmaya hem de komşu
nilerinden yola çıkarak ölen kimse adına kurban topluluklarla aralarındaki dostluğa dikkat çekildi-
kesilebileceğini ileri sürerler. ği anlaşılır. Tefsirlerde, bu âyetlerde sözü edilen
Akîka kurbanı Hanefîler’e göre mubah (bazı riva- yolculuklarla Kureyşliler’in yaz mevsiminde Suri-
yetlerde mendup), diğer üç fıkıh mezhebine göre ye bölgesine, kış mevsiminde Yemen taraflarına
sünnet, Zâhirîler’e göre vâciptir. ticaret amacıyla düzenledikleri seyahatlere işaret
ettiği belirtilmektedir. Kureyşliler bu ticarî sefer-
Adak kurbanı ile kırân ve temettu‘ haccı yapanların
ler sayesinde bir yandan ekonomik durumlarını
şükür kurbanı, hac ve umrenin ceza kurbanları da
düzeltiyor, diğer yandan da çeşitli medeniyet ve
vâciptir.(1) kültürleri tanıma imkânı buluyorlardı.
(1) DİA; [KURBAN - Ahmet Güç] c. 26; s. 433-435, Kureyş sûresinde daha sonra Allah’ın Kureyşliler’i
[KURBAN - Ali Bardakoğlu] c. 26; s. 435-440
doyurup açlıktan kurtardığı ve korkudan emin kıl-
dığı vurgulanarak bu nimetlerden dolayı Allah’a
Kurbet ibadet etmeleri emredilir (âyet 3-4). Kaynaklarda,
a. Allah’a manevi yakınlığa sebep olan iyi davra- Allah’ın Kureyş’i korkudan emin kılmasının, hem
nışlar.(2) ikamet ettikleri Mekke ve civarında hem de bu
bölge dışına yaptıkları yolculuklarda emniyet içe-
b. Allah’a yakınlık.(3)
risinde olmaları veya Fil Vak‘ası’nda Ebrehe ordu-
(1) Erginli, Zafer. a.g.e. sunun mağlûp edilerek güvenliklerinin sağlanması
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. ile gerçekleştiği nakledilmektedir (Fahreddin er-
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Râzî, XXXII, 109). Diğer taraftan aynı âyette işaret
edilen açlıktan kurtarmanın ise Mekke ve çevresi-
Kurd Dede Türbesi-Makedonya-Pirlepe nin tarıma elverişsiz bir bölge iken Hz. İbrâhim’in
duası (İbrâhîm 14/37) ve Kâbe’nin kutsallığı saye-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 621 sinde Kureyş’in bolluk içerisinde yaşamasını veya
yine bu dua sayesinde o bölgede meydana gelmesi
Kurena muhtemel açlıktan yaz ve kış dönemlerindeki ti-
a. Padişahın yakın adamları, padişaha yakın olan- carî seferler sayesinde korunmalarını ifade ettiği
lar, mabeyinciler.(1) belirtilir. Sûrede “bu ev” (Kâbe) tabirinden sonra
Allah’ın verdiği nimetlerin hatırlatılması Kureyş’in
b. Namazda genellikle Fatiha’dan sonra okunan
sahip olduğu saygınlığa ve nimetlere Kâbe saye-
sureler.(1)
sinde ulaştığını ima eder. Kureyş sûresinin mesajı
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. genel olarak ihsan edilen nimetlere lâyık olmaya
ve yalnızca Allah’a kulluk etmeye yöneliktir.(…)(1)
Kureyş Baba Türbesi-Afyon-Boyalı Köyü (1) DİA; [KUREYŞ SÛRESİ - M. Kâmil Yaşaroğlu] c.
26; s. 445
(1) Kaya, Aslı. a.g.e. s. 81

Kureyş Türbesi-Ankara
Kureyş Sûresi
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
Kur’ân-ı Kerîm’in yüz altıncı sûresi.
Sûrenin başında Allah’ın Kureyşliler’i yaz ve kış
yolculuklarına alıştırdığı ifade edilir (âyet 1-2). İlk Kurgan
âyette yer alan “îlâf” kelimesi sözlükte “alıştırma, a. Mezar, türbe.(1)

460
Vadi-i Hamuşan
b. Bir yer altı mezar odasını yer üstünde belirten Kurt Dede (İsmail) Türbesi-Makedonya-
yapay tepe, höyük.(1)(3)(6)(7) İlkçağda gömüt Manastır
üzerine toprak yığma yoluyla oluşturulan bu (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 659
küçük tepeler(4), arkeolojik malzeme bakımın-
dan çok zengindir.(2) Hunların(5) ve Orta Asya
Türk halkının ölülerini gömmek için yaptıkla- Kurt Dişi
rı üstü yığma toprakla örtülü mezar odalarına Nazara inanan Üsküp Müslümanları korunmak
da kurgan adı verilmektedir.(8) Tarih öncesi için üzerlerine kurt dişi takarlar.(1)
Demir ve Tunç çağlarında, bugünkü Altay ve
(1) Sulooca, Murteza, a.g.e., s. 10
Güney Rusya bölgelerinde Eski Türklerin ölüle-
rini gömüp üzerlerine toprak yığarak yaptıkları
tepeler.(9) Çukur mezar ya da katakomb mezarı Kurtbaba Türbesi-Ankara
örten tepe ya da tümülüsün adı. Bu mezar tipi (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 75
İ.Ö 5.-3 yüzyıllar arasında Ukrayna ve Karade-
niz bölgelerinde görülür.(11)
Kurtboğan (Kızıl Paşa) Türbesi-Amasya
Genelde Kurgan, bir çukur içine yapılmış bir ağaç
mezar odasından ve onun üstüne yığılarak mey- (1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 8, s. 5,
dana getirilen bir küçük tepecikten oluşmaktadır. (2) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 183,

K
Büyük kurganların, ağaç tomruklardan, odalar (3) Amasya Valiliği. a.g.e., s. 78,
şeklinde inşa edilmesi, ölüye ait her türlü eşyanın (4) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 9
mezarda yer alması, at cesetlerinin mezarda bu-
lunması, ölü için konulan yiyeceklerin dahi bura- Kurtçu Mehmed Efendi (Kurtçu Baba) Türbe-
lara ceset ile birlikte gömülmesi, ölen kişinin dün- si-Bursa
yadakine benzer bir hayat süreceğine inanıldığını
(1) Dikmen, Alaattin. a.g.e. s. 133
ve kurganın da aynı zamanda ev olarak düşünülüp
tasarlandığını göstermektedir.(10)
(1) Hasol, Doğan. a.g.e.
Kuru Baba Türbesi-Kırklareli
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Akgünay, Tamer. a.g.e. s. 72
(3) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Püsküllüoğlu, Ali. a.g.e.
(5) İltar, Gazanfer. a.g.e., s. 4; Kuru Kafa
(6) Demirel, Feray. a.g.e., s. 12; Baş iskeleti,(1) iskeletin baş kısmı.(2)
(7) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 10;
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(8) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 17
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(9) Turani, Adnan. a.g.e.
(10) Kaya, Aslı. a.g.e., s.14-15
(11) Er, Yasemin. a.g.e. Kuruçeşme Ermeni Mezarlığı
Tepeüstü, Kireçhane sok. No: 0, 34345 Kuruçeşme.
Kurila Kadiri Tekke Türbesi-Kosova Bu mezarlığın varlığı köyün kilisesi ile ilişkilendi-
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 501 rilir ve 17. yüzyıl sonunda var olduğu kanaatine
varılır. Belediye meclisinin 17 Mayıs 1944 tarihli
Kurt Baba Türbesi-Uşak emriyle sağlık sebeplerinden dolayı bu mezarlıkta
gömü gerçekleştirmek yasaklanır. Osmanlı Devleti
(1) Uşak Valiliği, a.g.e. s. 214
darphane müdürleri ve kuyumcubaşıları olan Düz-
yan ailesi üyelerinin kabirleri bu mezarlıktaydı.
Kurt Baba Türbesi-Bulgaristan
(1) http://www.turkiyeermenileripatrikligi.org/site/
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 424 kurucesme-ermeni-mezarligi-mezarliklar/

461
Vadi-i Hamuşan
Kurukan line üç defa çözerek bağlar. Bu davranışla gelinin
Ölü.(1) gideceği yere bolluk, bereket ve uğur getireceğine
inanılır.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(1) Artun, Erman, a.g.e., s. 8

Kûs-i Rıhlet
Kuşaklı Dede Türbesi-Çankırı
a. Ölüm anı,(1)(3) ecel vakti.(4)
(1) Yılmaz, Metin. a.g.e.
b. Ecel.(1)(2)
c. Ölüm davulu.(2)
Kuşçulu Türbesi-Giresun-Görele
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Giresun Valiliği, a.g.e. s. 61
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e. Kuşku
Tibet Budist inanışında cesedin kuşlar tarafından
Kusem B. Abbas Türbesi-Özbekistan yenmemesi, ruhun Tanrı tarafından katına kabul
(1) DİA, Cilt. 38 s. 267
edilmediği kuşkusunu doğurur. Bu sebeple keli-
meyi bu yönde düşünerek, eski gelenekteki aynı
inanışın kalıntısı sayabiliriz.(1)
Kuş Baba Türbesi-İzmir-Narlıdere
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 87.
(1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 277

Kuşlar Yolu
Kuş Gibi Uçup Gitmek
Samanyolu’na “Kuşlar yolu” yani şamanların veya
Çok kısa süren bir hastalıkla ölmek.(1) ölerek bir kuş gibi uçanların yolu deniliyor. De-
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 87 mek ki Türklere göre kişioğlu öldüğünde uçmağa
(cennete) kuş olarak gidiyor.(1)

Kuş Gumbaz (1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 67.

Uygurlar yerleşik hayata geçtikleri için mezar


mimarisinde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Kuşlu, Nalân Afet
Türk Sanatında yaygın bir şekilde görülen küm- Milli Ktp./Tasnif No: 1967 AD 934
bet mimarisinin ilk örnekleri Uygurlarda ortaya Anadolu Mozaikleri ve Türk Mezar Taşları, Turizm ve
çıkmaktadır. “Stupa” adı verilen kubbe ile örtülü Tanıtma Bakanlığı, 1966, Ankara
bu mezar anıtlarının kalıntılarına Hoço ve çev-
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
resinde rastlanılmaktadır. Hoço şehrinin kuzey-
doğusunda yer alan ve Kuş-Gumbaz olarak ad-
landırılan bu yapılar, Uygur Stupasının en güzel Kuşluk Kapısı
örneklerindendir.(1) Cennette bir kapı vardır ki ona duha, “kuşluk ka-
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 14 pısı” denilir. Kuşluk namazını kılanlar bu kapıdan
cennete gireceklerdir.(1)

Kuşak Kuşatma (1) İmam Şa’rani. a.g.e., s. 317

Kuşak bağlama âdeti gelinin yakınları tarafından


bağlanır ve bereketi temsil eder. Düğün günü geli- Kuşoğlu, Mehmet Zeki
nin erkek kardeşi yoksa dayısı veya amcası “gelin 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp./Tasnif No:
kuşağı” adı verilen kırmızı ipek şeridi, gelinin be- 745.619561

462
Vadi-i Hamuşan
Mezar Taşlarında Huve’l-Baki, Renkler Matbaacılık, Kutb-i Cenubi
1984, S.84, İstanbul Melekût âlemine denir.(1)
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.

Kusur-ı Behişt
Kutb
Cennet köşkleri, kasırları.(1)(2)(3) Tasavvufa göre, tarikat ve hakikat ehlinin büyük
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. önderi. Kutb ehl-i hal vel akdden ve Allah’ın ve-
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e. lilerinden olup Allah’ın büyük tılsımı kendisine
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. vermiş olduğu kimsedir. Âlemde kutbun varlığı
bedende ruhun varlığı gibidir. Kutb, Allah erlerin-
Kusur-ı Cinân den olup insanların hidayeti ve irşadı vazifesi ona
verilmiştir.(1)
Cennet köşkleri.(1)(2)(3)
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Kutbettin Çelebi Türbesi-Gebze
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56

K
Kut
a. Gökten ya da Tanrısal bir kaynaktan yayılmış Kutbettin İzniki Türbesi-İznik
sıvı.(1)
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
b. Ahret mutluluğu, kutsama, takdis, rahmet.(1)
c. Koruyucu melek.(1)
Kutbiddin-i Bahtiyar Kaki Türbesi-Hindistan
d. Ruh.(1)
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 8, s. 18
e. Kutlu, mübarek.(1)
f. Uğur, baht, talih.(2)
Kutbiyet
g. İlahi feyiz, ilahi tecelli, ilahi lütuf.(2)
a. Gönlüne Allah sevgisinden başka hiçbir şey sok-
h. Altay ve Yakut Türkleri ruh-can kavramını tın,
mayana denir.(1)
süne (ya da sür) ve kut kelimeleri ile ifade et-
mişlerdir. Tın, bütün canlılarda; süne sadece b. Manevi mertebelerin en yükseği, kutup olan
insanlarda,; kut ise canlı cansız her şeyde bulu- kimsenin makamı, kutupluk.(2)
nur ve bulunduğu şeye kutsallık kazandırır.(3) (1) Yavuz, Emrah. a.g.e., s. 69;
Yakut Türklerine göre insan ölünce “kut” yani (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
ruh bedeni terk ederek, kuş şeklini alır.(3)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kutbul Ekber
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Gavs-ı azam da denilen Hz. Muhammed’in (s.a.v)
(3) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 64.
ruhu olan kutupların kutbudur. Bütün velilerin en
üst makamıdır.(1)
Kut, Turgut
(1) Seccadi, Seyyid Cafer. a.g.e.
Milli Ktp./Tasnif no: 1979 AD 3842
Ülkemizde Yangın Tulumbasını İlk Kez İmal Eden Ger-
Kutela
çek Davud’un ve Bazı Tulumbacıların Mezar Taşları,
Tarih Araştırmaları Dergisi, İ.Ü. Edeb. Fak Basımevi, Katledilmiş, öldürülmüş kimseler, maktuller.(1)(2)
(3)(4)
1979, İstanbul
(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. (1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.

463
Vadi-i Hamuşan
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Kutsal Su
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. İnsanı günahlardan arındırdığına, hastalıkları
(4) Develioğlu, Ferit. a.g.e. iyileştirdiğine, büyü ve zararlı güçlerin etkilerini
yok ettiğine, insana güç kazandırdığına inanılan
Kutlu, Hüseyin ve oluşumu bir efsaneye ya da kutsal bir olaya da-
TBMM Ktp./Tasnif No: 20060183
yandırılan kaynak vb. suyu.(2)

Kaybolan Medeniyetimiz : Hekimoğlu Ali Paşa Camii (1) Köse, Ali. a.g.e., s. 15;
Haziresi’ndeki Tarihi Mezar Taşları, Damla Yay., (2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
S.175, 2005, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e. Kutsanmamış Günler


Noel’den itibaren on iki gün sürmektedir. Bu dö-
Kutlu Bey Türbesi-Bayburt nemdeki yasaklar Hıristiyanlıkta olmayıp, pagan
dönemine aittir. Bu dönemde elbise yıkamak,
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
kadınların saçlarını yıkaması ve örmesi, temiz-
lik yapması, örgü vs. gibi işleri yapması ve cinsel
Kutluca Bey Türbesi-Eskişehir ilişkide bulunmak, herhangi bir işin yapılması ya-
saktır. Özellikle bu günler boyunca geceleri kötü
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 56
ruhlar gezerek çevreye zarar vermektedirler.(1)
(1) Sulooca, Murteza, a.g.e., s. 36
Kutluğ Hatun (Kümbet) Türbesi-Kayseri
(1) Kayseri Valiliği. a.g.e. s. 19,
Kutsiyet
(2) Kahraman, Nurcihan. a.g.e. s. 25
Tabiat üstü bir güçte ve onunla temas sonucunda
bazı varlıklarda bulunduğuna inanılan aşkın nite-
Kutsal lik anlamında terim.
a. Çok derin ve güçlü bir dini saygı uyandıran veya Türkçe’de kudsiyyet Arapça’da “temiz ve pak ol-
uyandırması gereken; kutsi, mukaddes.(1)(2) mak” anlamındaki kuds kelimesinden alınmıştır.
b. Tanrı’ya ait olan, kutsal kitap.(1) Aynı kökten gelen takdîs “kutsallık nisbet etme”,
c. Allah’a adanmış olan, ilahi, tanrısal.(2) bundan türeyen mukaddes de “kutsallık nisbet
edilmiş” mânasına gelir.
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Sâmî dillerde ķdş/ķds kökünden kelimeler ve Yu-
nanca’da hagios, Latince’de sacrum kelimeleriyle
karşılanan kutsal kavramı, bir din içerisindeki un-
Kutsal gökyüzü defin töreni surları birbirine bağlayarak o dinin bütünlüğünü
Yedinci yüzyılda başlayan bu cenaze törenlerinde, sağlayan veya kuşatan en temel eleman olup din
öldükten sonra ruhun gökteki anaya ulaşacağına bilimlerinin ana konularındandır.(…)
inanan Budistler kendilerine has bir gelenek baş- “Yaratılmışlık özelliklerinden ve mahiyetinin
lattılar. Önceleri ölüleri yakıp küllerini savuran bu idrak edilmesinden münezzeh oluş mânasında
Budist rahipleri daha sonra ölüleri, kendi elleriyle Allah’a izâfe edilen bir kavram” diye tanımlanan
besledikleri akbabalara yem olarak vermeye başla- kutsiyet on âyette yer almaktadır.
dı. Gerçek mezarlığın gökyüzünde olduğunu, ora-
İki âyette, Allah’ın Hz. Mûsâ’ya hitabı sırasında
ya da ancak ruhun çıkabileceğini belirten Budist
Mûsâ’nın mukaddes bir vadide bulunduğunun ken-
rahipler, cesetleri yiyen kuşların cesedin sahibinin disine bildirildiği ifade edilmekte (Tâhâ 20/12;
ruhunu o mezarlığa çıkaracağını savunuyor.(1) en-Nâziât 79/16), bir âyette Hz. Mûsâ’nın kavmi-
(1) Koçak, Ahmet. a.g.e., s. 79-80. ne hitaben, “Allah’ın size takdir ettiği mukaddes

464
Vadi-i Hamuşan
yere (arz-ı mukaddese) girin” dediği belirtilmek- fından benimsenen ve “Hiçbir şey O’nun benzeri
tedir (el-Mâide 5/21). değildir” (eş-Şûrâ 42/11) meâlindeki âyette ifade-
Taberî, vadinin mukaddes oluşunu mânevî kir- sini bulan selbî-tenzihî sıfatların tamamı kutsiyet
lerden temizlenip mübarek olmakla açıklamış kavramının mâna ve muhtevasını pekiştiren be-
(Câmiu’l-beyân, XVI, 182), Mâtürîdî ise üzerin- yanlardır.
de Allah’tan başkasına tapınılmamış yer özelliği Kur’an’da da beyan edildiği üzere Hz. Nûh’tan iti-
taşıması veya Kâbe’de ve diğer camilerde olduğu baren bütün peygamberler, Allah’tan başkasına
gibi içinde ibadet edilmesinin sevabının fazla ol- kutsiyet atfedip ubûdiyyette bulunmamaları ko-
ması şeklinde yorumlamıştır (Tevîlâtü’l-Ķurân, nusunda ümmetlerini uyarmış, her peygamberin
vr. 457b). davetinin temel ilkesini tevhid inancı oluşturmuş-
“Arz-ı mukaddese” de Taberî tarafından aynı şe- tur. Çünkü Allah’tan başka herhangi bir varlığa
kilde mânalandırılmış (Câmiu’l-beyân, VI, 234), kutsiyet kapsamında gönül bağlamak, yaratıkların
Mâtürîdî, İsrâ sûresinin 1. âyetine atıfta bulunup en şereflisi olan insanın hem selim fıtratı hem şu-
urlu canlı olmanın sağladığı üstün konumu hem
(17/1) çevre olarak “meyveli ve bereketli” anla-
de şahsiyetinin gelişmesi olgusuyla bağdaşmaz.
mına gelebileceği gibi “şirkten ve her çeşit kötü-
lükten uzak tutulup âbid ve zâhidlerin bulundu- Dinler tarihi verileri ve Kur’an’ın beyanlarından
ğu yer” olarak da anlaşılabileceğini belirtmiştir anlaşıldığına göre tarih boyunca insanlar bazı ta-
biat varlıklarının zararlarından korunmak, bazıla-

K
(Tevîlâtü’l-Ķurân, vr. 181b).
rından da faydalanmak amacıyla türlü yaratıklara
Takdisi “Allah’ın kişiyi mânevî kirlerden temizle-
kutsiyet nisbet etmiş, onlara yaratılmışlık üstü
yip arındırması” mânasına alan Râgıb el-İsfahânî,
özellikler atfetmiştir. Bu arada çeşitli hayvanlar
maddî mekânların kutsiyetini “en büyük kirlilik
kutsallaştırılmış, ay, güneş ve yıldızlara tapınılmış
olan şirkten temiz ve uzak tutulması” şeklinde
(Fussılet 41/37; Challaye, s. 106, 152, 177; Yıldı-
açıklamıştır (el-Müfredât, “ķds” md.).
rım, s. 365; Aydın, s. 91), gözle görülmeyen bazı
Genellikle Cibrîl diye anlaşılan ve dört âyette yer varlıklara (cinler) tanrılık izâfe edilmiş (es-Sâffât
alan “rûhulkudüs” tabiri üç yerde Hz. Îsâ’yı destek- 37/158), melekler Allah’ın kızları diye nitelendi-
leyen bir unsur, bir âyette de Kur’an’ı Allah’tan rilmiş (es-Sâffât 37/149-155), yahudiler Üzeyir’i,
alıp getiren varlık olarak anlatılır (el-Bakara 2/87, hıristiyanlar Mesîh Îsâ’yı Allah’ın oğlu olarak ka-
253; el-Mâide 5/110; en-Nahl 16/102). bul etmiştir (et-Tevbe 9/30). İslâm öncesi Arap
Bir âyette meleklerin Allah’ı tesbih ve takdis ettiği kavimlerinin çeşitli putlara -Allah’a yaklaştırıcı
belirtilmiş (el-Bakara 2/30), iki âyette de kuddûs vesileler olarak- taptıkları bilinmektedir (ez-Zü-
ismi Allah’a izâfe edilmiştir (el-Haşr 59/23; el- mer 39/3; Cevâd Ali, VI, 34-82, 163-211).
Cum‘a 62/1). Müfessirler, tesbihle takdise “zât-ı Aslında monoteist bir dine mensup oldukları hal-
ilâhiyyeyi ulûhiyyet makamıyla bağdaşmayan her de yahudi ve hıristiyanlar zamanla başta Üzeyir
türlü nitelikten tenzih edip O’na tâzimde bulun- ve Îsâ olmak üzere din büyüklerini kutsallaştır-
ma” mânası vermişlerdir (Taberî, I, 303-305; Fah- mışlardır. Kur’ân-ı Kerîm onların bu tutumunu
reddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, II, 189). Esmâ-i kâfirlerin telakkisine benzetmekte ve kendilerini
hüsnâdan biri olan kuddûs, “Allah’ın yetkinliğin ağır bir şekilde kınamaktadır (et-Tevbe 9/30-31).
zıddı olan özelliklerden (nakāis) ve erdemliğin Hz. Peygamber de hıristiyan devlet adamlarına
zıddını teşkil eden niteliklerden (uyûb) berî ve gönderdiği davet mektubunda aynı temayı işleyip
yüce tutulması” demektir. Kutsiyet kavramı çeşit- insanların birbirini tanrı edinmemesi gerektiğini
li hadislerde de Allah’a izâfe edilmiştir. vurgulayan âyete yer vermiştir (Âl-i İmrân 3/64;
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis rivayetlerinde kutsiyet Taberî, III, 410-411; Şevkânî, I, 317).
kavramıyla anlam yakınlığı içinde bulunan, “tes- İslâm öncesi dinlerde yer alan tabiat nesnelerini,
bîh” ve “ulüv” köklerinden türeyen birçok kelime şahıs, mekân ve zamanı kutsallaştırma eğilimi ya-
mevcuttur. Aslında ulûhiyyet konusu üzerinde bancı kültürlerin etkisiyle müslümanlar arasında
fikir beyan eden İslâm âlim ve düşünürleri tara- da görülmüştür. İtikadî ve fıkhî mezheplerin yanı

465
Vadi-i Hamuşan
sıra tarikatların teşekkül edip müesseseleşme- yüzden biri kuyuya düşerse hastalanabilir. Kut-
sinden sonra Şîa’nın imamlarını, Sünnîler’in din sanmayan kuyulardan da su içilmez.(1)
âlimleri, tarikat şeyhleri vb. kişileri aşırı derecede (1) Sulooca, Murteza, a.g.e., s. 37
yüceltmeleri onları bir tür kutsallaştırma olarak
kabul edilmiştir. İtikadî ve fıkhî mezheplerin önde
gelen âlimlerinin çok defa hatasız kabul edilmesi, Kuyucu Murad Paşa Türbesi-İstanbul
görüşlerinin eleştirilmeden isabetli bulunması, (1) DİA, Cilt. 26 s. 510,
vefat etmiş tarikat liderleri hakkında kutsiyetle (2) Envanter. a.g.e. No:77,
irtibatlı ifadelerin kullanılması ve kendilerinden (3) Kollektif2. 1993. a.g.e. Cilt 5, s. 143
medet umularak kabirlerine mabedlere benzer
tarzda ilgi gösterilmesi bu görüşü haklı kılan yak-
laşımlardır. Kuzah

Peygamberler dahil olmak üzere Allah nezdinde a. Bulutlarla ilgili işleri düzenleyen, bulutlarla ko-
makbul olan sıddîklar, şehidler, sâlihler (en-Nisâ nuşan bir melek.(1)(3)(4)
4/69), ayrıca insanların hüsnüzan beslediği velî b. Şeytanlardan birinin adı.(1)(3)(4) Bir şeytan veya
ve ermişler, hatta meleklerden hiçbiri (en-Nisâ melek adı.(2)
4/172; Yûnus 10/62-64) kutsiyetin mahiyetini (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
oluşturan “yaratılmışlık üstü ve aşkın” özelliği ta- (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
şımaz. İlâhî dinin son halkasını oluşturan İslâmi- (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
yet’in bu temel ilkesinin bir müslüman tarafından (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
çiğnenmesi düşünülemez.(…)(1)
(1) DİA; [KUTSİYET - Kürşat Demirci] c. 26; s. 496;
Kuzan Baba Türbesi-Sivas
[KUTSİYET - Günay Haral] c. 26; s. 497
(1) Yasak, İbrahim. a.g.e. s. 116

Kuttal
Kuzma Pim Yanus Türbesi-Hatay
Katiller, öldürenler, öldürücüler.(1)(2)(3)
(1) Kalafat, Yaşar.3 a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(3) Kanar, Mehmet. a.g.e. Kuzum Baba Türbesi-Arnavutluk
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 99
Kutub Türbesi-Amasya
(1) Durma, Abdülhalim. a.g.e.S. 2 Küçükparmaksız, Hasan
İ.Ü Ed. Fak. Ktp.
Kutup Musa Efendi Türbesi-Kosova Afyon Müzesindeki Osmanlı Devri Mezar Taşları, İstan-
bul Ü., Ed Fak., Sanat Tarihi ABD, Basılmamış Lisans
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 502
Tezi, S.78, 1981, İstanbul

(1) Kayalı, Mihrican. a.g.e.


Kutup Türbesi-Karaman
(1) Karaman Valiliği. a.g.e. s. 334
Kült
a. Kutsal nitelikli bir olgu etrafında teşekkül eden
Kuyu inanç, âdet, saygı ve tapınmaya verilen ad.
Kutsal yer olan kuyular göklerin, yerin ve yeraltı Türk Halk Kültüründe atalar, gök tanrı, yer-su,
dünyası ile ilişkiyi temsil etmektedir. Bunlarda, ateş-ocak, hayvan, ölüm ve ölüler kültünden
kuyuda yeraltı kötü ruhları bir araya gelmekte, bu söz edilebilir.(1)

466
Vadi-i Hamuşan
b. İbadet, tapma, tapınma,(3) her çeşit dini tören.(4) Kül
c. Manevi ve ruhani kabul edilen kimselere veya Bir ölünün yakıldıktan sonra vazoya veya mezara
mezarlarına gösterilen saygı.(3) konan kalıntısı.(1)
d. Allah’a, kutsal kabul edilen varlıklara, Allah’ın (1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
özel sevgisine mazhar olmuş varlıklara gösteri-
len saygı, tapınma, tapma.(4)
Külahlı Baba Türbesi-İzmir-Narlıdere
(1) Kaya, Doğan. a.g.e.
(2) Artun, Erman, a.g.e., s.3; (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 277
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(4) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Külhancı Baba Türbesi-Erzurum
(1) Taşyürek, Muzaffer. a.g.e. s. 69
Kübik Köyü (Kümbetleri) Türbeleri-Van
(1) Van Valiliği. a.g.e.
Külhani Ali Baba Türbesi-Aksaray
(1) Kollektif1. a.g.e. Cilt 8, s. 28
Küçük Emir Efendi Türbesi-istanbul
(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 480

K
Küfrevi Türbesi-Bitlis

Küçük İsma’il Hademe-i Türbesi-Kosova (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 57

(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 538


Kül Başan
Küçük Hazire Yakın bir zamana kadar yer yer “yas”ın bir parçası
olan uygulamalar arasında, ölüm acısını başından
Üzeri açık, etrafı duvar veya şebekelerle çevrilmiş
aşağı kül savurarak ifade etme, yüzü tırnakla ka-
mezarlar. Bunlar özellikle dikdörtgen planlı ve
natma uygulamaları da yer almıştır. Dile yansımış
büyükçe olanları birer aile kabristanı olarak kabul
“kül başan” “toprak başan” bedduaları bu yas uy-
edebiliriz.(1)
gulamaları ile ilgilidir.(1)
(1) Önkal, Hakkı.6 a.g.e., s. 73
(1) Eren, Metin. a.g.e., s. 268.

Küçük Şah Sultan Türbesi-İstanbul


(1) Haskan, Mehmet Mermi2 a.g.e. Cilt 2, s. 536
Külah
Sikke, damga, alamet anlamına geldiği gibi Mev-
levilerde dervişlerin başlarına giydikleri başlıktır.
Küçük Şamil Türbesi-Kırıkkale
Mevlevi külahı yani sikke Mevlana yolunda olu-
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 57 şuna, Mevlana’ya mensup bulunuşuna, bir başka
deyişle Mevlevi olunuşun alametidir.(1)
Küçük Türbe-Kırıkkale (1) Bakırcı, Naci. a.g.e., s. 12-13
(1) Altıncan, Mahmut. a.g.e. s. 102

Küll
Küçük Türbesi-Ağlat
Bütün isimleri toplayan ilahi vahidiyyet hazreti
(1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 57 itibariyle Hakk Teâlâ’nın ismidir. Yani Allah’tan
başka her şey zuhur bakımından O’dur. Onunla
Küçük Yaran Türbesi-Bulgaristan kaim, O’ndan sudur eder ve O’na döndürülür.(1)
(1) Engin, Refik. a.g.e. s. 290 (1) Erginli, Zafer. a.g.e.

467
Vadi-i Hamuşan
Külli İntikal çeyreğinden günümüze ulaşan Mardin Emînüd-
Ölenin borçları da dâhil mal varlığının tümüyle din Külliyesi ile yine aynı döneme tarihlenen Câ-
sonrakilere geçmesi.(1) miu’l-Asfar’ın çevresindeki kalıntıların bir külliye
olduğu anlaşılmaktadır.
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e.
Mengücüklüler devrinden Divriği Ulucamii, Dârüş-
şifâsı ve Türbesi ile (1288) ilk yapısı Danişmendli
Külliye devrine kadar inen Kayseri Kölük Camii, Medre-
Değişik fonksiyonlardaki birkaç yapının bir arada sesi ve Hamamı birer külliye programı içinde ele
yer alması ile oluşan binalar topluluğu. alınmış yapılardır.
Kısaca külliyye olarak adlandırılan önemli yapı Cami ve medresenin birleşmesi, Selçuklu dönemin-
topluluklarına zaman içinde manzûme, hey’et, de Kayseri Hacı Kılıç (1249) ve Amasya Gökmed-
imâret, site, imâret sitesi, kompleks gibi isim- rese Camii ile devam etmiştir. Konya Küçük Kara-
ler de verilmiştir. Genellikle bir cami etrafında tay Mescidi ve Medresesi (1248) dışında Akşehir
gelişen külliyelerin bazan medrese, ticarî bir yapı Taşmedrese (1250) medrese, mescid, türbe ve
veya türbe çevresinde şekillendiği de görülmek- Konya İnce Minareli Medrese (1260-1265) med-
tedir. Yalnız tekkeler birer yapı topluluğu olarak rese-mescid birleşmesine sahip yapılar olarak
ele alınmış olmasına rağmen özel durumlarından görülmektedir. Kayseri Çifte Medrese ile (1205-
dolayı bu tasnife tâbi tutulmadan ayrıca değerlen- 1206) Sivas Şifâhiye Medresesi (1217) benzer
dirilmelidir. türde olup tıp medresesi, şifâhâne ve mezar yapıla-
rından meydana gelmektedir. Kayseri’de Huand
Devlet yönetiminin en üst kademesinde olan kişi-
Hatun Külliyesi (1237-1238) cami, medrese, küm-
lerle bunların eşleri ve çocukları, yönetimin çeşitli
bet, hamam; Konya’da Sâhib Ata Külliyesi (1283)
kademelerinde bulunan vezir, bey, paşa, sadra-
cami, türbe, hankah, sebil, hamam gibi yapılarıyla
zam gibi devlet ricâliyle halktan hayır sahibi zen-
Selçuklu devrinden büyük kapsamlı külliyeler ola-
ginler tarafından bu sosyal tesisler halka hizmet
rak dikkat çekmektedir.
amacıyla yapılmıştır.
Selçuklu geleneğini devam ettirmekle birlikte yeni
İslâmiyet’in ilk devrinden başlayarak camiyle bü-
denemelerin de ele alındığı Beylikler devrinde külli-
tünleşen birçok fonksiyon bulunmaktaydı. Me-
ye inşaatları sürmüştür. Beyşehir’de Eşrefoğlu Ca-
dine’deki Mescid-i Nebevî bu anlamda bir külliye
mii ve Külliyesi (1297-1300), Seydişehir’de Seyyid
gibi çok fonksiyona sahip ilk yapı olarak görüle-
Hârun Külliyesi (1310-1320), Manisa’da İshak
bilir. Emevîler ve Abbâsîler zamanında yaygın bi-
Çelebi Ulucamii ve Külliyesi (1366-1378), Antal-
çimde ele alınan ve kaleyi andıran korunaklı bir
ya’da Yivli Minare Camii ve Külliyesi (1378), Ba-
alan içinde bulunan saray ve saraya bağlı pek çok
lat’ta İlyas Bey (1404), Kütahya’da II. Yâkub Bey
birimden oluşmuş yapı toplulukları mevcuttur.
ile (1428) İshak Fakih (1420-1433) külliyeleri,
Karahanlı ve Gazneli ile Anadolu dışındaki Selçuk-
Karaman’da İbrâhim Bey Külliyesi (1426-1462) ve
lular’da görülen ve “ribât” olarak tanınan yapılar Kastamonu’da İsmâil Bey Külliyesi (1454-1457)
çok fonksiyonlu düzenleriyle geniş teşkilâtlara bu döneme ait önemli örneklerdir. Adana’da ulu-
sahiptir. cami ve külliyesi (1508-1541) Osmanlı devrinde
Anadolu’da bu durum sultan hanları ve diğer yapılan ilâvelerle tamamlanmıştır. Pulur’da Ferah
kervansaraylarla sürmüştür. Zengî, Eyyûbî ve Şad ile (1527) Bitlis’te Şerefiye (1529) külliyeleri
Memlükler’de medrese, cami, türbe birleşiminden ise bu bölgelerin Osmanlı idaresi altına geçtikten
oluşan yapılar Anadolu’da Selçuklu çağı medrese- sonra ele alınmıştır.
lerinde bir birim mescid, bir birim de türbe şeklinde Osmanlı döneminde sayıları artarak devam eden
düzenlenerek devam eder. külliyeler önceki örneklere göre daha çok sayıda
Külliyelerin Anadolu’da en erken tarihli örnek- yapıyı bünyesinde bulundurmaktaydı. Bânilerin
leri Artuklular’da görülmektedir. XII. yüzyılın ilk oluşturduğu zengin vakıflar sayesinde bu külli-

468
Vadi-i Hamuşan
yeler uzun süre fonksiyonlarını aksatmadan sür- çekmece’de Kanûnî (1563), Lüleburgaz’da Sokul-
dürmüş, devletin imar ve iskân siyasetiyle çeşitli lu (1569), Havsa’da Sokullu (Kasım Paşa, 1576)
yerlerin bu vakıf programları sayesinde şenlen- külliyeleri Trakya’da yapılan önemli menzil kül-
dirilmesi sağlanmıştır. Topluma faydalı hayır liyeleridir. Edirne Selimiye Külliyesi (1569-1575)
kurumları kazandırma düşüncesiyle ele alınan şehrin merkezinde inşa edilmiştir. Karapınar’da
külliyeler inşa edildikleri yere uygun olarak bir- II. Selim (1569), Yenişehir’de Sinan Paşa (1573),
çok ihtiyacı karşılamaktaydı. Cami, medrese, türbe, Payas’ta Sokullu (1574-1575), Ilgın’da Lala Mus-
mektep, tabhâne, imaret (yemekhane, mutfak, kiler, tafa Paşa (1576), İzmit’te Pertev Paşa (1579)
fırın), dârüşşifâ, han, çarşı, dükkânlar, hamam, sebil, külliyeleri Anadolu’da ele alınan menzil külliyele-
çeşme, muvakkithâne, evler, odalar, ahır vb. yapıla- ridir. Van’da Hüsrev Paşa (1567-1587) ve Mani-
rın çoğunu veya bir kısmını bünyesine alan külli- sa’da Murâdiye (1583-1586) külliyeleri ise şehir
yelerle şehirler gelişmiş, menziller üzerinde inşa merkezinde yapılmıştır. Bağdat’ta Abdülkādir-i
edilenlerin etrafında yeni yerleşimlerin oluşması Geylânî (1534-1574), Şam’da Süleymaniye (XVI.
sağlanmıştır. yüzyılın ikinci yarısı başları) ve Kahire’de Sinan
XIV. yüzyıl içinde İznik’te (1334) ve Bursa’da Paşa (1571) külliyeleri Anadolu dışında olan
(1339-1340) Orhan Gazi külliyeleri, Bursa’da Hu- önemli eserlerdir.
dâvendigâr Külliyesi (1385’ten önce), Mudurnu Mimar Sinan’ın ardından XVI. yüzyılın sonunda
(1382), Bolu ve Bursa’da (1390-1395) Yıldırım

K
İstanbul’da Cerrah Mehmed Paşa (1593), Koca
Bayezid külliyeleri inşa edilmiştir. Bursa Yeşilcami Sinan Paşa (1593), Hâfız Ahmed Paşa (1595) ve
Külliyesi (1414-1424), Bursa (1424-1426) ve Edir- Gazanfer Ağa (1596), İstanbul dışında ise Göl-
ne’de (1426) Murâdiye külliyeleri, yine Edirne’de marmara’da Halime Hatun (1595), Şam’da Kadife
Üç Şerefeli Cami ve Külliyesi ile (1437-1447) An- Hanı Menzil (1591) külliyeleri inşa edilmiştir.
kara’da Karaca Bey Külliyesi (1440) XV. yüzyılın
XVII. yüzyılda İstanbul’da külliye inşaatı bir ön-
ilk yarısında yapılmış önemli külliyelerdir.
ceki yüzyıl kadar parlak olmamıştır. XVI. yüz-
İstanbul’un fethinden hemen sonra camiye çev- yılın sonlarında yapımına başlanan, fakat uzun
rilen Ayasofya zaman içinde birçok binanın ilâ- süre yarım kalan Yenicami Külliyesi (1597-1603,
vesiyle külliye halini almıştır. Ayrıca Eyüp Sul- 1661-1664) bu yüzyılda tamamlanabilmiştir.
tan (1454), Fâtih (1463-1470), Mahmud Paşa Yüzyılın başında ele alınan Sultan Ahmed Külli-
(1463-1473), Murad Paşa (1471-1477), Şeyh Vefâ yesi (1609-1619) bu dönemde yapılan en büyük
(1476), Dâvud Paşa (1485) ve Çemberlitaş Atik külliye olmuştur. Üsküdar’daki Çinili Cami Külli-
Ali Paşa (1496) külliyeleri bu yüzyıl içinde İstan- yesi (1640-1642) dışında diğer külliyeler medrese
bul’da yapılan önemli örneklerdir. merkezli olup sur içinde inşa edilmiştir.(…)
Özellikle Fâtih Camii ve Külliyesi kapladığı alan
(1) DİA; [KÜLLİYE - Ahmet Vefa Çobanoğlu] c. 26; s.
itibariyle bütün Osmanlı tarihi içinde en büyük 542-544
külliye olmuştur. İstanbul dışında Edirne (1484-
1487) ve Amasya’da (1486) II. Bayezid, Alaşe-
hir’de Şeyh Sinan Efendi (1485), Manisa (1490) Külliyeler
ve Tokat’ta (1493) Hatuniye, Amasya’da (1495) Osmanlı bayındırlık sisteminde büyük bir cami ve
Ayas Ağa külliyeleri inşa edilmiştir. etrafında onunla birlikte yapılmış olan medrese,
XVI. yüzyıl külliye yapımı için parlak bir dönem türbe, hastane, aşhane, mektep, kütüphane, çarşı,
olmuştur. Bu yüzyılın ilk çeyreği içinde İstan- han, hamam, çeşme, şadırvan, sebil vb. ile oluşan
bul’da inşa edilen Beyazıt (1501-1508) ve Yavuz mimari yapı ve binaların hepsine birden verilen
Selim (1522) külliyeleri Mimar Sinan öncesinde isim.(1)(2)(3)
ele alınmış önemli yapılardır.(…) (1) Öztuna, Yılmaz.a.g.e.
İstanbul dışında Tekirdağ’da Rüstem Paşa (1553), (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Babaeski’de Cedîd Ali Paşa (1561-1564), Büyük- (3) Kutlu, Hüseyin, a.g.e., s. 20

469
Vadi-i Hamuşan
Küllü nefsün zaigatü’l-mevt (8) Artun, Erman, a.g.e., s.16;
Herkes ölümü tadacaktır.(1) (9) Sezgin, Tülay, Türk Mezar Geleneği ve Çifte Gelin-
ler Türbesi, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII. Teb-
(1) Hanoğlu, Canan. a.g.e., s. 24 liğler, Eyüp Belediyesi Yayınları, s. 183
(10) Turani, Adnan. a.g.e.

Külünçe
Ölünün arkasından yapılan yağlı, soğanlı ekmek.(1) Kümbet Baba Türbesi-Eskişehir

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. (1) Bayrak, M. Orhan. a.g.e.S. 57

Kümbet Hatun Türbesi-Merzifon


Kümbet-i Kebud
Haç planı kripta katının öncüsü Büyük Selçuklu- (1) Kılıcı, Ali. a.g.e. s. 81
lara tarihlenen Kümbet-i Kebud (1196-1197) dur.
Üst katı ongen kripta katı haç planlı olan bu eser Kümbet Tarihi
Anadolu’daki haç planlı kripta mekânlarının ön- Bir mumyalık katı üzerinde silindirik veya çokgen
cüsü durumundadır.(1) gövdeli, içten kubbe, dıştan konik ya da piramidal
(1) Öztürk Burcu, a.g.e. s. 196 çatı ile örtülü mezar anıtı.
Türkler’in İslâmiyet’ten önceki dönemlerden iti-
Kümbet baren zengin bir mezar anıtı geleneğinin bulun-
ması, İslâmî devirde türbe ve kümbet adı verilen
Bir mumyalık katı veya türbe üzerinde, silindirik
iki değişik forma sahip mezar anıtının geniş ölçü-
ya da çokgen gövdeli, içten kubbe, dıştan konik
de uygulanmasına yol açmıştır.
veya piramidal çatı ile örtülü mezar anıtı.(1)(2)(3)
(6)(7)(10) Türbe ölünün doğrudan toprağa verildiği, çoğunluk-
la kare veya çokgen gövdeli, üzeri daha çok kub-
Kümbetler göçebe kültürü olan çadırın mimariye
be ile örtülü anıtlardır. Kümbette ise cenazelik,
taşınmasıdır. Gök-Tanrı inancında Gök kubbeler-
mumyalık veya kripta gibi isimlerle anılan bir bod-
dir. Kubbelerin gökyüzünü andıran kısmı mavi
rum katı üzerinde silindirik yahut çokgen gövde
olur.(8)
yer almakta, bunun da üzeri içten kubbe, dıştan
Büyük Selçuklular zamanında inşa edilen mezar konik ya da piramidal bir çatı ile örtülmektedir.
yapıları, başlı başına anıtsal özellikler taşımak- Kümbet tarzındaki mezar anıtlarında genellikle
taydı. Bununla birlikte, bu dönemde ortaya çı- mumyalama geleneğinin devam etmesi ve bunun
kan ve eski dilde kubbe, gökyüzü anlamına gelen XIII-XIV. yüzyıllar Anadolu’sunda da sürdürül-
kümbet, daha sonraki tarihlerde ise türbe olarak müş olması, ölü gömme geleneklerinin ve mezar
adlandırılan, kurganların mimarileşmiş ardılları anıtı fikrinin Türkler arasında ne kadar köklü bir
olarak tanımlayabileceğimiz mezar yapılarının devamlılığa sahip olduğunu göstermesi bakımın-
çatısıdır.(4)(9) dan ilgi çekicidir.
Kazaklar da ölüyü gömdükleri yerin etrafını du- Mezar anıtları bazan mimari itibariyle kümbete
varla çevirmişlerse kurgan, eğer buna kubbe yap- uyduğu halde türbe olarak şöhret bulduğu gibi
mışlarsa kümbet demişlerdir.(5) kümbet tipine uymayan bazı mezar binalarına da
(1) Yılmaz, Fehmi. a.g.e. kümbet denir. Bunların içinde en ünlüsü kule bi-
(2) DİA; çiminde olan ve dış yüzü sivri çıkıntılar halindeki
(3) Ayverdi, İlhan. a.g.e. yivlere sahip bulunan Cürcân’daki Kümbed-i Kā-
(4) Hasol, Doğan. a.g.e. bûs’tur (1006-1007).
(5) Öztürk Burcu, a.g.e., s. 12; Kümbetin İslâm dünyasında Türkler’in yayılma-
(6) Doğan, D. Mehmet. a.g.e. sıyla birlikte ortaya çıktığı kesindir. Doğu Türkis-
(7) Özkan, Selma. a.g.e., s. 7. tan’dan Anadolu’ya kadar Türkler’in geçtiği her

470
Vadi-i Hamuşan
yerde kümbete rastlamak mümkündür. Büyük bölgedeki tuğla kümbetlerin aksine taştan yapıl-
Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan sonra hız- mıştır. Çihilduhterân ise Büyük Selçuklu devrin-
la yayılan kümbet Anadolu’nun fethiyle birlikte de rağbet gören dairevî planlı tipin öncülerinden
Anadolu’da geniş çapta uygulanmıştır. Kümbetin olup tuğladan silindirik gövde üzerine kubbeli bir
İran, Azerbaycan ve Anadolu’da XV. yüzyıla kadar kümbettir. Kazvin-Hemedan arasında Harekān
uygulandığı alana ve dönemine göre gelişimini ta- denilen bölgede bulunan, 1067 ve 1093 yıllarına
mamladığı görülmektedir. tarihlenen iki yapı da Selçuklu türbe mimarisinin
Josef Strzygowski tarafından ileri sürülen, bir- parlak gelişmesini göstermektedir. Her ikisi de
çok sanat tarihçisinin benimsediği hipoteze göre sekizgen gövdeli, çift kubbeli, tamamıyla tuğla-
kümbetler, Ön Asya ve Türkistan’daki Türkler’e dan inşa edilmiş olan kümbetler, köşelerde aynı
ait çadır sanatının mimariye geçmiş örnekleridir. biçim ve çaptaki silindirik kuleleriyle âbidevî bir
Çadırdaki özel kısımlar kümbetlerde muhafaza etki uyandırır. Ayrıca kitâbeleri ve zengin tuğla
edilmiş, kumaş ve dokuma karakteri mimariye süslemeleriyle Türk süsleme sanatının hazineleri
yansımıştır. olup Anadolu’da gerek mimaride gerek taş, ağaç
ve çini eserlerde kendilerini göstermişlerdir. Yine
Sultan ve emîr gibi önemli şahsiyetler için yapı-
XI. yüzyıla ait Demâvend Kümbeti aynı şekilde se-
lan bu mezar yapılarında çok köşeli ve yuvarlak
kizgen planlı ve zengin süslemelidir. Dihistan’da
biçimlileri çoğunlukta olmak üzere bazan dilimli
mezarlık alanında yer alan Selçuklu kümbetleri

K
gövdeli veya kare planlı olarak da çeşitlilik gös-
sekizgen ve yuvarlak planlı olup önlerinde küçük
termektedir. Genellikle iki katlı olan kümbetlerde
hazırlık mekânları ile dikkat çekmektedir. Rey’de
üst kat planı aynen alt kattaki mumyalık kısmın-
1139 tarihli anonim kümbet tuğladan silindirik
da da tekrarlanır. Merdivenle inilen alt kat esas
gövdeli bir yapı olup gövde keskin kenarlı yivler-
mezar bölümüdür ve mumyalanmış cesedi muha-
le çevrelenmiştir. Kare planlı bir örnek ise 1147
faza eder.
tarihli Merâga’daki Kümbed-i Surh’tur. Kırmızı
Kümbetlerde Anadolu dışında rastlanan tuğ- renkli tuğla tezyinatı ile dikkati çeken bu kümbet
la malzeme Anadolu’da yerini taşa bırakmıştır. Kümbed-i Kırmız diye de adlandırılır. Cürcân dı-
Selçuklu Türkleri’nce inşa malzemesi olarak kul- şında Ziyârîler’den Kābûs b. Veşmgîr’in yaptırdığı
lanılan tuğla süsleme unsuru olarak da benim- 57 m. yüksekliğinde silindirik gövdeli Kümbed-i
senmiştir. Ayrıca sırlı tuğla ve çini, tezyinatta vaz- Kābûs da ilgi çekici bir yapıdır.
geçilmezdir. Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle
Çokgen gövdeli kümbetlerden Nahcıvan’daki
silindirik gövde üzerine konik çatı ile örtülüdür.
1162 tarihli Yûsuf b. Küseyr Kümbeti sekiz ke-
Daha sonra Azerbaycan ve Batı İran’da çok köşeli
narlı, piramidal külâhlı bir yapıdır. Plan ve cephe
kümbetler görülür.
düzenlemesi bakımından dikkat çeken Urmiye’de
Büyük Selçuklular’ın İran’daki kümbet geleneği 1184 tarihli Se Kümbet ise değişik bir denemenin
Anadolu Selçukluları’nda da devam etti. Anado- ürünüdür. Gövdesi dışta dairevî, içte kare planlı
lu’daki kümbetler daha çok iki katlı, taştan ve olarak uygulanmıştır. Kümbet bakımından ol-
çokgen gövdelidir; ayrıca silindirik gövdeli olan- dukça zengin olan Nahcıvan’da Selçuklu mimarisi
ları da vardır. Kare planlı kümbetler ancak XIII. ve tuğla işçiliği yönünden dikkate değer diğer bir
yüzyıldan sonra ortaya çıkar. Yüzyılın ortalarında eser de 1186-1187 tarihli Mümine Hatun Kümbe-
ise kare planlı alt gövde üzerinde çokgen bir üst ti’dir. İçten silindirik, dıştan on kenarlı olarak tuğ-
gövdeden meydana gelen kümbetler yapıldı ve bu ladan yapılan kümbet her yüzey dar uzun mihrap
tip daha sonra iyice yaygınlaştı. nişi şeklinde silmelerle çevrelenmiş, daha yukarı-
En güzel örnekleri İran’da Büyük Selçuklular za- da kûfî kitâbe ve mukarnas kornişle sona ermiş,
manında verilen kümbetlerden Damgan’da Çihil- yüzeydeki süslemeler fîrûze çinilerle renklendiril-
duhterân (Kırkkızlar, 1054-1055) ve İsfahan’ın miştir. Bu kümbet Anadolu Selçuklu mimarisinde
güneyinde Eberkûh’ta Kümbed-i Alî (1056-1057) çok benimsenen, ancak bugün yıkılmış olan iki
Tuğrul Bey zamanında yapılmıştır. Kümbed-i Alî minareli taçkapısı ile büyük önem arzeder. Kule

471
Vadi-i Hamuşan
biçimindeki yapısıyla bir istisna teşkil eden 1196 Melik Gazi Kümbeti ise tuğladan sekizgen planlı
tarihli, sekizgen planlı Kümbed-i Kebûd yine bir yapıdır.
Merâga’da piramit çatısı, tuğla mimarisi ve cep- XII. yüzyıl içinde Selçuklu kümbetlerinin ilki ola-
heyi kaplayan fîrûze çinileriyle önemli bir eserdir. rak görülebilecek Konya Alâeddin Camii avlusun-
XIII. yüzyıla tarihlenen İran’ın doğusundaki Doğu daki II. Kılıcarslan Kümbeti 1192’den önce yapıl-
Râdkân ve Kişmer kümbetleri, yivli gövdeleri ve mıştır. Kesme taştan, on kenarlı, piramit külâhlı,
sivri konik külâhlarıyla Türk çadırlarına benzer- taş ve çini süslemeli, kitâbeli ve hafif sivri kemerli
liklerinden dolayı ayrıca dikkati çeker. Selçuklu- portal nişi içerisinde Bursa kemerli kapısı ile bu
lar’dan sonra bölgede hâkim olan Hârizmşahlar’a kümbet Selçuklular’ın ilk araştırma yapılarından
ait ayakta kalan üç kümbet vardır. Ürgenç’te biridir. Kayseri’de 602 (1205-1206) tarihli Çifte
Fahreddin er-Râzî adına yapılan kümbet (1208) Medrese’de yer alan Gevher Nesibe Kümbeti içte-
küçük bir yapı olmasına karşılık dış görünüş bakı- ki kubbe trompları, dışarıya akseden piramit çatılı
mından önemlidir. Yüksek kare bir kaide üzerine görünüşü ile ayrı bir yere sahiptir. Konya Kılıcars-
onikigen şeklinde yükselen piramit bir külâhla ör- lan Kümbeti’nden sonra ikinci defa 1217 tarihli
tülmüş olan kümbet tamamen tuğladandır. İçten Sivas İzzeddin Keykâvus Kümbeti’nde on kenarlı
kubbe ile örtülü olup cephelerinde bitkiyazı süs- kümbetle karşılaşılmaktadır. Bu kümbet, tuğla-
lü terrakota levhalar kullanılmıştır. Hârizmşah çini süslemeleriyle de Anadolu Selçukluları’nın
Alâeddin Tekiş adına inşa edilen kümbet, kare bir ilk âbidevî eseri olarak önem taşır. Anadolu’nun
kaide üzerinde silindirik gövdeli ve dıştan koni bi- en önemli mezar anıtlarından biri de genel tipo-
çimli külâhla örtülüdür. lojiden ayrılan ve başka bir benzeri olmayan XIII.
Anadolu’da Artuklular dönemine ait bilinen ba- yüzyılın başına ait Tercan Mama Hatun Küm-
ğımsız mezar anıtı yoktur. Dânişmendliler dev- beti’dir. Yuvarlak dilimli silindirik gövdeli, onu
rinden kaldığı kabul edilen mezar anıtlarından örten dilimli konik külâhlı kümbetin etrafı daire
bazılarının durumları ise tartışmalıdır. Amasya’da biçiminde on bir nişli bir kuşatma duvarı ile çev-
Hilfet (Halifet) Gazi Kümbeti bunlardan biridir. rilmiştir. Kümbet mimarisinin zengin örneklerini
Niksar’da yer alan ve XII. yüzyılın sonlarına ta- veren Kayseri’de Huand Hatun Kümbeti (1238)
rihlendirilen Kulak Kümbeti sekizgen planlı ba- külliye içinde yer almaktadır. Mukarnaslı mermer
sit bir yapıdır. Yine Niksar’da yer alan Kırkkızlar kaide üzerinde kesme taştan sekizgen planlı ve pi-
Kümbeti, bölgenin Selçuklu yönetimi zamanında ramidal külâhlı yapı taş işçiliği açısından önemli
yapılmış olup Anadolu’daki ender tuğla mezar bir örnektir. Benzer özellikler 1247 tarihli Çifte
anıtlarından biridir. Pınarbaşı Pazarören’de bulu- Kümbet’te de görülür. Döner Kümbet on iki köşe-
nan ve Melik Dânişmend Gazi’ye mal edilen diğer li, konik külâhlı bir yapıdır. Silindire yakın gövdesi
bir kümbet de tuğla işçiliğiyle dikkat çekmektedir. ve Ahlat kümbetlerine benzer üslûbuna bakılarak
Saltuklular’a nisbet edilen Erzurum Çifte Minare- XIII. yüzyıl sonlarına ait kabul edilmektedir. Fi-
li Medrese’nin güneyindeki üç kümbetten en bü- gürlü süslemenin bolca kullanıldığı bu kümbet bü-
yüğü olan Emîr Saltuk Kümbeti iki renkli kesme yük bir çadırı andırır. Döner kümbetin mimarisi,
taştan sağlam bir mimariye sahiptir. Cepheleri ana hatları ile daha sadeleştirilmiş olarak Erzurum
üçgen alınlıklarla nihayetlenen sekizgen gövde Çifte Minareli Medrese Kümbeti’nde uygulanmış-
konik bir külâhla örtülmüştür. Üçgen alınlıklar tır. XIV. yüzyıl başlarına tarihlenebilen Gümüşlü
arasında yuvarlak kemerli nişler içine işlenen yı- Kümbet’le Karanlık Kümbet aynı tipin devamı
lan, tavşan, yarasa, kartal rölyefleri eski Türk hay- olan yapılardır. Kayseri’den sonra kümbetlerinin
van takviminden gelen sembollerdir. Mengücüklü çokluğu ve çeşitliliğiyle tanınan Ahlat’ta esas ka-
dönemine ait 1196 tarihli Divriği Kamerüddin ve rakter olarak silindirik gövde üzerine mukarnas
Sitti Melik kümbetleri sekizgen planlı ve pirami- kornişle oturan konik çatılı kümbet yapımı bir tip
dal çatılı yapılardır. Sitti Melik Kümbeti gösterişli halinde gelişmiştir. Bu tipin en güzel temsilcisi
giriş cephesi ve geometrik süslemeleriyle dikkat olarak Ulukümbet (1273), Hasan Padişah (1275)
çeker. Kemah’ta XIII. yüzyıl başına tarihlenen ve Çifte (1281) kümbetler sayılabilir.

472
Vadi-i Hamuşan
Selçuklu sonrasında ele alınan kümbetlerden Niğ- Kümbez
de’deki Hudâvend Hatun Kümbeti (1312) İlhanlı Kazaklarda ölüyü gömdükleri yerin etrafını du-
hâkimiyeti zamanında yapılmıştır. Altta bir kaide varla çevirip, buna kubbe yapmışlarsa kümbez
üzerinde sekizgen gövdeli yapı üstte onaltıgene demişlerdir.(1)
dönüşmüştür. Figürlü süslemeleriyle dikkati çeken
(1) Öztürk, Burcu, a.g.e., s. 12
yapının altında olması gereken kriptası tam olarak
tesbit edilememiştir. Yine bu dönemden Alemşah
Kümbeti aynı plan ve süsleme özellikleriyle dikkate Künbed-i Surh
değerdir. Gevaş’ta bulunan Halime Hatun Kümbeti Tarihlendirebildiğimiz en eski kriptalı Türk me-
ile (1358) onun zengin süslemeli bir benzeri olan zar anıtı Büyük Selçuklu eseri olan Künbed-i Surh
Ahlat Erzen Hatun Kümbeti (1396-1397) Kara- (1147) dir. Künbed-i Surh’un kripta ve üst katı
koyunlular’ın ilk devrinden sekizgen planlı örnek- kare planlıdır. Künbed-i Surh kare planlı kripta
lerdir. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu bölümü ile ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü
Zeynel Bey’in Hasankeyf’teki kümbeti (XV. yüzyı- özellikle kare planlı kripta katı Anadolu’da sıklıkla
lın ikinci yarısı), silindirik gövdeli ve miğfer biçimli tercih edilen bir uygulama olmuştur.(1)
kubbesiyle tuğladan inşa edilmiş farklı bir mezar
anıtı olup şeklinin yanı sıra sırlı tuğla ve çini süs- (1) Öztürk Burcu, a.g.e., s. 21
lemeleriyle dikkat çekici bir uygulamadır. Ahlat’ta

K
yer alan Emîr Bayındır Kümbeti (1491) silindirik Kürsi
gövdenin 1/3’lük bir kısmı dekoratif biçimde sütun
Sözlükte “bir şeyin aslı, üst üste konulmuş veya
ve kemerlerle açılmıştır. Eretnaoğulları devrinden
çeşitli parçalardan oluşturulup üzerinde oturulan
Kayseri Köşkmedrese avlusundaki kümbet (1339)
sandalye” gibi anlamlara gelir.
sekizgen planlı ve piramit külâhlıdır. Bu dönemden
kalan Sırçalı Kümbet ise silindirik gövdesiyle farklı Terim olarak “naslarda Allah’a atfedilen ve ilâhî
görünümdedir. Sivas’taki Hasan Bey Kümbeti (Gü- hükümranlığı ifade eden mânevî yahut nesnel
dük Minare, 1347), kesme taştan kare şeklinde kai- varlık” diye tanımlanır.
de üzerinde tuğladan yüksek bir üçgenli geçiş bölü- Kürsî, Kur’an’da yer aldığı iki âyetin birinde Al-
mü üzerinde silindirik gövdeli olarak ele alınmıştır. lah’a nisbet edilmiş ve O’nun kürsîsinin göklerle
Karaman’da Alâeddin Bey Kümbeti (1391) içten ve yeri kuşattığı belirtilmiştir (el-Bakara 2/255). Bu
dıştan on iki cepheli bir gövde ve bunu örten dilim- âyete Âyetü’l-kürsî denilmiştir. Diğerinde ise Hz.
li külâhı ile dikkat çekerken İbrâhim Bey Kümbeti Süleyman’ın tahtını ifade etmektedir (Sâd 38/34).
(1432) kareye yakın bir plana sahiptir. Beyşehir’de Hadislerde kürsî “insanların üzerinde oturdu-
Eşrefoğlu Kümbeti (1301-1302) camiye bitişik se- ğu nesne” mânasında kullanıldığı gibi Allah’a ve
kizgen planlı olarak ele alınmıştır. Hamîdoğulları Cebrâil’e de nisbet edilmiştir (Dârimî, “Riķāķ”, 80;
döneminden Antalya Zincirkıran Mehmed Bey Buhârî, “Edeb”, 118; Müslim, “Îmân”, 255). İlgi-
Kümbeti (1377) sekizgen gövdeli sade bir yapıdır. li hadislerde, Hz. Peygamber’in âhirette hesabın
Osmanlı döneminde mezar anıtları yaygın olarak başlaması için Allah nezdinde tevessülde bulunur-
türbe formunda yapılmıştır. ken O’nu kürsînin üzerinde göreceği ve önünde
Bu devrin mezar anıtları içinde az sayıda kümbet secdeye kapanacağı, Allah için birbirini seven mü-
formu ile mezar anıtları görülmektedir. Bu form, minlere nurdan kürsîler verileceği, ayrıca Resûl-i
sayısı azalarak XIX. yüzyıl sonuna kadar Anado- Ekrem’in Cebrâil’i ufukta bir kürsî üzerinde otu-
lu’da sürmüştür. rurken gördüğü belirtilir (Müsned, I, 282, 296; V,
229; Buhârî, “Bedü’l-vahy”, 3).
(1) DİA; [KÜMBET - Sema Doğan] c. 26; s. 547-550
Hadis kaynakları dışındaki bazı tefsir ve akaid
kitaplarının Resûlullah’a atfettiği rivayetlerde
Kümbet-i Ali Türbesi-Abarkah kürsînin göklere ve yere nisbetle büyüklüğü çölün
(1) Ünsal, Behçet. a.g.e. s. 74 ortasına atılmış bir demir halkası örnek verilerek

473
Vadi-i Hamuşan
anlatılır; böylece kürsînin gökleri ve yeri kuşattığı yularla algılanabilen hissî varlıklar gibi tasvir
gibi arşın da kürsîyi ihata ettiği (Beyhakī, s. 510- ederek anlatır. Kaffâl ve Zemahşerî bu görüşte-
511; İbn Kesîr, I, 13), kürsînin Allah’a atfedilen dir (el-Keşşâf, I, 385).
“kademeyn”in yeri olduğu (Âlûsî, III, 9), inciden 6. Kürsî arşın altında ve yedinci kat göğün üzerin-
yapıldığı (Kurtubî, III, 276), biri arşın üstünde di- de bulunan nesnel bir varlık olmakla birlikte
ğeri altında bulunan iki kürsînin mevcut olduğu, Allah’ın zâtıyla ilgili bir yön veya mekân teşkil
bunlardan birinin suyun üstünde ve şekilleri fark- etmez; bu konuda İbn Abbas’a atfedilen riva-
lı dört meleğin başı üzerinde bulunduğu (Beyhakī, yet maddî anlamda yorumlanamaz. Şuhalde
s. 507-509), âhirette etrafındaki minberlerde pey- Allah’ı maddî varlıklara benzemekten tenzih
gamberlerin oturacağı (İbn Ebû Zemenîn, vr. 29b) etmek için hem kürsînin ilâhî zâta mekân ve
belirtilirse de bu tür rivayetler genellikle zayıf ka-
yön teşkil etmediğini vurgulayıp ilâhî hâkimi-
bul edilmiştir.
yet gibi mecazi mânalar vermek, hem de nas-
Kur’an’da ve sahih hadislerde geçen kürsînin anla- lara uygunluğu sağlamak amacıyla onun nes-
mıyla ilgili olarak ileri sürülen çeşitli görüşleri şu nel varlığı bulunduğunu kabul etmek gerekir.
noktalarda toplamak mümkündür: Kürsînin nesnel varlığını mutlak mekân olarak
1. Kürsî ile arş kastedilmektedir. Zira Arapça’da anlamak da mümkündür. Fahreddin er-Râzî
her ikisi de aynı anlamda kullanılır. Hasan-ı ve Elmalılı Muhammed Hamdi bu görüşü be-
Basrî’ye nisbet edilen bu görüş pek taraftar nimsemiştir (Mefâtîhu’l-gayb, VII, 12-13; Hak
bulmamıştır (Makdisî, I, 166). Dini, I, 850-858).
2. Kürsî “ilâhî ilim” mânasına gelir. İbn Abbas’tan 7. Gayb âlemine ait bir kavram olup gerçek mâ-
nakledilen bu görüş, başta Taberî ve İbnü’l-Cev- nasını bilmek imkânsızdır. Varlığına inanarak
zî olmak üzere pek çok âlim tarafından be- mahiyetini ilâhî ilme havale etmek en uy-
nimsenmiştir. Ancak kürsînin sözlükte “ilim” gun yoldur. Bu görüşü de Mutahhar b. Tâhir
mânasına gelmediği ve İbn Abbas’a atfedilen el-Makdisî, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Şehâbeddin
rivayetin zayıf olduğu ileri sürülerek sözü edi- Mahmûd el-Âlûsî ve M. Reşîd Rızâ gibi değişik
len yorum Selefiyye âlimlerince eleştirilmiştir ekollere mensup âlimler benimsemiştir (el-
(İbn Kuteybe, s. 38-39; İbn Teymiyye, VI, 429). Bed ve’t-târîH, I, 167; el-Avâśım, s. 314; Rû-
3. Arşın yanında (veya altında) bulunan nesnel bir hu’l-meânî, III, 10; Tefsîrü’l-menar, III, 33).
varlık olup “iki ayağın bastığı yeri” ifade eder; 8. Bütün fiilî sıfatların tecellisinden ibaret olup
sahih hadisler de kürsîye bundan başka bir “ilâhî emirlerin ortaya çıktığı yer” demektir.
anlam vermeyi imkânsız kılar. Kürsîyi Allah’a Arşta kuvve halinde bulunan ilâhî kelimeler
yön, hatta mekân nisbet etmenin delilleri ara- kürsîde fiil haline gelip tecelli eder. Muhyid-
sında görerek bu şekilde mânalandıran Selef din İbnü’l-Arabî ve Şa‘rânî gibi bazı sûfîler bu
âlimleridir (Osman b. Saîd ed-Dârimî, er-Red görüştedir (el-Yevâķīt, I, 110-111). Bunların
ale’l-Merîsî, s. 429; İbn Teymiyye, V, 55; VI, içinde, naslarla uygunluğu ön plana alan ve
584; Zehebî, s. 143). ulûhiyyet makamını yaratıklara benzemekten
4. Kürsî sekizinci felektir. Nitekim bazı rivayetler- tenzih eden Fahreddin er-Râzî ve Elmalılı’ya
de kürsînin göklere ve yere nisbetle büyüklüğü ait görüşün isabetli olduğunu söylemek müm-
çölün ortasına atılmış bir demir halkası gibi kündür.(1)
tasvir edilmiştir. İslâm filozoflarının ve İsmâi-
(1) DİA; [KÜRSÎ - Yusuf Şevki Yavuz] c. 26; s. 572-573
liyye’nin benimsediği bu görüş de zayıf rivayet-
lere dayandığı ve sahih hadislerle bağdaşmadığı
için eleştirilmiştir (İbn Kesîr, I, 14). Küş
5. İlâhî saltanatı, hâkimiyet, yücelik ve büyüklüğü a. Sonuna geldiği kelimelere öldüren, öldürücü an-
tasvir eden bir kavram olup maddî bir varlığa lamı katan Farsça usulüyle birleşik sıfatlar ya-
tekabül etmez. Zira Kur’an, zihnî mânaları du- pan son ek.(Merdum-küş, Adam öldüren)(1)(2)

474
Vadi-i Hamuşan
b. Öldüren, öldürücü.(3)(4) Küşte Gân-ı Zinde
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. a. Şehitler.(1)(2)(3)(4)
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. b. Diri ölüler.(2)
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
Küşende (4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
Öldüren, öldürücü.(1)(2)(3)(4)
(1) Ayverdi, İlhan. a.g.e. Küştegi
(2) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Adam öldürme, canilik, katillik.(1)
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Küştenî
Küştâr
Öldürülmeye layık, müstahak, öldürülmeye de-
Öldürme, kıyım.(1)
ğer, öldürülmeyi hak etmiş olan, öldürülesice.(1)

K
(1) Kanar, Mehmet. a.g.e. (2)(3)(4)

(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.


Küşte-Gân (2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
a. Öldürülmüş olanlar,(2)(3) öldürülenler.(4) (3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.
b. Cesetler.(1)
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e.
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e.
Küşteri Türbesi-Bursa
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e. (1) Kepecioğlu, Kamil. a.g.e. Cilt 4, s. 184
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

Küt Küt Dede (Şemun Dede) Türbesi-


Küşte Gaziantep
a. Öldürülmüş, maktul.(1)(2)(3)(4) (1) Tanyu, Hikmet. a.g.e. s. 232
b. Öldürülmüş olan kimsenin bedeni, ceset.(1)(2)
c. Ölmüş, ölü.(4) Kütüklü Baba Zaviyesi ve Türbesi-
(1) Çağbayır, Yaşar. a.g.e. Yunanistan
(2) Ayverdi, İlhan. a.g.e. (1) Engin, Refik. a.g.e. s. 830
(3) Develioğlu, Ferit. a.g.e.
(4) Kanar, Mehmet. a.g.e.

475
Vadi-i Hamuşan
476
Vadi-i Hamuşan

You might also like