You are on page 1of 48

Editörden

Y
eni yılın ilk sayısında Sinefil’i yepyeni yüzüyle
karşınıza getiriyoruz. Şimdiye kadar çehresi
Boğaziçi Üniversitesi birkaç kez değişime uğramış olan dergimizi daha
keyifle okunabilir hale gelmesi ve bizim her bir
Mithat Alam Film Merkezi sayıyı hazırlarken aldığımız zevkin sizlere daha
17 Şubat - 14 Mart 2014 kolay ulaşabilmesi için ufak tefek değişikliklere gittiğimiz de
olmuştu. Bu sayıyla birlikte ise eksiklerimizi tamamen gözden
Gösterim Programı ve geçirip baştan aşağı yenilenmiş, taptaze bir Sinefil’i sizlere
Film Tanıtım Kitapçığı sunuyoruz!
Bu dergiyi çıkarırken elbette en büyük kaygılarımızdan biri
2014/I kendimizi istediğimiz gibi, doğrudan ve açık bir şekilde ifade
Bu dergi Boğaziçi Üniversitesi
öğrencilerince hazırlanmıştır.
edebilmek; sinemaya, sinema dünyasına ve filmlere dair hisler-
imizi ve düşüncelerimizi özgürce okuyucularımıza aktarmak.
Boğaziçi Üniversitesi
Mithat Alam Film Merkezi Kuşkusuz sinemanın kendisi de, yönetmen-seyirci arasındaki
Güney Kampüs 34342 Bebek-İstanbul
Tel: (212) 359 73 81 Dahili: 7381
iletişimin eksiksiz olması kaygısıyla varlığını sürdürür. Bir yö-
Faks: (212) 287 70 68 netmenin en büyük arzusu izleyicisine ulaşabilmek, hikâyesini
E-posta: mafm@boun.edu.tr
internet: www.mafm.boun.edu.tr ve derdini karşı tarafa ulaştırabilmektir. Bir filmin, sayısı ne
İmtiyaz Sahibi olursa olsun, seyircisine doğru bir biçimde ulaşması, ulaştığı
Zeynep Ünal seyirci miktarından çok daha önemlidir. Ne yazık ki kimi
Editör (Sorumlu)
zaman yönetmen-seyirci arasındaki bu iletişim; egemen kesim
Serhad Mutlu ve sanatçı arasındaki fikir ayrılıkları veya toplumsal ve ahlaki
dayatmalar yüzünden kesintiye uğratılır. Bu kesinti çoğu zaman
Yayın Kurulu doğrudan devlet eliyle yapıldığı gibi müdahaleye uğrama, baskı
Sevgihan Oruçoğlu
Eylem Taylan
altına alınma çekincesi sonucu kendi kendini kısıtlama sonucu
da ortaya çıkabilir.
Tasarım Maalesef, sanata karşı işlenebilecek belki de en büyük suç
Muratcan Kazancı olan sansürü sinemamızdan ayrı düşünmek mümkün değil.
Yayın Danışmanları
Türkiye sineması, 1919 tarihli Mürebbiye’den bu yana sansürle
Mithat Alam boğuşuyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanından
Zeynep Ünal uyarlanan filmde, çalıştığı evdeki tüm erkekleri baştan çıkaran
Fransız Anjelik’in öyküsü anlatılır. O sıralar İstanbul’da bulu-
Katkıda Bulunanlar nan Fransız General Franchet d’Esperey bu filmi izlediğinde
Barış Akkaya, Nazlı Ander, Mikail Boz,
derhal gösteriminin durdurulmasını istemiştir ve istediği
Gökhan Çuhacı, Melikşah Demirtaş,
Oytun Elaçmaz, Nazlı Özüm Gündüz,
olmuştur.
Aslı Ildır, Didar Karadağ, Can Önalan,
Bugün elbette durum o denli iç karartıcı değil. Ancak
Uğur Özlav, Hamit Özonur, Utku günümüz sinemasında da açıkça olmasa da kimi filmler
Öztürk, Barış Sağlam, Seçkin Serpil, festivallerde geri plana itiliyor, yaş sınırlamalarıyla karşı karşıya
Duygu Söyler, Sel Öykü Uğur, İrem geliyor ya da bu sorunlardan kaçınabilmek için oto-sansüre
Yıldırım, Harun Yörük uğruyor. Tüm bunlar sinemanın samimiyetine zarar veren, san-
atçıların ifade özgürlüklerini kısıtlayan etmenler. Sinemaya ve
Teşekkürler sanata uygulanan sansür bir yana, çağımızın en büyük iletişim
İrem Akman, Utku Güneş, Ahmet aracı olan internetin bile kısıtlanmaya çalışıldığı, telefon
Bülent Kirkoç konuşmalarının dinlendiği, kısacası başka insanlara ulaşmanın
Ön Kapak Görseli: bize çok görüldüğü bir dönemin Türkiye’sinde yaşıyoruz.
Laura Tadeschi - The Censorship Sinema ve tümüyle sanat; bu ve benzeri, özgürlükleri ihlal
Arka Kapak Görseli: eden sindirme çabalarının yalnızca kurbanı değil, bu çabalara
Bıçak Sırtı (1982) karşı çıkmanın en önemli aracıdır da. Sanatın sansür altında
ezilmesi veya yok edilmesi mümkün değildir. Zira eldeki ola-
Sinefil, iki aylık süreli yayındır. naklar kısıtlandığında yeni anlatım dilleri geliştirmek müm-
Ücretsizdir.
Dergide yayımlanan tüm yazıların
kündür.
sorumluluğu yazarlarına aittir.
Boğaziçi Üniversitesi Matbaası Serhad Mutlu
Şubat 2014
serhadmutlu@gmail.com
İçindekiler
Gündem 4

Sansürsüz Kazım Öz

Toprak 7
Fotoğraf 8
Ellerimiz Kanat Olacak
Uçup Gideceğiz 9
Uzak 10
Son Mevsim: Şavaklar 11
Fırtına 12

Yeni Türkiye Belgeselleri


13
Buka Barane
Ot
Ağlama Anne
14
15 22
Güzel Yerdeyim 16
Saroyan Ülkesi 17

Engin Ayça Filmleri

Bez Bebek 20
Soğuktu ve Yağmur
Çiseliyordu 21

Gerçek Bir Auteur: Elia Kazan 22


Dosya: Sinema ve Hafıza

25 Bellek ve Kimlik
28 Hafızanın Güvenilmezliği
31 Geçmişle Yüzleşmek
34 Toplumsal Hafıza
38 Kentlerin Hafızası

Yeniden Yapımlar ve
40 Adaptasyonlar

25 Başka Sinema

42
42 Onur Savaşı
43 Yozgat Blues

Gölgede Kalanlar

44 Tiny Furniture

47 Doğa ve Sinema

46 Koy

Dizi Kuşağı

47 Les Revenants
Cuaron, Yerçekimi (Gravity, 2013) filmiyle “En İyi

Gündem
Yönetmen”; Spike Jonze Aşk (Her, 2013) ile “En
İyi Senaryo” dalında ödüle layık görüldü. “Ya-
bancı Dilde En İyi Film” kategorisinde ise Paolo
Sorrentino Muhteşem Güzellik (La grande bellezza,
2013)’le büyük ödüle uzandı.
12 Ocak gecesi düzenlenen 71. Altın Küre
Ödül Töreni’ne David O. Russell’ın yönettiği
Düzenbaz (American Hustle, 2013) filmi dam-
gasını vurdu. Komedi-müzikal dalında Düzenbaz
“En İyi Film” seçilirken filmdeki performan-
slarıyla Amy Adams “En İyi Kadın Oyuncu”,
Jennifer Lawrence da “En İyi Yardımcı Kadın
Oyuncu” dallarında Altın Küre’nin sahibi oldu.
Drama dalında “En İyi Film” ödülü 12 Yıllık
Esaret (12 Years a Slave, 2013)’e verildi. Alfonso

6-16 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek


olan 64. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı
Yeni Zelandalı usta yönetmen Jane için yarışacak filmler açıklandı. Richard
Campion’ın 14-25 Mayıs tarihleri arasın- Linklater’dan Boyhood (2014), Wes An-
da düzenlenecek 67. Cannes Film Fes- derson’ın aynı zamanda festivalin açılışını
tivali’nin jüri başkanı olacağı açıklandı. da yapacak filmi The Grand Budapest Hotel
Campion, Piyano (The Piano, 1993) filmi- (2014), George Clooney’nin son yönetmen-
yle festivalin büyük ödülü Altın Palmiye’yi lik denemesi The Monuments Men (2014)
kazanan ilk kadın yönetmen olma unvan- ve usta yönetmen Alain Resnais’in son filmi
ını elde etmişti. Festivalin açılış filmi ise Aimer, boire et chanter (2014) ana yarışma
bölümünün dikkat çeken yapımlarından.
Olivier Dahan’ın yönettiği ve Nicole Kid-
Melisa Önel’in filmi Kumun Tadı (2013),
man’ın başrolünde yer aldığı Grace of Mo- festivalin Forum bölümünde; Zeynep Dadak
naco (2014) olacak. ve Merve Kayan’ın yönettiği Mavi Dalga
(2013) ise Generation bölümünde yer alacak.

46. SİYAD Ödülleri 20 Ocak gecesi Kültür Bakanlığı Sinema Genel


yapılan törenle sahiplerini buldu. Törende Müdürlüğü’nün İstanbul Film Festivali
Erdem Tepegöz’ün yönettiği Zerre (2013) yöneticilerine gönderdiği yazı üzerine “eser
işletme belgesi” olmayan yerli yapımların
“En İyi Film” ödülünü alırken, Reha Er-
festivalde gösterilmeyeceği duyuruldu. Bu
dem Jin (2013) filmiyle “En İyi Yönetmen” gelişme, festivallere bakanlık sansürünün
ödülüne layık görüldü. Onur Ünlü, Sen geri geleceği endişelerini uyandırdı. Sine-
Aydınlatırsın Geceyi (2013) filmiyle “En İyi ma Genel Müdürlüğü Vekili Mesut Cem
Senaryo” ödülünün sahibi oldu. “En İyi Erkul’un imzasıyla gönderilen yazıda, san-
Kadın Oyuncu” ödülü Zerre’deki oyuncu- atsal etkinliklerde gösterilecek yabancı film-
luğuyla Jale Arıkan’ın oldu. Kıvanç Tat- ler için Sanatsal Etkinlikler Komisyonu’ndan
izin alınması; kayıt ve tescil belgelerini tama-
lıtuğ ise Kelebeğin Rüyası (2013) filminde-
mlamamış yerli filmlere de festival program-
ki performansıyla “En İyi Erkek Oyuncu” larında yer verilmemesi gerektiği belirtiliyor.
ödülüne uzandı.
4
Sinema Genel Müdürlüğü,
bir yerli sinema arşivi oluştur-
mak için yönetmen ve
yapımcılara ellerindeki filmleri
arşive göndermeleri çağrısında
bulundu. Kurulacak yerli sine-
ma arşiviyle, önceki kuşakların
sinemacılarının eserlerini uygun
koşullarda saklayarak bu eser-
lerin zamanla tahribata uğrayıp
yok olup gitmelerinin önüne
geçmek amaçlanıyor.

İstanbul Modern Sinema,


dünya sinemasının en büyük au-
teurlerinden Polonyalı sinemacı
Krzysztof Kieslowski’nin 47
filminden oluşan geniş bir retro-
spektifi izleyicilerle buluşturuy-
or. 6-23 Şubat tarihleri arasında
gerçekleştirilecek “Kieslowski
Hakkında Her Şey” adlı etkinlik-
te film gösterimlerinin yanı sıra
sanatçının sineması üzerine bir
söyleşi de düzenlenecek.

Bu yıl 13. kez düzenlenecek !f İstanbul Uluslararası Bağımsız


Filmler Festivali’nin programı açıklandı. 13-23 Şubat tarihleri
arasında gerçekleşecek festivalin Keş!f bölümünde Bencil Dev
Pera Film 12-27 Şubat tar-
(The Selfish Giant, 2013), Mavi Dalga (2013), Haylaz (Neposlus-
ihlerinde Polonya filmlerine
ni, 2014), Manakamana (2013), Balık ve Kedi (Mahi ve Gorbeh,
ev sahipliği yapıyor. Andrzej
2013), Kahrolası Fasulyeler (Loubia Hamra, 2013), Kurtuluş Ordusu
Wajda, Jerzy Kawalerowicz,
(L’Armée Du Salut, 2013), Kar Yağmadan Önce (Før Snøen Faller,
Wojciech Has ve Roman Po-
2013), Tuhaf Kedicik (Das Merkwürdige Kätzchen, 2013) film-
lanski gibi usta yönetmenlerin
leri yarışacak. Digiturk Galaları bölümünde ise yılın merakla
filmleri aracılığıyla Polonya
beklenen pek çok filmi Türkiye’deki sinemaseverlerle ilk kez
Film Okulu’nu, 1950’lerin sonu
buluşacak. Hayao Miyazaki’nin son filmi olduğunu açıkladığı
1960’ların başı arasında Polonya
Rüzgar Yükseliyor (Kaze Tachinu, 2013), şimdiden kült mertebe-
sinemasının gelişimini inceliyor.
sine erişen anti-western filmi Meek’s Cutoff (2010)’un yönetmeni
Kelly Reichardt’dan Gece Planı (Night Moves, 2013), Michel
Gondry’nin Noam Chomsky ile yaptığı söyleşilerden oluşan
belgesel-animasyon Uzun Boylu Adam Mutlu Mu?: Noam Chomsky
ile Canlandırma Bir Sohbet (Is the Man Who Is Tall Happy?: An Kaynaklar:
Animated Conversation with Noam Chomsky, 2013), Lars von Tri- www.altyazi.net
er’in provokatif çalışması İtiraf (Nymphomaniac, 2013), ilk filmi www.ntvmsnbc.com
Submarine (2010) ile büyük beğeni toplayan Richard Ayoade’in www.istanbulmodern.com
Dostoyevski’nin romanından uyarladığı Öteki (The Double, 2013) www.ifistanbul.com/tr/
galalar kapsamında gösterilecek filmlerden bazıları www.sinemalar.com
www.peramuzesi.org.tr
5
27 Şubat Perşembe 18:00
Söyleşi

Sansürsüz Kazım Öz
Fotoğraf, Fırtına, Son Mevsim: Şavaklar
gibi önemli filmlerin yönetmenliğini yap-
mış olan Kazım Öz, Mithat Alam Film
Merkezi’nin konuğu oluyor! Yönetmenin
kısaları dâhil pek çok kez sansürle
boğuşmuş olan filmleri de MAFM’de
gösterime sunulacak.
K
azım Öz imzalı Toprak (Ax, 1999)’ta oldukça yaşlı, Zelo adın-
da yaşlı bir Kürt köylüsünün tasfiye edilmiş olan köyde kalma
mücadelesini izliyoruz. Yalnız bu mücadele sıcak savaştan çok,
Toprak
pasif direnişe benzeyen bir haldedir. Yine de, filmin sonunda
direnişin bittiğine tanık olacağız.
İlk sahnede ana karakterin mezara benzeyen bir çukurda bir şey-
ler yaptığını görüyoruz. Çukurun içindeki nesne ile işi bittikten sonra
üstünü hem tahta hem de toprak ile kapatmasından mezardaki kişi-
nin sevdiği bir insan olduğunu iddia edebiliriz. Zelo, ailesini, özellikle
karısını çok özleyen ve hala karısı için gözyaşı döken yalnız bir adamdır.
Hatıra amaçlı sakladığı eşyalar, fotoğraflar ve bir şilte dışında fazla bir
eşyası yoktur. Tabi, bir de yalnızlığının tek dermanı olan köpeği vardır.
Ertesi sabah ise Zelo öncekinden farklı bir güne, tek dostu köpeğinin ■■ Sel Öykü Uğur
havlamalarıyla uyanır. Jandarmaları gören Zelo hemen bir kuytuya
saklanır ve evin içinde jandarmaların konuşmalarına tanık oluruz. Bu Yönetmen:
konuşmalarda jandarmaların yerel halka bakış açısını ortaya koyan if- Kazım Öz
adeler yer almaktadır. Jandarmaların köyü terk etmek istemeyen bir Senaryo:
‘moruk’tan haberleri vardır ve onun bu evde yaşıyor olabileceğinden
şüphelenirler. Bu konuşmalar devam ederken dışardan bir silah sesi gelir Kazım Öz
vurulan Zelo’nun köpeğidir. Oyuncular:
Bu noktada Zelo’nun üzüntüsüne ve sessiz kalma çabasına tanık Hikmet Karagöz
oluyoruz. İlk sahnelerde gördüğümüz, Zelo ile dalga geçen güruhtan
bir kişi jandarmalara şüphelerini doğrulayacak şekilde burada Zelo’nun 1999/Türkiye/
kaldığını bildirir. Bu esnada jandarmalar evde buldukları bir kırkit üze- Türkçe-Kürtçe/27'
rine bir hayli kafa yorarlar ve bunun ne olduğunu köylü Cafer’e sorar-
lar. Cafer bunun bir kırkit olduğunu ve halı yapımında kullanıldığını
açıklar. Komutanın tepkisi ise, ‘şuraları yakın da kırıp gitmenin ne de-
mek olduğunu görsünler.’ olur. Burada, iki dilde söyleyişleri benzeyen
fakat anlamları çok farklı olan sözcüklerin kullanılışı sayesinde kültürler
arasındaki yabancılaşmaya ironik bir şekilde tanık oluyoruz. Sonrasın-
da jandarmalar evi benzin döküp ateşe vererek uzaklaşırlar. Onlar iyice
uzaklaştıktan sonra Zelo şiltenin üzerindeki ateşi söndürür. Sonrasında
dışarı çıkarken Zelo’nun yaşadığı bir ikileme şahit oluruz. Zelo evinin
kapısını kitleyip anahtarı yukarıdaki bir deliğin içine saklar. Zelo, eski
yerine güvenemez ve biraz düşündük-
ten sonra anahtarı cebine koyarak “... iki dilde söyleyişleri benzeyen fakat
evinden uzaklaşır. Anladığımız üzere, anlamları çok farklı olan sözcüklerin kullanılışı
Zelo evinin yakınından geçen kişil-
ere artık güvenememektedir. Köy sayesinde kültürler arasındaki yabancılaşmaya


meydanına yürüyen Zelo meydana ironik bir şekilde şahit oluyoruz
vardığında meydanın eski günlerdeki
kalabalık halini anımsar. Sonrasındaysa meydanın boş haliyle başbaşa
kalır. Zelo’nun hatıralar geçidindeki ikinci durağı ise bir arkadaşının evi-
dir. İçeriden gelen saz ve türkü seslerini, odaya girdiğinde arkadaşlarının
onu tek tek selamlamasını hatırlar. Gerçekte ise Zelo bomboş bir odaya
bakmaktadır. Tasfiye sırasında terkedilen odalardan biri olduğu anlaşıl-
maktadır. Köyde ziyaret ettiği son nokta ise, köyü terk eden yakınlarını
son kez gördüğü, onları uğurladığı yerdir. Bu sahnede Zelo, karısı ve
köpeği ile birlikte geride kalmayı tercih etmektedirler. Bu anıyı hatır-
larken aslında Zelo köyü terk eden insanların gittiği istikamete doğru
ağır adımlarla yürümektedir.
Zelo, karısının mezarını son kez ziyaret etmiş ve sonra köyden uzak-
laşmaya başlamıştır. Bu noktada filmin başında muallâkta kalan konu da
kesinliğe ulaşıyor. Zelo, filmin başında karısının mezarı başında idi. Son
sahnede ise nereye gittiği bilinmez bir şekilde köyünü terk ediyor. Ne
karısının mezarını örten topraktan ne de yaşadığı topraktan ayrılabilen
Zelo, o bölgeye olan bağlılığını hem soyut hem de somut şekillerde
ifade etmekteyken şimdi ise, değer verdiği tek canlı varlığı da kaybet- 19 Şubat Çarşamba
tikten sonra, somut bir şekilde o topraklardan ayrılıyor.
18:00

Sansürsüz Kazım Öz 7
K
azım Öz’ün Fotoğraf (2001)’ı, özellikle üç yönüyle öne
Fotoğraf çıkıyor: film boyunca görülen estetik tezatlar, anlatımdaki
coğrafya-kimlik özdeşimi, yönetmenin cesur politik tavrı.
Film, adından da malum olacağı üzere, son derece gerçekçi
bir anlatıma sahip. Bu tavır, seyirciyi daha ilk dakikada etkisine alıyor
zaten. 10. Yıl Marşı eşliğinde, galip ve mağlup olarak etiketlenen ezen
ve ezileni izliyoruz. Bugüne kadar doğuda bulunmamış insanların
Gezi’ye dek farkında olmadığı devlet terörü, yolu hep uzun olan yol-
cular, “dost” olma ihtimalinin o uzak umudu, seyircinin bu filmden
beklemesi gerekenler.
Fotoğraf ’ın eleştirisini ortaya koyduğu kavramlar, bugüne dek güç
■■ Uğur Özlav kazanmış her iktidarın ekmeğini yediği kavramlar. Bunların arasında
öne çıkanlar militarizm, ideoloji, devlet ve faşizm. Filmin her daki-
Yönetmen: kasında otoritenin ağırlığını hissetmek mümkün. Yönetmen distopya
olmaktan çıkıp gerçekliğe bürünmüş güneydoğu gerçeğini gösteriyor.
Kazım Öz Kazım Öz film boyunca söz konusu coğrafyanın uçsuz bucaksız ova-
Senaryo: ları gibi sessiz, bir o kadar da yalın. Yollardaki kontrol noktaları, bize
Kazım Öz ast üst ilişkisi olarak öğretilen biat kültürü, asker fabrikası olan kışla;
Oyuncular: hepsi yönetmenin vurucu gerçekçiliğinde can buluyor.
Muhlis Asan, Zülfiye Filmin ortaya koyduğu eleştirilere asıl gücünü verenler ise filmin
Dolu, Feyyaz Duman ince düşünülmüş detayları: Türkgücü sokak, asker ve polisle dolu
sokaklar, Savaş, otogardaki asker uğurlaması, yerinde kullanılan
2001/Türkiye/ odaklamalar (Ali’nin otogardaki veda sahnesi örneklerden biri)…
Türkçe-Kürtçe/66' Tebessüm ettiren bir nokta da filmin Şiwan Perver ve İbrahim Tat-
lıses’i 12 sene önceden bir araya getirmesi. Filmin müziklerinde de
sansüre yabancı isimler yok değil. Müziklerin yanı sıra, doğru yerlerde
kullanılan sessizlik, filmin o “fotoğraf ” doğasını özellikle vurguluy-
or. Objelerin son derece ekonomik kullanımı var, kalabalık yaratan
tek bir obje bile göremiyorsunuz, bununla beraber film kesinlikle de-
taydan mahrum değil. Bunun sebebi ise objelerin yerli yerinde kul-
lanılması. Mekanlar ise filmin bir alt teması olan dönüşümle uyum


halinde seçilmiş. Örnek vermek gerekirse, ilk akla
Film, adından da malum gelen otobüsün tünelden geçişi.
olacağı üzere, son derece rden Bana göre, filmin ortaya koyduğu problemle-
en önemlisi insanı bir meta olarak ele alan
gerçekçi bir anlatıma erkek-egemen ideoloji. Bunun izlerini filmde en
sahip” belirgin olarak Faruk’un kışlasında görüyoruz.
İlk olarak, gelen askerler veteriner muayenesine
götürülürcesine bir sağlık kontrolünden geçiriliyor. Hammadde
değerlendirildikten sonra işleme alınıyor. Bunun ardından kişi, in-
san olarak girdiği bu fabrikadan öldürmek üzere eğitilmiş bir makine
olarak çıkıyor. En sondaki atış talimi ise kalite kontrol biriminin yer-
ini tutuyor. Bu yapının içinde insanlara adlarıyla seslenilmiyor, “Ask-
er” olarak sesleniliyor; çünkü burada üretilen değer bu. Üretilen bu
yeni kimlik, erkek-egemen söylemi ise saldırganlığını meşrulaştırdığı
bir araç olarak benimsemiş vaziyette. Otobüste Faruk ve Ali’nin ilk
konuşmaları kadınlar üzerine. Faruk’un kadınlara karşı olan güven-
siz ve yenik tutumu, kişiliğinde bu fabrikanın ortaya çıkarmayı
amaçladığı saldırganlığı uyandırmak için, askeri eğitim sırasında sek-
sist söylemle körükleniyor.
Filmin eksik bulduğum tek yönü, getirilen eleştirilerin iktisadi üst
yapıyla yeterince ilişkilendirilmemiş olması. Her ne kadar kurgu olsa
dahi, “fotoğraf ” motivasyonu olan bir filmde ciddi eleştiriler geti-
19 Şubat Çarşamba riliyorsa, bu eleştirilerin detaylı olarak temellendirilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Lakin filmin süresi düşünülürse, bunu eksiklik olarak
18:30 nitelendirmek belki de doğru olmayacaktır.

8 Sansürsüz Kazım Öz
İ
nsanın alıştığı, sevdiği bir yeri; hele de memleketini bırak-
ması zordur. Yaşadığımız yeri benimser ve orada kendimize
en uygun olduğunu düşündüğümüz bir hayat kurarız. Uzak-
Ellerimiz
laştığımızda özler, bir an önce geri dönmek, sevdiğimiz ha-
yatımıza devam etmek, nihayet alışık olduğumuz yatağımızda
Kanat
rahat bir uyku çekmek isteriz. Evi ve memleketi her şeyi olan in-
sanlar içinse orayı bırakıp gitmek hiç istenmeyecek bir şeydir. Bir Olacak Uçup
insanın evim dediği bir yerin zorla elinden alınması hatta yıllardır
yaşadığı topraklardan uzaklaşmaya mecbur bırakılması ise işkenc- Gideceğiz
eyi yaşatmaktan farksızdır.
Ellerimiz Kanat Olacak Uçup Gideceğiz (Desten Me We Bibin Bask, ■■ Serhad Mutlu
u Eme Bifirin Herin, 1996); yıllardır şahit olduğumuz, Güney-
doğu’da geçen savaşın ortasında kalmış bir ailenin evlerinden ko-
parılıp göç etmek zorunda kalmasını ve bu durumun onlara nasıl Yönetmen:
zorluklar yaşattığını anlatıyor. Kazım Öz
Xeci Xelef ve Gule Çakır doğduklarından beri yaşadıkları
Qesra Ehmede köyünden zorla göç ettirilmiş bir çift. 1994 1996/Türkiye/
yılında Güneydoğu’da yakılarak boşaltılan, yok edilen köylerden Türkçe-Kürtçe/27'
biri de onlarınkiydi. Evlerinden, bağlarından, bahçelerinden,
tarlalarından olan pek çok aile gibi onlarda yaşamlarını sürdürmek
için kendi topraklarını bırakıp İstanbul’a gelmek zorunda
kalmışlardır. Film, bize hem onların yaşadığı zorlukları anlatıyor
hem de gündelik hayatlarına göz atmamıza olanak sağlıyor. El-
bette hayatlarını sürdürmek zorunda kaldıkları “yeni evlerinde”
nasıl yaşadıklarına birebir şahit olabilirken, hayatlarının geçtiği
gerçek evlerini ve orada neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını ise
yalnızca onların anlatımlarıyla duyabiliyoruz. Memleketlerine
dair görebildiğimiz tek şey ise yanan evlerden görüntüler.
Köyleri ellerinden alınan insanların pek çoğu büyük şehirlere,
özellikle de İstanbul’a göç etmişlerdir. Elbette alışılmış bir hayatı
geride bırakıp bambaşka bir şehrin (hele de İstanbul gibi zor bir
şehrin) ortasında kalmak kolay ol- “Film, bize hem onların yaşadığı
mamıştır. Kendi evlerini terk etmek
zorunda bırakılan bu ailelerin hepsi zorlukları anlatıyor hem de
İstanbul’da zor şartlar altında yaşa- gündelik hayatlarına göz atmamıza


maktadır. Alışık olmadıkları işlerde
çalışıp kalabalık ailelerini geçindirm- olanak sağlıyor
eye çalışmakta, alışık olmadıkları evlerde yaşamaktadırlar.
Filmde de açıkça anlatıldığı gibi, kendi evlerinde bile rahat
yaşamalarına izin verilmemiş, zorluklarla karşı karşıya bırakılmış
bu insanların yaşadıkları zorunlu ve büyük değişim yalnızca
bir şehri bırakıp başka bir şehirde yaşamaya başlamaktan ibaret
değildir. Konuşulan dilin bile farklı olduğu bir memlekete zorunlu
göç ettirilmişlerdir. Başka bir ülkeye, başka bir kültüre gitmiş gibi,
hiç alışık olmadıkları bir hayatı yaşamak zorunda bırakılmışlarıdır.
Ellerimiz Kanat Olacak Uçup Gideceğiz, Kazım Öz’ün de içinde
yer aldığı bağımsız sinema topluluğu Mezopotamya Sinema
Kolektifi’nin ikinci projesi. Topluluk yalnızca belgesel değil, kur-
maca filmlerde yapıyor. Topluluğun pek çok diğer filmi de Eller-
imiz Kanat Olacak Uçup Gideceğiz’de olduğu gibi Türkiye’deki
Kürt’lerin yaşadığı sorunlara ve zorluklara değiniyor.
24 Şubat Pazartesi
18:00

Sansürsüz Kazım Öz 9
U
zak (Dür, 2005) Mezopotamya Sinema Kolektifi’nin
Uzak yetiştirdiği üç yetenekli sinemacıdan, Kürt sinemasının
önemli yönetmenlerinden biri olan Kazım Öz’ün ilk
uzun metraj belgeseli.
1995’ten bu yana ara ara giderek çekimler yaptığı, doğduğu
yer olan Tunceli’nin bir ilçesi Pertek’e bağlı Kürmeş (yeni adı ile
Aşağıgülbahçe) köyünde geçen Uzak, yönetmenin ilk kısa filmi
olan Toprak (Ax, 1999) ile tohumları atılan ve bu süre zarfında çek-
tiği görüntüleri kurgulamasıyla oluşan bir proje.
Yönetmen belgeselde “göç ve sonrası” teması üzerinden hare-
■■ Gökhan Çuhacı ket ederek yaşlı kuşağın metropollere ve yurtdışına göç eden genç
kuşağa duyduğu hasreti ve kızgınlığı; evinden uzaklaşarak ken-
di kültüründen kopmuş nesillerin gelecek kaygılarını ve toprak
Yönetmen: özlemlerini anlatıyor.
Kazım Öz Filmin daha başlangıç sahnelerinde görülen köyün tepesinde
Senaryo: bulunan mezarlık görüntüleri ile hemen ardından karşılaştığımız
Kazım Öz yaşlı kuşağın üzgün ifadeleri bizlere önüne geçilemeyen ölüm ve
kayboluş gerçeklerini gösteriyor. Boş İlkokul binaları, terk edilmiş
2005/Türkiye/ tarlalar ve başıboş sokaklar pes edilişin kabulü hissiyatını veriy-
Türkçe-Kürtçe/70' or. Yaşlı teyzelerin çocuklarına karşı yakarışları ve özlemleri de
çaresizliğin göstergesi. Akşamları topluca söylenen türküler ve
hikâyelerin ara ara unutularak dile getirilmesi, kaybedilmeye
başlanmış kültürel değerlerin bir belgesi gibi adeta. Dört mevsim
yapılan çekimlerle gösterilen doğal güzellikleri ile kaybettiğimiz,
önemsemediğimiz değerler konusunda bizi uyanışa davet ediyor
yönetmen. Filmin büyük bir bölümünde köyünden insan man-
zaraları, doğal hazineleri ve kültürel değerleri bizlere yansıtan
Kazım Öz; sonlara doğru Almanya’ya giderek burada yaptığı
çekimler ile memleket özlemi çeken ve terk etmekle suçlanan göç
etmiş kesimin kendilerinden nedenlerini öğrenmeye çalışıyor.
Yurtdışındaki genç ve yaşlı kuşakla sohbetler ederek kendi içinde
sorgulamalara sebep olan “Neden?” sorusuna yanıtlar arıyor. Yol-
culukları sırasında tuttuğu günlüğe yazdığı satırları da kamera
görüntüleri arasına serpiştiren yönetmen, bu satırlardan birinde
yazdığı şu soru cümlesiyle belirtiyor bize merakını: ”Buralar es-
kiden devrimcilik yapan şimdi Avrupa kapitalizmi ile boğuşup
duran insanlarla dolu. Bunca insan neden koptu?”.
Kamera elinde yaptığı gezilerde topladıklarını kendisi kurgu-
layarak 7-8 yıl içinde oluşturduğu bu proje için Kazım Öz bir rö-
portajda şunları söylüyor: ”Bu film vizörden bakılarak oluşturulan
bir günlük, çekildikçe yaratılan bir film.”. Bu sözleriyle bir belge-
selden daha çok unuttuğumuz değerleri hatırlamamızı sağlayacak
olan bir belge olmasını umut ettiğini belirtiyor.
Önce Ax daha sonra Fotoğraf (2001),Fırtına (Bahoz, 2008) ve
son olarak Son Mevsim:Şavaklar (2009) filmleri ile sansür ve yasak-
lara ragmen mücadeleye devam eden Kürt sinemasının önde gelen
isimlerinden olan genç yönetmen Kazım Öz, Uzak ile Türkiye/
Almanya Film Festival’inde En İyi Belgesel ödülü alan, Londra
Kürt Filmleri Festivali, Ankara Film Festivali ve Alman-Fransız
ortak kuruluşu olan Arte Tv’de gösterimlerini yaparak doğallığı
ve samimiyeti ile sinema sanatındaki çalışmalarına cesurca devam
24 Şubat Pazartesi ediyor.
18:30

10 Sansürsüz Kazım Öz
S
enaristliğini ve yönetmenliğini Kazım Öz’ün üstlendiği Son
Mevsim: Şavaklar (Demsala Dawi: Sewaxan, 2008), Dersimli
göçer ailelerin 4 mevsimine şahitlik eden bir belgesel. Çekim-
Son
leri, Şavakların kışları konakladığı Pertek ve Çemişgezek böl-
gelerindeki köylerde başlayan, bahar aylarından itibarense Ovacık ve Mevsim:
Munzur dağlarının çeşitli bölgelerinde devam eden filmin odağında
yaşam tarzlarına artık pek nadir rastlanan bu ailelerin doğayla iç içe
geçirdikleri yaşam ve mücadeleleri yer alıyor. Belgesel, çoğunlukla
Şavaklar
klasik röportaj yerine ailelerin günlük yaşamına ve rutin kaygılarına
aralarına sızmış birinin kamerası aracılığıyla odaklanıyor. Kendisi de
Dersimli olan ve Şavak hayatını 17-18 yaşlarına kadar yaşayan Öz,
film hakkında şu ifadelere yer veriyor: “Son Mevsim: Şavaklar projesi;
günümüz dünyasındaki modern hayat tarzının karmaşıklığına karşın, ■■ Duygu Söyler
Şavakların hayatlarındaki sadeliği, yoksulluğu ve doğa ile uyumlulu-
ğunu anlatmaya çalışırken aynı zamanda kültürel bir yolculuğu ba- Yönetmen:
rındırmaktadır. Kaybolmaya yüz tutan kültürel motifler özel olarak Kazım Öz
işlenmeye çalışılmıştır. Proje, etnografik bir karakteri aşıp, insan-do- Senaryo:
ğa, insan-insan ilişkilerine, insanın kültürel ve tarihsel değerleri ile
bağlarına şiirsel bir yaklaşım halini almaktadır. Bu hayatın özneleri Kazım Öz
olan; çoban, köpek, koyun, katır, çocuk, kadın, erkek, nine, tüccar, Oyuncular:
baytar filmin karakterleri olarak kendine özgü hikâyelerini yaşamak- Aga Erel, Ayşe Erel,
tadırlar.”(1) Dilara Erel
Bir masalla başlayıp yine bir masalla sona eren film boyunca çoban
ağıtları, türküler, ninniler, ıslıklar ve hayvanların sesleri insanların 2010/Türkiye/
öyküsüne eşlik ediyor. Doğa çekimlerinin ve seslerin tamamlayıcı bir Türkçe-Kürtçe/92'
unsur olmaktan ziyade ana öykünün bir parçası olarak kullanılması
ise hikâyenin gerçekliğini izleyiciye her an duyumsatan bir öge olarak
bizi karşılıyor. Çekimlerin sık sık insanların ve hayvanların yüzlerine
odaklanması filmin duygusal atmosferini canlı tutarken, başrol oyun-
cularından biriymişçesine öyküsüne tanık olduğumuz bir kuzunun
kesime yollanırken onu yetiştiren gençlerden birinin yaşadığı hüznü
hissetmek hiç de zor olmuyor. Çobanların mevsimler süren emekle-
riyle büyüyen hayvanlar arka planda bir kamyonla kesimhaneye gön-
derilirken kasap vitrinindeki “kuzu gerdan” etiketine odaklanılan
sahne, piyasanın üretici için adaletsiz, hayvanlar içinse zalim olan
yönüne vurgu yapıyor. Taşınırken telef olan ve kesildikten sonra ölene
kadar can çekişen hayvanların açıkça gösterildiği anlar, belgeselin en
çarpıcı sahneleri arasında. Son Mevsim: Şavaklar, bu anlamda sadece
insanların öyküsü olmaktan çok uzak.
Şavakların tümü uğradıkları haksızlığın farkında. “Tüm çileyi biz
çekiyoruz, bizden 3’e alıp markette 15’e satıyorlar.”(2) diyerek yakınan
karakter de, iş yükünün çoğunluğunu üstlendikleri halde kadınların
kötü muamele görüyor olmasına itiraz eden gür sesli cesur nine de
söyleyecek şeylere sahip. Ancak mevsim kışa dönmeye başlayıp Şavaklar
kışı geçirecekleri köye doğru yola çıkınca, hikâyelerinin değişmeyeceğini
anlıyor izleyici ve filmin uykuya yatırılmış çocukları gibi küçük bir
masalla avunup, ‘uzak’ bir diyarda yaşayan bu insanlara veda ediyor.
Diğer projelerinde de olduğu gibi, başta Kültür Bakanlığı olmak
üzere Türkiye’de çeşitli kurumlara başvurduğunu ancak destek bul-
makta güçlüklerle karşılaştığını ifade eden Öz, filmini ARTE Fran-
ce ve Jan Vrijman Fonu’nun katkılarıyla çekebildi. Birçok uluslarası
festivalin belgesel ve kurgu dallarında gösterilen, çok sayıda adaylığın
yanı sıra Ankara Uluslararası Film Festivali ve Mannheim-Hiedel-
berg’te ödül alan Son Mevsim: Şavaklar, Altın Portakal’ın belgesel da-
lında yarışmaya kabul edilmedi.

(1)http://www.sadibey.com/2009/05/26/son-mevsim-savaklar/#.
UuKkkRBajIV (Yönetmenin Proje Hakkındaki Düşüncesi) 25 Şubat Salı
(2)http://www.radikal.com.tr/radikal2/kurt_kimligini_saklarsan_so-
run_yok-997038 18:00

Sansürsüz Kazım Öz 11
K
azım Öz, Kürt kimliği ve bu kimliği yansıtan filmlerinin
Fırtına yanı sıra filmlerinin yarattığı tartışmalarla da bilinen bir
isim. Eserlerinin yurtdışında ilgi görüp de Türkiye’deki
önemli festivallerde ısrarla reddedilmesi sansür şüphelerini
güçlendiriyor ve beraberinde filmlerin sanatsal boyutundan çok ideo-
lojik yaklaşımından dolayı dışlandığı iddialarını doğuruyor. Fran-
sa’da Corsicadoc Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen Son
Mevsim: Şavaklar (Demsala dawi: Sewaxan, 2009)’ın Altın Portakal
Film Festivali’nin programına alınmaması Kazım Öz de dâhil birçok
kişinin tepkisine neden olmuştu. Yönetmenin 2007 yılında çektiği,
Mezopotamya Sinema yapımı olan Fırtına (Bahoz) da yine hem Al-
tın Portakal hem de Altın Koza film festivallerinin programlarına
■■ Nazlı Özüm Gündüz
kabul edilmemişti. PKK’nin 90’lı yılların başında üniversite örgü-
tlenmesini anlatan Fırtına’nın içeriği ve yaklaşımı sebebiyle sansüre
Yönetmen: uğramış olabileceği ihtimali sinemamız açısından üzücüdür, ancak
Kazım Öz bütün bu tartışmalardan önce Fırtına’yı, üzerine yapılan yorumlar-
Senaryo: dan bağımsız, yönetmenin izleyiciye aktarmak istedikleriyle değer-
lendirmekte fayda var.
Kazım Öz Hikâyenin odağına yerleştirdiği Cemal, İstanbul Üniversitesi İk-
Oyuncular: tisat Fakültesini kazanınca memleketi Dersim’den ayrılır ve İstan-
Cahit Gök, Havin bul’un yolunu tutar. Yıl 1992’dir, öğrenci hareketleri ’80 darbesinin
Funda Saç, Selim yarattığı sessizlikten sonra tekrar alevlenmiştir. Üniversite kantininin
Akgül çaycısının tespitiyle okulda “her masada bir fraksiyon” mevcuttur.
Dersleri takip etmekle yetinen öğrenciler olduğu gibi üniversiteyi
2008/Türkiye/ politik ortamdan bağımsız düşünmeyen ve bu anlamda örgütlenmeye
Türkçe-Kürtçe/156' çalışan öğrenciler de dönemin gençliğinin bir parçasıdır. Bunların
içinde Kürt milliyetçiliğinin savunuculuğunu yapan gruplar, yoğun
baskılara maruz kalmalarına rağmen en etkin zamanlarını yaşamak-
tadırlar. Yurtsever Öğrenciler, Cemal’i “Dersimli Kürt” kimliğiyle
aralarına almak isterler. İçine girdiği bu yeni ortam Cemal için kendi
kimliğiyle, diliyle ve çevresiyle yüzleşmesi ve “çizgisini” belirlemesi
anlamına gelecektir.
Fırtına, Kürt hareketinin üniversite öğrencileri arasında en yoğun
olduğu dönemi, memleketinden ayrılıp kendine yabancı bir şeh-
re alışmaya çalışan Cemal ekseninde, gerçekleri yansıtma iddiasıyla
anlatmaya çabalıyor, ancak filmin geneline yayılan propaganda izley-
iciyi hikâyeden soğutmakla kalmayıp karşıt bir tepki doğuruyor. Bu
karşıt tepkinin sebebi, filmde tüm karakterlerin belli bir kalıba otur-
tulmasından ve birkaç istisna dışında bu kalıplara uygun sığ oyuncu-
luklar sergilenmesinden kaynaklanıyor. Fırtına’da yönetmen tarafsız
değildir, tarafsız olma gibi bir kaygısı da yoktur, ancak anlatmak iste-
dikleri taraflı da olsa bunu kör kör parmağım gözüne, gözlemlerden
ziyade söylemlerle aktaran bir sinema anlayışı pek çoklarına da zevk
vermeyecektir.
Sinema her ne kadar düşüncelerin, duyguların ve deneyimlerin
paylaşıldığı bir aracı olsa da kendi başına bir değerdir ve onun kendi
içindeki bütünlüğü önemsenmeden yapılan işler, izleyici ile kurmayı
arzuladıkları bağı kurmakta başarısız olurlar. Fırtına’nın başarısızlığı
da burada yatıyor. Yönetmen, belli ki konu üzerine düşündüğü her
şeyi sığdırabileceği bir hikâye oluşturmaya çalışmış, ancak bunu sine-
ma diline dönüştürmekte yetersiz kalmış. Hikâyenin dağınıklığı ve
karakter gelişimlerinin klişeliğinin yanında oyunculukların aceleye
getirilmiş hali filmin sanatsal boyutuna bir hayli zarar vermiş.
Fırtına, gerek konusu gerekse de konuya yaklaşım biçimi ve este-
tik tercihleriyle tartışmaya açık bir film. İzleyicisini Cemal ile birlikte
kendi kimliği ve tarihi üzerine düşünmeye zorluyor. İnsanların
üzerine konuşmaktan bile çekindiği bir konu üzerine film yapma ce-
26 Şubat Çarşamba saretinden dolayı da Fırtına izlenmeyi hak ediyor.
18:00

12 Sansürsüz Kazım Öz
6 Mart Perşembe 18:00
Panel

Yeni Türkiye
Belgeselleri
Belgesel yönetmenleri Caner Canerik,
Dilek Gökçin, Lusin Dink ve Ümit Kıvanç;
Mithat Alam Film Merkezi’nin konuğu
oluyor! Filmleri; Ot, Bûka Baranê, Saroyan
Ülkesi ve Ağlama Anne Güzel Yerdeyim de
etkinlik kapsamında MAFM’nin gösterim
programında yer alıyor.
D
ilek Gökçin'in çektiği Buka Barane: Gökkuşağının Peşindeki
Bûka Çocuklar (Yağmurun Gelini, 2013) 1989 yılına ait bir fotoğraf
karesi ile başlıyor. Her çocuklu fotoğraf bir umut taşır hele
Baranê ki filme de adını veren gökkuşağı varsa... Buka Barane aynı
zamanda kürtçede yağmurun gelini anlamında da gelmekte; film de
tam böyle başlıyor. Günümüzden düğün karelerini izliyoruz. Sonra
belgesel başlıyor. Fotoğraftaki çocuklarla birlikte biz de büyüyoruz ve
ülkemizin karanlık dönemlerinin izlerini sürüyoruz.
Filmde Yüksekova başta olmak üzere coğrafyayı tanırız. 90lar Tür-
kiye’si; faili meçhullerin dönemi... Her şeyin karanlık olduğu ve dev-
letin şiddetinin doruğa çıktığı günler... Gezi direnişinde kendimizin
şahit olduğu gibi televizyonlar gerçeği göstermezler çünkü zaten bir-
■■ Seçkin Serpil ileri gerçeğe karar verir. Sizi düşman ya da dost göstermek ana akım
medya için anlık bir tercihtir. Bir gün Ahmet Kaya'ya çatal fırlatmak
Yönetmen: alkışlanır; bir gün Ahmet Kaya dinlemek...
Dilek Gökçin Bu coğrafyada çocuk olmak nedir, belgeselde bunu deneyimleriz.
Senaryo: şey olamaz. mermi
Çocukların kovanlarıyla oynaması kadar rahatsız edici hiçbir
Bir yanda Avrupa'da çocukların şiddet içeren oyunları
İrfan Aktan oynaması tartışılırken; bir yanda silahı içselleştirmiş çocuklar... Bu
savaş kültürü ile iç içe büyüyen çocukların oyunları da bundan et-
2013/Türkiye/ kilenir, öyle ki "işkence" oyunu oynarlar. İşkence bu coğrafyanın nor-
Türkçe-Kürtçe/60' malidir. Gerilla-polis oyunu oynar çocuklar. Gerilla olmak ister her
çocuk çünkü her baskı kendi kahraman tipini yaratır. Bir coğrafyada
nasıl ki birileri polis olmak ister; bu coğrafyada çocuklar da ideo-
lojiden bağımsız, anlamını çok da bilmeden gerilla olmak isterler.
Dağları benimserler çünkü özgürlük orada mümkündür. Evet, gerilla
çocukların gözlerinde bir idealdir.
Evinize gelip sizlere ya bize katılın ya da burayı boşaltın derler.
Doğuda birçok köylü evinden yurdundan tahliye edilmiş ya da zorla
devletin korucusu olmak zorunda bırakılmıştır. 90lar Türkiye’si bir
korku filmini anımsatmaktadır. "Cumartesi anneleri"'nin hala din-
meyen acıları o yıllarda başlamıştır. Hiçbir kitap, hiçbir film gerçeğin
kendisi kadar sarsıcı değildir. Hiçbir dramatik sahne oğlunun cesedini


arayan akıbetini soran ağıt yakan anne kadar sarsıcı
Hiçbir kitap, hiçbir film olamaz. Gerçek bu coğrafyada sessiz bir ağıttır.
gerçeğin kendisi kadar Film lur.
aracılığıyla izleyicinin dünle bağlantısı kuru-

sarsıcı değildir” Filmde medyanın olaylara bakış açısına ve


gerçekleri nasıl da çarpıttığına ya da sessiz kaldığı-
na tanık oluruz. Sıkıyönetim bahanesiyle devlet şiddeti meşrulaşır.
Devlet, itiraflardan da öğrendiğimiz üzere gelişi güzel köylere bomba
atmakta sakınca görmez. İşkence yapılması da doğal bir haktır. Bir
gün bu acıyla yüzleşmek mümkün müdür? Adalet sağlanabilir mi?
Barış bize ölülerimizi geri getirecek mi? Belgeselde Aysun'un da ded-
iği gibi gök kuşakları güzeldir çünkü ne kadar çabalasak da yakalaya-
mayız. Savaş gök kuşağını perdelemiştir. Barış bir temennidir; şayet
gelirse, bu çocuklar gök kuşağını yakalarsa...
“Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki ya ölüleri ne
yapacağız? Neden öldüler?" diye sorar Pavese. Gerçekten de bir barış
tüm bu acıları dindirecek midir? Anadilinde konuşmaktan korkan
insanların yüreğini ne ferahlatabilir? Cumartesi anneleri ne zaman
huzura erecek? Ne zaman düğünlerde çalıp oynayacağız? Belgesel bit-
erken baştaki fotoğrafa döneriz, fotoğraftaki çocukların büyük haller-
ini görürürüz. Ana dilde eğitimi savundukları için; eylem yaptıkları
için bazense sadece kendileri oldukları için hapse tıkılan çocuklardan
söz ediyoruz. Gençliklerini nasıl telafi edeceğiz? Belgesel biterken fo-
28 Şubat Cuma toğraf ve barış umuduyla veda eder; unutmak yok olmaktır; bu yüzden
tanıklık etmek önemlidir. Yağmur sonrasındayız, gök kuşağının
peşinden koşuyoruz nicedir...
18:00

14 Yeni Türkiye Belgeselleri


Y
önetmenliğini Caner Canerik’in yaptığı Ot (Was, 2013) eşleri
vefat ettikten sonra Dersim’de birlikte yaşamaya devam eden
iki kumanın hayatından bir kesiti seyirciye sunuyor. Bu iki
Ot
kadının yaşamından alınan yalnızca 77 dakikalık bir kesit,
90’lı yıllardaki köy boşaltma politikalarının etkileri başta olmak üzere
pek çok toplumsal olayı seyirciye yansıtmayı başarıyor.
Fatma Bozkurt ve Beser Demirtaş eşleri öldükten sonra da birbirlerine
sahip çıkmaya devam eden iki kumadır. Bir boğa karşılığında evlendi-
rilen sağır ve dilsiz Fatma Bozkurt kendini bildi bileli toplumun ona
atfettiği eksik-insan sıfatını telafi etmek için ev işlerini yapıp yük taşı-
maktadır. Beser Demirtaş ise senelerce Bozkurt’a ve eşine manevi destek
■■ Nazlı Ander
olmuş, ailesinin maddi açıdan yükünü üstlenmiştir. Ancak yaşlılığından
dolayı hareketleri kısıtlanmış, gözleri görmemeye başlamıştır. Bu nok-
tadan bakıldığında seyirci, aile içi iktidar ilişkisi ile pek de alışık olun- Yönetmen:
mayan bir şekilde karşı karşıya gelir. Çünkü bir aile içerisindeki kadın- Caner Canerik
erkek ilişkilerinde gözlemlendiği gibi, fiziksel gücünü kullanan ve ev Senaryo:
işlerini gören Bozkurt’un çevre insanlarla iletişim kurmasına, bu sayede Caner Canerik
maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olan Demirtaş’tır. Film- Oyuncular:
de de Demirtaş kumasından sıkça bahsederken onun ne kadar çalışkan Beser Demirtaş,
olduğuna, ama yaşamak için kendisine de ihtiyacı olduğuna değinir. Fatma Bozkurt
Ot’un anlatımı içerisinde, belgesel filmin geçtiği coğrafya ve zaman
göz önüne alındığında, aile içi iktidar ilişkisinden ziyade 1990’larda- 2013/Türkiye/
ki köy boşaltma politikalarının altı çizilmiş. 1990’larda hükümetin al- Kürtçe/77'
dığı kararla önceleri dağda yaşayan Fatma Bozkurt ve Beser Demirtaş
zorunlu olarak başka bir yere taşınmıştır. Bir süre hükümet tarafından
yiyecek yardımında bulunulmuş, karakola yakın yere yerleştirilmişlerdir.
Ancak sonra yiyecek yardımı kesilmiş, karakol da bombalanır diye başka
bir yere taşınmış.
Film bu bilgilerle irdelendiğinde sağır ve dilsiz (ifade özgürlüğü
kısıtlanmış), kendini bu yüzden doğaya ve çalışmaya vermiş Bozkurt’un
1990’larda Türkiye’nin Güneydoğusunda kırsal yaşam süren insanları
daha iyi betimleyebilmek için kullanılmış bir metafor olduğunu düşün-
mek mümkündür. Filmde Demirtaş ile Bozkurt’un hastaneye gittikleri
sahne de bu çıkarımı örnekler. Bozkurt’un iletişimini sağlayan Demir-
taş Türkçe bilemediğinden hastanedeki doktorlarla iletişimini bir başka
doktor yardımıyla sağlamaktadır. Hatta köpek ısırdıktan sonra uzun
süre tedavi görmek zorunda kalan Bozkurt, elini doktora gösterip se-
vincini paylaşmak istediğinde önce bunu Demirtaş’a anlatması, sonra
Demirtaş’ın bunu çeviri yapan doktora, en son da çeviri yapan doktorun
diğerlerine Türkçe söylemesi gerekecektir. Kısaca hastane sahnelerinde
iç içe geçmiş iletişimsizlik oldukça başarılı bir şekilde yansıtılmıştır.
Öte yandan filmin ismi, seyirciye, belgeselin konu aldığı insanların
tüm bu sorunlara rağmen hayata nasıl tutunduklarına dair önemli bir
ipucu verir. Demirtaş devletin onlara verdiği parayla bir miktar ot satın
almıştır, ancak her sabah uyandığında bu otları komşularının inekleri-
nin yemeye çalıştığını görür. Bu yüzden zaman buldukça, otların isti-
flendiği yerde görebildiği ve gücünün yettiği kadarıyla inekleri kovalar.
Komşularının ineklerini kovalamak Demirtaş’ın hayatındaki en önemli
meşguliyetlerinden biridir. Bozkurt’un ısınmak için çok gerekli olmasa
da odun taşımayı bir görev olarak görmesi gibi otların başında durmak
da Demirtaş’ın monoton kırsal yaşamda kendine biçtiği görevdir.
Belgesel film de ismini doğayla bir olmuş bu iki kadının ortak nokta- 3 Mart Pazartesi
larından biri olan istiflenmiş otlardan alır.
18:00

Yeni Türkiye Belgeselleri 15


N
eşe Özgen, Roboski katliamı ile ilgili bir yazısında “sınır”
Ağlama kavramının niteliğinden ve içinde bulundurduğu olası an-
lamlardan bahseder: “Sınır ve kaçakçılık hakkında konuş-
Anne Güzel maya başladığınızda, aslında bütün devlet, siyaset, vatan,
vatandaşlık ve yurttaşlık üzerinde de konuşabilirsiniz.”(1) Ülke gün-
demi her gün akıl almaz bir hızla değişse de, üzerinden geçen iki yılın
Yerdeyim ardından toplumsal belleğimizden silinmemesi, unutturulmaması ge-
reken bir olay Roboski Katliamı. Davanın ve Roboskili ailelerin hak
arayışının geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından takipsizlik kararı ile sonuçlandırılması bu unutmama, ha-
tırlama ve hatırlatma gerekliliğini daha da arttırmakta. Bu noktada
Roboski katliamı üzerine çekilmiş sınırlı sayıda belgesellerden biri de
■■ Aslı Ildır daha önce Kazım Koyuncu, Ahmet Kaya ve Zonguldak’taki maden
işçileri üzerine de belgeseller çekmiş olan Ümit Kıvanç’ın filmi.
Yönetmen: Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim (2012) temelde Roboski’de hayatını
Ümit Kıvanç kaybeden 34 gencin aileleriyle yapılmış röportajlar üzerinden ilerle-
yen bir çalışma. Ancak film ilk bölümünde 28 Aralık’ta gerçekleşen
katliam sonrası hiçbir şey olmamışçasına devam eden ülke çapındaki
2012/Türkiye/ yılbaşı kutlamalarının ve olay sonrasında siyasetçilerin tartışmaları-
Türkçe-Kürtçe/98' nın medyadaki yansımalarına yer veriyor. Bu görüntüler ya da sesler
filmin ikinci bölümünde yer alan röportajlar ile yaratılan bir nevi söz-
lü tarih çalışması ile yan yana kurgulanarak; ana akım medya/iktidar
dili ile katliamın öznelerinin deneyimleri arasında da bir karşıtlık ya-
ratmış oluyor. Filmi herhangi bir sözlü tarih çalışmasından ayıran en
önemli fark da kurgu ile yaratılan bu karşıtlık aslında.
Yaratılan bu karşıtlığın oluşumunda dikkat çekici bir nokta da yö-
netmenin yeri/sesi. Yönetmen katliamın iki ayrı dilden yansımasında
da fiziksel olarak arka planda olmayı ve varlığını hissettirmemeyi seç-
miş. Bu sayede gerçekten de iki dilin çıp-
lak bir şekilde karşılaşması söz konusu.
Elbette yönetmenin medyadan seçtiği
görüntüler, siyasetçilerin konuşmaları ya
da kanallar belirli kurgusal seçimler so-
nucunda oluşturulmuş ve tek yönlü olun-
mamaya dikkat edilmiş (Örneğin Erdo-
ğan’ın konuşmalarının yanı sıra, daha
kapsamlı bir özür dilenmesi gerektiğini
düşünen Hüseyin Çelik’e de yer veril-
mesi gibi.) ve elbette özneler hikâyelerini
belirli sorulara karşılık olarak anlatıyor-
lar. Öte yandan, her ailenin hikâyesinin
ve deneyiminin son derece farklı ve özgün olması, yönetmen tarafın-
dan yöneltilen soruların yönlendirici olmadığını, tersine yönetmenin
öznelere hafızalarında kalanları aktarmaları açısından oldukça açık
bir alan sağladığını gösteriyor.
Kıvanç filmi çekme amacını şu cümleyle dile getiriyor bir röpor-
tajında “O köy çocuklarının hatırası, yok edilemeyecek bir şekilde
ortada öylece kalsın istedim. Bu katliamın ve sonrasında buna sahip
çıkılmasının sorumlularının, ölüm döşeğinde son olarak gözlerinin
önünden o filmden kareler geçsin inşallah.”(2) Roboski davasının al-
dığı son neticeyle de beraber, özellikle hukuksal düzlemde, iktidar
ve devletin söylemleriyle, resmi tarih sayfaları içinde unutturulmaya
çalışılacak olan bu tarihin üzerinden zaman geçmeden, hafızalar za-
yıflamadan kayıt altına alınması açısından son derece önemli bir film
Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim.

(1)http://www.bianet.org/biamag/insan-haklari/135445-kacakcili-
4 Mart Salı gin-ve-sinirin-oykusu
(2)http://hurbakis.net/content/umit-kivanc-kurt-savasi-bitsin-top-
18:00 lum-hakikatiyle-yuzlessin-roportaj

16 Yeni Türkiye Belgeselleri


W
illiam Saroyan’ın yakın dostu ve aynı zamanda onun
üzerine birçok makale ve araştırma yayınlamış Orta
Çağ Ermeni Sanatı uzmanı Dickran Kouymjian
Saroyan
(Dikran Kuyumcuyan) Stanford Üniversitesi’nde
düzenlenen “William Saroyan’ın Ruhu” başlıklı konferansta Saroy-
Ülkesi
an’ın eserlerinin eleştirmenler tarafından edebiyat geleneği dışında
bırıkılışını anlatır (1). Kouymjian, çoğu yüksek eğitimli bu akademik
çevrenin onu anlamakta zorlandığını, zamanın kalıplarına uymayan
kendine özgü bu tarzın akademisyenlerce bir sınıflandırmaya tabi tu-
tulamadığından bahseder. Şimdi biz de geçmişin, şimdiki zamanın,
kurgunun ve gerçeğin içi içe geçtiği Saroyan Ülkesi’ni de bir sınıfa sok-
■■ Oytun Elaçmaz
makta belki Saroyan’ın eserleri kadar zorlanıyoruz. Bir an yoldayız,
Saroyan anlatıyor biz dinliyoruz. Arada bir de Fikret Otyam’ın
samimi dilinden dinliyoruz Saroyan’ı, onun heyecanını ve yazarın Yönetmen:
baba ocağına yolculuğunun ülkedeki yansımalarını; kendisi bunca Lusin Dink
yıl sonra anlatırken bile hala heyecanlı. Sonra Fresno’da sokaklarda Senaryo:
gazete satan küçük bir çocuğun, Saroyan’ın gençliğiyle birlikteyiz. İşte Lusin Dink
bu gerçek ve kurgunun iç içe geçmiş hali de tıpkı Saroyan’ın eserleri Oyuncular:
gibi oldukça özgün bir film olarak karşımıza çıkıyor beyaz perdede. Ara Mgrdichian,
Yönetmen Lusin Dink ilk kez yönetmenlik koltuğuna oturuyor Artur Norikyan,
Saroyan Ülkesi ile. Bir ilk film için başarılı sayabileceğimiz film, Sa- Kevork Malikyan
royan’ın iç dünyasına doğru yapılan bir yolculuk tecrübesini yaşatıyor
izleyiciye. Filmde kullanılan anlatıcı ses tekniğiyle Saroyan’ı ses- 2012/Fransa-
lendiren kendisi de tıpkı Saroyan gibi Anadolu kökenli Amerika’da Türkiye-Ermenistan/
yaşayan bir Ermeni olan Ara Mgrdichian’ın ağzından duyduğumuz Türkçe-İngilizce-
her şey kendisinin bugüne kadar yazdığı tiyatro, öykü ve günlüklerden Ermenice/79'
alıntılanmış cümlelerden ibaret. Trabzon’dan başlayarak Bitlis’e
uzanan yolculuğunu Saroyan’ın gözlerinden kendi sözleriyle kendini,
babasını ve diğer aile büyüklerini anlatışını dinliyoruz. Bitlis’e uzanan
yolda kamera bize Anadolu’nun güzel dağlarını gösterirken bu adam
kendisi gibi bir yazar olan babası Armenak veya büyükannesi Lusin
oluyor, 1900’lerin başında Kaliforniya, Fresno’daki evlerinde ise
dayısının dostu evinden 10.000 km uzakta ailesinden ayrı ölen Arap
Halil. Bize memleketinden ayırılmış insanların öykülerini anlatıyor;
evinde ölmenin bile çok görüldüğü insanlar.
Tüm bu hikayelerin Saroyan’ın kendi cümleleriyle anlatılmış olması
izleyiciyle Saroyan arasında bir aracı olmaksızın iletişimi mümkün
kılıyor. Yönetmen Lusin Dink bir röportajında yorumlamadan izley-
iciyle Saroyan arasına mesafe koymamak için özellikle kaçındığını
belirtiyor (2). ‘İnsanı arıyorum’ diyen Saroyan filmde karşımıza yazar
kimliğinin dışında, tıpkı eserlerindeki gibi anlatacak öyküsü olan bir
insan olarak çıkıyor. Kitaplarında bizle öykülerini paylaştığı insanlar-
dan farksız. Dink’in ifadesiyle tüm sürgünler gibi o da arafta yaşayan
biri (3). Etnik kimlik fark etmeksizin sürgün yaşamanın anlamı Sa-
royan üzerinden izleyiciye aktarılırken film de Ermeni diasporasının
öyküsü olmaktan çıkıp tüm sürgün ve göçmenlerin evrensel hikâyesi
haline geliyor.
Filme evrensellik kazandıran bir başka unsur ise filmde kullanılan
dil özgürlüğü. Hakim olan anlatım dili İngilizce olmasına rağmen
yer yer özellikle Saroyan’ın aile büyüklerinin hikayelerini anlattığı
kısımlar Ermenice anlatılmış. Van Kalesi’nin önündeki üç çocuğun
kalenin tarihini Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Japonca anlatışı iz-
leyicinin yüzünde ufak bir tebessüm oluşturma amacının yanında dil
özgürlüğüne yapılmış bir vurgudur.

Yeni Türkiye Belgeselleri 17


Saroyan Ülkesi’ni Saroyan’ın edebiyatına ve onun Ermeni kimliğine
değinmeden iyi bir şekilde değerlendiremeyiz. Saroyan’ın eserleri
eleştirmenler tarafından beğenilmese de buna zıt olarak yazıldığı
dönemde halk tarafından oldukça benimsenmiş, eserleri birçok dile
çevrilmiş, dönemin en sevilen ve en çok okunan yazarlarından biri
olmayı başarmıştır. Hatta bir romanı romanla aynı isimde The Human
Comedy (1943) olarak sinemaya aktarılmış ve Saroyan’a en iyi hikaye
dalında Oscar kazandırmıştır. Akademik ve eleştirmen çevrelerinin
eserlerini beğenmemesindeki en büyük sebep onu ellerindeki hiç bir
kalıba oturtamamalarıdır. William Sa-
royan bu edebiyat çevrelerinden farklı
olarak okullu olmadığı gibi, akademinin
edebiyatı anlamlandırma ve çözümleme
yöntemlerine de karşıdır. Onu sınıflan-
dırmak bir yana anlamakta dahi zor-
lanan eleştirmenler bir zamanlar över-
ek 30’lu yaşlarında Pulitzer Ödülü’ne
(1940) layık gördükleri - ki Saroyan
bu ödülü reddetmiştir - bu yazarı gör-
mezden gelerek bugün edebiyat fakültel-
erinde okutmaya değer görmemişlerdir.
Onu absürd edebiyatının öncülerinden kabul eden Kuyumcuyan II.
Dünya Savaşı sonrası Fransa’da oluşan Samuel Beckett, Eugene Ion-
esco gibi yazarların öncüsü olduğu absürd tiyatro akımının Saroyan’ı
heyecanlandırdığını, sonunda anlaşılmaya başladığını düşündüğünü
belirtir (4).
Henüz çocuk yaşta hayatını yazarak kazanmaya karar veren Saroy-
an, öykülerinde ve tiyatrolarında hep küçük, belki de günlük hayatta
karşımıza çıkınca çok da önemsemeyeceğimiz, şaşırmayacağımız in-
sanları anlatmıştır. Kendi ifadesiyle sıradan ve herkesin bildiği şeyleri
yazıp sadece bunları kayda geçirmektedir. Bu sebepledir ki eserleri
kendisinin, ailesinin, dostlarının ve hepsinin geçmişlerinin tutanağı,
hafızalarının kaydıdır. Hem bir insan olarak hem de eserleriyle bir
yazar olarak Saroyan’ın kimliğini oluşturan şey bu hafızadır. Kendi-
ni bir Amerikan olarak tanımlamasına ve bununla gurur duymasına
rağmen aynı zamanda her zaman bir ‘Bitlistsi’ (5) olduğunu da vur-
gular. Şair Garig Basmadijan’la yaptığı bir söyleşide söylediği ‘Erme-
niliğim olmadan kendimi tasavvur edemem. Bu, yaşamın ilk kıvılcımı
kadar önemli.(6)’ sözleri onun geçmişiyle olan ilişkisini en açık şekilde
göstermektedir. Bu hafızanın eserlerindeki yansıması ise sayısız öykü
ve oyun olmuştur. Ancak eserleri hafızasının birer yansıması olması-
na rağmen Saroyan’ın hayatı boyunca hayalini kurduğu Bitlis yolcu-
luğundan bize kalan tek eseri Bitlis isimli bir tiyatrosudur. Yolculuk
sonunda Fikret Otyam’a yolculukla ilgili büyük bir piyes yazmak
istediğini söylemesine (7) rağmen bu gerçekleşmemiş bir hayal olarak
kalmıştır.

(1) Kouymjian, D. (1997). Bugün Saroyan’ı Kimler Okuyor?. Aziz Gökdemir
(Ed.), Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan (ss. 205-214). İstanbul: Aras
(2-3) http://film.iksv.org/tr/festivalgunlugu/696
(4) Saroyan Ülkesi’ndeki Kouymjian’ın röportajından alınmıştır.
(5) Bitlistsi Ermenice Bitlisli demektir.
5 Mart Çarşamba (6) Basmadjian, G. (1975). Saroyan’la Samimi Bir Sohbet. Aziz Gökdemir
18:00 (Ed.), Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan (ss. 155)
(7) Fikret Otyam, Cumhuriyet Gazetesi (7 Haziran 1964)

18 Yeni Türkiye Belgeselleri


13 Mart Perşembe 18:00
Söyleşi

Engin Ayça Sineması


Türk Sinemasının önemli yönetmenlerin-
den Engin Ayça, Mithat Alam film Mer-
kezi’nin konuğu oluyor! Gerçekleşecek
söyleşinin yanı sıra yönetmenin Bez Bebek
ve Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu filmleri
de MAFM’nin Mart ayı programında yer
alıyor.
E
ngin Ayça’nın Gülsen Tuncer’le yönetmen koltuğuna otur-
Bez duğu, ilk uzun metrajlı projesi olan Bez Bebek (1987)’te
dönemin kırsalında yaşayan bir anne ve kızının hayatından
Bebek bir kesit konu alınmaktadır. Türkiye sinemasında aşina old-
uğumuz ataerkil yapı ve namus gibi temalara eğilen film anlatımıy-
la ve karakterlerinin psikolojik yapısıyla ayrı bir yerde bulunuyor.
Belgeselleri de bulunan Ayça, filmlerini yeni gerçekçilik akımının
etkisiyle çekiyor. Bez Bebek sizi karakterlerle özdeşleştirmekten ziyade
yaşananlara dışarıdan tanıklık ettiğiniz hissiyatını veriyor.
Küçük kızı Gülcan’la birlikte bir bağ evinde yalnız yaşayan
Melek’in kocası Recep hapistedir. Bütün dünyadan soyutlanmış
bir hayat sürmektedirler. Dış dünyayla tek bağlantıları ara sıra izle-
■■ Utku Öztürk dikleri televizyondur. Gülcan, arkadaşa yalnızlığını gidermek için
canlı cansız her şeyle konuşmakta, eve gelen misafirlere büyük ilgi
Yönetmen: duymaktadır. Ama en yakın dostu film boyunca evden çıkmayan bez
Engin Ayça, Gülsen bebeğidir. Aslında farkında olmadan kendisinin yaşadığı sınırlandır-
Tuncer mayı kabullenmiş ve bebeğe de bir sınır koyma ihtiyacı hissetmiştir; o
bahçeden dışarı çıkamamakta, bez bebekse evden dışarı çıkamamak-
Senaryo: tadır. Amcasıyla annesi dışında tek gördüğü insan evlerinin önün-
Engin Ayça, Macit den geçen ve babasından haber beklediği postacıdır. İşte bu durum
Koper içerisinde Melek, Gülcan gibi küçük ve dünyadan bir haber olmadığı
Oyuncular: için kendini daha yalnız ve hapsolmuş hissetmektedir. Kocasının re-
Hülya Koçyiğit, smine bakmakta, yalnızlığının bitmesini beklemektedir. Her yatağa
Hakan Balamir, girişinde yatağın bir tarafına yatıp; duygusal ve cinsel anlamda hisset-
Begüm Örnek tiği ihtiyaçla yanında kocasının yattığını hayal etmektedir. O kadar
küçük bir dünyaya hapsolmuş durumdalardır ki bu sıkışmışlık hissi
1987/Türkiye/ sizi film boyunca huzursuz eder ve karakterlerin kaçıp gitmesini ister-
ken bulursunuz sürekli kendinizi.
Türkçe/93' Melek ve Hasan, Recep’in hapiste olması sebebiyle dört yıldır
onarılmayan evin onarım işlerini; eve dönmesinin yaklaştığı şu gün-
lerde hallettirmek ister. Bir gün Hasan, bunun için işini iyi yapan ve
çok güvenilen biri olan Ahmet Usta’yı getirir, Gülcan Ahmet Usta’yla
hemen arkadaş olur ancak Melek, ustayla pek yakın durmamaktadır.
Buna karşın ikisi arasında birbirlerine karşın bir merak ve ilgi gelişir.
Bir gün su almaya girdiği sırada Melek’le karşılaşan Ahmet Usta ona
tecavüz eder. Bu olaydan sonra Melek, iç çatışmalar yaşar. İlk başlar-
da toplumun öğretileriyle kendini kötü hisseder ama sonra kendi
içindekilerle yüzleşir. Aslında kocası onun beklediği adam değildir.
Geçen yılların unutturduğu, kendisinden yaşça çok büyük biridir.
Melek, Ahmet Usta’ya ilgisi olduğunu sonradan fark eder. Kocasından
çok yalnızlığının dinmesini istemektedir ve uzun zaman sonra kadın
olmayı, cinsel arzularını hatırlamıştır.
Recep hapishaneden çıkar ancak onca zaman sonra tekrar bir aile
haline gelememişlerdir. Gülcan fotoğraftan tanıdığı adamı babası
olarak hissedememekte, hiç bilmediği baba olgusunu anlamlandır-
maya çalışmaktadır. Çünkü tek bildiği babasını beklemektir. Melek
ise kocasının geri dönmesiyle yalnızlığını dindiremez. Duygularının
ve arzularının farkına varmıştır Ahmet Usta’yla, eskisi gibi olamaz.
Karısı ve çocukları olmasına karşın Ahmet de Melek gibi kendinin,
duygularının, cinselliğinin ilk kez farkına varmıştır. Çünkü şimdi-
ye kadar kendi istekleriyle değil, öyle uygun görüldüğü için bir hayat
yaşamışlardır.
Film günümüzde dahi kırsalda, hatta kentte bile karşılaştığımız
insanların hayatlarını ailelerinin, ya da belli normların üzerinden
yaşamaya çalışırken içine düştükleri psikoloji ile neler yapabilece-
klerine çok iyi değinmektedir. Ayrıca o dönemde toplumda kadının
yeri, cinsel obje ya da köle olarak görülmesine bir bakış niteliğinded-
11 Mart Salı ir ki günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda tablo çok da değiş-
mediğinden izleyiciye düşünecek çok şey vermektedir.
18:00

20 Engin Ayça Sineması


S
oğuktu ve Yağmur Çiseliyordu (1991) isminin yarattığı çağrışım-
lar gibi melankolik ve romantik bir film. Zaman kavramını te-
mel meselesi olarak ele alan film, daha ilk sahnesinden nasıl
Soğuktu
bir zaman anlayışına sahip olduğunu belirtmekten çekinmiyor.
Film bu yönüyle, bu köşede yer verilmese de, Ahmet Hamdi Tan- ve Yağmur
pınar’ın eserleriyle paralel olarak yorumlanmaya ve çeşitli okumalara
elverişli hale geliyor. Yağmurlu bir günde camdan dışarıyı izleyen Ley-
la’nın görüntüsünün üstüne bir dış ses bize zamanı açıklar. Zamanın
Çiseliyordu
parçalanmaz bir bütün olduğunu, dünü, bugünü, geleceği bir arada
yaşadığımızı söyler. Şimdiki zamanı deneyimlerken aslında dünün ve
geleceğin içindeyizdir.
Ünlü bir sanat müziği assolisti olan Leyla’nın, birbirlerine karşı ■■ Can Önalan
romantik duygular besledikleri gizli dostu, evli ve çocuklu bir insan
olan, orkestrasındaki udi Cemal Bey’in trafik kazasıyla hayatını kay-
betmesinin ardından yaşadıklarını anlatılırken, bir yandan da Ley- Yönetmen:
la’nın belleğinin içinde geriye dönüşlerle Cemal Bey’le olan ilişkile- Engin Ayça
ri ve anıları perdede yer alıyor. Filmi güzel kılan unsur, geçmişi ve Senaryo:
bugünü bir karşıtlık ilişkisi içerisinde konumlandırmaması. Leyla’nın Engin Ayça
kaybettiği Cemal’e dair hatıraları şimdiki zamanıyla adeta iç içe Oyuncular:
geçmektedir. Ölümünün ardından Cemal’i unutmayı başarabileceğini Türkan Şoray, Ekrem
sorgulamak anlamsızdır çünkü Leyla böyle bir amaç gütmemektir. Bora, Gülsen Tuncer
Geçmişin bugünün koparılamayacak bir parçası olduğu bilinmektedir.
Dolayısıyla, Leyla’nın bu olaydan sonra hayata nasıl tutunacağıyla çok
fazla ilgilenmeden, Leyla da biz de kendimizi hatıraların dünyasının
1991/Türkiye/
içine bırakırız. Türkçe/100'
Cemal de geçmişe düşkün bir karakter olarak karşımıza çıkar. Eski
şiirleri okur, kimsenin giremediği kendine ait odasında ebru resimler
yapar, eski plakları dinler, antika koleksiyonu yapar. Leyla taziye zi-
yaretinde Cemal’in antikalarla dolu bu gizli odasına girdiğinde onun
zamanın sınırlarını aşmış, ötesine geçmiş biri olduğunun da farkına
varır. Farklı tarihlerden birçok antika eser odasının her yerini donat-
mıştır. Özellikle kol saatleri koleksiyonu Leyla’nın dikkatini çeker.
Her bir antika kol saati farklı bir vakitte duraklam-
ıştır. Bu oda zamanın çizgisel olmadığını ve hiçbir “Şimdiki zamanı
şeyin dünyadan silinip gitmediğini anlatır gibidir. deneyimlerken aslında
Cemal, kibar ve saygılı bir eski zaman beye-
fendisidir. Yeni çıkan pop şarkıların gelip geçici dünün ve geleceğin


şeyler olduğunu fakat kendi musikilerinin hep içindeyizdir
kalıcı olacağını, hiçbir zaman ölmeyeceğini söyler.
Müziğin ölümsüzlüğünden gerçek aşkın ölümsüzlüğüne de ulaşmak
mümkündür. Cemal hisli bir şekilde kendinden geçercesine, vecd
halinde udunu çalmasıyla aşkını dillendirmektedir, fakat Cemal de
Leyla da aşklarını bir türlü birbirlerine itiraf edemezler. Onun yer-
ine sanatlarında yansıtırlar. Müzisyenler olarak bir otelde konak-
larken, Leyla Cemal’i birlikte çalıp söylemek için odasına çağırır.
Cemal’in Leyla’nın odasına girmesiyle 11 dakikalık bu uzun bu
sahnede, hüzünlü, elem dolu şarkıları birlikte icra ederler. Birbirlerini
sevdikleri halde birlikte olma düşüncesi akıllarından bile geçmeme-
ktedir. Aşklarını kendi içlerinde yaşarlar ve yazdıkları şarkılarda ve
plaklarda ölümsüzleştirirler.
Cemal de Leyla açısından ölümsüzdür. Leyla’yı bir sonbahar günü
ormanda tek başına otururken Cemal de sessizce yanına gelir, yanına
oturur ve Leyla’yla bakışırlar. Ardından bunun bir hayal olduğu an-
laşılır, fakat hayal olduğu gibi bir o kadar da gerçektir de. Çünkü Ley-
la’nın şimdiki zamanında varlığını sürdürmektedir. Zaman insanı bir
noktadan bir noktaya götürmez, insan zaten tüm zamanları aynı anda 12 Mart Çarşamba
içinde taşır, aşkı da her dem baki kalır.
18:00

Engin Ayça Sineması 21


Gerçek Bir Auteur: Elia Kazan
Serhad Mutlu

E
lia Kazan, Amerikan tiyatrosunun ya koyarken Brando metod oyunculuğunu
ve sinemasının ilk auteurlerindendir. esas almıştır. Birbirinden çok farklı bu iki
Sahneye koyduğu bir oyunun ya da oyunculuk tarzının uyumsuzluk yaratacağı
ortaya çıkardığı bir filmin en ufak düşünülecekken Kazan bu farkı bir avanta-
ayrıntısına dair hâkim olmuştur. Elia Ka- ja dönüştürmüş ve karakterlerin arasındaki
zan’dan bahsederken her şeyden önce oyuncu çatışmayı destekleyici bir unsur olarak kullan-
yönetimine değinmek gerekir. Gücünü tiyatro mıştır. Vivien Leigh’in canlandırdığı karak-
geçmişinden alan Kazan yalnızca Amerikan ter Blanche de onun benimsediği oyunculuk
sinemasının değil dünya sinema tarihinin de tarzına çok uygundur aslında. Konstantin
gelmiş geçmiş en iyi oyuncu yönetmenlerin- Stanislawski’nin ortaya attığı metod oyuncu-
den birisidir. Çağının en önemli aktörlerinden luk tarzını içinde yer aldığı tiyatro olan Actors’
olan Marlon Brando da onun hakkında: “Şim- Studio’da geliştiren isimlerden biri olan Ka-
diye kadar çalıştığım en iyi oyuncu yönetme- zan’ın bu rol için Leigh’i tercih etmiş olması
ni!” demiştir. (1) Viva Zapata! (1952), Rıhtım- da bilinçli bir tercihtir.
lar Üzerinde (On the Waterfront, 1954), İhtiras Elia Kazan’ın kariyerinde bu denli pay sahi-
Tramvayı (A Streetcar Named Desire, 1951) gibi bi olduğu tek yıldız isim Brando değil. Marlon
filmlerde ortaya koyduğu olağanüstü perfor- Brando’yla sıkça kıyaslanmış olan James Dean
mans da bunu destekler doğrusu. Zira Arzu de Cennetin Doğusu (East of Eden, 1955)’nda
Tramvayı Brando’nun piyasaya adını duyur- Kazan’la birlikte çalışmıştır. Kazan bu filmde
masını sağlayan film olmuştur. de Raymond Massey ve Dean arasındaki geril-
Filmdeki tek olağanüstü performans Mar- imden faydalanmıştır. Massey’nin Dean’den
lon Brando’ya ait değildir aslında. Film, nefret ettiğini söyleyen Kazan, bu nefreti ikili-
dört oyunculuk dalında da Oscar’a aday nin performansında kullanmıştır.
olmuş, bunların içindense yalnızca Bran- Elia Kazan tüm filmlerinde önemli sorunlara
do heykelciğin sahibi olamamıştır! Brando, yer vermiştir. Centilmenlik Anlaşması (Gentle-
ödülü alamamıştır belki ama filmdeki perfor- man’s Agreement, 1947)’nda Yahudi karşıtlığına,
mansının sinema tarihine geçtiği kesin -tıpkı Kara Damga (Pinky, 1949)’da ırkçılığa, Rıhtım-
Blanche karakterini canlandıran Vivien Leigh lar Üzerinde’de sendika-işçi sorunlarına, Viva
gibi. İkilinin karşılıklı oyunu iki farklı oyu- Zapata!’da Meksika Devrimi’ne değinmiştir.
nculuk tarzının da çatışması gibidir aslında. İhtiras Tramvayı ise toplumda kadın erkek roll-
Leigh çok daha teatral bir performans orta- eri üzerine bir filmdir.

22 Gerçek Bir Auteur: Elia Kazan


Stella’nın Çaresizliği yaşayan ve görece daha hassas, duygusal bir
İhtiras Tramvayı’nın Stanley Kowalski’si erkek karakterdir. Ne var ki o da Blanche’ın
otoriter bir eştir. Savaşı tecrübe etmiş eski bir hikâyesini öğrendiğinde onu terk eder.
asker olarak savaşın gerginliğini eve taşıdığın- Blanche’ın öyküsü filmde tam olarak açıklığa
dan sert, inatçı ve kavuşmaz. Açık
kabadır. Eşi Stella olan şey kocası ve
ise çekingen ve sinik kocasının ölümüyle
bir kadındır ve bu ilgili bazı travmalar
yüzden bu hikâyenin yaşamış olduğudur.
de başkarakteri o Kocasının nasıl
değildir. Mem- öldüğünden de emin
leketinde yaşadığı olamayız ama hiç
sorunlar nedeniyle görmediğimiz o da
yanlarına taşınan arzularını hissettiği
ve düzenlerini alt şekilde yaşayama-
üst eden kız kardeşi mış ve bu yüzden
Blanche ise aksine ölüme sürüklenmiş
itaat etmeyi reddeden bir karakterdir. Elia
bir kadındır. Kay- Kazan filmin içinde
betmiş olsa da bir eşcinsellikten açıkça
mesleği vardır. Cin- bahsetmese bile hem
selliğini yaşamaktan onun hem de Ten-
ve arzularını dile ge- nessee Williams’ın
tirmekten de çekin- öyküye kattıkları
mez –işini kaybetme- ufak numaralardan
sinin de sebebi budur bunu anlayabiliriz.
aslında. Blanche, özetle Stella’nın temsil et- Blanche hem kocasının sevgisini hiç ka-
tiği her şeyin tam karşısında yer almaktadır. zanamamıştır, hem de onu trajik bir biçimde
Film daha çok Stanley ve Blanche arasındaki kaybetmiştir. Arzularının, daha çok da korku-
gerginlik üzerine gitmektedir. Hem Blanche larının temel sebebi burada yatar. Her şeyden
hem de Stanley istediklerini elde etmekte çok, sevilmeyi ister ve sevilmek için pek çok şey
kararlı ve güçlü arzuları olan karakterlerdir. yapmaya hazırdır. Blanche bu sevgiyi Mitch’te
İkisinin ortak arzusu ise Stella’nın sevgisini arıyor gibi gözükse de Stanley ile aralarında-
ve bağlılığını kendi ellerinde tutmaktır, bu ki cinsel gerilim inkâr edilemez. Zaten film-
da ikisi arasında bir çıkar çatışması doğurur. in odak noktalarından biri de budur. Birlikte
Stella sürekli bu çatışmanın arasında kalıyor oldukları birçok sahnede Blanche Stanley’i
olsa da evine ve kocasına karşı sorumlu old- etkilemeye çalışır ancak asıl istediği onu elde
uğu kadınlık görevlerini bırakmayı bir an bile etmek değildir. İstediği herkesi etkileyebi-
düşünmez. Düşünse de dile getiremez ve hare- leceğini görmek ister.
kete geçemez. İhtiras Tramvayı’nda Stanley ve Blanche
Filmin sonunda Stella artık eve dön- arasındaki cinsel gerilimin benzeri Kazan ve
meyeceğini, her şeyin bittiğini söyler. Bu Williams’ın bir başka ortak çalışması olan
onun en başından yapmış olması gereken Taş Bebeğim (Baby Doll, 1956)’in Baby Doll
başkaldırısıdır, ama hala kendi ayakları üze- Meighan ve Silva Vacarro’su arasında da
rinde durmaya ve o eve geri dönmemeye vardır. Baby Doll da Blanche gibi sevgiye aç
kararlı olup olmadığını kestiremeyiz. Net- bir karakterdir. Archie Lee Meighan ile evlidir
icede bu ilk sefer değildir ve bu sahnede Ka- ancak onu sevmez ve kabul etmez. Archie’nin
zan, evin kapısını da açık bırakmıştır. tek düşündüğü ise bir an önce Baby Doll’u
Sevilme Takıntısı cinsel anlamda elde etmektir ancak Baby
Stanley ve Blanche’ın yalnızca arzuları Doll’un babasıyla yapmış olduğu anlaşmadan
değil, onları bu arzuya götüren içgüdüleri dolayı o yirmi yaşına gelmeden önce bunu
de ortaktır. Her ikisi de yalnız kalmaktan ve yapamaz. Archie sıkça Baby Doll’a onu ne ka-
sevgisizlikten korkarlar. Geliştirdikleri savun- dar sevdiğini ve önemsediğini söylese de Baby
ma mekanizmaları ise farklıdır. Blanche çok Doll bunun samimi olmadığının farkındadır.
daha kırılkan ve hassasken Stanley ise bu Vacarro çıkıp geldiğinde ise kolayca Baby
korkuyu şiddet yoluyla gösterip güçsüz yönünü Doll’un ilgisini üzerine çekmeyi başarır. Fakat
saklamaya çalışır. Blanche yalnızca Stella’nın onun da istediği şey hangarını yakmış olan
değil başka insanların da sevgisine ihtiyaç du- Archie’nin suçluluğunu kanıtlamak için Baby
yar. Bu boşluğu da Stanley’nin arkadaşı Mitch Doll’un imzasını almaktır.
ile doldurmaya çalışır. Mitch, hasta annesiyle Aslına bakılırsa Stanley pek çok açıdan

Gerçek Bir Auteur: Elia Kazan 23


Vacarro’ya göre masum sayılabilir. Stanley 1961)’ndeki Bud’dır. Aslında duygusal açıdan
Stella’yı gerçekten sevmektedir ve terk edildiği istediği kadına sahiptir ama cinsel olarak onu
anda duygusal ve çocuksu yönü ortaya çıkar. elde edemez. Sebep ise sevgilisi Deanie’nin
Sonrasında tekrar sert ve kaba karakteri ortaya onu sevmemesi ya da istememesi değil, film-
çıkıyor olsa da Stanley’nin bu çocuksu tavırları in geçtiği dönem olan 20’lerin toplumsal ve
da sahte değildir. Blanche’e karşı tutumu ise ahlaki dayatmalarıdır. Bud’ın petrol zengi-
temelde ailesini yabancı etkenlerden korumak ni babası da ilişkilerini desteklemez, sosyal
adınadır. Vacarro ise yalnızca kendi çıkar- statü bakımından Deanie’yi yeterli bulmaz
larıyla ilgilenir. ve Bud’ın genç yaşında
Kazan ve Williams tek bir kadına takılıp
Baby Doll ’da cinsel- kalmasını istemez,
liği bir adım öteye Bud’a da büyük bir
taşımışlardır. Baby baskı uygular. Dean-
Doll’un çocuksuluğu ie’nin üzerindeki baskı
hemen her sahnede ise çok daha farklıdır.
gösteriliyor olsa da Saflığını korumalı,
(hala beşikte uyuyup herhangi bir erkeğin
uyurken parmağını kendisine elini sürme-
emer) Williams onun sine izin vermemelidir.
cinsel çekiciliğini de Bud da onu çok se-
vurgular. Bu yüzden vdiğinden beklemeye
Vacarro ile onun arasındaki cinsel gerilim çok razıdır. Bu yüzden her ikisi de cinsel arzu-
daha provoke edicidir. Baby Doll Vacarro’yu larını bastırırlar. Ancak Bud için bu durum bir
gerçekten arzuluyor mu yoksa yalnızca kocasını süre sonra değişecektir.
kıskandırmaya ya da evliliğini sonlandırmaya Filmin en önemli noktası cinselliği yaşama
mı çalışıyor kesin olarak belirtilmez. Fakat konusundaki kadın-erkek ayrımını eleştiri-
Vacarro’nun niyeti en başından açıktır. O yal- yor olması. Bir erkeğin evlilik öncesinde pek
nızca kendi çıkarı için Baby Doll’u kullanır. çok kadınla birlikte olması, seks yapması
Archie evi terk ettikten sonra Vacarro da Baby sorun teşkil etmez hatta yerine göre olum-
Doll’u bırakıp gider. Sonuç olarak yalnızca lu karşılanırken bir kadının bunları düşün-
erkeklerin maddi ya da cinsel çıkarları uğruna mesi bile sakıncalı kabul edilir. Böyle bir
arada kalmış ve kullanılmıştır. ortamda Bud arzularına yenilip başka bir
Sansür Sorunu kadınla birlikte olunca Deanie de üzerindeki
“Sansür bulutları en başından beri Baby baskıdan sıyrılıp intikam almak ister, ancak
Doll ’un üzerindeydi!” (2) 50’lerde çekilmiş bir bununla başa çıkamaz. Tıpkı İhtiras Tram-
filmde bu tarz cinsel gerilimlerin yer alıyor ol- vayı’nda Blanche’ın başına geldiği gibi o da
ması sansür problemlerine yol açıyordu. Bu da akıl sağlığını yitirir. Blanche’tan farklı olarak-
Kazan ve Williams’ı en çok uğraştıran sorun- sa sonrasında iyileşir ve hayatına daha güçlü
lardan biriydi. Kazan hiçbir sahnede cinsel- bir şekilde devam eder. Hatta film Deanie
liğe tam olarak yer vermez, cinsellik dozunun açısından bir katarsisle sonuçlanır.
sürekli tam sınırda durması da filmde bir geril- Elia Kazan tüm filmlerinde toplumda
im yaratır. Ne var ki Kazan Archie’nin Baby gördüğü çatlakları dile getirmeye çalışmış
Doll’a karşı hissettiği arzuyu açıkça gösterme- bir sinemacı. Bunu yaparken de işini ciddiye
kte sakınca duymaz. Zaten öyküyü sürükleyen alarak ve filmlerinin her ayrıntısına hâkim
de bu arzudur, Archie bu arzu doğrultusunda bir şekilde çalışmıştır. Tiyatrocu kimliğinin
hareket eder ve hatalar yapar. de etkisiyle çalıştığı oyunculardan müm-
Erişilemeyen Aşk kün olan en iyi performansları çıkarmayı
Kazan o zamanlarda Warner Bros.’un başarmıştır. Belki Stanley Kubrick gibi film-
başkanı olan Jack Warner’a yazdığı bir mek- lerine dışarıdan bakan ve kurduğu labirentlere
tupta şunları söyler: “…bana göre bu öykünün “tanrısal” hâkimiyeti olan bir yönetmen değil-
kahramanı Archie Lee’dir. Kafası karışmış, di ama Kazan her zaman kendisi o labirentler-
yanlış yola sapmış, çaresiz, bir adam… Ar- in içinde dolaşmış ve her zaman çıkışa ulaşmış
chie Lee acınası bir karakter.” (3) Archie Lee bir sinemacı.
pek çok açıdan hikâyenin en büyük kaybede-
ni. Eşinin sevgisini kazanmak için daha çok (1) Kazan, Elia, Kazan on Directing, Vintage
para kazanmak ister. Bunu da rakibini saf dışı Books, New York U.S., 2009, sf. ix
bırakarak yapmaya çalışır. Yaptığı hatalar so- (2) Kazan, Elia, Kazan on Directing, Vintage
nucundaysa hem eşinden hem de işinden olur. Books, New York U.S., 2009, sf. 190
Sevdiği kadına kavuşamayan başka bir (3) 1.Kazan, Elia, Kazan on Directing, Vin-
karakter de Aşk Bahçesi (Splendor in the Grass, tage Books, New York U.S., 2009, sf. 192

24 Gerçek Bir Auteur: Elia Kazan


Dosya:
Sinema ve Hafıza

Bellek ve Kimlik Barış Akkaya

“Merhaba Sahte Anılar: Fare zihnine sahte anı yerleştirildi” (1)

G
eçtiğimiz yılın internet haberle- rinde kontrol sahibi olmamızı sağlayacak tek-
rinde karşımıza çıkan buna benzer nolojik yenilikler pek yakında Bıçak Sırtı’nın
başlıklar, yakın gelecekte hafıza- sorduğu soruları günlük yaşamımızın bir par-
mızı bilim-kurgu filmlerindeki çası haline getirebilir.
gibi kontrol altına alabileceğimize mi işaret Deckard insan mı? (2)
ediyor? Teknolojik gelişmeler ışığında günü- Bıçak Sırtı, tamamen insana benzeyen ro-
müz dünyasının 1982 yılında çekilen Bıçak bot-kopyaların üretildiği yakın gelecekte, bu
Sırtı (Blade Runner) filminin post-endüstri- kopyaları öldürmekle veya filmdeki söyleyişle
yel cehennemiyle birçok benzerlik taşıdığını emekliye ayırmakla görevli bir hükümet gö-
görmek gözlerinizi yaşartabilir. Otuz yılda revlisi olan Rick Deckard’ın başından geçen-
geldiğimiz nokta, filmde yansıtılan 2019 yılı leri bize anlatır. Dünya’ya girmeleri yasak olan
Los Angeles şehrini gerçeğe dönüştürmekte bu robotlardan dördü uzay gemilerinden biri-
ne kadar başarılı olduğumuzun bir kanıtı gibi. ni kaçırıp dünyaya gelmeyi başarırlar. Film-
Haberlerde yazılanlara dönersek bellek üze- de, görevliler insanları kopyalardan ayırmayı

Dosya: Sinema ve Hafıza 25


olanaklı kılan bir test uygular. Test bazı so- ve Batı felsefesinin 18. ve 19. yüzyılda etkisini
rular karşısında deneğin gösterdiği tepkiye sürdüren insanın ne olduğu üzerine düşünce-
göre empati yeteneğini ölçmektedir. Deckard lerine bir karşı çıkış olarak görülebilir. Siborg
araştırmaları esnasında kopyaların yapıldığı kavramı, modern felsefenin insan-hayvan ve
şirketin başındaki kişiyle görüşür. Tyrell ile insan-makine arasındaki farkı belirlemeye
görüşmeden önce şirketin ofisinde kendisi- yönelik çabasının tam tersine farkın kaybol-
nin bir kopya olduğunu bilmeyen Rachel ile masını öne çıkaran bir düşüncenin temelini
karşılaştığı sahnede Rachel Deckard’a testi oluşturur. Modern felsefenin belirli sınırlarla
kendine uygulayıp diğer varlıklardan
uygulamadığını so- ayrılmış ‘insan’ kav-
rar. Bu soru filmde ramı oluşturma pro-
tam olarak cevaplan- jesi, aşkın ben (özne)
maz fakat yönetmen fikrinin temellendi-
Riddley Scott ver- rilmesiyle paralellik
diği röportajlarda gösterir. Kişinin öz-
Deckard’ı bir kopya gürlüğünü garantiye
olarak düşündüğünü alan ve koşullardan
söyler(3). Burada en- etkilenmeyen karar
teresan nokta filmin verme yetisinin (is-
esinlendiği Philip tenç) varlığı, öznenin
K. Dick’in romanında Deckard’ın testi geç- eylemin nedeni olarak kavranmasını sağlar.
tiğinden birçok kere bahsedilmesidir. Filmde Özgürlüğün tarihsel koşulların dışına çıkarak
bu belirsizliğin ön plana çıkarılmasının yanı karar verebilme yetisi olarak kodlanması, de-
sıra testin kendisi de sorgulamaya tabi tutulur. ğişen dünyanın karşısında kurulacak değiş-
İnsan olduğunuzu nasıl anlarsınız sorusunu mez ve bütünlüklü bir kimlik algısına bağlıdır.
akla getiren testte, insan ve makine arasın- Tarih, Köken, Kimlik
daki fark empati kurabilme yetisi olarak be- “Tarih isteriktir: O, sadece biz onu düşünüp,
lirlenmiştir. Bu yeteneği göz bebeğinin büyü- ona bakarsak oluşur – ve ona bakmak için ondan
yüp küçülmesine göre ölçen testin doğruluğu ayrılmış olmamız gerekir… Hiçbir amnezi za-
filmde kopyaların yaptığı birçok eylemle sor- mana benimle birlikte başlıyormuş gibi bakmamı
gulanır. Filmde kopyaların kendi duygularını sağlayamaz.”
geliştirebiliyor olması ve bazı durumlarda in- – Roland Barthes
sanlardan daha insancıl davrandıklarını gör- ‘Anlaşılmayan’ filmlerin yönetmeni Da-
memiz insanlar ile kopyalar arasındaki farkın vid Lynch’in 2001 yapımı filmi Mulholland
tam olarak nerede başladığını belirsiz hale Çıkmazı (Mulholland Drive), Bıçak Sırtı ile
getirmektedir. Romanda da bazı insanların birçok ortak konuya temas eder. Bir kazadan
da testte ‘başarısız’ olduğunun söylenmesi bu sonra hafızasını yitiren Rita -ki bu ismi de pos-
belirsizliğin altını çizer. Bu noktada insan ve terde görünen Rita Hayworth’ten alır- Hol-
makine arasındaki farkı bir önkoşul olarak ka- lywood’a aktris olmak için gelmiş Betty’nin
bul eden “Deckard bir kopya mı?” sorusunun yardımıyla geçmişini aramaya başlar. Geçmişi
yerini “Kopya ve insan arasındaki fark nedir?” aramak Bıçak Sırtı’nda da sıklıkla karşımı-
sorusuna bıraktığını söylemek mümkün. za çıkar. Tyrell Şirketi’nin bir deneyi olduğu
Kopya, makine ya da siborg (sibernetik or- söylenen Rachel başkasının hafızasını kendi
ganizma) kelimesinin günümüzdeki karşılı- hafızası zannetmektedir. Şirkete göre diğer
ğıyla ilgili Donna Haraway’in Siborg Mani- kopyalardan daha stabil olması için tasarla-
festosuna bakmak faydalı olabilir: “Yirminci nan Rachel’a diğerlerinden farklı olarak hafıza
yüzyılın sonlarına, bizim çağımıza, bu mitik eklenmiştir. Deckard’ın Rachel’a anılarının
çağa geldiğimizde, hepimizin makine ile or- başkasının anıları olduğunu söylediği sahnede
ganizmanın teorik bir zeminde ifade edilen Rachel’ın durumunun hafızasını yitirmiş Rita
ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer mele- ile benzer olduğu söylenebilir. Bu sahne anıla-
zi olduğumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, rın niteliği açısından da çok dikkat çekicidir:
hepimiz siborguz”(4). Donna Haraway’in si- Deckard’ın söylediği anılar sadece Rachel’ın
borg kavramı makine ile organizma arasında- bildiğini zannettiği, kişiye özgü olduğunu
ki ‘sınır savaşı’nın sonucu olarak ortaya çıkar düşündüğü anılardır. Rachel’ın belleğinde bu

26 Dosya: Sinema ve Hafıza


anılar sadece ona aittir ve aslında kendisinin zanın özgünlüğüne olan inanca vurduğu bu
kim olduğunu ona hatırlatır. Özgün bellek di- darbe filmin gidişatını tamamen değiştirir.
yebileceğimiz bu özel tarih parçaları Rachel’ın Betty bir anda çantasında mavi bir kutu bulur
kimliğinin kökenini oluşturan ve onu biçim- ki filmin başından beri aranan şeyin o kutu
lendiren şeydir. Burada Rachel’ın annesiyle olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Kutu
çekilmiş olduğunu düşündüğü fotoğrafı gös- açıldığında film herkesin kimliğinin değiştiği
termesi, değişmez ve bütünlüklü bir niteliği paralel bir evrene geçer. Filmin temposu bir-
olan fotoğraf imgesinin yine bütünlüklü bir den hızlanır. Olaylar arasındaki nedensellik
kimlik oluşturmada- bağı zayıflar. Doğ-
ki rolünü açık eder. rusal zaman fikrinin
Fotoğraf bellektir bir ölçüde kırılmaya
ve şu an kaybolmuş uğradığı yoğun bir
olan geçmişin belge- gerçeklik deneyimi
lenmesidir. Tarihi; vardır perdede. Mul-
fotoğraf, film, tele- holland Çıkmazı’nın
vizyon imgeleriyle hızlanan temposu
belleğimizde kurma- Bıçak Sırtı’nda bel-
mız aynı zamanda leği ve kökeni olma-
bu belleğin kişiye yan bir kopya olan
özgü niteliğinin de Roy’un durumunda
kaybolduğunun bir göstergesidir(5). Yeniden karşılığını bulur(6). Kimliğin yitimiyle daha
üretme ve kopyalama devrinde yaşadığımızı hızlı ve daha güçlü yanan bir mum’a dönüşen
düşündüğümüzde imgelerle işleyen belleğimi- film deneyimi bize belki siborglaşma denebi-
zin özgünlüğünü kaybettiği ve kopyalanabilir lecek başka bir gerçeklik algısının olanağını
hale geldiği görülür. Özgünlüğünü kaybeden hatırlatır. Doğrusal zaman algısının kırılma-
belleğin özneyi diğerlerinden ayıran ‘kimlik’ sıyla geçmiş-gelecek kavramlarının belirsiz-
için bir köken oluşturma işlevi son bulur. Rita leşmesi ve bellek kavramının kaybı başka bir
ve Rachel’ın aradığı geçmiş, kimliğin yeniden mantığın mümkün olabileceğini kanıtlar. Ni-
üretim devriyle kaybolan kökenidir. tekim bellek bir durumla aynı türden benzeri
Mulholland Çıkmazı’ın ve belki de sinema durumları ve bunlarla iç içe geçmiş nedensel
tarihinin en şaşırtıcı sahnelerinden biri olan yorumlamaları da ortaya çıkarır ve belleğin
kulüpteki “silencio” sahnesi hafıza ve kimliğin kaybı alışılagelmiş mantığın da kaybıdır(7).
günümüz dünyasındaki durumunu etkileyici Sonuçta Mulholland Çıkmazı’nda perdeye
biçimde gözler önüne serer. “No hay banda – yansıyan, sinema salonuna yeniden girmenin
Bando yok, bunların hepsi bant kaydı.” Rita ve deneyimine benzer: Karanlık bir salonda film
Betty’nin gecenin yarısında anlaşılmaz şekilde izlemenin hissi kendini bırakma-unutma-kay-
geldikleri şovun sunucusu gerçeği söyler. Önce betme deneyiminden bir şeyler barındırır.
trompet çalan bir adam çıkar sahneye ama son-
radan adamın çalmadığını play-back yaptığını ( 1 ) h t t p : // w w w . f o x n e w s . c o m / s c i e n -
anlarız. Daha sonra sahneye çıkan kadının ce/2013/07/25/inception-scientists-produ-
söylediği şarkı ise Rita’nın Betty’nin ve izle- ce-false-memories-in-mice/
yiciler olarak bizim duygularımıza temas eder. (2) Deckard’ın Descartes gibi okunması rast-
lantı olmasa gerek.
İkili gözleri yaşlı kadını izlerken kadın bayılır (3) Kaplan, F. (September 30, 2007), "A Cult
fakat şarkı susmaz. Bu sahnenin şok edici ta- Classic Restored, Again", The New York Ti-
raflarından biri şarkıyla birlikte oluşan duygu- mes,
nun kadının bayılması sonrası bir kandırılmış (4) Haraway, D. (2006) Siborg Manifestosu.
olma hissine dönüşmesidir. Şarkı, kadın söy- Çeviren: Osman Akınhay. Agora Yayınevi
lerken -veya biz öyle zannederken- çok güzel- (5) Bruno, G. (1987) Ramble City: Postmo-
dir fakat kaset kaydının yani şarkının kopyası dernism and Blade Runner. October, No. 41
bizi aynı ölçüde etkilemez. Deneyimimizin (6) Roy’un aksine Rachel insanların arasına
oraya kulüp silencio’ya özel olduğunu düşün- karışabilmek için Deckard’ın sevgilisi kimli-
ğini üstlenir.
mek isteriz fakat şarkının kaydı birçok kereler (7) Nietzsche, F.W. (2005) Putların Batışı.
farklı yerlerde de çalınmış olabilir ve sonuçta İthaki yayınları
kopyalanabilir. Lynch’in deneyimin ve hafı-

Dosya: Sinema ve Hafıza 27


Hafızanın Güvenilmezliği İrem Yıldırım

- Öldüren Hatıralar, Akıl Defteri ve Rashomon. Bu filmler, hafızayı güvenilmez yapan unsurun ne
olduğu ya da buradan bir çıkış yolunun olup olmadığı noktasında farklılaşmışlardır. Ancak hafızanın,
bir doğrulama ya da kanıtlama aracı değil, öznel bir dünya kurma deneyimi olarak inşa edilmesi nokta-
sındaysa birleşmeleri söz konusudur. Başka bir deyişle, farklı zeminlerde de olsa hepsi hafızanın yanıltıcı
karakteri üzerine kafa yormuştur.

H
afızanın şekillendirilebilirliği üze- sudur. Başka bir deyişle, farklı zeminlerde de
rine araştırmalarıyla tanınan biliş- olsa hepsi hafızanın yanıltıcı karakteri üzerine
sel psikolog Elizabeth F. Loftus’a kafa yormuştur.
göre, anılarımızın her aktarılışta Belleğin Karanlık Odası: Bilinçaltı
tekrar tekrar yaratılmaları söz konusudur. Alfred Hitchcock’un Öldüren Hatıralar
Diğer bir deyişle, onları ifade etme çabası her filminde hafızayı güvenilmez yapan şey, in-
seferinde kaçınılmaz olarak bazı detayların san bilincinin karmaşık yapısı, daha doğrusu
eklenmesine veya çıkarılmasına sebep olacak- bilinçaltının kaygan zeminidir. Bu noktada
tır. Bu şekilde de hatıralarımızın zaman için- filmin merkezinde yer alan cinayet öyküsünü
de değiştiklerini ve dönüştüklerini söylemek karmaşıklaştıran unsur, birinci derece şüpheli
mümkündür (1). Hafızanın esnek ve kırılgan olan John Ballantine’ın çelişkili beyanatlarına
yapısı üzerine yapılan bu ve benzeri araştır- da yansıyan, çocukluğundaki travmatik bir
malar, belleğin güveni- deneyimden kaynak-
lir bir kaynak olduğuna lanan suçluluk komp-
ilişkin psikolojik mitin leksidir. Bu noktada,
sarsılmasına yol açmış- filmde Freud’un psika-
tır. Hafızanın sorunsuz naliz kuramının bir ci-
bir kayıt cihazı gibi ça- nayetin çözümlenme-
lıştığı yönündeki inan- sinde kullanılışı konu
cın bu gibi çalışmalar edilmektedir. Bu yolla
sonucunda verilerle psikanalizin bir psiko-
çürütülmesi, belleğin terapi tekniği olarak
yanılabilir ve manipüle hakikat açığa çıkarıl-
edilebilir karakterinin masına nasıl hizmet
göz önüne alınmasına yol açmıştır. Bu nokta- ettiği anlatılmıştır. Salvador Dali tarafından
da, hafızanın ve tanıklığın nesnel bir hakikat tasarlanan rüya sekansında gördüğümüz üze-
üretebilme kapasitesi sorgulanmaktadır. Hafı- re, buradaki gerçeküstü imgelerin bilimsel
zanın güvenilmezliğine işaret eden bu düşün- bir şekilde analiz edilmesiyle, yani rüyadaki
cede, belleğin kusursuz bir şekilde işleyen bir her bir simgenin gerçekte neyi temsil ettiğine
mekanizma olmadığı vurgulanmaktadır. Zira bakılmasıyla birlikte cinayetin iç yüzü ortaya
burada hafıza kendi içinde tutarlı bir bütün- çıkarılabilmiştir. Nitekim burada gerçeğin
lük taşıyan bir sistem değildir; çünkü hatıralar peşinde koşan ve adalet arayışına asıl hizmet
çarpıtılabilir nitelikleriyle kanıttan ziyade bi- eden kişi, polis ya da dedektiflerden ziyade bir
rer yorum olarak ele alınmaktadır. Bu nokta- doktordur. Dr. Constance Petersen adeta mo-
da hafızanın kaygan zeminine işaret eden üç dern bilimin bir neferi olarak gerçeğin kova-
filmi ele almak istiyorum: Öldüren Hatıralar layıcısı konumundadır. Dolayısıyla buradaki
(Spellbound, 1945), Akıl Defteri (Memento, bir diğer önemli nokta, hafızanın güvenilmez
2000) ve Rashomon (1950). Bu filmler, hafıza- yapısının yarattığı bu karmaşadan bir çıkış
yı güvenilmez yapan unsurun ne olduğu ya da yolu olarak modern bilimin sunulmasıdır. Zira
buradan bir çıkış yolunun olup olmadığı nok- filmin sonunda hem elimizde gerçek bir katil
tasında farklılaşmışlardır. Ancak hafızanın, vardır, hem de filmdeki bütün kaos açıklana-
bir doğrulama ya da kanıtlama aracı değil, bilir nedenlere dayandırılmış durumdadır. Bu
öznel bir dünya kurma deneyimi olarak inşa noktada, hafızanın temelinin sallantıda ol-
edilmesi noktasındaysa birleşmeleri söz konu- ması dizginlenmiştir ve ondaki bütün boşluk,

28 Dosya: Sinema ve Hafıza


süreksizlik ve tutarsızlıklar bir şekilde yoluna iyileşme ihtimalinden söz etmek oldukça zor-
koyulmuştur. Bellek kaybının getirdiği bütün dur. Bu noktada, Leonard için saplanıp kaldı-
şüphe bulutları dağıtılmıştır. Diğer bir deyiş- ğı bu travmatik anın içinden çıkabilmenin tek
le, psikanaliz yöntemiyle hastanın zihnindeki yolu, bunu kendi yaşayışına bir mana verecek
kilitli kapıların açılması, böylelikle zihinsel şekilde hatırlamasıdır. Diğer bir deyişle, gele-
bir hastalığa veya kafa karışıklığına neden ceğine anlam katabilecek yeni hiçbir anı inşa
olan ne varsa sökülüp atılması söz konusudur. edemediği için hayatına bir yön vermek adına
Hafızamızı gölgeleyen ve olayları hatırlayış tutunabileceği tek şey, eşinin intikamını alma
şeklimizi çarpıtan, bi- yolunda verdiği haklı
linçaltımızdaki bütün mücadeledir. Bu yüz-
korku, güvensizlik ve den filmin sonunda,
kompleksler karşısında daha doğrusu başında,
filmin bize sunduğu gördüğümüz üzere Le-
reçete, modern bilimin onard hafızasını bile
ve aklın rehberliğidir. isteye yanıltır. Artık
Hafıza Kaydı: Bel- onun sadece haklı ol-
leğin Yeniden Yapı- mak isteyeceği hatıra-
landırılması ları yaratmanın peşin-
“Gençken kendimiz de olduğunu görürüz.
için farklı gelecekler ya- Örneğin, kurmak iste-
ratırız. Yaşlandığımız- diği gerçeklik anlatısı-
daysa başkaları için farklı geçmişler uydururuz.” na uygun notlar alır ve ona bambaşka bir ha-
Julian Barnes (2) kikati hatırlatacak olan fotoğrafları imha eder;
Christopher Nolan’ın Akıl Defteri filminin çünkü geleceğe bir şekilde tutunabilmek için
başında gördüğümüz, sallandıkça bulanık- kendi aklının ürünü olan bir dünyaya inan-
laşan ve giderek silinen fotoğraf, filmin ters ması gerekmektedir. Bu noktada, Leonard’ın
kurgusuna işaret etmektedir. Gerçekten de hakikate yönlendirmeleri için kayıt altına al-
geriye doğru akan film, bu anlatım şekliyle dığı yegâne belgeleri olan notları ve dövme-
sadece hafıza üzerine düşünen bir film olmak- leri bile güvenilmezdir. Yani Leonard kendi

“Artık onun sadece haklı olmak isteyeceği hatıraları yaratmanın


peşinde olduğunu görürüz.”
tan çıkarak seyircisini de özel bir hafıza dene- hafıza durumunu bir şekilde araçsallaştırmış
yimine davet etmektedir. Bu filmde, evlerine ve manipüle etmiştir. Bu yüzden, kendi kayıt-
giren kimliği belirsiz iki kişinin saldırısına ları bile yanıltıcı, kendi gerçeği bile çarpıktır.
uğrayan eşini kurtarmaya çalışırken, kafasına Bu anlamda, filmde hafıza aracılığıyla kayıt
aldığı darbe sonucu yaralanan Leonard Shel- altına alınmış bilgilerin tutarlı olmayabileceği
by’nin hikâyesi anlatılmaktadır. Filmin mer- gösterilmektedir. Başka bir deyişle, benliğin
kezindeyse, bu travmatik kazanın Leonard’ın ve gerçekliğin kırılgan karakteri yine karşı-
hafızasında yarattığı hasar yer almaktadır. Le- mızdadır.
onard’ın bir antegrad amnezi hastası olarak en Bir İnsanlık Sorunu: Gerçeğin Çarpıtıl-
fazla 10-15 dakikalık bir hafızası vardır artık. ması
Yani kaza öncesini net bir şekilde hatırlaması- “İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan hatır-
na rağmen, ileriye dönük hafıza oluşturmakta ladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”
sorun yaşamaktadır. Eşini öldürdüğünü dü- Gabriel Garcia Marquez (4)
şündüğü kişilerden intikam almak üzere yola Akira Kurosawa’nın Rashomon filmindeyse
çıkan Leonard, sürekli birinin onu yanıltıp gerçeğin farklı yüzleri, diğer bir deyişle gerçe-
yanlış adamı öldürteceği şüphesiyle hareket et- ğin göreceliliği meselesi karşımızdadır. Bura-
mektedir. Bu yüzden zihnini disipline ederek da literatüre “Rashomon etkisi” olarak giren,
sistematik bir şekilde notlar almakta, önemli aynı olayın farklı kişiler tarafından birbiriyle
bazı bilgileri de vücuduna kazımaktadır. As- çelişen şekillerde yorumlanması durumu söz
lında bu şekilde, yaşadığı hafıza problemiyle konusudur. Bu noktada, birbirini tutmayan
baş etmeye çalışmaktadır. Ancak Leonard’ın tanıklıklarla çevrelenmiş olan bir cinayet ve
yaşadığı travmatik deneyimin onu tek bir ana tecavüz olayı filmin merkezinde durmaktadır.
kilitlediğini, böylelikle de zaman duygusunun Burada insanların olayları, kendilerini nasıl
parçaladığını söylemek mümkün. Bu yüzden göstermek istiyorlarsa o şekilde anlatmala-
her gün sil baştan hatırlamak zorunda oldu- rı söz konusudur. Zira samuray ve karısı ile
ğu bu sarsıcı hakikat karşısında, onun için bir haydut Tajomoru’nun bahsi geçen olaya iliş-

Dosya: Sinema ve Hafıza 29


kin anlattıkları hikâyelerde hep kendilerini Sonuç Yerine
onurlandıracak bir yan mevcuttur. Bu çok sesli Öldüren Hatıralar filminde psikanalitik
anlatının içinde öykünün çatallaştığını ve bir yöntem etkili bir şekilde çalıştırılarak hakikat
çıkmaza girdiğini söylemek mümkün. Ancak ortaya çıkartılır. Bu yüzden filmde, aklın ve
burada hafızanın yanıltıcılığı, insan doğasına bilimin önderliğinde en karmaşık olayın bile
duyulan güvensizlik çerçevesinden okunur. aydınlatılabileceğine ilişkin modernist bir
Başka bir ifadeyle, hafızaya duyulan bu güven- tavır söz konusudur. Akıl Defteri’nde ise Ay-
sizlik bir insanlık problemidir; çünkü filmde dınlanma düşüncesinin ve modern bilimin yü-
toplumsal kaosun hüküm sürdüğü yabanıl bir celttiği insan bilincinin, zannedilenin aksine
coğrafyada insanların kusursuz işlemediği-
ne kadar zayıf ve aciz ne, aksine yanılsama-
oldukları ve bu yüz- larla dolu olduğuna
den yalana ve hileye işaret edilmektedir.
başvurdukları vurgu- Dolayısıyla bu filmin,
lanmaktadır. Burada hafızanın yanıltıcılı-
insan doğasının gü- ğı noktasında aklı ve
venilmezliğinin altı bilimi bir çare olarak
çizilir. Bu noktada, sunmak bir yana, in-
gerçeğin örtbas edil- san bilincinin yücelti-
mesi ve hakikatin çar- lişine itibar etmediği-
pıtılması da insani bir ni söylemek mümkün.
zaafa işaret etmektedir. Bu olayı dinleyen bir Başka bir deyişle, Öldüren Hatıralar hafıza
rahibin, duyduklarının onun insanlığa inancı- meselesini çözmenin bir yolunu bulurken, Akıl
nı vebadan ve savaştan daha çok sarstığını söy- Defteri’nde Leonard’ın hafıza durumuyla başa
lemesi de filmde hafızanın güvenilmezliğinin çıkabilmek için geliştirdiği disiplin ve siste-
bir insanlık sorunu olarak okunduğunun gös- min kendisinin bile güvenilmez olduğu ortaya
tergesidir. Ancak filmin finalinde, oduncu- çıkmıştır. Rashomon filminde ise diğerlerinin
nun tüm fakirliğine ve hali hazırda altı çocuğu aksine, hafızanın güvenilmezliğini bir akıl
bulunmasına rağmen sahipsiz bir bebeği evlat ve bilinç problemi olarak ele alma durumu
edinmesi, rahibin insanlıktan ümidini hepten söz konusu değildir. Aksine hakikatin ortaya
kesmesini engeller. Diğer bir deyişle, bütün çıkarılmasında bir engel teşkil eden güvenil-
olan bitene rağmen filmin sonunda bir umut mez tanıklıkların varlığı, bir insanlık sorunu
ışığı görmek mümkün, ama burada da yine in- olarak karşımızdadır. Bu noktada, adalet ve
sanlığa duyulan inancın tazelenmesi durumu vicdan temaları ön plandadır. Dolayısıyla bu-
söz konusudur. rada hafızayı güvenilmez yapan şey, diğer iki
Öldüren Hatıralar filminde bilincin kendi filmdeki gibi insan bilincinin karmaşık yapısı
işleyiş mekanizmalarındaki aksamalar, hatıra- ya da travmalar değil, insanın zayıf bir varlık
ları çarpıtabilir. Burada bireyin kendi hafıza- olması sebebiyle yalana meyilli olduğu ger-
sına yönelik, yani kendi hatırlayışına ilişkin de çeğidir. Filmler arasındaki bu yaklaşım fark-
şüpheli bir tavrı vardır. Oysaki Rashomon’da lılıkları sebebiyle, Rashomon insanlığa olan
asıl olarak başkalarının hafızasına ve tanık- inancın yitirilmemesi gerektiğini söylerken,
lıklarına güven duymama hali söz konusudur. Öldüren Hatıralar modern bilimin öngördüğü
Her ne kadar anlattıklarına kendilerini kap- aklı, zihni akıl dışılıktaki bütün tutarsızlık ve
tırdıkları ve belki de inandırdıkları ihtimal mantıksızlıklardan arındırmak için bir rehber
dahilinde olsa da aslında karakterlerin hepsi olarak sunmaktadır. Akıl Defteri’nin ise bir
orada ne yaşandığının farkındadır. Ancak bu- umut aşılama veya çıkış yolu sunmak gibi bir
rada, bireylerin hatıralarını kendi normlarına derdi yoktur. Zira hafızanın çarpıtılmasının
uygun bir şekilde anlatısallaştırarak hakikati kaçınılmazlığı gün gibi ortadadır.
çarpıtmaları meselesi söz konusudur. Yani di-
ğer iki filmde kişilerin kendi hatırlayış biçim- (1) Loftus, Elizabeth F. (1995) The Formation
leri etki altındayken, Rashomon’da olay daha of False Memories, Psychiatric Annals 25:12.
çok bu hatıralarını ne şekilde aktardıklarıdır, (2) Barnes, Julian (2013) Bir Son Duygusu, çev.
yani nasıl tanıklık ettikleridir. Bu yüzden, Serdar Rıfat Kırkoğlu. İstanbul: Ayrıntı Ya-
Rashomon’da karakterlerin farklı gerçeklik al- yınları.
gıları olmasından ziyade, farklı gerçeklik an- (3) Marquez, Gabriel G. (2005) Anlatmak için
latıları olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Yaşamak, çev. Pınar Savaş. İstanbul: Can Ya-
burada tanıkların ne hatırladıklarına duyulan yınları.
bir güvenilmezlikten ziyade, onların ne söy-
lediklerine duyulan bir güvenmezlik hali söz
konusudur.

30 Dosya: Sinema ve Hafıza


Nostalji Mikail Boz

- Zaman bölümlere ayrılmayı sevmez, kendisini bir bütün olarak dayatır.

İ
nsanın yaşadığı zamandan ve mekândan Nostalji özneye aittir, onun deneyimlerine
sıyrılma arzusu oldukça eskilere dayanır. bağlıdır ve yaşanılan anın hissiyatı ile karşı-
Yerleşmenin ve yolculuğa çıkmanın ya laştırıldığında geçmişe doğru bir yönelme içe-
da yenilik ve güvenlik istencinin kesişme rir. Tarihsel bir unsur olarak anımsamayı, yani
noktalarında yer alır bu arzu. İnsan tek boyutlu öznenin kendi kişisel tarihini gözden geçirerek
olarak başlayan yaşamında ilerleyip yolculuğu- geçmişe yönelmesini Daniel Kahneman’ın iki
nu sürdürdükçe ardında bıraktıklarına daha sık kavramıyla ayrıştırabiliriz: “deneyimleyen ben-
bakma ihtiyacı duyar. Geçmiş, şimdi ve gelecek lik” ile “hatırlayan benlik”. Kahneman bir şeyi
olarak bölümlediği zaman içerisinde sürekli yaşamakla onu hatırlamak arasında farka işaret
karşılaştırmalar yapar, tutarsızlıklardan kurtu- ediyor ve ana ilişkin duygu ve düşünce kalın-
lup bir bütünlüğe ulaşmaya uğraş verir. Her şeye tılarımızın yaşantının kendisiyle aynı olmaya-
olduğu gibi kendi yaşantılarına da bir değer at- bileceğini gösteriyordu. Bu açıdan örneğin bir
feder insan ve yaşantıların kendisi bu değerler filmi izlerken duyduğunuz hissiyatla o filmi
hiyerarşisi içerinde bir yer edinir. Nostalji biraz izledikten bir hafta sonraki filme ilişkin duy-
da bu en değerli ve önemli olanlara doğru bir gularınızda farklı benlik ifadesi söz konusudur.
yöneliştir. Filmi izlerken deneyimleyen benlik faildir, filmi
İnsanın, karşısına bir bütün olarak çıkan izledikten sonraysa hatırlayan benlik fail olur.
şeyleri parçalayarak Nostalji hatırlayan ben-
anlamaya çalışması liğin alanına aittir. Bunu
ironik bir durumdur. olumlu ve olumsuz ola-
Bütün halinde olan rak iki biçime ayırmak
kavranamaz görünür mümkündür. İlki geçmiş
ve gizeme bürünürken yaşantıların değer olarak
parçalandığında da an- yükseltilmesi ve özlemle
lamı kırılmaya, bulanık- onlara yönelmenin ge-
laşmaya, parçasına ait tirdiği nostalji, ikincisi
olan bir özellik bütünün ise daha çok olumsuz bir
kendisine aitmiş gibi değer atfedilen yaşan-
görünmeye başlar. Ör- tılar ve onların sonuç-
neğin zamanı anlamak larıyla yüzleşme olarak
adına onu geçmiş, gele- nostalji. İlki geçmişi
cek ve şimdi doğrusuna yeniden yaşanır hale ge-
yerleştirir ve bölümler. tirme istencini ayakta
Kendi yaşamını, dünya tutar; geçmişi bugünde
tarihini bir çizelge üzerinde gösterdiğinde mut- var etme çabasıdır. İkincisi ise bugüne ait olan
lu olur, artık tarih şematik bir doğru üzerine dengesizliğin kaynaklarını yok ederek bir bü-
gerekli noktacıkları koyup onu niteleyen şeyleri tünlüğe ulaşma arzusudur ve bu açıdan iyileşti-
belirtmek gibi görünür. Geçmiş bitmiştir, şim- rici görünmektedir.
di halen yaşanmaktadır ve gelecek yaşanacaktır. Bu iki unsur çerçevesinde sinema ve nostal-
Artık sorun anlaşılmıştır, sonuçlara varmaya ji ilişkisine yöneldiğimizde nostaljinin filmin
hazırdır. Buna karşın geçmiş gerçekten bitmiş konusunda olgusal olarak ele alınabileceği gibi
midir? Şimdi hangi şimdidir? Ya gelecek? Za- (bunda geçmişe yönelen karakterlerdir), yönet-
manı anlamak adına ifade edilen kavramlar bir menin bugünün sorunlarına karşı nostaljiyi bir
anda işlevsizleşir, aslında bunların onu anlama- çözüm olarak önerdiği (bunda geçmişe yönelen
mıza katkı sunsa da bir süre sonra anlamı bu- filmi üretendir) bir durumla da karşılaşabili-
lanıklaştırdığı görülür. Geçmiş etkisini sürdür- riz. Bu yazıda ağırlıkla karakterlerin geçmişi
mekte, şimdi an ve an geçmişe karışmakta ve bir özlem ve yüzleşme kaynağı olarak görmesi
belki de gelecek çoktan yaşanmaktadır. Zaman bakımından Andrey Tarkovsky’nin Nostalghia
bölümlere ayrılmayı sevmez, kendisini bir bü- (1983) ve Miguel Gomes’in Tabu (2012) filmi
tün olarak dayatır. ele alınacaktır.

Dosya: Sinema ve Hafıza 31


Nostalghia Kıpırdamaması gerekmektedir; eğer kıpırdarsa
Nostalghia’da bir Rus yazar olan Andrey cezalandırılacaktır. Birer heykel gibi hiç hareket
Gorchakov 18. YY’da İtalya’da sürgün hayatı etmeden durmak, ölesiye hareket etmek iste-
yaşamış olan ve ülkesine döndüğünde de in- mek ama hareket ettiğinde var olamayacağını
tihar eden bir başka Rus müzisyenin, Pavel hissetmek demektir. Hareket edemez, çünkü
Sosnovsky, biyografisi için çalışmalar yapmak “Efendimiz ve sahibimiz bizi seyrediyordu,” der,
üzere İtalya’da bulunur. Andrey burada ailesini “Artık daha fazla dayanamayacağımı hissettiğim
kurtarma adına onları yedi yıl evde kapalı tutan anda uyandım. Korkmuştum. Bunun bir rüya de-
Domenico adlı bir yerli ile karşılaşır. Domeni- ğil de kendi gerçekliğim olduğunu bildiğim için.”
co otelin yanı başında Sosnovsky’nin bu ifa-
bulunan bir havuzu deleri onun şimdiki
yanan mumla geçerek zamandan kurtulma
dünyayı kurtaracağı- istencinin sebebini gös-
nı düşünmektedir ve terirken şimdi neden bu
halk arasında deli kabul hale geldiğini, izlenme-
edilir. Tarkovsky bu iki nin getirdiği baskının
konuyu kendine özgü aydın ve sanatçılar için
kasvetli bir dille sunar, anlamını da belirtir.
konuya tümüyle de- Domenico’nun du-
ğer yargısız yaklaşmaz. varında yazdığı gibi
Film çekildiği gerçek nostalji 1+1’in gene 1
çevre (yönetmenin evreni), film evrenindeki etmesidir. Zaman bir şeyler biriktirmez. Kişi
Andrey’in durumu/özlemi ve film boyunca geçmişten bu yana yaşadıklarını aslında en de-
adını duyduğumuz Sosnovsky’nin yaşamı anla- ğerli olandan onu uzaklaştıran eksilmeler olarak
tı içinde anlatı meydana getirir; tüm hikayeler tespit eder. Ondan kopamaz, yeniden yeniden
birbiriyle kesişmektedir. yaşamak ister. Özlem başlangıçta neyse gene
Tarkovsky’nin Nostalghia’sının ortaya koy- odur, üzerine ne kadar yaşanmışlık dahil olsa
duğu temel sorunsal hem zaman hem de uzam da gene de bulduğu şey başlangıçtaki tözdür.
boyutunda bir yolculuk istenci, geçmiş ve bit- Çıkarma da bir işe yaramaz. 1-1’in de sonucu da
miş olanı yeniden var etme çabasıdır. Zaman gene birdir. Söküp atmak için belleğin tümüyle
çizelgesinde bitmiş ve tüketilmiş olanın bellek- silinmesi gerekir. “10 gün boyunca uyuyup” ki-
te yeniden ortaya çıkması, aslında kişiyi kendi- şiyi silmek istenir ama bu sefer de belleği ol-
si yapanın bu yaşanmışlıklar olmasıyla belirir. madan yaşamanın bir anlamı kalmaz. Nostalji
Andrey’in, Domenico’nun ve Sosnovsky’nin belleğe gereksinim duyar çünkü.

”Domenico’nun duvarında yazdığı gibi nostalji 1+1’in gene 1


etmesidir.”
özlemleri salt tarihsel bir düzlemde geçmişe ve Tabu
yaşanmışlıklara ait değildir. Onların esas sorun- Miguel Gomes’in Tabu filmi sunuş haricin-
salları geçmişte yaşanmış olanın, ya da dene- de iki kısımdan oluşur. İlk kısım Kayıp Cennet
yimleyen benliğin ardında bıraktığı hatırlayan ismini taşır. Aurora, onun hizmetçisi Santa
benliğin ise sürekli ürettiği duygu ve düşünce- ve komşusu Pilar arasındaki ilişkiyi serimler.
lerdir. Bu yüzden özlemleri basitçe geçmişi ye- Aurora geçmiş ile şimdiyi, hayal ile gerçeği bir-
niden yaşama üzerine kurulu değildir, geçmişin birine karıştırır ve gördüğü bir rüyanın ardın-
içlerinde bıraktıkları hissiyatı, zamanında bir dan oynadığı kumarla tüm parasını kaybeder.
türlü ifade edemedikleri ve bu yüzden de daha Pilar ise yalnız yaşayan, yardımsever Katolik
da acı veren duyguları yaşıyor oluşlarıdır. Bu bir kadındır ve Aurora’ya yardım etmek ister.
yüzden geçmişi onlar için bitmemiştir, halen Aurora bir gün kötüleşir, Santa’ya Gian-Luca
duygusal ve düşünsel boyutta hayatlarını sarıp Ventura’nın ismini yazdırır. Santa kağıdı Pilar’a
sarmalar. Ona ulaşmaya çalışırlar ve artık ulaş- verir ve ondan Ventura’yı bulmasını ister. Her
manın umudu bile yitip gittiğinde varlıklarına ne kadar Pilar artık bir yaşlılar evinde kalmak-
son verirler, filmde intiharla itham edilen Sos- ta olan Ventura’yı bulsa da iş işten geçmiştir ve
novsky’nin biraz aradığı, çabaladığı ama sonun- Aurora ölmüştür. Filmin Cennet ismini taşıyan
da bulmasının imkansız olduğunu fark ettiği bu ikinci kısmı Aurora’nın geçmişine yönelir ve
şeydir. Sosnovsky kendini ülkesinden uzakta bir onun Ventura ile ilişkisini ortaya koyar. Tabu
opera oyununda hisseder. Oyunda hiç hareket Dağı’nın eteklerinde bir çiftliği vardır bir za-
etmeden durmaya çalışan bir heykeldir rolü. manlar Aurora’nın. Babasından yüklüce bir ser-

32 Dosya: Sinema ve Hafıza


vet kalmış, annesini ise hiç görmemiştir. Aurora elde etmek olduğu düşünülmektedir. Sinemada
evlenir ve kocasından hediye edilen timsahı kıyamet ve devrim çoğunlukla suçluluk üzeri-
kaybettiğinde onu bulup veren Ventura’yla ya- ne kuruludur. Tabu’da da devrimi ateşleyen ve
sak bir ilişki yaşamaya başlar. Portekiz’in ordaki sonunu hazırlayan süreç ile
Tabu için geçmiş gene değerli günleri ifade Aurora ile Ventura arasındaki ilişkinin ortaya
eder. Yaşanan güzel anlar, özellikle Aurora ve çıkışı ve sonlanması arasında bir koşutluk var-
Ventura arasındaki yasak ilişki her ikisi için de dır. Yasak ilişkiyi engellemeye çalışan Mario,
yaşamlarının en güzel anlarından bazıları ol- Aurora tarafından vurulur ve isyanı daha da şid-
muştur. Aurora yaşlandıkça bugünleri yeniden detlendirir. Bu açıdan Tabu biraz da Portekiz’in
anımsar, yeniden yaşar, nostaljisinin bitişini
içine sıkıştığı kapandan imler. Uygarlık süre-
kurtulmak için didinir. ciyle bastırılan tüm iç-
Tabu, Freud’un be- güdüler, her çeldiriciyle
lirttiği gibi sadece ya- karşılaştığında, her akla
sak olanı ifade etmez. geldiğinde ve her ger-
Aynı zamanda o kutsal çekleştirildiğinde suçlu-
olandır ve Freud’a göre lukla bir karşılık ve ceza
uygarlığın inşasında bekler. Cezalandırılan
başlıca bir role sahiptir. özne bu tür bir yıkım ve
İnsan için en cezbedici felaketi kendi arınması
istekler toplumun be- için bir çözüm olarak
kası için zararlı, vazge- görür. Elbet bu “hazla
çildiğinde ise bireye ve yaşanan şimdi”nin bir
topluma görece güvenli karşılığı olacaktır. Öte
bir ortam sunan ku- yandan bu tür felaketler
rallardır. İnsan içgü- şimdiye karşı duyulan
dülerinden vazgeçtiği bir hoşnutsuzluğu can-
oranda uygarlığa adım atmakta, kurallar ihlal lı tutar: Meydana gelecek yıkım “altın çağ”ın
edildiğinde ise en katı biçimde cezalandırıl- başlangıcı olacak, insanlık yeni bir evreye geçip
maktadır. Aurora için ilişkiyi daha arzulanır kı- kendi mutluluk çağını kuracaktır.
lan da biraz da bu kurallara karşı koyuştur. Ama Öte yandan modern insan şimdiki zamanı
bu karşı koyuş suçluluk duygusuyla yan yanadır. haz ve mutlulukla yaşamak ister, çünkü amacı
İlişkinin sınırlarını çizen de bu olacaktır. kendi nostaljisine olasılık yaratmaktır. Haz ve
Film boyunca Aurora ve Ventura için geçmiş mutlulukla yaşanan şimdiki zaman tüketilip bi-
kaybedilmiş bir cennettir. İkisi arasındaki ilişki tirildiğinde nostaljinin okyanusunda hızla ken-
tıpkı Nostalghia’da Domenico’nun halka seslen- dine bir yer edinecek, bu mutlu anlar gelecek-
mesinde olduğu gibi tüm kurallardan arınılan te anımsandığında tatlı bir hüzün insanı sarıp
öze dönüldüğünde tüm belalardan kurtulma sarmalayacaktır; dahası bu yolla geleceğe ilişkin
olasılığını içerir. Buna karşın Tabu’da bu olasılık korkular da bastırılır. Güzel anılarla tüketilen
gerçekleşmez. her şimdiki zaman ileride anımsandığında bir
İnsanın yaşamı bir süreçtir. Her ne kadar sığınma limanı olur. Gelecek artık fark edilme
zamanı kavramsal düzeyde geçmiş, şimdi ve eşiği sürekli artan, hep daha fazlasıyla ve ge-
gelecek olarak kategorilere ayırsak da şimdi cikmeli olarak var olabilen hazzın birikimini
dediğimiz bir anda geçmişe karışır, biz daha taşıyamadığında bireyin yapması gereken tek
gelecek hakkında düşünürken çoktan onu şey geçmişe dönüp o mutlu anları yâd etmek-
yaşamaya başlamışızdır bile. Zaman ve yaşam tir. Bu açıdan nostaljinin kökeninde hazzı bi-
da birer süreç olarak her an tüketilir, her rikimli olarak yaşamak isteyen insanın “günlük”
an yeniden inşa edilir. Geçmiş ve geleceği yaşama arzusunun bulunduğunu söylemek
şimdiden ayırmak, çıkarmak mümkün değildir. mümkündür.
Nostalji bu soyut ayrımdan yararlanır ama va- Dile getirilmeyen duygular unutulmazlar. Bu
roluşu tam da hepsinin birleştirilmesini, onları açıdan nostalji kendine bir telafi çabasında yer
yeniden şimdide tüketmeyi zorunlu kılar. Za- bulur. Sürekli o eksikliği gidermeye çalışır ama
man kesip parçalara ayrılamayan bir bütündür. hatırlanan bu eksiklik tam da bu yaşanmamışlı-
Buna karşın sıklıkla geçmiş bir özlem kaynağı, ğı ile unutulmaz olmuştur.
gelecek distopik bir korku ve endişe kaynağı Filmin girişinde Pilar’ın izlediği filmde Ka-
olurken en akıllıca olanın “anı yaşamak” düsturu şif ’in eşiyle geçen diyaloğu hatırlayalım. Kadın
altında şimdiyi tüketmek olduğunu görmek- kaşife seslenir, “Gücünün yettiği, canının istedi-
teyiz. Modern insan için zaman da bir “değer” ği kadar da kaçsan, kalbinden kaçamayacaksın.”
ve “meta” olarak görünmektedir ve en akıllıca Kaşif cevaplar, “Ölürüm o halde.”
ve “rasyonel” olanın ondan en yüksek faydayı

Dosya: Sinema ve Hafıza 33


Toplumsal Hafıza Didar Karadağ

- ...bir sanat ürününü yaratıcısından ayrı tutmak ne kadar mümkün değilse, bu yaratı-
cıyı da içinde bulunduğu toplumdan ve bu toplumun travmalarından ayrı tutmak o kadar
mümkün değildir.

H
er bireyin yaşanmışlıklardan olu- şimdi”, “unutma ve hatırlama” hep mücadele
şan kendine özgü bir geçmişi ol- içerisindir; hatırlanan şeyler unutulmaya ta-
duğu fikri pek çok açıdan kabul biidir ve unutma kabul edildiği anda geçmiş
gören bir düşünce. Zamanın bir bir bilinmez haline gelir. Geçmişin travmala-
bütün olarak ele alınmayıp, kırılmaya uğratıl- rı eskisi kadar sarsıcı olmamaya başladığında
dığını ve bu kırılma sonucu ortaya çıkan her hafızaya başvuru da başlar. Hafızanın derin-
zaman diliminin farklı şekillerde adlandırıl- liklerine doğru inildikçe geçmişle şimdiki za-
dığını biliyoruz, aslında aynı bütünün parça- man arasındaki ayrım da silikleşip, geçmiş ve
ları olan geçmiş, şimdi ve gelecek farklı kav- şimdi arada sınırların ve kopuşların olmadığı
ramlar olarak karşımıza çıkar. Tek tek bireyler birbirini tamamlayan bir akış haline gelir. Si-
için geçerli olan bu düşünce, bireylerden olu- nemada da çoğu zaman bu akışın yaratılmaya
şan toplumlar için de aynı derecede geçerli bir ve canlı tutulmaya çalışıldığına şahit oluruz;
statüye sahip. Bu sebeple her bireyin olduğu çünkü bir sanat ürününü yaratıcısından ayrı
kadar her toplumun da bir geçmişe -yaşanmış- tutmak ne kadar mümkün değilse, bu yara-
lıklar ve tecrübeler bütününe- sahip olduğunu tıcıyı da içinde bulunduğu toplumdan ve bu
söylemek yanlış olmaz. Geçmiş fikrinin ka- toplumun travmalarından ayrı tutmak o kadar
bulüyle birlikte geçmiş ile şimdi diye adlan- mümkün değildir. Bu sebeple, pek çok yö-
dırdığımız aynı bütünün parçalarını bir arada netmen filmlerinde bu toplumsal travmaları
tutabilmek hafıza kavramının kabulü gibi bir canlı tutmayı kendisine dert edinir; çünkü
önkoşula bağlıdır. Hafıza ilk bakışta bireylerle bu travmaların tekrarlanmaması, toplumların
ilişkilendirilen bir kavram olmasına rağmen ve bireylerin geçmişleriyle yüzleşmelerinden
bu kavramın odağını bireylerden toplumlara geçer. Theo Angelopoulos “Unutmayalım,
kaydırdığımızda, kolektif bir tarihin, kolektif söylediğim ve inandığım gibi, geçmiş asla
bir bilinçaltının ortaya çıktığını görürüz ve bu geçmiş değildir, şimdidir” der; yukarıda bah-
da karşımıza toplumsal hafıza olarak çıkar. settiğimiz bu travmaları geçmişin travmaları
Toplumsal hafıza, yaşayanlar tarafından ku- olarak görmek de geçmiş ile şimdiyi ayırmak
şaktan kuşağa aktarılan ve bu aktarım yoluyla kadar güçtür. Bu açıdan Gece ve Sis (Nuit et
diri tutulan geçmişin imgeleri, deneyimleri ve Brouillard, 1955), Saklı (Cache, 2005) ve Ulis’in
bu deneyimlerin toplumu oluşturan bireyler Bakışı (To vlemma tou Odyssea, 1995) toplumsal
üzerindeki etkilerinden beslenir. Bu neden- travmaların hafızadaki yerini sorgulamak ba-
ledir ki toplumlarda yaşanan trajik durumlar; kımından önemli bir yere sahip.
savaşlar, göçler, açlık, ekonomik bunalımlar Karanlığın İçinden Holokost’a Bakış
gibi toplumsal travmalar, politik rejim de- Gece ve Sis, Alain Resnais’in Yahudi Soykı-
ğişiklikleri, devrimler toplumsal hafızanın rımı’nın on yıl sonrasında çekilen, insana hala
önemli birer parçası haline gelir. “Geçmiş” ve daha ürküntü veren olaylar dizisine ışık tutan
“şimdi”nin rekabeti, “unutma” ile “hatırlama”- bir belge niteliğinde. 2. Dünya Savaşı’nın iz-
nın rekabetidir bir bakıma; hafıza kavramını leri, özellikle Avrupa’da, henüz tazeyken,
kabul ederek “unutuş”u da kabul etmiş oluruz kolektif bilinçaltının en çok baskı altında tu-
çünkü; ve “unutuş”u kabul etmek “bilmek”ten tulan olayı Yahudi Soykırımı ile yüzleşmenin
uzaklaşmak olarak yorumlanabilir; bilinen bir gerekliliğini ifade edebilen ilk film olarak
şey hatırlanmaya ihtiyaç duymaz; fakat geç- kabul edilen Gece ve Sis, toplama kamplarının
mişin olayları şimdiye varana kadar silikleşir ve bu kampların kurbanlarının siyah-beyaz
ve etkisini kaybeder; dolayısıyla “geçmiş ve arşiv görüntülerini, aynı mekânların geçmiş

34 Dosya: Sinema ve Hafıza


ve şimdiki görüntülerini yan yana sıralar. Tel kandırmacası bugün çocuk oyuncağı. İnanmak
örgüler ve boşaltılmış bir toplama kampının istemeyenler veya olaylara anlık olarak
görüntüleriyle başlayan belgesel toplama kam- inananlar var. Bu olayların mazide kaldığını
pını keşfetmeye başladıkça, seyirci de Holo- ümit ederek, bu kampların musibetinden
kost’un gerçekliğiyle yüzleşmeye başlar. Gece ebediyen kurtulduğumuza inanalım. Bunların
ve Sis, toplama kamplarının dehşetini, rahat- sadece bir kez, belirli bir yerde ve zamanda
sız edici görüntüler üzerinden betimlerken, bu olduğuna inanır gibi yapalım. Gözlerimizi
görüntülerin sadece bizi çevreleyen her
geçmişin gerçeklerini şeye ve insanlığın bu
yansıtmadığını söyle- sonsuz çığlıklarına
meye çalışır. Üst ses kulaklarımızı
bu durumu, “Bugün, tıkayalım” (1) cümle-
orada yaşananlar ve leriyle belgeselin du-
bu kamplarda acı çe- ruşu ortaya konuyor ve
kenler yok sayılırsa, geçmişte bırakılmış ve
toplama kamplarının şimdiki zamana uzak
gerçekliği nasıl keş- olduğu düşünülen bu
fedilebilir?” diyerek olayların aslında ne
belirtir. Film, tarihin kadar yakınımızda ol-
sadece seyirciye geçmişi yansıtmak için değil, duğunu gösteriyor.
şimdi ve gelecekte tehlike yaratabilecek olaylar İçimizde Saklı Kalanlar ve Öteki’ni An-
hakkında seyircide farkındalık yaratmak için lamak
sunulduğunu hissettirir. Gece ve Sis, hatırla- “Hepinize rahatsız edici bir akşam dilerim!”
manın önemini en doğrudan anlatan film- (2) diyerek Londra’daki bir film festivalinde
lerden biri olarak görülebilir. Filmde sunu- filmini bu şekilde tanıtmıştı, Michael Hane-
lan kendi terk edilmişliği içerisinde çürüyen ke. Pek çok izleyici ve eleştirmen tarafından
toplama kampının büyük bir vahşete tanıklık karamsar filmler çektiği düşünülen yönetmen,
ettiği geçmişi hatırlatırken somut bir acıya şu şekilde cevap verir: “Karamsar olanlar,
dönüşür. Yönetmen, buldozerlerle toplu me- eğlencelik filmleri yapanlar… İyimser kişi,
zarlara atılan cesetlerin, dikenli tellere asılı insanları sarsıp kayıtsızlıktan kurtarmaya

“Gece ve Sis, hatırlamanın önemini en doğrudan anlatan


filmlerden biri olarak görülebilir.”
kalmış bedenlerin, korkuyla donup kalmış çalışır.” Neredeyse tüm filmlerinde, Haneke,
yüzlerin, bir deri bir kemik kalmış insan vü- seyirciye bu sarsılmayı yaşatır, belki de seyirci
cutlarının; gaz odalarının, krematoryumların bu yüzden pek çok sahnede rahatsızlık duyar,
görüntülerini tüm çarpıcılığıyla sunar. Seyirci iç dünyasının tüm açıklığıyla ortaya serildiği-
olarak bizler, Nazilerin kemikleri, derileri ve ni tuhaf bir duyguyla fark eder. Röportajları-
insan vücutlarını nasıl işlevselleştirdiklerine nın birinde Haneke: “Unutuş her ülkede var-
şahit oluruz. Yine de Resnais bize, bu kıyıma dır. Her bir toplumda bunun siyasal sonuçları
sebep olanların dahi bunun suçun sorumlulu- o ülkenin geçmişine bağlı olarak kesinlikle
ğunu almadığını ve şuan bile “Sorumlu kim?” değişir. Fransa Avusturya’yla, Avusturya da
sorusunun cevapsız kaldığını gösterirken, üst Almanya’yla karşılaştırılamaz. Şahsen ben,
sesin “Bir krematoryum, kartpostal kadar se- Avusturyalıların geçmişlerine ilişkin dav-
vimli gözükebilir; bugün turistler bu binaların ranışlarından memnun değilim. Ancak her
önünde fotoğraf çektiriyor” cümlesi aracılığıy- ülkede insanlar hakkında konuşmaya istekli
la belleğin kolayca unutan yapısının savaştan olmadıkları için saklı kalan haller vardır. Bu
on yıl gibi kısa bir süre sonra bile Nazi vahşe- temayülleri tehlikeli buluyorum; bu beni tep-
tinin izlerini silme riski taşıdığını ifade eder. ki vermeye itti” (3) der ve Saklı’nın nasıl bir
Film sonunda anlatıcının söylediği “Savaş motivasyonun ürünü olduğunu bizlere sunar.
uykuya yattı, ancak bir gözü daima açık. Nazi Haneke’nin diğer filmlerini olduğu gibi Sak-

Dosya: Sinema ve Hafıza 35


lı’yı da ‘Anne ile Georges bir gün..’ şeklinde zer tavırlar gösterdiğini; karşısındaki insanları
başlayan bir hikaye olarak görmek mümkün. doğrudan suçlamaya başladığını ve diğer in-
Edebiyat tartışılan saygın bir programda su- sanların söylediklerini dinlemediğini görü-
nuculuk yapan Georges, bir yayın evinde edi- rüz. Filmin sonuna doğru Majid, Georges’u
törlük yapan Anne, ve yüzmede oldukça ba- evine çağırarak onun yanında boğazını kese-
şarılı oğulları Pierrot ile kırılgan ve steril bir rek intihar eder, intihar etmeden hemen önce
huzur ortamında yaşamlarını sürdüren orta Majid’in “Burada bulunmanı istedim” sözüyle
sınıf aile. Filmin başında, yönetmen seyirciye, bir kez daha sarsılırız. Ötekileştirilenin öteki-
bu orta sınıf ailenin ya- leştirenin hayatında var
şadığı evi saniyelerce olmaya çalışma çabası-
gösterir; daha sonra na şahit oluruz çünkü
ekranın dışında gelen aslında. Film boyunca
sesle, bunun Anne ile Georges’un hiçbir şe-
Georges’un evlerine kilde sorumluluk alma-
gönderilmiş bir kaset ması, yaşanan olaylara
olduğunu anlarız ve karşı kayıtsızlığı, diğer
böylece daha filmin insanlar hakkında yap-
başında Haneke bize, tırım gücü varmış gibi
bir film izlemekte ol- davranması-Pierrot eve
duğumuzu söyler. Korunaklı evlerine gelen gelmeyince Majid ve oğlunun bir gece gözal-
kasetlerle steril hayatlarına yapılan müdahale tında kalmasına sebep olması- Haneke’nin
ailede huzursuzluk ortaya çıkarır. Bu huzur- bireysel hafıza üzerinden yaptığı toplumsal
suzluğun sürekli mi yoksa sentetik hayatlarına hafıza sorgulamasını gösterir. Haneke Saklı’da
sokulan bu ilk çomakla mı başladığı sorusuna çok fazla vurgulamasa da aynı zamanda Fran-
filmde cevap verilmez. Ancak film ilerledikçe sa’nın toplumsal belleğinin bir parçası haline
Laurent ailesinin huzurunu bozan bu görün- gelmiş 1961 Paris Katliamı’na da Geroges’un
tülerin, geçmişte yaşanan bazı tatsız olayların bir konuşması sırasında doğrudan referans
canlandırılması ve sorgulanması için gönde- verir. 17 Ekim 1961 yılında Ulusal Kurtuluş
rildiğini fark ederiz. Georges yaşamına yöne- Cephesi(FLN)’nin Fransa’da yaşayan Ceza-
lik bir müdahale olarak gördüğü bu görüntüler yirlilerinin Fransa’nın sömürgeci ve işgalci
ile geçmişe döner ve bilinçaltının devreye gir- tavrına karşı düzenlediği gösterileri üzerine
diği rüyaları aracılığıyla çocukluğunda evle- sayısı 20.000 ile 30.000 arasındaki kadın, er-
rinde çalışan Cezayirli bir ailenin oğlu Majid’i kek ve çocuk Paris sokaklarında toplanır. Oto-
anımsar. Majid’in ailesinin 1961’de Paris’teki ritelerin protestolara tepkisi bugün tarihçiler
gösteride polis tarafından katledilip Seine tarafından 20. yüzyılda Batı Avrupa’da belki
nehrine dökülen göçmenler arasında olduğunu de tarihin en büyük barış zamanında yapılan
öğreniriz. Bu olaylardan sonra, kimsesiz kalan katliamı olarak tanımlanır, polisin protestolar
Majid, Georges’un sebep olduğu bazı olay- sırasındaki acımasız tavrı ve başvurulan şiddet
lar yüzünden evden uzaklaştırılır ve yetim- 200 Cezayirlinin öldürülmesi ve bir kısmının
haneye gönderilir. Haneke, Saklı’yı “özelde Seine nehrinde boğulmasıyla sonuçlanır(5).
kişisel suçluluk hissi ve bunun reddedilmesi Bu sebeple Saklı, istenmeyen ötekinin hem
genelde ise Cezayir’deki Fransız işgali ve bireysel hem toplumsal bellekten başarılı bir
sömürgeciliği üzerine bir öykü” olarak tanım- şekilde çıkarılmasını göstermesi açısından ol-
lar (4). Film boyunca Laurent ailesi üzerinden dukça önemli bir yapıt olarak görülebilir.
bütün bir toplumun hatırlanmak istenme- Ulis’in Bitmeyen Yolculuğu
yen ve inkar edilen geçmişine tanıklık etmiş Kaç sınır geçmesi gerek insanın evine ulaşması
oluruz. Georges’un kendi sosyal sınıfından için? -Ulis’in Bakışı
olmayanlara karşı tavrıyla Avrupa tarihinin Yunan yönetmen Angelopoulos, Ulis’in Ba-
kendiyle olan hesaplaşması ilişkilendirilebilir. kışı’nda yıllarca ülkesinden uzakta yaşamış bir
Filmde Georges’un alt sınıfa mensup iki farklı yönetmenin hikâyesini anlatır. Politik görüş-
kişiyle ilişkilendiğini görürüz, ilki polis kara- leri sebebiyle uzun yıllar Amerika’da yaşayan
kolundan çıktıktan sonra çarpıştığı bisikletli yönetmen son filminin prömiyeri için Yuna-
Afro-Amerikan genç, ikincisi çocukluk arka- nistan’a gider. Bu sırada Atina Film Arşivi,
daşı Majid. Georges’in bu iki kişiye karşı ben- yönetmenden Balkanlar’da ilk filmi çeken

36 Dosya: Sinema ve Hafıza


Manakis Kardeşler hakkında bir belgesel min en etkili sahnelerinden biri de Yönetmen
film çekmesini ister ve böylece Manakis kar- A’nın parçalanmış Lenin heykelinin taşındığı
deşlerin gerçekte var olup olmadığı dahi belli gemi ile yaptığı yolculuktur, bu yolculukta
olmayan 3 bobin filminin izinde Atina’dan Lenin heykeliyle birlikte sosyalizmin göl-
Saraybosna’ya yönetmenin yolculuğu başlar. gesinin Balkanlardan çekilişini göstermek
Film boyunca Yönetmen A’nın hem fiziksel ister Angelopoulos, ve inandığı düşüncenin
hem içsel yolculuğuna tanıklık ederiz, bu yol- cenazesini kaldırmak da Yönetmen A’ya dü-
culuk sırasında Balkanlar’ın yüzyıllık acılarla, şer. Ulis’in yolculuğu nihayet Saraybosna’ya
yıkımlarla dolu tarihi vardığında 1994’teki
de bize eşlik eder. Bu kanlı savaşla yüz yüze
filmde de bireysel ha- geliriz. Yönetmen A,
fıza üzerinden toplum- silah sesleri altında
sal hafızaya vurgular dehşet içinde sağa
yapılır; fakat Ulis’in sola kaçışan insanlara
Bakışı, ne Gece ve Sis “Burası Saraybosna
kadar dokümenter ve mı?” diye sorar; fakat
doğrudan bir anlatıma hiç kimseden cevap
sahip ne de Saklı kadar alamaz; çünkü burası
soğuk ve acımasız. An- artık o bildik şehir,
gelopolous, şiirsel bir sinema yaratıp, ideolojik o güzel Saraybosna değildir. Yönetmen A,
iletilerini didaktiklikten uzak duygusal ve es- Manakis kardeşlerin 3 bobin filmine burada
tetik bir dille aktarırken, Eleni Karaindrou da kavuşur; filmler bir yaşlı adamın yıkılmış bir
eşsiz müzikleriyle yolcuğun başından sonuna sinemadaki mahzenindedir. Yönetmen A’ya
bizimle birlikte olur. Film Platon’un “Ve ruh göre bu filmler bu yüzyıla bir ilk bakıştır,
kendini tanımak için kendine bakmalıdır” Balkanlar’ın en saf, en huzurlu zamanlarını
sözüyle başlar, bu Yönetmen A’nın ve seyirci anlatır; çünkü Manakis kardeşler yüzyılın ba-
olarak bizlerin de yolculuğunun başladığını şından itibaren Balkanlar’daki yüzleri, olayla-
gösterir. Bu yolculuk, gidilen ya da varılan yeri, rı, karmaşayı kaydetmişlerdir ve bu ilk bakış,
gidenleri ya da gelenleri anlatmaz, sadece yolu hem Yönetmen A’nın hem de Balkanlar’ın
anlatır. Yoldaki insanların öykülerini, anıları- kendi içsel yolculuğunun önemli bir parça-
nı, yenilgilerini anlatırken, Balkanlar’ın için- sıdır. Filmin sonuna yaklaşıldığında Saray-
de bulunduğu karmaşaya da ışık tutar. Film bosna’da yaşananların Yönetmen A ve seyirci
pek çok etkileyici sahneye sahip, varılan her üzerindeki şiddeti de artar, yanı başında arka-
şehirde yeni bir hikâye, yeni bir hüzün var. İlk daşı ve ailesinin katledilişi karşısındaki sus-
hüznü Arnavutluk sınırındaki, Birinci Dün- kunluğu bizim de suskunluğumuza dönüşür.
ya Savaşı’ndan sonra 47 yıl kızıyla görüşme- Ve Yönetmen A’nın yolculuğu tam da bitmesi
miş yaşlı teyzeyle karşılarız. Kızının yaşadığı gereken yerde başlar. Alain Resnais, Michael
şehre vardığında meydanın ortasındaki Haneke ve Theo Angelopoulos farklı coğraf-
yapayalnızlığı ve şaşkınlığı Balkanlar’daki her yalardaki bireylerin hikâyeleri üzerinden fark-
bir insanın yalnızlığını anımsatır. Bükreş’te lı toplumların geçmişlerinde kaldığı düşünü-
bir yılbaşı kutlamasını gösteren rüya sahnesi len toplumsal olayları hatırlatarak hafızaların
1945- 1950 yıllarını bizlere kısaca özetler, yenilenmesine yardımcı olur.
tutuklu babanın eve dönüşünü, başka
insanların tutuklanmaları, eve el konulması (1) Nuit Et Brouilliard, www.bildirgec.org,
ve geriye sadece bir fotoğrafın kalışı… Yönet- 2010.
men A, bu yolculuk sırasında 4 farklı kadınla (2) Family Is Hell and So Is the World, Bright
ilişkilenir ve bu dört kadının da aynı kadın Ligts Film Journal, 2005.
aktris tarafından canlandırılması oldukça et- (3) Abdülhamit Kırmızı, Saklı Vicdanlara Tu-
kileyici. “Unutuş barışın fiyatıdır” der Edua- tulan Ayna, Radikal, 2006.
ordo Gelano, Yönetmen A, hatırladıkça yal- (4) Tecrit, Reddediş ve Saklama Üzerine: Ca-
nızlaşır, hatırladıkça sevemez. Balkanların che, www.filmhafızası.com, 2012.
da geçmişinin Yönetmen A, gibi olduğunu (5) What’s Hidden in Cache? Neil Christian
gösterir bize, geçmişe bakıldıkça bir türlü elde Pages, Modern Austrian Literature, Vol:43,
edilemeyen huzur ve güveni anımsatır. Fil- No:2, 2010

Dosya: Sinema ve Hafıza 37


Kentlerin Hafızası Barış Sağlam

- Davies’in dediği gibi bugünden geriye doğru anılarımızı yakalamaya çalışmak hem
anıları hem de şehri öldürmek anlamına gelecektir. Öyleyse yazarken çengelle sayfanın başına
tutuşturulması gereken bir soru işareti kendini belli ediyor. Şehir hakkında nasıl yazmalı?

C
Yarım Kalmış Nostalji mutluluklarını görüyoruz. Kısaca Davies şe-
alvino Görünmez Kentler (Le Città hirleri yeniden inşa etmeye çalışmıyor ama
Invisibili, 1972)’de hafızamızdaki aynı zamanda geçmişe bugünün gözlerinden
imgelerin sözcüklere hapsedilmekle bakmaya da çalışmıyor, dolayısıyla Zaman ve
söneceğini söyler, bu yüzden şehir- Şehre Dair de ancak Proustien bir rüya olarak
ler hakkında konuşmaktan çekindiğini belir- bakıldığında anlam kazanıyor.
tir, çünkü bir kez konuşulduktan sonra her şey Filmde derin bir nostalji ile öfkenin har-
silinip gidecektir. İlginçtir ki yaklaşık elli yıl manlandığını görüyoruz. Davies çocuklu-
sonra Terence Davies, bu kez başka bir şehre ğunda etkisi büyük olan fakat daha sonraları
yaktığı ağıt hakkında konuşurken benzer ima- nefretinin hedefi haline gelen kiliseyi filmin
larda bulunacaktır. Davies’in yeniden yaratı- başrollerinden birine oturtmuş. Bir yandan
lan Liverpool’u gerçek Liverpool mudur? Veya kurum olarak üzerinde kurduğu baskıya kar-
Davies’ten bağımsız bir Liverpool’u düşünmek şı oluşan nefretini kusarken, kiliselerin canti
mümkün müdür soruları elbette yanıtlanması barlar haline gelmesi Davies’i üzüyor. Özellik-
güç sorular olarak le eşcinsel olduğunun
kalacaktır. Davies’in farkına vardıktan
dediği gibi bugün- sonra hayat Terence
den geriye doğru Davies için bir co-
anılarımızı yakala- ming of age filmine
maya çalışmak hem dönüyor. Kiliseye
anıları hem de şehri gidip tanrıdan beni
öldürmek anlamına düzeltmesini diledim
gelecektir. Öyley- diyor röportajında
se yazarken çengelle ki bu bile Katolik
sayfanın başına tu- kilisesinin içindeki
tuşturulması gereken direnişini göster-
bir soru işareti kendi- meye yeter. Bu –ilk
ni belli ediyor. Şehir hakkında nasıl yazmalı? ikisi eşcinsellik ve kilise olan- kutsal üçlünün
Terrence Davies’in Zaman ve Şehre Dair (Of son ayağı ise Davies’in içinden çıkmış olduğu
Time and the City, 2008) adlı filmi bu soruyu işçi sınıfı, “personal essay” olarak niteledi-
bir an bile aklından çıkarmamışa benziyor. ği eserinde önemli bir yer tutuyor. Başta da
Zira bir an bile bugünün yaşlı ve bozuk göz- belirttiğimiz gibi bu eser bir şehir hakkında
leriyle çocukluğunun Liverpool’una bakmaya objektif bir doküman olma amacı taşımıyor.
çalışıyor, tersine Proust’un çaydanlığını ya- Zaten bu imkansız bir şey olurdu. Yitip giden
kalamak için çaba harcıyor. Kupaya batırılan işçi şehrinin geçici buhranlarını ve küçük
kurabiye dağılırken biz de Davies’in Liverpo- zaferleri elbette kamerasına takılıyor, fakat
ol’una giriş yapıyoruz. Dolayısıyla bu Liverpo- şehrin önemli anlarından çok Davies’in hafı-
ol’a baktığımızda gördüğümüz sadece İngilte- zasında yer tutan anıları seyrediyoruz filmde.
re’nin gelişme aşkının yerle bir ettiği binalar Gençlik yıllarında, İngiltere’nin altın ço-
olmuyor, kiliseyi ve Davies üzerinde kurduğu cukları dünya’yı kasıp kavurmaya başlamış-
disipliner baskıyı, çocukluğun sanayi duman- ken, Davies klasik müziğe ilgi duymaya baş-
ları içindeki mutluluğunu ve kısa süreli New lıyor. Pop müziğe karşı duyduğu öfkeyi The
Brighton satillerinin bu kısa süreye sığdırılmış Beatles’tan ve Elvis’ten bile esirgemiyor. Fil-

38 Dosya: Sinema ve Hafıza


min başında Liszt ile başlayan müzik de yavaş vies ne de Kar Wai eserlerinde geçmişe doğru
yavaş Bruckner’e ve Mahler’e doğru yaklaşıyor. umutsuzca ulaşmaya çalışıyorlar, aksine ikisi
Söyleşilerinde de popüler müziğin kendisi gibi de o dönemdeki saflık ve mutluluğun geri dö-
insanlar için olmadığını belirtiyor sürekli. Ja- nüşsüz bir şekilde yok olduğunun farkındalar.
son Anderson’la yaptığı bir söyleşisinde, Mo- Mr.Chow’un geçmişi geride bırakmayı seçme-
ney Can’t Buy Me Love adlı şarkıyı alaya alarak si de bundan kaynaklanıyor, Mr.Chow’un fil-
“ne aydınlanma ama” min başında söyledi-
diyor, ona göre Cole ği gibi: 2046’ya giden
Porter gibi büyük yolcuların niyeti ay-
bestecilerin yerini nıdır, kayıp hatıraları
Beatles ve Presley ca n la nd ı rabi l mek .
gibi sanatçılar alıyor Fakat bunun gerçek-
ve Davies’in bu ko- leştiğine dair hiçbir
nuda oldukça mutsuz kanıt film boyunca
olduğunu söylemek elimize geçmez. Aynı
bile gereksiz. Sade- durumun Davies için
ce bu tarz tepkilere de doğru olduğunu
bakıldığında elbet- söylemek mümkün.
te Davies derin bir Bahsettiğimiz gibi
nostaljinin etkisinde Davies de bozulan
kalıyor diyebiliriz. dünyasına umarsızca
Aynı şekilde filmde, ve karışık duygularla
ona ait olan Liverpool’un nereye gittiğini sor- bakıyor aynı zamanda da bozulma ve saflık te-
ması, şehirle karşı hissettiklerini tek boyutlu maları oldukça önemli bir yer kaplıyor.
bir duygusallıkla karıştırmamıza neden ola- Chahine’nin Bellek’i (Hadduta Misrija,
bilir. Oysaki onun Liverpool’u yukarıda da 1982) de şehirden çok şehrin içindeki bireye
bahsettiğimiz gibi öfkesinin de hedefinde. odaklanmasıyla diğer filmlerle benzerlikler
Eşcinselliğimi fark ettikten sonra tanrıya beni taşıyor. Ana karakter olan Yehia’nın gördüğü
düzeltmesi için dua ettim diyor Davies. Tabi rüyada bu çok açık bir biçimde ortaya çıkıyor.
bu durum o dönem İngiltere’sinin herhangi bir On beş yaşındaki Yehia, yetişkin Yehia’ya öf-
yerinde de yaşanabilirdi fakat sanatçının bel- keli olduğu için onu öldürmeye çalışıyor. Ye-
leğinin yöneldiği şehir Liverpool oluyor. tişkin Yehia’nın ailesini görmezden gelmesi

“Ne Davies ne de Kar Wai eserlerinde geçmişe doğru umutsuzca


ulaşmaya çalışıyorlar...”
Hatıraların Yöneldiği Mekanlar: Kar yüzünden çektiği vicdan azabını sembolize
Wai’nin Uzak Doğu’su, Davies’in Liverpo- eden bu rüya sahnesi, geçmişe yaklaşmanın
ol’u ve Chahine’nin İskenderiye’si nostaljiden uzak yollarından birini göstermesi
Hafıza ve Şehrin kesiştiği filmlere bakar- nedeniyle oldukça önemli, ayrıca diğer film-
ken farklı bir yaklaşıma göz atmak için Kar lerle de paralellik kurulabilecek bazı noktalara
Wai’nin 2046 (2004)’sını incelemek şüphesiz işaret ediyor. Film aynı zamanda mısırda ge-
ilginç olacaktır, 2046 aslında oldukça özel çen birçok olayı da arka plana almasıyla bahse-
bir zamanı işaret etse de aynı zamanda daha dilen iki filmle benzerlikler taşıyor. Tıpkı Kar
çok mekansal özellikler taşır. Buraya yolculuk Wai ve Davies gibi Chahine de İskenderiye’ye
yapan kişilerin ise amaçları aynıdır, kayıp ha- ve Mısır’a objektif bir bakış atmaya kalkmıyor,
tıraları bulabilmek. Bu şiirsel uzama göz at- bunun yerine kendi hiyerarşisini kurarak şehir
tığımızda, aslında tamamen ayrı filmler gibi üzerinde hafızayı kullanarak oyunlar oynu-
gözükseler de her iki filmin de aynı yere doğru yor. Mr.Chow’un yatağında otururken Hong
gittiğini söylemenin mümkün olduğunu görü- Kong’daki 1967 ayaklanmalarını anması gibi,
yoruz. Bu filmleri nostalji temasını işleyen ya- Yehia da katıldığı Britanya karşıtı eylemi ha-
lınkat filmlerden ayıran şey ise, iki filmin de tırlıyor.
zaman kavramının farkında olmaları. Ne Da-

Dosya: Sinema ve Hafıza 39


Yeniden Yapımlar ve Adaptasyonlar
Sevgihan Oruçoğlu

2
013 yılında Spike Lee ilk gösteriminin tedirgin eden husus.
üstünden çok da uzun zaman geçme- Burada elbette ki filme ek bir yorum geti-
den kültleşmiş olarak addedilmeye rerek yapının üstüne gerçekten bir şeyler ek-
başlamış ve Kore sinemasının belki lemek ile filmin özünü alıp tamamen değiş-
de en sağlam yapı taşlarından biri olan Park tirmek arasında ayrım yapmak gerekli. Söz
Chan-wook’un yönettiği İhtiyar Delikanlı konusu Hollywood gibi bir endüstri olunca
(Oldeuboi, 2003)’yı yeniden beyazperdeye ta- sanatsallığın veya orijinalliğin ana kaygılar ol-
şıdı. Her ne kadar seyirci Hollywood’un dö- duğunu söylemek güç. Diğer taraftan yeniden
nem dönem artan hem kendine hem de yaban- yapımın ve uyarlama ile birlikte gelen yorum-
cı filmlere yönelik yeniden yapım furyasına lamanın esasen Hollywood’un hem endüstri
alışkın olsa dahi, gerek Hollywood’un uzun hem de bir kültür, bir yaşam şekli olarak var
zamandır konuşulan muhtemel kriz ve çö- oluşunu mümkün kıldığını iddia etmek müm-
küş ihtimali, gerekse yüksek bütçeli filmlerin kün. Timothy Corrigan’ın “nostalji histerisi”
beklentileri karşılayamaması ve vasatın üstüne olarak tanımladığı Hollywood’un tekrar esas-
dahi çıkamayan devam filmleri nedeniyle lı yapısı en çok da Hollywood ve Amerikan
2013 yazının ardından aldığı eleştiriler ve kültürü üzerinden işleyerek mitsel toplum ve
son zamanlarda orijinal senaryo sayısındaki hatta ulus algısının oluşumuna katkıda bulun-
kaygılandırıcı düşüş, Oldboy’un Spike Lee yo- makta ve ikonik figürler ile nihai yapılar ya-
rumuna yönelik olumsuz eleştirileri artırırken ratmakta. Bu yapının oluşum aşamasında ise
bir taraftan yeniden yapımlar ve uyarlamalar titiz bir ayıklama olduğu aşikâr; gerek kendi
üzerine olan tartışmaları da yeniden gündeme altın çağından gerek yabancı piyasada elenmiş
getirdi. ve belli mertebeye yükselmiş materyallerin
Hollywood’u Tekrar Yaratmak kullanımı bunu kanıtlar nitelikte. Kendi va-
Yeniden yapım ve uyarlamanın sanatsal ve roluşunu tekrar ve yeniden yorumlamaya da-
etik boyutuna yönelik pek çok görüş mevcut. yandıran Hollywood’un bu kadar sık yeniden
Eserin değerlendirilmesinde orijinalliği ön yapımlara, adaptasyonlara veya devam filmle-
plana koyanlar olmakla beraber orijinallik rine yer vermesi elbette ki şaşırtıcı değil.
fikrinin öznel olduğu bu nedenle de yorum- Hollywood’un kültür sömürüsü aracılığıyla
lamaya müsait bir ortam sunduğunu, yani her genişleyen ve daha sonra aynı yöntemle tekrar
yorumun kendine has bir sesi olduğunu savu- tekrar kendi mekanizmasını besleyen bu yapı-
nanlar da bulunmakta. Orijinallik sanat ese- sının en çarpık en asimetrik kısmı ise yabancı
rinde gerçekten oldukça önemli bir yere sahip filmlerin uyarlamaları aracılığıyla ortaya çık-
olsa da yeniden yapımlarda orijinallik kaygı- makta. Her türlü kültürel öğeyi kendi sınır-
sıyla getirilen yorum belki de seyirciyi en fazla larına uygun formüle ederek işleyen yeniden

40 Yeniden Yapım ve Adaptasyonlar


yapımlar tam da bu nedenle “kültür yağması” ğunda elbette ki asıl dönüştürülen kısım şid-
olarak tanımlanmakta. Muhafazakâr ve ne- det ve cinsellik oluyor. Lee şiddeti de cinselliği
redeyse zenofobik bir yapıya sahip endüstri de kullanmaktan kaçınmıyor hatta çoğu kişi-
kullandığı materyali ayrıştırırken bu tavrı- nin beklentisinin aksine ensest ilişki de filmde
nı gizlemiyor ve dolayısıyla da yorumlayarak mevcut ancak anlatının bütünündeki rolleri ile
içselleştirme ve ardından gelen sunma süreçle- olası yorumlamaları dönüştürülüp Hollywood
ri de bu ideoloji ile şekilleniyor. ve onun bir uzantısı olan Amerikan kültürüne
Hollywood’un Oldboy’u uyacak hale indirgenmiş gibi duruyor.
Spike Lee’nin Oldboy’u da elbette Holl- Lee’nin şiddet ve cinsellik kullanımından
ywood’un kültür sömürgesinin bir parçası. İlk kaçınmaması ne yazık ki “tabuları konuşabi-
bakışta hikâye açısından orijinalinden çok da liriz hatta sert bir tavır da edinebilir, yani aşı-
farklı bir seyir izlemiyor gibi görünse de hem rıya kaçabiliriz ancak bunu kültürel sınırlara
anlatım hem de kurgu oldukça farklı yapısıyla dokunmadan yapmalıyız”ı aşamıyor ve bu ta-
filmi köklerinden ayırarak Hollywood kültü- vır Oldboy (2013)’un orijinalinden farklı olarak
rüne uygun ve sunulabilir hale getiriyor. anlamsal bir budamaya, izlenimsel bir sansüre
Lee’nin yorumunun ilk göze çarpan ayrın- maruz bırakıyor.
tısı Asya sinemasında sıklıkla tercih edilen ve Orijinal filmde bulunan antagonist ve kız-
Oldboy (2003) için oldukça önemli bir yere sa- kardeşi arasındaki ensest ilişkiye bir de kar-
hip müphem anlatımın terk edilmesi. Direkt deşlerin babasını ekleyen Oldboy (2013), ori-
anlatım tekniği seyirci ile doğrudan bağ ku- jinalinin benimsediği nötr yaklaşımın aksine
rulmasına neden oluyor bu da otomatik olarak durumu problematize ederek yargılıyor. Ba-
seyirciyi yargılayıcı pozisyonuna yerleştiriyor banın gerçeğin ortaya çıkması üzerine ailesi-
Ana karakter Joe Doucett ise Kore versiyo- nin katletmesi aracılığıyla sağlanan bu eleş-
nundaki Dae-su’nun aksine çok daha geniş bir tiri Lee’nin filminin ensest fikrini ahlaki bir
arkaplan ile işlenerek seyirciye daha ayrıntılı yargılamaya tuttuğunu gösteriyor. Antagonist
olarak tanıtılıyor. Seyirci tamamen bir yabancı ise bu yargılamadan nasibini alıyor, seyirciyi
olarak tanıştığı ve karakteri hakkında çok da felsefi sorgulamaya maruz bırakan ikilem-
fazla bir şey bilmediği Dae-su’nun aksine Joe lerini kaybederek esasen ensestin toplumsal
hakkında ve genel karakteri hakkında bilgi al- kurgulamasını sorgulamak olan pozisyonunu
mış ve analiz yapabilme yetisi ediniyor ve bu kaybederek tam anlamıyla bir kötü adama
sayede onu yargılama imkânına sahip oluyor. dönüşüyor. Bu noktada Joe’nun sonunun de-
Chan-wook’un daha izlenimsel ve oldukça ğiştirilmesi de aynı işlevi görüyor ve bu yapı-
mesafeli versiyonunda kesinlikle bulunmayan lanmaya katkı sağlıyor. Oldboy(2003)da se-
bu karakter ve seyirci arasındaki birincil ilişki, yircinin karşısına çıkan göreceli intikam 2013
seyirci ve film dengesine seyirciyi üstün konu- yorumlamasında bulunmuyor çünkü filmin
ma koyan Hollywood anlatımını vurguluyor. sonunda Joe’nun kızını terk etmesi ve kendi-
Böylece değerlendirmeye tabi tutulan ma- ni tekrar hücresine kapatması orijinal filmin
teryel eleniyor, ahlak süzgecinden geçiyor ve aksine antagonisti yenilgiye uğratmış demek
muhafazakar ve mitsel yapıya uymayan yön- oluyor. Chan-wook versiyonunda antagonis-
leri törpülenerek film “Amerikanlaştırılıyor.” te hak vermek durumunda kalan ve unutmak
Oldboy’da da bu dönüşüm anlatım tekniği istemesi ile ensesti eleştirse dahi nihai bir so-
aracılığıyla görülüyor. Orijinal filmde yer alan nuca varmadan sorgulama aşamasında bırakan
tedirgin edici gizemli anlatım yerini seyircinin Dae-su’nun yerini kendisine kurulmuş tuzağı
yargının merkezine yerleştirilip sürüklendiği seçeneklerinin arasından en iyiyi seçerek se-
aksiyon dolu izleğe bırakıyor. yircinin yargısı tarafından yapması bekleneni
Lee’nin uyarlamasında Joe Doucett baş- yapan Joe alıyor.
ta olmak üzere karakterlere daha geniş arka Oldboy (2013) bu haliyle adeta seyirciyi ta-
planlar verilmesi veya antagonistte örneğine buları konuşmaya davet ediyor ama terbiyeyi
rastlandığı gibi çok yönlü kompozitin karak- elden bırakmayarak sınırı aşmamayı da telkin
terin çatışan yönlerinin ayıklanarak monolit etmekten geri durmuyor. Filmin bu halinde
bir forma sokulması kurgudaki küçük deği- Hollywood’un yabancı materyale olan açlığını
şikliklerin belli çıkarımlara ve kültürel anlatı- ve aynı materyale yönelik ötekileştirici yakla-
lara dönüşerek toplumsal mitlerin oluşumuna şımını görmek mümkün. Toplumsal mit olu-
katkı sağlıyor. şumuna ve kültürel yağmaya bir yenisini daha
Tabuları Terbiyeli Konuşmak eklemiş gibi görünen Oldboy (2013) Amerikan
Lee’nin yorumunda Oldboy pek çok nüans yeniden yapımlarının ve kültürel etkilerinin
kazanmakta ancak filmin orijinal versiyonu- üzerine daha çok düşünmesi gerektiğinin bir
nun ekstremliği göz önünde bulunduruldu- göstergesi oluyor.

Yeniden Yapım ve Adaptasyonlar 41


D
animarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in son filmi
Onur Onur Savaşı ( Jagten, 2012) biraz geç de olsa Başka Sine-
ma etkinliğiyle gösterime girdi. Lars von Trier ile Thomas
Vinterberg’in birlikte başlattıkları Dogme 95(1) akımının
Savaşı ilk filmi sayılan Şölen (Festen, 1998) filmiyle ün kazanan, sonrasında
İngilizce çektiği It’s All About Love (2003) ve Dear Wendy (2004) gibi
filmlerde ise pek başarılı olamayan Thomas Vinterberg, yerel oyuncu-
larla çektiği Submarino (2010) ile bir nevi geri dönüş yapmıştı. Onur
Savaşı ise bu geri dönüşün başarılı bir devamı niteliği taşıyor. Çocuk
istismarı iftirası ile karşı karşıya kalan kreş öğretmeni Lucas’ın yaşa-
dıklarını anlatan film Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için
■■ Melikşah Demirtaş yarıştı ve Mads Mikkelsen’e de en iyi erkek oyuncu ödülünü getirdi.
66. BAFTA Ödülleri’nde de yabancı dilde en iyi film dalında adaylığı
bulunduğunu da belirtmek gerek.
Bir boşanma süreci atlatmış olan Lucas, bulunduğu toplumda ka-
bullenilmiş, samimi ve eski dostları olan bir karakter. Ancak toplum-
da hangi yerde olursa olsun hiçbir bireyin lekesinden kurtulamayacağı
bir suçla lekeleniyor: Çocuk istismarı. Karakterin kötü bir evlilik ha-
yatı geçirmiş olması, kreş öğretmeni olması ve sözde istismar mağdu-
ru kız Klara ile fazlasıyla yalnız vakit geçiriyor olması kamuoyunun
“suçlu” kararını vermesi için gereken ortamı hazırlıyor. Klara’nın kreş
öğretmeni, aile dostu ve aynı zamanda yol arkadaşı Lucas’ı bir aile
bireyi yerine koyması, ancak beklediği reaksiyonu alamamasından
kaynaklı hayal kırıklığıyla sarf ettiği anlamsız birkaç kelime yangını
başlatan kıvılcım oluyor. Sonrasında ise nasıl (kısmen) iyi bir hayatın
toplumun önyargıları ile mahvedildiğini izliyoruz. Filmin başından
beri masum olduğunu bildiğimiz karakterin en yakın dostları tarafın-
dan yalnızlaştırılması ailesi tarafından dahi yer yer kendisinden şüphe
duyulmasına şahit oluyoruz.
Senaryo, linç kültürünün sınır tanımazlığını gözler önüne seriyor.
Kapalı bir toplumda insanların birbirinin hayatına yakınlığı, sürüden
dışlanmayı daha muhtemelen kılan unsur olarak karşımızda. “Bana
cinsel organının gösterdi” cümlesinden sonra, çocuğa sorulan yönlen-
dirici sorularla “çocuk tacizi” yargısına varılması, sonra da mağduri-
yetin kasabada çığ gibi büyümesiyle Lucas bu çirkin suçun odağı ha-
line dönüşüyor. Modern olarak tanımlanan toplumda insanlar şiddete
başvurmaktan dahi hiç çekinmiyorlar. Çocuk istismarı konusundaki
aşırı hassasiyet, çocuk istismarının ikinci kez düşünülmemesi, önyar-
gının modernitenin, mantığın önüne geçmesinin birincil sebepleri.
Filmin Lucas karakterinin masum olduğu bilgisini en baştan vermesi,
bizi tarafımızı seçmek zorunda bırakması bunu daha görünür kılmak
için olmalı. Aksi takdirde terazinin diğer tarafında da insanlık için
taviz verilemez bir değer duruyor. Öyle ki böyle bir duruma kasabalı-
lardan daha farklı tepkiler vermeyeceğimiz gerçeğiyle yer yer Lucas’ın
suçlu çıkmasını dahi istiyoruz.
Film her ne kadar yapısı itibariyle senaryosuyla öne çıkan bir film
olsa da Vinterberg’in kasabada pastel renklerle yakaladığı başarılı at-
mosfer ve Mads Mikkelsen’in marifeti ile oyunculuk ve görsellik se-
naryonun gölgesinde kalmıyor. Aynı zamanda dikkat çeken bir unsur
daha Klara karakterini canlandıran Annika Wedderkopp’un oyuncu-
luğu, özellikle sorgulandığı sahnedeki mimikleriyle olabilecek en iyi
performansı gösterdiğini düşünüyorum. Filmin tamamlık mertebesi-
ne erişememiş birkaç yönü olsa da anlatmak istediği şeyi en iyi şekilde
anlatmış, amacına ulaşmış bir film. Vinterberg’in Şölen’den beri aynı
başarıyı yakaladığı bu filmle artık Festen-Jagten yönetmeni olarak
anılacağına inanıyorum.

(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Dogma_95
(2) http://www.capturingthefriedmans.com

42 Başka Sinema
U
zak İhtimal (2009) ’in ardından, Mahmut Fazıl Coşkun
yönetmenliğini üstlendiği ve Tarık Tufan’la senaryosunu
yazdığı ikinci filmi Yozgat Blues (2013), Türk sinemasında Yozgat
örneklerini çokça gördüğümüz taşra hikayelerine bir yeni-
sini daha ekliyor. Fakat bu sefer alışageldiğimiz taşra filmlerinin çok Blues
dışında, yeni bir kara mizah örneği sunuluyor bize.
Yavuz alışveriş merkezlerinde Fransızca şarkılar söylemekte ve
belediyede müzik dersleri vermektedir. Arkadaşının teklifi üzerine
bir gazinoda çalışmak için Yozgat’a gider. Öğrencisi Neşe de onunla
gelmek ister.
Mahmut Fazıl Coşkun, filminde taşra hakkında bir güzelleme yap-
mak ya da büyük şehirden gelen insanın taşrayla olan sıkıntısını an- ■■ Harun Yörük
latmak yerine, onu daha çok karakterlerin hikayesi için bir fon olarak
kullanıyor. Yozgat’ı neredeyse hiçbir sahnede geniş açıdan ve net bir
şekilde görmeyiz. Hatta, Yavuz ve Neşe gazete için röportaj verdikle-
rinde Saat Kulesi’nin değil, Saat Kulesi’nin resminin önünde fotoğraf
çektirirler. Film boyunca, sadece Yozgat’ın sadece pasaj ve dükkanla-
rını karakterlerin omzundan görürüz. Bu da filmi Yozgat’a özgü bir
hikaye olmaktan çıkarıp, karakterlerin herhangi bir taşra kentinde
yaşayabilecekleri bir hikaye yapıyor. Yavuz’un da dediği gibi, “Bir de
deniz olsa Zeytinburnu.”.
Hikayenin merkezindeki karakter olarak Yavuz’u görüyoruz. Ya-
vuz’un arzusu taşradan İstanbul’a dönmekten çok, hayatını sabit bir
şekilde devam ettirmektir. Her sahneye çıktığında aynı Fransızca şar-
kıyı söyler. Gazino sahibi arkadaşı ondan araya biraz da Türkçe şarkı
katmasını istediğinde bile, Yozgatlıların onun yaptığı müziği anladı-
ğını ve sevdiğini düşünür. Ya da kuru temizlemeciye verdiği gömle-
ğinin rengi değiştiğinde tekrar istediği gömleği bulmak için arayışa
çıkar. Yavuz’un bu sabitliği ve her şeyi koruma çabası, Neşe’yle çıktık-
ları yolun ayrılmasını başlatan sebep olur. İstanbul’dayken varolmak
için mücadele içinde olan Neşe, Yozgat’ta kendine en uygun yaşam
alanını bulur. Onun için fırsatlar şehri İstanbul değil, Yozgat’tır.
Neşe Yozgat’ta kuaförlük yapan Sabri’yle tanışır. Geniş açılarda gö-
remediğimiz Yozgat’ı Sabri’nin karakterinde görürüz. Sabri Yozgat’ın
yaşayışına ve alışkanlıklarına tam anlamıyla uyum sağlamıştır. Yavuz,
Neşe için her şeyi sabit ve kontrol altında tutmaya çalışır, gazinodan
para almadıkları halde bunu Neşe’ye söylemez ve onun hayal kırıklı-
ğına uğramasını istemez mesela. Öte yandan Sabri, Neşe’ye yeni ka-
pılar açar. Açacağı kadın kuaförü için yardım ister ve belediyede şiir
dinletileri düzenleyen arkadaşı dinletilerde yanında türkü söylemesini
teklif eder Neşe’ye. Yozgat Blues bu açıdan Türk sinemasındaki taşra
filmlerine sıkça gördüğümüz “sıkıntı” temasından farklı olarak, oraya
uyum sağlayan bir karakterle taşraya farklı bir açıdan bakmamızı sağ-
lıyor. Yine de Yavuz’un içine yeni girdiği bu topluma ayak uydurmakta
tam başarılı olamaması filme beraberinde mizahı da getiren melan-
kolik bir hava katıyor.
Kamil de Yozgat’ta “olduğu kadarıyla” entellektüel olmaya çalışan
bir insan. Yavuz ve Neşe’nin performansıyla büyülenen, Nazım Hik-
met’in son çıkan “Toplu Şiirleri”ni çok beğenen Kamil için, gördüğü
her yeni şey yeni bir keşif oluyor. Fakat Kamil’de asla taşradan kurtu-
lup İstanbul’da daha üst düzey bir entellektüel olma arzusu görmüyo-
ruz ve bu olduğu kadarlık ona yetiyor. Bu ayrıntılar da filmin mizahi
havasına güçlü bir şekilde destek oluyor.
Filmlerin genellikle dram ya da komedi olarak ikiye ayrıldığı son
dönem sinemamıza yeni bir soluk getiriyor Yozgat Blues. Yönetmen
Mahmut Fazıl Coşkun’un da kabul ettiği üzere “melankolik komedi”
türüne uyan bir film(1). Getirdiği tüm bu yeniliklerle Yozgat Blues
özellikle 2013 senesinin en dikkate değer yapımı.

(1)http://eksisinema.com/roportaj-mahmut-fazil-coskun-yozgat-blues/

Başka Sinema 43
Gölgede Kalanlar
Eylem Taylan

Tiny Furniture

H
BO’da yayınlanan Girls (2012- ) bıraktığını anlayabilmek açısından da önem
dizisiyle tanınan Lena Dunham, taşıyor Tiny Furniture’a tekrar bakmak. Son
özellikle bu dizi çerçevesinde olarak, Tiny Furniture’ı Girls ile olan benzerlik
yapılan pek çok tartışmaya konu ve farklılıkları üzerinden değerlendirmek de,
oldu. Girls, henüz ilk sezonuyla Altın Küre sinema ve televizyon gibi iki farklı mecranın
gibi prestijli ödüller kazanmayı başarırken anlatılar üzerindeki farklı etkilerini görebilme
Dunham da dizi hakkında yazılan sayısız eleş- olanağı sağlıyor.
tiri yazısında bir auteur olarak nitelendiriliyor- Tiny Furniture, üniversiteden yeni mezun
du. Her ne kadar henüz Girls ve çektiği uzun olan Aura’nın New York’a, annesi ve kız kar-
metrajlı film Tiny Furniture (2010) dışında deşinin yanına dönmesiyle su yüzüne çıkan
kayda değer bir çalışması bulunmasa da Dun- aile meseleleri etrafında şekillenirken Dun-
ham’dan bir auteur olarak bahsedenlere bir ham, Aura hakkında yaptığı gözlemlerin
noktada hak vermek onunla aynı dönemde
mümkün. Zira Dun- yaşayan ve aynı yaşlar-
ham hem Girls hem de daki pek çok kişi için
Tiny Furniture’da yal- de geçerli olduğu his-
nızca kendi dünyasın- siyatını uyandırmaya
dan beslenen bir anlatı çalışıyor izleyenlerde.
kurmaya çalışıyor ve Filmin merkezinde
baştan sona otobiyog- üniversiteyi bitirdik-
rafik öğelerle bezeli ten sonra hayata atıl-
hikâyelerinin merkezi- mak gerektiği fikriyle
ne kendi korkularını, büyütülen bir kuşağın
huzursuzluklarını, ara- tam da hayatlarının
yışlarını alıyor. Tiny Furniture’da ve Girls’ün bu dönemecinde yaşadığı hayal kırıklıkları ve
hemen her bölümünde senarist, yönetmen ve kendini bulma saplantısı içinde aslında ken-
başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkması da, dilerine benzeyen pek çok kişinin yapmakta
yaptığı çalışmaların -en azından yaratım sü- olduğu şeyleri taklit ederek oradan oraya sav-
recinde- tamamıyla kendisine ait olduğunu ruluşları yer alıyor. Dunham, filmde Aura’nın
vurgulayan bir başka husus. Lena Dunham’ın da yaşadığı bu belirsizlikleri, ruh halindeki
projelerinde aile üyeleri ve arkadaşları Dun- dalgalanmaları anlatırken sırtını homojen bir
ham’la aralarındaki ilişkiyi yansıtan rollerde kuşak fikrine yaslıyor. Aura’nın hikâyesinin
yer alıyor ve yönetmenin doğup büyüdüğü “gerçekleri” konuştuğu muhakkak; fakat eleş-
New York, karakterlerin yaşantılarının önemli tirmenlerin övgüsünü kazanan bu “gerçeklik”,
bir parçası olarak tabloyu tamamlıyor. Dunham’ın sandığının aksine herkesçe payla-
Criterion Collection tarafından basılan şılmıyor aslında.
Tiny Furniture, Girls’e oranla bir hayli gölgede Neleri kapsadığı belirsiz bir başarı ideali-
kalmış olmasına rağmen, yönetmenin onu ka- nin fetişleştirildiği bir çevrede yetişen Aura,
riyeri boyunca ilgilendireceğe benzeyen me- ne yaparak “başarılı” olabileceğini keşfetme-
seleleri belki de ilk kez ele aldığı film olarak ye, kendisini içinde bulduğu o sürekli “yarış”
öne çıkıyor. Girls’le beraber kendi kuşağının haline ayak uydurmaya çalışıyor. Öyle ki, an-
sesi olmaya soyunan Dunham’ın bunu ne öl- nesinin ilgisi için bile kız kardeşiyle rekabet
çüde başarabildiğini, hangi sorunları görü- etmek zorunda kalıyor kimi zaman. Gelecek
nür hale getirirken kimleri objektifin dışında korkuları, işsizliği ve sürekli hissettiği yalnız-

44 Gölgede Kalanlar
lık Aura’ya doğum öncesine, yaşamın annenin sansasyon yaratmak için mi yoksa gerçekten
yaşamıyla bir olabildiği o yegâne zamana geri de görünmez olanı görünür kılmak adına mı
dönmeye dair fanteziler kurduruyor. Aura’nın yaptığını kestirebilmek güç.
sık sık annesinin yatağında yatmak istemesi de, Girls’ün kadın bedeninin tasviri hususunda
her fırsatta dertlerini sızlana sızlana annesiyle sektörün dayattığı estetik anlayışının dışına
paylaşması da bu bir olma fantezisiyle ilinti- çıkması ve kürtaj, cinsel yolla bulaşan hasta-
li. Filmin ve genel olarak Dunham’ın çalış- lıklar, geçici ilişkiler gibi köşeli addedilen me-
malarının en sorunlu tarafı da karakterlerin seleleri diğer pek çok dizinin aksine senaryoyu
(Dunham’la birlikte) tetikleyici unsur olarak
paylaştığı bu bir bütü- kullanmayıp karakter-
ne ait hissetme arzusu. lerin gündelik yaşam-
Bu arzu, yönetmende larına içkin olarak ele
yirmili yaşlarının baş- alması övgüyü hak edi-
larındaki, üniversite- yor. Öte yandan dizi-
den yeni mezun olmuş nin ana karakterlerinin
herkesin Aura olduğu mutlu olabilmek için
sanısını uyandırıyor sürekli kendilerini “ta-
belli ki. Dunham, mamlayacak” birilerini
Aura vesilesiyle bütün aramaları Girls’ün baş-
bir kuşağın acılarını ka konulardaki radikal
perdeye aktardığı- söylemleriyle çelişiyor.
nı düşündüğünden, karaktere bunalımlarını Kişinin bir başına hep eksik kalacağı ve yal-
yüksek perdeden yaşatmakta beis görmüyor. nızca başka biriyle tamamlanabileceği inancı,
Böylece Aura kendisinden başka hiçbir şeyle Tiny Furniture’ın Aura’sının anne rahmine
ilgilenmeyen, bencil bir karaktere dönüşüyor. geri dönme arzusundan çok da farklı değil. Bu
Orta sınıfın üstünde konumlanan bir aileye yüzden Girls karakterleri de Aura gibi hayatı
mensup, dolayısıyla da kolaylıkla harcanamaz kendi dünyalarından sıyrılamadan yaşıyor ve
biri olan Aura’nın harcanmakla ilgili kuruntu- bu şekilde yaşarken başkalarını anlayabilmek
larını izliyoruz film boyunca. Ancak Aura’yla onlar için imkânsız hale geliyor. Fakat dizi-
aynı şehrin caddelerinde dolaşan ve onun gibi nin bazı sahnelerinde anlatıdaki bu duyarsız
“beyaz, Amerikan, yüksek statü sahibi” olma- ton şaşırtıcı bir şekilde kırılmaya uğruyor. Bu
yan akranlarının sorunları görünmez oluyor. anlarda Girls’ün birbirinden bencil karakter-
Başka bir deyişle Dunham, sorunların çe- leri “bir” olmaya çalışmaktan kısa süreliğine
şitliliğini anlamaktansa, başkarakterinin (ve de olsa vazgeçip diğerleriyle “bir arada” du-
kendisinin) sorunları dışında kalanları yok rabilmeyi başarıyor. Karakterlerin birbirle-
sayıyor. Tiny Furniture’ın ardılı olan Girls’e de rinden ne denli farklı olduklarını anladıkları
bu dışlayıcı tavrın hâkim olduğu söylenebilir. ve bu farklılıktan rahatsız olmadan bir arada
Yine de Girls’ün bu genel tavrı, dizide, belki de kaldıkları bu anlar, tarifsiz bir his bırakıyor
Dunham tarafından istemsizce açığa vurulan, izleyicide. Jessa’nın yaşadığı ayrılıktan sonra
karakterlerin birbirleriyle olan farklılıklarının soluğu küvette bağıra çağıra Wonderwall’u
farkında olarak bir arada durmayı seçtiği ve bu söyleyen Hannah’nın yanında aldığı ve ikili-
yüzden de anlatının genel seyrine ters düşen nin çetrefilli aşk hayatları yerine küvetteki sü-
kimi sahnelerin yer almasını engellemiyor. müğün iğrençliği üzerine konuşup gülüştüğü
Tiny Furniture’ın Aura’sı, Girls’te Hannah sahne; ya da Hannah’nın sevgilisi Adam veya
oluyor ve diğer “kızlar” Marnie, Jessa ve Shos- arkadaşı Marnie’nin peşinden gitmeyip ikisi-
hanna ile birlikte New York’ta tutunmaya, ni birden takside, yanında tutmayı başarması
tanınmaya ve başarılı olmaya çalışıyor. Girls bu tür anlara örnek gösterilebilir. Dizinin en
de Tiny Furniture gibi Lena Dunham’ın hayat kışkırtıcı, şok edici sahneleri değil; oldukça
hikâyesiyle iç içe geçmiş bir yapım olduğun- sıradan, neredeyse rastgele bir biçimde geli-
dan film adına yapılabilecek birçok yorum dizi şerek izleyiciyle bağ kurabilen, onlara alışıla-
için de geçerli. Hatta Girls’e Tiny Furniture’ın gelmiş olandan farklı birlikteliklerin mümkün
televizyon mecrasına uyarlanmış hali olarak olabileceğini hatırlatan sahneler bunlar.
bakmak yanlış olmaz. Tiny Furniture’ın ele Lena Dunham henüz yirmili yaşlarının
aldığı meseleler, Girls’te televizyon diline uy- ortasında yaptıklarıyla gelecekte Amerikan
gun olarak daha cüretkâr bir tavırla işleniyor. sinemasının en çok konuşulan yönetmenlerin-
“Televizyonda görmeye alışık olmadığımız den biri olacağının işaretini veriyor. Girls’teki
şeyleri göstermek” amacıyla yola çıkan Dun- kırılmalar tesadüfî mi; yoksa onun bir sanatçı
ham her geçen bölümde dizinin meydan oku- olarak daha olgun bir dil geliştirmekte oldu-
yuculuğunun dozunu daha da artırırken bunu ğunu mu gösteriyor? Bu sorunun cevabını son-
sosyal medyada daha çok yer bulabilmek ve raki filmlerinde bulacağız.

Gölgede Kalanlar 45
Doğa ve Sinema
Nazlı Özüm Gündüz

Koy
Yunusların Gülümsemesinin Ardındakiler (1) bir olay sonucu (filmde kendi ağzından dinledi-


ğimiz) yunus-insan ilişkisine bakışı tamamiyle
Yunus parklarında gülümsediğini sandığı- değişmiş biri. Kendinin de ifade ettiği şekliyle
nız canlılar; denizlerde travmatik şekillerde yaşamının ilk on senesinde kurduğu sistemi son
yakalanan, daha birçoğu yakalanma aşama- otuz beş senede yıkmaya çalışmış bir adamın
sında telef olan; tırların, tankerlerin içinde itiraflarını ve hayat öyküsünü dinledikçe filmin
yolculuk eden; gümrüklerde saatlerce, günlerce samimiyetine olan inancımız biraz daha artıyor.
bekleyen; havuzlarda ölü balık yemeye mecbur Sevimli gözüken bir sahil kasabasının küçücük
edilen; bir parça balık için taklalar atmaya zor- bir koyunda yaşananların, haklı olarak, dünya-
lanan; beton havuzların içinde delirmemek için nın genelinde yaşanan vahşetin bir temsili ol-
kendi sonarını kapatarak “kör olan”; stresten her duğunu düşünen O’Barry, film ekibiyle birlik-
biri ülser hastası olan; ölü balıkların içinde an- te, gerçekleri gösterebilmek adına teknoloji ve
ti-depresan ve mide ilaçları yutturulan; gösteri biraz da maceraperestlikten faydalanan incelikli
havuzlarındaki yüksek sesli müzikten zarar gö- bir plan yapıyorlar. Ortaya çıkan film, bu pla-
ren; 45 yıllık ömürleri ortalama en fazla 5 yıla nın oluşumunun ve uygulanmasının aşamaları-
inen; ‘yunus terapisi’ adı altında umut tacirliğine nı gözler önüne seriyor. Filmin ilham kaynağı
alet edilen; üstün zekalarının getirdiği farkın- Richard O’Barry ve yönetmeni Louie Psihoyos,
dalık yüzünden ruhen toparladıkları ekiple et-
büyük acılar çeken; ha- kileyici bir hikâyeyi yine
vuzlarda çoğunlukla ölü çarpıcı bir teknikle göz-
yavrular doğuran; niha- ler önüne seriyor.
yetinde pek çoğu intihar Koy, yunusların tut-
eden tutsaklardır.”(1) saklığı konusundan
Bütün bunlar tüm tamamen bihaber olan
dünyadaki aktivistlerin birine problemin bo-
kabul ettiği gerçekler yutlarını kapsamlı bir
olmakla birlikte ne ya- biçimde sunmasıyla
zık ki her şeye rağmen ve izleyicilerini daha
yunusların tutsaklığı, fazla duyarlılığa ve
Türkiye de dâhil olmak üzere dünyanın pek çok araştırmaya yönlendirmesiyle başarılı bir
yerinde devam ediyor. Eğlence ve terapi için aktivizm örneği sergiliyor. Hikâyesinden ba-
özgürlüklerinden olan bu canlıların ticaretinin ğımsız düşünüldüğünde ise bir belgesel olarak
ana kaynaklarından biri ise Japonya›nın masum anlatımı, kurgusu ve tekniğiyle de ön plana çı-
ve yunus sever gözüken küçük bir sahil kasabası kıyor. Bunun yanında, konu her ne kadar koyda
olan Taiji. Taiji’de yaşanan vahşet uzun süre gizli yaşanan vahşete ve yunus ticaretine odaklansa
kalabilmiş olsa da bugün duyarlı insanların ça- da hikâyenin önemli bir kısmını “belgesel yap-
balarıyla gün yüzüne çıkmış vaziyette. Bir son- ma çabası” kaplıyor. İzleyici, karanlık sırların
raki aşama ise bu vahşetin son bulması olacak. ancak sancılı süreçlerden geçerek açığa çıkarı-
2009’un en iyi belgesel Oscar’ının sahibi Koy labildiğine tanık oluyor, rüya içinde rüya misali,
(The Cove, 2009), bir grup aktivistin Richard Koy aracılığıyla belgesel içinde belgeselciyi ve
O’Barry öncülüğünde Taiji adlı bu kasabada ya- yaşadıklarını anlamaya çalışıyor.
şanan karanlık bir sırrın ortaya çıkarılması için
atıldıkları maceranın hikâyesini anlatıyor. Bu (1) Yunuslar ve kuşlar üzerine çalışan uzman biyolog
noktada Ric O’Barry’nin kim olduğunu bilmek Özgür Keşaplı Didrickson’ın, yunusların terapi ve
filme olan bakışı etkileyecektir, zira O’Barry, yu- yüzme adı altında ticari olarak kullanılmasının arka-
nuslarla olan yoğun ilişkisi 1960’larin hit dizisi sındaki gerçekleri açıklamak için kullandığı tabir.
Flipper’ın yunus eğitmenlerinden biri olmasıyla (2)http://www.yunuslaraozgurluk.com/yunuslar
başlamış ancak sonrasında yaşadığı travmatik “Yunuslara Özgürlük Platformu”

46 Doğa ve Sinema
Dizi Kuşağı:
Les Revenants
■ Hamit Özonur

A
merikan Sineması’nın çok uzun ya da fantastik öğelerden feragat edebiliyorlar.
süredir konu bulma sıkıntısı içinde “Fantastik dizi” sınıfındaki Game of Thrones’un
olduğu, sadece tüketicilerin ihtiya- aslında bir karakter draması olmadığını kim
cına cevap olarak üretilen birbirine söyleyebilir? Belki de yapılanların en iyisi. Bu
benzer filmlerin salonları istila ettiği, ki buna özgür, denemeye daha açık ve aslında izleyicisi
artık Amerikan Bağımsız Sineması’nı bile da- çoğu zaman, en azından Amerika için konuş-
hil edebiliriz sanıyorum, bir endüstriye dönüş- tuğumuzda, daha sofistike olan sektörün iyi
tüğü hepimizce bilinen, ve zaten üzerine çok yönetmenleri de cezbetmesi kaçınılmaz. Geç-
fazla yazılıp çizilen bir gerçek. Ancak bu ger- tiğimiz senelerde örneğin, Martin Scorsese
çeğin bir de öteki yüzü var ki, o da birkaç yö- Broadwalk Empire’la giriş yaptı bu dünyaya ve
netmen sineması haricinde kısırlaşmış sinema son dönem filmlerinde göremediğimiz ölçüde
sektörünün yanında, adeta şaha kalkan bir dizi zengin bir içerik sundu izleyicilere. Bu sene ise
sektörünün varlığı. Amerikan televizyonculu- Jane Campion Top of the Lake ile bambaşka bir
ğu son iki üç senedir tarihinde hiç görülmemiş deneyim yaşattı hepimize. Daha önce Lynch,
bir patlama yaşıyor. Bu sadece yayına giren Trier ve Bergman gibi büyük yönetmenlerin
dizilerin ve açılan yeni kanalların sayısında de denediği bu anlatım aracının Amerika’nın
yaşanan bir artış değil üstelik. Oyunculukla- öncülüğünü yaptığı bir Rönesans yaşadığını
rından yapım kalitesine, yönetmenliklerinden iddia edebiliriz belki de. İnsanların tüketim
incelikli senaryolarına dört dörtlük prodüksi- tarzları ve tercihleri de değiştikçe bu değişi-
yonlar boy gösteriyor amerikan kanallarında. min sinemayı da bir noktada etkileyeceğini
Ayrıca hiçbir Holywood yapımcısının göze tahmin etmek zor değil.
alamayacağı kadar cüretkar işler bunlar. Bah- Elbette bu yükselişin yarattığı bir reka-
settiğim cüretkarlık sadece konu seçiminden bet dünyasından da bahsetmemiz lazım. Bu,
de gelmiyor. En iddialı dizilerde bile yaratıcılar sınırları Amerika’yı aşan bir rekabet aslın-
amerikan izleyici kitlesinin pek de tahammü- da; çünkü günümüz dünyasında televizyon
lü olmadığı söylenen, sessiz anlara ve atmosfer dizileri en hızlı tüketilen kültürel ürünlerden
yaratımına yatırım yapabiliyorlar mesela, veya biri ve ulaşımı dünyanın neresinde olursanız
karakterleri derinleştirmek ve zenginleştir- olun en kolay olanı belki de ve doğal olarak
mek için aksiyondan, heyecanlı twistlerden her ülkedeki kanallar yapımlarının izlenme-

Dizi Kuşağı 47
sini istiyorsa yabancı ülkelerin ürünlerini de beklentilerini değiştirmiyor geri dönenlerin.
kalite anlamında aşmak zorunda kalıyorlar. Küçük kasabanın yarattığı kapana kısılmışlık
Bu da son dönemde Avrupa’dan birbiri ardına hissi yaşayanlar kadar ölüleri de etkiliyor. Ek-
çıkan kaliteli dizilerin sebebi olabilir belki de. siksiz hepsi hayattayken bıraktıkları ayak iz-
Les Revenants bunların ilki değil(bir önceki lerini takip ediyorlar. Ölü de olsalar en büyük
sene gösterildiği her ülkede büyük ses geti- sorunları dünyevi olmaya mahkum gözüküyor.
ren Bron/Broen’in amerikan televizyonlarında Aşk, kıskançlık, kabul edilme hissi, yalnızlık
gösterilmiş olması ingilizce olmayan diziler ve ölüm.
için önemli bir ilkti) ama en yenilikçilerinden Dizinin Alp’lerdeki küçük bir kasabada
olduğu su götürmez. geçen hikayesinin odak noktası hiçbir zaman
2004 yapımı aynı isimli filmden yapılmış “zombi”ler, nereden geldikleri ya da amaçları-
serbest bir uyarlama olan Fransız dizisi, Game nın ne olduğu değil. Bu sorular elbette sürekli
of Thrones’un fantastik filmlere/dizilere yaptı- karakterleri de biz izleyenleri de rahatsız etme-
ğını, zombi alt türüne uyguluyor ve tekinsiz ye devam ediyor dizi boyunca ama Les Reve-
atmosferiyle tüyleri diken diken eden bir ka- nants aynı türün diğer örneklerinin aksine bu
rakter draması olmayı başarıyor. Zombi is- fenomene anlamsız ve basit olmaya mahkum
minin geçtiği projelerden neler beklediğinizi mistik ya da bilimsel bir açıklama getirme
tahmin edebiliyorum ama Les Revenants ge- çabasına girişmiyor ve bence dizinin gücü de
leneksel anlamda bir zombi dizisinden ziyade buradan geliyor. Birçok ucu açık bırakmakta
ölüm ve yaşam üzerine bir inceleme ve bu ko- sıkıntı görmüyor ve o rüyavari belirsizlik hali
nuda yapılmış en büyüleyici yapımlardan biri. dizinin tümüne yayılıyor. Hikaye örgüsünden
Varoluş üzerine sürreal bir meditasyon... çok karakterler arası ilişkilere yoğunlaşıyor ve
Bir kere hayatta kalma mücadelesi ya da çe- bu da hikayesinde yer yer baş gösteren sıkın-
şitli silahlarla kafa parçalamak yok bu dizide. tıları bile göz ardı edebilmemize olanak sağ-
Ölümden geri dönenler ne insan etine açlar, ne lıyor(özellikle geri dönenlerden birinin seri
de beyinsiz ve amaçsız inleyen ucubeler olarak katil olması pek de güçlü olmayan ve diğer hi-
resmediliyorlar. Ölülerin hiçbiri öldüğünün kayelere iyi entegre olamayan bir yan öykücük
farkında değil ve ölüm anlarına dair hiçbir şey yaratıyor). Sonuç olarak dizi varoluş, ölüm,
hatırlamıyorlar. Dışarıdan bakıldığında ölü yas ve taşra üzerine, amerikalıların mood piece
olduklarını anlamak da imkansız zaten. İlgi- dediği atmosferiyle ön plana çıkan bir yapıma
siz bakışları haricinde normal insanlardan hiç dönüşüyor.
farkları yok, yalnızca yaşayanlara göre daha Filmin esrarengiz dünyasının yaratımında
sık acıkıyorlar(hepimizin yediği yemeklere Anne Consigny ve Frédéric Pierrot gibi vete-
tabi). Tek dertleri ise evlerine dönüp hayat- ran oyuncuların verdiği sınırda performans-
larına kaldıkları yerden devam etmek ama bu ların payı büyük ancak Yara Pilartz gibi genç
bekledikleri kadar kolay olmuyor. Kimisinin yeteneklerin çıkardığı etkileyici işlerin katkı-
ölümünün üzerinden otuz yıldan fazla geçmiş, sı da göz ardı edilmemeli. Tabii ki en büyük
geri dönecekleri bir evleri ya da yaşamları kal- övgü belki de filmin dünyasına harika uyan
mamış. Kimisi ise ölümlerinin üstesinden zor esrarlı ezgilerin sahibi İskoç post-rock grubu
da olsa gelmiş yakınlarının yeni kurdukları Mogwai’e gitmeli. Bugüne kadar herhangi bir
hayata entegre olamıyorlar. Ölümün bağlayı- diziye özel olarak yapılmış en iyi orijinal film
cılığının üzerlerinden kalkması bile sıradan müziklerinden biri kesinlikle.

48 Dizi Kuşağı

You might also like