Professional Documents
Culture Documents
âyette iki taraf arasında bir hıcap (perde) ve A’raf üzerinde herkesi sîmalarından
tanıyan “adam”lardan bahsedilmekte ve cennete henüz girmedikleri halde cenneti
ummaktadırlar. Cennet ehline selam deyip cehennem ehline, kibirlenmelerinden ötürü bu
halde olduklarını hatırlatmaktadırlar.
Kendileri henüz girmedikleri halde cenneti uman ve herkesi sîmalarından tanıyan bu adamlar
kimlerdir?
Diyanet vakfı yayınlarının mealinde “girin cennete” ibaresini sanki A’raftaki o adamlar
söylüyormuş gibi mana verilmiş. Kendileri henüz cennete girmemiş ve cenneti uman bu
kimseler emir sıgasıyla kimlere hitap ediyorlar. Açıklamalarınızı merak ile bekliyoruz. Selam
ve dualarımızla. Abdullah G. Çam.
A’raf ve Ashab-ı A’raf konuları müslümanlar arasına tutarsız rivâyetler ile yanlış olarak
yerleşmiştir. Aynı “Kabir Azabı” ve “Berzah Alemi” konuları gibi.
Her iki ifade de, rivâyet bombardımanı altında, tefsirciler tarafından değişik şekillerde
yorumlanmıştır. Yüzlerce farklı yorum ve farklı rivâyet vardır kaynak kitaplarda. Kaynak
kitaplar maalesef, mesnetsiz, bu gerçek dışı kabulleri bu güne kadar taşımış, müslümanlar
arasında tutarsız bir inanç, anlaşılmaz bir kavram oluşmasını sağlamıştır. Bunları gören
herkes ister istemez “Bu Kur’ân ne anlaşılmaz bir kitap!” demek durumunda kalıyor. Hâşâ.
Halbuki Kur’ân anlaşılmaz, kapalı bir kitap değildir. O, Mübin’ dir, açık seçiktir. Her
seviyeden kişi rahatça, kolayca anlar onu.
Rivâyetleri burada tek tek döküp saymanın bir anlamı yok. İbn-i Kesir yüzlerce rivâyeti sayıp
dökmüş sonra da “Bu rivâyetler hep gariptir” diye son noktayı koymuş.
Biz, bu garip rivâyetler nedeniyle, A’raf ve Ashab-ı A’raf ifadelerinin müslümanlar arasında
yer tutmuş olan anlamlarını özetleyip, sonra da işin aslını Kur’ân’dan tahlil edelim.
3) A’raf cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek bir yeridir.
1) Ashab-ı A’raf, iyi ve kötü amelleri eşit olan müminlerdir. Bunlar cennete hemen
konulmayıp ikisi arasında (A’rafta, arabölgede) bir müddet bekletilip sonra cennete
konulacaklar.
Aslında daha çok madde saymak mümkün. Biz bunları dört ana grupta toplamaya çalıştık.
Saydığımız bu dört ana gruptan her biri bir çok garip, zayıf rivâyetlere dayanılarak ortaya
çıkarılmıştır. Bu inanışların çoğu Kur’ân ile çelişir.
Kur’ân’ı anlamayıp, Kur’ân dışı söylentilerin ardına düşülürse doğal olarak dört çeşit değil
dört bin çeşit görüş ve inanç ortaya çıkar. Öyleyse biz Kur’ân’a yönelip Kur’ân’daki ifadeler
nelerdir ona bakalım.
A’raf ve Ashabı A’raf ifadelerinin yer aldığı âyetleri tahlil edelim. Tahlile başlarken söz
konusu âyetlerin yer aldığı pasajı (35-53 âyetlerin hepsini) inceleyelim.
Anlatım düzeni:
“Ey Ademoğulları! Size, aranızdan, âyetlerimizi anlatan elçiler geldiğinde, kim takvalı
davranır ve kendini iyileştirirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.
Ve âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar Ateş’in
arkadaşlarıdır ve orada temelli kalacaklar.”
37-41. âyetler:
“Öyleyse, Allah’a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?
İşte onlara Anakitap’taki payları erişecektir; sonunda elçilerimiz, canlarını almak üzere
geldiklerinde, onlara,”Allah’ın yerine dua ettikleriniz nerede?” diyecekler. –Onlar, “bizden
ayrıldılar” diyecekler ve inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerine tanıklık edecekler.
Allah, “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplumlarıyla birlikte Ateş’e girin” diyecek. Her
ümmet/toplum girdikçe, kız kardeşine (1) lanet edecek. Sonra, hepsi birbiri ardından orada
buluşunca, sonrakiler, öncekiler (2) için, “Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlar: Onlara
ateşten iki kat ceza ver” diyecekler.-O, “Her biri için iki kattır, ama siz bilmiyorsunuz!”
diyecek.
Ve öncekiler, sonrakilere (2), “Ama sizin bizden hiçbir üstünlüğünüz yok. Öyleyse
kazandığınıza karşılık cezayı tadın!” diyecekler.
42-43. âyetler:
“İnanan ve iyi işler yapanlara gelince –ki hiç kimseye kapasitesinden fazlasını yüklemeyiz,-
işte Cennet halkı onlardır. Orada temelli kalacaklar.
Ve göğüslerindeki kini çıkarıp atacağız. Altlarından ırmaklar akacak; “Övgü bizi buraya
ileten Allah’a! Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Hiç
kuşkusuz Rabbimizin elçileri, bize gerçekle geliyorlardı!” diyecekler. –Ve onlara,
“işlediğinize karşılık, işte mirasçısı olduğunuz Cennet!” diye seslenilecek.”
“Ve Cennet halkı ateş halkına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki siz,
Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye nida ettiler. Onlar da “evet” dediler.
Aralarından bir duyurucu, “Şüphesiz ki Allah’ın lanetinin, Allah’ın yolundan geri çevirip
yolun eğri-büğrüsünü isteyen ve ahireti inkar eden zalimlerin üstüne olacağını” duyurdu.””
46-49. âyetler.
“46- Ve aralarında perde vardır. (4) A’raf (5) üzerinde, onların hepsini
sîmalarından/alâmetlerinden (6) tanıyan kimseler vardır. Ve bu kimseler, cenneti umup da
henüz girmemiş olan (7) cennet ehline “Selam olsun size!” derler. (8)
47) Gözleri ateş ehline çevrilince “Rabbimiz! Bizi bu hainlerle birlikte bulundurma” derler.
(9)
(x)) Bu rahmet, “Girin cennete, size kaygı yoktur, üzülmeyeceksiniz de! (10)”dir.
50-53. âyetler:
“Ve Ateş’in arkadaşları, Cennet’in arkadaşlarına, “Bize biraz su veya Allah’ın size verdiği
yiyecekten gönderin” diye seslendiler, -onlar da “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan,
basit, iğreti hayata aldanan inkarcılara ikisini de gerçekten yasaklamıştır!” dediler. –Bu günle
karşılaşacaklarını unuttukları, âyetlerimizi bile bile inkar ettikleri gibi, biz de bu gün onları
unutacağız.-
Hiç kuşkusuz onlara, inananlar için, bir yol gösterme ve rahmet olarak, tam bir bilgiyle
açıkladığımız bir Kitap getirmiştik.
Bu anlatım düzeni dikkate alınıp Kur’ân’ın lafzı ifadeleri kurallara göre anlamlandırılırsa
sorun çözülür. Mesele ayan beyan anlaşılır.
AÇIKLAMALAR:
(1) Âyette geçen “uhteha/kız kardeşine (ümmetin kız kardeşi) ifadesi kişinin kız kardeşiyle
karıştırılmamalıdır. Ümmetin kız kardeşi, dindaş, yandaş, ülküdaş demektir. Müşrikler
müşriklere, yahudiler yahudilere, ateistler ateistlere……
(2) 38. ve 39. âyetlerde öncekiler ve sonrakiler ifadeleri cehenneme evvel ve sonra girenler
demek değildir. Zuhruf suresi 67. âyetin delaletiyle birbirinin izinden gidenler demektir. Ki
öncekiler, sapık fikrin sahipleri imamlar; ideologlardır. Sonrakiler de bu sapıkların arkasından
gidenler, onlara uyanlardır.
(3) Âyette geçen “cemel/deve” sözcüğü bazı kıraatlarda “cümmel/urgan” olarak okunur. İğne-
iplik ilişkisi dikkate alınınca “cümmel” kıraati tercihe şayandır. İlişki urgan-iğne ilişkisi olur.
(4) Âyetin bu kısmı, anlamca 44, 45. âyet grubuna bağlıdır. Temsili olarak anlatılan, bir nevi
canlı canlı yaşatılan cennet ve cehennem halkının diyaloğunun yüzyüze olmayıp aralarında bir
perdenin bulundurulduğu, tarafların birbirlerini görmeden konuştukları anlatılıyor. Bu âyette
geçen ‘hicab/perde’nin Hadid suresi 13. âyette geçen ‘sur’ ile alakası yoktur. Hadid suresi
âyet 13’teki geçen”kapısı olan sur/duvar” bildiğimiz cennet kapılarının bulunduğu
sur/duvardır (mecazen). Buradaki konu edilen hicap/perde ise temsilin sahnesindeki bir
dekordur. Sahnede bulunan iki ayrı grup oyuncunun arasına çekilmiştir.
(5) A’raf sözcüğü ‘urf’ sözcüğünün çoğuludur. Yani bu sözcük çoğuldur. “Ef’âl” kalıbında
cemikıllettir. Anlam olarak 3-10 adedi kapsar. Yukarıda gördüğünüz, yanlış kabuller ve bu
kabullere göre yazılmış tefsir ve mealler Sözcüğün çoğul oluşunu hiç dikkate almazlar. Bir
tepe, burç, bir ara bölge deyip geçerler. Halbuki en azından, tepeler, bölgeler, burçlar
demeliydiler.
‘Urf’, kum yığını, yerden yüksek olan yer demektir. Hatta Araplar horozun ibiğine, atın
yelesine de ‘urf’ derler. Ama burada dikkat edilecek nokta kök harfler; “ARF”dir. Ki bu
sözcüğün gerçek anlamı, bilindiği gibi ilim, irfan/iyiyi kötüyü, eğriyi- doğruyu
ayırabilme yetisidir. ‘Urf’ ise vaz’ında bu yetideki derecelerin yüksekçe olanıdır. Biz buna
bilgi tepesi diyebiliriz. Ülkemizde bilgi aşamaları “deniz” ile ilgili sözcükler ile ifade edilir:
“yufka, derin, derya, okyanus vs. gibi.
3) A’raf cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek bir yeridir. ” gibi
anlamlar tefsirciler tarafından ortaya atılmıştır, dilbilimceleri tarafından değil. (İbn- Manzur,
Lisan-ül Arab Cilt 6; S. 198)
Bu gün öğretim derecelerini incelersek, ülkemizde, öğrenimin, ilköğretim, orta öğretim,
yükseköğretim gibi derecelendirildiğini görürüz. Bu günkü anlayışımıza göre ‘Urf’ (bilgi
tepeciği), ilköğretim derecesidir diyebiliriz.
(7) Âyette geçen “…cenneti umup da henüz girmemiş olan.” nitelemesi Ashab-ı A’raf’a ait
değildir. Ashab-ı A’raf’ın çevresinde bulunan ve onların yaşam tarzlarından tanıdıkları
cennetlik kimselerin niteliğidir. Bu ifade onların henüz ölmemiş dünyada yaşayan insanlar
olduklarının açık-seçik beyanıdır.
(8) Azıcık bilgili insanlar, çevrelerindeki insanlara bakıp yaşam tarzlarından; mümin, mütteki
oluşlarından cennetlik olduklarını kavrayınca onlara imrenirler ve “Selam size/ne mutlu size”
diye hayranlıklarını dile getirirler.
(9) Yine bu az bilgili insanlar, çevrelerine bakıp, bazı insanlarında yaşam tarzlarından;
kâfirlik ve fâcirliklerinden dolayı cehennemlik olduklarını öğreniverince, onlar gibi olmamak
için dua ederler. Ayrıca 48 ve 49. âyetler de gördüğünüz gibi onları uyarmaya da gayret
ederler.