You are on page 1of 5

HAYVANLAR ÜLKESİ

Hayal görüyordu. Hayal gördüğüne emindi. Bunun başka bir açıklaması olamazdı çünkü.
Korku içinde olmasına rağmen önünde ilerleyen ve kendisini takip etmesini söyleyen tavuğun
peşinden gidiyordu. Buraya nasıl geldiğini düşündü tekrar. Ailesiyle birlikte pikniğe gelmişti
ve biraz yürümek için ormanın derinliklerine doğru ilerlemişti. Ve sonra bu tavukla
karşılaşmıştı. Şimdi de onu takip ediyor ve bir bilinmeze doğru yürüyordu. Dönüş yolunu
kaybetmeseydim bunların hiçbiri olmazdı diye düşündü. Ailesinin yanında olur ve belki de
oğluyla top oynardı. Tavuk bir anda durunca dikkatini ona yöneltti. Hayvan önce sağına ve
sonra soluna baktı. Kimsenin olmadığından emin olunca da ayağıyla garip hareketler yaparak
toprakta bir delik açtı. Adam gözlerine inanamamıştı. Tavuk adama gelmesini işaret etti ve
delikten aşağı atladı. Adam kararsız bir şekilde bekledi ve korkusu merakına yenilince o da
tavuğu takip etti. Uzun bir tünelden kayarak indiler ve geniş bir çimenliğe vardılar. Adam
şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu. Böyle bir yerin varlığı masallarda bile yazmazdı ancak işte
karşısında duruyordu. Kulağında sanki binlerce hayvanın sesi vardı. Tavuk adama döndü ve
“ Burası ‘Hayvanlar Ülkesi', her türden hayvan burada barış içinde yaşar. Ben de Hayvan
Kurulu kararı ile seni buraya getirdim. Çünkü dakikalardır üstümüzde daire çizip
duruyordun.” dedi ve yavaş adımlarla oradan uzaklaştı. Adam bir süre etrafına bakındı ve
sonra ilerlemeye başladı. İlerledikçe hayvan sesleri artıyordu. Evler görünmeye başlamıştı.
Nihayet bir tepeyi de aştıktan sonra şehir göründü. Onlarca hayvan vardı. Hayvanlar
dükkanlara girip çıkıyor, birbirleriyle konuşuyorlardı. Adam şaşkınlıktan donakalmış bir
vaziyette hayvanlara bakarken pantolonun paçasının çekiştirildiğini hissederek aşağı baktı.
Ayağının hemen yanında bir sıçan duruyordu. Adam çığlık attı ve geriye doğru savruldu. Sıçan
ise istifini bile bozmadan adama bakıyordu. Sonra uysal bir sesle adama evine gelmek isteyip
istemediğini sordu. Adam yutkundu ve başını aşağı yukarı salladı. Ses çıkarabileceğini
sanmıyordu çünkü. Sıçan yavaş adımlarla adamın önüne geçti ve yürümeye başladı. Birkaç
dakika sonra küçücük bir evin önündelerdi. Adam çimenlerin üstüne oturunca sıçan da
karşısına geçti ve bir süre konuşmadılar. Biraz sonra söze ilk başlayan sıçan oldu:
“Bizden korkmana gerek yok, tüm hayvanlar senin burada olduğundan haberdar ve
hiçbirimiz bir insana zarar vermeyiz. Benim adım Remy, şefim ve kendi restoranım var.
İstersen bir şeyler yiyebilirsin. Minzi peyniri ile yaptığımız çorba gerçekten çok lezzetli olur.”
Ancak adam bir sıçanın yaptığı yemeği yiyecek değildi. Başını iki yana sallamakla yetindi.
Sıçan tekrar konuştu:
“ Sen kimsin peki? Adın ne, nerede çalışırsın?” Adam sıçana baktı ve kısık bir sesle
konuşmaya başladı:
“ Benim adım Doğan, psikoloğum ve yıllar önce de rehber öğretmen olarak bir okulda görev
yaptım. Ormana da ailemle birlikte piknik yapmak için gelmiştim ve işte şimdi de buradayım.”
Adamın sözlerini duyunca sıçanın gözleri parladı.
“ Psikoloji bizim ülkemizde yeni gelişmeye başlayan bir alandır. Psikoloji üzerine araştırmalar
yapan bir arkadaşım var. Geçen yıl yapılan merkezde çalışıyor. Eğer istersen seni onunla
tanıştırabilirim. Ancak önce okula uğrasak iyi olur diye düşünüyorum.” Adam başını yavaşça
salladı ve yerinden kalkmak için hazırlandı. Tam o sırada içeriden küçük bir sıçan çıktı. Remy
sert bir sesle küçük sıçana içeri girmesini ve ödevlerini yapmadan evden çıkmamasını söyledi.
Küçük sıçan korkuyla geri çekildi ve hemen içeri girip kapıyı ardından kapattı (otoriter ve
reddedici aile tutumu). Adam sıçana baktı ve çocuğa karşı yanlış bir davranışta bulunduğunu
söyledi:
“ Bu davranış çocuğa karşı yaptığın büyük bir yanlıştır. Dışarı çıkabilmek onun hakkıdır ancak
bu bile çocuğa bir şey karşılığında verildiği için onda korku ve kendini ifade edememe gibi
problemlere neden olur. Az önce gördüğüm kadarıyla da çocuğunuz sizden çok korkuyordu.
Biz buna otoriter aile tutumu deriz.”
“ Ben bunun daha önce hiç farkına varmamıştım. Çocuğuma bunu yaptığım için gerçekten
çok üzgünüm. Artık daha farklı davranacağım. Peki nasıl davranmalıyım?”
“ Bunun yerine çocuğunu tüm yönleriyle kabul etmeli ve ona model olmalısın. Ailede
herkesin eşit söz hakkı olmalı ve herkes fikrini özgürce söyleyebilmeli. Çocuk kararlarını kendi
almalı. Böyle davranmak çocuğun mutlu, hoşgörülü, duygusal ve sosyal olarak dengeli ve
fikirlerini rahatlıkla söyleyebilen bir birey olmasına katkı sağlar ( olumlu ve sağlıklı aile
tutumu).” Sıçan başını sallayıp teşekkür etti ve okula gitmek üzere yola koyuldular. Okula
geldiklerinde sıçan adamı doğruca müdürün odasına götürdü. Müdür yaşlı görünen bir
aslandı. Ancak gayet dinç bir şekilde koltuğundan kalktı ve onları karşıladı. Bir süre sonra
müdürün odasındaki rahat koltuklarda oturmuş aslanın okul ile ilgili sözlerini dinliyorlardı:
“ Okulumuzda çağdaş eğitim anlayışı söz konusudur. Öğrencilerimiz için öncelikli amacımız
onları hem kendileri için hem toplum için yetiştirmektir. Onları meslek sahibi yapmak,
topluma uyumlarını sağlamak, kendilerini gerçekleştirmeleri için fırsatlar sunmak amaçlarının
arasındadır. Okulumuzda öğrenci kişilik hizmetleri de bulunmaktadır. Buna bağlı olarak
öğrencilerimize bedensel ve ruhsal sağlık için hizmetler, sosyal hizmet ve sosyal yardım
hizmetleri, barınma ve beslenme hizmetleri, sosyal ilişkileri güçlendirme hizmetleri sunarız.
Okul ruh sağlığı hizmeti için okulumuzda uzman psikolojik danışmanlar vardır. Öğrenciler için
birçok çalışma yaparlar. Oluşturulan güven ortamı sayesinde öğrencilerimiz danışmanlar ile
rahatça konuşabilir.” Müdür ile yaklaşık olarak bir saat konuştular ve ardından sıçan ile
birlikte arkadaşı olduğunu söylediği psikoloğu ziyaret için yola koyuldular. Bir süre
yürüdükten sonra karşılarına büyük bir bina çıktı. Sıçan buranın Ruh Sağlığı Merkezi olduğunu
söyledi. Binadan içeri girdiklerinde sıçan emin adımlarla asansöre ilerledi ve ikisi de bindikten
sonra beşinci katın düğmesine bastı. Kapılar ses çıkararak kapandı ve birkaç saniye sonra
tekrar açıldı. Burası da giriş kata benziyordu. Sıçan üzerinde Zürafa Lreud yazan bir kapının
önünde durdu ve içeri girdiler. İçeride elinde puro ile bir zürafa oturuyordu. Onları görünce
devasa odasında ayağa kalktı ve selam verdi. Bir süre sonra hep birlikte oturmuş
konuşuyorlardı. Adam kendi alanı olduğu için zürafa ile gayet rahat bir şekilde konuşuyordu:
“İnsanların dünyasında ruh sağlığı eskiden beri üzerinde tartışmalar yapılan bir konudur. Ruh
sağlığı kavramı psikolojik iyi oluşu açıklar. Ruhsal bozukluk ise klinik olarak anlamlı düşünsel,
duygusal ve davranışsal değişimleri ifade eder. Ruh sağlığını etkileyen birçok faktör vardır.
Bunlardan ilki biyolojik ve fizyolojik faktörlerdir. Örneğin bizde kromozom fazlalığı olduğunda
Down Sendromu görülür. Ya da hormonal sorunları da buna örnek olarak verebilirim.
Serotonin hormonu düşüklüğü deprseyon hastalarının çoğunda görülür. İkinci faktör ise
bilişsel ve psikolojik faktörlerdir. Kişilik özellikleri bu faktörlerden biridir ve bireylerin
durumlardan etkilenme oranlarında farklılıklar yaratır. Örneğin sınavlar bazılarında aşırı
kaygıya neden olurken bazılarında normal bir kaygı seviyesi görülür. Üçüncü faktör sosyo-
kültürel faktörlerdir. Burada Ekolojik Sistemler Kuramı da devreye girer. Kuramın merkezinde
birey vardır ve merkezden uzaklaşma arttıkça bireylerin ruh sağlığını etkileme oranları da
daha dolaylı olur. Örneğin bir çocukta anne babasının ilgisiz ve kayıtsız olması ile girdiği
mağazadaki satıcının ilgisiz olması aynı derecede etki sağlamaz. Bu nedenle aile ve çocuk
etkileşimi çok önemlidir. Az önce Bay Remy ile de konuştuğumuz gibi otoriter ve reddedici
aile tutumu çocukta korku ve kendini ifade edememe gibi sorunlara yol açarken ilgisiz ve
kayıtsız aile tutumu çocukların dikkat çekmek için çaba harcalamalarına, özgüven eksikliği
gibi sorunlara yol açar.” Adam konuşurken zürafa ve sıçan dikkatle onu dinliyorlardı. Zürafa
arada not alıyor ve meslektaşı ile bu konuları konuşmaktan zevk duyuyordu. Çünkü ülkesinde
henüz bunlarla ilgili yapılmış pek fazla çalışma yoktu ve kendilerinden daha ileri olan bir
uygarlıktan bir şeyler öğrenmek onu çok heyecanlandırıyordu. Derken zürafanın aklına bir
şey geldi ve bunu insan meslektaşına sordu:
“ Aile tutumlarının yanlışlığından bahsederken aklıma toplum geldi. Toplum ve çocuk ile ilgili
bir şeyler de anlatır mısınız?” Doğan hafifçe gülümsedi ve konuşmaya başladı:
“ Toplum çocuğu en çok etkileyen faktörlerden bir diğeridir. Çünkü anne baba çocuğunu
yetiştirirken kendi beklentileri ve toplumun beklentilerinin karışık olduğu bir tutum
içerisindedir. Toplum, içinde yaşayan herkesi doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Örneğin
benim yaşadığım ülkede akraba ziyaretleri çok önemlidir ve çocuklar da bu ziyaretlere
götürülür. Bu durum aslında dolaylı olarak çocuğa akraba ziyaretinin önemini öğretir. Ya da
misafirliğe gidilen evlerde çocuklara kurulan sofralar ile büyüklerin yemek yediği masalar ayrı
olduğunda çocuk kendini önemsiz hissedebilir ve bu durumu farkında olmadan kendi
çocuğuna da yansıtabilir. Ancak mizaç da önemli bir kavramdır ve çocukların ilerideki
yaşamlarını önemli ölçüde etkiler.” Zürafa not almayı bitirdikten sonra adama bu sefer de
geldiği yerdeki okulların işlevlerini sordu. Bu Doğan’ın en çok üzüldüğü konulardan biriydi.
Belki de okulda görev yapmış olmasının etkisi büyüktü bunda.
“ Yaşadığım yerdeki okulların çoğunda davranışçı yöntemlerle eğitim veriliyor. Az önce sizin
okulunuzu ziyaret ettiğimde eğitimin bizim kanayan yaramız olduğunu bir kez daha anladım.
Çünkü bizim okullarımızda eğitim ezberci bir tutumla verilir. Yani öğrenciler kendilerine
sunulan bilgiyi anlamak yerine ezberler ve sonra da unuturlar. Ayrıca önemli olan
öğrencilerin yetenek ve ilgileri değildir. Bunun yerine beyinlerine giren bilgi miktarı önemlidir
öğretmenler için. Çünkü sınavlarda öğrencilere dört yılın tüm bilgileri sorulur ve öğrenciler de
bunları yapmak zorundadır. Bir şekilde üniversite kazanan öğrenciler de yetenek ve ilgilerinin
olduğu bölümlere değil kazancı çok olacak ya da toplumun gözünde saygın görülen
mesleklere yönelir. Çünkü dolaylı olarak bunu öğrenmişlerdir. Zaten ilgilendiği bir şeyi yapan
kişiyle de dalga geçilir yaşadığım yerde. Resim yapan kişiye ressam mı olacaksın sanki, yemek
yapan kişiye erkek adam yemek mi yapar kılıbık şeklinde cümleler söylenir. Bu yüzden
gerçekten sevdiği şeylerle uğraşan kişi sayısı azdır benim ülkemde.” Zürafa ve sıçan şok içinde
Doğan’ın yüzüne bakıyorlardı. Ağzını ilk açan sıçan oldu:
“ Ancak siz diğer tüm canlılardan daha gelişmişsiniz. Gerçekten böyle sorunlar var mı
toplumunuzda? Çünkü biz hayvan olmamıza rağmen çocuklarımızın ilgi alanlarına karışmayız.
Ben otoriter bir ebeveyn olmama rağmen çocuğum en azından bu konuda rahattır. Ki artık
her konuda rahat olmasını sağlayacağım sizin sayenizde.”
“ Öyleyse bu konularda hayvanların biz insanlardan daha gelişmiş olduğunuzu söylemem
gerek. Okulun olması gereken işlevlerinden bahsedecek olursam ilk sıraya öğrencilerin ilgi ve
yeteneklerine göre eğitim verilmesini koyarım. Okul öğrencilerin kendilerini tanımalarını ve
kendilerini gerçekleştirmelerini sağlamalı, özgüvenlerine katkıda bulunmalı, kendilerini ifade
etme olanağı sağlamalıdır. Bahsetmek istediğim bir diğer konu da akrabalar ve çocuk
arasındaki ilişki. Akrabalar bazen birçok şeye karışır ve çocukların kendilerini yetersiz ve
değersiz hissetmesine neden olabilirler. Bunu engellemek de ebeveynlerin görevidir. Örneğin
bir teyze, yeğeninin görünüşüyle dalga geçiyor ve onu çeşitli sıfatlarla yaftalıyorsa çocukta
görüntüsünden utanma ve kendini sevmeme gibi sorunlara yol açabilir. Bunu engellemek için
anne baba teyzeyi uyarmalı ve çocuğunu aşağılandığı ortamlardan uzak tutmalıdır. Kardeş
ilişkileri de önemlidir. Ailede kardeşler arasında kıyaslama yapılması rekabete ve kıskançlığa
yol açabilir. Bu sebeple anne ve baba her çocuğun farklı özelliklere sahip olduğunu
unutmamalı ve çocukları arasında hiçbir zaman kıyas yapmamalıdır. Kardeşler arasında
yapılan ayrımcılık da çocukta kendini değersiz hissetme problemine yol açabilir.” Bu şekilde
yaklaşık bir saat daha zürafa ve sıçanın sorularını cevapladı. Eğer zürafanın danışanı gelmiş
olmasaydı daha da devam ederlerdi. Ancak şimdi sıçanın evindeydiler. Sıçan adama yine
çorba ikram etmek istedi ve bu sefer reddedilmedi. Hayatında ilk kez minzi peyniri soslu
çorba yiyen adam yemeğin tadına hayran olmuştu. Sıçan adama bakarak konuşmaya başladı:
“ Bugün benim için gerçekten çok öğretici bir gündü. Bu yüzden sana çok teşekkür ederim.
Ayrıca insanların hayvanlar için bazen yararlı olabileceğini de gösterdin. Bundan dolayı da
müteşekkirim. Eğer ülkemizde kalmak istersen bir İnsanat Bahçesi’ne sahibiz. Her gün seni
ziyaret eden çocuk ve yetişkin hayvanlar olacak ve ara sıra da zürafa Lreud ile konuşmaya
gelebilirsin. Ne dersin?” Doğan büyük bir korku ile karşısındaki sıçana bakıyordu. İnsanat
Bahçesi saçmalığı da neydi böyle? Buraya nereden geldiğini hatırlamaya çalışarak etrafına
bakındı. Tam o sırada iki polis kurt gelip onu kollarından tutarak İnsanat Bahçesi’ne götürmek
için arabaya bindirmeye çalıştılar. Doğan çığlık atmaya çalıştı ancak sanki sesi boğazında
kapana kısılmış gibiydi. Polis sirenleri çalmaya başlamıştı bile. Ancak siren sesleri bir anda
değişti ve karısının sesine dönüştü. Ne olduğunu anlamak için etrafına bakınırken bir anda
uyandı. Karısı başucunda ona bakıyordu. Ve sonra her şeyi anladı. Bir rüya görmüştü. Derin
bir nefes alarak arkasına yaslandı ve bir bardak su içti. Ne garip bir rüyaydı diye düşündü.
Karısı kalkıp piknik hazırlıklarına yardım etmesini söyleyince az kalsın yataktan düşecekti.
Rüyasında da piknikte kaybolmuştu. Ancak sonra tepkisinin saçmalığına güldü ve kalkıp
hazırlanmaya başladı.
Ormanın derinlerinde ise bir tavuk yerde garip hareketler yaparak bir delik açmakla
meşguldü.

You might also like