Professional Documents
Culture Documents
1
İçindekiler
3 Gündem
5 Berlin Film Festivali İzlenimleri
32. İstanbul Film Festivali: Göze Çarpanlar
8 Çocuk Pozu
9 Tarihi Şehit Merkezi
11 Beyaz Fil
13 Karanlıktan Aydınlığa
14 Kalbimdeki Işık
16 Jîn
Peter Weir Dosyası:
20 Truman Show
24 The Last Wave
26 Picnic at the Hanging Rock
28 Ölü Ozanlar Derneği
30 Witness
32 Gelibolu
34 The Year of Living Dangerously
36 The Way Back
2
Gündem
32. İstanbul Film Festivali, 29 Mart Cuma akşamı düzenlenen Açılış Töreni’yle başladı.
Türkiye sinemasının seçkin isimlerinin yanı sıra ödüllü oyuncu Patricia Arquette ve usta yönetmen
Bille August da açılış törenine katılan önemli konuklar arasındaydı. Festival geçtiğimiz yıl aramızdan
ayrılan isimleri de unutmadı. Oyuncu Halit Ergenç’in sunumuyla kaybedilen değerlerimiz anılırken,
genç yaşta hayata veda eden Seyfi Teoman’ın anısına bu yıl verilmeye başlanacak Seyfi Teoman En
İyi İlk Film Ödülü’nün de sunumu yapıldı.
Canlandıranlar Yetenek Kampı, yepyeni bir festivale hayat veriyor: Canlandıranlar Festivali.
Festival, 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında İstanbul’da, 16-19 Mayıs 2013 tarihleri arasında ise
Ankara’da programını canlandırmaseverlerin beğenisine sunacak. Film gösterimleri, söyleşiler,
sektör buluşmaları, canlandırma atölyeleri ve bir panelin gerçekleşeceği Festivalin ilk konuğu, Star
Wars serisindeki “ışın kılıcı”nın yaratıcısı, The Transformers: The Movie(1986) ve Empress Chung(2005)
filmlerinin yönetmeni, The Simpsons Movie’nin (2007) yapımcısı Nelson Shin.
Program ve etkinlikler hakkında ayrıntılı bilgiye festivalin çok yakında açılacak web sitesi dışında Facebook
ve Twitter hesaplarından ulaşılabilir.
Oscar ve Emmy adaylığına sahip olan senaryo yazarı Fay Kanin 95 yaşında hayata veda
etti. Kanin, 1979-1983 yılları arasında Oscar ödüllerini düzenleyen Sinema Sanatları ve Bilimleri
Akademisi’nin ikinci kadın başkanıydı. Kanin’in senaryoları arasında Oscar’a aday olan Doris Day’li
Aşk Hocası (Teacher’s Pet, 1958) ve Richard Widmark’lı My Pal Gus(1952) var.
İstanbul Modern›den:
18 Nisan Perşembe
İstanbul Modern Sinema, kısa film dünyasından üç büyük festivali bir günde toplayarak Festival
O³ başlıklı bir kısa film maratonu hazırladı. 2012’nin en çok konuşulan ödüllü animasyonlarının
buluştuğu Ottawa Animasyon Festivali “en iyiler” seçkisiyle, dünyanın en eski kısa film festivali olan
Oberhausen Kısa Film Festivali, İsrail’den Finlandiya’ya, belgeselden animasyona, öykülü filmden
deneysele uzanan iki renkli programla 2012’in en iyilerini sunacak. Üçüncü kısa film seçkisi ise bu yıl
Oscar yarışına aday olan kısa filmlerin bir araya geldiği Oscar’dan Kısalar başlıklı program.
Detaylı Bilgi: www.istanbulmodern.org
Bu yıl beşinci kez Türkiye Sineması’ndaki erkek egemen bakışa dikkat çekmek için verilen
Altın Bamya Ödülleri, önümüzdeki yıllarda ödül verecek aday bulunamaması dileği ile, Hollanda
Başkonsolosluğu’nda yapılan törenle açıklandı. Erkek Karakter, Senaryo ve Film ödülleri Dağ
filminin olurken Kadın Karakter ödülü Zenne(2011) filmine gitti. Geçtiğimiz günlerde açıklanan
İzleyici Bamyası’nın sahibi Yeraltı’na da gecede ödül verildi.
Eurimages, Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi “Kış Uykusu”na 450.000 Euro destek verdi.
Almanya’nın Dresden kentinde yapılan 113. toplantıda; toplam 13 proje destek aldı. “Kış Uykusu”
projesine yapılan 450.000 Euro maddi destek ile Türkiye bugüne kadar aldığı en yüksek destek
miktarını kazandı. Nuri Bilge Ceylan’ın Türkiye-Fransa-Almanya ortak yapımı olan yeni filminde,
Demet Akbağ, Haluk Bilginer ve Melisa Sözen gibi isimler rol alıyor. “Kış Uykusu”nun ortakları
ise Zeynep Özbatur Atakan’a ait ZeynoFilm ile NBC Film’in yanı sıra, Almanya’dan Bredok Film
Production ve Fransa’dan Memento Films...
Bu yıl 18-28 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilen Akbank 9. Kısa Film Festivali’nin
yarışma bölümünde “En İyi Kurmaca Film Ödülü”nü Buhar(2012) ile Abdurrahman Öner alırken
3
Gündem
“En İyi Belgesel Film Ödülü”nü Bay Siebzehnrübl(2012) ile Tuna Kaptan ve “En İyi Canlandırma
Film Ödülü”nü Sirk Aşkı(2012) ile Akile Nazlı Kaya kazandı.
TRT 1’de yayınlanan absürd komedi türündeki dizi Leyla ile Mecnun, IMDb’nin en iyi 50
dizisi arasına girdi.Listede “Game of Thrones, Breaking Bad, Life, Arrested Development, Sherlock, The
Sopranos, Firefly, The Twilight Zone, Dexter, Monty Python’s Flying Circus, Avatar: The Last Airbender,
Freaks and Geeks, House of Cards, Twin Peaks, Cowboy Bebop, Death Note” gibi tanıdık diziler yer alıyor.
İstanbul Film Festivali’nin başladığı gün yıkımına başlanan Emek Sineması’na sahip
çıkanlar arasına festival konuklarından Patricia Arquette de girdi. Yıldız oyuncu Twitter’daki
“Emekbizim” hashtag’ini koyarak attığı tweet’te “İstanbul en eski sinemasını kaybetmek üzere,
sinema bir alışveriş merkezi kurmak için yıkılıyor” diye yazdı.
Martin Scorsese, 2002 tarihli filmi New York Çeteleri’nin (Gangs of New York, 2002)
televizyon dizisi için film yapım şirketi Miramax’la çalışmalara başladı. 1800’lerin başında New
York’ta oluşmaya başlayan ilk çetelerin birbirleriyle mücadelesini aktaran filmin dizi versiyonu ise
aynı dönemde New York’tan yola çıkarak Chicago ve New Orleans gibi farklı şehirleri de kapsamına
alacak ve ABD ‘de organize suçun nasıl doğduğunu ekrana getirecek. Scorsese, konuyla ilgili “Söz
konusu dönemin ABD’si, iki saatlik bir filmde hakkı verilemeyecek kadar zengin karakterleri ve
hikâyeleri içeriyor” dedi.
Game of Thrones’un ABD’de 31 Mart gecesi yayımlanan yeni bölümü indirilme rekoru
kırdı. Bölüm, 1 milyonu aşkın kişi tarafından torrent programları üzerinden indirilirken 160 binin
üzerinde kullanıcı tarafından aynı anda paylaşılarak da Heroes dizisinin elinde bulundurduğu 144
binlik paylaşılma rekorunu geçti.
Ankara Film Festivali 23 Mart akşamı düzenlenen bir törenle sona erdi. Geceye en iyi film
ve yönetmen ödülü de dahil yedi dalda ödül kazanan Tepenin Ardı filmi damga vurdu.
Son olarak Pi’nin Yaşamı (Life of Pi, 2012)filmiyle en iyi yönetmen Oscar’ını kazanan
AngLee, yeni televizyon dizisi Tyrant’in ilk bölümünü çekecek. Bu yaz Amerika’da Fox’ta
gösterilmeye başlanacak dizi sıradan bir Amerikan ailesinin Ortadoğu’nun çalkantılı ortamına
sürüklenmesini konu alıyor.
Kaynaklar:
www.radikal.com.tr
www.altyazi.net
sinema.mynet.com
www.beyazperde.com
www.istanbulmodern.org
4
Berlin Film Festivali İzlenimleri
63. Berlin Film Festivali her şeyden (Pozitia Copilului, 2013) ayrıcalıklı sınıftan
önce, şehrin birbirinden etkileyici sinema bir annenin, neden olduğu trafik kazası
salonlarında on gün boyunca değişik filmler sonucu suçlu bulunan oğlunu kurtarma
izleme fırsatını sinefillere sunduğu için önemli. çabasını anlatırken ahlaki normları sorguluyor.
Festival gala gösterimlerinin ve ödül törenin Toplumsal sorunlara sağlık politikaları
yapıldığı Berlinale Palast’ın yanında, yine onun kanalından yaklaşan An Episode in the Life of
kadar görkemli Friedrichstadt Palast, festivalin an Iron Picker (2013) ise, festivalden iki ödülle
atmosferine karışmayı bekleyen sinemaseverleri dönmeyi başardı. O nedenle bu yılki festival
büyülüyor ve ilk dakikada sizi etkisi altına jürisinin, söyleyecek sözü, verilecek mesajı olan
alıyor. Güzel bir salonda, görüntü ve ses filmlerden yana tercihlerini kullandıklarını
bakımından tatmin olup bu duyguları kalabalık söylemek yanlış olmaz.
bir grupla paylaşmanın mutluluğunu yaşamak, Yarışma filmlerinden Alman yapımı
farkında olmadan izlenilen filmden daha çok Gold (2013), geçtiğimiz yılki Berlinale’den
etkilenmeyi sağlayabilir. Festivalin büyüsünden Gümüş Ayı ödülüyle dönen Barbara (2012)
çıktığınız bir anda, yarışma bölümüne neden ’dan aklımıza kazınmış Nina Hoss’u merkeze
dahil edildiğini anlamadığınız filmlerle de yerleştirse de, kötü bir ıssızlık ve kayboluş
karşılaşmanız olası. Bütün bu gelgitlerin öyküsü olarak ortada kalıyor. Nina Hoss bu
arasında festival jürileriyle bir arada film izleme filmdeki Emily karakteriyle Barbara gibi
fırsatı yakalayabilmek ayrı bir heyecan yaratıyor. mesafeli ama aynı ölçüde şefkatli olabilen
Bu yılın jüri başkanı Wong Kar Wai’nin uzak, yalnız kadın rolünde. Fazlasıyla
festivalin açılışını yapan filmi The Grandmaster beğeni toplayan ve Paulina Garcia’ya En
(2013), festival seyircisini fazlasıyla tatmin etti İyi Kadın Oyuncu ödülünü getiren Gloria
ve gelecek zamanlarda “yönetmenin klasikleri (2013), altmışına yaklaşmakta olan Gloria’nın
içindeki yeri” temalı tartışmalarını getireceği yalnızlıkla başa çıkışının tatlı hikayesine
şüphesiz. Yine yarışma dışı olarak gösterilen, odaklanıyor. Buna paralel olarak, On My Way
festivalin merakla beklenilen filmlerinden biri (2013), yine ellili yaşlarında olan Betty’nin
de Gece Yarısından Önce (Before Midnight, arabasına atlayıp hayatına yeni bir akış verme
2013) idi. Üçlemenin son filminde Celine ve arayışını konu ediyor. Catherine Deneuve’ü
Jesse’nin yıllara uzanmış, kişisel yüklerle ve close-up’larla doya doya izlediğimiz gerçeği
hesaplaşamamazlıklarla ağırlaşmış ilişkilerine bir kenara, film birbirine bağlanamayan
tanık olurken, yaptıkları Yunanistan gezisinin bölümleriyle seyri zor bir hal alıyor, dağınık
renkli ve iç ısıtan ayrıntıları filmin aslında ağır
ve kabul etmesi zor olan gerçekliğinden daha
az sıyrıkla çıkmamızı sağlıyor.
Berlinale için ayrı bir önemi olan
yönetmen George Sluizer, bu yıl yarışma dışı
olarak Kirli Kan (Dark Blood, 2012) filmiyle
festivaldeki yerini aldı. Yönetmen, çekimler
sırasında filmin başrol oyuncusu River
Phonex’in hayatını kaybetmesi sonucu yarım
kalan filmini on dokuz yıl sonra tamamlama
kararı alıyor. Sluizer, son haliyle filmini üç
ayaklı bir sandalyeye benzetiyor: Yarım ama
ayakta durabilen. Film bittikten sonra bu halde kalıyor. Güçlü kadın karakterini
tanım daha anlamlı bir hale geliyor; çok güçlü merkezine oturtan bir diğer film ise Camille
olabilecek sahnelerin eksikliği hissedilse de film Claudel 1915 (2013). Bruno Dumont,
ayakta kalıyor. sanatçının akıl hastanesinde geçen otuz
Altın Ayı’yı alan Çocuk Pozu yılından yalnızca bir hafta gibi küçük bir
5
Berlin Film Festivali İzlenimleri
kesiti seçerek derdini anlatmayı başarıyor. ile akıp giden, rüya ve gerçek arasındaki
Film, gücünü Juliette Binoche’un muhteşem kararı seyirciye bırakan bir deneyim
oyunculuğuyla birlikte, otuz yıl süren umutlu sunuyor. Annesinin Kanada’ya yerleşmesi ve
bir bekleyişin ağırlığını o kısa zaman diliminde üniversitedeki evli profesörüyle yürümeyen
verebilmesinden alıyor. Promised Land (2013); ilişkisi yüzünden bocalayan Haewon çözümü
enerji sorununa, global şirketlerin stratejilerine, belki de düşlerinde buluyor.
dava insanı olmaya dair şeyler söylerken çok Panorama bölümünde gösterilen
fazla klişeyle tökezliyor. Gus Van Sant’ın Jacques Doillon’un son filmi Love Battles,
aynı anda birden fazla noktaya dikkat çekme başlangıçta ilişkileri konumlandırılamayan
isteğinin yanına hikayede sürpriz dönüşler bir kadın ve erkeğin, yer yer izlemesi sabır
yapma çabası da eklenince film beklenen gerektiren, bir araya gelip yaptıkları seanslardan
etkiyi veremiyor. Bu sürpriz dönüş durumunun oluşuyor. Kadının babasının ölümünden
eğreti durmadığı film ise şüphesiz Acı Reçete sonrasıyla başlayan film kızgın ve derdi olan
(Side Effects, 2013)’ydi. Sodenberg, kullandığı karakterini daha ilk andan hesaplaşmaya
mekanlarla New York atmosferini özellikle giderken gösteriyor. Bir süre sonra diyalogların
hissettirerek ilaç şirketi, hasta, psikiyatrisi tamamen silinmesiyle kadının hesaplaştığı/
üçgeninden yola çıkıyor. Şaşırtıcı hikayesi, şık savaştığı kişinin neye ya da kime dönüştüğü
mekanların uyumlu kullanılması, müzikleri, sorusu ortaya çıkıyor. Yönetmenin katılımıyla
seyir boyunca izleyicide uyanık bıraktığı yapılan gösterimde film olumlu tepkiler alsa da
şüphe duygusu Side Effects’i dinamik bir filme bazı zorlayıcı sahneleriyle de akılda kaldı. Bir
dönüştürüyor. diğer Panorama filmi Reaching for the Moon,
Sinema sanatında yeni perspektikler Amerikalı şair Elizabeth Bishop’ın hayatının
açtığı düşünülen filmlere verilen Alfred Bauer kapsamlı bir dönemine uzanıyor ve Brezilya’dan
ödülünü alan Vic+Flo Saw a Bear –ismiyle de kaynağını alan olağanüstü güzellikteki görseller,
ironik olarak-, yarattığı tekinsiz atmosferiyle etkileyici müzikler ve Bishop’tan seçme dizeler
ve zaman/mekan dışı karakterleriyle ödülü eşliğinde son derece keyifli bir seyir sunuyor.
fazlasıyla hak ediyor. İnsanlardan uzakta, Filmin, Elizabeth Bishop’tan daha çok dize
orman içindeki evinde yaşayan şartlı tahliye okuma isteğini uyandırdığını da eklemek gerek.
olmuş Vic ve eski hükümlü olduğunu
anladığımız sevgilisi Flo’nun her türlü
zamandan soyutlanabilecek bir mekanda geçen
hikayeleri geçmişten çıkıp gelen biri ve eve
düzenli olarak gelen polis memuru üzerinden
şekilleniyor. Filmde ilgi çekici olan ise hiçbir
karakterin geçmişine dair en ufak bir ipucu
verilmemesi. Bu bilinmezlik üzerinde ilerlediği
için film gerilim duygusunu ayakta tutmayı
başarıyor. Tam da bu incelikli nokta üzerinden
Ödülle dönmeyen ancak dikkat bakacak olursak keşif yapmanın zevkini
çekici yarışma filmleri arasında yer alabilecek sinefillere tattırabilmesi açısından festivaller
In the Name of, eşcinsel bir papazın yeni önem kazanıyor. Yüzlerce film arasından
sürgün edildiği bir Polonya köyündeki yerleşme bize dokunanı keşfedebilmenin bazen şansa
sürecini anlatıyor. Davranış sorunları olan erkek kaldığını da söylemek gerek. Berlinale gibi
çocuklarla çalışan papazın iç hesaplaşması dev bir organizasyon içinde bu şans belki de
Hıristiyan sanatına göndermelerle dolu daha da küçük kalsa da 63.sü düzenlenen
etkileyici görselleriyle sunuluyor. Filmin festivalin oluşturduğu genel atmosfer tekrar
dengesi, son sahne hissi veren birkaç sekansın düşünüldüğünde bir sinefilin zevk alması
arka arkaya gelmesiyle bozulsa da yerle bir kaçınılmaz görünüyor.
olmuyor.
Hong Sangsoo, kendisinden Gülnihal Kavaklıoğlu
beklenildiği gibi Nobody’s Daughter Haewon
6
32. İstanbul Film Festivali: Göze Çarpanlar
Çocuk Pozu
Çocuk Pozu (Pozitia Copilului, iyi niyetle, oğlunun hayatına karışması kaza
2013) yönetmenliğini Calin Peter Netzer’in sonrası büyük bir şok yaşayan ve odasından
yaptığı 2013 tarihli bir dram filmi. Çavuşesku çıkmak istemeyen Barbu’yu bunaltıyor.
rejiminin yıkılmasının ardından özellikle Annesinin karşı gelmesine rağmen evlendiği
son 10 yılda 4 ay, 3 hafta ve 2 gün(4 zile 3 Carmen’le annesinin birbirlerinden nefret
saptamani si 2 zile, 2007), Bay Lazarescu’nun etmeleri de Barbu’yu zor durumda bırakıyor.
Ölümü(Moartea domnului Lazarescu, 2005) Seyirci zaman zaman iyi niyetinden ötürü
ve California Dreamin’(2007) gibi filmlerle Cornelia’ya hak verse de annenin aşırı
dikkatlerini üzerine çeken, övgüler yağdırılan davranışları seyirciyi arada bırakıyor.Aile
Romanya Sineması’nın son medarı iftihari. bu sorunlarla boğuşmaya devam ederken
Filmin senaryosu da yukarıda saydığımız Barbu’nun kurtarılma çabasını izlemeye devam
filmlerden ilk ikisinin senaristi olan Razvan ediyoruz.
Radulescu tarafından yazılmış. Başroldeki Çocuk Pozu, adalet sistemindeki
Cornelia rolünde 4 ay, 3 hafta ve 2 gün’de bozulmaları eleştiriyor. Politik bir çevreye sahip
yine anneyi oynayan Luminita Gheorghiu olmanın sorunları nasıl çözebildiğine, çaresiz
var. Cornelia’nın oğlu Barbu’yu ise Bogdan kalınan durumlar karşısında nasıl yeni kapılar
Dumitrache canlandırıyor. Filmin açılış açabildiğine şahit oluyoruz. Yönetmen belki
sahnesinde Cornelia ve kardeşinin sohbetine de acımasız bir eleştiri yapmamak için zaman
şahit oluyoruz. Cornelia, kız kardeşi Olga’ya zaman seyircinin beklentisinin aksine görevini
oğlu Barbu’nun kendisine karşı kötü layıkıyla yapan polis memuru kadına ve doktora
davranmasından ve hakaret etmesinden yer verse de sistemin yozlaşmasını açıkça
yakınıyor. Bu dakikadan itibaren nedenini tam ortaya seriyor. Annenin bir yargı sisteminde
olarak kavrayamasak da anne-oğul arasında rol oynayacak herkese rahatça ulaşabilmesi
ciddi bir sorun olduğunu anlıyoruz. Bir sonraki ve parayla her sorunu çözebileceğine
sahnede ise Cornelia’nın doğumgünü partisine inanması sinirleri bozsa da annelik içgüdüsü
konuk oluyoruz. Politik çevreden birçok insanın düşünüldüğünde istemeden de anneye hak
katıldığı bu parti bize ailenin sosyal statüsü verilebiliyor. Seyircinin filmi izlerken kendisini
konusunda birçok ipucu veriyor. Bir opera bir karakterin yerine tamamen koyamaması
provasını izleyen Cornelia kız kardeşi Olga’nın filmi oldukça ilginç kılıyor.
verdiği haberle sarsılıyor ve bu andan itibaren Film geçtiğimiz şubat ayında Berlin
film başka bir yöne ilerliyor. Barbu’nun bir Film Festivali’nden büyük ödülle dönüp
trafik kazası geçirdiğine ve yola aniden çıkan büyük bir sürpriz yaşattı. Birçok otoriteye göre
bir çocuğa çarparak ölümüne yol açtığına şahit filmin “Altın Ayı”yı Romanya’ya götürmesi
oluyoruz. İki kız kardeş hemen yola çıkıyorlar beklenmedik bir gelişme olarak dile getirildi.
ve soluğu karakolda alıyorlar. Uzun bir telefon Filmin en iyi yönü ise tartışmasız olarak
trafiği başlıyor. Tahmin edildiği üzere Barbu’yu anne rolündeki Luminita Gheorghiu. Filmin
kurtarmak için siyasi açıdan güçlü tanıdıklarına genelinde çok başarılı bir performans gösteren
başvuruyorlar. Adalet sisteminin ne kadar aktris otoritelerden de büyük övgü aldı. Sonuç
yozlaştığı, insanların yargıya güvenmediklerini olarak Çocuk Pozu, özellikle son dönemde
ve bu konuda ne kadar haklı olduklarına şahit yükseliş içerisinde olan Romanya Sineması’nın
oluyoruz. Yine filmin ilerleyen bölümlerinde iyi örneklerinden biri.
gerçekleşen birçok olay izleyiciye sistemin ne Murat Demirhan
kadar yozlaştığını, bozulduğunu gösteriyor.
Arka planda ise anne oğul arasındaki sorunları 1-balkan anneleriyle ilgili böyle bir
izlemeye devam ediyoruz. Aralarındaki genelleme var mı gerçekten?
sorunun annenin aşırı dominant karakterinden 2-deniz tutması kısmı biraz ciddiyeti
kaynaklandığı da yavaşça gün yüzüne çıkıyor. bozmuyor mu?
Cornelia’nın oğlunu korumak adına, tamamen
8
Tarihi Şehir Merkezi
9
32. İstanbul Film Festivali: Göze Çarpanlar
10
Beyaz Fil
11
32. İstanbul Film Festivali: Göze Çarpanlar
12
Karanlıktan Aydınlığa
Gri bir havada, bataklıklar ve çiftin, iki küçük çocuklarıyla şehir dışında,
yeşilliklerle dolu düzlükte yürümeye çalışan yerel insanların arasında lüks bir evde yeni
küçük sarışın kız çocuğuna durmaksızın yaşamlarını kurmaya çalıştıklarını anlıyoruz.
havlayan korkutucu köpekler, otlayan inekler, Hayatlarına girmeye çalıştıkları yerliler karşı
gruplar halinde geçip giden atlar eşlik ediyor. tavırları nazik; fakat o nezaketin, daha üstte
Boyundan büyük yaratıkların ortasında olanların alttakilere gösterdikleri duygudan
“Anne!” diye bağırarak dolanan kızı, kendi ibaret olduğuna dair bir atmosfer var. Evlerine
boyunda birinin elinde taşıdığı izlenimi veren aldıkları hizmetli, çevrenin bakımı için
rahatsız edecek kadar hareket edip titreyen tuttukları adam, elektrik işlerini yaptırdıkları
kamera izliyor. Çocuk için duyulan endişe, genç; kasabadaki hizmet sektörünün yeni
hayvanların vahşi bağırışlarında ve kameranın işvereni olan ‘beyaz’ aile. Onların eğlencelerine
dibine kadar yaptıkları hızlı koşularda daha giderek, toplantılarına katılarak onlardan
da artıyor. Diğer yaratıkların yaşadığı kaos, olmaya dönük naif çaba… Kasabalı erkeklerin
dinmeyen havlamalar, hırıltılar; kızın sevimli tavırlarından şiddet beklentisi doğuyor film
ve sakin yürüyüşü, gülen yüzü; doğanın uçsuz ilerledikçe. Nitekim sonunda bir hırsızlık ve
bucaksız, sevimsiz hali. İlk yedi dakika boyunca sıkılan bir kurşunla anlatının seyri değişiyor.
maruz kalınan bu sahnenin yarattığı hissiyat; Çiftin evliliğinin mutsuzluğu da anlaşılıyor
Reygadas sinemasının geneline dair de fikir git gide. Reygadas’ın filmlerine hakim olan
veriyor. Kaosun içindeki sakinliğin; ani bir isteksiz, sönük cinsellik yine ana öğelerden
şiddet eyleminin, saklanmışlıkların, tehlikenin biri. Toplu seks sahnesinde, ideal ailenin
sinyali olduğuna dair kurulan dünyaların mahremiyetine ve ahlaki kapalılığına dair
sineması… tabular yıkılırken, çiftin mutsuzluğunun
temelinde de seks ve onun meseleleri olduğunu
anlıyoruz. Diğer yanda, kasaba insanlarının
kişisel sorunları ailenin hayatına giriyor;
onların birlikteliklerini etkiliyor. Tüm bunlarla,
hikaye sadece ailenin ya da kişinin hikayesi
olmaktan çıkıyor; bir arada kalan birkaç insanın
birbirlerine verdikleri zarar, birbirleri için
yaptıkları hikayesine dönüşüyor.
Yönetmen, doğa sahnelerinde
olabildiğince durağan kamera ve sabit çekimler
kullanıyor. Bu tercihle açık hava çekimlerinde
izlenimci etki göze çarpıyor. İlk sahneden
başlayan bu empresyonist bakış filmin tümüne
Yine farklı kesimlerin yaşadıkları, hakim. Ormanlar, ağaçlar, geniş açık alanlar
yaşamayı seçtikleri alanlar sebebiyle dirsek kadraja çokça giriyor. Reygadas’ın kamerası
temasına girdiği bir hikayeye dayanıyor hareketi takip ederken, bu durağanlığın aksine
Reygadas. Yönetmene 2012’de Cannes’dan elde taşınıyormuş hissi yaratıyor. Çok hareketli,
En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren film, hızlı dönüşler yapan kamera seçimi filmi görsel
Reygadas’ın diğer filmlerinde de olduğu gibi gelgitlere çeviriyor.
odak noktasına tek bir kişiyi değil; birkaç Meksikalı yönetmen Carlos
kişi arasındaki bu teması alıyor. O yaşadıkları Reygadas’ın Japon(2002) ile başlayan dört
ortaklıklara ‘ilişki’ demek yine mümkün filmlik filmografisi; dünya sinemasının gittiği
değil. Nasıl ki Battle in Heaven(2005)’da yerden apayrı bir kanalda. Reygadas’ın son
çiftin, şoförle genç kızın yaşadıkları fiziksel filmi Post Tenebras Lux, onun filmlerinin ayrıksı
yakınlıktan, yaşanılan mekanların ortaklığından özelliğini daha da üste çıkararak yeni seyir
ileri gitmiyorsa; burada da genç aileyle deneyimleri arayanlara hitap ediyor.
çevresindekilerin beraber olma durumları aynı Can Sever
şekilde tecelli ediyor. Film ilerledikçe, genç
13
Kalbimdeki Işık
14
Türk Sineması'nda Fenerbahçe Paneli
10 Nisan Çarşamba
Saat 14:00’te
Jîn
16
Jîn
etmek için dağa çıkmıştır. Burada Jîn’in okuma içinde sakıncalı bir obje. Lakin Jîn arada
babasını sevmediğini çıkarmamız manasız olur kalmış, kafası karışık bir kadındır. Yönetmenin
elbette, lakin Erdem’in filmlerinde erkeklerin tabiriyle bocalamaktadır. Özlem duyduğu ve
çoğu ya hasta ya da ölmüştür. Beş Vakit’deki isyan ettiği iki dünya arasında sıkışıp kalmıştır.
Ömer’in babası, Kosmos’ta kahvede öksüren İşte siz politik bir okumanın dışına çıkıp Jîn’i
terzi, Hayat’ın dedesi… Bu bağlamda Freud’un bu arada kalmışlığı ile değerlendirirseniz,
Oedipus kompleksini anımsamamız bu olayları merak duygusunun daha ağır bastığına tanık
anlamlandırmamızı kolaylaştırabilir. olabilirsiniz. Reha Erdem Jîn hakkında bir
Tüm bunların içinde Jîn aslında söyleşisinde “Bir sembol değil ki dantel, bir
bir kadın isyanıdır. Hem kadın hem de Kürt ideal değil ki, sadece hayatlarında olmayan bir
bir kimliğe sahip olarak ötekileşmiş Jîn için şey, çünkü savaşta ona yer yok, aşka yer yok.”
dağda olmak da, dağdan inmek de zor bir diyor.(2) Yani dağın aşağısındaki insanların
hale gelir. Reha Erdem bu meseleye bakışını kodlamalarının zaten Jîn’in hayatında yeri yok.
bir söyleşide şu sözlerle dile getirir: “Kadın
meselesi zaten başlı başına önemli benim için.
Yani kadınların durumu, kadınların hayattaki
varoluşları. Erkekler benim için cevap, kadınlar
ise soru.”. Reha Erdem’in kullandığı objelerin,
durumların sıkıntıya girdiği noktada burada
başlıyor. Ataerkil bir düzene, konulan tüm
normlara karşı olacağını sandığımız Jîn, yemek
almak için girdiği bir evden dayanamayıp
dantelli bir taytı ve milli eğitimin çıkardığı Bağdaştırmaya çalıştığımız Kırmızı
coğrafya kitabını alıp çıkar gider. Burada Reha Başlıklı Kız masalı da, ormanın içine tek başına
Erdem dantelli taytı, Hayat Var’da kullandığı girmeye çalışan bir kızı cezalandıran ve ona bir
kırmızı ruj gibi kullanamıyor. Hayat Var filminde kurtarıcı (avcı) atfeden tartışmalı bir masaldır.
babasının fahişe olan arkadaşlarından biri Kendini kurtaramayacak acizlikte olan bir
Hayat’a kırmızı bir ruj hediye eder. Hayat için masal karakteridir. (Reha Erdem kendisi de bu
bu onu gülümseten dışarıda olan bitenlere, hasta bağlantıyı kurduğunu ifade etmiştir.) Filmin
dedesinin nefes alamayışlarını dinleyişine ara söylemini düşündüğümüzde yine çelişkide
veren bir objedir. Filmin sonunda fondaki ‘Dert kalıyoruz. Bu sefer kuvvetli olmayan bir ikililik
Bende Derman Sende’ arabesk şarkı eşliğinde çıkıyor. Masalın kendisi farklı bir söylem
bir an eksik bir gülümseme, mutluluk yaşarız. üretse de Reha Erdem, Jîn’e güçlü bir karakter
Filmin başında koyduğu motorla kıyıya yanaşan yükleyerek bu ikililiği ortadan kaldırıyor gibi
taraftarları filmin sonunda kurgunun içine duruyor. Filmin sonunu nasıl yorumladığınız
yedirir. Hayat, ruju küçümseyerek yüzünün her da bununla alakalı aslında. Eğer ölümü Jîn’e
tarafını boyar ve rüzgara, hayata, başına gelenlere yakıştırıyorsanız, Anna Karenina, Madam
karşı aşka duyduğu özlemle kahkahalar atar. Jîn Bovary gibi bir okuma yapabilirsiniz bu film
ile Hayat arasında bir bağ kurmaya çalışmak üzerinden. Toplumdışı bir kadın olarak Jîn
yönetmenin sinematografisine bakıldığında çok filmin sonunda ölerek hak ettiği cezayı aldığı
anormal durmuyor. ( Jîn’in Türkçe karşılığının gibi bir anlamda çıkabilir. Mesele de belki de
hayat olduğunu da burada eklemeliyim.) Jîn’de bu hikayeye bir kadın baş karakter koyarak
dantelli tayt, tecavüz girişimi, erkeklerin dağın bunu tartışma zemini yaratmak da olabilir.
aşağısında Jin’e nefes aldırmayışları Hayat Reha Erdem, ‘hayalet evlerimizin’(3) içine
Var’daki etkiyi bırakmıyor. Ataerkil dünya girmeyi başarmıştır. Asuman Suner, yeni Türk
kadının sadece bedenini sömürmez, ruhunu, sinemasını değerlendirdiği kitabında bu kavramı
düşüncelerini de sömürür. Bu bağlamda ‘beden’in şöyle açıklar: yeni Türk sineması, tekrar tekrar
bu kadar önde olması hikayenin etkisini geçmişteki travmatik yaşantıların izlerinin
azaltıyor. Coğrafya kitabını alması da politik bir hissedildiği, geçmişteki suçların ortaya çıktığı,
17
Jîn
normal ve sıradan görünenin altında dehşetin kavramının sıfırlandığını, insanın hayvanla eşit
kol gezdiği “hayaletli evler” de geçen tekinsiz duruma geldiğini gösterir bizlere. Korkuyorum
öyküler anlatır bize. Toplumun, ailelerin, evlerin Anne’de göstermeye çalıştığı gibi neticede
kendilerini kapayarak tekrar tekrar ürettiği hepimiz kemik, yağ ve kandan oluşuyoruz,
sancılar gibi… Reha Erdem, A Ay’dan beri bu bir anlamda eşitiz. Erdem’in filmlerinde
tekinsiz öyküleri farklı bir üslupla anlatıyor karakterlerin hayvanlarla olan ilişkisi tekrarlanır.
bizlere. Yekta bir hamamböceğinin kollarını ve
Jîn yaralarımıza merhem olabilecek mi? bacaklarını koparır. Kaç Para Kaç’ta Selim,
Sol eli başımın altında olsun, sağ da beni kendi yaptıklarına tahammül edemediği bir
kucaklasın…(4) anda kediye tekme atar. Hayat, hiddetle kaza
vurup onu kovalamaya başlar. Jîn, bu öfkeden
ve zalimlikten uzaklaşarak, hayvanlara şefkat
dağıtmaya başlar. Bir tek hayvanlar değildir onun
şefkatinden nasibini alanlar, yolda karşılaştığı
yaralı askerde hakkına düşeni alır. Bir düşman
gibi davranmaz ona, yardım eder. Öfkesi
dinmemiştir, davasından vazgeçmemiştir ama
o askere şifa dağıtmaktan alamaz kendisini.
Asker evi saydığı bu ormanı, kendi varlığını
bombalayanlar tarafındadır. Başta ona istediği
Kosmos şifa veren bir gezgin suyu vermeyerek bir üstünlük yaratmaya çalışsa
gibidir. Şefkate aç, hasta bir şehre koşarak şifa da onu da bekleyen bir ailenin varlığı, çocuğun
dağıtmaya gelir. Robin Hood gibi bir hırsızdır hiçbir şeyden haberdar olmayışı ya da onu
gözümüzde, dükkanlardan çalıp ihtiyacı etiyle kemiğiyle karşısında aciz görüşü eşitler
olanlara dağıtır. Kosmos, köydeki insanların durumlarını. Ayrılırlarken asker belki bir gün
onu ‘Aşk istiyorum ben, para değil’, ‘Allah bir çay bahçesinde otururuz der. Oysa onun
insanı doğru yarattı fakat onlar çok düzenler hayatında aynı dantelli tayt gibi çay bahçelerine
aradılar’ gibi laflarını, bocalayan benliğini de yer yoktur. Vurulup ağaçtan düştüğünde ona
anlamadıkları için yine koşarak uzaklaşmak yardım etmeye, onun yaralarını sarmaya gelir
zorunda kalır bu şehirden. Silueti karların bu sefer hayvan dostları. O kayanın üzerinde
arasında kaybolur gider. İnançsızlığa yapılan vurulmuş yatarken kadrajın içine hayvanları
bir ağıt gibidir. Jîn’de aynı Kosmos gibi şefkat koyuyor Reha Erdem. Jîn’e eşlik ederken filmin
dağıtır. Onlara ‘Size sarılmaya geldim’ demez sonu geliyor ve son izleyicilerin bakış açısına
belki ama tüm dostlarına yardım etmeye ve kalıyor. Günümüz koşulları düşüldüğünde, bir
şefkat göstermeye çalışır. Doğayı dinleyen, de barış lafının dillerde dolanmaya başladığı
yalnız olmanın korkusuyla doğanın içine sığınıp bu günlerde ben, umut görmek için bakıyorum
onunla arkadaş olan bir karakter çıkar karşımıza ekrana ve Jîn’in gözlerinde o gücü görüyorum.
tıpkı masallardaki gibi. Beş Vakit’te Yıldız’ın,
Ömer’in, Yakup’un ormanın içinde uyuyup Berna Naldemirci
kaybolması gibi Jin de bu ormanı evi kabul
eder. Gerçeklikte ormanında vahşi bir doğası (1) Yücel, Fırat. Reha Erdem Sineması:
vardır. Bir ayı ile karşılaştığınızda ona elma verip Aşk ve İsyan, Çitlembik Yayınları, 2009 sayfa 146
uğurlayamayabilirsiniz. (2) Altyazı, sayı 126 Reha Erdem
Dikkat ederseniz Reha Erdem söyleşisi
hayvanlarla insanların ilişkisine değinmeye (3) Suner, Asuman. Hayalet Ev, Metis
çalışır filmlerinde. Kosmos’ta insanın başına Yayınları, 2005
gelenle hayvanın başına gelenin aynı olduğunu (4)Korkuyorum Anne’de Ali’nin,
göstermeye çalışır. Montajla köpeklerin kavgası Kosmos’ta Kosmos’un repliği
üzerine, insanların kavgasını koyar. İnsan
ve hayvanı birbirinden ayıran o ‘düşünme’
18
Master Class: Peter Weir
Truman Show
Peter Weir’in 1998 tarihli The Truman törpülenir. Bu filmlerde tasarımlanan sahne
Show filmi, giderek bir gösteri toplumuna bugünden sonraki bir geleceği sergiler ve
dönüşen çağımızın hoşnutsuzluklarını gözler izleyici için bu zamansal “uzaklık” en azından
önüne seren bir film. The Truman Show rahatlatıcıdır. Çünkü bu sorun bugünün değil,
hemen hemen aynı yıllarda çekilen Gizemli yarının meselesidir ve aradaki sürede gözümüzü
Şehir (Dark City, 1998) ve Matrix (1999) kapayıp bir süre daha mutlu mesut yaşantımıza
gibi, insanın yaşadığı çevreyi sorguluyor ve devam edebiliriz.
kendisini, Shakespeare’nin ifadesiyle, “Bir ceviz The Truman Show yine “seçilmiş” bir
kabuğunun içinde yaşayıp kendini evrenin insanı karşımıza çıkarır ama bu insan olgunluğa
hükümdarı” sanan insanın dramını ortaya ulaşıp başkalarını kurtarmak için atılan cesur
koyuyor. Bu insan hayata konumlandığı yerden kahramandan çok uzaktır. O normal, yaşadığı
bakarak, ve en doğru bakışın bu olduğunu sahte gerçekliğin çok da farkına varamayan bir
düşünerek, kendisini “özne” sanıyor ama kişidir, ta ki çevresindeki gelişen olaylardaki
aslında kendisine çevrilmiş binlerce gözün bir “mantıksızlıkları” fark etmeye başlayana
“nesnesi”. Dikizlendiğinin ve doğal zannettiği dek. Ama bu uyanıştan sonra onun için esas
şeylerin kurgulandığından haberdar olmayan sorun kendisinin kurtuluşudur ve asıl niyeti
bu insanın kendi gerçekliğini fark edip yaşadığı başkalarının bakışlarından kaçmaktır. Böylece
bu “cennetimsi” adadan sıyrılabilmesi, tabii ki Weir klasik kahraman hikayesini tersine çevirir,
dinsel anlatıda olduğu gibi “kolay” olmayacaktır. kahramanı esas olarak toplumun kendisinden,
Çünkü gösteri toplumunda onun asıl değeri onların “göz”lerinden kurtarmaya çalışır.
görseldir ve milyonlarca insan sizi dikizlemek Toplum kendi hayal ve isteklerini bir başkası
isterken kaçmak nafile bir çabadır. Herkes üzerinden yaşamaya başlamıştır ve onların
kahramanı izleyip bu dramanın nasıl devam kurtuluşu önceliğini kaybetmiştir.
edeceğini öğrenmek istemektedir. Bu yüzden Filmin başında bir kadın izleyici The
Truman için kurtuluş, bir tür modern ütopik Truman Show’un onun için anlamını şöyle
bir anlam içeren, «gözlerden ırak olma” çabasıdır ifade eder, “Benim için, özel hayatımla herkesin
ve klasik kahramanın hikayesinden farklıdır. görebildiği hayatım arasında bir fark yok.
Bakmak ya da bakmamak Yaşamım... Benim yaşamım, zaten Truman
Show.” Bu şov barda birasını yudumlayanlar,
evde, üzerinde Truman’ın resminin basılı
olduğu yastığa sarılıp, pür dikkat programı
izleyen yaşlı kadınlar ya da küvetinin hemen
yanı başına koyduğu TV’den programı canlı
olarak izleyen kişiler için kendi gündelik can
sıkıntılarından kurtulmanın yegane yoludur.
Çünkü “Truman Show... Bir yaşam tarzı,”dır
ve yönetmenin vurguladığı gibi gerçektir. Şov
Gizemli Şehir ve Matrix’te kahramanın ve gerçeklik birbirine zıt gibi görünse ve zaten
yolculuğu esasında tüm topluma kurtuluş zıt olsa da bunun üzerinde o kadar da durmaya
getiren, onları yaşadıkları sahte mutluluktan gerek yoktur. İzleyici için gerçeklik çevresi
kurtaran ve tüm sistemin «yeniden” kurulup, değil, televizyondaki görsel gerçekliktir; gösteri
işletilen reformlarla toplumsal yapının bekasını toplumunda görüntü iktidarın kendisidir
sağlayan bir sonuca bağlanır. Kahraman zaten ve onlar için “olmak ya da olmamak”ın
bir şekilde diğerlerinden ayrışmış, farklı ve anlamı “bakmak ya da bakmamak”tır. Bir
“seçilmiş” olduğunu ispatlamıştır ve amacı bu şey bakılmaya değmiyorsa var olmayı da hak
gerçeklikten habersiz insanları “gerçeğin çölüne” etmiyor demektir.
davet etmektir. Böylece devrimci görünen Kahraman başkalarının “nesnesi” olarak
çaba uysallaştırılıp keskinlik ve aşırılıkları varlığını sürdürür. Eğer o, olur da kendini
20
Peter Weir Filmleri
bunlardan kurtarmaya çalışırsa, herkes hem başlarda olduğu gibi sık sık endişe içinde
kahramanın kurtulmasını isteyecek, hem kalır. Beyaz turnikeden geçip birkaç adım
de istemeyecektir. Çünkü bu oyun biterse, attığında sağ tarafındaki batık sal dikkatini
“son gelmiş” olacaktır. Otuz yıldır soluksuz çeker. Bu sal gibi batıp yok olmanın derin
izlenen bu drama biterse toplum yeni bir korkusunu duyumsar. Eli ayağı tutmaz, çok
“izlenecek şey” bulmak zorundadır ve ona geçmeden “Trumanya”ya geri dönecektir. O bir
alışması, salt ona “bakarak” verdiği “emek” bile
bir çırpıda bitecektir. Truman isyan bayrağını
çekip çevresinde olan bitenleri sorgulamaya
başladığında bu şovun yönetmeni kadar
izleyiciler de tedirginliğe kapılır. Görünüşte
herkes Truman’ın “başarıya” ulaşmasını
istemektedir ve o bin bir türlü zorlukların
üstesinden geldikçe herkes tırnaklarını
yemekte, kendi gündelik yaşamındaki
görevlerini bile ihmal etmektedir; böylece yandan modern insanın en büyük hastalığını
izlenme oranları da rekor üstüne rekor taşımaktadır; iç sıkıntısı, ama öte yandan
kırmaktadır. Buna karşın bir otoparkta yine aynı insanın en büyük korkusunu taşır;
çalışan iki güvenlik görevlisinin şov bittiğinde değişim. Truman yedi yaşından beri arkadaşı
gösterdiği tepki izleyici için şovun nasıl bir olan Marlon’a “Hiç bunaldığın olmaz mı?”
doyum aracı olduğunu gösterir. Çünkü bu diye sorar, “Şiddetli gezme arzusu.” Marlon
izleyiciler bu şov biter bitmez ilk olarak ise “Gezilecek neresi var ki,” diye cevap verir.
“televizyon rehberi” arayışına girişir. İzlenecek Truman özlemle “Fiji” dediğinde, Fiji onun
bir başka şey bulunmalı, şov kaldığı yerden için sadece lisedeki aşkının gittiği yeri ifade
devam etmelidir. Tam bu aşamada izleyici ve etmez, Fiji, içindeki yaşadığı dünyaya en uzak
kahraman arasında ironik bir zıtlık yaşanır. noktadır. Truman gidebildiği kadar uzağa gidip,
İzleyici kendi sıkıntılarından kurtulmak için bu iç sıkıntısından kurtulmak istemektedir
The Truman Show’u izlerken, Truman da kendi ve sevdiği kadının gözleri, o hep dergilerdeki
sınırlarından kurtulmak bu şovdan kaçmaya kadınların resimlerinden parçalayarak aldığı
çalışır. Truman’ın elde etmek istediği şey, ve “aradığı” gözler, salt aşkı ifade ettiği için
izleyicilerin kaçmak istediği şeydir. Herkes değil, Truman’a yaşadığı bu dünyanın ötesinde
sıkıntı içindedir ve gerçeklik karşısında hayaller bir şeylerin hala var olduğunu hatırlattığı
yegane çözüm yolu gibi gözükür. için değerlidir. Alternatifsizlik bir iktidarın
Kahramanın yolculuğu hegemonyasını pekiştirmek için kullandığı
Klasik anlatılarda “dışarısı”, ya da en önemli araçlardan birisidir ve başka
kahramanın olgunlaşma için çıkmak zorunda bir dünyanın hayali, hatta gölgesi bile onu
olduğu “yolculuk” sonunda verili sistemin korkutmaya yeterlidir. Truman bu alternatif
olumlanmasıyla biter. İlk başta kahramanımız için eyleme geçtiğinde çevresindeki tüm iktidar
heyecan içinde bu alışık olmadığı, dahası içine birden ete kemiğe bürünür ve onu “içerde”
“zorla atıldığı” dünyayı gözlemler, onu eski tutmak için sonu gelmez ayak oyunlarına
“sıkıcı” hayatıyla karşılaştırır; bu sırada pek başvurur.
çok zorlukların üstesinden gelerek “büyür”. Ancak sınırlar zorlanmıştır. Artık
Bu anlamıyla “dışarısı” insanın yaşadığı yaşadığı çevre Truman’a yetersiz gelmektedir
toplumdaki/çevredeki hoşnutsuzlukların ve bu “bunaldığı” yerden kaçıp kurtulmak için
bir dışavurumudur. Bu yenilik arayışı içinde çabalar. Truman bu yönüyle kendisi alabildiğine
devrimci bir unsur taşır ve eski yapının içine nesneleşen, ya da herkesin yaptığını yapıp,
sığmayan toplumsal değişikliklerin gelişini giydiğini giyip, içtiğini içerek “farklı” olduğunu
haber verir. Truman da film boyunca içinde duyumsayan modern insanın trajedisini
yaşadığı bu adadan kurtulmak isterken, serimler. Herkes ona bu yenilik peşinde
21
Peter Weir Filmleri
koşmanın zararlarından bahsedip durur. minik kutuya pür dikkat kesilir, o kutunun
Yenilik, yeni diyarlar, yeni ilişkiler sonunda ne dışındaki yaşama bakamaz. Truman kurtulmak
getireceği bilinmeyen “tehlikeli” mecralardır için didindiğinde el çırpmaları kendi
ve modernist yenilik arayışı korkutucu umutsuzluklarını telafi etme çabasından başka
olmanın yanında “zahmetli”dir ve “masraflı”dır. şey değildir. Truman zaten herkes olduğu için,
Truman’ın sahte eşi Meryl, Truman’daki bu Truman’ın Fiji’ye doğru bir yolculuğa çıkması,
arzuları bastırmak için birikimlerinin çarçur en az kendileri çıkmış kadar onları sevindirecek
etmemeyi, bir çocuk sahibi olmayı, o her ama televizyondan gözlerini uzaklaştırıp
gün sürdüğü yaşamı bol reklam soslu sunup kendi yaşamlarıyla baş başa kaldıklarında bir
durur. Çünkü bu şov, milyonlarca insanın başka “heyecan verici” hikaye bulmak için
kendi gerçekliği karşısında sığındığı bu şov, didineceklerdir; yeter ki bu hikaye gerçek olsun.
reklamlarla ayakta durmaktadır ve dışarıya Hatta kendi hayatlarından bile “daha gerçek”!
çıkmak kadar “içerde” kalmanın da bir bedeli İnsanların ellerinde bir senaryonun
vardır. Böylece kapitalizmin reklam endüstrisi olmaması, onların «rol» yapmadığı anlamına
yönetmenin ifade ettiği gibi onun “hücresi”nin gelmez. Sosyal psikoloji insanın toplumsal
büyümesine ve varlığını sürdürmesine hizmet yaşamdaki konumlarını rol diye isimlendirir
eder. çünkü tüm toplumsal yaşam kültürün ağlarıyla
Uygarlık ve iktidar örülüdür ve nerde ne yapacağımız, daha
Truman yerleşik hayata geçen insanın doğrusu ne yaparsak bunun “kabul edilebilir”
dramını da sunar bize. Bu evsiz yurtsuz ama olduğu biz daha doğmadan önce belirlenmiştir.
her gün yeni bir şey görmenin heyecanını Uygarlık da insanların birbirleriyle kurduğu
yaşayan o “barbar”, artık hepten “yerleşmiş”
uygar insana çok uzaktır. Uygar insan yerleşik
hayatın hegemonyasında basit bir nesnedir.
Dışarıda da yenilik adına bir şey yoktur, her
şey keşfedileceği kadar keşfedilmiştir. Şovun
yönetmeni Christof, Truman bu “adadan”
kurtulup dışarı çıkmaya yakınken, Truman
içinde yaşadığı bu dünyanın ne kadar güzel
olduğunu anlatır ve dışarıda “daha güzel” bir
dünya bulamayacağını vurgular. Çıkacağı
yolculuğun sonunda duyacağı tek şey sıla kabul edilebilir davranışlar listesiyle oluşturulur
hasreti olacaktır. Christof bunları söylerken ve “norm”dan her sapma “anormal” yaftasıyla
haklıdır. Truman dışarı çıktığında ne bulabilir? damgalanır. Truman da zaten otuz yaşına
Bulacağı şey aslında kendi Trumanyası’nın kadar “normal” bir insandır. Ne zaman ki
bir büyük hali: Trumanya küçüktür, figüranlar yaşadığı gerçekliği sorgular, çevresindeki herkes
sınırlıdır ve herkes belirli bir senaryoyla bir bunların bir saplantı olduğunu, gökyüzünden
“döngü” içinde hareket eder. Buna karşın dünya düşen spot ışığın, radyo frekansının
bundan çok mu farklıdır? Gezip görülecek karışmasının, asansördeki kamera ekibinin
daha çok yer, çok daha geniş bir figüran listesi gerçek olmadığını sezer, karşı iddiaları duyunca
ve her şeyin doğal olduğu bir yer(mi?)dir dünya. bu tür davranışların “kabul edilemez” olduğunu
Burada pek çok insan yoğun bir hareketlilik özellikle vurgular, Truman’a deli muamelesi
içindedir ama onları asıl yönlendiren “yenilik yaparlar. Polisler “nükleer felaketin kıyısından”
arayışı” değil, eski haliyle “yaşayamayışı”dır. kurtardıkları Truman’ı eve getirdiklerinde
Truman en azından kendi yaşamını uyarmayı da ihmal etmezler, bir daha ki sefere
sorgular, dışarıdakiler bu erdemden de “kayda geçirilecek”tir her şey. Siz anormal
uzaktır. Çünkü hepsi kendi yaşamlarını ele olursanız yollar kapanır, en yakın arkadaşınız
almaktan çok uzak kişilerdir ve işi gücü bırakıp bile size “sakin olmayı” salıklar. Bunlara devam
Truman’ı seyre dalmışlardır. Onlar önlerindeki ederseniz, kınanır, dışlanır, cezalandırılırsınız.
22
Peter Weir Filmleri
Uygarlığın gayet sistematik-hiyerarşik bir ağı bilincindedir. Ona göre bir kişinin en büyük
vardır ve normdan her sapmayı “tedavi etmeye” kahramanlığı en azından kendini kurtarmasıyla
yarayan kullanışlı yöntemleri mevcuttur. Bunlar sağlanır. İnsan her ne olursa, kendisine sunulan
da işe yaramazsa tımarhaneler ve hapishaneler “cennet” ne kadar güzel olursa olsun bir süre
gereken görevi görür. Truman›ın en azından sonra iç sıkıntısına düşmekte, bir kadının,
sıyrılıp çıkacağı bir çerçevesi bulunur ve o Sylvia’nın, ona uzattığı bilgelikle karmaşanın
gözlerini kapatıp bu sınıra dokunmuştur. Peki, hakim olduğu o kasvetli dünyaya adımını
toplumsal yaşamın alabildiğine esrarengiz atmaktadır. Biz biliriz ki Truman bu “daha
gösterildiği bir yerde, normal bir insanın, hele büyük” dünyaya gittiğinde eskisinden daha
hele onun Fiji’ye gidecek kadar parası da yoksa, yoğun ve anlaşılmaz bir dünya bulacaktır.
çevresindeki sınırlar alabildiğine belirsizse, Gösteri toplumu onun sağabileceği kadar
kendisine binlerce yıldır sunulmuş kültürel sütünü sağacaktır ve Fiji’ye gitmek onlardan
senaryodaki rolünü oynamak dışında ne çaresi kurtulması için yeterli değildir. Buna karşın, o
vardır? gene de kendi sınırlarını zorlayan modernist bir
figürdür. Çünkü Truman herkesin bir başkasına
bakıp kendini unuttuğu bir dünyada, kendine
bakma cesaretini gösterir. Kendini bilmek,
kendi sınırlarının farkına varmak, ayaklarına
dolanan zincirleri hissetmek özgürlüğe atılan
ilk adımdır ve bu adım en azından bireysel
olarak atılmıştır. Toplum hala uykuda, o
güzel “Amerikan Rüyası”nı görmeye devam
etmektedir. O halde onlara söylenecek en güzel
söz şudur. “Olur ya belki sizi göremem, iyi
günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.”
Mikail Boz
Weir’in kahramanı klasik kahraman
olmadığı gibi toplumu da kurtarılması gereken
toplum değil -çünkü bu idealist iyimserlik
çoktan sona ermiştir- tersine kurtulmanın
gerektiği bir yapıdır. İlkel toplum Thomas
Hobbes’e göre “herkesin herkese karşı savaştığı”
bir toplumdu. Weir’in bize sunduğu toplumsal
yapı ise, iktidarın ve çevrenin de bireye karşı
savaştığı bir yer olarak tasvir edilir. Ona göre
toplum gösterilerle ilgilenmektedir ve gösteri
bittiğinde aklına en yaratıcı fikir olarak
televizyon rehberine bakmak gelmektedir;
oralarda bir yerlerde bir başka gösterinin devam
ettiğine emindir bu insan.. Onlar bir kez
“bakmaya” alışmıştır ve bakmayınca kendilerini
rahatsız hissederler. Kahramanın “sıkıntısı”
toplumun “alışkanlar”ına ters düşer ve
kahramanın kurtuluşu ile toplumun kurtuluşu
eskiden olduğu gibi “uyumlu” değil, zıttır.
Weir’in hikayesi “mutlu son”la bitmiş
görünürse de gerçeklikte mutlu biten bir şey
yoktur. Weir hiç değilse bireyin cesaretini
kutsar ve bunun toplumsal yozlaşma karşısında
parça parça ve göreceli bir başarı olduğunun
23
The Last Wave
24
Peter Weir Filmleri
farklı anlamlar taşıyor. Taşlar film için de oldukça kutsal bir yere konumlandırmaktadır.
Fakat yönetmenin yerli halkın sorunlarına
çok az değinmesinin ya da dini ve kültürel
değerlerini romantikleştirmesinin bir eksik ya
da kusur olduğu tartışılır. Anlattığı hikayenin
türü ve akışı gereği bunlar, Weir’in bilinçli
ve bir bakıma doğru tercihleri gibi duruyor.
Zira Weir’ın kamera kullanımı, kadrajı
konumlandırması ve ses bandındaki değişimler
filmin gerilimini tırmandırma ve heyecanı
artırma konusunda hikayeye çok iyi hizmet
ediyor. Filmin büyük bölümünde Weir, sırtını
görüntüye ve sese, kısacası işin zanaatkarlığına
oldukça önemli. Öyle ki tüm olayları tetikleyen yaslıyor. Bu konularda uzmanlığı zaten
cinayet bu taşlardan bazılarının çalınması tartışılmaz bir usta için bu hamlenin çok doğal
sonucu gerçekleşiyor. Murkurul’u temsil eden ve doğru olduğu da kesin. Hikayesindeki kimi
taş da filmin dinamolarından biri. David zayıflıklar filmi biraz aşağı çektiği için The Last
rüyasında bu taşı gördükten sonra Aborjin Wave’e başyapıt olmanın ucundan dönmüş bir
kültürüne dair sırların peşine düşüyor ve en film denebilir.
azından bazı sorulara cevap bulmuş oluyor. Weir, The Last Wave’de ilk bakışta
Bu soruların bir kısmının cevapsız kalması da ele aldığı konuyla oldukça cesur bir işe
doğrudan yerli inanışıyla ilişkili. İnanışa göre kalkıştığını hissettiriyor. Bir bakıma öyle de
geleneklerine bağlı bir Aborjin, rüyalarına dair yapıyor belki ama film ilerledikçe adımlarını
sırları saklamalıdır. Aksi halde, cezası ölümdür. temkinli ve risk almadan atıyor. Hikayeyi
Filmde Charlie isimli Aborjin kabile liderini taşıdığı noktada büyük cümleler kurmak yerine
canlandıran Nandjiwarra Amagula; gerçekten zanaatine odaklanıyor. Sinemayı anlatım aracı
de inançlarına bağlı, ileri gelen bir kabile olarak ustalıkla kullanabildiğini gösteriyor.
üyesi. Pek çok konuda filme danışmanlık da Film, başrolünde Amerikalı bir oyuncuya
yapan Amagula, taşlardan bahsetse bile gerçek yer vermesinin de katkısıyla, Peter Weir’a
sembolleri Weir’a açıklamamış ve filmde Hollywood’un kapılarını açar ve onun dünya
semboller sanat ekibince oluşturulan sahte çapında ün yapmasına ön ayak olur. Bu filmin
semboller kullanılmış. Amerikan seyircisinden gördüğü ilginin, kısa
18.yüzyıldan itibaren İngiliz süre içinde Weir’ın bir önceki filmi Picnic at
sömürgesi altında yaşayan Aborjin’ler bir Hanging Rock’ın (1975) da ABD’de vizyon
çok ırkçı tutuma maruz kalıyor. Ancak şansı yakalamasını sağlaması, yönetmenin adını
filmde bunlardan çok fazla söz edilmez. Weir akıllara iyice yerleştirdi. Weir Hollywood’da
daha çok yerli kültürünün mistik yapısına da başyapıt mertebesine ulaşmayı kıl payı
odaklanmayı tercih eder ve bu yapıdan kaçıran kalbur üstü filmler çekmeye devam etti.
gerilimli bir öykü çıkarır. Birkaç sahnede Peter Weir, sinemaya dair son sözünü henüz
Aborjin’lere karşı kimi önyargılara ve bu söylememiş gibi gözüküyor.
önyargıların yanlışlıklarına değinse bile bu
eleştirel tavır filmin çok küçük bir bölümünde Serhad Mutlu
yer alıyor. Filmin bir kaç sahnesinde
David meslektaşlarınca cinayet davasını ve
Aborjin kültürünü romantikleştirmekle ve
“doğa üstü zırvalara” kendini kaptırmakla
suçlanır. Weir bu suçlamalara eleştirel bir
yaklaşım göstererek filmin anlattığı hikayeyi
romantikleştirmediğini iddia eder. Ne var
ki Weir filmde kullandığı mistik öğeleri
25
Picnic at Hanging Rock
Picnic at Hanging Rock, Avusturalya sonucu yaşadığı şok ve birkaç yara dışında
Yeni Dalga sinemasının önde gelen ciddi bir sorunu yoktur. Aldığı yaralara bakınca
yönetmenlerinden Peter Weir’in 1975 kayalıklardan düşmüş olmasına da pek ihtimal
yapımı filmi. Film Joan Lindsay’in aynı adlı verilmez. Sıra dışı bir olay söz konusudur.
romanından uyarlanmıştır. Başrollerini Helen Irma’yı muayene eden doktor,“Orada gerçekten
Morse, Rachel Roberts ve Vivean Gray’in neler olduğunu bilmek için kafamı verirdim.”
paylaştığı, Avusturalya sinemasının uluslararası der. Peter Weir’in seyirci üzerinde yaratmaya
üne kavuşmuş en önemli filmlerinden biridir. çalıştığı ve bu konuda da başarılı olduğu etki
Film, 1900 yılında Avusturalya’da tam olarak budur. Film kızların nasıl ve neden
geçiyor. Appleyard Koleji, bir özel yatılı kaybolduğuna dair hiçbir kesin bilgi vermez
kız okulu, 1900 yılının sevgililer gününde izleyiciye. Fakat teoriler üretebilmesi için de
“Hanging Rock” adlı dağlık bölgeye gezi birkaç kapıyı açık bırakmıştır.
düzenler. Hanging Rock’ı gezmeye çıkan üç Filmdeki çoğu karakterin de başta
kız öğrenci, Miranda (Anne-Louise Lambert), şüphelendiği üzere, kızların tecavüze uğrama
Irma (Karen Robson), Marion ( Jane Vallis), ve veya cinayete kurban gitme ihtimalleri
bir öğretmen, Greta McCraw (Vivean Gray), vardır. Edith’in olay yerinden çığlık atarak
gizemli bir şekilde kaybolur. Irma bir hafta uzaklaşmasının sebebi belki de budur.
sonra bulunur, fakat olay hakkında hiçbir şey Döndüğünde kıyafetleri parçalanmış, fakat
hatırlayamaz. önemli bir yara almamıştır. Ya da kayalıklarda
Picnic at Hanging Rock, kurduğu deprem olmuş ve kayaların altında kalmış
gizem, boşluk ve cinsel bastırılmıştık temalarını olabilirler. Hatta doğaüstü güçler tarafından
ön plana çıkarıyor. Kızların kayboluş yolculuğu kaçırılmış bile olabilirler. Yönetmen bu
bu gizemlerin başlangıcını oluşturuyor. ihtimalleri doğrulayabilecek kanıtlar
Miranda’nın kayalarda geziye çıkmak için sunmazken, yalanlamamız için de hiçbir sebep
Matmazel de Poitiers’den (Helen Morse)
izin aldıktan sonra el salladığı sahnede film
normal akışını bir süreliğine bırakır ve bir yavaş
çekime geçer. Yazın öğle vakti güneşin altında
görülen hayallere benzeyen bir yavaşlıktır
bu. Potiers, Miranda’yı bir Boticelli meleğine
benzetir. Benzer bir sahne üç kızın kayalıkların
arasından geçerek kaybolduğu anda da yaşanır.
Kayalıkların arasından geçmeye cesaret
edemeyip arkada kalan Edith (Christine
Schuler), diğer üç kızın geçişini bir hayal gibi vermiyor. İstediğimiz hikâyeye inanmamız için
görür. Miranda’ya oraya gitmemesini söyler, bizi özgür bırakıyor.
fakat Miranda onu duyuyor gibi gözükmez. Film, gerçekliği sorgulatan bir
Ardından Edith büyük bir çığlıkla Hanging atmosferde ilerliyor. Miranda’nın filmin
Rock’tan uzaklaşır. Kızların başına gelen başında Edgar Alan Poe’dan alıntılayarak,
korkunç bir olaya tanık olmuş gibidir. Burada “Gördüğümüz ve gördüğümüzü sandığımız
yönetmenin bizden bir şeyleri gizlediği hissine şey bir rüyadan başka bir şey değil. Rüya
kapılırız. Edith’in çığlığına neyin sebep olduğu içindeki bir rüyadan.” diyerek bu atmosfere
konusunda yönetmen pek ipucu bırakmamıştır. girmemizi sağlıyor. Fakat bu sorgulama
Kaybolan kızlardan Irma, olaydan Truman Show (1998)’dakinden farklı bir
bir hafta sonra, hafızasını kaybetmiş bir halde şekilde ilerliyor. Truman Show’da Peter Weir,
bulunur. Kayalıklarda geçirdiği bir hafta Truman Burbank’ı ( Jim Carrey) sınırlarını
26
Peter Weir Filmleri
27
Ölü Ozanlar Derneği
Ölü Ozanlar Derneği ya da Duvardaki şiirde kalıplar yoktur der. Filmde açıkça
Tuğlanın Güncesi manifestosunu açıklar “ Kim ne dersin desin,
“Bu duygunun Latince karşılığı “ Carpe Diem” kelimeler ve fikirler dünyayı değiştirebilir.” Bir
dir. Ne anlama geldiğini bilen var mı?” edebiyatçı olarak kelimelerin gücüne inanır
Diye sorar derste edebiyat hocası Bay Keating. Bay Keating. Hayatta da tek bir doğru yoktur.
Bu soru sadece Welton akademisi öğrencilerine Herkes avukat olmak ya da iyi bir mühendis
değildir, aynı zamanda seyirciye sorulur: “Carpe olmak zorunda değildir. Herkesin doğrusu
Diem” ‘in gerçekten anlamını biliyor muyuz? farklıdır. Sınıfta masaların üzerine çıkartır
Sözlük karşılığı ”anı yaşa”dır. Öğrencilerin öğrencileri, böylece her gün girdikleri sınıfa
tam olarak kelimenin karşılığını anlamadığını farklı bakmalarını sağlar.
düşünür Bay Keating bu yüzden onları eski Film Amerika’daki bir katolik
mezunların fotoğraflarını gösterir. Siyah beyaz okulunu anlatsa da hikaye tanıdıktır. Welton
fotoğraflar çok uzak bir zamana ait gibidir, akademisi başarı odaklıdır. Söz konusu okul
öğrenciler önünden geçerken fark etmemiştir ilkelere sahiptir (Gelenek. Şeref. Disiplin.
bile. Oysa o fotoğraftakiler de genç olmuşlardı
bir zamanlar ve umut doluydular. Aynı sıraları
doldurmuşlardı. Hayat farkına varmadan bizi
hizaya sokar. Mevzubahis okul mezunları
Amerika’nın en iyi okullarına öğrenci yetiştiren
bir kurumdur, bu yüzden o fotoğraftakiler
28
Peter Weir Filmleri
çözmekten ya da medeni kanun 25.maddeyi hayaletiyle savaşır aslında, her baba çocuğa
ezbere bilmekten. Pek tabi CV için bir STK’da olmak istediği kişinin gömleğini giydirmeye
çalışmak bir dostla dertleşmekten değerli. Bu çalışır. Neil başrolü babasından izin almadan
arada yanlış anlaşılmasın aileler de çocuklarına kapar, Knox kız işlerine yönelir, Charlie ise anı
sanat dalıyla uğraşma demez , “ yap ama hobi yaşamaya karar verir. Babası Neil’ın oyununa
olarak yap” der. gider ve iyi oyununa rağmen ona destek olmaz.
Filmde de öğrenciler Bay Keating’i Çünkü Neil doktor olmalıdır, babası buna karar
araştırırlar ve filme adını veren Ölü Ozanlar vermiştir. Askeri okula gönderecektir babası
Derneği’nin varlığını sorarlar. Öğrenciler de Neil’ı. Neil bu baskıya dayanamaz silahla
aynı hocaları gibi okuldan kaçar ve mağarada hayatına son verir. Bu intihar okulda büyük etki
gizlice buluşup şiirler okurlar, kelimelere yaratır. Ölü ozanlar derneğinin yapısı çözülür,
sığınırlar. Okuldan kaçış sahneleri seyirliktir. Charlie okuldan atılır. Edebiyat Hocası Bay
O heyecanı ancak yaşayanlar bilir. Ancak bir Keating’in işine son verilir. Sıkı eğitim sistemi
kaçak anlar sadece kaçanın halinden. ‘Okul’un kendini toparlar, klasik bir edebiyat hocası
bir kuralını yıkmanın tadı gerçekten başka işe alınır. Bay Keating okuldan ayrılacakken
bir şeye benzemez. Çünkü yendiğiniz o yazılı öğrenciler sınıfta sıraların üzerine çıkar, aynı
kurallardır değildir, size yapamazsın diyen hocalarının öğrettiği gibi.
herkestir. O an anneniz, babanız, hocanız, Filmin sonunda seyirci olarak
o saçma sınavlar v.s. her şeye karşı galibiyet kafamız karışmıştır. Hayallerinin peşinden
alırsınız. Mağaraya kaçış ironiktir, Platon’u giden çocuk başarılı olmasına rağmen filmin
anımsatır; Platon’un söz konusu mağara sonunda intihar etmiştir. Aylak adamların
alegorisinde mağaradan dışarı çıkıp gerçeği lideri Charlie okuldan atılmıştır. Öğrenciler
görenler mağaradaki gölge oyunlarının hakikati hocaları okuldan atılırken herhangi bir direniş
yansıtmadığını fark ederler. Bakış açılarındaki göstermemişlerdir. Birileri diploma için yarışa
girebilir, birileri için para kazanmak, iyi meslek
sahibi olmak değerli olabilir. Peki ya sıradışı
şeyler yapmak?. Hocamız veda ederken ayağa
kalkmak yeterli midir? Sistem bakidir de
biz kendimize ancak ufak kaçışlar (mağara)
mı yaratabiliriz? Filmin kazananı olmasa
da hayatın anlamı filmde bir şiir dizesinde
geçer; “İnadına yaşamak istediğim için gittim
ormana/ Dibine kadar yaşamak ve iliğini
emmek istedim hayatın/ Bozguna uğramak
değildi hayat/ Ve ecelim geldiği zaman
engel kalkar ve mağaraya döndüklerinde yaşamadığımı keşfetmek de değildi.”
diğerlerine yanıldıklarını anlatmaya
çalışırlar. Bu bağlamda mağarayı okul olarak Seçkin Serpil
düşünebiliriz. Filmde de okuldan (toplum/
dayatma/ aile) kaçanlar da, şiirlere sığınan aylak
adamlardır.
29
Witness
30
Peter Weir Filmleri
bahşettiği, hayatı kolaylaştıran araçları başlar. Bu kuş evi aslında kendi dünyasını
kullanmayı reddederler. Çünkü onlar için temsil eder. Dürüst ve sorumluluk sahibi biri
bu araçlar aslında hayatı kolaylaştırmaz, olan John, eski akıl hocası bir yolsuzluk işine
kirletir. İlk zamanlar insan eliyle yapılan girdiğini öğrendiğinde inandığı kurumlar ve
araçlar, insanın yemek, barınma gibi basit değerler de yıkılmıştır. Amişlerle geçirdiği bu
ihtiyaçlarını karşılamak ve doğayı bu ihtiyaçlar zaman diliminde kendini tekrar şekillendirme
dahilinde şekillendirmek için üretilmiştir. şansı bulsa da yaptığı seçimler ve eski dünyası
Ancak bugüne geldiğimizde bu araçlar doğayı onu bırakmaz. Rachel, banyo yaparken John
yok etmiş ve bizi kendi ürettiğimiz araçlarla yanına gelir ancak onunla birlikte olmaz.
yalnız bırakmıştır. Ortada şekillendirilecek bir Kendi toplumuna göre ahlaksızlaşan Rachel’ı
doğa yoktur artık, sadece kendi gerçekliğimiz yine Amişlerin kurallarına uyan ve ikisini
kalmıştır. Bu yüzden Amişler John’un de zor durumda bırakmak istemeyen John
silahıyla birlikte sembolize ettiği değerlerden durdurmuştur. Sonraki sahnede Rachel’la
hoşnut değillerdir. Dini olarak bir insanın birlikte olsalardı ya Rachel’ın Amişlerden
öldürülmemesi gerektiğine, ancak tanrının bir ayrılmak zorunda kalacağını ya da onun
canı alabileceğine inanırlar. John’un geldiği Rachel’la kalmak zorunda kalacağını söyleyerek
dünyada ise bu durum tam tersidir, zira iyi ve kendini ve Rachel’ı bir seçim yapmaya
kötü insanlar kanun önünde belirlenmiştir, zorlamadığını görürüz. John’un kaldığı bu
bu kanunların uygulayıcılarından biri de ikilemi ise yine şartlar çözecektir.
John’dur. Samuel, John’un silahını bulduğunda Ortağı Carter’ın öldürüldüğü
dedesi onunla öldürmek üzerine konuşur. haberini aldığında John, Amiş kıyafetindeyken
Samuel’ın dedesi öldürmenin yanlış olduğunu, Amişlerle dalga geçen bir grup genci tartaklar.
Samuel’ın bir insanı öldürüp öldürmeyeceğini Amişlere tamamen ters olan bu durumda John
sorar, Samuel da sadece kötü insanları eski karakterine bürünmüştür. Genç gruba
öldürebileceğini söyler. Bir cinayete tanıklık saldırmadan önce Samuel’ın dedesi John’u
eden Samuel, artık dünyayı Amişlerden farklı uyararak ‘Bu bizim yöntemimiz değil’ der.
yorumlamaktadır. İnsanları düşündükleri Ancak John ‘Ama benim yöntemim’ diyerek
üzerinden değil, sadece yaptıkları üzerinden tekrar şiddete başvurur. Artık eve gitme
yargılamaktadır. Dedesi de bu cinayeti görerek vaktinin geldiğini anlayan John, kuş evini
onlardan birine dönüştüğünü söyler. kırdığı yere tekrar diker.
John’un gelişi Amişlerin gözünde Kendi dünyasında şiddetle sağladığı
sadece Samuel’ı kötü şekilde etkilemez. Rachel ahlak değerlerini ise son sahnede yine aynı
da John’a olan ilgisiyle toplumdan dışlanma şekilde ancak bu sefer bir Amiş evinde
noktasına gelir. John, arabasını tamir etmeye sağladığını görürüz. Yolsuzluğu yapan John’un
çalışırken radyo çalışmaya başlar ve müzikle eski akıl hocası ve adamları Rachel’ın evini
birlikte Rachel’la dans ederler. Amişlere basarlar. John, Samuel’ın güvenliği için ona
müzik dinlemek yasaktır ve yine John yirminci kaçmasını söyler. Samuel da onun kendini
yüzyıldan getirdiği bir araçla Rachel’ı kendi nasıl koruyacağını, silahının olmadığını söyler.
dünyasına çeker. Birbirlerini kendi dünyalarına John ise adamları yine kendi silahlarıyla
göre şekillendirmeye çalışan Rachel ve John bu öldürerek ve akıl hocasını etkisiz hale getirerek
ikiliği sembolize ederler. yolsuzluğu çözümler.Ancak bu sefer Amişler
John, Amiş köyünde yok etmek ve de ona yardım eder ve aslında ahlaken bir
öldürmek için kullanılan silahın aksine, bir şey pozisyon alırlar. Baştan beri kendi kanunları
inşa etmek ve oluşturmak için üretilen çekiç, dışında devletin kanunlarını ya da araçlarını
testere gibi araçlar kullanır. Hatta marangozluk kullanmayan Amişler, John’un yanında pasif de
yetenekleri onun Amiş toplumuna kabulünü olsa yer alarak karşı çıktıkları sistemin içinde
de getirir. Topluca inşa edilecek olan bir yer almışlardır.
evin yapımı için John’u da çağırırlar. John
ilk geldiğinde kırdığı kuş evini tamir etmeye Tilbe Cana İnan
31
Gelibolu
32
Peter Weir Filmleri
33
The Year of Living Dangerously
34
Peter Weir Filmleri
başlar, yağmurda güle güle arabalarına doğru Hamilton da ona yaklaşır ve büyük bir
koşarlar ve birbirlerine romantik bakışlar heyecanla suyun altında onu yakalamaya çalışır.
atarlar. Endonezya’nın doğası, insanları ve Kadın suyun yüzeyine doğru yöneldiğinde o
iç karışıklıkları; Hamilton’ın aşkının konu da arkasından yukarı çıkmaya çabalar fakat
edinildiği sahnelerde birer araç, birer bahane yüzeye çıkan kadın eliyle onun kafasını bastırır
haline gelir. Bir sahnede Hamilton’ın yanında ve onun yüzeye çıkmasına engel olur. Hamilton
Jill vardır ve ağzında sigarayla arabayı boğulurken uyanır. Hamilton, yöredeki
kullanmaktadır. Geceyi birlikte geçirecekleri insanların dünyalarına ulaşamaz. Endonezya’da
yere doğru yol almaktadırlar. Jill, Hamilton’ın ne kadar yolculuk ederse etsin kendini ülkenin
ağzındaki sigarayı eliyle alır, kenara atar ve insanlarından ayıran çizginin diğer tarafına
arabayı kullanırken Hamilton’la öpüşmeye, geçemez.
oynaşmaya başlar. Romantik bir soundtrack Hamilton Endonezya’daki
sahne boyunca devam ederken, karşılarına görevini tamamlamış, ülkeden ayrılmak
askerlerin kurduğu barikat çıkar. Son süratle üzere havaalanına doğru yol almaktadır. Bu
barikatı aşarlar ve askerler arkalarından ateş sırada yol kenarında Endonezya ordusunun
açar. Askerleri de atlattıktan sonra gülmeye ve muhafazakar kanadının yerel halkı toplayıp
öpüşmeye devam ederler. Karşımızdaki sahne, komünist oldukları gerekçesiyle kurşuna
doğunun beyaz adamın macerasına meze dizdiğine tanık olur. Askerler arabalarını
olmasının en saf göstergesidir. Onun aşkı söz durdurur ve Hamilton’a kimlik sorarlar.
konusu olduğunda diğer her şey önemini yitirir. Hamilton, büyük bir telaş ve korkuyla
Filmde Hamilton’ın Endonezya’ya gazeteci kimliğini uzatır. Askerler geçmesi
yaklaşımını değiştirmeye ve onun daha için izin verince sevinç içinde yoluna devam
derindeki gerçeğine nüfuz etmeye yönelik eder. Binlerce insanın infaz edildiği tarihsel
çabaları da görülüyor zaman zaman. bir olaya tanık olmuş olmasının da bir
Raporlarından birini Endonezya halkının önemi kalmamıştır artık. Havaalanında kaos
yoksulluğuna ayırılıyor, bunu şiirsel ve ağdalı hakimdir, askerler Hamilton’ın ses kayıt
bir dille anlatmaya koyuluyor. Raporun cihazını alır ve kurcalamaya başlar. Hamilton
sonundaki sözler şu şekilde: “Kıtlık denen cihazı umursamaz ve direkt uçağa yürümeye
ızdırabın içinden bir rüyadaymışçasına başlar. Fonda huzurlu, sakin bir müzik
geçiyorum.” Görüldüğü üzere, bunu yaparken çalmaktadır. Uçağın kapısında onu bekleyen
bile kendini bahsettiği konudan dışarıda Jill’e sarılmasıyla film sonlanır. Hamilton
tutma, konuyu gerçekle bağı olmayan bir Endonezya’ya dair her şeyi geride bırakmış
fantezi dünyasının ürünü haline getirme ve ve aşkına kavuşmuştur. Ülkede katliamların
duygu durumunun konunun önüne geçmesi başlamasıyla, Hamilton’ın öyküsünün
gerçekleşiyor. Hamilton kendi kimliğinden Hollywood mutlu sonuyla bitmesi arasındaki
sıyrılamadığı için, tarihsel koşulların onu alakasızlık, absürtlük ve tezatlık beyaz adamın
konumlandırdığı mevkiden ayrılamadığı dünyasıyla “ötekilerin” gerçekliği arasındaki
için Endonezyalıların tecrübeleriyle uzlaşmazlığı en güzel biçimde ortaya koyuyor.
özdeşleşebilmesi ve dolayısıyla bu tecrübeleri
aktarabilmesi mümkün olmuyor. Can Önalan
Hamilton’ın PKI üyesi güzel ve
gizemli bir kadının evinde konaklarken
gördüğü kabus da beyaz adamın “ötekileri”
anlamasının, onlarla birleşmesinin,
uzlaşmasının imkansızlığına vurgu yapıyor.
Rüyasında, ev sahibi kadın havuzun dibinde
yüzmektedir ve Hamilton’a gülümser.
35
The Way Back
36
Peter Weir Filmleri
yüksek bütçeli bir doğa belgeseli kalitesinde. görüyoruz. Çöl sahneleri ise filmin en uzun
Doğu Asya’nın birçok doğal güzelliğini ve tutulan kısmı. Son kısımlarda yer alan ve
el değmemişliğini izleyiciye oldukça başarılı oldukça zorlu bir yolculuk olacağı resmedilen
bir ışık ve renk ile sunuyor. Neredeyse hiç Himalayalar ise neredeyse hiç gösterilmemiş.
yakın plan çekim kullanılmayan filmde, doğa
filmlerinin formülüne uygun bir şekilde geniş
planlar ve doğal renk kullanımı göze çarpıyor.
Müzikler ise filmin değişen atmosferine uygun
bir şekilde oldukça dinamik ve başarılı.
Film içerisinde dramatizasyona
oldukça az yer verilmiş. Karakterler
arasında daha önce bahsettiğimiz gibi
duygusal çatışmaların pek yaşanmaması,
kahramanlarımızın ölümünün filmde oldukça
soğukkanlı karşılanması da bunu destekler Yönetmenin filmi çok uzatmamak amacıyla
nitelikte. Gerçekçi ve hatta yer yer belgesel bazı sahnelerini kısa tuttuğunu düşünsek de,
nitelikli anlatım yapımın bize verdiği “Film” yaklaşık 6000 km’lik bu yolculuktaki sürecin
hissini düşürüyor. dengeli bir şekilde filme dağılmadığını
Filmin özellikle giriş ve sonuç görüyoruz. Film, merkezine Janusz karakterini
kısmında bariz bir şekilde anti-komünizm alarak başlasa da, bir noktadan sonra her
söylemi bulunuyor. Yönetmen, Stalin karaktere eşit şekilde yaklaşıyor, bu nedenle
Rusya’sının kendisine karşıt olan olmayan filmin sonunda bütün karakterlerin akıbetini
binlerce kişiyi nasıl sindirdiğini anlatmaya merak etsek de film yine merkezini Janusz’u
çalışsa da, geri plandaki bu siyasi söylem alarak bitiriyor. Diğer karakterlerinin sonunun
oldukça bulanık kalmakta. Kahramanlarımızın ne olduğu tamamen meçhul. Yönetmen
yıkılmış bir Budist tapınağıyla karşılaşma karakter analizine çok fazla izin vermediği ve
sahnesi de komünizmin dine karşı tutumunun bizi her karaktere eşit uzaklıkta tuttuğu için
ne denli tahammülsüz olduğunu anlatmak bu durum fazla göze çarpmasa da bir boşluk
görevi üstlenmiş. Bu noktada yönetmen yaratarak kurgu bütünlüğüne darbe vurmakta.
maalesef Amerikan filmi klişelerine başvurmuş. Özgürlük Yolu, “izleyici seçen” bir
Stalin Rusya’sı karanlık, acımasız ve film. Genel sinema izleyicisine hitap ettiğini
tahammülsüz gösterilirken, kahramanlarımızın söylemek zor. Daha çok belgesellerden,
hedef noktası Hindistan’daki İngiliz güçleri görsellikten ve yol hikayelerinden hoşlananlar
kurtarıcı, yardımsever olarak resmedilmiş. için ideal bir film olsa da klasik formüllere
İdeolojiler arasındaki bu keskinlik her ne kadar güvenen ve karakterlerin ön planda olduğu
filmde çok ağırlıklı belirtilmese de olumsuz ve filmlerden hoşlanan izleyiciler için seyirciler
klişe bir özellik olarak aklımızda kalıyor. Filmin için tatmin edici olmayabilir. Müthiş
bitimindeki kısa Polonya tarihi gösterimi ise görselliği, ustaca kullanılan çekim teknikleri
yine tamamen anti-komünist söylemde olup, ve gerçekçi atmosferi yanında sıkıntılı kurgusu
bu doğa ağırlıklı yol filmine siyasi bir künye ve düşük dramatizasyonuyla Özgürlük Yolu
kazandırmak amacıyla yapılmış zorlama bir maalesef vasat üstü bir seviyede kalmaktan
hamleden öteye geçemiyor. kurtulamıyor. Peter Weir’in başarılı kariyeri göz
Filmin bir diğer olumsuz yönü önünde bulundurulursa bu film yönetmenin
ise kurgu kısmında yer alıyor. Sahneler arası diğer filmlerine göre amaçladığı etkiye pek
geçişler bazı noktalarda çok hızlı filmin konu ulaşamamış.
bütünlüğünü bozacak şekilde yer almış. Gulag
sahneleri oldukça az ve hemen sonrasındaki Oğuzhan İlhan
Sibirya sahneleri oldukça uzun. Baykal gölüne
ulaştıktan sonra ise filmde yine bir hızlanma
37
DUYURU
16 Nisan Salı 18:30
Öteki Kasaba(Nefin Dinç, Hercules Millas)
Yönetmenlerin Katılımı İle
Gösterim ve Panel
Gömülü Hazineler: Etki Altında Bir Kadın
39
Gömülü Hazineler: Etki Altında Bir Kadın
çıkar ve bir bara girer. Burada Garson’la tanışır. gelmeye devam eder.
En büyük arzusu, çevresindekilerle iletişim Klinikte geçirdiği altı ay sonunda
kurabilmek, yaralarını onlara göstermek, Mabel’ın tedavi -ceza süresi- dolar ve topluluğa
görünmez olmadığını hissetmektir. Fakat tekrar eklemlenmeye çalışır. Ancak neye,
barda tanıştığı yabancı da karakterin varoluşsal nasıl uyum göstermesi gerektiğinin bilgisine
bunalımına gözlerini kapar, onu dengesiz bir eskisinden daha çok yaklaşmamıştır. İçine
kadın olarak görür sadece. Mabel’ın yalnızlığını düştüğü boşluk, onun gelişini kutlamak için
paylaşma girişiminde uğradığı bu başarısızlık düzenlenen partide etrafını çevreleyen tüm
yenilerini izlerken, kocası Nick’in de onun insanların konuşmalarının birbirine girmesiyle
çevresiyle kurduğu iletişimi sınırlandırmasına somut ifadesini bulur. Cassavetes bu anlamsız
tanıklık ederiz sürekli. Mabel’ın bir başka sesler bulamacını, Mabel’ın oyuna dâhil
insana ne kadar yakınlık gösterebileceği olamamışlık hissini betimlemekte kullandığı
dahi kocası tarafından belirlenir. Görünüşte bir araca dönüştürür. Hastaneye kapatılmadan
iyi niyet taşıyan bu müdahaleler, Mabel’ın önce olduğu gibi, Mabel yine çevresindeki her
kendisini ilgilendiren konular hakkında sağlıklı kafadan çıkan sesin arasına karışamaz, o seslerle
kararlar veremeyeceği ve başının çaresine iletişim kuramaz; en önemlisi de o seslerin
bakamayacağı gibi küçümseyici varsayımlarda meydana getirdiği topluluğa ait olduğunu
bulunan bir bakışın ürünleridir aslında. Öte hissedemez. Mabel’ın babasından çaresizce
yandan patriarkal düzen kadınlar için olduğu yardım istediği (“Dad, will you stand up for
kadar erkekler için de yaralayıcıdır. Burada me?”), buna karşılık babasının ayağa kalktığı
göz ardı edilen, Nick’in de Mabel ile benzer an, bence sinema tarihinde iletişimsizliği en iyi
sancıları yaşamakta, kendisine verilen rolün şekilde tasvir eden sahnelerden biridir. Kısacası,
ağırlığı altında ezilmekte olduğudur. Karısı ve Mabel’ın kapatıldığından bu yana geçen sürede
çocuklarıyla kurduğu arızalı ilişkinin doğasını dünya hiç değişmemiş, ona eskisinden daha az
daha geniş bir çerçeveden bakarak anlamaya yalpalayarak ilerleyebileceği sağlam bir zemin
çalışmaktansa suçu Mabel’a atan Nick, sağlamayı yine reddetmiştir.
böylece sinir krizinin eşiğinden bir an olsun Etki Altında Bir Kadın’ın belki de en
ayrılmamaya mahkum eder kendini. etkileyici yanı, yaşanan her şeye, çekilen
Nihayet Mabel, kendi onayının tüm çilelere rağmen, karakterlerin yenilgiyi
dışında, altı ay süreyle bir psikiyatri kliniğine kabullenip filmin başında bulundukları
yatırıldığında, topluluğun “normal” bireyleri noktaya bir kez daha gelmeleridir. Cassavetes
tarafından “öteki” olarak görülen kişilerin başlangıç noktasına geri dönerek, karakterlerin
maruz kaldığı şiddet de su yüzüne çıkar ve toplumsal kurumlarca üzerlerinde kurulmaya
böylelikle, Szasz’ın tanımlarına da uygun çalışılan tahakküme karşı çıkmak yerine düzene
olarak, “hastanın tedavi olma hakkı”, uyum sağlamaya çalıştıkları sürece benzer
normlara uymayan bireyin özgürlüğünün sorunlarla yüzleşmeye devam edeceklerini ima
elinden alınmasını meşrulaştırmak amacıyla eder. Mabel ve Nick, bu yüzleşmeyi yeniden
kullanılır.(2) Mabel’ın bu süre içinde yaşamayı kabullenmiş görünürler ve toparlanıp
gördüğünü söylediği elektroşok tedavisi de bir yaralarını sardıktan sonra yollarına devam
cezalandırma yöntemi olarak düşünülebilir. Bu ederler.
noktada Mabel’ın hasta olarak etiketlenmesine
neden olan patriarkal düzenin bireyin Eylem Taylan
özgürlüğüne ve içsel bütünlüğüne doğrulttuğu
silah gözler önüne serilir. Filmin tüm diğer (1) Szasz, T. The Manufacture of Madness:
karakterleri, toplumsal kurumların her birinin A Comparative Study of the
hastalıklı olduğunu kabul etmemek için tek
Inquisition and the Mental Health
bir kişinin, Mabel’ın hastalıklı olduğuna
inanmayı tercih eder. Zira kurumların hastalıklı Movement. Syracuse University Press,
olduğunun idrakı, düzene başkaldırı zahmetini 1997, sf. 58
doğuracaktır. Böylece Mabel dışındaki (2) Szasz, T. Psychiatric Slavery. Syracuse
herkes mayınlı araziye girmekten kaçınarak University Press, 1998, sf. 110
oynadıkları rollerin anlamsızlığını görmezden
40
İspanyolca Kulübü Seçkisi
42
Dizi Kuşağı: Game of Thrones
43
Dizi Kuşağı: Game of Thrones
44
Dizi Kuşağı: Game of Thrones
tek şeyle mükemmel bir savaşçı olması ise bir uzakta ve geleneklerden yoksun olarak
başka örnek. büyümesi nedeniyle Cercei’nin aksine toplum
Catelyn ve Cercei ise oldukça kodlarına ve işleyişinden de bihaber bu
güçlü kadın karakterler olmalarına rağmen nedenle ne kendi potansiyelini kullanabilme
bir kadından önce anne olarak canlandırılıyor ne de olayları kendi aleyhine manipüle
ve “annelik içgüdüleri”yle yaptıkları hatalar edebilme yeteneğine sahip. Bu da onu bir
vurgulanarak kadınsallıkları zayıflatılıyor. rehber arayışına itiyor; zaten neredeyse çocuk
Catelyn ve oğlu Robb arasındaki ilişki ve yaşta olan bu karakterin Jorah Mormont ile
Catelyn’in kendini adamış anne rolü rahtsız olan ilişkisindeki kontrol eksikliği ve pasif
edici bir hale geliyor. Cercei ise kendini sık konumu hemen göze çarpıyor... Tabii ki Game
sık ikizi Jaime ile karşılaştırıyor ve kadınlık of Thrones’un ezberbozan yapısı burada da
ve erkekliğin toplumsal rollerine dair oldukça devreye giriyor ve kesinlikle bu kalıplara
güçlü tespitlerde bulunuyor. Gerek bir kraliçe uymayan üçüncü sezonda daha yakından
gerek bir Lannister olarak çok güçlü bir tanıtılacak Olenna Redwyne/Tyrell gibi bir
konumda bulunan Cercei toplumsal cinsiyet karakter geliştiriliyor.
kısıtlamalarını kendi iradesine göre manipüle
etmeyi de oldukça iyi biliyor gibi görünse de
kibir ve annelik güdüsü gibi zaaflar karakterin
otoritesine zarar veriyor.
45
İsmail Güneş Söyleşisi
7 Mart Perşembe Saat 18:00'de
yeni yazarlarını arıyor!
hamit.ozonur@gmail.com