Professional Documents
Culture Documents
GİRİŞ
1
43 / FATIR SURESİ
Ayetlerin meali:
2
sahip olamazlar. Onları çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler
bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr
ederler. Sana her şeyden haberdar olan [Allah] gibi [kimse] haber
veremez.
15- Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve
hamde lâyık olandır.
16, 17- Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı
getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir.
18- Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü
bir kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiç bir şey
yüklenilmeyecek. -Bir akrabası olsa bile- Şüphesiz sen ancak Rabblerine
karşı gaybde haşyet duyan ve salatı ikame edenleri uyarırsın. Her kim
arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah’adır.
19–21- Kör ile gören, karanlıklar ile aydınlık ve gölge ile sıcaklık eşit olmaz.
22- Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / dileyene
işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
23- Sen sadece bir uyarıcısın.
24- Şüphesiz Biz seni hakk ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik [elçi
yaptık]. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir.
25- Ve onlar seni yalanlıyorlarsa, hiç şüphesiz onlardan önceki kişiler de
yalanlamışlardı; elçiler onlara apaçık delillerle, sahifelerle ve aydınlatıcı
kitaplarla gelmişlerdi.
26- Sonra Ben o inkâr etmiş olan kişileri tutup yakaladım. Şimdi Beni inkâr
etmek / benim azabım nasıl oldu?
27- Görmedin mi gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri
başka başka meyveler / ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var;
beyazlı, kırmızılı çeşitli renklerde [renklerin değişik tonlarında]. Ve
kapkara topraklar / yollar da var.
28- İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü
renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet
ederler [derin hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkarlar].
Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.
29, 30- Hiç şüphesiz şu, Allah’ın kitabını okuyan, namazı ikame eden ve
kendilerini rızklandırdığımız şeylerden gizli ve açık olarak veren
kimseler, O [Allah], mükâfatlarını kendilerine tastamam versin ve
lütfundan kendilerine artırsın diye, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir
ticareti umarlar. Hiç şüphesiz O, çok bağışlayıcı ve karşılık vericidir.
31- Ve Bizim, Kitap’tan sana, kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak
vahyettiğimiz şey, hakkın ta kendisidir. Şüphe yok ki, Allah, kullarını
hakkıyla bilen ve hakkıyla görendir.
32, 33- Sonra Biz Kitap’ı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık.
Şimdi de onlardan bazıları nefislerine zulmeden, bazıları orta yolu tutan
bazıları da Allah’ın izniyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu büyük
lütfun; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada
altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir.
34, 35- Onlar orada, “Hamd, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi lütfundan,
kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç
olmayan, durulacak bu yurda girdiren Allah’a özgüdür. Gerçekten
Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir” derler.
3
36- Ve şu inkâr eden kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar
hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, onun [cehennem
ateşinin] birazı da hafifletilmez. İşte Biz her aşırı inkârcıyı böyle
cezalandırırız.
37- Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış
olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın
düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde
tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.-
38- Kesinlikle, Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir. Hiç şüphesiz O,
göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.
39- O, sizi yeryüzünde halifeler yapandır. Artık kim kâfir olursa, kâfirliği
kendi zararınadır. Ve kâfirlerin küfürleri, Rablerinin katında kendilerine
sadece buğzu artırır. Ve kâfirlerin küfürleri kendilerine sadece zararı
artırır.
40- De ki: “Allah’ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz
kimseleri gördünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi yaratmışlardır?
Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir
kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Bilakis o
zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar.
41- Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yok oluvermekten, Allah tutuyor. Ant
olsun ki eğer onlar [gökler ve yeryüzü] yok oluverirlerse, onları O’ndan
sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok
bağışlayandır.
42, 43- Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı
bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru
yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi,
bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların
sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini
çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne
gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme
bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.
44- Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin
sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin
idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı aciz bırakan hiçbir şey yoktur.
Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır.
45- Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları
sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında [yeryüzünde] hiç bir
dabbehi [canlıyı] bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye
kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz
Allah kendi kullarını en iyi görendir.
4
AYETLERİN TAHLİLİ
1. Ayet:
Hamd, gökleri ve yeri yoktan yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı
elçiler kılan Allah’a özgüdür. O, yaratmada dilediği şeyleri artırır. Şüphesiz ki
Allah her şeye gücü yetendir.
HAMD
الفطرFATR
5
“Fatr” sözcüğünün “mevcut düzeni bozma” şeklinde anlamlandırılması,
“fatara” fiilinin mutavaat anlamı veren “ إنفطكارinfitar” ve “ منفطككرةmünfetıratün”
kalıpları kullanılarak yerin ve göğün Allah tarafından parçalanacağını bildiren
ayetler ile de uyum göstermektedir:
MELEKLER
ELÇİLER
Genelde “Bir uzlaşma amacıyla ya da bir işi bitirmek için gönderilen kimse”
olarak tanımlanan “ الّرسففولresul [elçi]” sözcüğü kısaca “gönderilmiş” demektir.
Ancak “ الّرسولresul [elçi]” sözcüğünün sadece insanlardan seçilmiş elçileri ifade
ettiği sanılmamalıdır. Çünkü Kur’an’da Allah’ın meleklerden de elçiler seçtiği
bildirilmektedir:
Hacc 75: Allah meleklerden elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah
en iyi işiten, en iyi görendir.
6
Ankebut/40, Ahzab/9, Sebe/16, Fussılet/16, Zariyat/32–41, Kamer/19, 31, 34,
Rahman/35, İsra/68, Ra’d/13, Kehf/40, Neml/63, Rum/46, 48, Mülk/17 ve Nuh/11).
“Haber verici” nitelikli melek cinsi elçilerin ise neler olabileceğini düşünmeye
başlamadan önce dikkate alınması gereken husus, Rabbimizin elçilerin
“indirilmişler”den de olabileceğini bildiren şu ifadesidir:
Talâk 10, 11: Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde ey kavrama
yeteneği olanlar, Allah’a karşı takvalı olun. Allah size bir öğüt,
size Allah’ın açık açık ayetlerini [mucizelerini] okuyan bir elçi
indirdi. …
7
2. Ayet:
Allah, insanlara rahmetten neyi açarsa artık onu tutacak biri olamaz. Her neyi
de tutarsa, onu da, ondan sonra salacak biri olamaz. Ve O [Allah], Aziz’dir
[çok güçlüdür], Hakiym’dir [en iyi yasa koyandır].
En’âm 124: Ve onlara bir ayet geldiği zaman “Allah’ın elçilerine verilenin
aynısı bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah
elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere,
yaptıkları plânlarından, hilelerinden dolayı Allah katından bir
zillet ve çetin bir azap dokunacaktır.
Zümer 38: Ve sen gerçekten onlara “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye
sormuş olsan elbette “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse
gördünüz mü Allah’ın astlarından çağırdıklarınızı! Eğer Allah
bana bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını
giderebilenler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar
O’nun rahmetini tutanlar mıdırlar?” De ki: “Allah, bana yeter.
Tevekkül edenler, yalnızca O’na tevekkül ederler.”
Zühruf 31–32: Yine dediler ki: “Bu Kur’an, şu iki kentin birinden bir büyük
adama indirilmeli değil miydi?”
Ne! Yoksa Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?
Şimdiki hayatta, onların geçimliklerini aralarında paylaştıran,
birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün
8
kılan biziz. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından daha
iyidir.
Yunus 107: Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan
başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o
zaman da O’nun fazlını geri çevirecek biri yoktur. O, onu
[lütfunu] kullarından dilediğine isabet ettirir. Ve O [Allah] çok
yarlığayıcı, çok merhametlidir.
Ayetin sonunda yer alan bu iki sıfat, Rabbimizin mutlak galip ve en iyi yasa
koyucu olduğunu vurgulamaktadır. Bu sıfatlarıyla Rabbimiz kendi tasarrufuna
kimsenin mani olamayacağını, bütün direnmelere rağmen yasalarını indirerek
rahmetini dilediğine göndereceğini ortaya koymuş olmaktadır.
3. Ayet:
9
Öyleyse işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Artık gerçekten
sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da
çevriliyorsunuz?
4. Ayet:
Peygamberimize güç vermek için inmiş olan bu ayet, ister bir parantez cümlesi
olarak kabul edilsin, ister Mushafın tertibindeki bir yerleştirme hatası olarak kabul
edilsin, insanlığa yapılan genel açıklamayı bölerek uyarıların arasına girmiş bir
teselli cümlesidir. Burada peygamberimize zımnen “Bu yalanlama, karşı çıkma ve
taciz, ilk kez yapılmış olmayıp senden evvelkilere de aynı şeyler yapılmıştı. Ama
müsterih ol, her şey, her iş Allah’a döndürülür; onun hesabı mutlaka görülür”
denilmektedir.
Bir teselli olarak daha önceki elçilerin de yalanlandığını bildiren bu ayetin
benzerleri Kur’an’ın başka surelerinde de mevcuttur:
Hacc 42: Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nuh’un
kavmi, Ad ve Semud da yalanlamışlardı.
Âl-i Imran 184: Eğer şimdi seni yalanladılarsa, bil ki senden önce açık deliller,
sayfalar ve aydınlatıcı kitap ile gelen elçiler de yalanlanmıştı.
Ankebut 18: Ve eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki birtakım
ümmetler de yalanlamıştı. Elçiye düşen de apaçık tebliğden
başka bir şey değildir.
10
Âl-i Imran 109: Ve göklerde ve yeryüzünde ne varsa Allah’ındır. Ve bütün işler
yalnızca Allah’a döndürülür.
5. Ayet:
Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah’ın vaadi gerçektir. Onun için bu basit yaşam
sizi aldatmasın! Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!
Âl-i Imran 194: Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver,
kıyamet günü bizi rezil etme! Şüphesiz Sen verdiğin sözden
dönmezsin.
11
Casiye 35: İşte bunlar, sizin Allah’ın ayetlerini alaya almanız ve basit
yaşamın sizi aldatması sebebiyledir. Artık bugün onlar, ondan
[ateşten] çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez.
En’âm 130: Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size ayetlerimi anlatan
ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran
kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar “Kendi aleyhimize
şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar
kendilerinin kesinlikle kâfir olduklarına şahitlik ettiler.
A’râf 50, 51: Ve Ateş’in ashabı, Cennet’in ashabına: “Bize biraz su veya
Allah’ın sizi rızklandırdığı şeylerden aktarın” diye seslendiler.
Onlar da “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti
hayata aldanan inkârcılara ikisini de gerçekten onları
yasaklamıştır!” dediler. -Bu günle karşılaşacaklarını
umursamadıkları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz
de bugün onları umursamayacağız.-
İnfitar 6: Ey insan, üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı seni aldatıp
yanıltan nedir?
Âl-i Imran 185: Her nefis ölümü tadacaktır. Ve şüphesiz kıyamet günü
ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp
cennete girdirilirse, bilsin ki o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Ve
basit yaşam, aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.
Hadid 20: Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, (eğlence türünden)
tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi
ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘ تكاثرçoğalma tutkusudur. Bir
yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin, ekicilerin [veya
kâfirlerin] hoşuna gitmiştir; sonra kuruyuverir, bir de bakarsın
ki sapsarı kesilmiş, sonra o bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise
şiddetli bir azap, Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza]
vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından,
malzemesinden] başka bir şey değildir.
12
Konumuz olan ayette dikkat çekilen bir diğer önemli nokta da, “aldatıcının
insanları Allah ile aldatması” olgusudur. Allah ile aldatmak, Allah’ın emretmediği
veya yasaklamadığı herhangi bir hususu bilgisiz ve bilinçsiz kimselere Allah adına
emretme veya yasaklama girişimidir. Allah’ın Rahman, Rahîm, Ğafur ve Vekil gibi
sıfatlarını çarpıtarak insanların Allah’ın bu sıfatlarının çarpıtılmış hâline
güvenmelerini sağlamak ve böylece günaha ve şirke girmelerine yol açmak da yine
“Allah ile aldatma” kapsamındadır. Herkesin bu konuda çok dikkatli ve uyanık
olması gerekir. Çünkü bu tip aldatmalar genellikle “din adamı” kisveli kişilerce
yapılmaktadır. Rabbimiz Kur’an’da bu konu üzerinde çokça durmuştur:
Bakara 79: Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap
yazarlar da sonra biraz paraya satmak için “Bu Allah
katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden
onlara yazıklar olsun, o kazandıkları şeyler yüzünden yazıklar
olsun onlara!
Yunus 17: Öyleyse bir yalanı Allah’a uyduran veya O’nun ayetlerini
yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Hiç şüphesiz bu
günahkârlar kurtuluşa eremezler.
Hud 18: Ve bir yalanı Allah’a uydurandan daha zalim kim olabilir?
Bunlar Rabblerine arz olunacaklar, şahitler de “İşte bunlar
Rabblerine karşı yalan söyleyenlerdir” diyecekler. İyi bilin ki,
Allah’ın lâneti bu zalimlerin üzerinedir.
13
Zümer 32: Öyleyse Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine
geldiği zaman onu yalanlayandan daha zalim kim olabilir?
Kâfirler için cehennemde bir sığınak yok mu!
En’âm 112–113: Böylece Biz her peygamber için cinn ve ins şeytanlarını düşman
kıldık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, ahirete inanmayan
kimselerin kalpleri ona kansın, ondan memnun olsun ve
yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına
sözün süslüsünü vahyeder [gizlice telkinde bulunur / fısıldar].
-Ve şayet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve
uydurdukları şeyleri bırak!-
Hadid 13, 14: O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar o iman edenlere:
“Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım” derler. Denildi ki;
“Arkanıza dönün de nur arayın!” sonra da aralarına içinde
rahmet, dışında da azap olan kapılı bir sur vurulur [çekilir].
Onlara; “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler.
Onlar [Müminler]: “Evet ama siz kendi canlarınızı ateşe attınız,
gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihayet
Allah’ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi Allah ile aldattı.
6. Ayet:
Şüphesiz o şeytan sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin.
Şüphesiz o [şeytan] kendi taraftarlarını alevli ateşin ashabından olmaları için
çağırır.
Bu ayette insanı en çok aldatan, en fazla tuzağa düşüren düşman ele alınmış ve
insanlar ona karşı uyarılmıştır. Burada konu edilen şeytan; iğvalarıyla, yumuşak
girişleriyle insanı en fazla yanlışa sürükleyen İblis’tir. Bu sebeple Rabbimiz onu
bize tanıtmış, onun bizden kıyamete kadar ayrılmayacağını hem haber cümleleriyle
hem de temsilî anlatımlarla bildirmiştir:
14
Ya Sin 59–62: Ve ey günahkârlar! Bugün [şimdi] siz hadi ayrılın! Ben; “Ey
âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık
bir düşmandır ve Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve
ant olsun ki o [şeytan] sizden birçok nesilleri saptırdı” diye size
ahd vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz!
Nisa 118, 119: Allah ona [şeytana] lânet etti. Ve o; “Elbette senin kullarından
belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş
kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların
kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın
yaratışını bozacaklar” dedi. Ve her kim Allah’ın astından
şeytanı veliy edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyan ile ziyana
uğrar.
Kehf 50: Hani Biz meleklere; “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis
dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin
emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun
soyunu veliyler [yol gösteren, koruyan, yardım edenler] mi
ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler
için ne kötü bir değiştirmedir bu!
7. Ayet:
Şu inkâr etmiş olanlar; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve
salihatı işlemiş kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
8. Ayet:
Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi
mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini / dileyeni şaşırtır, dilediğine / dileyene de
kılavuzluk eder. O hâlde canın onlara karşı hasretlerle [üzüntülerle] sıkılıp
gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
15
durumları yoktur, acımaya da gerek yoktur. Onlar kendileri etti, kendileri buldu.
Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.”
Ayetin ikinci cümlesinde geçen “Allah’ın dilediğini mi yoksa dileyeni mi
şaşırttığı ve dilediğine mi yoksa dileyene mi kılavuzluk ettiği” konusu, Tekvir
suresinin tahlilinde açıkladığımız “meşiet” kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi
gereken bir konudur. Kısaca söylemek gerekirse; “Allah’ın dilemesi”, insanların
özgür iradeleri ile tercih edebilecekleri bütün seçeneklerin Allah tarafından
yaratılmış olduğu anlamına gelmektedir.
Ayetin üçüncü cümlesi peygamberimizi teselli etmektedir. Çünkü Kur’an’ın
bildirdiğine göre, birçoğu akrabası olan Mekkelilerin tevhide yönelmeyip şirkte ısrar
etmeleri sebebiyle peygamberimiz çok büyük üzüntü duymakta ve bu üzüntü onu
âdeta kahretmektedir. Bu durumu bilen Rabbimiz, pek çok ayette, insanların
hidayete erip ermemelerinin kontrolünün bizzat kendisinde olduğunu bildirmiş,
elçinin görevinin sadece tebliğ ve tebyin olduğunu hatırlatarak onu uyarmış ve
teselli etmiştir:
Kasas 56: Kesinlikle sen sevdiğini doğru yola iletemezsin ama Allah
dilediğine doğru yolu gösterir ve O, doğru yola girecek olanları
daha iyi bilir.
Bakara 272: Onları doğru yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak
Allah dilediği kimseyi doğru yola getirir. Ve hayırdan infak
ettiğiniz şeyler sırf kendiniz içindir. Ve siz yalnızca Allah
rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. Ve hayırdan ne
infak ederseniz o size tastamam ödenecektir. Ve siz
zulmedilmeyeceksiniz.
Âl-i Imran 176: Şu, küfürde yarışan kişiler seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir
şeyce zarar vermezler. Allah onlara ahirette bir pay kılmamak
istiyor. Ve onlar için büyük bir azap vardır.
8. ayetin son cümlesi olan “Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok
iyi bilir” ifadesinde, inkârcılara dolaylı bir tehdit ve inananlara da bir uyarı vardır.
Ayrıca bu cümlede geçen “ بمفا تصفنعونbima tasneûn” ifadesi de dikkat çekicidir.
Çünkü başka yerlerde genellikle “ بمففا تعملففونbima ta’melûn” ifadesi geçmesine
karşılık Rabbimiz burada “sanayi, endüstriyel üretimler, sanatsal yapılar” anlamına
gelen özel bir sözcük seçmiştir. Buna göre Rabbimiz, bu ifadeyi kullanarak
müminlerin dikkatini düşmanlarının her türlü sanayii kullanarak kendilerini
yıldırmaya çalışacaklarına çekmekte ve müminlere sanayie önem vererek
düşmanlara karşı hazırlıklı olmaları gerektiği mesajını vermektedir.
9. Ayet:
16
Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip
yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece
yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş
insanlara hayat vermek.
Zühruf 11: Ve O [Allah], suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz
onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz böyle
çıkarılacaksınız.
Ya Sin 33: Ve ölü toprak onlara bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan
taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.
Rum 24: Yine O’nun ayetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut
vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da
onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki
bunda aklını kullanacak bir kavim için nice deliller vardır.
17
Nahl 65: Ve Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden
sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir kavim için bir delil
vardır.
Ankebut 63: Ve ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de
onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Mutlaka; “Allah”
diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür.” Bilakis onların
çoğu akıllarını kullanmazlar.
Konumuz olan 9. ayette ölmüş, çürümüş insanlara nasıl hayat verileceğinin bir
örneği olarak gösterilen “ölü toprağın canlandırılması” olgusu, 1. ayette “melekler”
sözcüğüne karşılık olarak verdiğimiz “doğal güçler” ve “Kur’an ayetleri” şeklindeki
her iki anlamın da mantıklı olduğuna bir delil teşkil etmektedir. “Melekler” sözcüğü
eğer “doğal güçler” anlamında kabul edilirse, ölü beldeleri canlandıran yağmurun bir
“doğal güç” olduğu; yok, eğer “haber verici” nitelikte olan Kur’an ayetleri olarak
kabul edilirse, bu kez de Kur’an ayetlerinin ölü mesabesindeki insanları ve
toplumları canlandırdığı gerekçesiyle bu anlamlar doğrulanmış olur.
Ayetin son cümlesinde geçen ve “ölmüş, çürümüş, yok olup gitmiş insanlara
hayat verme” anlamında kullanılmış olan “nüşür” sözcüğünün bir başka kalıbı olan
“neşr”, “nâşirat” hakkındaki daha geniş açıklamamız Mürselat suresinin
tahlilindedir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:2, s:35)
10. Ayet:
Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamıyla yalnızca Allah’ındır. Hoş
kelimeler yalnızca O’na yükselir. Ve düzgün iş onu yükseltir. Şu, kötülüklerin
plânlarını yapan kişiler; onlar şiddetli azap kendileri için olanlardır. Onların
plânları ise; o, darmadağın olur.
18
Bu ayette akıllı insanın nasıl ve kimden yana olması gerektiği mesajı
verilmektedir. Buna göre, güç kuvvet, şan, şeref tamamıyla Allah’ındır. Dolayısıyla,
güçlü, şerefli olmak isteyen mutlaka Allah’tan yana olmalıdır. Allah’ın vahyine
karşı duranların, inançsızların her türlü plânları darmadağın olup gidecek, hiçbir işe
yaramayacaktır. Bilinmelidir ki, Allah’tan yana olanların yolu “kelime-i tayyibe”den
ve “salihatı işlemek”ten geçmektedir.
KELİME-İ TAYYİBE
İbrahim 24–27: Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi: Güzel bir söz, aslı
[kökü] sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç)
Rabbinin izniyle her an ürün verir. Kötü bir sözün durumu da,
yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca
benzer. -Ve belki onlar öğüt alırlar diye Allah insanlara böyle
misaller verir.-
Allah, iman edenleri, basit yaşamda ve ahirette de sabit bir söze
sabitler, zalimleri de saptırır ve Allah, dilediği şeyi yapar.
Ayetteki “düzgün amel onu yükseltir” ifadesi, Kur’an’da pek çok yerde geçen
“iman eden ve salihatı işleyenler” nitelemesinin bir başka ifadesidir. Bu ifade, kuru
kuru “Ben inandım” demenin yetersizliğini, imanın mutlak surette amel olarak
yansıması gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kur’an’da imansız amelin işe
yaramayacağına dair onlarca ayet vardır. Amelsiz bir imanın yetersizliği bu ayette
de böyle ifade edilmiştir. Anlaşılması gereken şudur ki, iman mutlaka dışa
yansımalı, salihatı işlemek ve takva olarak kendini kişinin hal ve hareketlerinde
açıkça göstermelidir.
Bu çok önemli konunun daha iyi anlaşılması için “Cennetin Bedeli Takva” adlı
çalışmamızdan bir bölümü okuyucuya sunmayı yararlı görüyoruz:
Konumuzun iyi anlaşılması için mutlaka iman ve amel ilişkisine de değinmek gerekiyor. Zira
bu konunun hakikatinin bilinmemesi nedeniyle toplumda amelsiz insanlardan geçilmez oldu. Ameli
olmadığı hâlde Müslümanlığı kimse elden bırakmıyor. Bu konu herkes tarafından doğru dürüst
öğrenilmelidir ki, kimin gerçek kimin sahte Müslüman olduğu anlaşılsın.
İman, dil bilimcilerine göre; “Kesb / çalışma ve ihtiyar / özgür iradeyle seçim ile kalpte hâsıl
olan tasdik” demektir. Yani iman, kelime anlamı olarak “verilen haberi kabul ve itiraf ederek haber
sahibini yalanlamamak”tır.
Dinî terim olarak iman ise sadece tasdik olmayıp “Peygamberin Allah tarafından getirdiği ve
dinden olduğu zarurî ve kesin olarak bilinen haber ve hükümleri kendi irade ve ihtiyariyle tasdik
ederek bunları kabul ve itiraf etmek”tir.
Bizim üzerinde duracağımız nokta, bu tasdik, kabul ve itirafın nasıl olacağıdır:
- Kalben kabul ve itiraf yeter mi?
- Sadece dil ile kabul ve itiraf yeter mi?
- Yoksa hem kalben hem de dil ile kabul ve itiraf mı gerekir?
- Ya da bu ikisiyle birlikte pratikte de uygulamaları olması mı gerekir?
Bu noktalarda geçmişte İslâm bilginleri arasında birçok tartışmalar olmuş ve bu husus ile ilgili
olarak Kerrâmiye, Havâriç, Mu’tezile, Selef/Muhaddisûn gibi birçoğu ifrata ve tefrite kaçan
mezhepler/ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimisi ameli olmayan bir Müslüman’a çekinmeden
19
kâfir demiş, (hâlbuki amelinin olmamasının imansızlıktan başka bir sebebi olabilir,) kimisi de ameli
olmayan bütün Müslümanları cennetle müjdelemiş ve böylece günahkârlığı cesaretlendirmiştir. Bu
geniş mevzu İlm-i Kelam kitaplarında duradursun, biz iman-amel ilişkisini zoraki yorumlara tevessül
etmeden, temel kaynağımız Kur’an’dan görelim. Konuyla ilgili Yüce Rabbimizin açık beyanlarına
dikkat edelim:
Kur’an’a baktığımızda Allahü Teala, iman etmeyi mutlaka bir fiille beraber zikreder.
Kur’an’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.
Elli civarında ayette Allahü Teala “İman edenler ve salihatı işleyenler” ifadesini kullanarak
iman ile davranışı [salihatı işlemeyi] bir daha ayrılmayacak şekilde birbirine bağlamıştır. Bu ifadeyle
“iman” ve “salihatı işlemek” bir bakıma aynı şey haline gelmektedir. Bundan dolayıdır ki, Maide
suresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler “kâfirler”, “zâlimler” ve
“fasıklar” olarak değerlendirilmiştir.
Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de şu hususlara dikkat çekilmiştir:
Enfal 2–4: Gerçekte inananlar, Allah anıldığında, kalpleri ürperen ve ayetleri onlara
okunduğunda, bunun, inançlarını artırdığı ve sadece Rabblerine güvenen
kimselerdir.
Onlar, salâtı ikame ederler ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden infakta
bulunurlar.
İşte bunlar, inananların ta kendisidir. Onlara Rabbleri katında dereceler,
bağışlama ve saygın bir rızk vardır.
Tövbe 111: Şüphesiz Allah, inananlardan canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın
almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler.
Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü,
Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişle sevinin.
Ve işte bu büyük başarının ta kendisidir.
Saff 10,11: Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak,
kazançlı bir ticaret göstereyim mi?
Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla,
mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha
iyidir.
İbrahim 24–26: Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi: Güzel bir söz, aslı [kökü] sabit,
dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. [O ağaç] Rabbinin izniyle her an
ürün verir. Kötü bir sözün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı
olmayan kötü bir ağaca benzer. -Ve belki onlar öğüt alırlar diye Allah
insanlara böyle misaller verir.-
Ayrıca Furkan suresinin 63-77. ayetlerinde belirtilen özelliklerin de göz önüne alınması
gerekmektedir. Bu özellikler şunlardır:
Yeryüzünde kibirlenmeden yürümek, geceleri secde ve kıyam etmek, duada bulunmak, malı
harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta yolu tutmak, haksız yere adam öldürmemek, zina etmemek,
yalana tanıklık etmemek, boş lâkırdıya kulak asmamak, okunan ayetlere duyarlı olmak.
20
Bütün bu ayetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığını göstermektedir. Allah
yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, salât, oruç, infak, tövbe ve benzeri kulluk görevleri
iman ile aynı kefede tartılmaktadır.
Allah insan için iki yol bulunduğunu bildirerek iman edenlerin Allah yolunda, etmeyenlerin ise
Tağut yolunda mücadele vereceklerini açıklar. Müminlerle fasıkları bir tutmayacağını bildiren
Rabbimiz, imanı yüceltmiş ve onu kalplerimize hoş göstermiş; küfür, fısk ve isyandan ise nefret
ettirmiştir.
Bakara 214: Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve
sarsıldılar; hatta Peygamber ve beraberinde iman edenler “Allah’ın yardımı
ne zaman?” derlerdi. - Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır.
-
Âl-i Imran 142: Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bilmeden [ayırt etmeden] ve
sabredenleri bilmeden [ortaya çıkarmadan] Cennet’e gireceğinizi mi
sandınız?
Yunus 62, 63: Açın gözünüzü! Allah’ın veliylerine kesinlikle kaygı yoktur. Onlar
üzülmeyecekler de.
[Onlar], inanan ve takvalı davranan kimselerdir.
A’râf 156: “Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten de
sana döndük.” (Allah) Buyurdu ki: “Benim azabım var, onu dilediğime isabet
ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle
takvalılara, zekâtını verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.”
Bakara 103: Ve onlar eğer inansalardı ve takvalı olsalardı, Allah’tan bir ödül daha iyi
olacaktı. Keşke bilselerdi!
Maide 93: İnanan ve salihatı işlemiş olan kimselere, tatmış olduklarından dolayı bir
sorumluluk yoktur. Yeter ki takvalı davransınlar, inansınlar, salihatı
işlesinler. Sonra takvalı davransınlar, inansınlar ve sonra takvalı davransınlar
ve iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.
Hucurat 14-16: Bedevîler / iyi konuşma bilenler; “inandık” dediler. De ki: “Siz inanmadınız,
ama ‘teslim olduk’ deyin; inanç henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve
Elçisi’ne itaat ederseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi size eksiltmez.”
Gerçekten Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir!
Gerçekten inananlar, Allah’a ve Elçisi’ne inanmış, sonra da kuşku duymamış
ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla gayret göstermiş kimselerdir. İşte
bunlar, doğruların ta kendileridir.
De ki: “Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları
da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi çok iyi bilir!
21
iman etmiş olsalardı, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla mücadele ederlerdi. Rabbimiz o bedevilere
“eslemna [teslim olduk, Müslüman olduk]” demeleri gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğüt zımnen şu
anlama gelmektedir: “Kimlik belgenize Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yoktur. Kimliğinizi
belirtmek bakımından Mecusî, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt veya benzer bir dinden olmayıp
Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki, bu doğrudur. Ama size gerçek
anlamda mümin denemez.” Gerçek müminlerden olmanın yolu, dinin gerekli gördüğü eylem ve
davranışları da yerine getirmekten geçmektedir.
Ahzab 36: Ve Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mümin erkek ve
mümin kadın için işlerine serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve elçisine isyan
ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.
Yunus 65: Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle güç / şan ve şeref
bütünüyle Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Münafikun 8: Derler ki: “Ant olsun, Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve
onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp
çıkaracaktır.” Oysa izzet [güç, onur ve üstünlük] Allah'ın,
O'nun Resulü’nün ve müminlerindir. Ancak münafıklar
bilmiyorlar.
11–14. Ayetler:
Ve Allah sizi bir topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Dişi
ancak O’nun bilgisi ile hamile olur ve bırakır [doğurur / düşürür]. Kendisine
ömür verilenin de ömründen yaşadığı ve ömründen eksileni mutlaka bir
kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki, bu, Allah’a çok kolaydır.
22
İki deniz de eşit olmuyor; şu tatlıdır, hararet keser ve içerken kayar; şu da
tuzludur, yakar, kavurur. Her birinden de taze bir et yersiniz ve giyeceğiniz bir
süs çıkarırsınız. O’nun lütfundan nasip arayasınız ve şükredersiniz diye onda
suyu yara yara giden gemileri de görürsün.
O [Allah], geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş’i ve
Ay’ı emre amade kılmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte
bu, mülk kendisinin olan sizin Rabbinizdir. O’nun astlarından yakardığınız
kimseler, bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları
çağırırsanız, onlar çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler,
Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar
olan (Allah) gibi (kimse) haber veremez.
Maide 116: Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi
insanlara ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’
dedin?” O [İsa]: “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan
bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam,
Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin,
ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri
bilen yalnız Sensin, Sen!”
23
Ahkaf 5, 6: Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir
cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha
sapık kim olabilir? Onlar [tapılan kimseler], onların
yalvarışlarından habersizler de.
İnsanlar bir araya toplandığı zaman onlar [taptıkları kimseler]
kendilerine düşmandırlar. Ve onların kendilerine tapmalarını
inkâr ederler.
Meryem 81, 82: Ve onlar, kendileri için bir izzet [güç, şan, şeref] olsun diye,
Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler.
Hayır... Hayır... [zannettikleri gibi değil.] Onlar [edindikleri
ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine
dönüp karşı olacaklardır.
15–17. Ayetler:
Bu ayet gurubunda, Allah’ın kimseye muhtaç olmadığı; muhtaç olanın da, âciz
ve zayıf olanın da bizzat insanlar olduğu bildirilmekte ve bu sebeple de insanların
Allah’a karşı olan sorumluluklarının bilincinde olmaları ve yükümlülüklerini yerine
getirmeleri gerektiği ihtar edilmektedir. Aksi takdirde geçmişte olduğu gibi asilerin
yok edilip yeni toplulukların getirileceği, bu işin de Allah’a hiç zor olmayacağı
hatırlatılmaktadır.
İçlerinde buna benzer tehditler bulunan başka ayetlerde de vardır:
Maide 54: Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse,
bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O [Allah],
onları sever, onlar da O’nu [Allah’ı] severler; müminlere karşı
yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah
yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah,
“Vâsi”dir, çok iyi bilendir.
18. Ayet:
Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü bir
kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiçbir şey yüklenilmeyecek -bir
akrabası olsa bile-. Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan
24
ve salâtı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır.
Dönüş de yalnızca Allah’adır.
En’âm 164: De ki: Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka Rabb mi
arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi
yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra
sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O, ayrılığa
düştüğünüz şeyi size haber verecektir.
Abese 33–37: Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman;
bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden,
annesinden, babasından,
eşinden, oğullarından.
O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir
uğraş vardır.
Bakara 123: Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, hiç kimsenin
yerine bir şey ödemez, kimseden fidye kabul edilmez. Ve ona
şefaat de fayda vermez, onlar yardım da olunmazlar.
İbrahim 31: İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve
dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini
rızklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta
bulunsunlar.”
İsra 15: Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de
saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının
25
günah yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe,
azap ediciler olmadık.
Zümer 7: Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir
ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve
eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiçbir
günahkâr [suçlu], bir başkasının günah yükünü yüklenmez.
Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size
haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı
bilendir.
Necm 38: Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını
çekmez.
Ayetteki “Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salâtı
ikame edenleri uyarırsın” ifadesi ile ilgili açıklama Yasin suresinin 11. ayetinin
tahlilinde verildiği için bu konuya girmiyoruz.
Ayetteki “ kim arınırsa …” ifadesi ile arınmanın gereğine ve önemine dikkat
çekilmiştir. Bu hususa daha önce ilk inen surelerden A’la suresinde değinilmişti:
TEZEKKİ [ARINMAK]
19–22. Ayetler:
Kör ile gören, karanlıklar ile aydınlık ve gölge ile sıcaklık eşit olmaz.
Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine/dileyene işittirir.
Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.
26
İnananlar ile inanmayanların eşit olmadığı Kur’an’da birçok kez dile
getirilmiştir:
Hud 24: Bu iki grubun örneği, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir.
Bunlar örnek olarak hiç eşit olurlar mı? Hâlâ düşünmeyecek
misiniz / öğüt almayacak mısınız?
22. ayetin sonundaki “Şüphesiz Allah, her dilediğine / dileyene işittirir. Sen ise
kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin” ifadesiyle Rabbimiz, kâfirlerin imana
gelmeyişlerini peygamberimizin başarısızlığı olarak görmediğini belirtmekte ve
inançsızları mezardaki ölülere benzetmektedir. Kâfirlerin ölü olarak nitelendiği
başka bir ayet daha vardır:
En’âm 122: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için
kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda
kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte,
kâfirlere yapmakta oldukları böyle süslü ve çekici
gösterilmiştir.
24. ayetteki “Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir”
ifadesinden, Rabbimizin insanların umursamazlıklarına rağmen rahmeti gereği
27
peygamberler gönderdiği anlaşılmaktadır. Bu ifade de Kur’an’da birçok kez yer
almıştır:
Hicr 10, 11: Hiç kuşkusuz senden önce ilk milletler arasında da elçi
görevlendirdik.
Onlara hiçbir elçi gelmiyordu ki onu alaya almış olmasınlar.
Nahl 36: Ant olsun ki Biz her ümmete “Allah’a ibadet edin ve putlara
tapmaktan sakının!” diyen bir peygamber gönderdik. Allah, bu
ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık
hakk olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın
yalanlayanların sonu nasıl olmuş?
Şuara 208: Ve Biz sadece içerisinde uyarıcıları olan kenti helâk ettik.
Görmedin mi gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri başka
başka meyveler/ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var; beyazlı,
kırmızılı çeşitli renklerde [renklerin değişik tonlarında]. Ve kapkara
topraklar / yollar da var.
İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü
renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet
ederler [derin hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkarlar]. Hiç
şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.
28
11–13. ayetlerde olduğu gibi, yukarıdaki pasajda da tekvinî ayetler gösterilerek
Allah’ın hür iradesine ve sonsuz kudretine dikkat çekilmektedir.
Rabbimiz, 27. ayette cansız varlıkların; 28. ayette ise insanların ve diğer canlı
varlıkların yaratılış farklılıklarına işaret ederek bütün bu varlıkların üzerinde tecelli
etmiş olan irade ve kudretini dile getirmektedir. Allah gökten yağmuru indimiş,
onunla sulanan toprakta çeşit çeşit, renk renk ve değişik tatlarda meyveler
bitirmiştir. Yeryüzünde değişik renklerde, farklı toprak türleri ve madenler
yaratmıştır. Bitkilerin farklılarını meydana getiren de yine O’dur. Tüm bunları insan
için yaratmıştır. Öyleyse insanoğlu da O’nu bilmeli, tanımalı ve O’na kul olmalıdır.
Burada genel hatlarıyla belirtilmiş olan tekvinî ayetler, ileride, Nahl suresinde
daha ayrıntılı olarak sayılacaktır. Tekvinî ayetlerin daha detaylandırıldığı ve bu
ayetlerin tefsiri mahiyetinde olan bir diğer ayet de Ra’d suresinin 4. ayetidir:
HAŞYET
29
Hiç şüphesiz şu, Allah’ın kitabını okuyan, namazı ikame eden ve kendilerini
rızklandırdığımız şeylerden gizli ve açık olarak veren kimseler, O [Allah],
mükâfatlarını kendilerine tastamam versin ve lütfundan kendilerine artırsın
diye, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticareti umarlar. Hiç şüphesiz O,
çok bağışlayıcı ve karşılık vericidir.
Nur 37, 38: Öyle kimseler ki, ticaret ve alış veriş, Allah’ı anmaktan, namazı
ikame etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar,
kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar.
Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık
versin ve kendilerine lütfundan artırsın diye. Ve Allah, dilediği
kişileri hesapsız rızklandırır.
İBADET VE GİZLİLİK
30
Kur’an’daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü, Allah’tan daha çok
tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişle sevinin. Ve işte
bu büyük başarının ta kendisidir.
Saff 10, 11: Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan
kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi?
Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda
canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. -İşte bu, eğer
bilirseniz, sizin için daha iyidir.-
Bakara 16: İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir
de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar doğru yolu
bulamadılar.
31. Ayet:
32–35. Ayetler:
32. ayette kullardan bir kısmına miras bırakıldığı bildirilen kitap, insanlığa ilk
indirilen Kitap’tır. İlk Kitap’ın İbrahim peygambere indirildiği kabul edilirse,
Kitap’a vâris olanlar da o günden sonra yaşamış olan insanlardır. “Seçtiklerimize”
ifadesinden anlaşıldığına göre, insanlar arasında bu mirasa lâyık olan seçkinler
olduğu gibi, akıllarını kullanmayan ve Kitap’a vâris olma başarısını gösteremeyenler
de vardır.
Kitap’ın miras bırakıldığını bildiren ifade ayrıca şu anlama da gelmektedir:
İnsanlığa ilk gelen kitap ile son kitap arasında fark yoktur. Vahyin temeli birdir.
Nitekim Kur’an’da geçmiş kitaplara atıfta bulunan pek çok ayet vardır. Özellikle
31
Necm suresinin 36–45. ayetlerinde belirtilen hükümlerin İbrahim ve Musa
peygamberlere indirilen kitaplarda da var olduğu çok açık bir ifade ile bildirilmiştir:
32. ayetin bildirdiği bir diğer husus da insanların hepsinin aynı olmadığıdır.
Ayete göre insanların bir kısmı “zalim”ler [kâfirler, müşrikler], bir kısmı
“muktesit”ler [orta yol tutanlar; iman ile küfür arasında bir yol tutanlar; hem inanmış
hem inanmamış olanlar; münafıklar] ve bir kısmı da “hayırlarda önde giden”lerdir
[iyiler; müminler; müttekiler]. Bu sınıflama içinde yer alan “muktesit”lerden başka
ayetlerde de söz edilmiştir:
Lokman 32: Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini
arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya
çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman ile
küfür arasında bir yol tutar]. Ve ayetlerimizi ancak tam hain ve
tam nankör bile bile inkâr eder.
Nisa 150–151: Allah’ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, “Biz, bir
kısmına inanırız bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve
elçisinin arasını ayırmaya kalkışan ve böylece imanla küfür
arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler var ya, işte onlar
gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Biz o kâfirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.
32
ahiretteki insanlardır. Kâfirler ahirette “solun ashabı” diye nitelenerek tek sınıf
halinde gösterilirken, müminler “önde olanlar” ve “sağın ashabı” diye nitelenerek iki
sınıf halinde gruplanmıştır.
32–35. ayetlerde verilen mesajlar, başka ayetlerde farklı ifadelerle yer almıştır:
Ankebut 45–49: Sana kitaptan vahyedileni oku ve namazı ikame et. Muhakkak
ki namaz fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması
elbette daha büyüktür. Ve Allah yaptığınız [ürettiğiniz] şeyleri
bilir.
Kendilerinden zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel
bir yolla mücadele edin ve “Biz, bize indirilene ve size
indirilene inandık. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir. Biz
sadece ona teslim olmuş kimseleriz” deyiniz.
Ve işte böylece Biz, sana Kitap’ı indirdik de kendilerine Kitap
verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan [Ehl-i Kitap
olmayanlardan; Araplardan] da ona inananlar vardır. Ve Bizim
ayetlerimizi ancak inkârcılar bile bile reddeder.
Ve sen bundan önce, bir kitaptan okur değildin. Onu sağ elinle
yazmazdın da. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.
Bilakis o [Kur’an], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer
eden) apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler
bile bile reddederler.
Hakkah 24: Geçmiş günlerde yaptığınız işler sebebiyle afiyetle yiyin, için!
33
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış
olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın
düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde
tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur. -
Nebe 30: Öyleyse tadın! Bundan böyle size azaptan başka bir şey
tattırmayacağız.
Nisa 56: Şüphesiz ki şu, ayetlerimizi inkâr etmiş kişileri Biz yakında
ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye derilerini
başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en
iyi yasa koyandır.
38. Ayet:
34
Bu ayet özellikle muktesit [ılımlılar] olarak nitelenen münafıklara yöneliktir.
Çünkü “inanmış insan” görüntüsü vermelerine karşılık, kalplerindeki gerçek
inançlarını bildiği için Yüce Allah’ın onlara kalplerinde gizledikleri inançlarına göre
muamele yapacağı mesajı verilmektedir. Aslında bu ikiyüzlüler ve müşrikler,
öldükten sonra tekrar dünyaya döndürülseler bile yine münafıklıklarına ve şirklerine
devam edecek yapıdadırlar. Onların bu özellikleri başka ayetlerde de belirtilmiştir:
En’âm 28: Hayır, işin aslı daha önce gizleyip durdukları karşılarına çıktı.
Geri çevrilselerdi yine menedildikleri şeye mutlaka dönerlerdi.
Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar.
39. Ayet:
O, sizi yeryüzünde halifeler yapandır. Artık kim kâfir olursa, kâfirliği kendi
zararınadır. Ve kâfirlerin küfürleri, Rabblerinin katında kendilerine sadece
buğzu artırır. Ve kâfirlerin küfürleri kendilerine sadece zararı artırır.
40. Ayet:
35
eski tarihlerden beri, bazı hazretler, azizler ve onların yardımcıları, halkı kandırmak
için “Filân şeyhin, filân zatın eteklerine yapıştığınız takdirde onlar tüm işlerinizi
düzene sokarlar ve ahirette sizleri Allah’ın azabından kurtarırlar” şeklinde yalan
hikâyeler uydurmuşlar ve bu yalanlara inanan akılsızları kandırmaya günümüze
kadar devam etmişlerdir.
Rabbimizin bu konudaki ayrıntılı bir uyarısı da Kalem suresinde yer almıştır:
41. Ayet:
Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yok oluvermekten, Allah tutuyor. Ant olsun
ki eğer onlar [gökler ve yeryüzü] yok oluverirlerse, onları O’ndan sonra kimse
tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır.
36
42, 43. Ayetler:
Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir
peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda
olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu,
yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece
nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır.
O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen
Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla
bir başkalaşma da bulamazsın.
Saffat 167–169: Ve onlar diyorlardı ki: “Eğer yanımızda öncekilerden bir öğüt /
kitap olsaydı, elbette biz de Allah’ın arıtılmış kulları olurduk.”
44. Ayet:
37
Rum 9: Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin
akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar,
kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst
etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar
etmişlerdi. Peygamberleri de onlara nice açık delilleri
getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi fakat
onlar kendilerine zulmetmekteydiler.
Furkan 40: Ve ant olsun bunlar, belâ ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan
beldeye gittiler. Peki, onu da görmüyorlar mıydı? Aksine bunlar
öldükten sonra dirilmeyi ummamaktaydılar.
45. Ayet:
Bize göre burada belirtilmesi gereken bir diğer husus da ölümün bir ceza
olmadığıdır. Çünkü canlıların ölümü Allah’ın önceden belirlediği bir ecelde
olmaktadır. Ancak ölüm, ölen canlıdan istifade eden canlılar için bir
cezalandırmadır.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
38