You are on page 1of 17

DÜDÜKLÜDE KIYMALI BAMYA bütün bunlardan ötürü çok bilmiş bir tiptir.

Bu son özelliğinin altını özellikle


çiziyorum, çünkü, FAZİLET Hanım 'in üstüne konuşmadığı hiçbir konu yoktur.
Oyun boyunca müzik alaturka ve oyun havaları olacaktır. Arabesk ve Hafif
KİŞİLER Türk Müziği denilen şey kesinlikle kullanılmamalıdır. Çok ünlü olmayan radyo
sanatçılarının terennüm ettikleri şarkılar duyulmalıdır. Bir iki yerde de onbeş
FAZİLET : Elli yaşlarında, şişmanca bir kadın. Evli. saz eşliğinde langır lungur "halk müziği". Bu iki türün dışında hiçbir müzik
kullanılmamalıdır. Müziğin nere deyse tümü gerçek alaturka olacaktır.Giysiler
AYNUR : Kırkbeş yaşlarında, zayıf bir kadın. Dul, Fazilet'in kardeşi. de çok önemlidir bu oyunda.FAZİLET, AYNUR ve İNCİ birbirine benzeyen
CEMİLE : Otuz yaşlarında. Fazilet'in hizmetçisi. Sevimli, çok bilmiş. allı güllü sabahlıkların içinde dolanır dururlar oyunun sonuna dek. Çeşitli,
İNCİ : Elli yaşlarında, şişmanca bir kadın. Evli. Fazilet'in komşusu. süslü, eski, yeni, sade, gösterişli,komik sabahlıklar. Siyah, kırmızı, yeşil,cam
göbeği, turuncu, eflatun, sarı.Biçimsizliklerini örtmeye yarayan bir sürü
NİLGÜN : Fazilet'in kızı. Üniversiteyi oyunun başladığı yıl bitirmiş. sabahlık. Birini çıkartıp öbürünü giyerler oyun boyunca ve üçünü de sabahlığın
HAMİYET : Elli yaşlarında, şişmanca bir kadın. İnci'nin arkadaşı. dışında bir şey giyerken görmeyiz hiç.)
FAZİLET : (Divanda oturmuş renkli basınımızın cici gazetelerinden
UĞUR : Otuz yaşlarında bir postacı. Nilgün'ün arkadaşı. birini okur, alaturka müzik radyodan duyulur.) Cemilee! Cemilee! Kahvenin içine
FAHRETTİN : Yetmiş yaşlarında bir adam. Uğur'un dedesi. mi düştün.kız?!
CEMİLE : (Mutfaktan seslenir.) Şimdi getiriyorum Fazilet Abla! Gaz
hafif.geliyor.da...
FAZİLET : (Kendi kendine) Gaz hafif geliyormuş! Gazın hızlı geldiği
Düdüklüde Kıymalı Bamya, acıklı bir güldürüdür. Birinci perde komediye yaslanarak zamanlan da bilirim ben. Bir sade kahveyi yarım saatte pişiriyor. Mahsus
oynanacaksa, ikinci perde ağızda ekşimsi bir tat bırakmalıdır. Oyunda sözsüz ya da yapıyor! (Biraz daha bakar gazeteye) Sabah keyfimin içine etti bu kız.
koro halinde alaturka müzik kullanılmalıdır. Bigudi, el ve yüz kremi, terlik, sabahlık, (Bağırır.) Cemilee, Brezilya'dan mı geliyor bu kahvee!
sinir ve mide ve peklik ve tokluk hapları, muhallebi, kek, dedikodu ve moda CEMİLE : (Bir fincan kahveyle girer.) Eskiden "Yemen'den mi geliyor?"
dergileri oyunun iliklerine işlemelidir. Kadınlar mümkün olduğu kadar gerçeğe diye.sorarlardı.
yaslanarak, abartısız ve gülünçlüklerinin altı çizilmeden oynanmalıdır. Onlara alaycı FAZİLET : Öğle vakti oldu vallahi pes!
ve çok bilmiş değil, oldukları gibi kabul ederek yaklaşmalıdır yönetmen, mümkünse CEMİLE : Saat onu çeyrek geçiyor Fazilet Abla.
eğer. Düdüklüde pişmiş kıymalı bamya yemeyi sevenlerin, bu oyunu FAZİLET : Ay, bu zaman da geçmek bilmiyor.
sevmeyeceklerini umuyorum. CEMİLE : Pazartesileri öyledir ya. Ojeni getiriyim mi?
FAZİLET : Getir. Mor olanını. (CEMİLE gülerek çıkar.)
(FAZİLET kahvesini içerek dolaşır salonda. Radyoda bir oyun havası
başlamıştır. Elinde kahve fincanı hafiften oynamaya başlar, giderek kaptırır
1. BÖLÜM kendini. Kahve fincanını bırakıp düpedüz göbek atmaya başlar. Soldan AYNUR
girer. Mahmur. Sabahlıkla. Durup göbek atan FAZİLET'e bakar bir an. Sonra
o da göbek atmaya başlar. İki kadın, pazartesi sabahı onu çeyrek geçe
(Perde. Işık. Kentin orta halli bir mahallesinde, orta halli bir apartmanın, orta oturma odasında karşılıklı oynarlar. Sağdan tırnak cilası ile CEMİLE girer,
halli bir dairesi. Eşyalardan burada orta halli insanların yaşadığı hemen belli gülerek.)
olur. Yemek masası, koltuklar, kanepe, orta masası, büfe. Hepsi lake cilalı ve FAZİLET: (Gülerek bir koltuğa çöker.) Ay, biz hepten çıldırdık vallahi!
"takımdır". Çiçekli perdeler. Bir telefon. Bir radyo. Kapının yanında, yerde, AYNUR: Daha yüzümü yıkamadım vallahi, sabah jimnastiği gibi iyi geldi böyle
yüzü seyirciye dönük bir televizyon, kordonu üstüne sarılmış durur tamirciye şıkıdım şıkıdım... Cemile?
gitmek için. Duvarda bir iki tablo, resimli bir takvim. Tablolar kopyadır. CEMİLE: Buyur Aynur Abla?
Ağlayan bir çocuk, sarhoş ve muzip bakışlı bir ihtiyar, dalgalı bir deniz AYNUR: Kahvaltı ettiniz mi?
manzarası, omzunda su testisi taşıyan bir köylü kızı filan. Radyo tatlı tatlı CEMİLE: Fazilet ablam kahvesini içiyordu...
nihavent makamında şarkılar çalar. Sabah saatleri. Nedeni bilinmez bir FAZİLET: İki saat bekletti beni bir acı kahve hatırına.
kadınsı hava eser sahnede. Bu, şu demektir: Perde açılınca akıllı seyirci bu CEMİLE: Onbeş dakika! Ocak ölü gözü gibi yanıyo, ne yapıyım?
oyuna kadınların hakim olacağını anlayacaktır hemen. Evin erkeği ya da er- AYNUR: Kahve dediğin yavaş ateşte pişmeli zaten... Kahvaltı ettiniz mi?
kekleri 8.30 sularında gitmişlerdir işlerine. Ev, akşama kadar kadınların FAZİLET: Ben bir bardak süt içtim sabaha karşı.
egemenliğindedir. Kızarmış ekmek kokusu. Sabahın ilk sigaraları. FAZİLET AYNUR: Gaz yapmıştır.
Hanım, ayaklarını altına toplamış gazete okur. Yıldız falını okuyor olabilir. Elli FAZİLET: Yaptı. Perişan oldum. Cahit uyandı gaz çıkartmama...
yaşlarında, şişmanca, çok bilmiş bir hatundur. Lise sona kadar filan AYNUR: Ay, fecii vallahi!
okumuştur. Ev kadınıdır ama hayatı boyunca hiç çalışmamıştır. Ne evde ne FAZİLET: Bir gaz, bir gaz... kalktım buraya kaçtım.
başka yerde. Bazen tatlı, genelde tatsız, bazen komik, genellikle sıkıcı ve AYNUR : Duydum.
FAZİLET: Neden gelmedin yanıma? AYNUR: Aman bir acayiptir bizim millet!
AYNUR: Anacım düş mü görüyorum, Japon bahçelerinde miyim, Çamlıca FAZİLET: (Okur.) Tamburumu bulana mükafat!
sırtlarında mıyım, bilmiyorum ki o saatlerde? AYNUR: Atıyorsun!
CEMİLE: Ekmek kızartayım mı? FAZİLET: (Gülerek) Yok valla, öyle yazıyor burada. (Okur.) 4 Ocak Cuma
AYNUR: Bir dilim. İncecik. akşamı 02'de Osman bey Semiramis Gazinosu kapısının yanında tamburum
CEMİLE: (FAZİLETe) Sen de istiyor musun abla? kayboldu. Bulan veya bulanı bilen fazlasıyla memnun edilecektir.
FAZİLET : İstemem. AYNUR: Ne diye çalmışlar adamın tamburunu?
AYNUR : Hiç yağsız beyaz peynir almıştık ya...onu da getir yanında. FAZİLET: Her yer hırsız dolu. (Okur.) Komple cenaze töreni düzenlenir.
CEMİLE : Çay sıcak duruyor zaten. AYNUR: Abla gözünü seveyim sabah sabah!
AYNUR : Dök onu! FAZİLET: Ayol küçük ilanlara kadar her sabah okurum bu gazeteyi. Ne
CEMİLE : Ne? yapayım alışkanlık. Her sabah bir saat okumazsam bu gazeteyi... bir şeyim
AYNUR : Çayı dök, demliği temizle, yeni çay demle. eksik kalıyor sanki.
FAZİLET : (AYNUR'a) Keşke gelseydin yanıma. AYNUR: Bir saat mi sürüyor bu gazeteyi okumak?
AYNUR : Cahit Abi duyar diye düşündüm. FAZİLET: Bir saat on iki dakika.
FAZİLET : Duyarsa ne olacaktı ki? AYNUR : Neydi o delikanlının adı?
AYNUR : Dekoltemi görmesin istiyorum ablacım! (Gülerler.) FAZİLET : Kim?
FAZİLET : Amaan, aman! Görse de anlamaz, görmese de... Sineklere AYNUR : Dün Nilgün'le gelen o çok bilmiş, yakışıklı?
kışt.diyecek.hali.yok.adamın. FAZİLET: Aman neresi çok bilmiş, neresi yakışıklı allasen! Hasan kasaba
AYNUR : Ayol gaz çıkaran sen misin, kocan mı, onu anlayamadım kökenli bir kere!
sabahın köründe.(Gülerler.) Düş görüyordum zaten. AYNUR: Bu gazeteye baktı da... Bu gazete dedi... dudaklarını oynatarak
CEMİLE : Cahit abimi harcamayın öyle hemen. (Sessizlik) okuyanların gazetesidir!
FAZİLET : Sen git çayı demle, ekmek kızart! Hadi bakayım! FAZİLET : Al işte bir densizlik daha! Nilgün'ün peşinde koşuyor bir aydır
CEMİLE : Sana da bir portakal soyayım mı Fazilet Abla? ama... Gazetemizi beğenmiyorsa gelmesin!
FAZİLET : İstemez! AYNUR : Ayol yakışıklı çocuk ama...
AYNUR : Cemileciğim, kahvaltımı hazırlarken bir de yumurta haşla FAZİLET : Cahit de hiç sevmiyor o çocuğu.
bana.e.mi? AYNUR : Cahit Abi Nilgün'ün erkek arkadaşlarının topunu birden sevmez.
CEMİLE : Yumuşak mı olsun Aynur Abla? (CEMİLE girer bir tepsiyle. Zeytin, peynir, ekmek, çay, yumurta)
AYNUR : Hayır. Lop olsun. CEMİLE : Buyur Aynur Abla. Afiyet olsun.
CEMİLE : Lop? Mu? İstiyorsun? AYNUR : Sağ ol Cemile, eline sağlık.
AYNUR : Evet. FAZİLET : Hem ben gazete okurken dudaklarımı oynatıyor muyum hiç!
CEMİLE : Peki. AYNUR : Aman Fazilet boş ver allasen... (AYNUR kahvaltı ederken
FAZİLET : (Güler.) On yıldır öğrenemedi rafadan yumurta demeyi! kapı çalınır, CEMİLE açar. İNCİ Hanım, üstünde FAZÎLETinkine benzer bir
CEMİLE : Yok, biliyorum da... komik geliyor. sabahlıkla girer.)
FAZİLET : Neymiş komik olan? İNCİ : Günaydın. Ayol bizimkini bu sabah kapı dışarı edinceye kadar
CEMİLE : Yumuşak yumurtaya rafadan demek. akla karayı seçtim vallahi!
FAZİLET : Hadi kızım, hadi bakalım, git işine. FAZİLET : Serbest meslek erbabınla evlenince öyledir İnci’ciğim!
(CEMİLE kıkırdayarak çıkar. FAZİLET gazetesine döner, biraz okur, gülmeye Bunlara sabah dokuz, akşam beş bir iş bulacaksın daha işin başında.
başlar.) İNCİ : Ay, öyle vallahi Fazilet!
AYNUR : N'oldu abla? AYNUR : Kahvaltı ettin mi İnci Abla?
FAZİLET :Firengi üstüne bir yazı var burda. İNCİ : Hem de nasıl! Kahvaltı sofrasını kurduruyor Osman, karşısına
AYNUR: Zührevi Hastalıklar köşesini mi okuyorsun? da beni oturtuyor. Ondan sonra bir saat memleket meseleleri, petrol krizi,
FAZİLET: Yok. Doktorunuz diyor ki köşesi... Firengi işte adı üstünde yabancı
hastalığı. yok enflasyon, yok Beşiktaş, mahalli seçimler, Polonya'nın son durumu, ay içim
AYNUR: Doğru ya. Frenk... Firengi. Fransızvari... bayılıyor, efgan efeganlar basıyor içimi, bizimki hâlâ dış ticaret açığı, damar
FAZİLET: İngilizler, Fransız Humması derlermiş bu hastalığa eskiden. sertliğine karşı bulunan yeni ilacın ishal yaptığı, tereyağın kolesterolle ilgisi
Fransızlar da Alman Hastalığı derlermiş. Floransalılar için Napoli Ateşiymiş. olmadığı, mehtap Mete’nin son aşkları, ülke nasıl yönetilmeli ve kimler
Japonlar da hep Çinli Hastalığı demişler. tarafından yönetilmeli hepsini bir saat anlatıyor.
AYNUR: Kimse üstüne alınmıyor ha? AYNUR :Kime?
FAZİLET: Yüzyıllar içinde yavaş yavaş herkes sifilis demeye başlamış. Biz İNCİ : Kime olacak ayol, bana!
hariç. FAZİLET : Baştan sıkı tutacaksın işi! Hep söyledim sana.
AYNUR: Biz hâlâ firengi diyoruz di mi? İNCİ : Ay valla sıkıntıdan üç dilim yağlı ballı ekmek yedim. Rejim mejim hak
FAZİLET: Evet. Komik değil mi? getire.tabii...
AYNUR: Ayol neden kızıyorsun Osman Abiye? Dinlemeyi ver. şey değildir. Heh heh heh!
İNCİ : (Çok bilmiş) Küsüyor şekerim. Yüzüne hayran hayran bakıp, aval aval NİLGÜN : Aman Allah aşkına, canım sıkılıyor zaten! Anne?
kafamı sallamazsam, çocuk gibi küsüyor. FAZİLET : Efendim?
(CEMİLE kafasını sallayarak he-he-heee diye güler.) NİLGÜN : Misafirim gelecek bu sabah.
FAZİLET : (CEMİLE'ye) Sen ne gülüyorsun kız? FAZİLET : İyi. Gelsin. Hasan mı?
CEMİLE : Benimki benimle hiç konuşmaz sabahları. NİLGÜN : Uğur.
AYNUR : Ne var bunda gülecek? FAZİLET : Uğur mu? Uğur da kim kızım?
CEMİLE : Kucağına oturtur beni, çayını içerken. Sever. AYNUR : Nilgüüün?
FAZİLET : Aaaa? Bana bak Cemile, sen iyice azdın artık. NİLGÜN : Uğur eski arkadaşım. Liseden. Şimdi... postacı.
İNCİ : (Güler.) Ay Fazilet, ay çok hoş, ay bırak anlatsın ayol! FAZİLET : Nasıl yani?
AYNUR : (CEMİLE'ye) Normal tabii. Seninkinin dış ticaret açığını NİLGÜN : Ne demek "nasıl yani"?
anlatacak hali yok ya! Nerde çalışıyor? FAZİLET : Postacı dedin de...
CEMİLE : Mahmut'u mu soruyorsun? NİLGÜN : Evet.
AYNUR : Eveeet. İNCİ :Kızım...çekinmeden konuş bizimle...arkadaşın...sahiden postacı
CEMİLE : Maliye Bakanlığı'nda odacı. mı?
FAZİLET : Çamaşırları makineden çıkarıp, balkona astın mı? NİLGÜN : Evet.
CEMİLE : Makineye koymadım daha. AYNUR : Bildiğimiz postacı?
FAZİLET : Nedenmiş o? NİLGÜN : Evet.
CEMİLE : İzin vermiyorsun ya, benim ellememe? FAZİLET : (Ağlar gibi yapar.) Bu da mı gelecekti başıma?
FAZİLET : Düğmeleriyle oynama dedim Cemileciğim. AYNUR : Yakışıklı mı bari?
CEMİLE : Bütün kirlileri koyayım mı makinenin içine? İNCİ : Ay çok heyecanlandım! (Geğirir.) Senin gibi asil bir kızın, alt
AYNUR : Olur mu? tabakadan biriyle haşır neşir olması... ay çok güzel... ay çok hoş!
CEMİLE : Renklerine göre dizip ayırdım hepsini zaten. Üç bölük etti. NİLGÜN : Ben nereden asil oluyorum?
FAZİLET : Bölük bölük yıkayalım onları bugün. FAZİLET : Kızım, sen köklü bir ailenin en tatlı ve en genç üyesisin.
(NİLGÜN girer. Güzel bir genç kız- Blucin, bir gömlek, elinde telefon AYNUR : Postacı ile sıkı fıkı olman, bence pek hoş değil.
rehberi) İNCİ : Nedenmiş o? (Geğirir.) İmkansız Aşk filminde oluyordu bal gibi!
NİLGÜN : Günaydın hepinize günaydın! NİLGÜN : Ne oluyordu?
İNCİ : Günaydın canımın içi! FAZİLET : Milyoner oğlan, bir sokak kızıyla evleniyordu.
AYNUR : Günaydın Nilgün'cüğüm. NİLGÜN : Ben milyoner değilim ki...
FAZİLET : Sabah şerifler hayrola küçük hanım! FAZİLET : Oğlan da değilsin! Ama arkadaşın postacı!
CEMİLE : Ben çamaşırlara bakayım! (Çıkar.) İNCİ : (Geğirir.) Ayol anlat biraz! Nasıl tanıştınız?
NİLGİN : Beni arayan oldu mu? NİLGÜN : Bilmem.
FAZİLET : Robert Redford aradı. FAZİLET : Buyurun işte!
NİLGÜN : Amaan anne! NİLGÜN : Bildim bileli tanırım Uğur'u. İyi arkadaşımdır.
FAZİLET : Al Pacino aradı bir de. Hasan aramadı! İNCİ : (Geğirir.) Aşık mı sana?
AYNUR : (NİLGÜN'e) Kızım, sabahın köründe kim arar seni? NİLGÜN : Nereden çıktı şimdi bu aşk?
İNCİ : Arayan arar! (Gülerler.) AYNUR : Senin için doğru olan... bir mühendisle, bir iş adamıyla, ne bileyim
FAZİLET : Hayrola? bir bankacıyla ya da bir umum müdürle ya da en iyisi bir diplomatla filan arka-
NİLGÜN : Neymiş? daşlık etmektir Nilgün'cüğüm.
FAZİLET : Sabahın en erken saatleri senin için. Bu saatte giyinik CEMİLE : (Sağdan girer.) Televizyoncuyu arayacak mısın hanımcığım?
vaziyette, elinde telefon rehberi mavi salona teşrif ettiğine göre... çook FAZİLET : Aaah, unuttum! Sabah dokuz buçuğu geçince aramanı bir
önemli bir şey olmalı. yaran yok!
NİLGÜN : Anne? İNCİ : Hayrola?
FAZİLET : Efendim canım. FAZİLET : Televizyon bozuldu. Dünyamız allak bullak oldu.
NİLGÜN : Sence... evleneyim mi ben? CEMİLE : Tristana'nın sonun göremedik!
FAZİLET : Valla bence fena olmaz kızım. Flört, flört, her yanımız flört FAZİLET : Kasetlerini getirtiyorum canım. Seyredeceği/,.
oldu. Önce evlen,sonra flört et! AYNUR : "Böyle Aşkın Istırabı”nı da seyredemedik üç gündür!
İNCİ : Aman Fazileeet, kızın aklım karıştırma Allah aşkına. CEMİLE : Köyden Kente purohramını da!
FAZİLET : Onun aklı karışmış zaten karışacağı kadar. İNCİ : Televizyonsuz ev olmuyor.
NİLGÜN : Yahu, basit bir soru sordum! AYNUR : Oluyor, oluyor da... zor oluyor! (Kapı çalınır.)
AYNUR : Basit mi? Basit ha! Evlenmek basit bir şey değildir Nilgün! NİLGÜN : Ay, Uğur'dur!
İNCİ : (Çok bilmiş, alaycı) Sen Aynur Teyzeni dinle kızım. Evlilik basit bir CEMİLE : Bakayım mı?
Nİ LGÜN : Sen dur. (FAZİLET'e) Dedesini getirecekti Uğur. FAHRETTİN : (AYNUR'a) Göstermez.
FAZİLET : Dedesini mi? Nereye getirecekti? AYNUR : Efendim?
NİLGÜN : Buraya. FAHRETTİN : Göstermez.
FAZİLET : Hoppalaa! İyi gelirsin de, nereden çıktı şimdi bu kızım? UĞUR : Dedeciğim, lütfen... bana söz vermiştiniz hani?
NİLGÜN : Bugün saat dörde kadar dedesine bakacak kimse yokmuş! FAHRETTİN: Sen kimsin evladım? Bu evde mi çalışıyorsun?
Benden rica elti. Zararsızdır dedi, sizde bir köşede oturur dedi. Ben de peki YANDIK : Yandık!
dedim. NİLGÜN: (FAHRETTİN'e) Buyrun oturun lütfen. Bir çay içer misiniz?
FAZİLET : Zararsız mı dedi? FAHRETTİN: (Oturur.) İçerim ama o Adanalı dilber getirirse... (FAZİLETİ
(Kapı çalınır.) gösterir.)
AYNUR : Deli miymiş dedesi? UĞUR : Dede!
İNCİ : (Güler.) Yesin onu ninesi! (Hep beraber gülerler.) FAZİLET : Cemileee!
NİLGÜN : Niye deli olsun canım! Yaşlı biraz yalnızca. (Kapı çalınır.) NİLGÜN : Bağırma anne.
CEMİLE : Bakayım mı kapıya karar verin hanımcığım. AYNUR : Saat dörde kadar ne yapacağız?
NİLGÜN : Ben bakarım. (Çıkar.) İNCİ : Ay çok hoş! Hamiyet gelecekti zaten. Bunu kaçırmasın. Kapıya bir not
FAZİLET : Bir bu eksikti sabah sabah! bırakıp geliyorum şimdi. (Çıkar.)
İNCİ : Bugün Hamiyet gelecek bana öğleden sonra. CEMİLE : (Telaşla girer.) Buyur?
FAZİLET :Cemile? FAZİLET : Nerede kaldı kakaolar?
CEMİLE : Buyur? FAHRETTİN : Evet, hanımefendi yerden göğe haklılar sayın Cemile Hanım!
FAZİLER :Bir sütlü kakao servisi yap bakalım, hindistancevizli bisküvileri de Nerede kaldı kakaolar ha? Nerede? Nerede o güleç yüzlü ve hindistancevizli
getir, hadi kızım. ithal malı bisküviler? Nerede o eski şarkılar ve onları söyleyen buzağı bakışlı,
CEMİLE : Sütlü kakao, hindistancevizi... cevizin Hintlisi de mi olurmuş? ikibin kilo kadınlar? Kadınlar... efendim şöyle izah edeyim affınıza sığınarak,
(Söylenerek çıkar. CEMİLE çıkarken, öbür taraftan FAHRETTİN girer. ben oldum bittim pek severim kadınları.
Yetmişbeş yaşlarında, cin gibi, sevimli bir ihtiyar. Şık giyinmiştir. Başında UĞUR : Benim gitmem gerekiyor.
siyah borsalino şapkası. Elinde yanmayan bir sigara) NİLGÜN: (Güler.) Git haydi, meraklanma. Akşamüstü görüşürüz.
FAHRETTİN: randevu evi mi burası?(Kapıda allak bullak UĞUR ile NİLGÜN UĞUR: (FAZİLET e) Memnun oldum.
belirir.) FAZİLET: (NİLGÜN'e) Kızım, sen adam olmayacaksın.
NİLGÜN: Ne oluyor, neden bağırıyorsunuz? (Sessizlik) FAHRETTİN: Umarım kızınız adam olmaz hanımefendi.
FAHRETTİN: (NİLGÜN'e) Ateşiniz var mı diye sordum onlara. (Elindeki UĞUR: Ben gidiyorum.
sigarayı gösterir.) FAHRETTİN: Yolun açık olsun Büyük insan! Korsanların Kralı! Gördüğün
NİLGÜN: Ne var bunda? yerlerin ateşini taşı bize! Bu sefil ruhları, yolculuklarının şavkıyla aydınlat
FAHRETTİN : Ben ne bileyim kızım? biraz! Balinalardan haber getir bize! Fildişi ve allın dolu kumsalları anlat bize!
FAZİLET : (NİLGÜN'e) Beyefendiyi tanıştırsana kızım, bizimle! Yelkenlere çarpan uçan balıkları ve onları başka bir şey zanneden zavallı
(İNCİ kıkırdar, AYNUR sabahlığını çekiştirir.) tayfaları ve fosforlu cevriyeleri ve sırlında saplı bir tornavida ile yirmibeş yıl
NİLGÜN: Fahrettin Bey. Arkadaşım Uğur'un büyükbabası. Akdeniz, Atlantik, Karaibler, Pasifik ve Hint Okyanusunda dolanan ve sırıma
FAZİLET: Memnun olduk. saplı tornavidaya gülen herkesi oracıkta öldüren Jan Lafil'i anlat bize!
FAHRETTİN: (Şapkasını çıkarıp hanımları selamlar.) Ben ve şapkam. Biz de Heyyyooo heyt! (Birdenbire AYNUR' a) Ateşiniz var mı?
memnun olduk. AYNUR: Yok. İyiyim.
UĞUR : (Gülümser, utangaç) Eee, şey... ben kızınızın arkadaşıyım efendim. FAHRETTİN: Tebrik ederim. Sigaramı yakmak için istiyordum.
FAZİLET: Posta bayii olanı mı? UĞUR : Ben gidiyorum.
UĞUR: Postacıyım şimdilik. NİLGÜN : Evet, git haydi.
İNCİ: Şimdilik. Sonra ne olacaksınız? UĞUR : Akşamüstü uğrar alırım büyükbabamı. Sağ ol Nilgün! Sen bir tanesin!
UĞUR: Yataklı trenlerin restoranında garsonluk yapmayı umuyorum efendim. Hep
İNCİ: Bravo. (FAHRETTİN'e) Allah bağışlasın, pek tatlı sizin torun. öyleydin. (NİLGÜN' ü öper ve koşarak çıkar gider.)
FAHRETTİN: Eyvallah kokana! Senin torunlar ne alemdeler?
UĞUR: Dede! (İNCİ'ye) Kusuruna bakmayın... bazen gidip geliyor böyle. FAZİLET: Seni öptü.
AYNUR: Nereye gidip geliyor? NİLGÜN : Evet. Pek öpmek denemez, ama öper gibi bir şey yaptı.
FAZİLET: Bizim eve gidip geliyor örneğin. FAHRETTİN: Postacı öpücüğü derler ona.
NİLGÜN: Fahrettin Bey bugün saat dörde kadar bizim konuğumuz olacak. FAZİLET: Neymiş, neymiş?
FAHRETTİN: (FAZİLETe) Sizi bir yerden gözüm ısırıyor. Adana'da FAHRETTİN: Postacı busesi!
bulundunuz mu hiç?
İNCİ : Ay, çok hoş! FAZİLET: İlk defa duyuyorum bunu!
AYNUR : Neresi hoş canm? Allah göstermesin! FAHRETTİN: Seni hiçbir postacı öpmemiştir de, ondandır.
AYNUR : (CEMİLE'ye) Sen ne dikiliyorsun hâlâ buralarda? FAZİLET: Neymiş ayıp olan?
CEMÎLE : (Hayran) Beyefendiyi dinliyordum. FAHRETTİN: Sen farkında değilsin ama böyle şeyler söyledikçe kıçın
FAHRETTİN : (CEMİLE'ye) Seni bir postacı öptü mü hiç kızım? büyüyor biraz.
CEMİLE : Ne bileyim ben, beybaba! (Utanır,kırıtır.) FAZİLET: Utanmaz adam!
FAHRETTİN : Öptü mü, öpmedi mi? FAHRETTİN: Bak, biraz daha büyüdü şimdi. Koca kıçlı kadın!
CEMİLE : Öpmüştür herhal. Bir iki kere. (İNCİ güler, NİLGÜN e birlikte)
AYNUR : Hem de bir ya da iki kere! FAZİLET : (İNCİ'ye) Ne gülüyorsun canım? Ne var gülecek bunda? Senin
FAZİLET : Tamam, lamam. kıçın benimkinden küçük mü?
NİLGÜN : (CEMİLE’YE) Kakaoları getirebilirsin Cemile'ciğim. İNCİ: Aman Fazileeet, sabah sabah şey mi ölçüşeceğiz; yani?
CEMÎLE : Öptü desek kabahat, öpmedi desek kabahat! Ama ne yapalım FAHRETTİN: Cemileeee!
ki öptü işte, vallahi öptü, billahi öptü... Ya postacıydı... ya da temizlik işçisi... FAZİLET : Aaa! Üstüme iyilik sağlık!
ama öptü! Çok da güzel öptü! İyi ki de öptü!! Canım sağ olsun, gözümü yumdum, AYNUR : A, bu kaman da fazla artık! (CEMİLE girer.)
gönlümü açtım, ben onu öpmedim ama, onun beni öpmesine karşı çıkmadım. CEMİLE : Buyur beybaba?
Günahı boynuma! Pek güzeldi. (Çevresine bakar.) Kakaolarınızı getiriyorum. FAHRETTİN : Bana sade bir kahve yap kızım.
(Çıkar.) CEMÎLE : Kakao yapıyordum da...
FAHRETTİN : Beklet kakaoları... Kakaolar beklesin. Sade kahve yap sen.
FAZİLET : Ne yapacağız şimdi? Onu getir, sonra kakaolara devam edersin. (CEMİLE güler.)
FAHRETTİN : Benim uykum geldi. (Ayaklarını uzatır, gözlerini kapatır, AYNUR : Ne gülüyorsun kız?
uyumaya baslar sessizce, güzel bir çocuk gibi) CEMİLE : (FAZİLETe) Ne yapayım abla?
FAZİLET : (NİLGÜN’E) Kızım, sen benim yüreğime indireceksin! NİLGÜN : (CEMİLE'ye) Fahrettin Amca ne diyorsa onu yap: Sade
NİLGÜN : Niyeymiş o? Çok tatlı bir adam değil mi anne? kahve!
FAZİLET : Yaa, öyle. Çok tatlı adam. Kapıdan girer girmez "burası A YN UR : (FAHRETTİN’E) Neremden belli benim dul olduğum?
randevu evi mi " diye sordu! CEMİLE : (AYNUR’A) Biraz huylusundur ya abla...
NİLGÜN : (Güler.) Hepinizi hâlâ allı güllü sabahlıklarla görünce aklına
gelmiştir har-halde. İNCİ : (CEMİLE'ye) Sus, sana soran mı var?
AYNUR : Bana bak Nilgün... FAHRETTİN : Cemilece?
FAZÎLET : Kızım sen iyice kaçırdın ipin ucunu! (FAZİLET güler, herkes ona bakar,susar. Bir an. Kendiniz tutamaz yine
NİLGÜN : Yahu niye almıyorsunuz anlamıyorum? güler.)
FAZÎLET : Kim alınıyor kızım, tövbe estağfurullah! FAZİLET : (CEMİLE'ye) Git, beyefendinin kahvesini yap.
inci : (Girer, başka ve daha renkli bir sabahlıkla) Hamiyet'e not bıraktım FAHRETTİN : (İNCİ'ye) Seni adın ne kızım?
kapıya, yedi numaradayım, oraya gel diye. Uyudu mu beyefendi? İNCİ : İnci.
FAHRETTİN: (Yattığı yerden, gözlerini açmadan)Beyefendi senin babandır! FAHRETTİN : (İNCİ'ye iyice bakar.) Ulan, hiç mi İnci görmedik!
FAZİLET: (NİLGÜN'e) Terelelli mi bu? İNCİ : Ne demek oluyor bu? (FAZİLET güler.) Ne gülüyorsun ayol?
NİLGÜN: Anne! Söylenir mi bu? FAHRETTİN : İnciymiş!
AYNUR: Ayol, adam geldiğinden beri demediğini bırakmadı, ona neden CEMİLE : Mahmut beni, mücevherim-incim- pırlantam diye sever.
kızmıyorsun? Karısı yok mu bunun? İNCİ : (Geğirir.) Ben seçmedim ki adımı.
FAHRETTİN: Ayıp ayıp! Birincisi insanlardan söz ederken bu denme/,. FAZİLET : (CEMİLE'ye) Kızım işine gitsene sen!
İkincisi ben soruyor CEMİLE : Peki abla! (Kendi kendine) Bir sade kahve, dört sütlü kakao!
muyum senin kocan var mı diye? (Çıkar.)
AYNUR: Aaa, üstüme iyilik sağlık! FAHRETTİN : Sen seçseydin adını, ne koyardın?
FAHRETTİN: Sormuyorum, çünkü belli. İNCİ :Tuğba.
AYNUR: Neymiş belli olan? FAHRETTİN : Tuğba? Heh heh heeee!
FAHRETTİN: Dul olduğun.
İNCİ : Ayol evliya gibi adam valla! FAZİLET : Ben memnunum ismimden. Faziiilet!
FAZİLET : Aman canım, hiç mi evliya görmedik İnciii? FAHRETTİN : Sen sus, sen konuşma! Senin kızım postacılar öpüyor!
AYNUR : Nerden belliymiş dul olduğum? NÎLGÜN : (Güler.) Amaan, Fahrettin Amca!
FAHRETTİN : Değil misin? FAZİLET : Haklı!
FAZİLET : (NİLGÜN'e) Öyle bir halt ettin ki sabah sabah! FAHRETTİN : Haklıyım tabii. Bu kız kurusu dulun adı neydi?
NİLGÜN : (FAZİLETİ öper.) Kızma canımın içi! FAZİLET : (FAHRETTİN' in önüne dikilir, elini beline dayar.) Bana bak
FAZİLET : Tam o kasabalı oğlandan kurtuldu diyorum, bu sefer bir postacı efendi! Diline sahip çık, yoksa kulağından tuttuğum gibi kapının önüne koyarım
parçası... yetmiyormuş gibi bunak dedesini de getiriyorsun eve. seni! Yeter artık! Bütün gün senin saçmalarını dinleyecek değiliz herhalde.
FAHRETTİN: Ayıp, ayıp! (Gözlerini açar.) FAHRETTİN : Ben kendi halinde bir çöp torbasıyım, beni kapının önüne
koyabilirsiniz. (Biraz sinmiştir sanki)
AYNUR : Neremden belli benim dul olduğum? NİLGÜN : Ne iş, ne işi Fahrettin Amca?
İNCİ : Amaan Aynur, başka işin mi yok! Öylesine konuşuyor işte! FAHRETTİN : Define işi Nilgün'cüğüm. Akdeniz'deki batıklardan altın,
FAZİLET : Bu evde terbiyesizlik istemiyorum, saygısızlık istemiyorum! mücevher filan
FAHRETTİN : Fazileet!? çıkartma işi... uzun hikâyedir bir gün anlatırım. Uçan balonla Afrika'da turist
FAZİLET : Bu evde bu adamı da istemiyorum! gezdirdiğimi
NİLGÜN : Anne? biliyor muydun?
CEMİLE : Kahvenizi getirdim. (Sağdan bir fincan kahveyle girer.) FAZİLET : Yalan, yalan, yalan.
FAHRETTİN : Sağ ol kızım. Koy şuraya. FAHRETTİN : Ayıp, ayıp, ayıp.
(FAZİLET'e) Bu evde terbiyesizlik istemiyor musun şişman NİLGÜN : Doğru söylüyor anne, Uğur'da eski bir fotoğrafı bile var.
fıstık? AYNUR: Neyin fotoğrafı?
FAZİLET : Ay, şimdi yangın vaar diye bağıracağım! NİLGÜN : Uçan Balon'un sepetinde Fahrettin Amca'nın.
FAHRETTİN : (AYNUR'a) Bu kadın seni kıskanıyor. CEMİLE : Amanııın.
AYNUR : Ablam o benim. FAHRETTİN : Cemile kızım?
FAHRETTİN : Gençliğini, güzelliğini kıskanıyor. CEMİLE : Buyur Amca...
AYNUR : Olmaz öyle şey. FAHRETTİN: Sen bana yardım edersen, bugün öğle yemeğini ben pişireyim
FAHRETTİN : Evet, evet, evet. diyorum. FAZİLET : A, vallahi olmaz, billahi olmaz.
İNCİ : (NİLGÜN'e) Kız, iyi karıştırdın ortalığı bu sabah! NİLGÜN : Neden olmuyormuş anne?
NÎLGÜN : Çok tatlı adamdır İnci Abla... Bugün biraz daha... azdı! FAZİLET : Elin adamının mutfağımda işi ne canım?
Nedense vallahi bilmiyorum. CEMİLE : Ben de el kızıyım abla ama yıllardır senin mutfağındayım.
AYNUR : Neyimi kıskanacak canım, zavallı bir dulum ben. FAZİLET : Sen sus kız, sen ağzını açma artık!
FAHRETTİN : Hah! Dememiş miydim? (CEMİLE güler.) İNCİ : Hem ne pişirecektiniz ki?
AYNUR : Ne gülüyorsun be? FAHRETTİN : Ohhooo, neler neler?
FAZİLET : Olur şey değil! İNCİ : Yaa, neler neler mesela?
FAHRETTİN : Tamam, tamam! Bir dakika! FAHRETTİN : Efendim, yemek pişirmek bir sanattır. Bu sanatta nefaset temini
AYNUR : Terbiyesiz adam! için bazı esaslı noktalara ehemmiyetle dikkat etmek iktiza eder ve zaruridir.
CEMİLE : (AYNUR'a) Gülmüyordum ablacım... FAZİLET : Sanatçı tarafınızda mı var efendim?
inci : Fazilet, çocuklaşma Allah aşkına! FAHRETTİN : Yok. Gerçi ucundan kıyısından bulaşmışlığım vardır sanata.
FAZİLET : Nilgün, bayılacağım şimdi şırakkadak! AYNUR : Nasıl ucundan, hangi kıyısından?
NİLGÜN : Fahrettin Amca, yapmayın ne olur! FAHRETTİN : Bir süre bir resim galerisi işletmiştim. Ünlü ressam Üstat Tank
FAHRETTİN : Hoop! Kızlar, kızlaaar! Bir dakika susun yahu! (Sessizlik) Çuhacı rahmetlinin resimleri yanı sıra bazı ünlü ressamlarımızın ortaya çıkmasına
FAHRETTİN : Yetmiş iki yaşındayım ben. Geçen gün hesap ettim onyedi neden oldum ama işler gayet iyi giderken bir petrol işine girmek için o işi terk
ayrı işte çalışmışım bugüne kadar. etmek zorunda kaldım. Uzun hikâyedir, sonra anlatırım. Gelelim yemek pişirme
FAZİLET : Bize ne bundan canım! sanatına...
FAHRETTİN : Öğle yemeği yaklaşıyor da... FAZİLET: Adam gerçekten niyetli mutfağıma girmeye!
AYNUR : Ne ilgisi var? FAHRETTİN: Herhangi bir yemeğin yanmadan pişebilmesi için, müstesna tertipler
İNCİ : Neyle? hariç, ekseriyetle ateş veya fırın harareti ne çok kuvvetli, ne de çok zayıf, yani
AYNUR : Ha? orta olarak tespit edilmeli ve reçetelerdeki icaplara göre daima veya sık sık
İNCİ : Neyin neyle ne ilgisi var, anlamadım. karıştırılmalı, yahut da kontrol edilmelidir. İyi bir yemek, iyi bir demokrasi
FAHRETTİN : On yedi işte çalışmışım şimdiye kadar. Bu işlerden biri gibidir. İzah ettiğim maddelere harfiyen riayet olunduğu takdirde leziz ve
neydi biliyor musunuz? mükemmel yemek pişirmemekte sebep yoktur. Fakat bunlardan birinin ihmali
FAZİLET : Nereden bilelim canım! neticesinde o yemekte nefaset aramak yersiz olur.
FAHRETTİN : Atıcılık. NİLGÜN : Bizim demokrasi gibi.
AYNUR : Ay çok hoş. FAZİLET : Nilgün, maşallah bakıyorum boyundan büyük laflar ediyorsun.
FAZİLET : Mümkün değil. Hasandan mı öğrendin bunları?
FAHRETTİN : Nedenmiş o? FAHRETTİN : Hasan da kim?
FAZİLET : Sen de pek ahçı hali yok da... NİLGÜN : Bir arkadaş.
FAHRETTİN : Neden? Kaç tane ahçı tanıdın bugüne kadar? FAHRETTİN : Nereli?
FAZİLET : (Bir an düşünür.) Doğru yahu, hiç ahçı tanımadım. NİLGÜN : Urfalı .
FAHRETTİN : Dört yıl, önce Liman Lokantasında, sonra Piri Reis Yolcu
Vapurunda baş ahçı olarak çalıştım. FAHRETTİN: Sade yağlar ikiye ayılır. Eritilmiş Urfa havalisi ve eritilmemiş
İNCİ : Sonra? Karadeniz havalisi yağlan.
FAHRETTİN : Sonra bir define işinden ötürü bıraktım alıcılığı. AYNUR : Bunun Hasan'la ilgisi nedir?
FAHRETTİN : Urfa havalisi yağlan kalite sırasıyla şöyledir. Urfa, Siverek, FAZİLET : Bu ikisini anlamadın da şikenperver çorbasını anladın mı?
Diyarbakır ve Kars yağlan. Eritilmemiş Karadeniz havalisi yağlan ise Trabzon İNCİ : Mönier usulü dil balığı tavasını ya da?
Vakfıkebir yağı ve Trabzon Adi yağı olmak üzere ikiyi ayrılır. Bir yemeğin yağı çok AYNUR : Negresko Uskumruyu?
önemlidir hanımefendiler. CEMİLE : Şikenperver çorbasını anlamayacak ne var abla?
FAZİLET : Fahrettin Bey, bunları niçin anlatıyorsunuz bize? FAZİLET : Sen git çamaşırları as bakayım.
FAHRETTİN : Size yemek pişireceksem mutfağınızda eksiklik olup olmadığını AYNUR : Bizim kakaoları getirmesen de olur artık. Yemek yiyeceğiz
bilmem gerekiyor. galiba. (CEMİLE söylenerek çıkar.)
FAZİLET : Ne eksiklik olacakmış, her şeyimiz Avrupa! NİLGÜN : (Saatine bakar.) Benim gitmem gerekiyor, iki saate kalmaz
FAHRETTİN : Tencere, kuşane, küçük kap, tepsi, tava, delikli kepçe, deliksiz dönerim.
kepçe, yumurta çırpmaya mahsus tel, tel ızgara ve üstünde soğan ve sebze kıyacak FAZİLET : Kızım nereye bu saatte? Bak Fahrettin Bey yemek
küçük tahtanız yoksa, ben sizin mutfağa girmem. hazırlayacak. (NİLGÜN'ün yanına gider.) Bana bak, bu deliyi başımıza bırakıp
FAZİLET : Hepsi var ayol, fazlasıyla var ama bizim mutfağa girmenize izin nasıl kaçarsın şimdi?
veren birisi yok. NİLGÜN : Hemen geleceğim tontonum! Hasan ile önemli bir konuyu
FAHRETTİN: Kalın delikli süzgeç makarna için, ince delikli tel süzgeç et suyu görüşmem gerekiyor.
ve salça süzmek için, elek, pompres, et makinesi, havan, nemse kalıbı, tırtıl, FAHRETTİN : Urfalı Hasan.
sıkma torbası, yumurta sürmeye yarayan fırça ya da tavuk tüyü yoksa beni hiç NİLGÜN : Nerden biliyorsunuz?
yormayın. FAZİLET : Ayol adamın bilmediği şey var mı?
İNCİ : Amca sizin elektrikten filan haberiniz yok galiba. FAHRETTİN : Sen söyledin az önce Nilgün'cüğüm.
AYNUR: Sizin mutfakta her şey el ile yapılıyor, galiba. NİLGÜN : (Güler, annesini öper.) Haydi şimdilik çaav. (Çıkar.)
FAHRETTİN: Yemek, iyi bir yemekse el ile yapılır. FAHRETTİN: (NILGÜN'ün taklidini yapar.) Şimdilik çaav! Anadolu İtalyan'
FAZİLET : Tavuk tüyü olmazsa olmuyor mu yani? larından Fazilet kızı Nilgün. Şimdilik çaav! (FAHRETTİN sıkıntılı bir yüzle
FAHRETTİN : Kalın samur fırça da olur. Ayrıca merdane, oklava, et dövmeye göğsüne bastırır elini, derin bir soluk alır. Alaturka ince bir fasıl başlar.
mahsus demir, tavuk makası ve terazi ve ölçü yoksa bir mutfakta, o mutfak Usulca gülümser FAHRETTİN. Koltuğa gider, oturur. Yemek sahnesini bir
mutfak değildir. delikanlı gibi, biraz fazla hareketli oynamıştır belki. Kadınlar [FAZİLET,
FAZİLET : İyi. Bizim mutfak mutfak değil öyleyse. AYNUR ve İNCİ] adamın pek iyi hissetmediğini anlamazlar.)
AYNUR : Hem ne yemeği pişirecektiniz ki? FAZİLET: Vaz mı geçtiniz yemek pişirmekten?
FAHRETTİN : Ne isterseniz. Asma kabağı musakkası da pişiririm, Kleopatra FAHRETTİN : Biraz... dinlenmem gerekiyor şimdi. Kusura bakmayın.
usulü Balık Graten de! Zeytinyağlı Sultani Bezelye sotesi de olur, Beyinli İNCİ: Ayol taş attın da kolun mu yoruldu?
Beykoz Kebabı da. Mönier usulü dil balığı tavası mı istersiniz, Hicaz pilavı mı? AYNUR : Palavra atmaktan bitap düştü adam.
Kestaneli hindi kızartması mı yapayım, Toskana usulü İtalyan çorbası mı? FAZİLET : Ay çok acıktım vallahi.
CEMİLE : Kebaplardan ne vaaa? AYNUR : Dünden kalma, düdüklüde kıymalı bamya olacak.
FAZİLET : Sus kız! Fahrettin beyin dikkatini dağıtma! İNCİ: Soğanlı domates salatası da vardı.
FAHRETTİN : Çöp kebap, bostan kebabı, testi kebabı, islim kebabı, çömlek FAZİLET : Bir de menemen yaparız bol acılı.
kebabı, horhor kebabı, patlıcanlı ya da kremalı kebap, hasanpaşa kebabı, İNCİ : Ooh, yeme de yanında yat! (Hafifçe bir göbek atma figürü, biran için
tekke kebabı, kanarya kebabı, saç kebabı, Halep işi kebap, tas kebabı, orman FAZİLET de katılır, gülerek mutfak tarafından çıkarlar. Alaturka fasıl devam
kebabı, yörük kebabı, avcı kebabı, çoban kebabı... eder. FAHRETTİN soluklanır oturduğu yerde. Kendini yoklar. Daha iyi
İNCİ : Ay içim bir hoş oldu valla Fahrettin Bey.
hissettiğine karar verir, hafifçe gülümser, bir sigara yakar hemen! Kendi
AYNUR : Ağzım sulandı ayol.
kendine konuşur.)
FAZİLET : Benim de canım çekti.
FAHRETTİN : Düdüklüde kıymalı bamya yiyecekler. Cemile, Mareşal İçli
Nemse Böreğini anlamadı, bir de... tekke kebabım... oysa bizim yıllardır,
NİLGÜN : Bütün bunları gerçekten yapabilir misiniz Fahrettin Amca? yüzyıllardır durmadan, bıkmadan yediğimiz iki yemektir bunlar. Anlasak da
FAHRETTİN : Senjak usulü Levrek, stafato makarna, Muska böreği, yeriz, anlamasak da... Ya mareşal içli nemse böreği ya da tekke kebabı! (Güler,
Föyete Peynirli ve Kıymalı Nemse böreği, Mareşal içli vafovan nemli börek, gülerken öksürür, sigarasını söndürür.) Uğur'un Nilgün'le ne işi var? Bu
Sultan Reşat pilavı, Buhara pilavı, fırında sülün, Şikenperver çorbası, insanlarla ne işi var? Balıkçılığı ben öğrettim ona, bir dalışta on kilodan aşağı
Negresko usulü fırında Uskumru, Yaban ördeği yahnisi... ne isterseniz! balık çıkartmadan çıkmazdı sudan. Sonra avcı rehberliği yaptı dağlarda iki yıl.
CEMİLE : İki şeyi anlamadım ben. Düz duvara tırmanır kerata! Baktım çıkageldi, kent yaşamını özlemiş. Ne
FAHRETTİN : Neymiş onlar, çekinmeden sorabilirsin kızım, bilmemek demekse? Postacı olarak çalışıyor bir zamandır, ama biliyorum bundan da
değil ayıp olan öğrenmemek! bıkar. İçi sıkıntılı bu çocuğun. Bana çekmiş... ama o daha çok genç... ama
CEMİLE : Mareşal içli börek dedin ya, onu pek anlamadım. Bir de görgülüdür, bilgilidir, iyi kalplidir, dürüsttür neme lazım... Sıkılmıyor mu bu
kebaplardan tekke kebabını anlamadım. insanlardan? Seviyor mu Nilgün'ü? Aklım ermez oldu bir sürü şeye... artık
FAZİLET : Kız sen bizimle alay mı ediyorsun? istediğim her şeyi herkesin yüzüne pattadak söyleyecek kadar yaşlıyım. En
CEMİLE : Yok abla. ağır şeyi söylediğim zaman bunak bir ihtiyar, yarı deli bir dede yerine
koyuyorlar beni, ben söylediğimle kalıyorum, onlar da dinledikleriyle... ama bu HAMİYET : Aşağıda Faziletteyim, oraya gel diyor.
işin de tadı kaçmaya başladı artık. Kendi kendimle konuşur oldum. Eskiden de FAHRETTİN: Kim diyor?
konuşurdum kendimle ama bu kadar sık ve yüksek sesle değil. Yoruldum mu HAMİYET : İnci.
nedir? Benim bildiklerimi kimse bilmiyor, herkesin bildiklerine de ben akıl FAHRETTİN : Haa, Tuğba...
erdiremiyorum. Bu dünyada, bu insanların dünyasında benim yerim yok artık HAMİYET : Tuğba da kim?
gibime geliyor. Ne hale getirdiler bu cennet gibi yeryüzünü üçyüz-dörtyüz yıl FAHRETİN : İnci.
gibi kısa bir zamanda! Dostlarım da birer birer yitip gittiler. Kazanova Kenan, HAMİYET: Notu bana yazmış.
Piyanist Orhan, Cambaz Sülün. Sihirbaz Sabri, Sinemacı Remzi, Zapata FAHRETTİN: Kim? " '
Rüstem... hepsi öldüler. Hepsi de hayatı güzel gören, hiç kimseye başağrısı ol- HAMİYET: Ay bayılacağım, İnci!
madan yaşamış, tatlı insanlardı ve hepsinin bir ortak özelliği daha vardı: FAHRETTİN : Ne yazmış?
Çalışkandılar. Kendileriyle barış içindeydiler. Bölük pörçük değildi hiçbiri. HAMİYET: Fazilete gel, ordayım yazmış!
Dünyaya yabancı değildiler. Evet, yoksuldular. Paraları yoktu demek istiyorum. FAHRETTİN : Neden yazmış?
Bu yüzden maddi ve manevi sıkıntıları oluyordu, daha çok manevi sıkıntılar... HAMİYET: Orada bulamayıp buraya geleyim diye.
ama her şeye ve birbirlerine hoşgörüyle yaklaşıyorlardı. Biraz derbeder bir FAHRETTİN : Kime yazmış?
hayli dağınık insanlardı ama sevimliydiler. Televizyon, seks, futbol, araba, kat, HAMİYET : Bana yazmış.
deniz kıyısı, geziler, reklamlar filan kaplamamıştı hiçbirinin hayatını. Şimdinin FAHRETTİN : Sen kimsin?
sevgi propagandası yapan nefret dolu insanlarına da uzak durdular hep. HAMİYET : Hamiyet Bey kozlu.
Bozulmamış insanlardı hepsi dostlarımın! Kukla değildi hiçbiri! Hepsi öldü, bir FAHRETTİN : Beyinli Beykoz Kebabı yedin mi hiç?
ben kaldım, iyi mi? Beni de oldum bittim uyumsuzlukla suçlarlar! Kim bilir, HAMİYET : Nasıl şeymiş o? Siz kimsiniz? Burası Fazilet Hanımın evi değil mi?
belki haklıydılar! Kelebek olmayı bekleyen bir tırtıl gibi kozanın içinde FAHRETTİN: Ne yapacaksın Fazilet'i? Sen İnci'yi aramıyor muydun?
oturanları sevmemek uyumsuzluksa... ben uyumsuzum o zaman! Nevzat diye bir HAMİYET: Evet ama kapıya not bırakmış.
arkadaşım vardı, ne tatlı adamdı... Figüran Nevzat. Bir sürü filmde beş on FAHRETTİN: (Güler.) Kim bırakmış?
saniye süren figüran rollerine çıkmıştı ama kendini Lawrence Olivier gibi HAMİYET: İnci bırakmış.
görürdü! Şekspir'i ezbere bilirdi ama oynaya oynaya Uzakta Kal Sevgilim, FAHRETTİN: Fazilet'in kapısına mı?
Fıstık Gibi Maşallah, Abidik Gubidik gibi filmlerde bir an göründüğüyle kaldı. HAMİYET: Hayır, kendi kapısına.
Mutluydu bu durumdan. Kendiyle ve çevresiyle tatlı tatlı dalgasını geçti ömür FAHRETTİN: Öyleyse burada ne işin var? Bu kapıda not yok ki, di mi?
boyu. Mutlu Öldü sonunda... (Bir sigara yakar.) Düdüklüde Kıymalı Bamya HAMİYET: Buraya gel diyor.
yememiştir bir kere bile! Ben de yemedim hiç! Zapata Rüstem de yememiştir! FAHRETTİN: Kim diyor?
Cambaz Sülün ve Fosforlu Naciye ve Korsan Bahriye ve katilin biriyle evlenen HAMİYET: İnci diyor.
ve mutlu olan uzun yol şoförü Sabiha, bunlar hayatlarında bir kez olsun FAHRETTİN: Ha iyi, hani görmemiştin İnci'yi?
konken oynamış değildiler! Konken ve televizyon dizileri, düdüklüde kıymalı HAMİYET: Ay, bayılacağım, görmedim.
bamya ile gizli bir ilişki içinde mi yoksa? Aralarında gizemli bir bağ mı var FAHRETTİN: Nerden biliyorsun buraya gel dediğini o zaman?
bunların? Bu tembellik, bu dedikodu, bu boş vermişlik bir düdüklünün içine HAMİYET: Not bırakmış.
sığar mı? Aklım iyice karışıyor, hiçbir şeye akıl erdiremiyorum artık. FAHRETTİN : Nereye bırakmış?
HAMİYET : (Kürk yakalı mantosu ve şapkasıyla sokak kapısından girer.) Hu HAMİYET : Kapısına.
huu? Kimse yok mu? FAHRETTİN: (Oturduğu yerden bağırır.) Hepsi öldü! Ben FAHRETTİN : Kime bırakmış?
yalnız kaldım. HAMİYET: Bana.
FAHRETTİN : Niçin bırakmış? (HAMİYETşakkadak düşüp bayılır.) : Hah
HAMİYET : (Aay diye bir feryad ile geriler bir adım. Ödü kopmuştur.) Yanlış şöyle. Aferin. (Oturur, ayaklarını uzatır, gözlerini kapar, mesut, mutlu
geldim galiba, siz kimsiniz, burası neresi, ben nerdeyim? kestirir biraz. Alaturka fasıl duyulur yine. Uzunca bir süre. Mutfak
FAHRETTİN : (Ayağa kalkar.) Ben nerdeyim, bu dana pirzolayı kim ısmarladı? tarafından İNCİ ile FAZİLET girerler. FAHRETTİN yattığı yerden konuşur.)
HAMİYET : Burası Fazilet Hanımın evi değil mi? Yediniz mi kıymalı bamyayı?
FAHRETTİN : Adanalıyı mı soruyorsun? FAZİLET : Yedik. Pek güzel olmuştu. Biraz kaldı. İster misin?
HAMİYET : Ne münasebet! Doğma büyüme, yedi göbekten buralıdır Fazilet. FAHRETTİN: Yok almayayım ben. Düdüklüde kıymalı bamya dokunuyor bana.
FAHRETTİN : Sen nerelisin? İNCİ : Hamiyet nerede kaldı? Çoktan gelmesi gerekiyordu.
HAMİYET: Ben de buralıyım. Dedem sarayda seyisti. FAHRETTİN: Hamiyet okuma yazma biliyor mu?
FAHRETTİN: Utanmıyor musun bu kıyafette ortalıkta dolaşmaya? İNCİ : Bilmez olur mu ayol? Aynı kız lisesinde okuduk üçümüz de.
HAMİYET : Ne varmış kıyafetimde? FAZİLET : Neden soruyorsun bunu amca?
FAHRETTİN : Daha ne olacaktı? O şapka ne öyle, o gözlükler? Hafif süvari FAHRETTİN : Hani... yani ne bileyim... kapıdaki notu sökebildi mi diye merak
alayının hücumundan mı çıktın? ettim de. Biraz huylu bir kadın mı bu Hamiyet?
HAMİYET : İnci hanımı arıyordum, kapısına not bırakmış da... FAZİLET : (İNCİ'ye) İşte yine başladı bu. Ah Nilgün ah!
FAHRETTİN : Ne diyormuş notta? FAHRETTİN : Şu masanın altında biri yatıyor, o olmasın sakın?
(İNCİ ile FAZİLET eğilip masanın altına bakarlar ve baygın yatan CEMİLE : Şşşt! Uyuyor bebek gibi...
HAMİYET'i görürler.) UĞUR : Üşümüş bebek elleri gibi.
İNCİ : Aaa, üstüme iyilik sağlık, yetişin dostlaaar! CEMİLE : Heee.
FAZİLET : Cemileee, koş kız koş! Ne yaptın kadına ha? (FAHRETTİN'e UĞUR : Herkesi kaçırtmış yine.
söylemiştir.) İnci, gel kaldıralım kızı! CEMİLE : Aman çok tatlı adam, geldiğinden beri yapmadığını komadı,
İNCİ : Ay, fena oluyorum, ay şimdi bayılacağım. kasıp kavurdu ortalığı. Bir de tatlı dili var. Çok güldürdü beni.
FAZİLET : Gel tut kolundan, kanepeye yatıralım. Bayıldı mı, fenalık mı UĞUR : Nerede konken-spor idare heyeti?
geçiriyor? Hay Allahım sen büyüksün yarabbi! CEMİLE : Üst kata, İnci Hanıma çıktılar. Bizim televizyon bozuk ya! inci
CEMİLE : Buyur abla, beni mi çağırdın? Hanımda "Böyle Aşkın Istırabı”nı seyredecekler.
FAZİLET : Nerdesin kız? Git banyodan limon kolonyasını getir. UĞUR : Sen seyretmiyor musun?
CEMİLE : Peki abla. Ne oldu hanıma, neden bayılmış? CEMİLE : Aynur Abla anlatır bana bugünkü bölümü. Nasıl olsa hepsi
FAZİLET : Git kolonya getir! (CEMİLE söylenerek çıkarken AYNUR birbirine benzi-yor. Uğur Abi?
girer.) UĞUR : Efendim?
AYNUR : Aaa, ne oldu Hamiyet ablaya? CEMİLE : Senin deden gibi adam görmedim ben. Olmaz böööle şey!
İNCİ : Geldiğimizde masanın altında yatıyordu. UĞUR : Başka türlü bir adamdır Fahrettin Bey... Beni o büyüttü.
FAZİLET : Bu adam bir şey mi yaptı acaba? CEMİLE : Baban yok muydu?
FAHRETTİN : Daha neler, daha neler? UĞUR : Yoktu. Uzun hikâye. Dedemin elinde büyüdüm ben. Bugün bu
FAZİLET : Hamiyet, Hamiyeet? mevkiye gelmişsem onun sayesinde!
İNCİ : Hamoş? Haaamoooş? CEMİLE : Hangi mevkii?
AYNUR : Ciciko, cicciikooo? UĞUR : (Biraz düşünür.) Müşkül mevkii! (Gülerler.)
(HAMİYET gözlerini açar, biraz kendine gelir gibi olur.
CEMİLE limon kolonyası ile girer, şişeyi FAZİLET'e verir, CEMİLE : Postacıların komutan üniforması yaraşıyor sana Uğur Abii!
FAZİLET limon kolonyasını HAMİYET'in alnına, burnuna,
boynuna sürerken FAHRETTİN ayağa kalkar ve kadınların UĞUR : Sağ ol Cemile. Elimdeki bilet birinci mevkii... yani doğarken öyle
arkasından HAMİYET'e görünür. Elini sallar. Sevimli.) kesmişler biletimi... ama nedense sürekli müşkül mevkiide kalıyorum.
FAHRETTİN : Haaamoşşş! Nasılsın bakayım? (HAMİYET ay deyip yine
bayılır. CEMİLE gülmeye başlar. FAZİLET, AYNUR ve İNCİ, FAHRETTİN'e CEMİLE : E, kondüktöre bildirsene durumunu!
dönüp değişik tonlarda "Aaaa" sesi çıkarırlarken, neşeli bir alaturka çalmaya
başlar. Sahne giderek bir pantomime dönüşürken müzik yükselir, perde yavaş UĞUR : (Ciddileşir.) Aa, kondüktörün durumu, benimkinden daha acıklı... Bir
yavaş kapanır.) kere kondüktör üçüncü mevkii vagonlara bakmaya alışmış, bizim biletleri
anlamıyor pek. Bunlar nerede kesiliyor hemşerim diye soruyor.
CEMİLE : N'aapsın adam, görmediyse?

PERDE UĞUR : Öyle. N'aapsın adam görmediyse. Bir de bir başka kondüktör var.
CEMİLE : Öyle mi?
UĞUR : Evet. O da bir bürokratik hata sonucu orada bulunuyor. Adam aslında
orkestra şefi, kondüktör olarak, bu kadrodan yataklı trenlere tayini çıkmış
bir kere, haydi bakalım, işin içinden çıkabilirsen çık!
CEMİLE : Zavallı.
2. BOLÜM UĞUR : O da birinci mevkii biletle müşkül mevkiide çalışmak zorunda.
CEMİLE : Yolculuk iyi bir şey değil Uğur Abi.
UĞUR : Nedenmiş o?
(Işık. Aynı salon-oturma odası-yemek odası. Birinci perdenin CEMİLE: İnsanın yerinden yurdundan olması iyi bir şey mi?
sonunda HAMİYET Hanımın yatırıldığı kanepenin üstünde UĞUR: Öyle, iyi bir şey değil. Ama insanın yeri yurdu yoksa ne olacak?
FAHRETTİN uyumaktadır. Güzel bir alaturka çalar. Uzunca bir CEMİLE : Yersiz yurtsuz insan olur mu Uğur Abi?
an. Kapı çalar hafifçe. Müzik devam eder. Kapı bir daha çalınır, UĞUR: (CEMİLE'ye bakar uzun uzun. Gülümser.) Olmaz. Olmamalı. Haklısın.
yine hafifçe. Sağdan CEMİLE girer. FAHRETTİN'e bakar, (Sessizlik)
gülümser, sonra kapıyı açmaya gider. UĞUR' la beraber geri FAHRETTİN: (Yattığı yerden) Yersiz yurtsuz insan olmaz olur mu be?! Ben ne
döner sahneye. UĞUR'un üstünde birinci perdedeki postacı oluyorum? Zapata Rüstem, Meksikalı mıydı?
giysileri vardır. Çantası filan) UĞUR : Uyuyorsun sanıyordum.
FAHRETTİN : Herkes öyle sanıyor yıllardır! Sen de katıl sürüye! da. İyi mi? (Birlikte gülerler.) İşte gördüğüm tek keçi sakallı oydu. Ben sakallı
CEMİLE : Uğur Abiye de mi kızgınsın Fahrettin Amca? insan sevmem pek, biliyor musun?
FAHRETTİN : Hayır. Ona da, başkalarına da, artık hiç kimseye kızgın FAHRETTİN : Cemile?
değilim ben. Beni hiçbir şey kızdıramıyor artık. Postacıya mı CEMİLE : Buyur beybaba?
kızacağım? FAHRETTİN : Senin zararın dokunuyor bana.
UĞUR : Dede? Gidelim mi artık? CEMİLE : Amanın Fahri Amca? Amanın. Seni çok sevdim ben. Nedenmiş o?
CEMİLE : Çay demlemiştim. FAHRETTİN : Hiddetimi azaltıyorsun. Senin gibi bir insan görünce kızgınlığım,
FAHRETTİN : Gidelim. (Duraklar.) Nereye gideceğiz? öfkem geçer gibi oluyor. İyi bir şey değil bu.
UĞUR : Yürürüz biraz. Dışarısı çok güzel, tam senin istediğin gibi. UĞUR : Sürekli öfke ile de yaşanmaz ki dedeciğim.
FAHRETTİN : Nasıl? FAHRETTİN: Neye öfke duyduğuna bağlı. Bazı hayatlar... yalnızca öfke ile
UĞUR : Yanık yaprak kokulu, buğulu, serin, dumanlı bir güz akşamı yaşanmalıdır.
başlıyor. Paltosuzların havası dersin ya sen... UĞUR : Öyle mi? Senin hayatın öyle değil gibi geliyor bana.
FAHRETTİN : İyi. Gidelim öyleyse. FAHRETTİN: Haklısın. Benim hayatım sürekli bir gülümsemeyle yaşanıp bitecek
CEMİLE : Çay demlemiştim. gibiydi. Ama gereğinden fazla mı kaldım bu dünyada, nedir bilmem, son on yıldır
FAHRETTİN : O acayip insanlar neredeler kızım? işin boku çıktı! Gelip geçici sandığım öfkelerim giderek bütün hayatımı kapladı.
CEMİLE : Üst kata çıktılar. Sanki öfkelendiğim için yaşıyorum.
FAHRETTİN : Yok yahu! Terfi mi ettiler? Üçün birine mi tekabül CEMİLE : Mahmut öfkelendiği zaman sırıtır.
ediyorlar artık? Çok memnun oldum. UĞUR : Nasıl nasıl?
CEMİLE : (Güler.) Hamiyet Hanım'ın ödü koptu sizden. CEMİLE :Hiiç. Öyle işte. Koyun gibi sırıtır mel mel. İşte o zaman üzerine
FAHRETTİN : Sen öyle zannet. Kimse korkmuyor benden. Kimse varmamak gerekir. Öyle oldu muydu... tehlikelidir.
ilgilenmiyor bile artık. Herkes her şeyi biliyor! FAHRETTİN : Şu senin Mahmut'u tanımak isterdim.
UĞUR : İnci Hanım neyi biliyor sence dedeciğim? CEMİLE : Altın gibidir Mahmudum. Ama... sinirli, ama aksi, ama huysuz...
FAHRETTİN : Herkes her şeyi biliyor. Kendi (Sessizlik) FAHRETTİN: Uğur?
çıkardıkları ve hayatlarının temelini kuran kokuları da biliyorlar, bizim ve bize UĞUR : Efendim?
benzer insanların onlara zarar veremeyeceğini de... Bizi nasıl un ufak ede- FAHRETTİN: Gidelim haydi, İyi olmadı bugün buraya gelmem.
ceklerini de, bütün yol ve yordamıyla, yöntemleriyle biliyorlar. Kendilerinin ne UĞUR : Gidelim dede. Benim kabahatim. Benim suçum.
kadar boktan, sığ, işe yaramaz olduklarının farkındalar. Bal gibi biliyorlar (Sokak kapısından NİLGÜN girer.)
bunu! Ve bizlerden daha akıllı... yani daha pratik insanlar hepsi! Meseleyi, NİLGÜN : Selam! N'aber? Nasıl geçti saatler? (Güler.) Nasılsın canım? (UĞUR'u
mesele olmaktan çıkarıyorlar. Biz hayat kültüründen söz ederken ve sesimizi öper.) Fahrettin Amca'nın canım çok sıkmamışlardır inşallah, bizim cadılar!
yükseltirken, içlerinden biri, bir düdüklüde kıymalı bamya pişiriyor, bitti! Hapı (CEMİLE'ye) Çay var mı?
yutuyoruz. Yere yapışıyoruz! Ondan sonra istediğin kadar kalayla... işe yaramaz!
Köy delisi gibi bir şey olduğunla kalıyorsun. Sakallı insanları sever misin sen? CEMİLE : Şimdi demledim.
CEMİLE : Bilmem. Hiç aklıma gelmedi. Bizim mahallede tek sakallı bizim caminin
imamıdır. Mahmut iki günde bir tıraş olur. Pek güzel oluyor, güzel kokuyor. NİLGÜN : Yaşşa! Git getir hemen.
FAHRETTİN : Keçi sakallı adamlar görmedin mi hiç? UĞUR : Biz gidiyorduk Nilgün.
CEMİLE : Gördüm. Görmez olur muyum? Televizyonda. ..
FAHRETTİN: Orada değil! Senin oturduğun sokakta diyorum! NİLGÜN : (Taklit eder.) Biz gidiyorduk Nilgün! Nasılsın Nilgün, iyi misin, hoş
CEMİLE : Yok. Bizde öyle acayip şeyler olmaz. musun, neden hüzünlüsün, yüreğini burkan bir şey mi var, neden böylesin, ne
FAHRETTİN : Hiç mi görmedin keçi sakallı bir adem? oldu, ne bitti, gözlerine ne oldu Nilgün diyen yok!
CEMİLE :(Düşünür, güler.) Gördüm. Bir kere. FAHRETTİN: Gözlerine ne oldu Nilgün? (Sessizlik)
UĞUR :Nerede? Cemile: Buyur?
FAHRETTİN : Nerede? NİLGÜN : Çay? Getirmeyecek misin?
CEMİLE : Lunapark’ta. (Biran) Sihirbaz Habubi Simba! Embu Konga! CEMİLE : Gidiyorum abla. Gidiyorum. (Sağdan çıkar.)
FAHRETTİN : (Homurdanır..) Habubi Simba! Embu Konga! UĞUR : Ne oldu Nilgün?
CEMİLE :: Bahar geldi mi, Mahmudum beni Lunapark'a götürür. Dondurma yeriz, NİLGÜN: Hiçbir şey olmadı canım. Hiçbir şey olmadı. Senin postacılık
sandal kiralar havuzda dolanırız, dönme dolaba bineriz, ördeklere ateş ederiz, durumları nasıl gidiyor? (UĞUR'un yerde duran postacı çantasını açar, içinden
teneke ördeklere... Korku Tüneline bineriz, uçaklara bineriz. Aynalara gireriz, bir deste mektup çıkartır.) Bunların hepsi bu eve mi yollanmış?
güleriz, eğleniriz. Bir kere de Sihirbazın Çadırına girdik. Habubi Simba. Neler UĞUR : Yapma Nilgün.
neler yaptı adam. Şapkasından güvercinler mi çıkarmadı, kızın birini fıçıya sokup NİLGÜN: (Elindeki mektup destesine bakar.) Kim yazıyor bu kadar mektubu?
kılıçlar mı saplamadı, neler neler! Sonunda Mahmut çözdü adamın esrarını. Kim yazıyor ve kime gönderiyor? İnsanların başka işi mi kalmadı? Bana bir
UĞUR : Nasıl yani? Şapkadan çıkan güvercine mi sordu? satır olsun yazan kimse yok! Bir de şunlara bak! Deste deste mektup!
CEMİLE : Yok abi. Habubi Simba dedikleri, Mahmut'un köylüsü Necmi çıktı sonun- FAHRETTİN : Bırak o mektupları bakayım. (Sessizlik) Hasan'dan mı
geliyorsun? UĞUR : Dede?
NİLGÜN : (Eli havada donar bir an. Alaturka fasıl başlar. Hafiften. NİLGÜN NİLGÜN : Kusacağım şimdi dedi!
usulca bırakır mektupları. UĞUR'a bakar bir an) Çok yorgunum. (Oturur.) Çok CEMİLE : Allah rahmet eylesin.
yoruldum. Ne biçim bir yer bu dünya? (Sessizlik) UĞUR : Dede?
FAHRETTİN: Uğur'cuğum evladım? Gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz? CEMİLE : Uğur Abi... başın sağ olsun...
NİLGÜN : Gitmeyin canım! Ne olur gitmeyin! Neden gidiyorsunuz? NİLGÜN : Enteresan bir adamdı. (Alaturka Müzik)
UĞUR :Şey... UĞUR : Ne yapacağım ben şimdi?
FAHRETTİN : Burada ölmek istemiyorum da... ondan... gitsek iyi olacak. NİLGÜN : Cenaze ile mi?
NİLGÜN : Neden ölümden bahsediyorsunuz şimdi? Ölümün ne ilgisi var? UĞUR : Hayır canım. Sizlerle ve kendimle... ne yapacağım?
FAHRETTİN : Burada kalırsak öleceğim sanki. Neden bilmem, bu böyle.
UĞUR : Gidelim, peki, ne yapalım, gidelim! CEMİLE : (Ağlar.) Olacak şey mi bu şimdi? Olur şey mi? Ne tatlı adamdı.
NİLGÜN : Ben de gelirim sizinle! UĞUR : En iyi arkadaşımdı.
UĞUR : Nilgün? Ne oluyor canım? Neden böyle yapıyorsun? NİLGÜN : Ne yapacağız şimdi?
NİLGÜN : Ne yapıyorum?
FAHRETTİN : Niye gittin, niye geliyorsun demek istiyor. CEMİLE : Böyle aşkın ızdırabı bitmek üzere...
NİLGÜN : Gitmedim ki... Gelmiyorum da... Aynı yerde otluyorum! UĞUR :Ne?
UĞUR : İçki mi içtin sen? CEMİLE : (Eliyle tavanı işaret eder.) Birazdan inerler.
NİLGÜN : Hasan bana "küçük burjuva" dedi! NİLGÜN : Annem del irecektir evde bir... (Düşünür.) böyle bir şey olduğunu
(Ağlamaya başlar.) duyunca...
FAHRETTİN : Vay hıyar vay! UĞUR : En iyi arkadaşımdı. Şey değildi! (Güler.) Hemen bütün önemli şeyleri
UĞUR : (NILGÜN'e) Üzülme canım. Ne var bunda üzülecek? ondan öğrendim. Yaşlı birinin ölümüne ağlamamak gerektiğini de o öğretmişti
FAHRETTİN : Hiçbir şey yok! bana.
NİLGÜN : Ne doğuyu anlıyormuşum ne de Pink Floyd'u! NİLGÜN : Nasıl yani?
FAHRETTİN : Bunu da mı Hasan söyledi? UĞUR : Ölüm, haksızlık ediyorsa kötüdür derdi. O zaman karşı çıkmalı ölüme
NİLGÜN : Evet. Biz başka dünyaların insanlarıymışız! derdi.
FAHRETTİN : Öptü mü seni? CEMİLE : Ölüm hep haksızdır be Uğur Abi...
NİLGÜN : Hayır! (Üzgün, ağlar.) UĞUR : Kronoloji bozuluyorsa kötüdür ölüm. Böyle öğretti bana.
UĞUR : Öpmedi mi? CEMİLE : Neymiş o loji?
NİLGÜN : Öpmedi. Dokunmadı bile! Yüzüme tükürdü. (Sessizlik) UĞUR : Çocukların, genç insanların ölümüne karşıydı. Cinayetlere karşıydı.
FAHRETTİN : Sen ne yaptın? İdama ve savaşa karşıydı. Rahmetli... çok şeye karşıydı. Ama... ölümü, hayatın
NİLGÜN : Yüzümü sildim. (Bir an) Mendilimle... doğal bir uzantısı olarak görüyordu. Daha doğrusu ölümü, hayatın içerdiği bir
FAHRETTİN : Uğur! ayrıntı olarak algılıyordu. Mütevekkil bir eda ile değil elbet... Ölümü bir emir
UĞUR : Dede? olarak kabul etmedi hiç... Tam tersine... bütün genel-geçer düşünceyi ter-
FAHRETTİN : Gidelim. Beni götür buradan! Hemen, şimdi! sinden düşündü...Ölüm varsa, hayat da olacaktır kaçınılmaz olarak derdi...
NİLGÜN : Nedensiz buluyorum kendimi Hasan’ın kollarında... Gizemli... CEMİLE : Neye yarar artık bunlar?
FAHRETTİN : Gidelim artık. NİLGÜN : (UĞUR'a) Fahrettin Amca’yı ben de çok severdim, biliyorsun.
NİLGÜN : Çağdaş insanlarla beraber olmak istiyorum. UĞUR : Biliyorum.
FAHRETTİN : (UĞUR'a) Kusacağım şimdi! NİLGÜN : Başın sağ olsun.
NİLGÜN : (UĞUR 'a) Seni de seviyorum aynı zamanda... UĞUR : Teşekkür ederim.
UĞUR : (FAHRETTİN'e) Dedeciğim, iyi misin? NİLGÜN : Annemler neredeyse gelirler.
FAHRETTİN: Değilim... ölüyorum Uğur. (Ellerini UĞUR'a uzatır, öksürmekle UĞUR : Dostlarım! Şimdi kulaklarınızı açın ve beni dinleyin.
gülmek arası bir ses çıkarır ve ölür oturduğu yerde) CEMİLE : Buyur Uğur Abi?
(FAHRETTİN Bey ölmüştür. Alaturka fasıl başlar. CEMİLE sağdan girer. NİLGÜN : Çıldırdın mı Uğur?
Elinde bir tepsi, üstünde BEŞ tane ince belli çay bardağı. UĞUR, UĞUR : Dedemi yaşadıklarına, savunduklarına, yaptıklarına, ettiklerine yaraşır
FAHRETTİN Bey'in önünde dikilir sessizce. Şaşkın. NİLGÜN olup bitenin bir şekilde uğurlamalıyız.
farkında değil gibidir.) CEMİLE : Senin adın da Uğur zaten.
(ALATURKA MÜZİK) (CEMİLE gözlerini FAHRETTİN Bey 'den ayırmadan UĞUR : (Güler.) Bu günün geleceğini biliyordu... Öleceğini biliyordu elbet...
elindeki çay tepsisini masanın üzerine bırakır. NİLGÜN ağlamaya devam NİLGÜN : Bundan ötürü mü adını Uğur koymuşlar senin? Dedeni uğurla diye?
eder. UĞUR, kımıldamadan FAHRETTİN Bey'in şekline bakar. İhtiyar, UĞUR : Bilinmez ki... belki de öyledir. Şimdi beni dinleyin. Dedemin öldüğünü
koltuğun üstünde biraz kestiriyormuş gibidir. Neredeyse gülümser. En (Saatine bakar.) iki saat saklayacağız.
sonunda huzura kavuşmuştur sanki. Sahnede üzüntü ve saygı, hüzün ve özlem, NİLGÜN : Sen iyice çıldırdın galiba? Kimden saklayacağız ayol?
şaşkınlık ve çokbilmişlik birbirine karışmıştır. Kimse, ne yapacağını bilemez.)
UĞUR : (Eliyle tavanı işaret eder.) Mahşerin Dört Atlısı'ndan! NİLGÜN: Polise?
CEMİLE : Günaha girersin abi... UĞUR : Suçu neydi diye sorarlarsa ne yapacağız Nilgün?
NİLGÜN : Olmaz bööle şey! NİLGÜN : Dalga geçme ne olur! Ne yapacağız?
UĞUR : Olur olur. Bal gibi olur. Bakın şimdi, hiç ölmüş bir insan hali var mı UĞUR : Bana bir sandviç hazırlar mısın?
üstünde? Öğle yemeğinde ne vardı? NİLGÜN : Böyle zamanda yemek mi düşünüyorsun?
CEMİLE : Düdüklüde Kıymalı Bamya.
UĞUR : (Yüzünü buruşturur.) İki tabak ondan yediği için biraz şekerlemeye UĞUR : Sabahtan beri bir şey yemedim. Beyaz peynir, domates filan var mı?
yatmış tatlı bir ihtiyar gibi. Kestiriyor. NİLGÜN : Cemile'ye söyleyelim hazırlar.
NİLGÜN : Neden yapıyorsun bunu? UĞUR : (Güler.) Yok yahu, biz mutfağa gidip kendimiz hazırlayalım ne
UĞUR : Bir tek nedenden ötürü değil. Bir tek nedenden ötürü hiçbir şey yiyeceksek. Haydi. Kamım doyarsa kafam daha iyi çalışıyor. Bazen...
yapmadım hayatımda. Allah kahretsin! Bunu da o öğretmişti bana! Yaptığım NİLGÜN : Fahrettin Amca ne olacak?
her şeyin birden fazla nedeni ve sonucu vardır sevgili dostum. UĞUR : (Hüzünle bakar dedesine, sonra gülümser.) Uyuyor mışıl mışıl.
NİLGÜN: Sorumu yanıtlamıyorsun Uğur? (Az Önce CEMİLE' nen çıktığı kapıdan çıkarlar. Alaturka müzik. Uzun bir an.
UĞUR : (FAHRETTİN'İ gösterir.) O benim yerimde olsaydı şimdi, böyle bir Soldaki kapıdan sabahlıklar içinde FAZİLET, AYNUR, İNCİ ve HAMİYET
şeyler yapmamı isterdi. girer. Evet, HAMİYET Hanım da allı-güllü bir sabahlığa bürünmüştür.
NİLGÜN : Nasıl bir şeyler? AYNUR'un kafasında bigudiler vardır. FAZİLET in elinde bir krem kutusu.)
UĞUR : Bilmiyorum işte, canım, ortalığı karıştıracak, hınzırca ve acıklı-gülünç, FAZİLET : Ananas var içinde, kivi var, avokado var. Yüzü genç tutuyor tabii.
örf ve adetlerimize aykırı, bir yandan da yaşadığımız zamanlan açıklayan, ya Normalman.
da o zamanları sorgulayan... en iyisi o zamanlara nanik yapan bir şeyler İNCİ : Ay, meyve salatası gibi hissediyorum kendimi bunu sürdüğüm zaman.
yapmamı isterdi. (Bakar.) Rahmetli. Bizimkinin de midesi bulanıyor.
AYNUR : Bu lezzete alışık değiller henüz.
NİLGÜN : Eee, ne yapacağız şimdi? HAMİYET : Kimler?
UĞUR : Hiçbir şey. FAZİLET : Bizim beyler. (Gülerler hep beraber)
CEMİLE : Rahmetli iyi insandı. HAMİYET : Ben makyajımı burcuma göre yapıyorum.
UĞUR : Hiçbir şey olmamış gibi davranacağız. (FAHRETTİN' e gider, cesedi İNCİ : Senin burcunu yazan, makyajını da mı bildiriyor?
oturduğu yerde düzeltir özenle. Şapkasını alır, koltuğun kenarına koyar.) AYNUR : Yüzü genç tutuyormuş değil mi bu krem?
İşte... bakın... uyuyor sanki... Kıymalı Bamyayı sindirmeye çalışıyor. FAZİLET : Evet.
NİLGÜN : Ne diyorsun sen Allah aşkına? Birazdan annemler inerler yukardan.
Sen, ben ve Cemile, burada Fahrettin Amca'nın şeyi karşısında hiçbir şey AYNUR : Gövdeye bir yaran yok mu yani?
olmamış gibi mi davranacağız? HAMİYET : Gövde kremleri aynı. Onlar daha pahalı.
UĞUR : Evet. Aynen öyle. FAZİLET : Gövdemiz, yüzümüzden daha geniş bir yer tutuyor tabii.
Normalman.
CEMİLE : Ben yapamam. HAMİYET : Ay vallahi öyle... Ben çok şişmanladım yine.
NİLGÜN : Sen zaten mutfağa git. (Bakınır.) Bu çayları da götür dök musluğa. İNCİ : Ben de hayatım. Eski sabahlıklarımın içine sığamıyorum valla.
Bardakları yıka. Uğur, olacak şey değil bu! FAZİLET : Ben eski sabahlıklarımı bizim Cemile'ye verdim ama ne olacak,
UĞUR : Ölmeseydi daha iyiydi, haklısın. aşağı tabaka ne de olsa, hiçbirini giymiyor.
NİLGÜN : Onu demek istemiyordum. AYNUR : Satmıştır ayol.
UĞUR : Daha mı iyi olduğunu söylüyorsun bu ölümün? HAMİYET : (FAHRETTİN' in önünde durur.Şaşkın) Aaa, üstüme iyilik
NİLGÜN: Saçmalama, sen de Fahrettin Amca gibi davranıyorsun! sağlık! Bu adam hâlâ burada mı?
UĞUR: Umarım öyledir. İNCİ : Kim?
CEMİLE: (Tepsiyi alıp sağdan çıkarken) Allah rahmet eylesin, çok iyi adamdı. HAMİYET : Ay, işte burada uyuyor beni bayıltan deli, terelelli!
Ben mutfağa gideyim şimdi... Başımıza taş yağacak... (Çıkar.) FAZİLET : Aaa, bu kadarı da fazla!
NİLGÜN : Uğur? HAMİYET : Aman yavaş, uyanmasın ne olur, aman bırakın uyusun.
UĞUR : Efendim? FAZİLET : Bir iki saat kaldı Cahit'in gelmesine. Valla ne der bilmem evde
NİLGÜN : Bir şey yapmalıyız. horul horul uyuyan yabancı bir ihtiyar görünce...
UĞUR : Ne gibi bir şey canım? (Bir yandan FAHRETTİN'e ufak tefek AYNUR : Ne yapacağız?
dokunmalar yapar. Ayaklarını düzeltir, kollarını ayarlar vs.) İNCİ : Ayol bırakın adamı uyusun oturduğu yerde. Nasıl olsa torunu
NİLGÜN : Telefon edelim. gelip alır götürür az sonra.
UĞUR : Nereye? AYNUR : Vatman mıydı torunu?
NİLGÜN : Hastaneye! FAZİLET : Postacı.
UĞUR : Ölmüş bir insan için doktor mu isteyeceğiz? AYNUR : Nilgün de nereden bulur bunları bilmem.
HAMİYET : Aman alçak sesle konuşun ne olur, uyanır filan da... için.
İNCİ : (Güler.) Seni iyice etkiledi bu pimpirik ha? AYNUR : Ne, nasıl dedin adını?
HAMİYET : Aman, eksik olsun istemem! Ay hatırladıkça ter basıyor! HAMİYET : Habubi Simba Marakeşli.
AYNUR : N'aptı adam sana Hamiyet Abla? İNCİ : İki sokak ötede bir falcı oturuyor, bazen onu çağırıyorum ben.
HAMİYET : Ay kapıdan girer girmez üzerime saldırdı. Seni dana pirzolası Ruh filan çağırmaya...
gibi yerim valla dedi. Fazilet'e Adanalı dedi. HAMİYET : Sen bir kere Habubi Simba'ya gel, o falcıyı bırakırsın.
FAZİLET : Terbiyesiz. FAZİLET : Ben de iyi bir manikür - pedikür yapan kız arıyorum.
HAMİYET : Şşt, uyanmasın. HAMİYET : Aaa, bizim Kuaför Birol'un yeni kızını dene. Kolej mezunu pek
İNCİ : Başka başka ne oldu? güzel, efendi bir şey.
HAMİYET : Dedemin saraylı olduğunu söyledim. AYNUR : Birol Avrupa'dan döndü mü?
İNCİ : Ne alakası var? HAMİYET : Bir ay oluyor hayatım. Yeni saç şekillerini incelemiş. Seni sordu
FAZİLET : Aman Hamiyeeet, olur olmaz yerde söylersin bunu hep. geçenlerde...
HAMİYET : Belki korkar diye aklıma geldi. AYNUR : Aman Hamiyet Abla... Beni kuaförlere mi layık görüyorsun?
AYNUR : Korktu mu bari? FAZİLET : Ayol ne var bunda alınacak?
HAMİYET : Ne gezer şekerim, iyice azıttı. Şapkama ayrı saldırdı, gözlüğüme ayrı. İNCİ : Ama ne? Sen de pek alıngan oldun Aynur.
(İNCİ'ye) Senden de Tuğba diye söz ediyordu. AYNUR : Aman ne bileyim, pek bir sıkıntılıyım nedense?
İNCİ : Öyle miiii? İNCİ : Birol'a git, bir şeyciğin kalmaz.
HAMİYET : Derken şekerim, kendinin bir süvari olduğunu iddia etmeye başlamaz FAZİLET : (FAHRETTİN'in önünde durur.) Bu da çuval gibi yığılmış
mı? AYNUR : Ay, iyice tırlamış bu. uyuyor hâlâ.
HAMİYET : Hafif Süvari Alayının Hücumuna kumanda etmek için burada olduğunu HAMİYET : Aman elleme, bırak uyusun!
söyledi. Ben yamyamım dedi kendisi için. (Sağdan, bir sandviçin son lokmalarını yiyerek UĞUR ile
FAZİLET : Ayol adam Allahtan çelimsiz, ufak tefek ihtiyarın biri. NİLGÜN girerler.)
İNCİ : Öyle. Şam Şeytanı gibi biçare. FAZİLET : Aaa, siz evde miydiniz? Nilgün, arkadaşına söyle, dedesi
AYNUR : Ya şöyle iri yarı, güçlü kuvvetli birisi olsaydı ne yapardık? uyuyor, uyandırsın, alsın götürsün. Az kaldı babanın gelmesine. Bugün bu kadar
İNCİ : Nerdeee bizde o şans? kepazelik yeter.
FAZİLET : Aman şans deme bana, üç gündür konkende hep veriyorum. UĞUR : Gitmek üzereydik. Dedemin aniden bastıran uykusu,
HAMİYET : Ben de. Ama ne yaptım biliyor musun, gittim kendime dokuz tane planımızda küçük bir değişiklik yaptı. İster istemez.
ayakkabı aldım. İNCİ : Kusura bakmayın ama... dedeniz çok acayip bir adam.
İNCİ : Oooh, çok iyi etmişsin. UĞUR : Öyledir efendim. Haklısınız.
HAMİYET : Rugan, yılan derisi, timsah derisi, alçak ve yüksek topuklu, üstü HANİYET : Beni öldürüyordu neredeyse...
mücevherli, tokası incili, kenarı işlemeli, siyah, lacivert, yeşil, açık yeşil, mor, açık UĞUR : Artık böyle bir şey yapamaz efendim, müsterih olun!
mor, sütlü kahve, kırmızı, açık kırmızı tam dokuz pabuç. AYNUR : Bana "sen dulsun di mi?" dedi.
FAZİLET : Ne oldu peki? UĞUR : Ayıp etmiş doğrusu! Nereden anladıysa?
HAMİYET : Konkende kaybettiklerimi unuttum. Hem şansım da döndü. Burcumda FAZİLET : Uğur Bey Oğlum?
öyle yazıyordu zaten. UĞUR : Emredin efendim? Buyurun! Sizi seviyorum, size hayranım,
FAZİLET : Burcunda dokuz pabuç al, konkende joker çekeceksin diye mi yazıyor? Nilgün gibi mükemmel bir insanı yetiştirmek kolay mı? (Diz çöker.) Bir
Amerikan filminde Macar bir kontes görmüştüm yıllar önce. (Sessizlik)
Hangi burç bu ayol, biz de okuyalım. FAZİLET : Anlamadım?
HAMİYET : Aman çok hoşsun Fazileet. Öyle yazar mı? Dokuzuncu ayda HAMİYET : Ben de anlamadım.
kısmetiniz açılacak diye yazıyordu. UĞUR : O kontese benzetiyorum sizi.
FAZİLET :Eee? FAZİLET : Teşekkür ederim oğlum. Bizden geçti artık.
HAMİYET : Dokuzuncu ayı dokuz ayakkabı ile karşıladık ve konkende AYNUR : (FAZİLETe) Ablaaa?
kısmetimiz açıldı. UĞUR : (FAZİLETe) Siz de o macar dilberi gibi asil ve ağırsınız!
FAZİLET : Hamooş? Kim yorumluyor seni burcunu? Birine danışıyorsun FAZİLET : (A YNUR 'a) B ana abla demene gerek yok Aynur!
gibime geliyor. AYNUR : Ne diyeyim?
HAMİYET : Amaan, sizden de bir şey saklanmaz ki. Bizim apartmanda bir HAMİYET : Ay, ben yine fena oluyorum kızlar!
Hintli bilge yaşıyor. Ona danışıyorum. Meditasyon diye bir şey öğretiyo adam. NİLGÜN : Uğur! Pılını pırtını ve dedeni medeni al ve def ol git buradan!
Dehşetli bir şey. Biraz pahalı ama olsun, ne yapalım? Taa Hindistan'dan kalkıp UĞUR : (FAZİLET e) Kızınız bizi kıskanıyor Fazilet!
gelmiş buralara kadar, ne yaparsa katlanıyoruz. Çok esrarlı bir adam. FAZİLET : Nilgün! Odana git hemen, hadi bakayım!
FAZİLET : Hamiyet, gazetede çıkan burcunu Hintliye mi okutuyorsun? İNCİ : (FAZİLET e) Oğlan sana "ağır" dedi.
HAMİYET : Evet. Burcun ne anlama geldiğini anlatıyor. Bir gün sizi de UĞUR : Bana oğlan diyemezsiniz!
götüreyim ona. Habubi Simba'yı görmek gerek, nasıl ulu bir kişi olduğunu anlamak İNCİ : Nedenmiş o?
UĞUR : Hamoşla birlikte ben de düşüp bayılırım sonra! İNCİ : (FAZİLET e) Sana Fevziye dedi.
FAZİLET : (UĞUR'a) Bana ağır mı dedin sahiden? UĞUR : Yavaaş! Bağırmadan konuşun! Manastırlı Fahrettin Bey
UĞUR : Der miyim canım?! Kıskanıyorlar bizi. uyuyor. Biraz saygılı olun! Her şey televizyon dizisi değil, her şey konken
NİLGÜN : Dedi anne! değil! Dünyada dedikodu ve kendini beğenmişlikten başka şeyler de var!
FAZİLET : Sen sus! Haydi bakayım, odana! FAZİLET : (Sinmiştir.) Sen bizden çok bağırıyorsun evladım.
HAMİYET : Aaaayyy! Yetişin dostlaaar! Yeter, yeeteeeer! (Sessizlik) : NİLGÜN : (Hayretle seyretmiştir sahneyi. UĞUR' a) Hayrola?
Burada bir ölü var. (Sessizlik) UĞUR : Seni kurtarmaya karar verdim.
UĞUR : Evet. Aşkım öldü bugün. (FAZİLET e) Kızınızı sevdiğimi sanıyordum. NİLGÜN : Alıp götürecek misin beni?
FAZİLET : Öyle miydi? UĞUR : Ah, bunu yapamam biliyorsun. Biraz olsun aklını
UĞUR : Artık sanmıyorum. karıştırabilirsem ne mutlu bana!
NİLGÜN : Ölen yalnızca Uğur'un aşkı değil. AYNUR : Bu akşam, burada mı kalacaksınız?
FAZİLET : (UĞUR'a) Sen ne tatlı şeysin öyle? FAZİLET : Aaa, üstüme iyilik sağlık! Dünyada olmaz!
UĞUR : Sağ olun! AYNUR : Salona yer yatağı yapardık.
AYNUR : (FAZİLETe) Cahit abi, birazdan gelir. FAZİLET : Aynur, sus bakayım!
FAZİLET : Aman, amaan, gelmez olsa... İNCİ : Düdüklüde Kıymalı Bamya da var.
İNCİ : Öyle deme Fazilet. Ev kirasını kim ödeyecek? HAMİYET : Ay, ben bunlarla kalamam valla!
HAMİYET : Telefon faturasını kim verecek? FAZİLET : Ayol kim kiminle kalıyor? Ev benim evim!
AYNUR : Gazını kim çıkaracak? HAMİYET : Haa o başka, sen istiyorsan kalmalarını, kim karışır? -
UĞUR : Ben! Ben! FAZİLET : Yahu ister miyim hiç!?
FAZİLET : Sen ne tatlı şeysin öyle? İNCİ : istemiyor musun? Gidelim Hamiyet...
NİLGÜN : Burada bir ölü var! FAZİLET : Siz değil canım, bu postacıyla, dedesi gitsin artık.
UĞUR : Nilgün! AYNUR : Kısır dedi az önce, içim bir hoş oldu.
FAZİLET :Kızım haydi bakayım, kışt kışt! Odana git dedim sana! HAMİYET : Adam hâlâ uyuyor. Öldü mü ne?
NİLGÜN : (UĞUR'a) Utanmıyorsun değil mi? Ne biçim adamsın sen be? Bu en FAZİLET : Aman ağzından yel alsın! Baksana horul horul uyuyor işte.
üzüntülü gününde... Öööyle yayılmış, babasının evinde sanki.
UĞUR : (FAZİLET'e) Hasan'la kavga etmiş, ondan ötürü biraz bozuk. UĞUR : Babasının evi yoktu Fahrettin Bey'in.
FAZİLET : Amann o kasabalıdan kurtulduk mu yani? FAZİLET : Sokakta mı yatıp kalkıyorlardı?
NİLGÜN : (UĞUR'a) Hasan senden bin kere daha iyi! UĞUR : Denizde.
AYNUR : Üzülme Nilgün'cüğüm. Elini sallasan ellisi... FAZİLET : Anlamadım.
İNCİ : Gençsin güzelsin... UĞUR : Dedemin babası denizciydi. (Alaturka müzik başlar. UĞUR bir
HAMİYET : Tahsilin var, akıllısın. iskemle çekip dedesinin yanına oturur. Bir sigara çıkarır, kibrit bulamaz, FAH-
FAZİLET : Tahsili var da, akıl konusunda şüpheliyim ben. RETTİN Bey'in yelek cebinden çakmağını alır, yakar. Dedesine bakar,
NİLGÜN : Anne! Yeter artık! gülümser. Elini okşar, çakmağını geri koyar yelek cebine. NİLGÜN'e bakar bir
FAZİLET : Bana bak, sesini yükseltme benimle konuşurken, yoksa... an)
UĞUR : (Araya girer. Saf değiştirmiştir aniden. UĞUR : Dedemin babası Kaptan Pekmezzade Muhsinoğlu Nuri. Siz daha
Artık NİLGÜN' ün tarafında savaşmaktadır.) ... Yoksa ne tuvalet kâğıdı nedir bilmezken, New Orleans'tan Hamburg'a keten yastık
olacak Fevziye Hanım? yüzleri ve çarşaflar taşıyordu gemiyle!
FAZİLET : Sana ne oluyor canım? HAMİYET : Oğlum, evladım, sizin aileden normal insan çıkmaz mı hiç?
UĞUR : Nereden canın oluyorum yahu? Nilgün'ün arkadaşıyım ben! UĞUR : Valla teyzeciğim, ne desem yalan. Elimizdeki mallar bunlar işte. Ben
Postacıyım! Yakında yataklı trenlerde çalışmaya başlayacağım! Yazık ve ayıp! istemez miyim sizlere daha kaliteli bir servis vereyim? Geçmişte neyi
Neden yükleniyorsunuz kıza? Sizin gibi davranıp, sizin gözlerinizle görecekse paketledilerse, bugünün vitrinine onları koyuyoruz. Arada iyi olanı da var, kötü
dünyayı, neden zahmet edip okula gönderdiniz? Giyimini, kuşamını, arka- olanı da...
daşlarını, seçimlerini ha babam itip kakalıyorsunuz kızın! Sizin gibi olmasını İNCİ : Evladım, dükkânı neden burada açtınız?
istiyorsunuz. Bir farkla. FAZİLET: Ama ne?! Pazar yeri mi burası ayol? Neden burada sergiliyorsun
FAZİLET : Neymiş o, neymiş o? mallarını, dedenle beraber?
UĞUR : Sizlerin becerebildiğinden daha iyi bir evlilik yapsın NİLGÜN : Ben çağırdım onları bugün.
istiyorsunuz! Sonra sizler ve kızlarınız, kocalarınız ve damatlarınız, aynı UĞUR : Nilgün davet etti bizi. Bir incelik işte. Bir kahvemizi içersiniz dedi.
masanın etrafında, aynı terliklerin içinde, aynı konuları konuşarak ufak ufak, NİLGÜN : Fahrettin Amca bizim evde dinlenebilir dedim.
un ufak yaşamak ve kendilerinize benzeyen torunlar yetiştirmek istiyorsunuz. UĞUR : Dedem gelmek istemedi.
Kısır döngü! NİLGÜN : Biz ısrar ettik.
AYNUR : Kimmiş kısır olan? UĞUR : Üç-dört tatlı hatun var dedik.
HAMİYET : Ay, bayılacağın şimdi. Dedesi uyudu, torunu başladı. NİLGÜN : Korkma, seni yemezler dedik.
İNCİ: Ayol, bizim kime zararımız var? UĞUR : Bağışla beni. Dedemin burada, bugün öleceğini bilemezdim.
AYNUR : Kendi halinde insanlarız hepimiz. NİLGÜN : Neden gitmemi istiyorsun?
FAZİLET : Bizden başka uğraşacak şey mi bulamadınız? UĞUR : Yalnız kalmak istiyorum.
HAMİYET : Memleketin haline bakın! (Sessizlik. Alaturka müzik. NİLGÜN UĞUR’A yaklaşır,
İNCİ : Dünyanın haline bakın! saçlarını okşar. Döner, kapıya doğru gider.)
HAMİYET : Ne olacak halimiz? NİLGÜN : Yarın arar mısın beni?
AYNUR : Mini mini valimiz! UĞUR : Yarın biraz zor bir gün.
FAZİLET : Ne diyorsun sen kız?! İyice delirdin galiba? NİLGÜN : Öbür gün?
AYNUR : Ay, ne bileyim vallahi... UĞUR : (Bakar.) Evet, evet. Öbür gün ararım muhakkak!
UĞUR : Benim gitmem gerekiyor. NİLGÜN : Beni ararsan şimdi, yukarı kattayım. İnci ablalarda. (Alaturka
FAZİLET : Eh, bilmem ki ne desem? fasıl)
HAMİYET : Oturuyorduk Uğur Bey oğlum! UĞUR : (Gülümser.) Tabii. (Elini sallar.) Görüşürüz.
İNCİ : (HAMİYET'i susturur.) Yine bekleriz. (NİLGÜN çıkar. Müzik devam eder. UĞUR kalkar, odanın içinde dolaşır. Her
UĞUR : Bir iki saat sonra geleceğim. şeyi inceler. Eşyalara dokunur. Sonunda yine FAHRETTİN Bey'in önünde
FAZİLET : Ay, yapma allah aşkına! durur. Sevgiyle inceler onu da. Saçlarını okşar. Düşünür. Çantasını alır. Kararlı
İNCİ : Dedenizi uyandırayım mı? adımlarla sokak kapısına yürür, çıkar, gider. Müzik devam eder. FAHRETTİN
UĞUR : (NİLGÜN'e) Ne dersin, uyandırsın mı? Bey'in cesedi yapayalnız kalmıştır sahnede. Sağdan CEMİLE girer.)
NİLGÜN : Nereye gidiyorsun? CEMİLE : Benim işim bitti. Gidiyorum. (Bakar ve FAHRETTİN Bey'den
UĞUR : (Mektupları postacı çantasına doldurur.) Bunları teslim etmem başka kimsenin sahnede olmadığını görür.) Ah, Amcacığım, seni burada
gerekiyor. Bir de ambulans filan gerekiyor. Yarın zor gün! bıraktılar ha? (İçini çeker.) Savaş başlayacakmış diyorlar. En az onmilyon
NİLGÜN : Sen git. Ben beklerim burada. Merak etme. insan ölecek diyorlar. Benzin yüzünden. Ben bilemiyorum. Hayatımda benzin
UĞUR : Sağ ol. kullanmadım. Mahmut gülüyor ters ters. Otobüse biniyorsun ya diyor. Köyde
FAZİLET : Ne oluyor canım?! Kim gidiyor, kim kalıyor? otobüs de yoktu. Tezek yakardık. (Güler.) Şimdi şehirli olduk, sınıflan
NİLGÜN : Uğur gidiyor, Fahrettin Amca kalıyor. Uğur postaneden dönüp doldurduk, sevinçliyiz hepimiz, yaşasın mektebimiz! (Yorgun çöker
alacak dedesini. FAHRETTİN'in yanındaki iskemleye) Şimdi... şunu anlayamıyorum beybaba?
AYNUR : Cahit Ağabey neredeyse gelir. Savaşın çıkması mı daha önemli, senin burada, sessizce ölüp gitmen mi? Gelip
İNCİ : Saat beşe beş var. ortalığı birbirine kattın be, durup dururken... görür görmez hoşlandım senden.
HAMİYET : Televizyonda "Aşkın Gözü Kör" başlamak üzere. Sevdim işte, ne bileyim neden! Komikliğine tutuldum belki. Kaşlarını çatıp,
UĞUR : Eee, aşk bu. Aka da konar, boka da. gözlerini devirip öyle, ayıp garip acayip şeyler söylemene bayıldım belki de.
İNCİ : Haydi yukarıya çıkalım kızlar! (Gözünün yaşını siler.) Analığım anlatırdı, dedemin babası kaptanmış. Delinin
FAZİLET : (NİLGÜN'e) Biz İnciler'deyiz. Döndüğüm zaman evi tertemiz önde gideniymiş. Afrika’dan İtalyalara fildişi taşırmış gemilerinde. Bildiğin
bulmak istiyorum küçük hanım. korsan yani! (Sessizlik) Bir de papağanı varmış. Memet'miş papağanın adı. Tek
UĞUR : Küçük Hanımın Postacısı olarak size söz veriyorum efendim: kelime konuşmazmış, öylece denizi seyredermiş. Salatalık, marul, havuç ve
Döndüğünüzde evi tertemiz bulacaksınız. hindistan cevizi yer ve gıkını çıkartmadan denizi seyredermiş o papağan.
NİLGÜN : Evet, iyi akşamlar. Dedemin babası çok severmiş onu. (Sessizlik) Neden anlatıyorum sana
AYNUR : (UĞUR'a) Maceralarınızı anlatmadınız bize. bunları? (Kalkar.) Ortalık karışacak nasıl olsa, eli kulağında... Bir savaş lafıdır
HAMİYET : Gel Aynur, şimdi zamanı değil! gidiyor. Sanki dirlik düzenlik içinde bir gün gördük mü diyorum. Mahmut
FAZİLET : (NİLGÜN'e) Yazık oluyor sana. gülüyor, sus kız diyor, sen anlamazsın? Ben anlamıyorum, doğru. Sen de
İNCİ : (UĞUR'a) Dedenizin uykusu çok ağır. Top patlasa bana mısın demiyor. anlamıyorsun şimdi. Sen öldün, ben yaşıyorum. İkimiz de anlamıyoruz ama...
UĞUR : Bir şeyin patladığı yok. Dört tane çok bilmiş cahilin gürültüsüne Anlamak neye yarıyor acaba? Bir de bunu hileydik?! (Güler. Elindeki
uyanmaz Fahrettin Bey! başörtüsünü başına bağlar, paltosunu giyer.) Bana müsaade. Bu şehrin insafı
HAMİYET : Ay, yine başlıyor! Ben gidiyorum. yoktur, ne savaş dinler, ne de barış. Evine varmak istiyorsan erkenden yola
FAZİLET : Gidelim bari. (Hızla çıkarlar: İNCİ, çıkacaksın ve iki değil üç, dört atom bombası patlasa bile... yolundan
HAMİYET, AYNUR, FAZİLET) (Biran. Sessizlik. Alaturka dönmeyeceksin. Yolcu, yolunda gerek. Haydi, hoşça kal, huzur içinde uyu. Ben
fasıl başlar.) yarın sabah gelirim. Toz alırım. Sonra... helvanı pişiririm amcacığım. Senin
NİLGÜN : Ne yapacağız şimdi? sevdiğin gibi.
UĞUR :Nilgün? (CEMİLE, FAHRETTİN'in yüzünü okşar ve ayaklarının ucuna basarak çıkar,
NİLGÜN : Efendim? gider. Sessizlik. FAHRETTİN sahnede tek başına, yalnız kalmıştır. Uzun bir
UĞUR : Sen de git biraz. an. Derinden yine alaturka başlar. Olağanüstü güzel bir makamda, olağanüstü
NİLGÜN : Anlamadım? güzel bir ezgi- Işık FAHRETTİN'in üstünde yoğunlaşırken, müzik artar.
UĞUR : Sen de git biraz. Bir iki dakika yalnız kalmak istiyorum. Perde. Müzik bitmez. Seyirciler tiyatrodan çıkıncaya kadar sürer.)
NİLGÜN : Nereye gideceğim? Neden böyle yapıyorsun Uğur?

You might also like