Professional Documents
Culture Documents
Mâlum olduğu üzere istişare, bir iş ile ilgili fikir almak, danışmak manasına
gelmektedir. Bu maksatla yapılan toplantılara da meşveret ve şûra denmektedir.
1
Tarihçe-i Hayat s.89
2
ESDE, s. 257
3
Şûra;38
4
Ali İmran; 159
Bu konu ile alakalı olarak “İstişare eden pişman olmaz”5 ve “Meşveret
eden hüsrana düşmez.”6 buyuran Peygamberimiz’in(asm) hayatına bakıldığında,
kendi görüşlerini dayatan biri değil, aksine her işinde etrafındakilerin fikrini
soran biri olduğu görülmektedir. Hemen her hususta ashâbı ile istişare eden,
onların görüşlerini alan Peygamberimiz’in(asm) bu yönü ile alakalı olarak Ebu
Hureyre(ra),“İnsanlardan ashâbıyla istişare eden kimseler içerisinde
Rasûlullâh’tan(sav) daha çok istişare edeni görmedim.”7 demiştir.
5
Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c. 2; s.59
6
(Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr; 6: 365.)
7
Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c, 2; s, 359. (İbni Ebi Hatim)
8
Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c, 2, s, 359. (İbn Adiy, Beyhaki)
9
Alauddin Aliyyu’l-Muttaki, Kenzu’l-Ummal; 3, 409.
10
Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c. 7; s. 357 (Hatibi Bağdadi.)
hâdiseyi nakledebiliriz:
Bedir Harbi’nden sonra müşriklerle ikinci kez Uhud’da karşı karşıya gelen
müminler, bir savaş stratejisi belirlemeleri gerekiyordu. Ya düşmanı Medîne'de
karşılayarak bir müdafaa savaşı verilecekti ya da müşrikleri şehir dışında
karşılayarak bir meydan savaşı yapılacaktı.
Fakat Peygamberimiz(asm), bu konuyu ashabı ile istişare etmeden önce bir
rüya görmüştü. Rüyasında, sağlam bir zırh içindeyken kılıcının ucu kırılıyor ve
önce bir öküzün ve ardından da bir koçun boğazlandığını görüyordu.
Peygamberimiz(asm), bu rüyada geçen sağlam zırhı Medîne’de kalarak
savunma yapmaya, öküzün ve koçun boğazlanmasını ashâbından bazılarının
şehit edilmelerine, kırık kılıcı ise bir zarara uğrayacağına yormuştu. 11 Rüyaları
dahi sâdık olan âhir zaman Peygamberi(asm), gördüğü rüyadan hareketle düşmanı
Medîne’de karşılayarak bir müdafaa savaşı yapmak fikrinde idi.
Peygamberimiz (asm) savaş stratejisini istişare etmek için ashâbını topladı
ve hepsinin fikirlerini teker teker dinledi. Daha önce Bedir Savaşı’nda
bulunmayan genç sahâbeler, Bedir'de bulunan gâzilerin nâil olduğu ecir ve
sevabı, Bedir şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Rasûl-i Ekrem
Efendimiz’den işitmekle, o harpte bulunmadıklarından dolayı son derece
üzülmüşlerdi ve onlara yetişmek için, Medîne’de kalarak bir müdafaa savaşı
yapmak yerine, düşmanı Medîne dışında karşılama arzusu taşıyorlardı. Yapılan
istişarede de ashâbın çoğunluğu bu yönde fikir belirtmişti.
Durum böyle olunca, Peygamberimiz’de(asm) kendi düşüncesinden
vazgeçerek yapılan istişarenin hakkını vermek adına ve de istişare usulünü
ümmetine ders vermek için çoğunluğun tercihi istikâmetinde alınan karara ittiba
etti. Fakat bazı sahâbelerin, Peygamberimiz’in(asm) fikrinin aksine karar
çıkmasına sebep olan genç sahâbeleri uyarması üzerine, genç sahâbeler o sırada
istişare kararının bir gereği olarak zırhını giyip harbe hazırlık yapan
11
Sîre, 3/66-67; Tabakât, 2/37-38
Peygamberimiz’in(asm) yanına gittiler.
Genç sahâbelerin; "Ya Rasulallah, senin hoşlanmadığın şeyi biz de
istemeyiz. Eğer Medîne'de kalmak istiyorsan kalalım." demelerine üzerine,
Peygamberimiz(asm) cevaben, "Bir peygambere zırhını giydikten sonra düşmanla
çarpışmadan ve Allah onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını
sırtından çıkarmak yakışmaz.12 Sür’âtle size emrettiğim şeyleri yapmaya bakınız.
Allah'ın ismini anarak gidiniz. Sabır ve sebât gösterdiğiniz müddetçe, Allah size
yardım edecektir."13 buyurdular.
Kur’an-ı Kerim’de açıkça emredilen, Peygamberimiz’in(asm) hayatının her
alanında tatbik ederek son derece önem ve ehemmiyet verdiği; istişare, meşveret
ve şûra mefhumlarına, Bediüzzaman Hazretleri de büyük önem vererek kendi
zamanında nazar-ı dikkatleri şahsı yerine Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisinin
meşveretine çevirdiği gibi kendisinden sonra da şahıs merkezli bir anlayış yerine
şahs-ı mânevi merkezli bir meşveret anlayışını tavsiye etmiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin mezkûr hususu şöylece nazara verdiğini
görmekteyiz;
“Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine
bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî
işlerinde dahi Risâle-i Nur’u ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil eyle; o
hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi
vazifeleriyle beraber yaparlar.”14
Ondandır ki Bediüzzaman Hazretleri, talebelerinin Risâle-i Nur hizmetleri
ile ilgili yaptıkları bir meşveret için, “Tam ve daimi bir üstad buldunuz. O
manevi üstad bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç
bırakmıyor.”15 diyerek meşveretlerine büyük bir önem vermiş ve bu meşveretin,
‘kendisinden çok yüksek, tam ve daimi bir üstad’ olduğunu belirtmiştir.
12
Sîre, 3/38; Tabakât, 2/38
13
Tabakât, 2/38
14
Şualar; s. 492
15
Kastamonu Lâhikası; s: 35
Bediüzzaman Hazretleri bu sebeple ‘Nur talebelerinin şahs-ı mânevisinin
has talebelerinin meşveretine’ verdiği ehemmiyeti, “Bundan sonra her
meselemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisini temsil eden has şakirtlerin
ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”16 ifadeleri ile nazara vermiştir.
18
İşârâtü'l-İ'câz; s.31
Meşveret aynı zamanda birlik ve beraberliği temin etmektedir. Zira, insan
hiçbir emir ve tahakküm altına girmeden, kendisinin de katkılarıyla şekillenen
bir doğruya elbette kayıtsız kalamaz. Şahısların fikrî tahakkümde bulunduğu
ferdî mesleklere nispeten, tevatürî mesleklerde her insanın fikrine kıymet
verilmesi ve alınan kararı birinin baskısıyla değil, o birinin de içinde eridiği bir
şahs-ı mânevi tarafından alınmasıyla ve bu sebeple kimsenin diğerlerinden daha
önde olmaması cihetiyle ihlas, uhuvvet ve tesanüte vesile olur. İşte bu da “haklı
şûranın” kendisidir.
Bununla beraber, Bediüzzaman Hazretleri “Mabeyninizde münakaşasız
meşveret ediniz, kararınızı kabul ederim”19 diyerek talebelerinden yapacakları
meşveretlerde, haklı şûra ruhuna ters düşen enaniyet, benlik, rekabet gibi
duygulardan uzak durmalarını ve hissî, nefsî, şahsi yaklaşımlar sebebiyle çıkan
münakaşalardan meşvereti muhafaza etmelerini istemektedir.
Zira, haklı şûra hakikati, rıza-ı İlahi dairesinde hakkı bulmak ve ibadet
niyetiyle bir araya gelen insanların, bahsi geçen bütün bu menfi hislerden
arındırıldığı, ene’lerin şahs-ı mânevi havuzunda eridiği zeminlerde tam olarak
icra edilebilir.
22
Eski Said Dönemi Eserleri, s. 257