Professional Documents
Culture Documents
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANABĠLĠM DALI
TÜRK HALK EDEBĠYATI BĠLĠM DALI
Hazırlayan
Min Ji YANG
DanıĢman
Prof. Dr. Harun GÜNGÖR
Doktora Tezi
ġubat 2014
KAYSERĠ
2
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANABĠLĠM DALI
TÜRK HALK EDEBĠYATI BĠLĠM DALI
Hazırlayan
Min Ji YANG
DanıĢman
Prof. Dr. Harun GÜNGÖR
ġubat 2014
KAYSERĠ
i
Bu çalıĢmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir Ģekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranıĢların gerektirdiği gibi, bu
çalıĢmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.
Min Ji YANG
ii
ÖNSÖZ/ TEġEKKÜR
Bütün din ve kültürlerde ortak bir fenomen olan ölüm hadisesi ve ölüm etrafında
oluĢmuĢ inanıĢ ve pratikler vardır. Bu inanıĢ ve uygulamalar, ölümün nasıl ve niçin
gerçekleĢtiği sorusuna, içinde yaĢanılan kültür ve inanıĢların verdiği cevaplar
doğrultusunda gerçekleĢmektedir.
Ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ruh inanıĢ ve düĢüncesi ise insanın sonsuza dek var
olması inancıyla ilgilidir. Dinler teorilerini ruhun ölümsüzlüğü üzerine kurmuĢlardır.
Ruhun ölümden sonra hesaba çekilmesi, bu dünyada yaĢadıklarının hesabını vermesi
inancı bir yandan ahlakiliği, diğer yandan da ölüm öncesi/sonrası hayatın bir bütün
olduğu ve sürekliliğini ifade etmektedir.
Her inanç, din ve kültürün ölümü kabulleniĢ biçimi onun etrafında oluĢan rit/ritüelleri
de belirlemekte, insanlar da kendilerinin yarattığı bu ritleri uygulayarak bunların
nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktadır.
Ölüm söz konusu olduğunda iki husus öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, ölüm olayı
gerçekleĢtikten sonra ölen kiĢinin mezara konulmasına kadar uygulanan pratikler;
ölünün yıkanıp kefenlenmesi, mezara konulması/yakılması, mezardan eve dönüĢ ve
burada gerçekleĢtirilen, ölünün arkasından verilen yemekler vs. ikincisi ise ölen kiĢinin
öbür dünyada karĢılaĢacağına inanılan durum ve bu durumla ilgili bu dünyadaki
uygulamalar; ölünün kefeni içine iman kağıdı koymak, ruhun yolunu ĢaĢırmaması için
mezar içerisine yol gösterdiğine inanılan resimler çizmek, öbür dünyada ölen kiĢinin
yaĢamını kolaylaĢtırmak ve sürdürmek için ihtiyaç duyacağına inanılan bazı eĢyalar
koymak, bu eĢyaları yerleĢtirirken öbür dünyayı bu dünyanın tersi olarak düĢünüp
eĢyaları ona göre tanzim edip düzenlemek.
Kore ve Türk ölüm kültür ve inanıĢında aynı ġamani gelenekten kaynaklanan bir çok
ortak unsur vardır.
ÇalıĢmada Kore ve Türk kültürüyle ilgili baĢta Türkçe ve Korece kaynaklar olmak üzere
diğer bir çok dilde yapılmıĢ araĢtırmalardan da yararlanılmıĢtır. Ayrıca çalıĢmanın daha
iyi anlaĢılabilmesini sağlamak amacıyla çalıĢmanın sonuna Korece-Türkçe kavramlar
sözlüğü eklenmiĢtir.
Ġnsan hayatı ve bu hayata yön verip anlam kazandıran ilke ve inançlar dinamik
unsurlardır. Zamanla farklılaĢıp değiĢebilirler. Bu nedenle bu çalıĢmanın tam ve
eksiksiz olduğu iddiasında değilim. Ben kendime düĢeni yaptım. Umarım benden sonra
bu konuları inceleyecek olanlar daha iyisini yaparlar.
Bütün çalıĢma sırasında bilimsel katkıları ile bana yardımcı olan, yardımlarını
esirgemeyen tez danıĢmanım sayın Prof. Dr. Harun GÜNGÖR hocama en içten teĢekkür
ve büyük saygılarımı sunarım. Aynı zamanda yardımlarını gördüğüm, bilgi ve
deneyimlerinden yararlandığım Prof. Dr. Mustafa ÜNAL, Prof. Dr. Ġsmail GÖRKEM,
Prof. Dr. Hülya ARGUNġAH, Doç. Dr. Ali SELÇUK, Yrd. Doç. Dr. Betül GÖRKEM
ve AraĢ. Gör. Bekir KÖYLÜ‟ye de teĢekkürü bir borç bilirim. Bugüne kadar bana
gösterdiği desteklerinden ve bir akademisyan olarak yol gösterdiği ve imkan sağlayan
Koreli hocalarıma da büyük saygı sunarken, ayrıca Kayseri‟de bulunduğum sürecinde
aile sıcaklığını gösterdiği Kore dili ve edebiyatı anabölümdalı hocalarından Doç. Dr. S.
Göksel TÜRKÖZÜ, Yrd. Doç. Dr. Hatice KÖROĞLU TÜRKÖZÜ hocaya saygılarımı,
ArĢ. Gör. Candan Kadriye GĠRAY, ArĢ. Gör. Nihan KARAKUġ HARMANCI, canım
vi
arkadaĢım ArĢ.Gör. ġehriban KARACAN‟a sevgilerimi sunarım. Son olarak her konuda
sabırla yardımcı olan aileme ve sevgilime desteklerinden dolayı teĢekkür ederim.
Min Ji YANG
ÖZET
Yazılı kaynaklar esas alınarak yapılmıĢ olan bu araĢtırma, Kore ve Türk halklarının
ölümle ilgili inanıĢ ve uygulamalarının incelenmesi ve karĢılaĢtırılmasından oluĢtu.
Türk halkbilimi alanında araĢtırmacı olmak istediğim için, Kore ve Türk halklarının
temel inanıĢlarını anlatmak hususunda sorumluluk hissettiğimden bu çalıĢmaya
baĢladım. AraĢtırmanın amacı geleneksel Kore ve Türk halk inançlarında ölümle ilgili
inanıĢ ve uygulamaların karĢılaĢtırılmasıdır. Bu çalıĢmada Kore tarihi ve kültürünün
temelini oluĢturan Kore halkının ölümle ilgili inanıĢlarına bakılarak, Güney Kore‟de
halen devam eden unsur ve uygulamalar incelendi. Daha sonra da Türklerin ölümle
ilgili geleneksel inanıĢ ve uygulamaları ele alındı. Kore ve Türk kültürlerinde ölüm
inancını ve uygulamasını tespit ederken bugüne kadar yapılan bilimsel çalıĢma ve
kaynaklardan yararlanıldı. Bu çalıĢmalarda Güney Kore‟deki geleneksel unsurlar ve
Ġslamiyet öncesindeki Türk halk inanıĢlarına büyük oranda yer verildi.
Ölümle ilgili inanıĢları inceleyip anlamak için insan ve ruhla ilgili inanıĢ ve
uygulamaları üzerinde duruldu. Çünkü bu iki önemli unsur yani insan ve ruh, ölüm ve
ölüm sonrası inanıĢların ve uygulamaların doğrudan öznesini oluĢturmaktadır. Ġlk olarak
destan, efsane ve hikâyelerde insanın nasıl, nereden, neden geldiğinden baĢlayarak
insanın ömür ve kaderiyle ilgili halkın inanıĢı ve bununla ilgili uygulamaları incelendi.
Sonra ruhla ilgili inanıĢ ve uygulamaları incelemek için ruh kavramını, çeĢidini,
görünüĢünü, biçimlerini araĢtırıldı. Ölüm inanıĢlarıyla ilgili ölümün kavramları gözden
geçirildikten sonra, ölüm öncesi, sırası, sonrası safhaları sırayla incelendi. Bunların
içerisinde ölümü düĢündüren ön belirtiler, ölümden sakınma ve tabular, defin yöntemleri,
mezar çeĢitleri, öbür dünyaya bakıĢı vs. ele alınmaktadır. Birinci bölümde Kore halk
inançlarında insan, ruh ve ölümle ilgili inanıĢ ve uygulamaları, ikinci bölümde Türk
halk inançlarında insan, ruh ve ölümle ilgili inanıĢ ve uygulamaları ele alınırken,
viii
üçüncü bölümde iki kültür arasında tespit edilen unsurların karĢılaĢtırılması yapılarak
söz konusu halk inanıĢ ve uygulamalarının benzerlik ve farklılıkları ortaya konulmaya
çalıĢıldı.
Anahtar Kelimeler: Ağıt, Mezar, Ölüm, Öte Dünya, Ruh, Yas, Yoğ
ix
Min Ji YANG
ABSTRACT
The present thesis intends to comparatively examine the belief and practice dominant in
the Turkish and Korean societies respectively with regard to death primarely on the
basis of written sources. Since I would like to specialise in the Turkish folklore, I
embarked upon my research study on the fundamental beliefs of the Turkish and Korean
societies out of a folkloristic responsibility. The purpose of the thesis is to compare the
popular beliefs and practices concerning to death within the Korean and Turkish belief
systems and cultural traditions. In this study, the current cultural elements and practices
pravelent in South Korea are analysed by looking into the Korean popular belief system
of death as the fundamental basis for the Korean culture and history. It is followed by an
analysis of how the belief system and practice relating to death have been developed in
the Turkish cultural tradition. In so doing, our research relies upon scientific work and
cultural materials pertient to death studies. On that score, the thesis dwells specially
upon traditional cultural elements in South Korea and, to the same extent, the Turkish
popular belief preceding Islam in some detail.
A particular emphasis is placed on beliefs and practices surrounding human being and
spirit with a view to understanding beliefs relating to death. This is because two
important parts, namely human being and spirit, directly form the main subject of
beliefs and practices in death and after death. First to start with questioning where man
comes from, how and why so in legends, tales and stories, we examine popular belief in
the matter of one's life and destiny as well as practice therein. Secondly, the concept of
spirit, its different sorts, appearences and forms are studied in order to grasp spiritual
beliefs and practices. Having reviewed the various concepts of death in explaining death
related believes, the phases such as before death, at the time of death and after death are
individually addressed. In every stage, it is referred to death-related rituals such as death
x
avoidance and taboos, funeral ceremonies, burial methods and perceptions of after-death.
While the first chapter deals with the system of belief and practice centered upon human,
spirit and death within the Korean popular culture, the second chapter draws upon the
same within the Turkish popular culture. The third chapter compares the folkloristic
elements found in two cultures and, in doing so, attempts to determine similarities and
differences between two popular beliefs and practices in question.
Key Words: Death, Life after Death, Eulogy, Lamentation, Mourning, Spirit, Funeral
ceremony, Grave
xi
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖNSÖZ/TEġEKKÜR .................................................................................................... iv
ÖZET.............................................................................................................................. vii
ABSTRACT .................................................................................................................... ix
ĠÇĠNDEKĠLER .............................................................................................................. xi
GĠRĠġ ............................................................................................................................... 1
3. Ön Bilgiler..................................................................................................................... 3
I. BÖLÜM
II. BÖLÜM
III. BÖLÜM
3.4.6.2. Bekâr Kız ve Erkekler için Yapılan Defin Uygulaması ........................... 172
GĠRĠġ
Ġnsan hayatında belli baĢlı üç önemli geçiĢ dönemi vardır: Bunlar doğum, evlenme ve
ölümdür. Bunlar bir halkın gelenek, görenek ve inanıĢları gibi yüzlerce yıldan beri
biriktirip meydana getirdiği yaĢayan kültürün içerisinde yer almakta, hatta o kültürü
oluĢturmaktadır.
Bunlardan biri olan ölüm, her varlığın kaçınılamaz kaderidir. Ġnsan, bu ölümü bilerek
yaĢamaktadır. Hiçbir insan ölmeyeceğini beklememektedir. Bundan dolayı her insan,
her toplum tarih öncesinden günümüze ölümü anlamaya ve açıklamaya çalıĢmıĢtır.
Böylece ölümle ilgili çeĢitli düĢünceler, anlayıĢlar ve gelenekler oluĢturmuĢlardır.
Ölümü anlamak ve açıklamak, hayatı anlamak ve açıklamak anlamına gelir. Eğer
insanın ömrü sınırsız olsaydı bu kadar çeĢitli ve zengin kültür ortaya çıkmazdı.
Geçirilebilecek zamanın ve gidebilecek yerin sınırlı olmasından dolayı insanlar
soylarına kendini göstermek, hatırlatmak için çeĢitli inanç ve gelenekleri oluĢturmaya
çaba göstermektedir. Dolayısıyla hayat ve ölüm iç içedir. Ölümü merak edip bunun
baĢlangıcı ve sonunu bulma, ölümü çözme düĢüncesi hayatın değerini ve hayata karĢı
olan tutumu oluĢturmaktadır. Bu hususta sadece kral ve soylular gibi sosyal statüsü
olanlar değil, sıradan insanlar bile günlük hayatta somut veya soyut bir Ģekilde ölüm
düĢüncesiyle yaĢamını sürdürmüĢtür. Kral ve soylular siyasî amaçla yeni din ya da
kültürü benimseyip onu halka kabul ettirmiĢlerdir. Ancak halkın yeni din icat edip onu
benimseme gibi bir amacı yoktu ve geleneksel kültür ve inanıĢlarını koruma bakımından
kral ve soylulardan daha tutucu idiler. Böylelikle ölüm, bir halkın temel düĢüncesini ve
kültürünü yansıtan en önemli olay olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Ġnsanlar, içinde bulundukları ortamda yüzyıllar boyunca kendilerine ait bir kültür
geliĢtirmiĢlerdir. Bu bağlamda ölümle ilgili bir takım inanç ve uygulamalar kapsamında,
ölüm kültürünü de geliĢtirmiĢler ve kendilerini diğerlerinden ayırmıĢlardır.
2
Bir alan araĢtırması olan çalıĢmanın konusunu Türk ve Kore halklarının ölümle ilgili
inanıĢ ve uygulamalarının halk bilimi açısından incelenmesi ve karĢılaĢtırılması
oluĢturacaktır.
AraĢtırmanın amacı geleneksel Kore ve Türk halk inançlarında ölümle ilgili inanıĢ ve
uygulamaların karĢılaĢtırılmasıdır. Bu çalıĢma Güney Kore‟de yaĢayan Kore halkının ve
Türkiye Türk halkının ağırlıklıyla yapılmaktadır. Ġki halkın kültüründeki ölümle ilgili
inanıĢ ve uygulamaların özel unsurlarını bulup onların kendi kültürünü karĢılaĢtırmaya
yönelmekteyiz. Ġki halkın tarih öncesinden beri biriktirdiği kültürel mirasını hâlâ devam
ettirip ölümle ilgili halk inanıĢlarını tespit etmek, bunları halk bilimi açısından ele
alarak değerlendirmek, bu inanıĢların kökleri araĢtırmak, bunlara bağlı olarak yapılan
geleneksel iĢlemleri ve uygulamaları yorumlamak bu çalıĢmanın amacıdır. Bu iki
kültürü mukayese ederek ortak ve farklı inanıĢlarını bulma çalıĢması, bilim dünyasına
kazandırmak ve yeniden yaĢatılması halk bilimi araĢtırmacılarımızın sorumluluğudur.
Çünkü halk bilimi araĢtırmacısı sadece kendi isteğiyle değil, halkın kültürünün
zenginliği ve geliĢtirilmesi için de çalıĢma yapması gerekmektedir.
Günümüzde hızlı bir Ģekilde yok olmaya yüz tutmuĢ ölümle ilgili geleneksel Kore ve
Türk halkının inanıĢlarını gelecek nesillere bildirme ve aktarma amacıyla, bu çalıĢma
yapılmak istenmektedir. Ayrıca tarihsel köken yakınlığı ve son yıllarda oluĢan değiĢik
alanlardaki iyi iliĢkilerden dolayı, Kore ve Türk halkının inanıĢlarını halk bilimi
açısından tespit etmek bu amacın önemini arttırmaktadır.
3
BaĢka halkların kültürünü öğrenmek, kendi kültürünü anlamaya açık bir Ģekilde yardım
edecektir. Ġnsan kendisini tek baĢına değil diğerleriyle karĢılaĢtırarak ve yansıtarak
anlar. Örneğin yeni doğan bebek kendini annesiyle aynı düĢünürken, çocuk ise aile
ortamından çıkıp diğer çocuklarla zaman geçirip ben ve seni ayırt ederek kendini
anlamaya baĢlar. Kendimizin görünüĢünü nasıl anlarız? Aynaya kendimizi yansıtarak
anlayabiliriz. Eğer dünyada sadece tek halk, tek kültür olsaydı kültürel çeĢitlilik
meydana gelmezdi. Bir kültürü anlamak için baĢka bir kültür de olmalı ki, karĢılaĢtırma
yapılarak daha açık bir Ģekilde anlaĢılabilsin. Bu çalıĢma, Kore ve Türk halkının
birbirini daha iyi anlamasına yardım etmeyi, Türk-Kore dostluğunun pekiĢmesine
katkıda bulunmayı, halklar arasında küçük bir köprü kurmayı gerçekleĢtirmek amacını
gütmektedir. Bu çalıĢmada Kore ve Türk halkının ölümle ilgili inanıĢlarını tespit edip,
anlayıp yeniden anlamlandırma konusunda az da olsa bir katkıda bulunmayı
amaçlamaktadır.
Ayrıca ifade etmek gerekir ki, çalıĢmanın amacı iki kültürde ölüm inancını ve
uygulamasını sadece tespit ve onların sıralamasını yapmak değil, bugüne kadar yapılan
çalıĢmalardan ve kaynaklardan yararlanarak Türk inanıĢlarıyla Kore halkının inanıĢları
arasında karĢılaĢtırmalar yaparak benzerlikleri ve ortak noktaları da ortaya çıkarmaktır.
ÇalıĢmada konuyla ilgili olarak her iki ülke yapılan araĢtırmalardan da yararlanılacaktır.
3. Ön Bilgiler
Resmi adı Kore Cumhuriyeti olarak geçen Güney Kore, Asya kıtasının en doğusunda
Kore Yarımadası‟nın güney kısmında yer alan demokratik bir devlettir.
G.Kore dünyanın 37°00′N 127°30′E 'de ılıman iklim kuĢağında yer alır ve ilkbahar, yaz,
sonbahar, kıĢ olarak dört mevsime sahiptir. Bahar ve sonbar kısadır. Ġklim yazın sağnak,
nemli ve sıcaktır. Ortalama sıcaklık 34 derecedir. KıĢın kurak, soğuk ve kar yağıĢlıdır.
Soğukluk -15 dereceye kadar düĢmektedir. Yüz ölçümü 99,720 km²'lik (Kuzey Kore ile
toplam 221336 km²) bir alanı kaplamakta ve ülke arazisi dağlık topraklardan
4
Kore kültüründe en önemli unsurlardan biri ise büyüklere saygıdır. Büyüklere saygı ve
ata kültüyle ilgili birçok gelenek ve uygulamalar mevcuttur. KuĢkusuz bu saygı, dile de
yansıtılmaktadır. Kore dili konuĢan, dinleyici ve konuĢmada bahsedilen kiĢinin sosyal
statüsü, yaĢ farkı, akrabalık iliĢkileri, kuĢak farkı, okullardaki alt sınıf-üst sınıf vs.
unsurları ifadelerdeki derecelere yansıtılıp değiĢtirilmektedir. Bundan dolayı çeĢitli
ifade dereceleri bulunmakta ve saygıyı göstermek amacıyla da ayrı kelimeler
kullanılmaktadır.2
G. Kore‟nin nüfusunun 24.970.766 (53%) belirli bir dine bağlı olup, 21.865.160 (47%)
ise herhangi bir dine bağlı değildir. Dine bağlı nüfusun 22,8% Budizm, 18,3 %
Protestanlık ve 10,9 % Katolikliğe inanmaktadır. Kore Kültüründe Budizm, ġamanizm,
Taoizm, Konfüçyüsçülük, Hıristiyanlık vs. inanıĢı ve dinlerin etkisi bulunmaktadır.
G. Kore‟de beĢ yıllık dönem süresi boyunca halk oyuyla seçilen cumhurbaĢkanlığı
demokrasi sistemi, parlamento ve yargı sistemi tercih edilmektedir. 2013 yılından beri
Bak Gın Hye (ilk kadın cumhurbaĢkanı oldu) cumhurbaĢkanı tarafından yönetilmektedir.
G. Kore‟de bir tane mega Ģehir (서울특별시; Seul tıkbyolĢi, 10,4 milyon), altı tane
BüyükĢehir (광역시; Busan 3,6 milyon, Ġçôn 2,7 milyon, Degu 2,5 milyon, Decon 1,5
1
Kore Ġstatistik Genel Müdürlüğü ( 01.05.2013).
2
bkz. Türközü S.Göksel, Korece ve Türkçe Arasındaki Benzerlikler, Lika Yayınları. Ankara 2009.
5
milyon, Gwangcu, Ulsan GwangyokĢi), 77 tane Ģehir bulunmaktadır. Ayrıca özel olarak
kendi kendini yöneten Ģehir (특별자치시; Tıkbyôlcaçi-Ģi) olarak secong tıkbyôlcaçĢi
bulunmaktadır. BirleĢmiĢ Milletler Nüfus Fonu‟n 2012 yılın bilgilerine göre G. Kore‟de
ortalama ömür, kadınlarda 84, erkeklerde 77 yaĢtır.
3
Dusan Ansiklopedisi, http://www.doopedia.co.kr/ (13.05.2013)
4
Andrew. C. Nahm, Kore Tarihi ve Kültürü (Çev. Ali Rıza Balaman), E.Ü. Basımevi, 1998, Ġzmir. s.9
5
Kore‟nin Kültür Miras, Kore Kültürel Miraslar MüsteĢarlığı. (13.05.2013)
6
hem de arkeolojik bakımından çok değerli sayılır. Destanda „Göktanrı‟nın oğlu olan
Hanwung, gökten inip 3000 kiĢiyle Tebek Dağı‟nın Şindansu (kutsal sayılan büyük ağaç)
altında bulunan ġinĢi‟yi kurup birçok koruyucu ruhlarla dünyayı yönetmiĢtir. Ayının
insan kadın olmak istemesiyle ona 100 gün mağaradan çıkmadan sadece sarımsak ve
Artemisia princeps (Ġng.) vererek yiyeceğini yemesini emretmiĢti. Buna uyan ayı 21.
günde kadın olmuĢ ve Hanwung‟la evlenip Tangun‟u dünyaya getirmiĢ. Tangun sonra
devleti kurup ona Cosôn adını koymuĢ ve 15000 yıl boyunca devleti yönetmiĢ.‟ olarak
anlatılmaktadır. Bu destana bakıldığında o döneminde Kore‟de ġanimizmdeki hayvan
kültünün Korelilerin temel inanıĢlarındaki Göktanrıcılıkta bulunduğu görülmektedir. Bu
önemli inanıĢ unsuru daha sonra her ne kadar Budizm ve Konfüçyüsçülüğün etkisi
altında kalmıĢsa da Cosôn dönemide kadar devam edip Korelilerin bilinçaltına
yerleĢmiĢtir. Ġlk eski Kore devletini kuran Tangun‟un isminin de Tengri‟den geldiğini
idda eden araĢtırmacılar da vardır. Tangun hem yönetici hem de Ģamanın görevlerini
yerine getirmiĢtir.
ölçüde geliĢmiĢ, ayrıca atlı savaĢçıların ortaya çıkmasıyla devletlerin askeri güçleri de
pekiĢtirilmiĢtir. Koguryô, Çin devletleriyle savaĢarak topraklarını geniĢletti. Özellikle
kral Kwanggeto ve Cangsu bu bakımından büyük bir baĢarı elde ederek ulusal
savunmayı güçlendirmiĢlerdi.
ġilla‟nın krallığın ilk dönemlerinde Bak, Sôk, Kim soydan krallık geliyordu. Sonra kral
Nemul dönemine (MS 356 - MS 401) sadece Kim soylarından ġilla‟nın tahtına
8
7
ġilla‟da yaĢamıĢ olan bir siyasetçi adamın ismi. Japonya‟dan gelip ġilla vatandaĢı olmuĢ.
8
Kore Tarihi Sözlüğü Yayıncılık, Kore Eski ve Ortaçağ Tarihi Sözlüğü, Garamgihök Yayınları, Seul
2007.s 176.
9
Mezar Ģekilleriyle de göçebe halkın özelliğini yansıtan çok sayıda taĢlar ve mezarın
üzerini örten Ģekilli taĢlar vardır. Mezar yapımı, boynuz Ģekilli kahde, altına önem
verildiği, kuĢ totemi vs. bir çoğunda ġilla kültürüyle Hiung-nu kültürü arasında
benzerlik bulunur.9
Üç Krallığı birleĢtiren ġilla, Merkezi Hükümet‟in yapısını geniĢleterek Çin devleti olan
Tang‟ın etkisinden kurtulmak için savaĢmıĢ, Tang güçlerinin Kore‟den dıĢarı atılmasını
gerçekleĢtirmiĢti. Koguryô‟nın çöküĢten sonra Koguryôlar ve Tungus boylarından
oluĢan Balhe Devleti, Decoyông tarafından 698 yılında Kore‟nin kuzey, Mançurya,
Rusya‟nın uzak doğu bölgesinde kurulmuĢtu. Bu devlet, 926 yılına kadar devam
etmiĢtir. Bu dönemde Kore Yarımadası, BirleĢik ġillanın ana dini olan Budizm‟in
etkisiyle en parlak kültürel zirvesine ulaĢmıĢtır. Birçok Budist tapınak, kale, Budizm‟le
ilgili heykel, Ģarkı, Ģiir ve resimler vs gibi çeĢitli sanat eserleri ortaya çıkmıĢtır.
Bunlardan Toam Dağı‟nda bulunan Sôkguram (taĢ mağarasında inĢaat edilen Budist
tapnağı), 751 yılında insaatı yapılmaya baĢlatılıp 20 yıl sonra tamamlanmıĢtır.
Sôkguram, 1995 yılında Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilmiĢtir. Bulguk
Tapnağında bulunan Sôkga Kulesi ve Dabo Kulesi de bu dönemde kurulmuĢtur. Sôkga
Kulesinde bulunan VIII. yüzyılına ait Mugucônggwangdedaranigyông (Budizm kutsal
9
Şilla Soyluların Atası Gerçekten Hiung-nu‟un Torunlar Mıdır?, Tarih Spesyal, KBS 1. kanalın bilgesl
programı, (18. Temmuz. 2009)
10
kitap kalıplarından basıldığı eseri) dünyada var olan en eski tahta baskı eseri olarak
açıklanmıĢtır.
918 yılndan Koryô, Koguryô Krallığı‟nın devamı olduğunu ileri sürerek Wang gôn
tarafından baĢkentini Gegyông (Ģimdiki Gesông) Ģehrine taĢımıĢtır. Hükümet
yönetiminin güçlerine göre soylular ve yerli güçler daha ağır basastığı için soylu ve
yerli sınıfların kültürleri zenginleĢti. Koryô devleti Çin, Japonya, Pers, Arabistan‟a
kadar geniĢ alanlardaki ülkelerle ticaret yaparlardı. 13. yüzyılına gelindiğinde
Moğolların Won devletine saldırmasıyla gücünü kaybetmeye baĢlayan 1392 yılında
Koryô, çökmüĢtü. Koryô dönemindeki Budizm, devleti koruma özelliğinden dolayı
devletin desteğiyle geliĢmiĢti. Moğolların saldırısına karĢı Budizm‟e inanan halk, ülkeyi
korumaya çalıĢmıĢtı. Hein Tapınağında bulunan 81,258 kereste bloktan oyularak baskısı
gerçekleĢtirilen Tripitaka Koreana, 10 1236 yılında yapılmaya baĢlanmıĢ ve 15 yıl
boyunca devam ederek tamamlanmıĢtı. Bu eser 2007 yılında Dünya Mirasıları‟na
kaydedildi. Koryô‟nun en kültürel baĢarısı ise seramik sanatıydı. Çin‟in Song
devletinden testi yapma teknolojisini öğrenip Koryô‟ya getiren ustalar bu özellikleri
geliĢtirdi. YeĢim-yeĢil renkte olan Koryô çôngca, dünyada eĢi bulunmayan Koryô
seramik sanatının altın çağını tamamladı. Konfüçyüsçülük yönetim felsefesi olarak,
Budizm ise inanıĢ ve dinî ideoloji alanında kullanılmıĢtı11.
Cosôn, İ Sônggye tarafından 1392 yılında kurulup 1910 yılına kadar toplam 27 tane kral
yönetim gücüyle Kore Yarımadasına sürüldü. Koryô‟nun çöküĢünden sonra Koryô‟nun
toprağı temele alınıp 500 yıl boyunca Konfüçyüsçülük felsefesi yönetim sistemi olarak
kabul edildi. Kral ve derebeyler arasındaki sadakat, saygı geliĢti. Cosôn Hanedanı
süresincede Kore Yarımadasında, Kore Alfabesi oluĢturulması, bilim ve ziraat
teknolojisinin geliĢtirilmesi gerçekleĢtirilmiĢti, ayrıca XVI. yüzyılın Japonya‟nın, XVII.
yüzyılın Çin Qing‟in saldırını gibi yabancıların saldırını bütün gücüyle aĢarak Ģimdiki
Kore Halkın ve kültürünün geleneğinin temelini oluĢturdu.
Kore bilindiği gibi Konfüçyüsçülük merkezli bir toplumdu. Fakat Budizm ve geleneksel
inanıĢlar da hâlâ devam etmekteydi. Katolik ise devlet tarafından ağır bask altına alındı
ve birçok misyoner öldürüldü. Protestantlık‟a karĢı baskı azdı. Cosôn döneminde
10
Kore Gerçeği, s.59.
11
Kore Halk Kültürü Büyük Ansiklopedisi, Korenoloji AraĢtırma Merkezi, http://www.aks.ac.kr
(15.05.2013)
11
Knküsyüscülük ağrıkta olduğu için Budizm baskı altında kalmıĢtır. Fakat saraydakiler
bireysel din olarak Budizm‟e inanırlardı ve halk arasında yaygındı. Taoizm, ġamanizm,
tabiat güçlerine inanmak vs. gibi geleneksel inanıĢlar Budizm‟de olduğu gibi kontrol ve
baskı altına alınmadı. Cosôn döneminde kültürün geniĢlik ve derinlik alanında hat sanatı,
resim, halk oyun ve dans, zanaat, seramik, müzik gibi güzel sanatlar, mimarlık,
edebiyatın büyük geliĢme göstermiĢtir.
Kore ve Kore halkı, Kocosôn‟dan sonra Üç krallık dönemi, BirleĢik ġilla ve Balhe,
Koryô, Cosôn‟u geçerek devam etti. 1910 yılında Japonya tarafından iĢgal edildi ve
tarihi boyunca ilk kez olarak devlet gücünü kaybetti. Böylece Japonya egemenliği altına
girdi. Birçok Japonya‟nın kültür ve dili yok edilen faaliyetler ve Japonya sömürge
yönetimine karĢın hem yurtiçi hem de yurt dıĢında bağımsızlık hareketi din adamları,
bilim adamları ve halk tarafından devamlı yapılmıĢtı. Japonya‟nın II. Dünya SavaĢında
yenilmesinden dolayı 15. Ağustos 1945 yılda Kore, nihayet Japonya‟nın sömürgesinden
kurtulmuĢtu. Fakat II. Dünya SavaĢının ardından savaĢtan galip çıkan Sovyetler Birliği
ve ABD'nin askeri güçlerinin kararıyla 38. paralelden Kuzey Kore ve Güney Kore
olarak ikiye bölündü. 1948 yılında G. Kore demokratik devleti kuruldu. Sonra 25
Haziran 1950'de Güney Kore, Kuzey Kore'nin askeri güçleri tarafından iĢgale uğradı ve
iki Kore arasında savaĢ çıktı. ABD ve Müttefiklerinin, daha sonra da Çin Halk
Cumhuriyeti'nin müdahelesiyle bu savaĢ uluslararası bir boyut kazanmıĢtı. 5000 kiĢilik
Türk tugayı ise Eylül 1950'de Ġskenderun limanından hareket ederek Ekim 1950'de
Pusan limanına ulaĢtı. Kore SavaĢına katılarak G. Kore‟ye destek verdi. Sonra 27
Temuz 1953 yılında ateĢkes sözleĢmesi imzalanarak savaĢa son verildi. SavaĢtan sonra
G. Kore, zor durumda olan devlet ve halkın toplanması için ekonomiyi geliĢtirmek ve
eğitime katkıda bulunmak amacıyla bütün çabaları sarfetti. „Han Nehrin mucizesi‟
olarak denilen G. Kore‟nin geliĢmesi, dünyanın gözünü aldı.
3.1.2 Türk
Günümüzde Avrasya kıtasına yayılmıĢ olarak yaĢayan ve Türk adıyla ifade edilen
yaklaĢık 200 milyon halk topluluğu bulunur. Türk adının tanımlanmasıyla ilgili
Türkiye‟de ve Türkiye dıĢında çok çeĢitli görüĢler vardır. Türk boylarını oluĢturan insan
toplulukları MÖ 6000 yıllarında koyun yetiĢtiriciliği, atlı göçebe kültüründe savaĢcı bir
12
özelliğe sahiptir. MÖ 1700 yıllardan sonra Altay ve Tanrı Dağları arasındaki bölgeye
geçerek yerleĢmiĢ ve oradan da bugün yaĢadıkları Avrasya coğrafyasına
dağılmıĢlardır.12 „Türk‟ kavramına, ilk olarak Orhun Abideleri‟nde rastlamaktayız. XIX.
yüzyılda Moğollistan‟da bulunan Göktürk Kitabeleri VIII. yüzyılda yazılmıĢtır. Bu
yazıtta Türk adı yer almaktadır. Türk adının VII. yüzyılda yazımı tamamlanan Çin
kaynaklarında Cuso adlı eserinde de kanıt bulunmaktadır. Onların yaĢadığı Altın Dağ‟ın
miğfere benzemesinden dolayı Türk adını aldıklarını anlatılmaktadır. Türk adını resmî
devlet olarak ilk kullananlar Göktürk Kağanlığıdır ve bu adı daha sonra Türkiye
Cumhuriyeti kullanmıĢtır. 13 Asya Türk Devletleri, Doğu Avrupa Türk Kavim ve
Devletleri, Selçuk Ġmparatorluğu, Orta Asya ve Kıpçak bozkırlarında kurulmuĢ Türk
Devletleri, Osmanlı Ġmparatorluğu, Türkiye gibi Asya kıtasından Orta Asya, Anadolu
ve Orta Avurpa‟ya kadar geniĢ coğrafyada kurulmuĢlardır. Gömeç, Türk kavramın etnik
bir kavram olmayıp siyasi bir ad olarak kullanıldığını ifade etmektedir. 14 Türk yurdu
ise Türk adıyla anılan boyların yaĢadığı Avrasya coğrafyasıdır. Bu coğrafya Kamçatka
yarımadasından Orta Avrupa içerine, Kuzey Buz Denizinden Himalayalara kadar uzanır.
XX. ve XXI. yüzyılda ortaya çıkan Türk Dünyası kavramı ise Türkiye, KKTC,
Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan,
Tataristan, ÇuvaĢ, BaĢkurdistan, Saha-Yakutistan, Altay, Karaçay, Balkar vs. yer aldığı
coğrafyayı iafade etmektedir.15
12
Ayrıca bkz. Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi (Çev. Aykut Kazancıgil), Lale Arslan Özcan, Kabalcı
Yayını, Ġstanbul. 2010.
13
Saadettin Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, Akçağ Yayınları Ankara 2006, s. 9-11.
14
Gömeç, s. 11.
15
Ayrıca bkz. Türk Dünyası El Kitabı Goğrafya-Tarih, c. 1, Türk Kültürünü AraĢtırma Ensitütüsü
Yayınları, Ankara 1992., Nevzat Özkan, Türk Dünyası -Nüfus Sosyal Yapı Dil Edebiyat-, Geçit Yayınları,
Kayseri 1997.
13
Ölümle ilgili çalıĢmaların sadece bir kısmını bile anlayabilmek için o milletin bütün
tarih ve kültürünün temeline hatta bilinç altına kadar inilmesi gerekmektedir. Çünkü
ölüm, insanın hayata gelmesi ve sonlanmasıyla ilgili süreci kapsamaktadır. G. Kore ve
Türk dünyasında ölümle ilgili sayılamayacak kadar çalıĢmalar ve incelemeler
bulunmaktadır. Ġnsanın temel arzusundan gerçekleĢtirilemeyen tek hayali vardır ki, bu
da kuĢkusuz sonsuza kadar yaĢamaktır. Bu yüzden insanlar ölümle ilgili bir çok hikâye,
efsane bırakmıĢ. Kaderi belirlenen kim olursa olsun onu veya onları tanıyıp memnun
etmeye çalıĢmıĢlardır. Ölümün insanın kaçınılmaz bir kaderi olduğunun
anlaĢılmasından baĢlayarak Tanrı denilen güçlü varlık için devamlı törenler
yapmıĢlardır. Ġnsan bu dünyada olmazsa öbür dünyada hayatına devam edebilmesini
hep tanrıdan istemiĢtir. Bu durum insanın doğuĢtan ölümüne hatta öbür dünyaya
geçmesine kadar bir çok dini ve geleneksel uygulamaların ortaya çıkmasına sebep
olmuĢtur.
16
Harun Güngör, Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kum Saati Yayını, Ġstanbul 2008, s. 17-21.
14
Günümüzde bu konuyla ilgilenen ve büyük emek ve çaba harcayan çok sayıda kiĢi,
üniversite, resmi ve özel kurumlar bulunmaktadır. Bunlar ise, Kore Halk Kültürü
Müzesi, Kore Millî Müzesi, Kore Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültürel Mirası
Korunma MüsteĢarlığı ve Kültürel Mirası MüsteĢarlığı, Halk Kültürü Derneği, yerli ve
üniversitelerin halkbilim veya halk kültürü araĢtırma ensititüsü, Korenoloji AraĢtırma
ve Destelemek Enstitüsü (The Academy of Korean Studies), Kim Te Gon, ÇÖ Wun Shik,
Cang Cang Shik, İm Ce He vs. halkbilimi araĢtırmacılar, ağıt ve türkü araĢtırmacı YU
Cong Mok, tarihci NA Hi Ra, cenaze törenin uzmanı Yang Sıng İ ve Bak Te Ho, halk
edebiyatçı İm Dong Gwon vs. dir.
Türk tarihi ve kültüründeki ölüm konusuyla ilgili, hem Türk hem de yabancı bilim
adamları tarafından çok değerli çalıĢmalar yapılmıĢ ve yapılmaktadır. Ancak
Ġslamiyet‟ten önceki Türk kültürüyle ilgili çalıĢmalara bakıldığında konuyla ilk
ilgilenenlerin XIX. yüzyıl batılı araĢtırmacıları olduğu görülmektedir. En eski
dönemlerden günümüze kadar ulaĢan Türklerin ölüm konusuyla ilgili çalıĢmalar,
günümüzde Koreli araĢtırmacılar tarafından da yapılmaktadır. Bu araĢtırmacılar Moğol
tarihi uzmanı Bak Won Gil, Türk tarihi uzmanı İ Hi Su‟dir. Bunlarının çalıĢmaları
15
doğrudan ölümle ilgili değilse de onların yazdığı bazı eser ve yaptıkları çalıĢmalarda
ölümle ilgili bilgileri bulabiliriz.
Türk tarihi alanında A. Zeki Velidî Togan, Akdes Nimet Kurat, Ġbrahim Kafesoğlu,
Abdülkadir Ġnan, Jean Paul Roux, Edward Tryjarski‟ın eserleri, Türk mitoloji alanında
Bahaeddin Ögel, din ve inanıĢ alanında Harun Güngör, halk kültürü alanında Sedat
Veyis Örnek, Özkul Çobanoğlu, Öcal Oğuz ve Erman Artun, halk edebiyatı alanında
Fuat Köprülü, Ġsmail Görkem gibi ilim adamlarının verdiği eserler ve yaptığı
çalıĢmalardan Türklerin ölümle ilgili gelenek, uygulama, inanıĢ vs. kültürünü
öğrenebiliriz. Kore ve Türklerin ölümle ilgili çalıĢmaları hakkında daha geniĢ bilgiler
ise Kaynakçada liste halinde yer almıĢtır.
Benzer duyusal büyü (Ayniyet büyüsü, Ġng. homepathic macig): “Benzer benzeri
etkiler” biçimindeki halk inancı temelinden kaynaklanan büyü türüdür. Bir olayın,
17
Daha detaylı bilgiler için ayrıca bkz. Ġsmail Görkem, Ağıt, s. 452-506. In: “Türk Dünyası Edebiyat
Tarihi”, c. 3, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı Yayınları, Ankara 2003.
18
Jean Paul Roux, “Eski Türk Mitolojisi”, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2011, s. 27.
19
Doğan Kaya, “Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sölüğü”, Ankara: Akçağ Yayınları, 2010, s. 36.
20
ed. Ezel Erverdi, “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 1, Ġstanbul: Dergah Yayınları, 1977, s. 46-47.
21
“Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü”, c. 1, s. 44.
16
durumun, insanın, hayvanın vb. gerçek veya simgesel benzetimini yaparak aslını
etkilemeyi dilenirler.22
BulaĢlan büyü (Ġng. contagious magic): Bir bütünün parçalarıyla bir arada/zamanda
bulunup birbirlerinden ayrıldıktan sonra da canlı veya cansız nesnelerin birbirleriyle
iliĢki ve etkileĢimin hâlâ devam edeceğine inanılan büyü türü.23
Can: Hayat, ruh, gönül, yaĢayıĢ anlamı taĢımaktadır.24 Vücuttan bağımsız olan ve ona
can vererek yaĢamını sağlar. Can vücuttan geçici olarak ayrıldığında bayılma, uyuma,
düĢ göreme, sayıklama gibi olayı getirmeye inanılır. Can vücuttan tamamen
ayrıldığında ise ölüme yol açar.25 Tasavvufta kardeĢ anlamına gelir.26
Destan: Tanrı, yarı tanrı, olağanüstü özellikler taĢıyan kutsal kahramanlar ve seçkin
kiĢilerin savaĢlarını, baĢarılarını, yaĢamlarını anlatır. 28 Büyük, olağanüstü toplum ve
hakramanlık olaylarını konu olarak ele alıp uzun ve manzum olarak anlatan edebiyat
türüdür. 29 Destan, halk tarafından kutsal sayılır. Türk destanlarından Göktür destanı
olan Kurttan türeyiĢ, Uygur destanı olan TüreyiĢ, Oğuz destanı olan Oğuz Kağan
destanı ve Dede Korkut Kitabı, Altay Türklerinin YaratılıĢ destanı ve Kırgız Türklerinin
Manas Destanı vs. bulunmaktadır.
Doğa güçlerine inanma: Doğada insan üstü güçler bulunduğuna inanıp kutsal sayılan
inançtır.30 Bu inançlar, doğada olan güneĢ, ay, yıldız, gezegenler dağ, ağaç, su, toprak,
22
Orhan Acıpayamlı, “Halkbilim Terimleri Sözlüğü”, Ankara: TDK Yayınları, 1978, s. 22.
23
Acıpayamlı, s. 27.
24
“Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 3, s. 15.
25
Acıpayamlı, s. 29.
26
Kaya, s. 180.
27
Ahmet Caferoğlu, Divanü Lûgat-İt-Türk Dizini, TDK Yayınları, Ankara 1972, s. 112
28
Acıpayamlı, s. 71.
29
“Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 2, s. 263-266.
30
Acıpayamlı, s. 36.
17
kaya, ateĢ vs. nesnelere saygı gösterip bir takım tapma uygulamalarını ortaya
çıkarmıĢtır.31
Efsane32: Gerçek veya hayalî muayyen Ģahıs, hadise, kutsal varlıklarla iliĢkili hayvan,
bitki ve nesneleri veya yer hakkında anlatılan, anlatıcılar tarafından hakikî olduğuna
inanılan hikâyedir.33
Halk: Bir toplum içinde, ortak gelenek, görenek, davranıĢ ve uygulamalardan oluĢan bir
kültürel düzende yaĢayan insan topluluğudur.
Hikâye: Gerçek veye hayâlî olay, kiĢi, yer vs. ile ilgili sözlü veya yazılı Ģekilde
anlatılan öyküdür. Edebiyat bakımından ise de hayatın gerçekliği öyküleĢerek, hayatın
bazı yanlarını taklid ederek, anlatan heyecan veya zevk uyandıran düz yazı türüdür.34
Kader (Alınyazısı): Tanrı tarafından kiĢi için önceden belirlenen ya da takdir edilen
yaĢantı.35
Kurban (Sungu, Takdime): Dinsel törenlerde veya törensiz olarak tanrı ya da kutsal
varlıklara Ģükür etme, dilek dileme, günahlara kefaret amaçlarıyla sunulan kanlı
(hayvanlar) ve kansız (bitkiler, para, zinet eĢyaları, yiyecekler, giyecekler ve benzeri
takdimeleri içerir) hediye.36
Kutyasak (tabu): Kutsal sayılan insan, hayvan, nesne ve doğal öğelerin yasaklarla
çevrilmesi, bunlardan kaçınma uygulama/iĢlemlerin bütünü.37
Mit 38 : Tarih öncesi zamanda var olduğuna inanılan olayları, olağanüstü kiĢiler ve
tanrıları konu edinen dinî ve efsanevi (kutsal) hikâyedir.39 Mit, baĢlancıçtaki zamanda
31
bkz. Ünver Günay, ve Harun Güngör, Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet
Yayını, Ġstanbul 2007, s. 70-80.
32
Ayrıca bkz. Saim Sakaoğlu, Efsane Araştırmaları, Kömen Yayınları, Konya 2009, s. 34-35, 99-105.
33
Acıpayamlı, s. 88., Kaya, s. 292., “Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü”, c. 2, s. 323-325.
34
“Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü”, c. 3, s. 293.
35
ġinasi Gündüz, “Dini ve Ġnanç Sözlüğü”, Ankara: Vadi Yayınları, 1998, s. 207.
36
Gündüz, s. 226-227.
37
Acıpayamlı, s. 71.
38
bkz. “Türk Dünyası Edebiyat Tarihi”, c. 1, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı Yayınları, 2003.
s. 5-21.
39
Kaya, s. 536., “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 6, s. 382.
18
olup bitmiĢ bir olayı anlatır. Mit, bir gerçekliğin nasıl oluĢtuğunu veya meydana
geldiğini anlatır dolayısıyla bir yaratılıĢın öyküsünü ortaya koyar.40
Öbür dünya: Halk inançlarına göre yer altında, gökte, deniz altında, çok uzakta vs.
yerlerde olduğuna inanılan, ölülerin ruhlarının ölümden sonra bu dünyadan ayrılıp
yaĢadığı dünya.43
Ölüm: Canlı varlıklarda görülen hayatî görevini bir daha tekrarlanmamak üzere sona
ermesidir. Ruhun vücuttan ayrılmasıyla gerçekleĢtiği bu durum, Ahiret hayatının
baĢlaması demektir.44
Ruh: Varlığın hayat yetisi kazandırdığı güçtür. Ġnsanın bedeninde olup ama bedensel
olmayan soyut bir varlıktır. Bu tarife göre hayvanların, bitkilerin, hatta maddenin de bir
ruhu vardır. Can, soluk, tin (nefes, nefes almak), cevher, esas, öz (nefis, vücut, hayat,
yaĢam, kiĢi), yula gibi kavramla ifade edilmektedir. Ölümden sonra öbür dünyaya
geçeceği özelliği taĢındığı için ölümsüz olduğuna inanılmaktadır.45
Rüya falı (düĢ bakısı 46 ): Birisinin gördüğü rüyalarına yorum yaparak açıklama
yöntemiyle geleceği okuma iĢi.47
Sagu: Ġslamiyet‟ten önceki döneminde, ağıt yerine kullanılan nazım türü. Türk Ģiiridir.48
Sagu, yuğ törenlerinde kopuz eĢliğinde okunuyordu. 49
40
“Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü”, c. 4, s. 396.
41
Türk mitolojisiyle ilgili çalıĢmalar için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, c. 1 ve 2, Türk Tarihi
Kurumu, Ankara 1989., Bilge Seyidoğlu, Türk ve Dünya Mitlerini Mitoloji Üzerine Araştırmalar
Metinler ve Tahliller, Dergah Yayınları, Ġstanbul 2002., YaĢar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC‟si,
Kabalcı Yayınları, Ġstanbul 1998.
42
“Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü”, c. 4, s. 399.
43
Acıpayamlı, s. 80.
44
Acıpayamlı, s. 78., “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 7 s. 177.
45
bkz. Jean Paul Roux, “Eski Türk Mitolojisi”, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2011, s. 111-114., “Türk Dili
ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 7 s. 351-353.
46
Acıpayamlı, s. 120.
47
Acıpayamlı, s. 39.
48
Kaya, s. 630.
49
Abdurrahman Güzel, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara 2012, s. 138.
19
Türkü: Halkın sevgisini, mutluluğunu, neĢesini, zevkini, sıkıntı, acısı, derdini, dünya
görüĢünü, inancını yani bütün hissettiği duygu, yaĢadığı olayı, düĢündüğü inancıyı
yansıtıp anlatan manzum ve ezgili anonim ürünlerdir.50
50
Kaya, s. 733.
51
Abdurrahman Güzel, s. 119, 138.
20
I. BÖLÜM
Korelilerin tarih öncesinden beri sahip oldukları kültürün kökenini incelemekle beraber
bugüne kadar nasıl yaĢadıklarını ve Ģimdi nasıl yaĢamakta olduklarını anlamak,
gelecekteki hayatlarını araĢtırma bakımından çok dikkat çekici bir deneme olacaktır.
Korelilerin, insanın nereden geldiğiyle ilgili soruya verdikleri cevap, eskiden beri
anlatılagelmiĢ Kore ġamanizm inanıĢlarıyla ilgili destanlarda bulunmaktadır.
Bugünlerde de halk arasında yapılan ġamanizm‟in dinî töreni olan Kut‟un Sôsamuga,52
insanın, gök ve yerin ortaya çıkmasıyla beraber gökten böcek biçimde geldiğini veya
topraktan yaratıldığını anlatır. Yani bunlar insanoğlunun kökeninin nereden geldiğini
anlatmaktadır. 53 Kore edebiyatında insanın yaratılıĢıyla ilgili destanları inceleyerek
Korelilerin insanı nasıl düĢündüğünü ve onun nereden geldiğine inandığını anlayabiliriz.
Hayat ve ölüm, birdir ve ayrılamaz. Bundan dolayı ölümü anlamak için hayatın
baĢlangıcı olan insanın nereden geldiğinden baĢlamak gerekmektedir.
Kore‟de yaratılıĢ destanı bir tane olmayıp ġamanist anlayıĢına bağlı olarak birçok
çeĢitleri bulunmaktadır. Bunları Kore‟deki ġamanizm 54 Hamgyôngnam-do bölgesinin
Çangsega‟ya (창세가, YaratılıĢ ġarkısı)55 göre, „gök ve yer yaratıldığı zaman, gök ve
yer birbirlerine yapışıp ayrılmadığı için Mirık dört köşesine bakır sütun dikip gök ve
52
Sôsamuga (서사무가). Kore ġamanizmi‟nde görülen tanrıların hikâyesidir. ġamanizm törenlerinde
geleneksel müzik aleti ile söylenilen hikâyedir.
53
Wun shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, Hanwol Yayınları, Seul 1997, s. 10.
54
Cin Yong Kim, Te Gon Kim ve Wun Shik Çö, Kore Şamanizmi, ġiinsa Yayınları, Seul 1988, s. 21.
55
Ağustos, 1923‟te ġaman Ssang-Dol Kim tarafından söylenen ġamanizm Ģarkısı (Muga).
21
yeri birbirinden ayırmış. O zaman güneş de ay da iki tane imiş, ayın bir tanesinden Yedi
Yıldız (Büyük Ayı) ve Küçük Ayı yapmış. Güneşin bir tanesinden ise yıldızları yaratmış.
Küçük yıldız, yaşa göre halkın kaderini belirten yıldız olarak yaratılmış, büyük yıldız ise
kral ve hizmetçiler olarak yaratılmış.‟ Mirık, Budizm kökenli bir addır. Aslında bu tanrı,
Budizm‟e inanılmadan önceleri Kore halkları tarafından geleneksel olarak tapınılan bir
tanrıydı. Budizm girdikten sonra ismi unutulmuĢ sadece tanrının görevi kalmıĢtır. Bu
destana göre insan Ģöyle yaratılmıĢtır:
„Mirık bir elinde gümüş tepsiyi, diğer elinde altın tepsiyi tutup kutsamış. Gökten altın ve
gümüş tepsiye beşer tane böcek düşmüş. Bu böcekler büyümüş altın böcek erkek olmuş,
gümüş böcek ise kadın olmuş. Daha sonra onlar karı-koca olmuşlar ve dünyada
insanlar çoğalmaya başlamış.‟
1965 yılında yine aynı bölgede ġaman Kim Çun Ok tarafından söylenen Seng Kut,
ġamanizm destanında56 insanın kızıl topraktan yaratıldığı anlatılır.
Ġnsanın böcekten yaratılma ifadesi, varlıkların uzun zaman içerisinde evrim geçirerek
insan hâline geldiğini anlatır. Çünkü destan kısa zaman içinde oluĢan hikâye olmayıp
halkın yüz yıllarca biriken kültürüdür. Destanda bir cümlenin oluĢumu dahi tarihin belki
yüz yıl hatta binlerce yılını kapsayabilir. Biz destanın sadece hayalî bir hikâye olmayıp,
tarih öncesi gerçek hikâyelerin bir parçasını da yansıttığını bilmekteyiz. Eski
zamanlardaki halkın kültürü, düĢüncesi destan adı altında devam etmektedir. Bununla
beraber gökten gelen altın böcekle gümüĢ böceğin büyüyüp insan olması, insanın
kökünün gökten geldiği düĢüncesinden kaynaklanmaktadır. Bu, Korelilerin Gök
Tanrıcılığı‟yla ilgilidir. Eskiden beri sahip olunan Kore halk inancına uygundur. Kızıl
topraktan insanın yaratıldığını anlatan destanda, toprakla yapılan erkek ve kadının,
insanoğlunun atası olduğu söylenmiĢtir, fakat burada öyle insanı kimin yarattığı
anlatılmamaktadır. Ġnsan kızıl topraktan bizzat kendisi ortaya çıkmamıĢ, birisi
tarafından yaratılmıĢtır. Buna göre bir yaratıcının varlığını ve buna inanıldığı
düĢünebilir. Ġnsanın topraktan yaratıldığını anlatan destanlar sadece Kore‟de değil Çin,
Evenki, Kazak gibi Asya kültürü temelinde oluĢmuĢ destanlarda da bulunmaktadır.57
56
Sôk Ce Ġm ve Cu Gın Cang, Kore Kuzey-Doğu Bölgeinin Muga, Kore Eğitim Bakanlığı Yayınları, Seul
1966, s. 1-2.
57
Won Ho Çö, Kore Destanları, Yôrımondok Yayınları, Seul 2007, s. 255.
22
“Gök ve yer ayrıldıktan sonra henüz devletin adı da kral ve hizmetçilerin adı da yokmuş.
Halk ve beyler birlikte yaşarlarmış. Günlerden bir gün bir kaplumbağa gelip
“Beyler!”demiş. “Tepede toplanıp şarkı söyleyip dans ederek kutlama yaparsanız
sizleri yönetecek kral gelecektir.” Beyler göğe bakınca vişneçürüğü/bordo renkli bir ip
gökten inip yere uzanmış. O ipin ucuna bakmışlar ki orada kırmızı torbaya sarılmış
altın bir kutu varmış. Kutunun içinde güneş gibi parlak altı tane altın yumurta varmış.
Ertesi gün kutu içindeki yumurtalar çocuk olmuş, onlardan birisi on gün sonra güzel bir
adam olarak büyümüş tahta çıkmış, devletin adını Gaya koymuş. Diğer beşi de başka
birleşik Gaya devletlerinin kralları olmuşlar.”
Bu destanda, yumurtanın, canın kökenini, kutunun, rahmi, viĢneçürüğü renkli ipin ise
göbek bağını simgelediğine iĢaret edilmiĢtir. Eskiden viĢneçürüğü veya mor renk nadir
bulunduğu için değerli kabul edilmiĢ ve sadece çok yüksek seviyede olan soylular bunu
kullanmıĢlardır.60 Aynı eserde ġilla devletinin kuruluĢ destanında da benzer bir hikâye
vardır. Cinhan‟da altı boyun beylerinin hepsinin gökten geldiği ve ġilla devletinin
58
Belli bir tarihi bilinmez fakat genelde 1281 yılında tamamlanmıĢ ve Koryô (918-1392)‟un büyük rahibi
olan İl Yon tarafından yazılmıĢtır. BeĢ tane iki ciltli olan bu eser, Budizm tapınakları ve halkın arasında
ağızdan ağza aktarılan destanlar, efsaneler ve hikâyelerinin vs. yıllarca toplanıp bir araya getirilmiĢ
mühim bir mirasıdır. Kore‟nin ilk ülke olarak sayılan (kabul edilen) Kocosôn‟un kuruluĢ destanı „Tangun
Destanı‟, bu eserde ilk olarak yazılmıĢtır. Bunun dıĢında Koguryô (MÖ 37–MS 668) Bekce (MÖ 18–MS
660) ġilla (MÖ 57– MS 935 ) vs. eski zamanlarında Kore‟de bulunduğu ülkelerin kuruluĢ destanları da
bulunmaktadır.
59
MS 42 yılında (MS 42-562) kral Kim Su Ro ve onun kardeĢleri tarafından kurulan altı tane birleĢik
devleti.
60
Wun Shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, s.18.
23
kurucusu olan Bak Hyôk Gô Se‟nin de gökten atla (mor renkli yumurtadan çıkmıĢ)
Nacông denilen kuyunun yanına indiği yazılıdır. Ġki destan da o zamandaki tarihi
anlatılmaktadır. Kral Kim Su Ro‟nun gökten gelmesi; Gök Tanrıcılığının ana inancı
olarak kabul edilmesi ve boyların o bölgeye (daha isim bile koyulmadığı) geçtiği ve
onların kral seçildiği anlamına gelmektedir. Ġkinci hikâyeye tarihî açıdan bakarsak
Cinhan‟ın altı boyunun da yerli olduğunu, gökten atla gelen Hyôkguse‟yı baĢka
bölgeden gelen yabancı atlı ırkın torunu olarak düĢünebiliriz. Buna göre Bak Hyôk Gô
Se Destanı, atlı ırk‟ın torunu olan Hyôkgôse‟nin Cinhan bölgesine göçüp orada yaĢayan
altı boyun beylerinin tavsiyesiyle kral olduğu gerçeğinin destansı Ģekilde anlatıldığı
hikâyedir. Bir devlet veya boyların atası gökten inip insan olarak doğmuĢtur. Ġki
destanın temelinde insanın kökünün, gökten geldiği ve göğün insanı dünyaya
gönderdiği düĢüncesi egemendir. Hükümdar, dünyayı örten, herĢeyden yukarıda olan
ulu gökün oğlu olarak kabul edilmiĢtir. Bununla beraber bütün dünyayı ve insanları
yönetmesi gök‟ten gelen ve gök‟ten görev alan kral ve hükümdarın hakkı olmuĢtur. Bu
yüzden destanlarda adı geçen kral, hükümdar ve kahramanların doğuĢu, evlenmesi vs.
gökle ilgilidir.
Ġkincisi olan Gök Tanrı ve insan kadından doğan kahramanın hikâyesi ise Ģu destanlarda
görülmektedir: Samgukyeosa‟daki Tangun Destanı‟na göre Hwanwung (환웅),
çocukluğundan beri yeryüzünde ülke kurarak insanlara yardım edip insanları yönetmek
istemiĢtir. Babası Hwanin (환인), oğlunun arzusunu anlayarak onun yere inmesine izin
vermiĢ ve ayrıca ona üç tane Çônbuin (천부인); kamlık aleti olduğu tahmin edilen
bronz kılıç, ayna ve zili vermiĢtir. Hwanwung, Gök‟ten 3000 kiĢiyle rüzgâr, yağmur,
bulut tanrısını (üçlü tanrı 61 ) da yanına alıp insanları ve yeryüzünü yönetmiĢtir.
BaĢkentini ġinsi (신시, Tanrı Ģehir) olarak adlandırmıĢtır. O zamanlar ormanda bir ayı
ve kaplan yaĢamıĢ. Bu ayıyla kaplan, insan olmayı dileyip Hwanwung‟a dua etmiĢler.
Onların gayreti Hwanwung‟ı duygulandırmıĢ ve onlara demiĢ ki: „100 gün boyunca
mağarada sadece bu sarımsak ve pelin otunu yiyip hiç güneĢe çıkmazsanız dilediğiniz
gibi insan olabileceksiniz.‟ Sabırsız kaplan vazgeçmiĢ, ayı ise 21(7*3) gün sonra güzel
bir kadına dönüĢmüĢ. Wungnyo (웅녀, Ayı kadın), bu sefer bir çocuğa sahip olmak
61
Tangun Destanı‟na göre eski Kore dini düĢünce sisteminde, „üç‟ rakamının önemli yer aldığını
anlıyoruz. Üç tane olan ġamanizm aledi, 3000 kiĢi ve üç ayrı görevi alan tabiat tanrıları örnekleri bunu
göstermektedir. Üç, eski ilkel Kore topluluklarında Gök-Ġnsan-Yerin sembolüdür ve bütün varlıkların var
olmasını sağlayan evrensel sayı olarak geçer.
24
isteyip yine Hwanwung‟a dua etmiĢ. Bunu duyan Hwanwung, insana dönüĢen
Wungnyo‟yla evlenmiĢ. Bir oğul dünyaya getirmiĢler; bu Tangun Wanggom (단군
왕검)‟dur. Tangun, tahta geçtikten sonra Pyongyang Sung‟ı baĢkent olarak ĢeçmiĢ,
ülkesini Cosôn (조선) olarak adlandırmıĢ. Böylece kurulan Kocosôn (고, Ko: eski
anlamına gelir), Kore‟nin ilk devleti olmuĢ. Bunu bilimsel olarak ele alacak olursak;
Kore tarihi genellikle MÖ 2333 yılıyla baĢlatılır. Bu dönemde ayı totemi kabilesinden
bir kadınla Gök Tanrı‟nın oğlundan doğan kral Tangun (Tangun wanggom), Kore‟nin
ilk krallığını kurmuĢtur. Bundan baĢka örnekler de vardır. Koguryô devletinin kurucusu
Ko Cu Mong (주몽, okçulukta iyi olan kiĢi), Gök Tanrının oğlu olan Hemosu‟la
(해모수) su tanrısı Habek (하백)‟in kızı Yuhwa (유화)‟dan doğmuĢtur. Hemosu,
yeryüzüne inip Yuhwa‟yla evlenmiĢ. Habek kızını Hemosu‟yla göğe çıkarmak istemiĢtir
ve Hemosu‟yu kandırmaya çalıĢmıĢtır. Ama Hemosu bunu anlayıp tek baĢına göğe
çıkmıĢ. Habek buna kızıp Yuhwa‟yı evden kovmuĢtur. Buyô‟nın kralı olan Gımwa
(금와, Altın kurbağa), onu almıĢ. Bir gün, Yuhwa, güneĢ ıĢığından etkilenip hamile
kalmıĢ büyük yumurtayı doğurmuĢ sonra bu yumurtadan Cu Mong çıkmıĢtır.
Hemosu beĢ tane ejderhalı arabaya binip istediği yere ve göğe gidip gelebilmiĢ. Su
tanrısı Habek‟ten daha yüce ve mistik gücü daha fazla olduğu hâlde kendisini değil,
Yuhwa‟nın vücudunu araç olarak kullanıp Cu Mong‟u ortaya çıkarmıĢ. Bu hikâye,
Tangun Destanı gibi insanın doğuĢunun sun‟î bir Ģekilde gök ve yerin uyumuyla ilgili
olduğunu ifade etmektedir.62 Samgukyusa içinde yer alan Koguryô hikâyesinde Buyô
devletinin kralının doğuĢ hikâyesi vardır. Bu hikâyede kral Yôngpumri (영품리)‟nin
hizmetçi kızı, bir gün gökten inen tuhaf bir ıĢıktan etkilenip hamile kalmıĢ. Sonra bir
erkek çocuk doğurmuĢ ve bu çocuk büyüyüp Buyô devletinin kralı olmuĢ. Kral Bak
Hyôk Gô Se, kral Kim Su Ro, kral Cu Mong, Buyô kral hepsi yumurta olarak doğmuĢ.
Doğrudan gökten gelen Bak Hyôk Gô Se ve Kim Su Ro beyler tarafından saygı görmüĢ.
Ama Cu Mong ve Buyô kral ise kadından yumurta olarak doğduğu için öncelikle terk
edilmiĢ, ancak sonra kabul edilmiĢtir. Bu iki hikâyelerinin farkı buradadır.
Çin kaynağı Dongici (동이지)‟de eski Kore Devleti olan Buyô‟nun Yônggo‟da,
Koguryô‟nın Dongmeng‟de, Ye‟nin Muçôn‟da, Mahan‟nın dinî töreninde, Gök Tanrı
âyininin yapıldığı kaydedilmiĢtir. Ġlk Mudang (Kam), Kocosôn‟un ilk kralı Tangun
62
Wun Shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, s. 25.
25
olarak da geçer. Fakat tarihsel kaynaklarda belirgin bir Ģekilde görülmesi, MS II.
yüzyıla rastlar. Bu kaynağa göre eski Kore devletlerinden biri olan ġilla‟nın ikinci kralı
Namhecaçawung, hem kral ismi hem de kam terimiydi. ÇeĢitli halk hikâyeleri, destanlar
ve efsanelerde gök, kutsal bir varlık olarak geçer. Gökte dünyayı yöneten tanrının var
olduğuna ve göğün her varlığın kaynağı olduğuna inanılmıĢtır. Kore ġamanizm‟inde ise
göksel tanrılara tapılması yaygındır. Kore‟de hâlâ Gök Tanrı‟ya âyin töreni
yapılmaktadır. Ay takvimine göre her yılın birinci ayının birinci gününde küçük köy,
mahalle ve Ģehirlerde akĢam üzeri (saat sekiz civarında) âyin yapılır. Bu âyinde yılın
baĢlangıcında Gök Tanrı‟nın izniyle bereketli, sağlıklı ve sağ bir yıl geçmesi için dua
edildiği bir ayin niteliğine sahiptir.
Buna göre Kore‟de insanın doğuĢunun ya doğadan veya birisi tarafından yaratıldığına
inanılır. Birincisinde insanın gök, yer, deniz, ağaç gibi doğal varlıklardan doğduğunu
anlatan hikâyeler vardır. Ġkincisinde ise, birisi tarafından yaratıldığını anlatan hikâyeler
vardır. Ġnsanı yaratan varlık ise genelde yaratıcı tanrı, Gök Tanrı, gök vs. vardır. Bunun
yanı sıra insanın yerden veya yer tanrısından geldiğini konu edinen hikâyeler ve
destanlar da bulunmaktadır.
Dünyada tanrının, insanı topraktan yarattığını anlatan Sümer Destanı, Sami dinlerin
yaratılıĢ destanı, Çin yaratılıĢ destanı gibi birçok hikâye ve destanlar vardır. Kore‟de de
buna benzer olarak insanın, topraktan yaratıldığını ifade eden destan ve efsaneler vardır.
Fakat daha yaygın olarak Kore edebiyatında insanın doğrudan topraktan değil, toprağı
temsil eden dağ, nehir, deniz gibi tabiattan geldiği anlatılır. Bunlardan birisi, „Tamra
(탐라, ġimdiki Cecu Adası)‟nın üç kutsal adamı destanıdır.
İnsan henüz yeryüzünde yokken üç kutsal adam, Hanra dağının (한라산) kuzey
kenarındaki topraktan çıkmışlar. Bunlar, Mohıng Gul‟dan (Mohıng mağara, şimdiki
Samsông Gul) çıkmış. En büyüğüne Ko, orta adama Yang ve en küçüğüne Bu soyadıları
verilmiş. Onlar güzel, cömert ve olağanüstü olup sıradan insanlardan farklı imişler.
Hayvan derisinden elbise yapıp, et yemişler avlanarak yaşamış fakat evlenememişler.
Ko, Yang ve Bu bir gün Hanra dağına çıkmış adanın doğu kıyısında mor renkli sis
içinde denizden gelen tahta kutuyu görmişler. Dağdan inip kutuyu açmış içinde kuş
26
yumurtası biçimli, yeşim taşlı başka bir kutu varmış onu, mor renkli resmi kıyafet giyen
bir elçi onu koruyormuş. Onun içinde 15–16 yaşında üç kız varmış. Kızın dışında
buzağı, at ve tahıl tohumu da varmış. Elçi demiş ki „ben doğu denizindeki Byôkrang
ülkesinden gelen elçiyim. Kralımız, üç prensesimizle buraya gelmemi ve sizinle
evlendirmemi emretti‟. Saygılı bir şekilde sözünü bitiren elçi beyaz ata binip göğe
çıkmış. Üç kutsal adam bunu kabul edip kurban kesmiş ve göğe sunmuşlar. Üç kutsal
adam, gölette banyo yaptıktan sonra „Hıincuk‟(흰죽) denilen mağarada yaşamışlar.
Elçi göğe çıkarken atın ayak izi kalmış burası şimdiki Onpyongri deniz sahilindeki
„Hwangrual‟dır. Ve üç kutsal adamın banyo yaptığı gölete „Honinci‟(혼인지, evlenme
göleti) denilmektedir.
Yaşlı Buyô‟ın kralı Herubu çocuğu olmadığı için çok endişeliymiş. Dağlara nehirlere
gidip dua etmiş tören yaptırmış. Günlerden bir gün, göletteki büyük bir taş altında altın
ışığıyla parlayan kurbağa şeklinde bir erkek çocuğu bulup ona Gımwa adını vermiş.
Gımwa büyümüş Heburu‟dan sonra tahta geçmiş.
Kore halk edebiyatı hikâyelerin çocuğu olmayan anne babaların, ünlü ve kutsal dağlara
veya nehirlere gidip evlat isteme duası ettiğine rastlanmaktadır. Ayrıca su veya taĢ,
yeryüzündeki varlıkların doğumu, çoğalması, bereket-bolluk, iklim dengeleĢtirme vs.
yöneten büyük ve ulu bir gücü elde eden varlığı simgelemektedir. Bugüne kadar
köylerde evlat isteme duası, büyük ağaç, taĢ, su kaynaklarına gidilip oralarda
yapılmaktadır. Bunun temelinde yeryüzündeki varlığın anasının toprak (tabiat ana)
olduğuna inanma vardır. Toprak, varlıkları doğuran kutsal bir varlık olarak kabul
edilmektedir.63
Kore inanıĢlarında insanoğlunun sadece gök veya topraktan (tabiat) değil, aynı zamanda
tufandan sonra türediğini anlatan hikâyeler de vardır. Hikâye Ģöyledir:
63
Bkz. Won Ho Çö, Kore Destanları, Yôrımondok Yayınları, Seul 2007, s. 45-49.
27
„Çok eskiden bir yerde bir ağaç varmış. Gölgesinde her zaman gökten bir peri kız gelip
otururmuş. Peri kızı, ağaç tanrısının ruhundan etkilenip hamile kalmış, bir oğlu olmuş.
O çocuk sekiz yaşına girdiğinde peri kızı göğe dönmüş. Bir süre sonra çok yağmur
yağmış ve dünya sular altında kalmış. O büyük ağaç da fırtınadan devrilmiş. O ağaç
çocuğa sırtına binmesini söylemiş. Çocuk, ağaç babasının sırtına binip yüzmüş. Sonra
bir yerden ses gelmiş „beni kurtarın imdat!‟ diye. Bu yardım isteyenler karınca
sürüsüymüş. Çocuk onlara kıyamamış ve onları kurtarmış. Yine bir sürü sivrisineğin
sesi gelmiş, onları da kurtarmış. Yine yardım isteyen ses gelmiş bakmış ki yardım
isteyen kendiyle aynı yaşta bir erkek imiş. Çocuk ona da yardım etmek istemiş.
Babasına sormuş ama ağaç baba, yardım etmeyi reddetmiş. Ama çoçuk babasına tekrar
tekrar rica etmiş. Babası „tamam oğlum ama gelecekte mutlaka pişman olacaksın‟
demiş. Ağaca binmişler, uzun zaman sonra küçücük bir adaya varmışlar. O ada,
dünyanın en yüksek dağının tepesi imiş. Karınca ve sivrisinek, ağaç çocuğa teşekkür
edip gitmiş. İki çocuk adadaki tek evi bulmuşlar evde yaşlı kadın ve iki kız varmış. Birisi
kadının öz kızı diğeri ise üvey kızı imiş. Yağmur bitince iki çocuk dağın altına inmiş
bakmışlar. Yeryüzünde hiç bir şey kalmamış. İki çocuk kadının evinde çalışmış. İki erkek
ve kız büyümüş artık evlenme yaşına girmişler. Kadın öz kızının eşi olarak kimi
seçeceğine karar verememiş. Diğer erkek, yaşlı kadına ağaç adamın muhteşem bir
yeteneği var diye yalan söylemiş. Kadın ise ağaç adama onu göstermesini emretmiş
fakat yeteneği olmayan ağaç adam, kendisinin öyle bir adam olmadığını söylemiş.
Kadın ona çok kızarak bir ödev vermiş. Bir çuval tahılı deniz sahiline serperek onu
tekrar getirmesini söylemiş eğer onu yapmazsa kızını vermeyeceğini ifade etmiş. Üzülen
ağaç adama aniden bir yerden karınca sürüsü gelip yardım etmiş. Ağaç adamın eskiden
yardım ettiği karınca sürüsüymüş onlar. Yaşlı kadın akşam üzeri gelmiş bakmış, çok
şaşırmış. O an kızını vermek istemiş ama diğer adam kabul etmemiş. Sıcak ve
kapkaranlık bir akşammış. Yaşlı kadın gizlice iki kızını batı ve doğu odasına itmiş iki
adama istediği odaya girmesini söylemiş. Yine sivrisinek bir yerden çıkıp uçarak ağaç
adama gelmiş, kulağına „doğu odasına!‟ demiş. Böylece ağaç adam yaşlı kadının kızıyla
evlenmiş diğer adam ise onun üvey kızıyla evlenmiş. Onların torunları şimdiki
insanoğlunun ataları olmuş.‟ 64
64
Wun Shik Çö, s. 45-49.
28
65
Samşin kelimesinin kökeniyle ilgili birçok görüĢ vardır. Örneğin samşin, göbek, üç, YaĢamak anlamına
gelen Şin kelimelerinin birleĢiminden oluĢur. Kore Halk Kültürü Müzesi, Kore Halk Kültürü Sözlüğü.
Şamşin maddesi.
66
Koguryô, Bekce, ġilla adlı Üç krallık dönemi. 4. yy-7.yy
29
(칠성당)‟a, Yedi Yıldız‟a tapınmak için ve orada dua etmek için gidilirdi. Ġnsanlar
geleneksel olarak evde cangdokde‟nin (장독대, geleneksel Kore soslarının saklandığı
büyük testilerin konulduğu yer) yanında çilsôngdang‟ın yerini ayırıp bir kâse
cônghwasu (정화수, Ģafak saatinde kuyudan getiren temiz su) önünde dileklerini
tutarlardı. YaĢlı ve genç bütün kadınlar evde kötü bir olay veya huzursuzluk çıktığında
Yedi Yıldız‟a dua ederlerdi. Cangdok gündüz güneĢ ıĢığının, akĢam ise ay ıĢığının
doğrudan vurduğu yerdi ve bu yer halk arasında cangdokde, kutsal olarak sayılmıĢtır.
Geleneksel Kore yemeklerinin her türünde kullanılan sosların saklandığı yer olduğu için
ailenin bereketi olarak da düĢünülmüĢtür. Hâlen ġamanizm‟de Yedi Yıldız, insanların
kaderini belirleyen özelliğine sahip olduğundan dolayı en önemli tanrı olarak kabul
edilir. Eskiden çilsôngpan‟ı (칠성판, Üstünde Yedi Yıldızı simgeleyen yedi tane deliği
olan bir tahta) tabut altına serdikten sonra ölüyü o tahtanın üstüne koyarlardı. Bundan
dolayı birinin ölümünü, Çilsônpan‟ıl cilmôcigo ganda (칠성판 짊어지고 간다,
Çilsôngpan‟ı sırtında alıp gitmiş) olarak ifade ederlerdi. Bu, „Yedi Yıldız‟dan gelen ruh,
memleketine dönsün!‟ cümlesindeki arzuyu anlatmaktadır.
„Öbür dünyaya gidip gelen adam; Bak Gyông Re, ağır hastalığa yakalanıp ölmüş. Ruhu,
ismini dışarıdan çağıran sesi duyup dışarı çıkmış ve ölüm habercisi onu öbür dünyaya
götürmüş. Öbür dünyada hâkim varmış. Hâkim Bak Yông Re‟ın Bak Gyông Re olarak
karıştırıldığını ve hata yapıldığını söyleyip “Hadi evine geri dön!” demiş. Ruh, evine
dönüp uyanmış, ailesi tam o sırada cenaze töreni yapacakmış. Ailesi onun yaşadığını
görünce çok şaşırmış ve çok sevinmişler. O oğluna Bak Yông Re‟yi bulacağını söylemiş.
Gerçekten Bak Yông Re adlı birisi o gün o saatte ölmüş.‟ 67
Bir kadın karahummaya (tifo) yakalanıp ölmüş ve öbür dünyaya gitmiş. Korkunç bir
adam masada oturup kitaba bakarak “Senin için daha erken, zamanın daha dolmadı,
hadi git, dön!” demiş. Dünyaya dönen kadın, öbür dünyadan gelirken gelecek ölüm
67
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 2, s. 68.
30
tarihinin yazılı olduğu mesajı da yanında getirmiş. Bazı komşularına o mesajı göstermiş.
Kadın gerçekten mesajda yazılan tarihe kadar yaşamış.‟68
Kore halkı eskiden kiĢinin ömrünün, o insanın yüz veya Sacupalca‟sında69 (사주팔자,
kiĢinin doğum tarihine ve saatine bakarak kaderini anlamaya yarayan fal) yazdığına
inanırlardı. Bu fala sıradan insanlar değil, sadece falcı (büyücü) veya olağanüstü
özelliklere sahip insanlar bakabilirlermiĢ. Bununla ilgili bir halk hikâyesi Ģöyledir:
Eskiden 19 yaşında bir zengin fala baktırmış. İnsanın yüzüne bakarak ömrünü ve
kaderini tahmin eden falcı onun 21 yaşında dolunay bayramında bekâr olarak öleceğini
söylemiş. O, falcıya uzun yaşamanın sırrını sormuş. Falcı ona üç yıl boyunca fakirlere
yardım etmesi hâlinde uzun yaşayacağı cevabını vermiş. O yurdunu kurup fakirlere
yardım etmeye başlamış. Yaşadığı mahalledeki yöneticinin görevi süresince temiz ve
doğru iş yaptığını öğrenmiş. Bunun üzerine zengin adam, maddî durumu yeterli
olmayan zor durumda olan yöneticinin babasının cenaze töreni masraflarını üstlenmiş.
Günlerden bir gün, o yönetici rüyayı görmüş. Öbür dünyada ömür süresi yazılan eski
kitabı görmüş. Ona yardım eden zengin adamın kaderinde, 21 yaş dolunay bayramında
çocuksuz öleceğinin yazıldığını öğrenmiş. Bu yazıyı „70 yaşına kadar, çocuklu‟ olarak
değiştirmiş. O yılın dolunay bayramında falcı, zengin adamım hâlâ yaşadığını görmüş,
kendisi fala yanlış baktığını söylemiş. O sırada orada olan yönetici, rüyası hakkında
konuşmuş. Falcı daha sonra tekrar fala bakmış. O zengin adamın ömrünün 70 yaşına
kadar süreceğini, evlenip çocuk sahibi de olacak bir şekilde uzatıldığını söylemiş.‟ 70
Bu örnek hikâyede de anlatıldığı üzere Kore halk inancına göre fakirlere yiyecek, para,
eĢya vb. yardım etmeyle insanın ömrünü uzatabilmektedir.
68
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 2, s.71.
69
Kaderi (alın yazısı) görmek, yıldız-name ile benzer anlamdadır.
70
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 2, s. 190.
31
Korecede ölmekle ilgili çeĢitli kelimeler vardır. Yaygın olarak cukda (죽다, ölmek) fiili
kullanılır. Eğer söyleyen kiĢiden söylenen kiĢinin yaĢı fazla ve unvanı yüksekse cakgo
(작고) / byôlse (별세) / wunmyông (운명) / sôgô (서거, ülkede, halk arasında veya
dünyada ünlü olan, önemli olan ve örneğin Atatürk gibi büyük insanlar için söylenen
sözdür) vs. ile hasida (하시다, yapmak kelimesinin saygılı formu) fiili eklenerek ifade
edilir. Fakat en yaygın olarak saygılı Ģekilde „dönmek‟ anlamına gelen doragaşida
(돌아가시다) kullanılır. Bu ifade de Korelilerin ölümü bir son olarak değil, ölen
kimsenin önceden geldiği yere yani, asıl memleketine döndüğü anlamında kullanıldığını
belirtmek gerekir.
Kore‟de ergenliğe eriĢme, evlenme, cenaze ve anma töreninin bütünü kapsayan kavrama
Kwanhonsangce denir ve bunun en son aĢaması Sancangriye‟dir. Sancangriye; kiĢi
öldüğünde, cesedini geleneklere uygun bir Ģekilde hazırladıktan sonra sevilen kiĢileri
uğurlarkenki üzüntüyle acılarını sözlerine ve davranıĢlarına yansıtarak uğurlama
törenini yerine getirmek anlamındadır. Kısacası ölüm anından sonrasına kadar ölümle
ilgili tüm törenlere sangrye ya da sangcangriye denir.
Eski Kore toplumunda sangrye, genelde ġamanizm‟in kurallarına uygun bir Ģekilde
yapılırdı. Çin kaynaklarından Huhansô (후한서)71 ‟da „Dongogcô döneminde (동옥저,
MÖ II. yüzyıl -MS V. yüzyıl) 72 ‟ kiĢi öldüğünde cesedi sığ bir yere geçici olarak
gömüldükten sonra, ölünün eti çürüdüğünde, kemikler toplanıp tahtadan yapılan
dôtnôl/gwak (덧널/곽, toprağı kazılıp duvarlar ve tavanı tahtalarla sürdürmüĢ olan
tesisat)‟a konulduğunu, aile fertleri öldüğünde sırayla aynı dôtnôl‟a konulduğunu
anlatmaktadır. Ve tahtanın üstüne ise '生' (seng, 생; yaĢamak, yaĢama anlamına gelir)
71
The book of later Han; Çin‟in Han (MÖ 202-MS 220) dönemini ve komĢu ülkelerinin tarihini içeren
kitap.
72
Kore‟nin kuzey doğu tarafında yer almıĢ eski bir devlet.
32
kelimesi yazılarak ölü sayısının belirtildiği ifade edilmiĢtir. Tabuta ise nôl denilirdi.
Yine Çin kaynaklarından Samgukci‟de „Dongogcô‟da insanlar öldüğünde dôtnôl
yapıldığına dair bilgiler vardır. Dôtnôl‟ın bir tarafı açık olup cesedin yerleĢtirilmesi ve
tabutun kapatılması iĢlemi buradan yapılırdı. Ölü sayısına göre tahtadan insan figürü
yapılır, çömleğe pirinç konulur ve bunlar dôtnôl‟un yani tabutun giriĢ kısmına
konulurdu. Tahtadan insan figürü ailesinden ölen kiĢinin sayısını, pirinç ise ölenlerin
yemeğini simgelenmektedir.73 Buyô‟da zengin birisi öldüğünde köle ve hizmetçiler vs.
yaklaĢık 100 kiĢiyle beraber gömülme geleneğinin de bulunduğu ifade edilmektedir.
Bunun dıĢında Buyô‟da ölüyü hemen defnetme geleneği yani cicang (지장) da vardı.
Ancak ölü yakınının tavsiyesiyle cenaze töreni bitirilirdi ki bu da, ölüye karĢı saygı
göstermek olarak kabul ediliyordu. Bundan dolayı Buyô‟da beĢ ay boyunca cenaze
töreni yapılmaktaydı. Buyôlular cenaze töreninde beyaz elbise giyerlerdi. Buyô‟da
kadının kıskanması, bir tabu olarak sayılırdı. Bu yüzden kıskançlık sebebiyle ceza alıp
öldürülen bir kadının cesedi, dağa atılırdı. Bu cesedi geri almak için kadının ailesinin
bölge sorumlusuna inek veya at vererek ödeme yapması gerekirdi. Onlar ceset
gömülmediğinde ruhun, kötü ruha dönüĢerek insanlara zarar vereceğine inanırlardı.
Bıyonhan (MÖ - MS III. yüzyıl)‟da74 kiĢi öldüğünde büyük kuĢun kanadı ya da tüyüyle
beraber gömülürdü. Bu, ölen kiĢinin ruhunun göğe yükselmesi anlamını taĢımaktadır.
Ördek biçimli çömleğin mezara konması da kuĢ tüyünün dôtnôl‟a konulmasıyla aynı
anlamdadır. Mahan‟da ise ölü defin yerine götürürken tabut inek veya at sırtında
taĢınırdı. Çünkü inek ve atın, ruhu öbür dünyaya taĢıdığına inanılırdı.
Üç krallık dönemdeki inanç sistemleri, cenaze törenlerine büyük bir değiĢim getirmiĢtir.
Kore‟ye IV-V. yüzyılda Budizm ve Kofüçyüsçülük, VII. yüzyılda ise Taoizm girmiĢtir.
Bu inançların etkisiyle ölüleri mağaraya gömme, denize atma, ateĢte yakma vs. gibi
definler ortaya çıkmıĢtır. Üç krallığı birleĢtiren ġilla, Budizm‟i üç krallığı birleĢtirmek
için kullanıp bunu devletin ilkesi olarak da belirlemiĢtir. Budizm tarzı olan ateĢte
yakılma ve Kofüçyüsçülük tarzı olan toprağa defnetme yöntemlerinden her ikisi de
uygulanmıĢtır. Ancak ġilla‟nın son dönemlerine gelindiğinde sadece toprağa defnetme
geleneğinin yaygın olduğu görülmektedir.75
73
Sıng Ġ Yang, Kore‟nin Cenaze Töreni, Hangilsa Yayını, Paju 2010, s.143.
74
Kore‟nin güney doğu tarafında yer almıĢ Samhan‟nın (MÖ 300-MS 300) üç boy devletlerden biri.
75
Yang Sıng Ġ, s.12.
33
Eski toplumda üretken olmayan yaĢlılar önemsenmemekte idi ve bununla ilgili olarak
Koguryô‟da yaĢlı ve hastayı kapı dıĢına atan Koryôcang geleneğinden bahsedilir. Koryô
döneminde de bu gelenek devam etmiĢtir. Fakat yaĢlıların atıldığına dair kaynak yoktur.
Bu gelenek, Korelilerle coğrafi yakınlığı olan Tungus, Moğol, Sibirya vs. çeĢitli
halklarda da vardı. Kore‟de bu gelenekle ilgili sadece halk hikâyesi mevcuttur. Bu
hikâye Girocônsôl (기로전설, dıĢarı atılan yaĢlının hikâyesi) denilir ve içeriği Ģöyledir.
Eskiden bir oğul, geleneklerinde olduğu gibi cige (지게, Tahtadan yapılma sırtta
taĢınabilir Kore‟nin geleneksel yüklüğü)‟ye 70 yaĢındaki babasını bindirip dağa çıkmıĢ.
Ġnerken yaĢlının torunu cige‟yi orada bırakmayarak tekrar almıĢ. Babası meraktan niye
cige‟yi aldığını sorumuĢ oğluna. Oğlu da „sen de 70 yaĢına geldiğinde ben de senin
yaptığın gibi yapacağım, sizi dıĢarıya atmak için bunu kullanacağım.‟diye cevap vermiĢ.
Babası oğlunun cevabı karĢısında utanıp piĢman olmuĢ ve yaĢlı babasını tekrar alıp
evine götürmüĢ. Daha sonra ölene kadar büyük hizmetlerle babasına bakmıĢ. Bundan
sonra böyle gelenek yok olmuĢ.
76
Ölen kiĢi için ağlayarak üzüntü ve acıyı ifade eder.
34
götürdüğü söylenir. Huhansô‟da ise Koguryôlular‟ın cangsa‟da altın, gümüĢ, para vs.
harcanarak büyük cenaze töreni yapıldığını, erkek ve kadın evlendiğinde kefenini
hazırladığı anlatılmaktadır. Evlenirken kefenin hazırlanması, yaĢam ve ölümün farklı bir
Ģey olmayıp beraber olduğuna inanıldığını göstermektedir. TaĢlar yığarak mezar yapılıp,
mezarın önüne çam ağacı ve çamfıstığı ağacının dikildiğinden bahsedilmektedir.
Koguryôlular için ölümün, bir son değil, yeni bir baĢlangıç olduğunu anlayabiliriz. Bu
bakımdan cenaze töreni, ruhun bu dünyadan çıkıp öbür dünyaya yerleĢip ondan sonra
77
yeniden doğmasını dileyen kutsal bir törendi. Buyô‟nun cenaze iĢlemlerinin
Koguryôyla hemen hemen aynı olduğu söylenmektedir. ġilla da pungcang (풍장, ölüyü
ağaç vs. koyup üzerini örtmeden öylece bırakmak/ Pung, rüzgâr anlamına gelir) vb.
cecang yaygındı. Cecang, (재장, tekrar gömme) kiĢi öldüğünde geçici olarak
gömülmesi ve daha sonra kemikten et tamamen ayrıldığında tekrar gömme iĢlemidir.
Fakat kral, soylular ve Budist rahipler, Budist inanıĢa göre ateĢte yakılma yöntemini
tercih etmiĢlerdir.
77
Yang Sıng Ġ, s.146-152.
78
Normalde çocuklar büyünceye kadardır.
35
Soylular taĢtan, halklar ise bazen tahtadan yapılan tabuta ölüyü koyar ve toprağa
gömerlerdi. Bazen de ölü samandan yapılan halıya sarılıp gömülürdü. Ölünün baĢı
kuzey tarafa doğru konur, tabak, kaĢık vs. eĢyalar da beraberinde gömülürdü.79
Genelde cenaze iĢlemleri aile içindeki erkekler tarafından yapılmaktadır. Yani ölen
kiĢinin oğlu ölü sahibi olur. Hastalıktan ölümü beklenilen insan hwanca (환자, hasta),
ölene mangca (망자, yok edilen/ yok olan/ kaybedilen insan) ya da goin (고인, ölen
79
Yang Sıng Ġ, s.175-187.
36
insan) olarak adlandırılır. Birisi öldüğünde cenaze törenine gelen misafirler, ailesi,
akrabası vs. ölü sahibine „samga goine mıyong bogıl bimnida‟ (삼가 고인의 명복을
빕니다) biçiminde baĢsağlığı dilenir. Bu cümle, ölen kiĢiye saygı niteliğinde, özenle ve
içten, “ölenin huzurunu diliyorum” anlamına gelir. Burada mıyongbog, ölenin öbür
dünyaya geçip alacağı huzur demektir.
Kore‟de ölüm gerçekleĢtikten hemen sonra dıĢarı çıkıp bedenden ayrılan ruh, aile
üyelerinden biri tarafından çağrılır. Buna çohon (초혼, ruh çağırma) denir. Sevdiği
birisinin bu dünyadan ayrılmamayıp onu döndüreceğine sağlamak amacıyla yapılır.
Çohon yapan kiĢi, ölenin giydiği bir kıyafet veya onun ortasına da göğsüne temas eden
atleti alıp çatıya çıktıktan sonra ruh çağırır. Ölen kiĢinin adresi, adı ve soyadı
söylendikten sonra “Bog bog bog !” ve “Gitme!” diye seslenilir. Ölenin kıyafetini alıp
ruh çağırmayı yapması, ölünün vücuduna değen kıyafetin, belirli bir süre ölüyle ruhsal
bağ kurduğuna inanılmasından kaynaklanmaktadır. Geleneksel halk inanıĢlarında
olduğu gibi ruhun gideceği yönü kuzey olduğu için çohon, kuzey tarafa bakarak yapılır.
80
Ce He Ġm, Geleneksel Cenaze Töreni, Dewonsa Yayınları, Seul 2000, s. 18-19.
37
O kıyafetler çatının üzerinde bir müddet durduktan sonra aile veya akrabalarından birisi
tarafından indirilerek ölünün göğsünün üstüne konulur. Ruh çağırma, son zamanlarda
sadece evde cenaze töreni düzenlendiğinde veya köylerde yapılır. Ruhu çağırdıktan
sonra, bedenden ayrılan ruhu götürecek saca‟yı (사자, habercisi) ağırlamak için,
sacasang (사자상) adı verilen bir masa hazırlanır. Ahiret habercisi üç tane diye
düĢünüldüğünden, masanın üstünde üç tabak pirinç, para, üç çift saman ayakkabı81 gibi
Ģeyler konularak dıĢ kapının önüne bırakılır. 82 Bunları Korelilerin ruha ve ölümden
sonra ruhun bedenden ayrılıp öbür dünyaya geçtiğine inandığını gösteren birer kanıt
olarak düĢünebiliriz.
Ruh çağırma ve masa hazırlama iĢlemi bittiğinde ölü soğumadan önce doğru düzgün
yatırılarak omuz, el ve bacakları bağlanır. Ölü erkekse sol eli sağ elinin üstüne, kadınsa
tersi yapılarak karnına konurdu. Ölüyü düzgün yatırma ve bağlama iĢlemine suşi (수시)
denir. Cenaze evinde ölü bağlandıktan sonra baĢtan ayaklara kadar görülmeyecek
Ģeklinde ölü ince yorganla örtülür. Paravan açılarak ölü saklanır. Onun önüne masa
konulur ve ölen kiĢinin resmi hazırlanır. Ġçki fincanı, meyve, kurutulmuĢ kırmızı et v.s.
hazırlanıp masanın üstüne konulur, mum ve tütsü de yakılır. Akrabalar iĢleri bölüĢür
cenaze hazırlıklarını yaparken diğer taraftan da ölüm haberi yakınlara bildirilir. Ölü
sahibi, sanki anne veya babasını öldüren suçlu gibi hissedip davranıĢını ve giyinmesini
de ona uygun olarak yapmalıdır. Saçını düzeltmez, süslenmezdi. Eskiden bağlı saç 83 da
çözülür, çorapsız ve beyaz giyinilirdi. Böyle giyinme, hem suçluluk anlamını hem de
anne veya babasısını kaybettiği için kendinde olmadığı anlamını içermektedir.
Giyinmesi dıĢında yemek yemesi de yasaklanırdı. Ölenin oğlu, üç gün yemek yiyemez
ölenle yakınlığına göre diğer insanlar da bir veya iki gün yemek yiyemezlerdi. Ölü
sahibi ölen kiĢinin yanında bulunur sürekli ağlardı. Bu komĢularına ölümü, acıyı ve
üzüntüyü gösterir. Suşi‟den itibaren yapılan ağlama iĢine balsang (발상) denir. Ölü
sahibi balsang‟dan baĢka iĢlemleri yapamaz bu yüzden yakın akrabalardan büyük olan
diğer iĢler için görevlendirilir. Bu kiĢiye hosang (호상) denir. Normalde hosang olarak
cenaze iĢlemlerini iyi bilen tecrübeli biri seçilir. Hosang, ceneze töreni düzenlemekten
misafir ağırlamaya ve masraflara kadar tüm iĢlerle ilgilenirdi.
81
Saman ip ile yapılan geleneksel halk ayakkabısı.
82
Wun Shik Çö, Yabancılar için Kore, Koreliler ve Kore Kültürü. s.339-340.
83
Saç, baba ve anneden alındığı için çok önem verilir ve kestirilmezdi.
38
Ölüyü yıkayıp kefeni giydirmeye sıp (습), bu iĢi yapana şica (시자) denir. Normalde sıp,
ölen kiĢi erkekse erkek yapar ölen kadınsa kadın yapar. Kore geleneğine göre ailede
yaĢlı varsa önceden suıi (수의, kefen 84 ) hazırlanılır. Önce ılık suya tütsü ağacından
birkaç parça keserek konulur ve bu esanslı suyla bütün vücut yıkanır. Fakat son
zamanlarda esans yerine alkolle ıslatılmıĢ pamukla bütün vücut ovularak silinir. Daha
sonra saç taranır, el ve ayak tırnakları kesilir. Kesilen el-ayak tırnakları ve saçlar, keten
kumaĢtan yapılan küçük cebe konur. Bu cebe cobalnang (조발낭) denir. Cobalnang
genellikle beĢ parçadan oluĢur. Bu ceplerden birine saç konurken geride kalan dört
cepten birine sağ el tırnağı, diğerine sol el tırnağı, diğer iki tanesine de sağ ayak tırnağı
ve sol ayak tırnağı konur. Bu cepler giyilen elbisenin koluna, çorabın içine veya tabutun
köĢesine konur. Bu, ölen kiĢinin vücudunun bir kısmı olan saç yada el-ayak tırnağının
cesetle birlikte iyi muhafaza edilmesi düĢüncesinden kaynaklanmaktadır. Eğer bunlara
önem verilmez dikkat edilmezse ölene ve onun ailesine kötülük gelebileceğine inanılırdı.
Daha sonra kefen giydirilir. yüzüne pamuklu örtü örtülür. Kıyafet giydirilirken hepsi
katlanarak bir seferde giydirilir. Yorgan örtülüp bu tek kat yorganın dört köĢesinin her
tarafı katlanır ve ceset görülmez.
Yıkama iĢlemi bitince suıi giydirilir. Buna sıpıi denir bu iĢlemden sonra banham (반함)
adlı iĢlem yapılır. Bu, suda ıslatılmıĢ pirincin, söğüt ağacından yapılan kaĢıkla üç kez
ölünün ağzına konması iĢlemidir. Birinci kaĢığı ağzına koyarken „beg sogiyo (백석이요,
yüz çuvaldır)‟, ikincisinde „çon sogiyo (천석이요, bin çuvaldır)‟, üçüncüsünde ise „man
sogiyo (만석이요, on bin çuvaldır)‟ denir. Daha sonra ağza ya madeni para ya değerli
taĢ, ya da boncuk konur. Bu, ahirete gittiğinde yiyip içeceği ve kullanabileceği yiyecek
ve para olsun diye yapılır. Sıpıi ve banhamın bütün iĢlemlerine sıp denir.
Banham iĢlemi bitince yôm (염) yapılır. Yôm‟da soryôm (소렴) ve deryôm (대렴)
iĢlemleri vardır. Soryôm, suıi dıĢında diğer çeĢitli kefeni giydirip soryômpo denilen
kumaĢla sarmaktır. Bazen yeni kıyafet giydirilmeyip sadece soryômpo‟yla ölü sarılıp
bağlanır. soryôm‟dan bir gün sonra yani kiĢi öldükten üç gün sonra, ölü çilsôngpan
üstüne konur sambe‟yla (삼베, kenevirden yapılan kumaĢ, normalde kefen ve yas giyisi
84
Kore‟de kefen, elbise Ģeklinde oluĢmaktadır.
39
sambe‟den yapılır) sağlamca sarılıp bağlanır. Eskiden kiĢi öldüğü gün yıkanır ertesi gün
bağlanır, bir sonraki günde sağlamca bağlanıp tabuta yerleĢtirilirdi. Fakat son
zamanlarda cenaze törenleri üç günlük olarak yapılır, soryômın hemen sonrasında
deryôm yapılır. Ayrıca sıp, soryôm ve deryômı hepsi aynı günde yapıldığından dolayı
bunlara sıpryôm veya ryômsıp denir.
Daha sonra ölü tabuta yerleĢtirilir. Buna ipgwan (입관) denir. Bu iĢlem yapıldığında
ölünün omzu, beli ya da bacaklarının arasındaki boĢ yerler saman, kağıt, ya da ölenin
giydiği kıyafetlerle doldurulur. Buna bogong (보공) denir. BoĢ yerler doldurularak
cesedin sallanmaması sağlandıktan sonra üzerine baĢka bir örtüyle örtülür ve tabutun
kapağı kapatılarak ağaçtan çivi çakılır. Tabuta yerleĢtirildikten sonra tekrar
göremeyecekleri için ailesi ağlar. Belki uzaktan gelip yetiĢemeyen çocukları olursa diye,
ölüyü son kez görebilmeleri için tabut gevĢek bırakılır.
Tabut kapatıldıktan sonra tabutun üstüne, ölen kiĢi erkekse ve devlet dairesinde
çalıĢıyorsa, unvanı yazıldıktan sonra adı ve soyadı yazılır. Devlet dairesinde çalıĢmayan
kiĢilere de hagseng (학생) diye yazılır. Bayanlarda da unvanı yazıldıktan sonra adı ve
soyadı yazılır. Unvanın olmadığı durumlarda yuin (유인) diye yazılır. Daha sonra
saman ve kağıttan yapılan halatla tabut bağlanır. Tabut iĢlemi bitince ölen kiĢin ruhu
için honbek sangca (ruh kutusu) hazırlanır ve ailesi yas elbiselerini giyer. Resmî olarak
sangcu dıĢında ailelerin yas elbisesi giymesine sôngbog denir. Ölümden sonra dördüncü
gününde yapılır.
Ölünün ruhu için masa ve sandalye hazırlanır. Masaya honbek sangca konur, mum ve
tütsü yakılır. Ruhun masada yerini alacağına inanılır. Buna da yongcwa (영좌, ruh
yeri/koltuğu) denir. Ölüm haberini alan misafirler de buraya alınır. Misafir gelince
hosang, yongcwaya götürülür, misafir ağlayarak iki defa diz çökerek yere eğilip selam
verir. Bu selamlamaya da côl denir. Daha sonra ölü sahibi sangcu‟yla beraber côl yapar.
Yine diz çökerek yere oturur onu teselli eder ve taziyede bulunur.
Ölü yerleĢtirilen tabutun evinden ayrılması ve tüm tören iĢlemlerine balin (발인) denilir.
Ölen kiĢinin defin yeri ve tarihi belli olunca, definden bir gün önce çampato (참파토,
40
mezar hazırlamak için toprak kazma iĢi) yapılır. Gömme iĢi cigwan (지관) denilen
uzmanın belirlediği yer ve saatte yapılmaktadır. Cenaze evine sabah erkenden
sanyôkggun (산역꾼, ölüyü gömme, mezar hazırlama ve taĢıma iĢi yapan iĢçi)‟u
çağrılıp cangci (장지, gömme yeri)‟ye gönderilir. ĠĢ baĢlamadan iĢçiler sanşince
(산신제, dağ tanrılarına sunulan töreni) yapar. SanĢince sunulmayıp dağda kazma iĢi
yapılırsa sanşin (산신, dağ tanrısı)‟nin kızacağına inanılırdı. Dağın zirvesine bakarak
kurban sunulur ve kutsal yazı okunur.85 Balin öncesi ve sonrasında çeĢitli tören yapılır.
Tabutu defin yerine kadar taĢıma aletine sangyô (상여) adı verilir. Tabut Sangyô‟ya
konulduktan sonra Sangyô önunde son töreni yapılır. Tören masası hazırlanır herkes
ölüye côl yapar. Sangyô taĢıyanlar eskiden toplumsal sınıfların alt seviyesinde yer
alanlardı. Onlara sangduggun (상두꾼) denirdi. Fakat zamanla mahalledeki delikanlılar
veya ölen kiĢin arkadaĢları bu iĢi yaparmaya baĢladı. Sangdukun Sangyô‟nun önü ev
yönüne doğru çevrilip Sangyôyu üç defa kaldırarak ailesine son selamı verdirilirdi.
Sangyô‟yu kalabalığının en önünde ölüyü kötü ruhlar ve nazardan korumak için maske
takıp mızrak ve kalkan tutan bangsang (방상) durur. Onun arkasında ölen kiĢinin
kimliğini göstermek amacıyla üstüne unvan, adı vs. yazılan kırmızı ipek veya kırmızı
renkle boyanmıĢ kumaĢtan yapılan bayrakla defin yerine kadar yol gösteren mıyongcong
(명정) bulunmaktadır. Tahtadan yapılan geleneksel arabaya gama (가마) denir. Ruhun
bindiği gamaya Yôngyô (영여) denir, bu küçük gama‟nın içine honbek sangca, tütsü,
yôngcông vs. konulur. Sangyô‟nun önü ve arkasında sap (삽, üzerinde bulutlar cizilen
tören aleti), sangcu, aile ve misafirler arkasında bulunur. Sap, ölüyü kötü ruhtan koruma
ve öbür dünyaya kadar göderme anlamı taĢımaktadır. Ailesi ve akrabalarından kadınlar
mahalle giriĢine kadar gider. Erkekler defin yerine kadar cenazeyi takip ederler. Sangyô
evden çıkınca ölen kiĢinin elbisesi, kullandığı eĢyalar vb. ateĢte yakılır.
Koreliler bir kiĢinin doğduğu saat, gün, ay ve yılına göre kaderinin belirleneceğine
inanılırlardı. Bununla beraber ölen kiĢinin defin yeri, yönü, saati da öbür dünyada onun
ruhunun kaderini etkileyeceğine inanılırdı. Bu yüzden ölünün mezarda defin yeri ve
saatine önem verilirdi. Kazılan yere tabutun baĢı kuzey tarafa, ayakları ise doğu tarafa
düzgün bir Ģekilde indirilip yerleĢtirilir. Buna hagwan (하관) denir. Tabutlu ya da
85
Sıng Ġ Yang, s. 122.
41
tabutsuz Ģekilde ölü toprağa gömüldüğü zaman üzerine kumaĢ konulur. Mavi renkli
kumaĢ ölünün göğüs kısmına kırmızı kumaĢ ise bacak kısmına konulur. Ölü sahibi
sanyôkkun‟un kürekle toprak alıp tabutun baĢına, ortasına ve altına üç defa serper.
Ondan sonra sanyôkkun toprağı doldurarak düzgünce kaplar.
Sangcu, yôngcwa‟nın şincu ve honbek sangca‟yla eve döner. Buna banhon (반혼) denir.
Eve dönerken mutlaka geldiği yoldan dönmelidir. Eğer baĢka yoldan dönerse ruhun
yolu kaybedeceğine inanılır. Banhon yapılırken arkasına bakmak yasaklanır. Bu ruhun
ölü yani bedende, biraz daha kalma isteğini engellemesi içindir. Banhon, bir insan
öldükten sonra ruhun doğrudan öbür dünyaya geçmeyip beli bir süre yaĢadığı dünyada
kalacağına inanıldığını gösteren aĢamadır. Mezar yarım daire Ģeklinde yapılır ve üstüne
çimen ekilir.
Banhon‟dan sonra evin büyük salonunda masa hazırlanıp üzerine şincu ve honbek
sangca konur. Cenaze töreni bitinceye kadar yani ölümden sonra üç yıl boyunca ev
sahibi her sabah ve akĢam ölünün ruhuna yemek sunar ve onu ağırlar. Ölümün on
üçüncü ay, yirmi beĢinci ay, yirmi yedinci ay ve yirmi sekizinci ayda anma töreni
yapılırdı.
Eğer ölen kiĢi veya ailesi Katolik ise, Katolik mezhebi tarzı cenaze töreni yapılır. Hasta
ise ve iyileĢme ihtimali yoksa papaz çağırılır. Papaz, hastanın geçmiĢteki bütün
hatalarını ve itiraflarını dinleyerek onu bağıĢlar. Hastanın ölüme yaklaĢtığını anlayınca
sessizce dua eder rahat bir Ģekilde gitmesi için ona yardım eder. Hasta ölünce temiz
kıyafetini giydirir ve eline haç iĢaretini tutturur. Ağzı ve göz kapaklarını kapatır.
Ailesiyle beraber dua eder ölünün üstüne kutsal su döker. Papazla konuĢup ölenin ruhu
için ayin gün ve saati belirlenir. Bu ayine yônmisa (연미사) denir. Ölüyü kiliseye
götürüp son dua edilir. Cenaze töreni bittikten sonra üç, yedi, otuzuncu günde ayin
yapılır.
Protestan‟da cenaze iĢlemlerin baĢtan sona kadar rahibin idaresiyle yapılır. Protestan
inancında tütsü yakılmaz onun yerine çiçek sunulur. Ölenin ailesi, akrabası, arkadaĢları
vb. kilisede düzenlenen ayine katılır. Ayin bittikten sonra defin yerine gidilir ve dua
edilir.
Budizm tarzında yapılan cenaze töreninde keĢiĢ tarafından dua edilir. Cenazenin defin
yerinde ateĢ yakılır, kalan kül tapınakta saklanır, orada anma töreni yapılır. Anma töreni
ise kırk dokucuncu, yüzüncü gününde ve üç yıl sonra yapılır.
1.3.3.2. Ağıtlar
türkü olarak bilinir. Kocosôn döneminde Kwakricago (곽리자고)‟nun eĢi Yôok (여옥)
tarafından söylendiği bilinmektedir. Bu türkü, ilk olarak Son Han hanedanlığında
Çeong‟un derlemiĢ olduğu Gımco adlı eserinde yer alır. Ayrıca Qin Hanedanı‟nın
Çöpyo‟nun Gogımcu adlı eserinde onun hikâyesiyle birlikte kayıt edilmiĢ ve bu
versiyon daha yaygın olarak söylenmiĢtir. Kore‟de bu ilk olarak 17. yüzyılın baĢında
Çaçônro‟nun Osansôlimçogo (오산설림초고) adlı eserinde kayıt edilmiĢtir. 18.
yüzyıldan sonra Cosôn döneminnin edebiyatçıları çeĢitli eserler örneğin Hedongyôksa
(해동역사), Dedongşisôn (대동시선), Çungguşiço (청구시초), Yôlhailgi (열하일기)
vs. yazdılar. Bu türkü, 20. Yüzyıldan sonra birçok kaynaklarda Kocosôn dönemi
türküsü olarak tanıtılmaktadır. Dört heceli ve dört mısradan meydana gelmektedir. Bu
eski türkü, Gonghu denilen müzik aleti (arp ile) söylenir ve Gonghuin olarak da bilinirdi.
Ġçeriği aĢağıdaki gibidir.
Birinci mısrada sevdiği eĢinin deli olup suya daldığı durum anlatılmaktadır. Ġkinci
mısrada nehrin bir ayrılma anlamı taĢıdığını göstermektedir. Üçüncü mısrada suyun
ölüm imajını çağrıĢtırdığını görebiliriz ve son dördüncü mısrada ise, söyleyen kiĢinin
acı ve sevgili eĢini kaybetme duygusu yoğunlaĢmıĢtır. Ayrıca bu türküde, yalvarmadan
baĢlayarak endiĢelenme, acı ve üzüntü sırasıyla oluĢup sonunda ise vazgeçme
duygusuna dönüĢtürüldüğü de gösterilmektedir.
Bu ağıtla ilgili hikâye Ģöyledir. Cosôn döneminde bir asker olan Cago, Ģafak vaktinde
uyanıp gemiyi kullanırken o sırada beyaz saçlı delirmiĢ bir adamın dengesiz bir Ģekilde
sallanarak suya yaklaĢtığını görmüĢ. EĢi onun peĢinden „gitme!‟ diyerek onun suya
düĢmesini engellemeye çalıĢıyormuĢ. Ama buna rağmen adam suda boğulup ölmüĢ. Bu
yüzden derin acı çeken eĢi gonghu(arp)‟yu çalarak gongmudoha-ga türküsünü yazıp
söylermiĢ. Sonra eĢi de suya kendini atarak intihar etmiĢ. Cago eve döndüğünde türküyü
ve gördüğü olayı eĢine anlatmıĢ. EĢi Yôok da çok üzülerek göz yaĢı dökmüĢ. Sonra Yôok
sürekli bu türküyü söylemeye baĢlamıĢ bu türküyü dinleyen herkes ağlarmıĢ. Yôok, bu
44
Ģarkıyı komĢu kadın Yôyong‟a aktarmıĢ ve buna Gonghuin ve buna Gonghuin adı
verilmiĢ.
Bu türkünün asıl derlenen yeri Çin olduğundan Çin eseri olarak iddia edilmiĢtir. Fakat
Ģarkının söylenildiği bölge Çin‟in Cikrye sarayıdır. Cosôn kaynaklarında burası
Kocosôn döneminden sonra Kore halkların yerleĢip yaĢadığı bölge olarak bilinir ve
Kore halkının özel kültürleri burada yaĢamaktadır. Bu bakımda bu Gongmudoha-ga‟nın
yazarı, kesin olarak Çinli olarak ifade edilemez. Yöresel dikkate alındığında türkünün
yazarının Koreli olduğu büyük bir olasılıktır.
Kore ağıtlarında; ölümün sebebi hastalık, ölüm, intihar, kayınvalidenin gelinine yaptığı
kötülükler, öldürme, savaĢ, aĢk hastalığı vs. olarak gösterilir:
Üzülme ağlama 설워 말고 슬퍼 마라
Ölüm, hiç kimsenin beklemediği anda aniden kendini gösteren veya zamanın çabuk
geçtiğini ifade eden ağıtlar Ģöyledir.
86
http://www.urisori.co.kr
45
Akşamdan hastalanıp 저녁 날에 병이 들어
Kore ağıtlarında hayatımızda bir defa öbür dünyaya gidersek geri dönemeyeceğimizi
yani ölüm, dönülmez bir yolculuk olduğunu ifade eder. Kaçınılmaz ölümü konu eden
87
http://www.urisori.co.kr
88
Çang ġin Ġ, Çungbuk‟un Ağıtları, Kore Milli Kültürü Müzesi, Seul 2002, s. 108.
46
89
türkü (Gyôngbuk bölgesi no. 1016 türküsü, Cecu adası no 0206 türküsü )
bulunmaktadır. Bazı ağıtlarda ise ölümden sonra tekrar bu dünyaya dönme arzusu veya
dönüleceği anlatılır. Öbür dünya ve öbür dünyaya gidilen yol vs. ile ilgili Kore ağıt
örneklerini aĢağıda sunuyoruz.
1.6
1.5
89
KoreTürküleriAnsiklopedisi, http://www.urisori.co.kr
90
http://www.urisori.co.kr
91
http://www.urisori.co.kr
47
1.4
1.5
2.2
2.3
92
http://www.urisori.co.kr
93
Ayrıca bkz. http://www.urisori.co.kr, Cecu adasının ağıtı no 0105.
48
2.4
Kore ağıtlarında ölene karĢı üzüntüyü ifade eden ağıt örnekleri Ģunlardır.
1.2
2.2
3.2
4.2
94
http://www.urisori.co.kr
49
1.2
1.3
Kore ağıtlarında, Budizm anlayıĢını yansıtan ağıt (Gyônggi bölgesi no 0203 ağıt) Fensui
anlayıĢı yansıtan ağıt (Gyônggi bölgesi no. 0408 ağıt, Gyôngbuk bölgesi no 0410 ağıt),
ġamanizm anlayıĢını yansıtan ağıt (Çungnam bölgesi no. 0414 ağıt), ata kültü anlayıĢını
yansıtan ağıt, Taoizm anlayıĢını yansıtan ağıtlar bulunmaktadır. Reenkarnasyon
anlayıĢını yansıtan ağıtlar ise Ģöyledir.
1.4
1.5
1.6
95
http://www.urisori.co.kr
96
http://www.urisori.co.kr
50
Ruhu anlamak, yaĢam ve ölümü anlamanın ilk adımıdır. YaĢam ve ölümü birçok
kavramla anlatabiliriz. Ruh kavramı ölümden sonraki veya yaĢanılan hayatın değer ve
anlamını da kapsamaktadır. Ruhu anlamak, öbür dünyayı ve yaĢanılan dünyayı anlama
ve anlamlandırmanın da temelini oluĢturur. Ruha bakıĢ ve ona karĢı davranıĢlar, o
halkın ölüm ve yaĢamı nasıl düĢündüğünü ve kültürünü nasıl ve hangi düĢünceyle
oluĢturduğunu anlatır. Bu yüzden bir halkın kültürü ve yaĢamını anlamak için o halkın
düĢünce temelinde var olan ölüm ve ruha bakıĢını anlamak gerekir. Çünkü ruh, halkın
düĢüncelerinin temelinde onların söyleyiĢ ve hareketleriyle kendini gösteren ölüm ve
öbür dünya gibi soyut kavramların anlatılıp anlaĢılmasında önemli bir rol oynayan
inanıĢtır. Bu anlayıĢ ve inanıĢ, diğer kaynaklardan daha çok halk edebiyatında kendini
açık bir Ģekilde göstermektedir.
51
Korecede yônghon (영혼) ruh demektir. Kore Dil Kurumu‟un büyük sözlüğünde
yônghon, bedende olup yüreğe/kalbe hareket ve can verdiği düĢünülen maddî olmayan
bir varlık olarak geçmektedir. Ruhun diğer ismi olan hon (혼) ise bir insanın vucüdunda
var olan düĢünceyi yöneten manevi varlık diye düĢünülür. Ayrıca yürek ve
düĢünce/fikir anlamını içeren nôk (넋) da ruh yerine kullanılır. Çince olan bu kelime 魂
(hon), „cin‟ ve „ruh‟ anlamı olan 鬼 (gü) harfiyla „görünmez‟ anlamı olan 云‟un (un)
eklenmesiyle meydana gelmiĢtir. Yani gözle görülmeyen, ölen kiĢinin ruhu demektir.
Buna karĢı Türkçede „ruh, bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin yaĢama gücü,
yaĢama soluğu… dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak
kabul ettiği öz, tin, can kuĢu…‟ olarak tanımlanmaktadır. Ruh kelimesi dıĢında aynı
anlamda tin kelimesi de kullanılır. Buna göre Korece ve Türkçede ruh, bedende olup
duygu, can ve düĢünceyi yöneten öz bir varlık olarak anlatılmaktadır.
Geleneksel ruha bakıĢına göre ruhun çeĢidi ikiye ayrılır. Bunlar beden ruhu ve özgür ruh,
ya da iç ruh ve dıĢ ruhtur. Beden ruhu bedene bağlı olan ruh, özgür ruh ise bedeni terk
edebilen ruhtur. Ġç ruh ve dıĢ ruhun arasında küçük bir fark olmasına rağmen her ikisi de
hemen hemen aynıdır. Ġç ruh insanın beyninde, kalbinde ve vücutta bulunan hayati
önem taĢıyan organlardadır ve hayalî faaliyetini etkileyen gücüdür. DıĢ ruh ise vücudun
dıĢ kısmında yer alan ruhtur. Eskiden insanlar beden ruhunun ve iç ruhun insanın
ölmesiyle beraber uçup gittiğine veya öldükten sonra bir müddet daha insanın
bedeninde yaĢadığına inanırlardı. DıĢ ruhun veya özgür ruhun ise yaĢayan insanın
bedeninden özgürce çıkabildiğine ve beden ölümü gerçekleĢtikten sonra da yeni bir
bedende tekrar doğduğuna inanırlardı. Beden ruhu madde özelliği taĢıyan ruhtur. Eski
insanlar bu ruhu da beden gibi madde olarak kabul edip günlük hayatta kullanılması
gereken öğelerin ruhu için de gerekli olduğunu düĢünürlerdi. Ayrıca onlar ruhu öbür
dünyada da somut bir varlık olarak tasavvur ediyorlardı. Böyle bir düĢünceden dolayı
Kore‟de ölünün korunması önemliydi. Çok eskilerden günümüze kadar bütün insanlar
ölümün vücudu bozmasından ve vücuda zarar vermesinden çok korktular ve onu bir
günah olarak düĢündüler. Fakat ruha bakıĢ zamanla değiĢmiĢtir. Bedenin ruhu daha
52
önceden oluĢmuĢtur. Toplumun geliĢmesine paralel olarak halkın soyut dünyaya olan
ilgisi artmıĢtır. Bunu takiben özgür ruh kavramı oluĢmuĢtur.97
Yukarıda da ifade edildiği gibi genelde Kore halk kültüründe insanın ruhu, yaĢamakta
olan insanın ruhuyla ölümden sonra bedeni terk eden ruh olarak ikiye ayrılmaktadır.
Birincisine sengryông (생령), ikincisine, saryông (사령) denilir. Buradaki seng
kelimesi yaĢamak, yaĢamakta olan anlamına sa ise ölmek veya ölmekte olan alama gelir.
Sengryông, halk hikâyelerinde sık sık görülmektedir. Belli bir biçimde olmayıp gözle
görünmez özelliğiyle ruh, yer ve zaman açısından özgür ve sınırsız bir davranıĢa
sahiptir. Sengryông, uyku ya da rüyayla ilgili Kore halk hikâyelerinde görünmektedir.
Burada sengryông‟la ilgili bir hikâye anlatacağız:
„Günlerden bir gün yağmur yağıyordu. Bir hanım dikiş dikerken uykuda olan kocasının
yüzüne bakmış, Onun burun deliğinden bir fasulye kadar minicik farenin çıkıp oda
kapısından çıkmaya çalıştığını görmüş. Ama eşik yüksek olduğundan eşiği aşamamış.
Kadın onu çıkarmaya yardım etmiş. Fare ondan sonra su birikintisiyle karşılaşmış, su
çok olduğundan onu da geçememiş, kadın yine yardım etmiş. Fare su birikintisini geçip
ormana gitmiş. Kadın fareyi takip etmiş bakmış ki fare bir yükseltinin altındaki deliğe
girmiş ve uzun zaman sonra oradan çıkmış. Kadın yine fareye yardım edip eve dönmüş,
dikişi dikmeye başlamış. Fare de dönüp kocasının burun deliğine girmiş. Birazdan
kocası uykudan kalkmış demiş ki „ben çok garip bir rüya gördüm, rüyamda ben bir yere
gidiyordum ama vadiden yukarıya çıkamadım. Bir kadın gelip köprü kurdu ben de bu
köpründen çıkabildim. Yine nehri geçemiyordum kadın tekrar gelip bana yardım etti.
Ondan sonra bir mağaraya girmişim orada altınla dolu bir tepsi vardı. Onu bulabilsek
biz zengin olurduk ama maalesef ne tarafta olduğunu hatırlamıyorum...‟demiş. Bunları
dinlemekte olan karısı, yanına bir miktar pirinç alıp çekinmeden oraya gitmiş. Farenin
gittiği yerde pilav yapıp oranın ruhuna sunmuş ve orayı kazmış. Uzun bir zaman sonra
oradan altınla dolu bir küp çıkmış. Bundan sonra karı koca mutlu bir şekilde
yaşamışlar.‟ 98
97
Hi Ra Na, Eski Korelilerin Yaşama ve Ölüme Bakışı, GiĢiksaneoupsa Yayınları, Seul 2008, s. 21-23.
98
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 1, s.67-69.
53
Ölümü açıklarken Korecede sumi ggınôcida (숨이 끊어지다, nefesi kesilmek) ifadesi
kullanılır. Eskiden bir kimsenin öldüğünü anlamak için pamuk hastanın burnuna
yaklaĢtırılırdı. Hiç bir his ve hareket yoksa o kiĢinin öldüğü anlaĢılır ancak,
sengryông‟un simgesi olan farenin burun deliğinden çıkması sonucu gerçekleĢtiğine
inanılan ölüm olayı, halk düĢüncesinden kaynaklanmaktadır. Her kültürde olduğu gibi
Kore‟de ruhun, kiĢi uyukudayken bedenden çıkıp dıĢarıda dolaĢtığına inanılır. Ruh
gördüğü dünyayı rüya sanır. Sengryông‟la ilgili Kore‟de halk arasında „birisi uyurken
yüzüne siyah çizgi çizilmez‟ Ģeklinde bir inanıĢ vardır. Zira insan uyurken ruhu
bedenden çıkıp dolaĢtıktan sonra yeniden bedene geri döner düĢüncesindendir. Çünkü
ruh, kendi evini yani bedeni ararken eğer yüzü farklıysa yanlıĢ eve geldiğini sanıp
ĢaĢırarak ve bedenine geri dönemeyeceğine inanılır. Ayrıca „uyuyan insan aniden
uyandırılmaz‟ Ģeklinde bir halk inancı da vardır. Bu, bedeni terk eden ruhun dönmesi
için zaman verilmeyip aniden uyandırılması durumunda ruhun bedene giremediği,
insanın ruhsuz kalabileceği inancından kaynaklanmaktadır.
Ölen bedenden çıkmıĢ olan ruh yani saryông‟un iki türü vardır: Birincisi yaĢlılık veya
hastalıktan ölen, ölümü beklenen kiĢinin ruhudur. Diğeri ise aniden kazaen, baĢka kiĢi
tarafından öldürülen, yani öfke içinde ölen kiĢinin ruhudur. Bu kötü ruh, yaĢadığı
zamanki istek, arzu ve ihtiraslarından dolayı öbür dünyaya geçemez. Hatta Ģimdiki
hayatta durup dolaĢarak insana zarar verir. Ünlü Kore halk hikâyelerinden olan
„Canghwa Hongryôn-côn (장화홍련전, Canghwa ve Hongyon adlı iki kız kardeĢin
hikâyesi)‟de de bunu görebiliriz:
Üvey anne, kocasının öz kızını kıskanıp öldürmeyi planlıyormuş. Bir gün, fare derisini
yüzüp uyuyan kızın yorganının altına koymuş. Kocasına kız kötü kadın olduğunu ve
dışarıda erkeklerle beraber olup ölü bir bebek doğurduğunu anlatmış. Babası ise üvey
annenin yalanına inanıp çok kızmış ve kızın, ailesini utandırdığı, ailenin ismini kirlettiği
için onun suda boğularak öldürülmesini emretmiş. Suda boğulan kız, ölüp dolaşarak o
mahalleye gelen yeni yöneticilere gerçeği anlatmaya çalışmış. Yöneticilerden cesur ve
iyi olan birisi onu anlayıp kızın boğulduğu göletin kazılması için emir vermiş. Oradan
kızın cesedi hiç bozulmamış bir hâlde çıkmış. Yönetici üvey anneye ağır bir ceza vermiş.
Kız içindeki öfkeden kurtulup toprağa karışmış ve ruhu yöneticiye teşekkür edip bir
daha görülmemiş.
54
Kore halk hikâyeleri ve halk inanıĢlarına göre Koreliler eskiden beri insanın, beden ve
ruhtan oluĢtuğuna, beden ve ruhun birbirine bağlı olduğunda insanın yaĢadığına,
bedenle ruh ayrıldığında ölümün gerçekleĢtiğine inanmıĢlardır. Yani ruh bedeni terk
ederse, beden ölür, bedende ruh olduğu zaman beden yaĢayabilir.
Ruhla ilgili özellikle ölen kiĢinin ruhunun görünüĢüyle ilgili kayda geçmiĢ iki türlü bilgi
vardır. Ġlk olarak ruhun belli bir biçime sahip olduğu bilgisidir. Diğeri ise belli bir Ģekle
sahip olmayan ruhun beden öldükten sonra kalan arzu ve isteklerini sesiyle bir
baĢkasına iletebildiği kaydıdır. Ölen kiĢinin ruhunun etkisinden dolayı yaĢayan insanlar
ölü insanları merak ederler. Eskiden Koreliler ölen kiĢilere karĢı farklı duygular
besledikleri için hem onun ruhuna minnet duyar hem de ondan korkarlardı. Ancak
korku, sevgiden daha ağır basardı. Genel olarak Kore sözlü edebiyatına bakarsak ölen
insanın öfkesinin hayatta olan insanlara hastalık, felâket ve ölüm getirdiğini anlatan
hikâyelere sık rastlarız.
Kore halk inanıĢı esas alındığında ruhun belli bir biçiminin olmadığına inanılır. Fakat
halk kültüründe ruhun dolaĢması, uçması, konuĢması, yemesi ve ağırlaması gibi
ifadelerle ruhun birkaç türünün olduğu düĢünülebilir. Ruh öncelikle kendini insanın
ölmeden önceki biçiminde gösterir. Ruh, normalde gözle görünmeyen biçimsiz ve ebedî
bir varlık olarak düĢünülür. Ama halk hikâyelerinde ruh, insan Ģeklinde olup kendi istek
veya öfkesini anlatmaya ve çözmeye çalıĢır. Koreliler ölen babaanne, dede veya daha
uzak akrabalar gibi atalarının ruhunu rüyalarında görürlerse mutlaka bunun bir sebebi
olduğuna inanırlar. Bu yüzden rüya yorumculuğu geliĢmiĢtir. Ruhun biçimini yılda bir
kere yapılan geleneksel anma töreninden de anlayabiliriz. Ruh için özel masa kurulup
üstüne meyve, et, pilav gibi yemekler hazırlanıp konulur. Gece saat on ikide tören
düzenlenir. Bu, gece saat on ikiden sabaha kadar ruhun hareket saati olduğuna inanma
düĢüncesinden kaynaklanmaktadır. Ruh o gece evine gelip yemek yer diye düĢünüldüğü
için evin kapısı da açık bırakılır. Ruhun gelip torunlarının çektikleri zahmetten dolayı,
onlara mutluluk, sağlık ve bereketi getireceğine ve sıkıĢtıkları zaman onlara yardım
edeceğine inanılır.
55
Kore halk hikâyelerinde ruh, insan dıĢında hayvan, bitki ya da maddî varlık vs. olarak
da görülür. Bunlar ruhun reenkarnasyonu; yeniden doğumundan sonra görülebilen ruh
biçimidir. Yani önceki hayatta insan olarak yaĢamıĢ ve ölmüĢ olan ruh, hayattayken
yaptığı iyilik, kötülük veya gerçekleĢtirilemeyen istek, intikamı alınamayan bir olay vs.
sebeplerden dolayı tekrar insan dıĢındaki hâliyle doğmuĢ veya dünyaya gelmiĢtir.
Ancak hikâyelerde o ruhun yeni hâliyle tekrar doğduğunu doğrudan anlatan cümle ya da
ifadeyi bulamayız. Sadece yukarıda bahsettiğimiz gibi ruhu kuĢ, yılan, bitki gibi çeĢitli
biçimlerle geldiği anlatılır.
„Pirinç içine taş ve bozuk pirinçleri karıştırarak satıp büyük para kazanan bir adam
vardı. O pirinç satıcısı öldükten sonra yılan olmuş, kendi evini terk etmeyip evdeki ailesi
ve torunlarını korkutmuş. Bunu anlayan ailesi büyük paralar harcayarak dini kut töreni
yaptırmışlar ve tapınağa gidip dua etmişler. Ailesinin çektiği zahmetlerden duygulanan
yılan, derisini soymuş gitmiş.‟ 99
Bundan farklı olarak yaĢadığı zamandaki öfke ve fesattan dolayı tekrar hayvan
biçiminde dünyaya gelip amacını gerçekleĢtirmeye çalıĢan ruh da vardır. Ölümden
sonra yılan, kuĢ kelebek gibi hayvan Ģeklinde dünyaya gelen ruh hikâyelerine sık sık
rastlanır. Kore‟de sotccôkse‟yle (소쩍새, cüce baykuĢ) ilgili bir efsane vardır. Bu, cüce
baykuĢun ötüĢüyle ilgili bir hikâyedir:
99
Wun Shik Çö, Kore Sözlü Hikâyeleri, s. 87-88.
56
„Eskiden büyük ailesine yemek pişirip hazırlamak için çok gayret eden bir gelin varmış.
O gelin her zaman pilav yeterli olmadığından aç kalırmış. Kayınvalidesi de ona çok iş
verip kötü davranarak zorlarmış. Gelin bir gün bunlara dayanamayıp ölmüş.
Mezarından kuş çıkmış. O, „sot100 küçük‟ anlamına gelen „sot ccôk! Sot ccôk!‟ diye öten
cüce baykuş (sotccôkse)muş.‟101
Eskiden bir gelin eşinin ailesinden gördüğü eziyetlerden dolayı yemek yiyemez aç
kalırmış. Gelin evdeki köpeğin yemeğini yiyebilmek için köpeğe yemek vermemiş ve onu
öldürmüş. Köpek, öldükten sonra öcünü almak için yılan olarak yeniden doğup gelinin
evine girmiş. Bunu anlayan büyük rahip gelini kurtarmak için geline gidip yılanın
testinin içine gireceğini söylemiş. Gelin testinin kapağını kapatmış fakat yılan testiye
sarılmış ve zehrini testinin içine akıtmış. Buna dokunan gelin ölmüş.‟ 102
Eskiden bir adam inek satmış ve aldığı parayı keseye koymuş ve tuvalete gitmiş. O
sırada bir kedi keseyi alıp kaçmış. Adam kediyi takip etmiş. Kedi bir mezarın içine
girmiş. Adam mezarın altındaki evde bir gün kalmış. Evdeki yaşlı kadın adama yemek
hazırlamış. Adam yemek yerken kedi eve girmiş. Adam kediyi yakalamak için tahta
yastığı atmış, ancak yastık yanında uyuduğu eşinin kafasına çarpmış ve eşi ölmüş.
Yönetici bu olayı araştırdığında eskiden evin sahibinin ve eşinin, dıngcimcangsu‟yu
öldürüp parasını çaldıkları ortaya çıkmış. Onların öldürdüğü dıngcimcangsu‟nın ruhu
da kedi olarak öcünü almış.‟103
Kore halk hikâyelerinde güneĢ ve ayın ortaya çıkıĢıyla ilgili Ģöyle bir hikâye vardır:
„Güneş ve Ay olan erkek ve kız kardeş‟ adlı bu hikâye, Kore sözlü edebiyatında önemli
bir yer tutan ünlü bir hikâyedir. Bu hikâyenin özeti Ģöyledir:
100
Dökme demirden yapılmıĢ Kore geleneksel tenceresi.
101
Wun Shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, s. 102.
102
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 1, s. 63.
103
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 1, s.80.
57
„Bir varmış bir yokmuş. Bir köyde bir erkek, bir kız kardeş annesiyle yaşarmış.
Günlerden bir gün, annesi bir tane kaplanla karşılaşmış. Kaplan annelerini kandırarak
yemiş. Annelerinin kıyafetini giyen kaplan çocukların evine doğru gitmiş. Kaplan
kapının önünde çocuklara kendisini anneleri olarak tanıtıp kapıyı aç demiş. Kaplan
onları kandırmaya çalıştığı hâlde iki kardeş, onun anneleri olmadığını, kaplan
olduğunu fark edip evin arkasında bulunan çeşmeye kaçmışlar, çeşmenin yanındaki
büyük ağaca çıkmışlar. Kaplan çocukların kaçtığını anlayıp ağaca tırmanmaya
başlamış. Kaplanın yaklaştığını gören iki kardeş korkup Gök Tanrı‟ya „Bizi
kurtarırsanız yeni ve sağlam saman ipinden gönderip veriniz, eğer bizi öldürürseniz
çürümüş olan saman ipi veriniz.‟ diye dua etmişler. Birden gökten yeni ve sağlam bir
saman ip 104 gelmiş. İki kardeş o ipten göğe doğru çıkıp kaçmışlar. Kaplan da aynı
şekilde dua etmiş Gök Tanrı‟ya. Gökten bir ip gelmiş, ama kaplana gelen ip çürükmüş.
İpten çıkarken birden bire ip kopmuş, kaplan mısır tarlasına düşüp ölmüş. Bu yüzden
mısır sapı halen kırmızıdır diye düşünülmektedir. Göğe çıkan kardeşler güneş ve ay
olmuşlar. İlk önce tanrı erkek kardeş güneş, kız kardeş ay olsun demiş. Ancak kız kardeş
akşamları korktuğu için abisinden onun yerine ay olmasını rica etmiş sonra kız güneş
olmuş erkek ise ay olmuş. Kız utangaç olduğu için insanlar ona doğrudan bakamasın
diye güçlü parlak bir ışık vermiş. Bu yüzden insanlar güneşe doğrudan bakamazlar.
Ruhun tekrar doğmasıyla ilgili maddi varlık olarak görülen Ģöyle bir hikâye de vardır.
„ Üvey Anneyle Tungso (퉁소, neye benzeyen Kore geleneksel müzik aleti):
Eskiden üç kızı olan bir adam ikinci kez evlenmiş. Kötü üvey anne, bir gün eşi dışarıya
çıktığında en büyük üvey kızının bir erkekle beraber olduğunu ve ondan bir bebek
doğurduğunu söyleyerek dedikodu çıkarmış. İftiraya uğrayan kız, bu çirkin iftiranın
önüne geçemeyip utancından intihar etmiş. Üvey anne, kızın cesedini bambu ağacıyla
dolu ormana gömmüş. Orada bambu ağaçları hızla büyümüş. O mahalledeki bir erkek,
oradaki bambu ağacıyla Tungso yapıp üflemiş, Tungsonun içinden „kinimi çözün lütfen‟
diye bir ses çıkmış. Uzaktan babası bu sesi duymuş. Olayı ortaya çıkartıp eşine ceza
104
Buğday saplarından yapılmıĢ ip.
58
vermiş. Böyle olunca ölen kız, Tungso‟dan tekrar hayata dönüp, o erkekle evlenip mutlu
bir hayat sürmüş.‟ 105
Kısaca Koreliler insan öldükten sonra da daima değiĢmeyen öz varlık olarak ruha
inanmıĢlardır. Ruh bedeni terk ettiğinde dolaĢır, yer, içer, konuĢur. Doğal bir Ģekilde
ölmeyenlerin ruhu ise insanlara zarar verebilir. Ayrıca ruh, ölümden önceki hâlinde
yılan, kuĢ, kelebek gibi hayvanî bir biçimle tekrar geri gelir bazen de sadece ses olarak
kendini gösterir.
Kore halklarının inanıĢlarını anlamak için ayrıca kut‟un da anlatılması gerekir. Kut,
Kore ġamanizm‟inde tanrı idaresi altındaki mudang‟ın, insan ve ruh arasındaki iliĢkiyi
bağlayıp çözdüğü bir dinsel törendir. Kore'de mudang, yaĢayan dünya ile, ölülerin
bulunduğu ruhsal dünya arasında bir aracıdır. Onun insanları hem kötü ruhlardan
kurtardığına, hastalıkları iyileĢtirdiğine hem de dünyaya geçiĢin sorunsuz olmasını
sağladığına inanılır. Aynı zamanda mudang'ın, yaĢayanlarla ölüler arasında var
olduğuna inanılan çatıĢma ve gerginlikleri çözdüğüne de inanılmaktadır. Kut türlerinden
birisi olan Cinogi kut (진오기굿), Ġnsanın ölümünden sonra ruhların bu dünyadan öbür
dünyaya geçiĢine yardımcı olmak, ahirette yeni bir hayata baĢlamasını gerçekleĢtirmek
amacıyla yapılan bir törendir. Kısacası bu kut‟un amacı yaĢayanlarla ruhlar arasındaki
sorunları çözmektir. Mangcaçôndo kut (망자천도굿)‟un anlamı ise ölen kiĢiyi göğe
gönderme töreni (kut)dir.
Halk hikâyelerinde kut normalde Ģöyle anlatılır. Birisi para, aĢk, kıskanmak gibi
hırslarından dolayı diğer kiĢiye zarar vererek öldürür. Ölen bu kiĢi, öbür dünyaya
geçmeyip intikamını almak için ya öldürene ya kendi ailesine ya da baĢka kiĢiye ne
istediğini söyler veya ona zarar verir. Bunları anlayan insanlar veya adam, ne yapılması
gerektiğini sormak için Ģamana gider. Bazı hikâyelerde ise bir Budist rahibe yapılması
gerekenler sorulur. O zaman Ģamanın kut yapması gerektiğini yani ruhun kin ve
kızgınlığını söndürüp öbür dünyaya yönlendirmesi gerektiğini ifade eder. Kut yapılırken
Ģaman, ölen kiĢinin ruhunu çağırır Ģamanın bedenine giren ruh, içinden geçenleri ona
anlatır. ġamandan kut yapmasını isteyen adam ise ruhundan özür diler. ġaman ise ölen
105
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 1, s. 83.
59
kiĢinin ruhuna geçmiĢteki olanları unutup gitmesini söyler. ġaman bunları düzeltip kut‟a
devam eder, bitirir. Kore halk hikâyelerinde kut, ruhun istekleri veya kinlerini anlayıp
onların problemlerini çözen önemli bir fonksiyona sahiptir. Kut sadece ölen kiĢinin veya
ruhun söylemek istediğini anlamak için yapılmaz. ġaman, insanların bilerek veya
bilmeyerek yaptığı kötülükler ve suçlardan dolayı onları yapanları azarlayıp durumlarını
düzeltir. Bunların hâlen yaĢamakta olan insanların mutluluk ve huzuru için yapıldığını
anlayabiliriz. Kore kültüründe halk hikâyelerindeki kut, bir kimseyi derdinden,
endiĢesinden, merakından vs. kurtarıp daha rahat ve doğru yaĢama yönlendirmek için
yapılmaktadır.
Kısaca ifade edersek Koreliler ruhun, belli bir süre yaĢadığımız dünyada kaldığına
inanmaktadır. Bu süre içinde cenaze töreni ve anma töreni de yapılmaktadır. Bu törenler
sonunda mutlaka ruhun bu dünyadan ayrılması gerektiği düĢünülmektedir. Ne türlü
olursa olsun ruhun, yaĢamakta olan insanları etkilemesi, mutlaka çözümlenmesi gereken
bir problem olarak görülmektedir. YaĢamaktayken ruh, bedende kalır, ölümden sonra
ise ya mezar ya öbür dünyaya gitti diye düĢünülür.
Budizm tarihi çalıĢmalarında ise genellikle Budizm‟in Kore‟ye girdikten sonraki öbür
dünya anlayıĢı ve değiĢimi incelenirdi. Eski Koreliler budizmın etkisiyle yaĢamın bir
çember olduğunu düĢünmüĢ. Bir çok halk hikayelerde görüldüğü gibi kötülük yapanlar
sonunda ceza alır, cehenneme düĢer, bir sonraki hayatta hayvan veya insan dıĢındaki bir
varlık olarak doğabilir. Ama iyilik yapanlar ise hayırlı yaĢam yaĢar sonraki hayatta da
güzel bir varlık yani insan olarak doğar.
60
Korelilerce bedensel ölüm kaçınılmaz kader olarak düĢünülürdü. Bunun yanı sıra
yaĢama tutkuyla bağlanıp ölümden sonraki hayata inanıldığı durumlar da vardı. Ruha ve
öbür dünyaya inanmak, ölen kiĢiye ait eĢyaları veya sevdiği hayvanları öldürüp ölüyle
beraber gömmeleri bu inanıĢı kanıtlayan örneklerdir. Ölümü kabul edilir, ancak ölenin
hayattayken yaptıklarından sorumlu tutan ve yaĢarkenki onuru ve isminin devam
edeceğini düĢünen inanç da vardı. Bu sebeple de genel olarak eski Koreliler ölümden
sonra baĢka bir hayatın var olduğunu düĢünür ve ona inanırlar.106
Kore‟de öbür dünya anlamına gelen tagye (타계, diğer/öbür dünya) ve fiil olarak
Tage+Hada (하다, yapmak) ölmek anlamına gelir. Bu fiil, özellikle değerli ve önemli
kiĢilerin öldüğünü anlatmak için kullanılır. Ġnsanın dünyayı terk edip diğer dünyaya
gittiğini ifade etmek için kullanılır. Halk arasında tage‟den daha yaygın olarak côsıng
(저승) kelimesi kullanılır. Côsıng‟ın zıt kelimesi Ġsıng‟tır. Cô (저), o anlamına, i (이)
ise bu anlamına gelir. Bundan baĢka huseng (후생, sonraki hayat), sahusegye
(사후세계, ölümden sonraki dünya) gibi kelimeler de kullanılır.
Côsıng, isıng‟ın zıt anlamlısı olup insanın öldükten sonra ruhunun yaĢayacağına
inanılan dünyadır. Côsıng, tekrar doğma veya böyle bir yaĢamı ifade eden çaseng
(차생)‟den gelmiĢtir. Côsıng‟ı anlatan çeĢitli kelimeler Kore din tarihinin geliĢmesiyle
beraber oluĢturulmuĢtur. Kocosôn‟dan beri Korelilerin geleneksel dini, ġamanizm‟di.
Üç Karalılık döneminin ortalarında Konfüçyüsçülük, Budizm, Taoizm girip ġamanizm
dinleri benimsenmiĢti. Bunlar birbirlerinden etkilenip Kore kültürünü oluĢturmuĢlardır.
Kore‟deki ġamanizm, Budizm, Taoizm törenlerinden ve bu dinlerle ilgili olan
hikâyelerden detaylı bir Ģekilde öbür dünya hakkındaki görüĢü görmek mümkündür.
Fakat Konfüçyüsçülüğün öbür dünya hakkındaki görüĢü pek de net değildir.
yok edilemeyeceğine inanılırdı. Bek‟in ise belli bir zaman geçtikten sonra yavaĢça yok
olacağına inanılırdı. Konfüçyüsçü bilim adamları, côsıng kelimesi yerine hwangçôn
(황천) kelimesini sık sık kullanırlardı. Hwangçôn, Çin‟den gelmiĢ bir kelime olup
çunçucwaşicôn (춘추좌씨전), MÖ 350 yıl Cowa soyadlı adamın Çunçu kitabının
yorumlandığı ve açıklandığı kitap)‟un birinci cildinde Canggong ve Yônggosuk‟un
konuĢmaları arasında görülen ölen insanların dünyasıdır. Bu kelimedeki hwangçôn,
ölmüĢ insanın gömüldüğü yeri ve toprak altı deliği ifade etmektedir. Buradaki
hwangçôn kelimesi, edebiyatçı ve Konfüçyüsçü bilim adamlarının ağızdan ağıza
aktararak kullandığı bir kelimedir. Ondan sonra da Kore halk inanıĢını etkilemiĢtir. Ne
zamandan beri kullanılmıĢ olduğu belli değildir. Fakat ölen kiĢinin gömüleceği yere
götürüldüğü zaman söylenilen sangdusori (상두소리) denilen türkünün sözlerinde de
hwangçôn kelimesi geçer. Sangyô (상여, tahtadan yapılmıĢ üstüne tabut konulan süslü
taĢıma aracına veya araba) taĢınırken en önde duran kiĢi, ölen kiĢin hayatını anlatır ve
öbür dünyaya rahat gitmesini diler. Kalan insanların ise (aile, akraba, arkadaĢları vs.)
uzun yaĢamama arzusu ve bunun gibi dilekleri içeren Ģarkıyı söyler. Buna
sang(Sangyô)-du(두, baĢ)-sori(소리, ses/Ģarkı) veya sangyôsori denilir. Sangdusori‟den
hwangçôn Ģöyledir.
Budizm‟deki öbür dünya gıngrak (극락, cennet) ve ciok‟dan (지옥, cehennem) oluĢur.
Öbür dünya, sabasegye (사바세계, yaĢayan dünya) den batı tarafa doğru on milyar
uzaklıkta olan côngto (정토, temiz yer)‟dur. Orada olan herkes mutludur, eğlenir,
üzüntü hiç yoktur. Bu yüzden orası özgür ve rahat dünya olarak tanımlanır.
Muryangsugyung‟ a göre côngto, altın, gümüĢ, kristal, mercan, kehribar vs. yedili
107
Bkz. (2007), Kore Halk Kültürü Büyük Ansiklopedisi, Kore Bilimi AraĢtırma Enstitüsü (The
Academy of Korean Studies), http://encykorea.aks.ac.kr/ (08.05.2012).
62
hazineler108 den oluĢur ve ıĢıl ıĢıldır. Toprağın geniĢliği sınırsızdır. Havası da her zaman
ne sıcak ne de soğuktur. Yedili hazineler ağaçlarla doludur, serin rüzgâr ağaçlar
arasından estiğinde mistik bir müzik duyulur. Binalar da oldukça süslü ve mükemmel
olup dört tarafta göletler vardır. Göletlerde mavi, kırmız, sarı, beyaz nilüferler vardır.
Gıngrak kavramı ve inancı Budizm‟in Üç Karalılık dönemine girmesiyle baĢlamıĢtır.
Özellikle Ccôngto inancı geniĢ bir Ģekilde yayılarak Kore halkının gıngrak inanıĢının
oluĢturulmasına önemli etki etmiĢtir.
Taoizm‟in Kore‟ye girmesi Budizm‟in girmesiyle birlikte olmuĢtur. Ondan sonra Cosôn
döneminin ortalarında özellikle saraylılar ve soylular Taoizm‟e inanmıĢlardır.
Taoizm‟in ciok kavramına da BirleĢik ġilla döneminden itibaren rastlanılmaktadır.
Taoizm‟in ciok kavramıyla Budizm arasında fark yok denecek kadar azdır. Sadece farklı
108
The Seven Treasures (gold, silver, lapis, crystal, coral, agate, pearl).
63
olarak myôngbu‟da çeĢitli görevlerin alındığı yerler vardır. Taoizm‟in ciok kavramı,
Kore ġamanizm‟in ciok kavramının oluĢturulmasını da etkilemiĢtir.
Mu (무, Kore ġamanizmi), Kocosôn (MÖ 2333 - MÖ 108) döneminden beri Kore dinî
kültürünün temelini oluĢturup bugüne kadar devam etmiĢtir. Budizm ve Taoizm
Çin‟den girip Mu‟nun dinsel kültürüne eklenmiĢtir. Bu dinler beraber yaĢayıp
birbirleriyle etkileĢmiĢlerdir. Bu yüzden Mu, Korelilerin öbür dünyaya bakıĢ açısını
devam ettirerek Budizm ve Taoizm‟in öbür dünya kavramını kapsamıĢtır.
Mu‟nun öbür dünyaya bakıĢ açısı, ölüler için yaptıkları törenlerden anlaĢılmaktadır.
Mangcaçôndo kut, Kore‟nin her bölgesinde yaygın bir Ģekilde yapılmaktadır. Seul ve
Gyônggi bölgesindeki cinogü kut (진오귀굿) veya senam kut (새남굿), Cecu Adasında
şiwangmaci (시왕맞이), Gyôngsang-do‟nın ogu kut (오구굿) Côla bölgesinin sitggim
kut (씻김굿) vs. olarak kutlanmaktadır ve bunların kökeni mangcaçôndo kut‟tur.
Mangcaçôndo kut‟ta öbür dünyayla ilgili çok çeĢitli simgeler görülür ve törenler yapılır.
Özellikle Barigongju (바리공주) Destanı‟nda Kore ġamanizm‟inin öbür dünyaya
bakıĢı ve bununla ilgili Budizm ve Taoizm‟in etkisi çok iyi görülmektedir. Öbür dünya
orada kapının dıĢındaki dünyadır. Ölüm hastalığına yakalanan anne ve babasını
kurtaracak ilacı aramaya çıkan Barigongju, kapıdan çıktığında batıyı doğuyu ayırt
edememiĢ ve dünya karanlık olmuĢ. Öbür dünya yolculuğuna çıktığında insanlara doğru
yolu sormuĢ, cevabı almak için onların istediği zahmetli iĢler yapmıĢ. Bir çok çeĢitli zor
iĢleri bitirdikten sonra nihayet öbür dünyaya varan Barigongju, canggi baduk (장기
바둑 geleneksel tavlası) yapan şinsôn‟la (신선, Taoizm‟deki tanrı) karĢılamıĢ.
Şiwang‟ın (Budizm‟deki öbür dünyada olan on tane tanrı) suçluların sorgulandığını
görmüĢ. Şiwang‟ın rehberiyle çeĢitli çiok‟u görmüĢ. Ondan sonra Mucangsıng‟la
(무장승) tanıĢmıĢ. Ondan ölümsüzlük suyunu almak için onunla evlenip yemek yapmıĢ,
ev iĢleri yapmıĢ, üç tane oğlan evlat doğurmuĢ. Mucangsıng‟dan ilaç alıp evlatlarıyla
Ģimdiki dünyaya yani isıng‟a tekrar gelmiĢ. İsıng‟a gelirken orada isıng ve côsıng ayıran
bir nehir varmıĢ. İsıng‟a gelir gelmez anne ve babasının sangyô‟yla götürüldüğünü
görmüĢ hemen çiçek ve Ģifalı suyu onlara vererek onları ölümden kurtarmıĢ. Sonra
Barigongju, ölen kiĢinin ruhunu göğe gönderen mudang olmuĢtur. Kore destanlarında
64
öbür dünya kavramı, insanın asıl memleketidir. O memleket ise yakında olan çiçek
tarlası, yani evin hemen dıĢındaki arka bahçesidir. 109
Öbür dünyanın nerede olduğu sorusu her zaman insanların zihinlerini meĢgul etmiĢtir.
Birçok bilim adamı ilk dönemlerde eski insanların öldükten sonra ruhlarının
bedenleriyle yaĢamaya devam ettiğine inandıklarını, ancak zaman geçtikçe öbür
dünyanın ve Ģimdiki dünyanın birbirinden uzak ayrı yerlerde olduğunu ve ruhların
uzakta kaldığını iddia ettiler.
Yeraltını öbür dünya olarak düĢünmenin, eski taĢ devrinden beri yapılan ölü gömme ve
ölüyü mağaraya koyma gibi cenaze iĢlemleriyle alakalı olduğu açıklandı. Gömülürse
ölen kiĢi mezarında kalır diye inanılırdı. Bu yüzden eski insanlar genellikle mezarı
ölümden sonraki ölen kiĢinin kaldığı yer olarak düĢünürlerdi. Öbür dünyanın yer altı
olarak düĢünülmesi, eski insanların özellikle üzerinde yaĢadıkları toprağın verim ve
üretimiyle ilgili olduğu gibi, ölümden sonra dönmesi gereken memleket olarak da kabul
edilmesinden dolayıdır. Öbür dünyanın yeraltı olduğu düĢüncesi halk tarafından
inanılan daha yaygın bir inanıĢtır. 110
Bazen öbür dünya, belli bir yön olarak da kabul edilmiĢ, cenaze iĢlemlerinde hangi yön
daha çok beğenilirse, o taraf, öbür dünyanın nerede olduğuna dair bir kanıt olmuĢtur.
YaĢam ve ruhun kaynağının baĢta olduğunun düĢünüldüğü dönemde ölünün baĢının
konulacağı yön, ölen kiĢin gideceği yönü göstermektir. Ölen kiĢinin hem baĢının hem
de ayağının konulacağı yerin, ölünün göçtüğü asıl yeri gösterdiğini ifade eden inanıĢlara
109
Bkz. (2007), Kore Halk Kültürü Büyük Ansiklopedisi, Kore Bilimi AraĢtırma Enstitüsü (The
Academy of Korean Studies), http://encykorea.aks.ac.kr/Contents/Index?dataType=0801 (08.05.2012).
110
Na, s.78-81..
65
Eski Koreliler, öbür dünyayı tanrıların olduğu yer olarak düĢünürdü. Bu bakımdan
dolayı öbür dünya, ölümden sonra herkesin gideceği yer olarak algılanırdı. Orada
sonsuz hayat olduğuna, ölümsüzlük (can) suyun bulunduğuna iananırlardı. Üstelik
burada yaĢayanlara, tanrılara ulaĢabilen büyük ve kutsal ağaç (veya dağ) olduğuna
inanırlardı. Bu ağaca uzay ağacı (dağ) derlerdi. Bu ağacın bulunduğu yer dünyanın
merkezi olarak kabul edilererk tanrılara tören yapılırdı.
Yukarda bahsettiğimiz gibi Korelilerce öbür dünya, ölen insanların ruhunun gideceği
yer olarak kabul edilmiĢtir. Öbür dünyanın yeri ise mezar, yer altı, gök, dağ, uzak yer,
deniz vs. olarak düĢünülmüĢtür. Fakat bunlardan mezar ve yer altı, eskiden beri
Korelilerin öbür dünyaya bakıĢında egemen olmuĢtur. Bu düĢünce ölüyü toprağa
gömme geleneğiyle devam etmiĢtir. Bunun için Koreliler côsıng olarak diğerlerinden
çok mezar ve yer altını öbür dünya olarak düĢünmüĢtür. Gök ve dağ ise sıradan
insanların ruhundan çok tanrıların ve kutsal insanların yaĢadığı yer olarak algılanmıĢtır.
Bu düĢünce ise Gök Tanrı inancından kaynaklanmaktadır. Deniz (Yonggung 112 ) ve
denizin bir yerinde olan yer ise suda boğulan kiĢinin ruhunun gideceği yer veya cennet
olarak düĢünülürdü. Daha sonra Kore‟ye büyük dinlerin girmesiyle Ģimdiki Korelilerin
ruhlarının göğe gideceği düĢünceleri daha da yaygınlaĢmıĢtır.
111
Na, s.83.
112
Kore efsanelerinde yongwang‟ın yaĢadığı sarayı. Yonggung genelde çok çeĢitli mücevherlerle dolu,
süslü ve mükkemmel yer olarak düĢünülmüĢtür.
66
Eskiden bir kişi dağ yolunda giderken akşam olmuş bir mezarın yanında uyumuş.
Uyurken orada ruhların sohbet ettiğini duymuş. Kişinin yanında uyuduğu mezardaki
ruh, kendisinin anma töreni olduğundan evine gidip gelmiş. Diğer ruhlara evine gidip
baktığında, pilavın içinde kaya, çorbanın içinde yılan olduğunu söylemiş. Ruh, bu
duruma çok kızmış ve bundan dolayı torununu fırına soktuğunu söylemiş. Ertesi gün
sabah mezarın yanında uyuyan kişi, anma töreni yapılan evi arayıp bulmuş. Evde anma
töreninde sunulan yemeklere bakmış. Pilavın içinde taş, çorbanın içinde ise bir tane saç
teli varmış. O adam, dün duyduklarını ev sahibine anlatmış. Ev sahibi, içtenlikle tekrar
anma töreni yapmış. Öyle yapınca çocuğun yanığı hemen iyileşmiş.‟ 113
Eskiden bir mahallede bir adam yaşarmış. Gençken ölüp 10 günlük cenaze töreni
yapılmış. Samuce (삼우제, cenaze töreni bittikten sonra üçüncü günde mezara gidip
yapılan tören) yapmak için ailesi mezara gitmişler. Mezara bakmışlar ki, mezarın
ortasında yarık açılmış. Mezarı dibine kadar kazınca tabut sallanmış içinden ses gelmiş.
Ailesi tabutu açınca ölmüş adam tekrar dirilmiş. Adamın bağlı olduğu yôm (염,
bağlar)‟ı çözüp beraber eve dönmüşler. Adam, onun ailesi, akrabası ve komşuların
toplandığı yerde côsıng‟a gidip geldiği hikâyeyi anlatmış. “Ben ölür ölmez iki beyaz
köpek evin önünde beni bekleyip götürdü. Buğday tarlası, arpa tarlasından sonra
sazları geçince büyük bir nehir vardı. O nehri geçmek gerekti fakat gemi yoktu. Sadece
uzun bambu bir direk nehrin bir kıyısından diğer kıyısına asılı duruyordu. Çaresiz kalıp
o bambu direkten nehri geçtik. O köprüden geçince büyük bir kapı vardı. Kapıyı geçince
yômradewang‟la karşılaştık. Yômradewang‟un sorduğu soruların hepsine cevap verdim.
Aniden yômradewang kızarak beyaz köpeğine Hanyang‟da yaşayan adamı getirmesini
emretmiştim. Niye başka adamı getirdiniz?‟ diyerek azarladı. Beyaz köpek özür diledi.
Yani Hanyang‟da yaşayan adamın adıyla benim adım aynı olduğundan beyaz köpek
evimde beni beklemiş. Bu yüzden tekrar beyaz köpeklerin yardımıyla döndüm. O bambu
direğin tam ortasında nehri geçerken aniden direk kırıldı. Belki de o zaman benim
113
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 2, s. 266-268.
67
Côsıng, Ģimdiki yaĢayan dünyadan çok uzakta olan yer olarak da anlatılmaktadır.
Côsıngsaca bazen köpek, bazen rüyasında gördüğü ölmüĢ yakın bir akraba/ata gibi ölen
insanın ruhunu côsıng‟a götürür. Böylelikle côsıng‟ın baĢka bir yer veya dünya olmayıp
yürüyerek gidilebilen uzak bir yer olarak düĢünülmesi, ölümün yaĢamla bağlı olduğu
düĢüncesinden kaynaklanır. Öbür dünyanın yürüyerek ya da nehri geçerek gidilebilecek
bir yer olduğunun düĢünüldüğü ve bu düĢünceyi anlatan hikâyelere sık sık rastlanır.
Korelilere göre dağ, kutsal nesne olarak düĢünülmekle birlikte tanrı, kutsal insan, çok
bilgili ulu kiĢilerin de yaĢadığı yerdir. Eskiden dağda yaĢayan kutsal insanların kaplan
gibi kutsal hayvanlara dönüĢtüğü sanılmaktaydı. YaĢadığı zaman boyunca yaptığı
iyiliklerden dolayı insanların veya bilgelerin sonunda dağa gidip kutsal insan olarak
kalan yaĢamına devam ettiğiyle ilgili hikâyeler de çoktur. Ölen kiĢinin ruhunun gideceği
114
Wun Shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, s. 215-216.
68
dağ, bir cennet gibi yani ölümsüzlük bitkilerinin olduğu mükemmel ve hayran kalınacak
manzaralarla dolu, mutlu bir Ģekilde yaĢanılabilen bir yer olarak düĢünülmektedir.
„ Şinson (신선, normalde dağda yaşadığı düşünülen kutsal adam) olan genç adam;
Eskiden bir gün zengin aileden bir genç, ana babasını kaybettikten sonra kendisine
kalan mirasın hepsini fakir insanlara verip şinson olmak için yola çıkmış. Yolda
giderken kendisini öven Budist rahip ve çok iyilik yapan bir kadın olarak tanıtan
insanlarla karşılaşmış. Kavşakta mirıkbul‟la (미륵불, Budizm‟de gelecekte insanları
kurtaracağına inanılan ilah İng. Bodhisattva) buluşmuşlar. Mirıkbul‟a sormuş, adamın
sağ tarafa, rahip ve kadının sol tarafa gitmesini söylemiş. Sağ tarafa giden adam,
şinson olup iyi yaşarken, diğer ikisini merak ederek sağ tarafa gidip bakmış ki onlar
yılan olmuş. Adam, mirıkbul‟a sebebini sormuş mirıkbul adamın fakir insanlara yardım
ettiğinden şinson olduğunu, rahibin başka kişilerin gayretle çalışarak kazanıp tapınağa
verdiği parayla tapınağında rahat yaşadığından, kadının ise bekâr ve dul erkeklerle
beraber olmaktan başka hiçbir şey yapmadığından yılan olduklarını söylemiş.‟ 115
Korelilere Yonggung, hayali dünya olarak düĢünülüp deniz, nehir, göl ve kuyu gibi
girilebilen bir yer olarak kabul edilmiĢtir. Eskiden yongwang‟ın yaĢadığı yer olarak
kabul edilen yerde tören yapılıp kurban sunulurmuĢ. Bazen hayvanın bazen de insanın
kurban olarak sunulduğu hikâyelere rastlayabiliriz. Hikâylerde suda boğulan ya da suya
düĢenler yeri özgürce gezebilen örneğin kaplumbağa gibi hayvanların yardımıyla
yonggung‟a gider. fakat, yaĢadığı zaman iyilik yapan, temiz kalpli, yardım seven
insanlar vb. iyi insan ve ruhlar sadece yonggung‟a gidebilir. YaĢadığı zaman yaptığı
iyiliğe karĢı yongwang, ödüllendirir. Bu hediyeler genelde dünyada hiç bulunmayan çok
değerli mücevher veya mistik gücü olan nesneler olur.
Eskiden iki erkek kardeş yaşarmış. Fakir olan küçük kardeş tuz satarak zengin olmuş.
Zengin olan büyük kardeş, küçük kardeşinin sürekli olarak parasını çalmaya çalışmış.
Büyük kardeşin isteği tamamen karşılanmadığı için küçük kardeşini suda boğarak
115
Wun Shik Çö, Kore Halk Hikâyeleri 2, s. 81-84.
69
öldürmüş. Yongwang, iyi kalpli küçük çocuğu alıp kaplumbağanın sırtına bindirerek
büyük bir miktar parayla onu tekrar dünyaya yollamış. Küçük çocuğa „ağabeyine söyle,
aileni yonggung‟a çağır, hepsi gelsinler!‟ demiş. Bunu duyan ağabeyi, yongwang‟la
buluşmak için ailesiyle denize atlamış hepsi ölmüş.‟ 116
Yongwang, bazen iyi insanları dünyaya tekrar yollar. Yonggung‟a gidip tekrardan
dünyaya gelen şimçong‟ın hikâyesi de Kore‟de yaygındır.
Şimçongcôn (심청전, Şimçong adlı kızın efsanesi):Kör Şim Bey 40 yaşında bir kız
evladına sahip olmuş. Eşi bu kız çocuğunu doğururken ölmüş. Bu yüzden kör Şim,
mahalleyi dolaşarak yeni doğum yapmış kadınların sütünü temin ederek kızını büyütmüş.
Şimçong büyüyüp mahallede terzilik işlerini yaparak babasıyla yaşamış. Kör Şim bir
gün, Budist bir rahibin gözlerini açabileceğini duymuş. Ancak bunun için 300 pirinç
çuvalını Budist tapınağına bağışlaması gerekiyormuş. Şimçong babasının söylediklerini
duyup insan kurbanı (Eskiden büyük dalgalı denizleri sakinleştirebilmek için denize
insan atıp onu denize kurban ederlerdi ve böylelikle denizin sakinleşeceğini
düşünürlerdi) arayan denizcilere kendisini kurban etmiş ve bunun karşılığında onlardan
300 çuval pirinç istemiş. Şimçong‟ın kurban edileceğini duyan babası kör Şim,
ağlayarak denize gitmiş ama çok gecikmiş. okhwangsangce (옥황상제, Taoizm‟deki en
ulu tanrı/ Gök Tanrı) Şimçong‟ın babasına olan sadakatinden etkilenip yongwang‟a
ona iyi bakmasını emretmiş. Yongwang hizmetlilere onu yonggung‟a götürmesini
söylemiş. Denize dalan Şimçong bayılmış ancak bir süre sonra uyanmış. Gözlerini
açtığında kendini yonggung‟da bulmuş. Şimçong yonggung‟da iyice ağırlanmış nilüfer
çiçeğine bindirilip tekrar dünyaya gelmiş. Kral, Şimçong‟u görüp aşık olmuş onunla
evlenmiş. Kral, babasını özleyen kraliçe için büyük bir ziyafet verip körleri davet
etmesini emretmiş. Kör Şim, öldüğünü sanan kızıyla buluşunca şaşkınlıktan gözleri
açılmış. Onlar uzun zaman mutlu bir şekilde beraber yaşamışlar.
Yonggung, çeĢitli hikâyelerde denizde olan büyük bir saray olarak anlatılmaktadır.
Şimçôngcôn‟da yonggung, ejderha‟nın kemiğinden sütun, balık pullarından çatı
yapıldığı yazılmaktadır. Bunun yanı sıra Şimçông yonggung‟da yıldırım oluĢturan ayna,
gök gürültüsünü üreten davul, rüzgârı estiren körük, yağmur yağdıran süpürgeyi ve su
116
Çö, s.76-78.
70
kabını görmüĢ. Bu ifadelerden yongwang‟ın havayla ilgili ĢimĢek, yağmur, rüzgâr vs.
yönetme gücü olduğunu anlayabiliriz.
Eskiden yaşlı bir adam tarlaya giderken çocukların öldürmek üzere olduğu
kaplumbağayı görmüş ve hemen onu çocukların elinden alıp kurtarmış. Yaşlı adamın
kurtardığı kaplumbağa, Yongwang (용왕, Deniz Tanrı/kralı)‟ın oğluymuş. Denize
döndüğünde babasına başına gelen olayları tek tek anlatmış. Yongwang da o yaşlı
adamı çağırıp teşekkür etmiş. Yongwang ona istediği her şeyi ne olursa olsun
çıkarabileceği yôncôk‟u hediye olarak vermiş. Nehir karşında oturan yani komşu
mahallede yaşayan satıcı yôncôk‟u çalıp götürmüş. Yaşlı adamın evde oturduğu köpek
ve kedi, bunu geri almak için yola çıkmış. Yôncôk‟u ağzına alıp kediyi sırtında götüren
köpek, nehri yüzerek geçerken yôncôk‟u suya düşürüp kaybetmiş. Köpek eve dönmüş
ancak kedi nehir kıyısında kalıp yôncôk‟u aramış. Ölen bir balığın karnında olan
yôncôk‟u bulup eve getirmiş. Yaşlı adam ve eşi çok sevinmişler, ondan sonra kediye
evde kalması için izin vermişler. Köpek ise dışarıda kalmış.‟117
***
Eski Kore halk inanıĢına göre insanın; doğadan, gökten geldiğine, Gök Tanrı tarafından
yaratıldığına, Gök Oğlu‟dan geldiğine inanılırdı. Bu Gök Tanrı inanıĢıyla ilgili olup
birçok destan, efsane ve hikayelerde anlatılmaktadır. Kore YaratılıĢ Destanlarında
insanın, Mirık‟ın gökten gelen böcekleri kutsamasıyla türemiĢ olduğuna inanılırdı.
Kocosôn‟un Tangun Destanı‟nda kral Tangun, Gök Tanrı‟ın oğlu Hwangung‟la Ayı
Kadın Wungnyô‟un oğlu olduğundan bahsetmektedir. Koguryô‟nun Cu Mong
Destanı‟nda kral Cu Mong, Gök Tanrı‟nın oğlu olan Hemosu‟yla su tanrısı olan
Habek‟in kızı Yuhwa‟dan doğduğu görülrmektedir. Kaya‟nın kıralı Kim Su Ro
Destanı‟nda Kim Su Ro, gökten iple indiği anlatılmaktadır. Kore‟de insanın Yer
Ana‟sından veya doğayı temsil eden topraktan geldiğini anlatan destanlar da
bulunmaktadır. Seng kut adlı ġamanizm destanında ise insanın topraktan yaratıldığı
anlatılmaktadır. Ġnsanoğlunun tufandan sonra türediğini gösteren hikayeler de vardır.
Koreliler eskiden insan ömrünün ve kaderinin doğumdan itibaren belli olduğuna, Büyük
117
Wun Shik Çö, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü, s. 241-243.
71
Ayı Takım Yıldızı‟nın insanın hayatından sorumlu olduğuna, bunun ömür kitabında
yazıldığına inanırlardı. Yômradewang (ahret tanrısı) insanların canlarını alma görevini
Côsıngsçasa (ölüm habericileri) göndererek adı geçen görevi onlara yaptırdığına
inanırlardı.
Koreliler insanın beden ve ruhtan oluĢtuğuna inanırlar. Ruh, yônghon kelimesiyle ifade
edilip ruhun ölümden sonra bir müddet bu dünyada kalıp sonra öbür dünyaya
gideceğine inanılır. Ayrıca ruh bedeni tamamen terk ettikten sonra ölümün
gerçekleĢtiğine inanılırdı. Koreliler, yaĢayan insanın ruhuyla ölümden sonra sahip
olunan ruhu farklı adlar kullanılarak nitelendirirlerdi. Ruhun belli bir biçimi olmadığına
inanır, ölen kiĢinin ruhuna dair hem sevgi, özlem hem de korku duyarlardı. Ruhun kötü
etkilerinden kurtulmak için Ģamandan yardım istenilirdi. ġamanların düzenlediği
törenlere kut adı verilir. Kore halkı ruhun geri dönebileceğine, göçüne, insanın yeniden
doğabileceğine inanırlardı.
Koreliler en çok yaĢlı kiĢilerin ölümlerinden sonra ölümü ifade ederken „dönmek‟
anlamına gelen doragaşida ifadesini kullanırlar. Eski dönemlerde Kore‟de ölüyü yakma,
ağaçta bırakma, açık bırakıp tekrar gömme, toprağa gömme, deniz veya nehir suyunun
altına gömme vs. çeĢitli defin yöntemleri bulunurdu. Günümüzde ise ölüyü yakma,
toprağa gömme yöntemi en yaygındır. Geleneksel cenaze töreninde ölümün
gerçekleĢmesinden duyulmasına kadarki aĢamasına çocong denilir. Bu sırada bedenden
çıktığına inanılan ruhu geri çağırma uygulaması çohon yapılır. Ölü yıkama ve
kefenlemesine sıpryôm denilir. Eski dönemlerde Koreliler ölüyü hemen gömmekten
kaçınırlardı. Günümüzde ise ölümden üç gün sonra tabuta yerleĢtirilip özel siyah
arabaya bindirilerek mezara kadar taĢınmaktadır. Tabut taĢıma sırasında ölünün ailesi,
akrabası, tanıdıkları bulunur. Geleneksel tarzda ölü gömme iĢlemi sırasında mezar
yapılıp, mezar içine ölünün konması iĢlemine büyük bir önem verilir. Ölü gömülürken
tabutlu veya tabutsuz olarak gömülebilir. Eski dönemlerde ölenin öbür dünyadaki yeni
yaĢamı için kıyafet, eĢya, bindiği at, silah, araç-gereç, süs, yemek, tabaklar vs. ölüyle
birlikte gömülürdü. Eskiden cenaze törenleri Budizm, Konfüçyüsçülük ve geleneksel
yöntemlerle yapılırdı. Günümüzde ise cenaze törenleri ölenin kendisi veya ailenin bağlı
olduğu din veya geleneklere uygun bir Ģeklinde yapılmaktadır. Bugünlerdeki yas
elbisesi siyah renkte olup yas süresi ise üç gündür. Ölüm yıl dönümlerinde ölenin
ruhunun öbür dünyada rahat yaĢaması ve torunlarına yardım etmesi dilenmektedir.
72
Bunun için akĢam saatinde ölenin ailesi toplanıp özel masa hazırlayarak ruha yemek
sunar, ruhu anarlar. Anma töreni hem ölenin evinde (oğul veya torunların evinde) hem
de mezar ziyaretinde de yapılmaktadır. Mezar ziyaretlerinde ölenin ruhuna yemek
sunulur. Koreliler öbür dünyayı gök, yer altı, dağ, deniz, mezar içi ve uzak bir yer vs.
olarak düĢünürlerdi.
73
II. BÖLÜM
Bu bölümde Türklerin geleneksel halk kültüründe insan, ruh ve ölümle ilgili olan
inançlarını inceleyeceğiz. Bir milletin kültüründeki insan, ruh, ölümle ilgili inanıĢları
soyut kavramlar olduğu için tarihî ve edebî eserleri, kalıntıları inceleyerek anlayabiliriz.
Türklerin insanın yaratılıĢı, ruh ve ölümle ilgili inanıĢlarını incelemek için öncelikle
önemli olan ana kavramlar üzerinde durmak gerekir. Biz burada Hunlar, Altay Türkleri,
Göktürkler, Karluklar, Uygurlar gibi eski Türk toplumlarında geleneksel kültürün ortak
noktalarıyla farklı özelliklerini bulup Ģimdiki Anadolu ve diğer Türk toplumlarında hâlâ
devam eden ya da eskide kalıp yok olan unsurları ele alacağız. Türklerin geleneksel
kültürünün belli unsurlarını bulmak için çok geniĢ bir coğrafî bölgeyi, sosyal yaĢantı ve
dinleri de göz önünde tutmak gerekir. Bu konuyla ilgili önceden yapılan değerli
araĢtırmalardan yararlanılacaktır.
118
Ünver Günay ve Harun Güngör, Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet
Yayınları,
Ġstanbul 2007, s. 22.
74
Türk geleneksel kültüründe insanın ortaya çıkması ve yaratılıĢını incelemek için konuyu
iki ana bölümde ele alabiliriz.
1909 senesinde Yakut Türklerinin dini hakkında önemli bir inceleme yapan
TroĢçanskiy‟e göre, Yakut Türkleri dünyanın baĢlangıçtan beri zaten var olduğuna
inandıklarından dünyanın yaratılıĢı ile pek ilgilenmiyorlardı. Yakut Türkleri en büyük
yaratıcı tanrıya Ürüng-Ayıg-Toyon 119 derlerdi. Yakutlar, tanrıdan yardım almak veya
iyilik dilemek için ona kurban sunarlardı. Beyaz-yaratıcı, kâinatı, insan, hayvan vs.
varlıkları yaratmıĢtır. Fakat bu büyük yaratıcı, diğerler gibi insanların özel iĢlerine
karıĢmaz. 120 Ġnsanın iĢlerine karıĢmayan tanrının özellilkleri Ögel‟in, Türk Mitolojisi
adlı Yakutların yaratılıĢ destanında da bulunmaktadır:
“Tanrı, insan şeklinde yedi tane şekil yapmıştı. Hepsine can (kut) verip, yedi tane erkek
yaptı. Ayrıca dört tane de kadın yapmıştı. Bu kadınları, insanoğlunun dördüyle
evlendirdi. Ama geriye kalan üç kişi kadınsız kaldı. Gidip Tanrıya şikâyet ettiler. Bu
böyle olur mu diye! Fakat Tanrı hiç oralı olmadı. Ne cevap verdi, ne de kadın. Tabii bu
üç kişi boş durmadılar. Kadınların etrafında dolanmağa başladılar. Ne olduysa böyle
oldu, insanoğlu vefasız oldu. Kadınların vefasızlığı da, hep bundan gelirmiş. Ama
sonunda diğer üç erkek nasıl bulmuşlarsa, üç kadın daha bulmuşlar. Evlenmişler ve üç
oğulları olmuş. Diğer dört insanın da dört kızı olmuş. Evlendirmişler onları
119
Bu eski Türkçede „beyaz-yaratan-tanrı‟ demektir.
120
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi c. 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s. 430-431.
75
birbirleriyle. Ama kızlardan biri açıkta kalmış. Erkeklerden biri de onu karısının üstüne
almış. Bu suretle çok kadınla evlenme âdeti meydana gelmiş. Ama erkekler, bu kalan
kızı, ben alayım diye, uğraşırken vefasız olmuşlar. Erkeklerin vefasızlığı da buradan
gelirmiş.”121
Burada tanrı, insanı yarattıktan sonra onların Ģikayetlerine karĢı hiç bir cevap veya
çareyi vermemiĢti. Bundan dolayı insanlar iĢleri kendi kendine çözmek gerekmiĢti. Bu
destan, o zamanki Yakut Türklerinin dünyaya bakıĢını yani dünyanın Tanrı dünyası ve
insan dünyası olarak ikiye ayrıldığını göstermektedir. Diğer tarafta, Tanrının insanı
kendi mal olarak düĢünmeyip yeni bir bağımsız varlık olarak algıladığını öğrenebiliriz.
Ögel, aynı eserde tanrının ilk insanı yapıp, köpeğe bırakıp ruh aramağa gittiğini ve bu
sırada Ģeytanın köpeği kandırarak insanların hepsini tükürüğe boğduğunu anlattı.
Burada insan, Ģeytan tarafından kötü varlık haline gelmiĢ sonra tanrı tekrar insanı
yaratmıĢtı.
“Eski Mezopotamya‟da yeni yılın ilk gününden 12 gün boyunca yeni yıl kutlama
törenleri yapılmıştır. O zaman en önemli dinî faaliyet olan bu törenin içeriği, Babil‟in
yazılı kaynaklarında çok detaylı olarak kayıtlı bulunmaktadır. Kaynağa göre tören, çok
sıkı disiplinli ve ayrıntılı olarak kurulması göreneklere göre yapılıp, törenin her kısım,
davranış, duaların hepsi geleneksel nedeni ve özel anlam taşımıştır. Öncelikle tören,
Nisan (o zamanki birinci ay)‟ın birinci günü olan gün dönümünde (Ekinoks) başlamıştır.
Başlangıcıyla birlikte 11 gün sürecinde önemli tanrılar belirli bir sıraya göre
121
Ögel, s. 449.
76
Marduk‟122a gelir. Son 12.inci gün geldiğinde tanrıların hepsi kendilerinin geldiği yere
döner, Marduk onur(şöhret, erdem) içinde yalnız kalır.”123
Yedinci günde törene duyulan ilgi dünya‟ya taĢınır. GüneĢ sistemin yedinci gezegeni
dünya olduğu için yedinci günün ayrıntılı içeriğini anlatan kayıtlı yazılar az da olsa
mevcuttur.
Ayrıca baĢka bir destanda “Onların yeni yıl kutlama töreninin başlaması böyle
anlatarak, Sümerlerin güneşle gezegenlerin oluşturdukları dizge (güneş sistemi), iki
tane konum olduğuna inanmıştı. Ay, Venüs, Merkür, Güneş bir grubu oluşur diğeri ise
Plüton, Neptün, Uranüs, Satürn (Sekendiz), Jüpiter, Mars ve Dünya‟dır. Birinci grubun
yer aldığı evren alanına GIR.HE.A veya UL.HE (kaos kuşağı) denir, ikinci grup
gezegenlerin yer aldığı evren alanına Sümerler UB denmiştir. Bahsettiğimiz güneş
sistemi iki ayrı grupların sonraki Astroloji‟ye yansıtılmıştır ve tanrıların soy biliminde
teogony de bunu görebiliriz. Tanrılar soy bilimi bakımından Sin (NAN.NA Ay Tanrı),
diğerlerinin başıdır. Shamash (UTU, Güneş Tanrı), onun oğludur, İnanna (İshtar,
Venüs Tanrı) onu kızdır. Adad (Ishkur, Merkür Tanrı) ise onun kardeştir. Diğer yedi
gezegen ise, Tanrı ve insanın birçoğu evrensel olaylarda bulunmaktadır. Onlar yedi‟li
hâkimdir ve An‟ın124 habercileridir. yedi rakamının uğurlu bir sayı olduğu nedeni de
buradan gelmektedir. Aynı sebepten dolayı eski Ön Asya‟nın hemen hemen bütün
şehirlerinde yedi tane şehir kapısı bulunur, kapıda ise yedi tane sürgü vardı. yedi yıl
boyunca bereketi dilenilen tören (ayin) olduğunu, yedi yıl sürecinde açlık ve hastalığın
kahreden büyü (beddua) de bulunmaktadır.” 125 denilmektedir. Sümer kültüründe var
olan yedi rakamının diğer bazı kültürel unsurlarla birlikte diğer halklara da aktarılmıĢ
olduğu görülmektedir.
Burada ifade etmek gerekir ki, Türk efsanelerine de Hıristiyanî unsurlar aktarılmıĢ.
Yakut Türklerine göre Tanrı, yeryüzündeki her Ģeyi, kendisinin en üstün yaratıkları olan
insanlar için yaratmıĢtı. onların dünyanın yaratılıĢıyla ilgili destanlarında şeytan, Hz. İsa,
topraktan yaratılış gibi motifler bulunduğuna bakınca, insanın yaratılıĢ destanına
Hıristiyanlıkla ilgili unsurların girdiğini söyleyebiliriz. Gördüğümüz gibi Yakut
122
Sumerlerin mitlerindeki en ulu ve büyük Tanrı
123
Zecharia Sitchin, Sumer veya Tanrıların Yurdu, AK Yayınları, Seul 2010, s. 369.
124
An, Cennetin tanrısı. Erken dönemde baĢ tanrıdır, daha sonra yerine Enlil baĢ tanrı olarak tapınılır.
125
Sitchin, s. 373- 375.
77
Türklerin yaratılıĢ destanları, sadece geleneksel Türk inancı dıĢında Sümerlerin dini
bakıĢını ve Hıristiyanlık unsurlarını yansıtmaktadır.
126
Ögel, s. 451.
78
Destanda insanın ağacın dokuz dalından yaratılması çok önemlidir. Çünkü eski Türk
mitolojisinde ağaç, kutsal bir varlık idi. Türk destanlarında da ağaç motifine sık sık
rastlanmaktadır. Oğuz Kağan Destanı‟nda Oğuz Kağan‟ın ikinci eĢiyle tanıĢma olayında
da ağaç motifi yer almaktadır. Bir gün Oğuz Kağan ava gitmiĢ. Bir göl ortasında
büyükçe bir ağaç görmüĢ. Bu ağacın kovuğunda bir kız varmıĢ. Bu kızın güzelliğine
kapılan Oğuz Kağan, ona âĢık olmuĢ ve ondan üç tane çocuğu olmuĢ. Birincisine Gök,
ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koymuĢlar. Bu destan dıĢında Uygurların
TüreyiĢ Destanı‟nda ise doğrudan ağaç motifi görmek mümkündür. Uygur TüreyiĢ
Destanı, Türklerin bir türeyiĢ nesnesi olarak ağaçtan nasıl meydana geldiklerini
anlatmaktadır. Kayın Ana, Kayın Ata vb. ağaçtan türeme ve ağacın ata olarak tanıtması
eski Türk inancıdan biridir. Uygurların TüreyiĢ Destanının içerik özeti Ģöyledir; Toğla
ve Selenge adlı iki ırmak arasında iki tane ağaç varmıĢ. Bir gün iki ırmağa ıĢık inmiĢ.
Sonra ıĢık kuvvetlenmeye baĢlayıp ĢimĢek de çakmıĢtı. Ağaçların olduğu yerde beĢ tane
çadır ve her birinin önünde bir çocuk varmıĢ. BeĢ çocuk büyümüĢ. onlardan birisi olan
Böğü Tekin Han, Uygur halkı tarafından tahta geçmiĢ.
127
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 190.
128
Numan Aksoy, “Türk YaraılıĢ ve TüreyiĢ Destanları ve Dinî Motifler”, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1993 (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), s. 82.
79
Ġnsan ise Erlik, Toprağın üzerindeki kilden Tanrı Ülgen tarafından yaratılan ilk insan;
Diğer Altay Türklerin yaratılıĢ destanlarında ise insanın yaratılıĢı Ģöyle anlatılmaktadır;
Ülgen, insanoğlunu yaratırken, etlerini topraktan, kemiklerini de taştan yapıp, ona ilk
şeklini verdi. Kadını da erkeğin kaburga kemiklerinden meydana getirdi. Fakat
80
bunların ruhu yoktu. Bir ruh bularak bunları canlandırmak lazımdı. Bunun için yola çıtı.
Yola çıkmadan önce insanı koruması için tüysüz bir köpek yaratmayı da ihmal
etmedi.129
Destanın baĢlangıçta Tanrı Ülgen ve ġeytan Erlik vardı. Bilindiği gibi ikili düĢünce
prensibi düalizm, Ġran mitolojisinin önemli bir özelliğiydi. Bu destanlarda Türklerin
yaĢadığı bölgelerin en azından bir bölümünde Budizm, Maniheizm, Musevilik gibi
dinlerin yayılmıĢ olduklarını ve bunların da destanları etkilediğini ifade edebiliriz.
Türklerdeki iki katlı dünya anlayıĢı (gök ve yer), üç katlı bakıĢ (gök, yer ve yeraltı)
olarak değiĢmiĢti. Gökte Tanrı yeryüzünde ise insan yaĢardı. Daha sonra Erlik, Ģeytan
olarak yeraltında kötü ruhları alarak karanlık dünyanın hâkimi olmuĢtu. Dünyanın ilk
önce iki tabakalı olarak, daha sonra yeraltı kavramının eklenerek üç katlı dünyaya
değiĢmesi, destanda birkaç sayfa içinde yer alsa da dünya sistemi ancak yüzyıllar
içerisinde oluĢmuĢtur.
Bu metinde insan ve varlıklar, yoktan yaratılma Ģeklinde değil, var olan bir temelin
üzerinde tanrının istenç ve buyruğuyla yaratılmıĢtır. Altay yaratılıĢ destanlarında Tanrı,
insanın dıĢ kalıbını topraktan yapmıĢ, ruhunu ise gökte bulup getirmiĢtir. Suyun kutsal
sayıldığını, her varlığın ruh olduğu ve ruh/can, tanrı tarafından yaratıldıktan sonra
üflemek Ģekliyle olduğu- hatta çok derin bir bağ bulunmaktadır- inanıĢlar ölüm
inanıĢlarıyla da bağlıdır. Bu bağla ilgili inanıĢı ise, sonraki bölümde inceleyeceğiz.
Ġnsanın bazı metinlerde topraktan, bazı metinlerde ise çamurdan yaratıldığı ifadesi
bulunmaktadır. Yahudilik, Hıristiyanlık, Ġslâm gibi dinlerde de insan, Tanrı tarafından
topraktan yaratılmıĢtır. Fakat bunlardan çok daha önceki zamanlarda da insanın
topraktan yaratıldığına inanılırdı. Altay yaratılıĢ destanlarında toprak veya çamur,
insanın yaratılmasında temel unsur olduğu hâlde, diğer önemli bir unsur daha
gerekmektedir. Bu öğe ise ruhtur. Hemen hemen bütün destanlarda insanın yaratılıĢ iĢi
129
Ögel, s. 465.
81
bittikten sonra, Tanrı ruhu bulmak için göğe çıkmıĢ veya yere inmiĢtir. Çünkü ruhsuz
insan canlandırılamaz, tamamlanamazdı.
Müslüman Türkler büyük bir değiĢim geçirdi. Dünyanın oluĢmasından varlığın sonraki
hayatına kadar yani, doğuĢtan ölüme kadar bütün inanıĢlarında Ġslâmî anlayıĢ belirleyici
130
bkz. Sitchin, s. 482-484
82
oldu. Dilden düĢünceye Ġslâm‟ın etkisi altında kalmayan kültür alanı bulmak artık
imkânsızdır. Türklerin insanın yaratılıĢıyla ilgili inanıĢları büyük ölçüde silinip
kayboldu.
Kur’an‟da “Nasıl oluyor da Allah‟a nankörlük edebiliyorsunuz? Siz yokken Allah sizi
var edip hayat sahibi kıldı. Vakti gelince sizin canınızı alacak, sizi yeniden hayata
kavuşturacaktır. Sonunda hepiniz hesap vermek üzere O‟nun huzuruna
132
çıkarılacaksınız.” Ayetiyle de insanın yoktan var olduğu ve tanrı tarafından
yaratıldığı anlatılmaktadır.
Âdem, Ģüphesiz ki Tanrı‟nın yarattığı en değerli bir varlıktır. Kur’an‟a göre de Tanrı
insanı kendi halinde yaratmıĢtır. Ġnsanı canlandırmak için Allah, ona ruh üflemiĢ ve onu
yaĢatmıĢtır. Ġnsanoğlu en son yaratıldığı için, bütün varlıkların en olgunu ve aynı
zamanda kâinatın da bir özeti idi. 133
Ġslâm‟da insan, dünyanın yaratılıĢından altı gün sonra tek tanrı olan Allah tarafından
çamurla dıĢ kalıbı yapılmıĢtır. Kur’an‟da insanı yaratmak için gerekli olan toprak
hamurunun dört ayrı özelliğinden söz edilir. Bunlardan biri Ģöyle denilir: “Andolsun biz
insanı çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık.” 134 Bu ayete göre süzülen bir
çamurun özü insanın ilk temel hamurunu oluĢtururken diğer bir âyette bu çamurun
yapıĢkan olduğunu dile getirilmiĢtir. 135 Diğer bir ayette de Ģöyle denilir: “Şimdi (Ey
Muhammed) onlara sor: onları yaratmak mı daha güçtür, yoksa yarattığımız diğer
şeyleri yaratmak mı? Gerçek şu ki Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan
yaratmışızdır”.136 YapıĢkan çamurdan çömlek gibi kuru balçık aĢamasına geçiĢle ilgili
131
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 301.
132
Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, DüĢün Yayıncılık, Ġstanbul 2011, s. 28.
133
Ögel, s. 477.
134
Mu‟mınûn 23/12
135
Celâl Yeniçeri, Uzay Âyetleri Tefsiri, Erkam yayınları, Ġstanbul 1994, s. 291.
136
Saffât, 37/11
83
âyetlerden birinde 137 “Andolsun biz insanı, kuru bir çamurdan, kokusu değişmiş ve
şekillenmiş kara bir balçıktan yarattık.”138 denilerek burada belli bir değiĢim geçiren
çamurun kaba taslak insan biçiminde Ģekillendiği ve onun belli bir katılık ve kıvama
geldiği anlatılır.139
Hz. Muhammed‟in Âdem‟in yaratılıĢıyla ilgili Ģöyle bir sözü vardır: 140 “Yüce Allah,
Âdem‟i, yeryüzünün tümünden aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Âdem‟in
çocukları insanlar da yer yüzeyi toprağının çeşidi miktarınca çeşitlenip geldiler.
Onlardan kimi ova gibi (uyumlu ve yumuşak), kimi yeryüzünün yüksek ve katı kısmı
gibidirler. Kimi pis, kimi de temiz ve hoş olur. Bazıları da ikisi arası bir
durumdadır”. 141 Bu ifadelerden ilk insanın çeĢitli toprak örneklerinden yoğrulan bir
çamurdan yaratıldığı anlatılmaktadır. Ġnsanlardaki ruhî ve bedenî farklılıkların
kaynağını temelde topraktaki çeĢitliliğinden olduğunu söyleyen Muhammed, ilk insanın
yaratılıĢına temel maddenin tüm yeryüzünün ve yerkabuğunun bir esası olduğunu
söyler.142 “Ben onun son düzenlemesini yaptığım ve ruhumdan ona üflediğim zaman siz
(melekler ve iblis) hemen onun için secdeye kapanın”. 143 Böylece daha ilk baĢta
hedeflenen yapı ortaya çıkınca ona insan kiĢiliğini verecek olan ruh üflenir.144
Ġnsanın ilk maddesi olan toprağın bu çamur aĢamasında elbette ki su, toprak kadar
önemli bir unsurdur. Çünkü çamur, su ve topraktan ibaret bir karıĢımdır.145 “Her canlı
146
şeyi sudan yarattık.” Kur’an‟ın bu ifadesi, destanlarda Ülgen‟in evrenin
baĢlangıcından beri var olan denizin veya suyun dibindeki toprakla yeryüzünü yaratması,
yukarıdaki ifadeyle örtüĢmektedir. Su, toprak gibi evrenin en önemli dört unsurlardan
biridir. Destanlarda suyun/denizin, her varlıklardan önce bulunması, mitolojik bakımdan
kutsal özelliği taĢımakla beraber bilimsel anlamda da yeryüzünün suyla baĢladığını
anlatmaktadır.
137
Yeniçeri, s.291.
138
Hıcr, 15/26
139
Yeniçeri, s.291.
140
Yeniçeri, s.294.
141
Ġbn Sa`d, 1/26; Ġbn Hıbbân, Sahîh, 8/11 No. 6127; el-Hindî, Kenzül-„Ummâl, 6, No.15126
142
Yeniçeri, s.294.
143
Hıcr, 15/29;Sâd, 38/72
144
Yeniçeri, s.291.
145
Yeniçeri, s.291.
146
Enbiya, 21/30
84
Geleneksel Türk inanıĢlarında varlıkların her birinin ruhu olduğunu görmekteyiz. Ruh,
“hemen hemen bütün dinsel geleneklerde insanın manevi yapısını temsil eden ve
mahiyet itibarıyla bedenden farklı olduğuna inanılan güce verilen adıdır. Ruhun insana
hayat yetisi kazandırdığı kabul edilir. Birçok inanç sisteminde ruhun tanrısal alemden
alınarak ilk insanın bedenine yerleştirildiğine dolayısıyla ruhun yeryüzünün bir parçası
olan bedenden farklı olarak asıl itibarıyla bu aleme ait olmadığına ve ölümsüz
olduğuna inanılır.” 147 olarak ifade edilmektedtir. Ayrıca ruh, insanın bedeninde olur.
Fakat bedensel olmayan soyut bir varlıktır. Ruh can, hayat, nefes, soluk, cevher, esas,
tin (nefes, nefes almak), öz (nefis, vücut, yaĢam, kiĢi), yula vb. kavramla ifade
edilmektedir. Ölümden sonra öbür dünyaya geçme özelliği taĢıdığı için ölümsüz
olduğuna inanılmaktadır. 148 Buna göre ruhla ilgili, her ne kadar değiĢik ifadeler ve
açıklamalar bulunuyorsa da ruh, en azından bütün varlıkların özü anlamını taĢıyan,
varlığı canlandıran soyut bir varlıktır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi destanlarda insanın
yaratılma aĢamasında yaratıcısı tarafından can üflenerek veya ruhu gökte bulunarak
insan canlandırılmıĢtı.
Can ise, “evrensel bir halk inanışına göre tenden tam anlamıyla bağımsız olan ve ona
can vererek yaşamını sağlayan; bireyden geçici bir süre için ayrıldığında bayılma,
uyuma, düş göreme, sayıklama ya da tutarık tutmasına, dönmemek üzere ayrıldığında
ise ölümüne yol açan ölümsüz güç.”149 olarak açıklanılmaktadır. Can gönül, ruhla aynı
anlamı iafade ederken ayrıca Tasavvufta kardeĢ anlamına gelir. 150 Bilindiği gibi
ölümden sonra ruh, vücudu terk eder. Bu inanıĢına göre ruh, canın büyük bir kısmında
yer alabilir. Ruh ve can aynı kavram olması iddia edilemese bile varlığın özü, varlığı
canlandıran ve var olmadığı zaman bir varlığın ölümünü gerçekleĢtirebilen bir Ģey
diyebiliriz. Görüldüğü gibi ölümün karĢı anlamı olan yaĢamak veya yaĢatmak için bir
can gerektiğini ve bu canın varlığı için ise, ruhun var olması gerektiğini görmekteyiz.
147
ġinasi Gündüz, “Dini ve Ġnanç Sözlüğü”, Ankara:Vadi Yayınları, 1998. s. 323.
148
bkz. ed. Ezel Erverdi, “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, c. 7, Ġstanbul: Dergah Yayınları, 1977. s.
351-353, Roux, “Eski Türk Mitolojisi”, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2011, s. 111-114
149
Orhan Acıpayamlı, “Halkbilim Terimleri Sözlüğü”, Ankara: TDK Yayınları, 1978. s. 29.
150
Doğan Kaya, “Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sölüğü”, Ankara: Akçağ Yayınları, 2010. s. 180.
85
Altay yaratılıĢ destanlarında Tanrı insanın dıĢ kalıbını topraktan yaratmıĢ, ruhunu ise
gökten bulup getirmiĢti. Buna göre ruh, insanın dıĢ kalıbından çok önce ve tanrıyla
birlikte vardı. Türk inanıĢında Tin, yani doğarken bedene gelir ve ölürken kendi yerine
giderdi. Birçok destan ve efsanelerde de göründüğü gibi ruh, burun veya ağızdan girer
ve çıkar. Eski Türkler “ölüm” anlayıĢını “uça barmak” (uçarak gitmek) sözüyle ifade
ederlerdi. 151 Yani ruhun vücuttan tamamen çıkmasıyla ölüm gerçekleĢirdi. Ruhun
vücuttan çıkmasını Türkler „uçmak‟ fiiliyle anlatmakta ruhun kuĢ gibi uçarak göğe
yükseleceğine inanırlardı.
Ruhun vücuttan çıkması ve uçarak gitmesi Türklerin Gök Tanrı inancıya ilgiliydi.
Ġnsanın yaratıldığı zaman Tanrı‟nın ruhunu gökte araması (bulması), Tanrı‟nın yeryüzü
varlıkları yaratıldıktan sonra gökte durması inanıĢlarına bakıldığı zaman bu durumu
daha iyi anlayabiliriz. Ġnsanın ölüme yaklaĢırken kendi yaĢadığı memleket veya evine
dönme arzusu onun temel içgüdüsüdür. Ruhun geldiği yer gök idi ve ruh için gidilecek
yer de Tanrı‟nın olduğu yer yani gök idi. Bu yüzden eski Türkler de ruhun sonunda
gideceği yer olarak ruhun geliĢ yeri yani Gök‟ü saymıĢlardı. Burada göğe yükselen
ruhlar ise doğal olarak ölen yani kin veya öfke içinde ölmeyen, birileri tarafından
öldürülmeyen, normal ruhlar için daha çok Ģeyler söylenmiĢtir.
Türk ġamanizm‟inde ruhun gidilecek yeri gök veya yeraltı olarak düĢünülmekteydi.
Yukarıda bahsedildiği gibi, genelde ruhlar göğe çıkar, çıkamayan ruhlar insanlara zarar,
hastalık verir hatta ölümü getirebilirdi. Kam, ruhunun göklere yükseldiğini, yeraltına
indiğini ve oralarda dolaĢtığını hisseden uzmandır. Kamların, Tanrı, insan ve ruhlar
arasında aracılık yaptığına inanılmaktadır. Bu yüzden kamın yardımıyla kötü ruhların
göğe çıkamayıp yeryüzünde dolaĢması çözülebilmiĢtir.
Göktürkler ve Uygurlar da Hunlar gibi yılın beĢinci ayında kutsal dağ üzerinde toplanıp
tanrı‟ya ve atalara kurbanlar sunurlardı. Bütün Türk boyları eskiden beri büyüklere
saygı göstermiĢ, ayrıca ölmüĢ atalarının ruhları için kurbanlar suna gelmiĢlerdir. Hatta
Türkler ölülerini kıymetli eĢyalarıyle birlikte gömmerdi. Bu gelenek, hırsızların
151
Celal Beydili, “Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük”, Ankara: Yurt kiap Yayın, 2005. s. 454.
86
mezarları tahribine sebebiyet vermiĢ, bu durumu büyük saygısızlık olarak sayan Türkler
savaĢ bile üstlenmiĢtiler. Çünkü ruhları öbür dünyaya göçen ataların rahatsız
edilmemeleri gerekmekteydi.152
Ölümden sonra ruhun gerçek yurda veya geldiği yere dönme inanıĢı Manas destanında
da görülmektedir. Zehirlenen Manas ölüyor. Bunun için de “Manas‟ın uçan ruhu çıkıp
gitti ve gerçek yuvasına yerleĢti” deniliyor.153 Türklerin bütün boyları kendine özel bir
Ģekilde kutsal varlığı sahiplenmektedir. Dağ, ağaç, göl veya nehir vs. gibi varlıkların
kendi boylarının geldiği yurt/yer olarak sayılıp öldükten sonra oraya gitmesi istenilirdi.
Bu kutsal varlıkların olduğu yere veya o varlığa saygı göstererek bunu unutmamak için
destan, efsane vb. millî miraslarda da bu olaylar ağızdan ağza aktarılırdı. Ağaçtan
türeyiĢ destanı, Ergenekon destanı gibi eserler bunu anlatmaktadır.
Bunun yanı sıra Altay Türklerinde de ruhun göle gideceği inanıĢı bulunmaktadır. “Ak”
sözü Altay Türkçesinde cennet anlamındadır. Cennette oturan tanrılara “Aklılar”
derlerdi. Bunlar, göğün üçüncü katında otururlardı. Aynı katta süt rengi gibi ak olan göl
de vardı. Ġnsanların bütün hayatı ve ruhu bu göle bağlı olduğuna inanırlardı. Bir çocuk
doğacağı zaman Tanrı Ülgen oğluna emir verir, o da yaratıcılardan birine bu iĢi gönderir.
Yaratıcı, bu göl‟den ruh alır ve doğan çocuğa verirdi.154
Bilindiği gibi ruhun nefes ve can kavramıyla büyük bir benzerlik göstermesine rağmen
o, genellikle kuĢ gibi tasavvur edilmiĢtir. YaratılıĢ destanında da görüldüğü gibi ruhî
varlık olan Tanrı Ülgen ve KiĢioğlu, kaz Ģeklinde uçarlardı. Sibirya ġamanizm‟inde de
çocuğun ruhunun, bir kuĢ Ģeklinde gökten gelip kadının karnına girdiğine inanılırdı.155
Fakat geleneksel Türk inanıĢlarında ruh görünmez ve görülmezdi. Altaylar, yeraltı
156
dünyası sakinleri olan ruhlara “körmös ” derlerdi. Onlar “körmös”ü Erlik‟in
hizmetinde olan varlıklar olarak görürlerdi. ĠnanıĢa göre onlar, en çok gün batımı ve
hava karalandığı zamanda dolaĢırlardı. Altaylar “körmös”ün uykuda olan insanın
ruhunu alıp götürebileceğine inanırlardı. Bü yüzden gün batarken kimsenin uyumasına
152
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 80- 81.
153
Ögel, s. 513.
154
Ögel, s. 571.
155
Ögel, s. 559.
156
Türkçede görünmez anlamı.
87
izin vermezlerdi.157 Bütün bunlara rağmen efsane ve masallarda da ruhun var olmasını
anlatırken onun nasıl olduğuna dair detaylı bilgi verilmemektedir.
Sakaoğlu‟nun „101 Anadolu Efsanesi‟ 158 adlı eserine “Ġbrahim Hakkı ve Oğulları”
baĢlıklı insanın ruhunun uçarak kuĢa dönüĢmesi inanıĢı anlatılmaktadır.
Halklar arasında ölen kiĢinin ruhu, anma günlerinde kuĢ olup cam kenarında kalanların
sesi, duası vs. duyduğuna inanılırdı. Evde ölüm gerçekleĢtiği zaman pencereyi açarak
ruhun uçup gitmesine yardım edilirdi. Bunun sebebi ise hem ölünün ruhu için hem de
artık ölümü gerçekleĢtiren Azrail‟in gelmesine kolaylık sağlaması içindir.
Türk mitolojisinde bazen ruhlar aynı ad altında bir kategori oluĢtururlar. Örneğin,
ülgenler, erlikler, hudaylar, yayıklar, albıslar, teyriler ve benzer kategoriler gibi.159 Türk
geleneksel inanıĢlarına göre aĢağıdaki gibi ruhun çeĢitlerini birkaç kategoriye
ayırabiliriz. Bunların birincisi ilahî anlamı taĢıyan ruhlar; ikincisi insanî ruhlar;
üçüncüsü hayvanların ruhu ve dördüncüsü ise geleneksel Türk dinînden kaynaklanan
doğa varlıklarının ruhlarıdır.
Tanrılar belli bir biçime sahip varlık değiller. Bunlar ruhsal varlık olarak insanlara
yardım eder, onları korur, bazen de ceza verirler. Tanrı kelimesinin Tengri‟den
157
Beydili s. 340-341.
158
Saim Sakaoğlu, 101 Anadolu Efsanesi, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 115-116.
159
Beydili, s. 475.
88
Her insanın bir ruhu vardır. Geleneksel Türk inanıĢlarına, efsane ve masallarına göre
insanların ruhu diğer ruhlardan ayrılmakta ve iki Ģekilde görülmektedir. Birincisi
yaĢamakta olan insanın ve ölmüĢlerin ruhudur. Ġkincisi iyi ve kötü ruhlar. Bazen Türk
toplulumlarında çocukların ruhunun dünya ağacı veya kozmik ağacında olduğuna veya
oraya gideceğine inanılırdı. Buradan çocukların ruhları için ayrı bir inanıĢ olduğunu
anlıyoruz. Bu inanıĢ doğrultusunda çocukların mezar Ģekli yetiĢkinlerinkinden farklı
olmuĢtur.
ÇağdaĢ Ģamanist Türk boylarından Yakutlar ruh-can kavramını tin, kut ve sur
kelimeleriyle ifade ederler. “Tin” vücuttan ayrılırsa ölüm vukua gelir, fakat “kut”
ayrılırsa ölüm olmaz. Sur insanda enerji, irade ve genellikle ruhi halleri meydana getiren
unsurdur. Ġnsan uyurken sur‟u vücuttan çıkıp her tarafta dolaĢabilir. Altaylılar‟ın
inançlarına göre tin, süne ve kut‟tan baĢka insanın “yula” denilen bir eĢi de vardır. Ġnsan
uyurken “yula”sı her yerde dolaĢabilir. Ölülerin ruhlarına Altaylılar üzüt, Yakutlar ise
üör derler.161 Hakasların ruhlarla ilgili tasavvurları da Altay ve Yakutların düĢüncesine
160
Ahmet Caferoğlu, Divanü Lûgat İt-Türk Dizini, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1972, s. 117.
161
Abdülkadir Ġnan, Tarihite ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 2006, s. 176-177.
89
benzer. Hakaslarda insanın hayatına can veren ruh yani tin (nefes)‟den olur. baĢka ruh
Ģekli ise “çula” olup Hakaslar bunu insanın ikizi olarak algılanmıĢtır. Çula geçici olarak
insanın vücudunu terk ederek dıĢarıda dolaĢabilir. Dolayısıyla biri uyurken baĢını
yorgan veya battaniyeyle örtmemesi ve yüzünü yıkamadan yatmaması gerekir. Ölümden
sonra çula, sürün ya da süne‟ye dönüĢür. Süne aĢağı dünyaya gittiğinde üzüt adını
alır.162
Eski Türklere göre ruh, sadece vücudu ölüm zamanında değil, aynı zamanda uykuda ve
hasta olduğunda da terk edebilirdi. Dede Korkut Kitabı‟nda uykuya “küçük ölüm”
denilmesi bu yüzdendir.163 Cenaze yıkanırken uyuyan kimselerin uyandırılması da aynı
inanıĢtan kaynaklanmaktadır. Ġnsanlar aniden uyandırılırsa uykuda vücudu terk eden ruh,
tekrardan evi olan vücuda giremeyebilir diye inanılırdı. YaĢamakta olan ruhların uykuda
dolaĢması ve rüyada görünmesi ruhun özelliği olarak kabul edilebilir.
Ruhun iyi ve kötü karakterini onun sürekli (daima) ve geçici olup olmadığına göre
anlayabiliriz. Ġyi ve kötü ruhlar sadece insanlar için değil, diğer varlıklar için de
geçerlidir. Ġyi karakterli ruhlar koruyucu ruhlardır. Kötü ruhlar albastı, al ruhu, 164 cin,
Ģeytan vb. insanlara her zaman kötülük yaparak onlara zarar veren ruhtur. Genellikle
insanî ruh yani ölmüĢlerin ruhları ise, kalanların onlara karĢı gösterdikleri davranıĢ ve
hizmetlerine göre iyi veya kötü özelliğe sahip olabilirler. Kısaca yaĢamakta olanlar
ruhlara iyi davranırsa, ruhlar insanlara iyilik; kötü davranırlarsa onlara zarar verir,
kötülük yaparlar. Bu nedenle ruhlarla ilgili inanıĢ ve uygulamalar çok yaygın bir
162
Gülsüm Killi, Hakas Türkleri‟nde Ölümü Algılanışı ve Ölüm İle İlgili Geleneksel Uygulamalar, s. 66.
In: Defin (Eds:Emine Gürsoy Naskali), Tarihçi Kitapevi Ġstanbul 2012.
163
Beydili, s. 454.
164
Daha önce de belirtildiği üzere Geleneksel Türk dinî inanıĢları içerisinde ruhlara inanıĢ büyük bir yer
tutar. Bu ruhlar içerisinde en yaygın ve günümüze ulaĢanı, “al kızı, al gelini, al karası, al basması... vb.”
adlarla anılan “al” ruhudur. Özellikle loğusa kadınlara kötülük yapan ve onların ölümüne neden olan al
ruhu çeĢitli biçimlerde tasavvur edilmekte olup bununla ilgili inanıĢ bütün Türk dünyasında
mevcudiyetini devam ettirmektedir. Bunun dıĢında Anadolu‟ya intikal eden baĢka bir ruh tasavvuru
yoktur. Güngör, s. 40-41.
90
Ģeklinde Ģimdiye kadar devam etmektedir. Örneğin Türklerin kurban geleneği, 165
insanların, ruhların onlara verildiği kötülükten kaçınıp ruhlardan iyilik yapmalarını
istemeleri inanıĢından kaynaklanmaktadır.
Türk halkları arasında ölümden sonra ruhların öfkeli ruha çevrilme inancı da vardır.
Haksız yerde öldürülen Ģamanların ve intihar edenlerin, öfkeli ruhlara
dönüĢebileceklerine inanılmıĢtır. Ruhları iyi karakterli ruhlar ve kötü karakterli ruhlar
olarak ayırmak Türk ġamanizm‟inde de görünmektedir. Bunlar Ģaman/kamın rolünde de
kendini göstermektedir.
Azerbaycan Türkleri arasındaki “ruh ölçme” inancı mevcuttur. Bu inanca göre, bir insan
durduğu yerde hastalanırsa, ona “ruh tutmuĢtur” denilir. Ölen yakınların mezarlarına
gidilmediği zaman ve onlar anılmadığı zaman, ruhları gelip, insanı tutabilir. Bu
durumlarda o ruhun ne istediğini öğrenmek için hastalanan kiĢiyi “ruh ölçen” kiĢinin
yanına götürürler. Bilindiğimiz buradaki “Ruhçu”, Ģamandır. ġaman hastayı
inceledikten sonra ruhun istediği Ģeyi söyler. Örneğin, ruhun helva istediğini söyler. O
zaman “Ruhçu”, helva yapıp, komĢulara dağıtmalarını önerir. Bu “Ruhçu”nun yeteneği
kendi atasından veya annesinden geldiğine inanılmaktadır. 166 Bu inanç, Ruhun gizli
güce sahip olduğuna ve ruha iyi davranmadığı zaman insanalar zarar vereceğine
inandığını göstermektedir.
Türklerin ruh inanıĢıyla ilgili en önemli olay atalar kültüdür. Bu, Türklerin Ġslâmiyet‟i
kabulünden sonra da devam etmektedir. Atalar kültü özellikle patriarkal aile tipinin
hâkim olduğu toplumlarda görülen dinî bir olaydır. Buna göre ölen ataların ve özellikle
babaların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülüklerinin dokunabileceği inancı
ve onlara karĢı duyulan minnet hissi, atalar kültünün temelini oluĢturmaktadır. Bununla
birlikte, atalar kültünde ölen her atanın ruhu ve dolayısıyla da mezar kültü konusu
olmamakta, yalnızca saygıdeğer olanlar buna eriĢmektedirler. Bu anlamda ölüler
kültüyle atalar kültünü de birbirinden ayırt etmek gerekecektir.167
165
Geleneksel Türk dinî inanıĢları içerisinde en köklü ve günümüze ulaĢanı kurban geleneğidir. Kanlı ve
kansız olmak üzere ikiye ayrılan kurban ibadeti, hangi dine mensup olursa olsun bütün Türk toplulukları
tarafından yerine getirilmektedir. Ata ruhlar için kesilen bu kurbanlar, günümüzde Ģükran ve kefaret
kurbanlarına dönüĢmüĢtür. Güngör, s. 38- 39.
166
Beydili, s.478.
167
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 80.
91
Eski Türklerde sadece insanların değil, fakat hayvanların ve hatta bütün varlıkların
ruhlarının bulunduğu inancı mevcuttu. Hayvan ruhlarının varlığına inanmak, Türklerin
hayvanlara verdiği kutsallığı ve her varlığın ruhu olduğuna inanan geleneksel
inanıĢlarından kaynaklanır. Belirtildiği gibi Türklerin hayvanlara verdiği önem birçok
destan, efsane ve masalda bulunmaktadır. En yaygın olarak bilinen Göktürklerin kurttan
türeyiĢ destanı vardır. Türklerin kendilerine ata olarak kurtu (AĢina) seçmeleri, çadır
veya bayrak baĢında kurt sembollerinin bulunması bunların en önemli örnekleridir. Kurt
kültü yanı sıra Türk mitolojisinde geyik, kartal, ördek, kuĢ gibi hayvanlarla ilgili
inanıĢlar da büyük bir yer tutmaktadır. Bunlar Türk boylarının koruyucu ruhu olarak
kabul edilmektedir.
Türkler tarih öncesi dönemlerden beri doğa güçlerin bulunduğuna inanırlardı. Ayrıca
doğa nesneleri kutsal varlık olarak kabul ederlerdi. Bu inançlar, doğa nesneler yani dağ,
ağaç, su, kaya, vb. varlıkların birer ruhunun bulunduğuna inanmasıdır. Bunu dıĢında
güneĢ, ay, yıldız, gök gürültüsü, ĢimĢek vs. doğa nesne veya olaylarında da birer kutsal
ve gökle ilgili ruh Ģeklinde düĢünülürdü. Tufan, fırtna, yangın, deprem vb. tabiatın
felaketlerinden insanlar zarar görürler, ölürlerdi. Bü yüzden insanlar tabiat, doğal
nesneler, tabat olaylarından korkarlardı. Bu olayların neden ortaya çıttığını, nereden
baĢladığını anlamayan ve bunu engeleyemediği eski dönemdeki insanlar tabiattaki her
nesneyi tanrı olarak kutsallaĢtırıp ruhsal varlık olarak tapınırlardı. Böylelikle doğa kültü
oluĢmuĢtu.
Eski Türklerde dağlara Han, Ata gibi isimler verilmiĢti. Bu bir animist bir anlayıĢ olarak
dağın doğa sadece nesnelerden biri olmayıp onu kiĢileĢtirip kutsallaĢtırdığını
göstermektedir. Edebî eserlerde de Türklerin dağların, hatta insanlar gibi ruhî varlıklar
olarak düĢünüp kutsallatĢtırdığı anlatılmaktadır. 168 Altaylara göre her bir dağın sahibi,
iyesi ve ruhu vardır. Fakat, Dağ Ruhu‟nun kim olduğunu, insan mı, kuĢ mu yoksa
hayvan mı olduğunu bilemiyorlardı. Dağda yaĢayan ruhi varlıklar açık bir Ģeklide
168
Güngör, s. 25.
92
Türkler ateĢ‟e saygı gösterirlerdi ve onda kutsal ve temizleyici bir güç olduğuna
inanırlardı. Altaylar ve Yakutlar ateĢin bu gücüne ya da ruha “ot izi” (ateĢ sahibi)
derlerdi. Gök tanrı inancı, animizm ve ġamanizm‟in etkisiyle Türklerin arasında ateĢin
gökten indiği inancı yaygındır. AteĢ aracılığıyla kötü ruhlardan temizlenme uygulaması
Müslüman Türklerde de devam etmiĢti. Hem iki ateĢ arasından geçirme ve hem de ateĢ
etrafında hastayı döndürme Ģeklindeki uygulanıĢının örneklerine bazı Anadolu
bölgelerinde, Müslüman Türkler arasında da görünmektedir. 170 Türk topluluklarında
Yenigün (nevruz) bayramında ateĢ yakarlar, ateĢin etrafında bayramı kutlarlar ve
üstünden atlarlar. Yeni yıl bayramında ateĢin büyük bir önemi tutulması, ateĢin
temizleyici ve kutsal bir varlık olduğuna inanıldığını açıkça göstermektedir.
2.2.4.7. Su Kültü
Türk topluluklarında; su, ateĢ gibi varlıklar kutsal sayılır ve su da ilâhî gücün
buluduğuna inanılır. Su, temizlik ve saflığı simgeler ve bundan dolayı suyu kirletmekten,
suya tükürmekten kaçınırlar. Su kaynakları; göl, pınar, ırmak gibi yerler ve buradaki
bazı suları ıduk sayılırdı. Bu kutsallık Orhon Kitabelerinde ıduk yir-sub Ģeklinde
geçmektedir. Dede Korkut Kitabında “Su tanrının yüzünü görmüĢtür” ifadesi suyun
kutsallığını anlatır. Gök Türkler, Uygurlar, Altay Türkler ve Yakutlar Orhun, Selenga,
Tola gibi kutsal sayılan ırmakların (veya gölerin) balıklarını avlamaz ve yemezlerdi.171
Ölüm, geleneksel Türk inanıĢına göre, ruhun vücuttan ayrılması sonucu gerçekleĢir.
Üstelik ölüm, insan gücüyle değiĢtirilemez, tanrı tarafından seçilmiĢ büyük
169
Beydili, s. 477.
170
Bkz. Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 76- 77.
171
Bkz. Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 77-78.
93
kahramanların dirilmesi durumu hariç, her insanın kaçınılmaz sonu olarak düĢünülürdü.
Her millette olduğu gibi Türklerde de ölüm hakkında nesilden nesle aktarılan çeĢitli
davranıĢ, âdet, iĢlem, ayin, tören, inanıĢlar vs. oluĢmuĢtur. Ölüm, bütün insanlara göre
ne hoĢ, ne beklenilen ne de hazırlanılan bir olaydır. Öyle anlaĢılıyor ki ölümden
kaçınma ve saklanma, ölümü geciktirme amacıyla yapılan uygulamalar kültüre
yerleĢmiĢtir. Ölümle ilgili birçok inanıĢ ve uygulamalar ölümle ayrılan ruha bakıĢa-
sevgi (hasret) veya korku- göre oluĢmuĢtur.
Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra öbür dünyaya geçirilmesi beklenir. Fakat özel
sebeple bu dünyada bir müddet kalıp dolaĢarak insanları etkilemesi doğal sayılmamıĢtır.
Bundan dolayı onların verdiği zarar, kötülük ve hastalıkları engellemek amacıyla
yapılan uygulamalar bulunmaktadır. Bu dünyayı terk edip öbür dünyayı daha kolay ve
rahat geçmesi amacıyla ruhlara sunulan anma töreni, kurban, mezar süslenmesi ve
eĢyaların ölenle birlikte mezara konulması vb. bunlar ölen kiĢiye ve onun ruhuna olan
sevgi veya korkudan kaynaklanır. Ġnsanlar, eskiden beri ölümün nereden, nasıl, ne
zaman ve kimlere geldiğini bilmediğinden ölüm konusunda hem çok meraklı hem de
ondan çok tedirgin olmuĢlardır. Bunların çözülmesi için her halkın kendi mitolojisine
bağlı birtakım inanıĢlar ve uygulamalar Ģimdiye kadar devam etmektedir. Ölümle ilgili
gelenek, inanıĢ ve uygulamaları incelemek üzere konuyu ölüm öncesi, ölüm anı ve ölüm
sonrası ugulamaları olarak üç baĢlık altında ele aldık.
Ölümü önceden haber veren belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer
tutar. Bu türden hayvanlar içerisinde özellikle köpek ve baykuĢla ilgili inanmalar
yaygındır. Birtakım rüyalar da ölüm ya da felâket habericisi olarak yorumlanır. Ölümün
hiç bir insanın kaçamayacağı ve çaresiz bir durum olmasıdan dolayı toplumlar
kendilerine ölümü düĢündüren birtakım olaylardan uzaklaĢmaya çalıĢmaktadırlar.
Ölümü düĢündüren belirtilerin çoğu toplumun inandığı din ve mitlerden bir kısmı ise
kökü belirlenemeyen inanıĢlardan kaynaklanır.
94
2.3.1.1.1. Hayvanlar
GeçmiĢten günümüze bütün Türk toplulukları hayvanları uğurlu ve uğursuz diye ikiye
ayırmıĢlardır. Örneğin dağ keçisi, teke, yabani koyun, deve, at,174 turna, güvercin, leylek,
ebabil/kırlangıç vb. kutsal sayılıp avlanılmazken bir kısım kuĢlar da kutsal dıĢı kabul
edilmiĢlerdir. Türklerin yabani kuĢlar içerisinde uğursuzluğuna ve ölüm getireceğine en
172
Jean Paul Roux, Orta Asya‟da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, (Çev. Aykut Kazancıgil), Kalbalcı
Yayınevi,
Ġstanbul 2005, s. 80.
173
Sedat Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üni. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Yayınları,
Ankara 1971, s. 16.
174
Mustafa Erdem, Kırgız Türkleri Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Avrasya Stratejik AraĢtırmalar
Merkezi Yayınlar, Ankara 2000, s. 150-151.
95
çok inandıkları hayvanlardan birisi de baykuĢtur. 175 BaykuĢun yıkık, terk edilmiĢ
yerlerde yuva yapması “ölüm kuĢu” olarak bilinmesine neden olmuĢ, tıpkı köpek gibi
ölüm habercisi olarak görülmüĢtür. BaykuĢ da acı acı, uzatarak, Ģiddetli ve sürekli
öterse, tam gün batarken öterse, evin bacasında, üzerinde, yakınında, damında öterse
ölüme yorumlanır. 176 Ayrıca evcil hayvanlardan kedi, at, koyun, keçi, inek ve öküz;
yabani hayvanlardan tilki, kurt, çakal, yılan; kümes hayvanlarından tavuk, kazla yabani
kuĢlardan yarasa, karga ve leylek kimi davranıĢları ve bağırmalarıyla ölüm habercisi
olarak kabul edilirler.177
Diğer kültürlerde olduğu gibi Türk kültüründe de ağaç ve bitkilerle ilgili inanıĢlar vardır.
Geleneksel Türk kütüründe mevcut olan bu inanıĢ özellikle Uygurların Mani dinini
kabulleriyle menĢe efsanelerine kadar uzunmıĢtır.178
Bitkiler söz konusu olduğu zaman, iki “yasak”tan söz edilebilir. Birincisi, yaĢ bitkilerin
kesilmesiyle ilgilidir. Atasözü niteliğinde “yaĢ kesen, baĢ keser” yargısında genç orman
ağaçları için, yetiĢip büyümeleri uzun zaman istediği düĢüncesiyle, baĢka bir çeĢit
“yasak” konmuĢtur. Kara-ağaç (=kayın ağacı), güç yetiĢen bir ağaçtır. Onun için
kesilmesini uğurlu saymazlar ve tahtasından çocuklara nazarlık yaparlar. Ġkinci “yasak”
yatırların yanı baĢında bulunan ağaçların kesilmesinin çok büyük bir suç sayılması
inanıĢıdır.179 Bu yasağı dinlemeyen çarpılma, ölüm gibi cezalara uğrar. Diyarbakır‟da
Sin ve SidaĢ (SindaĢ) adlı iki kardeĢin türbesi çevresinde bulunun ağaçlara dokunulmaz.
Dallarından kıranların öküz gibi böğürerek öleceğine inanılırdı. Soğan, zarıyla beraber
yenirse, yiyenin annesi ve babasının öleceği çocuklara söylenir. 180 Aynı inanıĢa Kayseri
çevresinde de rastlanılır.181 Ayrıca belli bir ağaç, ölümün ön belirtisi olarak düĢünülür.
175
Roux, s. 229, 235.
176
bkz. Örnek, s.16-31.
177
Erman Artun, Türk Halkbilimi, Kitapevi yay, Ġstanbul 2005, s. 171.
178
Ögel, c. 2, s. 465-494.
179
Gulnara Aitpaeva, Mazar Worship in Kyrgyzstan: Rituals and Practitioners in Talas, Maxprint,
BiĢkek
2007, s. 62,51,106.
180
Betül Mutluay, “Türk Kültüründe Bitkilerle ilgili ĠnanıĢlar”, Erciyes Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
Kayseri 2005 (YayınlanmamıĢ Lisans Tezi), s. 1
181
Ünver Günay, Harun Güngör vd., Ziyaret Fenomeni Üzerine Bir Din Bilimi Araştırması Kayseri
Örneği,
Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2005, s. 1.
96
Artvin‟de ceviz ağacı dikenin; Nahcıvan‟da ceviz ağacının altında yatanın öleceğine
inanılır. Doğu Karadeniz‟de ise incir ağacından düĢenin öleceği inanıĢı vardır.182
2.3.1.1.3. Rüyalar
Halk düĢüncesi zaman zaman rüyayla gerçek arasına kesin bir çizgi çekememektedir.
Rüyada örneğin manda ya da kazan gören biri, mandanın ve kazanın rüya yorumlarında
ölüm motifi sayıldıklarını anımsayarak etkilenmekte ve tedirgin olmaktadır.183 Türkler
de her halkın kültüründe olduğu gibi kötü rüyalar da ölüm veya felâket haberi olarak
yorumlanır. Burada ise olumsuz rüyalarla ilgili olanları kısaca inceleyeceğiz. Rüyada
daha önce ölmüĢ kiĢilerle yemek yemek, ölen kiĢinin rüya görenin evinden bir Ģey
götürmesi, rüyada bir yerden düĢmek, boynunun kesildiğini görmek, önceden ölen
akrabası tarafından çağırılmak,184 diĢ çektirmek, diĢin dökülmesi, kırılması, durmuĢ bir
saat görmek yada uzun bir yolculuğa çıkmak ölümün yaklaĢtığını haber verir. Rüyada
yatak görmek hasta olmanın veya hastalığın uzun süreceğinin habercisidir. Bir evin
yıkılmıĢ olduğunu görmek birinin öleceğine iĢarettir.185 Ayrıca ateĢte kazan ve çokça
odun görmek ölüm olacağına yorulur. Yine ayakkabının ters düĢmesi iyiye yorulmaz.186
Bunun sebebi ise, öbür dünyada her Ģeyin Ģimdiki dünyanın tersi olduğuna
inanıldığından olabilir. Meselâ mezara günlük eĢyaların kırılıp konulması, sağ elle değil,
sol elle konulması gibi âdetler, öbür dünyada her Ģeyin tersi olacağına inanıldığını
göstermektedir. Her Ģeyin tersi olacağı inancıyla Aydın‟da taziye evine gelenlerin
ayakkabıları düzeltilmez. Düzeltilirse, yeni kimselerin öleceğine inanılır.187
Halk arasında ölüme yorulan rüyalar içinde ağaç, bitki ve meyvelerle ilgili olanlar da
söz konusudur. Örneğin fidanın sökülmesi, ağacın devrilmesi, kara ve sarı renkli
meyveleri görmesi ölümün belirtisi olduğu gibi Türk düĢüncesinde renkler de önemli
anlamlar içermektedir. Türklerde ak iyi; kara kötü olarak kabul edilmiĢtir.
Halk tarafından sevilmeyen ve karanlığı temsil eden Ģamanlara kara Ģaman; halk
tarafından sevilen, saygı duyulan Ģamanlara ak Ģaman adı verilmiĢtir. Konuyla ilgili
182
YaĢar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Ölüm, Berikan Yayınları, Ankara 2011, s. 86.
183
Örnek, Türk Halkbilimi, s. 210.
184
Kemal Polat, Beşikten Mezara Kırgız Türkleri‟nde Gelenek ve İnanışlar, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 2008, s. 180.
185
Mehmet Yardımcı, Halkbilim ve Edebiyat Yazıları, Açıksöz Yayınları, Maltya 1993, s. 309.
186
Artun, s. 172.
187
Kalafat, s. 92.
97
Ay ve güneĢ tutulması, yıldız kayması, ĢimĢek çakması ve gök gürlemesi gibi olaylarda
halk inanmaları da çoğu zaman ölüm belirtisi sayılmaktadır. Eskiden beri Türkler
insanların gökyüzünde birer yıldız olduğuna inanırlardı. Bu yüzden yıldızın kayma veya
sönmesi de insanın ölümünü düĢündüren olay olarak kabul edilirdi. Yıldız kaymasının
bir insanın ölümüne iĢaret ettiğine inanılması Ģimdi de devam etmektedir. Yıldızın
doğuĢunun insanınkiyle beraber olduğuna ve onun ömrünün de insanın ölümüyle
biteceğine inanılmıĢtır. Bunlar tabiat kültüyle ilgili olup ay, güneĢ, yıldız, gökyüzü gibi
doğanın kutsal nesnelerinin sıra dıĢı olaylara büyük bir anlam verip geleceği söylediğine
inanıldığından kaynaklanır. Ay ve güneĢ dünyayı aydınlatır. Bundan dolayı insanlar, bu
iki tabiat nesnesine birçok saygı gösteren tören düzenlemiĢ, kurban sunmuĢtur. Eskiden
ay ve güneĢin tutulmasının çok nadir bulunup onun ortaya çıkma sebebi daha
açıklanmadığı için aydınlığın tersi anlamında karanlık ve olumsuz olarak
algılandığından bu olay ölüm ve topluma felâket getirecek diye düĢünülmüĢtür.
188
Abdülkadir Ġnan, Makaleler ve İncelemeler, c. 1, Ankara 1983, s. 404-407, 411.
189
ReĢat Genç, Türk inanışları ile Millî Gelenklerinde Renkler ve Sarı Kırmızı Yeşil, Atatürk Kültür
Merkezi Yayını, Aankara 2009, s. 46.
190
Kadir Albayrak, Dinlerin Rengi Renklerin Dili, Sarkaç Yayınları Ankara 2012, s.52.
98
Aynanın Türk halk inançlarında özel bir yeri vardır. Çocuk aynaya baktırılmaz, iyi
sayılmaz, aklına bir hâl gelir. Aynaya gece bakılmaz, günahtır. Aynaya bakmak
suretiyle gelecekten haber alınır. Aynaya hamile kadının bakması doğru olmadığı gibi,
Kur‟ân-ı Kerîm okunan salonda aynanın üzerine bir bez örtülür. Aynanın cinleri
toplayıcı bir özelliğinin olduğu gibi inançlar da vardır. Gelin babasının evinden ayna
eĢliğinde çıkarılır ve çeyiz sandığına mutlaka ayna konulur. Ölüm-ayna iliĢkisine dair
de inanç ve uygulamalar vardır. Anlam olarak ayna, aydınlık gelecek, baht açıklığı
olarak kabul edilir. 192 Aynanın eskiden beri Ģamanın dinî törenlerde kullandığını ve
kutsal bir nesne olduğunu bilmekteyiz. Aynanın nadir bulunması, kutsal ve büyülü bir
nesne olduğundan korku verilir, kolay yaklaĢılmazdır. Bu nedenle eskiden birçok halk
inanıĢında hatta Ģimdiki kültürde de aynanın cin/ruhlarla ilgili olduğu söylentileri
bulunmaktadır.
191
Örnek, s. 208.
192
YaĢar Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ebabil yayınları, Ankara 2006, s. 171.
193
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 22-23.
99
hemen kapatılır. Ağzının açık kalıĢı, kefen biçmeyi hatırlatıp bu halka ölümü
düĢündürür. Kazan, ateĢ, ağzı açık makasın gece saatinde verilmemesi uygulamaları,
büyü çeĢitlerindendir. James George Frazer, büyü çeĢitlerini homeopatik büyü ve
bulaĢıcı büyü (homeopathic magic and contagious magic) olarak ikiye ayırmıĢtır. Acı
yemenin acı getireceğine inanmak, ağzı açık makasının kefenin biçilmesini anımsattığı
için makasın ağzını kapatmak, büyü çeĢitlerden homeopatik büyü olarak düĢünülebilir.
Homeopatik büyü, birtakım eylem/iĢlem taklit ederse, ona benzeyen sonuç ortaya
çıkacağına veya etki altında kalacağına inanılan büyücülüktür. Bu, benzer olayların
yaĢanmasını hatırlatan Ģeylerden yine benzeyen olayların doğacağı düĢüncesidir (Benzer
olayların sonuçlarının da benzer olacağı düĢüncesi). Burada ise birisi öldüğünde yapılan
iĢlemlere benzeyen eylem/hareket/iĢlemlerin sonuçta, ölüm getireceğine inanıp onu
yapmamaya, ondan kaçınmaya çalıĢıldığı görülmektedir.
Ölüme iĢaret eden belirtiler arasına; tabut, kazma-kürek ve kazanla ilgili inanmaların
yanı sıra cesetle ilgili olanlar da vardır. Tabut sallanması, gıcırdarsa, taĢıyanlara ağır
gelmesi, mezar kazılan kazma kürekle eve girilmesi, kazma-kürek üst üste gelecek
biçimde mezar üstüne bırakılması, ölüyü yıkamak için su ısıtılan kazan devrilmesi,
ölünün gövdesinin yumuĢaması, ölünün tabutta yan dönmesi, ölünün evde uzun süre
bırakılması gibi inanıĢlar bu kümeye girerler.195
194
Örnek, s. 30-31.
195
Örnek, Türk Halkbilimi s. 211-212.
100
Ölümsüz olduğuna da inanılan Korkut Ata‟yla ilgili bir rivayete göre, Tanrı O‟na
uykusunda, “Sen kendin ölümü arzulayana kadar yaĢayacaksın!”der. Ölümden
kaçmanın klasik bir Ģekli Korkut Ata‟nın adıyla iliĢkilidir. O, ulu Ģaman, evliya ve
bahĢıların piridir. Beydilli, Ç. Velihanov‟un Korkut‟un ölümden kaçmadığına iĢaret
eder.197 Bu anlatıma göre, ölümden uzaklaĢtırma bir Ģamanın görev/özelliği olup sadece
Dede Korkut gibi ulu ve bilge insanların yapabildiğini anlayabiliriz. Halklar ise,
Ģamanın yardımıyla (dinî törenler), büyüsel iĢlem (muska, kurban sunma vs.) veya
günlük hayatta yapılan küçük eylemlerle ölüm korkusundan uzak durmaya çalıĢmıĢlardı.
Halklar ölümün sebebi olarak yaĢlılığı, hastalığı, kazayı, kötü ruhların zarar vermesini,
nazarı düĢünmüĢtür. Fakat yaĢlılık, herkesin önleyemediği bir kader olarak bilinmekte
olup diğer sebeplerden yani beklenilmeyen ve tesadüf olan olaylardan kaçınmaya
çalıĢmıĢlardı. Güzel sözler söyleyerek kendisi veya birisinin ömrü uzun olmasını
dilemiĢtir (çok yaĢa, iyi yaĢa, Allah uzun ömür versin, uzun ömürlü olsun, baĢınız sağ
olsun, Allah kalanlara uzun ömür versin vs.). Fakir veya yoksullara iyilikler yaparak
ölüm ötesi yaĢamda rahat yaĢamayı istemiĢtir. Gerek dinî gerek büyüsel törenler ve
iĢlemler yaparak (düzenleyerek/yaptırarak) tanrıyı kızdırmamaya çalıĢmıĢlardı.
196
Örnek, s. 212.
197
Celal Beydili, “Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük”, Ankara: Yurt kiap Yayın, 2005. s. 457.
101
Evrensel bir fenomen olan ölüm ve ölümle ilgili inanıĢ ve uygulamalar, ölüm ânı ve
sonrasından yapılan iĢlemler hakkındaki bilgileri geleneksel Türk inanıĢlarından daha
çok Ġslâmî (Müslümanlık) kaynaklardan oluĢmuĢtu. Artık hastanın ölüme yaklaĢtığı
anlaĢıldığı zaman hasta yakınları, hastanın öbür dünyaya rahat gitmesi için son nefesini
verinceye kadar hastaya sessiz ve sakin bir ortam düzenlerler. Hastanın ailesi, akrabaları
ve sevdiklerine haber verilerek onların hastanın yanında bulunmasına çalıĢılır. Öleceği
anlaĢılınca hasta yalnız bırakılmaz ve hastanın yanı baĢında Kur’an-ı Kerim okunur.
Son nefesinde su, eğer varsa zemzem suyu içilir veya dudakları sulandırılmıĢ pamukla
silinir.
Hastanın öleceği anlaĢıldığı zaman, hasta sağ tarafa çevrilir. Hastaya tövbe ettirilir,
hastanın yanında tekbir alınır, ezan okunur. Hasta ölünce çenesi tülbentle bağlanır.
Elbiseleri çıkartılıp temiz bir yatağa yatırılır. Göz kapakları kapatılır. Üzerine temiz bir
örtü örtülür. BaĢı kıble yönüne çevrilir. Eller göbeğinin üstüne konulur. Ölünün
karnının üstüne, içine Ģeytan girmesin, ardından birini götürmesin, ĢiĢmesin diye bıçak,
makas vb. demir aletler konulur. Dede Korkut hikâyelerinde de gördüğümüz üzere
198
Acıpayamlı, s. 47.
199
Mutluay, s. 5.
102
insanın canını alan melek Azrail‟dir. 200 Azrail‟in çıkması ve melekler girmesi için
ölünün bulunduğu odada pencereler açılır. Ölünün ayak baĢparmakları birbirine bağlanır.
Takma diĢleri varsa alınır. Ölünün üstünden çıkarılan ve soyha, soyka 201 adı verilen
çamaĢırları yıkanır fakire verilir.202
Ölünün karnının üstüne bıçak, demir, makas vb. konulması cin ve kötü ruhların bu
Ģeylerden korktuğuna inanıldığının göstergesi olmakla birlikte “Kök temir, kıru turmas”
atasözü de demirin kutsallığını göstermektedir. 203 Saim Sakaoğlu‟nun 101 Anadolu
Efsanesi adlı eserinde çeĢitli köylerden derlenilen birçok hikâye anlatılmaktadır. Ve bu
eserde cin, kötü ruhların iğneden korktuğunu anlatan iki tane efsane bulunmaktadır.204
Kısaca Ģöyledir:
Al Karısı
Erzincan‟a bağlı Bayırdağ köyünde, bundan elli-altmış yıl önce bir bey yaşamış. Bu bey
bir gece yatarken ahırdan nal sesleri işitir. İner, bakar ki, o çok sevdiği atı kan ter
içinde... saçları da örülü. Bunu al karılarının yaptığını anlar. Köyün büyüklerine
danışır. Onlar da yapılacak işin hayvanı al karısından kurtarmak olduğunu söylerler.
Bey, büyüklerin tavsiyelerine uyarak atını eğerler, eğerin üzerine acı sakız sürer. Ahırın
bir kenarında beklemeye başlar. Büyüklerin dediği gibi, bir iğneyi batırınca al karısı
görünürmüş. Hemen beyin gözüne görünüverir. Bey onu oradan alıp evine götürür. Al
karısının bulunduğu evlerde bereket olurmuş, her şey çok olurmuş. Bu al karısının tam
yedi yıl çalıştırırlar. Bir gün bu al karısı suya gider. Çocuklar da kuyunun başında
oynuyorlarmış. Kendisi korkusundan çıkartamadığı için yakasındaki iğneyi onlara
çıkartmak ister: “Parmaklarım yara olduğu için şu iğneyi çıkartamıyorum, sen
çıkartıver.” Çocuk da hemen çıkartır. Al karısı derhal kaybolur.
200
Muharrem Ergin, Dede Korukut Kitabı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s. 169.
201
ed. H. Emre Pekyürek, “Türkiye‟de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü”, Ankara: Türk Dil Kurumu,
1978,
s.3669.
202
Artun, s. 173-174.
203
Ögel, Mitoloji c. 1, s. 67.
204
Saim Sakaoğlu, 101 Anadolu Efsanesi (57 Al Karısı, 58 Al Basıtı), Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s.
142-145. Ayrıca konu ile ilgili olarak bkz: Abdülkadir Ġnan, “Al Ruhu Hakkında”, Türk Tarih,
Arkeologya ve Etnografya Dergisi, S.1, 1933., Orhan Acıpayamlı, Türkiye‟de Doğumla İlgili Âdet ve
İnanmaların Etonolojik Etüdü, TTK Basımevi, Erzurum 1961.;YaĢar Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski
Türk İnançlarının İzleri, ebabil yayınları, Ankara 2006., Esma ġimĢek, “Çukurova‟da Anlatılan „Alkarısı‟
Efsanelerinin Türk Efsaneleri içindeki Yeri”, I. Uluslararası Karacaoğlu ve Çukurova Halk Kültürü
Sempozyumu, Adana 1990, s.536-545., Özkul Çobanoğlu, Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk
İnançları, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003.
103
Al bastı
Gümüşhane ilimizin Kelkit ilçesine bağlı Köşe bucağının Öbektai (Gindeherek) köyünde
al bastı‟yla ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılır: Köy halkının cin adını verdiği bir
mahluk iki üç günlük genç bir lohusayı her gece rahatsız etmeye başlar. Kadın kocasına
haber verir. Böylece koca, karısını koruyacak, lohusayı rahatsız eden gücü ortadan
kaldırılacak veya gelmesi önlemiş olacaktır. O gece kadının kocası odaya gizlenir ve cin
adını verdikleri mahluğun gelmesini beklemeye başlar. Gece yarısından sonra cin
içeriye girer ve kadının boğazına sarılır. Koca, çıkıp cinin üzerine hemen bir iğne takar.
Böylece cin zararsız hâle getirilir. Bu cin, üzerindeki iğneyle birlikte o eve yıllarca
hizmet eder. Bir yandan da ev sahibine yalvarır. Sonunda dayanamayıp yakasındaki
iğneyi çıkarırlar ve o da ayrılıp gider.
Yukarıdaki iki efsanede görüldüğü gibi iğne, cin ve kötü ruhlar tarafından korkunç bir
nesne olarak kabul edilmektedir. Ġğnenin bu özelliğini, ölünün karnının üstüne konulan
makas, demir, bıçakla aynı kategoride değerlendirebiliriz.
Eski Türk topluluklarında ölüm haberini uzakta olan akraba ve dostlara iletmek için atlı
ulaklar gönderilirdi. Ölenin bulunduğu çadırın yakınına ya da etrafına bir bez parçası
sarılmıĢ direk veya mızrak dikilirdi. Kazaklar ve Kırgızlar ölü erkek ise beyaz; kadınsa
205
Edward Tryjarski, Türkler ve Ölüm, Geçmişten Bugüne Türklerde Ölüm Kültürü, Pinhan Yayıcılık,
Ġstanbul 2012, s. 146.
206
Polat, s. 185.
104
siyah bir bayrağı çadırın üstüne asarlardı. 207 Günümüzde ölümün duyurulmasının en
yaygın yolu, evden eve gidilerek haber vermek ve salâ‟dır. Evde ciddi ve ağır bir hasta
bulunursa zaten komĢuları hastanın evinde toplanarak ölenin ailesinin üzüntü ve
acılarını paylaĢırlar. Hasta ölürse, komĢular zaten hastanın ölüm haberini duymuĢ
olurlar. Salâ, bir ölüm duyurusu olarak namazlarından önce okunur. Köylerde, ilçelerde
ve küçük kentlerde evden eve haberleĢmenin, okutucu çıkarmanın yanı sıra en yaygın
usul salâ verdirmektir. Küçük yerlerde salâyı duyan kimse, birinin öldüğünü anlayarak,
ölenin kimliğini soruĢturur. Ayrıca, belediye hoparlörleri aracılığıyla da ölüm olayı ve
ölenin kimliği halka duyurulur.208 Bunun yanı sıra telefon, cep telefonu, internet, gazete
vs. çeĢitli iletiĢim aracılığıyla ölüm haberi verilir. Ölüm sonrası ölünün ayakkabıları
sokak kapısının önüne konulur. Bunu görenler evde ölü olduğunu anlarlar. Ayakkabılar
biri alıncaya kadar durur.209 Ölüm haberini alan komĢular ise hemen kazanla su ısıtmaya
koyulur, bunları ölüyü yıkamak için ölü evine verirler.
Kırgız dilinde “Kabar ayttıruu” diye ifade edilen ölümün duyurulması olayı ölünün
değerini yükselten ona saygıyı ifade eden en köklü geleneklerden birisidir. Bu husus
Manas Destanı‟nda Ģöyle mısralarıyla anlatılmaktadır.210
Ak köpüğü saçılıp
207
Tryjarski, s.166-167.
208
Örnek, s.213.
209
Artun, s.174.
210
Polat, s. 186.
105
karnına demir makas, bıçak vb. konulması, ölünün bulunduğu odanın pencerelerinin
açılması ve aydınlatılması, ölünün baĢucunda Kur’an okunması gibi ön hazırlık yapılır.
Bunlar bittikten sonra, ölüyü gömmek için yıkama, kefenleme, cenaze namazı kılınması
gerekmektedir. Bu iĢlemler gerek Ġslâm‟a gerek geleneksel inanıĢlara uygun bir Ģekilde
yapılmaktadır. Ölünün yıkanması usta yıkayıcı, hoca, tecrübeli olan veya dinle ilgilenen
kiĢi tarafından yapılmaktadır. Genelde hangi dine bağlı olursa olsun ölen erkekse erkek;
kadınsa kadın tarafından yıkanır. KomĢu veya yakınlardan birkaç kiĢi de yardım ederler.
Eski zamanlarda ölü evde öldüyse evlerinin avlusu, avlu bulunmayan evlerde ise
siperlik yer, evin bahçesi, ölünün yıkanması için kurulan çadır, yıkama yerleri olarak
kullanılmıĢtır. Ayrıca bu hususta cami avlularından da yararlanılmıĢtır. Günümüzde
hasta, hastanede ölmüĢse oranın gasilhanesinde yıkanır. Belediyenin gömmeyle ilgili
iĢleri üzerine aldığı yerlerde yıkama için mezarlıklarda gasilhaneler bulunur.211 Büyük
kentlerde daha önceden belediye cenaze iĢleri müdürlüğüne ödenen belli bir para
karĢılığında yıkama iĢiyle görevli kimseler ölüyü yıkarlar. Çoğu küçük kentlerde,
ilçelerde ve köylerde bu iĢ ücret karĢılığında yapıldığı gibi sevabına da yapılır. Ancak
ölü sahipleri yıkayıcılara para ya da ölenin giysilerini vererek onları memnun etmeye
çalıĢırlar. Son zamanlarda cenaze yıkama iĢlemi, belediyeler vasıtasıyla cenaze yıkama
araçlarında yapılmaktadır. Ölü ılık suyla yıkanır ve ölüye gusül abdesti aldırılır. Ölünün
burnuna, kulaklarına vb. pamuk tıkandığı da olur. Gülsuyu, gül hatmi, gülyağı,
gülkurusu kolonya, zemzem suyu, çörek otu, karanfil tozu, kokulu çiçek ve yapraklar,
esans vb. ölünün vücuduna sürülür kefene dökülür. Lamaist Tuvalarda ise ölüyü yıkama
âdeti yoktur. 212 Gagauzlarda ölü iki gün bekletildikten sonra yıkanır. 213 Tatarlarda,
ölüyü yıkamak için bir ırmak, çeĢme, kaynaktan su alınır. Su alırken “Ģükürler olsun!”
denip balta veya büyük bir bıçağın keskin tarafı suya atılır. Bunun nedeni, kötü su
ruhlarını kaçırmak içindir.214
Anadolu‟da ise ölü yıkamada kullanılan suyun temiz olması gerekmekle beraber
komĢulardan gönüllü olarak alınır. Ölü yıkamada kullanılan suya el batırılmaz. Ölü
211
Örnek, s. 216.
212
Tryjarski, s. 172.
213
Todur Zanet, Gagauzluk: Kultura, Ruh, Adetler, Pontos Yayınevi, Chisinau 2010, s. 378.
214
bkz. Tryjarski, s. 173-174.
106
yıkandıktan sora su ısıtılan kazan ters çevrilir. Suyun ısıtıldığı ocak da içe doğru yıkılır
ve kesinlikle ocak üzerine su dökülerek söndürülmez.215
215
Harun Güngör, Türk Bodum Bilimi Araştırmaları, Kum Saati Yayınları, Ġstanbul 2008, s. 332.
216
Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987, s. 789; Jean
Paul Roux,1999, s. 241; Edward Tryjarski, 2012, s. 184.
217
Örnek, Türk Halkbilimi, s. 216-218.
218
ed.Ömer Çetinkaya, Cenaze Hizmetleri Rehberi, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları, Ankara, 2008. s. 8.
107
Hakaslarda da cenaze öncelikle yıkanır. Ölen kiĢi mezara kiben adı verilen en iyi
kıyafetiyle gömülür, ölüye yepyeni, hiç giyilmemiĢ elbise giydirilmez. Ölen kiĢinin
üzerine giydirilen kıyafeti mutlaka kesilir. Önce ayakkabıların ucu, sonra pantolonun
kemer kısmı, en sonra da yaka kısmı kesilir. Genellikle elbise ve gömleğin bütün
düğmeleri kesilir.220 Aksi takdirde ölünün ölüler ülkesine kabul edilmeyeceğine inanılır.
Yakutlar kefenleme iĢlemi için en güzel elbise ve ayakkabıyı önceden hazırlar. Sagaylar
da ölüye kendi elbise ve ayakkabılarını giydirmektedir. Altay-Kızılar ölüye günlük
kıyafetlerini giydirip iç çamaĢırlarının üzerini koyun derisiyle örter, beline kuĢak
(ucunda çakmak taĢları bulunan), külah, keçe çorap, çizme giydirirler. Tuvalar ölülerine
yeni bir kuĢak bağladıkları günlük elbiseyi giydirirler.221
Ölen kiĢi ve ruhu için yapılan dinî törenler hem ölümün hemen gerçekleĢmesinden
hemen sonra hem de belli bir gün ve aylardan sonra yapılmaktadır. Bunlar eskiden beri
Türk halkları tarafından sadece ölenin ruhu için değil öbür dünyaya rahat geçip
kalanlara zarar verilmemesi, ondan ruhunun vereceği zararlardan korunmak amacıyla
yapılmıĢtır.
Türk topluluklarında Müslüman olan herkesin cenaze namazı kılınır. Cenaze namazı
için bir araya gelen cemaat, musalla taĢına konulan cenaze cemaatin önünde olacak
Ģekilde, kıbleye doğru saf tutar. Ġmam, Allah Teâlâ‟nın rızası için orada bulunan
cenazenin namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza baĢlar.
Cemaat ise, Allah rızası için o cenaze namazını kılıp onun için dua etmeye ve imama
uymaya davet eder. Türkiye‟de imam niyette ölünün erkek veya kadın, kız veya erkek
çocuğu olduğunu belirtmelidir. Bu namazda kadınlar için ayrıca niyet etmesi gerekmez.
Orta Asya‟da ise niyette erkek-kadın ayrımı yoktur. Namaza niyetten sonra imam
“Allahüekber” diyerek tekbir alıp ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat de
219
YaĢar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Ölüm, Berikan Yayınları, Ankara 2011, s. 109.
220
Gülsüm Killi, s. 68.
221
bkz. Tryjarski, s. 182-183.
108
sessizce tekbir alarak ellerini bağlar. Bu tekbirin arkasından hem imam hem cemaat “ve
celle senâüke”yle birlikte içlerinden “Sübhâneke”yi okurlar. Sonra imam ellerini
kaldırmadan “Allahüekber” diye açıktan tekbir alır. Cemaat de ellerini kaldırmadan
gizlice tekbir alır. Bundan sonra hepsi içlerinden “Allahümme salli” ve “Allahümme
bârik” dualarını okur. Tekrar aynı Ģekilde “Allahüekber” diye tekbir alınır. Bu tekbirden
sonra ölüye ve diğer müminlere niyetle cenaze duası okunur. Ġsteyen bu Ģekliyle Arapça
okuyabilir, benzer anlamda baĢka dualar da yapabilir. Bu duadan sonra yine
“Allahüekber” denilip tekbir alınır ve arkasından önce sağa sonra sola imam yüksek
sesle, cemaat alçak sesle selam verilir. Böylece namaz tamamlanmıĢ olur.222
Çin kaynakları Türklerde defin usullerinin devirden devire ve hatta bazen aynı dönem
içerisinde farklılıklar arz ettiğini belirtmektedir. Ölüyü yakma, toprağa gömmenin yanı
sıra cesedin tabuta yerleĢtirilip dağların tepesinde bir ağacın üzerinde muhafaza
usulünün de Türk boylarında görüldüğü anlaĢılmaktadır.223Eski Türkler cenaze töreni
yapılmadan (düzenlenilmeden) cesedin terk edilmesinin, geleneklere uygun olmadığını
ve bunları birer felâket olacağını düĢünmüĢlerdir. Eski Türklerde bir kiĢi öldükten sonra
cenaze iĢlemleriyle ilgili çok çeĢitli yöntemler bulunmaktadır. Ötüken Kırgızlarının
ölüyü tabuta koyarak cesedin eti çürüyünceye kadar ağaçta bırakma veya kalın iple
asma gelenekleri vardı. Fakat ağaçta cesedi koyma geleneği Kırgızların öz geleneği
değildi. Eskiden Yakutlar, ölülerini yakarlar ya da öldükleri kulübede bırakırlardı. Yine
222
Çetinkaya, s. 34-35.
223
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 112.
109
çok eski özellik olduğu halde Yakut Türklerinden bazıları çıplak cesedi ormanda dört
kazıkla taĢınan tahta levha üzerine yerleĢtirip bir öküz ya da at derisiyle sararlardı. 224
Altaylılarda ise üç türlü defin vardı. Bunlar, toprağa gömme, ağaca asma, ateĢte yakma
biçiminde icra edilirdi. Ancak bunlar eski zamanlarda cenaze töreninde uygulanan
yöntemlerdir.
Ölünün kefenlendikten sonra içine konularak taĢındığı sandığa tabut denir. Tabut en çok
çam ve kavaktan yapılır. Tabutun üzerine örtülen örtü varsa ölü evinden, komĢulardan,
yoksa camiden alınır. Genellikle yeĢil renkli olan ve üzerlerinde Arapça yazılı dualarla
kutsal kiĢilerin adları bulunan bu örtülere tabut örtüsü, Kâbe örtüsü, cenaze örtüsü, sal
örtüsü denilmektedir. Ġçindekinin cinsiyetini, yaĢını, mesleğini belirtmek amacıyla
tabutun üzerine kıyafet konulmaktadır. Genç kızların ya da gelinlerin tabutları tel-
duvakla, çeyizinden birkaç parçayla, pullu, ipekli al renkli kumaĢla süslenir.
Hıristiyan Gagauzlar‟da eğer ölüler genç ise, erkeklere kalpak; kızlara gelinlik
giydirirler. Ölünün konulduğu tabut içine ölünün yıkandığı sabun, tarak ve yol parası
olsun diye bezinin içine birkaç kuruĢ para koyarlar. Ölünün ayakları güneĢin doğusuna
gelmek üzere ölüyü mezara koyarlar.227
224
Roux, s. 223.
225
Ahmet Gökbel, Kuman-Kıpçaklarda Ölü Gömme İle İlgili İnanç ve Âdetler, s. 50-51,.In: Defin
(Eds:Emine Gürsoy Naskali ), Tarihçi Kitapevi, Ġstanbul 2012.
226
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 48.
227
Zanet, s. 379-380.
110
Eski Türk topluluklarının, öbür dünyada ruhun yeni bir hayata devam edeceğine
inandığını, ölünün bindiği at, elbise, eĢya, silahlar vs. ile beraber gömüldüğünü
biliyoruz. Ayrıca bu mezara çeĢitli yiyecekler ve gündelik kullandığı eĢyaları gömme
âdeti, bugün hâlâ Orta Asya bozkırlarında yaĢayan Türkmen oymaklarında Yakutlar‟da,
atla beraber defin geleneği ise Altay Türkleri‟nde de devam etmiĢtir.229
Cenaze namazı kılındıktan sonra tabut cemaat tarafından mezarlığa kadar izlenir.
Cenazenin taĢınmasında en az on adam bulunur. Cenaze alayına çocukların dıĢında
herkes katılabilir. Küçük yerlerde kadınların cenaze alayına katılmaları hoĢ karĢılanmaz.
Buna karĢılık büyük kentlerde artık bu geleneğin dıĢına çıkıldığı, kadınların cenazeye
katıldıkları ve mezarlığa kadar gittikleri görülmektedir. Ölü mezara kıble doğrultusunda
konulur, sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür. Duadan sonra imam, mezarın baĢ
tarafına oturarak, ölenin sorgucu meleklere vereceği cevapları kolaylaĢtırmak amacıyla
ona birtakım sözler söyler; buna telkin ya da halk deyimiyle tövbe talkın denilir.230
Altay Türklerinin, ölüyü orman, nehir kıyısı, yüksek dağ, tepe dorukları gibi yerlerde
gömdüklerini bilinmektedir. Günümüzde ise önceden seçilmiĢ olan yer veya ölünün
ailesi tarafından seçilmiĢ olan yere gömülür.
228
Tryjarski, s. 190-201.
229
Polat, s. 204-205.
230
Örnek, Türk Halkbilimi, s. 218-219.
111
ĠnanıĢa göre ay bu elbiseleri kötülük ve zarar verici ruhlardan temizler. 231 Bu uygulama
ölmüĢ birinin elbisede onun ruhu veya ruhun kötü etkisi devam edeceğine inanılan
bulaĢıcı büyüsünden (contagious magic) kaçınma iĢlemi olarak düĢünebiliriz. Ayrıca,
sağlığa uygunluk bakımından güneĢ ıĢığı sağlığa zarar verenleri yok edebilir.
Türk halk inanıĢlarında mezara gitme ve mezardan dönmeyle ilgili Ģöyle inanıĢlar
bulunmaktadır. Cenaze mezarlığa götürülürken dönüp arkaya bakılmaz, Cenazeden
dönülürken ise de geriye bakılmaz. Ayrıca doğrudan eve değil ahıra veya tuvalete gidilir.
Evden mezarlığa gidilen yoldan gelmeyip baĢka yoldan gelinmesi uygulamaları da
vardır. Yani mezarlığa gidilen yol ile mezardan dönülen yol farklı olur. Bunlar kötü
ruhlardan korunmak, ölen kimsenin ruhunun evine geri dönmemesini engellemek için
ve öbür dünyaya hemen geçmesi için yapılan uygulamalardır.
Eski Türklerde ölüler için yapılan törene yog (yoğ, yuğ) adı verilmektedir. Yog,
yoglamak ve yogçı kelimesine Orhun Yazıtları‟nda rastlanılmaktadır. Divanü Lügat-it-
Türk‟te yog, „ölü gömüldükten sonra üç, yedi güne kadar verilen yemek‟ olarak
geçmektedir. 232 Von Gabain, yog kelimesinin, yok etmek kelimesinden türetildiğini
belirtmektedir. Aynı zamanda ölünün gömülmesinden üç veya yedinci günde yenilen
yemeğin adı yani, ölü için verilen yemek olarak kullanılmıĢtır.233 Asıl olarak yog, ölüyü
anma anlamı taĢımaktadır. Gök Türkler de mezar etrafına toplanarak ayin (yug töreni/aĢ)
yapmıĢtır. Daha sonra XII-XIV. yüzyılda, ġamanist ve Hıristiyan Kıpçaklarla,
Müslüman Türklerden Kırgız-Kazaklar da son zamanlara kadar yoğ töreni
yapıyorlardı.234 Eski Türk geleneği olan yog töreni, ölü için yapılan dinî gelenek olarak
hâlâ yaĢamaktadır. Bahsettiğimiz gibi yog, cenaze töreni sonrasında sunulan yemek
anlamında kullanılmıĢtır. Bundan dolayı yog-aş olarak geçmektedir. W. Radloff, Kül
Tigin ve Bilge Kağan‟ın anıtlarının bulunduğu yer, onların defin edildiği yer değil, yog-
231
Polat, s. 195.
232
KaĢgarlı Mahmut, Divanü Lûgat-İt-Türk Tercümesi c. 3, (Çev. Besim Altay), TDK Yayınları, Ankara,
1992, s. 143.
233
Roux, Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, s. 262.
234
Ġnan, Eski Türk Dini Tarihi, s.61.
112
Türklerde definden sonra üç, yedi, dokuz, kırk, elli ikinci ve yıl dönümünde tören
yapılıp misafirler davet edilir. Bu ölü aĢına kırk ekmeği, kazma takırtısı, can aşı, kazma-
kürek hakkı, hayat yemeği vs. çeĢitli adlar verilmektedir. 236 Örneğin, Denizli‟de
cenazeden sonra üç gün verilen helvaya „ruh helvası‟ denilir. Afyon‟da ölü gecesinde
ölü yemeği verilirken, MuĢ‟ta taziyeye gelenlere Ģeker, Ģerbet; mezarı kazanlara da
yemek verilir. Amasya‟da ise definden sonraki üçüncü, kırkıncı ve elli ikinci gününde
helva kavrulur. 237 Ölü yemeğinin çeĢitli adları vardır. Bunlar, Erzurum çevresi ve
Çankırı‟da „kırk ekmeği‟, Sivas ve Tunceli‟de „kırk yemeği‟, Gaziantep‟te „hayat
yemeği‟, Urfa‟da „kazma-kürek helvası‟, Tahtacılarda „hayırlı vermektir‟.238 Görüldüğü
gibi günümüz Türkiye‟sinde bölge, Ģehir ve köylere göre çeĢitli adlar verilen ölü aĢı,
yemeğin türleri ve yapılan uygulamalar açısından değiĢiklik gösterir. Fakat bunların
hepsi, ölmüĢ olanların ruhlarını memnun edip öbür dünyada rahat etmesi ve geri
kalanlara zarar vermemesi için yapılmaktadır.
Mezarlıktan dönüldükten sonra ölü evine “taziye” denilen ziyaret yapılır. Ölü evine üç
gün süreyle taziye için gelen misafirlere özellikle Çukurova‟nın doğu ve iç kesimlerinde
239
“Gügüm” denilen kahve ikram edilir. KomĢular ölü evine yemek götürür, cenaze
töreni bittikten sonra ocak yakılıp helva piĢirir ve dağıtılır. AĢ dökmek, helva kavurmak,
koku yaymak geleneği Hunlardan bugüne kadar aktarılan eski Türk inancından
kaynaklanır. 240 Ölenin ardından dökülen aĢ, Türk inançlarında ıduk olarak kabul
edilmektedir. Ölü evinin üyeleri, komĢu ve akrabalarına helva ve tuz dağıtırlar. „Tatlı
yiyelim tatlı konuĢalım‟ inanıĢa dayanarak bu gelenek Doğu Anadolu‟da
241
yaĢatılmaktadır. Ölümün gerçekleĢtiği evden yemeklerin bozulmuĢ diye atılması,
bundan dolayı ocakta yemek piĢirilmemesi uygulamaları vardır. Çünkü ölüm gibi acı,
üzüntü ve kötü olayların diğer insanları ve nesneleri olumsuz etkileyeceğine
235
Ġnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 193.
236
bkz. Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s.88-89, Tryjarski, s.387.
237
Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Ölüm s.119-120.
238
Örnek, Türk Halkbilimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 221
239
Mehmet Yardımcı, Halkbilim ve Edebiyat Yazıları, Açıksöz Yayınları, Malatya 1993. s. 314.
240
Kalafat, s.131.
241
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 216-217.
113
inanılmaktadır. Türkiye‟de ölüm gibi kötü olaylardan sonra tuz verilir. Kore‟de ise
uğursuz sayılan veya kötü olayları yapan insanların arkasından nazar değmesin diye tuz
serpilir. Nevruzda ateĢ yakma geleneğini de bu inançla iliĢkilendirmek mümkün olabilir.
Tatlı Ģeylerin yenilip veya dağıtılıp acının unutulması, tatlı olayların geleceğine inanılan
bu uygulama, sözle ilgili olan homeopatik büyü (homeopathic magic) kategorisinde yer
alır.
Ölü aĢı en eski biçimi Tayga ormanlardaki ġamanist boylarda bulunmaktadır. Taygada
yaĢayanlar çocukları hasta olduğu zaman atalarının mezarına gidip yemek ve içki
sunmuĢlardır. Yani aĢ-yemek, ölenin ruhuna doğrudan doğruya sunulmuĢtur. Beltirlerde
ölü aĢı definin üçüncü günde verilip çadırın güneyinde sofra hazırlanır. Hazırlanılan
yemek ve içkilerin yarısı ateĢ ruhuna kurban edilir. Bu ölünün ruhu için yapılır. Yedinci
günde ise mezarlığa gidilir, mezarın sağ tarafına büyük bir ateĢ yakılır, yemek ve
içkileri atılır. Sonra herkes mezarın üzerine rakı koyar ve yemek atarlar. Bu ayin bitince
herkes yemeğe içmeye baĢlar. En büyük aĢ töreni ise ölünün yıl dönümünde yapılır.242
Mezarı ziyaret edip ölenlerin ruhlarına yemek, kurban sunma geleneği Asya kültüründe
çok yaygın ve derin bir Ģekilde bulunmaktadır. Mezar ziyaret geleneğinin, atalar kültü
ve ruh inançlarıyla ilgili olduğundan daha önce de bahsetmiĢtik. Ruhun yaĢamakta olan
insanları kötü veya iyi etkileyebileceğine inanılmıĢtır. Bu kötü veya iyi etkinin ayrımı,
ruhun özelliğine göre değil, yaĢayan insanların ruhlara karĢı gösterdiği saygı, sadakat ve
hizmetlerine göre değiĢir. Bundan dolayı eskiden beri ruhlara ait törenler düzenlenmiĢtir.
ĠĢaret edildiği gibi yoğ, daha sonra ölü aĢını ifade etmiĢtir. Bu geleneği Altay, Yenisey,
Saka, Kırgız, Kazak Türkleri, Göktürkler vs. bütün Türk topluluklarında görebiliriz.
Oğuzlar Anadolu‟ya geldikten sonra da bu geleneği devam ettirmiĢlerdir. Bu aĢ geleneği
daha sonra Anadolu‟da sevap kazanmak amacıyla yapılmıĢtır. KaĢgarlı Mahmut,
Divanü Lügat-it-Türk‟te ölü kültüyle ilgili, Ģöyle demektedir. „tiki; geceleri işitilen ses.
Türkler öyle sanırlar ki, ruhlar sağ iken yaşadıkları şehirlerde her yıl bir gece
toplanırlar ve halkı ziyaret ederler. Geceleyin bu sesi kim işitirse ölür. Bu, Türkler
arasında yaygındır.‟243
242
Ġnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 189.
243
Ġnan, s.195.
114
Tatarlarda ölü aĢı definden üç gün sonra, yedinci, kırkıncı günlerinde, yıl dönümünde
verilir. Elli ikinci gününde ise sadaka verilir. Misafir çağırma ise ölenin cinsiyetine göre
düzenlenir. Üçüncü ve yedinci gününde “kuymak” piĢirilir. Yemek güzel piĢmiĢse
ölenin ruhunun memnun kaldığı düĢünülür. AĢa gelen herkes sadaka olarak madenî para,
sabun, kaĢık getirir. Alınan paralarla ise yiyecek dıĢında öleni hatırlatacak tabak, kaĢık
fincan, kâse vs. alınır. 244 Ahıska Türklerinde de üçüncü, kırkıncı ve elli ikinci
günlerinde helva kavrulur. Bu helva, mezarı kazanlara ve cenaze iĢiyle ilgilenen hocaya
da verilmektedir. Karaçay Türklerinde “hıçın” adlı börek yediden fazla olmayan tek
sayılı yani üç, beĢ ve yedinci günlerinde dağıtılır.245 Kırgızlar birisi öldüğünde at, koyun,
sığır keserler. O gün gelen akrabaya, hizmet edenlere definden sonra et-pilavı ikram
edilir. Buna “Kur’an okutma yemeği” derler. Ölüm yıldönümünde verilen yemeğe ise
“Kara Aş (Ölü aşı)‟”denir. Kırgızlar ise at kesmeye önem verip bunu bir vazife olarak
görürler. Kesilen atın ahirette/öbür dünyada Burak olacağına inanırlar. Günümüzde ölü
aĢı ailenin maddî durumuna göre yapılmaktadır. Nogay Türklerinde ölümün yedinci
günü yağ kızartılarak yemek piĢirilir. Kırkıncı ve elli ikinci gecesi ise ölü aĢı yapılır. 246
Tatarlarda ise yas töreninde un dolu tabak verme uygulaması bulunur. Cenaze
arkasından kırk gün içinde tabağa birer kaĢık un koyma geleneği vardır. Ölü sahipleri
bu unu hastaya veya fakirlere dağıtırlar. Unun iyilik, temizlik ve kutsallığı
simgelediğinden dolayı ölü aĢı olarak un verilir ve un yemek içinde de kullanılır. Yas
aĢı baĢlamadan önce mezara gitmek öleni sofraya davet edip aĢ sona erdiğinde öleni
uğurlama geleneği vardır. KereĢin Tatarları kırkında üç çeĢit; koyun, tavuk, balık
kurbanı keserler.247 Isparta‟da ise komĢular ölünün evine yağ, un, Ģeker vs. getirirler. Bu
malzemelerle ölünün arkasından yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gününde “piĢi” denilen
un kızartması yapılıp komĢulara ve yakın akrabalara dağıtılır. Ayrıca camide ve ölünün
evinde mevlit okutulur.
244
Zaripova Çetin, s.133-134.
245
Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Ölüm s. 119–121.
246
Polat, s. 210–211.
247
Çulpan Zaripova Çetin, Tatar Türklerinin Gelenek ve Görenekleri, Karadeniz Dergisi Yayınları, 2009,
Ankara, s.133–134.
115
2.3.3.2.1. Yas
Ölüm veya bir felaketten doğan acıyı belirten davranıĢlara ve bu sürece yas denilir. Yas
tutmak, yas giysisi giymek, ağlamak ve ağıt yakmak gibi uygulamalarla belirtilmektedir.
Daha çok kadınlar ve kızlar ağıt yakar. Ankara‟da ise erkekler de ağıt yakarlar. Ağıt
yakarken saçlarını yolarlar. Moğolcada „gasalulca‟ kelimesi hep birlikte ağıt
yakmak/yakınmak anlamına gelir.248
Cenaze töreninde yas giysisi giyilerek yasın olduğu belirtilir. Çin kaynaklarına göre
Hiung-nu‟lar yas giysilerini bilmiyorlardı. Daha sonra eski Türkler Çinlilerden beyaz
rengi öğrenmiĢler bu rengi yas rengi olarak kabul etmiĢ ama buna da “kara bağlamak”
adını vermiĢlerdir. Fakat Oğuzların siyah yas rengi Selçuklular, Osmanlılar ve bugünkü
Anadolu‟ya kadar gelmiĢtir. Siyah ve beyaz yas giysisi, cenaze töreninde aynı anda da
bulunabilir.249 Yas tutanlar giysileri ters yani içi dıĢa doğru Ģeklinde giymektedir. Bu
geleneğe Kazak, Kırgız gibi diğer Türk halklarında da rastlanılır. Ayrıca baĢı örtme
uygulamaları da bulunmaktadır. Yas giysisinin ters giyilmesi, öbür dünyanın bu
dünyayla tam ters olduğuna inanmaktan kaynaklanır. Üstelik ölümün, elbiseyi düzgün
giyilmeyecek kadar ani ve beklenilmeyen bir olay olduğunu, hatta acı, üzüntü ve
ĢaĢkınlıktan insanın kendinde olamadığını göstermektedir.
Yas sürecinden bazı Ģeylerden kaçınılır. Yas tutulduğu zaman renkli süslü giysiler
giyilmez, eğlencelere katılınmaz, makyaj ve tıraĢ yapılmaz, düğün, sünnet ve niĢan
250
ertelenir veya törensiz yapılır. Uygurlar ise kırk gün kırmızı elbise giymezler. 251
Bunlar ölenlere saygı, insanlara acı ve üzüntü içinde olduğunu göstermek için yapılır.
Ayrıca bütün eğlenceli davranıĢ ve düĢüncelerden kaçınarak dikkat edilmesi gerektiğini
gösterir.
248
Roux, s. 264.
249
Tryjarski, s.150–152.
250
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 83.
251
Ġsmail Görkem, Türk Edebiyatında Ağıtlar –Çukurova Ağıtları-, Akçağ Yayınları, Ankara 2001, s. 50.
116
diğer akrabalar için kırk günle sınırlıdır. Kars‟ta ölümden elli ikinci güne kadar yas
tutulup, kara baĢörtüsü bağlanır. 252 Kadınlar ağlarken dövünür, baĢlarını yırtar, duvara
vurur, göğüslerini dövenler de olur. Ahıska Türklerinde yas üç veya yedi gün sürer,
yasın süresi akrabalık derecelerine göre değiĢir.253 Kırgızlarda ölenin cinsiyetine göre
değil, yas tutanların cinsiyetine göre yas süreci farklı olur. Erkekler kırk gün yas tutup
kırk birinci gün tıraĢ olarak yası kaldırır; kadınların ise yas tutma süreci bir yıl sürer.254
Yastan sonraki bayrama „Kara Bayram‟ adı verilir. Yastan çıkma ancak bu bayram
geçince mümkün olur. Bununla ilgili S.V. Örnek, Türklerde yasın kaldırılması için
Ramazan ve Kurban bayramlarının geçmesi gerektiğini belirtilmektedir. BaĢ sağlığına
gelen misafirlere tatlı ve Ģeker yerine sigara ve acı kahve ikram edilir. Yasın
kaldırmasıyla birlikte ters giyilen elbise düzeltilir ve yasaklar yok edilir. Türkistan
Kazaklarının mızrağı kırması, Budist Sarı Uygurların misafiri ölü yemeğine çağırması,
Ġslâm inancına göre abdest alınması vs. çeĢitli yasların sona erdirilmesi geleneği
görülmektedir. Ölümden uzaklaĢmak amacıyla ölünün ailesi, komĢular tarafından
hamama çağırılır, hamamda onlara yemek verilir. Hamama çağırma uygulamasının bir
benzeri Sivas‟ta sabun dağıtılmasıdır. 255 Yas dönemi bayrama rastlarsa ölen ailenin
üyeleri dıĢarı çıkmaz, komĢular tarafından ziyaret edilir. Yaslı aileyi akrabalar ve
komĢular hamama çağırdığı gibi, yaslı aile de “yas hamamı” yaparak akraba ve
komĢularını, özellikle ölü için yemek gönderenleri çağırıp onlara yiyecekler sunar.
Kayseri‟de kırk günlük süre bitince ölü sahipleri “acıları dökülsün” diye bu
uygulamaları yapar. Çorum‟da ise “ölüm sönsün” diye hamama gidilir, pekmezli yufka
ekmeği ve dürüm götürülür. Hamama çağırma geleneği, suyun temiz, kutsal özelliği
hatta bu dünyayla öbür dünya arasındaki ayrım olarak kabul edilmesinden kaynaklanır.
Tu-kiularda ölünün çadırının çevresinde atla yedi kez dönülürdü. Huan-huan‟larda ise
cenaze törenleri sırasında atlar cesedin çevresinde yüz kere döndürülürdü. Moğollarda
da cenaze töreninde dört atın ölenin çadırının çevresinde adım atmayacak kadar
252
Örnek, s. 83.
253
Kalafat, s. 120.
254
Polat, s. 219.
255
Tryjarski, s.156–158.
117
256
koĢturulduklarını anlatılmaktadır. Ölünün konulduğu çadırın etrafının atla
dönülmesinin en az üç, en fazla dokuz defa olduğunu çeĢitli kaynaklarda bulabiliriz.
Eski Türk Topluluklarındaki yas gelenekleri, Kül Tigin ve Bilge Hakan için yapılan yas
törenleri Orhon yazıtlarında yazılmaktadır. Çin kaynakları, Türklerin ölünün bulunduğu
çadırın etrafında yedi defa at üzerinde dolaĢıldığını; kapının önünde yüzlerini bıçakla
kestikleri kanlı yaĢlar aktığını haber veriyorlar. Bu yas töreni yedi kez tekrar
258
edilmiĢtir. Manas Destanı‟nda Manas‟ın ölümünden sonra Kanıkey Hatun‟un
saçlarının açılmıĢ yüzü ve gözü kan çanağına dönüĢmüĢ olduğu anlatılarak aĢ
töreninden bahsedilir.259
Manas Destanı‟nda görüldüğü gibi Türk topluluklarında yas tutanlar yüzlerini saçlarını,
kulaklarını parçalar, keserler ayrıca yemek verirlerdi. 260 Yas töreninde saç kesmek,
örgüyü çözmek gelenekleri hâlâ Anadolu‟da devam edilmektedir. Türklerin yuğ törenini
anlatan Stanislas Julien, Türklerde ölenin oğulları ve akrabalarının hepsi birer koyun,
sığır, at kurban edip onları çadır önünde gösterdiklerini söylemiĢtir. Ayrıca bindiği atın,
eĢyalarını yaktıktan sonra kalan külleri belli bir gün ayarlanarak gömüldüğünü
anlatmıĢtı. Ölüm gerçekleĢtikten sonra belli zamanlarda asıl yuğ töreni yapılmıĢtır.261
Türkler arasında görülen yas âdetlerinden biri de ölenin bindiği atın kuyruğunun
kesilmesidir. Eski Oğuzlar, Kazaklar ve Kırgızlarda atın kuyruğunu yas alâmeti olarak
kesme âdetinin mevcudiyetini tarihî bilgiler haber veriyor. Ayrıca Oğuzlarda karalar
giyinmek ve yaslı çadıra bayrak asmak âdeti de mevcuttur. Kırgız-Kazaklarda yaslı
çadıra kara bayrak asılmakta; ölen Ģehitse yas alâmeti beyaz bayrağa dönüĢmektedir.
Eski Oğuzların yas geleneği Dede Korkut Destanı‟nda da görülmektedir. Beyrek‟in ölü
256
Roux, s.68.
257
Roux, s. 273.
258
Roux, s. 239-246.
259
Bilgehan Atsız Gökdağ ve Kemal Üçüncü, Başlangıcından Günümüze Türk Destanları, Akçağ
Yayınları,
Ankara, s. 160–161.
260
Ġnan, ġamanizm, s. 197.
261
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 206–207.
118
Kazaklar‟da gelen konuklara evden nasıl bir ölü çıktığı hakkında bilgi vermek için ölen
kiĢi genç olursa kırmızı, orta yaĢlı olursa kara, ihtiyar olursa beyaz bir mendil
bağlanır. 265 Kırgız-Kazakların bazı boylarında kadınlar ağıt söyleyip ağlarken ters
oturur ve elbiselerini ters giyerler.266 Yine Kazaklarda, ölenin kızları saçlarını kesip bu
saçlar ölüyle, atın kuyruğuyla beraber gömülürdü. Kırgız ve Kazakların yasta olduğunu
gösteren iĢareti ise dul kadının kara giymesi, kızların ak giysi ve kırmızı baĢörtüsüdür.
Ġbn Batuta Kırgız-Kazaklarda, elbiseyi ters giyme, baĢı açık tutma veya baĢa siyah
mendil bağlama âdeti devam ettiğini söylemiĢtir. 267 Günümüzde Kırgızlarda ise en
yakın akrabalar yas tutar. Kadınlar eĢi ölürse kara, akrabaları ölürse mavi elbise giyerler,
ağlayarak ağıt yakarlar. Yas süresi bir yıl sürer. Ölümden sonraki ramazan bayramına
„Küçük Bayram‟ veya „Ölülerin Bayramı‟ denilir. Kurban bayramını „Büyük Bayram‟
veya „Dirilerin Bayramı‟ olarak adlandırırlar. Ġlk ramazan bayramında koyun kesilip,
yemek verilir, taziyeler kabul edilir. Kırgızlarda baĢsağlığı birinci günden, kırkına kadar
devam eder. Yüzleri yırtma geleneğine günümüzde pek rastlanmaz. 268 Sagaylar ve
Beltirler yas alâmeti olarak saçlarını kesmektedir. Beltirlerde ölenin dul eĢi yedi gün
sonra ancak saçlarını örebilir. Uygurlarda yaslı kadınlar bellerine beyaz kumaĢ ve
262
Ġnan, s. 196.
263
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 108.
264
Roux, s. 263.
265
Görkem, s. 52
266
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 109.
267
Ġnan, s.196.
268
Polat, s.214–215.
119
baĢlarına da beyaz örtü takarlar. Definin yedinci günü yaslılar özel olarak hazırladıkları
ekmek, yemek ve diğer yağlı yemekleriyle misafirleri ağırlarlar. 269
2.3.3.2.2. Ağıt
En eski Türk geleneklerinden birisi de sagu, sıgıt, sıgta kelimeleriyler ifade edilen ve
ölen kimselerin arkasından Ģiir Ģeklinde söylenilerek yapılan ağlamalardır. Orhon
Kitabeleri‟nde yoğçı, sıgıtçı kelimeleri geçmektedir. Ġslâmiyet öncesi sözlü edebiyat
ürünlerinden biri olan sagular, yuğ törenlerinde okunan ağıtlardır. Burada Türklerin en
eski ağıtı olarak kabul edilen Divanü Lügat-it-Türk‟teki Alp Er-Tunga’ya yakılan ağıt
yer almaktadır.270
269
Görkem, s. 49–50.
270
Tekin Talât, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, TDK yayınları, Ankara 1989, s. 8-11.
120
8. Ögreyüki mundag ok
Mında adın tıgdag ok
Atsa ajun ograp ok
Taglar başı kertilür
Ağıt, „canlı-cansız bir varlığı kaybetme üzüntü, sıkıntı, korku ve heyecan anındaki
feryatlarını, isyanlarını, talihsizliklerini, şikâyetlerini düzenli-düzensiz söz ve ezgilerle
271
Artun, s. 26.
272
Tryjarski, s. 254.
121
ifade eden türküler.‟ olarak antatılmaktadır. 273 Cenaze töreni sırasında ve anma
törenlerinde yani yuğ ve yas töreninde Ģarkı veya ilahi Ģeklinde seslendirilen ağıtlar,274
saguların devamıdır. Ġslâmiyet‟ten önceki devirlerde sagu deyimiyle karĢılanan ağıta
Azerbaycan‟da ağı, Kerkük Türklerinde sazlamağ, Türkmence‟de ağı yanında tavs,
tavşa adları verilmektedir.275 Ağıt söylenmeye ağıt yakmak, ağıt söyleyen ağıtçı olarak
adlandırılır.276 Ağıdın dıĢ yapısına bakarsak, nazım birimi dörtlük, normalde sekiz veya
11 hece ölçüsüdür. Kafiye koĢma ve mani biçimindedir. Ağıtın en önemli özelliklerden
birisi ezgidir. On yarım dizelik on kıtadan oluĢan ağıt, Altan Tobçi tarafından aktarılan
Cengiz Han‟ın ağıtı oldukça uzun, Kağan Molan‟ın dul karısını anlatan ağıt ise çok
daha kısadır.277 Ağıt aynı zamanda yasın en temel unsurlarından biri olarak karĢımıza
çıkmaktadır. Örnek olarak Ģu ağıtları verebiliriz: Sıradan köyünden MemiĢ‟in ağıtı278;
1.
Aman gardaşım gardaşım
Bu bize gader Memiş‟im
Gapıya bir atlı gelse
Ahıra gider Memiş‟im
2.
Belinde sarı palaska
Buna dayanır mı yürek
Beş bacının bir gardaşı
Gardaş beşimiz de ölek
3.
Belimde sarı kemeri
Sarar dolayı dolayı
Öldürün gâvur gızını
Gana beleyi beleyi.
4.
Yanmadı odanın ışığı
Memiş‟siz iş dutulur mu?
Gâvur musun gâvur gızı
Kilit suya atılır mı?
273
Sadık Tural, Hüseyin Ağca vd., “Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü” Ankara: AKM Yayınları, c. 1, 2004, s.43- 44. Sükür Elçin, Ağıt, s. 310, In: Türk
Dünyası El Kitabı c. 3, Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü, TAKE Yayınları, Ankara 1992.
274
Roux, s. 265.
275
ġükrÜ Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 290.
276
Ağıt kavramıyla daha detaylı bilgi için bkz. Görkem, Türk Edebiyatında Ağıtlar –Çukurova Ağıtları-,
Akçağ Yayınları, Ankara 2001, s. 16–18.
277
Roux, s. 270–271.
278
Kalkan s. 380.
122
5.
Yavaş da ben de varıyım
Eğlen Sadık, oğlum eğlen
Beytullah‟tan yağ etirdim
Türlü kokularınan yağlan
6.
Yaz da gelir güz de gelir
Ördeğinen gaz de gelir
Elbisesin ters döndermiş
Sallanarak gız da gelir
Bekâr erkekler için söylenen ağıtlar, Ali‟nin ağıtı279;
1.
Ali‟m küsmüş eve gelmez
Benim de (hiç) yüzüm gülmez
Bu gadar da fayda gelmez
Gızım hoş gelidiŋ
2.
Hatın‟ıŋ habarı yoktur
Benim derdim gayet çoktur
Adana‟dan gelse doktur
Hoş geldin gızım hos geldin
3.
Anayıŋ büküldü beli
Bülbül oldu öttü dili
Ail‟m bahçaların gülü
Oğlum hoş geldiŋ hoş geldiŋ
4.
Yağmur yağdı sular daştı
Gafaya yıldırım düştü
Memmet gardaş deyi goştu
Hoş geldin gızım hoş geldin
5.
Şu Mardin‟iŋ yolu uzak
Gel fızım barabar gezek
Felek bize gurmuş duzak
Hoş geldin gızım hoş geldin
279
Görkem, s. 217.
123
6.
Yüce dağlarıŋ ardıŋdan
Yandım Ali‟niŋ derdinden
Yoksa Urfa‟dan Mardin‟den
Oğlum hoş geldin hoş geldin
7.
Baba deyi dağırıyor
İmdan deyi çağırıyor
Soner Ali‟yi arıyor
Hoş geldin oğlum hoş geldin
8.
Bizim ele yeller esik
Ali‟den umudum kesik
Hacı oğlum baŋna küsük
Hoş geldin gızım hoş geldin
9.
Biri gayıp biri ölü
Ben de oluyorum deli
Dayıları Hacı Veli
Hoş geldin guzum hoş geldin
10.
Çavış sen acıŋı yazma
Dolanıp garşımda gezme
Bir elinde iki gazma
Hoş gelin gızım hoş geldin
Kızlar için söylenen ağıtlarından birini örnek olarak sunuyoruz.
1.
Düğününde öldürülen genç kızın ağıtı280
Gapı koŋşularım yaktı canımı
Gağazımdan sıyırdı altınlarım/ı/
Nişanlım Hössün (de) bekler yolumu
Benim için boyun güktü zalımlar
2.
Bileydim ki baŋna pilan yapıldı
Ellerime gızıl gına yakıldı
Dostlar bağazıma altın dakıldıdemek gözleriŋi dikti zalımlar
Demek gözleriŋi dikti zalımlar
280
Görkem, s. 302-323.
124
3.
Ana baba fardaş yandı del‟oldu
Bayrağım dikildi dúğúnüm oldu
Cesedim çukurda ölü bulundu
Bütün köy halkı da şaştı zalımlar
4.
Yüŋsük barnağıŋda burma goluŋda
Nişanlım Hössün (de) ağlar yolumda
Sarı altın(lar) çoğudu doynumda
Sankı gendiler daktı zalımlar
5.
Bütün köylüleri acı bürümüş
İrili ufaklı duyan yötümüş
Böyle zalımlar (da) idam edilmiş
İmanı paraya sattı zalımlar
6.
Çeyizimi açıp süslemediler
Beni (de) muraza erdirmediler
Geli elbisesiŋ geydirmediler
Ganımı yerlere döktü zalımlar
7.
Bütün köy halkı (da) yandı acıma
Suçum yoktur benim geder gücüme
Çeyizimi veriŋ güççük bacıma
Ben gediyom oŋa düştü zalımlar
8.
Gönuşamam söz gelmiyo dilime
Şerbet diye zeher vermiş elime
Bilmiyom da dostlar gettim ölüme
Bemi bir odaya çekti zalımlar
9.
Duydum (ki) köy halkı dönmüş deliye
Duyan müslümanıŋ galbi eriye
Soruŋ bu desteni yazan asığa
Yazarkan gözümden aktı zalımlar
Döndü Rışavanoğlu
125
Çocukların ağıtı281
1.
Sana derim gara toprak
N‟ettim çifte guzuları
Kasel edip yaprak yaprak
Döktün çifte guzuları
2.
Var oldular gelen gibi
Yok oldular yalan gibi
Bir kükremiş yılan gibi
Yuttun çifte guzuları
3.
Ben sölerim sözü harben
Öyle ağırdır ki darben
Daha küçük yaşa kurban
Ettin çifte guzuları
4.
Mahmut büründü karaya
Can dayanmaz bu yaraya
Sekizini bir araya
Kattın çifte guzuları
281
Görkem, s.204.
282
eEditör. M. Öcal Oğuz, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Frafikler Yayınları, Ankara 2004, s. 160.
126
5.
Söyleyin anama anam ağlasın
Anamdan gayrısı yalan ağlası
ÇuvaĢlarda V. K. Magnıtskım Maslova köy‟ünde ölüler için yakılan ağıt.283;
Guguk kuşu gürültüyle uçarak geliyor,
Oysa sen gürültüyle gelemezsin;
Baykuş müziğiyle geliyor,
Oysa sen şarkı söyleyerek buraya gelemezsin;
Kırlangıç cıbıldayarak buraya uçuyor,
Oysa sen konuşarak buraya gelemezsin;
Tanın kızıllığı ağararak yükseliyor.
Oysa sen bir daha ağaramazsın;
(“Ağaramazsından kasıt, artık doğuramazsın),
Güneş kızarak yükseliyor,
Oysa sen artık kızarak dışarı çıkamazsın;
Sular çağlayarak akıyor,
Oysa sen artık çoğalarak görünemezsin
Kırım Tatarları ağıt yakma, yakınmaya toqmaq, Nogaylar ise bozlaw derler.
Sulteanu tarafından derlenilen Tatarların bir ağıtını burada sunuyoruz.284;
Bir şahin gibiydi,
Şahinim düştü.
Ayça hemen kendini parçaladı,
Hareket eden el kaskatı oldu,
Beyazladı,
Kar yoktu.
Babasız bir yetim gibi kalırsın,
Annen baban öldükten sonar
Başını korumalısın.
Artık yetişkin oldun.
Yangını bize bıraktın
Senden hiçbir haber alamadık,
Hayatının korumak için kalmadın.
Ağıtlar sadece ölüm karĢısında değil, savaĢ veya yangın, sel, deprem gibi doğal afetler
üzerine söylediği gibi çeĢitli kaza ve hastalıklar karĢısında, askere ya da gurbete
283
Tryjarski. s.161.
284
Tryjarski, s. 256–257.
127
gidenlerin, gelin giden kızların arkasından da söylenir. 285 Halk edebiyatında ağıt,
genellikle ölenin ardından söylenmiĢ türkü/Ģiirdir. Ġslâmiyet‟te ağıt yakma, kaderi
kınama, ilahi takdire karĢı gelme, ölünün özelliklerine dövünerek, ağlayarak ağıt
yakmak hoĢ karĢılanmamıĢtır.286
Ölümden hemen sonra ölümü iĢaret eden baĢlangıcı olan bu türkü, birisini kabedilen
duyguyu gösteren doğal bir ifade olmakla beraber aynı zamanda Türklere bir görev
olarak kabul edilmiĢtir. Ağıt yakmak sırasında yukarda bahsedilmiĢ gibi ağlama,
dövünme sızlanma ve bağırmalar da olur. Daha sonra ölenin erdemi övülen ağıtlara
dönüĢür.287
Ağıt genelde kadınlar tarafından söylenir ve bu kadınlar ise ölünün anası, kız kardeĢi,
kızı ve komĢulardandır. Bu duruma aĢağıdaki ağıtları örnek verebiliriz:
1.59
Ağlayıp durmaya.
285
ed. M. Öcal Oğuz, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Frafikler Yayınları, Ankara, 2004, s. 290.
286
Artun, s. 154.
287
Tryjarski, s. 158–159.
288
Türk Dünyası Edebiyat Metinleri Antolojisi, c. 8, s. 971.
289
Kemal, s. 161-162.
128
7. Kız:
8. Ana:
1.
Ben gireydim
290
Türk Dünyası Edebiyat Metinleri Antolojisi, c. 8, s. 954.
129
2.
Dömesinler
Ağıt, ölünün evinde söylenilir ve ağlayıcı veya ağıtçılar tarafından da söylenir. Buradaki
ağıtçılar hiç bir eğitim görmeyen fakat halk Ģiirini rahatlıkla zorlamadan söyleyen
ustalardır.292 Bazen ağıtlar nadir olarak erkekler tarafından da söylenilir:
291
Türk Dünyası Edebiyat Metinleri Antolojisi c. 8, s. 966.
292
Yardımcı, s.196.
293
YaĢar Kemal, Ağıtlar, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 1993, s.136.
130
Çocukları büyütürüm
1.
11.
294
Kemal, s. 145.
295
Kemal, s. 142.
296
Kemal, s. 166
131
Odaya yeni gelen kadın, ölünün en yakın ve yaĢlı kadınının boynuna sarılıp ağlar ya da
ağlar gibi yapar. Ağıt yakanların arasına katılarak ağıtı tekrarlar.297 Ağıt yakanlar, acı
bildiren cümlelerle ağlamaya baĢlar. Ölü defnedilmemiĢse elindeki mendili (erkekse
gömlek, Ģapka, kadınsa eĢarbını da kullanılır) ölünün üzerine sarılarak ağıtını söyler.
Ölü evi ölenin eĢyalarını tek tek feryatlarla ağıt yakanların önüne atar. Ağıt yakanlar
“soyka” adı verilen ölü eĢyalarını sallayarak ağıt söylerler. “haydi derdinizi yel alsın”
diyerek ağıtlarını bitirir.298
Bildiğimiz gibi ağıt geleneği dünyada MÖ‟den günümüze kadar devam etmektedir.
Tarih içerisinde Türklerin en eski ağıt, MÖ 119 yılında Atilla‟nın yas töreninde de
kopuz çalınarak yakılan ağıttır. Daha sonra Göktürklerin ağıt geleneği Çin kaynakları,
Yenisey ve Orhun- Kül Tigin ve Bilge Kağan-Âbideleri‟nde görünmektedir.
Uygurlardan Karahanlılara-Kutadgu Bilig, Divanü Lügat-Ġt-Türk, Oğuz Destanı- kadar
devam edilen bu geleneği, Anadolu Türklerin Selçuklu dönemindeki Sultan Gıyâseddîn
ve Mevlân‟ın cenaze töreninde, Osmanlılar dönemine kadar derin bir Ģeklinde ağıt
geleneğinin izleri bulunmaktadır.299 VIII. yüzyıla ait olan eski Türk metinlerinde ağıt,
Ģarkı anlamına gelen ïr, yïr olarak, Osmanlıcada yır, Kazakçada jïr/jer, eski Uygur
edebiyatında ise tayšur, Azerbaycan‟da ayït adıyla bilinmektedir.300 Ağıt adları çeĢitli
zamanlarda ve bölgelerde olması Türk toplumun eski gelenek ve inançlardan
kaynaklanır.
Müzik aletiyle ağıt yakmak, özellikle davul çalarak ölenin ruhları için Ģarkıları
söylemek geleneği, Tatarlar ve ÇuvaĢlarda gözlemlenebilir. Davulun sadece müzik
bakımında değil, törende kötü ruhları kovalama amacıyla kullanıldığını tahmin
edebiliriz. Bunun dıĢında Altay boylarının mezarında bulunulan müzik aleti ve nadir
olarak balbalların üzerindeki müzik aletlerinden de bu geleneğin var olduğu tahmin
edilmektedir.301
297
Pertev Nail Bortav, Folkor ve Edebiyat 2, Adam Yayınları, Ġstanbul 1983. s. 444.
298
ed. M. Öcal Oğuz, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Frafikler Yayınları, Ankara 2004, s. 155.
299
Ġsmail Görkem, “Türk Dünyasında Yas Törenleri ve Ağıtları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 77,
Nisan 1992.
300
Tryjarski, s. 252.
301
Tryjarski, s. 259–260.
132
en az üç, en çok on gün devam ettirilir. Ağıtçılar ölünün elbiselerini yanlarına atarlar.
Kayseri‟de olduğu gibi Sivas‟ta da ağıt yakanlar para almazlar. Aydın‟ın Serçin
köyünde ölen genç kızlar, gelinlik giydirilerek defnedilirler. Doğu Anadolu
bölgesindeki Erzincan‟da ise sesi güzel olan kadınlar tarafından „las‟ denilen, dörtlük
Ģeklinde yedi ve 11 heceli ağıt söylenir.302
Daha önce de ifade ettiğimiz ve örneklediğimiz gibi Türk coğrafyasının hemen hemen
her tarafında ağıt, bir tören niteliği içerisinde ve ölünün baĢında daha çok kadınlar
tarafından yakılır. Onlar „Yas kocamaz.‟derler. Ölü evi günlerce çevreden gelenlerle
dolar, taĢar. Bazen yas aylar hatta yıllarca sürer.303
302
Görkem, Türk Edebiyatında Ağıtlar –Çukurova Ağıtları-, s. 19–23.
303
Emir Kalkan, Mor Feryatlar Afşar Ağıtları, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 2012, s. 21.
304
bkz. Ġsmail Görkem, “Türk Dünyasında Yas Törenleri ve Ağıtları”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 77
Nisan 1992, s. 173-188.
305
Polat, s.187–189.
306
Görkem Türk Edebiyatında Ağıtlar –Çukurova Ağıtları-, s. 57
133
Ziyaret yeri anlamı olan mezar, Türk toplum geleneği çerçevesinde arife, kandil veya
bayram günlerinde ziyaret edilmektedir. Ziyaretler ölü kültüyle ilgilidir. Ölü anma
törenleri, ilk gece, ilk Cuma, ilk hafta, üçüncü, yedinci, 40.ıncı, 52.inci, yıl dönümünde
yapılmakta olup çeĢitli biçimde uygulanmaktadır. En çok piĢirilen yemekler, yapılan
helvalar akrabalar tarafından, yardım edenlere, hocaya, komĢulara ikram edilir. Ölü
anma törenlerinde hem geleneksel hem dinsel hem de büyüsel iĢlemler görülmektedir.
Anma gününde Yasin okunup dua edilir. Ölünün elli ikinci günü yapılan uygulamalar
ölümden sonra elli ikinci günde ölünün etinin kemiğinden ayrıldığı inancından
kaynaklanır. Bu yüzden ölü acı çeker, o gün verilen yemekleri, melekler altın tabaklar
içinde ölünün önüne koyup ruhunu memnun eder diye düĢünülür. 309 ölümden ertesi gün
sabah, üçüncü gün, ilk PerĢembe, Cuma, kırkıncı gün vs. mezar ziyareti, Ģehirlere göre
değiĢir.
Mezar; ruh ve ölüm inançlarını somut olarak gösteren simgesel nesnedir. Türkler eski
dönemlerden beri ölümden sonra varlığın tam yok olmadığına ve öbür dünyada tekrar
yaĢamın baĢlayacağına inanmıĢlardır. Türklerin, mezarları ruhun ve ölünün kaldığı yer
olarak algılandıklarını bilmekteyiz. Ata kültüyle beraber mezar, kutsal yer olarak kabul
edilmiĢtir. Bundan dolayı mezarla ilgili çeĢitli gelenek, inanç ve uygulamalara
rastlamaktayız. Mezarlar belli bir zamanda ziyaret edilip, ata ruhlarını memnun etmek
307
Tryjarski, s.159.
308
Görkem, s. 52.
309
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s. 79.
310
Polat, s.217.
134
için burada kurbanlar kesilir, ayinler yapılırdı. Ölenin kullandığı at veya atkuyruğu,
eĢya, silahlar vs. ölüyle beraber gömüldüğünü anlatmıĢtık. Bu gelenek, daha sonra öbür
dünyada ruhun ihtiyacı olacağına inanıldığındandır. Ölenin rahat, kolay, çabuk öbür
dünyaya geçmesi için gömülen eĢyalar da bulunmaktadır. Uygur Türklerinde, ölenin
silahları ölüyle birlikte gömülür. Bunun sebebi ise ruhun gerektiğinde yapacağı
savaĢlarda, kendisini korumak içindir. Yüksek dereceli kiĢiler ise içi doldurulmuĢ “bay-
dara” denilen atı mezarın üstüne dikerlerdi.311
Mezara ağaç dikme geleneğinin, ağaç kültüyle ilgisi bulunurken, mezar baĢında ateĢ
yakma gelenekleri ise, ateĢin temizleyici ve kutsallığına inanılan ateĢ kültüyle ilgilidir.
Adana, Ankara, Aydın, Bolu, Mersin gibi Anadolu‟daki bazı yerlerinde ise bayrak asma
ve bez bağlanma uygulamaları da vardır. 312 Daha önce mezarın anlamını, çeĢitli
adlarını313, ölü gömme gelenekleri ve büyüsel iĢlemleri vs. bahsettik. Anma günleri ve
mezar ziyaretinde mezarlığa yiyecek götürme ve dağıtma, Kur’an okuma, dua etmek,
çiçek bırakmak, ağaç dalı dikmek vb. gelenekler de bulunmaktadır. Burada mezar ve
mezar taĢlarıyle ilgili geçmiĢten günümüze kadar yapılan uygulamalara kısaca
değineceğiz.314
Mezar, sadece yerde bir çukur veya ölenlerin gömüldüğü bir yer olarak değil, aynı
zamanda bir höyük, bir mezar anıtı veya böyle bir yerde ortaya dikilen bir lahit olarak
bilinmektedir. 315 Eski Türklerin mezar biçimlerini Ģöyle özetebiliriz. Ölünün, at ve
eĢyalarla birlikte gömüldüğü basit toprak mezar, doğal dolgularıyla örtülmüĢ olan
mezarların bulunduğu yerler, örtme gayreti bulunmayan mezar, küçük toprak yığını
mezar, höyük ve kurganlar, yardımcı mezar, eklenmiĢ mezar, mezar anıt (türbe ve
kümbet), mezar taĢı, insan ve hayvan biçimli heykel, balbal, taĢ çitlerdir. Bunlar
Türklerin bulunduğu ve geçtiği yerlerde MÖ‟den günümüze kadar uzanan mezar
yapılardır.
311
Abdulkadir Ġnan, ġamanizm; Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri. s. 197.
312
Çıblak, Nilgün "Anadolu'da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde OluĢan Ġnanç ve Pratikler",
Türk Kültürü, Y.XL, S.474, Ankara 2002, s.605–614.
313
bkz. Jean Paul Roux, Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, Kalbalcı Yayınevi, Ġstanbul 1999.
s. 294–296.
314
Eski Türklerin mezar çeĢitleri ile ilgili Ayrıca bkz. Edward Tryjarski, Türkler ve Ölüm, Geçmişten
Bugünue Türklerde Ölüm Kültürü, Pinhan Yayıcılık, Ġstanbul 2012, s. 397–518.
315
Tryjarski, s. 400.
135
Meselâ kurganların bulunduğu yerlerin sınırlarını net olarak söylemek zordur. Orta
Asya, Güney Sibirya, Kuzeybatı Moğolistan, Kazakistan ve herhangi baĢka bir yerde de
rastlanabilir. 316 Türk kağanları adına yapılmıĢ mezar anıtları da Tu-kiüler, Uygurlar,
Yenisey Kırgızlarında da görülmektedir.
Türklerin ilk abidesinin birer mezar taĢı olduğundan hareketle Türklerde mezar taĢı
dikme geleneğinin çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Ġlk Türk anıtları olan Orhon
Yazıtları hem birer mezar taĢı olma, hem de üzerine yazılan yazılarla Türk dil, kültür ve
tanıtımı açısından büyük bir öneme sahiptirler. Buradan baĢlayarak bütün Türk
ülkelerinde din ve inanıĢları ne olursa olsun mezar taĢlarına yazı yazma geleneği devam
etmektedir. Bu mezar taĢına yazılan yazılar hem ölen kimseyi hatırlamak, hem de geride
kalanlara öğüt vermek amacına yöneliktir. Üstelik bunlar Türklerin kabul ettikleri çeĢitli
alfabelerle yazılmıĢtır.
Orta Asya Hun Türkleri iki kat bir odalı mezarda tabutu sanduka içine koyduktan sonra
bu mezara gömülmüĢtür. Ünlü ve büyük kahramanlar ölünce bark yapılıp oraya ölenin
bir heykeli dikilirdi.317 Roux, eski Türklerin Mezarlarıyla ilgili bilgi vermektedir.318 Çok
değiĢik türlerde mezarlar olduğu basit tümsekler, taĢlardan yapılmıĢ bir daireyle
çevirilmiĢ tümsekler, dörtgen biçimde bir çıkıĢ yeri bulunan tümsekler, ufak taĢ
yığınlarıyla çevrili tümsekler vb. Mezarın kapatılmasından sonra ya bir kurgan inĢa
edilir ya da zemini düzleĢtirilirdi. Zeminin düzleĢtirilmesi, insanların mezar yerini
bilmelerini engellemek içindi. Yabancıların kirletmesi ve mezarın içindeki eĢya ve
ölünün bulunmasını engellemek için mezarın kapanmasından sonra bir at sürüsü
mezarın bulunduğu yerden geçirilirdi. Tu-kiular ölen kiĢin durumuna göre zenginse
mezar üzerine taĢlar yığmıĢ, fakir ise sadece çukuru kapatmıĢtır. Ġbn Fadlan, Oğuzların
mezarın üzerine kilden bir tür kubbe yaptığını anlatmıĢtır. Bilge Kağan ve Kül Tigin
ölümü üzerine mezar tapınağı ve taĢtan heykeli yapılmıĢtır. Bu mezar tapınağına ise,
katıldığı savaĢlardan sahneler çizilmiĢ dörtlü duvar bulunmuĢtur. Mezar taĢlarında,
Yenisey Kırgızlarında ve Tu-kiulerde bulunduğu gibi sadece yazı değil kazınmıĢ
resimler de görülmektir.
316
Tryjarski, s. 406.
317
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, s.194–196.
318
bkz. Roux, Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm s. 294–311.
136
Göktürklerin Orhon bölgesindeki mezar tiplerine bakıldığı zaman bunlar ikiye ayrılır.
Birincisi tümsekli mezar; ikincisi ise bozkır mezarlarıdır. Mezar vadilere ve nehirlerin
kavuĢtuğu yerlere, yüksek kayalıkların eteklerine yapılmıĢtır. 5m‟den 100m‟e kadar
değiĢen mezarlar, orta kısmı taĢların yığılması Ģeklinde tümsek yapılırdı. Etrafı taĢların
yan yana dizilmesi suretine meydana getiren dört köĢe ya da yuvarlak halkayla çevrilirdi.
Bozkır mezar tipi ise, mezarın etrafının dört köĢe olarak yassı taĢlarla kapanması
Ģeklinde olurdu. Bu mezarlar birbirlerinden ayrı ve seyrek olarak bulunuyorlardı.
Göktürklerde ise (bu taĢ üzeri) süslenmiĢ taĢ tabutlar bulunuyordu. Mezarın içine veya
yanına dikilen taĢın doğuyu göstermesi, güneĢin gökteki hareketini simgelemektedir.319
320
Göktürkler döneminde kurt, geyik griffon ve ejderha biçiminde varlıklarını
sürdürmüĢler. Mezarın üzerine kurulan yapının duvarına ölünün resmi ve savaĢları
resimedilmekte, mezarların etrafına öldürdükleri düĢmanların sayısınca “balbal” denilen
taĢlar dikilmekte, kurban edilen atların ve koyunların kafaları kazıklar üzerine
321
konmaktadır. Roux, mezar yerinin önemli unsurlarından bahsederken heykel ve
balbalı anlatmıĢtır. Heykel öleni veya kendi ailesini temsil ederken; balbalın ise
düĢmanı temsil ettiğini, iki nesnenin büyük temel farkının olduğuna dikkat çekmiĢtir.
Balbal sadece taĢtan değil, daha sonra tahtadan yapılmıĢtır. Ġbn Fadlan, Oğuzlarda
öldürülmüĢ kiĢin sayısına göre tahtadan yapılan heykelleri mezarın üzerine diktiklerini
ifade etmiĢtir.
319
Bahaeddin Ögel, İslâmiyet‟ten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1984. s.133–134.
320
Genellikle aslan vücutlu, kartal kanatlı ve kafalı mitolojik yaratıktır.
321
Ünver Günay ve Harun Güngör, s. 111–112.
322
Tryjarski, s. 516–517.
137
Eski zamanlardan günümüze kadar mezar taĢı geleneği devam etmektedir. Günümüzde
mezar taĢlarında ölünün kimliği, adı, doğum ve ölüm tarihi, ölümün nedeni, kader ve
ölümün acı, üzüntüsü vb. ifade eden yazılar yer almaktadır. Ayrıca mezarın süslenmesi
için ağaç, çiçek, ot, kuĢ simgesi kullanılmıĢtır. Ölünün kimliği yazılmakla beraber Ģiirler,
güzel sözler, beyitler de görünmektedir.
Mezar taĢlarının dili ayrı bir anlam taĢmaktadır. Bu yazıları okuyan kiĢiyi derinden
etkileyecek kadar duygusal ve gerçekçidir. 323 S.V. Örnek çeĢitli kent ve köylerde
mezarlar ve yazılarla ilgili derin çalıĢmalar yapılmıĢtır. Onlardan birkaç örnek: 324
“Ziyarete Gelenler
Saliha Karol
D. 1924–20.8.1969
(Kayseri)
323
Yardımcı, s.317.
324
Örnek, s. 65
138
(İskenderun)
Ruhuna Fatiha
Semir karpuz
Erzurum, Diyarbakır, Kars, Van vs. doğu Anadolu ve Orta Asya Mezarlarında koruyucu
ruhları temsil edilen koç, koyun, at heykelleri de mezar etrafına dikilirdi. Burada
rastlanan heykelli mezar taĢlarının bir kısmına ayna da konulmuĢtur. Bu uygulama ise
Orta Asya Hun Türklerinin mezarlarında bulunmuĢtur. 326 Kırgızlar da mezarın üstü düz
değil Türkiye‟deki gibi yüksekçe yapılır. Genelde mezarların baĢ tarafına taĢ dikilir
kabirlerin etrafı duvarla çevrilip mezar baĢlarına ölenin resmi konulur. Geyik, at, koç vb.
kafası ve boynuz asılır. Ölünün hayattayken sevdiği hayvanın resimleri çizilir. Kuzey
Kırgızistan‟da çadır Ģeklinde mezarlar bulunmaktadır. Gövdesi madenden, çadırın
kubbemsi çatısını oluĢturan kısmın tepesinde bazen hilâl bazen de hilâl ve yıldız bir
arada yer almaktadır. 327 Tatarlar, insanın canını kuĢa benzetmiĢlerdir. Bundan dolayı
mezar üzerine ağaç – özellikle kayın ağacı- ve çiçekler dikmiĢlerdir. Ayrıca mezarın baĢ
tarafına başağaç (tahta direk) dikilmektedir. Bu daha sonra mermerden veya nehir
taĢından mezar taĢına dönmüĢtür. Ayrıca insanın ölümden sonra mezardan çıkacağına
inanıldığı için kabrin üzerini taĢlarla kapatmıĢlardır. Çeptsa Tatarları ise, mezarın baĢ
tarafına başbata adı verilen ardıç ağacından yapılan heykel dikerler ve ayrıca oraya
ölenin aile mührünü oyarlar. Günümüzde Tatarlarda mezarın etrafını mavi veya yeĢil
renkli çitlerle çevirmektedirler.328
***
325
Yardımcı. s.319.
326
Kalafat, s. 198–200.
327
Polat, s. 191–192.
328
Zaripova Çetin, s. 127–130.
139
derlenmiĢ olduğu Altay Türklerinin YaratılıĢ Destanı‟nda indanın dokuz dallı ağaçtan
türediği anlatılmaktadır. Ağaç motifi Oğuz Kağan Destanı‟nda, Uygurların TüreyiĢ
Destanın‟da da görülmektedir. Verbitsky‟in derlediği Altay Türklerin YaratılıĢ
Destanı‟nda ise tanrı, topraktan yedi kiĢi yaratımıĢtır. Ġslamî anlayıĢta insan, Allah
tarafından toprak veya çamurdan yaratılmıĢtır. Türk inançlarda tanrının ruhu
üflemesiyle insanın oluĢtuğu düĢünülmektedir.
Türk halkı, ruhun bir varlığın özü ve en önemli unsur olduğunu kabul ederek, onu
yaĢamayı sağlayan varlık olarak algılamaktadır. Ruhun doğarken bedene gelip ölürken
ağız veya burundan çıkıp kuĢ gibi uçarak göğe yükseldiğine inanılır. Göğe çıkamayan
ruhların insanlara zarar, kötülük getirebileceğine inanılır. Ölümden sonra ruhun
gideceği yeri, onun gerçek yurdu olarak düĢünülürdü. Türk halk inanıĢlarında genellikle
ruh, kuĢ veya kelebek gibi tasavvur edilir. Genelde ruhun, görünmez ve belli bir biçimi
olmadığına inanılırdı. Ayrıca Türkler insan, hayvan ve doğa nesnelerin ruhunun
olduğuna inanılırdı.
Türk halkı, ruhun bedenden ayrılmasıyla ölümün gerçekleĢeceğine inanırlar. Türk halk
inanıĢları içinde ölümün geleceğini belirten hayvanların hareketi, duruĢu, davranıĢları
yer almatadır. Özellikle köpek ve baykuĢlarla ilgili inanmalar yaygındır. Kötü rüyalar,
felaket veya ölüm habercisi olarak yorumlanır. Tabiat olaylarından güneĢ ve ay
tutulması, yıldız kayması, ĢimĢek çakması vs. olaylar da ölüm belirtisi olarak düĢünülür.
Bunların dıĢında ev, ev eĢyaları, araç-gereç ve yiyecekle ilgili ölümü düĢündüren
birtakım inanıĢlar bulunur. Ölümden uzaklaĢmak amacıyla cenaze çıkınca ardında su
dökülmesi, ölü evindeki yemeklerin boĢaltması, ölü yıkandıktan sonra su ısıtılan
kazanın ters çevrilmesi, ölü gömüldükten sonra eve dönüldüğünde arkaya bakılmaması
gibi çeĢitli kaçınmalar yapılmaktadır. Ölüm anında, bıçak, makas vb. demir altetler
ölünün karnı üstüne konulur. Azrail‟in girmesi veye ölenin ruhunun çıkmasına yardım
etmek için ölünün bulunduğu odada pencereler açılır. Ölenin giydiği kıfayetler yıkanıp
fakire verilir. Günümüz Türk topluluklarda ölünün bulunduğu odada mum yakılır,
ölünün baĢucunda Kur‟an okunur. Sonra ölüyü yıkama, kefenleme, cenaze namazı,
gömme, mezara taĢ dikme vs. gerçekleĢtirilmektedir. Günümüzde bu iĢlemler Ġslam‟a
uygun bir Ģeklinde yapılmaktadır. Türk topluluklarında güneĢ battıktan sonra yerin
kapatıldığına inanıldığından akĢam ölüyü gömmezler. Eski dönemlerde Türk halkı, öbür
dünyada ruhun rahat yaĢamasını sağlaması için ölenin bindiği at, elbise, eĢya, silahlar vs.
140
ölüyle beraber gömerlerdi. Evlenmeyen genç birisi öldüğünde erkekse elma ağacı dalı,
kızsa tabutun üstüne çeyiz konulur veya gelinlik giydirilir. Eski Türklerde ölüler için
yapılan törene yoğ, yog, yuğ adı verilirdi. Yas sürecinde Türkler mavi, yeĢil siyah veya
beyaz yas giysi giyer, ağıt yakarlar. Ağıt genellikle ölenin ailesindeki kadınlar
tarafından yakılır. Yas süresi üç günden en fazla bir yıla kadar uzanılır. Ölünün belli
günlerinde yasin okunur dua edilir. Bu anma törenleri ilk gece, ilk Cuma, ilk hafta,
üçüncü, yedinci, 40.ıncı 52.inci ve yıl dönümünde yapılmaktadır. Mezara ağaç dikme,
mezar baĢına ateĢ yakma, bayrak asma, bez bağlama gibi gelenekler de bulunmaktadır.
Önceleri mezar ziyaretinde ölelerin ruhlarına yemek, kurban sunulurken, günümüzde
sadece dua okunmaktadır. Mezarlara taĢ dikme geleneği devam etmekte olup mezar
taĢlarında ölünün adı, kimliği, doğum ve ölüm tarihi, ölümün acı, üzüntüsünü ifade eden
yazılar vs. yer alınmaktadır.
141
III. BÖLÜM
Kore YaratılıĢ Destan Çansega‟da „Mirık, gök ve yer oluştuğunda doğmuş, o zaman gök,
yerle birbirine yapışıp daha bölünmemişti. Mirık gök ve yeri ayırt etmek için dünyanın
dört bir köşesinde sutün kurmuş.‟ diye dünyanın baĢlangıcı anlatılmaktadır. O zaman
dünya gökle yeryüzü birbirine karıĢmıĢ olup bir idi. Dünyanın baĢlangıcı ve sonu da
bulunmamıĢtı. Yani baĢlangıçta dünya bir kaostu. Belli bir zaman geçip dünya bizzat
oluĢtuğunda gök ve yer ayrılmıĢtı. Sonra insan, hayvan, bitki gibi varlığın ortaya çıktığı
söylenilmektedir. Dünyanın oluĢmasından bir müddet sonra mirık, göğe dua etmiĢ.
Mirık‟ın duasından ellerinde tuttuğu altın ve gümüĢ tepsiye beĢer tane altın ve gümüĢ
böcek düĢmüĢ olup bunlar adam ve kadın olmuĢtur. Bunlar birbirleriyle evlenip
insanların atası olmuĢlardır. Diğer sôsamuga‟da derlenilen insanın yaratılıĢ ise, yaratıcı
tanrı tarafından kızıl topraktan yaratıldığı anlatılmaktadır. Türklerin yaratılıĢ
destanlarıyla ilgili 2. bölümünde Altay ve Yakutların yaratılıĢ destanına bakmıĢtık.
Verbitskiy‟nin derlediği Altay yaratılıĢ destanda, dünyanın ve insanın yaratılıĢı konu
edilmektedir. Dünyanın baĢlangıcı „Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, de bir yer. Uçsuz,
bucaksız, sonsuz, sular içindeydi her yer!‟ olarak anlatılmaktadır. Sonra Ülgen, gökü ve
yeri yaratıp üç tane büyük balığın üstüne dünyayı koymuĢtur. Dünyanın yaratılıĢından
sonra toprağın üstündeki kil birden bir insan olmuĢ. Ġlk insanın adını Erlik koymuĢ.
Tanrının beğenmemesinden dolayı yeniden etleri topraktan, kemikleri kamıĢtan alınarak
yedi tane insan yaratıp insanların kulaklarına nefesiyle üfleyerek canı, burunlarına
üfleyerek akılı vermiĢtir. Radlof‟un derlediği Altay yaratılıĢ destanında ise „yer yer
olduğunda, sularla kaplıydı her yer. Ne gök vardı, ne güneş, ne de bir yer‟ olarak
dünyanın baĢlangıcı anlatılmaktadır. Tanrının varolmasıyla o zamanda insan oğlu‟nun
var olması anlatırlırken, onun yaratılıĢıyla ilgili ifadeler bulunmaktadır. Sonra yeri
yarattıktan sonra Tanrı, göğe tırmanan dalsız budaksız bir ağaca bakmıĢ, „zevk vermiyor
gözlere görünüşü pek tatsız!‟diyerek dokuz dal oluĢturmayı emretmiĢ. Dokuz daldan
143
Dünyanın yaratılıĢından sonra henüz gök ve yer ayrılamadığı zaman, dünyada hiç birĢey
yokken, sadece gök ve su olduğunda veya yer, ay ve yıldız olmadığında vs. Dünya,
baĢlangıçta bir kaos, karmaĢık bir haldeydi. Kore‟deki destanlarda dünyanın
baĢlangıcında iki güneĢ, iki ay bulunmakta
olup hiç bir canlı varlık bulunmamaktadır. Ġki tane güneĢin bulunması Kore‟nin kuzey
ve güney bölge kültürü olarak ikiye ayrılmasıyla ilgilidir. Kore‟nin kuzey tarafında iki
tane güneĢ ve aydan yıldız yaptırma Ģekli görülürken, güney bölgesinde ise ok atıp
düĢürme yöntemi dikkate alınmaktadır. Dünyanın yaratılıĢtan sonra güneĢ, ay, yıldız
gibi doğa nesnelerinin düzeltilmesi ve insanlara sahip olmak gibi konular her iki kültüre
ait destanlarda da görülmektedir.
Ġnsanın ortaya çıkması destanlarda iki sekilde anlatılmaktadır. Birincisi tanrı veya
yaratıcı tarafından yaratılmak ikincisi ise insanın bizaat ortaya çıkmasıdır. Kore ve Türk
destanlarında insanın, ikinci yöntem olan birisi tarafından yaratıldığı anlatılmaktadır. Ġlk
insanın yaratılıĢı konusunda iki kültürdeki destanlarda tanrının veya yaratıcının rölü
bulunmaktadır. Kore yaratılıĢ destanlarında mirık‟ın yaratıcı özelliği detaylı bir Ģeklinde
anlatılmamaktadır. Üstelik insan yaratmak için göğe dua etmiĢ, sonra sôkga (Budda)
yaratılan insanların iyi ve mükemmel dünyasını kıskanıp onu egemenliği altına almak
için rekabet ettiği ifadelerde görülmektedir, bu yaratılıĢta tek tanrıcılığın olmadığını
görüyoruz. Fakat mirık insan ve diğer varlıkları yarattığına göre diğer tanrılardan
mirık‟ın yerinin önemli olduğunu anlamaktayız. Mirık ve adı geçen sôka, Budizm‟de
büyük bir varlıktır. Buna rağmen Kore desntanlarında insanı ele geçirmek için mirık ve
sôka rekabet etmiĢler.
Sôkga, destanda rekabette kazanmak için çeĢit yollara baĢvurmuĢtur. Bu, Budizm‟in
Kore‟ye yayılma aĢamasında görülen Budizm ve yerli inanıĢın çatıĢması veya mirık
inanıĢıyla yerli inanıĢların kaynaĢmasının ifadesidir. Türk destanlarında da tanrının var
olmasıyla beraber aynı anda Ak ana, Erlik, AteĢ tanrı gibi ruhî varlıkların var olduğu
görülmektedir.
144
329
bkz. Won Gil Bak, Studies on The Shamanism of The Empire of The Steppe in Eurasia, Minsokwon
yayınları, Seul 2006.
330
Roux, Eski Türk Mitolojisi, s.36, 95.
145
Neden insanın dıĢ kalıbını oluĢturmak için toprak kullanılmıĢtır? Sümer kaynakları,
insanın yaratılması için dünyanın toprağıyla(çamur) kutsal kanın karıĢtırıldığını
göstermektedir. Ruh anlamına gelen ibranice nephesh, varlığı canlandırır, ancak onun
ölümden sonra yok olduğuna iĢaret etmektedir. Ġncil‟de „kan, nepheshtir‟ diye yazılmıĢtı.
Bu yüzden hayvanların kanının içilmemesi, hatta insanın da kanının akıtılmaması
gerektiği vurgulanmaktadır. Kutsal kitaplarda ilk insan olarak adı geçen adam‟ın anlamı
Ġbranice adom (kırmızı) ve Asurca adamatu (kara ve kırmızı toprak), kan anlamına
gelen adamu ve dam vb. kelimelerden anlaĢıldığı gibi yerli insan, kızıl topraktan
yaratılan veya kanla oluĢturulan insan olarak kabul edilebilir. 331 Ayrıca Asurca‟da TI.
IT, çamur/biçimleri yapan çamur anlamı taĢınmakla beraber aynı anda (varlığın) „canla
beraber olan‟ anlamına da sahiptir. Bu kelime, Hititçe‟de aynı anlamda, üstellik yumurta
anlamında da kullanılmıĢtı.332
Ġnsanın dıĢ kalıbı topraktan ise, insanı canladırmak için ruh gereklidir. Kore yaratılıĢ
destanında ruhun varolması ifadeleri bulunmamaktadır. Fakat, Kore ġamanizm‟inde
yapılan kut töreninde ve ġamanizm düĢünce sistemde bir insanı yaĢamak ve yaĢatmak
için mutlaka ruhun gerekliliğine inanılmaktadır. Türk destanında insanın dıĢ kalıbı
yapıldıktan sonra tanrı, ruhu aramak için göğe çıkmıĢtır. Bu düĢünce ruhun asıl yerinin
gök olduğunu ve baĢlangıcından beri ruhun tanrıyla beraber olduğunu anlatır. Böyle
ipuçlarla toprakla (yumurta/ovum) ruhtan (kutsal kan, tanrıdan üfleyerek alınan nefes)
insanın yaratıldığını anlatan ifadeleri anlayabildik.
Gökten gelen kral veya kahraman destanları, kutsal hayvanlardan türediğini anlatan
oymak/soy destanları yaratılıĢ destanlarından farklıdır. Bu destanlar büyük insanları
kutsallaĢtırma amacıyla onların olağanüstü doğumları hikaye Ģeklinde anlatılmaktadır.
Bu gibi destanlar ise genelde bir devletin ata/kurucuların destanlarının oluĢumudur.
Destanlarda bir soy veya oymağın atası sayılan kahramanların hikâyeleri o zamanki
331
Sitchin. s. 483-484.
332
Sitchin. s. 496.
146
animzmle ilgili olan gök, yer, su, dağ, ağaç, hayvanlarla birlikte oluĢturuldu.
KutsallaĢtırılan doğa nesneleri ruhî/tanrısal özelliğe sahip olup kahramanların
doğumunu ortaya çıkarır. Meselâ Kore Tangun Destanı‟nda gök oğluyla evlenen ay-kız,
Hyôkgôse Destanı‟nda gökten uçarak inen beyaz at ve altın yumurtadaki çocuk, Kim Su
Ro destanı‟nda viĢne çürüğü renkli iple gökten inen altın kutu içindeki erkek çocuk,
Uygur TüreyiĢ Destanı‟nda gökten bir ıĢık inip çadır yanında oğlan bulunması, Altay
Destanı‟nda dokuz dalından insanların türediği gibi doğrudan doğanın/tabiatın yardımı
anlatılır. Oğuz Kağan Destanında Kağan‟ın eĢinin ağaç kovuğunda bulunması, Cu
Mong Destanı‟nda Cu Mong‟un annesi Yuhwa, su tanrısının (Habek) kızı olarak
geçmesi gibi Annesi ve eĢi doğadan gelen bir kutsal kız olarak biçimlendirilir. Kore‟nin
Tamra‟nın üç kutsal destanında görülen mağaradan üç tane kutsal adamın gelmesi ve
Türklerin bozkurt destanında diĢi bozkurtun mağarada saklanıp çocukları doğurması
motifi ġamanizm‟le ilgilidir. Dağdaki mağara, hem doğuĢu hem de Ģamanın öbür
dünyayı gezisi sırasındaki geçidini simgelemektedir. Siberya Ģamanların kıyafetindeki
süslerinde yuvarlak delikli madenî plaka bulunmaktadır. Bu delik, yeraltı dünyasının
giriĢini simgelemektedir.333
333
Won Gil Bak, s.168.
147
Kore yarım adasına göçerek yerleĢmiĢti. Zaman geçtikçe Gök Tanrıcılık ve dağ kültü,
tarımın/çiftçiliğin bolluk ve bereketini simgeleyen yer tanrısı ve su tanrısıyla yeri
paylaĢmıĢtı. Türklerin de Anadolu‟ya gelmeden önceki kültürü olan gök tarıcılık ve dağ
kültünün destanlara yansıdığını görmekteyiz. Bu inanıĢlardan bazı unsurlar daha sonra
kabul ettikleri Müslümalık için de de yaĢamaya devam etti ve hala devam etmektedir.
Ġnsanın ömür ve kaderini, Kore‟de büyükayı takım yıldızının veya Gök Tanrı‟nın
belirlediğine inanılıyordu. Doğduğunda her insanın kendi ömrünün ve kaderinin belli
olduğu inancı hâlâ devam etmektedir. Bu Taoizm‟den gelen inanıĢ, eski zamanlarda
Yedi Yıldız (Büyük Ayı) tanrısının ortaya çıkmasının nedeni olmuĢtur. Yedi Yıldız
(tanrı) için tapınak kurulması, Yedi Yıldızı simgeleyen yedi tane delikli tahtanın tabut
içine konulması vs. birçok geleneği bulunmaktadır. Ġnsanın ömrü, Yedi Yıldızın
belirlemesine yani doğduğundan itibaren karar verilen süreye kadardır. Devlet adamları,
büyük kahramanlar ise tarihsel kaynaklarda yüz yıllarca yaĢayıp sonra göğe uçmuĢ veya
dağ tanrısı olmuĢtur. Genelde insanın ömrünü kimse değiĢtiremeyip uzatma fırsatının da
olmadığına inanılmıĢtı. Kore halk inancına göre fakirlere yiyecek, para vb. yardım
vererek ömrün uzatılabildiğine inanmıĢlardı. Bunun için, bazı Kore sözlü halk
hikâyelerinde ömrün uzatılması Ģansına sahip olanlara rastlayabilirz. Ölümden hiç
kimse kaçamadığını anlamıĢ olsada, iyilik yaparak ölüm korkusundan içinin
rahatlamasını sağlamak amacıyla bu geleneği sürdürmüĢlerdir. Gerçi hayatta kendi
kaderine uyup yaĢamanın yanısıra daha çok yaĢamak, ölümden kaçmak arzusu edebî
dünyada kalmıĢtır. Altay mitolojisinde Tanrı insana sonsuz hayatı verecekti. Fakat
insanın Ģeytan tarafından tükürüklediğinden veya yasak meyveyi yediğinden dolayı
vazgeçilmiĢti. Dede korkut gibi büyük adamlar da ölümden kurtulamamıĢtı. Türk
kültüründe kader, „kişi için önceden belirlenen ya da takdir edilen yaşantıdır.
İslâmiyet‟inde insanın yaptığı ve yapacağı tün davranışların tıpkı bir senarist gibi Allah
tarafından önceden belirlemesi şeklinde bir inanış mevcuttur.‟ 334 olarak algılanılır.
Kaderin eski Türkçesi ülüg olarak pay, his anlamıyla herkesin hissesine düĢen pay
olarak geçmektedir. Göktanrının insanlara kut (yarlık) ve ülüğ verdiğine inanılırdı.335
Türkler için ömür uzatılması ve bununla ilgili inanıĢları bulamadık. Ölümden kaçınma
geleneğini ise daha sonra inceleyeceğiz.
334
Gündüz, s. 207-208.
335
Roux, s. 82.
148
Ruh, insanın canı veya yaĢaması için gereken varlığı ifade eden, soyut bir kavramdır.
Kore‟de ruh kavramı için en yaygın olarak Ģunlar kullanılmaktadır; yônghon bedeninde
olup kalbini yönetir, insanı canlandıran manevi gerçek olarak anlamdırılır. Nôk, insanın
bedeninde olup canını destekleyen enerji veya gerçektir. Nôk, insanın ölümün
sonrasında da yok olmadığı gibi yaĢadığı zamanda bedenine bağlı olmayıp özgürce
çıkıp girebilir. Honbek kavraımı, eski Çin kültüründen Kore kültürüne girmiĢti.
Ölümden sonra hon, bedenden ayrılıp göğe çıkar. Bek, ölümden sonra da bedende olup
mezarda gömülen ölüyle birlikte toprağa karıĢır. Eğer ölen birisi kin ve öfke içinde
ölürse Honbek, gü halîne dönüp insanlara zarar verir. Gü kötü ruhların bir türüdür.
Eski Türkçe de ruh, Tin/Tın olarak kullanılmıĢtı. Divanü Lûgat-Ġt-Türk‟te „tın; ruh nefes,
soluk tınıg; nefes alma, soluk alma‟ olarak geçmektedir. 336 Tin rüzgar, esinti, can,
dinlenmek anlamlarını içerir. Aynı zamanda ruhun hayatı, yaĢamayı sağlayan değiĢik
güçlerin tamamından oluĢan bir soyut varlığı olarak algılamıĢtır.337 Her iki kültürde de
ruhun bir varlığın özü olup vücuda can veren kaynağı olarak kabul edilir. Ayrıca ruh,
birden daha çok çeĢitli olarak düĢünülüp ölümden sonra da yok olmayacağını inanılır.
Ruh kavramı can ve nefes ile anlatılmaktadır.
336
Kâlgarlı Mahmut, Divanü Lûgat-İt-Türk (Çev. Besim Atalay), TDK, Ankara 1992.
337
Roux, Altay Türklerinde Ölüm, s. 109.
149
ĠĢaret edildiği gibi, insanların ölüye bakıĢı dahîl ruha bakıĢı saygı, sevgi, minnet, özlem
gibi olumlu veya nazar değmiĢ, kirlenmiĢ, tehdit edici, korkutucu gibi olumsuz olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan hangisinin daha önce veya daha sonra oluĢtuğu
belli değildir. Fakat gerçek olan Kore ve Türkler‟de bu iki zıt bakıĢ ve görünüĢün aynı
zamanda olduğudur. Meselâ, Kore‟de kiĢi öldükten hemen sonra ölünün yakınlarından
biri evin çatısına çıkar. Kuzeye bakıp ölünün ev adresini söyledikten sonra üç defa “bog!
bog! bog!”, denilir. “-bey, elbisenizi alın!” denir. Böylece hon‟u çağırır. Buna çohon
yani ruh çağırmak denilir. Bu uygulama, kalanın ölen kiĢinin ruhunun geri dönmesini
istediğinden yapılmaktadır. Kore ve Türkler‟de ölümden sonra ruhlar için mezarda
yapılan ayin, anma töreni, kurban kesmek ruhun öbür dünyaya rahat geçmesi veya
onları hatırlamak amacıyla yapılırdı. Ġki kültürdeki mezar kalıntılarında görüldüğü gibi
ölüyle gömülen araç gereç; kılıç, ok, silah, cam veya çömlek, tabak, süs eĢyası, yemek,
içki, binek hayvanlarını simgeleyen minyatür yapılar, para, ayakkabı, çeĢitli kıyafet,
bazen insan kurbanı vs. ruhun iyi yaĢaması için yapılan uygulamalardır. Buna karĢın ölü
ve ruhtan sezilen olumsuz duygulardan dolayı ruhtan kaçınma ve korunma amacıyla
uygulamalar da aynı zamanda görülmektedir. Kore‟de yaygın Ģekilde bulunan dolmen,
oymak baĢlarının gücünü göstermek amacıyla yapılmaktadır. Dikine taĢların üzerine
yerleĢtirilip geniĢ ve yassı bir taĢtan oluĢan bir anıt olan dolmenın kullanılarak ruhun
mezarından çıkmasını engellemek için inĢa edildiğini iddia edenler de bulunmaktadır.
Ruha bakıĢ ikiye ayrıldığı için ruh çeĢidi de iyi ve kötü ruh olarak ikiye ayrılmaktadır.
Ruhun iyi ve kötü özelliğe sahip olması, kalan insanların onlara gösterdiği hizmet, saygı
vb. uygulamalara göre değiĢir. Eğer ölümden sonra aile, akraba, yakınlar ruh için hayırlı
kurban keserse, düzgün bir ayin yaparsa, mezarı ziyaret ederse, yemekler dağıtırsa,
gerekli olanları mezara gömerse ruhun bunlardan memnun kalıp öbür dünyaya
geçeceğine inanılmaktadır. Böylece öbür dünyaya rahat göçen ruhlar ata ruharına
dönüĢür. Kore‟de sadece ata ruhları ve koruyucu iyeler için ayin, anma töreni,
uygulamaları yapılmaktadır. Bunlara semitik dinlerde olan Tanrı gibi tapınılmaz. Bunlar
birbirinden farklı bir özelliğe sahiptir. Kore ve Türklerin ruh inanıĢıyla ilgili en önemli
ve köklü atalar kültüdür. Bu kült Türklerin Ġslamiyet‟i kabulünden, Kore‟ye Budizm
girdikten sonra da günümüze kadar devam etmektedir. Kötü ruhlar ise ölümden sonra
öbür dünyaya geçmesi gerektiği halde geçmeyen ruhlara denilir. Ayrıca kalanların ölen
150
ruhları için iyi davranılmazsa bunların kötü ruh olacağına inanılmaktadır. Örneğin eğer
bir insan birisi tarafında öldürülürse, ani hastalık veya kazadan ölürse, evlenemeyip
bekâr halde ölürse hayatta daha kalmayı istediği için bu kiĢinin ruhunun öbür dünyaya
geçmeyeceğine inanılmaktadır. Kötü ruhların insanlara hastalık, ölüm getireceğine
inanılmakta olup Türklerde de kötü ruhlar olarak kabul edilen albastı, al ruhu, cin,
Ģeytanların aynı kötü iĢleri göreceğine inanılmaktadır.
Kötü ruhları kovmak için dört tane yöntem bulunmaktadır. Birincisi, ruhları korkutarak,
tehdit ederek, yaralayarak kovmaktır. Ġkincisi dans ve Ģarkı söyleyerek yemekler
sunarak ruhların gitmesini sağlamaktır. Üçüncüsü büyü, ilaç, muska vs. kullanarak
kovmaktır. Son olarak ruhların sevmediği renk, koku, tat ve ıĢıklar kullanarak ruhu
kovmaktır. Koreliler eskiden ev yaparken kırmızı toprağı duvar veya zemine
sürerlerdi.338 Kırmızı renkle yaĢamakta olan kiĢinin ismi yazılmaz bu renk ölenler için
kullanılır. Bunun sebebi kötü ruhların korktuğu rengin kırmızı renk olarak
algılanmasındandır. Kore‟de çocuğun ilk doğum gününde, dongci (yılın gece en uzun
olup gündüz en kısa olan gün)‟de kırmızı fasulyeden yapılan yemeklerin yenilmesi de
bu bakımından aynıdır. Ay takvime göre yılın son gününde saçları ateĢte yakmak, yeni
çocuk doğan evin dıĢ kapısında prinç samanıyla yapılan ipler asıp iplerin arasına
kırmızıbiber, çam ağacı dalı ve temizleyici olarak kömür konulması vb. Ģamanizmî veya
büyücülük yöntemlerini kullanılarak kötü ruhlardan korunma ve kaçınma
uygulamalarıdır. Ġki kültürde kötü ruhları kovmak ve bunlardan korunmak amacıyla
Ģamandan yardım alınırdı. ġaman ayini düzenlenir, muska yapılır, kurban sunulur ve
dua edilerek kötü ruhlardan insanları korumaya çalıĢılırdı. ġamanın görevi, yaĢayanlarla
ölenin ruhu arasındaki sorunları çözmekti.
Ġnsan ruhunun, yaratılıĢ destanlarında görüldüğü gibi gökten geldiğine inanılır. Kore ve
Türk halkları insanın ruhunun gökte tanrıyla birlikte olup kiĢinin doğuĢuyla birlikte
bedenine girdiğine inanmıĢlardır. Ruhun geldiği yer iki kültürde de aynı olup ruhun
gittiği yer ise birazcık farklılık göstermektedir. Korelilerde ve Türklerde gök, tanrının
yeri, kutsal ruhî yer olarak kabul edilirdi. Bu yüzden iki kültürde gök, ölümden sonra
ruhun göçeceği yer olarak düĢünülürdü. Eski dönemlerde devlet kurucusu, kral, yönetici
338
Te Ho Bak, Cenze Törenin Tarihi, Sôhemuncip Yayyınları, Paju 2006. s. 19.
151
gibi büyük insanların ruhunun gideceği yer olarak yaygın bir Ģekilde gök görülürdü.
Halklar için ise durum bundan farklıydı. Yeryüzü ise insanlara tahsis edilirdi. Anma
töreninde ata ruhları dünyaya gelir, koruyucu iyeler su, deniz, nehir, göl, ateĢ, dağ, ağaç
vs. doğadaki nesneler veya kuyu, ev, ahır gibi yerlerde olup kutsal sayılır ve insanlara
yardım ederdi. Genelde insanın ölümünden sonra ruhun bu dünyadan ayrılıp öbür
dünyaya gideceği düĢünülürdü. Ruhun gideceği yer öbür dünya olarak adlandırılırdı.
Üstellik bu düĢünce ahiret inancıyla iliĢkili olup dinî bir anlam taĢımaktadır. Ölümden
sonra ruhun gideceği yer olarak gerçek yurt veya soyun geldiği yere dönme inanıĢı Kore
ve Türk kültüründe bulunmaktadır. Buna göre öbür dünyanın yeri farklıdır. Destanda
kahraman ve kralların ölümlerinden sonra memleketine/yurduna dönmek istedikleri
görülmektedir. Kore‟de ruhun gideceği taraf kuzey, Türklerde ise güneĢin hareketine
göre doğu olarak düĢünülürdü. Buna göre cenaze törenleri ve definde çeĢitli
uygulamalar oluĢmuĢtu. Meselâ Kore‟de ruh çağırma uygulaması, kuzey tarafına bakılıp
yapılmıĢtı. Tabutu gömülürken de ölünün baĢı kuzey tarafa doğru konulmaktadır. Eski
Türkler çadırlarda kapı güneĢin doğduğu yöne saygı nedeniyle doğuya açılırdı. Mezar
taĢlarının yüzleri doğu tarafına doğru dikilirdi.
Türk kültüründe insan, doğarken bir kuĢ Ģeklinde gelip ağzından girer ve ölürken de
yine kuĢ kılığında çıkıp gider. Ruhun kuĢ olarak tasvirine bir çok mezar taĢında da
rastlanılır.340 Bunun benzeri Yunancada kelebek kelimesi olan Psyche, aynı anda ruh
339
Sang il Çö, Kore Türkü Derlemeleri, Côlabuk-do Bölgesin Türküler, Munhwa basımevi, 1995. s.124.
340
bkz. Halit Çal, “Erzincan Çayırlı Ġlçesi Mezarlarında KuĢ Motifi”, Milli Folklor, Sayı 89, 2011, s. 220-
152
341
anlamı da ifade etmektedir. Kore‟de görülen ruhun çeĢitli biçimleri, ruhun
ölümünden sonra diğer varlık olarak yeniden doğması, ruh göçü yani reenkarnasyonla
ilgilidir. Bunlarla ilgili birçok hikâyeler Kore halk edebiyatında yer almıĢtır. Kore‟ye
Budizm girmeden önce de Koreliler yeniden doğuĢa inanıyorlardı. Ruhun bir daha
tekrar dünyaya gelmesinin sebebi, ölenin hayattayken yerine getirmediği arzu ve
isteklerini gerçekleĢtirmek olarak düĢünülürdü. Budizmdeki reeakarnasyon, yaĢarken
yapılan iyilik ve kötülüklerle ilgilidir. Lamaist Tuvalılar ise ruhun yeniden baĢka bir
varlık olarak tekrar doğacağına inanmaktadırlar. Fakat Türklerde tekrar
doğmayı/reenkarnasyonu konu alan hikâyeler nadir bulunmaktadır.
Türk, Altay ve Moğol mitolojisinde Ruh, sür ve süne olarak ikiye ayrılır. Ġnsan
öldüğünde sür kırk gün önce, süne ise ölüm anında Türk ġamanizmi‟nde yaĢam ağacı
olan Ulu kayın‟ın yaprakları arasına girer. Sür hareketsiz ruhtur. Sür bedeni terk
ettiğinde insan ölür. Bu kelime Sün veya sin olarak da söylenir. Hareketli ruh olan
süne, geceleyin bedeni terk edip gezip/dolaĢıp geri gelebilir.342 Türkçede uykuya „küçük
ölüm‟ denilmesi ruhun uykuda bedenden çıkmasıyla ilgilidir. Aynı Ģekilde Kore‟de de
„birisi uyurken yüzüne siyah çizgi çizilmez‟ diyerek ruhun, kiĢi uykudayken bedenden
çıkıp dıĢarıda dolaĢtığına inanılır. Bundan dolayı uyuyan insanı aniden uyandırmazlar.
Kore inanıĢlarında beden ruhu ve özgür ruh, ya da iç ruh ve dıĢ ruh bulunmaktadır. Her
ikisi arasında büyük bir fark yoktur. Ġç ruh vücutta bulunan hayati önem taĢıyan
239.
341
Ok Hıi Ġ ve Kyông Su Na, Türkü ile Korelilerin YaĢam ve Ölüme BakıĢları, s. 372. In:.Doğu Asya‟nın
YaĢam ve Ölüm DüĢünceleri, Cônmam Üni. Basımevi, Gwangcu 2009.
342
bkz. Ali Duymaz, “Türk Folklorunda DıĢ Ruh Tasarımı”, Bilig Bahar, Ahmet Yesevi Üniversitesi
Mütevelli Heyet BaĢkanlığı, Sayı 45, 2008, s.1-22.
153
organlardadır. DıĢ ruh ise vücudun dıĢında yer alır. Beden ruhunun ve iç ruhun insanın
ölümünden sonra uçup öbür dünyaya gittiğine veya öldükten sonra bir müddet daha
insanın bedeninde yaĢadığına inanırlır. DıĢ ruhun veya özgür ruhun ise yaĢayan insanın
bedeninden özgürce çıkabildiğine ve beden ölümü gerçekleĢtikten sonra da yeni bir
bedende tekrar doğduğuna inanırlardı. Bununla benzer Ģekilde Altaylarda en önemli ruh
ise kut olup iyi insan‟ın kut‟u ölümden sonra gömülene kadar dünyada kalır, sonra göğe
çıkıp, yeniden doğuma kadar rahat bir Ģekilde yaĢayacağı I.V. Konstantinov tarafından
ifade edilmektedir. V.P.D. Jakonova ise Tuvalı ġamanistlerde ruh için nefes anlamında
tin, akıl ve düĢünce anlamında sagiş, ölümden sonra bedeni terk eden sünezin
kavramları kullandığını belirtmiĢtir. Teleutlara göre kötü ruh süne‟yi insan bedeninden
kaçırabilir bedeninde sadece tin‟i bulunup bu durum devam ederse tin‟i de kaybeder.343
Buna benzer bir unsur da Korelilerin ruh inanıĢında bulunmaktadır. Nôk‟un
kaybedilmesiyle insanın ölümü gerçekleĢir. Fakat, nôk‟un bedeninden çıkmasının hepsi
ölümü getirmezdi. Kısa bir süre içinde nôk bedenden çıkarsa/çıkarılırsa bu kiĢi,
kendinden geçerek aklını kaybeder, bayılır. Nôk tekrar geri dönerse iyileĢeceğine
inanırlardı. Kore ġamanizm‟inde birisi suda boğularak öldüğü zaman cesedi bulunursa
da nôk‟u sudan kurtarmak/çıkartmak için mutlaka kut töreni yapılmaktadır. Buna nôk-
gôncigi(kurtarma)-kut‟u denilir. Bu tören yapılmadığı takdirde, nôk‟un suda kalıp göğe
344
çıkamadığına inanılmaktadır. Bunu göğe çıkarmak için yapılan tören söyle
gerçekleĢir. Uzun kumaĢın bir ucuna ĢiĢeyi bağlayıp ölen kiĢinin boğulduğu denizin
veya nehrin içine atılır. Sonra bu ĢiĢe tekrar çıkarılır ve içinde ölenin saçları bulunursa
bunu ölenin nôk‟unun çıktığı/kurtarıldığı anlamına gelir. Tabi ki saçlarının bulunması
çok zordur. Bu törenle aslında ölenin saçlarının veya cesedinin bulunup
bulunmadığından nôk‟un sudan kurtarılması töreninin aĢamalarına ve ölenin ailesini
avutmasına daha da çok önem verilmektedir.
Altay Telengitlerine göre süne ölen Ģamanın ruhu olan körös tarafından
yakalanıldığında ölüm gerçekleĢir. Narin-Tuvalılar özgürce uykuda burnundan bedeni
terk eden orta ruhla, uğursuzluktan insanı koruyan ve kuĢağın içinde yaĢayan iyi ruha
inanmaktadırlar. Orta ruh 49 gün dünyada kaldıktan sonra defin sırasında olunan dualar
ve desteklerin yardımıyla Erlik‟in ülkesine doğru gidilir. Bu engellerle dolu yolu
343
Tryjarski, s. 121.
344
Te Gyông Çö, Cenaze Töreni, Yaşam ve Ölümün Denklemi, Dusandonga Yayınlar, Seul 2005, s. 248.
154
giderken 108 tane ruh bulunmakta olup ölenin ruhu bu saldırgan ruhları geçmelidir.345
Ruhun 49 gün dünyada kalma inanıcı ve ruhun 108 tane engeli bulunması inançnın
Budizm‟le ilgili olduğunu düĢünebiliriz. Kore‟de ölümle ilgili Budizm inancında belli
günler bulunmaktadır. Bunlardan birisi insanın ölümden sonra 49.uncu gününde yapılan
saşipguce (49. töreni)‟dir. Budizm‟da birisi ölüdükten sonra ölenin yaĢadığı zamanki
yaptığı iyilik ve kötülüğe göre sonraki hayatı belirlenir. Ölümden sonraki yedinci
günden itibaren geçici olarak doğar ölür. Bu aĢama yedi defa tekrar edilir, son yedinci
kez de yani 49. günden sonra mutlaka sonraki hayatın uygun koĢulları alınıp yeni bir
yaĢam Ģekli belirlenip ruh yeniden doğar. Genelde 49 gün boyunca ruh, orta ruh olarak
dolaĢır. Fakat çok kötü insanların bu 49. gün dünyada kalma aĢamasını geçemeyip
doğrudan cehenneme düĢeceğine inaılmaktadır. Bu düĢünceye göre son birisi ölüdükten
yedi gün sonra her haftada yedi defa yani 49. gününe kadar ölenin huzurunun iyi olup
sağlıklı bir hayata geçmesi için dua edilip ayin düzenlenir. Yukarıda iĢaret edildiği gibi
Altay inanıĢlarında Erlik‟in ülkesinde 108 tane saldırgan ruhun bulunması, Budizm‟de
bulunan 108 tane dert, merak, dolayısıyla 108 tane cin ve kötü ruh bulunmasından
etkilenmiĢ olmalıdır.
345
Tryjarski, s. 119-123.
346
Sıng Ġ Yang, s.402-405.
155
Ġki kültürde de ortak olarak kullanılan ifadeler, gözlerini kapamak, son nefesini vermek,
uykuya yatmak (dalmak), ahiret yolculuğuna çıkmak, ahirete gitmek, öbür dünyaya
gitmek, gelmez yola gitmek, gitmek, gidip bir daha dönmemek, cennete gitmek, ömrü
tamam olmak, uyumak vb.‟dir Bu ifadelerde iki halkın ölüm ve ahiretle ilgili benzer
yönlerini bulabiliriz ki, yaĢamak ölümün diğer tarafı olup bu, insanın dünyaya gelmiĢ
gibi öbür dünyaya gideceğine inanılırdı.
3.3.2.1. Rüyalar
Kore‟de rüyayla ilgili yaygın bir Ģekilde yorum yapılmaktadır. 348 Halklar kitap
okuyarak büyüklerden öğüt alarak veya aktarılmıĢ geleneklere dayanarak gördüğü
rüyayı yorumlar. Rüya, insanın bilinç altıdaki düĢüncesini gösterip hayattaki
gerçekleĢtirilemediği arzusunu, hırsını hayal dünyasında çözen psikolojik bir tedavidir.
Aynı zamanda rüya, eskiden beri hem Kore halkının hem de devlet büyüklerinin
geleceğinin tahmin edilebildiği belirti olarak algılanmıĢtı. Kore‟de uğursuzluk, ölüm,
zarar, kötülük vb. getireceğine inanılan rüyalar çok çeĢitlidir. Kore‟de ölümü haber
veren rüyalar Ģunlardır:
347
bkz. Emine Gürsoy Naskli, Uçmağa Varmak Kitabı, Kitapevi, Ġstanbul 2009, s. 3-41.
348
bkz. Çôn Mi Kim, “Rüya Yorum Ansiklopedisi”, Seul: Coıngıl Yayınları, 1997., Ci Hyôn Ġ, “Rüya-
Rüya Yorum Ansiklopedisi”, Seul: Nıggimitnınçek Yayınları, 2005.
156
côl (절, dizlerinin üstüne çökerek selam vermek) yapıp kalkmazsa ölür.
çiçekle süslü bir yer veya çiçekle süslenilen gama‟yı görürse, ölür.
Buna karĢı Kore halkı rüyada mezar görürse genelde uğurdur. Meselâ yüksek mezar
görürse, mezardaki ölüyü görürse veya ona dokunursa, aydınlık bir mezar görürse,
mezar üzerinde yangın çıkarsa, mezar üzerindeki ağaçta çiçek açarsa, mezarın içi
açılırsa uğur getireceğine veya iyi Ģanslar getireceğine inanılır.
Anadolu Türk kültüründe rüya, her kültürde olduğu gibi kötü rüyanın fekalet, hastalık,
ölüm gibi olumsuz olayların habercisi olduğuna inanılırdı. Türk kültüründe ölümü
simgeleyen rüyalarla, Kore‟deki rüyalar arasında ortak unsurlar bulunmaktadır. Meselâ
ölen birisi rüyada görülürse, ölen birisiyle konuĢulursa veya yemek yenirse, ölen
akrabası tarafından çağırılıp onu takip ederse, diĢ çektirirse, diĢi dökülürse, kırılırsa,
(uzun) bir yolculuğa çıkarsa, bir evin yıkılmıĢ olduğunu görürse, ağacın söküldüğünü
veya devrildiğini görürse iki kültürde de rüyada görülen insanın öleceğine inanılır.
Ayrıca Türk kültüründe rüyada ayakkabının ters çevirildiğini görmek iyi sayılmaz,
Kore‟de ise ayakkabı kaybetmenin, çıkarmanın, suların ayakkabıyı süpürüp
götürdüğünü görmenin kötü bir olayın habercisi olduğuna inanılmaktadır. Kore‟de
ayakkabının özel bir anlamı vardır ki, „eğer bir kiĢi, sevgilisine yeni bir ayakkabı hediye
verirse sevgilisi bu ayakkabıyı giyip onu terk edecek‟ denilir. Bundan dolayı sevgililer
yeni ayakkabı hediye vermemeye çalıĢırlar. Askere giden sevgilisini beklemeyip terk
eden kıza „gomuşin (고무신, lastikten yapılan eski ayakkabı) ters giymiĢ‟ derler.
Dizilerde veya filmlerde birisinin intihar edeceği zaman çoğunlukla giydiği ayakkabıyı
çıkardığı görülür. Kore halkı, ayakkabıyı sadece bir giyecek nesnesi olarak kabul
etmeyip aynı zamanda sahibinin gideceği yeri, geleceğini simgeleyen bir nesne olarak
158
kabul ederler. Ġki kültürde de cenaze töreninde yapılan uygulamalar eğer rüyada
görülürse, bunlar uğursuz ve kötü sayılır. Örneğin, Kore‟de birisi öldüğü zaman tabutu
taĢımak için kullanılan çiçekle süslenilen araba görülürse, Türkiye‟de ise ölüyü yıkamak
için kullanılan odun, kazan görülürse bunlar ölümün habercisi olarak yorumlanmaktadır.
3.3.2.2. Hayvanlar
BaykuĢ, “ölüm kuĢu” olarak algılanıp köpek gibi ölüm habercisi olarak görülmüĢtür.
BaykuĢ da evin bacasında, üzerinde, yakınında öterse onun ötüĢü ölüme yorumlanır.
BaykuĢun yanı sıra Kore‟de karga eski dönemlerdeki Koguryô‟da devletin kutsal kuĢu
olarak düĢünülmüĢtü. Bayrak, mezarlarda devletin simgesi olarak da kullanılmıĢtı.
Fakat zamanla beraber bu anlayıĢ değiĢmiĢ karga olumsuz bir kuĢ olarak düĢünülmüĢ ve
karganın ötmesinin de uğursuzluk ve ölüm getireceğine inanılmıĢtır. Buna karĢı Kore‟de
saksağan, mutluluk habercisi olarak görülmektedir.
Ġki kültürde de tilkinin uluması iyi sayılmaz. Kore‟de Kuzey tarafında tilki ulursa o
mahalleden ölü çıkacağına inanılır. Ayrıca mahallenin ön tarafındaki dağda tilki ulursa
ölüm haberi gelir, arkasında ulursa birisinin öleceğine inanılırdı.
159
3.3.2.3. Ağaçlar
Kore ve Türk kültüründe de ağaç ve bitkilerle ilgili inanıĢlar da vardır. Kutsal sayılan
ağacın kesilmesi, sökülmesi, yıkılması vs. bunlar olumsuzluk olarak düĢünülmüĢtü.
Ağaç kültüyle ilgili olan bu düĢünce animizmle ilgili olup çok eski zamanlara dayanır.
Kore‟de evin önünde veya mahallenin giriĢinde olan büyük bir ağacın kesilmesinin
mutlaka Tanrının öfkesini getireceğine inanılmaktadır. Kore‟de ġamanizm ve ağaç kültü
karıĢtırılarak özel inanıĢlar oluĢturulmuĢ.
Büyük ve yaĢlı ağaçlar kutsal sayılıp önünde taĢlar yığılmıĢtır. Bu taĢ yığılması, taĢ kule
olarak birçok yerlerde görülmektedir. Ormandaki büyük bir ağacın olduğu yerlerde bu
taĢ yığınları bulunmaktadır. Büyük ağaçlar „dağ tanrı‟ denilen koruyucu iyelerin simgesi
olarak kabul edilip saygı gösterilmektedir. Türk kültüründe de kayın ağacının, bir güç
ve kutsallığa sahip olduğuna inanıldığı için ve bu nedenle de kesilmediğini görmekteyiz.
Kore ve Türk kültüründe bazı tabiat olayları, gelecekte bir ölüm olacağını düĢündürürdü.
Bu inanıĢlar eskiden insanların, tabiatın büyük bir güce sahip olduğuna hata veya
yanlıĢlık yapıldığı zaman insanlara ceza vereceğine inanırlardı. Tabiat bir Ģeklinde
insanlarla iliĢki kurup insanların hayatını etkiliyordu. Ay ve güneĢ aydınlığın bir
simgesi olduğu için bu iki nesnenin tutulması nadir görüldüğünden bu tutulmalar büyük
bir uğursuzluk olarak kabul edilirdi. Ay ve güneĢ tutulursa devletin geleceğinin kara
olacağına inanılmıĢtı. Yıldız kayması, ĢimĢek çakması ve gök gürlemesi gibi olaylar da
genelde olumsuz sayılırdı. Ġki kültürde de insanların gökyüzünde, birer yıldız olduğunu
gördük. Bundan dolayı yıldızın kayması, o yıldızın ömrüne bağlı olan bir kiĢinin ölümü
olarak algılanırdı.
Kore ve Türk halkı, ölümü belirten, ölümü hatırlatan olaylardan mümkün olduğu kadar
uzak durup bununla ilgili uygulamaları yapmamaya çalıĢmıĢlardır. Ayrıca bu halklar
kültürlerinde oluĢturulan tabulara uyarak ölüm gibi felaketlerden kendilerini korumaya
çalıĢmıĢlardır. Bu inanıĢlar çoğunlukla ġamanizm ve büyücülükle (homeopatik büyü ve
bulaĢıcı büyü) ilgili olup günümüze kadar devam ede gelmiĢtir.
Kore‟de bulunan ölümle ilgili tabular içinde evdeki yemeklerin, su dolu kap veya
kazanların boĢaltılması, ateĢ söndürme vb. uygulamalardan kaçınmalar
görülmemektedir. Fakat Ģöyle kaçınma ve tabular da bulunmaktadır. Mahallede bir
kimse öldüğünde saçları yıkanmaz ve çamaĢır da yıkanmaz, asılmaz. Eğer yıkanırsa
yine ölü çıkar. Birisi öldüğü zaman yeni bir kıyafet giyilirse ölenin ruhunun, bu kıyafeti
giyeni öbür dünyaya beraberinde götürmek istediğinde inanılır. Çohon yapan kiĢi ölü
evinden çıktığı zaman arkasına bakmaz. Cenaze evine gidip geldiğinde eğer evinde
doğum olacaksa dua edip yedi gün sonra gelip ocağa bakarak iki, üç defa ateĢe üfler.
Genelde doğum yapacak kadınlar, cenaze evine gitmez. Cenaze evinden çıkıp doğum
yapacak kiĢiyle buluĢulmaz ona ziyarete de gidilmez. Ayrıca düğün tarihini
belirleyenler de cenaze evine gitmez. Ölüm, olumsuz olay olarak algılanıp doğum veya
evlenme gibi olayları bekleyen aile ve kiĢiler cenaze evine gitmez, ölüyü görmemeye
çalıĢırlar. Çünkü kötü ruhların insanlara dokunacağına inanılmaktadır. Bundan dolayı
cenaze evine gidenler evlerine geldiklerinde baca veya ocağa bakarak eve girerler. Evin
önünde samanlarla ateĢ yakıp üzerinden atlarlar. AteĢin kutsal özelliğine inanılarak
yapılan uygulamalar dıĢında tuzun kullanılmasıyla ilgili inanıĢlar da bulunmaktadır.
Cenaze evine gidip gelenler evine girerken tuz serper. 349 ĠĢaret edildiği gibi Kore‟de
cenaze evine uğrayanlar, olumsuz veya uğursuz olayları görenler evin önünde ateĢ yakıp
kötü ruhları kovduktan sonra evlerine girerler. Aynı bakımdan Türk kültüründe de ateĢ
349
bkz. Min Ġ Nam, Cenaze Halkbilim, Sigma Yayınları, Seul 2002, s. 42-46.
161
350
ed. Hasan Gelâl Güzel, “Türkler”, Ansiklopedi, c. 3, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002. s. 66.
351
Kalafat, Türk Külürlü Halklarda Ölüm, s. 85.
352
bkz. Çang Ryôl Çö, “Asıl Korece‟deki Ġsmlerin Kökeni”, Sônçungômun, Sayı. 22, 1994, s. 685-703.
162
Côsıng-gil evin büyük kapının dıĢındadır.; ölüm veya öbür dünyaya gidilecek yol
aslında yakındır.
YaĢamakta olan köpek ölen baĢkandan iyidir.; yaĢamakta olan köpek, değerli(yüksek
unvanda olan) kiĢinin ölümünden daha iyidir. Aynı zamanda öldükten sonra
hayattayken ki bütün servet, ün vb. boĢa gideceğini anlatan sözdür.
Köpek pisliğiyle kaplı yere düĢse de bu dünya daha iyidir; Ne kadar zor olsa bile
yaĢamanın, ölmekten daha iyi olduğunu anlatır.
Baltanın yüzü (bıçak yüzü) aĢınmıĢsa da kullanılır, insan ölünce hiç bir Ģey değildir.;
eĢyalar tamir ettirip tekrardan kullanılabilir de insanın canı çıkarsa hiçbir Ģekilde
canlanamaz.
Günümüzde Kore‟de ölüyü yıkama, kefenleme, defnetme, gömme vs. cenaze törenin
hemen hemen bütün aĢamaları bir uzman veya özel Ģirketlerden yardım alınarak
yapılmaktadır. Fakat ne kadar değiĢmiĢ olursa olsun de bu aĢamalar geleneğe uygun bir
Ģekilde yapılır. Daha önceleri özellikle Konfüçyüsçülük yöntemi temel alınmıĢken
günümüzde ölünün ve ailesinin Budizm, Hristiyanlık, Protestan vs. inanıĢlarına veya
sadece geleneklere göre cenaze törenleri yapılmaktadır.
Kore‟de hastanın ölümü yaklaĢtığında hastanın baĢı doğu tarafa, bedeni kuzey tarafa
konulur sessizce beklenir, aile, yakınlar, akrabalar hastanın son nefesine kadar yanında
dururlar. Torunlar için büyüklerin hastalanıp öleceğinin anlaĢıldığı zaman onların
yanında durması çok önemlidir. Kore‟de ruhun uçup gitmesini engellemek ve ruhun
tekrardan dönmesi amacıyla birisi öldüğü zaman pencere açılmazdı. Ruh çağırmada da
aynı Ģekilde yapılırdı. Hasta öldüğü zaman ölenin gözü kapatılır, ağız, burun ve
kulakları pamukla doldurulur. Ġnce beyaz yorganla ölünün üstü örtülür. Ölü byôngpung
163
denilen dıĢarıdan oda duvarına giren rüzgarı engellemek, odadaki Ģeyleri saklamak veya
sadece odayı süslemek amacıyla da dik duran bir paravanla saklanır. Ölenin ailesi ve
akrabası tarafından cenaze iĢlemlerini iyi bilen tecrübeli biri seçilip görevlendirir. Ölü
evinin dıĢ kapısında cenaze çıktığını gösteren ıĢık yakılır.
Demirin kutsallığı, dünyada yaygın bir Ģekilde kabul görmüĢtür. Demirle ilgili
büyücülük ve dinî gelenek iç içe girmiĢ bir Ģeklinde görünmektedir. Bunlar demirin
kötü ruhların yaklaĢımı engellediğine inanılmasından kaynaklanır. Hindistan‟ın
kuzeybatı bölgesinde evli kadınlar demir bilezik takarsa bu bileziğin kötü ruhları, cinleri
kovduğuna inanırlar. Malezya‟da kılıç kötü ruhları kovmada kullanılır. Japonya‟da
kadın hamile kaldığında yine aynı amaçla demir aletleri yanında bulundurur.
Cusô (周書), Buksô (北史), Susô (隋書) adlı eski Çin kaynaklar, Türklerin kökeni
hakkında bilgi vermektedir. Buksa adlı eserde üç tane Türklerin türeyiĢ destanı
anlatılmaktadır. Bu hikâyelerin birinden Türklerin demirciye önem verdiğini
anlayabiliriz. Ġçeriği “Türk, ova‟da yaşayan Hunlar soyların çeşitlerinden biri olarak
soyadı aşina (阿史那氏)‟dır. Çin İmparatoru bu soylara saldırı düzenlediğinde Aşina,
beş yüz aileyi yanına alıp altın dağın (金山) güneyine yerleşmiş ve orada demirci
olarak yaşamışlardır. Altın dağın şeklini başlığa (突厥 okunuş;tugu) benzetip onların
adına Türk (突厥) demişler.”dir.353
354
Avrasya ġamanizmin‟de demirciler Ģaman gibi önemli bir yere sahiptiler.
ġamanizm‟de demirciler Ģaman adaylarının bedeniyle bu dünyadaki bağını kesip ruhu
353
bkz. Hıi Su Ġ, Türk Tarihi, Mireen Yayınları, Seul 2007.
354
Mircea Eliade, Şamanizm (Çev. Yun Gi, Ġ), Ggaçi Yayınları, Seul 1996, s. 58.
164
dünyayla bağlayabilen kutsal bir beden olarak Ģamanın yeniden doğmasına yardım eden
törensel görevlerde yer almıĢlardır. Türklerin yaĢadığı bölgeyi ele geçiren Moğollar
Türk kültüründe var olan demircilerin önemini kendi kültürlerinde de benimsemiĢlerdir.
Demirciler yeni yılın bir gün öncesinde Kağan‟ın önünde durup kızgın demiri döverek
hep beraber göğe teĢekkür ederlermiĢ. 355 Bu Ģekilde demirciler ateĢe hakim olma ve
kötü ruhları kovabilme kutsallığına sahip olduğuna inanmıĢlar. Türk inanıĢlarında
demirin kutsallığı, bu inanıĢtan gelmektedir.
Türkiye‟de bir kiĢi öldükten sonra o ruhun, tekrar evine döneceğine inanılır. Bu yüzden
o akĢam ölünün ayakkabısı eĢiğin dıĢına ters konulmadığına dair bir gelenek vardır.356
Ayakkabıyla ilgili Kore ve Türk kültüründeki rüya inanıĢlarından daha önce söz
etmiĢtik. Ayakkabının ters konulması ruhun gideceğini, evinden çıkacağını hatırlatır. Bu
yüzden ayakkabının ters konulması geleneği ölümü simgelemektedir. Ayakkabının ters
konulmaması geleneği, bu olay mümkün olmasa da ruhun tekrardan geri döneceğini
isteyen ölünün ailesinin umudunu göstermektedir.
Kırgız Türklerinde ölümden sonra, defin öncesinde ölünün bulunduğu evin önünde
ölüyle insanlar arasına perde çekilir. Perde çekme geleneği, düğünde gelinin bulunduğu
yerde de görülmektedir. Bu iki gelenek insanların eski hayatlarından ayrılıp yeni bir
hayata girmelerini simgelemektedir.357 Ayrıca Türk topluluklarında ölünün bulunduğu
odada mum yakma uygulamaları da bulunmaktadır.
Kore‟de eskiden doğrudan evlere gidilerek, atlı haberci gönderilerek veya mektup
yazılarak ölüm haberi yakınlarına iletilirdi. Günümüzde ise bu haber telefon, cep
telefonu, gazete, internet gibi iletiĢim aracılığıyla ölüm haberi verilmektedir.
Geleneklere göre ölüm haberini tanıdıklara iletmek, saygı göstermek anlamına gelir
yani, tanıdıklarına ölüm haberi iletilmezse büyük ayıp sayılır. Eskiden ölüm haberini
mektubla alanlar, evin dıĢ kapı eĢiğinde mektubu okuduktan sonra saçağın altına veya
çitlerin arasına mektubu koyarlardı. Bu mektup, asla evin içerisine götürülmezdir. Buna
„bugo dalamegi (ölüm haberi yazan mektubun asılması)‟ denir. Ölüm, insanın baĢına
355
Won Gil Bak, s. 168.
356
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk Ġnançlarının Ġzleri, s. 202.
357
Polat, s. 184.
165
Eskiden Türkler atlı ulaklar göndererek uzakta olan akrabalarına, yakınlarına ölüm
haberini iletirlerdi. Ayrıca ölenin bulunduğu çadırın yakınına bir bez parçası sarılmıĢ
direk veya mızrak dikilerek ölüm haberi verilirdi. Günümüzde eve gidilerek, selâ
verilerek, belediye hoparlörleri, telefon, cep telefonu, internet, gazete vs. çeĢitli
yöntemle ölüm haberi verilmektedir.
Kore‟de ölünün yıkanıp kefenlenmesine sıp denilip, Türkiye‟deki gibi ölen kiĢi erkekse
erkek, kadınsa kadınlar tarafından yıkanılır. Eskiden tütsü esanslı suyla ölü yıkanılırdı.
Fakat son zamanlarda esans yerine alkolle ıslatılmıĢ pamuk kullanılmaktadır. Daha
sonra ölünün saçı taranır, el ve ayak tırnakları kesilir, cobalnang denilen ketenli küçük
cebe ölünün kesilen el-ayak tırnakları ve saçları konulurdu. Sonra suda ıslatılmıĢ
pirincin, söğüt ağacından yapılan kaĢıkla üç kez ölünün ağzına konması iĢlemi yani
banham yapılırdı. Daha sonra ağza madeni para, değerli taĢ, boncuk gibi Ģeyler
konulurdu. Bu uygulama öbür dünyada ölenin yiyeceğine ve bunları kullanabileceğine
yapılırdı. Daha öncesinde de belirtildiği gibi günümüzde bunların hepsi değil, bir kısmı
yapılmaktadır.
Türkiye‟de ölünün yıkanması usta yıkayıcı, hoca, tecrübeli olan veya dinî bilgisi çok
olan bir kiĢi tarafından da yapılmaktadır. Genelde ölen erkekse erkek, kadınsa kadınlar
tarafından yıkanılır. Ölünün burnuna, kulaklarına vb. pamuk tıkandığı da olur. Gülsuyu,
gül hatmi, gülyağı, gülkurusu kolonya, zemzem suyu, çörek otu, karanfil tozu, kokulu
çiçek ve yapraklar, esans vb. ölünün vücuduna sürülür kefene dökülür. Ölen kiĢi hastane
dıĢında, cenaze yıkama aracı içerisinde de yıkanılmaktadır. Bu belediyenin halkına
hizmet amaçlı tahsis ettiği araçtır.
166
Kore‟nin eski devletlerinden biri olan Koguryô‟da erkek ve kadın evlendikleri zaman
kefenlerini hazırladıkları anlatılmaktadır. Evlenme, eskiden beri yeni bir can getirme,
kutsal aĢama olarak düĢünülmektedir. Evlenme sırasında ölüm için hazırlık yapılması
hayatla ölümün, birbirine bağlı olduğuna inanıldığını göstermektedir. Aynı bakımdan
Cosôn döneminde ölenin kıyafetlerinden en iyi olanı, ölüye giydirilirdi. Koreliler için
ölüm aslında insanın sonu değil, yeni bir baĢlangıcı olarak düĢünülmektedir. Bundan
dolayı ölen kiĢiye yaĢadığı zamandaki kıyafetlerinden en iyisi seçilip, giydirilirdi. Ölen
kimsenin en parlak zamanını yansıttığı için memurlara devletin resmi kıyafeti, halk için
düğün kıyafeti giydirilirdi. Cosôn‟ın baĢlangıcı döneminde kefen kumaĢı için pamuk,
ipek, rami vs. çeĢitli kumaĢlar kullanılırdı. Fakat 1910‟lu yıllardan sonra çeĢitli
kumaĢlar yerine kendir kumaĢı kullanılmaya baĢlandı. Çünkü Japonya‟nın iĢgal
dönemindeki yağmalamadan dolayı Kore ekonomisi kötüleĢmiĢti. Kore geleneksel
kefenlenme yöntemi ise, ölüye çeĢitli kefen giydirip tekrardan soryômpo (kendir kumaĢı)
denilen kumaĢla sarılmaktadır. KiĢi öldükten üç gün sonra, ölü çilsôngpan üstüne konur,
kenevirden yapılan kumaĢla sağlamca sarılıp bağlanır. Kore‟de kefen için ipin sonu
bağlanmaz, dikme iĢleminde eğer ip yetiĢmezse yeni bir ip iğneden tekrar geçirilerek
dikilir. Bunun sebebi ölenin ruhun öbür dünyaya rahat bir Ģekilde, çekinmeden hemen
gidebilmesine yardım etmektir. 358 Günümüzde Kore‟de ise kefen hazırlanması ve
kefenlenmesi iĢlemleri özel Ģirket veya kurumlar tarafından yapılmakta, geleneksel
yöntemler uygulanmaktadır. Hatta günümüzde ise Konfüçyüsçülük‟te belirtildiği
aĢamalar, özetlenmiĢ bir Ģekilde yapılır ve bu uygulama eski dönemlere göre daha basit
sayılır.
358
bkz. Nam, s.42-46.
167
Günümüzde geleneksel Türk cenaze törenin bire bir uygulanmadığı durumlarda vardır.
Türkiye‟de Ġslam geleneğine uygun bir Ģekilde bütün cenaze töreni yapılmakla beraber
bunu kefenleme, cenaze namazı ve gömme gibi belli baĢlı aĢamalar da görülmektedir.
Türk toplumunda Müslüman olan herkesin (intihar edenler hariç) cenaze namazı kılınır.
Bu, sadece ölenin ruhu için değil öbür dünyasını rahat bir Ģekilde geçirmesi, kalanlara
zarar vermemesi ve ruhunun vereceği zararlardan korunmak amacıyla yapılmaktadır.
168
Mezarlıktan dönüĢte ölü sahibine taziyede bulunulur ve burada taziyeye gelen kiĢi
Kur‟an kokur ya da okutur.
Ölünün defin yöntemine göre tabutun çeĢidi de değiĢmektedir. Eski taĢ döneminde
Koreliler mağarada ölü saklamıĢtı. 1982 yılında Güney Kore‟nin orta batı bölgesi olan
Çungbuk bölgesindeki Durubong mağarasında, 40,000 yıl önceki dönemine ait olan bir
çocuğun ölüsü bulunmuĢtu. Mağarayı ilk bulan kiĢinin adı bu çocuğa verilmiĢti. O
çocuğun adı hıngsu‟dur. Düz kalker taĢ üzerine ince toprak serpilip, ölü sırt üstü
Ģeklinde yatırılmıĢtı. Ölünün üzerine kasımpatı çiçeği (krizantem), sonra da tekrar ince
toprak serpilip geniĢ taĢla kapatılmıĢtı.359 Güney Kore‟nin Ortadoğu Gyungsangnam-do
bölgesinde yeni taĢ dönemin ortasına ait yerleĢim yeri bulunmuĢtu. Bu kalıntılardan eski
Kore halkının ölüyü yakma geleneğine sahip olduğu kanıtı ortaya çıkmıĢtır. 14 numaralı
yerleĢim yerinde, iki tane toprak küp içinde yakılmıĢ insanın kemikleri ve külleri
bulunmuĢtu. Bu küp ise toprağa yatay değil dik olarak konulmuĢtu.360 Korelilerin taĢ
döneminde ki ölüyü yakma geleneği, Budizm‟in ölüyü yakma geleneğine göre farklıdır.
TaĢ döneminde ölü kazılan mezarın içine yattırılıp tahta ve kömürle yakılırdı. Ya da
baĢka yerde yakıldıktan sonra tahta tabut veya iki tane toprak küp içerisine kemiği ve
külleri toplanılıp konulurdu. Fakat Budizm‟de ise ölü yakılıp, sonra cam küp içerisine
konularak mezar odasına konulmaktadır.361
Eski dönemlerde Kore‟de ölüleri mağaraya gömme, denize atma, ateĢte yakma vs. gibi
definler bulunurdu. Dongogcô döneminde aileler aynı mezara beraber gömülürdü. Ölen
ailesinin sayısına göre tahtalı insan figürü, pirinç konulan çömleği dôtnôl (toprağı
kazılıp duvarlar ve tavanı tahtalarla sürdürmüĢ olan tesisat)‟un ön kısmına konulurdu.
Nôl denilen tahta tabut kullanılırdı. Buyô‟da zengin birisi öldüğünde kiĢinin köle veya
hizmetçileriyle birlikte gömülmesi geleneği de bulunmaktaydı. Byônhan‟da kiĢi
öldüğünde büyük kuĢun kanadı ya da tüyüyle beraber gömülürdü. Bu, ölen kiĢinin
ruhunun göğe yükselmesi anlamına gelmektedir Ördek biçimli çömleğin mezara
359
Te Ho Bak, s. 28-29.
360
Te Ho Bak, s. 34.
361
Te Ho Bak, s. 72.
169
II. bölümünde iĢaret edildiği gibi Türkiye‟de ölünün üstünden çıkarılan çamaĢırları
yıkanır, fakire verilir. Günümüzde ölünün kullandığı eĢya, elbiseleri fakirlere verme
geleneği, Ay görsün adlı Kırgızların geleneğinde de bulunmaktadır. Kore‟de ise
bununla benzer olarak Koguryô döneminde gömme iĢleri bittikten sonra ölünün
kullandığı eĢyaları yani giydiği kıyafeti, atı, el arabası vs. mezarın etrafına konulurdu.
Ġsteyenler bunu alıp götürebilirdi. VI. yüzyıl ġilla dönemindeki Çônmaçong (mezar
duvarlarında göğe uçan atı resmi bulunduğundan bu ismi koyuldu)‟da at süsleri bulundu.
ġilla‟nın ilk döneminde at ölüyle mezara gömülürdü. Daha sonradan bu uygulama, atı
gömme olarak değil de at süslerini gömme olarak değiĢtirildi.364 Üç Krallığı birleĢtiren
ġilla‟da Budizm‟e göre ölünün yakılması ya da Kofüçyüsçülük tarzı toprağa gömme
yöntemleri bulunup devletin son dönemlerinde ise toprağa gömme adeti vardı. Koryô
döneminde ise Budizm tarzı ölüyü ateĢte yakmak ve fengsui inancına göre toprağa
gömme yöntemleri uygulanılırdı. Cosôn döneminde ise Kofüçyüsçülüğe göre ölü
toprağa gömülürdü. Soylular taĢtan, halk ise tahtadan yapılan tabuta ölüyü koyar ve
toprağa gömerdi. Bazen de ölü samandan yapılan halıya sarılıp gömülürdü. Cosôn
döneminde myôngi, mezarda ölüyle beraber gömülen tabak, müzik aleti, silah, at arabası,
tahtalı insan figürü vs. bütün araç gereçlerine denilir. Bunlar ölen kiĢinin kullanacağı
düĢünüldüğü için basit ve küçük bir Ģekilde yapılırdı. Ayrıca bu aletler ölen kiĢinin
sonsuz hayatı için yapılıp mezarda ölüyle birlikte bırakılırdı.
362
Te Gyông Çö, s. 58.
363
Te Gyông Çö, s. 188..
364
Te Gyông Çö, s. 205.
170
Cesedi eğik halde gömme geleneği, ölenin ruhuna baskı yapma yani ölenin ruhunun
dıĢarıya çıkmasını engellemek içindi. Bu tip bir gömmenin annenin rahmindeki bebeğin
Ģeklini taklit ederek tekrar doğmasını istemesinden kaynaklandığını ifade edenler de
bulunmaktadır. Günümüzde Kore‟de ölenin ruhunun dıĢarıya çıkmasını engellemek
amacıyla yapılan uygulamalar bulunmaktadır. Ölü gömüldükten sonra mezarı kapatılır.
Mezarı kazanlar, müzik aletlerinin ritmine göre toprağı bastonla vurup üzerine
basarlar.365
Kore kültüründe ölüyle ilgili tabular bulunmaktadır. Bunlardan birisi; ölünün baĢı kuzey
tarafına konulmazsa, ölünün kalkacağına inanılmaktadır. Kuzey tarafına ölünün baĢının
konulması, kiĢinin öldüğünün kabul edilmesini gösteren ve artık ölünün ruhunun öbür
dünyaya gönderilmesinin sağlanması amacıyla yapılmaktadır. Ölü bulunduğu odadan
çıkarılırken salonda bagaci‟yi (바가지, süs kabaktan yapılan kâse) ölüyü taĢıyan
kiĢilerin ters çevirip, kırması gerekmektedir. Bu gelenek, bagaci‟nin kırıldığı zaman
çıkan sesinden ruhların korkup geriye dönmeyeceğine inandığından kaynaklanır.
Kore geleneksel defin yönteminde tabutu taĢımak için Sangyô adlı cenaze arabası
kullanılır. Tabut ölünün evinden ayrılmadan bir gün önce veya sabah erkenden
sanyôggun‟ u çağrılıp gömme yerine gönderilir. Kore‟de sangyô (tabut taĢınma aracı)‟la
ilgili tabular Ģunlardır. Sangyô çerken kuyu kapatılır. Karısı hamile olan biri sangyô
taĢıyamaz. Düğünü yapılacak kız sangyô bakamaz. Sangyô, ölümü gösteren somut
nesnedir. Bundan dolayı ölümün olumsuz etkisi, kuyunun suyuna da yayılabilir. Suyun
kutsallığı kyabetmemesi için kuyunun kapatılmasına karar verilir. Sangyô evden çıkınca
ölen kiĢinin elbisesi, kullandığı eĢyalar vb. ateĢte yakılır. Toprağı kazılmadan önce
dağın zirvesine bakarak kurban sunulur ve kutsal yazı okunarak dağ tanrılarına anma
töreni yaparlar. Sangyô alayında ölü sahibi, aile, akrabalar dıĢında en önünde ölüyü kötü
ruhlar ve nazardan korumak için maske takıp mızrak veya kalkan taĢıyan bangsang
durur. Sonra unvan, adı vs. kırmızı ipek veya kırmızı renkle boyanmıĢ kumaĢtan yapılan
bayrak, gömme yerinin neresi olduğunu gösteren myôngcông, ruhun bindiği simgelenen
aletleri, vs. bulunmaktadır. Tabut kapatıldıktan sonra tabutun üstüne, ölen kiĢinin
unvanı, adı ve soyadı yazılır. Kazılan yere tabutun baĢı kuzey tarafa, ayakları ise doğu
365
Te Ho Bak, s.32-33.
171
tarafa gelmek üzere düzgün bir Ģekilde indirilip yerleĢtirilir. Günümüzde ise özel siyah
renkli araba kullanılarak tabut taĢınmaktadır.
Türklerin, ölüyü yakma, toprağa gömme, ağacın üzerinde bırakma gibi yöntemleri
vardır. Ölü gömmekle ilgili olarak fakirlerin cesedi çoğu zman iklimsel nedenlerle
bozkırda açık alanlara bırakılmıĢtır. Türkler ancak bu gömmede tabutu da
kullanmıĢlardır. Eski Türk Topluluklarının, öbür dünyada ruhun yeni bir hayata devam
edeceğine inandığını, ölünün bindiği at, elbise, eĢya, silahlar vs. ile beraber
gömüldüğünden biliyoruz. Bu gelenek Türkmen, Yakut, Altay Türkleri‟nde de devam
etmiĢtir.366 Eski Kırgızlar, ölü gömüldüğünde çamur veya topraktan piĢmiĢ maskeleri
ölünün yüzüne takarlardı. Bunun için bazen madenden yapılan maskeler de
kullanılırdı. 367 Kore‟de de bununla benzeri kalıntılr bulunmuĢtu. ölünün yüzüne
maskeleri takmasının sebebi insanın ruhunun baĢında olduğuna inanıp dıĢarıya
çıkmasına engellemek veya korumak için yapmıĢlardır. Bazen bunun sebebi
yaĢdıykenki ölünün yüzünü hatırlatmak için olduğuna da söylenir. Ölenin baĢını
korumasına önem verdiği gelenekler, savaĢta düĢmanların baĢını kesmeyi büyük bir
onur olarak sayılmak, baĢını kestilmek ağır cezalardan biri olarak kabul edilmek vs.
hepsi bundan kaynaklanır. Ölüyü tabuta koyarak cesedin eti çürüyünceye kadar ağaçta
bırakma veya kalın iple asma gibi gelenekler de vardı. Gömme zamanına bakıldığında
Göktürkler gömme iĢlemini ilkbahar ve güz mevsimlerinde yaparlardı. Aslında bu
durum bölgenin iklimsel oluĢmundan kaynaklanmakta idi. Mezara ölü konulduğunda
ölünün baĢı genelde kuzey tarafta bulunurdu. Koreli gibi eski Türkler de kuzey tarafı
ruh dünyası olarak algılamıĢlardır. Ölünün baĢının konduğu taraf, ruhun gideceği yerle
yani öbür dünyayla ilgili iliĢkili idi. Siyen-piler, onların yaĢadıkları bölgelerin kuzey
tarafında bulunduğu kırmızı dağlarını, ruhun dönecek yeri ve Ģamanların kutsal yeri
olarak algılamıĢlardı. Hun soylularının mezar kalıntılarında ve MS XI-XII yüzyıl arası
Moğol Ġmparatorluğuna ait olan mezar kalıntılarında ölünün baĢının genelde kuzey
tarafta olduğu görülmektedir. Bu, eski göçebe halkın kuzey tarafı ruhların dönecek yeri
olarak kabul ettiklerini gösteren kanıttır. Ayrıca son Siberya ġamanizm‟iyle ilgili
çalıĢan araĢtırmacılar Moğolların ve bazı Siberya‟nın halklarının öbür dünyanın kuzey
tarafında olduğuna inandığını anlatmıĢlardı. Bundan dolayı öbür dünya takip edilip
366
Polat, s. 204-205.
367
Emel Esin, İslâmiyet‟ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâm‟a Giriş, Ġstanbul 1978, s. 18-19.; Erdem,
s. 227.
172
kuzeydeki kapıdan tabut çıkarılmıĢtır.368 Müslüman Türkler ise ölüyü mezara baĢı batı
ayakkarı doğu tarafa gelmek üzere koyarlar.
Müslümanlar ölüyü mezara tabuttan çıkararak gömerler. Türkiye‟de yaygın olarak çam
ve kavaktan yapılan tabut kullanılır. YeĢil renkli örtüyle tabut örtülür. Ġçindekinin
cinsiyetini, yaĢını, mesleğini belirtmek amacıyla tabutun üzerine kıyafet konulmaktadır.
Kore‟de ise ölünün cinsiyetiyle ilgili bilgiler tabutun içine kobulan bir kağıtta yazılıdır.
Türkiye‟de de cenaze törenine çocukların dıĢında herkes katılabilir. Eğer kiĢi sabah
ölmüĢse öğle namazına, öğleyin ölmüĢse ikindi namazına müteakiben kaldırılır.
Ġkindiden sonra ölenler, o gece bekletilerek, sabahleyin gömülürler. Çünkü Türkler
güneĢ battıktan sonra yerlerin kilitlenip mühürlendiğine inanmaktadır.
Türk kültüründe mezarlığa giden yol ile oradan dönülen yol aynı değildir. Bu ölen
kiĢinin ruhunun mezarında kalma amacıyla yapılmaktadır. Ruh inanıĢıyle ilgili olan bu
uygulamayı daha önce görmüĢtük. Cenaze mezarlığa götürülürken dönüp arkaya
bakılmadığı gibi cenazeden dönülürken de geriye bakılmaz. Doğrudan kendinin evine
değil ahıra veya tuvalete gidilir.
Kore‟de evlenmemiĢ kadın veya erkek ölürse özel bir defin yöntemi uygulanır. Bekâr
birisi öldüğünde sokağın ortasına gömülür. Onlar için özel bir kut töreni düzenlenilir,
369
ölen kız ve erkek kendisi yerine onların yapılan ongunları evlendirilir. Bu
uygulamanın amacını Ģu Ģekilde açıklayabiliriz; Koreliler eskiden beri bir gencin
mutlaka evlenmesini bekler, evlenen gençler ise toplum tarafından yetiĢkin olarak kabul
edilirdi. Evlendikten sonrada çocuğu doğurması gerekliydi. Evlenememesi, kendisi ve
ailesi için utandırıcı bir hareket olarak düĢünülürdü. Bugünlerde bu düĢünce az kalsa da
devam etmektedir. Bunun için ölen kiĢinin ruhunu evlendirme gibi yöntemler
uygulanarak ailenin acı ve üzüntüsü çözülmeye çalıĢılırdı. Böylece ölen kiĢinin ruhu, bir
yetiĢkin olarak kabul edilip tam ata ruhunun görevinin yapabilmesi sağlayabilirdi.
Buna benzer olarak Türkiye‟de de genç kız veya gelinlerin tabutları özel olarak
süslenilir. Meselâ telli-duvakla, çeyizle, pullu, ipekli kırmızı renkli kumaĢla süslenir.
368
Won Gil Bak, s.71-72. Ölüyü evlendirme gelenek ile ilgili ayrıca bkz. Jean Paul Roux, Eski Türk
Mitolojisi, BilgeSu Yayınları, Ankara 2011, s.30.
369
Ayrıca bkz. Ġn Bong Ġ, Korelilerin Ölüm Düşünceler, Seul Üniversitesi Yayınları, Seul 2000, s. 60.
173
Radloff, Altay ve Türk boylarında, ölen genç kızsa ellerine kına yakıldığını
anlatmakta.370 Tunceli‟de ölen kimse evlenmemiĢ erkekse sağ eline elma, kız ise sağ
elinin küçük parmağına kına yakılır. 371 Bu inanıĢ hayattayken bekâr olanların öbür
dünyada da eĢ sahibi olamayacağına inancından kaynaklanmaktadır. 372 Marko Polo
Yuan hanedanı döneminde Moğollar arasında yaygın olan ölüleri evlendirme
geleneği/uygulaması Ģöyle anlatmaktadır: “Çocukken veya evlilik dönemine yaklaşıp
ölen evladın iki ailesi ölen oğluyla kızı evlendirirler. Bu durumda kızın ailesi ölen kızını,
ölen oğlanın ailesine gelin olarak verirken evlenme sözleşmesi de yaparlar, yazılı
yapılan bu sözleşme daha sonra yakılır. „göğe çıkan duman, mutulaka öbür dünyadaki
bizim çocuğumuza ulaşacaktir. Böylece onların karıkoca olacaktır.‟denilmektedir. Bu
törenden sonra büyük bir ziyafeti yaparak yemekleri her tarafa serperler. Bu yemeğin
de ölen çocuklara da ulaşacağına inanırlar. Hizmetçi, at, kıyafet, para ve diğer araç
gereçler kağıtta resmi çizip yakılır. Bu uygulamalar onların yaktığı her şeyin öbür
dünyadaki çocuklarını malı olacağına inandığından yapılır. Bu işlemler bittince onların
aile olduklarına inanıp sanki gelin ve damatlar hayatta yaşyorlarmışı gibi aile
ilişkilerini devam ettirmektedirler.”373
Eski Türkler ölüler için yapılan törene yog derlerdi. Orhun Yazıtları‟nda, Divanı Lügat-
Ġt-Türk‟te yog geleneği görülmektedir. Yok veya yok etmek anlamda olan yog kelimesi,
Ölüyü defnettikten sonra üç ve yedinci günde verilen bütün yemekler için kullanılıp,
ölüyü anmak anlamını taĢımaktadır. Bu geleneğe hala Türk topluluklarında devam
edilmekte olup bu törene yog-aĢ adı verilmektedir. Türkler genelde ölüyü defnettikten
üç, yedi, dokuz, 40, 52.inci gün ve yıl dönümünde ölüyü anarlar bu ayinlerde misafirler
davet eder, yemek dağıtırlar. Bu yemekler için kırk ekmeği, ruh helvası, hayat ekmeği,
kazma-kürek helvası, can aĢı vs. çok çeĢitli adlar kullanılmaktadır. Taziye için ölü evine
gelen misafirlere ölü evinin üyeleri helva ve tuz dağıtırlar. Özellikle ġeker, Ģerbet, börek,
370
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 217. .
371
Kalafat, Türk Külürlü Halklarda Ölüm, s. 109.
372
Tryjarski, s.105., ayrıca bkz. Jean Paul Roux, Eski Türk Mitolojisi, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2011,
s.30.
373
Won Gil Bak, s.317-318.
374
Yog geleneği, özellikle Türk toplumlar ile ilgili çalıĢmalarında daha belli görünmekte olup bu kısımda
ise önce Türk kültüründe yog ve ölü aĢı uygulamaları inceledikten sonra Kore kültürüne geçeceğiz.
174
kahve, helva vb. yemekler ölü yemeği olarak sayılmaktadır. Bu gibi yemeklerin
verilmesi, ölenin ruhunu memnun edip öbür dünyasını rahat geçirmesi içindir. Yani
doğrudan doğruya ölenin ruhuna sunulan yemek anlamını taĢımaktadır. KomĢular ise
ölü evine helva götürür. Bu Hunlara kadar uzanan eski bir gelenektir. Bu gelenek
Göktürkler, Oğuzlar, Altay, Yenisey, Saka, Kırgız, Kazak, Tatar, Türkiye Türkleri vs.
eski Türk toplumlardan günümüz Türklerine kadar aktarılmaktadır.
Bu geleneğin yanı sıra, cenaze töreninde at koyun, sığır gibi hayvanlar kurban edilerek
gelen misafirlere ve hizmet edenlere ikram edilir. Ölü aĢı, mezar ziyaretinde de bulunur.
Hazırlanılan yemek, içki mezarın üzerine atılarak ayin yapılır. Ayin bittince herkes
içmeye yemeye baĢlar. Mezarı ziyaret edip ölenin ruhuna yemek, kurban sunma
geleneği çok eskiden beri yapılmaktadır.
Altay Türklerinde ölüyle birlikte etler ve içecekler gömüldüğünü veya ayrı bir Ģekilde
babaların elinde içecekle-sarhoĢ edici içecek- dolu kadehler görülmektedir. 375 Roux,
Altay Türklerin de cenaze ziyafetinin dinsel amaçla ölenin onuru için hazırlanılan
yemek olduğunu belirterek at ya da koyun kurban olarak kesilip ziyafete katılanlarla
yedirilir. erkekler ve kadınlar birlikte Ģarap içer ve dans ederler. Ölümden sonra
sızlanma ve yakınmalarda müteakip bir Ģöleni yapılır.376 Urenhalar (Tuba), mezardan
döndükten sonrası akraba, arkadaĢ, yakınlar hep beraber ölü evine giderler. Ġyice
yıkandıktan sonra yemek yer, rakı içerler. Bu eğlenceler üç gün boyunca hiç durmadan
sürer. Yemekten önce yemek ve içki ateĢe atılır. Sagaylar da definden sonra evde Umay
ana ve evin koruyucu iyelerine saçı saçıldıktan sonra yemeye içmeye baĢlarlar. Sonra
mezarda ateĢ yakıp ruhlara rakı ve çeĢitli yemek atarlar.377
375
Roux s. 290.
376
Roux, Eskiçağ ve Ortaçağda Altay Türklerinde Ölüm, s. 276-278.
377
Ġnan, ġamanizm, s.185-186.
378
Te Ho Bak, s.54.
175
ve üflemeli çalgılar çalarak müzikle ölü taĢmaktadırlar. Ölü taĢınılırken müzik çalınma
ve cenaze töreninde büyük ve görkemli bir ziyafetle yapılan Oşi (오시, dans ve
Ģarkılarla eğlendirme cenaze töreni), saraylarda ve halk arasında da sık yapılırdı. Oşi
töreninde sadece içki, yemek, dans, müzik vs. bulunmayıp tiyatrosal gösteri ve çeĢitli
eğlenceyi beraberinde getiren faaliyetler de bulunur, u tören Ģenlik havasında
yapılırdı.379
Eski dönemlerde veya günümüzde bazı özel bölgelerde görülen mezarda veya ölü
evinde icra edilen Ģölen geleneği hem ölen ruhlar hem de kalan ailesi için yapılır.
Aslında ölü aĢı, ölen ruhların rahat etmesi için sunulur. Fakat diğer amacı ise ölenin
ailesi, akrabası yakınları gibi kalan insanları ruhun vereceği zararlardan kurtarmaktır.
Ölü sahiplerin birisini kaybetme üzüntüsünü, acısını, paniğini ve olumsuz duygularını
atıp yiyerek içerek gerçek olamasa da eğlenceli bir ortamda bulunmaya çalıĢırlardı. Bu
gelenek, ölenin ailesini artık günlük hayatına tekrar yönlendirip yaĢamını devam
ettirmek amacıyla toplumsal ihtiyaç olarak oluĢturulmuĢtur.
379
Nam, s. 17.
380
Te Ho Bak, s.130-131.
381
Eski dönemlerinde çeĢitli bir ortak amaçlara ulaĢmak için kurulan toplumsal organizasyonu, en az 5
kiĢiden en fazla 100 kiĢiyle oluĢturulmuĢtu. 6.yy.‟da ortaya çıkıp sonra Cosôn döneminde çiftçilik için
kurulan güç içbirliği mahallî ortanizasyonu dure‟ye yerini bırakmıĢtı.
176
3.5.2.1 Yas
Kore‟de geleneksel cenaze törenin tamamen bitmesi üç yıl alırken bugünlerde bu süre
bir yıl veya yüz güne inmiĢtir. Cenaze töreni üç günlük veya beĢ günlük olmak üzere
yaygınlaĢmıĢtır. Ölünün ailesi beyaz kıyafet giyerler ve taktığı bütün aksesuarları
çıkartırlar. Eskiden saçlar da çözülürdü. Fakat bugünlerde sadece süslenmeyip siyah
kıyafet giyerek göğse vurarak ağlanır. Böyle giyinmenin sebebi, çocuğun anne veya
babasını kaybettiği için kendinde olmadığı ve suçluluk duygusuna kapıldığını
göstermektir. Ölenin oğlu, üç gün yemek yiyemez, ölenin yakınları ise yakınlık
gerecelerine göre bir veya iki gün yemek yiyemezlerdi. Ölü sahibi ölen kiĢin yanında
bulunur sürekli ağlardı.
Kore‟nin eski devletlerinden biri olan Koguryô‟da yas kıyafeti hakkında „Koguryôlular
eğer anne babası veya eşi ölürse üç yıl, kardeşi ölürse üç ay boyunca yas kıyafeti
giyerler.‟ diye belirtilmektedir. Buyô‟da defin sırasında kadınlar beyaz bezle yüzünü
kapatırlardı. Bu o dönemin de yas giysisi olarak kabul edilirdi.382 Buyô‟da da Koguryô
gibi ölünün ailesi üç yıl yas giysisi giyip akrabalar ise cenaze töreni biter bitmez hemen
yas giysisini çıkarırlardı. ġilla‟da ise anne, baba veya kral öldüğünde hepsi bir yıl yas
giysisi giyerlerdi. Koryô döneminde babası ölen kimse üç yıl, annesi ölürse üç yıl veya
bir yıl, (erkek için) dedesi, babaannesi, ananesi ölürse bir yıl yas elbisesi giyilirdi.
Cosôn döneminde ölenin oğlu, gelini, evlenmemiĢ kızı hepsi yas giysisi giyer ve saç
örgülerini çözerlerdi. Bugünlerde yas kıyafeti olarak; erkekler beyaz gömlek, siyah
takım, koluna da sambeyle yapılan kolluk takmaktadırlar. Kadınlar ise beyaz veya siyah
kıyafet giyerler. Genelde üç günlük cenaze töreni biter bitmez yas giysini çıkarırlar.
Kore‟de eskiden yas süresince uyulması gereken Ģeyler süslenmemek, banyo yapmamak,
düğün yapmamak, traĢ olmamak vs. olup, bunlar dıĢında yemekle ilgili olanlar da vardır.
Bunlar ise; Mahallede ölü çıktığı zaman guksu (국수, Kore‟nin geleneksel uzun sulu
eriĢte yemeği) veya pirinçli cuk (죽, geleneksel yemeği, genelliklede hastalara yedirilen
çorbaya benzer yemek) yenilmezdi. Eskiden guksu düğünde veya doğum gününde
yenilirdi. Guksu yapmak için, buğday veya tahıl çeĢitlerini un ve suyla karıĢtırıp hamur
382
Te Ho Bak, s. 54.
177
hazırlanması gerekir. Sonra onu uzun uzun makarna Ģekli olarak kesip tavuk, inek eti
veya deniz ürün gibi çeĢitli malzemelerle kaynatılıp sıcak veya soğuk olarak yenilir.
Kalanların ömrünün uzun olması dileğinden hareketle guksu uzun Ģekilde yapılır. Yine
yemek kültüründe ölümle ilgili olan Ģu gelenek bulunmaktadır. Mahalleden ölü
çıktığında pat-cuk (팥죽, kırmızı fasulye/red bean çeĢitlerinden birisi olan pat‟la
yapılan cuk) piĢirip yenilirse o ev halkı zarar görür. Kırımızı renk daha önce iĢaret
edildiği gibi ruhların kovulduğu, ruhların sevmediği renk olarak kabul edilirdi. Koreliler
çocuğun ilk doğum gününde çocuğun uzun yaĢamasını ve kötü ruhlardan korunmasını
dileyip kırmızı fasulyeden yapılan pat-ddôk (떡, Piriç çeĢitleriyle yapılan geleneksel
tatlısı) yerler ve bunu dağıtırlar. Yeni bir eve taĢındığı zamanda da bu yemeği yapıp
veya yaptırıp komĢulara dağıtırlar. Bir mağazanın açılıĢında, büyük bir iĢlerin
düzenlenildiğinde de yine bu yemeği yapıp misafirlere sunarlar. Artık ölüp bedeni terk
eden ruh için uzun ömürü simgeleyen guksu yenilmez, ruhun tamamen evi terk edip
gitmesini engellemek için pat-ddôk yenilmez. Kore‟de ruh ve cinlerin Ģeftali ağacından
korkuduğuna inanıldığı için anma töreninde sunulan yemek masanın üzerine Ģeftali
konulmaz, mezarın çevresine, evin önüne de bu ağaç dikilmez. ġeftalinin kutsallığının
sebebi, Ģeftalinin Ģeklinin kadının göğüsüne veya kalçasına benzetilmesidir. Bundan
dolayı Ģeftali yeni can, doğum ve hamileliği simgelemektedir.
Türkler, yas sürecinde ölümü belirtmek amacıyla yas giysisini giyer, ağlar ve ağıt
yakarlar. Bu eski gelenekler eski Türkler‟den baĢlayark günümüze kadar gelmiĢti.
Çinlilerden beyaz rengi alıp yas rengi olarak kabul etmiĢlerdir. Fakat, Oğuzların yas
rengi olarak kulladığı renk siyahtır ve günümüzdeki Anadolu‟ya kadar da gelmiĢtir.
Siyah ve beyaz renkli yas giysisi, cenaze töreninde de giyinilirdi. 383 Yas tutanlar
giysilerini içi dıĢa gelmiĢ bir Ģekilde ters giyerler. Bunun sebebi, hem öbür dünyanın bu
dünyayla ters olduğuna inanıldığından hem de ölenin ailesinin acı, üzüntü ĢaĢkınlık ve
paniktan kendinde olamadığını göstermektedir. Kırgız-Kazaklar boylarında bazıları ağıt
söylenirken ters oturur, elbiselerini ters giyerler.384 Eski Türklerin yas gelenekleri, bir
çok kaynaklarda görülmektedir. Bunlardan biri Orhon yazıtlarıdır. II. bölümünde
görüldüğü gibi ölü çadırının etrafının atla dönülmesinin üç ten dokuz kadar olduğunu
bilmekteyiz. Manas Destanı‟nda ise Manas‟ın öldüğünde saçlarının açılmıĢ, yüzü ve
383
Tryjarski, s.150–152.
384
Ünver Günay ve Harun Güngör, s.109.
178
gözünün kan içinde olduğu anlatılmaktadır. Atilla‟nın yog töreninde çalgı çalınarak
ozanlar ağıtlar yakmıĢ. Ayrıca dinleyiciler de yüzlerini çizerek ağlamıĢlardır. Türkler
çadır etrafında atlarıyla dolaĢırlar ve at yarıĢları da yaparlardı. Bu gelenekler Kazak
Kırgız ve Turfan Türklerinde de bulunmaktadır. 385 Türkler arasında önemli yas
uygulamalardan biri ise ölenin atının kuyruğunun kesilmesidir. Oğuzlar karalar giyer,
ölünün bulunduğu çadıra kara bayrak asarlardı. Kırgız-Kazaklar ise beyaz bayrak
asarlardı. Bu gibi yas geleneği Dede Korkut Destanı‟nda da görülmektedir. Eski Türkler
saç kesme uygulamasına da sahiplerdi. Eski Türklerin çoğu ölünün ardından ağlayıp
sızlanmıĢ ve yakınmıĢtır.386 Fakat Ġslamiyet‟e göre ölünün ardından ağlamak yas tutmak
doğru değildir.
Yas sürecinden bazı Ģeylerden kaçınılır. Bu süreçte ölenlere saygı, insanlara acı ve
üzüntü içinde olduğunu göstermek amacıyla süslenilmez, renkli kıyafet giyilmez,
eğlenilmez, tıraĢ yapılmaz, düğün, sünnet ve niĢan ertelenir veya törensiz yapılır. 387
Genellikle Türkiye‟de yas üç gün, bir hafta, bir ay, bir yıl olmaktadır. Yastan sonraki
bayrama „Kara Bayram‟ adı verilir. Yas sürecinde bayram olduğu zaman ölen ailesi
dıĢarı çıkmaz, komĢular tarafından ziyaret edilir.Bayramın bitmesiyle yas da bitmiĢ olur.
Ölümden uzaklaĢmak amacıyla ölünün ailesi, komĢular tarafından hamama çağırılır,
hamamda onlara yemek verilir. Kayseri‟de acıları dökülsün diye, Çorum‟da ise ölüm
sönsün diye hamama gidilir, Hamama çağırma geleneği, suyun temizleyici, kutsal
özelliğine inanıldığından kaynaklanır. Bu gibi yaslı aile de akraba ve komĢularını,
kendilerine daha önce yemek gönderenleri çağırıp onlara yiyecekler verirler. Yasın
kaldırmasıyla bütün kaçınmalar da yok olur.
Ġki kültüründe de yas süresince yas giysisi giymek, yas giysisini ters veya düzensiz
giyinmek, ağlamak gibi uygulamalar bulunmaktadır. Bunların hepsi, ölenin ruhuna
saygı, ailesi ve akrabalarının acı ve üzüntüsünü göstermektedir. Bundan dolayı bazı
kaçınmalar örneğin, süslenmemek, banyo yapmamak, traĢ olmamak, eğlencelerden uzak
durmak, düğünün ertelenmesi vb. uygulamalar bulunmaktadır.
385
Roux, s. 273.
386
Roux, s. 263.
387
Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, s.83.
179
3.5.2.2 Ağıt
Kore‟de konusu ölüm olan türküler, cenaze töreni içinde yani törensel özellikleri taĢıyan
türkü olarak söylenilir ve tören dıĢında halklar arasında söylenilir. Birincisi, cangrye-
ıisik-yo yani cenaze tören Ģarkısı kategorisi içinde yer alır. Kore‟de cenaze töreninde
yapılan aktiviteler palyaço, klovn, tabut taĢıyan adamlar, gömme iĢçileri vs. ustalar
389
tarafından, tabutun evden çıkarılmasından bir gün önceki gecesinden, tabut
taĢınmasından, ölüyü gömmesine kadar devamlı yapılır. Bu uygulama yapıldığında ölen
kiĢinin, geriye kalan ailesini, akrabalarını, yakınlarını vb. bazen eğlendirmek, avutmak
amacıyla türkü söylenilir. Yas süresinde ölüm hakkında söylenilen türkü, söylenildiği
zamana göre çeĢitli adlar almaktadır. Bamsemnori-sori (밤샘놀이소리, tabutun ölü
evinden ayrıldığı bir gün önce akĢamda iĢçiler ve eğlendiriciler tarafından söylenilen,
388
Yaklaşık 4km‟dir, çok da değil anlamı
389
Normalda ölen kiĢinin maddî durumu iyi olup yaĢı 70, 80 yaĢı geçtiğinde ve ölü sahibi 50 yaĢdan
yasĢlıysa yapılır.
180
Dedodum-sori (대도둠소리, boĢ tabutu alıp eğlendirme yapılan ağıt): ölü evinde
cenaze töreni yapılmadan bir gün önceki gece boĢ tabutu omuzlarına alıp yakılan ağıt.
Ertesi gün yapılacak Sangyô-sori için yapılan pratik olarak algılanılmaktadır. Mahalede
dolaĢıp bu ağıt yakılarak akrabalarına yemek ve sigara parasını alınmaktadır. BoĢ tabuta
ölü sahibi bindirerek ailesinden para istenilir. Dedodum-sori ile sangyô-sori, belli bir
ayrım açık görünmemektedir.
Yukarda iĢaret edildiği gibi tabutu taĢıyan alay evden çıktığı zaman sangyô-sori çeĢidi
ağıt yakılır. Tabut taĢınılırken arkasında ölen kiĢin ailesi veya akrabaları ağlarlar. Tabut
taĢınma sırasında alayın önünde bulunan apsoriggun önce ölümü içeren türkü söyler.
Sonra sangduggun, tabut taĢınanlar ve o alayda bulunan mahalledeki insanlar hep
birlikte ağıt söylerler. Sangduggun‟un Ģarkısına ap-sori (앞소리, ön söz/Ģarkı) arka
kısmına ise düt-sori (뒷소리, arka söz/Ģarkı) denilir. Genelde koro halinde ap-sori‟nin
son kısmı tekrar söylenir veya e-he-yo, ee-ee-e-ya, ôrungça-ô-hô vs. söylenilir. Sangyô-
sori‟nde birden fazla konuĢanlar aynı zamanda ortaya çıkar. Yani sangyô-sori yapan
(ağıt yakan) kendinin sesi, öleni gönderen (vedalaĢan) ailesinin sesi ve ölenin sesi
bulunmaktadır.390
(Ap-sori);
.....
390
Ok Hıi Ġ ve Kyông Su Na, s.365.
182
Düt-sori)
Hacik-sori (하직소리, tabutu gömülmeden hemen önce yakılan ağıt, ayrılık Ģarkısı):
Hacik-sori, ölenin ailesi ve akrabalarına evin rahatlığını rica eden ve onlarla ayrıldığı
zaman hisseden duygularını ifade eden ağıttır. Kore‟nin Gôce Ģehrinde derlenilmiĢ olan
cenaze töreninde söylenilen ölümle ilgili ağıt geleneği Ģöyledir. Sangyô(tabut)-ggun(çu)
toplam 16 kiĢidir. Tabutu taĢınanlar 12 kiĢi, tabutun önünde Ģarkı söyleyen ap(ön)-
sori(şarkı)-ggun 1 kiĢi, ggwenggwari (꽹과리, Kore geleneksel çalar müzik aleti) çalan
1 kiĢi, yôngyô taĢıyan 2 kiĢi olarak oluĢturulur. Bu alay hemen mezar kazılan yere
hareket etmeyip nefesi düzenlenerek Ģarkları söylerler. Bu anda ağıt ve gömme iĢlerini
kolaylaĢtırılan türküleri söylenilir.392
391
Nam, s.24-25.
392
Cong Mok Yu, Kore Halk Törenî Türküsü Araştırmaları, Cipmundang Yayınları, Seul 1990, s. 259-
260.
183
Asıl metine göre bu ağıt, normalde 7 hece vezni, 3+4 duraklı veya 8 hece vezni, 4+4
duraklı ile görünmektedir.394
4. Diğer
Gok-sori (곡소리, ağlama): Ölü sahibi ve Taziye gelen misafirler ölüye saygı ve
avutmak amacıyla ağlayarak söylenilen ağıtlar.
393
Yu, s. 52.
394
Yu, s. 51-52.
184
Türk kültüründe yas süresinde ağıt yakma geleneği hemen hemen bütün Türk
topluluklarında görülmektedir. Göktürklerden günümüz Türklerine kadar bu gelenek
devam etmektedir. Ölümün gerçekleĢmesinden hemen sonra ölünün defnedilmesine
kadar ağıt yakılır. Ölen kimselerin arkasından söylenilen ağlama Ģekli Ģiir olan ağıt, eski
Türk geleneklerinde sagu olarak bilinmektedir. Bu gelenek, Orhon kitabelerinde, Divanı
Lügat-Ġt-Türk‟te, Çin kaynaklarında da görünmektedir. Ağıt, nazım birimi dörtlük olup
8 heceden 11 hece ölçüsü ve kafiye koĢma ve mani biçimindedir. Ayrıca ağıt sadece
ölüm değil, savaĢ, doğal felaket, ayrılık, kaza, hastalıklar gibi üzüntü ve acı durumların
arkasında da yakılmaktadır. Genelde ölü evinde ölünün anası, kız kardeĢi, eĢi, kızı,
komĢuları veya ağıtçı tarafından da ağıt yakılır. Ağıt acı ve üzüntüyü belirten ifadelerle
kullanılarak yapılmaktadır.
Kore ve Türk kültüründe ağıt ölen birisinin var olan acı ve üzüntünü göstermekle
birlikte, ölen kiĢinin ölümünden hissedilen duyguları da ağıt yakanlar tarafından dile
getirilir. Kalan ailesi, akrabası, komĢularından ayrılması durumu da anlatılır. Fakat
farklılık olarak Kore kültüründe yakılan ağıtlar bunların dıĢında cenaze töreninde
yapılan iĢleri daha kolaylaĢtırmak amacıyla yani tabutu taĢıyacakları, gömme iĢlemini
yapacak iĢçileri güçlendirmek amacıyla da yapılmaktadır. Bundan dolayı Kore ve Türk
kültüründeki yas sürecinde yakılan ağıt geleneklerinde büyük bir farklılık görülür. Türk
kültüründe genelde ağıt kadınlar tarafından yakılmasına karĢın, Kore‟de erkekler
tarafından cenaze iĢleri esnasında ve sonrasında yapılmaktadır. Ağlamak sadece ağıt
yakanlar tarafından değil, ölenin ailesi, akrabası, komĢular tarafından da görülmektedir.
Cenaze törenlerinin dıĢında söylenilen ölümle ilgili türküler ise, ölümün herkes
tarafından yaĢanacak tecrübe olması, ölüm korkusu, ölen birine karĢı duyulan özlem ve
hasret, ölenin kendi sesinden olan sözler vs. konu edilir.
Kore‟de ağıtlar, cenaze aĢamasına göre farklılaĢır. Yani tabutun evden çıkmadan bir gün
önceki yakılan ağıt, tabutun taĢınıldığı sırada yakılan ağıt, mezar yapıldığı zaman
yakılan ağıt, ağlama ve türkü eĢliğinde oluĢturulan ağıt, cenaze töreni bittikten sonra
yakılan ağıt gibi ağıtın yakıldığı yöntem, zamanlar kalıplaĢtırılmıĢtır. Bunun için
benzeri ifadeler çok bulunmaktadır. Aynı zamanda buna karĢın Türk ağıtları, ölenin
185
ölüm sebeplerini ve bununla ilgili olan hikâyeler incelenip ölenin yaĢarkenki özellikleri,
ölene karĢı kalanların (ailesinin) duyguları vs. doğrudan söylenilir ve bunlar açıkça
görülür. Ağıt baĢlığı ise, ağıtı yakılan kiĢiye ait kayıt olarak bilinir. Kore ağıtları
Korelilerin ölüm inanıĢlarını ve bakıĢ açılarını güçlü bir Ģekilde yansıtmaktadır. Fakat,
Türk ağıtları öbür dünya, öbür hayat, cennet veya cehennem ile ilgili bakıĢları veya
inanıĢlarını belli bir Ģekilde açıklamaktadır. Buna rağmen Kore ve Türklerin ağıtlarında,
konuya göre benzer ifadeler bulunmaktadır. Ölümü ifade ederken Kore ve Türk
ağıtlarının ikisinde de en çok gitmek, ayrılmak ifadesi kullanılır.
Kore‟de ölü için yapılan birçok tören bulunmaktadır. Dönem, bölge, inanıĢ ve dinlere
göre çeĢitli gelenekler görülmektedir. Kısaca bunları iki baĢlık altında toplamak
mümkündür. Birincisi, ölenin ruhuna saygı göstermek ve anmak amacıyla yapılan tören,
ikincisi ruhun öbür dünyaya rahat geçmesi için yapılan törenlerdir. Birincisi daha çok
Konfüçyüsçülük ve ata kültüyle ilgilidir. Ġkincisi ise ġamanizm ve Budizm‟le
bağlantılıdır.
Koryô dönemini geçerek Kore‟de Budizm ağırlıklı cenaze töreni yapılmıĢtır. Ölümden
49 veya 100 günde anma töreni yapılmıĢtır. Koryô‟nın Koryôsa (Koryô Tarihi) adlı
eserinde„ölüm çıktığında mudang ve Budist rahibi çağırılıp tören düzenlenir, masa
üzerine dolu kurbanı sunulup zil ve davulu çalınılarak ölenin ruhunu iyi bir yere
göndermek için çôndoce (gök‟e gönderilme Şamanizmayini) sunulur.‟ diye
anlatılmaktadır.
Bununla birlikte ayrıca ata ruhlarını anmak için yapılan törenler de bulunmaktadır. Ay
takvime göre her yılın birinci ve on beĢinci gününde, hasat bayramında ve yılbaĢı
bayramı gibi bayramlarda, ataların doğum gününde de basitçe tören yapılırdı.
186
Günümüzde ise genelde ay takvime göre yılın birinci gününde yani yılbaĢı bayramında
ve hasat bayramında bu törenler yapılmaktadır. Dört kuĢak geriye doğru anma törenleri
yapılır, fakat bu günlerde ise iki kuĢak üst olan atalara kadar yapılmaktadır. Kutlamalar
da sabahleyin pilav, meyve, et, balık, tatlı vb. yemeklerle içki sunulur. Bayramlarında
Kore halklar mutlaka mezarı ziyaret ederler. Mezarlıkta yemek ve içkiler sunularak
basit bir tören yapılır.
Türk kültüründe arife, kandil veya bayram günlerinde mezar ziyareti yapılmaktadır. Ölü
anma törenleri, ilk gece, ilk PerĢembe, ilk hafta, üçüncü, yedinci, 40‟ıncı, 52‟nci, yıl
dönümünde yapılmaktadır. Ölünün aile üyeleri yemek ve tatlıları akrabaların yardımıyla
hocaya ve komĢularrına ikram ederler. Anma gününde Yasin okunup dua edilir.
Türk kültüründe anma töreni mezar ziyaretiyle yapılırken, Kore‟de hem evde hem de
mezar ziyaretiyle gerçekleĢtirilmektedir. Mezar ziyareti gelenekler ölü kültü ve ata
kültüyle bağlı bulunmaktadır. Ruh için verilen yapılan törenler, ruhun öbür dünyaya da
rahat yaĢamasını sağlamak, ruhlara saygı göstermek, ölen kiĢinin ruhunun kalanlara
zarar vermesini önlemek amacıyla her iki kültürde de yapılmaktadır. Ayrıca mezara
ağaç dikmek ve mezar baĢında ateĢ yakmak gibi gelenekler, Anadolu‟nun bazı
yerlerinde mezar üzerine bayrak asmak, bez bağlamak gibi uygulamalar da
bulunmaktadır.
Tunç çağında Kore mezarlarının (dolmen) çevresinde çok sayıda günlük eĢyalar ve
çömlek parçaları bulunmuĢtur. Bu durum büyük olasılıkla dolmende gömülen ölenin
ruhu için tören yapıldığını göstermektedir. Mezar sadece ölü gömülen yer olarak değil,
ayrıca toplumun refahı dilenilen törensel yerin görevini de üstlendiği yerdir.395
Kore‟nin eski devletlerden birisi olan Koguryô‟nın adıyla ilgili birçok iddialar
bulunmaktadır. Kül Tekin (Tigin) anıtlarda Koguryô, Bökli (Mökli) olarak kayıt
edilmiĢtir. Koguryô, kelimesiyle ilgili bir çok anlatı varsa da en yaygın olarak Koguryô,
Ko (고, yüksek, büyük) + Guryô (구려, yerleĢim yeri, mahalle, tepe) demektir. Kaleye
395
Bak Te-Ho, s. 41.
187
kuru, khol denilirdi. Böylece Koguryô yüksek kale veya büyük mahalle anlamına
gelmektedir. Koguyôca‟da Guryô aynı zamanda kutsal, ulu anlamı olan eski Korecede
sot (솟), suri (수리)‟de izi bulunmaktadır. Diğeri ise Koguryô, bu kelimenin eski
Türkçeden geldiğini kabul edenler de bulunmaktadır. „Gök (괵) + Gur (구르, halk)‟dan
türetildiğini, Gök (Göktanrısı)‟ün torunlarının yerleĢtiği yer/toprak anlamı taĢındığı da
anlatılır. Önce Koguryô, devletin adı olarak değil bir yönetim yerinin birimi olarak
kullanılmıĢtır. Bununla ilgili ilk kayıtlar M.Ö. 107‟e aittir.396
Türk kültüründe mezar, ölünün gömüldüğü ev olarak düĢünülmektedir. Mezar için sin,
mola, kabir, kesene, mürzö, meĢhed, kümbet, türbe, yatır, dede, eren vb. kelimeler de
kullanılmıĢ ve kullanmaktadır. Kore‟de mezarın anlamı hem ölünün gömüldüğü ev hem
de dinsel ve geleneksel anlamıyla Türk topluluklarının mezar algısına yakındır. Türk
toplulukları için de mezar sadece ölülerin gömüldüğü basit yerler değil aynı zamanda
birer kült merkezleridir. Ruhların evi olarak düĢünülen kurganlar yerlerde
bulunmaktadır. MÖ III. yüzyıl kurganlarının üst kısmı tepe Ģeklinde olup alt kısmı ise,
evin çatıları Ģeklinde yapılmıĢtır.398 Bugünkü Anadolu Müslüman Türklerinde de mezar
bir ev tipi olarak yapılmaktadır. Örneğin mezarın içinde bir tahta sütün mezarın bir
duvarına yaslanılmıĢ Ģeklinde konularak ölü oradaki üçken boĢluğa yere yatılır. Bu bir
evin çatısının biçimlendirilmiĢ Ģeklidir aslında. Kurganın üst olan tepe kısmı kutsal dağı
simgelenmekle beraber aynı zamanda buranın göğe yani Gök Tanrı‟ya yakınlığını da
göstermektedir. 399
Kore‟de mezarların birçok çeĢidi vardır. Paleolitik devirde mezar olarak mağaranın
kullanıldığını kalıntılarından öğrenmiĢtik. Neolitik döneminde ise toprağı kazıp çukur
içinde cesedi konulur bazen cesedin üzeri taĢla kapatılırdı. Mağaraya da ölü konulurdu.
396
bkz. So Mun Cung, Tengri Tangun Nerededir, Sômundang Yayınları, Seul 2012.
397
YaĢar Çoruhlu, Eski Türklerde “Başka Bir Dünyada Yaşantı Mekânı” olarak Mezar Odası, s.159. In:
Defin (Eds:Emine Gürsoy Naskali ), Tarihçi Kitapevi Ġstanbul 2012.
398
Karl Jettmar; Çoruhlu, s. 162.
399
Çoruhlu, s. 164.
188
Bakır çağında mezar dolmen Ģekilde görünmektedir. Büyük yassı masa Ģeklinde veya
küçük ayaklı veya ayaksız Ģeklide mezar yapılırdı. Dolmenin yanı sıra toprağı kazıp,
duvar, kapak, zemini düz ve yassı geniĢ taĢlarla sürmek yöntemleri kullanılırdı. Bazen
zemin taĢla sürmüĢ veya sade toprak Ģeklinde bulunur. TaĢları kırıp da kullanılabilinirdi.
Sonra geç taĢ döneminde ve demir çağında ise taĢ yerine tahta kullanılırdı. Üç Krallığı
döneminde çeĢitli mezarlar ortaya çıkmaya baĢlamıĢtı. Aynı zamanda kralların yazıtları
da dikilirdi. Koguryô‟da taĢlar kullanılarak piramit Ģeklinde mezar yapılırdı, veya Çin
kültüründen etkilenilip toprakla mezar yapılıp içinde taĢ odalar da yapılırdı. ġilla‟da ise
yeryüzü üzerine veya toprağı kazarak genelde tahtadan kut Ģeklinde tabut korumak için
tesisat yapılır. Mezarın üstüne nehir taĢları yarım yuvarlak Ģeklinde yığılırdı. Tekrar
taĢların üzeri toprakla kapatılır. Bunlar, ġilla krallarının veya soylularının mezar
Ģekilleridir. ġilla döneminde yöneticilerin gücünü gösterebilmek amacıyla mezarları
büyük Ģekilde yapılırdı. Bunlardan yükseklik 20 metre, uzunluk 120 metreye kadar olan
büyük mezarlar da bulunmaktadır. Halk ise ölüyü çukura gömer veya ağaca asarlardı.
Üç Krallığı birleĢtiren ġilla‟nın son döneminden Koryô döneminde ise büyük mezar
kurma kültürü Budizm‟in etkisiyle yavaĢ yavaĢ ortadan kalkmıĢtır. Koryô döneminde
mezarın yan tarafı yuvarlak veya kare Ģeklinde yapılırdı. Mezar toprağının yıkılmasını
engellemek için mezarın etrafına on iki hayvan resminin kazıldığı taĢlar dizilmekteydi.
Cosôn döneminde ise geleneksel mezar ve mezar taĢları biçimleri geliĢmeye baĢladı.
Kireç, kızıl toprak, ince kumları karıĢtırarak kazılan toprak ve konulan tabutun arasına
dökülür. Mezarın üst kısmı ise yuvarlak Ģekilde yapılırdı. Mezarın etrafına çeĢitli mezar
taĢları dikilirdi. Genelde halk mezarı hangi taraftan bakılırsa bakılsın yarım ay Ģeklinde
görülmektedir. Mezarın alt kısmı da bazen taĢla dizilip toprağın yıkılmasını engellerdi.
Günümüzde Kore‟de geleneğe uygun olarak mezar yarım daire Ģeklinde yapılır ve üstü
çimle kapatılır.
Türk kültüründe mezar ise çukur, küçük toprak veya taĢ yığını mezar, höyük, kurgan,
tümsek vs. çeĢitli Ģekillerde oluĢturulmakla birlikte basit, daireli veya dairesiz, dörtgen
veya yuvarlak biçimli mezarlar da görülmektedir. Mezar çeĢitleriyle ilgili II. bölümünde
Roux, Tryjarski, Ġbn Fadlan, Ögel gibi araĢtırmacıların verdiği bilgileri zikretmiĢtik.
Mezarın yanı sıra Türk mezar kültüründe önemli olan anıt mezar, mezar taĢı, yazıtları,
balbal, heykel vs. bulunmaktadır. Bunlar Türklerin yaĢadığı Siberya‟dan Orta Asya‟ya
189
kadar geniĢ bir alana yayılmıĢtır. Anadolu Türkleri ise mezarlarının baĢ ve ayakuçlarına
birer taĢ dikmektedirler.400
Kore‟nin Cosôn dönemimde bisôk (비석, mezar taĢı), bidu (비두, mezar taĢının baĢı),
bişin (비신, mezar taĢının gövdesi), bibu (비부, mezar taĢının desteği) olarak üçe
ayrılırdı. Bidu‟da ejderha veya büyük yılanın yôıicu401 elde almak için yapılan savaĢı
bulut, lotus desenler vs. kazılmıĢtı. Bidu‟nun desenleri, mezar taĢ sahibinin ruhunu
koruduğu anlamını taĢınmaktadır. Bişin‟da ölenin yaĢadığı zamanda yaptığı iĢler,
unvanı, kimliği vb. anma ve övgü amacıyla yazılan yazılar kazılmıĢtı. Bibu‟da ise
kaplumbağa, lotus çiçekler, bitki vs. kazılmıĢtı. Kaplumbağa, uzun ömürlü, denizle yeri
özgürce geçen hayvandır. Bundan dolayı Koreliler tarafından kaplumbağa, tanrıyla
insanların arasında gidip gelerek iliĢki kurmaya yardım eden hayvan olarak algılanmıĢtır.
Kaplumbağanın sırtının üzerine bisôk‟u konulma sebebi, ruhun iyi bir yere gidip daima
yaĢayacağına inanıldığı içindir. Lotus çiçeği ise, Budizm ve Budda‟yı simgeler, öbür
dünyada ruhun daha rahat dinlenmesinin istenildiği anlamı ifade eder.402
Kore‟nin Cosôn döneminde mezar taĢlarından Honyusôk denilen masa Ģeklinde düz taĢ
bulunmaktadır. Bunun anlamı ise ruhun buraya gelip eğlenmesindendir. Mezar
ziyaretinde burada yemek ve içki sunulur. Hoyusôk altında bulunan cangmyôngdıng,
mezarın etrafını aydınlatıp tanrı/ruhları eğlendirmek amacıyla dikilirdi. Hem de ruhların
ateĢten korktuğu inancındandır. Kral ve kraliçenin mezarı vekil figürü mezar taĢları,
kaplan, at, koyun mezar taĢları tarafından korunmaktadır. Kaplan mezar koruyucusu,
koyun kötü ruhları kovan nöbetçi, at ölenin ruhunı öbür dünyaya götüren rehber olarak
400
Güngör, s. 165.
401
Budizm‟inde insanların dilekleri gerçekleĢtiren hazine bonzuğu. Ġstenildiği kıyafet, yemek, müdehaler
getirir, hastalıkları yok eder, kötülük kovulur, felaketleri yok eder, suyu temizleneceğine inanılan
bonzuğu.
Budda‟nın iyiliği simgelenir.
402
Te Ho Bak, s.159-161.
190
kabul edilirdi. Cangmyôngdıng sağ ve sol tarafından bulunan krala hizmet eden
memurları temsil eden mezar taĢlarının anlamı ise mezara konulan kiĢilerin ruhlarını
koruyup öbür dünyada da hayattaymıĢ gibi hizmet vereceğine inanıldığı içindir.403
Türk kültüründe de Kore‟ye benzer olarak mezar taĢlarında ölünün adı, doğum ve ölüm
tarihi, cinsiyeti gibi ölenin kimliğini gösteren yazılar yazılmaktadır. Bunların dıĢında
güzel sözler veya ölümün acı, üzüntü anlatan edebî sözler de yazılmaktadır. Mezar
taĢlarında süslemek amacıyla kuĢ, ağaç, meyve, yıldız, ay, su, kandil, çiçek vs.
simgeleri kullanılmaktadır. Mezar taĢlarında görülen kuĢ resimleri ise çoğu zaman
ölünün ruhunu simgeliyordu.404 Ağaçlardan ise en çok Hayat ağacı motifleri kullanılırdı.
Doğruluk, dürüstlük, sabır ve kutsallığın sembolü olan selvi ağacı da yaygın olarak
mezar taĢlarında kullanılmaktadır. Meyve ise ölümsüzlük, Allah‟a dönüĢü ifade eder.
Nar, armut, incir, hurma, üzüm vs. meyveler mezar taĢlarında kullanılan motiflerdir.
Mezar taĢlarında ruhun gidilecek cennet bahçelerini hatırlatan bitki motiflerinin yer
almasının yanı sıra 405 Allah‟ı sembolize edilen lale, öbür dünyaya gidilen yolu
aydınlatan kandil de mezar taĢlarında görülmektedir. 406 Genç yaĢta ölen çocukların
mezar taĢ metinlerinde ise, yuvadan uçan kuĢ, açılmamıĢ gonca gibi geç yaĢtan öldüğü
acı ve hayatın kaderi doyulmayan zavallılığını anlatan ifadeler kullanılır. 407 Koç koyun
vb. Ģekillerinde hayvan biçimli mezar taĢları, geleneksel Türk dini inanıĢlar içerisinde
yer alan kurbanı ifade temektedir.408 Koreli gibi Göktürkler ve Uygurlar kaplumbağayı
mezar taĢlarında kaide olarak kullanmaktaydılar. Çünkü kaplumbağa, göğün altında ve
yeryüzünün ortasında yaĢadığından göğü ve yeri temsil ediyordu.409
Kore mezar taĢlarında da olduğu gibi hizmetinde bulunan kiĢileri ifade eden balbala
benzeri resimler, Mısır‟da da görülmektedir. Shabti denilen insan Ģeklinde küçük
bebekler yapılıp ölenin ruhuna hizmet te bulunması için ölen kiĢiyle birlikte mezara
403
Te Gyông, s.-140-142.
404
Güngör, s. 16 Çö 2.
405
Svetlana Çervonnaya, Tatar ve Nogay Türkerinin İslam‟i Mezar Yazıtlarında Yşam ve Ölüm Kavramı,
s.230. In: Defin (Eds:Emine Gürsoy Naskali), Tarihçi Kitapevi Ġstanbul 2012.
406
Ali Rıza Özcan, Mezar Taşları Üzerindeki Sembolik İfadeler, s.205-227. In: Defin (Eds:Emine Gürsoy
Naskali), Tarihçi Kitapevi Ġstanbul 2012.
407
Nâmık Açıkgöz, Mezar TaĢı Metinlerinde Ölüm, s. 269. In: Defin (Eds:Emine Gürsoy Naskali),
Tarihçi Kitapevi Ġstanbul 2012.
408
Güngör, s. 168.
409
Roux, Eski Türk Mitolojisi, s.66.
191
gömülürdü.410 Shabti, sahibi için herhangi günde bir iĢ yapabileceğine inanılıp yıl için
365 tane veya Shabti on tane/kiĢi de bir gözetici sayılarak/eklenilerek toplam 401 tane
gömülürdü.411 Ölünün ailesi fakirse bir iki tane Shabti gömülürdü.
Korecede öbür dünyaya Côsıng denirlir. Öbür dünyayı anlatan çeĢitli kelimeler Kore‟de
bulunan ġamanizm Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülüğün etkisiyle oluĢturulmuĢtur.
Kore Budizm‟inde öbür dünya cennet ve cehennemdenle oluĢmuĢ olup bu dünyanın batı
tarafında çok uzakta temiz bir yer olarak düĢünülür. Herkes orada mutlu, özgür ve rahat
yaĢar. YaĢadığı zamandaki iyilik ve kötülüklerine göre ölen insanın ruhunun gideceği
yer ayrılır. Kötülük ve suçları iyiliğe göre daha çok ve ağırsa ölen kiĢi cehenneme düĢer.
Orada bu kiĢiye belli olmayan bir zamana kadar iĢkence edilir ve ceza çektirilir.
Taoizm‟in öbür dünyayla ilgili inanıĢları ise daha farklıdır. Konfüçyüsçüler tarafından
hwangçôn, ölünün gömüldüğü yer veya toprak altındaki delik olarak anlatılır. Bu halk
inanıĢında benimsetilip halk hikâyelerinde ve sagyô-sori denilen tabut taĢınma
alaylarında türkülerde de kullanılır. Kore ġamanizm‟inde ise öbür dünyanın yeri belli
bir Ģeklinde açıklanmayıp sadece, barigonju destanıyla açıklanılabilecek bir yerdir.
Barigonju, destanında ölen kiĢinin ruhunu göğe gönderen ilk Ģaman olmuĢtur.
Barigonju hastalanan annesi ve babası için öbür dünyaya gitmek için kapıdan dıĢarıya
çıktığı zaman hemen karanlık ve bulanık, öbür dünyaya gidilen bir yolda kendisini
bulmuĢtu. Bundan dolayı Kore halkı öbür dünyanın yerinin hemen kapının dıĢından
yani yakından baĢladığına inanırlar. Bu destanda öbür dünya sonsuz hayat ve
ölümsüzlük suyunın bulunduğu bir kutsal yer olarak geçmektedir. ġamanların kut
töreninde söylenilen Ģarklarında öbür dünya yıllarca durmadan gidilebilenen uzak bir
yer olarak geçmektedir. Koreliler bununla beraber yeraltını öbür dünya olarak
düĢünürler. Bu yeraltının öbür dünya olarak düĢünülmesi, ölünün toprağa defin
yönteminden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte halk hikâyelerinde öbür dünya gök,
mezar, yeraltı, uzak bir yer, dağ, deniz vs. yer olarak görünmektedir.
410
Mi Yong, Ça, İyi Ölmek için Ölümün Anlamasi, Sangsang Communications Yayınları, Seul 2006.
s.214.
411
Nam, s. 151.
192
olarak düĢünülmüĢtür. Ağıtlarda da öbür dünya, hemen evin büyük kapısının dıĢında,
mahalle önünde olan dağın öbür tarafında veya mahallenin önünde akan nehrin geçtiği
ulaĢabilecek bir yer olarak söylenilir. Ayrıca öbür dünya, ağıtlarda içinde ölen yerine
hiç kimsenin gitmesi istenilmeyen, tek baĢına gidilen, gitmesi zor olan yer olarak da
anlatılır.412
Öbür dünyaya gidilen yol ile ilgili ağıtlar da Sonsuz yol, uzak yol, büyük dağları aĢarak
gidilen yol, zor yol, dar yol, günler süren yol, yol parası gereken yol/seyahat, gemiyle
gidilen yol, yüz kilometrelerce yol, konaklayıp gidilen yol, ara sıra dinlenilip gitmesi
gereken yol vs. olarak tanımlanmaktadır.413 Ayrıca orası çok özlenildiğinde de tekrar
dönülemeyen yer olarak da düĢünülmüĢtür.
Türkler ölenin ruhunun gidecek yerini ilk baĢta gökyüzü olarak düĢünmüĢlerdir. Ayrıca
ölen kiĢinin öbür dünyada da bu dünya gibi yaĢayacağına inanıyorlardı. Ruhun
bedenden çıkıp kuĢ halinde uçarak göğe çıkacağına inanmıĢlardı. Bu yüzden Türkler
ölüyü mallarıyla birlikte gömülür ya da yakıldığı o sırada çıkan dumanın gökyüzüne
yükselip gideceğine inanıyorlardı. 415 Sonra Türkler dünyayı yukarı dünya (gök), orta
dünya (yeryüzü/bu dünya), yeraltı (karanlık) gibi üç katlı olarak düĢünürlerdi. Ġyi bir
kiĢi öldüğünde göğe çıkar, kötü biri ise karanlık dünyasına hapis edilip orada kalacağına
inanılırdı. 416 Tunceli‟de hayatta iken iyilik yapanlar ölümden sonra cennet bahçelerine,
412
Yu, s. 169-172.
413
Yu, s. 168.
414
Sang il Çö, Kore Türk Derlemeleri-Côlabuk-do Bölgesin Türküler-, s.150. In: Doğu Asya‟nın YaĢam
ve Ölüm DüĢünceleri Munhwa basımevi, 1995.
415
Roux, s.30.
416
Güngör, s. 161-162.
193
kötülük yapanlar ise yerin altında olan cehennem çukurlarına gideceğine inanılır. 417
Kırgız Türklerinde iyi ruhlar göğe çıkıp akrabaları için tanrı nezdinde Ģefaatte
bulunurlar, kötü ruhların ise yer altına giderek çocuklara zarar vereceğine inanılır.418
Yakutların cennet veya cehennem kavramının kendilerine ait olmamıĢtır. Yabancı yani
Hıristiyanlık ve ġamanlık etkisiyle oluĢmuĢtur. Cehennem‟in Gök‟ün batı yönünde,
sekizinci katında, soğuk ve karanlık gece Ģeklinde olduğuna inanılır. Öbür dünya bazen
uçsuz bucaksız çölleri, sonsuza kadar gidilen yeri olarak da algılanmıĢtı. Altaylara göre
cehennemin yeri Gök‟ün dokuz veya yedi katı, Beltirler, Sogdlar, Karagaslar ve
Karamimler ise üç katı olarak düĢünmüĢtü. I. V. Konstantinov‟a göre Yakutlar ölünün
yeraltı dünyasında bulunan öbür dünyaya ulaĢabilmek için ölünün sularından geçmesi
gerektiğine inanmıĢtılar. Kargaslar, öbür dünyaya giden yolun, engellerle dolu olduğuna,
bu engelleri aĢmak için geyiği kurban edip geyiğin ruhunun yardımıyla kolay ve güvenli
yoldan geçebileceğine inanmıĢtılar. Altay-Tatarları cehennemde Erlik‟in sularda siyah
kayıkla gezindiğine veya siyah bir boğaya arkaya dönük Ģeklinde bindiğine
inanmaktadırlar. Cehennemin üzerinde at kılından yapılmıĢ bir köprüyle bağlanılan iki
yaka bulunduğu, insanın gözyaĢlarıyla dolu iki küçük nehrin birleĢtiği yerdeki sarayda
olduğuna inanmıĢlardır.419
Eski Türkler, öbür dünyada bu dünya gibi güneĢ, ayı ve sığır sürüleri olduğuna ve
insanın Ģimdiki dünyaya benzer iĢleri yapacağına inanmıĢ, hatta ġamanist Tuvalılar,
Altaylılar ve Hakaslar ise ölünün, yaĢamdaki gibi aynı iç organlara sahip olacağına
inanıp, ölü acı çekmesin diye yedi gün boyunca hayvan ciğerlerini kalbini
420
yememiĢlerdir. Aynı gelenek, Beltirler ve Moğolistanda da bulunmaktadır.
Beltirlerde ölünün dul kadını ve çocuklarının, ölümden yedinci güne kadar ciğer
yemedikleri görülmektedir. Moğolistan‟da yaĢayan Türkler ise definden sonra koyun
kurban edip onun çiğerlerini ateĢe atarlar.421 Öbür dünyada da bu dünyadaki gibi yemek,
hizmetçi, hayvan ve eĢyalara ihtiyaçları uyarlar. Bunları ölünün kendisi götürülemediği
için buna yardım edici üç yöntem icat etmiĢlerdir. Bunlardan birincisi ölüyle birlikte
hayvanın gömülmesidir. Ġkincisi ölünün öbür dünyada ihtiyacı olduğuna inanılan
417
Kalafat, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 199.
418
Erdem, s. 113.
419
Tryjarski, s. 111-114.
420
Tryjarski, s. 104-105.
421
Ġnan, ġamanizm, s. 187.
194
eĢyaların yakılmasıdır. Son olarak balbal veya taĢları dikerek öbür dünyada ölünün
hizmetinde bulundurmaktır.422
***
Geleneksel Kore ve Türk halk inaçlarında Gök Tanrıcılık büyük bir yer alınmaktadır.
Bununla beraber ġamanizm‟in etkisi de bulunmaktadır. Kore ve Türk halkı, insanın bir
yaratıcı tarafından yaratıldığına veya gökten geldiğine inanmaktadırlar. Ġnsanın
topraktan yaratıldığına veya ağaçtan türediğine de inanılırdı. Topraktan insanın
yaratılma motifi Sümer destanlarında da yer almaktadır.
Kore ve Türk halk inancına göre fakirlere yiyecek, para vb. yardım vermek sevap
kazandırcı bir harekettir. Ġki kültürün ruhla ilgili inanıĢlarında büyük benzerlik
bulunmaktadır. Ġnsanlar bedenle ruhun birbirlerinden tamamen ayrıldığında ölümün
gerçekleĢtiğine inanırlardı. Ruhun kısa bir zamanda bedenden ayrılabileceğine inanır,
bunun insanın uyurken, rüya görürken gerçekleĢebileceğini düĢünürlerdi. Bundan dolayı
uyuyan insanı aniden uyandırmaz, ruhun dönmesine zamanı vermek gerektiğine
inanırlardı. Ruh bedenden çıkınca insan kendinden geçip aklını kaybeder veya bayılır.
Ruhun öbür dünyada rahat yaĢamasına yardım etmek amacıyla ölüyle birlikte araç-
gereçler gömülürdü. Ruha karĢı sevgi ve korku duyulması gibi ruhun özelliği de iyi ve
kötü olarak ikiye ayrılmaktadır. Kötü ruhlardan korumak maksadıyla ateĢ ve kırmızı
renk kullanılırdı. Ruh inanıĢıyla ilgili iki kültürde de atalar kültü büyük önem
taĢımaktadır. Ruhun memnun kalması için kurban sunulup, ayin düzenlenir, dua edilir.
Genellikle ruhun geliĢi gökten, gidiĢi de gök olarak algılanılır. Ruhun görünmez ve
biçimsiz bir özelliğe sahip olmasına rağmen Kore ve Türk halk inanıĢlarında o, kelebek
422
Tryjarski, s. 106-107.
195
veya kuĢ olarak simgelenmektedir. Ayrıca eskiden beden ruhu ve özgür ruh (iç ruh ve
dıĢ ruh) olduğuna inanılırdı. Kore‟de ölü gömüldükten sonra mezardan dönerken aynı
yoldan gelinmesi, beden ruhunun mezarda kalıp özgür ruhun ailesiyle beraber
dönebileceğine yardım eder. Buna karĢın Türklerde ise beden ruhunun mezarda kalması
ve kalanlara zarar vermesinin engellenmesi için arkaya bakılmaz, doğrudan eve
gidilmez.
Türkçe ve Korecede ölmek fiilinin verdiği olumsuz etkiden kaçınmak ve ölene saygı
göstermek amacıyla „gözlerini kapamak, son nefesini vemek, öbür dünyaya gitmek,
gidip bir daha dönmemek‟ vb. çeĢitli ve benzer ifadeler kullanılmaktadır. Ġki kültürde de
rüyada ölen birisi görülürse, ölen birisini takip ederse, ölen birisiyle yemek yerse,
rüyayı gören kiĢinin yakında öleceğine inanılır. Rüyada diĢi dökülmesi, evin yıkılması,
ağaç sökülmesi gibi olayları görmek de olumsuz olarak düĢünülür. Ölümü düĢündüren
ön belirtilerde, köpeğin uluması ve baykuĢun ötmesi, yıldız kayması, evdeki eĢyaların
beklenmedik anda kırılması ve gıcırdaması gibi ortak unsurlar bulunmaktadır. Ġki
kültürde halklar hayvan, doğa, ev gibi unsurlara önem vererek onlara bağlı yaĢamıĢ, bu
geleneksel inanıĢlarını sürdürmüĢlerdir. Ġki kültürde ölüme yaklaĢıldığı zaman ölüm
döĢediğindeki kiĢinin ailesi sakin bir ortamda bekler. Ölüm anında Kore‟de, ölen kiĢinin
ruhunun evinden uçup çıkmasını engellemek için pencereler kapatılırken Türkiye‟de ise
pencereler açılır. Ölüm olayının duyurulması, ölünün yıkanması, kefenlenmesi iĢlemleri
günümüzde uzmanlar tarafından yapılmaktadır. Eski Kore ve Türk halkı ölümün hayatın
diğer tarafı olduğuna inanarak yaĢarken kefeni hazırlayıp bir köĢeye koyardı. Bazen
ölenin kıyafetlerinden en iyi olanını da ölüye giydirlerdi. Bekâr bir kiĢi için ayrı bir
kefenleme ve defin yöntemleri vardı. Kore‟de bekâr kız veya erkek ölürse kendisi
yerine onları simgeleyen ongular evlendirilirdi. Türkiye‟de ise genç birisi öldüğünde
erkekse elma ağacı dalı (veya elma), kızse tabutun üstüne çeyiz konulur veya gelinlik
giydirilir. Kore‟de tabut üstüne ölen kiĢinin adı, unvanı, kimliği vs. yazılır. Türkiye‟de
ise ölenin cinsiyeti, yaĢı, mesleği vs. belirtmek için tabut üzerine kıyafet konulur. Kore
ve Türk halkı cenaze törenine yardım edenlere ve misafirlere ölü aĢı verirler. Eski
dönemlerde cenaze töreninde kurban kesilip cenaze ziyafeti yapar, bu sırada içki içer
dans ederlerdi. Bu Ģölen geleneği artık acı ve üzüntüyü atıp yeni bir hayata yönelerek
toplumsal gücü toparlamak amacıyla yapılırdı. Günümüzdeki yas törenlerinde Kore ve
Türk halkı, süslenmez, traĢ olmaz ve banyo yapmaz, eğlencelerden uzak durur, düğünü
196
erteler, ağlayarak ağıt yakılır, yas giysisini ters veya düzensizce giyer, örgülü saçlar
çözülürdü. Bu uygulamalar hem ölenin ruhuna saygı götermek hem de birini kaybetme
ve onun acısını paylaĢmak amacıyla yapılmaktadır. Ġki kültürde ölüm yıl dönümünde,
bayramlarda ölenin ruh için anma töreni ve mezar ziyareti yapılır bu zamanda ölenin
ruhunun evine tekrar döneceğine inanılmaktadır. Mezar sadece ölü gömme yeri olarak
değil, toplumun refahını dileyen törenlerini düzenlediği kutsal yer olarak algılanılırdı.
Mezarın çukur, küçük toprak veya taĢ yığını, kurgan vs. çeĢitleri bulunurdu.
Günümüzde ise mezarlar Kore‟de yarım daire, Türkiye‟de ise dikdörtgen Ģeklinde olup
iki kültürde de mezar taĢlar dilmektedir. Mezar taĢlarda hayvan, çiçek, bitki vs. kazılır.
Özellikle eski dönemlerde mezar taĢalarına kaplumbağanın ölen kimsenin ruhunu öbür
dünyaya taĢınabileceğine inanıldığı için kaplumbağa figürü kazınmıĢtı. Öbür dünyada
mezar sahibinin ruhunu korumak veya hizmetinde bulunmak amacıyla taĢlar dikilirdi.
Ölenin ruhunun, yaĢaarken yaptığı iyilik ve kötülüklerine göre ayrı yerlere gideceğine
inanılmaktadır. Cennet ve cehennem kavramı daha sonra kabul edilen dinlerin etkisiyle
oluĢturulmuĢtu. Geleneksel inançlarda Kore ve Türk halkı, öbür dünyayı gök, yer altı ve
uzak bir yer olarak düĢünürlerdi. Öbür dünyanın bu dünyanın tersi olduğuna inanılıp
benzer iĢlerin yapıldığına inanmıĢlardı. Bundan dolayı ölen kimselerin ihtiyacı
olacağına inanılan eĢyalar, ruhu öbür dünyaya götüren hayvanlar ölüyle beraber
gömülür veya yakılırdı.
197
SONUÇ
Kültürün temel objesi insan, insan nasıl yaratıldı, ona canlılığı veren ne, nasıl çoğalıp
türedi, yaĢam sona erecek mi, erecekse sonrası ne olacak? Bu çalıĢma Kore ve Türk
kültüründe bu sorulara nasıl cevaplar verildiğini araĢtırmak ve bilimsel sonuçlara
ulaĢmak amacına yöneliktir.
Evrensel bir olgu/gerçeklik olan ölüm ve ölüm etrafında geliĢen inanıĢ ve uygulamalar
özü aynı olmak Ģartıyla toplumdan topluma değiĢiklik gösterir. Bu değiĢiklikte
toplumların yaĢadığı coğrafya, kabul ettikleri din, etnik yapısı ve karĢılaĢtıkları kültürler
belirleyici bir rol oynar.
Kore ve Türk kültürünün yatay boyutunu ġamanî inanıĢ ve uygulamalar oluĢturur. Kore
yaratılıĢ destanlarında bunun izlerini bulmak mümkündür. Seng-kut destanında insanın
kızıl topraktan yaratıldığının anlatılması buna bir örnek olduğu gibi, Tufan‟ı müteakip
insanın türemesinde karĢılaĢılan ağaç motifi, Uygur TüreyiĢ Destanı‟yla benzerlik
göstermektedir.
Bu çalıĢmada, Ġnsan ömrünün bir yaratıcı tarafından takdiri, Yônghon denilen ve insana
canlılık veren ruh, ruhun çeĢitleri ve onun nasıl bir varlık olduğu, ruh inancının daha
sonra kabul edilen Budizm, Konfüçyanizm, Taoizm yoluyla ne tür bir değiĢikliğe
uğradığı ele alınıp anlatılmaktadır. Türklerde de ruhlarla ilgili inanıĢların temelini
198
ġamani kültür oluĢturur. Tanrı insanı yaratmıĢ ona kut vermiĢtir. Kabul edilen bu dinler
sadece ruhun Ģekli üzerinde değil, onun ölümü ve yaĢamı, ölüm sonrası hayat; ruhun
cezalandırılması yahut ödüllendirilmesi inanıĢları da burada ele alınmıĢtır.
Bütün Türk ülkelerinde olduğu gibi, Kore‟de de ölmek kelimesi yerine çeĢitli kelimeler
kullanılmaktadır. Fakat bunlardan en yaygın olarak kullanılanı doragaşida kavramıdır.
Bu da ölen kimsenin tekrar asıl yurduna dönmesi anlamındadır. Cenaze törenleri, kabul
edilen dinlere göre yapılmıĢtır. Günümüzde ise, eski inanıĢlardan esintilerle birlikte,
yeni kabul edilen dinlere göre yapılmaktadır. Ayrıca tören uygulamalarında kültürel ve
teknik geliĢmelerin de rolünü unutmamak gerekir. Tanrıların mekanının dağlar olarak
kabul edildiği Kore‟de öbür dünya, ruh, ceza ve mükafat kabul edilen dinlere göre Ģekil
almakta ve değiĢmektedir.
X. yüzyıldan baĢlayarak Müslüman olan Türklerde ise insan, ruh, ölüm, ölüm sonrası
hayatla ilgili inanıĢ ve uygulamalar, aralarında ġamanî inanıĢlardan kaynaklanan, ölen
kiĢinin güneĢ battıktan sonra gömülmemesi; ölen kiĢinin ruhunu hoĢnut etmek için onun
gömülmesini müteakip yemek verilmesi, ölen kimsenin arkasından ağıt yakılması gibi
uygulamalar bulunsa da bu uygulamalarda asıl belirleyici unsur Müslümanlıktır.
Yahudilik ve Hıristiyanlık da bu konuda Ġslam‟ı desteklemektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Kore ve Türk dini kültürü ve halk inanıĢları arasında-
kullanılan kavramlar farklı olsa da- büyük bir benzerlik söz konusudur. Her iki kültürde
de ölüm, ruh, ölüm sonrası inanıĢ ve uygulamalar temelde aynı kaynaktan beslense de
199
daha sonraları halklar tarafından kabul edilen ve zaman zaman Devlet Dini haline
getirilen dinler tarafından değiĢime uğradığı görülmektedir. Bu değiĢimi hem Kore
kültüründe, hem de Türk kültüründe görmek mümkündür.
200
KAYNAKLAR
Acaroğlu, Türker ve Fırat Ozan, Türk Halkbilgisi ve Halk Edebiyatı Üzerine Seçme
Yayınlar Kaynakçası, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara 1972.
Aksoy, Numan Durak, Türk Yaratılış ve Türeyiş Destanları ve Dini Motifler, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1993 (YayımlanmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi).
Albayrak, Kadir, Dinlerin Rengi Renklerin Dili, Sarkaç Yayınları Ankara 2012.
Alptekin, Ali Berat, Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Akçağ Yayını. Ankara 2002.
Andrew. C. Nahm, Kore Tarihi ve Kültürü (Çev. Ali Rıza Balaman), E.Ü. Basımevi,
1998, Ġzmir. s.9
Aslıhak, Tülay ve Mahmut Davulcu (vb.), Kütahya Halk Kültürü Araştırmaları, T.C
Kütahya Valiliği Yayını, Kütahya 2010.
Bacque, Jean Louis ve Aksel Tibet (ed), İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin
Gelenekleri I -II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1996.
Bayat, Fuzuli, “Türk Mitolojisinde Dağ Kültü”, Folklor Edebiyat, c.12, S. 46, 2006, s. 47-
61.
Bayat, Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi Cilt 1 ve 2, Ötüken NeĢriyat Yayını, Ġstanbul
2007.
Beydili, Celal, “Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük”, Yurt Kitap Yayını, Ankara
2005.
Boratav, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru İnanışlar, Töre ve Törenler, Oyunlar,
Türk Halk Bilimi 2, Gerçek Yayını, Ġstanbul. 1984.
Çal, Halit, “Erzincan Çayırlı Ġlçesi Mezarlarında KuĢ Motifi”, Milli Folklor, Sayı 89,
2011, s. 220-239.
Çetinkaya, Ömer (ed.), Din Hizmetleri Dairesi BaĢkanlığı, Cenaze Hizmetleri Rehberi,
Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları, Ankara, 2008
Çınar, Ali Abbas, “Türk Mitolojisinde 'Yer'in YaratılıĢı”, I. Türk Halk Kültürü
Araştırma Sonuçları Sempozyumu, Kültür Bakanlığı, Cilt 2, Ankara 1996, s. 1-11.
Çobanoğlu, Sacide, Türk Mitolojisinden Masallar, Yurt Kitap Yayını, Ankara 2004.
Çetinkaya, Ömer (ed.), Cenaze Hizmetleri Rehberi, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları,
Ankara 2008.
Diyarbekirli, Nejat, “İslâm Öncesi Türk ve Çin Mezar Anlayışı Arasındaki Bağlantılar”,
Uluslararası III. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, 25-29 Eylül 1993, Ankara,
Cilt 3, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. s.744, 794.
Duymaz, Ali, “Türk Folklorunda DıĢ Ruh Tasarımı”, Bilig Bahar, Ahmet Yesevi
Üniversitesi Mütevelli Heyet BaĢkanlığı, Sayı 45, 2008, s.1-22
Esin, Emel, İslâmiyet‟ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâm‟a Giriş, Ġstanbul 1978.
Esin, Emel, Türk Kosmolojisi. Türk Kültürü El-Kitabı Seri 2‟ye Ek, Edebiyat Fakültesi
Matbaası, Ġstanbul 1979.
Erverdi, Ezel (ed.), “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”, Cilt 1-2, 6-7, Dergah
Yayınları, Ġstanbul 1977.
Genç, ReĢat, Türk inanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı Kırmızı Yeşil,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2009.
Genç, ReĢat, Ġsmail Cansız (ed.), Türk Tarihi ve Kültürü, Lisans Yayıncılık, Ġstanbul
2009.
203
Goldstein, Kenneth S, (Çev. Uysal Ahmet E), Sahada Folklor Derleme Metotları,
BaĢbakanlık Basımevi, Ankara 1977.
Göka, Erol, Ölme Ölümden ve Geride Kalanların Piskolojisi, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul,
2010
Gömeç, Saadettin, Türk Kültürünün Ana Hatları, Akçağ Yayınları Ankara 2006.
Görkem, Ġsmail, Türk Edebiyatında Ağıtlar - Çukurova Ağıtları Metin İnceleme, Akçağ
Yayını, Ankara 2001.
Görkem, Ġsmail, Pakize Aytaç, Öcal Oğuz vd., “Türk Dünyası Edebiyat Tarihi”, Cilt 1-3,
Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı Yayınları, Ankara 2003.
Güney, Ünver ve Harun Güngör vd., Ziyaret Fenomeni Üzerine Bir Din Bilimi
Araştırması Kayseri Örneği, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2005.
Güngör, Harun, Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kum Saati Yayını, Ġstanbul 2008.
Güngör, Harun, Türk Din Etnolojisi, ĠQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ġstanbul 2012.
204
Güzel Abdurrahman, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara 2012.
Güzel, Hasan Celâl (ed.), “Türkler”, Ansiklopedi, Cilt 3, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara 2002.
Ġ, Nan A (çev.), Kore Gerçeği, Kore Kültür ve Enformasyon Ajansı, 2011 Seul.
Ġnan, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Mili Eğitim Bakanlığı, Ġstanbul 1976.
Ġnan, Abdülkadir, “Al Ruhu hakkında”, Türk, Tarih, Arkeologya ve Etnoğrafya Dergisi,
S.I-1, Ankara 1933.
Kalafat, YaĢar, Doğu Anadolu‟da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ebabil Yayını. Ankara.
2006.
Kalafat, YaĢar, Türk Kültürlü Halklarda Ölüm, Berikan Yayınları, Ankara 2011.
Kalkan, Emir, Mor Feryatlar Afşar Ağıtları, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 2012.
Kaya, Doğan, “Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü”, Akçağ Yayınları, Ankara 2010.
KuĢat, Ali, Türk Toplumunda Nazar Olgusu ve Piskolojik Bir Yaklaşım, Laçin Yayını,
Kayseri 2004.
205
Mahmut, KaĢgarlı, Divanü Lûgat-İt-Türk Tercümesi Cilt 3, (Çev. Besim Altay), TDK
Yayınları, Ankara, 1992.
Nahm, Andrew C, Kore Tarihi ve Kültürü, (Çev. Ali Rıza Balaman), Erciyes
Üniversitesi Basımevi, Bornova 1998.
Oğuz, M. Öcal (ed.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Frafikler Yayınları, Ankara, 2004.
Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987.
Ögel, Bahaeddin, İslâmiyet‟ten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1984.
Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi Cilt 1 ve 2, Türk Tarihi Kurumu, Ankara 1989.
Ögel, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991.
Ölmez, Özlem, Türk Folklorunda Ölüm Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma, Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2008 (YayımlanmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi).
Örnek, Sedat Veyis, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üniversitesi, Ankara 1971.
Örnek, Sedat Veyis, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl
İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1981.
Örnek, Sedat Veyis, Türk Halk Bilimi, T.C. Kültür Bakanlığı Yayını. Ankara 2000.
Özkan, Nevzat, Türk Dünyası -Nüfus Sosyal Yapı Dil Edebiyat-, Geçit Yayınları,
Kayseri 1997.
H. Emre Pekyürek (ed.), “Türkiye‟de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü”, Türk Dil
Kurumu, Ankara 1978.
Roux, Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (Çev. Aykut Kazancıgil), ĠĢaret
Yayını, Ġstanbul 1994.
Roux, Jean Paul, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), Kabalcı Yayını,
Ġstanbul, 1999.
Roux, Jean Paul, Orta Asya‟da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, (Çev. Aykut Kazancıgil),
Kalbalcı Yayınevi, Ġstanbul 2005.
Roux, Jean Paul, Türklerin Tarihi, (Çev. Aykut Kazancıgil), Lale Arslan Özcan,
Kabalcı Yayını, Ġstanbul. 2010.
Roux, Jean Paul, Eski Türk Mitolojisi, (Çev. Musa YaĢar Sağlam), BilgeSu Yayınları,
Ankara 2011.
Talât, Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, TDK yayınları, Ankara 1989.
Tryjarski, Edward, Zwyczaje Pogrzebowe Ludów Tureckich Na Tle İch Wierzeń, Polish
Scientific Yayını, Warsaw 1991.
Tural, Sadık, Hüseyin Ağca vd., “Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri
Ansiklopedik Sözlüğü” AKM Yayınları, Cilt 1-4, Ankara 2004.
Türkmen, Fikret, Manas Destanı ve Anadolu Halk Hikâyeleri, Manas 1000 Bişkek
Bildirileri, Ağustos, 1995, s. 241–252.
Türk kültürünü AraĢtırma Enstitüsü, Türk Dünyası El Kitabı Cilt 1-3, TAKE Yayınları,
Ankara 1992.
Zanet, Todur, Gagauzluk: Kultura, Ruh, Adetler, Pontos Yayınevi, Chisinau 2010.
208
KORE DĠLĠNDE
Bak, Cong O, Hyôn Cin Ġm, Pil Yông Ġ vd., Hanguginıi İlseng Iirye (한국인의
일생의례, Korelilerin GeçiĢ Dönemlerinin Törenleri; Gençlik, Düğün,
Doğum ve Cenaze Töreni ) Millî Kültür Varlıklarının AraĢtırılması Enstitüsü,
Kımgang Basımevi, Decôn 2010.
Bak, Te Ho, Cangryeıi Yôksa (장례의 역사, Cenze Törenin Tarihi), Sôhemuncip
Yayyınları, Paju 2006.
Cang, Cu Gın, Hanguk Şinhwaıi Minsokhakcôk Yôngu (한국 신화의 민속학적 연구,
Kore Destanlarının Halk Bilimi Yönünden AraĢtırılması), Cipmundang
Yayını, Seul. 2005.
Cu, Kang Hyôn, Uri Munhwaıi Susuggeggi (우리 문화의 수수께끼, Kültürümüzün
Bilmeceleri) Cilt 1 ve 2, Hangyôre Yayını, Seul 2006.
Cung, So Mun, Tengri Tangunın Ôdie İnnınga (텡그리 단군은 어디에 있는가, Tengri
Tangun Nerededir), Sômundang Yayınları, Seul 2012.
Ci, Hyôn Gu (ed), Sôlhwa Yôngu (설화연구, Sözlü Hikâyelerin Araştırılması), Korece
ve Kore Edebiyatı Kurumu, Hehaksa Yayını, Seul 1998.
Co, Hyôn Sôl, Uri Şinhwaıi Susuggeggi (우리 신화의 수수께끼, Destanlarımızın
Bilmeceleri), Hangôyre Yayını, Seul 2006.
Ça, Mi Yong, Welldying‟ıl Ühan Cugımıi İhe (웰다잉을 위한 죽음의 이해, İyi Ölmek
için Ölümün Anlamasi), Sangsang Communications Yayınları, Seul 2006.
209
Çö, Çang Ryôl, Sun Urimal İrımıi Ôwon (순 우리말 이름의 어원, Asıl Korece‟deki
Ġsmlerin Kökeni), Sônçungômun, Sayı 22, 1994, s. 685-703.
Çö, Won Ho, Hanguk Şinhwa (한국신화, Kore Destanları), Yôrımondok Yayını, Seul
2007.
Çö, Wun Shik, Yet İyagie Natanan Hanguginıi Samgwa Cugım (옛 이야기에 나타난
한국인의 삶과 죽음, Korelilerin Hikâyelerde Görülen Hayatı ve Ölümü),
Hanwol Yayını, Seul 1997.
Çö, Wun Shik, Hangugıi Mindam (한국의 민담, Kore Halk Hikâyeleri), Cit 1 ve 2,
ġiinsa Yayını, Seul, 1999.
Çö, Wun Shik, Hanguk Sôlhwa (한국설화, Kore Sözlü Hikâyeleri), Minsokwon Yayını,
Seul 2002.
Çö, Wun Shik, Öguginıl Ühan Hanguk, Hangugin Gırigo Hangukmunhwa (외국인을
위한 한국, 한국인 그리고 한국문화, Yabancılar için Kore, Koreliler ve
Kore Kültürü), Bogosa Yayını, Seul 2009.
Eliade, Mircea, ġamanizm (샤머니즘, ġamanizm), (Çev. Yun Gi, Ġ), Ggaçi Yayınları,
Seul 1996.
Ġ, Hıi Su, Tôkisa (터키사, Türk Tarihi), Mireen Yayınları, Seul 2007.
Ġ, Nıng Hwa, Cosôn Musokgo: Yôksaro Bon Hanguk Musok (조선무속고: 역사로 본
한국 무속, Cosôn ġamanizmi Ġncelemesi: Tarihteki Kore ġamanizmi),
Çangbi Yayını, Seul 2008.
Ġ, Pil Yông, Gyông Sun Hwang, Hyo Gyông Kimvd., Hanguginıi İlseng Iirye
(한국인의 일생의례 Korelilerin GeçiĢ Dönemlerinin Törenlerii), Millî
Kültür Varlıklarının AraĢtırılması Enstitüsü, Kımgang Yayını, Cilt 9, Decôn
2011.
Ġm, Dong Kwon, Hanguk Minyo Yôngu (한국민요연구, Kore Türküsü AraĢtırmaları),
Minsokwon Yayını. Seul 2006.
Ġm, Ce He, Côntong Sangrye (전통상례, Geleneksel Cenaze Töreni), Dewonsa Yayını,
Seul 2000.
Ġm, Ce He, Hanguk Şinhwaıi Côngçesôngıl Balkida (한국 신화의 정체성을 밝히다,
Kore Destanı Kökenin Açıklaması), CiĢiksanôpsa Yayını, Seul 2008.
Ġm, Dong Kwon, Hanguk Minyocip (한국민요집, Kore Türküsü Derlemesi), Cilt 4,
Cipmundang, Yayınları, Seul 1981.
211
Kim, Cin Yông, Te Gôn Kim ve Won ġik Çö vd., Hanguk Gubimunhak Geron (한국
구비문학 개론, Kore Sözlü Edebiyatına GiriĢ), Minsokwon Yayını, Seul
2003.
Kim, Çang Ġ (ed.), “Hanguk Minsok ġinang” (한국 민속신앙, Kore Halk Kültürü
ĠnanıĢları Sözlüğü Ansiklopedisi), Cilt 1-2, Kore Millî Kültürü Müzesi
Yayınları, Seul 2009.
Kim, Çôn Mi, “Ggumhemong Bekgwa” (꿈해몽 백과, Rüya Yorum Ansiklopedisi),
Coıngıl Yayınları, Seul 1997.
Kim, Hak Sông, Hanguk Gocônşigaıi Yôngu (한국고전시의 연구, Klasik Kore ġiirleri
AraĢtırmaları) Wongwang Üniversitesi Yayınları, Ġksan 1980.
Kim, Hyôn Sôn, Hanguk Çangcoşinhwa (한국 창조신화, Kore YaratılıĢ Destanları),
Gilbôt Yayını, Seul 1994.
Kim, Hwa Kyông, Hanguk Şinhwaıi Wonryu (한국신화의 원류, Kore Destanların
Kökeni), CiĢiksanôpsa Yayını, Seul 2005.
Kim, Song Be, Hanguk Minsokmunhwa (한국 민속문화, Kore Halk Kültürü),
Cipmundang Yayını, Seul 2001.
Kim, Te Gon, Hanguk Şinhwa (한국신화, Kore Destanı), ġiinsa Yayını, Seul 1988.
212
Kore Tarihi Sözlüğü Yayıncılık, “Hanguk Gocungsesa Sacôn” (한국 고중세사 사전,
Kore Eski ve Ortaçağ Tarihi Sözlüğü), Seul: Garamgihök Yayınları, 2007.s
176.
Na, Hi Ra, Gode Hanguginıi Sengsagwan (고대 한국인의 생사관, Eski Korelilerin
YaĢama ve Ölüme BakıĢ Açısı), GiĢiksaneoupsa Yayını, Seul 2008.
Na, Cu Yôn, “Hanguk Mindame Natanan ġamanizımcôk Motif” (한국 민담에 나타난
샤머니즘적 모티프, Kore Halk Hikâyelerinde ġamanizm Motifleri), Halk
Bilimi Karşılaştırma Kurumu Dergisi, Cilt 37, Aralık 2008, Seul, s. 183 -202.
Sô, De Sôk, Hangugıi Şinhwa (한국의 신화, Kore Destanları), Cipmundang Yayını,
Seul 1997.
213
Sô, De Sôk, Hangugıi Şinhwa Yôngu (한국의 신화 연구, Kore Destanların Ġncelemesi),
Cipmundang Yayını, Seul 2002.
Sô, Công O, Uriga Arayahal Yet İyagi Bekgaci (우리가 알아야 할 옛 이야기 백가지,
Mutlaka Bilmemiz Gereken Yüz Hikâyemiz), Hyônamsa Yayını, Seul 2006.
ġin, Dong Hın, Saraitnın Uri Şinhwa (살아있는 우리신화, YaĢamakta Olan
Destanımız), Hangyôre Yayınları, Seul 2009.
Yang, Hö Sôk, Ci Hyôn Gang, Yong Ġ Kim vd., Dongaşiaıi Samgwa Cugımgwan
(동아시아의 삶과 죽음관, Doğu Asya‟nın YaĢam ve Ölüm DüĢünceleri),
Cônmam Üni. Basımevi, Gwangcu 2009.
Yu, Cong Mok, Hanguk Minganıişikyo Yôngu (한국 민간의식요 연구 Kore Halk
Töreni Türküsü AraĢtırmaları), Cipmundang Yayınları, Seul 1990.
DĠĞER
ġilla Soyluların Atası Gerçekten Hiung-nu‟nun Torunlar Mıdır?, Tarih Spesyal, KBS
1.Kanalın belgesel programı, (18. Temmuz. 2009)
214
SÖZLÜK
Tezde Korece ünlü harflerden „ㅓ‟ harfın sesi [ʌ], „ô‟ olarak yazılmaktadır. Ünsüz
harflerden „ㅇ‟ harfı, yani [ŋ] sesi, ng olarak ve „ㅈ‟ ise „c‟ olarak yazılmaktadır. Metin
içinde Kore devlet isimleri ve yer isimleri haricinde genel kavramı, kiĢi, eser,
kaynakların yazılım Ģekli Ġtalik harfla okunuĢu olarak yazılmaktadır. Kore‟de genellikle
kiĢinin adı, üç heceli olup kiĢilerin ismi soyadı, ad sırasıyla yazılmaktadır. Yani 양
(soyadı) 민지(adı)‟yı Yang Min Ci olarak yazılmaktadır.
ÖZGEÇMĠġ
4.Eğitim Bilgileri
5. ĠletiĢim Bilgileri
Adres:
E-mail: bleuvent79@hotmail.com
222
6. Bildiri
7. Tez