Professional Documents
Culture Documents
Hafta Weber - Sosyal Bilimlerin Metodolojisi. - Kesit
Hafta Weber - Sosyal Bilimlerin Metodolojisi. - Kesit
S o s y o l o j i ve İ k t i s a t t a
“ Et i k T a r a f s ı z l ı k ” ın An l a mı
2 Bu kesinlikle Almanya’ya özgü değildir. Hemen her ülkede, gizli ya da açık, bu türden
fiilî sınırlamalar bulunmaktadır. Yegane farklılık, dışarı itilen tikel değer-sorularının
karakterine dairdir.
34 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
3 Tam da bu noktada, bu ciltteki diğer çalışmalarda söylemiş olduğum şeylere atıf yap-
malıyım (belirli hususlardaki tikel formülasyonlann olası uygunsuzluğu, bu konunun
herhangi bir özsel veçhesini etkilememektedir). Belirli bir problemler alanındaki belir-
li nihaî değer-atıflannın “uzlaştınlamazlığı”na dair bkz. G. Radbruch, Einführung in
die Rechtwissenschaft [Hukuk Bilimine Giriş] (2. baskı, 1913). Radbruch’tan bazı hu-
suslarda ayrılıyor olmama rağmen, bu hususlar, burada tartışılan problem açısından
hiçbir önem arz etmemektedir.
Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
* Aksiyoloji (axiology), “değer”in genel doğasını inceleyen felsefe alanıdır; buna “değer-
ler felsefesi” de denebilir. (Ç. n.)
4 Handwörterbuch der Staatswissenschaften’deki [Siyasî Bilimler Ansiklopedisi] “Vols-
wirtschaftslehre” [Ulusal Ekonomi Öğretisi] başlıklı maddede.
38 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
* “Motive” terimini “motiv” olarak bırakmayı uygun bulduk. Terim, Türkçede “itki” ya
da “güdü” kelimeleri ile karşılanabilirdi. Ancak bu karşılıkların hemen hemen tama-
mıyla biyolojik ve/veya psikolojik bir içerik taşıdığını düşünmekteyiz; oysaki Weber,
kendi öznel sosyoloji anlayışını, tam da psikolojizme karşıt bir biçimde inşa ettiğini
iddia etmektedir. Öte yandan, böylesi bir çeviri, aslında sosyal bilimler felsefesi ile
uğraşanlara tanıdık gelecektir; zira “motiv” terimi, Türkiyeli okurun çeviri ya da telif
eserlerde ilk kez karşılaştığı bir terim değildir. (Ç. n.)
Sosyoloji ve İktisatta “Etik Tarafsızlığın Anlamı 39
(ya da genel olarak, belirli tipte bir olayın) hangi yönde gelişeceği ve
belirli bir yönde gelişme olasılığının bir diğerine göre ne derece büyük
olduğu problemi; (b) kişinin, belirli bir durumun belirli bir yönde
gelişimine tesir etmeye çalışması gerekip gerekmediğini —o duru-
mun kendi başına bırakıldığında yine belirli bir yöne mi, yoksa tam
tersi yöne mi, yoksa her ikisinden de farklı bir yöne mi gideceğine
bakmaksızın- soruşturma problemi. Şu problemlerin katiyen birbi-
rinden farklı olmadığını öne sürenler de bulunmaktadır: (a) Belirli
ya da belirsiz sayıda insanın, belirli özel koşullar altında belirli bir
soruna yönelik muhtemelen ya da hatta kesinlikle hangi tutumu
alacağı problemi ve (b) yukarıda bahsedilen durumda ortaya çıkan
tutumun doğru olup olmadığı problemi. Bu tür görüşleri savunanlar,
yukarıda zikredilen üst üste binmedeki problemlerin birbirleri ile en
ufak bir bağlantısı dahi olmadığını ve bunların gerçekte “birbirinden
ayrılması gerektiğini” söyleyen her türlü ifadeye karşı duracaklardır.
Ayrıca bu kişiler, kendi pozisyonları ile bilimsel düşüncenin gerekleri
arasında bir çelişki olmadığı hususunda da ısrar edeceklerdir. Bu tür
bir tutum, her iki tipteki problemlerin mutlak heterojenliğini kabul
eden ama yine de, bir ve aynı kitap içerisinde, bir ve aynı sayfada ve
doğrusu istenirse, bir ve aynı cümlenin temel ve yan cümleciklerinde,
yukarıda atıfta bulunulan iki heterojen problemin her ikisiyle de ilgili
beyanda bulunan bir yazarın tutumuyla katiyen aynı şey değildir. Bu
tür bir yordam, katiyetle bir tercih meselesidir. Ondan talep edilebi-
lecek tek şey, problemlerin mutlak heterojenliği hususunda, farkında
olmadan (veya tam da zekice bir biçimde) okurlarını aldatmamasıdır.
Şahsen benim kanaatim, kafa karışıklığını önlemeye yarıyorsa, hiçbir
şeyin aşırı “detaycı” olmadığı yönündedir.
Dolayısıyla, değer-yargılarma ilişkin tartışma sadece aşağıdaki
işlevlere sahip olabilir:
a) Birbirinden uzak tutumların türetildiği nihaî ve içsel olarak
“tutarlı” değer-aksiyomlarmın enine boyuna incelenmesi ve açık-
lanması. İnsanlar, sadece karşıtlarının değerleri hakkında değil
ama bizzat kendi değerleri hakkında da sıklıkla hataya düşerler.
Bu işlem, özünde, somut tikel değer-atıflanyla işe başlayıp bun-
ların anlamlarını analiz eden ve sonra da daha genel bir indirge-
nemez değer-atıfları düzlemine geçen bir işlemdir. O, empirik bir
46 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
5 Sadece değerlendirme ile değerle-ilişkiler arasındaki ayrım değil ama aynı zamanda de-
ğerlendirme ile değer-yorumu arasındaki ayrım da çoğu zaman açık bir biçimde çizilme-
diği ve bunun sonucu olan muğlaklıklar tarihin mantıksal doğasına dair analizi engel-
lediği için, okuru, “Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzerine Eleştirel İncelemeler”deki [bu
makale, elinizdeki kitapta yer almaktadır. (Ç. n.)] mülahazalara gönderiyorum. Ancak
bu mülahazalarda, katiyen son sözün söylendiğini düşünmemek gerekir.
48 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
mekte olan “tutucu” görüşler yüzünden zayıf düşmüş olsa dahi, eğer
inançlarına gerçekten sadıksa, bunun yine de onun açısından hiçbir
anlam ifade etmediğini oldukça somut bir biçimde ispatlayabilir. Ve
bunun sebebi, adamın çılgının teki olması değil, —kısaca tartışacağı-
mız üzere- kendi bakış açısından bakıldığında “haklı” olmasıdır. Bir
bütün olarak bakılırsa insanlar, başarı vaat eden şeylere kendilerini
uyarlamaya güçlü bir biçimde isteklidirler ve bunun sebebi sadece
—aşikar olduğu üzere— araçlarla ya da ideallerini gerçekleştirmeye
ne ölçüde çalıştıklarıyla ilgili değildir ama aynı zamanda, tam da bu
ideallerin ne ölçüde vazgeçilebilir olduğuyla da ilgilidir. Bu davranış
tarzı Almanya’da Realpolitik adıyla kutsanır. Her ne olursa olsun,
empirik bir bilimi uygulayanların niçin mevcut “güncel eğilimler”in
onaylanmasına selam durarak bu tür bir davranış tarzı geliştirme
ihtiyacı hissettikleri, pek de anlaşılır bir şey değildir. Aynı şekilde,
empirik bilimcilerin bu “güncel eğilimler”e uyarlanmayı, niçin sadece
birey tarafından ve her bir tekil durumla ilgili bireyin vicdanının
dikte ettikleriyle çözülmesi gereken nihaî bir değer-problemi olmak-
tan çıkarıp, sözüm ona bir “bilim”in otoritesine dayanan bir ilkeye
dönüştürmeleri gerektiğini de kavramamız mümkün değildir.
Başarılı politik eylem, bir anlamda daima “mümkün olanın sa-
natı”dır. Bununla beraber, mümkün olana sadece, onun arkasında
yatan imkansız olana varmaya çalışarak ulaşılabilir. Bakış açıla-
rındaki farklılıklarımıza rağmen, az çok olumlu bir biçimde itibar
gösterdiğimiz bu kültürümüze ait spesifik nitelikler, “mümkün olana
‘intibak etmeyi’ ” vaaz eden tek tutarlı etiğin, yani Konfüçyusçuluğun
bürokratik ahlakının ürünü değildirler. Ben, kendi payıma, ulusu,
eylemleri sadece araçsal değerleri açısından değil ama aynı zamanda
içsel değerleri açısından da yargılamak gerektiği görüşünden caydır-
maya çalışacak değilim. Bu olguyu fark etmedeki başarısızlık, her
hâlükarda, gerçeklik anlayışımıza ket vurmaktadır. Yukarıdaki sen-
dikalisti tekrar analım: “İçsel değer”i tarafından —tutarlı bir biçim-
de—yönlendirilmesi gereken bir eylemi “araçsal değer”inden dolayı
eleştirmek, mantıksal açıdan dahi anlamsızdır. Gerçekten tutarlı bir
sendikalistin temel kaygısı, kendisine mutlak anlamda değerli ve
her durumda kutsal görünen (ayrıca başka insanları da eyleme geçi-
riyor gibi gözüken) belirli tutumları kendi içinde muhafaza etmek
50 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
6 Bu, empirik bir ifadedir ve “y, jc’in sonucudur” nedensel önermesinin basitçe tersine çev-
rilmesinden başka bir şey değildir.
62 Sosyal Bilimlerin Metodolojisi
7 Burada atıfta bulunulan empirik analiz, sözkonusu entelektüel faaliyetlerin norm atif
doğruluğunu belirleme çabasında değildir.
Sosyoloji ve İktisatta “Etik Tarafsızlık”ın Anlamı 67