You are on page 1of 361

Daranin

sal1n alabileceji

demeöil�as�
area palas•

Küreselleşmenin, Çolc Ulus/u Şirlcetlerin


ve Hortumcu/ann Kirli Çamaş1rlan

Türkçesi
Can Polat

leilr§@HM
Cl PEGASUS AJANS

PARANIN SATlN ALABILECEc:'71 EN IYI DEMOKRASI

Greg Palasi
KITABlN ÖZGÜN ADI
Be•l Democrocy Money Can Buy

(Pluto Pre,.)

TÜRKÇESI
Can Po/at

YAYlN YÖNETMENI
Saim Koç

EDITÖR

Seyfi Öngider

YAYINA HAZlRLAYANLAR
Gülşen Sayın - Betül Genç
KAPAK VE SAYFA DÜZENI
Uğur Alkapar

istanbul, Mayrs 2003


ISBN 975-8337-6/-0
8 ASK 1

Kitap Matbaacrlrk
Tel: 02/2. 567 48 84

GÜNCEL DIZISI·6
AYKlRI YAYINCILIK
Caferağa Mah. Sakrz Sok. 617 347/0 Kadrköy-istanbul
Tel: 02/6. 449 98 05 Faks: 02/6.348 00 69
email: aykiri@aykiri.net
www.aykiri.net
Aykırı bazı insanlara güvenemeyiz.
Ray Kroc, McDonald' s ' ın müteveffa başkanı

Altından Deli Gömleği' nin püf noktası şurada, ne kadar da­


raltırsan o kadar çok altın üretiyor.
Thomas Friedman ' ın küreselleşmeye bakışı

Deccal' e saygı duymak zorunda değilim.


Dr. ' Rahip' Pat Robertson
İçindekiler

Önsözler, Joe Conason ve Will Hutton . . . . . . . . . . . . . . .7


. .

Giriş: Kimin umurunda? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

1. Sanal Dünyada Jim Crow: Florida'da Oyları Nasıl


Ayarladıklarının Gizli Hikayesi . ... . . . . 19 . . . . . . . . . . .

Başkanlık seçiminden sonraki günlerde, Afrikalı-Amerikalt­


ların seçmen listelerinden nasıl silindik/erine ilişkin çok sa­
yıda hikaye dolaştı ortalıkta. Bu işte ırkçı bir bilgisayar
programının parmağı olduğu aklınıza gelebilir. Öyleydi.

2. Lexus Arabayı Sat, Zeytin Ağacını Yak: Küreselleşme ve


Yarattığı Hoşnutsuzluklar • . . . .82 . . . . . . . . . . . . . . .

IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü' n ün iç dün­


yasına ilişkin gizli helge/er hazinesi, küreselleşmenin hu de­
mir üçgeninin nasıl çalıştık/arım gözler önüne seriyor.

3. Küçük Yerler, Küçük Akıllar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 136


Amerika'da, hala geleneklerine bağlı o küçük, sevimli kasa­
halardan birinde yaşıyorum. Peki ama, yerel gazetede ce­
hennem olup gitmemi isteyen iki başyazıyı neden yazdılar?

4. Pat Robertson, General Pinochet, Pepsi-Cola ve Deccal:


Özel Araştırma Raporları . . . . .150. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Özel araştırma raporları.


5. Amerikan Şirketlerinin İçyüzü ... . .. ... . . . .. .... 220 . .

On beş bin hissedar Sam Walton' un öldükten aylarca sonra


konuştuğuna inanıyor. Ve Dolar Gezegeni' nden diğer garip
hikaye/er.

6 .Paranın Satın Alabileceği En İyi Demokrasi . . . . . . 262


.

Amerikanın sahibi kim? Kaça mal oldu? Nakit mi, çek mi


yoksa kredi kartı mı ? Bush/ar, Clintonlar ve onlara bayılan
milyarderler.

7. Görüşme ücreti - ' Lobi skandalı': Blair'in ve


İngiltere'nin Satışının Gerçek Hikayesi . . . . . . .
. . . .282
.

" YALANCI" manşetinin altında ket kafam Mirror tabloid


gazetesinin bütün ön sayfasını kaplam1ştı . Birini rahatsız mı
ettim ? Tony Blair iktidara geld(�inde, Downing Caddesi 10
numaradaki orman kanununu ortaya çıkarmak için gizlice
işe el attım.

8. Bükemediğin Eli Öpmek


Sürgündeki Bir Amerikalı'nın Düşünceleri .. .. . 331 . . . .

TV' nin bilgilendirmele,�lendirme hipnozu etkisini kaybetti­


'�inde. "İyi günler" ezilmişli�e merhem olmadı�ında, Ameri­
kah/ar sürpriz bir şekilde aya,�a kalk1p şöyle diyebilir/er,
"Hayır, olmaz, bize vuran hu kamç1y1 artık öpmeyece�iz. "
Sürgündeki düşünceler.

9. Pasifik 'teki Zafer - Sonuç . ... .. .. ..


. . . . . . . . . . .. 355
. .
Önsözler
Joe Conason ve Will Hutton

Yıllarca önce New York ' ta Greg Palast'ı ilk kez tanıdığımda
işçi sendikalannın birleşmesi için canla başla çalışan inanılmaz
derecede becerikli bir araştırmacıydı. İşinin zor taraflanndan bi­
ri de kalın kafalı gazetecilere karmaşık mali konulan açıklama
zorunluluğuydu. O tarihten sonra bir gün, kalemi eline almaya
ve dünyayı kendisine dert edinmeye karar verdi.
Bu ilginç kitap Palast' ın rehberliğinde yapılan gerçek bir
dünya turu. Ona bu gezide katılacak olanlar, uluslararası yatınm
ve yayılmacılığın çok eski şekillerinin gerçekte yeni adı olan kü­
reselleşmenin gizli kapaklı kalmış sırlannı öğrenecekler.
Aldığı iktisat eğitimini araştırmacı gazetecilik tekniğiyle bir­
leştiren Palast ' ın global piyasa üzerine yazdıkları, okurları ay­
dınlatacak, şirket yöneticilerini ise rahatsız edecek türden. Palast
kirlenmiş kurumların bir nebze olsun temizlenmesini sağlayan
önemli bir iş yapıyor. Palast'ın kapsayıcı araştırması, hisse fi­
yatlarıyla hesap tabloianna odaklanan iş raporlarına alışık özel
sektör yaratıkları için de nadide bir deneyimdir.
İşin komik tarafı, bizim ABD'de, geçen yılın -2000 yılının­
tartışmalı başkanlık seçimine ilişkin en önemli hikayeler de da­
hil, iş dünyamız ve kurumlarımız hakkında özgürce yazılmış bu
araştırma için İngiltere 'ye başvurmak zorunda kalışımızdır. De­
mokrasiye yapılan bu saldırıya artık şaşırmayacaklannı düşünen
okurlar... Sıkı durun, çok şaşıracaksınız.

7
Palası sivri bir kişiliğe sahip, ama keşke tek örnek olmasay­
dı. Keşke onun hırsı ve kavrayışıyla bu hikayeterin peşine düşe­
cek daha fazla sayıda araştırmacı olsaydı, dünyanın değişmesi­
ne önemli katkılar yapabilirlerdi.

Joe Conason, New York


Salon.com ve New York Observer

Yetkililerin i" ş ine gelmeyecek ama daha çok Greg Palastlar'a


ihtiyacımız var. Palast içgüdüsel olarak mağdurların tarafında
yer alıyor. Gücü ve parayı ellerinde tutanların gerçek konusun­
da genellikle kısıntıya gittiklerini de biliyor. Zeki bir gazeteci
olarak, haberin bir yerlerdeki bazı kişilerin kamuya açıklanma­
sını istemedikleri bir şey olduğunun da farkında. Greg haberi
oraya taşımakta kararl ı.
Ohserver'da editörlük yaparken, Lobi skandalı konusunda
yetkililerle olan ünlü sürtüşmesi sırasında tanıştım Greg ' le. Şir­
ketler yararına lobi yapan grupların Tony B lair'in Yeni işçi Par­
tisi hükümeti üzerindeki etkisini açığa çıkarmak için gizli gizli
çalışmıştı ve ortaya koydukları utanç vericiydi. (Bölüm 7'ye
bkz.) Yaptığı iş araştırmacı gazeteciliğin zirvesiydi -cesur, özen­
le hazırlanmış ve sonuçları itibariyle hedefi tam I 2'den vuran.
Bu kitap övgüye değer bir üründür. Ünü arttıkça masasına
gelen isimsiz belgelerin sayısı da artmıştır ki, bu da yönetenler
ve yönetilenler tarafından nasıl görüldüğünün dikkate değer bir
başka göstergesidir. Eğer gönderen kişi on ları anlama kabiliye­
liniz olduğuna ve sonuna kadar etkili bir biçimde kullanacağım­
za inanmıyorsa size belge melge gelmez. Greg 'e her iki açıdan
da güvenilebilir.
Ama Greg sadece, yetkil ilere pervasızca nanik yapmaya ken­
dini adam ış becerikti bir gazeteci değildir. Onda, Amerika 'nın
demokrasiye bağlılığının en güçlü ifadesi, iyi bilgilendirilmiş

8
yurttaşların mantıklı kararlar alma ve güçlüyü sorguya çekme
becerisi de vardır. Greg çok yararlı bir insan ama eğer bir düzi­
ne daha Palast olsaydı dünya çok daha farklı bir yer olurdu.

Will Hutton, Londra


The State We' re in kitabınııı yazarı

9
Çalışmalanndan insafsızca yararlandığım
LİNDA LEVY
için

Bu yazılarta il!(ili video, hel!(eler ve !(Üncellenıeler için

www.GregPalast.com'11 tıklaym.

lO
Giriş
Kimin umurunda?

Gazeteleri okuyorsunuz ve televizyon seyrediyorsunuzdur, o


zaman Amerika'nın örümcek kafalı, vıcık vıcık ticarete bulan­
m ış. işe yaramaz haberciliğine aşinasınız demektir. Aynı şeyi
İngiltere'de yapıyor olsaydınız biraz olsun gerçek bilgi edinme
şansınız olurdu, ama o zaman bile haberiniz öyle bir sansür edi­
lip eli kolu bağlanırdı ki ... Bu da başka bir hikaye. (Bölüm 8,
B ükemediğin Eli Öpmek 'i, okuyun.)
Bu kitaba şu adı verebil irsiniz: NEW YORK TIMES GAZE­
TESiNDE OKUMAD/GlNIZ ŞEY. Örneğin;

Kasım 2000 başkanlık seçiminden beş ay önce, Florida Vali­


si Jeb Bush, güya oy kullanmalanna izin verilmeyen hüküm­
lüler oldukl arı için 57 700 kişiyi seçmen l istelerinden sildi.
Silinen kişilerin çoğu masum i nsaniardı ve tek suçları siyah
olmaktı.

Bu olayı ülkenin en büyük gazetesinin birinci sayfası için


yazdım. Ama yanlış bir ülkenin, İngiltere ' nin. Yazı
Guardian 'da ve Pazar günü çıkan kardeş gazetesi Observer'da
çıktı. Yazıyı, araştırma raporlanını yayıniayan BBC TV ' nin
Newsnight programında da görebilirdiniz.
ll
(Başkanlık seçimi denen bu hastalıklı sosisin içinde ne oldu­
ğunu bilmek istiyor musunuz? ABD 'de hiç yayınlanmamış ra­
porlarla henüz hiçbir k ıtada yayınlanmamış olan yeni araştırma
bulguların ı içeren Bölüm 1 , Sanal Dünyada Jim Crow ' u oku­
yun.)
Okumadığınız bir şey daha: İngiltere ' de yayınlanıp da
ABD'de yayınlanmamış daha çok malzeme var. İşte Mansan­
to ' nun genetik mühendislik ürünü, süt üreten hormonunun hika­
yesi. Ancak sonunda, şirketin test ineklerİnİn süt güğümlerine
irin akıttıkları ortaya çıktı. Nefis. Monsanto sorunu kolayca çöz­
dü - test verilerin i saklayarak. ABD yetki li leri şirketin belgele­
rini gizleyerek bu işe yardımcı oldular. (Bölüm 5. 'deki Ve kimya
dalında utanç ödülünün sahibi. . . başl ığını okuyun.)
_
Ve I 1 Eylül 200 1 'den önce, Bush'un güvenlikle ilgili görev­
lilerinin, Suudi Arabistanlı milyarderierin terör ağına verdikleri
maddi destekler konusundaki araştırmaları yarıda kestiklerine
ilişkin FBI ve CIA kaynaklı suçlamaları da okumamışsınızdır.
' Rahi p ' Dr. Pat Robertson ' ın, ticarette kısa yoldan köşeyi
dönme planını gerçekleştirrnek için yasadışı biçimde ve gizlice
Hıristiyanlığın Haçlı Seferi cihadını nası l kullandığım okuma­
dınız.
Arjantinli otobüs sürücüsü Anibal Veron 'dan da haberiniz
yoktur. Geçen yıl, dokuz ay boyunca maaşını alamayınca, Ve­
ran bu durumu protesto etti ve vurularak öldürüldü. Göstericiler
IMF'nin, ücretleri düşürmek için hükümete baskı yapmasını
eleştirdiler. Küreselleşme karşıtı bir komplo teorisi mi? Size
belgeyi göstereceğim. Veron ' u n hikayesini Bölüm 2'de, Lexus
Arabayt Sat. Zeytin A,�actm Yak: Küreselleşme ve Yarattı�ı
Hoşnutsuzluk/ar' da okuyacaksınız.
Thomas Friedman ya da Anthony Giddens gibi küreselleş­
me gurularını okuyorsanız eğer, New York Düzeni ' nin aslında,
bir taraftan borsacınızı ararken aynı anda çamaşırınızı da yıka-

12
manızı sağlayacak bir cep telefonu ve iletişim devrimi olduğu
düşüncesine kapılırsınız. V ay canına . . . Eğer karşı çıkarsanız, ge­
leceğe de karşısınız demektir. Sokağa dökülen o çocuklar da bir
saftirik güruhundan başka bir şey değil. Medyada, özellikle de
ABD'de göreceğiniz tablo bu, küreselleşmenin bu şekilde kav­
ranmasına karşı çıkan yok.
Friedman ' la, Giddens 'le ve Gelecek ' ten yana olanlarla tartış­
maya n iyetim yok. Yapacağım şey sizlere belgeleri göstermek
olacak: Ülke lere Yardım Stratejileri, Madde l 33 diplomatik
mektubu, GATS komisyon tutanakları. Çoğunda "gizlidir",
"Kuruluş dışında kullanılmaz" gibi ibareler var -ve I MF. Dünya
B ankası, Dünya Ticaret Örgütü ve muhtemelen adını duymadı­
ğınız benzeri kuruluşların kendi belgeleridir bunlar.
Bu belgelerde İnkalar için cep telefonuna ilişkin tek bir keli­
me bile yok. Onun yerine, su fiyatlarını artırmak ile bir çalışanı­
nın "IMF isyanı" diye adlandır�ığı, Dünya B ankas ı 'nın da bek­
lediği ve planiarına dahil ettiği sosyal patlama konularında çok
şey var.

Yazdıklarımın hepsi de bu kadar iç karartıcı değil elbet.


Temmuz l 99 8 'de, Londra' daydım ve İngiltere ' nin en çok satan
gazetelerinden Mirror' ın ön sayfasını kapattım. Ön sayfanı n ta­
mamında, büyük puntolarla yazılmış "YALAN CI" başlığının al­
tında çirkin, kel bir adamın -benim- resmi vardı. Şöyle düşün­
düm, "Vay canına, bundan daha iyisi olamazdı. "
Oysa dalga geçecek zaman değildi: Yazı işleri müdür yar­
dımcım, Başbakan Tony B lair ve karım, birbiriyle bağlantılı
ama farklı nedenlerle bana ne ceza vereceklerini plarılıyorlardı
(Bölüm 8'e bkz.). Mirror, Antony Bamett' le birlikte Observer
gazetesi için yazdığım yazıdan hoşlanmamıştı. Gizlice çalışıp
Blair'in bakanlar kurulunda gerçekleşen iğrenç bir iş bağlama
operasyonunu açığa çıkarmıştım.

13
' Görüşme ücreti - Lo bi skandal ı ' hikayesi şu düşünceden
doğdu: "Hükümetteki yolsuzluk konularında uyguladığım araş­
tırma tekniklerini neden haberciliğe de uygulamayayım?" Bu,
araştırmacı gazeteciler tarafından bile nadiren kullanılan sa­
manlıkta iğne arama metodolojisinde bir sıçrama olacaktı . Bu
tür yazıları biraz farklı kılan da zaten çok sayıda gerçek olay
içermeleri; çoğu da yazarları tarafından çekmeeelerde saklanan
belgelerden , yanlış gönderilen fakslardan ve büyük başlar kimle
konuştuklarını bilmeden ağızlarını açtıklarında yapılan teyp ka­
yıtlarından alınma olaylardır.
Ülkesini satan İngiliz hükümetiyken, alıcı da şirketleşmiş
olan Amerika'ydı. Beni m can alıcı vuruşum buradaydı: Şirketle­
şen Amerika' nın içyüzü, Observer gazetesindeki köşemin adı da
bu. Köşe yazılanın -güncelleştirilmiş, hepsi de yeni malzeme -
Bölüm 5 ' de yer almaktadır. Bu bölümde, örneğin, Wal-Mart'ta­
ki üçkağıdı (Mağaza Açma Furyasınm Bedeli Ne?) ve önemli
bir çevreci grupla çevreyi kirletenleri temsil eden bir lobicinin
bulaştığı o acayip, küçük anlaşmanın hikayesini (Kirli Ticaret
Nasıl Yeşillendi?) okuyacaksınız.
O zaman, bu olayları ya da birkaçını neden duymadınız?
2000 yıl ında yapılan ABD başkanlık seçimindeki h ırsızlık ola­
yına bakalım örneğin. Amerika ' da, editörler havaya bakıp ıs lık
çaldılar -ve olayın unutulup gideceğini umdular. Yine de bu işi
kendilerine dert edinenler çıkmadı deği l . Şunun gibi çok sayıda
mektup geldi bana: "Siyasi yaşamımıza ka�·ışma, ingiliz domu­
zu!" Bu konuda tartışmaktan nefret ediyorum ama, İngiliz de­
ğilim.

Los Angeles ' lıyım. Aslında, Los Angeles 'ın teneke mahalle­
sinden, San Femando Vadisi ' ndenim, elektrik santralıyla şehir
çöplüğü arasındaki soluk renkli evde büyüdüm. Y etiştiğim or­
tam en yoksul mahallelerden b iraz halliceydi. Okulurndaki ço-

14
cukların yarısı Meksikalı-Amedkalıydı ve kahverengi ya da be­
yaz, hepimize Amerika'nın zayiatı etiketi yapıştırılmıştı. Mezun
o luyordun, Bob's Big Boy Burger'da ya da Van Nuys Bulva­
rı ' nda asgari ücrete çalışıyordun, sevgilini hamile bırakıyordon
ve Vietnam'da ölmedinse eğer, Chevy fabrikasındaki uzun ça­
l ı şma saatleri bu görevi üstleniyordu.
Amerika bir etobur, bizler de yiyecekleriydik. Bir şekilde,
terk ettim orayı, kız kardeşim de -bu işi nasıl becerdiğimiz ne il­
ginç ne de önemli bir olay.
Öfkeli biri miyim? Babaları telefon konuşmaları yapabilen,
çek yazabilen, işleri düzeltebilen, bu gezegende keyfince hare­
ket eden ayrıcalıklı küçük veletlere baktığımda nasıl öfkelenmez
insan? B aba B ush, Baba Koch, B aba Bin Laden - liste uzuyor.
Şikago Üniversitesi'nde burslu olarak okurken Yeni Dünya
Küreselleşme Düzeni'nin doğuşuna tanık oldum. 70'li yıl iann
ortalanydı ve ben de Milton Friedman ' ı n mezuniyet sonrası se­
minerine katılıp daha sonraları Şikago Oğlanları olarak tanına­
cak garip bir grup üzerinde çalışıyordum. Bu grup, Güney Ame­
rika'nın çiçeği burnunda diktatörlerinin küçük entrikacı takı­
mıyla Şili'yi bir işkence ve serbest piyasa deneyimiyle karşı kar­
şıya bırakan neo-liberal iktisatçılardan oluşuyordu.
Daha o zamanlar, pek kavrayamadığım büyük bir amaç için,
Unite� Electrical Warkers Union (Birleşik Elektrik İşçileri Sen­
dikası) başkanı Frank Rosen ve çelik işçilerinin muhalif l ideri
Eddie Sadlawski adına gizli çalışmalar yapıyordum.
Gazeteciliği bıraktım. l 975 'ten itibaren elektrik işçileri sen­
dika binasının alt katındaki bir masada ABD şirketlerinin muha­
sebe kayıtlarıyla boğuşmaya başladım. Gaz şirketinin karmaşık
mali şifrelerini kullanarak faturalara itiraz ettim. Demir-çelik iş­
çilerinin toplusözleşme görüşmelerine katıldım. Cebimde mete­
lik yoktu ve cennetteydim. Babam mobilya satar ama mobilya­
dan da nefret ederdi. Ona kalsa yerde oturarak yerdik yemekle-

IS
rimizi. Annem, McDonald 's için hipnotİst oluncaya kadar (ger­
çekten - Bölüm 3 'e bkz.) okul kantİninde çalıştı. B ilirsiniz işte,
saç filesi ve kremalı komet . . . Onlardan bana kalan şey ekmek
parası kazanma korkusu oldu, derin ve kal ıcı bir korku.
İşte başarı : Bir dakika önce kafasını dosyalara, hesaplara
gömmüş, büyük şirketlerin başına bela meteliksizin biriyken, bir
dakika sonra, New York kentinde Dünya Ticaret Örgütü binası­
nın ellinci katında bir bürosu olan, Sao Paolo 'da ders veren
"devletin iş!eyişi konusunda Amerika'nın bir numaralı uzmanı"
(gazetelerde böyle yazdılar) olmuştum.
Hala bumumu tozlu dosyalardan çıkarmıyordum. Şöyle bir
şeyler elime geçti : Yıllanmış elektrik şirketi, Long Isiand Light­
ning of New York yöneticileri, nükleer santralın bir milyar se­
kiz yüz milyon dolar değerinde olduğuna resmen yemin etmiş­
lerdi. Gizli iç yazışmalarda ise santralın üç milyar iki yüz bin
dolar ettiği yazıl ıydı. Hükümeti, şirketin hukuki yolla para ka­
çırdığı konusunda ikna ettim ve jüri de şirketin dört milyar sekiz
yüz bin dolar ödemesine karar verdi. Daha sonra, New York va­
lisi, Mario Cuomo adındaki o kurnaz vatandaş, New York'daki
federal baş yargıca başvurdu- ve öf! - jürinin kararı geçersiz kı­
lındı. İşte o an, aşk konusunda dersimi aldım ve politikacıların
para musluğunun başında duranlara duyduklan aşktan daha bü­
yük bir aşk olmadığını öğrendim.
Şimdi, öfkeli biri miyim ben? İsterseniz yukarıda anlatılanla­
ra bir daha göz atın.
Sonra işi bıraktım. Exxon Valdez kazasını araştırıyordum o
sıralar. (Bölüm 4'e bkz.) Alaska 'nın Chugah yerlileri adına ça­
lışıyordum. Bizim takım, yağ sızıntısının kaza olmadığını he­
men ortaya çıkardı: "Tankerin karaya oturmasından önce Exxon
paradan tasarruf etmek için geminin radarını kapatmıştı ve Bri­
tish Petroleuro şirketi de güvenlik raporlarını uydurmuştu."
İ şte o zaman, Prens William Körfezi ' nde, çı,�lığını kim du-

16
yar sözünü işittim. B asın Exxon Valdez olayını örtbas etti. Bu
olay beş yıl önceydi. O zaman bu tür olayları kendim yazmaya
karar v erdim , Guardian gazetesinden Alex Brummer,
Observer' dan W ili Hutton ve Ben Laurence (hepsi de daha son­
ra daha paralı yerlere geçtiler), sonra da BBC televizyonu
Newsnight programından Meirion Jones çeşitli zamanlarda ba­
na destek olacaklardı.
O yıll arda Amerikalı gazeteci ler Monica Lewinsky 'nin külo­
tuyla uğraşıyorlardı. Bense ' Rahip' Pat Robertson 'ın, Dünya Ti­
caret Örgütü' nün ve George Bush ' un en sevdiği milyarderierin
dosyalarına dalına lüksünü yaşıyordum.1
Neredesin Amerika? Başkanınızın nasıl seçildiğini bilmek
istemiyor musunuz? Ya da I MF'nin sizin paranızı nasıl harcadı­
ğını?
Bu sorulann yanıtianna ilişkin ipucunu Washington Post/
Newsweek grubundan gazeteci Mike Isikoff verdi. İki yıl kadar
önce, bana Başkan Clinton hakkında gerçekten rahatsız edici bir
olayı açıkladı, öyle amatör gazeteci işi değildi bu. "Mike, bunu
neden yayınlamıyorsun?" dedim. O da, "Çünkü kimsenin umu­
runda değil" dedi.
Ama, siz urnurunda olanlardan biriyseniz eğer, işte kitabınız.

1. Bütün çalışmalarım gizli kapaklı, hafiyelik türünden değil. Bu tür gazeteci­


liğin ardındaki büyük kuramı merak edenler için Pluto Press, B irleşmiş Millet­
ler ve ILO ile birlikte, benim Cambridge Üniversitesi ve Sao Paolo Üniversi­
tesi'nde verdiğim derslerimden oluşan Regulation and Democracy adlı bir ki­
tap yayınlıyor.

17
Şekil 1. Temmuz 1998'de, Londra'daydım ve İngiltere'nin en çok satan gaze­
telerinden Mirror'ın ön sayfasına çıktım. Ön sayfadaki bu çirkin görünüşlü kel
adam bendim. İngiltere Başbakanı Tony Blair, bir Amerikan şirketinin bazı
kabine üyelerine parayla iş yapıırmasına ilişkin Observer' da çıkan gizli araş­
tırmadan hoşnut olmamıştı. Başbakan hoşnut olmayınca basındaki kuklalan da
saldınya geçer. Atiantik'in öbür tarafındaki ülkernde ise Beyaz Saray'dan bir
yetkili yazdıklanmı "Bu adamdan nefret ediyoruz" diyerek değerlendirmişti.

18
ı
Sanal Dünyada Jim Crow:
Florida'da Oyları Nasıl
Ayarladıklarının Gizli Hikayesi

Başkanlık seçiminden sonraki günlerde, Afrikalı-Amerikalı­


ların seçmen l istelerinden nasıl silindiklerine ilişkin çok sayıda
hikaye dolaştı ortalıkta. Bu işte ırkçı bir bilgisayar programının
parmağı olduğu aklınıza gelebilir. Öyleydi.

Kuzuların Sessizliği:
Amerikan Gazeteciliği Duymaz,
Görmez, Yazmaz.

İşte başkan böyle seçildi:

2000 Kasımı'ndaki seçim öncesi aylarda Florida Valisi Jeh


Bush ve özel kalem müdiresi Katherine Han·is eya/etin seçim
görevlilerine, 5 7 700 seçmenin suçlu oldukları için Florida' da
oy kullanamayacak/arım he/iı·terek kütükten silinmesini emret­
ti/er. Daha sonra hu insanların çok küçük hir kısmı dışında suç­
lu olmadıkları anlaşıldı. Ancak bu 'iptal /istesi' ndeki seçmenie­
rin yarıdan çoğu- yaklaşık yüzde 54' ü- siyah ve Hispanikti ve
hüyük çoğunluğu da Demokrat' tı.
19
Bu olağanüstü h aber, seçimden haftalarca sonra, ülkenin ön­
de gelen gazetesinin birinci sayfasında ortaya çıktı. Ülke: İngil­
tere. Haber ABD'de ise sıfırıncı sayfada yer aldı -olay, haber
sayfalarına giremedi . Aynı şekilde Florida'daki bu seçim sahte­
karl ığı büyük bir televizyon kanalında da yayınlandı . Ama yine
yanlış bir kıtada, Londra' da. B B C televizyonunda.
Olay İngiliz basınının yanlış aktardığı bir dış haber miydi?
ABD Sivil Haklar Komisyonu ' nun avukatı bu olayı, siyahları
seçimlere yabancılaştırmaya yönelik sistemli bir çabanın kanıtı
olarak nitelendirdi. Komisyonda çarpıcı tanıklıklar yapıldı.
Peki o zaman, bu olay neden A ı•rupa' da araştırılıp yazıldı ve
yayınlandı?
Keşke bu soruyu yan ıtlayabilseydim. O zaman Güney Cali­
fomialı sevimli babanın karısı ve çocuklarıyla beraber, bu ve ül­
kemle ilgili diğer hikayeleri anlatmak için neden Londra' ya git­
mek zorunda kaldığını anlayabilecektim . Nasıl oldu da, seçim­
leri izlesinler diye görevlendirilen yüz bin Amerikalı gazeteci,
sahtekarlık olayını öğrenip tercihen seçimden önce yayınlamayı
başaramadı?
Araştırmacı gazetecilik yazıları ortak üç özellik gösterirler:
Risk taşırlar, yerleşik düzenin mantığını sarsarlar ve üretimleri
pahaltya patlar. İster medya isterse küçük şirketler olsun, kara
odaklanmış girişimler ek bir maliyeti, ek bir riski göze altrlar mı
ve kendilerine saldırılsın diye fırsat yaratırlar mı dersiniz? İş
dünyasına ait hiçbir yazıda böyle bir şey gözüme çarpmadı. Ça­
lıştığım gazete Guardian ile pazar günleri yayınlanan kardeşi
Ohserver' ın . tıpkı BBC televizyonu gibi, kar amacı gütmeyen
kuruluşlara ait olduğunu belirtıneden edemeyeceğim.
Önemli araştırmacı g azetecilik yazılarını engelleyen nihai
neden kar hırsı ise, seçim ve diğer konuları aktarmadaki biçare­
liğin birincil nedeni Amerika' nın o alay konusu olan 'gazeteci­
lik kültürü 'dür. Yeryüzünün R upert Murdochları Yeni Dünya

20
Düzeni ' ni n çobanlarıysa eğer, bu insanl ar başarıların ı uysal bir
koyun sürüsünü - şirket yetkilileri veya halkla ilişkiler uzmanla­
rının hazırladığı basın bildirilerini ve hazırlop hikayeleri yayın­
lamaktan memnun, ayakta uyuyan editörler ve gazetecileri -
beslemelerine borçlular.
Al Gore ' un başkanlık seçimini kaybetmesine yol açan Hori­
da'nın sahte suçlular l istesi olayına bir bakın. İngiltere'deki ya­
zı i nternette yayınlandıktan kısa bir süre sonra CBS TV h aber
yapımcısı benimle temasa geçerek olayı yayınlamaya hazır ol­
duklarını bildirdi. CBS ' nin istekli tavrı üzerine elimdeki tüm
bilgileri verdim; adlar, telefon numaraları, bir TV h ikayesi için
gerekli bütün bilgiler.
CBS ' ye hiçbir karşılık beklemeden şu bilgiyi de verdim:
Cumhuriyetçilerio başkan adayının kardeşi, Florida Valisi Jeb
Bush 'un özel kalemi, yasadışı bir biçimde seçmen kütüklerin­
den - Florida yasasına göre oy kullanma hakkı olan - suçluların
adlarının silinmesini emretmişti . Sonuçta, hemen hepsi Demok­
rat parti taraftarı olan 40 bin seçmen de (iptal l istesindeki 57 700
kişiye ek olarak) oy kullanamadı.
Bu konudaki araştırınarnı bilirmiş sayılmazdım. O nedehle
CBS'in belgeleri ve yasayı gözden geçirmek, görüş almak gibi
bazı işleri yapması gerekiyordu. Ertesi gün yapııncırlan bir tele­
fon geldi, "üzgünüm, ama hikayen tutmadı" dedi. M ülti-milyar
dolarlık CBS buna nasıl karar verdi dersiniz? Yanıt: "Jeb
B ush'un özel kalemini aradık." Oh. Şimdi anlaşıldı.
Bu tür bir araştırma beni şaşırtmadı. Aslında Amerikan ga­
zeteciliğinin küçük adamlarının standart çalışma şekli buydu.
Politikacıdan ya da şirket yöneticisinden alınan akla yatkın bir
açıklama ve olay kapanmıştır. araştırma bitmiştir. Hikaye yine
de televizyonda yayınlandı: BBC' nin Newsnight programında
anlattım.
Suçlamaların odağındaki kişinin beyanına bakarak hikayeyi

21
öldüren CBS TV yapımcısının üzerindeki baskıyı anlamak
mümkün. Olayı yazmak için binlerce belgeyi kısa sürede göz­
den geçirmek, yüzlerce telefon konuşması ve görüşme yapmak
gerekiyordu . Bu iş Amerika'daki magazİn tarzı okul gazetecili­
ğinde ödül almaya benzemezdi . İşin en güç yanı da, gazetecinin
gerçeklerde ısrar edip, büyük politikacıların , avukatlarının ve
halkla i lişkiler uzmanlarının acayip birer yalancı olduklarını
söylernesidir.
İşi Amerikan Sivil Haklar Komisyonu 'nun yapmasını bekle­
mek ve sonra da Komisyonun raporuyla basın toplantısını ya­
yınlamak çok daha kolay, ucuz ve risksiz olurdu. Basın bildiri­
sindeki sözleri kopya etti diye şimdiye kadar kimse işinden ol­
madı. Bekleyin ! Murphy Brown ya da The Front Page prog­
ramlarını izlediyseni� gazeteci lerin her gün büyük bir skandalı
açığa çıkarmak için yanı p tutuştuğunu sanırsınız. Saçma. Unut­
mayın, All the President' s Men (Başkanın B ütün Adamları) o
kadar sıradışı bir programdı ki bundan bir film yapmak zorun­
da kaldılar.

Bu arada. yeniden güneşli İngiltere' de . . .


Araştırma yazım üzerine, internette başkanlık seçimine iliş­
kin mesajlar dolaştıran Amerikalı okurlardan yaklaşık iki bin ta­
ne, "Seçimlerimiz hakkındaki gerçeği bize anlattığın için sana
müteşekkiriz İngiltere" türünden mesaj geldi. Şunun gibi birkaç
mesaj da aldım:

"Seni homo İngiliz, ortalama bir Amerikalı 'nın ortalama bir


İngiliz gibi e,�itimsiz ve aptal olduğunu sanıyorsun galiba. Bak
arkadaş. sana şunu söyleyeyim . . . "

Bu arada mektup Kraliçe ile ne yapılması gerektiğine ilişkin


pratik olarak pek uygun düşmeyen birkaç öneriyle bitiyordu.

22
Bu arada, yeniden ABD' de . . .
İnternet dergisi Salon.com, seçim sahtekarlığı hakkındaki ya­
zımı yayınladı. Tam anlamıyla yayınlandı sayılmaz ama yine de
sonuçta Amerika'da yayınlanmıştı. New York Times dan Bob '

Herbert gibi köşe yazarları olaydan bahsettiler ve birkaç tane de


radyo sohbet programında sözü edildi ... Ama hala hiçbir gazete­
nin yazı işleri müdürü beni aramamıştı, Guardian ile haber alış­
verişi yapan kardeş gazetem Washington Post bile.
Haber açısından ve siteye girenierin sayısı göz önüne alındı­
ğında, bu hikaye Salon'un şimdiye kadar yayınladığı en önem l i
politik hikayeydi -ve yılın politik hikayesi Bölüm I olarak adlan­
dırdı lar. İyi ama Bölüm II nerede kalmıştı? Web sitelerinde ve
radyo programlarında Bölüm I I ' nin iki gün· içinde yayınlanaca­
ğı duyuruluyordu . . . İki gün içinde . . . hiçbir şey yayınlanmadı.
CBS Nightly News programı tarafından geri çevrilen Bölüm II,
Jeb Bush ' un oy vermelerini engellediği kırk bin seçmenin daha
bulunduğunu anlatıyordu. Bu kırk bin seçmenin yüzde 90'ının
Demokrat olması haber niteliği taşımış olmalıydı . . . Çünkü Bush
zaferini bu engellemeye borçluydu.
Deli olacaktım. Gore daha havlu atmamıştı ... Bölüm I I ' nin
zamanlaması çok önem kazanmıştı. Hangi cehennemde kalmıştı
bu bölüm? Sonunda, bir yazı işleri müdürü bana, "Hikaye doğru
değilmiş. Jeb Bush ' un özel kalemini aradık ve bize ... " dedi.
Ah! Biz bu filmi daha önce görmüştük.
B ir başka gazeteci de açıklama olsun diye ekledi: "Washing­
ton Post bu hikayeyi asla yayınlamaz."
İşte, o noktada kolumu kanadımı kırdılar. Ama pes ettireme­
mişlerdi, pes ettiremediler. Henüz değil. En azından, Salon ilk
yazıının gümrük memurlarını atiatmasına yardım etmişti. Tanrı
·

Amerika'yı korusun.
Amerika'nın uyanmasını beklerken, seçimden önce Flori­
da'daki Cumhuriyetçi yetkililerin binlerce masum siyah seçme-

23
ni kütükten bilerek sildiklerini kanıtlayan belgeseli çeken BBC
film ekibimi Florida'ya getirttim. Florida valiliği ile kütükleri
silen özel ş irket arasındaki anlaşmayı içeren "gizlidir" damgalı
bir belge v ardı elimde. Belgede Florida valiliğinin çoğu siyah
binlerce masum seçmenin oy vermesini bilerek engellediğini
gösteren kesin kanı t bulunuyordu.
Şubat ayındaydık. Kamera ekibimle birlikte, çekim için an­
laştığımız, Jeb Bush ' un Florida Seçim Dairesi Başkanı ile gö­
rüşmeye gittik. Gizli belgeyi ortaya çıkardığımda B ush'un ada­
mı mikrofonu çekip attı ve elli metrelik mesafeyi koşarak geçip
kendini bürosuna kilitledi. Bütün olay kameralarımızın önünde
geçmişti. Müthiş bir televizyonculuktu ve İngiliz halkını şaşkı­
na çeviriyordu. Ş irketten bir itiraf bile yayınladık. Haber değeri
var mıydı? Görünüşe bakıl ırsa ABD için yoktu.
Programım Newsnight'ın bir tür kardeş yayın ı olan ABC
Nightline ile film değiş-tokuş anlaşması vard ı . Amerika 'da yir­
mi bini aşkın internet-kolik BBC web yayınını izledi ve ABC
TV 'yi BBC 'nin filmini yayınlamak ya da en azından o konuda
haber yapmak için talep bombardımanına tuttu. Ama Nightline
talepleri yanıtlayacağına kendi ekibini birkaç günlüğüne Flori­
da'ya gönderdi. Oy pusulalarının karmaşık olduğunu ve siyahla­
rın da oy verme konusunda pek eğitimli olmadıklarını iddia
eden bir program yayınladılar. Programın mesaj ı şuydu; siyah­
lar nasıl oy vereceklerini bilemeyecek kadar aptal insanlardır.
Ama beyazların yaşadığı Leon County 'de makineler seçmenin
düzeltme yapabilmesi için hatalı oy pusulasını otomatik olarak
geri vermeye programlanmışken siyahların yaşadığı Gadsden
County'de aynı makinelerin yanlış işaretlenmiş oy pusulalarını
yutmak için programlandığına ilişkin tek kelime yoktu. Bizim
yazımızda ise bu da vardı.
ABC seçmen silme olayını neden yayınlamadı acaba? Boş

24
yere büyük bir Cumhuriyetçi komplosu aramayın. Araştırmacı
gazeteci l iğin üç n itel iğini hatırlayı n : Risk, zaman, para.
BBC/Guardian'da yayınlanan programlarımız bu üçünü de ge­
rektiriyordu ki, bunlar, ABD haberc iliğinde eksik olan şeylerdi.
Sonunda, Şubat ayında, seçim sahtekarlığı konusundaki ya-
zımın ll. Bölüm 'ü o uzak gazetecilik gezegeninde, Nation Ma­
gazine'de kendine barınacak bir yer buldu. Tanrı onları korusun.
Mayıs ' ta, ABD Sivil Haklar Komisyonu Florida seçimleri
hakkındaki raporunu hazırladı. Florida' da sistemli bir şekilde
oy kullanma hakkının engellendiğine ilişkin ana bulguların da­
yanak noktası BBC tarafından yayınlanmamış bilgilerdi. Bel­
gelerimiz tanıkların çapraz sorgulamasında kullanılan başlıca
del i l ierdi.
Ve sonra, hayret, Washington Post gazetesi seçmen silinme
olayını, CBS ve Salon'da yer bulamayan bölüm de dahil olmak
üzere birinci sayfasında yayınladı. .. Hatta bana bir yorum köşe­
si bile ayırdı. Post'un cesaretine bir alkış!
Tersini söylesem nankör biri mi olurdum? Post, aylar daha
sayı lırken, bütün bilgiye yedi ay önce sahip olmasına rağmen
yazıyı Haziran'da yayınladı. ABD S ivil Haklar Komisyonu'nun
bulgulan yayınlanıncaya kadar beklediler, böylece o güvenli,
kapı gibi Resmi Belge 'nin ardına sığınarak atış yapabilecekler­
di. Diğer bir deyişle, Post sadece silahını doldurup yaralıya ateş
etme cesaretini göstermişti.

Florida' da Karartma

Görmeniz istenmeyen yazılar bunlar: ingiltere' de Observer


ve Guardian gazetelerinde yayınlanan yazılar, BBC televizyonu
araştırmasından bir bölüm ve olayların aniaşılmasına yardımcı
olacak, Salon sitesinden, Nation dergisinden ve Washington

25
Post gazetesinden Amerika hikayeleri - ayrıca her iki kıtada da
yazılı ya da görsel medyada şimdiye kadar yayınlanmamış yeni
malzemeler. Florida valiliğinin mezhelesinden helge/er su yüzü­
ne çıkmaya devam ediyor. Saygm Anıerikan gazeteleri ve tele­
vizyon kanal/anyla kafa şişirmek için gerekli sabrı tükettiğim­
den onları sizler için buraya sakladım.
Geren yıl Haziran ayında, Amerika' mn en büyük gazetele­
rinden birinin yazı işleri müdürü bana. "Kurul, başkanlık seçi­
mine ilişkin yazılan artık yayınlamama kararı aldı. Olayın ka­
pandı,�ım düşünüyoruz. Tarafgir davranmak istemiyoruz" dedi.
Hangi "Kurul?" olahilece,�ini düşündüm ve bu soruyu sor­
manun beklenmediğini anladım .

Seçmenierin kütüklerden sil inmesiyle ilgili ilk haber 26 Ka­


sım 2000 tarihinde, Observer gazetesindeki Şirketleşen Ameri­
ka' mn İçyüzü adlı köşemde Florida' da Karartma başlığıyla ya­
yınlandı.
Columbia Ü niversitesi ' nden bir gazetecilik öğrencisi, Mat­
her Jones internet bülteninde, Pa/m Beach Post gazetesinde çı­
kan ve seçimden önce sekiz bin seçmenin kütüklerden - yanlış­
lıkla - silindiği haberine dikkat çekmişti. Bir araştırmacı haberi
bana geçti. Florida'daki Sturm und Drang örneği ortada durur­
ken bir Amerikalı gazetecinin olayın üzerine gideceğini sanırsı­
nız. Şaşırmayın. Meraklı herhangi bir gazeteci, Post tarafından
hataların düzeltildiğine ilişkin güvence verilerek yanıltılmış
olabilir.
Ama ya Florida' nın gazeteci enikleri yanıldılarsa? Ya arka
ayakları üzerinde dikilip yetkili lerin ağızlarına attığı bir kemik­
le yetindilerse? Telefon etmeye değerdi .
Londra ' dan, Observer gazetesi adına, Tampa'daki Seçim
Kurulu Başkanı'nın bürosundan bir istatistikçiyi aradım. Böyle

26
bir uzman teknik adamın bana yalan söylemek için herhangi bir
nedeni olamazdı. Listemin tepesindeki soru şuydu: "Listeden si­
linen seçmenierin ne kadarı siyah ? "
İ statistikçinin cevabı : "Biliyor musunuz, birinin bana bunu
sormasını bekli_Yordum."
Yazdığım şey işte bu.

Devlet, beş ay önce altmış altı bin vatandaşını eskiden suç iş­
lediler diye seçmen kütüklerinden silmemiş olsaydı, Al Gore
Florida'da ipi göğüsicmiş olacaktı. Aslında silinen seçmenierin
küçük bir bölümü eski suçluydu. Çoğunun tek suçu siyah al­
maktı. Üst düzey seçim görevlilerinden biri bana, hükümetin
sessizce bir inceleme yapıp l istede istatjstiksel olarak beklenen­
den daha fazla Afrikah-Amerikalının bulunduğunu -sürpriz!­
saptadığını ve hatta bu farkın ABD 'deki siyahlarla beyazların
tutukianma oranları arasındaki ciddi uçurumu da izah ettiğini
söyledi.
Suçlu oldukları varsayılan sekiz bin kişilik bir liste Tek­
sas ' tan gelmişti. Ama Tek Yıldızlı Eyaletten gelen listedeki suç­
lular içkili araba kullanmaktan daha ciddi hatalar yapmamışlar­
dı, tıpkı valileri George W. B ush gibi.
Zehir saçan bu kara listenin kaynağı: Vali Jeb Bush 'un açık­
ça partizanhk yapan özel kalem müdürü Katherine Harris ' in yö­
netiminde çalışan Database Technologies şirketi. ChoicePo­
int ' in alt kuruluşu olan DBT'nin, Pennsylvania'da devlet bilgi­
sayarlanndaki kişisel bilgileri istismar ettiği için eleştirilere ma­
ruz kaldığını bana ileten araştırmacı Salomon Hughes'a teşek­
kürler. ChoicePoint'in yönetim kurulu, Hillary Clinton'a karşı
senatörlük yarışını kaybeden Rudy Giulian i 'nin mali danışmanı
Ken Langone da dahil olmak üzere bunak Cumhuriyetçi zampa­
ralada dolu.

27
Florida' daki Seçmen Kütüklerinde
Etnik Temizlik

Kasım 2000 sonunda, Florida' daki oy sayımı hala sürüyor­


du. Gore hala yarıştaydı. Söylentilere göre, Gm:e' un kampı iki­
ye bölünmüştü ama bir kısmı hala savaşıyordu. Sonunda Gore
da pes edecekti.

Ama o sırada yarış daha bitmemişti. Amerika'nın belki de en


sıkı araştırmacı gazetecisi olan Joe Canason Salon 'daki editör­
lerine yazımı Amerika'da yayı nlamaları için baskı yaptı. Bu, ko­
lay ya da ucuz bir iş değildi. Teksas seçmen listesi hatası da - se­
kiz bin isim - düzeltilmişti, devletin dediğine göre. Geride yanıt­
Janması gerekli önemli bir soru vardı hala: Listede adı geçen di­
ğer elli yedi bin yedi yüz kişi?
Listenin geri kalan çoğunluğu siyahtı - suçlamaların yarısı­
nın Afrikalı-Amerikalılara karşı yapıldığı bir ülke için olağandı­
şı bir durum sayılmazdı bu. Ama isiınierin yarısı siyahlara aitti
ve bunların çok küçük bir kısmı bile masum olsa B ush 'un seçim
zaferi bir sahtekarlık anlamına geliyordu.
Geriye kalan soru şuydu, düzeltilmiş olan liste gerçekten dü­
zeltildi mi? Bunun yanıtını bulmak Salon için o kadar kolay bir
iş olmayacaktı. Bu iş büyük para demekti; kadrosundaki bütün
politika yazarlarını olaya yönlendirmek ve becerikli muhabirie­
ri Florida'daki bütün seçim bürolarını tek tek ziyaret gibi bayıl­
ııcı bir işe koşturmak demekti.
Haberi elektronik sokaklarda koşturmadan hemen önce, biri­
si kalkıp Salon'un kısa bir süre sonra yayıniayacağı olay hakkın­
da Beyaz Saray ve Gore 'un takımından önde gelen birine fikri­
ni sorar. B üyük Baş politikacı , "Müthiş bir şey ! Yazan kim?"
der. Olayı sızdıran kişi yanıtlar: "Şu Amerikalı, İngiltere 'de ga­
zetecilik yapıyor, Greg Palast."

28
B ay Beyaz S araylı ' nın yanıtı şöyle: "Kahretsin ! Bu heriften
nefret ediyoruz."
Arİıa bu da başka bir hikaye. Bu arada, Salon ekibi - özellik­
le A l icia Montgomery, Daryl Lindsey ve Antony York (hepsine
teşekkür ederim) - bol m iktarda kanıt toparladılar ki, en sıradan
incelemede bile, Florida'nın başkanlığı Al Gore 'a vermemek
için yeteri kadar masum siyah seçmeni kütükten sildiği görül ­
mekteydi. "Tann Amerika'y ı korusun" dedim v e 7 Aralık
2000 'de şu haberi yazdım:
" Eğer B aşkan Yardımcısı A l Gore Florida oylarının nereye
gittiğini merak ediyorsa, Florida Valisinin özel kalem müdiresi
Katherine Harri s ' in bürosu tarafından Florida seçmen kütükle­
rinden silinmesi kararlaştırılan 57 700 isimlik iptal listesine bak­
malı ydı. Ayrıntıl ı bir inceleme, binlerce seçmenin Cumhuriyet­
çilerle bağlantısı olan özel bir ş irket tarafından sağlanan hatalı
suçlu listesinden dolayı oy kullanma hakkını kaybetmiş olabile­
ceğini göstermektedir."
Yılın ilk aylarında ChoicePoint şirketi Florida'daki yetkilile­
re, seçmen kütüğünden silinmek üzere eski suçlu sekiz bin kişi­
nin adını i çeren bir liste verdi.
Ama listedeki hiç kimsenin suçlu olmadığı ortaya ç ıktı, bu
insanlar sadece kusur olarak değerlendirilebilecek hafif suçlar
işlemişlerdi. Şirket yaptığı hatayı kabul etti ve sorumluluğun da
listeyi veren kaynağa ait olduğunu açıkladı, yani Teksas Valili­
ğine.
Floridalı yetki l iler Teksas tarafından hatalı biçimde suçla­
nanları yeniden kütüğe yazmak için harekete geçtiler. Yine de,
tek tek bölgelerde ortaya çıkartılan çok sayıdaki hata binlerce
seçmenin sandıktan geri çevrildiğini gösteriyor.
Florida, seçmen kütüklerinin temizlenmesi için özel bir şirket
kiralayan tek eyalet. Ey alet yönetimi 1 998 yılında Atlanta' dan,
artık ChoicePoint'la birleşmiş olan, DBT Online şirketi ile dört

29
m ilyon dolarlık bir anlaşma imzaladı. ' Merkezi seçmen dosya­
sı ' diye adlandırılan seçmen tem izleme listesi, ölmüş insanların
oy kullanmaları yoluyla hile yapıldığı ortaya çıkınca Miami be­
lediye başkanının görevden alınmasından sonra ı 998 'de çıkarı­
lan eyaJet seçmen sahtekarlığı yasası tarafından zorunlu kılın­
mıştı. Seçmen sahtekarlığı yasasına göre, 67 seçim bölgesinin
tümü de seçmen kütüklerinden mükerrer kayıtları, ölmüş olan
seçmen leri, hepsi olmasa da çoğu Florida 'da oy kullanamayacak
olan suçluları silmek zorundaydılar. Ancak işlem sırasında, Flo­
rida'daki siyahlar li stede fazlasıyla yer aldı. Öyle ki bütün siyah
erkeklerin yüzde 3 ı 'i suçlutara getirilen yasak yüzünden oy kul­
lanamıyordu.
Bu durum azınlıkları haksız yere dışarıda bıraksa bile aslın­
da Gore'un elini kolunu bağladı. Florida 'da, Afrikalı-Amerika­
lıların yüzde 93 'ü başkan yardımcısına oy vermişti.
Salon 'un araştırdığı 10 bölgede, merkezi seçmen dosyasının
kul lanım ının bölgelere göre çok değiştiği görüldü. Kimi yerde
liste güvenilmez bulundu ve kul lanılmadı. Ama çoğu bölgenin
seçmen kütüklerinden isimleri silmek için dosyayı kullandığı ve
hatta bazı bölgelerin silinen seçmenleri incelemek için hiçbir ça­
ba göstermedikleri görüldü. Dosyayı inceleme çabası gösteren
bölgelerde ise isiınierin yanlışlıkla suçlu ol arak geçme oranının
yüzde I S' e kadar çıktığı belirlenecekti.
Oysa h aberlerde yasayı çiğneyerek, bazı suçluların oy kul­
Ianmalarına yol açan kimi bölgelerin disiplinsizliğinden söz
edilmişti.
Seçimden üç hafta sonra, Miami Herald gazetesi, 12 Florida
seçim bölgesindeki -ama özellikle de, dosyayı kullanmayan
Palm Beach ve Duval 'de- seçmen kayıtlarının incelenmesinin
ardından, başkanlık seçiminde 445 suçlunun oy kullanmış oldu­
ğu haberini geçti.
Ama doğru olup olmadığını inceledikten sonra listeyi çöpe

30
atan seçim bölgeleri sadece Palm Beach ve Duval değildi. Ma­
dison'da seçim görevlisi olan Linda Howell merkezi seçmen
dosyasına güvenınernekte çok özel kişisel bir nedene sahipti .
Suç işlediğinden dolayı oy kullanamayacağını bildiren bir mek­
tup almıştı. Ancak hiç suç i şlemediğini söyleyen Howell Mart
2000 tarihinde aldığı mektubun seçim sistemine olan güvenini
sarstığını belirtti. "Gerçekten de tam bir başıbozukluk" dedi.
"Çok şaşırdım" diyordu Howell. "Suçlu olmadığımı biliyo­
rum." Bu hata düzeltilmesine ve hukuk bürosu yetkilileri özür
üstüne özür dilemelerine rağmen Howell listedeki "bilgi epeyi
hatalı" olduğundan eyalet listesini kullanmamaya karar verdi.
Howell 1 999'da listeyi ilk kez eline aldığında bölge halkına
gönderilen uyarı mektuplarının sayısını tam kestiremiyor ama
hayli sorun çıktığını hatırlıyor: "Bir gün, kütükten silinen bir va­
tandaşa bir mektup yolluyorduk ve ertesi gün aynı kişiye yeni­
den kütüğe yazıldığını bildiren yeni bir mektup yolluyorduk . . .
Bu iş insanı aptal durumuna düşürüyor."
Dixie ve Washington bölgeleri de seçmen silme listesini kul­
lanmayı reddettiler. Dixie seçim kurulunda görevli Starlet Can­
non, "listedeki bilginin çoğu doğru olmadığından kullanmaya
korkuyorum" diyordu.
Washington 'da seçim görevlisi olan Carol Grifftin, "geçmiş­
te bu liste zaten doğru değildi, bu yıl doğru olduğunu düşünmek
için de herhangi bir neden yok" dedi.
Ama bazı bölgeler listeyi kullanmayı reddetse de, diğerleri
memnuniyetle karşılamışlardı. Volusia Bölge Seçim Kurulu
sözcüsü Etta Rosado "Kurulun listeyi olduğu gibi kabul ettiğini,
doğruluğunu kontrol etmek için hiçbir girişimde bulunmadığını
ve seçmen kütüklerinden silindiklerini vatandaşiara önceden
bildirmediklerini" söyledi.
"Suçlu listesi elimize geçtiğinde bilgisayardaki seçmen kü­
tüklerini otomatik olarak tararnaya başlıyoruz. John Smith 'in

31
suçlu olduğunu gösteren bir ada rastladığımızda bilgisayarımız­
da o adın karşısına suçlu olduğunu belirten bir ' s ' harfi koyuyo­
ruz ve tarihi belirtiyoruz" dedi Rosado. "Bu kişilerin adı bilgisa­
yanınızda duruyor ancak geçersiz konumda görünüyorlar." Bu
da, oy kullanma hakları olmadığı anlamına geliyor.
"Bu insanlara, hüküm giymiş olduklarını söylemenin bize
düştüğünü sanmıyorum" dedi Rosado. "Eğer ilgili vatandaş kü­
tüğümüzdeyse not düşüyoruz. S andık başına geldiğinde de şöy­
le diyoruz ' Bir dakika lütfen, siz hüküm giymiş bir suçlusunuz,
oy kullanamazsınız. ' Bunu söylediğimiz on kişiden dokuzu 'Te­
şekkür ederim' deyip uzaklaşıyor. Tartı şmaya girmiyorlar."
Rosado suçlu olarak tanımlandıkları için Volusia'da kaç ki­
şinin kütükten sil indiğini bilmiyor.
H illsborough bölgesi seçim görevlisi Pam Irio i se sistemde­
ki hataların kimsenin oy kullanmasına engel olmaması için çaba
gösterdi. EyaJet tarafından gönderilen merkezi seçmen listesin­
de suçlu olarak belirtilen 3258 k i şiye oy haklarının tehlikede ol­
duğunu söyleyen resmi bir mektup gönderildi. Bu kişilerden
55 1 ' i durumlarına itiraz etti ve bunlardan 245 'inin başvurusu
kabul edildi.
Bazıları oy kullanmalarına engel ol uşturmayan hafif suçlar
işlemişlerdi, bazılarının oy kullanma hakları geri verilmişti ve
bazılarının da sadece kimlik bilgilerinde yanlışlık yapılmıştı.
279 kişinin kimlik bilgileri li stelerdeki bilgi lerle uyuşmuyor­
du, o nedenle de bu kişilere bir uyarı gönderi lmedi. Bölge yetki­
lilerinin vardığı sonuca göre, orijinal listedeki 3258 ismin yüzde
1 S' i nden fazlası hatal ıydı. Bu oran bütün eyalete yansıtıldığında
en az yedi bin seçmenin yanl ışlıkla seçmen kütüklerinden ç ıkar­
tılmaya çalışıldığı ortaya ç ıkmaktaydı.
lorio, yerel yöneticilerin suç luları seçmen kütüklerinden sil­
me yetkisi olmadığını belirtiyor. "Ceza hukuku ve kimin mah­
kum olduğunu araştırmak gibi konulara alışık değildik" diyordu.

32
Merkezi seçmen listesin i n söz konusu araştıonayı kolaylaştınna­
sı beklenirken, bu liste Iorio'nun çifte kayıtlan, ölmüş ya da suç­
lu seçmenleri ayıklamak için eskiden kullandığı aylık mahkeme
kayıtlarından daha fazla dert açmıştı başına. Sonuçta, listede yer
alan vatandaşları mahkumiyeıleri konusunda bilgilendirmek için
ellerinden geleni yaptılar. "Bu kişilere taahhütlü mektup gönder­
dik, yerel gazeteye ilan verdik ve halka açık toplantı düzenledik.
Bütün bu çabalarımıza yanıt vermeyeniere nonnal yolla bir mek­
tup daha gönderdik" dedi lorio. "Bu iş aylarca sürdü."
"Bir kaç hesap yaptık ve listedeki siyahların sayısının bölge
nüfusu için beklenenden daha fazla olduğunu gördük" diyordu
istatistikçi Chuck Smith. Iorio, Afrikalı-Amerikalıların, Hills­
borough ' u n seçmen listesindeki oranı sadece yüzde ı ı .6 iken
gönderilen suçlu listesinin yüzde 54 ' ünü oluşturdukların ı kabul
ediyordu.
Smith, DBT bilgisayar programının otomatik olarak bir ismi
değişik konumlarda kullandığım da belirtti . Örneğin, Christine
adındaki bir seçmen, aynı soyadına sahip Christopher adındaki
kişinin mahkumiyeline dayanılarak suçlu olarak belirlenmişti.
Smith, ChoicePoint'in kendi yöntemleri konusunda yapılan baş­
vuruları yanıtsız bıraktığını söylüyordu. Şirket, kayıt temizleme
listesinde yer alan bazı kişiler hakkındaki kararlarını doğrulaya­
cak ek verileri de vermemişti. ChoicePoint'in listesinde suçlu
olarak yer alan kişilerden biri de bölge yargıcıydı.
Listede lorio'yu rahatsız eden daha birçok şey bulunmasına
rağmen bunu kullanmaktan başka çaresi olmadığını da biliyordu.
Haklıydı da. Florida Anayasası Bölüm 98 .0975 'e göre "Liste
geldiğinde, kurul başkanı eldeki bilginin doğruluğunu teyit et­
mek zorundadır. K urul başkanı , bölge tarafından sağlanan bilgi­
nin yanlış olmadığı sonucuna varırsa bir sonraki seçimde, ölmüş,
bir suçtan hüküm giymiş ya da oy kullanmak açısından aklı ba­
liğ olmayaniann adını seçmen kütüklerinden silmek zorundadır."

33
Ancak, bölge seçim kurulları bu yasayı farkl ı şekillerde yo­
rumladılar. Leon bölgesi seçmen kütüklerinin temizlenmesinde
Ocak 2000 tarihli merkezi seçmen listesini kullanılırken Tem­
muz'da gönderilen listeye bakınadı bile. Bölge seçim kurulunda
enformasyon sistemleri uzmanı olarak çal ışan Thomas James ' e
göre. liste çok geç ellerine geçtiğinden incelemeye zaman bula­
mamışlardı.
Leon seçim kurulu başkanı lan Sancho 'ya göre de, listede
bazı sorunlar vardı, ocak ayında gelen bilgileri kullanan Sanc­
ho normal yoldan seçmeniere iki yüz mektup yollayarak eyalet
tarafından suçlu olarak belirlendiklerini ve oy kullanamayacak­
larını duyurdu. Eğer bir yanlışlık varsa otuz gün içinde itiraz
edebilecekleri de belirtildi. "ispat etmek onlara kaldı" diyordu
Sancho.
Sancho yirmi kişinin haksız yere listede yer aldıklarını ispat
ettiklerini ve seçim gününden sonra da birkaç kızgın seçmenin
telefon ettiklerini söyledi. "Bazıları bizi mahkemeye vermekle
tehdit etti ler" dedi Sancho, "ama henüz arayan avukat olmadı."
Orange bölgesinde de, yetkililer eyaJet tarafından suçlu ola­
rak belirlenen kişilere mektup yolladılar ama anlaşıldığı kada­
rıyla listeye gerekli özeni pek göstermemişlerdi. "Hiçbir fikrim
yok" diyordu Orange seçim kurulu başkanı June Condrun, seç­
meniere kaç tane mektup gönderildiği sorulduğunda. Bir an dü­
şündükten sonra Condrun "yüzlerce" mektup gönderildiğini
ama kaç kişinin itiraz ettiğini bilmediğin i söyledi. Anlattığına
göre, itiraz edenlere isterlerse başvurmaları için Florida Hukuk
Dairesi 'nin telefonu verilmiş.
Birçok Orange seçmeninin hiçbir şekilde itiraz .etme şansı ol­
madı. Condrun normal yolla gönderilen mektupların üçte birinin
alıcısı bulunmadığından geri geldiğini belirtti. Yanlış adresierin
bu kadar çok olmasını da DBT tarafından gönderilen bilginin es­
kiliğine bağlıyorrlu Condrun 'un dediğine göre eldeki bilgilerin
bir bölümü 20 yıllıktı.

34
Miami Dade bölgesi yetkil ileri de benzer bir sorunla boğuşu­
yor gibiydiler. Seçim kurulu başkan yardımcısı M ilton Collins,
merkezi seçmen listesi tarafından kaç kişinin suçlu olarak belir­
lendiğini tahminde zorlandığını belirtiyordu. Yaklaşık altı bin
kişinin 1 999'daki eski l isteye göre mektupla uyarıldığını söyle­
di. Kütükten tam olarak kaç kişi silinmişti? "Dürüst olarak söy­
lemek gerekirse bilmiyorum" diyordu Collins. Dediğine göre,
eyaletten gelen en son liste Ocak 2000 tarihliydi ve "iki hasa­
maklı" bir sistem uygulanmıştı. Yerel seçmen kütüklerindeki
isimlerle karşılaştırıldığında eyaJet l istesindeki bilgi doğru ise
kişiler suçlu olarak belirlendiler ve kendilerine uyarı mektubu
gönderildi. Mevcut bilgileri eyaletten gönderilen bilgilerle kıs­
men uyuşan kişilere ise 'geçici mahrumiyet statüsü ' verildi. Her
iki gruptaki kişilere de itiraz ya da kütükten isimlerinin silinme­
si için doksan günlük süre verildi.
Ancak Collins kaç seçmenin suçlu konumuna itiraz edebildi­
ği konusunda ellerinde bir rakam olmadığını söyledi.
ChoicePoint sözcüsü Martin Fagan "listenin seçimde kulla­
nıldığı düşünülürse utanç verici" diyerek Teksas kaynaklı sahte
listeyi kullanmanın hata olduğunu kabul ediyor. Ancak şirketin
genel tavrın ı da küçük bir hata olarak savunuyordu; sekiz bin
isimlik hata seçmenierin binde l 'inden bile daha azdı, ama ger­
çekte Teksas Valisi George W. Bush 'un Al Gore 'a attığını iddia
ettiği farkın da on beş katıydı ! Bu arada, ChoicePoint ' in sadece
ham listeyi sağlamakla sorumlu olduğunu, bu listeyi kontrol
edip düzeltmenin Florida'daki yetkililerin işi olduğunu da be­
lirtmekten geri kalmıyordu.
Geçen yıl DBT Online, ChoicePoint'le birleşmeden kısa bir
süre önce, Florida Valiliği ile seçmen kütüklerini temizlemek
üzere benzeri görülmemiş bir anlaşma yaptı. Şirket Florida'nın
seçi m yetkililerinden bile gizli tuttuğu bilgi toplama ve eşleştir­
me kriterlerini kullandı.

35
Kamuya ait olan ve kamu dışı kaynaklardan elde edilen dört
milyar kayıttan oluşan veri tabanına dayal ı , kişisel bilgi satış işi
yapan internet şirketi ChoicePoint, devletin bilgisayarlarından
elde ettiği özel bilgileri istismar etmekle suçlandı .
Ocak 2000 ' de, Pennsylvania Valil iği şirketin vatandaşiara ait
bilgileri uygunsuz kişilere sattığını öğrenince ChoicePoint'le
olan anlaşmayı iptal etti.
Fagan, DBT l istesindeki eski suçluların sosyal güvenlik nu­
maraları i le seçmen külüklerindeki sosyal güvenlik numaraları­
nın karşılaştırılmasıyla birçok hatanı n önlenebileceğini söyledi.
Ancak, Florida ilçelerinde seçmen kütüklerinin sadece bir bölü­
münde sosyal güvenlik numarası yazılıydı. Bu nedenle sağlıklı
bir denetim yapmak mümkün değildi.
Şirket kendini savunurken Florida seçmen kütüklerini "te­
mizlemekte gösterdiği yaratıcı başarıdan" dolayı Voter Integrity
şirketinden aldığı ödülü kanıt olarak gösteriyordu. Voter lnteg­
rity, çoğu azınlık gruplarından seçmenierin oluşturduğu yedi
milyon kişinin daha kütüklere kaydalmasını sağlayan 1 993 seç­
men kaydı yasasına karşı Cumhuriyetçi Parti 'yle aynı çizgide
karşı kampanya yapan muhafazakar, kar amacı gülmeyen bir da­
n ışmanlık kurumudur. DBT Online, Voter Integrity ile ortaklığa
girerek küçük bölgelerin seçmen kütüklerini temizlemek üzere
kullanabilecekleri bir program oluşturdu.
Florida, oy kullanma hakkının kaldırı lmasının ilk aşamasını
özel bir şirkete ihale eden ilk eyalettir. ChoicePoint büyük oyna­
maktadır. "Florida' daki çalışmamızın sonuçları da göz önüne
alındığında" der Fagan, "yeni bir başkanın da yönetime gelme­
siyle beraber, hizmetlerimizin bütün ülkeye yayılacağını umu­
yoruz."
Özellikle de bu başkanın adı Bush ise. ChoicePoint' in yöne­
tim kurulunda ve danışma kadrosunda New York eski Emniyet
Müdürü Howard Safir' le ChoicePoint'in Washington'daki lobi-

36
cisi aşın sağcı eski senatör Vin Weber de dahil Cumhuriyetçi
Parti ' nin çok sayıda yıldızı yer almaktadır.

B u sh İçin Yakılan Kara Liste

Yarısı siyah ve en azından yedi hin masum seçmenin seçmen


kütüklerinden silindiğine ve bunun seçimin sonucunu tamamen
değiştirdiğine emindik artık. Ama araştırmamda karşıma çıkan
rakam bunun da üstündeydi -hemen hemen hepsi Demokrat Par­
tili, kütüklerden silinmesi hedeflenen ek 1 704 seçmen daha bul­
muştum. (Bush, Florida'daki sayımı resmen 537 oy önde kapa­
mtştt.) Tarih 10 Aralık 2000' i gösteriyordu ve Gore hala işin pe­
şindeydi. Bu konuyu ingiliz okurları için Observer' da yazdtm.

Hey, AI, buna bir bak. Her yeni tirnsabın midesini yardığım­
da karşıma Gore seçmenlerinin kemikleri çıkıyor. Bu hafta, Va­
lilik özel kalemi Katherine Harris' in bürosu denilen Florida ba­
taklığına yoluro düştü ve seçmen kütüklerinden elektronik ola­
rak kaybolan iki bin seçmenin adına daha rastladım. Bunlardan
yaklaşık yarısı Afrikalı-Amerikalı. Oy kullanmaya hakları vardı
ama oy sandıklarının yanına yaklaşmaya fırsat bulamadılar.
26 Kasım'da, Florida valiliği özel kalem müdürlüğünün. se­
çimden önce, Teksas'ta suç işledikleri gerekçesiyle sekiz bin
Floridalı seçmenin kütükten silinmesini emrettiğini yazdık. Hiç­
biri de suçlu değildi aslında.
Florida Valisi Jeb Bush ve ağabeyi için, Teksas kara listesi
cennetten çıkma bir hataydı. Seçmen kütüklerinden adları silin­
mek üzere hedef alınan kişilerden çoğu, muhtemelen Başkan
Yardımcısı Gore için oy kullanacak olan Afrikalı-Amerikalılar,
Latinler ve yoksul beyaz halktı . Planlı olarak yapılmış Teksas
boyutundaki bir hataya damgasını basmış olan ChoicePoint'in

37
57 700 suçluyu kapsayan yeni Iisteyi oluşturmasından, bazı dik­
katli seçim kurullannın hatayı saptamasma kadar kaç seçmenin
vatandaşlık hakkını kaybettiğini bilmiyoruz. Mayıs ' ta Katherine .
Harris seçim kurullanna yeni temizlik listelerini gönderdi .
Huyum kurusun ama yeni Iisteyi gözden geçirmenin yararlı
olacağını düşündüm. İnternet gazetesi Salon'da çalışan araştır­
macı grubuyla birlikte seçim bürolannda dedektiflik yaparak,
düzeltilmiş listenin o kadar da doğru olmadığını belirledik.
On bölgede yaptığımız incelerneye göre, isimlerde yapılan
hata oranı en az yüzde 1 5 . Bu ise suç işledi denilerek başkanlık
yanşının son etabında vatandaşlık haklan ellerinden alınan, ço­
ğu siyah yedi bin masum insan demektir.
Bataklığı daha derinden kanştıran bizim takım ise oy hakla­
n çiğnenen üçüncü bir grup daha buldu. Valiliğin anlaşma yap­
tığı özel şirket ChoicePoint, Illinois 'de ve Ohio' da eskiden suç
işlemiş olan 1 704 kişilik bir l iste daha oluşturmuştu. B irçok
Amerikan eyaleti gibi bu iki eyalet de, suçlannın cezasını çek­
miş ve iyi hal gösteren kişilere vatandaşlık haklannı geri veri­
yordu.
Florida ise kendi mahkemelerinde hüküm giyenieri yaşam
boyu oy kullanma hakkından mahrum etmektedir. Ancak valili­
ğin özel kalemi Florida eyaJetinin bu iki eyaJetten Florida'ya
göç etmiş olanlara böyle bir ceza vermeye hakkı olmadığını ka­
bul etmektedir ve bölge yetkilileri de aynı fikri paylaşmaktadır.
Sadece, çoğu eski Konfederasyon bünyesindeki on üç eyalette
eski suçlulann oy kullanması yasaktır.
Harris ' in listelerini daha da kanştırdıkça, cezasını çekmiş ki­
şilere oy kullanma hakkını geri veren otuz beş eyaJetten göç et­
miş yüzlerce hükümlü daha bulduk. Bu insaniann oy kullanma
haklan olmasına rağmen neden sandıklardan uzak tutulmuşlar­
dı? Harris telefonlanma cevap vermedi. Ama Alan Dershowitz
verdi. Hukuk sis temi konusunda tanınmış bir uzman olan, Har-

38
FLORIDA'NIN SUÇLU TEMIZLEME LISTESI
Seçmen listesinden silinmek için fişlenen binlerce kişiyi içeren bilgi­
say�rdaki temizleme l istesinin ekrana yansıyan bir sayfası.
Işin püf noktası ırk. Listedeki isim lerin yarısı s iyahiara ait. Çoğu da,
suçlu olarak belirtilm i-t milyonlarca kişiyle doğum tarihi ve ırkı uyuşan,
sık rastlanan isimler taşıyan Uackson, Butler, Roberts, Ramos, Smith) ma­
sum vatandaşlar. JC Smith (Sıra 346) suçlu Smith ile aynı adı, ırkı ve do­
ğum tarihini paylaşıyor. Florida'da Smith adında bi rden ç ok insa n ı n bu­
lunma olası l ığına karşın, eyalet val i l iği bedelini ödediği halde çok sayı­
daki doğruluğunu sınama yöntemini kullanmad ı . Sonuçta, l iste en iyi tah­
min le yüzde 1 5 hatal ı (şirketin iddiası) ya da yüzde 90.2 hatalı (istatistik­
sel örnekleme açısından). Her iki d u rumda da, hatalar başkanl ığı Go­
re'dan Bush'a kaydı rmaya yetti.

Şi rketin karşı çı kmasıyla, val i l i k, ismi bir suçlunun


ismine benzeyen seçmenleri listeden sildi. Johnny Jack­
son Jr (Sıra 354) John Fitzgerald Jackson Teksas'ta suç iş­
lediği için oy kullanma hakkını kaybetti.
Floridalı Jackson' ı n Teksas'ta hü küm giymiş olan Jackson'la aynı ol­
madığı gerçeği karşısı nda, Florida bu kişiden oy hakkını a lmaya hakkı ol­
madığını artık kabul ediyor. Bu küçü k örnekte, Teksaslı Jackson, l l l inoisli
Butler (Sıra 357) ve Ohio' l u Cooper (Sıra 360) kayıtları ne derse desin oy
kullanma hakkına sahiptiler. Sadece bu hata bile Gore'a Bush'un resmi ·

oy farkının altı katı na mal oldu.

Şekil 2. Florida suçlu temizleme listesi. Seçmen listesinden silinmek için ·rış ­
lenen binlerce kişiyi içeren bilgisayardaki temizleme listesinin ekrana yansıyan
bir sayfası.

39
vard hukuk profesörü Dershowitz, "Yaptıkları iş Florida'daki
toplam seçmen sayısını azaltmaktı, ki bunun da Demokratların
oyunu azahacağını biliyorlar" dedi.
Florida'nın Cumhuriyetçi yöneticileri bu insanların kime oy
vereceklerini nereden biliyorlardı? Bu soruyu Amerika'nın oy
demografisi konusundaki bir numaralı uzmanı David Bositis'e
sordum. Gülmesi sona erdikten sonra, Florida'nın özel bir şir­
ketten aldığı listeleri kullanmasının "siyah seçmenleri ayıklama­
ya yönelik bilinen bir yöntem" olduğunu söyledi. Washington
Politik ve Ekonomik Çalışmalar Merkezi ' nden Bositis, karam­
sar bir ifadeyle, Amerika'daki hükümlülerin yüzde 46' sının Af­
rikalı-Amerikalı olmasının Amerikan adaletinin hüzün verici
yüzünü gösterdiğini söyledi. Florida 'da siyah halk seçimlere re­
kor düzeyde katıldı; seçmen kütüklerinde kaydı olanların yüzde
80' inden fazlası 7 Kasım 'da oy vermeye gittiler. Perdelerin ar­
dında, her on siyah vatandaşın dokuzu oyunu Gore'a attı.
Washington, Sentencing Project'den Mark Mauer, temizlik
listesinin yarısını işgal eden beyazların da çoğunlukla yoksullar­
dan, yani Demokrat yanl ılarından oluştuğuna dikkat çekti.
Toparlayalım. Baştan aşağı hatalı Teksas listesi, düzeltilme­
miş 'düzeltilmiş' liste ve mahkumiyetleri kalkmış eski hüküm­
lü ler listesi başkanlık seçiminin sonucunu tersine çevirmeye ye­
ter. Bunun hem Florida' nın seçmen kütüklerinden sorumlu olan
hem de aynı zamanda George Bush 'un seçim kampanyasıyla
uğraşan Harris' in aklına gelmediğine kal ıbımı basarım.

Hikayenin sonuna ChoicePoint'in tepkisini ekledim


Perşembe günüydü, 7 Kasım, saat gecenin ikisi. Hattın diğer
ucunda derin bir nefes alış ve sonra anlamakta güçlük çektiğim
son derece hızlı bir kelime seli. "Aşağılık... yalan ... kesin olma­
yan ... bir tutarn saçmalık ... baştan aşağı hatalada dolu .. " Çat!
Konuşan "adi, iğrenç gazeteciliğim" hakkındaki düşüncelerini
ileten ChoicePoint'in basın sözcüsü Marty Fagan 'dı.

40
Amerikan seçmenleri adına bir sonraki başkanı seçmiş görü­
nen bu şirketi kafaya takmıştım.
Şirketin sicili, böyle ciddi bir i ş için fazlasıyla kabarıktı. Ş ir­
ketin Florida şubesi Database Technologies (artık DBT Online
olarak biliniyor) Hank Asher tarafından kurulmuştu. ABD infaz
Kurumu bu kişinin Bahamalı uyuşturucu tacirleriyle ilişkisi ola­
bileceğini açıkladığında - bu konuda herhangi bir suçlama yapıl­
mamasına rağmen - şirketin FBI ile yapmış olduğu veri yönetim
anlaşması sona erdi. Hank ve arkadaşları piyasadan çekildiler ve
sonuçta Florida ' nın gözünde, geçmiş affedildi.
Perşembe, gecenin 3 ' ü, her iki telefon görüşmesinin de tara­
fıından başlatıldığını belirtmeliyim. Tanımadığım, daha nazik
bir ses ChoicePoint' in iyimser masalını aktardı bana. "Bizim
yüzde 1 5 hata yaptığımızı söylediniz - biz ise yüzde 85 doğru
bilgi verdiğimizi söylemek i stiyoru z ! " Bu ise, Teksas listesinde­
ki binlerce hatayı bir kenara bıraksak bile, yedi bin seçmen, ya­
ni bir yığın Demokrat demektir. Gore, Beyaz Sarayı 500 oyla
kaybedebilir.
San Francisco'da yaşayan uzman Mark Swedlund ' la temasa
geçtim. "Bir Iisteyi tekrar tekrar kontrol etmedikçe bütün eyale­
te vermemek temel bir sektör yaklaşımıdır" dedi. "Dershowits
haklı. Haklan gasp edilmiş olan binlerce seçmenden haberdar
olmalıydılar. B u seçmenierin etnik profilini de bilmeliydiler."
"Bilmesi, olması gereken" Florida Valiliğidir, ChoicePoint
deği l. Bu olayda kimi suçlamak gerektiği konusunda kafaları
karıştırmamak gerek. Harris ' in adamları bu veri tabanının fitili­
ni ateşlediler ve patladığı zaman da şaşırmış gibi yaptılar. Swed­
Iund, ChoicePoint'in eyaJet valil iğine listeyi test etmesi gerekti­
ğini bildirmesi konusunda mesleki bir sorumluluğu bulunduğu­
nu söylüyor, Choicepoint ise eyaletin, verdikleri "ham" veriyi
kullanmaması gerektiğini.
Florida, B üyük Birader türünden yetkilerini özelleştirinceye

41
kadar, yasalar her şeyin kamuya açık olmasını sağlıyordu. B u yıl
ise, bir bölge yönetimi ChoicePoint'e formüllerini ve kara liste­
ye aldığı seçmenierin seçilme mantığını sorduğunda cevap ala­
madı - ticari sırdı sorulanlar. B u nedenle, Amerikan başkanının
nasıl seçildiğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Florida'nın Kaybolan Seçmenleri :


40 bin kişi daha belirlendi
Tekrar edeyim, 40 bin

Olay giderek garipleşiyor. Salonu tehrik eden edene - Bostan


Glohe' dan Bob Kuttner' in dediği gibi, Florida' daki "diz üstü
yarg1s1z infazından " dehşete düşen New York Times, LA Times,
Washington Post, Cleveland Plain Dealer köşe yazarlan tara­
fından (hemen hemen tümü de siyah ya da Yahudi idi) övüldük.
Ama hiçbir haber editörü ya da haber _vapmıcısı oranıadı beni
(Vali Jeb Bush suçlanıalan reddeder reddetnıez kuyruğu k1stırıp
savuşan CBS Network News yapınıclSI hariç.)

O y kullanmaya hakları olduğu halde yasadışı biçimde seç­


men kütüklerinden silinen, Florida 'nın dışından gelen 1 700 eski
suçlu Londra 'da haber oldu.
Florida'daki suçluların - gerçekten hüküm giymiş olanların ­
haklarını incelemeye başladım. Amerika'daki her gazetede Flo­
rida'nın eski suçluların oy kullanmasını yasakladığı yazıyordu.
Her gazetenin yazması olayın doğru olmadığını gösteren ilk işa­
retti. Bazıları gazetelerin buna inanmasını istiyordu. O yüzden en
genç erkek kardeş Jeb'in bürosunda çalışan bir memuru aradım
bana "yarın mesai başlamadan önce beni ara" dedi. Bu cesur me­
mur ertesi sabah bana şunu söylemek için iki saatini harcadı:
"Mahkemeler böyle yapmamızı söylüyor, biz de öyle yapıyoruz."

42
Dört kez aynı şeyi sordum, "Şimdi bana valinin oy verme
hakkı olan seçmenleri saf dışı bırakırken yasayı ve mahkeme ka­
rarlarını bilerek çiğnediğini mi söylüyorsunuz?"
Ve dört kez aynı cevabı aldım "Mahkemeler böyle yapmamı­
zı (bazı suçlulara oy kullandırmamızı) söylüyor, biz de öyle ya­
pıyoruz (engel oluyoruz)."
Ama Salon, ortadaki dağ gibi kanıta rağmen sakladı bunları,
daha sonra bazı kanıtları daha hasır altı etti. Bir yabancı tarafın­
dan politik bir konuya el atılmasının yarattığı çekemezlik kadro­
nun sinirini bozuyordu. Onları suçlayamam. Salon'un iflasla
karşı karşıya olması da duruma yardımcı olmadı, kadro bitkindi
ve Noel vakti gelmişti. Salon'un muhabirierinin eline, bir haçın
vampiri şıp diye durdurması gibi, Amerika'daki haber kanalları­
nı donduran bir mesaj geçti: Valilik yetkililerinden gelen düz ve
yumuşak bir açıklama. Jeb Bush'un adamları masum oldukları­
nı, söz konusu seçmenleri engelleme hakları bulunduğunu söy­
lüyordu.
Ben bu işin uzmanı hukukçulardan Bush 'un bürosunun ya­
nı ldığını söyleyen hukuki görüşler alırken ve daha sonra da Va­
tandaşlık Hakları Komisyonu da Bush 'un yanıldığını belirtirken
yılın geri kalan kısmı geçip gitti. Ancak politik saatin akrep ve
yelkovanı dönmeye devam ediyordu ve George W. Oval Ofise
yerleşmeye hazırlanıyordu. Bu arada, araya başka bir sorun gir­
di . Yasal olmayan bir biçimde oy vermesi engellenen, Alachua
ilçesindeki siyah bir rahiple ilgili bir yazı yazmıştım. Yazıının
taslağını gören muhabirierde konuyla ilgili kuşkular doğmuştu.
Orta yaşlı siyah bir adamın, ayrıca eski bir hükümlünün, Güne­
yin kırsal bölgesindeki seçim bürosuna gidip haklarını neden sa­
vunmadığını anlayamadılar. Ama Palm Beach'deki seçmenierin
şikayetlerini dile getirmekte bir sorunları yoktu.
Washington Post gazetesinden E.J. Dionne bana "Bu yazıyı
yayınlamalısın Greg, hem de hemen" dedi. İlginçtir, beni
43
Post'un haber merkezine göndereceğine, Tanrıların gazabına
uğramış haberler için bir tür mülteci kampı olarak hizmet veren
Nation dergisini aramaını söyledi.
Olayların doğruluğunu iki kere değil beş kere kontrol ettik­
ten sonra Nation. Temizlik Çalıya (Bush' a) Yarar adlı araştırma­
mı ve hatalı biçimde kütükten silinen eski suçlulardan oluşan
üçüncü grup (şu anda sayıları 2800'ü buldu ) ve daha kütüğe ya­
zılmaları hatalı biçimde engellenen dördüncü grup seçmenlerle
-bir 40 bin daha, hemen hemen hepsi de Demokrat seçmenler­
ilgili yazılarımı yayınladı.
Artık tarih 5 Ş ubat 200 1 'di ve Başkan B ush Beyaz Saray 'da
Narian 'daki bu yazıyı okuyabil irdi ...

Latin Amerika'da bunlara vatantes desaparecidos, ' kaybo­


lan oylar' diyorlar. 7 Kasım 2000 tarihinde, oy kullanma hakkı
olan on binlerce Floridalı seçmenin oylarını vermeleri hatalı bir
biçimde engellendi - bazıları seçmen kütüklerinden silindi ve
bazılaemın da kütüklere kaydolmalarına fırsat verilmedi. Bunla­
rın hemen hepsi Demokrat Partiye oy vereceklerdi ve yarısı Af­
rikalı-Amerikalıydı. Florida Valisi Jeb Bush ' un bürosu ve eya­
let özel kalemi Katherine Harris tarafından yönlendirilen, bu ya­
sal seçmenleri haklarından mahrum eden danışıklı programın
uygulanması o denli sessiz ve anlaşılması güç bir biçimde yapıl­
mıştı ki. Harris tarafından onaylanan George W.Bush'un 537
oyluk kıl payı zaferi olmasaydı söz konusu temizliğin ortaya çı­
karılma olasılığı son derece zayıftı.
Oy kullanması engellenen grubun her iki partide de bir avuç
koruyucusu vardı. Florida'da yaklaşık yarım milyon eski suçlu­
nun oy kullanma hakkından m ahrum bırakıldığı enine boyuna
yazıldı. Ancak Florida'nın kendi mahkemelerinin, diğer eyaJet­
lerde suç işleyip de cezasını çekmiş ve oy kul lanma hakları o
eyaJetler tarafından geri verilmiş olan Floridalı yurttaşların hak-

44
larını engelleyemeyeceğini · valiye defalarca anlattığı gerçeğini
medya tam anlamıyla ıskaladı.
Geçmişlerinde suç kaydı bulunup da Florida' ya diğer eyaJet­
lerden gelmiş olan kişilerin sayısı Northwestem Üniversite­
si ' nden suç istatistikleri uzmanı Jeffrey Manza 'ya göre "kesin­
likle 50 binin üstünde ve 1 00 bini aşması da muhtemel." Man­
za'ya göre, bu insanların yüzde 80' i Güneş Eyaleti ' ne dışandan
geldikleri için oy kullanma hakkına sahiptiler. Diğer bir deyişle,
Florida'da oy kullanma hakkına sahip eski hükümlü sayısı en az
40 bindi.
Ne var ki, bir yandan valilik eski suçluların vatandaşl ık hak­
Iarının engellenmeyeceğine ilişkin mahkeme kararlarına bağlı
kalacağını açıkça belirtirken, diğer yanda Harris ve Bush 'un gü­
dümündeki kuruluşlar seçim görevlilerine bu seçmenierin kü­
tüklere kayıtlarının geçirilmemesi talimatinı veriyorlardı. Daha­
sı, Harri s ' in adamları, Cumhuriyetçilerle bağlantısı olan bir ve­
ri tabanı şirketinin yardımıyla, oy kullanma hakkı olan bu hü­
kümlüleri aviayıp seçmen kütüklerinden silmek için geliştiril­
miş bilgisayar programları kullandılar.
Washington DC 'deki Politik ve Ekonomik Araştırmalar
Merkezi ' nden deneyimli araştırmacı David Bositis'e göre, en­
gelleme ve silme programının gerisinde partizanca bir art niyet
olmalıydı. "Oylann sayısında bir fark beklenmiyorduysa eğer,
dört milyar doları neden harcasıniardı ki?" Bositis, ulusal suç
oranlarına göre, hatalı biçimde oy hakkı engellenmiş eski hü­
kümlülerin yüzde 46'sının Afrikah-Amerikalılardan oluştuğunu
belirtmektedir. Florida'daki siyah seçmenierin on oyundan do­
kuzu Al Gore' a gitti.
Çoğu yoksul beyaz ve Latin hükümlüler, Afrikah-Amerika­
lılar kadar sıkı Demokrattı lar. Yakınlarda yayınlanmış olan
Minnesota Üniversitesi ' nde gerçekleştirilmiş bir çalışmanın
bulgularına göre . .ırk ayrım ı olmaksızın, hükümlülerin yüzde

45
senin sosyalist eğilimli haberlerin/yazın
Tarih : l n/0 1 2 :20:4 1 P M G M T Standard Zaman

Kimden : wi/d.bill@mtaon/ine .n«t (wi/dbi/1)


Kime: Gregory.Pa/ast@guardian.co.uk

Hey Greg,
Florida'daki kara liste ile ilgili yazının bu ülkedeki sosyalist ah­
baplarına destek olmak için yazılm ış sosyalist/demokrat bir çaba oldu­
ğu o kadar bariz ki neredeyse gülünç. Seni homo İngiliz! Ortalama bir
Amerikalının ortalama bir İngiliz gibi eğitimsiz ve aptal olduğunu sa­
nıyorsun galiba. Bak arkadaş, sana şunu söyleyeyim, iş senin sandığın
gibi değil. Senin ortalama İngiliz oğlan yatakhane çevresinde oğlancı­
lık yapmak için sınıf arkadaşlarını kovalarken Ortalama Amerikalı
Çocuk sınıfında oturmuş dersini pür dikkat dinlemektedir. Öğrendi­
ğim ilk şeylerden biri de yalancının maskesini düşürmekti ki senin
olayında bu hiç de zor olmadı. Hikayen o kadar yalan yanlış ve yarım
yamalak l:ıilgilerle dolu ki bu ülkede orta bire giden bir çocuk bile ko­
laylıkla ortaya çıkarır yalanını. Düzgün basından kimsenin yapamaya­
cağı şekilde ve üçüncü dünya sosyalisli kılıklı bir ülke temsilcisi için
müthiş bir mucizeymiş gibi (evet Greg, bu ülkede İngiltere bir üçün­
cü dünya ülkesi ve dördüncü sınıf akademisyenlerin doldurduğu bir
yer olarak bilinir) bazı yerlerden ve konuştuğun insanlardan bahsedi­
yorsun. Biz yankiler şimdiye kadar o senin değersiz denizci kıçını iki
defa tekmelemiştik zaten, bunun acısını mı çıkarıyorsun? Neyse boş
ver, sana bunları yazmarnın nedeni prens Charles'a benim selamımı
söylemen, kimden söz ettiğimi anlıyorsun değil mi? Suckingham sa­
rayını işgal etmiş o çıban başı ailenin fertlerinden biri, tepeden her iki
kapısı da açık Wolswagen 'e benziyor tıpkı. Ha, nerdeyse unutuyor­
dum, o kancık Kraliçeyi bir dahaki sefer becerirken söylemeyi unut­
ma biraz kilo versin & Sivaselimizden de elini cek İn!!iliz domuzu.<>

Şekil 3: Fanatik bir elektronik posta daha. Bana ' Ingiliz' denmesi ne kadar
haksız bir davranış.

46
93 ' ü 1 996 'da B ill Clinton ' ı tercih etmişlerdir. Bu seçmenierin
eyalette George W. Bush 'un kazandığı kıl payı zaferin kat kat
fazlası oyu temsil ettikleri bir gerçek. Bush 'un ve Harris'in yö­
netimindeki kurumların kilit noktasındaki kişiler bu konuda gö­
rüş belirtmeleri için yaptığımız çağrıları yanıtsız bıraktılar.

Bu araştırmanın ilk yayınlanan yazılan sayesinde, seçmen te­


mizleme operasyonunun ırksal bir nedenle yapıldığından kuşku­
lanan The National Association for the Advancement of Calo­
red People- (Renkli Derililer Ulusal Gelişim Birliği-RDUGB),
Harris'e, seçmen bürosu şefi Clay Roberts ' ıi ve anlaşma y_aptık­
ları özel veri tabanı şirketine karşı l O Ocak 200 1 tarihinde açmış
oldukları davaya hükürnlü avı olayını da eklediler. Davada bu
kişiler 1 965 Oy Kullanma Hakkı Yasas ı ' nı ve Anayasanın eşit
koruma maddesini ihlalle suçlanmaktaydılar. RDUGB hükümlü
temizleme işlemine derhal son verilmesi için tedbir kararı talep
etmektedir.
Bu ternizlik işlemi l 998 'de Katherine Harris'in selefi Özel
Kalem Müdürü Sandra Martham zamanında başladı. Mortham,
Jeb Bush valiliğe ikinci kez aday olduğunda yardımcısı olarak
seçilmiş olan gözde bir Curnhuriyetçiydi.
Valilik seçiminden altı ay önce, Florida eyalet meclisinde oy
kullanma hakkı olmayan seçmenierin -başka yere taşınmış olan­
lar, ölmüş olanlar ve oy kullanma hakkı olmayan hükümlüler­
kütüklerden silinmesi için bir reform yasası kabul edilir. Yasa,
sahtekarlık suçlamalarıyla gölgeleneo l 997 Miarni belediye baş­
kanlığı seçiminin ardından haklı bir yasal tepki olarak sunuldu.
Ancak en başından itibaren yasa ve oygulaması partizanca
kokular yaymaya başladı. Çoğunluğu Cumhuriyetçilerden olu­
şan meclis tarafından kabul edilen bu yeni yasa temizleme liste­
lerinin hazırlanma işinin özel bir şirkete verilmesini sağlayan
olağanüstü bir madde de içeriyordu. O güne kadar, hiçbir eyalet-

47
te yurttaşların vatandaşlık haklarının engellenmesinde hayati bir
rolü olan bu işlem özelleştirilmemişti.
Kasım l 998'de, Cumhuriyetçiterin elinde bulunan Dış İlişki­
ler B ürosu söz konusu ihaleyi, ihaleye giren tek şirkete, geçen
yıl birleşerek Atlanta'daki ChoicePoint şirketinin alt kuruluşu
haline gelen ve DBT Online adını alan Database Technologies
şirketine verdi.
Dış İlişkiler B ürosu bünyesindeki seçim birimi vakit geçir­
meden, yerel seçmen bürosu yetkililerini kaygılandıracak bir
gayretkeşlik ve dikkatsizlikle hükümlü avı başlattı. Nation, "kü­
tüklerden isimleri gelişigüzel silerek" oy kullanma hakkı olan
seçmenierin elinden bu hakkın hatalı biçimde alındığı konusun­
da Martham ' ın bürosunu uyaran, Ağustos 1 998 tarihli, Florida
Eyaleti Seçim Göreviileri Birliği ' ne ait bir iç yazışmayı ele ge­
çirdi. Ancak kamuoyunun tepkisini çekmernek için, görevliler
"kamuoyu önünde eyaJet yetkilileri ile kavgaya girişmenin za­
rarlı olacağı" inancını taşıdıklarından kuşku larını bürokrasinin
sınırları içinde tutmaya karar verdiler.
Kasım ayında, Jeb Bush sürpriz bir zaferle val ilik konutuna
yerleşti. ironik bir biçimde, bu kolay zaferin arkasında partile­
riyle kavgalı olan siyah Demokratların desteğinin olduğu öne
sürüldü.
Sonraki iki yıl boyunca, Cumhuriyetçilerin, hem valiliği hem
de şu an Harris'in bulunduğu Dış İlişkiler Bürosunu ellerinde
tuttuğu o dönemde, hükümlü temizleme işi hızlandı. Mayıs
2000 'de, DBT tarafından sağlanan listeyi kul lanan Harris ' in bü­
rosu Teksas 'ta suç işlemiş olan sekiz bin Floridalı seçmenin kü­
tüklerden silinmesini bölge seçim kurullarına emretti. Aslında,
bu kişiler çok hafif suçlardan hüküm giymişlerdi ki, bu durum
ortaya çıkmasına rağmen listeler tamamen düzeltilmedi. Cho­
icePoint DBT ve Harris daha sonra, Teksas 'ta gerçekten suç iş­
lemi ş olan 437 seçmeni de içeren düzeltilmiş listeyi yolladılar.

48
I 997 ' de çıkarılan Teksas yasası, cezaların ı çektikten sonra hü­
kümlülere oy kullanma hakkın ı geri verdiğinden, bu liste de ha­
talıydı. Bu durumda, hatayı düzeltmek için hiçbir çaba gösteril­
medi .
Teksasl ı suçluların kütükten silinmeleri yapılan tek hata de­
ğildi. Dış İ lişkiler Bürosu, gözaltında olan ya da şartlı tahliye
edilmiş olanlara bile oy kullanma hakkı veren lllinois eyaletin­
den 7 I 4, Ohio' dan da 990 hükümlünün kütükten silinmelerini
emrettiğini kabul etmektedir. Florida ' nın kendi yasalarına göre,
Ohio ya da l llinois'den gelen tek bir kişinin bile kütüklerden si­
linmemesi gerekir. Toplamda, DBT oy kullanma hakkını oto­
matik olarak geri veren en az sekiz eyaJetten gelen ve bu neden­
le Florida' ya bütün vatandaşlık haklarına kavuşmuş biçimde dö­
nen yaklaşık üç bin hükümlüyü kütüklerden silmek üzere belir­
ledi.
Florida Seçim Bürosu 'nun da teyit ettiği gibi, ChoicePoint
DBT sözcüsü, Harris'in bürosunun h üküml ü temizliği için han­
gi eyaletlerden kayıtların alınacağını onaylarlığını açıkladı . Oy­
lama hakkını geri veren eyaJetterin neden seçildiği sorusunu
Florida'nın ChoicePoint'la ilişkisini yürüten Janet Modrow,
Harri s ' in hukukçularına aktardı . Hukuk bölümü ise ısrarlı talep­
lerimize henüz yanıt vermiş değil.

Gainsville 'den rahip Thomas Johnson, arkadaşı vali Jeb


Bush 'un büyük takdirini kazanmış olan, eski hükümlülerin ye­
niden çal ışma hayatına dönmelerini sağlayan dini bir yardımlaş­
ma kuruluşu olan Umut Evi 'nin rahibidir. On yıl önce, Johnson,
New York sokaklarında kokain satarken yakalandı, cezasını
çekti, sonra Tanrıyı ve Florida 'yı keşfetti. Geçen yılın başların­
da seçmen kütüklerine kaydolmak için başvurduğu seçim görev­
lileri Johnson 'ın on yıl önce New York 'da almış olduğu cezayı
belirtınesi üzerine başvurusunu reddettiler. Johnson reddedilme-

49
sinin yarattığı duyguyu şöyle ifade etti: "Bu karar beni mahvet­
ti. Felaket bir şeydi."
Johnson 'ın kaydolmak için başvurduğu Alachua seçim kuru­
lu başkanı Beverly Hill, Johnson gibi eski hükümlülerin oy kul­
l anmasına eskiden izin verdiğini söyledi. Vali Bush yönetime
gelince durum değişti. "Son zamanlarda, Valiliğin İdari Af Bü­
rosu yetkilileri farklı bir şey söylediler bize" dedi Hills. "Bu in­
sanların oy kullanamayacağını belirttiler."
Hem Alachua'da Johnson ' ın oy kullanmasının reddedilmesi
hem de vaiiliğin redde yol açan genelgesinin yayınlanması za­
manlama açısından ilginç - diğer eyaletlerden gelen hüküm W­
lerin vatandaşlık haklarının tanınmasını valiye ve dış ilişkiler
müdürüne emreden iki mahkeme kararı nın ardınqan. Schlent­
her'in Florida eyaJetine karşı açtığı davada Haziran 1 998'de
alınan söz konusu kararların ilk inde Florida Temyiz Mahkeme­
si oybirliği ile "yirmi beş yıl önce Connecticut'da hüküm giy­
miş olan bir kişiden vatandaşlık haklarını Florida'dan iade edil­
mesini bekleyemeyeceği" belirtilmiştir. Birçok eyaJet gibi Con ­
necticut da cezanın sonunda suçlunun vatandaşlık hakkını oto­
matik olarak geri vermektedir ve bu nedenle "Schlenther de bü­
tün vatandaşlık haklarına sahip olarak, herhangi bir vatandaş
gibi gelmiştir Florida ' ya."
Schlenther kararı, I 998 yazında Orlando' da yapılan seçim
kurulu yetkililerinin toplantısında çok konuşuldu. O nedenle Or­
lando toplantı sında Harris ' in seçim bürosu şefınin, DBT tarafın­
dan belirlenen başka eyaJetlerden gelmiş hükümlüleri kütükler­
den silmeleri için yerel yöneticilere baskı yapması, Hillsborough
sistem yöneticisi Chuck Smith ' i çok şaşırttı. Mahkeme kararına
ters görünen bu emir karşısında endişeye kapılan Hillsborough
eyaJetten bu emri yazıya dökmesini istedi -isteği yerine getirildi.
Nation, Hillsborough 'a verilen yanıtın metnini ele geçirdi.
Valiliğin İdari Af Bürosu' ndan 1 8 Eylül 2000 tarihinde çıkan

50
mektup başkanlık seçiminden sadece yedi hafta önce yerine var­
dı. Yazıda bölge yönetimine, başka bir eyaletin yasasıyla vatan­
daşlık hakları geri verilmiş olsa bile seçmen kütüklerine kayıt
için başvuran eski hükümlülere, "Florida eyaletinde vatandaşlık
haklarının geri verilmesi için yeniden başvurmaları gerektiğini"
bildirmeleri söyleniyordu, yani, Vali Bush ' a yalvar - ki bu mah­
kemeler tarafından yasaklanmıştı. Florida bölge mahkemesi yar­
gıcının, valiliğin Schlenther kararın ı görmezden gelmesine öf­
kesini saklamayarak dile getirdiği Aralık l 999 tarihli ikinci
mahkeme kararı karşısında eyaletin genelgesi çok şaşırtıcıydı.
Nation için davaları inceleyen seçim hukukçularına göre,
mahkemeler kararlarını Florida yasasıyla birlikte her ey aletin di­
ğer eyaletlerin yasalarını tanıması gerektiğini belirten ABD
Anayasası ' nın "tam inanç ve güven" maddesine dayandırmışlar­
dır. RDUGB danışmanı Bruce Gear, "Mahkeme valinin ne ya­
pamayacağını çok açıkça belirtmiştir" dedi. Vali Bush ' un yapa­
mayacağı şey, Florida ' ya taşınan bir vatandaştan halihazırda sa­
hip olduğu oy kul lanma hakkını geri almak için valiye yalvar­
masını i stemektir.
Valiliğin bu görüşe karşı çıkmaması işin acayip bir başka yö­
nü. Harris, Bush ve yarım düzine politik görevli görüşme istek­
lerimize yanıt vermedilerse de valil ikte af isteklerine bakan Ta­
wanna Hayes açıkça şunları söylüyordu: "Bir başka eyalet tara­
fından geri verilmiş olan bir hakkı engellemek ya da yeniden ge­
ri vermek gibi bir hakkımız yok." Hatta Hayes iki mahkemenin
kararlarını elinin altında tutmakta ve uzun uzadıya bu kararlar­
dan alıntı yapmaktaydı. Peki o zaman, Vali ve Dış İlişkiler Mü­
dürü neden bu insanların kütüklerden silinmelerinin ya da kü­
tüklere kaydolmalarının engellenmesini emrettiler? Hayes bizi
Vali Bush 'un danışmanı ve af konusundaki yardımcısı Greg
Munson ' a yönlendirdi. Munson da bu konudaki açıklama talep­
lerimizi geri çevirdi.

51
Florida Haberleşme Özgürlüğü Yasası ' na göre elde edilen,
1 0 Ağustos 2000 tarihli , Harris'in bürosundan Bush'un bürosu­
na gönderilen yazıda Florida Eyaleti Seçim Görevlileri Birliği
başkanının da, hakları diğer eyaJetler tarafından otomatik olarak
geri veri lmiş olan eski hükümlülerin kütüklerden silinmesi ko­
nusunu H arris'den sorduğu belirtilmektedir. Gözlemciler grubu­
na da Hillsborough 'a verilen yanıt gönderildi; bu kişileri seçmen
kütüklerinden silmek ve buna itiraz ederlerse Bush 'dan af dile­
melerini söylemek .
. Hemen hemen bütün bölge görevlileri bu yanıtı ciddiye alır­
ken almayan biri vardı, Carol Griffen. Washington bölgesi se­
çim kurulu başkanı olan Griffen yasal seçmenleri Jeb Bush 'un
yalvarma labirentinden geçmeye zorlamanın vatandaşlık hakla­
rının uygulamasındaki engelleri ortadan kaldırmak için çıkarılan
1 993 tarihli federal yasa niteliğindeki Ulusal Seçmen Kayıt Ya­
sası 'na ( USKY) aykırı olacağı sonucuna vardı. Yasa yedi mil­
yon yeni seçmenin kütüklere yazılmasını sağlam ıştı. USKY ta­
rafından saptanmış olan yeni kayıt formunun Florida bölümün­
den şu sözleri aktardı G riffen : "Hüküm giymiş bir suçlu olmadı­
ğımı ya da öyleysem oy kullanma hakkırnın geri verildiğini be­
yan ederim." "Yasa budur" diyor öfkeli Griffen "ve bu sözlerin
altına dürüstçe imza atan birinin kütüğe kaydını engelleme hak­
kım yok. Bu bölüme baktıktan sonra tartışmanın alemi de yok."
Gri ffen ' in bölgesi temi zleme işlemini uygulamayı reddetti ve
eyaJet de buna karşı çıkmayı göze alamadı.
Ancak Rahip Johnson, Alachua bölgesinde kütüğe kaydın ı
yaptırmaya kalkıştığında memurlar b u isteği geri çevirdiler v e
bunun yerine eline o n beş sayfalık a f talep formu sıkıştırdılar.
Bu davranışa çok bozulan rahip yapılan hareketi Form-22'nin
anlamsızlaştırılması olarak gördü. Farkında olmadan Florida
mahkemelerinin sözlerini tekrarlayarak, "Zaten sahip olduğum
bir hak için nası l valiye başvurabilirim ki?" diyordu.

52
Eğer Johnson başını öne eğip de af için koşuştursaydı, Af
Bürosu'ndan Hayes'in, "bazen bacağını k ırmaktan daha kötü"
dediği bir işlemle karşılaşacaktı. Hayes, vatandaşlık haklannın
otomatik olarak geri verildiği New York' taki yetkililerin, Hori­
da' nın kişinin hakkının geri verildiğini gösteren belge - ki böy­
le bir belge söz konusu değildi - istemesi karşısında kafalarının
karıştığını da belirtiyor. Hayali af belgelerinin yoktuğu nedeniy­
le, başvuruyu y apan kişi. eski mahkeme kayıtları arasında ava
çıkmak zorundaydı ve sonucu Jeb B ush 'un keyfine kalmış, gay­
rı resmi soruşturmalar da dahil dört ayla iki yıl arasında s ürecek
karmaşık bir sürece katlanmak zorundaydı .
Diğer eyaletlerden gelen o n binlerce hükümlüden sadece iki
yüz kadarının seçimden önce bu bürokratik engeli aşmaya çalış­
ması da ilginç. (Bush 'da merhamet yok denemez; Florida'da
oturan Charles Colson ' a başkanlık seçiminde oy kullanma hak­
kını vererek Watergate skandalı dolayısıyla mahkum olan Col­
son ' ı affetti. )

Florida ' nın i ter tutar yanı olmayan hükümtü-seçmen avı,


başkan adayının erkek kardeşi Jeb Bush 'la eyalet seçim kam­
panyası şefi Harris arasındaki samimi danışıklı dövüşün bir ese­
ri miydi acaba? Seçmen temizleme işleminin ardındaki dürtüle­
ri belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama sonuçlar önümüzde.
Otuz yıl önce Vali George Wallace okul kapısı önünde durmuş
ve kükremişti; "Ayrımcılık şimdi ! Aynıncılık yarın ! Ayrımcılık
sonuna kadar!" Ama Afrikalı-Amerikalıların okula girmelerine
engel olamamıştı. Yüksek teknoloj inin sessiz sedasız yardımıy­
la Vali Jeb Bush'un mahkeme kararlarına karşı gösterdiği direnç
ise siyah seçmenierin oy sandıklarına ulaşmasını engelleme açı­
sından daha etkiliydi. B ilerek ya da bilmeyerek, hatalı bilgisayar
temizliği ve yasadışı af süreci zorlaması; Jim Crow döneminde­
ki okuryazarlık testi ve seçim vergisi gibi, siyah, yoksul ve tesa-

53
düfi olamayacak şekilde, hemen tümü Demokrat olan vatandaş­
ların oylarını y ürütmek amacıyla uygulamaya girer. Uzun boyl u
düşünmeye gerek yok; Florida hem partiyi hem d e ırkı seçmen
kütüklerinde belirten bir iki eyaletten biridir.
Yanlışlıkla oy kullanma hakkından mahrum bırakılan Afri­
kalı-Amerikalı Rahip Johnson vali ya da niyetleri konusunda
olumsuz bir düşüneeye kapılmak istemiyor. Olayı bürokratik bir
kara komedi olarak görmeyi tercih ediyor: "Bu eyaletin maska­
ralığı bize bir başkana mal oldu." Eğer bu maskaralıksa, o za­
man Harris ve B ush ' lar da pişkin birer soytan demektir.

Florida' da neler oldu?


BBC Televizyonu'nun
Haber Gecesi programı araştırıyor

Nation 'daki yaZI hize neyi anlattyordu ? Başkan/tk seçiminde


oy kullanan seçmenierin yaklaştk yüzde 80' i ile yasalara aykm
olarak devre dtşt htraktlan gruhun, d(�er eyafetlerden gelen eski
hükiinılülerin. yaklaştk yüzde 90' t Demokrat/ara oy veriyorlar. O
nedenle, yaklaştk 36 hin kişi Gore ' a , dört hin kişi de Bush 'a oy
vereceklerdi. Hesaht siz yaptn, seçimin sonucu ortada.
Bu yazt ABD bastm ile TV haberlerinde olaym yanstttldtğt en
son araşttrnıadtr. Katherine Han·is' in diledi,� i gihi, "Ameri­
ka' 11111 gündemi çoktan de,�işti. "
. . . Ama benim gündemim de,�işmedi.

Hala aklımı kurcalayan bazı şeyler var. Konu her zamanki


gibi paraydı. Eyalet dosyalarına baktım ve ChoicePoint
DBT'nin bu iş için anlaşma yapılan ilk şirket olmadığını gör­
düm. Florida Seçim Dairesi ihaleyi 5700 dolarlık teklifle kaza­
nan küçük bir şirketle olan anlaşmayı fesheder. Sonra da işi iki

54
m ilyon üç yüz on yedi bin sekiz yüz dolara DBT'ye verir - hem
de ihalesiz. Florida'nın bu iş için ödediği kayıt başına yirmi ye­
di senti veritabanı sektöründeki uzmanlara sorduğumda gözleri
yuvalarından fırladı - "Vay be!" "Aman Al/ahım!" "Skandal
bu! " - rayiç fiyatın rahatça on katı.
Beni rahatsız eden bir şey oldu; temizlik listesindeki isimte­
rin yüzde l 5 ' inin yanlış olduğunu ortaya koyan yazım üzerine
ChoicePoint halkla ilişkiler elemanının gösterdiği tuhaf sevinç.
ChoicePoint için benim yazım iyi bir haberdi. "Aslında" dediler
"listelerinin y üzde 85 doğru olduğunu" göstermişim onlara. Sa­
hiden öyle miydi?
Liste yüzde 85 "doğru" dedi ChoicePoint PR elemanı, çünkü
sosyal güvenlik numaraların ı kullanmışlar. İlk an mantıklı geldi
bu - hükümlü temizleme listesini kendim inceleyip de l istedeki
hemen hiçbir seçmenin sosyal güvenlik numarasının yazılmadı­
ğını görüneeye kadar. Son zamanlara kadar, Florida'da yaşayan­
lar seçmen kütüklerine kayıt olurken sosyal güvenlik numarala­
rını bildirmek zorunda değillerdi.
İngiltere' de, 30 Kasım 2000 tarihinde ilk yazımı yayınladık­
tan dört gün sonra, B loomberg ekonomi haberleri, benimle ko­
nuşmuş olan ChoicePoint'in PR elemanlarından Marty Fagan'la
röportaj yaptı. Florida'daki bilgisayarla temizlik işlemindeki bü­
yük başarıdan cesaretlenen ChoicePoint seçmen temizleme
operasyonunu ülkedeki bütün eyaletlere yaymayı planlıyordu.
B u ise milyarlarca dolarlık bir iş demekti.
Fagan, ChoicePoint ' in listelerinin doğruluğu konusunda
B loomberg'de atıp tuttu. Ş irketin, adreslere ve mali durumlara
ilişkin veriler de dahil "kişinin çok kesin profilini" ortaya çıkar­
mak için bin iki yüz kamu veri tabanını kullandığım söyledi.
Çok etkileyiciydi bu. Aslında, konuştuğum bütün veri tabanı uz­
manlan bana, asgari yüzde 85 oranında bir kesinlik tutturmak is­
tiyorsak en azından şu üç şeye ihtiyacımız olacağını söylediler:

55
Sosyal güvenlik numaraları, adres bilgisi ve diğer veri taban la­
rıyla bilgilerin kontrolü. Ancak, haftalar ve aylar geçtikçe şunu
öğrendim:
• ChoicePoint Florida hükümlü temizliği için hemen hiç sos­
yal güvenlik numarası kullanmadı.
• ChoicePoint "verilerin doğruluğunu kontrol etmek" için
kullanılacak bin iki yüz veri tabanından hiçbirini kullanmad ı.
• ChoicePoint "potansiyel hükümlü" olarak belirlenen altmış
altı bin adresin doğruluğunu kontrol için gerekli işlemi hiç kim­
se için gerçekleştirmedi.

O zaman listenin "yüzde 85 doğru" olması gibi bir olasılık­


tan söz edilemezdi. Bunu biliyorduk; bir seçim bölgesi, Leon
(Tallahassee), Tallahassee'de hükümlü olarak belirlenen 694 ki­
şinin aslında oy kullanma hakkına sahip olup olmadığını belir­
lemek amacıyla her ismi tek tek kontrol etmek gibi zor bir işe
kalkıştı. S adece otuz dört kişinin hükümlü olduğunu saptayabil­
diler - yani yüzde 95 hata oranı. Bu çok değerli bir bilgiydi. On
yıl kadar önce, bir başka meslekteyken, Indiana Üniversite­
si ' nde yardımcı profesör olarak Ekonomik ve İstatistiksel Veri­
lerin Toplanması ve Kullanımı dersi veriyordum. İşte size hız­
landırılmış bir istatistik dersi. Eyaletteki hükümlülerin listesi ke­
sinliği açısından homojen bir n iteliktedir. Leon bölgesi incele­
mesindeki örnek yüzde 99 ' luk güvenilirlik düzeyinde 4.87'lik
bir güvenilirlik arah,�ı vermeye yeterl i büyüklükteydi. Sınıf, be­
ni dinliyor musunuz? Diğer bir deyişle, Florida listesindeki
isim/erin en az yüzde 90.2 ' sinin hükümlü olmadığına yüzde 99
inanabitirdik -hatalı bir biçimde kütüklerden silinen 52 bin kişi.
Tamam, fışlenen herkesin kütüklerden aslında silinmediğini
ileri sürebilirsiniz. Örnek grubunda bazı sorunlar olabilirdi. Bel­
ki de sayı 52 bin değil de 42 bin ya da 32 bindir. Fark etmez Go­
re 537 oy farkla kaybetti. Ama bu konumuzun dışında.

56
Artık listenin bir işe yaramadığı konusunda kuşkum kalmadı
- böyle de olmalıydı zaten, çünkü ChoicePoint en basit kontrol
yöntemlerini bile kullanmamıştı . Ama neden kullanmadılar?
Yoksa ChoicePoint bu işi bilmiyor muydu, bir listenin nasıl
doğrulanacağından haberi yok muydu? Buna pek ihtimal verile­
mez - FBI tarafından insan avı için tutulan bir şirket bu ve FBI
da yüzde 90 hataya para ödemez.
Peki o zaman ChoicePoint neden yalan söylesin? Nasıl oldu
bu iş? B irileri mi istedi bunu? Yani, birisi çıkıp da bu bozuk lis­
teyle seçimin yönünü mü değiştirmek istedi? Kanıtlar giderek
yığılmaya başladı: "DBT GİZLİ VE TİCARİ SIR" notu düşül­
müş belgelerden biri de bunlar arasındaydı.
"işler garipleşmeye başlayınca" der Hunter Thompson gaze­
tecilere, "gariplik profesyonelleşmeye başlar." Londra'da, bu
"GİZLİ" belgeyi BBC Televizyonu ' nun Haber Gecesi yapımcı­
larından en büyük profesyonel Meirion Jones 'a gösterdim. "Flo­
rida uçağına en erken ne zaman binebilirsin?" diye sordu.
BBC Haber Gecesi yayınımız kiralık araba radyosundan işi­
tilen folk ve westem müziği eşliğinde başladı:

"Yüzlerce yalan . . . sahte mazeret sonrasında . . . "

Haber Gecesi'nin kamerası, Florida Seçim Dairesi ' nin bo­


dur, kalı n enseli başkanı Clayton Roberts ' la, Florida'nın Talla­
hassee 'deki Valilik B inası 'nın on sekizinci katında buluşmaya
giderken ardımdan geliyordu.
Doğrudan doğruya Dış İ lişkiler Müdürü Katherine Harris ' in
emrinde çalışan Roberts konuşmayı filme çekmemize razı ol­
muştu. B ürosunun dışındaki misafirlerini kabul ettiği kanepede
otururken karşı l ıklı olarak iyi dileklerimizi dile getirdik. Yanı
başımda duran kağıdın başlığını okuduğunda - "GİZLİ" - gözle­
ri önce kaymaya başladı, sonra da panikledi. Kağıdı elime aldı-

57
ğırnda el irndekinin ne olduğunu kesinlikle biliyordu. Ona Vali­
l iğin şirkete milyonlarca dolar ödemeden önce, DBT'nin temiz­
leme listesindeki bir tek ismin doğruluğunu bile kontrol edip et­
mediğini. araştırıp araştırmarlığını sordum.
Roberts "Hayır. DBT'ye sormadırn bunu" diyerek cevap ver­
di. Yarım yamalak bir iki şey döküldü dudaklarından, yaka mik­
rofonunu koparıp attı, ayağa fırladı ve kabloların üzerinden atla­
y arak bürosunun kapısını benim ve ardından koşturan karnera
ekibinin suratma çarptı. Çok nazik ve iri yarı valilik korumala­
rının eşliğinde kapıya kadar geçirildik.
Saklanıp korurnaları çağırmadan önce, Roberts etrafına bakı­
nıp öfkeli bir şekilde kameraya parmağını salladı "Lütfen şu ka­
rnerayı kapatın ."
Kapattık - BBC' nin kuralı böyle. Ama "şu mikrofonu da ka­
patın" demedi. o nedenle avukatlarırnız bağırıp çağırmasını kul­
lanabileceğimizi söyledi. "Bana bakın, bunu benim üstürne yık­
mak istiyorsanız tamam." Yıkacağım tabi i . Ama yalnızca onun
üstüne değil. Roberts "bunu" derken, kaçarken ona okumaya ça­
Iıştığırn belgedeki kanıtı kastediyordu.�
Curnhuriyetçiyi bu kadar panikleten şey neydi? Gün ışığına
çıkması hiç beklenmeyen "GİZLİ" sayfasına göre, DBT'ye lis­
teler ve "telefonla ve istatistiksel örnekleme ile yapılacak doğ­
rulama için" iki milyon üç yüz bin dolar ödenecekti. Roberts ' ın
neden kaçtığı ortada. Roberts ve Harris ABD Sivil Haklar Ko­
misyon u ' nda, yemin ederek, seçmen temizleme listesinin doğ­
rulanmasının tamamıyla bölge seçim kurullarına bırakıldığını,
Valiliğin ve anlaşma yaptığı şirket ChoicePoint DBT'nin bu iş­
le bir ilgisi olmadığını söylemişlerdi.
Aslında, temizleme listesinin doğruluğunun teyidi, Choice-

2. Aşağıdaki siteyi tı klarsanız Roberts' ın koştunnacasını seyredebilirsiniz.


http:llnews.bbc.co.uk!olmedialctalprogslnewsniRhtlpalast.ram

58
(DBT Özel ve Ticari Sır Bilgisi)

Fiyatlandırma:

I . I-IV ( 1998- 1 999)* 2. 1 97.800 $


(telefonla doğrulama ve
istatistiksel örnekleme dahil ) 1 20.000
Toplam 2.3 1 7.800 $

*8 . 140.000 CVF Kayıtianna @ dayanarak 27$/Kayıt

2. Yıl İki (Opsiyonel Yenileme) ( 1 999-2000) 1 .024.000 $


(telefonla doğrulama ve istatistiksel örnekleme dahil)

3. Yıl Üç (opsiyonel Yenileme) (2000 - 200 1 ) 1 .024.000 $


(telefonla doğrulama ve istatistiksel örnekleme dahil)

Şekil 4. Aorida Valiliği ile DBT Online (daha sonra Atlanta'dan ChoicePoint
tarafından alınmıştır) arasında seçmen kütüklerinden hükümlü seçmenleri sil­
mek üzere yapılan - George W. Bush'a seçimi kazandıran anlaşmanın bir say­
fasının kopyası.
Birinci yıl için $ 2. 1 37.800. ihalesiz olarak düzenlenen bu anlaşmada sa­
dece $5.700 teklif eden şirketin yerini DBT aldı. Uzmanlara göre, kayıt başı­
na 27 seni alınması rayiç bedelin on katı.
Fiyaıtaki bu büyük farkın nedeni ne olabilirdi? Buradaki kilit kelime şu;
telefon. Eğer DBT doğrulama için binlerce telefon konuşmasını yapmış olsay­
dı, büyük çoğunluğu Demokrat olan seçmenierin oy sandıklarından yoksun
kalması söz konusu olmazdı. Ancak Florida Dış İlişkiler Dairesi seçim bölü­
münden biri DBT'ye işin bu bölümünü atlamasını ve paranın tam olarak öde­
neceğini söyler.
Hem Aorida Valisi Jeb Bush ve hem de Dış İlişkiler Müdürü Katherine
Harris'in ABD Sivil Haklar Komisyonu'na yemin ederek. bu listenin "doğru­
lanması sorumluluğunun" kendilerine ve anlaşma yaptıkları DBT'ye ait olma­
dığını. sorumluluğun bölge yönetimlerinde olduğunu söylediler. Bu belgeyi
ortaya çıkaran BBC televizyonunda da aynı şeyi söylediler.

59
Point'in bu iş için seçilmesinin ve insanı şaşırtan derecedeki
y üksek ücretinin de tek açıklamasıydı. "iyi akşamlar Bay Smith.
New York' ta 1 991 ' de başı helada olan Bay John Smith siz misi­
niz?" B inlerce kez bu işlemin yapılması pahalı bir olay ama si­
vil haklar söz konusu olduğunda akan sular durur. DBT de bu iş­
lemin maliyetini düşürmenin yolunu bulmuştu; işi yapmayarak.
DBT'nin yaygın biçimde telefonla doğrulama konuşması yaptı­
ğına i lişkin hiçbir kanıt yok.
Ancak doğrulama işlemi yapıldıysa eğer, Teksas hükümlü
listesindeki her kaydın yanlış olduğu gerçeği nasıl gözden kaçı­
rıldı?
(Daha sonra, doğrulama konuşmaları konusunda bilgi almak
üzere DBT'nin Florida'daki merkezine gittim ama kamera eki­
bimiz içeri sokulmadı. Londra 'ya döndükten sonra, bir DBT yö­
neticisinden telefon geldi ve "telefonla doğrulama işleminin"
kendilerine "telefon görüşmesi yapma zorunluluğu getirmediği­
ni" söyledi. Evet, anladım.)
Kanıtlardan yola çıkan BBC sahte hükümlü temizlik olayını
ve bunun Al Gore ' a Florida'da 22 bin oya mal olduğunu yayın­
ladı. Bu rakam bazılarına önemsiz görünebilir, ama olayı istedi­
ğiniz gibi didikleyin, bu sayı Katherine Harris tarafından teyit
edildiği gibi, Bush'a zafer kazandıran farkın da tam kırk katıy­
dı. İngiliz halkı artık seçimi kimin kazandığını anlamıştı.

Sanal Dünyada Jim Crow :


Yayınlanmamış Yeni Bir Kanıt

Ancak sorulanın daha bitmemişti ki bunlar beni en baba so­


ruya götürdü: Bu iş önceden planlanmış mıydı? Yani masumla­
rın temizlenmesi ve oy kullanınakla ilgili diğer oyunlar?
Toplam 5700 dolar isteyen şirketin yerine, Cumhuriyetçiler-

60
le derin bir bağı olan ve 2 milyon 300 bin dolar isteyen bir şir­
ket, herkese açık bir ihale yapılmadan geçirilmişti . ChoicePoint
DBT'nin başkan yardımcısı George Bruder' in daha sonra açık­
ladığı gibi, küçük bir kuş bu ihaleye girmesini söylemişti ona. O
küçük kuş daha başka neler dedi?
Kanıtlar yığılmaya başlıyordu.

Kay1p istatistikçi
Önce, kayıp bir istatistikçi olayı var ortada. Florida'da yapı­
lan anlaşma şunu söylüyor:

Doğrulama aşamasında, DBT incelenen dosyaların geçerli


bir kısmını temsil etmesini sağlamak için, gerekli kayıt sayı­
sını belirleyecek akademik n itelikli ve yaygın kullanımı olan
istatistik formülleri kullanacaktır. DBT profesyonel bir ista­
tistikçiyle işbirliği yapacaktır. . . işlenmiş verilerin geri dön­
mesiyle birlikte, DBT formülleri ve matematik hesaplamala­
rı sağlayacak ve doğrulama sürecinde profesyonel bir istatis­
tikçi ile çalışacaktır.

Sekiz bin i smi içeren Teksas l istesi yüzde I 00 hatalıydı - ki


bu oran yüksek göründü bana. Bu verilerin doğruluğunu kont­
rol için ne tür "akademik n itelikli bir formül" kullanıldı? İsta­
ti stikçi kimdi? Bir istatistikçi v ar mıydı, yok muydu konusun­
da gizemli bir sessizliğe bürünen ChoicePoint DBT beni yeni­
den Clay Roberts ' a yönlendirdi. Roberts 'ın Seçim Dairesi de
bu 'esrarengiz adam 'ın adın ı veremedi. Oysa anlaşmada
DBT'nin istatistikçiyi işe aldığını ve yaptığı analizi gösterme­
si şartı vardı. Böyle bir bilgi, adamın ismi, valilik belgelerinde
bulunmuyordu.
İşin yanlış yapıldığını söyleyecek bağımsız hiçbir teknisyen,
hiçbir uzman, dürlüğü çalacak bir adam yok ortalıkta.

61
Görmezden gelinmiş milyonlarca kayıt
Peki , bin iki yüz veritabanına, DBT'nin satış taktiği olarak
kul landığı milyonlarca kayda ne oldu? Aslında, valilik hayati
konumdaki bu çapraz kontrol işlem inin parasını ödedi - ya da en
azından, DBT bu okkalı ihalede, "birbiriyle bağlantılı veri ta­
banların ı çaprazlama taramak ... ayn ı anda yüzlerce veri kayna­
ğını araştırmak, milyonlarca veri kıyaslamasını yapmak, eşleş­
tirme ve birleştirmek üzere ilgili verileri toparlamak için" yapay
zeka yöntemini önermişti. Sonuçta, ellerinde kontrol edilmesi
gerekli dört milyon kayıt birikti. "Teklif ve ihale" bölümünde
şunlar yazıyor:

DBT aşa,�ıdaki kayıtları birlikte işleme tahii tutacak:


R 250 000 Suç Kayıtları
62 000 000 Adres DeRişimi . . .

Böyle devam ediyor. Telefon görüşmeleri, yüklü veri işlen­


mesi, bütün bunlar bir yandan DBT ' ye ödenen o büyük mebla­
ğın karşılığıydı, bir yandan da "işlenecek toplam 273 3 1 8 667
kayıt" için varolduğu öne sürülen DBT'nin veri tabanı gücüyle
baş edemeyeceğini düşünen rakipierin gözünü korkuttu.
Ancak anlaşma bağlandıktan sonra, val il ikteki bir başka kü­
çük kuş DBT' ye bütün bu masrafl ı bilgisayar işlerini aklına tak­
mamasını söyledi. DBT ihalesiyle ilgili valilik kayıtlarında, fı­
yatlandırmada kullanılmasına rağmen, doğrulama veri tabanları­
nın (62 milyon adres kaydı vb.) hizasında, el yazısıyla yazılmış
bir not gördüm: "GEREK YOK. "
Bu kontrol işlemleri , rakipsiz bir ihale sonucu işin DBT'ye
verilmesinin ve ödenen yüksek ücretin nedeniydi. Örneğin,
Cumhuriyetçi Parti yetkili leri federal hükümete, diğer eyaJetler­
den hükümlü listelerinin alınması ve incelenmesi için DBT' nin
özel olarak sahip olduğu uzmanlığına ihtiyaç duyulduğunu söy­
lediler. Ancak DBT ile ilişkiden sorumlu valilik görevlisi Janet

62
Modrow, D BT' nin Teksas gibi bilgilerini kamuya açan bir düzi­
ne eyaletin listelerini bilgisayardan yüklemekten başka bir şey
yapmadığını itiraf etti. Bir bilgisayarı ve kredi kartı olan her li­
se öğrencisi isimlere internetten ulaşabilirdi. On bir eyaletin se­
kizinden böyle bir bilgi alınmamasına rağmen yapılan iş valilik
için yeterliydi. Eğer valilik DBT'ye, parası ödenmiş olan çapraz
kontrol işlemini yapmasını söyleseydi, 57 700 kişilik liste az sa­
yıdaki kişiyi kapsayan ilk haline dönecek ve böylece binlerce si­
yah seçmen oy kullanabilecekti .J

Şimdi olay şu: Florida Valiliği bir şirkete, verdiği hizmetin


karşılığı olarak rayiç bedelin kat be kat üstünde bir meblağı ödü­
yor ve sonra da işin bu maliyetli bölümü yapılmadığında - ya da
yapılmaması daha iyi olurdu dedietecek şekilde kötü bir biçim­
de yapıldığında - sesini çıkarmıyor.4

3. DBT'den hükümlü l istelerini doğrulama için gerekli görülen telefon görüş­


melerini ya da herhangi bir çapraz kontrol işlemini yaptıklarını gösterir bir ka­
nıt istediğimde kanıt yerine bana. "kontrol sorumluluğunun 67 bölge seçim ku­
ruluna" bırakıldığını yazan Miami Herald yazısını gönderdiler. Bu durum
ABD Sivil Haklar Komisyon u ' nda da Harris ve Jeb Bush tarafından yeminle
tekrar belirtildi: "doğrulama işlemi bölgelerin sorumluluğunda."
Normalde, yalan yere yemin cezası tehdidi altında konuşan bir kamu gö­
revlisini ya da Miami Heral d gibi bir dergideki yazıyı sorgulamayacağımdan
DBT'nin durumunu anlaşmanın kendisinden çıkarmayı düşündüm. Anlaşma
net bir şekilde şunu söylüyor: "DBT daha sonra, çıkış dosyalarında -val i l iğe
verilen temizlik l isteleri- bulunan verilerin doğruluğunu kontrol edecektir."
Doğrulama araçları da -"telefon ve istatistiksel modeller"- ayrıntılı belirtiliyor
anlaşmada.

4 . DBT'nin düzmece Teksas listesini görünürde göz ardı etmesi Florida ve se­
çim bölgelerine hatayı düzeltmek için epeyi paraya mal oldu. Ancak. Harris'in
bürosundan Mudrow. valiliğin ne anlaşmada yer alan herhangi bir cezai işle­
me başvurduğunu, ne de geri ödeme talebinde bulunduğunu söyledi. Aksine
valilik, DBT ile anlaşmayı yeniden uzatarak toplam ödeme miktarını 4 milyon
dolara yükseltti. Denetçiler neden patırtı koparmadılar bu durumda? (İlk ya­
zımdan sonra, olay su yüzüne çıkınca ChoicePoint DBT hiç bir ücret almadan
anlaşmasını bir yıl uzattı.)

63
B u olayı n anlamı ancak şu olabi lir; Harris'in bölümü ya (a)
masum vatandaşları haklarından mahrum eden, başarısız, yeter­
siz düzeyde yapılmış, maliyeti y üksek, felaket bir iş için, ya da
(b) önceden planlandığı şekilde yapılmış bir iş için avuç dolusu
para ödedi.

"Doğrulayabileceğimizden daha fazla sayıda isim bulun­


sun istiyordu listede .... "
DBT'ye dolap çevirsin diye m i ödeme yapıldı acaba? Yapı­
lan her hatanın -telefonla yapılacak doğrulama, örnekleme ve
deneme, diğer veri tabanlarıyla çapraz kontrol- tek bir amacı
vardı; yarısı siyah olan, haksız yere suçlanmış seçmenierin sayı­
sını artırmak. Uzmanlık açısından böylesine iddialı olan Choice­
Point, müşterisinden tek bir şikayet bile gelmeden bu ölçüde ha­
talı bir iş çıkarmıştı, sanki valilik bunlara i şleri berbat etsinler
diye emir verdi.
Doğrusu vermi şler de ! Şubat 2000 tarihinde yayına geçme­
den hemen önce, ChoicePoint başkan yardımcısı James Lee,
BBC stüdyosunda bizi arayarak Florida val i liğinin, şirketten
masum seçmenierin l istesini isted(�i yönündeki ilk i şareti verdi.
Söylediğine göre. Val i l ik "l istede hüküm giymiş olduğu doğru­
lananlardan daha fazla sayıda isim bulunmasını istiyordu."
Anlattıklarını kul lanarak olayı yayıoladık -ve ChoicePoint
ayağa kalktı. yazı lı olarak Londra 'daki haber müdürlerine baş­
vurarak olayı çarpıttığımızı söyledi. İnternette, kendinden men­
kul bir uzman Bush yanlısı bir web sitesinde, Roberts 'ın teyp
kaydını tamamen bozduğumuzu yazdı. "Ancak bu kadar ahlak
dışı davranılabilirdi." Roberts ' ı n kaçışından "önceki iki saatlik
konuşmayı" saklamış olmalıydık -yoksa fantezi film parçası Ro­
berts ' ın ne kadar dürüst olduğunu gösterecekti .
BBC bir adım bile geri çekilmezdi. ayrıntılı kanıtı daha ya-

64
yınlamamıştık. Haber Gecesi' nden Jones, internet çığırtkanına
kükreyerek gereken cevabı verdi.�
Yayından sonra, ChoicePoint genel müdürlüğünün bulundu-
ğu Atlanta'dan Senatör Cynthia McKinney beni aradı. Senatör,
ChoicePoint yöneticilerinin Atlanta' da özel bir koroisyana ifade
vermelerini istedi. Şirket benim sorularıma cevap vermezdi ama
soruyu Senatör sorarsa bir Kongre üyesiyle dalga geçecek halle­
ri de yoktu. 17 Nisan 'da, ChoicePoint'den James Lee, McKin­
ney komisyonunun önünde ifade verirken, daha önce yaptığı iş­
le övünen ChoicePoint 'in seçmen temizleme işinden ayrılacağı­
nı söyledi. Sonra da, oldukça teknik ve dikkatli bir dille, suçu
val il iğe atarak bütün dalavereyi ayrıntılarıyla itiraf etti.
Örneğin, Lee, soyadları yüzde 90 benzeyen kişileri temizle­
me listesine alması için valiliğin DBT'ye bilerek talimat verdi­
ğini söyledi - yan i, eğer Anderson bir suç işlemişse Andersen de
oy hakkını kaybediyordu. Bu işlemin çok sayıdaki masumu
mağdur edeceğini bilen DBT itiraz etmişti. Val ilik de DBT'ye
benzeşme oranını yüzde 80'e çekmesini söylemişti. Program -
hatalı olarak - yazı lmıştı. İsimler tersine çevrilmişti - hükümlü
Thomas Clarens. Ciarens Thomas'ın oy hakkını engelleyebile­
cekti. Jr ve Sr gibi (küçük, büyük) kısaltınalar yazılmadı. liste­
yi şişirmek için takma adlar ve lakaplar eklendi. DBT itiraz et­
tiği konuları - sessiz sedasız - e-postalar aracılığıyla valiliğe bil­
dirdi. Bunlar, sivil hakların katiedilmesine karşı samimi itirazlar
mıydı yoksa sadece şirketi her ihtimale karşı sağlama almak için
hazırlanmış notlar mı?

5 . B BC'nin elinde Roberts'ın söyleşisinde montaj oyunlarına başvurmadığı­


mızı gösteren bir kanıt vardı. B en Roberts'la konuşmaını kaydederken belge­
sel film ekibi de beni Roberts'ı kaydederken çekmişti (tam bir post-modernisı
sahne) . CoulllinR on Denıocracy kameramanı. Emmy Ödüllü yapımcı Danny
Schechter de el sıkışmadan kapı çarprnaya kadar olan her şeyi filme çekmişti.

65
Fark etmezdi. Lee ' nin ifadesine göre "DBT valilik yetkilile­
rine, l isteyi (temizlik listesi) hazırlarken izlenecek kuralların;
halen sağ olan, sadece bir kütükte kaydı bulunan ya da hüküm­
W olmayan oldukça çok sayıdaki insanın listeye dahil edilmesi­
ne yol açacağını söyledi. DBT ayrıca listeye giren yasal seçmen­
Ierin sayısını azaltmaya yönelik önerilerde de bulundu ."
Ama valilik, boş ver, dedi.
Örneğin, Edward ile Edwin'in eşleşmesini sağlayan, 1 4 Hazi­
ran 2000 tarihli, ikinci isimlerle ' kısaltmaların ' düzeltilmiş veri­
leri hakkındaki e-posta gibi resmi yazışmaların çoğu zaten elim­
deydi ama yine de ChoicePoint' in ' itirafı ' işimi kolaylaştırdı.
Uzmanlar valiliğin, ' hatalı pozitif' sayısını tıbbi kayıtlarda
olduğu gibi yüzde l ' in altına indirebilecek kriterleri seçmiş ol­
ması gerektiğini söylediler. Bu uzmanlardan Mark Hull , şirketin
kabul ettiği işi öğrendiğinde altüst olduğunu söyledi. Hull bir
ChoicePoint şirketi olan CDB Infotek 'te uzman programcıydı.

Siyah seçmeni ay1klamak


Masumların peşindeydiler ve görünüşe göre masum kişi ne
kadar koyu renkliyse o kadar makbuldü. Seçimlerde hile yap­
mak açısından gelişigüzel seçilmiş çok sayıda seçmeni listeden
atmak işe yaramazdı. Olayın püf noktası derinin rengiydi. Bilgi­
sayar oyununun yüksek düzeyde beceri gösterdiği nokta da bu­
rası. Listenin yüzde 54 'ü nasıl oluyor da siyah olabiliyordu?
Doğru, Amerika'da hükümlülerin yarısı siyahtır, ama nasıl olu­
yor da listedeki masum insanl arın çoğu siyah oluyor?
Kasım 'da, ChoicePoint' in halkla ilişkiler görevlisi yana ya­
kıla beni arayarak "ırkın araştırma kriterleri arasında yer alma­
d•ğını" ısrarla belirtti. RDUGB tarafından "ırkçılık yaparak va­
tandaşların sivil haklarını çiğnedikleri" gerekçesiyle dava edil­
diklerinde de basın bildirilerinde aynı şeyi tekrarlamışlardı.
DBT, yazı işleri müdürlerine, araştırmacı gazetecilere şikayet

66
üzerine şikayet ve açıklama gönderdi . Irk bir seçim kriteri değil­
di! Daha sonra, ChoicePoint DBT'nin başkan yardımcısı Bru­
der ' in bütün i lçe seçim kurul başkanlarına yazdığı 9 Haziran
2000 tarihli mektubu elime geçti:

"Eşleştirme işleminde kişinin adı, ikinci adı, soyadı, doğum


tarihi, ırkı ve cinsiyeti gibi bilgiler kullanıldı, ama sosyal güven­
lik numarası kullanılmadı."

Ama bana da yalan söylemiş sayılmaz/ardı. Şunu dikkatlice


okuyun. Irkı seçme kriteri olarak değil de eşleştirme kriteri ola­
rak kullandılar. Şirket, BBC'yi devre dışı bırakmak için 'eşleş­
tirme' ve ' seçme' kriterleri arasındaki bu muğlaklığı kullandı.
AB D Sivil Haklar Komisyonu tarafından sorulan ırk sorusunu
böyle geçiştirmeye çalıştılar. Ama yayınımızın ertesi günü, 1 6
Şubat'ta, Komisyonun talebi üzerine 9 Haziran tarihli mektubu
ve diğer önemli belgeleri Komisyona faksladım. O gün akşa­
müstü Komisyon, Bruder' i sorguya çekti.
KOMiSYON : Bu l isteyi hazırlarken ırk ya da siyasi parti ter­
cihi eşleştirme kriteri olarak kullanıldı mı?
BRUDER: (yeminli) Hayır. . .
KOMiSYON: (9 Haziran tarihli yazı kayda geçti) Bu yazıyı
siz mi yazdınız? Üzerinde imzanız var.
B RUDER: Görebilir miyim lütfen?
KOMiSYON : Yani, ırk eşleştirme kriteri olarak kullanıldı
derken Aorida Seçim Kurulları 'na yanlış bilgi m i verdiniz?
B RUDER: Evet.

Akıllı bir cevap Bay Bruder. Seçim kurullarına hatalı bilgi


vermek suç değil, yalan yere yemin etmek ise suç sayılırdı. Bru­
der yan lışlık olduğunu beyan etti. Öyleyse, ırk bir eşleştirme kri­
teri değildiyse, siyahlar nasıl oldu da hükümlülerle eşleşti?

67
Temizleme listelerine yeniden bakıncaya kadar epeyi kafam
karışıktı . ChoicePoint DBT her gerçek hükümlünün ırkını helir­
Iedi ve Valilik de seçmenierin ırklarını gösteren bilgiyi verdi.
Jim Crow operasyonunu tamamlamak bölge seçim kurullarına
bırakıldı; ırksal eşleşmeleri. doğru kişinin seçildiğinin bir kamfl
olarak kabul edeceklerdi. O nedenle, Will Whiting adındaki si­
yah hükümlü -gerçek hükümlü- masum Will Whiting ' in (siyah)
oy hakkını elinden alırken masum Will Whiting 'e (beyaz) do­
kunmuyordu.
Bu yöntem bir başka olgunun da altını ç iziyordu. Temizlen­
rnek üzere hazırlanan 57 bin kişilik listenin yaklaşık yarısı si­
yahlardan oluşmasına karşın, sonuçta seçmen kütüklerinden si­
linen lerin en az yii:de 80' i Afrikalı -Amerikalıdtr.

Kanıt kayboluyor
Ve sonra, kanıt ortal ıktan çekilmeye başladı.
Yurttaşlık Hakları Komisyonu danışmanı en çok, oy kullan­
ma hakkı olan 2834 kişinin silinmesi olayıyla ilgilendiğini söy­
ledi bana (Nation 'daki yazımı okumuş olmalı) - bu olay iki mah­
keme kararının bi lerek ihlaliydi. Yasal olmayan bu işlemin ka­
nıtı bölge seçim kurullarına gönderilen I 8 Eylül 2000 tarihli ya­
zı dır. Söz konusu yazı bana gönderilmedi ama bir bölge memu­
ru bana yazıyı okudu.
O zaman, Vali Jeb Bush ' u n Af Bürosu ' ndan Janet Keels ' i
aradım v e yazının bir kopyasını istedim. A n American Coup (Bir
Amerikan Darbesi) fi lmin in ekibi görüşmeyi filme çekti ...

Ben Gregory Palast. Londra ' dan anyorum .


Ben Troy Walker.
Trnv. derdime çare olahi/irsin he/ki. Valilik Af Bürosu' ndan
.lanet Kee/ tarafinda gönderilmiş IN Eylül 2000 tarihli hir yaZI
mr. Hills/}()rough Seçim Kurulu ' na gönderilmiş hir yazt , Flori-

68
da' ya taşınmiş, affedilmiş eski hükümiii seçmenierin kayd1yla il­
gili. Herhalde elinde bir kopyasi var yazınm . . . .
B u konuya aşağı yukarı değinen bir yazı var elimizde.
Tamam yazımn tarihi ne?
,

Yazının tarihi 23 Şubat 200 1 .


Ne?
Sonra, Troy 1 8 Eylül tarihli yazının tanı tersini söyleyen. Ke­
e\s imzalı yazıyı bana okudu.

I 8 Eylül (seç imden önce): Florida'ya diğer eyaJetlerden taşı­


nan hükümlüler "Fiorida Ey aleti 'nde yurttaşl ık haklarına ka­
vuşmak için başvuru yapmak zorundadırlar."
23 Şubat (seçim sonrası): Eyalete taşınan hükümlüler "Fiori­
da' da yurttaşlık haklarına yeniden kavuşmak için başvuru
yapmak zorunda değildir." "
Seçim sonrasındaki yazı Sivil Haklar Komisyonu'nun yasal
olmayan işlemler konusunda Florida Valiliği ' ni sorgulamaya
başlamasından bir hafta sonra yazılmıştı -ve şimdi de Troy tut­
muş bana, Keels ' in dosyalarında, ya da büro kayıtlarında. ya da
valiliğin bilgi sayarlarında ilk yazıyla ilgili herhangi bir kay iT
bulunmadığını söylüyordu. Üzerinde Keel s ' in imzası bulunan,
Vali Bush antetli ve 1 8 Eylül tarihli o suç lu yazıyı başka kay­
naklardan elde ettim.

Onay hilesi
ABD Oy Kullanma Hakkı Yasası, eski Güney eyaleti Flori­
da hakkında hiç de kibar sayılamayacak bir varsayıma sahiptir.
Eyalet, Afrikalı-Amerikalı seçmenleri oy vermekten alıkoymak
amacıyla hile yapabilir. Florida' nın oy venne işlemini kendi ba-

6. ABC.com haber kanalından inaıçı Dave Ruppe bu belgeyi kendi kaynakla­


rı üzerinden buldu, ama televizyon bu h i kayeyi yayınlaınad ı .

69
şma deği ştirme hakkı yoktur. Bu yüzden, I 965 Yasası 'nda belir­
tilen bazı diğer eyaletlerle birlikte Florida da oy verme işlemin­
deki değişiklikler için Adalet Bakanlığı 'ndan onay almak zorun­
dadır. Eyalet, yeni seçmen kayıt işleminin siyah seçmenler üze­
rinde herhangi ' bir olumsuz etkiye' sahip olmadığını belgele­
mek zorundadır.
Florida bu ırkçı hükümlü temizleme operasyonunu nasıl ol­
du da federal h ükümetin gözünden kaçırdı? Adalet Bakanlığı
1 998'de kötü bir koku alınca Florida 'nın neden özel bir şirket
kiralama gereği duyduğu dahil birkaç soru sordu. 2 I Temmuz
1 998 tarihinde, Florida eyaJet hukuk bürosu müdürü bakanlık
için, temizleme operasyonunun basit bir idari reform olduğunu
öne süren sakinleştirici bir belge hazırladı. Müdür Clayton Ro­
berts, eyaJet senatörü Katherine Harris ile birlikte çal ışıyordu.
1 998 'de ektiklerini, 2000 'de biçtiler. 7

Oy verme makinesinde ırk ayramı


Leon seçim kurulu başkanı Ion Sancho'nun bürosu Tallahas­
see' deki Meclis binasının tam karşısındadır. Sancho'nun ofisin­
de hükümlü temizleme dosyalarını incelerken 'Counting on De­
mocracy' kamera ekibi beni 'oy kullanırken' çekmek istedi. Se­
çim Dairesi 'nde deneme için kurulmuş olan -oy verme makinesi­
ne oy pusulamı atacaktım. Bilerek bir hata yaptım -hem Nader'e
hem de Buchanan 'a oy verdim. Oy pusulamı makineye yerleş­
tirdİm ve -zzzr grrr!- makine pusulayı geri verdi. Diğer bir de­
...

yişle. 'Kesin-oy' adı verilen bu makinede geçersiz oy veremez-

7. Ba�kanlık yarı�ı konusunda seçim sonrası yapılan çok sayıdaki araştırma


(ve bu kitaptaki diğer araştırmalar) çoğu gönüllü çalışan, bazısı teknik alanla­
rında üst düzeyde uzman olan , bazısı azimli amatörler olan geniş bir araştırma­
cı grubu tarafından gerçekleştirildi. Ön-onay almak için Florida ' nın yaptığı
düzenbaziıkiarı ortaya ç ıkartan karmaşık araştırma da Paul Lukasiak tarafın­
dan yapıldı.

70
diniz. Çok etkileyici. Memura sordum: Oy pusulası kullanan her
bölgede bu makineden var mıydı? Hem evet, hem hayır. Komşu
Gadsden'de de oy pusulası okuyan makineden vardı ama maki­
nedeki red mekanizması çalıştırılmamıştı. Oy pusulasının üzeri­
ne hatalı işaret koymak inanılmaz derecede kolay. Gadsden 'de
oy pusulanıza yanlış bir işaret koyun, makine bunu kabul ediyor
-sonra da oyunuz sayılmıyor.
O zaman, Florida Sorusu dediğim soruyu sordum: "Makine­
nin hatalı pusulaları kabul ettiği bölgelerin etnik profilleri konu­
sunda bir bilginiz var mıydı acaba?"
Ve Florida Yanıtı 'nı aldım : "Birinin bize bunu sormasını
bekliyorduk." Memur Florida' n ın bütün seçim bölgelerinde ge­
çersiz sayılan oyları gösteren büyük boy, çok renkli bir liste çı­
kardı ortaya. 537 oyun sonucu belirlediği başkanlık yarışında
Florida'da 1 79 bin 855 oy geçersiz sayılmıştı. Oyunuzun geçer­
li sayılıp sayılmaması derinizin rengine bağl ıydı. Beyaz bir böl­
ge olan Leon 'da (Tallahassee) her beş yüz oydan sadece biri ge­
çersizdi. S iyah seçmenierin yoğun olarak bulunduğu komşu
Gadsden 'de ise her sekiz oydan biri geçersizdi. Siyah ilçelerde,
bazı seçmenler pusulaya 'Al Gore' adını özellikle yazınışiardı -
buna rağmen oyları Gore'on hanesine yazılmadı.
İşte, Florida 'nın en siyah ve en beyaz bölgelerinde geçersiz
sayılan oylarıo dökümü:

Siyah ilçeler
% 25' in üzerinde
Afrikalı-Amerikalı kişi sayıst Geçersiz oy
Gadsden % 52 % 12
Madison % 42 % 7
Harnilton % 39 % 9
Jackson % 26 % 7

71
Beyaz ilçeler
% 5' in altmda
Afrikalt-Amerikalı kişi sayısı Geçersiz oy
Citrus %2 % ı lı
Pasco %2 %3
Santa Rosa % 4 % 1
Sarasota %4 %2

Olay ı anladınız mı? Tal lahassee 'de yetk il ilerin bana göster­
diği gibi, bir oy pusulasının geçersiz sayılıp sayılmaması nın seç­
menin eğitimi ya da bilgisiyle hiçbir ilgisi yoktu -bütün olay ma­
kinenin t ipinde ve mekanizmanın nasıl ayarland ığındaydı.
Vali ya da Katherine Harris bu ırkçı teknik sorundan haber­
dar mıydı? Büroları. deyim yerindeyse. deneme oy makines in­
den bir ta� alımlık mesafedeydi. Teknisyen bana. "Makineyi gö­
rebilsin ler diye buraya kurduk zaten -seçimden önce tabi i " dedi .

Yaymlar ve karşı atak


Yeni araştırma bu lgularının hemen hiçbiri Amerika kıyıları­
na ula�mamasına rağmen. karşı saldırı makinesi tam gaz çalışı­
yordu. Genell ikle tarafsız davranan Wa/1 Street Journal. geçer­
siz sayılmış oy pusulası yığınlarındaki etnik tarafgirliği görmez­
li kten geldi ve gelişmi� oy kul lanma makineleri nin coğrafi dağı­
lımında etnik bir farklılık olmadığını ilan etti .
Hükümlü tem izliği hakkındaki yazılanın karşısında Florida
basını kar�ı saldırıya geçti. Seçimden aylarca sonra, ChoicePo­
int DBT'nin bul unduğu kentte yayınlanan Pa/m Beach Post ga­
zetesi sanki mari fet gibi şunu yazıyordu: "Geçen yıl başkanlık
seç iminde binlerce hükümlü oy kul landı . . . Büyük olasıl ıkla bu
oylar Demokrat aday Al Gore 'a yaradı." Yay can ına! Binlerce !

72
Post' un HÜKÜMLÜ O Y KULLANDI! başlıklı sansasyonel
haberi ABD S ivil Haklar Komisyonu'nun valil ik/DBT temizle­
me listesini çöpe atmaya hazırlandığı günden tam bir hafta önce
yayınlandı. Post'un avcıları hükümlü avında hangi listeyi kul­
landılar acaba? DBT listesini. Altı milyon Floridalı seçmen ara­
sında ad, doğum tarihi, ırk ve cinsiyet açısından hükümiii/ere
uyan seçmenleri aradılar. Eyalet ve ilçeler tarafından yapılan ya­
rım yamalak doğru lama işlemini bile yapmayı beceremediler.
Post. "oy kullanan 5643 hükümlüyü" ya da buna benzer bir
şeyi bulamadı. Buldukları şey. çok rastlanan adlar (örneğin.
John Jackson) ve doğum tarihleri ile belki de bi rkaç hafif suç iş­
lemiş ya da affa uğramış hükümlüyü içeren bir listeydi. (Şunu
bir düşünün : Eğer her doğum tarihi bir kent olsaydı, Amerika
her birinde 750 bin kişi yaşayan 365 kentli bir ülke olurdu. Böy­
le bir kentin telefon rehberinde kaç tane Joe White adı olurdu?)
İş sadece berbat gazetecilikle kalmıyordu, aynı zamanda in­
sanı yanıltan bir kampanya kokuyordu olay. Post 'un haberinin
ardındaki neden ve kullanılan yöntem konusunda kuşkulanmak
için iyi nedenler vardı. Hatırlarsan ız, Post seçimden önce sahte
temizlik olayının kokusunu alan gazeteydi ama sonra. valilikten
DBT bünyesindeki Bruder' e gönderilen ve 'Seçim Bürosu Ha­
her Progranıt Oyun P lanı adı verilen seçim öncesi döneme ait
'

gizli belgeyi hiç eden de aynı gazeteydi. Araştırmacılarımız ta­


rafından seçimden sonra bulunan bu belgede Seçim Bürosu,
Pa/m Beach Post' a hikayesini nasıl "düzelttirdiğini" ve Sun­
Sen tin el ' le diğer gazetelerde istenilen türde hikayeleri nasıl ya­
yınlattığını övünerek anlatıyordu.M

8 . Seçim Bürosu'ndan Janet Carabelli tarafından Bruder'deki Dee Smith'e


gönderilen 26 Haziran 2000 tari h l i e-mail, Florida Bilgi Edinme Hakkı Yasa­
s ı ' n a göre elde edildi.

73
Son kriter
DBT ile Post ' u n listelerinin gerçek olup olmadığını ortaya
çıkarmak için son bir kriter daha var: Florida Adalet Bakanı Bob
Butterworth yasadışı olarak oy kullanan ya da kaydını yaptırmış
olan birini bulursa gözünün yaşına bakmadan cezalandıracağını
söyledi bana. Bu durumda oy kullanan bir hükümlü, yeni bir suç
işlemiştİ - bu da hapse girmek demekti. 57 700 Floridalının - ya
da 5643 kiş inin- oy kullandı diye yıllarını kodeste geçireceğini
düşünmek inanılmaz bir olaydı. DBT ile Post suçluları buldular­
sa eğer neden tutuklanmadı hiçbiri? Butterworth bir avuç adamı
inceleyip duruyor şu anda ve bu yazı yazılırken henüz tek bir
hükümlü seçmen dahi tutuklanmış değildi.

Başkanlık Seçimi Hırsızlığı - 2004


Washington Post' tan

Basında haberlerin çarpıtılması seçmen kütüklerinin etnik te­


mizliği hikayesini öldürdü. Ancak bu, New York Times ve Was­
hington Post gazetelerini, CNN ve Yeni Bilgi Düzeni ' nin diğer
müritlerini tatmin etmedi . Diğer büyük haber kaynaklarıyla bir­
likte bir Konsorsiyum oluşturarak Şikago Üniversitesi 'nin U lu­
sal Kamuoyu Araştırma Merkezi ' ni ( U KAM) hatalı bir biçimde
ayların ·yeniden sayt!mast ' diye adlandırılan bir araştırma için
kiraladılar ve vagonlar dolusu para harcadılar. Sonuçlan aylarca
açıklamadılar. Sonunda, seçimin üzerinden bir yılı aşkın bir sü­
re geçtikten sonra bulgulan yayın ladılar. "Yine Bush kazana­
caktı" manşetleri bizi rahatlattı. O zaman kes sesini, işine bak;
Kabil asianı hakkı olanı aldı!
Acaba? Öncelikle, UKAM'ın oy pusulalarını yeniden sayma­
dtRIIlt belirtmek gerek. Yaptıkları iş, Katherine Harris'in bölge­
lerde resmi sonuçlara dahil edilmesini yasakladığı 1 80 bin oy

74
pusutasını tek tek incelemekti. Bu oy pusutatarının ilk sayımıy­
dı bu. Ayrıca, UKAM şifrecilerine seçmenin tercihini belirtme
izni verilmedi, sadece her oy pusulasının fiziksel tanımını yap­
tılar. Şifreli bir biçimde "Oy pusulası, Gore işaretlenmiş" notu­
nu düşebilirlerdi ama bunu Gore ' un lehine geçerli bir oy olarak
sayamazlardı. Bu sefer kazananı UKAM uzmanları değil, gaze­
te ve televizyon yöneticileriyle editörleri belirlediler.
Çoğu Amerikalı, Floridalıların kime oy vereceklerini bulmak
için habercilerin milyonlarca dolar harcadığını- sandı. Demokra­
si deyince kastedilen huymuş gibi bir eğilim de var. Ancak ha­
ber patronlarının otoritenin meşruiyetini tehdit edecek bir de­
mokrasiye aldırdığı yoktu. Özellikle de Afganistan 'da savaş,
ekonomide de yavaşlama varken. Bu yüzden UKAM şifrecileri,
Floridalı seçmenierin çoğunun Gore ' u desteklediğini ortaya çı­
karmış olsa da, gazeteler UKAM ' ı n bulgularını Bush 'un lehi­
neymiş gibi yayınladılar. Nasıl, beğendiniz mi? UKAM, verile­
rini webe koydu, dolayısıyla Gore 'un üstünlüğü gerçeği, gör­
mek isteyen herkesin görebileceği bir yerde, ortada duruyor.
Medya patronlarının hilesi, oy pusutatarını geçersiz sayan deği­
şik Florida kurallarını öne sürerek, Bush 'un kazandığını söyle­
mekti. Bunu zaten biliyorduk. Katherine Harris � in sonuçları
Bush 'un lehine düzenlemesi zaten böyle olmuştu - oyları say­
mak yerine oylarta teknik açıdan oynayarak. Bu üç kağıtçı gaze­
tecilik sayesinde Cumhuriyet kurtarıldı. UKAM operasyonunu
Şubat 200 1 tarihinde Miami'de kendi gözlerimle gördüm. Olay­
da bir tür Atice Harikalar Diyarında tuhaflığı vardı - "Önce ka­
zananı açıklıyoruz, sonra aylan sayıyoruz." Seçmenierin kimi
istediğini anlamak zor değildi.
Saymanlardan biri "açıkça ortada" dedi. Biri "Gore"u işaret­
lediyse acaba başkan olarak kimi görrnek istemiş olabilir dersi­
niz? Ancak sadece yanlış yere işaret konduğu ya da yarım yama­
lak işaret kondu diye - ki daha sonra bazı hataların makinenin

75
Şekil 5. Clayton Roberts programda konuşuyor. Anlaşmalannın gizli sayfasın­
da yazılı olduğu şekliyle yapmalan gereken telefonla doğrularruı işlemini yap­
masalar da paralannın ödeneceğini DBT'ye kim söyledi? EyaJet hazinesini
milyonlarca dolar zarara uğratan - ve çoğu Demokrat, binlerce seçmenin oy
hakkına engel olan - bu karan kim aldı? Florida Seçim Bürosu Başkanı'na bu­
n u sormaya karar verdim. Şubat 2001 tarihinde, Cumhuriyetçi Clayton Ro­
berts benimle Tallahassee'deki bürosunda konuşmayı kabul etti. Ancak, DBT
ile yaptığı anlaşmanın gizli darngalı sayfasını gösterir göstermez Roberts ka­
meralanmızın karşısından hızla tüyüp bürosunda saklandı. Roberts'ın kaçışı
benim BBC'deki Haber Gecesi prograrnı ekibirn ve Counting on Democracy
filminin yapımcısı Danny Schechter tarafından kaydedildi, ki bu fotoğraflar da
o çekimden alındı. ( (c) 2001 Globalvision)

76
kendisi tarafından yapıldığı ortaya çıktı- bu tür oy pusulaları res­
men sayılmad ı . Konsorsiyumun üyeleri, UKAM bulgularının
ortaya çıkardığı, doğru biçimde işaretlenmiş on binlerce oy pu­
sulasının neden sayılmadığı - ya da bu olayın sonucu, yani yan­
lış adamın başkan olması konusunda ağızlarını açmadılar.

Yine de, oy kullanma hakkının ciddi biçimde çalınması pu­


sulaların sayı lmamasından deği l (seçim dümenini ortaya ko­
yan bu olsa da) hükümlü temizleme işlemi aracılığıyla seç­
menierin engellenmesinden kaynaklandı. Amerika' daki bü­
yük gazetelerin yazımı yayınlamayı reddettiklerini söyle­
mem haksızlık olur. Aradan altı ay geçti, ama sonunda Was­
hington Post, ürkek bir şekilde, Salon ve Nation 'da çıkan son
seçimdeki hırsızlıkla ilgili yazılarımı yeniden yayınladı -ve
bir sonraki seçimde yapılabilecek hırsızlık konusunda uyarı
yapabilmem için bana fırsat verdi. 'Oy Kopmanın Yanlış Yo­
lu' adlı yazımda şunu yazdım:

Tanrı bizi reformdan korusun !


Eğer Kasım'daki başkanlık seçiminde Florida'nın seçmene
yaklaşımı hoşunuza gittiyse, o günden beri on eyalette çıkan ve
on altı eyalette daha yasa teklifi olarak önerilen seçim reformu
yasaları da hoşunuza gidecektir. B u yasalar Florida'daki felake­
tin tam göbeğinde yer alan bir uygulamayı zorunlu kılmaktadır:
Merkezi seçmen listelerinin bilgisayar yardımıyla temizlenmesi.
Bu işin görünürdeki amacı, ölmüş olan seçmenlerin, hükümlüle­
rin ve yasal olarak oy kullanması yasak olanların adlarını kütük­
ten silmektir. Ancak büyük olasılıkla, oy kullanma hakkı olan
çok sayıdaki seçmenin kütükten sil inmesi ve sahtekarl ık riskinin
artışıyla sonuçlanacaktır.
Diğer eyaletlerin Florida yöntemlerinden kaçınacaklarını sa­
nırsınız. Ama Colorado, lndiana, Güney Dakota, Teksas, Virgi-

77
n ia, Georgia, Kansas, Montana ve Washington ' da eyalet meclis­
lerinden geçirilen -değişik ayrıntılar içeren- yasalarla seçmen
kütüklerinin merkezileştirilmesi, bilgisayara geçirilmesi ve te­
mizlenmesinde Güneş Işığı Eyaleti 'nin açtığı yoldan gidilecek­
tir. Senatör Christopher S. Bond (Cumhuriyetçi-Montana) bir
eyaletteki belirli koşulların zorunlu olarak seçmen listesi temiz­
l iğini gerektireceğine i lişkin bir yasa teklifi vermiştir.

Büyük ölçüde, bu yasalar milyonlarca vatandaşın, özellikle


de azınlıkların seçmen kütüklerine yazılmasını sağlayan 'kolay
kaytt' yasasına bir tepkidir. Azınlık oyları Demokrat eğilimli ol­
duğundan kolay kayıt yasalarının Demokratlar arasından taraftar
bulması ve kütükleri temizlerneye yönelik yasaların çoğunun
Cumhuriyetçilerce desteklenmesi sürpriz olmamaktadır.
Ancak reform sırasında yarım yamalak öneriler gündeme
gelmektedir. Georgia örneğine bakalım. Kasım 2000 seçimin­
den bir gün önce, Atlanta gazetesi Constitution ile WSB TV ' si
kayıtlara göre son yirmi yıl içinde, müteveffa Georgialıların
54 1 2 defa oy kullandığım açıkladılar. Özellikle de, 1 997 'deki
ölümünden sonra üç ayrı seçimde oy kullanan Alan J. Mandel'i
örnek gösterdiler. Daha sonra, kanlı canlı Alan J. Mandeli (iki L
ile yazıldığına dikkat edin) valilik dış ilişki.ler müdürlüğüne, ye­
rel seçi m bürosundaki yetkililerin kazara l istedeki yanlış bir adı
sildiklerini açıkladı. Bu olay neler olup bittiğinin göstergesi ola­
bilir de olmayabilir de - ama geçen sonbahar manşetleri kapla­
yan chat manyaklığının tozu dumanı arasında, bu ayrıntılar, re­
form heyecanı yanında önemini kaybetmişti.
Eğer reformcular başarıya ulaşırsa yandınız. Florida' nın si­
yah avı operasyonu, eyalet meclisinde 1 998 yılında kabul edilen
seçim reform yasasına dayanılarak yapıldı.

Burada şunu da belirtmek isterim ki, Florida'da ilgili yasa


Cumhuriyetçi girişimin kurduğu , Washington DC kaynaklı Dü-

78
rüst Seçmen Projesi (DSP) tarafindan desteklendi ve bütün ül­
keye yayıldı. Bush'un seçilmesinden hemen önce, DSP-DBT'nin
sponsor olduğu bir DSP konferansında -özel Dürüst Seçmen
Ödülü' nü ChoicePoint DBT'ye verdi. Post sponsor olmayı ka­
bul etmedi.
Washington Post' da seçim reformu konusunda daha bir sü-
ri( yazım çıktı ama burada bunlardan söz ederek laft uzatmaya­
cağım. Çünkü bu seçim hırsızlığı hikayesi - geçen seferki ya da
bir sonraki - sonuç olarak makine/er, bilgisayarlar ve veri taba­
nı yönetimiyle ilgili bir olay değil aslında.

Demokrasi ve buna aldıranlar


Eğer ABD seçimlerindeki hile, oy verme makinelerinin ya da
işlemlerinin ayarlanmasıİla kadar düştüyse, belki de sorunları­
mızı geçen yıl Rusya'daki Duma tarafından önerilen şekilde çö­
zebiliriz: "ABD 'nin dünya üzerinde giderek artan etkisi dikkate
alındığında" Amerikan başkanlığı seçimi de Haiti ve Ruan­
da'daki seçimler gi\Ji, Birleşmiş Milletierin gözetimi altında ya­
pılmalıdır.
Demokrasideki bir aksamanı n çözümü bilgisayarlarda ya da
hileli oylann yasaklanmasında değildir. Bütün bu teknoloji ve
işlemlerle ilgili olaylar asıl olayın yanında devede kulak kalır:
Oylan kaybeden adam iktidan kazandı. Yanlış bir adamın seçil­
diği ortaya çıktığınçla yapılacak işin o adamı yerinden almak ol­
duğunu düşünen sade bir zihniyetin hüküm sürdüğü Avrupa'dan
yazıyorum.
O halde, ne yapacağız? Şikago'nun eski patronu Daley 'in
oğlu William Daley 'in Florida'daki oy sayımı sırasında Demok­
ratların sözcüsü olarak seçilmesi ve Al Gore ' un inanılmaz dere­
cede hoşgörülü havlu atma konuşması her iki siyasi partinin de,
farkl ı şekillerde de olsa, seçmenin isteğine sırt çevirdiğini gös­
termektedir.

79
Ş ekil 6. Yapay zeka! Hata ayıklama işlemi! Aynı anda yüzlerce veri kaynağı­
nın taranmasıl Ulusal Adres Bilgisi ile karşılaştırma! Telefonla doğru/ama!
Altmış iki milyonu aşkın kayıt!
Bu özellikler ve vaatler karşısında Aorida'nın 5700 dolar isteyen bir şir­
ketin yerine DBT'nin 2 milyon 300 bin dolarlık planını satın alması mantıklı
geliyor insana. Ancak, Valiliğin Cumhuriyetçi Dış İlişkiler Müdürlüğü'ndeki
görevlilerin yönlendirmesiyle DBT hiç bir zaman ne "yüzlerce veri kaynağıy­
la" ne de söz verilen sayısız önlemlerle uğraşmak zorunda kaldı. DBT'nin ve­
ri tabanı listelerinden biri üzerine valilik yetkilisinin şu notu düşülmüştü: "GE­
REK YOK." Aslında bunun anlamı şuydu: İstenrniyor. Sonuç; oy hakkını kay­
beden, çoğu Demokrat binlerce kişi.

80
2000 yılında iki başkanlık seçiminde daha, neredeyse hırsız­
lık yapılıyordu: Peru 'da ve Yugoslavya'da. İlginçtir, ABD'de
değil ama bu ülkelerde sonunda seçmenin isteği yerine geldi.
Perulular ve Yugoslavlar 'hak verilmez alınır' diyen Martin Lut­
her King 'in öğüdünden cesaret aldılar. Ş unun farkındaydılar; se­
çilmemiş olanlar başkanlık sarayını işgal ettiğinde demokratlar
da sokakları işgal etmelidir.

81
2
Lexus Arabayı Sat, Zeytin
Ağacını Yak: Küreselleşme ve
Yarattığı Hoşnutsuzluklar

Bolivya'dan acil bir mesaj geldiğinde deli gömleği için öl­


çüm alın ıyordu.
Önce izin verin size şu deli gömleğini anlatayım. Thomas
Friedman'ın fikriydi bu. Friedman New York Times gazetesinde
köşe yazarıdır ve küreselleşmeye ateşli bir öpücük gönderen The
Lexus and the Oliı·e Tree (Lexus ve Zeytin Ağacı) adlı kitabın
yazarı amatör bir ekonomisttir.
Geçen Mayıs, Cleveland 'da yapılan Dünya Sorunları Top­
lantısı ' nda Friedman ' la tartışmaya girmek üzereydim. "Küresel­
leşme" dedi, "bir iletişim devrimidir." İnternetle ilgili bir olay.
Yatak odanda oturup, üzerinde pijamalar, aynı anda hem Ama­
zon.com hisselerinden alabilir hem de Eskimalara e-posta gön­
derebilirsin.
Birbirimize hağlannuştlk, güçlenmişlik ve önünıüz açtlnuştı.
Bu yetmezmiş gibi küreselleşme bir de ekonomilerin büyümesi­
ne yol açmıştı. Bağlılık yemini edip haritayı takip eden, geze­
gendeki herhangi bir ülke, saklı altın roadenine ulaşabilirdi ar­
tık. Yoksulluk da, devletin zulmü de sona erecekti ve her Bol iv­
yalı ' nın kendine ait bir e-posta adresi olacaktı.
Dünyadaki yoksulluğun sona ermesi! Eskimolar! E-posta!
Bu cesur yeni geleceği istiyordum ve onu şimdi istiyordum !

82
Yapman gereken tek şey, dedi Friedman, belli bir kalıba girmek
üzere değişmektir. "Altından Deli Gömleği, küreselleşmenin
hatlarını tarif eden siyasi-ekonomik giysisidir." Ve ne kadar dar
giyerseniz "o kadar çok altın üretir."
Friedman elbette, Margaret Thateber tarafından dikilen son
moda ekonomiden mecazi olarak söz ediyordu. Ronald Reagan
"giysinin düğmelerin i dikti" dedi. Yaklaşık bir düzine özgün
aşamadan geçil iyor, ama en önemli olanlan şunlar: Devleti kü­
çült; bütçeleri, bürokrasiyi ve kuralların ı azalt; hemen her ·şeyi
özelleştir; döviz ve para piyasaları üzerindeki sınırlamalan kal­
dır; bankalan serbest bırak; ülkenin sanayisini yabancıların tica­
retine gümrüksüz olarak aç ve yabancıların mülkiyetine sınır
koyma; ticaretin önündeki engelleri kaldır; piyasanın fıyatları ve
yatırımları belirlemesine izin ver; emekli ücretlerini, sosyal yar­
dımları, teşvikleri azalt; siyasetin küçül mesine ve piyasaların bi­
ze rehberlik etmesine izin ver.
Bunları pazartamak kolay, karşı çıkan da yok. Tamam, Sean­
le ' da Cenova 'da ve başka bazı yerlerde bir takım saftirik genç­
ler vardı. Tony Blair'in dediği gibi: "Protestolar ve protestolara
katılan insanlar tamamen yanlış yönlendiriliyorlar. Dünya tica­
reti insanların işlerine ve yaşam standartlarına yararlı bir olay­
dır. Bu protestolar tam bir rezalet."
Ancak gençleri olayı anlayamadılar diye bir kenara atma­
mak gerek, affetmek lazım. Sokaktaki çocukların farkında ol­
madıkları şey şu: Tarih artık bitti, tamamlandı, yok! Friedman
da bize şunu söylüyor: "Tarihsel tartışma bitti. Çözüm; serbest
piyasa kapitalizmi." İster Cumhuriyetçi olun ister Demokrat, is­
ter Muhafazakar olun ister Yeni İşçi Partili, ister Sosyalist olun
ister Hıristiyan Demokrat, hepimiz aynı yolun yolcusuyuz ar­
tık. Hepimiz girmişiz deli gömleğinin içine, etek boyu üzerine
tartışıyoruz.
Tam "Beni de bağlayın" diyecektim ki elime bir mesaj geç-
ti. Bolivya, Cochabamba'dan - bir e-posta. Mesaj Latin Ameri-

83
ka' daki işçi sendikalarıyla çal ı şırken tanıştığım liderlerden Os­
car Olivera hakkındaydı . Şu y azılıydı mesajda:

" Tam dmıamnılt . yaklaştk bin Bolivya askeri. sakince yürü­


yen göstericileri gaz homhastyla da,�ttft , copladt ve kişisel
eşya/anna el koydu. "

Sorun neydi? Herhalde internet çöktü v e Amazon.com hisse­


lerini elden çıkaramad ılar.
Mesaj şöyle bitiyordu: "Oscar kayıp. Nerede olduğu bilinmi­
yor."
Beni rahatsız eden bir şey vardı. Çok sayıda belge kucağıma
düşmüştü. Uluslararası Para Fonu'nun en gizli sak lı dosyaların­
dan, Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü ' ndeki yetkililerin
çekmeeelerinden kalkı p gelmişlerdi bana bu belgeler: Ülke Yar­
dım Stratejileri, Madde 1 3 3 diplomat ik mektup, GATS komite
notları -küreselleşmenin gerçek belgeleri- yeni uluslararası eko­
nomileri önce hayal edip sonra da dikte ettiren kuruluşların tam
içinden gelen belgeler.
En gizli saklı dosyalarda cep telefonu kullanan Eskimolarla
ilgili herhangi bir şey yoktu. ama Arjanti n ' de emekli maaşları­
nın yüzde l 3 azaltılması, Brezilya' da işçi sendikalarının bölün­
mesi ve Bolivya 'da su fıyatlarının artırı lması konusunda çok
miktarda belge buldum, hepsi de soğuk, teknik bir dille yazıl­
mıştı ve üzerlerinde gizli ibaresi vardı.
Seatıle sokaklarındaki diken saçlı göstericiler; şirketlerin,
I M F ve Dünya Bankasının, Bolivyalı ların kanını emmek ve
Tanzanya 'nın altınını çalmak için çalışan bir dizi kuruluşun bir
tür büyük komplo içinde olduğuna inanmaktadır. Ancak ağaç
severler yanılıyorlar. Ayrıntılar, onların hayal ettiklerinden de
mide bulandırıcı. Mart 200 I tarihinde, Ekvator hükümeti evler­
de kullanılan gazın fıyatını artırıp aç Yerl iler de başkenti yakıp

R4
yıktığında Dünya Bankası ' nın aylarca önce hazırladığı gizli pla­
nı okumaktaydım. Dünya Bankası ve I MF. ülkeyi düze çıkara­
cağına inanarak evlerde kullanılan gazın fiyatının yüzde 60 artı­
rılmasını sağlamışlardı. Sanki gösteriler de plan dahilinde düşü­
n ülmüş gibiydi.
Gibisi fazla, en azından, adını verebileceğim içerden bir kay-
. nağa, Dünya Bankası ' nın eski baş ekonomisli Joseph Stiglitz
göre, "B unlara IMF gösterileri diyoruz." Gösterilerle birlikte.
belgenin çözüm dediği önlemler de -polis, tanklar, pataklama­
düşünülmüştü.
Bu bölümün konusu bu: Dünya Bankası ve IMF tarafından
borç karşılığı öne sürülen şartlar (Ekvator için 1 67 tane) listesi­
nin açıklanması, Dünya Ticaret Örgütü bünyesindeki GATS an­
laşmasının Vl.4. maddesinin uygulanmasına ilişkin yayınlanma­
mış şartlar önerisi, TRIPS anlaşması denilen telif hakları kural­
Iarı ve bunun meme kanseri tedavisinden Dr. Dre ' nin rap müzi­
ğine kadar her şeye uzanan etkisi ve uygulandığı şekliyle küre­
selleşmenin diğer küçük pis yanları. Ayrıca bunları pijamanız
üzerinizdeyken okuyabilirsiniz.
Friedman, -karşılıklı tartışmayacaktı, o yüzden başka bir gün
konuşmak durumundaydık- Intel şirketinin başkanı Andy Gro­
ve'un bilgeliğini keyifle onayiayıp söylediklerini aklararak soh­
betini kesti: "Yeni kapitalizmin amacı düşene vurmaktır."
Oscar'ı düşünerek, Friedman ' ın yanılıyor olmasını umdum.

Dr. Bankeştayn ' ın Yaratıkları :


Dünya Bankası, IMF ve Ekvator' u
Yiyen Uzaylılar

New York Hilton Oteli' nin önünde dikilnıiştim. Biiyük G-


7' /erin 2000 yılı toplantısı yapılıyordu. IMF Başkalll Horst
85
Kohler' i taşıyan limuzin yaklaştı , bir tümsekıe zıpladı ve dışan­
ya bir rapor uçtu, Ekvator Ülke Yardımı Stratejisi Ara Raporu .
Üzerinde 'Gizli. Dağıtımı yapılamaz' yazılıydı. Raporun elime
böyle geçtiğinden kuşku duyabilirsiniz, ama inanın bana çok
karmaşık bir sorunun cevabı bu belgenin içinde.

içerde Profe sör Anthony Giddens, London School of


Economics mezunlar derneğinin kendisini can kulağı ile dinle­
yen üyelerine, "Küresel leşmenin bir gerçek ve ardında yatan ne­
denin de i letişim devrim i olduğunu" anlattı.
Vay canına. Ufuk açıcı bir konuşmaydı bu. Otelin dışında
çığlık çığlığa IMF karşıtı gösteri yapan gençler tamamen yanılı­
yordu. Giddens ' in dediğine bakılırsa, küreselleşme And dağla­
rındaki her köylüye internet bağlantılı bir Nokia cep telefonu
vermek demekti . (Adamın bunu Friedman ' dan kaptığı kesin.)
Anlayamadığım şey ise küreselleşen geleceğe doğru ilerleyişe
insanların neden karşı ç ıktığıydı.
O yüzden, Ekvator'daki okulların internete bağlanmasına
ilişkin bölümü arayarak, aşınnış olduğum IMF' nin Ekvator
Stratejisi adlı raporunu karıştırdım. Aradığım konu yerine gizli
bir program çıktı karşıma. Ekvator hükümetine tüp gazın fiyatı­
nı I Kasım 200 1 tarihi itibariyle yüzde 80 artırmasının emredil­
diği yazıyordu raporda. Ayrıca, hükümet 26 bin kişiyi işten çı­
karmak ve IMF tarafından belirlenen bir takvime göre dört aşa­
mada işçilerin gerçek ücretlerin i yüzde 50 azaltmak zorundaydı.
Temmuz 2000 itibariyle, Ekvator en büyük su işletmesinin mül­
kiyetini yabancılara vermek zorundaydı, daha sonra da BP'ye
ait ARCO 'ya And dağlarında petrol boru hattı kunna ve mülki­
yet hakkı verilecekti.
Bu daha başlangıçtı. Bütününe bakıldığında, IMF'nin 1 67
maddelik ayrıntılı borç şartları bir Yardım Planı ' ndan çok mali
bir darbe planına benziyordu.

86
IMF başka seçenek olmadığını ileri sürecektir. Zaten Ekva­
tor'un da ülkedeki ticari bankaların çöküşünden dolayı eli kolu
bağlıdır. Ama kaynak zorluğu çekmeyen bir OPEC üyesi olan
Ekvator nasıl oldu da böyle bir duruma düştü? Bunu cevapla­
mak için IMF'nin Ekvator hükümetini, Ekvator'un elit tabakası­
nın yabancı bankalara olan sorunlu özel borçlarını yüklenmeye
zorladığı 1 98 3 yılına dönmek zorundayız. ABD ve yerel finans
kurumlarının kefaretini ödemek için Ekvator hükümeti bir mil­
yar beş yüz m ilyon dolar borç aldı.
Ekvator'un bu borcu geri ödeyebilmesi için IMF, elektrik ve
diğer bazı zorunlu tüketim kalemlerinde fiyat artışını gündeme
getirdi. Bu da yeterli olmayınca devletin 1 20 bin işçiyi işten çı­
karmasını şart koşan bir diğer Yardım Planı devreye sokuldu.
Dahası, IMF'nin bir yığın şartını yerine getirmeye çalışırken
Ekvator aptalca bir şekilde, çel im siz mali piyasasını liheralleş­
tirdi. Yerel bankalar üzerindeki devlet kontrolünü gevşetti, böy­
lece özel sektörün borcunun ve faiz oranlarının alıp başını git­
mesine izin verdi. Peki Ekvator'u serbest piyasa bankacılığının
çılgın kargaşasına kim sürükledi? İpucu vereyim: Baş harfleri I
-M-F, yeni bir Yardım Planı'nın şartı olarak, bankacılık sektö­
rünün l iberalleştirilmesini şart koştu. Bu çirkin küçük hikaye de
yoluma çıkan bir başka IMF raporunda yer alıyor. Raporun üze­
rinde "Lütfen alıntı yapmayın" yazıyordu. Çaktırmayın.
IMF ile sağ kolu Dünya Bankası bir dizi ülkeye yapış yapış
bir yardım eli uzatmıştır. Tanzanya'ya bakın. Bugün bu Afrika
ülkesinde, bir milyon üç yüz bin kişi AIDS 'den ölmeyi bekliyor.
IMF ile Dünya Bankası parlak bir neo-liberal çözümle insanları
kurtarmaya geldiler: Daha önce ücretsiz olan sağlık hizmetleri­
ni paralı yapma şartını Tanzanya'nın önüne koydular. Bankanın
bu şartı uygulandığından beri Dar Es Salarn'daki üç büyük dev­
let hastanesinde hasta sayısı yüzde 53 düştü. Demek ki Banka­
nın tedavisi işe yanyor.

87
IMF/Dünya Bankası Tanzanya'ya okulları da ücretli yapma­
sını emretti. Sonra da okula devam oranının yüzde 80'den yüz­
de 66'ya düşmesi karşısında şaşırdığını söyledi.
Banka ile I M F Tanzanya'ya toplam 1 57 tane birbirinden ya­
rarlı öneride bulundu. Nisan 2000 tarihinde, Tanzanya hüküme­
ti bütün bu önerileri uygulamayı gizl ice kabul etti. Ya imzayı
basacaktı ya da açl ıktan ölecekti . Gelişmekte olan hiçbir ü lkenin
IMF'nin hayır duasını almadan borç para bu lma şansı yok.
( inatla I MF politikalarının tersini uygulayarak yılda yüzde 5 bü­
yüyen Çin hariç. )
IMF ile Dünya Bankası, Tanzanya ekonomisini 1 985 ' ten be­
ri etkin biçimde kontrol etmiştir. İdareyi ele aldıklarında bu sos­
yalist ülkenin yoksulluk, hastalık ve borç içinde yüzdüğünü gör­
düler. Bu kuruluşların neo-liberal uzmanları ticari engelleri or­
tadan kaldırmakta, devlet teşv iklerini sınırlandınnakta ve devle­
tin el indeki fabrikaları satmakta bir dakika bile vakit kaybetme­
diler. Bankanın perde arkasındaki yöneticileri mucizeler yarattı­
lar. Washington merkezli Küreselleşme Atağı inisiyatifi ' nden
banka müfettişi Nancy A lexander'a göre, sadece on beş yıl için­
de, Tanzanya'nın GSMH ' sı kişi başına 309 dolardan 2 1 0 dolara
düştü. okuma yazma bilenlerin oranı azaldı ve sefaJet düzeyin­
deki yoksul luk oranı yüzde 5 1 'e yükseldi.
Bu neo-l iberal atılıma rağmen Dünya Bankası, serbest piya­
sa planı için Tanzanyalıların gönüllerini ve akıl larını çelemedi.
Haziran 2000 tarihinde, Banka can sıkıntısı iç inde şunları yazı­
yordu: ··sosyalizmin miraslarından biri de çoğu insanın hala,
kalkınmanın desteklenmesinin ve sosyal hizmetlerin sağlanma­
sının devletin temel görevi olduğuna inanmasıdır."
Dünya Bankası ve IMF 1 944 ' te basit ve an laşılabi lir bir
amaçla kuruldu - savaş sonrası yeniden yapılanınayı ve kalkın­
ma projelerini maddi olarak desteklemek (Dünya Bankası) ve
geçici bütçe açığı olan ülkelere nakit borç vennek (I MF).

88
Sonra, l 980'den itibaren, bu kurumlar giderek uzay lı yara­
tıklara dönüşmeye başladılar. Petrol fıyatlarındaki beş kat artış,
dolarla faiz ödemelerindeki benzer bir yükselişten sonra çok kan
kaybeden Üçüncü Dünya Ülkeleri, IMF ile Dünya B ankas ı 'na
avuç açtılar. Ancak borçtan kurtulmak yerine, önlerine sermaye
karşılığında yerine getirmeleri istenen l 1 4 şartı içeren Yapısal
Yardım Planları kondu. Ayrıntılar ülkeden ülkeye değişse de
borçların döndürülmesi; ticari engellerin kaldırılmasına, ulusal
malların yabancı yatırımcılara satılmasına, sosyal harcamaların
kırpılmasına ve işgücünün esnekleştirilmesine (siz bunu 'sendi­
kaların ortadan ka/dm/ması ' diye okuyun) bağlandı .
Bazılarına göre, b u kurumlarda I 980 yılında başlayan köklü
ve acımasız değişim Ronald Reagan ' ın o yıl başkan olarak seçil­
mesinden, Bayan Thatcher' ın hızla güç kazanmasından ve poli­
tikalarda neo-liberal (serbest piyasa) akımın yükselen değer ola­
rak yer almasından kaynaklanıyordu. (Benim edindiğim bilgile­
re göre, IMF ve Dünya Bankası Larry adında bir uzaylı tarafın­
dan ele geçirildi. Bir zamanlar Dünya Bankası baş ekonomisli
daha sonra da ABD Hazine Bakanı olan ' Larry ' Summers, aslın­
da insan ırkının çoğunu ucuz protein kaynağına dönüştürmek
için uzaylılar tarafından buraya gönderi lmiş bir asker.)
Peki bu uzaylılar "yapısal destek" denilen serbest piyasa re­
çeteleriyle ne elde ettiler? Financial Times gazetesi köşe yazarı
ve küreselleşmenin maceraperest şövalyesi Samuel Brittan. ye­
ni dünya sermaye piyasalarının ve serbest ticaretin "dünyanın
yaşam standartlarında benzersiz bir yükseliş sağladığını" söylü­
yor. Brittan kanıt olarak da az gelişmiş ülkelerde l 950 ile l 995
yılları arasında kişi başına gelirdeki, yaşam süresindeki ve okur­
yazarlık oranındaki artışı gösteriyor.
Şimdi burada bir dakika duralım. l 980 yılına kadar, Erit­
tan ' ın sözünü ettiği Üçüncü Dünya incelemesinde yer alan ülke­
lerin hepsi ya sosyalistti ya da sosyal devletçiydi. Bu ülkeler İt-

89
hal ikamesi Modeli'ne göre gel işiyorlardı, yani neo-liberallerin
Ianetiediği şekilde, devlet yatırımı ve yüksek gümrük duvarla­
rıyla yerli sanayi oluşturuyorlardı. Ulusal hükümetin kontrolü­
nün arttığı ve yeni sosyal programların devreye girdiği 1 960-80
arası bu karanlık dönemde, kişi başına ulusal gelir Latin Ameri­
ka'da yü zde 7 3 , Afrika 'da yüzde 34 arttı. K ıyaslanırsa,
1 980' den beri Reagan(fhatcher modeliyle Lati n Amerika' da
büyüme yirmi yılda yüzde 6'nın altında kalarak neredeyse dur­
ma noktasına geldi ve Afrika'da ise gelirler, bırakın artmayı,
y üzde 23 aza/di.
Şimdi bir de zayiatı hesaplayal ım. ı 950'den ı 980'e kadar,
sosyalist ve sosyal destek programları gezegendeki hemen her
ülkede yaşam süresini en az on yıl artırdı. 1 980' den bugüne ka­
dar, yapısal destek programıyla yaşam zorlaştı ve kısaldı.
1 985 'ten beri, on beş Afrika ülkesinde okuma yazma bilmeyen­
Ierin sayısı artarken yaşam süresi kısaldı -ki Brittan bunu "ulus­
lararası ekonomik sisteme değil, kötü şansa bağlıyor." IMF ve
Dünya Bankası şok programlarının sarstığı eski Sovyet devlet­
lerinde, yaşam süresi uçurumdan yuvarlandı- sadece Rusya'da
yıllık ölüm rakamına bir milyon dört yüz bin kişi daha eklendi.
Büyük şansızlık Rusya!
Görünüşe bakılırsa Dünya Bankası ve I MF reform yapıyor­
lar. Artık o öldürücü Yapısal Destek Planları ' nın adını " Yoksul­
luğu Aza/tma Stratejileri" olarak değiştinnişler. Bu sizi rahatlat­
tı değil mi?
Nisan 2000 ' de, IMF küreselleşmenin sonuçlarını gözden ge­
çirdi. Yayınladığı 'Dünyanın Görünüşü' adlı raporunda Fon
"son yirmi yılda, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birinin duru­
munun kötüleştiğini" itiraf ederek devam etti: "Açıkçası bu, yir­
minci yüzyılın en büyük ekonomik başarısızlıklarından biridir."
Ve bu, Sayın Profesör Giddens, bir gerçek.

90
OFFICIAL USE O!lı"LY
R200 1-0l27
IFCJR2001-0155
Juııe 27. 200 ı

l'or mutloa or
Board: nunclay, July ı9, 10oı

FROM: The Actin& Seadary

ARGENTINA: Coınıo-y Auisıaa to Stnıtegy Procnu Report

1. Atıkbed Lo the joint mRDIIFC Cowııry Assiswıce Sıraıegy Proa:ress Repon for the
AıJ=tine Republie, whıeh will be discusıed at the meetıııa of the Exeeuıive Directors to be held
on Tbanday, July 19, 1001.

2. Quations on thıs doeument should be referml to: Baıık - Mr. I.evy (ext. 30ı24) aııd
Mr. Haaemrom (Smlllıc: 526-9703); and IFC · Mr. Masuoka (cxL 39538).

pjmjbyrion;
Exeeutive Directors aııd Alıcmaıes
Pıuident
Bank Group Seııior Managemc:nt
Vice Presideııts, Bank, IFC aııd MIGA
Directors aııd Depanment Heods, Bank, IFC and MIGA

Şekil 7. IMF ve Dünya Bankası belgeleri


Ekvator'da yemeklik yağ fiyatının artışından tutun da kamu istihdam progra­
mından yararlanan Arjantiniiierin aylıklanndan kırk dolar kesilmesine kadar
her şeyin nasıl yapılacağını dikte eniren IMF ve Dünya Bankası kaynaklann­
dan sağlanan belgeler.

91
Bau kurumların ipliğini pazara çtkardtğtmda şikayet, yorum ya
da dava açmak gibi herhangi bir tepki gelmezse camm stkt!tyor.
IMF ve Dünya Rankast ' ndan Tik çtknıadt . Ancak do,�ru kttaya
hakmamtşttm; asimda Dünya Bankast bu yaztma uzun bir yana
vermişti ve bunu da bir Afrika gazetesinde yaymlatmtştt . Garip
bir yaklaştmdt bu ve işin daha da �:arihi, Ekvator' un ytkmı pla­
m olan belgenin varlt,�1111 inkar ettiler. Şekil 7' de olmayan hel­
gelerden birine ait bir sayfa görülmektedir.

. Soğuktan Gelen Küreselleştirici:


IMF'nin Dört Adımda Ekonomik Yıkım Yöntemi

" insan/an ölüme mahkum ettiler" dedi hana eski aparatçik.


Le Carre ' dan bir sahne gibiydi. Parlak bir kariyeri olan eski
ajan kaptyt çalar, bizim tarafa geçer ve saatler süren konuşma­
st boyunca, artık çürümüş olarak adlandtrdt,�t bir ideoloji adt ­
na yaption dehşetengiz olaylarla dolu helle,�ini hoşalttr.
Karştmda, eski bir Soğuk Savaş ca.wsundan daha biiyük bir
ha/tk duruyordu: Joseph Stiglitz. Dünya Bankast ' mn baş ekono­
mistiydi. Yeni dünya ekonomik düzeni, büyük ölçüde , onun kura­
mmllı hayat bulmuş haliydi.

Stiglitz'i günlerce, Cambridge Üniversitesi ' nde, Londra'da


bir otelde ve son olarak da Nisan 200 1 tarihinde Dünya Banka­
sı ile Uluslararası Para Fonu' nun büyük toplantısı nda sorguya
çektim. Stiglitz, bakanların ve merkez bankası yöneticilerinin
toplantıs ında oturum başkan lığı yapacağına: tahtadan büyük
haçlar taşı yan rahibeler, Bolivyalı sendika başkanları, AIDS
kurbanlarının aileleri ve diğer küreselleşme karşıtı protestocular
gibi mavi polis kordonunun ardına sürülmüştü. İçerinin en güç­
lü adamı artık dışarıdayd ı .

92
Dünya Bankası 1 999 yılında Stiglitz ' i işten çıkardı. Sessiz
sedasız emekli olmasına izin verilmedi. Bana anlatılanlara bakı­
lırsa, ABD Hazine Bakanı Larry Summers, Dünya Bankası tar­
zı küreselleşmeye hafifçe karşı olduğunu ilk kez açığa vuran
Stiglitz ' in kamuoyu önünde aforoz edilmesini istedi.
Burada Washington 'da, Ohserver gazetesi ve Haher Gecesi
programı için IMF, Dünya Bankası ve bankanın yüzde 5 1 ' l ik
hissesini elinde tutan ABD Hazinesi 'nin genell ikle gizli kapaklı
yürüttüğü çalı şmalarına ilişkin saatler süren özel görüşmeleri­
mizi tamamladık.
Adı bizde saklı (Stiglitz deği/) kaynaklardan üzerlerinde
'gizl i ' , ' tahditl i ' ve ' Dünya Bankasının izni olmadan yayınlana­
maz' ibareleri yazılı bir yığın belge elde ettik.
Stigl itz bunlardan birinin. Ülke Destek Stratejisi'nin bürok­
ratik dilden tercüme edilmesine yardımcı oldu. Dünya Banka­
sı 'nın dediğine göre. yoksul her ülke için, o ülkede yapılan
özenli bir inceleme sonucunda oluşturulan bir Destek Stratejisi
bulunmaktad ır. Ancak içerdeki adam Stiglitz'e göre, Banka per­
sonelinin yaptığı inceleme ülkenin beş yıldızlı otellerinin ziya­
ret edilmesinden ibarettir. İnceleme, eli nde gönüllü olarak im­
zalaması için önceden hazırlanmış bir yeniden yapılandırma
stratejisi helgesi tutarak yalvarıp yakaran bir Hazine bakanı ile
Banka personelinin toplantı yapmasının ardından sona erer. (Bu
tür bir dizi belge var elimde.)
Stigl itz 'e göre, her ülkenin ekonomisinin inceden ineeye çö­
zümlenmesinden sonra, Banka her ülkenin önüne aym dört aşa­
malı programı koyar.
Birinci aşama özelleştirmedir -ki Stiglitz bu kısmın aslında
"rüşvetlendirme" olarak adiandıniması gerektiğini söyledi. De­
diğine göre, ulusal liderler kamu mallarının satılmasına karşı çı­
kacaklarına elektrik ve su şirketlerini güle oynaya sattılar. Kamu
mallarının satış fıyatlarındaki birkaç milyar dolarlık indirim kar-

93
şılığında İsviçre bankalarındaki hesaplarına yatacak yüzde
I O' Iuk komisyon ihtimali karşısında "gözlerinin fal taşı gibi
açıldığını görebilirdiniz."
Stiglitz, ABD hükümetinin bunlardan h aberdar olduğunu id­
dia ediyor. En azından, en büyük rüşvet olayı olan 1 995 Rusya
satışı biliniyordu. "Yeltsin ' in yeniden seç ilmesini istediğimiz­
den ABD Hazinesi bu işin iyi bağlandığını düşünüyordu. Se­
çimlere h ile karıştırı lması bizi ilgilendirmezdi, paranın" seçim
kampanyasına yapılan bağışlar yoluyla "Yeltsin 'e gitmesini isti­
yorduk. ""
Stiglitz Kara Helikopterlerden bahseden çılgın bir komplo
teorisyeni değil. Adam oyunun içindeydi, Ekonomi Danışman­
ları Konseyi Başkanı olarak B ill Clinton kabinesinin bir üyesiy­
di.
Stiglitz ' in m idesini en çok bulandıran şey de, ABD destekli
şebekelerio Rus sanayisini talan etmesiydi . Bu yolsuzluk prog­
ramı ulusal gelirin yarıya düşmesine, ekonomik bunalım ve aç­
lığa neden olmuştu.
Rüşvetlendirme aşamasından sonra IMF/Dünya Bankası 'nın
ekononıinizi kurtaracak tek tip elbise planının ikinci aşaması
olan Sermaye Piyasasının Liberalleştirilmesi devreye girer. Ser­
maye piyasası üzerindeki kontrolün kaldırılması teoride yatırım
sermayesinin ülkeye giriş çıkışını kolaylaştıracaktır. Ne yazık
ki. Endonezya ve Brezilya'da, para sadece çıktı ve çıkmaya de­
vam etti. Stiglitz bu olaya "sıcak para döngüsü" diyor. Önce em­
lak ve dövizde spekülasyon amacıyla para gelir, sonra ilk kötü
bel irtide hızla dışarı kaçar. Ülkenin döviz rezervleri birkaç gün
hatta birkaç saat içinde eriyebil ir. Bu noktadan sonra spekülatör­
leri, ülkeye ait olan sermaye fonlarını geri getirmeye ikna etmek
için, IMF bu ülkelerden faiz oranlarını yüzde 20, yüzde 50 ve
yüzde 80 arttırmasını talep eder.
Stiglitz , Asya ve Latin Amerika'daki sıcak para gelgitlerinin

94
"sonucu belliydi" diyor. Yüksek faiz oranları emlak fiyatlarını
çökertti, sanayi üretimini düşürdü ve kamu hazinesini kuruttu.
Bu noktada IMF, soluğu kesilmiş olan ülkeyi üçüncü aşama­
ya sürükler: Piyasanın Belirlediği Fiyatlandırma. Gıda madde­
leri, su ve evde k ullanılan gazın fiyatlarının artırılması için kul­
lanılan süslü bir laf. Bu durum tahmin edilebileceği üzere üç bu­
çuğuncu adıma yol açar: Stiglitz'in deyimiyle "IMF isyanı."
IMF isyanının patlak vereceği önceden bellidir. Ülke "tama­
men çaresiz kalıp dizlerinin üstüne çöktüğünde (IMF) durum­
dan faydalanıp ülkenin kanını son damlasına kadar emer. Kazan
patlayıncaya kadar ısıyı artırırlar" - tıpkı IMF' nin, I 998 'de En­
donezya 'da yoksullara verilen gıda ve yakacak yardımını kes­
ınesi gibi . Endonezya ayaklanmalarla sarsılmıştı. Tek örnek de­
ğildi bu. Nisan 2000 ' de su fiyatları yüzünden Bolivya 'da yaşa­
nan halk hareketleri, Dünya Bankası 'nın isteği üzerine artırılan
gaz fiyatlarının Şubat 200 1 'de Ekvator'da yol açtığı ayaklanma
diğer örnekler. Olacaklar o kadar açıktır ki. sanki i syanlar da
planın yazılı bir parçasıymış hissine kapılırsınız.
Öyledir de. Stiglitz ' in, BBC televizyonu ve Observer tarafın­
dan Dünya Bankası kaynaklarından elde edilen üzerlerinde 'giz­
l i ' , 'dağıtılamaz' şeklinde sinir bozucu uyarıların bulunduğu
belgelerden haberi yoktu. Ekvator'la ilgili Geçici Ülke Destek
Stratejisi ' ne geri dönelim. Raporda Banka, defalarca - soğuk­
kanlı bir ifadeyle - planlarının "sosyal huzursuzluğa" yol açaca­
ğından söz eder.
Bunda şaşıracak bir şey yok. Gizli rapora göre, ABD doları­
nı Ekvator'un para birimi yapma planı , nüfusun yüzde 5 1 ' ini
yoksulluk sınırının da altına itmiştir. Dünya Bankası'nın destek
planı, toplumsal huzursuzluğu bastırıp politik çözümü -ve daha
da yüklü fiyatları kabullenmeyi gerektirmektedir.
IMF karşıtı gösteriler (gösteri derken, kurşunlarla, tanklarla
ve göz yaşartıcı bombalarla dağıtılan barışçıl gösterileri kastedi-

95
yorum) sermayenin panik iç inde kaçışına ve hükümetin itlasına
yol açar. Bu ekonomik yangının iyi bir yanı da vardır -geride
kalmış son madeni ya da limanı kelepir fiyatına topariayan ya­
bancı şirketler için tabii.
Stiglitz, I M F ve Dünya Bankası 'nın piyasa ekonomisinin
kalpsiz takipçileri olmadığını da belirtiyor. IMF Endonezya'da
gıda mallarında devletin fıyat de.çte,�ini kaldırırken, hankalann
kurranlması [Jerek/i o/du,�unda piyasaya müdahale istenir hale
gelir. N i tekim IMF Endonezyalı finansörleri ve onların borçlan­
dığı Amerikalı ve Avrupalı bankerieri kurtarmak için on mi lyar­
hirca doları toparlayıverdi.
Olay aydınlanmaya başladı. Sistemde çok sayıda kaybeden ve
tek kazanan var: Batı bankalarıyla ABD Hazinesi . Stiglitz, Dün­
ya Bankası' ndaki karİyerinin ilk dönemlerinde, Etiyopya 'da ül­
kenin ilk demokratik seçimiyle başa gelen yeni devlet başkanıy­
la yaptığı sıkıntılı görüşmeden söz etti bana. Dünya Bankası ile
IMF başkana, yardım kredisini ABD Hazinesi 'n in rezerv hesabı­
na aklarmasını emrelli. Hazine rezerv hesaba sadece yüzde 4 fa­
iz ödüyordu. Bu sırada ülke, vatandaşlarını doyurabiirnek için
yüzde I 2 faizle Amerikan doları satın alıyordu. Yeni başkan, yar­
dımı ülkesini yeniden ayağa kaldırmak için kullanmasına izin
vermesi için Stiglitz 'e yalvardı. Ama hayır, el konulan para doğ­
ruca AB D Hazinesi'nin Washington 'daki kasasına gitti.
Artık IMF ile Dünya Bankası ' nın yo/.:sıtllıt.�u aza/tma strate­
jisi'nin dördüncü aşamasına gelmiş bulunuyoruz: Serbest Tica­
ret. Dünya Ticaret Örgütü ile Dünya Bankası 'nın kurallarına gö­
re yapılan bir serbest ticaret bu. İçerdeki adam Stigl itz DTÖ ti­
pi serbest ticareti Afyon Savaşları ' na benzeterek "Bu savaşlar
da pazarların aç ılmasıyla ilgiliydi" diyor. On dokuzuncu yüzyıl­
da olduğu gibi, günümüzde de Avrupa ve Amerika kendi pazar­
larını Üçüncü Dünya 'nın tarı mına kapatırken Asya, Latin Ame­
rika ve Afrika 'ya yapılacak satışların önündeki engelleri ortadan
kald ırıyorlar.

96
Batı, Afyon Savaşları ' nda, açık veren ticaretinin gerektirdiği
yeni pazarları zorla açmak için askeri gücünü kullandı . Bugün
de Dünya Bankası aynı derecede etkil i -kimi zaman da öldürü­
cü- ola� mali gücünü kullanabilmektedir.
OTO 'nün telif hakları anlaşması gündeme gelince Stiglitz ' in
tepesi atıyor. (TRIPS adıyla bilinen bu anlaşmadan ileriki sayfa­
larda daha fazla söz edeceğiz.) Stiglitz'e göre, yeni dünya düze­
ninin markalı ilaçlar için i laç şirketlerine inanılmaz gümrükler
ve telif hakları ödenmesini şart koşarak "insanları ölüme mah­
kum ettiği" nokta da burası. Şirketler ve beraber çalıştığı B anka
ideologları hakkında uzmanlaşmış olan Stiglitz "İnsanların ya­
şaması ya da ölmesi urourlarında değil" diyor.
Bu arada I MF, Dünya Bankası ve DTÖ'nün adlarının bu tar­
tışmada beraber geçmesi kafalarınızı karıştırmasın. Bu örgütler
aynı yönetim sisteminin değişik maskeleridir. Bir okul yapımı
için Dünya Bankası 'ndan borç almak, hem Dünya B ankası hem
de IMF tarafından öne sürülen her şartın -ülke başına ortalama
1 I I tanedir- kabul edilmesini tetik/emektedir. Aslında diyor
Stiglitz, resmi DTÖ kurallarına kıyasla IMF, ülkeleri daha cezai
nitelikteki ticaret politikalarını kabul etmeye zorlamaktadır.
Stiglitz' i en çok rahatsız eden şey de, gizlilik içinde tasarla­
nan ve mutlakıyetçi bir ideolojiyle yöntendirilen Dünya Banka­
sı planlarının tartışmaya ya da eleştiriye açık olmamasıdır. Batı
bir yandan gelişmekte olan ülkeleri demokratik seçimler yapma­
ya teşvik ederken Yoksulluğu Aza/tma Programı denilen prog­
ramlar "demokrasiyi zayıflatıyorlar" ve bir işe yaramıyorlar. Si­
yah Afrika'nın verimliliği IMF yapısal desteğinin kılavuzluğun­
da tepetaktak oldu.
Bu kadere dur diyen bir ülke var mıydı? Var, dedi Stiglitz,
Botswana'yı işaret ederek. Ne yaptılar? "IMF'ye çekip gitmesi­
ni söylediler."
O zaman, Stiglitz'e döndüm. Peki, Bay Sıkı Profesör, geliş-

97
mekte olan ülkelere nasıl yardımcı olabilirsiniz? Stiglitz ' toprak
ağalığının' tam kalbine yönelik bir hamle ile, dünya genelinde
toprak oligarşisinin aldığı ve tipik olarak yarıcının elde ettiği
ürünün yüzde 50'sine tekabül eden aşırı kiraya ilişkin köklü bir
toprak reformu önerdi . Bunun üzerine şunu sormak zorunda kal­
dım profesöre: Dünya Bankası' n ın baş ekonomisli olmanıza
rağmen Banka neden sizin önerilerinize kulak vermedi?
"Eğer toprak mülkiyetinde değişiklik yaparsanız bu, nüfuzlu
kesime dokunur. Gündemlerinde böyle bir madde yok ." Olma­
dığı belli.
Sonunda işini tehlikeye atmasının nedeni dört aşamalı, para
politikasına dayalı sürecin yol açtığı başarı sızlık, sefaJet ve kriz­
ler karşı sında bu kurumların ve ABD Hazinesi ' nin politikalarını
değiştirmemesiydi. Serbest piyasa çözümlerinin başarısız oldu­
ğu her durumda IMF'nin yaptığı tek şey, daha fazla serbest pi­
yasa politikasının uygulanmasını istemekti
"Ortaçağ 'a benziyor" dedi bana içerdeki adam. "O zamanlar
bir hasta öldüğünde ' kanamayı erken kesti, vücudunda hala bi­
raz kan vardı ' demeleri gibi ."
Profesörle yaptığım konuşmadan dünyadaki yoksulluk ve
krizin çözümünün basit olduğu sonucunu çıkardım: Kan emici­
leri ortadan kaldırmak!

Joe Stiglitz Dünya Bankast ' ndan attimasma ve görüşmemi­


zin yarattt,�t şikayet/ere göğüs germeyi başardt . Eylül 2001 ta­
rihinde Ekonomi Nobel Ödülü' nü kazandt .
Bu yazt ilk kez Observer' da 'IMF' nin Felakete Götüren Dört
Adtmt' adtyla yaymlandı, değişik bir hali de evsizlerin Londra
metrosunun dışmda satttğt bir dergi olan Big lssue' da yer aldı .
Big lssue IMF'ye de yer ay11·dt . Burada IMF' nin bastn sözcüsü
yardımcısı şunları yazıyordu :

98
" . . . ( Palast' ın) yazısındaki söylenti ve yanlış bilgilerin derin­
liği ve büyüklüğü karşısında söyleyecek söz bulamıyorum. "

Elbette söyleyecek söz bulamazdı. 'Yanlış bilgi' dediği şey


Basın Sözcüsü Yardımcısı 'nın kendi bürosundaki ve Dünya Ban­
kası ' ndaki mutsuz çalışanlardan geliyordu. Sıradaki hikayenin
başlıca noktalarını sessizce elime tutuşturanlar da yine on/ardı.

Yeni İngiliz-Amerikan İmparatorluğu

Nisan 2000 tarihinde İngiliz gazetelerinin ön sayfalarım


Zimbabwe' de ölen iki beyaz çiftçininfotoğrafları kapladı. Boliv­
ya'dan gelen "Protesto/ar iki cana ma/oldu" haberleri Guardi­
an gazetesinde 'Dünyadan Kısa Haberler' bölümüne sıkıştı.
(Amerikan gazetelerinde Bolivya ' nın yerini Monica Le­
winsky' nin elbisesi aldı.) Ne ayıp. Zimbabwe cinayetleri İngi/te-·
re' nin imparatorluk geçmişine ilişkin bastırılmış nosta/jiye yö- ·

ne/ikti. Bolivya ise İngiltere' nin (ve Amerika' nın) gelecekteki


imparatorluğunun hikayesidir.

Önce bir hatayı düzeltelim. Bolivya'nın Cochabamba kentin­


de su şebekesinin yeni sahipleri, Londra'dan International Wa­
ters Ltd. (IWL) tarafından su fiyatlannın yüzde 35 artınlmasına
karşı çıkan göstericilere; askerlerin önce gaz bombası fırlatıp
daha sonra da ateş açması yüzünden altı kişi öldü, kör olan iki
çocuk dah i l I 75 kişi yaralandı .
Cochabamba'daki ölümlerden sonra Hugo Banzer (Boliv­
ya'nın eski d iktatörü, daha sonra da seçilmiş başkanı ) bütün ül­
kede sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koydu ve özgür­
lükleri rafa kaldırdı. Sıkıyönetimin ilanından hemen sonra, 1 2
Nisan 2000 ' de, Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn Washing-

99
ton ' daki gösterilere karşı yaptığı hazırlıklardan başını kaldırıp
haberc ilere şu yorumu yaptı : "Bolivya 'daki gösterilerin artık so­
na erdiğini bildirmekten mutluluk duyuyorum."
Cochabamba 'daki gösterilerin lideri Oscar Olivera' yla, gös­
terileri nasıl düzenlediğini sormak için temasa geçtim. Fiyat ar­
tışlarına karşı yapılan ilk gösterilerden sonra 6 N isan ' da, sendi­
kacı Olivera, on dört ekonomist, parlamenter, hukukçu ve toplu­
luk lideriyle birlikte, I WL'nin fiyat artışını görüşmek üzere hü­
kümetten gelen bir daveti kabul etmi şti. Cochabamba' daki hü­
kümet konağına girdikten sonra Olivera ve arkadaşları tutuklan­
dılar. Olivera'nın zincire vurulmasının ardından, binanın dışın­
daki gösteriyi ancak Cochabamba Roma Katolik rahibi kontrol
edebilirdi.
Elbette, Dünya Bankası' ndan Wolfensohn ' un yanılmış ve
onun asiler dediği kişilerin de aslında vahşi bir baskının masum
kurbanları olması mümkün. Serbest bırakılan Olivera (hükümet
d iğerlerini ülke içinde sürgüne gönderdi) Wolfensohn ' la konu­
şabilınek için Washington 'a uçtu. Ama başkanın başını kaşıya­
cak zamanı yoktu ve Olivera da görüşerneden geri döndü.
International Waters Ltd. (IWL) şirketini h iç duymadınız
mı? B irçok İngiliz çokuluslusu gibi o da daha büyük bir Ameri­
kan şirketinin kontrolünde - IWL'nin iplerini elinde bulunduran,
San Francisco ' daki dev inşaat şirketi Bechtel.
Bechtel, Amerika'daki merkezinden bir bildiri yayınlayarak
Bolivya ' daki ayaklanmanın suda yaptıkları fiyat artışıyla bir il­
gisi olmadığını ifade etti. Aksine, IWL ' n in Amerikalı sahibi
sanki bir sır açıkl ıyormuş havasında, ayaklanmanın "koka yap­
rağı üretimi konusunda alınan sıkı önlemlere" karşı çıkanların
bir marifeti olduğunu ima etti. Olivera ne kendisinin ne de rahi­
bin uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığını söyleyerek yanıtladı bu
iddiayı.
Su savaşını başlatan fıyat artışının nedeni IWL'nin büyük

1 00
M isicuni Barajı projesinin maliyetini karşılama ihtiyacıydı. Mi­
sicuni barajından elde edilen suyun maliyeti diğer seçenekiere
kıyasla kabaca altı kez daha. fazlaydı. IWL neden bu aşırı paha­
lı kaynaktan su temin etsin ki? Tahmin edin. Çünkü, IWL, Mi­
sicuni B arajı projesinde pay sahibi.
Halkın, IWL 'nin baraj projesi için para toplamasına karşı
çıkmasının iyi bir nedeni daha vardı; ortada baraj filan yoktu.
Daha inşa edilmemişti baraj .
Yatırım projelerini müşterilerin değil yatırımcıların finanse
edeceği , hesap kitabın temel ·kuralıdır. Proje, satışa sunulacak
bir ürün ürettiğinde de riski yüklenenler yatırımlarının karşılığı­
nı kar şeklinde geri alırlar. Kapitalizm denilen sistemin kalbi, ru­
hu ve temel dayanağı budur. Olayın teorik yönü böyle. Ama te­
kelci sistem kentin musluklarını e line geçirince yatırım projele­
ri için (piyasa rayicinden yüzde 600 daha pahalı olanlar için bi­
le) hissedarların yerine eli kolu bağlı müşterilerden para pompa­
lanmaya başlanır.
Bolivya h ükümetinin su projeleri konusundaki eski danışma­
nı Samuel Soria, IWL'nin operasyona para yatırıp yatırmadığı­
na ilişkin herhangi bir kanıt göremedi Ş ini söyledi. Cochabamba
Ekonomistler Konseyi Başkanı olan Soria 'ya su şebekesini satın
alanların New York Citibank'taki bir hesaba on mi lyon dolar
yatırdıkları söylendi ama Soria bu paranın Bolivya' ya aktarı ldı­
ğına ilişkin bir kanıt bulamadı. Soria, su fiyatlarının IWL'nin
yönetimi altında yüzde l 50 artabileceğinden endişelenmektedir.
Cochabamba'da yayınlanan Cente (Halk) gazetesi editörü
Luis B redow ' un bana anlatlığına göre, su şebekesi için "kimse
ortaya para koymamıştı." Bredow'un kendi yaptığı araştırmanın
sonucuna göre, adamlar bütün sistemi yok pahasına ele geçir­
mişlerdi. Bredow, IWL'nin bu olağanüstü avantajı, başkan San­
zer'le bağlantılı olan siyasi partinin lideri, eski Bolivya başkanı
Jaime Pasarnara ile ortaklık sayesinde elde ettiğini söyledi.

101
IWL 'nin Londra ' daki sözcüsüyle konuştum ama " IWL' n in
Cochabamba olayıyla ilişkisini nasıl öğrendiniz?"den daha faz­
la bir şey söylemedi . Şirketin Bol ivya grubunun adı Aguas de
Tunari idi. Aslında, İngiliz ş irketinin olayla il işkisi giderek da­
ha gizemli bir hal alıyordu. Yayılan gösterileri yatıştırmak ama­
c ıyla B aşkan B anzer, 5 Nisan'da suyun özelleştirilmesini iptal
ettiğini açıkladı.
B ir gün sonra, IWL'nin su şirketini yeniden ele geçirdiği
söylentisi yayılınca bütün ülkede insanlar yeniden sokağa dö­
küldüler. Panik içindeki hükümet 1 0 Nisan 'da, İngiliz genel mü­
dür ülkeyi terk ederken yabancı konsorsiyumun anlaşmayı ' fes­
hettiğin i ' açıkladı. Ancak I WL yöneticisinin izine, adamlarının
bana, B anzer hükümetiyle görüşmeye başlamakla olduğunu
söyledikleri La Paz otel inde rastladım.
Cochabamba 'ya yoksulluğu İngiliz-Amerikan şirketinin ge­
tirdiğini söylemek zor. Kent zaten yeterince yoksuldu. Kırsal
kesimdeki evlerin sadece yüzde 3 I ' ine temiz su ulaşması yüzün­
den, ishal hastalığına yol açan bağırsak enfeksiyonları Bol iv­
ya 'nın bir numaralı hastalığı olup çocuk öl ümlerinin baş neden i­
dir.
Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn ' un su kıtlığına karşı
önerdiği bir çözüm var: Fiyatt arflrnıak. Wolfensohn 1 2 Ni­
san 'da 'asi/ere ' yönelttiği şiddetli eleştiri sinde, gösteric i Bol iv­
yalı abonelerden borçlarını ödemelerini istedi.
Wolfensohn ' un ' kes sesini, öde borcun u ' çıkışı kendi danış­
manlarının görüşüyle de çel işmektedir. Temmuz I 997 ' de, Was­
hington ' daki toplantıda Banka 'nın teknokratları, Misicuni bara­
jı projesine karşı çıkan Bol ivyalılar olayını masaya yatırıp, fi­
yatların arttırılması durumunda sosyal patlamaların olabileceği
konusunda uyarıda bulunmuşlardı . Dünya Banka' sının iç kay­
naklarına göre ( işlerin i kaybetmesinler diye adlarını kullanma­
yacağım) Banka'nın h idrologları ve teknisyenleri Misicuni 'nin

1 02
şişirilmiş maliyetinin küçük bir parçasına tekabül edecek bir
maliyetle Cochabamba için bir su sistemi planı hazırladılar. Bu
seçenek, mevcut aboneler için fiyatları artırmadan kendini fi­
nanse edebi lecekti. Suyun s ağlanması ve dağıtımı işleri
IWL'nin Aguas de Tunari operasyonunda olduğu gibi tek elden
yapılmayıp, danışıklı dövüşü ö nlemek için iki şirket arasında
bölüştürülecekti.
O zaman Wolfensohn, Dünya Bankası ' nın kendisinin bile ol­
maz dediği ve zararlı bulduğu bir projeye karşı yapılan gösteri­
lere neden karşı çıktı? Bankanın alt düzey elemanlarıyla tartışıl­
mayan daha büyük planlar da olmalı. Önemli politik kararlar,
Dünya Bankası'nın Nisan 2000 tarihindeki İcra Kurulu toplantı­
sı için Amerikan başkentini bakanlık limuzinleri doldurmadan
çok önce, sektör toplantılarında bağlanmıştı. Su konusunda,
yaklaşık bin kadar yönetici ve bürokrat, dünyadaki su sistemle­
rinin özelleştirilmesine yönelik programı gözden geçirmek ve
güneellernek için Mart 2000 tarihinde Hague 'da toplandılar.
Gezegeni pazar parçalarına bölen bu özelleştirmeciler an­
cak ciddi fiyat artışları yapılması durumunda kara geçebilecek­
lerdi. IWL, Bolivya hükümetinden yüzde 16 net kar garantisi al­
mıştı . Kardaki bu hızlı artış, başlangıçta yapılan yüzde 3 5 ' lik fi­
yat artışını açıklıyordu. Bolivya 'nın su sisteminin yağmalanma­
sı Dünya Bankası' nın desteği olmadan gerçekleşemezdi.
I MF, Dünya Bankası ve Inter-American Development Bank,
Latin Amerika ülkelerinin her biri için, alçakgönüllü bir şekilde
büyük plan dedikleri, su sistemi tasfiyesini kaleme aldı lar. Bu
gözden çıkarılmış kamu mallarını ele geçirmek için de IWL gi­
bi konsorsiyumlar kuruldu.
IMF ile Dünya Bankası, su sisteminin onarılınası ve yaygın­
laştırılması için acil olarak ihtiyaç duyulan sermayeyi özelleştir­
mecilerin sağladığını öne sürerek yağınayı haklı çıkarttılar. Ama
verilen sözler jigolonun çiçekleri gibi hızla soldu. Cochabam-

1 03
ba 'nın protestocuları sınırın öte tarafındaki B uenos Aires ' de,
bölgedeki ilk özelleştirme konsorsiyumunun 7500 işçinin işine
son verdiğini biliyorlardı, s istem bakım yokluğundan ötürü çü­
rüyor ve fiyatlar hızla artıyordu. Filipinler'den Doğu Anglia'ya
kadar suyun özelleştirildiği her yerde aynı şeyler yaşanıyordu.
Arjantin ' de, Buenos Aires su şebekesinin yeni sahipleri arasın­
da Dünya Bankası da yer almaktadır.
İngiltere, Amerika 'n ın kanatları altında olsa da, eski kamu
mallarını ucuza kapatıp, tekelleşmenin okkalı bir karı garanti et­
tiği altyapı alanlarına yoğun laşarak pazar payını genişletmeye
çalışmaktadır. Brezilya 'da Sao Paolo ' nun gaz sisteminin British
Gas tarafından ele geçirilmesinden Manila su şirketinin United
Util ities tarafından alınışına kadar bütün işler kolay lokma ola­
rak görünüyordu - ta ki And dağlarındaki birkaç susam ış, öfke­
li köylü Yeni İmparatorluğu sokaklarda durdurabileceğine karar
verinceye kadar. ..

Bolivya gözden kayboluyor: Stil bölümüne bakınız


Bolivya' daki ölüm haberi ni gazelenizde okumadınız, değil
mi? Bakın şimdi, Washington Post'da . . . Stil bölümünün on
üçüncü sayfasındaki yazının tam onuncu paragrafında haber
karşınızda. Dalga geçmiyorum: Stil bölümü. Bazı yerel DTÖ
karşıtl:�ının yaşam tarziarına il işkin o güzel küçük yazının so­
nunda asılı duruyordu haber.
Böylece yılın en olağanüstü uluslararası hi kayelerinden biri
GARGARAYA geld i ! -ve gözden kayboldu.
Bazı yaşamsal konular, yeterince popüler bulunmadıkların­
dan ya da ülke içindeki bir haber ağına tak ılınadığından güme
gid iyorlar. Ama Bol ivya'da bu şartların hepsi de sağlanmıştı .
Haber kanalları askerlerin sivil halkı tarayışını gösteren yüksek
kalitede video görüntüleri geçebilecek durumdaydı. Konunun
merkezinde San Francisco'dan Bechtel dah il, dev Amerikan ve

1 04
İngiliz şirketleri yer alıyordu. Olayın en önemli yanı da, Güney
Amerika'daki genel grevin ayn ı günlerde Washington 'daki pro­
testolarta anlamlı bir benzerl ik gösterrnesiydi. Normal haber öl­
çülerine göre, bu konu iş başında yakalanan küreselleşmenin
müthiş hikayesiydi ... Ki bu arada Washington 'da da MeDo­
nald' s yakılıyordu.
Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn taranan göstericileri
' asiler' olarak nitelendirirken basının Bolivyalılar hakkında
sempatik yazılar yazmasını önlerneyi umuyordu. Bu konuda ta­
salanmasına gerek yoktu. Olay, televizyonda hiç gösterilmedi.
Post' un stil bölümündeki yazı ile New York Times gazetesinde­
ki birkaç haber paragrafı bir yana bırakılırsa büyük medya kuru­
luşları için Bolivyalılar gözden ıraktılar.
Ne var ki, haberin bir tutarn verilmesi hiç verilmemesinden
daha kötüydü. İngiliz gazetesi Financial Times (Ff) Bolivya'ya
bir muhabirini gönderdi. Muhabirin haberinde ilk paragrafta,
göstericilerin merkezindeki duvarda "Che Guevara ile Fidel
Castro 'nun soluk portrelerinin" asılı olduğu yazı lıydı. Altı kişi­
nin öldüğüne ilişkin tek satır yoktu haberde.
İşin aslını biliyor olması gereken FT muhabiri, uyuşturucu
kaçakçılarının göstericileri desteklediği izlenimi yaratan bir ha­
ber geçti . Hayali suçlama Bechtel şirketinin basın açıklamasın­
da yer aldı. Ne de olsa bir şirketin basın bildirisi gerçeklerden
bile daha iyidir!
Bolivyalı ların kendileri de olayın tamamından haberdar ola­
madılar. Bolivya gazetesi Cente'nin cesur editörü, Amerikalı­
Avrupalı yatırımcılarla politik bağlantıları olan Bol ivyalılar ara­
sındaki al gülüm-ver gÜ lüm anlaşmaları gözler önüne seren bir
araştırma d izisi yayınladı. Ni san sonunda, Cente'nin yayıncıla­
rı, su si-steminin Bolivyalı ortaklarından gelen mali tehditlere
teslim olarak; editörleri Luis Bredow 'dan bir özür yayınlaması­
nı istediler. Bredow ise özür yerine istifasını kaleme aldı.

1 05
Şekil 8. Şubat 2000 ' den Nisan 2000 ' e kadar bu Kuaçua kadını dahil Bolivya­
lılar içme suyunun fıyatlanndaki aşın artışı protesto etmek için Cochabamba
sokaklannı doldurdu. IMF'nin baskısıyla Bolivya su sistemini özelleştiTip
Angio-Amerikan konsorsiyumu International Water System'e satlığında fiyat
da arttı. O günlerde, Washington sokaklannı da IMF ile Dünya Bankası'nın
Sonbahar İcra Kurulu Toplantısı'nı protesto eden binlerce insan doldurdu.
Amerikan basın üstatlan Amerikalı göstericileri amaçsızca gösteri yapan toy
ve ayncalıklı beyaz çocuklar olarak verdi. Bolivya'daki gösterilerin önemli
Amerikan gazetelerindeki durumu: Sıfır -Washington Post'un stil, moda ve
yaşam tarzı bölümündeki not hariç.

1 06
Cochabamba'daki gösterinin lideri Oscar Olivera'ya gelince,
uluslararası bir kampanya sonucunda serbest bırakılması sağlan­
dı (üç kere tutuklanmıştı). Haberler iyiydi, sonra şu haber ulaştı.

Mesaj tarihi: 9/5/00 9:29:32 doğu saati.


Konu başlığı: BOLİVY A 'DAKİ ÖLÜM
8 N İSAN CUMARTESI ÖGLEDEN SONRA 1 7 YAŞlNDAKi V ICTOR
HUGO DAZA KAFASINDAN VURULARAK ÖLDÜRÜLDÜ. BİR AR­
KADAŞlM ÇOCUGUN AİLES İ N İ TANlYOR VE ANNESİNİN iŞLE­
RİNİ TAKİP İÇİN KENTTE BULUNDUGUNU SÖYLÜYOR .

Arjantin 'i Kim Vurdu? .


Dumanı Tüten Silahtaki Parmak Izi IMF'ye Ait

ARustos 2001 ' de, A1jantin ' in ya da en azmdan ekonomisinin


öldüğü haberi geldi. Resmi rakamlarla işsizlik yüzde 1 6 'ya vur­
du -gayrı resmi rakamlara göre . çalışanların dörtte birine ya
ücreti ödenmiyordu, ya ücretsiz izin verilmişti ya da ancak ya­
şamasma yetecek kadar ücret ödeniyordu. Daha şimdiden yilın
ilk yarısında yüzde 25 azalan sanayi üretimi. dolw·la yapilan
horçlanmada bir hesaha göre yüzde 90' ın üzerine fırlayan faiz
oranları yüzünden komaya girmişti.

Katil, Arjantin ekonomisinin hala sıcak olan cesedinin yanı


başına üzerinde parmak izi bulunan ve dumanı hala tüten bir si­
lah bırakmıştı. Katil silah: 5 Eylül 2000 tarihli iyi Niyet Mektu­
bu. IMF Başkanı Horst Kohler'e verilmek üzere hazırlanan
mektubun altında Arjantin M erkez Bankası Başkanı Pedro
Pou ' nun imzası vardı.
Ekieri ve Arjantin Maliye B akanı 'nın IMF'ye yazdığı üst ya­
zıyla birlikte iyi Niyet in bir kopyası geçti elime ... Nereden gön­
'

derildiği belli değildi, diyelim.

1 07
Ayrıntılı bir inceleme bu iyi Niyet in Arjantin ' in savunmasız
'

vücuduna ölümcül kurşunlar sıktığı konusunda kuşkuya yer bı­


rakmıyor. Şuradan başlayalım, iyi Niyet, Arjantin hükümetinin
bütçe açığını 2000 yılındaki 5 milyar 300 milyon dolardan 200 I
yılında 4 milyar I 00 milyon dolara indirmesi ni şart koşuyor. Bir
düşünün. Arjantin zaten derin bir · çöküntünün e�iğindeydi.
IMF'deki ekonomistler bile iyi bilirler ki, küçülen bir ekonomi­
de kamu harcamasını kısmak, yere inmekte olan uçağın motoru­
nu tamamen kapatmak demektir. Açığı kapatmak rnı? Benim
dört yaşındaki kızım bile bunun aptallık olduğunu söyleyecektir.
Daha sonra, ekonominin kolu kanadı kınldığında IMF beyin
takımı ekonominin patlamasına yol açacak şekilde açığın orta­
dan kaldın/masım emretti.
1
IMF asla, aynı zamanda çok acımasız olmadan, hata yapmaz.
Büyük harflerle yazı lmış ' YOKSULLARlN KOŞULLARININ
D ÜZELTiLMESi' başlığı altında, hükümetin acil istihdam prog­
ramı çerçevesinde ücretierin ayda :200 yüz dolardan 1 60 dolara,
yan i yüzde 20 oranında azaltılması öngörülüyordu.
Ancak yoksuldan ayda 40 dolar keserek pek bir tasarruf yapa­
mazsınız. iyi Niyet Mektubu daha fazla tasarruf için ilaveten, me­
mur ''maaşlarında yüzde 1 2- 1 5 kesinti yapılması" ve "bazı avan­
tajlı emeklilik haklarının düzenlenmesi" sözünü de veriyordu.
IMF'nin "düzenleme': ile ne kastettiği ni açıklayalım; hem
kamu hem de özel sigortadan emekli olanların maaşlarından
yüzde I 3 kesinti yapmak. Küçülmenin ortasında kes babam kes.
Aptal lık.
IMF'nin emekti lere v� yoksullara il işkin aptalca önerileri ve
acımasız planlarının yanında, fe laketin sınırında dolaşan ekono­
mik öngörüleri de vardı. Küreselleşme dahileri nin İyi Niyet
Mektubu ' nda yer alan tahminlerine göre, eğer Arjantin tüketici­
nin alım gücünü düşürmeye devam ederse, her nasılsa ülkenin
ekonomik üretimi yüzde 3.7 artıp işsizlik azalacaktı. Gerçe�te,

1 08
Mart 200 l'i n sonunda "ülkenin GSMH 'si önceki döneme göre
yüzde 2. ı azaımıştı ve o günden sonra da dalışa geçti.
Arjantin , IMF'nin saçma sapan programını neden kabullen­
di? B unun cevabı I MF, Dünya Bankası ve özel kuruluşların or­
taklaşa sağladıkları 8 milyar dolarlık yardım paketiydi.
Ancak bu cömertliğin altında elbette bir bit yeniği vardı. İyi
Niyet' e göre Arjantin, parası pesoyu bire bir dolara eşitleyecek­
ti. Dövizde yapılacak ayarlama ise ucuz sayılmazdı. Amerikan
bankaları ve spekülatörleri bu döviz programını desteklemek
için gerekli dolarların karşılığında normalin de üstünde, yüzde
I 6 gibi yüksek bir risk primi almaktaydılar.
Ş imdi olayın matematiği ne bakalım. Arjantin ' in ı 28 milyar
dolarlık borcuna, normal faize ekolarak, borç verenlerin aldık­
ları yüzde 1 6 eklenince, geri ödenmesi gereken miktar yılda 27
milyar dolar etmektedir. Diğer bir deyişle, Arjantin halkı 8 mil­
yar dolarlık yardım paketinden tek sent yararlanmıyor. Yardım
parası nın tek kuruşu bile New York'tan çıkmadan, borcu veren
büyük balık Citibank ve küçük kemirgen Steve Hanke gibi
Amerikalı kredi kuruluşlarına yapılacak faiz ödemesi için orada
tutuluyor.
Hanke, 1 995'deki döviz paniği sırasında Arjantin bonolarına
yüzde 100 yatırım yapan ' gelişmekte olan piyasa fon u ' Torooto
Trust Argentina'nın başkanıdır. Hanke için ağlama, Arjantin. O
yıl elde ettiği yüzde 79.25 'lik kar, yönettiği fonu spekülasyon li­
ginde ilk sıraya oturttu.
Hanke IMF politikalannın başarısızlığı üzerine oynayarak
kazanç elde etmektedir. Ama akbaba usulü yatırım, Hanke için
sadece bir hobidir. Asıl işi olan Maryland John Hopkins Üniver­
sitesi ' ndeki ekonomi profesörlüğünü yaparken, kendi işine gel­
meyecek olsa da Arjantin ' deki felaketi sona erdirecek kesin çö­
zümü de içtenlikle ifade etmektedir: "IMF'yi lağvedin."
Hanke ilk iş olarak bir pezoyu bir dolara bağlayan çengelden

1 09
vazgeçerdi. Bunun, IMF'nin Arjantin mal iyesini asmak için kul­
landığı bir et çengeli olduğu ortaya çıktı.
Ancak döviz kurunda yapılan ayarlama tek başına işe yara­
maz. Ayarlama olayı IMF'nin neo-liberal politikasının Dört At­
lısı 'yla birleştiğinde iş görmektedir: Mali piyasaların liberalleş­
tiri lmesi, serbest ticaret, özelleştirme ve bütçe fazlası.
Mali piyasaların liberalleştirilmesi sermayenin ülke sınırla­
rından serbestçe geçmesine izin vermek demektir. Gerçekten de,
liberalleşmeden bu yana sermaye serbestçe dolaşmaya başladı,
hem de dörtnala. Panik halindeki Arjantin li zenginler pezoların ı
dolarla değiştirip elde avuçta ne varsa yurtdışındaki yatırım cen­
netlerine gönderdiler. Sadece 200 ı Haziran ' ında Arjantinli ler
bankalardaki tüm mevduatın yüzde 6'sını çektiler.
Bir zamanlar, Arjantin'in kamuya ait ulusal ve bölgesel ban­
·

kaları ülkenin borçlarına destek çıkarlardı. Ancak ı 990 ' l arın or­
talarında, Carlos Menem hükümeti bu bankaları New York'taki
Citibank ' a, Bostan'daki Fleet Bank ' a ve diğer yabancı kuruluş­
lara sattı.
Bu banka özelleştirmelerini "gerçekten müthiş bir olay" ola­
rak nitelendiren Dünya Bankası eski danışmanı Charles Calomi­
ris ile konuştum. Kimin için m üthişti? Arj antin, döviz varlıkla­
rından günde 750 milyon dolara kadar çıkan miktarlarda kayıp­
lar veriyordu.
i.vi Niyet Mektubu'nda, "gel ir paylaşım sistemi reformu" da
dahi l olmak üzere, kredi kuruluşları için çok sayıda iyi haber
var. Gel ir paylaşım sistemi reformu Amerikan bankalarına, eği­
tim ve diğer yerel hizmetler için ayrılan fon lar sifonlanarak öde­
me yapılacağının kibarca ifadesidir. iyi Niyet Mektubu, ülkenin
sağlık sigortası sisteminin reformundan da pay istiyordu.
Ancak kes babam kes yöntemi alacaklıların parasını ödeme­
ye yetmeyince, gazeteci Mario del Cavri l ' in ülkenin özelleştir­
me programı için kullandığı deyişle, sıra "fas joyas de mi abu­
ela " yani "ninemin mücevherlerini satmaya" geliyor her zaman.

1 10
Fransızlar su şebekesinin büyük bir bölümünü ellerine geçirip
fiyatı bazı kentlerde yüzde 400 oranında artırdılar.
İyi Niyet ' in son mermisi ise "açık ticaret politikasının" uygu­
lanmasıdır. Bu durum, mallarının fiyatı ABD dalarına göre
ayarlanmış olan Arj antinl i İhracatçıları, fiyatları devalüe edilmiş
parayla belirlenen Brezilya malları karşısında kaybetmeye mah­
kum bir rekabete soktu.
Yine de, IMF' nin kıt akıllı adamları programlarının sonuç
alabileceğine inanıyorlar. Bunun için gerekli tek şey daha düşük
emeklilik maaşına, daha düşük ücrete ve hatta bedava çalışma­
ya razı olacak esnek bir işgücüdür. Ancak işçi arılar kendi yok­
sullaştırılmalarına karşı hiç de e snek davranmadılar. Arjantin 'in
kaymak tabakasını ümitsizliğe düşürecek ölçüde inatçı çıktılar.
Bu esnek olmayan işçilerden biri, beş çocuk babası 37 yaşın­
daki Anibal Veron, otobüs şoförlüğü işini kaybetti . Şirketinden
dokuz aylık maaş alacağı vardı. Veron yollarda barikatlar kuran
öfkeli işsizler ordusuna (piqueros) katıldı . Sadece Ağustos
200 1 ' de 39 barikat kurulmuştu. Kasım 'da polis bir barikatı kal­
dırırken, askeri polis tarafından atıldığı söylenen bir kurşunla
başından vurularak öldürüldü Veron.
Cenova'da küreselleşme karşıtı gösterici Carlo Guilliani 'nin
ölümü Amerika ve Avrupa'da gazetelerin birinci sayfasındaydı.
Veron ' un ölümü ise sıfınncı sayfada yer bulacaktı. Veron 'un
adını öğrenmek kıdemli araştırmacımız Oliver Shykles ' in iki gü­
nünü aldı. Salta Province'de I M F'nin kemer sıkma planına karşı
gösteri yapanlara polisin ateş açması üzerine kilise avlusunda vu­
rularak öldürülen 27 yaşındaki Carlos Santillan ile I 7 yaşındaki
Oscar Barrios'un haberlerini de okumadınız gazetelerde.
Tony B lair gibi küreselleşme yanlıları neo-liberalizme dire­
nişi, tuzu kuru gençlerin eğlencesi olarak görmeyi tercih ediyor­
lar. Safça hayallerin peşine takılıp gösterilere giderek can sıkın­
tılarını giderecek bir uğraş arayan ş ımarık Batı gençliği. Medya
da Cenova 'da yürüyüş yapan beyaz çocuklara takılarak aynı tel-

lll
den çalarken, M ayıs 2000'de Buenos Aires sokaklarındaki 80
bin kişiyle Haziran 2000'de 7 milyon Arjanti]l işçisinin katıldı­
ğı genel grevi görmezlikten gelmektedir.
Arjantin 'de, Başkan Fernando de la Rua göstericilere uygu-
lanan şiddeti kınamaktadır. Ancak, Barış ve Adalet Örgütü
(SERPAJ ) de la Rua hükümetin i açlığı ve terörü kullanarak IMF
planlarını gerçekleştirmekle suçlamaktadır. SERPAJ l ideri
Adolfo Perez Esquivel'e Buenos Aires'te ulaştım. Santillan ve
Barrios 'un öldürüldüğü kasabada pol is tarafından gösteric ilere
uygulanan şiddet olaylarını belgelernekte olduğunu söyledi.
1 980'de N obel Barış Ödülü 'nü kazanmış olan Perez Esquivel 'e
göre devlet baskısı ve IMF fiberafizasyonu aynı madalyonun iki
y üzü gibi . Perez, pol isin daha 5 yaşındaki çocukları para-militer
biriikiere almasına karşı suç duyurusunda bulunduğunu söyledi
bana. Perez bu uygulamayı Hitler'in gençlik örgütlenmesine
benzetiyordu.
Amerika kıtasının Serbest Ticaret Anlaşması 'na karşı göste­
rilere önderlik eden Perez Esquivel, Arj antin 'in ölümünde
IMF'nin rolü konusundaki tespitime katılmıyor. Perez, ekono­
mik açıdan ölümcül nitelikteki reformların, askeri diktatörlük
döneminde Merkez Bankası başkanı olan. Maliye Bakanı Do­
mingo Cavallo tarafından coşkuyla karşılandığını belirtiyor.
Yaşlı pasifiste göre bu, ü lke ekonomisinin vakitsiz ölümünün ci­
nayet değil, intihar olduğuna işaret ediyor.

DTÖ' de Kötü Tripler

Temmuz 2000 tarihinde, New York Tjmes gazetesi Bill Clin­


ton' ın Afrika'yı kurtardığım yazdı. Bu alicenap devlet adamı,
ilaç şirketlerinin Afrika ülkelerine, gerçekfiyatın yüzde 75 altın­
da satmayı kabul ettikleri AIDS ilaçları için, yılda bir milyar do­
lar borç vermeyi teklif etti.
ı 12
Temmuz 'da tam Noel şenliklerini önceden ilan etmeye ha­
zırlanıyordum ki, elime Arjantin 'den gelen on iki sayfalık bir
belge geçti. Görünüşe bakılırsa belge Cenevre 'deki ABD Ticari
Ataşeliği 'nden geliyordu (kurum belgenin doğruluğunu yalanla­
madı). Gizli resmi mektup Arj antin'i sınırlarını ilaç ticaretine
-keyif verici maddelere değil de yasal, ruhsattı ilaçlara- açması
için tehdit etmekteydi. Eğer Arjantin ilaçların sınırlar arasında
serbestçe dolaşması için gerekeni yapmazsa, diye yazıyordu
ABD Ticari Ataşesi, Amerika Arjanti n ' i ticari ortaklar için bir
tür ölüm fermanı olan 'Bölüm 301 İzleme Listesi' ne alacaktır.
Küreselleşme havarilerinin kutsal kitaplarını okursanız,
Dünya Ticaret Örgütü 'nün sadece gümrükleri ve ticari engelleri
ortadan kaldırmaya çalışan bir kurum olduğu izlenimine kapıla­
bilirsiniz. Rüyamzda görürsünüz bunu. Gerçek dünyada, DTÖ
gümrük sistemini özelleştirmeye yönelik bir kuruluştur. Ülkeler
eskiden, işgücünü ve yerel sanayiyi sınırlarda aldıkları vergiler­
le korurdu. Dünyanın yeni ticaret düzeninde global şirketler,
markaları ve pazar paylarıyla çizdikleri sınırın dışında kalan
bölgelerde ürün alıp satan ülkelere karşı vergi konmasını talep
edebilmektedir. DTÖ'nün ithalat ve ihracat yasaklarına ilişkin
ceza sisteminin, uyuşturucu argosunu çağrıştıran bir adı var
TRIPS (Trade-Related Intellectual Property Rights -Fikir ve Sa­
nat Eserleri Mülkiyet ve Telif Hakları Anlaşması).
Trip yapan Arjantin ve Afrika - hepsi ayn ı zincirin halkala­
rı. Olay hiç de komik olmayan bir şekilde başlıyor: İlaç bula­
mazlarsa Afrika kıtasında 25 milyon 300 bin kişi AIDS 'den öle­
cek. Çok şükür, Brezilya, Hindistan ve hepsinden önce de Ar­
jantin söz konusu ilaçları epeyi ucuza maledip ölmekte olan in­
sanlara ulaştırabilecek durumdalar. Ancak Amerikalı, İngiliz ve
İsviçreli ilaç devleri buna karşı yaygarayı kopardılar. O sıralar
Başkan Yardımcısı Al Gore'a bağlı olan ve büyük ilaç şirketle­
ri tarafından desteklenen ABD ticari polisi, bu hayat kurtarıcı

1 13
planı durdurdu -Nelson Mandela 'nın yalvarmalarına, Nobel
Ödül ü ' ne ve ç içekli desenli gömleklerine rağmen.
O sıralarda başkan seçilmeye uğraşan Gore için bu h iç de iyi
olmadı. Gore ' un ' Bırakın aspirin yutsunlar' politikası. kendisi­
nin Zulu 'da, M ichael Caine 'den daha çok Afrikal ı ' nın ölümüne
neden olduğunu haykıran, öfkeli Amerikalı eşcinsellerin Go­
re 'un kampanyasından uzaklaşmasına yol açtı . Bu durum Al
için iyi bir v itrin sayılmazdı. Bunun üzerine kafadar Başkanı
Bill Clinton, ayaklanan vatandaşlarını yatıştırmak için birkaç
milyar dolar buldu.
Ancak söz konusu milyarların eli kolu bağl ıydı, daha doğru­
su zincire vuru lup kelepçelenmişti. Güney Afrika ilaçların yüz­
de I OO ' ünü ABD 'den almak ve bedel inin tamamını "rayiç faiz
hadleri'' ile ödemek zorundaydı.
ABD Ticari Ataşesi ' nin Arjantin'e yazdığı zehir zemberek
mektup. Güney Afrika' nın. ilaçla serbest ticaret üzerindeki de
.facro ambargoyu kırmaya yönelik planının arz ucuyla ilgiliydi.
Güney Afrika. TRIPS ' de olağanüstü acil durumlarda patent sa­
hibinin onayını almaksızın patentli ilaçların ithaline olanak ve­
ren boşluğu kullanmayı denemişti. ABD önce - Gore karşıtı gös­
teri lere kadar - Güney Afrika'nın Amerika'ya ihraç ettiği bazı
mallara vergi koyarak misilierne yapmayı denedi. ABD Ticari
Ataşes i ' n i n Arjantin'i tehdit etmesine bakılırsa, Clinton yöneti­
mi daha sonra Mandela imajıyla karşı karş ıya gelmekten de ka­
çınarak. Güney Afrika ' nın AIDS il acı tedarik etme çabasını
kaynağında kesrnek üzere tehditlerini Arjantin 'e yöneltti.
Arjantin geri adım atmasayd ı, başına şu gelecekti : Gösterme­
lik DTÖ yargılamasından sonra, Arj antin ekonomisi diğer po­
tansiyel ihracatçılar olan Hindistan 'la Brezilya 'ya da ibret olsun
diye ipte sallandırılacaktı.
Belki de haksızlık ediyorum. Sonuç itibariyle TRIPS, G laxo­
Wellcome ' ı n, A I DS i lacı olan AZT gibi ilaçların bulunmasında

ı 14
üreticilerin, riske ettikleri yatırımlarını ve yaratıcılıklarını koru­
maya ve telafi etmeye çalışmaktadır.
Kabul, Glaxo yaratıcı bir şirket, ama AZT konusunda yaratıcı
sayılmaz. Bir profesör, Jerome Horowitz, l 964 yılında ABD Ulu­
sal Sağlık Enstitüsü 'nden (NIH) aldığı maddi teşvikle ilacın sen­
tezini yaptı. G laxo kedilerde kullanmak üzere formülü satın aldı.
HIV virüsünü 1 984 'de NIH 'deki bir laboratuar bulmuştu.
Devlet laboratuarı ilaç üreticilerinden ellerindeki bütün anti-ret­
rovirüs ilaç numunelerini acilen kendisine göndermesini istedi.
NIH bu numunelerin test edilmesi için bir yöntem bulabilmek
amacıyla mi lyonlarca dolar harcadı. Testler sırasında AZT'nin
virüsü öldürdüğü görülünce devlet, söz konusu numunenin üre­
ticisi Glaxo ' dan laboratuar çalışmaları yapmasını istedi.
Glaxo bu isteği reddetti . Bu konuda onları kınayamazsınız.
HIV laboratuarda salgına yol açabilir. hatta araştırıcıların ölü­
müne neden olabilirdi; O zaman, NIH 'den Dr. Hiroaki Mitsuya
akıl, cesaret ve bir araba dolusu kamu parasını bir araya getire­
rek, canlı virüs üzerinde zor deneyler gerçekleştirdi. Şubat
I 985 'de NI H, Glaxo 'ya sonuçların olumlu olduğunu bildirdi ve
şirketten klinik çalışmalara başlamasını istedi.
Glaxo bu isteği de reddetti. G laxo' nun yaratıcılığı da burada
başlıyor. Kendisine olumlu deney sonuçları ulaşır ulaşmaz şir­
ket İngi ltere 'de bu maddeyi keşfettiğine ilişkin bir patent başvu­
rusu yaptı. Ama dosyada Amerikan devletinin yaptığı çalışma­
lardan söz etmeyi unuttu.
Bununla birlikte Glaxo' nun da kalbi vardı tabii. Amerikan­
İngiliz devi, Güney Afrika'ya AZT i lacını, Amerika ve Avru­
pa'daki satış fiyatının en az yüzde 75 daha azına, günlük tedavi
maliyeti iki dolar olacak şekilde satacağını açıkladı. Teşekkür
etmek için Amerika'daki Glaxo 'yu aradım ama birkaç sorudan
sonra bu iki dolarlık fiyatın üretim maliyetinin hala üç katı ve
Brezilya/Arjantin fiyatlarına eşdeğer olduğu ortaya çıktı.

1 15
Olaya bakar mısınız! Eğer iki dolar serbest piyasa fiyatı ise o
zaman Amerikalılar ve Avrupalılar dört yüz kat daha fazla ödü­
yorlar. Fiyatta yapılan farklllaştırma TRIPS tarafından güvence­
ye alınıyor. DTÖ 'nün, fikri mülkiyet hakları dediği şeyi yaygın­
laştırm asının tuhaf yanı da bu. TRIPS ticaret engelleri Batı 'da,
o insanların -güney yarımküresinin kara deri li, tembel kabilele­
rinin- bizim buluşlarımızı çalmaya çalıştığı ve buna engel olmak
gerektiği şeklinde pazarlanmaktadır. Washington 'daki Tüketici
Projesi ' nden uzman Jamie Love ' a göre aslında, bu yeni fikri
mülkiyet sistemi yüzünden Batılı hastalar da Afrikalılar kadar
zorda kalacaklar.
Love bunu yaşadığı bir olay sayesinde kavradı. I 997 yılında
30 yaşındaki Londral ı bir kadın. Maude Jones, kapısını çalıp Ta­
xol ilacını alabilmesi için kendisinden yardım istedi. Söz konu­
su ilaç kadının meme kanserini iyileştirebiiirdi ama Ulusal Sağ­
lık Sistemi fahiş fiyatından dolayı ilacı vermiyordu.
Taxol üzerinde herhangi bir patent hakkı söz konusu değil.
İ lacı bulan Amerikan devletidir. Ancak ilaç devi Bristol-Myers­
Squibb. dozların hesaplanmasında birkaç küçük çalışma gerçek­
leştirdiğinden. verileri devlet toplamış olsa da, dozla ilişkili ve­
riler üzerinde telif hakkına sahiptir. İngiliz veri koruma yasala­
rı, ilaç üzerinde patenti olmadığı halde, Bristoi-Myers'e İngilte­
re'de on yıl süreyle Taxol ' u kontrol hakkı vermektedir.
Bristol-Myers kanserdeki tekelini şansa bırakmıyor. Ta­
xol 'un hammaddesi porsuk ağacından üretil iyor. Batılı ilaç şir­
ketleri Asya yağmur ormanlarının beleş kullanım için kendileri­
ne ait olduğunu uzun süredir tartışa dursun lar, Bristol-Myers
dünyada porsuk ağacının yelişebildiği tek yer olan Amerika'da­
ki hazine arazileri üzerinde porsuk ağacı yetiştirmek üzere
Kongre 'den ayrıcalıklı bir izin koparmış. Bristol-Myers kamuya
ait bu alanları kullanmak için herhangi bir ücret de ödemiyor.
Ama Maude Jones ödedi. Sonunda şirket, eğer Jones Ameri-

ı 16
ka'ya gelirse kendisine ilacı bedava vereceğini açıklamak zo­
runda kaldı. Ne var ki, doktorlar bu teklifin çok geç kaldığını
söylediler. Jones'un ailesi parasız pulsuz kaldığından, Maude
(bu gerçek adı değildir) ölümü seçtiğini söylemek için Love' ı
aradı.
Love'ın bana anlatlığına göre, genç kadın, ölümünün Güney
Afrikalılar, Amerikalılar ve Avrupalılar arasında "yararlı bir da­
yanışma ya" yol açacağını umuyordu. AIDS'de ve meme kanse­
rinde, mağdur durumdaki K uzeyliler ve Güneyliler, aynıncılığa
dayalı fikri m ülkiyet hakları ülkesinin yeni topraksız köylüleri
olarak dehşetengiz bir kaderi paylaşmaktalar.

Dr. Dre, Sony 'nin Plantasyonlarını Koruyor

Doktor benden sözünü sakınmadı. "Now shut the fuck up and


get what' s coming to you!" (Şimdi kapa çeneni ve sana söylene­
ni dinle!) 'Dr. Dre' diye tanınan sanatçı Endre Young' la yaptı­
ğım konuşmada, www.napster.com' a erişen/erin karşılığını öde­
meden kopyalamasından korktuğu fikri telif haklarına verdiği
örnek buydu.
Bay Young mahkemeye başvurdu ve Kalifomiyalı hakim, te­
lif hakkı korsanlan tarafından kuşatılan bu beyefendi yi korumak
için Napster ' in kapatılmasına karar verdi. Bay Young kararı fel­
sefi bir yaklaşımla yorumladı: " K albim öfke dolu, del i gibiyim."
O da nesi? Napster'e saldıran saldırganın kızgın siyahi yüzü­
nün ardında dava arkadaşlarının sırılan beyaz suratları görülü­
yordu: Altı tane dev kayıt şirketi - Sony, EMI , BMG, Universal,
W arner ve Polygram - kısaca Amerika Kayıt Sanayi B irliği. Bu
altı medya devi toplu olarak, Batı dünyasında satılan müzik
CD' lerinin yüzde 95 ' inin dağıtimını yapmaktadır. Sanatçılarının
uğradığı zararı n telafisi için halkın gözü önünde akıtııkiarı göz-

ı17
yaşının ardında -müzik sanayi ne zamandan beri bu konuyu dert
edinmeye başladı ki?- kendi müzik OPEC ' lerini koruma kaygı­
sı yatmaktadır.
Müzik sanayinin Altı Dev ' i yıllardır, ABD Federal Ticaret
Komisyonu tarafından küçük notlarla işaretlenmiş dosyalarda
saklanan muvafakat kararları uyarınca, Abba Hatıra CD'sini 36
dolar çarpılmadan alamayın d iye perakendecileri denetlemiş­
lerdir.
Şimdi de izin verirseniz kayıt endüstrisinin arka bahçesine
bir bakalım. Bill Gates ' in bize öğrettiği gibi, tıkır tıkır işleyen
bir tekel bir taraftan müşterilerini yolarken, diğer taraftan kendi­
sine ürün sağlayanları sıkıştırır. Müzik karteli söz konusu olun­
ca, ham madde sağlayanlar -müzisyenler- sıkı sıkıya korunan al­
tı kapının birinden geçmek zorundadırlar. (Unutmayın bu altı
şirket Batı dünyasındaki bütün CD' lerin yüzde 95 ' inin dağıtımı­
nı yapmaktadır.) Sonuç olarak, bu zor geçitleri aşıp öbür tarafa,
radyo kanallarına ve büyük marketiere ulaşmayı başaranlar sa­
dece B aharat Kızlar, bayatlamı ş Eric Clapton 'lar, Eminem gibi
imal edi lmiş kötü çocuklar ve orta yaşlı nüfuzlu kişilerin yete­
nek yoksunu karılarıdır (yetenekli Mariah Carey 'e laf attığım
sanılmasın).
Diğer bir deyişle, Altı Büyükler sadece almak istediğinizi na­
sıl alacağınızı kontrol etmezler, ne istediğinize de onlar karar
verir.
Eskiden endüstrinin temel girdisi, yani yetenek, bu kapalı
sisteme karşı sesini yükseltirdi. Dre 'nin yardımlan da burada
devreye giriyor. Time Warner'ın sizin için seçmediği müziğin
dağıtımındaki ilk ciddi alternatif olan internete karşı, şirketlerin
düzenlediği saldırıya oyuncak gangsterleri ile katılıp, şirketlere
sokağın desteğini kazandırmak.
Kartel ona ve Puff Daddy ' ye beraberce, yerlerine geçebile­
cek veya "ger what' s coming to you" dizelerinin yazan Mars-

ı 18
hall Mathers (Eminem) gibi kendileriyle rekabet halindeki sa­
natçıları dışarıda bırakma izni verdiği sürece sistem Dr. Dre'nin
işine geliyor. Dre aptal değil. Kendi küçük köşesini koruması­
nın, patronlarının fikri mülkiyet hakkı planıasyonunu koruması­
na bağlı olduğunu bilmektedir.
Dre-Napster davası, güftelerden DNA'ya kadar uzanan bir
yelpazede etkin olan fikri mülkiyet hakkı savaşının müzikal bir
gösterisidir. Önceki bölümde Clinton yönetiminin, Güney Afri­
ka'nın AIDS ' in yayılmasını önlemek için düşük fiyatlı ilaçları
satın almasına nasıl engel olduğunu anlatmıştım. Clinton, AZT
ilaemın ülkeler arasında G laxo-Wellcome 'ın uygun bulmadığı
koşullarda satışına ambargo koymak için, Güney Afri ka'yı Dün­
ya Ticaret Örgütü 'nün TRIPS kurallarından kaynaklanan ticari
cezatarla tehdit etti.
Amerika 'nın DTÖ diktasını kabadayıca uygulamasına karşı,
nihayet bir ülkenin sesini yükselttiğini bildirmekten memnu­
num: Kongre, Amerika'nın tek tarafl ı olarak TRIPS 'den muaf
tutulmasını oyladı. Bush da bunu imzalamak durumunda kalabi­
lir. Yasal patent sahipleri istedikleri kadar bağırıp çağırsınlar,
Amerikalı tüccarlar Kanada ve Meksika' dan istedikleri herhan­
gi bir ucuz ilacı ithal etmekte serbest olacaklardır. Ah, impara­
torluğun ayrıcalıkları. Fikri mülkiyet hakkı Amerika'nın ayrıca­
lıklarını tehdit etmeye başladığında, DTÖ kuralları da birden iş­
lememeye başlıyor.
Nelson Mandela, ucuz AIDS ilaçlarının Güney Afrika'da
üretimi için ' zorunlu lisan s ' verebileceğini söylediğinde, Al Go­
re, Mandela' yı DTÖ sapasını saliayarak tehdit etti. Ama aynı
zamanda Amerikan Adalet Bakanlığı Al'ın Silikon Vadisi'nde­
ki AOL ve Craele 'dan milyarder dostları Gore-Tech'ler adına,
Microsoft'a patent kodunu açıklaması ve Windows programının
lisansını Gore-Tech'lere hükümetin öngördüğü ucuz fiyattan
satması için baskı uyguladı. Tamam, Gates ' in fikri mülkiyet

1 19
haklarına Amerika tarafından el konulmasından yanayım ama
ikiyüzlülüğü de görmezden gelemem.
Öte yandan ikiyüzlülük, fikri mülkiyetİn yeni imparatorluk
düzeninin oksijeni. Etrafı ç itle çevrilmiş fikri mülkün sahibi
olan soyluların hepsi hayata hırsız olarak atılmıştır. Başkalarının
düşünceleri üzerine inşa edilmiş kaç ürün bu günkü DTÖ ve
Amerikan yasaları çerçevesinde piyasaya çıkamayabitirdi aca­
_
ba? (Eminim "korsanlık ! " diye bağırmakta acele eden Bay Ga­
tes de, büyük ölçüde diğer insanların bu luşlarından yola çıkıla­
rak geliştirilen iki ürün adı verebilir: MS-DOS ve Windows.)
l saac Newton 'un burada söyleyeceği gibi , "Eğer başkalarına kı­
yasla ileriyi daha fazla görebil iyorsam, bunun nedeni buluşları­
na patent almayacak kadar akılsız davranan devierin omuzları
üstünde durmamdır."
Ancak herkesin de korunma ve tazminat hakkı yoktur. Cezai
koşulları da olan DTÖ hükmüne göre, her ülke 'yaşam formla­
rı ' üzerinde patent hakkı tanıyan yasaları kabul etmek durumun­
dadır. Amerikalıların ve Avrupalıların 'yaşam formları 'ndan
kastettiği genellikle Üçüncü Dünya ormanlarından aşırılan gele­
neksel genarnların yeniden üreti lmiş hali olan, genetik olarak
değiştiritmiş Frankeştayn tohumları ya da ilaçlardır. Tayland,
kurnazlık edip, geleneksel ilaçlarını ulusun fikri mülkü olarak
kaydettirdiğinde Amerikan ticari ataşesi, Amerikalıların ironi­
den anlamadıkları düşüncesini pekiştirrnek istercesine, doğanı n
zenginliklerini patentli ürünlere dönüştürmenin "tıbbi araştırma­
lara zarar vereceği"ni söyledi.
DTÖ, sınırlandırılmamış piyasaların savunucusu olarak pa­
zarlanmaktadır. Ancak, Ralph Narler'in başkanlığındaki Global
Trade Watch 'dan (Küresel Ticareti İzleme Grubu) Lori Wal­
bek'a göre, DTÖ' nün TRIPS kuralları serbest ticareti önlemek
için konmuştur. Hiçbir ilaç şirketi ya da medya kodamanı, kont-

1 20
rolsüz ithalat nedeniyle işlerini kaybeden işçiler gibi, 'sınırların
açılmasıyla kaybedilen satıştan uzun dönemde yarar sağlaya­
cakları ' masalını dinlemek durumunda değildir.
Napster davasının gösterdiği gibi, telif haklarının daha da ge­
nişlemesinin, yaratıcının zararının tazmin edilmesiyle bir ilgisi
yoktur. Amaç şirketin kontrolü ele geçirmesini sağlamaktır.
Yine de, ilk yaratıcılara bir şey ödenmesi gerekmez mi? Ya­
ni, Dr. Dre, acıklı şarkısı 'Bitch Mama yla ilgili duygulu sözle­
'

rinin The Streets grubundan alındığını söylüyor. Dr. Dre telif


parası verdi mi?
Dre ile hiç görüşmediğimi itiraf etmeliyim. Telefonlarımı ce­
vapsız bıraktı. Ama burada alıntı yapılan sözlerin telif hakkı el­
bette onun ve ona bir ödeme yapmak istiyorum. Size, Dr. Dre ­
Sony, Microsoft ve Glaxo-Wellcome 'a -söyleneni anladığınız­
dan emin olmak istiyorum.

Dre ile yapılan bu hayali görüşmeyi yayınladıktan sonra


BMG plak şirketinden şikayet dolu bu küçük not geldi.

"Altı şirketin sektöre egemen olduğunu söylüyorsunuz. Bir­


leşmelerden dolayı şu an beşe düştü ve Warner' la EMI bir­
leştiğinde bu sayı dört olacak. "

Sektör sözcüsü, yaptığım hatanın okuyucu/arı, piyasada tekel


olmadığı konusunda ikna etmesi gerektiğini belirtiyor.
Böylece düzeltilmiş oldum.

GATS Dilini Yuttu

Gizli ticari anlaşma belgeleri, serbest ticaret havuzunda sak­


lanan köpek balığı m gözler önüne sermektedir. . .

121
Churchill, "Demokrasi, diğerleri hariç olmak üzere, en kötü
yönetim biçimidir" dediğinde Mart 200 1 'de DTÖ ' nün, demok­
rasinin yerine çok daha iyi bir şey GATS Madde Vl.4 koy­
- -

mak için bir sistem tasariayacağını öngörmekten uzaktı.


Bir kaç ay önce, DTÖ Sekreteryası 'ndan faksıma 1 9 Mart
200 1 tarihli, gizli damgalı, olağanüstü bir belge geliverdi.
DTÖ 'nün alçakgönüll ülükle sakladığı bu gösteri şsiz, altı sayfa­
lık belge, bir gün demokrasi sonrasının Magna Carta'sı olarak
görülebi lir. Belgede, parlamento kararlarını ve düzenleyici ku­
ralları veto etme yetkisi bulunan uluslararası bir kuruluşun oluş­
turulması planı bulunuyor.
Belge "birbiriyle çelişen iki öncelik -ticaretin genişlemesini
desteklemek ve hükümetlerin düzenleyici haklarını korumak -
arasındaki dengeyi bozan ülkeleri cezalandırmanın" zorl uğu ko­
nusunu ele alarak başlamaktadır.
Şunu bir düşünün. Birkaç yüzyıldır İngi ltere, Amerika ve gü­
nümüzde de hemen bütün ülkeler kanun koyucu olarak, seçi lmiş
parlamentolara, kongrelere, başbakanlara ve başkanlara güven­
mişlerdir. Yurttaşların ve iş d ünyas ının çıkarlarını dengeleyen
bu kurumlardır.
Artık bu modası geçmiş si steme veda edebi lirsiniz. Ülkeler
GATS anlaşmasına imza koyar koymaz, Gereklilik Testi deni­
len Madde V1.4 devreye girmektedir. Daha sonra, l 9 Mart bel ­
gesinde açıklandığı g ibi Sekreterya 'nın gizli programı, ulusal
parlamentolar ve düzenleyici kurumları aslında birer danışma
kurumuna dönüştürecektir. Bir yasa ya da düzenlemenin ' ge­
rektiğinden fazla sıkıntı yaratıp yaratmadığı ' konusunda son
karar, GA TS Tahkim Kurul 'una ait olacaktır. Neyin gerekli ol­
duğunu da, Parlamento ya da Kongre değil, GATS Kurulu be­
lirleyecektir.
Sonuç olarak, ülkeler, soluduğumuz havayı, bindiğimiz tren­
leri ve yediğimiz gıdaları koruyan yasaları, ulus için en iyi ya da

1 22
güvenli olacak şekilde değil de yabancı yatırımcılar ve yabancı
tüccarlar için en ucuz olacak biçimde şekillendirecekler.
Bu konudaki somut örneklere bakalım. Gereklilik Testi, böl­
genin serbest ticaret anlaşması olan NAFfA bünyesine dahil
edilerek Kuzey Amerika'da da bir denemeden geçmişti. Kalifor­
niya eyaleti. su kaynaklarına bulaştığı saptanan bir kimyasal ka­
rışımı, benzinin katkı maddesi MBTE'yi yasaklamıştı. MBTE
içindeki M ' nin Kanadalı üretic isi, Kaliforniya'nın kimyasal
maddeyi yasaklamasının Gereklilik Testi ' nden geçmediğini be­
lirterek şikayette bulundu.
Kanadalılar, Kalifomiya'nın MBTE'yi yasaklamak yerine,
bütün benzin istasyonlarına depo tankları kurdurup sıkıca kapat­
tırması ve sonra da, bu işin hakkıyla yapılıp yapılmadığını kont­
rol etmek için bir müfettişler ordusu kurması gerektiğini öne
sürdüler. Kanadalıların önerisi Kaliforniyalılara tonlarca dolara
mal olacaktı ve denetimi olanaklı görünmüyordu. Çok yazık.
Kanadahiara göre, önerdikleri çözüm Kaliforniya su kaynakları­
nı korumaya yönelik, ticareti en az kısıtlayan yoldu. 'Ticareti en
az k1sıtlayan' kısmı, NAFfA'nın Gereklilik Testi' ne uygun an­
lamına gelmektedir. Eğer Kaliforniya boyun eğmezse, Ameri­
kan Hazinesi, Kanadalı kimyasal madde üreticisine 976 milyon
doları aşan bir ödeme yapmak durumunda kalabilecekti.
GATS ' ı n Gereklilik Testi, NAFfA 'nın hormonla geliştiril­
miş halidir. GATS kurallarına göre, ulusal yasalar ve düzenle­
meler iş dünyası için "gereğinden fazl a sıkıntı yaratıyorsa" orta­
dan kaldınl acaktır. "Ticari kısıtlama" kurallarından (NAFfA)
"sıkıntı yaratan kurallara" becerikli geçişe dikkat edin. GA TS
anlaşması birden, ticaret anlaşması olmaktan çıkıyor ve iş dün­
yası ile sanayi üzerindeki, yabancı ve yerel kısıtlamalan silip sü­
püren marifetli bir araç konumuna geliyor.
Şirketlerin önündeki sıkıntı yaratıcı kısıtlamalar nelerdir?
Amerikan Ticari Ataşesi perakende dağıtım sistemine i lişkin

1 23
önerileri çoktan açıkladı bile. İngiltere'nin yeşil alanlarını koru­
mak mı istiyorsunuz? Wai-Mart süpermarketinin yolu üzerinde
birkaç ağaç varsa- unutun gitsin. Şu anki daha munis GATS ku­
rallarına göre bile, Japonya devasa perakende komplekslerinin
ülkeye girebilmesi için kendi planlama kurallarını yırtıp atmak
zorunda kaldı.
Hükümet bize, ülkenin çıkarı için yasaların uygulanmasını
hiçbir şeyin tehdit ederneyeceği güvencesini vermektedir. An­
cak I 9 M art belgesine göre, böyle bir şey söz konusu değil.
DTÖ, gizli yürütülen çok tarafl ı görüşmelerde, ticaret bakanla­
rının onayıyla, GATS tahkim kurulunda "kamu çıkarının güven­
ce altına alınması. .. reddedildi" demektedir.
Kamu çıkarı standardı yerine, GATS Sekreteryası nefis bir
Makyavelist etkinlik prensibi önermektedir. "Ekonomik etkinli­
ğe öncelik veren uluslararası kuralları ülkelerin kabul etmesi po­
litik açıdan daha uygun gelebilir." İdarecilerin, demokratik par­
lamentoların kabul etmeyeceklerini bildikleri koşulları, GATS
bünyesine katması için yapılan açık bir davet. Böyle bir şey,
Amerika bir gün, hava kirliliği kurallarını ortadan kaldırmak is­
teyen Bush adında bir başkanı, İngiltere de, ülkesinin hava tra­
fik kontrol sistemini satmak için delicesine istekli olan Blair ad­
lı bir başbakanı seçtiğinde müthiş tehlikeli olmaya başlar. Köşe­
ye sıkışmış şirket patronları için ballı börek; seçilmiş kongrele­
rin ve parlamentoların yapmaya cesaret edemedikleri şey GATS
kuralı olacaktır.
İngi liz hükümeti GA TS-karşıtı genç protestocuyu elinin ter­
siyle bir yana i lebilir ama İngiliz Tıp B irliği 'nin ( İTB)
GATS 'ın, İngiliz Ulusal Sağlık Sistemini kontrol etmesine şid­
detle karşı çıkışını görmezlikten gelemez. İTB kendi yayın orga­
nı Lancet' de Pascal Lamy 'nin, "kuralların yorumunun anlaş­
mazlık prosedürleri yoluyla, yani GATS Kurulu ' nda yapılma­
ması" konusunda verdiği güvenceyi sinirli bir ifadeyle sorgula-

1 24
maktaydı. GATS yandaşlarından biri İTB 'nin suçlamasını " iste­
rik" bir tavır olarak nitelendirmektedir.
Ancak I 9 Mart belgesini okuyunca, is teri haklı bir tavır ola­
rak görünmektedir. GATS Sekreteryası 'nın belgesi, kuralların
ülkenin kendi çıkarı doğrultusunda yorumlanmasına izin verme­
mektedir. Post-demokrati k GATS düzeninde, bir ülkenin yasa
ya da düzenlemesinin, belgede meşru amaç denilen şeye h izmet
edip etmediğine, Tahkim Kurulu yani serbest piyasanın o Yüce
Yargıçları karar vereceklerdir.
Parlamentolar ve kongreler bir yasanın geçerliliği tartışması­
nın halka açık bir biçimde, kanıtları halkın dikkatine sunarak ya­
pılmasını şart koşan modası geçmiş anayasal hükümlerle donan­
mıştır. GATS kuralları ise çok daha etkindir. Toplantı lar halka
kapalıdır. Sendikalar, tüketici, çevreci ve insan hakları grupları
toplantı lara sokulmazlar - hatta kurulda neler konuşulduğundan
bile haberleri olmaz.
1 9 Mart belgesi DTÖ Sekreteryası ' n ın bir hayali miydi? Pek
sayılmaz. DTÖ çalışmalarını, · Adı Açıklanamayan Kaynak' ta­
rafından bana gönderilen diğer gizli bir belgede yer alan öneri­
lerden hareketle yönlendiriyordu. 24 Şubat 200 1 tarihli gizli bel­
ge Ülke İçi Düzenleme: Gereklilik ve Şeffaflık, Avrupa B irli­
ği 'nin, İngiltere önderliğinde çalışan kendi çalışma grubu tara­
fından kaleme alınmıştı.
İngiliz ticaret Bakanı Dick Cabom, milletvekilierine gönder­
diği mektupta, AB çalışma grubu sayesinde, "ulusal politika
amaçlarına" uygun olarak "hükümetin, hizmetleri bir kurala
bağlamaya hakkı olduğu" konusunu GATS 'ın kabul etmesini
sağlayacağına yemin ediyordu. Ancak, İngiltere 'nin resmi (ama
gizli) önerilerini içeren 24 Şubat belgesi, hizmet sektörü anlaş­
ma kapsamına girdiğinde, ülkenin kendi kurallarını GATS ' ın et­
ki alanı dışına taşıma hakkını reddetmektedir. Aslında bu resmi
ve işgüzar belge, ülkelerin ' meşru amaçların ı ' ticaretin serbest-

1 25
leştirilmesi yönünde potansiyel ' gizli engeller' olarak görmekte­
dir. Hatta NAFf A 'dan aktarılan, "düzenleyici kural ticari açı­
dan gerekt(�inden fazla kısıtlayıcı olmamalıdır" şeklindeki bu
iğrenç karar, DTÖ Sekreteryası ' nın serbest piyasa fanatikleri ta­
rafından kullanılmaya hazır şekilde, gizli bir AB belgesinde de
yer alıyordu.
Bu belgelerin elimde bulunduğundan habersiz olan İ ngiliz
Ticaret B akanlığı. sorularıma rağmen, hala, GATS 'ın ülkelere
"ulusal politika amaçlarına uygun olarak düzenleme yapma hak­
kı" verdiğini ısrarla söylüyordu. Bana Dick Caborn ' la doğrudan
görÜ şme fırsatı vermediler (ve anladığım kadarıyla, post-GATS
döneminde, hiçbir ölümlünün onu görmesi mümkün olmaya­
cak ). Ama, bir an için varsayal ım ki, Caborn da basın sözcüsü­
nün onun adına yaptığı açıklamaya inanıyor. Yani GATS'dan
korkmaya gerek yok. Çünkü İ ngi ltere istediği maddeyi uygula­
makla ya da muaf kalmayı tercih etmekte serbest.
Buna fazla güvenmeyin. Washi ngton DC 'deki Georgetown
Ü niversitesi' nden Profesör Bob Stumberg ' e göre DTÖ, yüzme
havuzundaki köpek balığı olan Gereklilik Testi' nin, "yatay ola­
rak" yan i , bütün hizmetlere uygulanmasını önermektedir. İstis­
na yok.
Caborn 'dan milletvekilieri ne gelen bir mektup, bakanın
GATS hakkındaki yorumunun "DTÖ tahkim bünyesinde test
edilmed iğini'' itiraf etmektedir. Diğer bir deyişle, GATS kurulu­
nun. bakanın düşündüğü gibi karar verip vermeyeceği kesin ola­
rak bilinmiyor. Zaten Caborn. muz satışı konusunda Avrupalı
meslektaşlarıyla birlikte Amerika 'ya 1 94 mi lyar dolar kaybeden
bakan.
(Artık Caborn 'ın bu konuda nasıl yaya kaldığını anlayabili­
yorum. Avrupa muzun bir ürün olduğunu söyledi ama Ameri­
ka, muzların hizmet olduklarını - bu konuda kafa yarmaya ça­
lışmayın - ve o nedenle de GATS kapsam ına girdiğini kan ıtla­
mayı başardı.)

1 26
Bir not: Amerika' da muz yetişmez - o zaman nasıl oldu da
Amerika bu tartışmaya karıştı? B unun, hem Demokratlara hem
de Cumhuriyetçilere bağış yapan, Chiquita Muz Şirketi Başkanı
Cari Lindner'le bir ilgisi var mıydı?
Bu olay esaslı bir sorunu ortaya koymaktadır. İngiltere ' de
hiç kimse İngiliz ticaret bakanının ne düşündüğüne kafayı tak­
masın. Önemli olan George W. Bush ' un ne düşündüğüdür. Ya
da en azından, George ' un yerine düşünen insanların �düşün­
düğüdür. Muhtemelen İngiliz bakan, anlaşmayı ihlal ediyor di­
ye kendi ülkesini dava etmeyecektir. Ama Amerika edebilir. Et­
ti de. Caborn ' ı n güvencesine boş verin. Başkan Bush 'un Wal­
Mart'a, Citibank'a ya da Chevron Oil'e yardım etmek için İngil­
tere 'yi ya da Kanada'yı (ya da bu arada California'yı) dize ge­
tirmek üzere GATS 'ı kullanmayacağına dair vereceği güvence­
ye ihtiyacımız var.
Olayın garip tarafı şu; bu muz olayında zarar görmelerine
rağmen B lair hükümeti ile Avrupa B irliği, GATS kurulunun ön­
ce-ticaret kararlarını yasaklayan açık bir ifadede bulunmasını is­
temediler. Aksine, 14 Şubat tarihli gizli AB belgesi, DTÖ Sek­
reteryas ı ' nın, Amerika tarafından istenen Gereklilik Testi ' nin
cezai formunu kullanmasına destek olmaktadır.
Olay ortada. Şirketlerin Amerikası ' nın gezegeni kamçıladığı
kurallara saldırmak yerine, Caborn ve AB, Başkan Bush 'un eli­
ne daha büyük bir kamçı vermeye kararlılar.
Gizli DTÖ belgelerine göz atmak isterseniz;
http :!www .corp·.vatch .orglissues/wto!featured/200 11gpa/ast .html

Tinkerbell, Pinochet ve Masaisı Şili Mucizesi


-Küreselleşmenin Doğuşu Efsanesini Sorgulamak

Külkedisi' nin Peri Annesi, Tinkerhe/1 ve Senatar Augusto


1 27

Şekil 9. azı k ?mploc� kaçı klar; şirketlerin, iş dünyasının ve medya patronla­
- .
nnın Dunya Tıcaret Orgütü'nün gündemini belirlemek ve muhalefete karşı
pl �. yapmak üzere gizlice toptandıkianna inanıyorlar. Bu belge parçası,
OTO'nün eski başkanı, halen bir yatınm bankası olan Goldman Sachs Intema­
tional' ın başkanı Peter Sulheriand de dahil dünyanın fınans kaptanlanyla Av­
rupa 'nın ticaret konusundaki üst düzey devlet yetkilileri arasındaki 1 4 oturum­
dan oluşan bu tür bir toplantının tutanaklanndan alınmıştır. LOTIS (Hizmet
Ticaretinin Liberalizasyonu) grubunun amacı, DTÖ anlaşmalanndan olan Hiz­
met Ticareti konusundaki Genel Anlaşma'da (GATS) endüstri lehine radıkal
değişiklikler yapılması için başarılı bir biçimde lobi yapmaktı. . � .
. .

ku­
Bu belgede, grup, Reuters haber ajansının başkanı Henry Manısty' nı
reselleşme yanlısı propagandayı yayınlama önerisiyle, Düny_a Kalkı = a
keti 'nin küreselleşme karşıtı tartışmaianna cevap verecek
bır kamp Y a 0:�
turmaktadır.

1 28
Pinochet' nin ortak noktası çok. Üçü de mucizevi güzel işler ba­
şardı/ar. Pinochet'ye bakarsak; Santiago' dan Sun·ey'e, Valpa­
raiso' dan Virginia'ya kadar bırakınız-yapsınlar tohumları ya­
yılmış olan serbest pazar, özelleştirme, denetimsiz ve sendikasız
ekonomik büyüme dünyasındaki başarılı deneyimiyle Şili Muci­
zesi' nin yaratıcısı olduğu bütün dünyaca kabul edilmektedir.
Savaş arabasına bulaşan kan yüzünden biraz iğrenç görüne­
bilirler, ama bütün neo-liberal 'reformcu/ar' küreselleşmenin
serbest piyasa devriminin Pinochet' nin silahının namlusundan
doğduğunu kabul etmek durumundalar. Bize söyledikleri şu; ha­
taları ne olursa olsun, Pinochet, Şili' nin ekonomik kurtarıcısıy­
dı ve dünyanın ekonomik geleceğine giden yolu gösterdi.

Ama Külkedisi ' nin balkabağı aslında arabaya dönüşmedi.


Şili Mucizesi de zaten bir peri masalıydı. General Pinochet ' nin
ekonomiyi bir enerj i santraline çevirdiği iddiası, "etik dış politi­
ka" gibi, tekrartandıkça inandıncılık kazanan laflardan biridir.
Şili 'de bazı ekonomik gelişmeler olmadı değil. Ama bunlar
da - ölümünden on yıl sonra, mucizevi bir şekilde, ülkesini kur­
taran- Salvador Ailende'nin eseriydi.
Generalin iktidan eline geçirdiği 1 973 yılında Şili' de işsizlik
yüzde 4.3 'tü. Serbest piyasaya geçişten on yıl sonra l 983 'te, iş­
. sizlik yüzde 22 'ye çıktı. Askeri yönetim döneminde gerçek üc­
retler yüzde 40 azaldı. 1 970'te Şili nüfusunun yüzde 20'si yok­
suldu. Başkan Pinochet'nin iktidardan düştüğü I 990'a gelindi­
ğinde yoksulların sayısı iki kat artarak yüzde 40'a çıkmıştı. Ne
mucize ama !
Şili ekonomisini tek başına Pinochet yerle bir etmedi. Bu ba­
şarı, Milton Friedman ' ın çömezi Şikago Oğlanları 'nın oluştur­
duğu kaz sürüsünden çok sayıda parlak zekanın dokuz yıl süren
sıkı çalışmasının sonucuydu. General bunların görüşleri doğrul­
tusunda, asgari ücreti ortadan kaldırdı, işçi sendikalarının toplu

1 29
pazarlık haklarını yasakladı, sosyal güvenlik si stemini özel leş­
tirdi, varlık ve ticari kazançlardan alınan bütün vergileri kaldır­
dı, memur sayısını epeyi azalttı, 2 1 2 kamu şirketiyle 66 banka­
yı özelleştirdi ve bütçe fazlası verdi. Generalin yaptığı şey ülke­
sini askeri adımlarla daha sonraları Thatcher, Reagan, Clinton,
Blair, IMF ve gezegenin de düşeceği neo-liberal yola sokmaktı.
Şili'de aslında ne oldu? Bürokrasinin uyuşuk ellerinden, ver­
gilerden ve sendikal haklardan kurtulan ülke büyük bir hamle
yaparak doğruca iflasın ve ekonomik çöküntünün kucağına düş­
tü. Dokuz yıllık Şikago tarzı ekonomik uygulamadan sonra, Şi­
li sanayi si dizleri üstüne çöktü ve öldü. l 982 ve l 983 ' te üretim
yüzde l 9 düştü. Buna bashayağı 'ekonomik çöküntü' derler. Ser­
best piyasa deneyi bozuldu, test tüpleri paramparça oldu. Labo­
ratuarın döşemesi kan ve camla kaplandı.
Ama Şikago ' nun aklı evvel hocaları, görülmemiş bir pişkin­
l ikle durumu başarılı i lan ettiler. ABD ' de, Başkan Ronald Re­
agan 'ın Dışişleri Bakanlığı yayınladığı bir raporun sonunda şöy­
le diyordu: "Şili güçlü ekonomik yönetimi açısından, kİtapiara
geçecek örnek bir olaydır." Milton Friedman, "Şili M ucizesi"
terimini icat etti. Friedman 'ın kafadan ekonomist Art Laffer, Pi­
nochet ' nin Şili ' sini "liberal bir ekonominin neler başarabilece­
ğinin canlı örneği'' olarak övdü.
Gerçekten de öyleydi. Daha doğrusu, Şili çılgın bir kuralsız­
lığın canlı örneğiydi. Şikago 0,�/an/an ül kedeki bankalara uy­
gulanan kısıtlamaların kaldı rı lmasının, yabancı sermayeyi çeke­
rek sanayinin genişlemesini fi nanse edeceği konusunda cuntayı
ikna ettiler. (On yıl sonra, bu tür bir sermaye piyasası Iiberali­
zasyonu küreselleşmenin de olmazsa olmaz koşulu olacaktı.)
Öneriler üzeri ne, Pinochet kamu bankalarını sattı -rayiç bedelin
yüzde 40 altında bir fiyatta- ve bankalar anında, Javier Vial ve
Manuel Cruzat gibi spekülatörterin kontrolündeki iki holding
imparatorluğunun eline düştü . Vial ve Cruzat, esir bankalarında-

1 30
ki parayı , üreticileri satın almak için hortumladılar -sonra da ka­
mu mülkiyetinin satışlarından kendilerine düşen payı kapma ar­
zusundaki yabancı yatırımcılardan aldıkları borçla bankaları
ayağa kaldırdılar.
Bankaların rezerv hesabı holdingiere bağlı şirketlerin içi boş
tahvilleriyle doldu. Pinochet meydanı spekülatörlere bıraktı.
Tony B lair'in yirmi yıl sonra dile getireceği "hükümetler piya­
sanın mantığına engel olmamalıdır" fikrine ikna edildi.
I 982 yılına gelindiğinde Şili ' n in finansal piramit oyunu son
perdesindeydi. Vial ve Cruzat grupları borçlarının üzerine yattı­
lar. Sanayi çöktü, özel emekliliğin bir değeri kalmadı , para pul
oldu. Had safhada açlık ve umutsuzluktan gözü kararmış olan
yığınların gösterileri ve grevleri karşısında Pinochet gidişatı ter­
sine çevirmek zorunda kaldı. Sevgili Şikagolu deneycilerine yol
verdi.
General isteksizce asgari ücreti ve sendikaların toplu pazar­
lık haklarını yeniden uygulamaya koydu. Memur kadrolarını ön­
ceden kırpmış olan Pinochet 500 bin yeni kadro açacak bir prog­
ram başlattı. Bunun ABD'deki karşılığı hükümetin yirmi milyon
insanı devlet kadrosuna alması demektir. Diğer bir deyişle Ş i l i
ekonomik yıkımdan eski, sıkıcı Keynesçi tedavi yöntemleriyle
kurtuldu - Franklin Roosevelt kazandı, Margaret Thatcher sıfır.
Hatta cunta, bugün Latin Amerika' nın yabancı sermayeyi sınır­
Iandıran tek yasası olan bir yasayı bile yürürlüğe koydu.
Yeniden yapılanma taktikleri Şili 'yi I 983 paniğinden kurtar­
dı ama ülkenin o günden beri süren uzun soluklu toparlanması
ve gelişmesi -çocukların kulaklamıı tıkayın- büyük ölçüde sos­
yalizm uygulanmasının sonucudur. General, ülkenin sosyal gü­
venlik sistemini kurtarmak için sosyalist Ailende 'nin bile tahay­
yül ederneyeceği çapta banka ve şirket kamulaştırması yaptı.
General kamulaştırmanın karşılığını ya çok az ödedi ya da hiç
ödemedi. Bu şirketlerin çoğu sonradan yeniden özelleştirildiyse
de biri devletin elinde kaldı; bakır.

131
Yaklaşık yüzyıl boyunca, bakır demek Şili demekti, Şili de
bakır demekti. Montana Ü niversitesi' nden metal uzmanı Dr. Ja­
net Finn ' e göre, "ekonominin motoru devletin elindeyken, bir
ü lkeyi serbest girişimin mucizesi olarak tanımlamak saçmadır."
(Üstelik bu herhangi bir devlet de değil, hala yürürlükte olan Pi­
nochet yasası, devletin bakır gelirlerinin yüzde 1 O' unu askere
vermektedir.)
Bakır, ülkenin ihraç gelirinin yüzde 30-70'ini karşılamıştır.
Bu gelir -Allende 'nin ülkesine ölümünden sonra hediyesi olan­
I 973 yılında Anaconda ve Kennecott 'daki ocaklardan çıkartıl­
maya başlanan madenierden elde edilen ve bugünün Şili'sini
kurmuş olan kaynaktır.
Tarım sektörü Şili'deki ekonomik büyümenin ikinci Jokomo­
tifidir. Bu da Aliendeli yıl ların bir mirasıdır. Washington
DC 'deki Georgetown Üniversitesi ' nden Profesör Arturo Vasqu­
ez'e göre, toprak ağalarının büyük topraklarını bölüştüren (ki ,
Pinochet bunu tamamen geri döndüremedi) Ailende 'nin toprak
reformu bugün bakıra rakip olacak boyutta ihraç geliri sağlayan
şirket ve kooperatifierin yan ı sıra yeni bir üretici toprak sahibi .
sınıfı yarattı. "Ekonomik bir mucize yaratmak için" diyor Dr.
Vasquez, "galiba önce toprak reformu yapacak sosyalist bir hü­
kümete ihtiyaç var."
Yapılan da buydu zaten. Şili 'yi Milton Friedman değil, Key­
nes ve Marks kurtardı .
Ancak, neredeyse d insel bir işieve sahip olduğundan serbest
piyasa mucizesi efsanesi yaşamaya devam ediyor. Reagan ve
Thatcher taraftarlarının inancında Şili. bırakınız - yapsınlar dog­
masının, içinde başarı lı bir biçimde doğup geliştiği yapay Cen­
net'e, Yaratılış masalına kaynaklık etmektedir.
Bu arada Şili 'den yarım küre kadar uzaklıkta, alternatif bir
ekonomik deneyim sessizce ve kansız bir biçimde gerçekleş­
mekteydi . Güney-Hint eyaleti Kerala, 1 998 Nobel Ekonomi

1 32
Ödülü sahibi olan Amartya Sen ' in insancıl kalkınma kurarnları
için bir laboratuar görevini yüklenmiştir. Gelirin yeniden dağılı­
mına ve sosyal hizmetlerin evrenselliğine bağlı kalan Kerala yo­
ğun kamu eğitimine dayalı bir ekonomi oluşturur. Dünyanın en
eğitimli devleti olarak, parasını Körfez ülkelerine ihraç ettiği
teknik yardım programlarından kazanır. Ekonomist Sen ve Ke­
rala konusunda fazla bir şey duymadıysanız. serbest piyasa uz­
laşmasına karşı sinir bozucu bir örnek oluşturmasındandır.
Sen ' in ödül kazandığı yıl, uluslararası finansın Dörtlü Çetesi
- Dünya Bankası, IMF, Inter-American Development Bank ve
International Bank for Settlements - o dönemde gırtlağına kadar
borca batmış olan Brezilya'ya 4 1 milyar 500 milyon dolarlık
kredi açarlar. Ancak bu kurumlar boğulmakta olan ülkeye can
simidi atmadan önce, Brezilya'dan Şili 'yi ölümün eşiğine geti­
ren acı ilacı içmesini istemişlerdir. Listeyi biliyorsunuz zaten:
Özelleştirme, esnek işgücü piyasaları (yani sendikaların tahrip
edilmesi) ve kamu hizmetlerinde ve sosyal güvenl ikte yapılacak
acımasız kesintilerle bütçe açığının azaltılması.
Sao Paulo 'da, halk bu gaddar politikaların nihayetinde Bre­
zilyalı orta direk vatandaşın yararına olacağı konusunda ikna
edildi. Mali sömürgeciliğe benzeyen reçete, Şili 'de mucizevi so­
nuçlar veren her derde deva bir ilaç olarak pazarlandı.
Ancak bu mucize aslında, kimsenin sonsuza kadar mutlu ya­
şamadığı sahte bir peri masalı, bir yalan ve sahtekarlıktı .

Geriye bir bakış

Thomas Friedman' a karşı bir üstünlüğüm var. Milton Fried­


man ' ın garip ekonomik teorilerinin spermi, o zamanlar Califor­
ma Valisi olan Ronald Reagan' ın zihin yumurtasım döl/ediği

1 33
anda oradaydtm. Thatcher' dan önce Thatcherizm' in doğuşuna
tamk oldum - orada, Şikar:o Üniversitesi' nde, 1 970' li ytllann ilk
dönenılerinde, daha sonralan Şikago O,� lanlan olarak tanma­
cak e/it gruhun tek Arnerikah üyesi olarak. Ço,�u Latin Amerika­
ltydt , Z filminden çtknuş gibi, koyu renkli elbiseler ve beyaz ba­
ltkçt yaka kazaklt, Şili'yi bir işkence ve serbest piyasa deneyine
çeviren garip bir topluluk.

Grubun resmi adı olan ' Latin Amerika Finans Araştırma


Grubu ' Profesör Arnold Harshberger tarafından bulundu. Fried­
man ' ınki ise ' Para ve Bankacılık Araştırma Grubu 'ydu. Çalış­
malarımı her iki yönde de yürüttüm - daha o zamanlar elektrik
ve çelik işçileri sendikası başkanları Frank Rosen ve Eddie Sad­
lowski adına çalışan bir casustum. Frank bana aynen şöyle de­
m işti: "Kahrolası çeneni kapat, Maocu komik tavırlarını bir ta­
rafa bırak, üstüne takım elbiseni giy ve bu adamlar neyin nesiy­
miş git bir ö,�ren . "
Mi lton Friedman ' a cüce diyecek halim yok ama oturduğu o
gösterişli başkanlık koltuğunda ayaklarının yere yetişmediğini
u nutamıyorum. Rodezya (şimdiki adı Zimbabwe) can sıkıcı bir
olaydı. Ülkenin kontrolü nüfusun yüzde 5 ' ini oluşturan beyazla­
rın elindeydi. N üfusun yüzde 95'ini oluşturan siyahlar yoksul­
luk içinde, umutsuz ve oy kullanma hakkından mahrumdu. Pro­
fesör Friedman yüksek makamından buyurdu "İnsanlar neden
Rodezya ' ya, Aji"ika' daki bu tek demokratik ülkeye saldırıyor­
lar?" Profesörün siyah bir şoför tarafından kullanı lan siyah bir
limuzinle ortalıkta dalaştığını bil iyordum.
O yüzden, diğer öğrenciler, çaylak bankerler ve mesleki eği­
tim gören diktatörler ağızları açık hayran hayran ona bakarken
ben şunları döküyordum kağıda, "Bu Friedman hasta kuklanm
teki. Kimsenin aşırı sağcı bir çatlaktan. kendinden menkul bir
hıraktmz yapsm/ar serbest piyasa saçmalığı alacağı yok."
1 34
Yirmi beş y ı l sonra, Blair ve Bush ve Clinton ve de la Rua ve
Putin ağızlarını açıyorlar ve bu ağızlardan Milton Friedman çı­
kıyor. Ne tarafa baksam, şovu yönetenler üzerlerinde 'Altından
Del i Gömlekleri' ile sırıtıyor, homurdanıyor ve birbirlerini
onaylayarak yollarına devam ediyorlar. Aklıma gelen tek şey yi­
ne bir başka profesörümün, Alain Ginsberg ' in söylediği şu söz­
ler oluyor: "Ruh, silahlı bir tıma�·hanede günahkar bir şekilde
can vermeme/i. "

1 35
3
Küçük Yerler, Küçük Akıllar

Kentin 150 km. dışmda ormanlık hir alanda yaşıyorum. New


York Times' da hu yazılan yayınladığımda kasahamda yayınla­
nan yerel gazetenin hoşyazısında pılmiı pırtımı toplayıp defai­
mam yazıldı. Gitmemi ikinci defa istiyorlardı. Nedenini hir tür­
lü anlayamıyorum.

Annem McDonald's için Hipnotİst Olarak Çalıştı

1 970' de, şirketin en büyük mürnesil/erinden biri, Holywo­


od' da milyonlarca hurger satan bir şuhe. ekip şefleri için kaygı­
lanmaya başladı . Saati üç dolardan gece-gündüz on heş saatlik
vardiya/arda çalışan hu sözde yöneticilerin. uykusuz hortlakla­
ra henzemeye başlamasıyla sonunda hazılarının 'kafayı yeme­
sinden ' (California' mn kendini ifade etme tutkusu ile Ameri­
ka' nın otomatik silahiara duydu,� u hayranlığm birleşmesiyle or­
taya çıkan bir durum) korkmaya başladılar. Buna izin verile­
mezdi. O yüzden annem hu yöneticilere kendi kendine hipnoz
öğretti. " Yirmi dakikalık hir trans hali dört saatlik uykuya he­
de/dir!" " Yanında patates kızartması ister misiniz? " diye soran,
o smtık. donuk suratlara haktığımda . . . Artık Soytan eti yemeyi­
şim bundandır he/ki de.

Montparnasse ve Hampstead sakinleri için yeni bir McDo-

1 36
nald ' s şubesinin açılması Avrupa' nın sınıfsal bir dejenerasyona
u ğrayarak Amerikanlaşması demektir. Ama benim için, McDo­
nald's daha uğursuz bir anlama sahiptir: Amerika'nın korkutucu
bir şekilde Amerikanlaşması.
Ne demek istediğimi daha iyi anlatmak için şuradan başlaya­
lım: ABD çirkindir. Turizm yazarları komplo kurarak. ' Güzel
Amerika' imajını pazarlamışlardır. New Mexico platosu üzerin­
deki gün batımları, Grand Canyon 'un uçsuz bucaksız manzara­
sı. Ancak oralara gitmek için Canyon 'un tepesine kadar çevreye
yayılmış olan ve insanı aptallaştıran Pizza Hut' lar, Wal­
M art' l ar, K-Mart'lar, The Gap, Jiffy-Lube' lar, Kentucky Fried
Chicken' lar, Starbuck' lar, McDonald ' slar girdabından geçmek
zorundasınız. Amerika'nın bütün özel tatları - New Orleans jam­
balayası, Harlem domuz paçası, New England pavurya haşlama­
sı - bölgeye ya da kasahaya özgü ne varsa ortadan kaldırılıp
birkaç turist noktasına hapsedilmiştir. Yapay Amerikan mono­
kültürünün baskıcı yayılmacılığı her tür tehdidi yutup ortadan
kaldırmıştır. McDonald ' s eski C EO'su Ray Kroc ' un "Aykırı ba­
zı insanlara güvenemeyiz" sözleri, milli marşımız sayılır artık.
Hemen hemen. New York kentinin I 50 kilometre doğusun­
da Southold denilen bir çiftçi kasabası vardı. Southold, New
York eyaletinde, akıp giden yolda durup Altın Kemerlerle kesil­
memiş açık m ısır tarlaları arasından çevreyi seyredebileceğiniz
son yerdi. Kasaba meclisi, "kırsal kültürümüzün bir parçası ol­
madığı" gerekçesiyle McDonald ' s ' ın şube açmasına izin verme­
di. İngiltere ' de bu tarz mücadeleler olağan şeyler - 1 999 'da
Shaftesbury, Harrow 'da kırk anne ile çocukları Hungry Horse
(Aç At) barının Haris Soytarı 'ya (McDonald's) çevrilmesine
karşı yürüdüler- ama ABD ' de l 990'da, Cılız Kırsal Direniş ulu­
sal haber olmuştu. B aşkaldırı altı yıl sürdü. Daha sonra McDo­
nald ' s öfkeyle soludu ve dava açma tehdidini savurdu ve böyle­
ce Southold -benim kasabam- boyun eğdi. Artık Southold okul-

1 37
ları öğrencileri otobüslere doldurup McDonald ' s ' a eğitim gezi­
sine götürüyorlar.
Annem ve McDonald ' s hikayesi, benim Büyük Balon tartış­
masına katkımdır. Ekonomi basınındaki bütün tavuklar ordusu
Balon hakkında gıdaklayıp durdular. Hisse fiyatlarındaki o içi
boş spekülatif şişme patiayıp mal i ateşi, külü ve iflasları püs­
kürtrnek zorundaydı.
Evet, internet şirketlerinin, arka koltukta edilen sonsuz aşk
yeminleri gibi yok oluşunu gördük. Ama sakin olun. Gökyüzü­
nün, bunu bir daha tekrar etmeyece,� im, tepemize düşeceği yok.
Balon Teoremi azınlığın serveti ve çoğunluğun yoksulluğu kar­
şısında can ı sıkılan iyi kalpli Solcu ruhların ürünüdür. Dünyanın
en zengin üç yüz kişisinin serveti dünyanın en yoksul üç mi lyar
kişisinin servetine eşdeğer. Borsa hiçbir şey satınayıp sadece ge­
zegenin zenginliğinden büyük bir pay almayı hedefleyen inter­
net şirketlerinin vaatlerine güvenerek ilelebet yükselemez. İngi­
liz Guardian gazetesinden Larry El liot gibi parlak ekonomi uz­
manları i le Robert Schiller gibi sabit fikirl iler Kıyamet Gününün
gelişini birlikte vaaz ettiler. Yine de, borsanın 200 1 'deki hatışı
son on yılda görülen hisse fiyatı artışlarını çok az düşürdü.
Her şeyin bir bedeli vardtr inancı, ekonomik olmaktan çok
dinsel niteliktedir, Marksist giysilere bürünmüş Kalvinizmdir.
Balon-kafaların kabul etmekte zorluk çektikleri şey şu: Bay Bla­
ir ile Bay B ush ' un da anlattığı gibi, artık sınıf savaşları yok -
ama bunun nedeni ulaştığımız mutlu bir toplumsal uzlaşma de­
ğil. Lafı evirip çevirmeden söylersek, işçi sı nıfı ciddi biçimde,
hiç tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, m utlak olarak kaybet­
ti mücadeleyi.
New York, Jerome Levy Enstitüsü'ndeki Gelir Araştırmala­
rı Projesi Direktörü Dr. Edward Wolff 1 98 3 ile I 997 arasında,
Amerikan zenginliğindeki övünülen artışın yüzde 85.5 ' inin, en
zengin yüzde I ' i n elinde olduğunu söyledi bana. Bu dönemde,

1 38
ABD'nin geliri genel olarak roket hızıyla arttı - bu artıştan Ame­
rikalı ailelerin yüzde 80' i tek kuruş almadı. Piyasa büyüyor, ama
hangi piyasa? Wolff'a göre, varlıklı yüzde 1 , ulusal gelirin 2 tril­
yon 900 milyar dolarının sahibidir ve bunu da toplam 3 trilyon
500 milyar dolardan kapmaktadır.
Doğal olarak zenginin zenginliğindeki artış, üretici işçilerin
üretim pastasındaki paylarının azalmasından dolayı kaybettikle­
ri zenginliğe eşdeğer. Amerikalı işçiler saat başına daha fazla
üretirlerken ( 1 983 'ten beri yüzde 1 7 artış) aldıkları pay düşmek­
tedir (gerçek ücretler yüzde 3. I daha düşüktür). İşte olayın özü
de burada: Piyasa uydurma balonların şişmesiyle yükselmedi,
sınıf mücadelesinin çürümesinin kaya gibi sağlam temelleri üze­
rinde yükseld i .
Neler oluyor? İ ş e bilgisayarlarla başlayalım. Robert Reich ' ın
bilgisayarların işi daha anlamlı ve değerli kıldığına ilişkin fikri­
ni unutun. B uharlı makineden üretim handına kadar her sanayi
devriminin amacı meslek ve becerileri, modası geçmiş bir hale
getirmek ve böylece insanlara değiştirilebilir ve ucuz bir nitelik
kazandırmaktır. Bugün bilgisayarlaşma, hizmet sektörünün en­
düstrileşmesini hızlandırmaktadır.
Bu da bizi McDonald ' s ' a getirmektedir yine. Şirketin kuru­
luş şerefi Ray Kroc ' a aittir dense de, 1 948 'de ortaya çıkan lo­
kanta yemeği pişirme işini küçük, daha az vasıf gerektiren işle­
re bölme fikri, erkek kardeşler R ichard ve Maurice ' indi. McDo­
nald's kalitesiz bol kepçe lokantasına kaba ve sistemli bir biçim­
de Taylorizm tekniklerini, fabrikadaki üretim bantlarında kulla­
nılan zaman-ve-hareket paradigması gibi yöntemleri uyguladı.
Artık aşçı yoktu. Herhangi bir soytan da McDonald ' s 'da haro­
burger yapabilirdi. McDonald ' s ' ın makineleri sokaktan tutulan
vasıfsız birilerinin de birkaç dakika içinde işi öğrenmelerini sağ­
layacak biçimde tasarlanmaktadır. Modemlik karşısında gözleri
kamaşan İngiliz başbakanı bir bilgi ekonomisi yarattığını söylü-

1 39
yor. A, tabii. McDonald's 'da bütün gününüzü makinenin belir­
lediği m iktarda ketçapı burger sandviçleri üzerine sıkmak için
düğmeye basarak geçirebilirsiniz.
Observer gazetesinin gizli araştırmalarından birinde, McDo­
nald ' s ' ın New York'taki, sendika düşmanı olarak ünlenen Jack­
son Lewis şirketini aldığını öğrendik. Ama McDonald's bundan
niye gocunsun ki? Hazır yemek sektöründeki verilere göre işten
çıkma oranı yılda yüzde 300 dolaylarında - sektör ne söylerse
söylesin bu işe baytlıyorlar. Dört ayda kapının önüne konan iş­
çilerin ne emeklilik, ne terfi , ne eğitim, ne de sendika istekleri
vardır. 1 996'da, İngiliz sulh hukuk mahkemesi, şirketin sistem­
li bir biçimde genç işçileri istismar ettiğine karar verdi. Ama bu
geçici bir durum. Her yaştaki işçilerin I 7 yaşındaki acemiden
daha fazla deneyime ihtiyaç duymayacağı - ve daha fazla ücret
de almayacağı günler pek uzakta değil.
İnsan pazarı tepetaklak gittiği için borsa fırladı . Yirmi birin­
ci yüzyılda, işi parçalara bölerek ucuz bir mala çevirme fabrika­
sı olarak, Blake ' in Karanlık Şeytani Değirmenleri 'nin yerini
Parlak Şeytani Mutlu Lokantalar almıştır.
Her sekiz Amerikalı yetişkinden birinin McDonald ' s ' da ça­
lışmış olduğu tahmin ediliyor. Artık McDonald ' s ' da çalışmak
işçi sınıfı için, hapishanenin varoş sakinleri için olduğuna ben­
zer ahlaki bir eğitim haline geldi. Eski hacarn Milton Fried­
man ' ın bana öğrettiği gibi işçiler daha yüksek ücret umutlarını
kaybettiklerinde işsizlik düşer.

Burada Böyle Şeyler Olmaz

Geçen sonbahar, komşu/arımdan biri, Kenneth Payne, kasa­


bamızın harlarmdan birinde cesaretini topladı , silahını doldur­
du, en yaktn arkadaşı Curtis Cook' un soka,� m karşısında duran

1 40
karavanma doğru yürüdü ve silahını Cook' un karnma boşalttı.
Arkadaşı kan kaybından ölürken Kenneth, balkonunda oturup,
"artık küçük kızınızı kimse rahatstz etmeyecek" demek için ka­
sobadaki bir aileyi telefonla aradt. Kenneth, Curtis' in akşamüs­
tü, komşunun sekiz yaşındaki çocuğuna tecavüz ettiğini itiraf et­
tiğini iddia etti.
Ertesi gün, kasabamtım sakinleri şehirden gelen meraklı ga­
zetecilere "Burada böyle şeyler olmaz" demek için ortaltğa ftr­
ladtlar. Gerçekten mi? Komşulanmın hiçbiri gebeliğini ailesin­
den saklayan ve doğumdan sonra bebeğini boğarak öldüren
okul müdürümüzün ktzından söz etmedi. Bundan söz etmeye de­
ğerdi, o yüzden bu konuyu Observer ve New York Times gazete­
lerinde yazdım.

Ne tür canavarımsı bir kasahada yaşıyorum acaba? Ameri­


kalılar pek tanımasa da İngilizler kasabamızı, silahı olmayan na­
dir sakinlerinden Alistair Cooke tarafından BBC radyosunda ya­
yınlanan Amerika' dan Mektup programında hoş bir kasaba diye
tanımıştır.
Ben de Al istair gibi, talan edilmemiş küçük Amerikan kasa­
basını iyi bir örneği olan kartpostal görüntüsünü utanmadan kul­
landım. B ir önceki bölümde kasabamızın, yabansı kırsal yapısı­
na tehdit oluşturan McDonald's'ın şube açmasına karşı nasıl
kahramanca direndiğini anlatmıştım. Anlattığım gibi, çevre ko­
ruma yasalarımızı eğip hükme tehdidinde bulunan şirketin sadık
avukatları tarafından yenildik.
Yazımda fast food devine karşı verdiğimiz mücadelenin, her
Amerikan kasabasında bulunan, planlama kuralları bir kere de­
lindi mi mülklerinin hemen değer kazaoacağına inanan emlakçı­
lar, esnaflar ve çiftçiler gibi küçük iş adamlarından oluşan be­
şinci kol tarafından içten sabote edildiğini anlatmadım.
Bunun yerine Amerika'nın en büyük şirketlerinin gaddar

141
davranışları hakkında keyif kaçıran yazılar yazdım. Bu bakış
açısı, doğrusunu söylemek gerekirse biraz tarafgir kaldı. Olayı
dengelemek için belirteyim; Amerika ' nın tam anlamıyla dar ka­
falı . öldürücü düzeyde açgözlü, haris ve sızianan küçük işadam­
larına hiçbir şey işlemez. Bu haris küçükler takımının içinde,
kırsal Amerika 'nın küçük işadamları kadar ben merkezci ve if­
lah olmaz başka bir grup bulmak zordur.
Başkanlık yarışı sırasında, Al Gore bu şımartılmış takımın
desteğini kazanmak, "aile çiftl iklerimizi ve işyerlerimizi kurtar­
mal<" için veraset vergi lerini azaltarak ihalenin açılışını yaptı.
Başkan B ush görevi devralıncaya kadar, 2 mi lyon 600 bin dolar
değerindeki bir çiftlik ya da i şyeri miras kaldığında hiç vergi
ödemiyordunuz. Ancak bu, dalkavuk adayların 'yerel girişimci­
ler' dedikleri kişiler için yeterli değildir. Gore muafiyet sınırını
4 mi lyon dolara çıkarmaya söz verdi - veraset vergisini tama­
men kaldırmaya söz veren George W. Bush oynadığı kozla ipi
göğüsledi (Bush 'un tuttuğu nadir sözlerdendir).
Küçük işadamları ve çiftçilerden oluşan ve vergiden muaf
milyonları hak eden bu grup, saat başına 35 sent maliyeti olacak
şekilde bütün şirketlerin çalışanları için temel sağlık sigortası
yaptırmaları nı şart koşan Bill ve Hillary Clinton ' ı n l 993 öneri­
sini reddettiren grupla aynı. Fortune 500 şirketleri, çoğu büyük
şirkette çalışanlar için bir şekilde sağlık sigortası yapıldığından,
pek mırın kırın etmediler. Amerika'daki sağlık hizmetleri ayrı­
mına son vermek için Clinton 'ın yaptığı alçakgönüllü girişimi
engelleyen de Ul usal Bağımsız i şyerleri Federasyonu (UB İF)
himayesi altındaki bu girişimciler sürüsüydü.
Adını siz koyun - süt izni, asgari ücret, hatta sağlık ve gü­
venlik denetimleri ve eleman almada ırkçılığın önlenmesine iliş­
kin kurallar - çalışan insanların hayatlarını ve ailelerini koruma­
ya yönelik en ufak bir öneride, UBİF' in küçük esnafları kı lıçla­
rını çekmektedir.

1 42
Ama böyle konuşmayalım. Al Gore sigaranın ve petrolün bü­
yük başlarına kafa tutabilir, Bush öğretmenlerle sendika üyele­
rini yerden yere vurabilir ama kırsal kesimdeki tüccar, çiftçi ya
da UBİF'e tek bir söz söylemeye kalkan bir politikacı bitmiş de­
mektir.
On yıl önce benim kasabam, aklından çok parası olan bir
vakfı, bölgemizin kırsal kimliğini nasıl korumamız gerektiği ko­
nusunda bizi aydınlatmak üzere İngiltere ' den gelen uzmanların
masraflarını karşılaması için ikna etti. Toplantılar düzenledik,
referandum ve seçim yaptık. Tocqueville ve Jonathan Freedland
gibi yabancı yazarları hayranlıkla galeyana getiren de bu hare­
ketli küçük Amerikan kasabası demokrasisiydi. Sonunda, kasa­
ba, yeşil tarlalarımızı korumak ve çirkin şehirleşmeyi önlemek
için ' İngiliz Yönetim Plan ı ' diye tanınan planı ezici bir çoğun­
lukla onayladı.
Bugün benim kasabaya gelin ve sizi bir zamanlar mısır tarla­
larının bulunduğu yerlerde kurulan, Sıcak Ekmek ! Peşinatsız.
G ıcır Gıcır Arabalar! Ve Sosisli Sandviç 'e götürecek flüoresan­
lı işaretleri ve yerden mantar gibi bitmiş marketleri sayın. Du­
yarlı İngiliz tasarımları ve çevreci seçmenler arazilerini McDo­
nald's ' a, Wal-Mart'a ve emlak spekülatörlerine satmak için çıl­
gına dönmüş olan küçük esnaf, tüccar ve çiftçi güruhunun 'ön­
ce ben engeli' n i aşamadılar.
Kırsal bölgedeki eli kanlı katillerle ya da çocuklara musaHat
olanlarla küçük kasaba tüccannın kırsal arazileri yağmalama tut­
kusunu aynı kefeye koymadım. Ama her ikisi de aynı ödlek ses­
sizlikle görmezlikten gelindi. Yerel işadamlarının kendilerini top­
luma adadıklan ve hep toplumu düşündükleri masalının ipliğini
pazara çıkaracak göz ne yerel, ne de ulusal düzeyde hiçbir politi­
kacıda yok. Bu folklorik icat, berberler sokağı, traktörünün üze­
rindeki çiftçi bay Brown ve çilek hasadından sonra ana caddede
yapılan geçit töreni gibi hoş görüntülerin eşlik ettiği kırsal, küçük
Amerikan kasabası, kutsala yakın bir mertebe kazanmıştır.

1 43
Bu m utlu küçük Amerikan kasabası efsanesini her türlü tar­
tışmanın üstünde tutan şey, Amerikan ruhunun en çirkin köşesi
için hoş şifre sözcükler sağlamasıdır. Politikacılar "küçük kasa­
baların Amerikan değerleri", "aile değerleri" ve "çalışkan küçük
esnaf-tüccar"dan söz ettiğinde herkes o kasabanın, o ailenin ve
o işadamının rengini anlamaktadır - beyaz. Amerikan (Pleasant­
ville) Hoş-kasaba; alt kısmını kara derili hırsızlar ve işsiz, gebe
yeni yetme kızların, üst kısmını da Hollywood pomografisinin
Yahudi finansörlerinin doldurduğu kent ormanının karşısına
sessizce rakip olarak konmaktadır.
Eğer halka. küçük kasabaların da birçok kent gibi umutsuz­
luk içindeki ve tehlikeli soluk benizlilerle dolu olduğu hatırlatı­
lırsa politik açıdan yararlı bu görüntü sakıncalı bir biçimde yara
alacaktır. Kendi bölgeleri için savaşan kişiler yerine, McDo­
nald ' s ' ın Lincoln Anıtı ' na arabada servis şubesi açmasını umur­
samayan, dolar çılgını düzenbazlar olarak görülselerdi eğer,
UBİF'in küçük tüccar, esnaf ve çiftçiler için vergi ve yönetme­
lik muafiyeti elde etmesi zor olurdu.
Psikolog Narman O. Brown ' ın yazdığına göre, kurduğumuz
her peyzaj analarımızın bedenlerinin iç yapısını yeniden kur­
maktır. Etrafına bakıp da yanı p sönen neonlu bir PIZZA HOT
reklamı görmediğinde ruhu sı � ılan Amerikalılar için bu ne de­
mek oluyor şimdi !
B izim kasabada, İngiliz Yönetim Plan ı ' na karşı başarılı bir
ticari muhalefet gerçekleştiren kişi de kasabadaki kereste dükka­
nı sahibi George ' du. Gözünde dolar işaretleri uçuşan George
yüzlerce dönüm çi lek tarlasının yerini McDonald 's 'ın ve büyük
alışveriş merkezinin alışma alkış tuttu.
Ancak küçük tüccar George ' ların unuttuğu şey, yönetmeliği
deldiklerinde. açılan kapıdan içeri zil takıp oynayarak büyük
tüccarların girdiğidir. Keresteci George 'u son gördüğümde Wal­
Mart ' ın yakınlarındaki bir mısır tarlasına kendin-yap mağazala-

1 44
rından olan Home Depot'yu kuracağını duyduğu için şaşkındı.
Bu, George'un iflas etmesi demekti çünkü.
Küçük bir kasabadaki komşuluk ilişkileri gereği George 'a
üzüntülerimi bildirdim. Daha iyi bir insan olsaydım gerçekten
üzülürdüm.

Sığınınacılarla Kafayı B ozmak

12 Mayıs 2000 tarihinde, on iki Meksika/ı, benim kasabanın


tüccarlarının işçi buldukları Long ls/and, Farmingvi/le' e doğru
yaptıkları yolculuğun ilk ayağı olarak Rio Grande'yi geçtiler.
Uçsuz bucaksız Arizona çölünde korku içinde kaybolan on iki ki­
şi de susuzluktan öldü, kasabam hakkında hoş bir şey yazmak is­
teyerek şaşırttım kendimi.

İşte, gazeteciliğin en basit numaralarından birini kullanan


ben - Londra'da bir taksi şoförüne günün en önemli sorunların­
dan biri hakkında kendi naçizane fikrini sordum. Hemen cevabı
yapıştırdı.
"Yani, İngiliz olmaktan utanıyor gibiyiz artık ! Sanki İngiliz
olmamak gerekiyor ! "
Soru sormak için haklı b i r nedenim vardı. Bir Amerikalı ola­
rak, İngiliz seçimlerine eşlik eden sığınınacı tantanası başımı
döndürmüştü. Son seçimde, Başbakan B lair ve rakibi William
Hague yasal sığınınacı sürüsü içinde sahte olanlara çaktırmadan
yaklaşan Büyük Beyaz A vcı rolü için kapıştı lar.
Amerika'da sığınınacı yoktur, göçmen vardır bizde. Epeyi çok
- resmi sayıma göre 29 milyon, her yıl da bir milyon iki yüz bin
ekleniyor buna. ABD kentleri yabancı bir otomobil fabrikası için
nasıl yarışıyariarsa ucuz yabancı işçiler için de öyle yarışırlar.

1 45
Amerika' nın elbette göçmen düşmanı pol i tikacıları olmuş­
tur. On dokuzuncu yüzyılda, tam adıyla Cahil Partimiz vardı ve
1 988 'de Mike Huffington ' umuz oldu. Huffıngton 'un eşi Arian­
na Karun kadar zengin kocasını, ABD Senato seçimlerine göç­
men karşıtı bir söylemle katılmaya ikna etti.
Beyazların azınl ığı oluşturduğu ve gerçekten göçmen olma­
yan tek grubun, bir avuç Shosone Yeri i s i olduğu Califomia için
şaşırtıcı bir kampanyaydı bu. En zehir zemberek yabancı düş­
manı konuşmaları da belirgin Rum aksanıyla bayan Huffing­
ton 'un kendisi yaptı.
Sandıktaki hezimetten sonra, morali bozulan Huffıngton ar­
tık Cumhuriyetçi ya da heteroseksüel olarak kalamayacağını
açıkladı.
Huffıngton'un yen ilgisi George W. Bush ' un 'göçmeni ku­
caklama' sloganlarını benimsernesi için partisini ikna etmesini
de sağladı. Bush Altın Kapıyı göçmenlere açık tutar ancak. öz­
gür hir nefes almak için yamp tutuşan yt,� mlara duyduğu şefkat­
ten değil. Göç, iyi bir iş sahası olduğundan.
Aslında, büyük baş Cumhuriyetçiler tarafından kurulmuş bir
düşünce kuruluşu olan Cato Enstitüsü ' nden Dr. Stephen Mo­
ore 'a göre bu iş yüzyılın olayı. "Dış yardımın tersi bir olay söz
konusu burada. Üçüncü Dünya ülkelerine doğrudan yardım ola­
rak en çok 20 m ilyar dolar veriyoruz ve kıymetli mal olarak yıl­
da 30 m ilyar dolar geri alıyoruz."
Moore "kıymetli mal" derken yoksul ülkeler tarafından ye­
tiştirilen. beslenen, biç imlendirilen ve eğitilen, sonra da hayatla­
rının üretici dönemine girdiklerinde ABD 'ye gönderilen işçi leri
kastediyor. (Göçmenlerin ortalama yaşı 28 'dir.)
Cato Enstitüsü ABD'nin yıllık insan nıalt ithalinin 25 m ilyar
dolar dolaylarında olduğunu tahmin ediyor. Bunun "Avrupalı
rakipleri karşısında Amerikan şi rketlerine büyük bir avantaj sağ­
layarak kapitalist ekonomimizi kolay işler hale getirdiğini" söy-

1 46
lüyor Moore. (Charlie Chaplin ' i n dev gibi dişliler arasında ezil­
diği Modern Zamanlar filmini akltından çıkannaya çalışıyor­
dum bu arada.)
ABD deneyimi göz önüne alındığında, Amerikan iktisatçıla­
rı İngilizlerin sahte ve yasal sığınma isteklilerine takılıp kalma­
sını anlamsız bulacaklardır. Yeni gelenlerden İngiltere 'nin inşa­
sına katkıda bulunmaları isteneceğine, sadece hayatlarını kurtar­
mak için mi geldikleri sorulmaktadır. Yeni vatandaşların seçi­
minde ne kadar garip bir standart.
Amerikan sanayi elinin altındaki, kiralanıp sonra da fırlatılıp
atı lacak olan, kalifiye olmayan, düşük ücretle çalışan yabancı iş­
çiler ordusundan epeyi kazanç sağlamaktadır.
Şunu da söylemem gerekir; diğer ülkelerin iyi eğitilmiş va­
tandaşlarını hortumlama alışkanlığı Amerika'nın paralı sınıfını
Amerika'nın kendi alt sınıfının masraflı eğitim yükünden kur­
tannaktadır. (Bugüne kadar, bu sistem sessiz sedasız işledi: Si­
likon Vadisi 'ndeki, Bangalore doğumlu programcılar, cahil
Teksaslı lar tarafından kullanılabilsin diye, fast-food restoranları
için sayısız yazar kasa tasarlamaktadır.)
Cato Enstitüsü'nün çalışmalarını daha iyi anlamak için ithal
malt bir kişiyle konuştum. Adı M ino (soyadını açıklayamam.)
M ino, Amerika'ya ilk kez on bir yıl önce, Guatemala'dan gir­
meye çalıştı. Kendisini sınırdan geçinnesi için bir gusano'ya
(bir solucana) binlerce dolar ödedi . Bu para Mino'ya, yüz kadar
adamın doluştuğu bir TIR'da yer sağladı. Mino şanslı olduğunu
düşündü, ölmemişti. Ama La Migra (Göçmenlik ve Vatandaşlık
Bürosu) yakalayınca üç gün hapis yattı.
Yeniden Guatemala'ya gönderilen Mino bu sefer, JFK hava­
alanına bir uçak bileti - ve sahte bir vize - aldı. Bu kez sorun çık­
madı. Bir kaç gün içinde Mino, New York'un doğusunda, Long
lsland'da, benim kasabamdaki bir kafede bulaşıkçılık işi bul­
muştu bile.

1 47
Bizim bölgenin planlama şefi Dr. Lee Koppelman ' a M ino gi­
bi gayri meşru işçilerin yerel ekonomideki rolünü sordum. Kop­
pelman gü ldü: "Gayri meşru kişiler olmadan ekonomi de olmaz­
dı. " Tahminlerine göre, sadece bizim eyalette yüz bini aşkın ka­
y ıt dışı işçi bulunmaktadır. Ülke genelinde, kayıt dışı işçi sayısı
7 milyonla 1 1 milyon arası ndadır.
Koppelman 'a göre, yerel işadamları çilek tarlalarımızda
kamburu çıkan ve inşaat alanlarını temizleyen işçilerin kuşkulu
konuıniarına "gözlerini kapatmaktadırlar." Bölgemizdeki bir
çiftçi bana. işçilerini hala El Salvador'dan temin ettiğini söyledi
- ama bildiğimiz kadarıyla bu konuk işçi programı yirmi yıl ön­
ce sona ermişti.
İş dünyamızın körlüğü birinin sahte yeşil kartını görmezlik­
ten gelmenin de ötesinde bir olaydır. Mino'nun iş bulduğu dük­
kan yasal asgari ücreti ödüyordu ama yasal çalışma süresinin iki
katı çalıştırıyordu.
Bu da Amerikan tarzı göçmenl iğin bir başka avantajı. "İşgü­
cü esnektir" diyor Cato'dan bir uzman. "Esnek" demek La Mig­
ra 'nın gayri resmi çalışma saatlerini engellemesinden ya da sen­
dikaya katılmaktan korkan. hasat mevsimi sonunda (turist sezo­
nu sonunda ya da üretim dönemi sonunda) kendi lerine ortadan
kaybolmaları söylenen milyonlarca işçi demekti.
Göçmenlerin üçte biri dışarı atılma korkusu taşırken Ameri­
kan işverenleri Altın Kapı ' yı sadece biraz açık tutarak, eski Gü­
ney Afrika göçmen işçi sistemine benzeyen bu durumdan yarar­
lanmaktadır. "İşçiler sadece maddi birer nesneye dönüşürler" di­
yor Koppelman, sonra iş bitince, kendilerinin ve ailelerinin ge­
çim derdinden patronları ya da toplumu sorumlu tutmadan orta­
dan kaybolmaları istenir.
O yüzden, bu çok karlı, değerli işçi ithali olayından İngi ltere
neden korkuyor? Göçmenlerin ülke kaynaklarını tükettiğini dü­
şünen İngiliz tavrı gülünçtür. ABD Kongresi Göç Komitesi ' nin

1 48
bana söylediğine göre, devlet, göçmenlerin verdikleri hizmet
karşılığında aldıklarının iki katını onlardan vergi olarak topla­
makta ve göçmenlik üzerinden iyi kazanç sağlamaktadır. Ame­
rika yılda 2 milyon 500 bin insana oturma izni vermektedir, İn­
giltere' den ise sadece 1 29 bin izin çıkmaktadır.
Ama benim taksi şoförümün İngiliz kimliğini kaybetme kor­
kusu ne olacak? Bakalım, Şekspir yok artık. İngiltere'nin kültü­
rel ihraç malları artık Morris dansı, futbol holiganlığı ve Hugh
Grant'la sınırlı.
Benim mütevazı teklifim şu: İçişleri Bakanı David B lunkett ' i
üzerinde elbisesi, başında tacı ve elinde meşalesiyle bir Özgür­
lük Anıtı gibi giydirelim, eline de "Durgunlaşmış gen havuzu
için acilen yeni materyal aranmaktadır" yazan bir pankart verip
Manş Denizi'ne salalım.
İşte mutlu Amerikan sonu: B ugün, Mino bahçe işi yapıyor,
hızlı bir cipi var, bir ev satın almayı düşünüyor, aksanını düzelt­
meye çalışıyor ve muhasebe eğitimini bitirmek üzere.
Burada kimse Mino'nun başarısından rahatsız değil. Onun
hikayesi her Amerikalı ' nın hikayesi gibi. Benim de hikayem.
Anna Palast 1 920 'de sınırdan yürüyerek gizlice geçti. Şansı var­
mış La Migra, Anna yüz yaşına gelinceye kadar yakalayamadı
onu.
Ve ne B lair' in ne de Muhafazakarların anladığı şey de bu.
Nereden geldiğiniz önemli değil. Önemli olan nereye gittiğiniz.

149
4
Pat Robertson, General Pinochet,
Pepsi -Cola ve Deccal:
Özel Araştırma Raporları

Belgeler dosya dolaplarından uçup masama konuyorlar. Ses­


ler şirketteki, hükümetteki, hatta kilisedeki köstebeklerin telefon
numaralarını fısıldıyor. İnsanlar konuşuyor ve teybirnin de dö­
neceği tutuyor. Sanırım şanslı bir adamım.
Hükümetteki şantaj olayiarına ilişkin bilgi toplarken kullan­
dığım derinlemesine araştırma tekniklerini gazeteci liğe uygula­
maya çalıştım. İşin bir kısmı eğlenceli casusluk faaliyetleri olsa
da -Lobbygate olayında Ohserver gazetesi için yaptığım gibi pa­
ravan kuruluşlar yaratmak gibi- zamanıının çoğu teknik ve mali
dosyalar arasında saatlerce, günlerce ve haftalarca boğuşmakla
geçiyor. Harika değil mi? Masraflı ve zaman alıcı bir iş - hem
mesleki hem de kişisel açıdan HlZiı ı·e U cuzu prensip olarak ka­
bul eden editörler için hiç de cazip değil. Aykırı gazeteciliğimi
hoşgörüyle karşılayan editörler sağ olsun.
Bu kitaptaki bilgilerin hemen hepsi araştırma ürünü, yani iyi
saklandıkları sanılan ve umulan hikayeleri ortaya çıkartmakta.
Bu raporlar öyle kolaylıkla göz ardı edilecek belgeler değil ler,
özellikle de olayın kahramanlarından biri nasıl olduysa, Şeyta­
nın ajansı tarafı ndan kurulan Ohserver gazetesi için çalıştığıını
öğrendiğinde.

1 50
B ankere Duyulan Sempati:
Deccal Şirketi ve
Pat Robertson' ın Son Yoldan Çıkışı

Mayıs 1 999' da, İngilizce konuşulan ülkelerdeki en eski mali


kuruluş olan İskoçya Bankası sanal geleceğe açılarak, merkezi
ABD' de olan, şimdiye kadar yapılan en geniş çaplı telefon ve in­
ternet bankacılığı operasyonunu başlatma kararı aldı. Girişimin
ortağı ve başkanı olarak seçtikleri kişi, Amerikalı 'Rahip' Pat
Robertson, bazı İngilizleri şaşırttt.
İngiliz iş dünyasının kaymak tabakast çok bilmiş bir tevazu
ile eleştirileri atlatabilirdi. Onlar için Robertson, dilinde yapış
yaptş bir 'Efendimiz İsa' teker/emesiyle iki milyon Arnerikah ka­
dtnı banka hesaplannı İskoç/ara aktarmak üzere hipnotize ede­
bilen, Güney/i sarhoş bir Elmer Gantry tiplemesinden başka bir
şey değildi.
'Rahip' Pat hakkında benim düşüncem farklıydt. ABD' nin
bir başkanını seçen ve bir diğerini de seçme pozisyonunda olan;
Çin ' den Kongo'ya fazla bilinmeyen yatırımlarından kükürt ko­
kusu yayılan yan-milyarder medya patranunu yıllarca izlemiş­
tim. Federal ajanlar zaten bu olayın üzerindeydiler ama, 'Ra­
hip' Pat' ın milyar dolarlık dini-ticari-siyasi imparatorluğunda
bir zamanlar yüksek pozisyonda bulunan, yeniden-doğan Hıris­
tiyan cemaatinden, resmi makamlara ağzını açmayan muhbir­
ler/e konuşabilirdim.
İşin en zor kısmı 'Rahip ' in korumalarını onunla, kendi tabir­
leriyle 'Doktor' la karşılıklı görüşmeme izin vermeye ikna etmek
ve Virginia' daki ofisine vardığımda kayıt cihazımı metal derek­
törden çaktırmadan geçirmekti. ( "Memur bey çakmağımı tuta­
bilir misiniz acaba ? " )
Bazı İngilizler, İskoçya Bankası neden 'Rahip' i seçti diye

151
merak ederken ben asıl 'Rahip ' in İskoç/arı nasıl seçtiğini düşü­
nüyordum. Robertson Presbiteryen yönetimindeki finans kuru­
mu hakkında epey hir şeyler yazmıştı. Robertson ' ın karanlık ev­
reninde İskoçya Bankası , Deccal Ruhu 'nun yeryüzündeki ifade­
siydi.

B irin i n size gerçeği anlatmasının zamanı geldi . Başkan Lin­


col n 'ün öldürülmesini emreden Avrupalı bankerlerden Alman
Aydınlanması'na, Karl Marks ' ı n bağlantı noktası olan "komü­
nist haham"a, Üçlü Komisyon ' a, bankalar zinciri House of Mor­
gan 'a ve karşılığında Sovyet KGR' sine mali destek sağlayan İn­
giliz bankeriere kadar uzanan 'Görünmez bir hağ' vardır. Bu,
"amacı Şeytanın hükmü altında, insan ırkı için yeni bir düzen
kurmak olan, sıkı sıkıya kenetlenmiş entrikacı bir gruptur."
Görünmez Bağ 'dan haberiniz yoksa eğer, İskoçya Banka­
sı ' na bağlı yeni Amerikan bankasının başkanı Dr. Marian ' Pat '
Robertson tarafından yazılan Yeni Dünya Düzeni adlı kitabı
okumadınız demektir.
İlginçtir, Robertson ' ın İskoçya Bankası tarafından yayınla­
nan biyografisinde, 1 99 1 yılında en çok satan kitap unvanını
alan, Wall Street gazetesinin "demokrasiye karşı derin bir gü­
vensizliği olan paranayak bir aptal" tarafından yazılmış diye
eleştirdiği Yeni Dünya Düzeni ' nden hiç söz edilmiyor.
İskoçya Bankası Dr. Robertson ' ı n kimliğini açıklarken o ka­
dar çok şeyi atladı ki, zengin ve zevk sahibi bu adamı layığıyla
tanıtmak da Ohserver' a düştü. Örneğin banka Dr. Robertson 'ın,
Amerika'da bir milyon iki yüz bin üyesi olan aşırı sağcı siyasi
cephe Hıristiyan Koalisyonu' nun lideri olarak, çok iyi tanındı­
ğından söz etmeyi unuttu. İskoçya Bankası ' nın, hedef pazarın­
daki çoğu insan tarafından, Amerikan malı Ian Paisley olarak
görülen ve korkulan bir adamı sözcü olarak seçmesi biraz garip
kaçtı. Ancak, İskoçya B ankası Dr. Robertson 'ın dini inancıyla

1 52
ilgilenmediğini söylüyor. Görünüşe göre Dr. Robertson da onla­
rınkiyle ilgilenmiyor. Dr. Robertson, İ skoçya'nın yerleşik kili­
sesinin üyeleri olan Presbiteryenleri "Deccal" olarak adlandır­
mıştı.
İskoçya Bankası 'nı, muhalif bir sivil haklar kurul uşu tarafın­
dan " Amerika'daki en tehlikeli adam" olarak tanımlanan bir tip­
le işbirliğine iten neydi? Benden daha kuşkucu biri, İskoçya
Bankası'nın Dr. Robertson ' ın iki milyon müridi ile ' Karizmatik
Protestanlar ' ına göz dikliğinden huylanabilir. Robertson ' ı n eski
ticari ortağı , ' Rahip'in müminlerin cüzdaniarı üzerindeki h ipno­
lik çekim gücünü şöyle anlatıyordu: "Bu insanlar Robertson'la
Tanrı arasında doğrudan bir bağlantı olduğuna inanıyorlar. Bü­
tün birikimlerini getirip ona teslim ediyorlar." Robertson mürit­
lerini diğer ticari faaliyetlerine yönlendirm işti. Bir muhbir, "in­
sanlar Robertson 'ın işine para yatırmak için evlerini ipotek ettir­
diler" dedi. Eğer Robertson ticari işlerini geliştirmek için "ra­
hipliğini" kullandıysa çok sayıda yasayı çiğnemiş demektir.
Observer' la yaptığı özel bir görüşmede, Dr.Robertson bana,
banka işiyle Hıristiyanlığı ve Koalisyonu birbirine karıştırmadı­
ğına yemin etti. Ancak Robertson ' ın eski ve şu anki iş ortakla­
rıyla yaptığımız görüşmeler ve imparatorluğu hakkındaki araş­
tırmamız, Tanrı, kazanç ve Cumhuriyetçilerin kampanyasının
karışımından oluşan gizli tarihini ortaya çıkartmaktadır. Her şe­
yin i yi ce saklandığı söylenemez. Vergi daireleri Robertson 'ın
partizanca olmadığı söylenen işleriyle yıllarca uğraşıp durdular.
Hıristiyanlık ile paranı n birleşmesi Dr. Robertson 'ı, serveti
200 milyon dolarla bir milyar dolar arasında olduğu tahmin edi­
len bir adam konumuna getirdi. Servetinin ne kadar olduğunu
belinmese de, Robertson bana, banka işindeki elli milyon dolar­
lık başlangıç hissesinin belirtmeye değmeyecek kadar az oldu­
ğunu söyledi.
Robertson ' ın fınans kuruluşunun başkanı ve banka ortaklığı-

1 53
nın gelecekteki genel müdürü Neil Volder. Robertson 'ın Interna­
tional Family Entertainment (Uluslararası Aile Eğlencesi) şirke­
tinin başkanı olarak aldığı maaşın yüzde 65-75 ' ini kilisesine gö­
nülden bağışlarlığını söyledi. Şaşırdım. Bu, yı lda birkaç yüz bin
dolar eder. Robertson ayarındaki bir adam için cüzdanındaki bo­
zukluk sayılır bu rakam. Volder'e göre, Robertson Ruanda'daki
soykırımdan kaçanlara yardım için düzenlenen 'Kutsama Ope­
r asyo n u na yedi milyon dolar vermişti. Gerçekten verdi mi? Ro­
'

bertson ' ın basın bürosu rakamın bir milyon iki yüz bin dolar ol­
duğunu belirtiyor bunun bile doğruluğunu teyit etmek zor.
İşin daha da ilginç olan yönü "Kutsama Operasyonu"ndaki
paranın Afrika'da nasıl kullanı ldığıdır. Robertson kendi televiz­
yonunda yayınladığı duygusal bağış kampanyası aracıl ığıyla,
vergiden muaf olan yardım vakfı için mi lyonlarca dolar topladı.
Kutsama Operasyonu. Kongo (o zamanlar Zaire) Goma'daki
mülteci kampına tıbbi yardım u laştırmak için uçaklar satın aldı.
Ne var ki, Virginia-Pilot 'dan araştırmacı gazeteci Bill Sizemore
bir tıbbi uçuşun dışında, bütün uçakların Goma dışındaki elmas
madenini işleten African Development Corporation şirketi için
ağır makinelerin taşınmasında kullanıldığını ortaya çıkardı. Bu
şirketin sahibi Pat Robertson 'dur.
Yardım uçaklarının bu amaçla kullanıldığını Robertson bili­
yor muydu? Pilotların kayıtlarına göre, Robertson ' un kendisi de
madenine mal götüren uçakla uçmuştu.
Gizli kalmak şartıyla benimle konuşan Robertson ' ın eski iş
ortaklarından biri. Dr. Robertson ' la ' Rahip' in uçağında sık sık
birlikte uçmalarına rağmen Robertson ' ı hiç İncil ' i n kapağını
açarken ya da dua etmek için bir kenara çekil irken görmediğini
söyledi. "Önünde sürekli Wall Street Journal ve Jnvestor' s Da­
iIy gazeteleri açık dururdu." Ancak Kongo uçuşu sırasında Ro­
bertson dua etti. Pi lotun kayıt defterine göre, "Elmas için yapı­
lan dua."

1 54
Volder ise bana Robertson 'ın uçakları elmas madeni için
kullanmasının aslında Tanrının işi olduğunu söyledi. Volder
uçakların ilaç taşıma işi için uygun olmadığını, o nedenle de Ro­
bertson ' ın bunları, başarıl ı olması durumunda "Kongo halkını
açlık ve yoksulluktan kurtaracak" olan elmas avına aktardığını
iddia etti. Virginia Eyalet Savcısı yine de Kutsama Operasyonu
hakkında soruşturma başlattı.
Volder, Robertson ' ın "kazanç sağlamak gibi bir niyeti olma­
dığını, i nsanlara yardım etmeye çalıştığını" iddia ediyor. Sonun­
da her ikisini de başaramadı. Elmas seferi iflasla sonuçlandı, tıp­
kı Robertson ' ın vitamin satışları ve pazarlama işi gibi. Felaket­
le sonuçlanan bu yatırımlar Robertson ' ın petrol rafınerisi, Foun­
ders Inn Hotel, Jet uçağı kiralama fiyaskosu ve İngiltere'nin şa­
tafatlı para kaybetme yollarından olan Laura Ashley Hol­
ding ' den pay almak gibi -kuruma direktör oldu- işlerden biriken
kayıplarının miktarını artırdı. Yarı milyarder bir işadamına yok­
sul denemez ama kendi sivil toplum kuruluşu aracılığıyla ele ge­
çirdiği medya işleri hariç girişimci Robertson işlerini doğru dü­
rüst sürdürmekte zorlanıyor gibi. Medya dışında, Robertson ' ın
başarı sağladığı bir tek ticari işe rastlamadım.
Yine de Dr. Robertson ' ın iyi bir satıcı olduğu tartışma götür­
mez. Virginia Beach 'deki günlük televizyon programı 700
Club ' ın canlı yayınma katıldıktan sonra ben de bu fikirdey im.
O hafta Robertson mucizeterin satışını yapıyordu. Bir miktar
gaipten haberlerden sonra, Dr. Robertson gözlerini kapadı ve
derin bir transa girdi. Gördükleri ve ilahi güç için yaptığı duadan
sonra şunları söyledi: "Bağırsak kanseri olan biri var . . . Tanrı
şimdi onu iyileştiriyor ve . . . yaşayacaksın! . . Michael adındaki
.

biri kötü öksürüyor. . . Tanrı seni şimdi iyileştiriyor!"


Tanrının Michael ile ilişki kurmak için neden pahalı bir TV
istasyonuna ihtiyaç duyduğu anlaşılmış değil. Ancak mucizeleri
Robertson 'ın kuruluşuna yapılan bağışiara bağlayan program

1 55
yaptıncıları tarafından, daha şaşırtıcı teolojik konular da ortaya
atılmaktadır. Kayda alınmış bir bölümde, bir kadının yüzündeki
yara izi, kız kardeşi (ayda y inni dolar aidat ödeyerek) 700
Club' a katıldıktan sonra iyileşti. "Kadıncağız mucizenin bağışla
nasıl yakından bağlantılı olduğunun farkına varmadı." Gösteri,
"Carol o k adar cömertti ki Tanrı onun kız kardeşini iyileştirdi,
Carol puanını 700 Club ' dan 1 000 Club ' a çıkardı" diye bitti.
Mucizelere devam. 1 997 'de , Robertson ' ın mabedi olan Hı­
ristiyan Televizyon Kanalı bağışlardan aldığı 1 64 milyon dola­
rın yanı sıra diğer işlerden de 34 milyon dolar kazandı .
Günlük dozlar halinde verilen b u kutsama v e lanetierne tö­
renlerinden elde edilen vergiden muaf para, dini konuların ania­
tılmadığı saatlerde yayınlanan eski sit-com programlarıyla bir­
likte, 1 990 yılında Rupert Murdoch 'a I milyon 820 milyon do­
lara satılan kabiolu telev izyon kanal ını finanse etti. Bu medya
devinin satti ışından yedi yıl önce, vergiden muaf olan grup, ço­
ğunluk hisseleri Dr. Robertson ' a ait olan ticari bir şirkete devre­
dilmişti. Ş anslı Pat.
Robertson, Murdoch işinden kazandığı paradan yüz milyon­
larca doları hem H ıristiyan Televizyon Kanalına (CBN) hem de
CBN (şu an Regent) Üniversite si ' ne bağı şladı . Yine de Robert­
son ' a, iğne deliğinden geçirmek için yeterince para kaldı .
Robertson gençliğinde New York 'un siyah varoşlarında ça­
l ışmak için dünyevi zenginliğe boş vermişti. Ancak, eski bir Ko­
alisyon yöneticisinin dediğine göre "Pat değişti ." B u yöneticiye
göre, Robertson 1 988 ' de Baptist Kil isesi rahipliğinden ayrıldı.
(Medyada hala yanlış bir biçimde 'Rahip' olarak adlandırılıyor.)
Diğer bir çalışma arkadaşı, eski TV yaptıncısı Danuta Sodennan
Pfeiffer'e göre de, Robertson ' ı n 1 98 8 ' deki değişimi "Tanrının
kendisine Amerika Birleşik Devletleri başkanlık yarışına katıl­
masını söylediği inancına takılmasıyla" daha da hızlandı.
I 988 Oval Ofis yarışı, Robertson ' ı n İlahi Güç tarafından gö­
revlendiri ldiğini söylemesiyle başladı. Donkişotvari bir macera

1 56
değildi bu. Kaybedilen seçimden sonra geriye, Robertson 'ın Hı­
ristiyan Koalisyonu ile öfkesine tercüman olduğu üç m ilyon asık
suratlı Amerikalı 'dan oluşan bir adres listesi kaldı . Bazıları Ro­
bertson 'ın yarışa sırf bu listeyi oluşturmak için katıldığını söy­
lüyor ama Volder bunun aslında Tanrının bir manevrası olabile­
ceğini ifade ediyor. CBN listeleri gibi bu adres listesinin de de­
ğeri altınla ölçülüyor. Robertson bu listenin bankacılık işinde
kullanılmayacağına yemin etti. Yeni bankanın tanıtımı için oluş­
turulmamış Hıristiyan listelerini bu işte kullanmak yasaları çiğ­
nernek olurdu.
Ancak kendileriyle konuştuğum eski ortakların suçlamaları-
nın odak noktasında bu listelerin suiistimali bulunuyor. IRS, Ro­
bertson ' ın l isteleri kullanmasına ilişkin bir soruşturma başlattı
ancak Observer ile konuşmak i steyen bazı tanıkların i fadelerini
alamadı.
Medyaya daha önce hiç konuşmamış olan, ticari işlerden so­
rumlu iki eski üst düzey yönetici, Robertson ' ın vitamin ve diğer
ürünleri satan bir pazarlama şirketi olan Kalo-Vita'yı kurarken
hem vergiden muaf dini grupların listesini hem de "eğitim amaç­
lı" Hıristiyan Koalisyonu' nun listelerini bizzat kendisinin kullan­
dırttığını açıkladı. (Kalo-Vi ta yolsuzluk nedeniyle açılan davala­
rın ortasında, iyi yönetilmediğinden 1 992 yılında iflas etti.)
Şirketin eski bir çalışanı bürolar, telefonlar ve sekreterlik
desteği dahil, bazı işlerin karşılıksız olarak Koalisyon tarafından
finanse edildiğini iddia ediyor. Şirket bünyesindekiler Robert­
son ' ın, seyircilerin bağışlarını kişisel işleri için kullanmasını
sorguladıklarında, Robertson CBN 'den alınan başlangıç serma­
yesinin "borç" olarak gösterildiği yönetim kurulu toplantılarının
tutanaklarını ortaya çıkardı. Şirket çalışanlarına göre, yönetim
kurulu üyelerinden bazıları bu toplantılardan, yapıldığı tarihten
aylar sonra haberdar oldular. Dr. Robertson 'ın basın sözcüsü
suçlama konusunu anlayamadıklarını açıkladı.

1 57
Şirket yöneticileri, Dr. Robertson ' ın yirmi bin kişilik güçlü
ve gelişen Kalo-Vita satış kadrosunu. "politik eylemlerini des­
tekleyecek kurumsal bir yapı" olarak - partizan tutkuları için -
kullanmaya hazırlanmasından da huylandılar. (ABD federal
savcıları bu manevranın kokusunu hiç almadılar.)

ABD Federal Seçim Komisyonu, Dr. Robertson ' ı Hıristiyan


Koalisyonu listelerini yanlış biç imde kullandığı için suçladı. Fe­
deral mahkemeler ı 5 Eylül ı 992 tarihli, Koalisyon 'un o zaman­
lar başkanı olan Ralph Reed 'den gelen not da dahil, kuruluşların
belgelerini incelemektedir. Ohserver, Reed 'den Başkan George
Bush'un gelecek seçim kampanyasının koordinatörüne yollanan
ve Pat Robertson 'ın "40 milyon seçmen kılavuzunu dağıtarak .. .

yardıma hazır olduğunu . . . . Bunun Hıristiyan l iderlerden gelen .. .


daha önce hiç görülmemiş türden bir işbirliği ve yardımlaşma ol­
duğunu" belirten notun kopyasını ele geçirdi. Hıristiyan Koalis­
yonu'na dava açan Federal Seçim Komisyonu, teknik açıdan ver­
giden muaf bir eğitim kurumunun Cumhuriyetçi adayiara on mil­
yonlarca dolar değerinde kampanya desteğinde bulunması. ben­
zeri görülmemiş ve yasadışı bir olaydır. diyor. Pol itik olarak iki
tarafa da eğilimli olan komisyon oybirliğiyle, Koalisyon 'un Al­
bay Ollie North ' a başarısız olduğu ABD Senato seçimleri için.
kendi listelerinin kopyalarını verdiğini de belirtti.
Hıristiyan Koalisyon 'undan mahkemeye gelen kayıtlarda,
Koalisyon ve Cumhuriyetçi Parti tarafından, Bush ' la l 992'de
700 Cluh yayınında yapılan bir "görüşme" için hazırlanan soru­
lar ve cevaplar da yer alıyordu. İlgimi çekti, çünkü hem yasak
bir kampanya reklamına benziyordu hem de aylar önce Robert­
son, Bush ' u "farkında olmadan Şeytan ' ın misyonunu yüklen­
mekle" suçlam ı ştı. Bush. Bill Clinton ' ın arkasında kalınca Ro­
bertson ' tanıdık olsun şeytan olsun' deyip şeytan la işbirliği yap­
ma kararı almış olmalı.

1 58
Ancak en sakıncalı belgeler, hükümetin eline hiçbir zaman
geçmeyecek. Hıristiyan Koalisyonu 'nun eski Mali işler Müdürü
Judy Liebert, Kaolisyon başkanı Reed mahkemenin gönderilme­
sini istediği belgeleri ortadan kaldırırken kendisinin orada oldu­
ğunu söyledi bana. Liebert ayrıca, Koalisyon 'un Cumhuriyetçi
Parti kampanya malzemesinin basımını yaptığını (eğer doğruy­
sa yasadışı demektir) öğrendiğinde, kendi bilgisayarında hard
diskte bulunan kanıtın silindiğini gördü. Gerçekten de. bütün
hard disk gizemli bir şekilde bilgisayanndan çekilip alınmıştı -
ama Liebert dosyaların kopyasını almıştı.
Liebert bunlardan Robertson 'a bahsettiğinde, "Pat safın teki
olduğumu söyledi bana. B ir Hıristiyan'dan bunu duymayı bek­
lemezdim" diyecekti.
Koalisyon, işten ç ıkardığı L iebert'e bunalımda diyerek sal­
dırdı. Liebert de resmi makaml ara gittikten - Koalisyon ve Pe­
terson konusunda sesini kesmesi için önerilen 80 bin doları red­
dettikten - sonra işten çıkartıldığını söyledi. Koalisyon 'un belirt­
tiğine göre, Federal yetkililer L iebert ' in kanıt saklama iddiasını
hiç ciddiye almadılar.
Bu bilginin küçük bir kısmı basında yer aldı. Neden? Virgi­
nia Beach'deki CBN-Robertson fınans merkezinde üç saatlik
köpek ve tay şovunu izledikten sonra, Robertson 'ın kendi deyi­
şiyle "dengeli" bir bakış açısı içermeyen bir yazıyı dava etmek­
ten çekinmeyeceğini söyleyen Genel Müdür Volder ile bir saat­
lik şiddetli bir tartışma yaşadık. Volder İngiltere ' nin katı yasala­
rını ve Robertson 'ın uçsuz bucaksız maddi zenginliğini kullan­
ma tehdidini savurarak avukatlarından birinin, bir İngiliz gaze­
tesinde yayınlanan ve Robertson 'dan övgüyle söz eden bir yazı­
yı "bizzat" yazdığım kabaca ifade etti. Engizisyon devrinde ser­
keşlere işkence etmeden önce işkence aletlerinin tek tek tanılıl­
ması gibi, gazetemin benden "bekleneni" yazmaması durumun­
da neler olabileceği ayrıntılı olarak tarif edildi. Robertson ekibi-

1 59
nin kahrolası bütün sözleri gibi bu da, tatlı ve yumuşak bir Vir­
ginia aksanıyla söylendi .
Dr. Robertson İskoçya Bankası işini desteklemek için kendi
mürillerini kullanır mıydı? Robertson bunu şiddetle reddediyar
ama bankasının başındaki Volder müminlere ulaşmak için bir
plan yaptı. 700 Club programına çıkan banka personeli, kendi
listeleriyle çakışan listelere yapılan postalamalar ve dini yayın­
lardan hemen sonra yayınlanan "bilgi verici reklamlar" bu pla­
na dahildi. Bu durum, I 998 'de Hıristiyan Yayın Kuruluşu 'nun
vergiden muaf konumunu, I 986 ve I 987 yılları için geriye dö­
nük olarak kaldıran Vergi Dairesi ve seç im komisyonunu zora
sokacak kadar karmaşıktı.
Tanrıyla televizyon aracılığı ile yaptığı görüşmenin sonrasın­
da dinlenme odasında Dr. Robertson ile görüştüm. Spot ışıkları
altında üç saat geçirmesine rağmen Robertson 'da terden eser
yoktu. B iz uluslararası finans hakkında konuşurken Robertson
makyajını temizledi. Karşımda kaba saha bir reklamcı değil de
zenginlikten ve zevkten nasibi ni alm ış bir adam duruyordu.
Volder'in suratını ekşitip homurdanmasına rağmen, Dr. Ro­
bertson sahip olduğu Çin internet şirketini ("Çin Yahoo ' su" di­
yor ona) bankacılık işlemlerine bağlamayı düşlediğini söyledi
bana. Volder'in el kol hareketlerini gören Dr. Robertson sözle­
rini şöyle tamamladı: " İnternet bankacılığı hakkında konuşma­
rnam gerekirdi."
Çin ' in adını da ağzına almaması gerekird i. Robertson 'ın ruh­
han arkadaşları, H ıristiyan rahipleri zevkle hapse atan komünist
diktatör Zhu Rongi ile dostluğundan hiç memnun değillerdi.
"Pat, acı çeken insanlara yardım etmek için gerekirse Şeytan 'la
da konuşur" diyen Volder, Dr. Robertson 'ın Zhu ile dostluğunu
(ve Kongo'nun iktidardan düşürülmüş güçlü adamı Mobutu ile
olan ilişkisini) savunmaktaydı. Pol itik bağlantılar, elmas (Kon­
go) ve İ nternet imtiyazı (Çin) elde etmeye yaramıştı.

1 60
İskoçya Bankası ABD'deki faaliyetine Dr. Robertson ' ın alı­
şık olduğu yol lardan başlayacak: telefon ve posta yoluyla davet­
ler. Ancak Robertson internete, Çin'le birlikte ya da yalnız. el
attığında bu banka işi, Pat Robertson ' ı internet ağındaki en bü­
yük mali örümcek yapacaktır. Yine de, ortak olarak İskoçya
Bankası'nı seçmesi şaşırtıcı, çünkü bu yıla kadar. Dr. Robertson
İskoç değil ingiliz kökeniyle övünmüştü. Dahası. Yeni Dünya
Düzeni'nde, Robertson özellikle bir kurumun, Şeytan ' ın dünya­
yı ele geçirme planının maşası olduğunu yazm ıştı: İskoç banker
William Paterson tarafından kurulan İngiltere kökenli merkez
bankaları, İngiltere Bankası ve İskoçya Bankası.
Dr. Robertson, banker Rothschild 'in yatırımlarının Paterson
plan ını devam ettirerek bir asır önce Afrika'da elmas madenie­
rini finanse ettiğini ve karşılığında Observer'ın editörü (Ah­
Ha!) Lord Milner tarafından yönetilen gizli, şeytani ' English
Round Table'a mali destek sağladığını söylemektedir. Dahası.
İskoç bankerin ilkeleri, ABD Senatosu Mali Komitesi tarafından
yaratılıp beslenen şeytani bir kuruma, ABD Federal Hazine Ku­
rulu'na da örnek olmuştu. Mali Komite 'nin başkanı, şeytani Pa­
ra Fonu'nun sadık dostu Senatör A. Willis Robertson 'dı. Pat Ro­
bertson ' ın babası.
Doğrudur. Pat, Yeni Dünya Düzeni 'nin çocuğudur. Bu düze­
ni mahkum etmek için yine düzenden kaynaklanan sınırsız imti­
yazlarından vazgeçmiştir.
Yoksa öyle yapmadı mı?
Deccal üzerine biraz araştırma yaptım. Nası l tanıyacaktık
onu? B üyük Sahtekar nasıl olup da Tanrıdan korkan Hıristiyan­
ları aldatmıştı? Hangi adı kullanırdı? Kilise-TV -stüdyo-üniver­
site-mabet-bankacılık kompleksinden ayrıldıktan sonra esas so­
ruyu alladığıını fark ettim. Peder neden Pat adını kullanıyor da
vaftiz adı Marion 'u kullanmıyor? "Pat Robertson" adının Şey­
tan ' ın ajanı İsk oç banker Paterson 'ın adından türetilmiş bir

161
anagram olduğunu fark ettim . Yeni Dünya Düzeni'ni bitirmek
üzere bütün gece ayakta kalmanın da ateşiediği aptalca düşünce­
lerim giderek birikti. B irden , Robertson g ibi, Şeytandan Aydın­
lanmaya, İskoç bankerlerine, Afrika elmaslarına, Senato Mali
Komitesine, internetİn komünist diktatörlerine uzanan o Görün­
mez Bağı ben de gördüm ... B i liyorum komik bir şey ama, kapat­
tığıını sanınama rağmen radyoda o kahrolası Rolling Stones şar­
kısı çalmaya devam ediyordu,

Sizinle tanıştığtma memnun oldum!


Umarım adımı tahmin etmişsinizdir. . .

Son Söz
Kadiri Mutlak yapacağını gizemli bir şekilde ve sessiz seda­
sız yaptyor. Observer' tn yazıyt yaytnlamastndan sonraki hafta
içinde Rohertson , kendi deyimiyle, iskoçya' mn "karanlık topra­
�ım" terk etti ve büyük bankact/ık rüyast söndü gitti! Roberison
'En Karanlık iskoçya' dan tüydü. Hatta, ingiliz modaevi Laura
Ashley' in Yönetim Kurulu' ndan da istifa etti.

Ancak elimizdeki kanıt Robertson ' ın, Hıristiyan Koalisyo­


n u ' nun "eğitim amaçlı" adres listelerini yalnızca politik amaç­
larla değil, ama ABD hükümetinin suçladığı gibi, iflas bayrağı
açmış olan Kal o-Vi ta kozmetiklerini pazarlama işinde de kul­
lanmış olduğunu gösteriyor. Amerikan Tarzı İnsanlar kuruluşu­
nun avukatları bulgularımızı ABD Federal Seçim Komisyonu
ile Vergi Dairesi ' ne vereceklerini açıkladılar.
Robertson ' ı n yeni kurulan bankanın başkanı olarak atandığı­
nı açıklayan İskoçya Bankası değil Ohsenw oldu. Neden? Ge­
nellikle bu tür şeyler davut zumayla açıklanır. Bunun nedeni,
ABD bankacılık kuruluşu Mevduat Kontrol Kurumu ' nun Ro­
bertson ' ın işin içinde olduğunu bilmemesi olabilir. Holding şir-

1 62
ketinin başkanı olmasına rağmen, ' Rahip' bankacılık başvurusu
yapan grup şirketinin yönetim kurulu listesinde bulunmuyordu.
Görünüşe göre, ellerindeki kıymetli evrakları suiistimal ettikle­
rinden dolayı haklarında soruşturma açılan kişilere banka açma
yetkisi verirken Federal yetkililerin epeyi başı ağrıyor. Robert­
son ' ın başkanlığının örtbas edilmesi amaçlarına erişmelerine
pek katkıda bulunmayacaktı .
Sonra, kanıtın ortadan kaldırılması suçlaması d a vardı. Hıris­
tiyan Koalisyonu'nun Mali işler Müdürü bana, bugün bile Cum­
huriyetçilerin önde gelenlerinden olan Ralph Reed' in "mahke­
mece istenen belgeleri eline alıp yere fırlattığını, yani alıp yere
attığını" söyledi. Bu har�ketin yasallığı (ve Hıristiyanlığı) tartı­
şıldığında Reed 'in şöyle dediği de belirtildi: "Neden eline bir si­
lah alıp da beyniınİ dağıtmıyorsun?"
Ancak Robertson 'ın daha iyi bir planı vardı. Garip bir biçim­
de, ABD hükümetinin hem el sürmeye çekindiği hem de yetkisi
olmadığı için yasallık kazandıramadığı Hıristiyan Koalisyo­
nu ' nun vergi muafiyeti on y ıldır askıdaydı . Yazımız yayınlan­
dıktan sonra Robertson başvurusunu geri çekti, bu ona parasal
olarak bir şey kaybettirmedi ama Koalisyon 'un mülkiyelindeki
şeyleri kullanıp kullanmadıkları konusundaki bütün incelemele­
rin de fişini çekmiş oldu.
Kendini ele vermek istemeyen Robertson birkaç gün içinde
H ıristiyan Koalisyonu'nun da kapandığını açıkladı ( l O Haziran
l 999). New York Times gazetesi, National Public Radio ve CBS
kanalının eğlence-haber 'programı 60 Dakika 'nın hepsi de Ro­
bertson ve Koalisyonun tükendiğini, Robertson ' ı n politik gemi­
sinin batlığını açıkladılar. B u durum Robertson 'ın bir kez daha
ve daha güçlü olarak yeniden sahneye ç ıkacağının da işaretiydi.
Düzenbaz hayal taeiri "Amerikan Hıristiyan Koalisyonu"nu
kurmak için Hıristiyan Koalisyonu'nu (bir Virginia kuruluşu)
kapattı. B ir yıl içinde Robertson 'ın çocukluk arkadaşı George H.

1 63
W. Bush, yeniden kapısını çaldı. B u kez, oğul George W . ' nun
başı dertteydi. Ocak 2000 'de, Senatör John McCain New
Hampshire'de Cumhuriyetçi partinin başkanlık adayı seçiminde
Silik Oğlanı mağlup etti. Şirketlerin kampanyalara yaptıkları pa­
ra bağışının kaldırılmasını talep eden McCain gerçek bir Ame­
rikalı kahraman olarak karşılandı. Virginia ve G üney Carolina
önseçimlerine kadar McCai n ' in Cumhuriyetçi partinin başkan
adayı olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Buraları H ıristiyan
Koalisyonu'nun bölgesiydi. M üritler arasındaki fiskos vatanse­
ver savaş gazisi McCain'e Şeytanın Vekili yaftasının yapıştml­
masına yetti. McCain bu eyaletlerdeki önseçimleri kaybetti ve
böylece daha sonrasında Florida'daki dostlarının da biraz yardı­
mıyla Dr. Pat başkanımızı seçmiş oldu.

Cola-Fındık Darbesi:
Pinochet, Nixon ve Pepsi

Augusto Pinochet, 1 998' de Londra'ya yaptığı sayısız alışve­


riş gezilerinin birinde cinayet suçundan tutuklandı. Yargılan­
mak üzere ispanya' ya iade edilmesi gündeme geldi. Pinoc­
het' nin suçlanan bazı ortaklarının izini sürehi/eceğimi düşün­
düm. Bu araştırma beni o her şeye nıaydanoz olan sıkıcı tarihi
kişilik Henry Kissinger' a ve arkasmdan operasyonun gerçek
oyuncuianna götürdü: JIT. A naconda Bakır ve Pepsi Cola.

Yazı yayın landığında ana bilgi kaynağım, "eli kanlı katil" di­
ye haykırdı - ama Pinochet için değil ben im için. Richard Nixon
zamanında Şili 'de ABD büyükelçisi olan Edward Korry oyuna
getirilerek konuşturulduğunu - altı saatl ik teybe alınmış itirafı
vardı - aldatıldığını, kandırı ldığını söyleyerek yazı işleri müdü­
rüme şikayette bulundu. Eski elçi, Şili 'yi talan edip yoksullaştı-

1 64
ran (bu, benim fikrim) ya da bu Güney Amerika ülkesini kurta­
ran (bu da, onun fikri) Şikago Ü n iversitesi ' nin serbest piyasa
şok ekibi Şikago Oğlanları 'nı göklere çıkartan, ateşli bir anti­
komünisttir.
M ilton Friedman ve ekibinin öğrencisi olan beni de o Oğlan­
lar dan biri sanmış, gazetecilere karşı duyduğu nefret ve savur­
'

duğu tehditlerle meşhur olan Korry bu yüzden benle konuşmuş­


tu. Ancak ona yalan söylememiştim, küçük bir Şikago Oğlanla­
rı çalışma grubunun üyesiydim bir zamanlar. Benim de serbest
piyasa düşkünü bir salak olduğuma kendini inandırdıysa benim
yapabileceği m bir şey yoktu.
Sözlerini yazdım diye bana saidırmasına ve politik görüşleri
tüylerimi diken diken etmesine rağmen, Büyükelçi Korry ' i bir
tür kahraman olarak görüyordum. Korry, Allende hükümetinden
nefret etmesine rağmen, Pepsi için bile rüşvete ya da kan dök­
meye razı olmazdı.

"A/Iende' nin hir darhey/e devrilmesi, kesin ve devam eden


hir politikadır . . . lütfen propaganda, örtülü operasyonlar. is­
tihharatın saklanması ya da yanlış bilgilendirme, kişisel iliş­
kiler ya da aklınıza başka ne geliyorsa onu da içerecek olası
ve mevcut faaliyetlerinizi gözden geçirin . . . "

"SADECE OKUNMAK İÇİN", "SINIRLI ERiŞiM", "GİZLİ"


CIA merkezinden Santiago' daki
istasyon şefine gönderilen mesaj,
16 Ekim 1 970

"MAKİNELİ TÜ FEKLER VE CEPHANE D Ü ZENLİ POS­


TAYLA GÖNDERiLDi. SANTİAGO ' YA DOGRU 1 9
EKİM ' DE SAAT 07.00 'DE WASHİNGTON 'DAN YOLA
ÇlKTI . . .
"

CIA 'den mesaj, 18 Ekim 1970


1 65
Bu planının 'Hür Dünya' ile komünizm arasındaki Soğuk
Savaş 'la bir ilgisi olduğunu düşünürseniz hata yapmış olursu­
nuz. Olayın nedeni başka: Pepsi Cola'nın piyasa payı ve şirket­
leşmiş Amerik a'nın özüne uygun diğer şeyler.
Observer gazetesine verdiği özel demeçte, ABD'nin o sıra­
larda Şili büyükelçisi olan Edward Makolm Korry bunları ve
Ulusal Güvenlik Arşivleri tarafından elde edilen CIA, Dışişleri
B akanlığı ve Beyaz Saray ' a ait çok gizli, tüyler ürperten diğer
telgratları yorumladı. Korry, ABD Bilgilenme Özgürlüğü Yasa­
sı 'na göre elde edilen belgelerde üstüne çizik atılmış bilgileri
açığa: çıkartarak ve hala sınıflandırılan telgratları tanımiayarak
boşlukları doldurdu.
Başkan Kennedy, Johnson ve Nixon dönemlerinde görev ya­
pan büyükelçi Korry kaladan bakıra kadar uzanan bir alanda fa­
aliyet gösteren, CIA ' y i uluslararası tahsi lat kurumu ve yatırım
güvenlik gücü gibi kul lanan Amerikalı şirketlerin bir tablosunu
çıkardı.
Gerçekten de, Ekim 1 970'de Şili 'nin seçilmiş cumhurbaşka­
nı Salvador A i lende ' ye karşı CIA' in "makineli tüfekleri ve cep­
haneleri" ile düzenlenen komplo, Pepsi şirketinin Yönetim Ku­
rulu Başkanı Donald M . Kendal l ' ı n bir ay önce, Pepsi ' nin eski
avukatı olan Başkan Richard N ixon ' a iki kez telefon ederek, ha­
rekete geçmesi için yalvarmasının sonucuydu. Kendall , 1 5 Ey­
lül 'de şirketin Şili 'deki şişeleme fabrikasının sahibi için Ulusal
Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ile bir toplantı ayarladı.
Bir kaç saat sonra Nixon CIA başkanı Richard Helms ' i aradı ve
Helms ' i n el yazısıyla tuttuğu notlara göre, CIA ' ye Ailende' nin
görevi devralmasını önlemesini emretti.
Ancak Korry 'e göre bu sadece resmin yarısı. Çünkü Allen­
de'nin seçilmesini engellemek için Amerika'nın işe karışması,
N ixon döneminde değil John Kennedy döneminde başladı.
1 963 'de, Ailende Şili' deki cumhurbaşkanlığı seçiminde zafer

1 66
kazanmak üzereydi. Kennedy kendi politik seçeneğini yaratma­
ya karar verdi, Eduardo Frei (Şil i ' ni n şimdiki cumhurbaşkanının
müteveffa babası) seçimi satın alarak kazanabilirdi. Başkan, pla­
nın uygulanması işini kardeşi Bobby Kennedy 'ye bıraktı.
Kennedyler Amerikalı çok uluslu şirketlerin -sadece sekiz
milyon nüfuslu bir ülke olan- Şili ' ye 2 milyar dolar akıtınaları­
nı sağladı. Masum bir yatırım değildi bu, aksine Amerikan hü­
kümetinin garanti ve sigorta kısmını yükleneceği, çoğu tartışma­
lı, Korry 'nin deyişiyle "karşılıklı çıkariara dayanan" bir ticaret
ağıydı. Yapılan yatırım karşılığında Amerikan şirketleri Frei'in
seçim kampanyasına milyonlarca dolar akıttılar. Söz konusu bu
yabancı para Frei'in başarılı kampanyasının masrafının en az
yarısını karşıladı.
Sonunda Amerikalılar Şili'nin iyi para kazanan sanayisinin
yüzde 8 5 ' inden fazlasını ellerine geçirdiler. Bu yatırımların ga­
rantörü olarak yağmaya katılan Amerikan hükümeti, yatırımla­
rın korunması için olağanüstü maddi, istihbarat ve politik kay­
naklar tahsis etti. İş dünyasına yakın çok sayıda hükümet yetki­
lisi ve kuruluşu - militan işçi sendikalarını sabote etmekle ünlü
Amerikan Serbest İşgücü Geliştirme Enstitüsü dahil - Şili ' ye
gönderildi.
Daha sonra I 970'te, Amerika'nın mali ve politik yatırımları
beklenmedik bir tehlikeyle karşı karşıya kaldılar. Şili'nin mer­
kez ve sağ kanat partileri arasındaki bölünme Salvador Allen­
de 'nin lideri olduğu Komünist-Sosyalist-Radikal ittifakının
cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına yol açtı.
O Ekim, sıkı komünist düşmanı olan Korry, Ailende 'nin ik­
tidara geçmesini önleyip Frei ' in yeniden iktidara gelmesini sağ­
lamak için görev dışı bir plan geliştirdi. B üyükelçi kendi kansız
entrikasına destek bulmak için "yeni bir Domuzlar Körfezi" fi­
yaskosuna yol açabilecek olan askeri harekata karşı, Washing­
ton ' ı uyaran bir mesaj "yolladığını" söylüyordu. (Korry halen
dosyalarda olan bu telgrafın bir kopyasını elinde tutuyor.)

1 67
Ancak Korry ' nin önceden bilinen bu mesajı, bir sonraki haf­
ta uygulanması planlanan, Pepsi 'nin önayak olduğu darbe için
düğmeye basmış olan Kissinger' i kızdırdı. Kissinger, Korry ' e
fırça çekmek i ç i n o hafta sonu gizlice Washington'a gelmesini
emretti.
CIA planından hala habersiz olan Korry, Beyaz Saray kori­
dorlarında Kissinger'e "sadece birkaçığın" Şili' nin aşırı sağcı
generalleriyle gizlice plan yapacağını söyledi. Kissinger ise,
sanki bir tiyatro sahnesi gibi, Nixon 'ı göstermek üzere Ova!
Ofis 'in kapısını açarak yanıtladı büyükelçiyi.
Büyükelçisi Korry ' i önce "yufka yürekl i" olarak nitelendiren
Nixon yine de, taktik olarak, bir darbenin başarısız olacağı ko­
nusunda Korry ' nin fikrine katıldı. Ancak hareketi ertelernek için
son dakikada Santiago'daki CIA ajanlarına gönderilen telgraf
geç kaldı. Böylece CIA işbirlikçileri Şili ' n in demokrasi yanlısı
Genelkurmay Başkanı Rene Schneider'i kaçırıp öldürdü. Şili
halkı, generalin katillerine silahları Nixon 'ın CIA ' sinin verdi­
ğinden habersizdi. Yine de bu cinayet karşısında ayağa kalkan
kamuoyu Şili Kongresi 'nin Ailende 'yi cumhurbaşkanı olarak
onaylamasını sağladı .
Nixon ' ın reel politik bakış açısı. Ailende ile geçici anlaşma
yapmasını gerektirdiyse de, kendisine destek olan ve Allen­
de 'nin yatırımlarını kamulaştırma planından paniğe kapılın ış
işadamlarından gelen büyük bir baskıyla da karşı karşıya kaldı.
Başkan, özellikle Şili 'nin telefon sistem inin sahibi ITI şirke­
tinin -yasadışı biçimde- Cumhuriyetçi parti kasasına para aktar­
dığının farkındaydı. Nixon ITI' nin istekleri ni görmezlikten ge­
lecek durumda değildi -ve ITI'nin gözünü kan bürümüştü. ITI
Yönetim Kurulu üyesi John McCone, Ailende 'nin iktidara gel­
mesini önlemek için yapı lacak CIA kamplosuna destek olmak
üzere Kissinger'a bir mi lyon dolar ödeme sözü verdi. McCone
mükemmel bir iletişimciydi: Kennedy ve Johnson dönemlerinde
CIA başkanı olarak görev yapmıştı.

1 68
B unun yanında, David Rockefeller'in Latin Amerika İş Gru­
bu ' nun himayesi altındaki Anaconda Cooper ve diğer çok ulus­
lu şirketler Allende 'nin seçim zaferinin kabul edilmesini engel­
lemek üzere Şiiili milletvekilierini satın almak için 500 bin do­
lar önerdiler. Ancak büyükelçi Korry bu teklife yanaşmadı.
ITI' nin CIA'den isteklerinden haberi olmayan Korry, Anacon­
da çetesinden gelecek paranın amacını hissedip reddetti.
Korry, Kuzey Carolina, Charlotte 'deki evinde günlerce süren
görüşmelerde diğer olayların yanı sıra, Ailende'ye suikast plan­
layan bir albayı - albayın CIA işbirlikçisi olduğunu bilmeden -
Şiiili yetkililere teslim ettiğini de açıkladı.
Ailende iktidara geldiğinde Korry, telefon ve bakır işletme­
lerinin kamulaştırılmasının (aslında bu iş Frei döneminde başla­
mıştı) Şili 'nin yıllardır içine düştüğü "gayri meşru ve yıkıcı" ba­
ğımlılıktan kurtulması için gerekli olduğunu düşünerek yeni hü­
kümetle anlaşma yolunu aradı. Amerikalı şirketler olaya bu açı­
dan bakmadılar. Bir tarafta yatırımlarının satışı konusunda Al­
lende ile pazarlık yapmaya istekli görünürlerken, diğer tarafta
Şili ekonomisine ambargo koyması için Beyaz Saray 'a baskı ya­
pıyorlardı.
Ancak bütün çabaların başarısızlığa uğraması durumunda
devreye girmesi için, ITI - Korry ' nin itharniarına göre - ele ge­
çirilen telgraflarda Şişko denilen bir adama 500 bin dolar ödedi.
Korry, Şişko'nun kamulaştırma bedel tespit komisyonunda çalı­
şan, Ailende 'nin dostu Jacobo Schaulsohn olduğunu belirledi.
Para yerine gitmedi. l 97 l 'de Allende, şirketlerin hükümeti­
ne karşı giriştiği komployu öğrendiğinde kamulaştırılan malla­
rın bedellerini ödemeyi reddetti. Ailende 'nin kaderini belirleyen
de işte bu olacaktı; ödeme yapmayı reddetmesiydi önemli olan,
orak-çekiçle yaptığı işbirliği değil.
Ekim I 97 I 'de, Dışişleri Bakanlığı Korry ' i Santiago 'dan aldı.
Ancak Korry 'nin Şili 'yle ilgili yapılacak küçük bir işi daha kal-

1 69
mıştı. ABD'ye döndüğünde Korry, bir kamu kuruluşu olan
Overseas Private lnvestment Corporation' a (Denizaşırı Özel
Yatırım Şirketi-DÖYF) Ailende tarafından el konulan malları
için Anaconda Cooper ve ITT şirketlerinin talep ettiği bedel i
reddetmesini önerdi.
Korry 'e göre, evini yakıp yıkan biri gibi, ITT de Şili yasala­
rını çiğneyerek kendi neden olduğu bir kamulaştırma için bedel
talep etmek durumunda değildi. Korry, şirketin korsan Genel
Müdürü Harold Geneen dahil ITT'nin üst düzey yöneticileri
hakkında sigorta bildirimlerinde yanlış bi lgi verdikleri ve Kong­
re ' ye yalan söyledikleri için hukuki işlem başlatmasını savcılığa
gizlice önerdi.
Şirketlere karşı güçlü kanıtların ortaya serilmesinden dolayı
DÖYF önce şirketlerin taleplerini reddetti - ve Adalet Bakanlığı
da ITI' nin iki orta düzey yöneticisini yalan yere yemin etmek­
le suçladı. Ama sonunda, şirketlere ödemeleri yapıldı ve yöneti­
c iler de, CIA ve daha üst düzeydekilerin bilgisi dahilinde çalış­
tıkları şeklinde bir savunma yapmaları üzerine serbest bırakıldı­
lar.
Eylül I 970 ' te, Büyükelçi Korry Dışişleri Bakanlığı 'na gön­
derdiği gizli telgrafta Jean Genet'den şu alıntıyı yapar: "EIIerim
gerçeklerle dolu olsa bile bunu başkalarına göstermezdim." Pe­
ki. elini neden şimdi açıyor? 77 yaşında tarihi düzeltmek için,
imkansız da olsa, karşı konulamayan bir istek söz konusu olabi­
lir. Yaşlı diplomat sadece - biraz da iyimser bir şekilde - Ame­
rikan dolar diplomasisinin son örneği üzerindeki sis perdesini
aralamanın önemli olduğunu söylüyor.

Ve kimya dalında utanç ödülünün sahibi ...

Mayıs 1 999' da, bir top belge alçaktan uçan bir uçaktan dü-

1 70
RfSTRICTED HANDLING
tUSSIFIED M(SSlGt
...,_ ., __

l<�• n ı • ı c o ı •••ı

� ·
l l ll l l z Otr ll CITE HEADQUARTERS - 8'St.
- 1{31
•Q IMMEDtA Tl: SAHTIACO (E \'ES ONLY ı 0 ll

�Fı SANTI.ACO �62

Stra·MACKINE ÇUN:! A.NO �)ı.(O BElNCii SO�T B Y I.ECUI....U. ......


COUAJ!:.R Ll:A.Vl.HC WASRI$TON 07CO HOUJtS 19 OCTO •E� DUr AA.Rtvt:

SAN'DACO LATı: EYENII'K: Z.O OCTOBD OR !:..U. LT MO.NUfG 21 OCTOB.E.P

PIU:f"ERRED USE lUXiOLA.Jl ,.... COURlEJt 7'0 AVOID &IUHCINO UNOUE

ATTE!>InOH TO OP.

ENO OF MESS AG E

../

x•· • -:o ' o ,�4. ·- ı •


-��l..&. ?i�
·

lO :z.. s • .t.;.�
\. .•

'i4n.n .... (,, Ur 1•&1)1

c.••,.. , ... , • • .. • • c • • •

..
Sdli Li
v � ı · • · .c o ... ,,

uos

Şekil 10. 1 971fsonbaharında, CIA gerekirse suikast düzenleyerek, Salvadore


Ailende'nin Şili Cumhurbaşkanı olarak iktidara gelmesini önlemek için plan
yaptı. ABD'nin Şili Büyükelçisi Edward Malcolm Korry demokrasiyi ayaklar
altına alma girişiminden öfkeye kapılan İngiliz Büyükelçisi'nden çevrilen do­
lapların ipucunu aldığını söyledi bana. ("Bütün Latin Amerika ülkeleri belki
de yirmi yıl boyunca komünizmle yönetilrnek durumunda kalacak" diyordu
Dışişleri Bakanlığı 'ndan İngilizlere giden bir telgraf.) Korry -bana anlanığına
göre Richard Nixon ve Henry Kissinger tarafından emredilen- darbeyi, Şili hü­
kümetine bildirerek önledi. CIA'nın planı zar zor gerçekleştirildi ama işbirlik­
çiler demokrasi yanlısı Genelkurmay Başkanını öldürüp, Şili Kongresi'nin Al­
lende'nin seçimini onaylamasına yol açınca olay geri ıepıi. CIA'nın bu telgra­
fı U l usal Güvenlik Arşivi'nden alındı.

171
şüp masama kondu. Kesinlikle ilginç bir yoldan geliyorlardı:
DTÖ Gıda Güvenliği Ruhsat Dairesi' ndeki dosyalarda bulunan
belgeler, Amerikalı memurlar tarafından aşırı/ıp Monsanto şir­
ketine aktarılmıştı. Bu olay tehlikeli yeni bir salgının taze bir ör­
neğiydi: Şirket parası tarafından bilime mikrop bulaştırılması.

On beş yaş üzeri Amerikalıların yüzde 37'si cinsel ilişkiyi


acı veren, yapılması zor bir şey olarak tanımlamakta ya da içle­
rinden yapma isteği gelmediğini söylemektedir. Kim diyor bu­
nu? Diyenler, doktor Edward Laumann ile Raymond Rosen. Bu­
nu Amerikan Tıp Birliği 'nin saygın dergisi lAMA 'da dedikleri
için Monica Lewinsky 'nin yarıda kesilen il işki ağrılarından
muzdarip olan her Amerikan gazetesinde hemen yer bulmaya
yetecek kadar inandırıcıydı.
Bu araştınnayı yapanların daha önce de, Viagra'nın üreticisi
Pfizer için çalıştıklarını söylemiş miydim? lAMA da söylemedi
bunu.
Belki de Amerikalıların kızışıp kızışmadıkları sizi ilgilendir­
miyordur. Ancak parayla mikrop bulaşması diğer birçok organa
il işkin araştınnayı da etkilemektedir. Kalsiyum kanal tıkayıcıla­
rı. kalp hastalığı riskini azaltırlar. Ancak, olumsuz bir yan etki­
si de olabilir; yani kalp krizine neden olabil irler. Ama kaygılan­
mayın. tıbbi dergilerdeki bir yığın yazı ilaçların güvenirliği ve
etkinliğine kefıldir. Şimdi de kaygılanın: New England Journal
of Medicine (İngiltere Tıp Dergisi) tarafından yapılan bir araştır­
maya göre, ilacı destekleyen bilim adamlarının yüzde l OO'ü ilaç
şirketlerinden maddi yarar sağlamaktadır. Kalsiyum kanal tıka­
yıcılarda oran yüzde 96 olarak gerçekleşti. Yetmiş bilimsel ya­
zının sadece ikisinde araştırmacıların banka hesaplarıyla ilaç şir­
ketleri arasındaki bağlantı açıkça belirtilmişti.
Bilim topluluğunun büyük bir bölümünü gizlice maaş bord­
rosuna dahil etmek, üreticinin insanlar ve hayvanlar için ilaç

1 72
ruhsatı almasına yardırncı olmaktadır. Ancak ç ıkar çatışmaları
bazı sorunlar yarattığında bir Amerikan şirketi olan Monsanto,
yetkilileri etkilemek için daha etkili araçlara başvurmaktadır.
Observer gazetesi, Monsanto'nun ürettiği BST denilen, sı­
ğırları büyütmek için kullanılan tartışmalı hormonu soruşturan
önemli bir uluslararası ruhsat komitesinin gizli belgelerinin,
Monsanto ' nun eline geçtiğini gösteren rnektupların, notların ve
toplantı tutanaklannın kopyaların ı ele geçirmişti. BST uygula­
ması inekte süt artışına yol açmaktadır. Ancak Avrupalı ve
Amerikalı uzmanlara göre BST'nin sütte irin miktarını artırmak,
ineğin memesinde enfeksiyonu teliklemek ve BST'li süt içen in­
sanlarda meme ve prostat kanseri riskini önemli ölçüde artırmak
gibi ciddi yan etkileri vardır.
Kanada Sağlık Bakanlığı 'nın Kasım 1 997 tarihli bir yazısına
göre, BM Dünya Sağlık Örgütü ' nün Gıda Katkı Maddeleri Or­
tak Uzmanlık Komitesi 'nin kapalı toplantısında görüşülmek
üzere hazırlanan üç ciltlik inceleme raporunun kopyalan Mon­
santo'nun eline geçti. Değerli bir belge bu. Avrupa B irliği 'nin
genetik açıdan değiştirilmiş hormona koyduğu yasak 1 999'da
sona eriyordu. Uzmanlık Komitesi, Monsanto B ST'nin, ulusla­
rarası onaylanmış gıda katkı maddeleri listesi Codex Alimenta­
rius'a alınıp alınmamasına onay verecek olan uluslararası ko­
misyona öneriler götürmektedir. Codex listesine girmek ülkele­
rin BST destekli gıdaların ithalini engellemesini zorlaştıran bir
etrnendir.
Monsanto 'nun elindeki belgeler arasında Avrupa Birliği Ge­
nel Direktörlüğü'nden gelen gıda ve tarıma ilişkin gizli belgeler­
le İngiliz farmakolog John Verrall 'in analizi de bulunuyordu.
Verrall ' le, çalışmasının Monsanto ' nun eline geçtiğini öğren­
mesinden hemen sonra görüştürn. Verrall ' i yalnızca, gizli oldu­
ğuna inandığı - katılımcılar belgeleri açıklamama konusunda
imza atmışiardı - raporların elden ele dolaşması değil, aynı za-

1 73
manda sızıntı kaynağı da şaşırtmıştı. Yazıda, Monsanto 'ya B M
uzmanlar komitesinden belgeleri sızdıran kişi olarak, A B D Gı­
da ve İlaç Kurumu'ndan (FDA) Dr. Nick Weber gösterilmekte­
dir. Sonradan ortaya çıktığı üzere, Dr. Weber FDA'da, Marga­
ret Miller' in bölümünde çalışmaktadır. Dr. Miller ise, devlet
memuru olmadan önce, BST üzerinde çalışan Monsanto labora­
tuarının başkanıydı.
Monsanto, gizli komite belgelerini değerlendirdikten sonra,
hükümetteki dostlarına Uzmanlık Komitesi ' ndeki bir üyenin,
Dr. Michael Hansen ' in , "tamamen kendi taraflarında olmadığı"
konusunda bir faks gönderdi. Gerçekten de Hansen taraf değil­
di. Washington 'daki Tüketici Politikası Enstitüsü' nde BST uz­
manı olan Hansen notları şöyle yorumluyor; objektif davrandık­
ları sanılan bazı Amerikalı ve Kanadalı yetkililerle, bağımsız bi­
lim adamları aslında Monsanto ile ortak çalışıyordu sanki.
Diğer notlarda, Mansanto 'ya sempatik bakan Amerikalı ve
Kanadalı yetkili lerin "kendi iletişim stratejilerini endüstri ile
paylaşmak" konusundaki planları tartışılmaktadır. Söz konusu
plan, Uzmanlık Komitesi ' nin üyelerine lobi yapmaktı. Monsan­
to, Şubat 1 998 tarihinde yapılacak uzmanlar kurulu oylamasın­
dan epeyi önce BST eleştirilerine verilecek yanıtın hazırlanma­
sına gizlice destek sağladı. içerden sızdırılan bilgilerin sonucu
etkileyip etkilemediğini bilmiyoruz. B ildiğimiz, Mansanıo ' nun
ayiamadan galip çıktığı.
Tutanaklar gizli olduğundan , itirazların çoğunluk tarafından
nasıl alt edildiğini bilmiyoruz. Ancak toplantılara daha sonradan
B ST yanlısı Dr. Len Ritter'in katılmasının Monsanto 'ya bir za­
rarının dokunmadığını tahmin edebil iriz. Kanada Veteriner İlaç­
ları Bürosu ' ndan elde edilen bir iç yazışmada Dr. Ritter' in adı­
nın, büronun başkanına Ağustos 1 997 tarihinde telefon eden
Monsanto ruhsatlandırma bölümünden Dr. David Kowalczyk
tarafından teklif edildiği yazıyor.

1 74
Kuşkusuz, kimsenin satın almayacağı BST bulaşmış sütün
satış ruhsatını almak Monsanto için pek bir değer ifade etmeye­
cektir. Monsanto'nun şansına, FDA sadece hormonlu ürünlerin
etiketlenmesini reddetmekle kalmadı, aynı zamanda 1 994'te süt
ürünlerinin üzerine "BST'siz" diye yazılmasını da yasakladı.
Amerika'nın İnsan Hakları B ildirgesi'nde bir istisna oluşturan
bu garip muafiyet, FDA Başkan Yardımcısı Michael Taylor ta­
rafından' imzalandı. Taylor FDA 'ya katılmadan önce, Monsan­
to'yu remsil ettiği King&Spalding şirketinde hukukçu olarak ça­
lışıyordu. Artık devlet hesabına çalışmayan Taylor şu anki işye­
rinde -Monsanto, Washington- telefonlarımıza cevap vermedi.

Monsanto yalnızca resmi makamlara dostlarını yerleştirmek­


le kalmıyor, dost edinmekten de hoşlanıyor. Kanada Sağlık Ba­
kanlığı ' nda araştırmacı olarak çalışan Dr. Margaret Haydon
Monsanto ' nun, I 994 toplantısında, BST'nin satış iznine karşılık
kendi dairesine bir-iki milyon dolar teklif ettiğini söyledi bana.
Monsanto' nun karşılık olarak v ereceği paralar kaynak sıkıntısı
olan dairenin araştırmasını desteklemek amacıyla önerilmiş.
Monsanto ' nun teklifini "bir rüşvet" olarak görüp görmediği so­
rulduğunda Haydon 'ın patronu teklife gülüp geçtiğini söyleme­
sine rağmen, "Elbette ! " dedi.
Ş imdi gülen yok ama. Haydon ile birlikte devlette çalışan beş
araştırmacı işlerini ve meslek yaşamlarını kurtarmak için, Kana­
da Sanayi Hakem Kurulu ' na olağanüstü bir pişmanlık dosyası
verdiler. Uzun süredir saklanan BST kirli çamaşırlarının ortaya
dökülmesinden korkuyorlardı. Amerika 'nın 1 993 'te hormon u
aceleyle ruhsatlandırması sırasında, BST ile beslenen sıçanlarda
"anlamlı değişiklikler" olmadığını belirten FDA araştırmacılan­
nın Science dergisinde yayınladıkları çalışma kaynak olarak
alındı. Sıçanlar ise olayı daha farklı anlatıyorlar. Hayvanların
otopsilerinde tiroid kistleri, prostat sorunlan ve BST'nin kanı iş-

1 75
Kime: Ruth Sw1n1mer
cc: Donald L&ndry, Me.nsen Young
Konu: Monsanto görüşmesi

Bu sabah Monsanto'd&n David Kow&lozyk telefon ettL Yanında Monsanto


K&nsd&'d&n Kelth lı{aclı{lllan vardı.
Dr. Kow&lozyk CVll'de çalışan Dr.Weber'den, gözden geçlrmek üzere cJEFCA
belgelerlnln kopyasını &l.mış olduğunu söyledi Blze de blr kopyasını hemen gön­
derecek. Bugün JAJU ve diler delerlendlrmelerln de kopyalarını f&ksl&yao&k.
Dr. Kow&lozyk DFC lle yapılan toplantıyı sordu. DFC toplantısının muhte­
melen blr ay d&h& ertelendJllnl söyled.im. Departmanda kurulan BST oahQma
grubunun ttetışlm Stre.tejlsl üzerinde Q&lıştığını ve endüstri grubuyl& yapaca­
lı blr sonr&kl toplantıya kadar bltlrmek lstedJllnl bellrttlm.
DFC lle yapılan toplantıların kendl dUl'llJill&rını &Qıklam&k üzere blr tartış­
ma ortamı olarak başlatıldığını açıkladım. Federal hükümetin kendl lletışlm
stre.tejlsJnl endüstri lle paylaşmak glbl blr planı oldulunu ancak bunun fede­
ral hükümetin delişik departınanl&rının anlaşmasından sonra ol&oalmı anlat­
tım.
Blr sonr&kl toplantının 16 Aralık'ta yapılmaBmm önerlldlllnl ve depart­
manlar arası grubun Monsanto'nun d& davet edllmesl tlkrlnde olduğunu söy­
ledim. Dr .Kow&lzoyk ve MaoM1llan katılmak lstedlklerlnl bellrttller. Ayrıca bu
toplantıdan önce Kanada Sallık B&kanlılı lle görüşmek lstedlklerlnl de söyle­
dller.
Etklnllk delerlendlrmeslni lns& blr süre lçlnde bltlrmek lsted.lğlml ve bel­
ki de o zaman onlara blr değerlendirme ya.p&blleoeltmlzl söyledim. 8 Ar&lı.k.'ı
lzleyen günlerde görüşeblleoeğlmlz konuşuldu.
Onlar& serumda BST ölçümüne lllşkın yöntem hakkındaki lstekle llglll
"ipuçları• verdim. Dr. Kow&lzoyk BST delişkenlerlnl ölçmek lçln henüz blr
yöntemın olmadığını bellrtti Gellştlrllen yöntem de aşırı çapraz re&ktlvlteye
S&hlptl ve gllvenllemeyecek kadar yavaş ve k&rın&Şıktı. Onlara yakında, ayrın­
tılı blr açıkl&m& talep eden yazının geleoeğlnı söyledim.
Dr. lı{acM1llan mümkün olan en kısa zamanda toplantı t&rlhlnl bellrleme­
mlzl lstedi

Şekil l l . Kamuoyu bir ş i rketin iş bağlamasının kanıtını sıcağı sıcağına na­


diren görür. Bu belge, Kanada Sağlık Bakanlığı yetkilisi lan Alexander'ın
Monsanto şirketinin genetik mühend i slik ürünleri için lobi yapan Dr. Ko­
walzyck'den gelen telefon konusunda yazdığı noııur. "Dr. Kowalzyck JEFCA
belgesinin kopyası n ı ele geçirdiğini söyledi - Mansanıo' nun genetik olarak de­
ğişıirilmiş hormonu BST'nin güvenirl iği konusunda kuşkuları ortaya koyan,
gizli olması gereken, uluslararası sağlık ruhsalı aj ans ı ' n ı n (JEFCA) belgeleri.
Noıa göre şirkete belgeyi sızdıran A B D Gıda ve Ilaç Daires i ' n i n bir kolu olan
"CVM" de çalışan N ick Weber'den başkası değil.

1 76
gal ettiğine i lişkin belirtiler görüldü. Monsanto ' nun destekledi­
ği Amerikalı araştırmac ılar bu gerçekleri yayınlamadılar ve
FDA da araştırmayı, açıklanusa Monsanto'yu "onarılamaz dere­
cede yaralar" diyerek rafa kaldırdı. Gerçekten de yaralardı.
Sonunda çalışmayı elde eden Kanadalı araştırmacılar, sıçan­
ların üzerindeki gizemin kaldmiması için düğmeye bastılar.
B ulgular orij inal, yanıltıcı rapordan on yıl sonra, Kanadalıların
yoğun çabası sonucu açığa ç ıktı. Çıktı ama BST de zaten
FDA 'dan güvenli diye onay almıştı çoktan.
Monsanto 'yu tek başına öne çıkarmak beni üzüyor, bunun
nedeni K imya Dalında Utanç Ödülü'nün diğer adaylarını onur­
landıracak yerimin kalmaması. İ ngiltere Gıda Etik Konseyi üye­
si, BST uzmanı John Verrall ' a göre, Monsanto olayı "çok ulus­
lu şirketlerin , öncelikler sıralamasında ahlaki değerleri alt sıra­
lara attığının" göstergesiydi. Monika Lewinsky 'ye bir gönderme
yaparak sözlerini tamamlıyor Verral l, "Bilimin beyaz gömleği
lekelendi."

İyi Tasarlanmış Felaket:


Exxon Valdez' in Gizli Kalmış Hikayesi

24 Mart 1 989' da, Ex.xon Valdez parçalandi ve Alaska' mn


2000 kilometrelik sahil şeridi petrole bu/andı.
Petrole bulanan ve mahvolan topraklar, Amerika' da avCilık­
la geçinen son halk olan Prens William Bof!az' mdaki Chugach
Yer/ileri' ne ait. SlZintıdan birkaç gün sonra, Chugaclı yerlileri
benden Ex.xon tarafmdan yapıldığı söylenen sahtekarlı,�ı ve pek
bilinmeyen 'Alyeska' konsorsiyumu konusunda araştırma yap­
mamı istedi. Üç yılltk bir kazı sonucunda ekihim yirmi yıl bo­
yunca tahrif edilmiş güvenlik raporlarına, petrol a,�alan arasm-

177
daki yasadışı bağlantı/ara ve tanıkların sistemli biçimde taciz
edilmesi olayiarına erişti. Petrol ağalannın bu eski Amerikan
sporundaki, yani Yerlileri aldatmak konusundaki parlak başarı­
sını belgeledik. Kamtlarımızın özeti bile dört cilt tuttu.
Hiçbiri yayınlanmadı elbette. Resmi ağızlarda olay, "Sarhoş
Denizci Kayalığa Çarptı " şeklinde kaldı. Sakın ola inanmayın.

Asl ında, gemi çarptığında Joe Hazelwood dümenin yanında


değildi, içki aleminin sonunda güvertenin altında uyuyordu. Dü­
mende bırakılan adam, Ü çüncü Kaptan, eğer Raycas radarına bir
baksaydı Bligh Kayatığı 'na çarpmayacaktı. Ama radara bakma
şansı yoktu, çünkü radar kapaltydı. Karmaşık Raycas sistemi iş­
letilmesi pahalı bir sistem, o nedenle tutumlu Exxon yönetimi
kayalığa bindirineeye kadar s istemi devre dışı bıraktı.
Exxon Valdez hikayesinde size aniatılmayan daha çok şey
var.

• Alyeska, boru hattı işleten ve tanker çalıştıran altı şirketten olu­


şan bir petrol grubu. Grubun Arizona'da, sızıntıdan on ay ön­
ce yaptığı gizli ve üst düzey toplantıyı anlatan bir not elimize
geçti. B u notta, Valdez Operasyonu'nun şefi Theo Polasek,
Prens William Boğaz ' ının merkezinde - tam da Exxon Val­
dez 'in çarptığı yerde - oluşacak bir petrol sızıntısını kontrol al­
tına almanın "mümkün olmadığı" konusunda yöneticileri
uyardı. Sızıntı kontrolü aygıtları için Polasek, mi lyonlarca do­
lara ihtiyaç duyuyordu. Yasa bu aygıtların alınmasını emredi­
yordu, şirketler da alıoacağına dair söz vermişlerdi devlete.
Toplantıda söz konusu aygıtların alınması reddedildi.
• Exxon felaketinden önce oluşan daha küçük çaplı sızıntılar, )i­
manın petrol sızıntısı kontrol sisteminin iyi durumda olmadığı
konusunda devlet yetkililerini uyarabilirdi. Ancak, petrol gru­
bunun laboratuar teknisyeni Erlene Blake bana, yönetimin sü-

1 78
rekli olarak kendisine, "sudaki yağ" bulgularını ortadan kal­
dırmak için test sonuçlarını değiştirmesi yönünde emir verdi­
ğini söyledi. Kendisine petrole bulaşmış suyu boşaltıp, test
tüplerini "Sihirli Varil" dedikleri temiz deniz suyu dolu kova­
dan alınan suyla doldurması söylendi.
B üyük sızıntıdan tam tarnma dört yıl önce, o zamanlar grubun
Valdez l imanı yöneticiliğini yapan Kaptan James Woodle, Ni­
san 1 984 tarihli gizli bir mektupta, "Aygıtların eskimesi, kısıt­
lı eğitim ve personel yetersizliğinden dolayı orta ya da geniş
boyuttaki bir petrol sızıntısını etkili biçimde kontrol altına alıp
temizleyebileceğimiz konusunda ciddi kuşkular bulunmakta­
dır" diyerek yönetimi uyarmaktadır. Woodle bana, Exxon ka­
zasından önce Valdez'de daha küçük sızıntılar görüldüğünü
söyledi. B unu devlete bildirmeye kalkıştığında müdürü, Or­
well tarzı bir emirle, yazısını geri almaya zorlayıp "Yanılmış­
sın, bu petrol sızıntısı değildi" dedi.

Uyduruk alkolik kaptan hikayesi Exxon Valdez ' in neden ol­


duğu çevre felaketiyle British Petroleuro bağlantısını gizlerneye
yetti. Alaska petrolü BP'nindir. Alaska boru hattı sisteminin bü­
yük bir bölümü de BP'nin elindedir. Exxon küçük ortak, diğer
dördü de sadece geçici olarak iş yapılan şirketlerdir. Kaptan
Woodle, teknisyen Blake, Başkan Yardımcısı Polasek, hepsi de
B P ' nin Alyeska'sı için çalıştılar.
Petrol sızıntısı söz konusu olduğunda, yapılacak tek şey atı­
ğı kontrol altına almaktır. Radar olsun olmasın, bir yerlerde bir
tanker kayal ıklara bindirecektir. Sahili berbat eden, Exxon Val­
dez sızıntısının kontrol altına alınamayışıdır.
BP doğal olarak adının Alyeska'nın felakete yol açan dikkat­
sizliği ile birlikte anılması için çaba harcamadı . Ancak edindi­
ğim bilgilere göre, BP'nin Londra'daki merkezi, sızıntıdan do­
kuz yıl önce ABD hükümetine verilen raporlarda tahrifat yapıl-

1 79
dığı iddiasını öğrendi . Eylül 1 984'te, Washington DC 'de serbest
çal ışan petrol tankeri sahibi Charles Harnet bana, Alyeska çalı­
şanlarından aldığı bilgi karşısında şok olunca, Yaldez'deki dü­
menleri Londra' daki BP yöneticilerine aktarmak için parasını
kendi vererek ilk bu lduğu Concord ' a atladığını söyledi. Dahası
Kaptan Woodle, kayıp aygıtlar ve "hayal i " personel listesini
bizzat B P 'nin Alaska 'daki şefi George Nelson ' a verdiğine ye­
min etti.
BP ne Woodle ' ın mektubuna, ne Harne t ' i n Londra'ya gelişi­
ne, ne de bozuk denetim sistemi konusundaki diğer uyanlara al­
dırdı. Woodle' ın şikayetleri Alyeska' nın kulağına gittiğinde,
Woodle ' a yaptığı kaçamakların (sahte) dosyasını gösterdiler ve
sonra da eyaleti birkaç gün içinde terk edip bir daha geri dönme­
ıneye söz vermesi koşuluyla para teklif ett iler.
Petrol taşıyıcısı Hamel 'e gelince, Londra 'daki BP ona teşek­
kür etti. Sonra da onu sektörden dıştamak için sessiz bir kam­
panya başlatıldı. Harnet 'in telefonl arını dinlemek üzere bir CIA
uzmanı tutuldu. Ev ine m ikrofon yerleştirdi ler, postasını karıştır­
d ılar ve genç kadınlarla basmaya çalıştı lar. Bu sanayi casusluğu
operasyonu Alyeska'nın başkan ı, BP yöneticisi James Henniller
tarafından bizzat yönetildi. Söz konusu suçu işlerken de yaka­
landılar. Ameri kalı federal bir yargıç Alyeska 'ya bunun "Nazi
Almanya'sından kalma" bir davranış olduğunu söyledi.
BP'nin Alaska petrol oyunundaki utanç verici rolü 1 969'da,
Alaska'daki en değerl i topraklar olan Valdez petrol yataklarını
Ch ugach Yerl i leri 'nden aldığında başladı. B P ve Alyeska, yerii ­
lere 1 dolar ödedi .
Bir zamanlar A B D Anayasa Mahkemesi 'nde çalışmış olan
Arthur Goldberg Yeriilere toprak üzerindeki hak talepleri konu­
sunda yardım etmeye çalıştı. Ancak eyaletin en güçlü hukukçu­
larından olan avukat. müvekkillerine para ödenmesi konusunda
ısrar etmemelerini önerdi. Bu avukat daha sonra Alyeska için
çalışmaya başlayacaktı .

1 80
Avcılıkla geçinen Yerliler, Prens William Boğazı 'nı petrol
sızıntılarından koruma konusunda petrol konsorsiyumundan ya­
zılı söz aldılar. Bu el değmemiş bölgelerdeki fok avcıları ve ba­
l ıkçılar, kutup bölgesinin denizini iyi tanıyorlardı. Tankerlerde
son model radarların bulunmasını ve tankeriere acil kurtarma
gemilerinin eşlik etmesini istediler. Petrol şirketleri bütün bu is­
tekleri hükümetin de onayladığı I 973 Petrol Sızıntısı Müdahale
Planı 'na koydular.
Y ine de, tanker Bligh Kayalığı'na çarptığında -felaketi önle­
yebilecek olan- sızıntı aygıtları yoktu meydanda. (Aiyeska pat­
ronlarından biri Yertilerin bunları çalmasından korktuğunu söy­
ledi.) Söz verilen eskort gemilerin tankerlerle birlikte seyrine
ancak sızıntı olayından sonra başlandı. Exxon Valdez 'in karaya
oturduğu gece, petrolü kontrol altına alacak araçlar ve pompala­
rı içeren aci l sızıntı engelleme teknesi buz kaplamış olan Val­
dez'de rıhtımda bekliyordu. Sızıntı olayından önce, aci l müda­
hale teknesi yeniden göreve başlayıncaya kadar petrol nakletme­
yeceklerine yemin eden petrol şirketlerinin, hükümete verdikle­
ri mektupları da ele geçirdik.
Boru hattı I 974 yılında açıldığında Alyeska' nın her saat ba­
şı devriye gezecek petrol sızıntı müdahale ekipleri kurması ya­
saya bağlanmıştı. Alyeska bu işte çalıştırmak üzere Yerlileri tut­
tu. Yerliler sızıntı yapan tekneleri lastik engellerle çevirmeyi
öğrenerek helikopterlerden buz gibi suya atlama taliınieri yaptı­
lar. Ancak Yerliler kısa bir süre sonra, sızıntıyı temizleyecekle­
rine örtbas etmek üzere görevlendirildiklerini anladılar. Yerl iie­
rin ustabaşısı David Decker sekiz bin litre petrol sızdığında se­
kiz litre sızdı şeklinde rapor etmesinin istendiğini söyledi bana.
Alyeska, Yeriilere iki yıl -liman işçileri sendikasının grevini
kırmak için yeterli bir süreydi- iş verdi, sonra da bütün takımı iş­
ten attı. Alyeska sızıntı takımlannın peşine düşen meraklı göz­
lemcileri aldatmak için, bozuk olan ya da sadece kağıt üstünde

181
varolan sızıntı müdahale aygıtlarının nasıl kullanılacağı konu­
sunda en ufak bir fikri olmayan, petrol kuyusu i şçilerinin isim­
lerinden oluşan sanal kurtarma ekipleri kurdu. Exxon Valdez ka­
yalığa çarptığında ortalıkta sadece kaos vardı.
Yaklaşık on yıl önce, jüri Exxon ' u 5 milyar dolar ödemeye
mahkum etti. B P liderliğindeki Alyeska konsorsiyumu lazmina­
tı asıl zararın yüzde 2 'sine, yani yaklaşık 50 milyon dolara in­
d irmeyi başardı ki, bunu da zaten sigorta ödedi.
Sarhoş Gemici Masalı petrol endüstrisinin epeyi işine yaradı .
B u masal tarihin e n zararlı petrol sızıntısı olayını, insani zaaf ve
kırk yılda bir olan korkunç bir kaza hikayesine dönüştürdü. Bo­
zuk radar, olmayan aygıtlar, hayali müdahale personeli, sahte
testler - hepsi de maliyeti düşürmek ve kazancı artırmak içindi -
sızıntı felaketini kaçınılmaz hale getirmişti.
Sızıntının onuncu yıldönümünden hemen önce Boğaz'a git­
tim. Chenega 'nın sakinleri bir yazı daha kayaları temizlemekle
geçirmeye hazırlanıyorlardı. Sızıntıdan on yıl sonra, bir yaz bo­
y unca, p lajlarından y irmi ton çamur topl adılar. Nanwalek kö­
yünde, on yıl sonra yetkililer "kal ıcı hidrokarbonlarla" zehirlen­
miş istiridyelerin yenilemeyeceğini bir kez daha açıkladı. So­
man balıkları hala apseli ve tümörlü , ringa bir daha hiç görün­
merli. Montague Adası ' ndaki ayıbalığı üreme yeri boş ve sessiz.
Ancak, gözlerimle görmeme rağmen ben yanlış görmüş ol­
malıyım, çünkü işte burada, Exxon broşürü şöyle yazıyor: "Su
temiz. B itki, hayvan ve deniz yaşamı sağlıklı ve bol ürün var."

Bugün
Bugün Boğaz'a gidin, Chugach toprağında bir taşı kaldırın
altından benzin kokusu gelecektir. Yeriilere karşı yapılan sahte­
karlıkiara ilişkin topladığım kanıtların dört ciltlik özetine gelin­
ce : 1 99 1 ' de, ringalar artık görünmeyip Boğaz'da balıkçılık sona
erdiğinde, kabilenin işi de bitti ve dosyalarıının hiçbir anlamı
kalmadı.

1 82
Sonuç: Nanwalek Kayalıkları

Aşağıdaki hikayenin daha uzun bir hali sansür üzerine İn­


deks' ten neredeyse çıkarılıyordu. Bu dergi, 'Kabile/er' sayısı
için misafir bir editör kira/adı, amatör bir antropolog. Benim
çalıştığım aynı Alaska köylerine gitti bu editör de. Yerliler onun
için özel bir tören düzenlediler. Bu törene kendi aralarında
"tüyleri kuşanmak" diyorlar. Tören sırasında boynunda 1 6 mm
Airflex kameralar ve dijital kayıt cihazı asılı beyaz adamın çok
hoşuna giden o tuhaf teker/emeleri söylediler.
Editör, "dostumuz ayı" için "şifa veren şiirler" not aldı .
Onu, üzerinde şortu ve şopkası, elinde eski /njunların sözleri ya­
Zilı deri kaplı not defterini tutarken gözümün önüne getiriyor­
dum. Stanley Livingston Pocahontalar' la karşı/aşıyor.
Alaskalı yerli/erin, aslında, bize çok benzediklerini, hatta
bizden daha çok insana benzediklerini yazmam Asil Vahşi' nin
bu hassas şiirsel anlatımını bozmak, benim kendi başıma açtı­
ğım korkunç bir talihsizlikti.

İlk kez 1 989 yılında çalışmak üzere bölgeye gittiğimde,


Alaska 'nın buz kaplamış Kenai Fiyortu ' nun uzak tarafında, te­
peden tımağa silahlı ve rock-and-roll çalan orijinal bir müzik
grubu, Chugach Yerli köyü olan Nanwalek'in zenginliğini ve
politikasını kontrol altında tutuyordu.
Pek de eski olmayan bir söylenceye göre, 1 950'li yıllarda,
Şef Vincent K vasnikoff plajda suya batmış bir elektro gitar bul­
duğunda rock müziği Prens William Boğazı'nın dibindeki bu
uzak bölgeye yerleşti. Ertesi sabah Şef, Elvis melodilerini hiç de
fena olmayan bir düzeyde çalmaya yetecek kadar iyi öğrendi gi­
tan. Yerlilerin yıllarca bana anlattıklan yalanlar arasında, Şef' in
kendisinin anlattığı bu yalan en masumu olarak görünüyordu.

1 83
Şekil 12. Nanwalek, Alaska. Exxon Valdez'den sızan petrol bu Chugach Yer­
lilerinin bel bağladığı balıklan ve doğal yaşamı berbat etti. Köy önce Exxon
petrolünün saldınsına uğradı , sonra da Exxon parasının. Para ortadan kaybol­
du, ama petrol, sızıntının üzerinden on yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen
hala kayalık koyda varlığını sürdürüyordu. B u resimde, kadın hareketinin li­
derlerinden Lisa Moonan fok dansı yapıyor.

1 84
İhtimamla yapılmış bir Ortodoks mihraba bakan Şef' in mut­
fağında oturduk. Bütün duvar boyunca Rus ikonaları asılıydı.
Sornon göçünün sonunda, yaz bitimine doğru nefis bir gündü,
ama Şef' in on sekiz yaşındaki yeğeni uydu televizyondaki Fred
Astair filmlerinin tekrarını seyrederek kulübede pinekliyordu.
Şef, balık durumunun mükemmel olduğu konusunda nere­
deyse yemin edecekti bana. O yıl on iki fok yakalamıştı. Teker­
lekli sandalyesinde oturan, bacaklarını kaybetmiş bu yaşlı adam­
la tartışmadım. Banka, Şef' in ticari balıkçılık lisansına el koydu­
ğunda teknesini kaybettiğini herkes biliyordu. Köyde bir zaman­
lar sekiz ticari tekne vardı, şimd i ise üç. Ayrıca, bütün foklar se­
kiz yıl önce, 1 989 ' da, Exxon petrolünden zehirlenmişti.
Exxon Valdez'den sızan petrolün Nanwalek 'e ulaşması için
bir ay yetti. Petrol tabakasının gaddarca ileriediği bilinmesine
rağmen sornon balıklarını n yumurtaianna yataklık yapan ve us­
tura midyesini, ayıbalıklarını, salyangozları, fokları ve dünyay­
la bağlantısı kesilmiş buzul üstündeki köyün sakinlerini besle­
yen beş göle giden koyları korumak için Exxon basit lastik en­
geller bile vermemişti . Ancak, petrol köye ulaştığında, arkasına
televizyon ekiplerini takmış olan Exxon 270 kişilik nüfusun
hepsini maaşa bağladı.
"B urası acayip bir yer oldu" dedi bana Lisa Moonan. "B ize
çaput ve kova, kayaları temizlemek ve kendi çocuklarımıza ba­
kıcılık yapmamız için saatte on altı dolar gibi bir şey verdiler."
Şef' in kız kardeşi, azıcık para ve kendi ürettikleriyle yaşamını
sürdürmüş, yolu olmayan bu köye "dondurulmuş pizza ve uydu
antenieri getirdiler. Ağırbaşlı insanlar bütün gece içmeye ve ka­
rılarını dövmeye başladılar. Yani, bütün iş o parada. Arkadaş,
insanlar çılgına döndü" diye anlattı.
Balık kalmayınca banka, ellerinde kalan son birkaç tekneyi
de aldı ve Şef'in kız kardeşi Sally Kvasnikoff Ash köyün alkol
ve uyuşturucu batağına dönüşünü izledi. Sally, "Sanki derim yü-

1 85
zülüyordu" dedi. Nanwalek yerlileri kendilerine "Sugestoon"
yani ' Gerçek İnsanlar' derler. "Petrol olayından sonra olanlar
oldu diye düşündüm. Bittik. Sugestoon, bir şeyler yapılmazsa
sonumuz geldi demektir."
Sally bir şeylerin yapılmasını sağladı. Ağustos 1 995 'te, kö­
yün kadınları, erkeklerin unutmuş olduğu Yerli dilini kullanarak
gerçekleştirdikleri bir seçim darbesiyle tamamen erkeklerden
oluşan kabile konsey ini devirdi. S ugestoon dilinde adı 'Birinci
Kız Kardeş' anlamındaki Aqniaqnaq olan Sally eğer Vincent iki
oyu çalmasaydı . kendisinin Şef olacağını söyl üyor. Çatlaklar,
yan i Vincent ' i n oğulları, konsey dışında kaldılar - böylece içki
alemi, fast-food ve bandonun gece partileri de yeni kadınlar
konseyinin kültürel devrim kuralları gereği sona erdi . Kadınlar
okulda Yerli dilini yeniden öğretmeye başladılar ve K vasni­
koff' un genellikle sarhoş kavgasıyla sona eren ve bütün gece sü­
ren gürültü patırtı larının yerini de geleneksel Fok ve Katil Bali­
na dansları aldı.
Köyde sağlıkl ı beslenme uygulamaya başladılar. Sızıntı ola­
y ından sonra, kentteki süpermarketlerden haftada iki kez köye
gelen hazır gıdalara karşı çıkan Birinci Kız kardeş "şişkolaştık"
diyor. Alkol yasağı konusundaki kararlılıklarını göstermek için
kadınlar hastaneden dönerken altı kutu bira getirdi diye
Sally 'nin özürlü amcası Mack'ı tutuklayıp hapsettiler.

***

1 964 Paskalya Cuma'sında, tepesi karla kaplı Montague


Adası dağları havada dokuz metre yükselip sonra da Prens Wil­
l iam Boğazı 'na bir gelgit dalgası yollayarak dört metre aşağıya
inmiştir. Chenega köyünde, Chugach ' l ı fok avcısı Nikolas
Kompkoff deprem sonucu çoktan yerinden kopup buz kaplı te-

1 86
peye doğru kayan, direkler üzerine inşa edilmiş olan evinden
dört kızını hızla çıkardı. Suyun altında kalmadan hemen önce iki
koltuğuna birer kızını sıkıştırarak hızla ileriye doğru koştu, son­
ra da diğer iki kızının Boğaz sularına karışmasını izledi.
Chenega haritadan silindi. Tek ev bile kalmadı geride, hatta
sağlam kilise bile dayanamadı. Yeriiierin üçte biri sulara kapılıp
boğuldu. B ir posta pilotu uzaktaki köyü hatırlayıncaya kadar ge­
ride kalanlar iki gün boyunca beklediler.
Sonraki yirmi yıl boyunca, Chenagalılar Boğaz boyunca da­
ğıldılar, bir bölümü Chugach köylerindeki geçici kulübelere
yerleştiler, bir bölümü de Anehorage şehir yaşantısına karıştılar.
Ancak her yıl Paskalyada bu aileler eski köye deniz yolundan
erişerek çürümekle olan kalıntiların üzerine haç bırakacaklar,
Nikolas Kompkoff da köyü yeniden inşa etme planlarını açıkla­
yacaktı. Yıllar boyunca, Yeni Chenega düşüncesi imkansızlık
boyutuna vardıkça, Nikolas da, sırasıyla Ortodoks papazı, kötü
şöhretli bir alkolik ve başarısız bir intihar girişimeisi oldu. Ka­
fasına sıktığı kurşundan sağ kurtuldu. Ama bu arada intihar gi­
rişiminden dolayı papazlıktan çıkartıldı.
Nikolas, 1 982' de, yeğeni Larry Evanoff'u, biriktirdiği paray­
la Boğaz ' ı geçebilecek bir tekne yapmaya ikna etti.
Evanoff'un göğsünde dört tane uzun yara izi var. Vietnam
savaşından kalan bu izler devletten Anchorage 'de hava trafik
kontrolörü olarak iş kapmasını sağladı kendisine, ancak sendi­
kası greve gidince işten atıldı. Larry anne babasını depremde
kaybetti.
Larry 'nin teknesinin yapımı kutup kışı gelinceye kadar sür­
dü. Yine de, karısı, dokuz ve on dört yaşlarındaki iki çocuğu ile
uzaklardaki Evans adasına yelken açtı. Orada bir kulübe yaptı­
lar ve iki yıl boyunca, Yeni Chenega için yer açarken telefonsuz
ve kısa dalga radyosuz, yoldan iki yüz km. uzakta, fok, ayı ve

1 87
sornon balıklarının yanında yaşadılar. Sonraki yedi yıl boyunca,
Chenega'dan göçmüş yirmi altı aile daha Evanofflar'a katıldılar,
kendi evlerini inşa ettiler ve terk edilmiş ringa tuzlama atölye­
sinden kalan tahta parçalarıyla hala "Peder" dedikleri Nikolas
için mavi çatılı küçük bir kil ise yaptılar.
24 Mart I 989 'da, köyde gelgit dalgasının yirmi beşinci yıl­
dönümü kutlandı. O gece, Exxon Valdez petrol tankeri karaya
oturdu ve Cheneganlıların geçim kaynağı olan balıkları öldürdü,
istiridye yataklarını kapladı ve bütün fokları zehirledi.
Yüzyılın ortalarında Chugach Yerlilerinin ortalama yaşam
süresi 38 y ıldı . Metelikleri yok sayıl ırdı ve olanı da zaten devlet
alıyordu. I 970'Ii yıllarda, yeni yürürlüğe giren "kısıtlı giriş" ya­
saları ancak birkaç ının alabileceği ruhsata sahip olmadıkça yer­
Iiierin geleneksel balıkçılık alanlarında yakaladıkları deniz
ürünlerini satmasını yasakladı . Yerliler doğal hayatın, köylerin
ve kamp yerlerinin doğal sahipleriydiler. 1 969 ' da, Alaska 'nın
kuzey yamacında Amerika 'nın en büyük petrol rezervi bulundu.
Valdez limanındaki Chugach kamp bölgesinin, bütün Alaska sa­
hil inde petrol tankerieri için liman kurmaya coğrafi açıdan en
uygun yer olduğu ortaya çıktı. Yeriiierin toprak parçasının değe­
ri onlarca hatta yüzlerce milyon dolara fırladı. O yılın Hazira­
nında, Nanwalek ' i temsil eden Şef Vincent'in babası Sarjius ile
ortalıkta olmayan Chenega 'yı temsil eden Peder Nikolas, Val­
dez' i British Petroleuro ile H umble Oil'e (daha sonra "Exxon"
adını aldı) satma konusunda anlaştılar - hem de sadece I dolara.
Alaskalı Yerli leri n avukat tutacak paraları yoktu, o nedenle
Alaska'nın Cumhuriyetçi Parti lideri ve Alaska'nın en güçlü
avukatı olan Clifford Groh 'a para almadan kendilerini petrol şir­
ketlerine karşı temsil ettiği için gerçekten müteşekkirdiler. Val­
dez ' in I dolarlık satışının imzalanmasından birkaç ay sonra
Groh en büyük müşterisini temsil etmeye başladı, Exxon-BP
petrol boru hattı konsorsiyumu Alyeska'yı.

1 88
Ancak Groh, Chugach 'la işini bitirmeden önce bu insanları
tam anlamıyla ve ilelebet değiştirdi. Artık Chugach bir kabile sa­
yılmazdı. Groh onları şirketleştirdi. Kabile Chugach Şirketi hali­
ne geldi. Köyler Chenega Ş irketi ve İngi liz Körfezi (Nanwalek)
Ş irketine dönüştüler. Şefterin gücü şirket başkanlarına ve genel
müdürlerine, kabile konseyinin gücü de yönetim kurullarına geç­
ti. B ir zamanlar kabile üyesi olan Boğaz Yerlileri hissedar oldu­
lar - en azından hisseler satılıp, miras kalıp, dağıtılıncaya kadar
birkaç yıl boyunca. Bugün Chenega'nın 69 hissedanndan yalnız­
ca l I ' i adada yaşıyor. Sakinierin çoğu, son yıllık toplantısını
adadan dört bin km uzakta Seattle 'da yapan şirketin kiracıları.
Chenega şirketinin başkanı Charles "Chuck" Toternoff ile ilk
kez, sızıntıdan hemen sonra, Exxon 'la yapacağımız görüşmeyi
kaçırdığında tanıştım. Yirmili yaşlarındaki adam, kirli kotuyla,
köyün pis sokaklarında akşamdan kalma, kafası dumani t bir hal­
de dolanıyor, balıkçı limanının yanındaki kabinde bulunan şir­
ket bürosundan uzak durmaya çalışıyordu.
Yıllar sonra, Chuck'la Chenega Şirketinin Anchorage 'in
merkezindeki cam ve çelikten yapılma gökdelen ofisinde buluş­
tum. Sert görünüşlü, çok ciddi ve soğukkanl ı yönetici . maun
masasında, yeni bir diz üstü bilgisayarın önünde oturuyordu.
Duvarda köyün fotoğrafları yerine, ağaç kesiminin renklerle
kodlandığı, arazinin paylaşımını ve gezinti yerlerinin gösterildi­
ği kocaman bir Chenaga haritası asılıydı. Exxon-BP konsorsiyu­
mu ile multi-milyon dolarlık bir liman hizmetleri anlaşması im­
zalamıştı. Chenega adasında 46 odalı bir otel yapılıyordu.
I 997 ' de Chenega 'ya bir daha gittim. Ziyaret için en kötü gün
sayılırdı. Larry, Exxon Valdez'in karaya oturuşundan sekiz yıl
sonra Sleepy Körfezi 'nden hala sızmakta olan tonlarca zehirli
ham petrolü temizleyen bir Yerl i ekibinin başında "yayan devri­
ye" işine çıkmıştı. Alkollüyken ninesiyle kavga ettikten sonra

1 89
intihar eden I 8 yaşındaki Frankie Gursky ' nin cenaze töreninden
dolayı bir iş gününü zaten kaybetmişlerdi .
Larry v e takımı ailesinin eski bal ıkçılık sahası olan sahilde
petrol temizleme işini sürdürdüler, ama sahil artık onların değil­
di. Bir gün önce, şirket bu yeri de Chenega topraklarının yüzde
90' ıyla birlikte Exxon-BP ortaklığına 23 milyon dolara satmıştı.
Alışverişi anlattığımda Larry "Şirket burayı satamaz" dedi.
"İnsanların toprak üzerinde mülkiyet hakları yoktur." Sahildeki
çakılın altına hidrolik bir enjektör yerleştirdi ve içeri biyolojik
arıtıcıyı pompaladı. "Toprak hep buradaydı. Biz ise gelip geçiyo­
ruz. Toprağı kullanıyoruz sonra da arkadan gelene veriyoruz."
Nanwalek de satıldı. Şef Yincent 'in rock bandasunun lideri
ve şirket yönetim kurulunun başkanı olan oğlu, AIDS 'den ölme­
den hemen önce, köy arazisinin yüzde 50' sinin Exxon ortaklığı­
na satışını ayarladı.
Exxon 'un 23 milyon doları gönderdiği gün şirket başkanı
Totemoff' un bürosundaydım. Toternoff köyden taşındığında
"umarım burayı bir daha görmek zorunda kalmam" demişti. Ar­
tık görmek zorunda deği l. Chuck 'a, şehirde oturan bazı Yerliler­
de olduğu gibi akrabalarının geleneksel yiyecekler gönderip
göndermediğini sordum. "Fok eti mi?" Sırıttı. "Bu pisl iği hiç
kokladın mı? Her zaman Big Mac ' i tercih ederim."

Califomia Rüyası: Pakistan 'dan Altın Kapıya


Enerji Korsanlarının Peşinde,
Elektrikte Kuralsızlaştırmanın Gizli Hikayesi

10 Nisan 1 989' da, Southern Company' nin Köıfez Enerji


Ünitesi Başkan Yardımcısı Jacob 'lake' Horton şirketin muha­
sebe sahteciliği ve yerel politikacılara verilen yasadışı ödemeler
konusunda yönetim kuruluyla görüşmek üzere şirketin uçağına
1 90
bindi. Kalkıştan birkaç dakika sonra uçakta bir patlama oldu.
Aynı günün ilerleyen saatlerinde ise polise isimsiz bir telefon
geldi: "Köifez Enerji soruşturmasını artık durdurabilirsiniz. "
Aralık 2000 'e bir göz atalım. San Francisco'da elektrikler gi­
dip gelmeye başladı. Califomia'da elektriğin fiyatı bir süre son­
ra yüzde 7000 arttı ve San Francisco' nun elektrik şirketi iflasını
ilan etti. ABD Anayasa Mahkemesi tarafından daha yeni başkan
yardımcılığına seçilmiş olan Dick Cheney elektrik şirketlerinin
yöneticileriyle bir dizi gizli toplantı yaptı. Yöneticilerin önerisi
üzerine, Bush'un başkanlığa oturuşunun üçüncü gününde Ener­
ji Bakanlığı, Aralıkta eski başkan Clinton tarafından yürürlüğe
konan, fıyat zammı ve kara ilişkin düzenlemeleri yürürlükten
kaldırdı.
Cheney ' in kayıt dışı toplantılarının sonucunda Başkan Bush
tarafından Mayıs 200 1 tarihinde açıklanan enerji planı ortaya
çıktı. Califomia'nın elektrik krizine çare olarak tanıtılan planda,
Başkan bize elektrik kıtlığına son verecek mucizevi bir ilaçtan
söz ediyordu. Daha sonra, l l Eylül 200 1 dehşetinin ardından,
plan Ortadoğu 'lu teröristlere karşı bir silah olarak yeniden gün­
deme getirildi. Hınzır okuyucular, Bush ' un hala Kongre 'de do­
lanıp duran enerj i programını başkanın dostu olan petrol şirket­
lerine avanta sağlamak, gezegenin canına okumak ve Toprak
Ana 'yı kömür kiri, petrol ve nükleer atıklarla boğmak için hazır­
lanmış, biraz kuş beyinli bir program olarak da görebilirler. Ger­
çekte, olay bundan daha karmaşık.
lake ' in patlayan uçağı ile Altın Kapı Köprüsü'ndeki elektrik
kesintileri ve çevreyi kirletenterin rüyası olan Cheney-Bush pla­
nı arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Bağiantıyı sağlayan da
elektrikteki kuralsızlığın gizemli ekonomik boyutudur. Serbest
piyasa efsanesinin bu garip h ikayesinin ardında 4 trilyon dolar­
lık -gaz, su, telefon ve elektrik hatları gibi- kamu altyapısının
kontrolü ve ele geçirilmesi konusunda kıtalararası bir savaş bu-

191
lunmaktadır. B u hikaye on yıl kadar önce Jake Horton ile başla­
dı ve Pakistan' daki askeri darbe ile Enron denilen şirketin ifla­
sıyla devam etti.�

Andersen ' in Gizemli Şovu

1 989'da, Southern Company' nin Georgia'da, Alabama'da,


Mississipi'de ve Florida'da elektrik tüketicilerinden milyonlar­
ca dolar fazla ücret aldığından kuşkulanan Georgia'daki sivil
toplum kuruluşları tarafından, Horton 'un işvereni olan Atian­
ta'daki Southern Companya üzerine bir araştırma yapmam is­
tendi. Hesap uzmanı Gary Gilman tarafından bir yıl önce doldu­
rulan teyp kayıtlarının metinlerine gömüldüm. Üzerine gizli bir
mikrofon takan G ilman kullanılmayan yedek parçalar için tüke­
ticilere kesilen 6 1 milyon dolarlık faturanın hesap yöntemini be­
lirleyen Southern 'daki yönetici arkadaşlarının konuşmalarını
kaydeder. Becerikli bütün hesap uzmanları gibi bu yöneticiler
de olmayan parçaların kaydını bir yöneticinin arabasında bulu­
nan elektronik hesap defterinde tutuyorlardı. Hesapların içinden
çıkabilmek için aylarımı harcadım, ama on yıl sonra San Fran­
cisco 'dan Arjantin' e kadar karartmal ara ve iflasiara neyin yol
açtığını anladım.
Gördüğüm şeye bir bakalım (şekil 1 3)
İki grup rakam bulunuyor belgede -biri devlete verilen, diğe-

9. B u bölüm Guardian. Ohscn·er. Waslıingtmı Post. New York Times, La Re­


puhlica ( Peru) ve Financia/ Times gazetelerinde çıkan ve güncelleştirilen bir
dizi yazı ile Cambridge Üni versitesi ve Sao Paolo Üniversitesi' nde verilen bir
dizi dersten meydana gelmektedir. Bu konunun daha geniş bir tartışması, Theo
MacGregor ve Jerrold Oppenheim ' l a birlikte yazdığım, Birleşmiş Milletler
için yazılı bir pol itika kı lavuzu olan Democracy and Regulation kitabında bu­
lunmaktadır.

1 92
ri de gerçeği izlemek üzere şirketin tepesindeki oğlanlar için.
Olayın tekni k boyut kazandığı nokta da burası. Kayıtlarda par­
çalar ' sermaye ' olarak gösterilmeliydi. ' Hesap 1 54 ' te yatınm
olarak belirtilmeliydiler. Aslında - muhasebe diliyle söylersek ­
bu parçalar 'harcanmıştı ' ve sanki kullanılmış gibi muamele
görmüşlerdi. Sermayeleştirme ile harcama arasındaki fark bir
kek sahibi olmakla (yatınm) onu yemek (kullanmak) arasındaki
fark gibidir. Rakamlan bir hesaptan diğerine aktarmak Vergi
Dairesi ' nden ve tüketicilerden milyonlarca dolar çalmak de­
mekti.
Horton' un ölümünden hemen sonra, Southem Company'nin
Georgia şubesini yedek parça hesaplannda yaptığı oynamalar
nedeniyle suçlamak üzere Atlanta'da büyük jüri devreye girdi.
Ancak federal haraç yasalannda görülmeyen bir uygulamayla
Baba Bush ' un Adalet Bakanlığı soruşturmayı engellemek üzere
bölge savcılannın önüne geçti. Neden? Gizli dosyalarda gizli
hesaplan tutmak ve yanlış hesaplarda muhasebe masraflannı
göstermek pek görülmeyen bir uygulama olsa ·da ve halka paha­
lıya patiasa da işlemin her adımı saygıdeğer danışmanlık şirketi
Arthur Andersen tarafından onaylanmıştı.
IOitOU POWII COMPAifT
OWII GllfiiATIOA MATlll AU
lfUIAftl fALUI AS OF IICIMIII 1 115

run UfC:fii.TAL IIUIITUUCI llllaCIIIOCT co•'fiiTit


MATll l AL ....... I P Alli TOtAL ro 114
..._______ -------------- ----- --- ----- ------ ------ -·----- ------- --- - --- ------ -

011&11 1 1 , 11 2 , 010.00 n , o e1 , 1 n . 11 l 6 , 4ll , l i J . tT


-··
(lll MOTI 1 ) 1 6 , 4 1 1 , 11:1.97

caaaaa
161 , 1 1 1 . 1 2 6 , 17 1 1 7 1 1 . Tl 3 , 2 1 1 , 11 1 . 18 J O , ll3, l4 5 . 10 1 , 14 1 , 51) . 12

J . 1 ! 2 . 119. 2 3
(lll IOTI 2) 1 . 00 0 . 10 0 . 00 1 . 01

nce
AU&.ar ( l l l .... l ) :1 , 411 , 11 1 . 1 2 7. 225, 867. 85 . . ..
1 , 1 4 t , Ot1 . 2 1 :1 , 1 1 2 , 1'7 4 . 4 2 . , ,27 , 1 27 . 2:1 I T , 4 1 9 , 111. tl ,, . .

··"'"
ATli 1 , 014 , 05-8. 4 1 7 , 12 5 , 1 1 1. 11 1 , 1 1 2 , 5 18 . 1 2 1 1 , 11 2 , 4 17 . 41 1.00

CIOIIO.OI
195,042 . 4 7 1 , 1 4 1 , 7 71 . 4 1 4 U , 2 1 1 , 1 1 '7 . e e ) I , I :U: , O I 0 . 5 1 . . ..
1 , &1 5 , 4 1 0 . 2 0 1 , 4 1!t , 781 . 67 1 , 11 2 , 14 1 . 35 1 , ? 21 , 1 11 . 2Z 1.00
ltCII LL 323 . 112 . 4 2 ' · 131,724 . • •
517, Oti .Ot
1 , , . 1 , 14 1 . JO · I , Ut , tl3 . 4e . . ..

CfiAIOI
1 0 3 , 01 1 . 29
) 0 . 104 . •, 1 17 , U I . tl
....... , ll0, 1 1 1 . 5 1 1 , 030 , 1 1 2 . 11 . 117 ,102 . Ol

ıuo•
tU, 321 . ? l
1 3 2 , •••. ••
101, 141. T5 I II , J25. 7 1
2 4 , 1 41 . 09 14 , 1 1 4 . 1 \ 24 1 , 4 70 . 19 1 3 1 , 10 1 . 1 1
YIIO'I 4 8 , 67 1 . 12 217 , 1% 1 . 1 1 no , n ı . Ts 4 11 , 17 1 . 2 1 217' 721. l l

OtA U · · · ·· · · ···· u
------- ----- ------------- -------- ---- ------- ------- - - - - ------- ---
I I , Oil , l95 . 12 l t , et 2 , 42 1 . 14 1 1 7 , 10 3 , 0 1 4 . 51 2. 3 , 482 , 113 . 2 1
. .. . . . . . . . . . .. . ............. . . . . . . . . . .. . . ·············· .............

Şekil 1 3 . Yedek parçalar. Gizli hesap cetveli

193
Gerçekten de onaylanmıştı. Elektrik şirketi yöneticilerine s<;>­
runu örtbas etmek üzere yedek parça kayıtlarını muhasebenin
gizemli bandıyla nasıl kapatacakları konusunda akıl veren bir
Andersen mektubu el ime geçti.
O zamanlar "Neden Andersen suçlanmasın?" demiştim ve bu
muhasebe dev ini Southern ' i n işbirlikçisi ilan ederek şirkete sah­
tekarlık davası açılmasını önerdim . Önerim, beklenildiği gibi,
siyasetin yasadan üstün olduğunu kavramış olan avukatlar tara­
fından alaycı bir ifadeyle gözardı edildi. B ush yönetiminden ge­
len işaret yeteri kadar açıktı: An dersen 'le çalış, muhasebe kayıt­
larını pasta hamuru g ibi yoğur ve ' Kodesten Kurtul ' kartını al.

Yeni Dünya İş Düzeni

Zavallı Jake 'e ne oldu? Uçak kazası konusunda, "Görünüşe


göre başka çıkış yolu bulamadı" diyordu eski Southern Başkanı
A.W. ' B ill' Dahlberg. intihar mıydı? Jake ' in ağabeyi pek san­
mıyor: Dediğ i ne göre, Horton Atlanta'ya ABD Başsavcısıyla
görüşmek üzere gidiyordu. Southern 'in kardeş madencilik şirke­
tinden aldığı yığınlarca kömür için tüketicilere kestiği fatura ko­
nusunda Jake ' in söyleyecek çok şeyi vardı. Kimi zamanlar, tren
katariarına kömür yerine taş doldurulmuştu.
Jake ' in ölümü ve I 989 'da Southern ile Andersen'e dokunu­
lamaması. o sırada anlaşılınasa da, şirketler Amerikası 'nın i ş
yapma - ya d a daha sonra ortaya çıktığı gibi - i ş yapamama tar­
zında, köklü bir dönüm noktasının işaretiydi.
Bu yeni dünya iş düzeninde başı elektrik, su, gaz şirketleriy­
le telekomünikasyon (bizim telefon şirketi dediğimiz) şirketleri
çekecekti . I 990 '1ı yıl lara kadar, ABD eyaJet hükümetleri tekel­
lerin karları konusunda işi sıkı tutuyorlardı. Kamuya açık olan
ve kayıtlarında şeffaflığı ilke edinen Amerika' nın eski düzenle-

1 94
yici sistemi, dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan bir biçimde,
demokratik bir niteliğe sahipti. Bu sistem, ı 900 'den ı 930'Jara
kadar süren, Amerikalılara dünyanın hemen hemen en düşük
elektrik fiyatını en güvenilir h izmetle sağlayan - ki bu iş kuşku­
suz, elektrik şirketinin hissedarianna lanet okutuyordu - silahlı
ve öfkeli bir çiftçi hareketi olan Popülistlerin mirasıydı.
Başkan Franklin Roosevelt 1 933 'te, enerj i korsanlarının so­
nuncusu olduğuna inandığı, sahibi olduğu elektrik tröstü aracılı­
ğıyla fiyatları yasaya aykırı biçimde artıran, uyduruk muhasebe
kayıtları tutan, karşılıksız hisse çıkartan sahtekar tüccar Samuel
Insull 'ı kodese tıktı. Roosevelt Insull 'ı ve benzerlerini elektrik,
gaz, telefon ve su şir]ç:etlerine ne zaman oturup, ne zaman kalka­
caklarını söyleyen Kamu Hizmetleri Şirket Yasası, Federal
Enerji Yasası ve Federal İletişim Yasası ile vurdu. Fiyatlarla
karlar düşürüldü. En küçük bir varlık bile kayıtlara geçirilecek­
ti; h isse senedi ve tahvil çıkarmak hükümetin onayını gerektiri­
yordu; kardeş şirketler arasındaki alışverişler sıkıca kontrol altı­
na alındı; 'denizaşırı ' ve ' kayıt dışı ' şirketler yasaklandı ve
elektriklerin kesilmesine engel olundu; fiyatlan artırmak için
kesme şantajına izin verilmedi. Dahası, Roosevelt bu şirketler­
den yapılacak politik bağışları da yasakladı - artık sıcak para, so­
ğuk para, hatta bashayağı para, yani rüşvet devri sona ermişti.
Roosevelt'in kurallan elli yıl yürürlükte kaldı. Şirketler hak­
lı olarak nefret ettiler bundan. Southern Company bu açıdan ör­
nek bir şirketti. ı 980 ' li yıllarda, Southern binlerce mali kesinti­
den dolayı ölmekte oian önemsiz bir bölgesel elektrik şirketiy­
di. Tüketici grupları Southern şirketini, maliyeti aşırı şişirilmiş
nükleer santrallerde heba ettiği yatırımlan telafiye zorlamak için
yasaya başvurdular. Sonuçta, Southern yıllarca para kaybetmek­
ten başka bir şey yapmadı.
Daha sonra, Horton ' un ölümünden sonra göreve gelen Genel
Müdür Dahlberg, Southern ' i içine düştüğü yasal ve mali sorun-

1 95
lardan kurtarmak için alışılmadık bir yola başvurdu. Şirket daha
önce çaktırmadan yasayı delmeyi denemişti (Şirket, ağır suç
kapsamına giren politik bağış suçunu işlediğini kabul etti ve mu­
hasebe kayıtlarındaki sahtekarl ıklar için de anlaşma yaparak be­
del ödedi.) Ş imdi de yasaya uyarak değil de, Dahlberg 'in planı­
na göre, yasayı değiştirerek yoluna devam edecekti. Bu plan öy­
le ufak bir plan sayı lmazdı: İflasın eşiğindeki şirket, dünyanın
bütün elektrik sistemini eline geçirecek ve aynı zamanda şirke­
tin tekerleğine çomak sokan o sinir bozucu kuralları ortadan kal­
dıracaktı. California kesintileri bu şaşırtıcı programın şaşırtıcı
başarısına giden yolda bir hıçkırıktır. B ugün 2003 'te, Southern,
Amerika'nın en büyük enerj i şirketidir. (Enron 'un çöküşünden
beri böyle.)
200 1 'in i lk dönemlerinde, Amerikan gazeteleri Califor­
nia'daki iki elektrik şirketinin elektrik üretimi için harcadıkları
1 2 milyar doların yol açtığı zorlukların masallarıyla dolup taşı­
yordu. Parsayı toplayan şirketlerden hiç söz edilmemekteydi :
Southern ve kendisine eşlik eden yarım düzine yoldaşı - Little
Rock'dan Entegry International. K uzey Carol ina 'dan Duke Po­
wer. Teksaslı şirketler Rel iant, TXU. Dynegy, El Paso Corp ve
Enron. Amerika Kasım 200 1 'de, eskiden Enron 'un bulunduğu
Houston' da artık koca bir delik olduğunu fark edene kadar, ba­
sın bu şirketlerin nasılıyla, nedeniyle, kim olduklarıyla ilgilen­
medi. Doğru , Enron ' un başkanı Ken Lay hakkında bazı yazılar
çıktı ama bunlar Enron 'un başkanını Einstein ile Elvis karışımı
bir tip olarak gösteren yağcı iğrenç meti nlerdi.
Ancak bu kitabın ilk baskısından bu yana ABD 'de de bazı
değişiklikler oldu . Amerikan medyası nihayet, birçok Amerikan
şirketinin Harry Potter türü muhasebe yöntem lerinin farkına
varmaya başladı. Ancak, daha gerçeğin tümünü anlatmış deği­
lim: Bu hesap-kitap işi Baba Bush ' un, Roosevelt' in sinir bozu­
cu kurallarını ve özellikle de şirket muhasebesi kurallar kitabı

1 96
olan Tek Düzen Hesap S istemi'ni ortadan kaldırmaya yönelik
harekatıyla başladı. Baba Bush Beyaz Saray 'ı terk etmeden ön­
ce, Bush yandaşlarına sağlanan büyük kıyakların sonuncusu
olan ve I 992' de yasalaşan elektrikteki kuralsızlık, Roosevelt' in
Kamu Hizmetleri Şirket Yasası 'nın özünü yerle bir etti. Aynı
dönemde, B ush 'un Federal İ letişim Komisyonu kendi gözetim
sistemini budadı.
Sonuçta, Tek Düzen Hesap Sistemi müzelik oldu. S istemin
etkisinden kurtulan enerji ve telekomünikasyon şirketleri bilan­
çoları uçurabileceklerdi artık. Son iki yıl içinde iflas eden yirmi
büyük şirketin onunun hizmet sektöründe olması tesadüf değil­
dir. Özellikle iki şirket - WorldCom ve Global Crossing - kural­
sızlık öncesi günlerde Southem ' in başını belaya sokan numara­
da ustalaştı; yani, sermaye ile harcama kalemlerinin yerini de­
ğiştirmek. Global Crossing I 998 'de Bush 'a tek bir konuşma için
I 3 milyon dolarlık hisse senedi verdiğinde, bunu Bush 'un nadi­
de sözleri için mi yoksa bir zamanlar Global Crossing 'in teker­
leğine çomak sokan dur işaretlerini ve güvenlik hatlarını ortadan
kaldırdığı için mi yaptı?
I 980'de suç olan bir eylem 2000 'de ' girişimcilik' oldu. Re­
form denilen bu olaylar kolay gerçekleşmedi. Elektrik şirketi
son başkanlık seçim kampanyasına 1 8 milyon 900 bin dolar
akıttı ama Gore 'un enerji şirketlerinden kopardığı her dolara
karşılık Bush yedi dolar kaptı.
Bununla birlikte bağışların resmi kayıtları olayın yalnızca ya­
rısını anlatıyorlar. GreenMountain.com, Sam Wyly tarafından
kurulan, Büyük Bush ' un kuralsıziaştırma laboratuarında yaratı­
lan enerji satıcısı yaratıklardan biridir. Teksaslı Wyly kabilesi
Federal Seçim Komisyonu tarafından, toplam 250 milyon dolar­
lık bağışla George W. Bush'un kampanyasına en çok bağışta bu­
lunanlar arasında on birinci sırada yer alan milyarderler olarak
gösterilmektedir. Ancak bu, para aysberginin yalnızca görünen

1 97
ucu. Wyly, hiçbir kampanya raporunda bulmanız mümkün olma­
yan 2 milyon 500 bin dolarlık bir parayı Bush 'un emrine verdi.
Bu mi lyonlar, Cumhuriyetçilerin aday seçiminde Küçük Bush ile
seçim yarışına kalkışan Senatör John McCain'i karalayan ve
Mart 2000 'de yayınlanan nefret dolu ilanlar için harcandı.
Büyük Bush'un 1 992'de federal düzenlemeleri ortadan kal­
dırması Sam Wyly ' i gücün odağına oturttu. Ancak yine de eya­
Jetlerde kısıtlamalar sürüyordu. Wyly ' nin şirketinin yazımına
yardım ettiği, küçük Bush ' un kuralsıziaştırma yasası Wyly 'e
büyük Batı pazarında oynama hakkını verdi. George W.'nun
Teksas yasasını imzaladığı gün Sam Wyly "Vali Bush ' un karar­
lı çalışması ve liderliği meyvesini verdi" dedi. Görünüşe göre
Mart 2000'de Wyly de bu çabanın karşılığını verecekti .

İktidardaki Kadının Atıp Tutması

Politikacılara yağan para sağanağı sadece Amerika 'ya özgü


olmayıp aslında ilk kez orada da başlamış değildir. Southern,
Enron ve Teksaslı arkadaşlarının dünya enerji piyasasını ele ge­
çirme planlarının- ya da "enerji hizmetlerinin küreselleşmesi
v izyonu " da diyebilirsiniz- başarısı İngi ltere'ye bağlıydı. İktisat­
çı J.M . Keynes'e göre, "İktidardakilerin deli zırvaları genellikle
unutulup gitmiş iktisat profesörlerinin yazılarından güç alır."
Burada sözü edilen profesör Dr. Stephen Littlechild'dır. 1 970' Ji
yıllarda, Teksas Üni versitesi 'nde öğrenim gören genç Stephen,
İngi ltere ' nin kamu hizmetlerindeki devlet mülkiyetinin yerine,
kendisinden önceki bütün iktisatçıların geçerli tüm kuramiarını
altüst edip, kamuoyunun vicdanını rahatsız edeceğini söyledik­
leri bir plan geliştirdi: Elektrikte serbest piyasa.
Gerçek bir serbest piyasanın varolmaması ve işe yaramaya­
cağı gerçeği, İngiltere ' de ipleri elinde tutan kadını, Başbakan

1 98
M argaret Thatcher' ı bu planı uygulamaktan alıkoymadı. Thatc­
her ' ı ikna eden yalnızca serbest piyasa teorileri olmadı. B ir za­
manlar sadece 'John' Wakeham olan, Thacher' ın Enerji Bakanı
Lord Wakeham kadının ensesinde boza pişirdi. Wakeham ilk
özel santrale onay verdi. B u santralİn sahibi 1 985 ' te kurulan bir
şirketti - Enron. Lord Wakeham'ın kararı şu anlama geliyordu:
Dünya üzerinde ilk kez, elektrik santralİ sahibi şirket, yani En­
ron, piyasanın kaldırabileceği ... ya da doğrusunu söylemek ge­
rekirse, kaldıramayacağı düzeye kadar fiyatı artırabilecekti.
Enron 'u kuralsızlaştırılmış u luslararası enerji tüccarı konu­
muna getiren de I 990' daki bu yasaydı. Yasadan hemen sonra
Enron, Wakeham ' ı yönetim kuruluna yerleştirdi ve şirketin mu­
hasebe yöntemlerini gözetmesi için Enron 'un Teftiş ve Uyum
Komitesi'ne aldı. Yönetim kurulu Wakeham 'a ayda 1 0 bin do­
ların yanı sıra şirket danışmanlık hizmeti için de ödeme yaptı.
Eğer bu olay size çıkar çatışması gibi göründüyse, merak etme­
yin, çatışma Wakeham ' ın güç kaynağıdır. Lord hazretleri Parla­
mento üyeliğini sürdürürken Enron' daki işlerini de bırakmadı.
İngiltere'de bu gayet yasal bir olaydır.
Enron işinden sonra, Wakeham İngil iz hükümetine, santral­
lerden evlere giden bütün hatların yanı sıra ülkenin bütün enerji
santrallerini satması için baskı yaptı. Bunun üzerine Thatcher,
Profesör Littlechild 'ın rüyasını, İngiltere-Galler Enerji Havu­
zu 'nu - serbest piyasa prensiplerine göre, ülkedeki elektrik fiyat­
larını belirleyecek olan enerji pazarın ı - gündeme getirdi. Kağıt
üstünde, ' Enerji Havuzu' seyrine doyum olmayan akademik bir
güzell iktir. Özel sektörün eline geçen enerji santrallerinin yeni
sahipleri, piyasa rekabetinin sonucu olarak, satış hakkını elde et­
mek için fiyatları acımasızca kırarak her gün birbirlerine karşı
açık eksittmeye gireceklerdi.
Lafta bu böyle. Piyasa planının ne kadar sürede çöktüğünü
söyleyemem ama Enerj i Havuzu, endüstrinin kendi deyişiyle,

1 99
hemencecik kuralsızlaştırılmış şirketlerin, tüketicilerin ceplerini
ustaca hortumlamalarına olanak sağlayan, ihaleye fesat karıştır­
ma tekniklerinden oluşan bir 'oyun ' bahçesi haline geldi. Elekt­
rik fiyatları füze gibi fırladı ve elektrik santrallerinin sahipleri
kelimenin tam anlamıyla, bir gecede yatırımlarının yüzde 300
ve yüzde 400 arttığına şahit oldular.
Thatcher çatlak profesör Littlechild ' a enerj i sektörünü dü­
zenleme görevini verdi. Littlechild ' ın görevi l 998'de sona erdi­
ğinde arkasında, düzenli bir gazina gibi çalışan bir serbest piya­
sa bıraktı. Littlechild da Enron ' un garip, ufak şirketlerinden bi­
rinin yönetim kuruluna girdi.
Southern ' ın bütün ganimeti Enron ' la İngilizlere yedireceği
düşünü lemezdi . I 995 'te kendi ülkesinde tüketiciler ve yetkililer
tarafından kuşatma altına alı nan Atlanta şirketi, İngiltere'de So­
uth Westem Electricity Board 'ı satın aldı. Southern İngiltere'de,
Georgia'dakinin iki katı fiyata elektrik satabilecek ve Amerikan
yasalarınca izin verilen karın beş katını kazanabilecekti. Bu olay
bir Amerikan enerji şirketinin Amerika dışında gerçekleştirdiği
ilk alımdı. Bu satış yeni ve yasadışı bir olaydı.
Ya da en azından yasaya göre böyleydi. Büyük Bush, Roose­
velt ' in kural larını yerle bir etmişti ama açık ve mantıklı bir dil­
le yazılan ve Amerikan elektrik şirketleri nin yabancı ülkelerde
(hatta kendi eyaJetleri dışında) at oynatmalarını yasaklayan ya­
sa da dahil bazıları hala ayaktayd ı. Ancak Enron 'un gösterdiği
gibi, yasalar del inmek - ya da 'değiştirilmek' - üzere yazılırlar.
Gün görmüş Roosel'eltçi Demokratik Parti senatörlerinin resmi
uyarılarına rağmen, Tahvil ve Döviz Komisyonu Southem
Company ' nin al ışverişini onayladı. Komisyonu bu işe razı et­
mek kolay olmadı ama o dönemde Southern 'ın arkasında politik
bir güç bulunuyordu: Arkansas Little Rock'da faaliyet gösteren
Entergy International. Bill Clinton başkandı ve karısının eski
müşterisi Entergy de İ ngiliz pastasından pay almak istiyordu.

200
Kötü yapılmış nükleer santrallerin, Louisiana ve Arkansas ' ı
dolanan hatların sahibi, iflası n eşiğine gelmiş Entergy, kısa sü­
rede London Electricity ' nin gururlu sahibi oluverdi. On sekiz ay
içinde Entergy, London'ı 1 milyar doların üstünde bir fiyatta
Fransız hükümetine ' aktaracaktı . ' Kazanç muazzam dı. Entergy,
London ' ı tek kuruş harcamadan satın almıştı.
Southern ve Entergy'nin ardından olaya, üç yıl içinde ceple­
rinden tek kuruş çıkmadan İngiliz elektrik dağıtımının yüzde
70' ini ellerine geçiren Dallas 'lı TXU ve diğer Amerikan şirket­
leri karıştı. Southem, İngiltere ' n in en büyük enerji şirketini ne­
redeyse tamamen eline geçiriyordu ama Horton ' un ölüm haberi
ile muhasebe sahtekarlıklarına ilişkin tatsız hikayeler, o dönem­
de kaybettiği seçim dolayısıyla başı dertte olan Muhafazakar hü­
kümetin satışı iptal etmesine yol açtı.
Tony Blair'in yeni hükümeti Amerikan kolonicilerine karşı
düşmanca davranıyordu. Ama 1 998'de, Ohserver gazetesi için
çal ışırken, Houston 'da faaliyet gösteren Reliant şirketinin İngil­
tere ' nin en büyük ikinci şirketini satın almasına il işkin olarak
İngiliz bakantarla şirket yönetici leri arasında yapılan gizli ka­
paklı görüşmenin kayıtları elime geçti. Bu arada, Clinton 'ın özel
isteği üzerine - Blair' in yasaları hiçe sayarak, Enron ve En­
tergy'ye hiçbir kurala bağlı olmayan yeni enerji santralleri kur­
ma izni verdiğini de öğrendim.10

Teksas Lay 'i Bağrına B asıyor

1 998 'e gelindiğinde, İngiltere 'yi işgal eden Southem. Enron,


TXU. Reliant ve Entergy'nin başını çektiği Amerikan enerji
korsanları, Antartika dışındaki her kıtada santral leri ve dağıtım
şebekelerini ellerine geçirmişlerdi.

1 0. Tony Blair ve İngiltere 'nin Satışı bölümüne bakınız.

20 1
Ancak Amerika hariç. En azından ilk teslim olan değildi.
Amerikalılar serbest girişime inanırlar ama devlet mülkiyetiyle
sıkı kuralların sonucu olan ucuz elektriği ve neredeyse beleşe
gelen suyu tercih ederiz. Amerika, dünyada neredeyse tek örnek
olacak şekilde, Dünya Bankası ' nın neo-liheral reform dediği
olaydan uzak durdu - ve bu durum Amerika'daki serbest piyasa­
cılarla kol kala çalışmayı düşleyen uluslararası yeni oyuncuları
düş kırıklığına uğrattı . Lobiciler, yeteri kadar büyük elektrik şe­
bekesinin yanı sıra yeteri kadar Cumhuriyetçiye de sahip olan
iki eyaleti, Teksas ve California ' y ı serbest pazara dönüştürmek
Üzere bu eyaletlere çıkartma yaptılar.
Elektrikte kuralsızlık uçurumundan ilk düşen California idi
ama zıplayarak öne geçen Teksas oldu - genç, yeni vali George
W. Bush 'un desteği ile. Dünyaya yayılmış Teksas şirketleri göz
önüne alındığında kuralsızlık girişiminin Tek Yı ldızlı EyaJet'te
başlaması şaşırtıcı değil.
Ancak Teksas 'ta kuralların geçersizleştirilmesini geciktiren
teknik bir sorun söz konusuydu. Olayı anlamak biraz mühendis­
lik bilgisi gerektiriyor. Teksas ' tak i elektrik santralleri üç şey
üretiyorlar: Elektrik, hava kirliliği ve politik bağışlar. Her za­
man olduğu gibi, Teksas hepsinde de başı çekiyor. Örneğin
TX U 'ya ait. hayran olunacak bir açık yüreklil ikle ' İri Brown '
diye adlandırılan devasa elektrik santraline bakalım. Kirlilik söz
konusu olduğunda İri Brow n ' ı n eline su döken yok. Waco ya­
kınlarındaki bir kömür madeni iri Brown ' ı n ocaklarını yanabi­
len bir tür atık olan linyitle dolduruyor. TXU her yıl havaya 389
bin ton kirletici madde bırakıyor ki, bu durum onu Amerika 'nın
hava kirliliğinde birinci sırada bulunan eyaletinde en büyük kir­
letici konumuna getirmektedir.
Bush, fosi l yakıt yakan bu dinazariara hava temizleyiciyi şart
koşan yasadan, bazı TXU santrallerini muaf tutmak üzere kolla­
yıcı yönetmeliğini çıkardığında Dallas sakinlerinin (kelimenin

202
tam anlamıyla) nefesini de kesmiş oldu. Olaydan yararlanan di­
ğer şirket ise ikinci sıradaki kirletici Reliant. TXU ve Reliant,
Bush ' un ikinci valilik seçim kampanyasına yarım milyon dolar­
dan fazla bağışta bulundular.
l 995 'te Clinton ' ın Adalet B akanlığı, Teksas elektrik şebeke­
sinde tekel oluşturmak üzere işbirliği yaptıkları gerekçesiyle
TXU ve Reliant hakkında soruşturma başlattı. Kuralsıziaştırma
sayesinde yaratılacağına söz verilen rekabet Federal yetkilileri
yatıştırırken aynı zamanda Enron'dan Ken Lay ' i de çok mutlu
edebilecekti. Ama şöyle bir sorun vardı: TXU ve Reliant'ın eli
kolu, masraflı , verimsiz çalışan, tehlikeli ve etrafı kirleten iri
Brown ve diğer santrallerle bağlı olduğundan, şirketler gerçek
bir rekabetçi piyasada milyarlarca dolar kaybederlerdi .
Vali Bush çıkar çatışmaların ı önleme konusuna daima özen
gösterirdi - bu olayda çıkar çatışması, kendisinin önde gelen ba­
ğışçıları Enron, El Paso Company ve Dynegy elektrik dağıtım
şirketleri ile TXU ve Reliant elektrik üreticileri arasındaydı. En­
ron için eskiden lobicilik yapan Terry Thom bana bu durumun,
Bush 'un parayı ödeyecek üçüncü bir grup - Teksaslı elektrik tü­
keticileri - buluncaya kadar Teksas 'da kuralsızlık uygulaması­
nın iki yasa dönemi ertelenmesine yol açtığını anlattı.
1 999 'da vali, elektrik dağıtıcıları ve elektrik üreticileri Tek­
saslıların elektrik faturalarına 9 milyar dolarlık bir harcama ek­
lenmesi konusunda anlaşıp el sıkıştılar.
Ken Lay 'in aklına bir şey takılmıştı. Bush ' un ek harcaması,
oyunun başlamasını sağlayacaktı ama kuralsızlık kartları bir ke­
re karılmaya görsün fıyatlar jet hızıyla artacaktı, çünkü bir kural
hala yerli yerindeydi: Sulh ceza yasası, bizi soyup soğana çevi­
ren namussuzları dava etmek için Amerikalıların elinde kalan
tek araçtı. 1 994 'te, Bush 'un valilik seçimine katıldığı yıl Lay,
Teksaslılar için bir Hukuk Reformu hazırladı. Lay boşa kürek
sallamazdı: Teksas Hukuk Reformu'na arka çıkan şirketler Tek

203
Yıldız'ın politikacılarına her yıl milyonlarca dolar ödüyorlardı.
1 995 'te, Bush ' un vali olarak yaptığı ilk iş Reform yasası konu­
sunda EyaJet Kongresi 'ni acilen toplantıya çağırmak oldu. ' Sulh
ceza reformu ' Bush 'un ve Lay ' in elinde reform olmaktan çıktı .
Vali, hissedarların, çalışanların ve emeki iierin sahtekar yöneti­
ci leri dava etmesini zorlaştıran maddeler ekietti yasaya. Görü­
nüşe göre Ken Lay her şeyi düşünmüştü.

Teksaslılar Califomia'yı Avuçlarının İçine Alıyor

Teksaslı şirketler avanta konusunda pazarlık yapmak üzere


kuralsızlık olayını ertelerken, kendilerinin ve sektörün lobicileri
Cal ifornia'da epeyi yol almışlardı.
Lincoln, herkesi her zaman kandıramayacağınızı söylemişti -
ama artık buna da gerek kalmad ı . Çabuk sonuç almak için, kur­
naz bir akademik söylem ve hedefi iyi belirlenm iş kampanyalar
işi halledecektir. Kolomb'un, Yerlileri eski Dünya'ya sergile­
mek için getirdiği gibi , enerj i sektörünün lobicileri de Margaret
Thatcher ' in profesörlerini ve vızıldayıp duran serbest piyasa dü­
zeneklerini California ' ya getirdiler. I 996 'da akademisyenlerin
kuşkucu hesapları ve hizmet sektöründen politikacılara yapılan
bağışların uzun süred ir hissedilen kıtlığından serseme dönmüş
olan Cal ifornia Kongresi, o zamana kadar eyalete oldukça ucuz,
temiz, güvenilir enerj i sağlamış olan yasayı değiştirdi.
İngil iz felaketinden haberdar olmalarına rağmen, kongre
üyeleri yasanın gerekçesine, lobicilerin kuralsızlaştırılmış piya­
sanın tüketici fiyatlarında yüzde 20 ucuzlama sağlayacağı iddi­
asını koydular.
1 999 ' da, annemler bana San Diego'daki faturalarını gönder­
diler. Yasanın �öz verdiği yüzde 20 ' 1 ik ucuzlama yerine tam ku­
ralsızlığın ilk yılında enerji fiyatları bir önceki yıla kıyasla yüz-

204
de 379 arttı. Ancak yüklü faturalar San Diego'yu vurmadan ön­
ce, para, güç ve Amerikalıların California'yı izleme merakından
yararlanan yeni enerji tüccarları, 23 eyaletin daha kuralsıziaştır­
ma yasasını kabul etmesini sağladılar.
Her iktisatçı satılık değildi. Y ozlaşmamış uzman Dr. Eugene
Coyle 'un hesabına göre, Californialı hemşehrileri milyarlarca
dolarlık bir soygunun içindeydi. l 998 'de, mezbahanın rampa­
sında kuzuların olağanüstü ayaklanması yaşandı. Dr. Coyle ve
bir grup sivil haklar savunucusu kuralsıziaştırma kararını geçer­
siz kılmak için California'da referandum yapılmasını sağladılar.
Enerji tüccarları sonucu öğrenmek için ayların sayılmasını bek­
lemek zorunda değillerdi: Sonucu satın almışlardı. Southern Ca­
lifornia Edison, Pacific Gas-Electric ve yandaşları, profesör
Coyle'un kuralsıziaştırma işlemini yavaştatma önerisini yenmek
için 53 milyon dolar harcadılar.
Cal ifornia'nın yeni, bilgisayar kontrollü seçim sistemi bir fe­
laketti. Akış diyagramı duvara çarpılan makarna çanağına ben­
ziyordu. Kafaların karışması işe yarıyordu, işin karmaşık olma­
sı daha karlıydı. Teksasl ıların kokusu geldi burnuma. Elektrik
kesintisi felaketinden sonra göreve getirilen komisyon üyesi
Cari Wood, Enron ' un kuralsıziaştırma için başlangıçta devreye
girmediğini ama bu garip, karışık ayrıntıların yazılmasına katkı­
da bulunduğunu söyledi bana.
2000'de, Beth Emory çok şaşırtıcı bir şey anlattı. Emory, Ca­
lifornia 'nın elektrik şebekesine bakan gözetim kurumunun baş­
kan yardımcısı ve genel danışmanıydı. İngiliz sisteminin fıyat
patlamasına ve elektrik kesintilerine yol açacağını Coyle ile ben
bilebiliyorsak eğer, sisteme onay veren Cumhuriyetçi Parti men­
subu kamu görevlilerinin de kuşkusuz bilmesi gerekirdi diye dü­
şündüm. Politikacılar 2002 'de, Enron 'un piyasayı yönlendir­
mekte kullandığı numaraları - K ısa Yoldan, Ölü Yıldız ve Seke­
rekten gibi film isimlerini andıran isimlerle - anlattığı belgeyi

205
ele geçirdiklerinde şaşırıp kaldılar. Ama enerji çetesinin Califor­
nia 'da kullandığı bu numaraların her birinin denemesi İngilte­
re ' de yapılmıştı. Hatta oyuncular bile aynıydı: Enron, TXU, Du­
ke, Southern California Edison (İngiltere'n in barajlarının sahibi)
ve Atiantalı Southern.
O yüzden Emory 'ye şunu sordum; eyaJet yetkilileri ellerinde
patiayacağını bile bile kuralsıziaştırma planını uyguladı mı?
"Oh, evet, bundan haberimiz vardı" dedi Emory 2000 yılında.
Şu an Washington'da sanayi avukatı olarak çalışan Emory söz­
lerine şunları da ekledi "Olanlar (kesintiler ve fiyat patlaması)
beklenen şeylerdi. Geçen yıl önemli sorunlarla karşılaşacağımı­
zı biliyorduk." Dediğine göre, kurals ızlaştırmanın ertelenmesi
konusu tartışıldı ama politik baskıdan dolayı, felaketin geleceği­
ni bile bile yürürlüğe koydular.
Haber kaynağı Emory 'ye göre, kuralsızlaşmanın devreye gir­
mesinden sonraki ilk sıcak yaz günü, California'nın tek damla
suya bile muhtaç olduğu sırada, santral patronlarından oluşan
ufak bir grubun California ' nın enerji sistemini rehin alması eya­
Jet yetkili lerini şaşırtmadı. Elektriğin fiyatını kendileri belirleye­
ceklerdi ve belirlediler de: Elektriğin birim fiyatı 9 999 dolar ol­
du - eski fiyatı olan 30 doların 30 bin katından fazla. "Californi­
alılar şanslıydı" diyor Emory, "Enerji korsanları otomatik he­
saplamalarda eyaJet idaresindeki bilgisayarların sadece dört ba­
samaklı rakamları gösterdiğini sandılar. Asl ında, bilgisayarlar,
bir günde Los Angeles 'daki ailelerin yarısını iflasa sürükleyecek
şekilde, yedi basamak lı rakamları gösterebiliyor) ardı."
Ancak birinin felaketi diğeri için fırsat demektir. Ve diğeri
Ken Lay ya da Reliant'dan Steve Letbetter gibi biriyse, ortaya
çıkan fırsatlardan bazılarının Cumhuriyetçi Parti ' nin kasasına
gireceğini tahmin etmek zor değil. Kuralsıziaştırma hastalığının
bulaştırıcısı, sanayiinin desteği ile İngiltere ' ye yaptığı geziden
sonra bu ekonomik virüsü California'ya taşıyan, Califomia Ka-

206
mu Hizmetleri Komisyonu Başkanı Daniel Fesler'di. Vali Wil­
son tarafından Eyalet Enerji Dairesi'nin başına getirildiğinde
Fesler, elektrik konusunda tam bir cahildi ama Cumhuriyetçi
Parti 'nin memuru olarak, partinin ekmeğine nasıl yağ sürülece­
ğini kesinlikle biliyordu.

Nasıl Başardılar?

Elektrik pazarı diye bir şey olmaz, olamaz. Elektrik ekmek


değil ki - sabah yediğiniz ekmekten farkl ı olarak, fiyatı yüksel­
se bile almazlık edemezsiniz.
Enron da farkındaydı bunun. Örneğin, Califomia pazarı iş
dünyasına açıldıktan kısa bir süre sonra Enron l 5 megavat ka­
pasitesindeki hatta kullanılmak üzere eyalete 5000 megavat
elektrik sattı. Bu, beş l itre benzini bir şişe kapağına doldurmaya
benzer - olamaz böyle bir şey. Bu hareket, sistemi işleten, yani
ışıklarımızı yanık tutan şirketin, pahalı acil müdahale paketleri­
ni satın almasına, dolayısıyla fiyatların füze hızıyla fırlamasına
yol açtı. Böyle bir paniğe neden olacağını önceden bilen Enron
müthiş bir kazanç elde edecekti bu işten.
Sıcak ya da soğuk bir günde yapılacak en ufak bir kesinti ve
- tam isabet! Elektrik satıcılarının vahşi paketinin alacağı fidye­
ye sınır yoktu artık. Kesinti için havalar yardım etmese bile İn­
giliz anahtarı yeterdi bu işe. Onarımlar qa herkesin işinin gücü­
nün olduğu saatiere kaydırılıyordu. Reliant çalışanları şirketin,
santralleri ara sıra çalıştırdığını bir hızlandınp bir yavaşlattığını
ve şirketteki müfettişierin buna kesih sabotaj gözüyle baktığını
söylüyorlar. Kuzey Carolina'daki Duke Santrali işi daha basit
halletti. Santralİn yöneticileri, çalışanların dediğine göre, sanıra­
lin çalışması için gerekli yedek parçalan ortadan kaldırdılar. San
Diego' daki dağıtıcı şirketin bana anlatlığına göre, Kuzey Caro-

207
lina'daki Duke Santralİ kesinti sırasında dağıtıcı şirketten sant­
rali kapatmasını istemiş - ama Califomial ı şirket bu isteği geri
çevırmış.
Enerji tüccarları tek bir sanıralde üretilen enerjiyi sadece azal­
tarak. diğer santrallerinden üretilen elektriğin değerini altından
kıymetli hale getirebilirlerdi. Dr. Anjali Sheffrin ' in elinde, Cali­
fomialı bir müşteri adına yazdığı raporda, Cal ifomialı enerji şir­
ketlerinin yapay kıtlık yaratmak üzere, Californ ia 'da Mayıs ve
Kasım 2000 tarihleri arasındaki sürenin yüzde 98' inde fiziksel ve
ekonomik kesinti yaptıklarına ilişkin kanıt bulunmaktaydı. Üç
devasa şirket de -elimde sadece A 1 , A4 ve AS şeklinde kod isim­
leri var ne yazık ki- bu aylarda tek bir dürüst iş yapmadılar. So­
nuçta, sahte şişirmeler. sahte tarifeler. megavat bindirmesi ve aşı­
rı fiyatlar bir araya geldiğinde tek bir yıl içinde, kaba bir hesap­
la, 6 milyar 200 milyon dolarlık bir gelir elde edildi.
Dr. Coyle ' un önayak olduğu 1 998 kuralsıziaştırma karşıtı
kampanyasını bastırmak için harcad ıkları 39 milyon dolara ek
olarak. Californialı üç büyük enerji şirketi. PG&E, Edison ve
Sempra. o yıl lobiciliğe ve kampanya bağışiarına 34 milyon 800
bin dolar daha harcadılar. Yüklü bir ödeme sayılırdı bu ama ge­
ri aldıkları milyarlarca dolar, politikacılara yatırım yapmanın sa­
dece santral iere ya da ürünlere yatırım yapmaktan daha fazla ka­
zanç getirdiğini göstermektedir. ·

"Merhaba, Ben Başkan Yardımcısının Oğluyum."

Amerika kuralsıziaştırma konusunda tereddüt ederken, di­


ğer ülkeler ene1ji havuzuna başlarını sokmuşlardı bile. Kar
amacı güden elektrik şirketlerini kuraldan muaf tutma düşünce­
sinin uygulamada kötü sonuçlar verdiği görülmesine karşın,
bütün ülkeler İngi ltere ' nin o saçma Thatcherizm sistemini be-

208
nimsediler. California'da politik bağışlarla desteklenmesine
rağmen, kuraisızlaşma zaferi esas olarak, maliyetli lobicilik ve
propaganda kampanyaları sayesinde kazanıldı. Güney yarım­
kürenin daha yoksul ülkelerinde, özelleştirme ve kuralsıziaştır­
ma eski usulle yayılıyor: tehditler, baskı ve offshore banka he­
saplarındaki paralar.
Direnmek boşunaydı. IMF ile Dünya Bankası gelişmekte
olan her ülkeye vereceği borç için elektrik, su, telefon ve gaz
sistemlerinin satışını koşul olarak öne sürüyordu. Borç alama­
mak ekonomik ölüm demek olduğundan, ya satacaktınız ya da
ölecek.
Dünya Bankası 'nın eski baş ekonomistinin bana anlatlığına
göre, Banka 'nın dikte ettiği satış programı özelleştirme sayıl­
mazdı, bu tam anlamıyla rüşvetçilikti. Her ihaleye fesat karışı­
yordu. (Ancak Dünya Bankası 'nın da bu açıdan bir sınırı oldu­
ğunu itiraf etmeliyim. Banka, Afrika ülkesi Gana 'ya, yolsuzluk
olayı, sıkıntı yaratacak düzeyde kamuya yansıdığı için, Enron ' la
yaptığı anlaşmayı iptal etmesi için baskı uyguladı . ) Balışişler or­
talıkta uçuşmaya başladı ve Brezilya'dan Pakistan 'a kadar olan
geniş bir coğrafyada enerj i sistemleri satıldı.
Pasta müthiş büyük: Satışa sunulan 4 trilyon dolarlık kamu
malı. Satılan sadece elektrik sistemleri olmadı. Gaz şirketleri. te­
lefon şirketleri ve en trajik sonuçlarıyla su şirketleri Amerikan,
Fransız ve İngiliz şirket eşkıyalarına satıldı. Elektriğin serbest pa­
zarında yer kapmak son derece zor bir olay olmasına rağmen. su
sistemini ele geçirmek güvenli bir işti. Devlet zaten boruları dö­
şemişti, pazar suya muhtaç ve müşteriler yeterli hizmet görmü­
yorlar. Bu konuda da, Thacher' in ingilteresi ilk özelleştirmeyi ya­
parak başı çekti. İngiltere'de su faturalan Amerika'daki faturala­
rın yüzde 250'si düzeyine kadar çıktı, su şirketlerinin hisseleri be­
şe katlandı ve I 995 'te sistem paramparça oldu: İngiltere ' nin bazı
bölgelerinde balıçenizi suladınız diye tutuklanabilirsiniz. Bu

209
alanda en büyük kazancı kapan ve en büyük politik bağışı yapan
ş irket, tamamı Enron ' a ait olan Wessex Water şirketiydi.
Arjantin I 988 'de And Dağlarını aşan gaz hattını satarak ilk
ganimeti sundu. O zamanlar kamu i şletmelerinden sorumlu ba­
kan Senatör Rodalfa Terragno'nun l 988 sonbaharında bana an­
lattığına göre, Buenos Aires ' teyken kendisini "Başkan yardım­
cısının oğlu" olarak tanıtan biri Amerika'dan telefon etti. Ama
hangi B ush? Terragno bu şahsın Arjantin ' de tanınan ve büyük
yatırımlar yapan Neil Bush olmadığına emin, o kişi George W.
(Terragno' nun tahmin ine göre) ya da kendi kaynaklarıma göre
kardeşi Jeb olmalıydı. Her kimse B ush 'un oğlu bakana, projeni n
yeni bir şirket olan Enron ' a verilmesinin "Amerika ile Arjantin
arasındaki bağları kuvvetlendireceğini" söyledi.
Beyaz Saray ' a adım atmakta olan bir adamın oğlundan gelen
bu istek öyle kolayca halledilecek bir iş değildi.
O zamanlar Bush kardeşler işadamıydılar. O yüzden babala­
rının adını kullanmaları biraz garipti ama gayet yasaldı. O ne­
denle B ush kardeşlerin Terragno'ya ettikleri telefonu neden ka­
bullenmediklerini anlayabilmiş değilim. George W. 'nun sözcü­
sü Terragno ile görüşüldüğünü inkar etti ve genellikle söyleye­
cek çok şeyi olan Jeb ise anlaşılmaz bir şekilde bu konuda ko­
11
nuşmaktan kaçındı.
2002'de Arjantin'de görüştüğümde Terragno, Bushların insa­
na küçük dilini yutturacak yanıtiarına ilişkin bir ipucu verdi ba­
na. Dediğine göre, Enron avanta peşindeydi - Teksaslılar Arjan­
tin ' in doğal gazı için, diğer teklifierin yanında gülünç kalacak şe-

l l . George Bush ' un sözcüsü ve iş ortağı Karl Rove, Bush ' u n Terragno ile gö­
rüştüğünü inkar etti ve gazeteci Louis Dubose'ye ba�kanın günl üğünden bö­
lümler göstererek Bush'un Arjanti n 'de değil de Teksas'ta olduğunu kanıtla­
maya çalıŞtı. Ancak Terragno telefondan bahsediyordu, bir görü�meden değil.
Jeb"in Florida 'daki bürosu da BBC Gece Haberleri tarafından istenen bilgiyi
vermemekle direndi .

210
kilde, rayiç bedelin beşte birini ödemeyi teklif ettiler. Terragno,
Enron' un Arjantin 'deki lobicisinin, Arjantinli bakan Enron 'un
teklif ettiği düşük fiyatı kabul ederse şirketin de karşılığını haydi
haydi vereceğini belirttiğini de söyledi. "Eğer evet deseydim bu
paranın en azından bir kısmının cebime gireceğinden kuşkum
yoktu. Bunu aÇ ıkça söylemediler ama ima ettiler." Terragno, En­
ron ' un teklifini gülerek geri çevirdi - iki yıl sonra, Bush ailesinin
yakın dostu, Arjantin Başkanı Carlos Menem, Enron 'a bir diğer
doğal gaz hattını neredeyse beleşe vermeye çalıştığında Terrag­
no soruşturma istedi. (Hükümet soruşturma açtı, ama Menem baş
müfettişi görevden alınca soruşturma da bitti.)
Enron Arjantin 'deki alışveriş macerasını Buenos Aires yöre­
sinin su şebekesini satın alarak kapattı . Enron 'un tavrı olayın
her yönünde kendini gösterdi: Verdiği yatırım sözüne aykırı ola­
rak, ücretlerini ödemeden kitlesel işçi çıkarmaları yapıldı. Ba­
kım işçileri olmadığından su boruları kırık dökük kaldı. En­
ron ' un sistemi para için gözden çıkarması suyun kirlenmesine
yol açtı.
Ancak sırtlarında ekonomik yük olmasına rağmen Arjantin­
liler Enron'a epeyi para kaptırmışlardı ve daha fazlasın ı artık
kaptırmak istemiyorlardı. Eylül 200 1 'de, bölge yönetimi En­
ron 'la yapılan otuz yıllık anlaşmayı bozarak şirketin kentten çık­
masını istedi. Enron 'un başına gelenler hoşunuza gidebilir ama
unutmayın, Houstonlular kendi paralarını değil Amerikalıların
parasını ateşe atmıştı. Enron 'un yurtdışında aldığı şirketlerin ço­
ğu Amerikan vergi mükellefleri tarafından parasal olarak des­
teklenmiştir. Bu olayda desteği veren, yarısı Amerikan Hazine­
si ' ne ait olan Dünya Bankas ı ' na bağlı Inter-American Develop­
12
ment Bank'dı.

1 2 . Daphne Wysham ' ın kitabı, Enron's Pawns: How Puhlic lnstitutions


Bankrolled Enron ' s G/ohalization Game 'e (Institute for Policy Studies, 2002)
bakınız.

21 ı
İyi, Sorumluluk Sahibi Bir Diktatör

California'ya ç ıkarma yapmadan önce enerji korsanları Gü­


ney Amerika' nın Işık Kenti Rio de Janerio'ya demir attılar.
l 999 'da. Rio'dan simsiyah bir kartpostal aldım. 'Cariocis' (Rio
sakinleri) bu kartı, artık ' Karanl ık' takma adıyla anılan, Rio'nun
elektrik şirketi ( Light) ' lşık ' ı protesto etmek için yollamışlardı.
Federal hükümet Rio'nun Işık şirketini Electricite de France
ile Vali B ush 'un desteklediği Houstonlu şirket Rel iant 'a satarak
özelleştirdi. Hizmeti iyileştirme sözü veren Reliant ve ortakları
çalışanlarının yüzde 40 ' ını s�ssiz sedasız işten çıkardılar. Ne ya­
zık ki. R io'nun elektrik sisteminin doğru dürüst bir haritası bu­
lunmuyordu. Rio, Işık ' ın elektrik işçileri telierin ve trafaların
yerlerini akıllarında tutuyorlardı. Bu işçiler Fransız-Teksas pat­
ronları tarafından kapı dışarı edildiklerinde zihinsel haritalarını
da beraberlerinde götürdüler. Hemen hemen her gün, bir bölge­
de elektrikler kesildi. Şirketin yabancı sahipleri Pasifik Okyanu­
su ' ndaki havayı, El Nino'yu sorumlu tuttular bu durumdan. Rio,
Atlas Okyanusu kıyısındaydı ama.
Ancak yabancı sermayeli yeni konsorsiyum için her şey ka­
ranlık say ılmazd ı. Ücretierin azalması ve elektrik fıyatlarının ar­
tışı yabancı patronların karlarının yüzde 1 000 artırmasına yol
açtı. Rio Işık'ın h isse senetlerinin fiyatı 300 dolardan 400 dola­
ra fırladı .
Dünya Bankası , Güney Amerika ' n ın enerj i geleceğini kimle­
re emanet etti? California Val isi Gray Dav is. Reliant şirket inin
fiyatta h ile yapan şirketlerin başında geldiğini açıkladı. Federal
hükümetimiz l 980'li y ıllarda, bu şirketin nükleer santral işlet­
mek için ahlaki olarak uygun olmadığına karar verm işti .
Küreselleşme döneminden önce Houston Power&Light adı ­
nı taşıyan şirket. Güney Teksas nükleer santral ini yapmayı üst-

212
)endi - ya da daha doğrusu, işi yüzüne gözüne bulaştırdı. Olum­
suz güvenlik raporlarının sayısını düşürmek için güvenl ik hata­
larını bildiren işçileri işten atıyorlardı: John Rex ' i sahte güven­
lik kontrolü belgelerini bildirdi diye, Thomas Saporito 'yu gü­
venlik hatalarını ortaya çıkardı diye, Ron Goldstein 'ı da sahte
kaynak kayıtlarını sergiledi diye işten attılar. Houston Power' a
ihanet edenleri yakalamak için, inşaat işini yüklenmiş olan, bu­
gün Halliburton şirketi olarak tanınan Brown and Root, federal
müşterilere ihbarda bulunan i şçileri belirlemek amacıyla, işçile­
rin soyunma odalarının tavanlarında ince delikler açıp on san­
timlik casus tipi kameralar bile yerleştirmekten çekinmedi.1�
Yanlış anlamayın, Reliant gerektiğinde dürüst davranabilen
bir şirket. 2002 sonbaharında Enron, Global Crossing ve World­
Com olayları patlak verdikten sonra, Tahvil-Döviz Komisyonu
büyük şirketlerin genel müdürlerinden şirket kayıtlarının doğru
olduğuna dair bir yemin belgesi imzalamalarmı istedi. Garip
olan şu: Adamların kayıtlannın doğruluğuna inandığını kabul
ediyorsunuz. İ mzadan önceki son günlerde, Reliant 'dürüstlük
öncesi ' kayıtlarından 2 milyar dolarlık bir geliri sildi. Buna da
' yeniden düzenleme ' dediler.
***

B ir başka büyük oyuncu, b i r zamanlar yerel bir elektrik şir­


ketinin bölümü olarak didinip dururken hemşehrileri Bill Clin­
ton ' ın Beyaz Saray 'a seçilmesinden sonra London Electricity ' yi
almak da dahil büyük projelere imza atmaya başlayan Entegry
Intemational 'dı. Entegry, şirketin başkanı Ed Lupberger için
özel bir cazibesi olan Çin 'deki işlerini halledebilmek için Clin-

1 3. Reliant konusunda konuşurken dikkat l i olmalıyım. Şirket hakkımda bir


dosya düzenledi, k i bu dosyada zehir zemberek seks yaşantıının fantastik bir
anlatımı da yer al ıyor. 1 999'da Reliant benden söz etmeye kalkışan Hollanda­
lı gazetecilere gizli kaydıyla bu iğrenç dosyayı verdi. İyi adamlar.

213
ton 'la olan bağlantılarını kullandı. Peru ' nun mallarının peşine
düşen Lupberger şunları söylüyordu: "Artık dengeye kavuştular,
iyi, sorumlu liderlik sergileyen bir tür iyi kalpli diktatör."
1 992 'de Benezir B utto h ükümeti, garip bir biçimde, Entegry
(yüzde l O) ve İngiliz National Power'ın (yüzde 40) sahibi oldu­
ğu santrallerden elde edilen elektriğe Pakistan Enerji Kuru­
lu'nun yaptığı ödemeleri artırma kararın ı alınca bu ülke de En­
tegry için para kaynağı durumuna geldi. Ancak 1 998 'de Butto
seçimi kaybetti ve Pakistan ' ın yeni hükümeti B utto'nun Lond­
ra' daki lüks mülklerinin gizli kalmış varlığını öğrendi. B ut­
to'nun kaynağı açıklanamayan zenginlikleriyle birlikte, ABD­
İngiliz enerji şirketlerine yaptığı cömert ödemeleri göz önüne
alan hükümet Ekim 1 988 'de Butto 'yu ve Batı lı konsorsiyumu
rüşvetle suçladı. Daha sonra, Pakistan ' ın yeni hükümeti rüşvet
yoluyla yapılan ticari anlaşmaların hukuken geçersiz olduğu ko­
nusundaki uluslararası yasayı öne sürerek İ ngiliz-Amerikan
konsorsiyumuna yapılan yüksek ödemeleri kesti.
IMF ile Dünya Bankası rüşvete resmen karşıdırlar. Ama yi­
ne de, Pakistan rüşvet suçlamasıyla mahkemeye gidip suçlanan
İngiliz-Amerikan enerji ortaklığına yapılan ödemeyi kırptığında
Clinton ve B lair'in ricası üzerine IMF Pakistan 'a yapılan ulus­
lararası mali yardımın kesileceği tehdidini savurdu.
Ekonomik ambargo tehdidinden paniğe kapılan Pakistan, İn­
giliz-Amerikan konsorsiyumuna ödemek için para toplamaya
başladı. 22 Aralık 1 998 'de Pakistan ordusu ülkenin elektrik
santrallerine 30 bin asker gönderdi. National Power'ın Uluslara­
rası Faaliyetler Başkanı Peter Windsor bana şöyle diyecekti:
"Ordunun işi ele almasından beri çok şey değişti. Artık paramız
ödeniyor, sokaktaki adamdan para toplamanın yolunu buldular."
"Doğru, silahı doğrultup buldular" dedi bana toplu gösterilerden
sonra tutuklanı� ·serbest bırakılan işçi sendikası avukatı Abdul
Latif Nizamani. (Windsor rüşvet suçlamasını şiddetle reddetti.)

214
Pakistan ordusunun ülkenin altyapısını kontrol etmesinin ve
çokuluslu şirketlere yapılacak ödemeleri garanti altına alması­
nın yanı sıra, General Müşerref' in dokuz ay sonra iktidarı eline
geçirmesi - Batı medyası için ' sürpriz darbe ' - enerji santralleri­
ne ilişkin tartışmaya son noktayı koydu.
Başkanlığı bırakmasından aylarca önce, Başkan Clinton Pa­
kistan ' a gitti. Bu kararla şoka giren senatörler Amerikan Dışişle­
ri Bakanlığı ' nın tanımadığı bir askeri diktatörle Clinton ' ın neden
görüşeceğini anlayamadılar. Bunun cevabı gündemdeki önemli
bir konuydu: İngiliz-Amerikan enerji grubuyla yapılan tartışma­
lı anlaşmaya göre ödenecek daha yüksek elektrik ücretleri.
Bu arada sınırın diğer tarafında, Hindistan 'da, Enron ' un
Dabhol 'daki elektrik santrali projesine karşı yürüyüş yapan pro­
testocuları polis güpe gündüz dövüyordu. Bu proje Hindistan ' a
o kadar pahalıya malolmaya başladı k i 1 998 'de Maharashtra
eyaJet hükümeti rüşvet nedeniyle anlaşmayı feshetti. Clinton
Hindistan'ın sıkıntısını anladı . . . ve tahsilat takımını yolladı ül­
keye: Dışişleri B�kanı Madeleine Albright ve enerji sektörünün
eski yöneticilerinden, Clinton 'ın enerji bakanı Hazel O'Leary.
Bayanlar eğer Enron 'a hakkı olan para verilmezse ülkeyi ekono­
mik olarak boğacakları tehdidini savurarak diplomatik yoldan
Hindistanlı yetkililere olacaklan gösterdiler. Daha saldırgan
olan B ush, bir erkeğin işini yapsın diye bir kadını göndermezdi
hiçbir zaman. 200 1 'de, aynı tehditler Hindistan hükümetine
Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından savruldu. 14

1 4. Genellikle olayı vermedi diye Arnerikan televizyonianna çatarırn ama 60


Minules prograrnı Enron ve Hindistan hakkında - 2002'de Enron deşifre olup
iflasın eşiğine geldikten sonra - müthiş bir belgesel yayınladı. Hindistan olayı­
nın üzerinde beş yıllık toz birikrnişti. Arnerikan medyası yaralıyı vurma konu­
sunda ne kadar cesur olduğunu bir kere daha gösterdi.

215
Hepsini Yuvaya Geri Getirmek

Enron 'un Kasım 200 l 'de iflasını ilan etmesinden sonra çalı­
şanları, kredi kuruluşları ve dolandırılan müşterileri, şirketin
mallarının ve bulabildikleri yöneticilerinin peşine düştü. Bush­
lar da kendi usulleriyle Enron malı avına katıldılar. İflastan iki
ay sonra, Florida Valisi Jeb Bush enerji yağmacıları tarafından
düzenlenen ve adam başı 500 dolara yapılan yemekte toplanan
2 milyon dolarlık çeki almak için Enron 'un eski başkanı Rich
Kinder'in Teksas ' tak i evine gitti. Florida' da bu tabakları yala­
maya can atan çok işçi vardır, çünkü Enron ' a yatırılan Florida
eyaJet emeklilik fonundaki yaklaşık 300 mi lyon dolardan geriye
kalan buydu - elli eyaJet içinde bu işe yatırılan ortalama paranın
üç katı.
Aralık 2000 kesinti lerinden ve Enron 'un yatırdığı yarım mil­
yar doların Pacific Gas&Electric şirketinde batmasından sonra,
yetkililerin çoğu Enron 'Ju Ken Lay 'e yakın durmaktan çekindi.
Ama Jeb ' in böyl e bir kaygısı yoktu. Florida valisi Lay ile buluş­
maktan ''mutluluk" duyacağını belirten özel bir mesaj yolladı.
Bu sevgi mesajına rağmen Jeb, Ken Lay ile konuştuğunu hatır­
lamarlığını söylüyor, ama günlüğü öyle demiyor: Kuralsızlığı
tartışmak için 1 7 Nisan 200 1 ' de Enron ' un şefiyle vali arasında
yapılan yarım saatlik bir telefon konuşması var.
Başkan babası ve kardeşi gibi, Jeb de Lay 'in kuralsıziaştırma
ilaemın bağımlılarından. Ancak Florida valisinde, Lay 'in ilgisi­
ni çeken başka şeyler de var. Şeker fabrikaları Güney Flori­
da' daki bataklık sahaya fosfor akıtırlar ki bu olay diğer tarım iş­
letmelerinin de yardımıyla yılda 867 milyon dolarlık bir zarara
yol açmaktadır. Basit düşünen kafalar çözümün kolay olduğunu
sanabilirler: Fabrikalara atıkların ı bataklığa atmamalarını söyle­
mek. Ancak fabrika sahipleri bir yandan suya fosfor akıtırken

216
bir yandan da siyasi partilerin kasalarma para akıtırlar. Sadece
Fanjul ailesinden yaklaşık ı milyon dolar geldi. Şeker kodama­
nı Pepe Fanjul, Baba Bush 'un 'Takim 100' üyesiydi. Takımın
oyuncularının her biri yaşlı başkan için 1 00 bin dolar verdi.
Val i B ush şeker babalarına bataklığı kirletmemelerini söyle-
yeceğine, Güney Florida su sistemini yeni rezervuarlara bağla­
yarak bataklığa temiz su basma planına ve Azurix adlı şirkete
destek verdi. Uzman hidrologların görüşüne göre, böylesine bü­
yük bir proje ancak saçmalayan bir beynin eseri olabilir ve epe­
yi de maliyetli bir iştir. İ şin bir parçası olarak. Azurix, rezervu­
arın suyunu altı milyon Floridalı tüketiciye satma hakkını baş­
kasına satacaktı. Azurix, Buenos Aires'den daha yeni atılan En­
ran ' a ait bir şirketti.

Paranın Ne Önemi Var!

Medya, Enron ' un iflasıyla mahvalan hissedarlar için gözya­


şı dökmemizi istiyor. Beni saymayın. Enron sadece, karşılıksız
hisseler ve gizemli muhasebecilik tekniklerinden dolayı batına­
dı. Beş kıtadaki tüketicilerden ve işçilerden dolandırılan nakitle
desteklenen ş irket hissesi tavan yaptı.
Enron kuralsıziaşma i le kampanya parasının korkunç birleşi­
minin ürünüydü. Ancak Enron şeytanın tek çocuğu değildi. Gü­
ney California'daki Aralık 2000 elektrik kesintilerini inceledim.
O bölgede elektriğin birim fiyatı bir önceki yıla kıyasla yüzde
1 000 arttı ve santrallerde yakıt olarak kullanılan doğal gazın fi­
yatı da bir haftada yüzde ı 000 arttı. Enerji kıtlığı mı? Yok ca­
nım. Şekil 1 4 'deki Doğal Gaz Fiyatlarına bir bakalım. Tek­
sas 'tak i Henry Hub gaz boru hattı dağıtım merkezinde birimi 1
dolara istediğiniz kadar gaz satın alabilirsiniz. California sınırın­
da hattın bir kilometre aşağısına indiğinizde ise fiyat 1 0 doları
buluyordu.

217
"'

ue

;;> San Franclsco Fiyatı

t�
nt

sıo tl V} �
_L _/Y
1\�.t'ı
... y
. Teks8ii:Louslana Fiyatı
Sil
'Öt
.�z ı ş $
z İ i l <� <�
� lT
� � ş �
z.
ş � � ş ş q
ı;1 � :! � � � li � ç � 9 �
� ı: 1
t: 'lı !- �.� � � ::: J.
c

-
� ]'
� :! � ± � - 'iı s �. � � � ·-
.., ! �
s

Şekil 14. Doğal gaz fiyatları. Büyük sıçramanın bedeli - ünite başına 50 dola­
nn üstünde - Califomialılar tarafından karşılandı. Aynı dönemde Teksas
Henry Hub'dan 10 dolardan ucuza gaz sağlıyordu. (Kaynak: Califomi a bağım­
sız Sistem Operatörü)

Sonunda, Califomia'daki en büyük boru hattını elinde bulun­


duran Teksaslı tüccarın, El Paso Corporation 'ın hattın bir bölü­
münü kapattığı ortaya ç ıktı. Sonuç; panik, fiyat artışı, kesintiler.
Piyasa spekülatörleri bu küçük manevrayla yarım milyar dolar
kazandılar. Diğer bir deyişle, Califomia'da eksik olan enerji de­
ğil, devletti.
Bu arada adalet panltıları da yok değil. Dr. Coyle'un referan­
dumunu hiçe sayan Pacific Gas & Electric şirketi kuralsıziaşma
yasasına fiyat dondurma maddesini ekletti. Kumazca hazırlan­
mış ek belge San Francisco şirketi ile Los Angeleslı arkadaşı
Edison ' un petrol fiyatları düşerken ortaya çıkan fırsattan yarar­
l anarak ceplerine 20 milyar dolar atmalarını sağladı. Hatta elekt­
rik santrallerini başka eyaletlerdeki enerj i şirketlerine satarak
daha da fazlasını kazandılar. Yirmi m ilyar dolarlık fırsat kısa sü-

218
rede 1 2 m ilyar dolarlık bir kayba dönüştü - ve PG&E 2000 yılı­
nın sonunda iflasını istedi.
Ancak PG&E'nin başına gelenlere fazla sevinemedik. Cali­
fornia Valisi Gray Davis şirketleri kurtarmak için harekete geç­
ti. Davis, PG&E ve Edison 'dan, eski tarifeli fiyatın on katından
fazla bir fiyata, kilovat saati 500 dolara elektrik satın almak için
uzun süreli bir anlaşma imzaladı. EyaJet bu pahalı anlaşmaların
maliyetini karşılamak için milyarlarca dolarlık devlet tahvili çı­
kardı. Sam Wyly'nin dediği gibi, Bushların sıkı çalışması işe ya­
radı - Califomia bunun karşılığını otuz yıl boyunca, yılda 2 mil­
yar dolarla ödeyecek.

219
5
Amerikan Ş irketlerinin İçyüzü

.Yirmi yıl boyunca, düşmanın admı biliyorduk. ister Demok­


rat, ister Cumhuriyetçi, ister Muhafazakar, ister Yeni işçi Parti­
li olsun, politikacılar bu düşmam çarmtha germek için fırsat
kol/adı/ar: Elinde kalın kurallar kitabıyla göbekli aparatçik.
Koca kıçıyla kağıt dolu masasının ardından taşan, üretici sını­
fın cebindekileri yürütmek için planlar yapan ve işadamlarının
iş yapmasına engel çtkartan hürokrat. Devletin kendisi bile,
"düşman devlettir" diyor bize. Tek kurtuluş şanstmız yaratıct
süvariler, yaratıcı girişimci özel sektör samurayiart , özellikle de
yeni Amerikan şirket karta/lan .

Wackenhut, Monsanto, Enron, Reliant, Novartis. Bunlar Ye­


ni Düzen ' in sergüzeşt şövalyelerinden bazıları. B utch 'un Sun­
dance 'a söylediği gibi, "Kim bu adamlar?" i nsanlığı bunların ve
kardeş şirketlerinin eline teslim etmeden önce, bizi devletten da­
ha iyi idare edeceği söylenen bu kuruluşların kendi başlarına bı­
rakıldıklarında nasıl davrandıklarını görmem iz iyi olur.
1 998 ' de, 'Amerikan Şirketinin İç yüzü ' konulu bir dizi araş­
tırma ve inceleme yapmak üzere Obsen•er gazetesi tarafından
tutuldum. Görevim çoğunun adını bile duyınadığınız, kısa bir
süre sonra sağlığınızı , kültürünüzü ve özgürl üğünüzü olağanüs­
tü biçimde kontrol altına alacağı görülen, Amerika-merkezli ço­
kuluslu şirketlerin yapılarına ve ruhlarına sızmaktı.

220
Altın Kafes: Wackenhut'ın
İnsan Sefaletindeki Serbest Pazan

New Mexico' nun özel şirketler tarafindan yönetilen hapisha­


neleri Amerika' nın yoksul, saldırgan mahkumlarıyla doludur -
ve gardiyanlar da yine onlardır. Gizli belgelerden ve adlarının
yazılmaması kaydıyla sinirli sinirli konuşan gardiyanlardan al­
dı,� ım uyarı buydu.

1 999'da kuraklık yüzünden işleri bozulan New Mexicolu


çiftçi Ralph Garcia, geçinmek için Floridalı Wackenhut Corpo­
ration tarafından işletilen San ta Rosa 'daki ey alet hapishanesin­
de gardiyan olarak işe girer. Saat başına yedi dolar doksan beş
sent alan Garcia, Wackenhut hapishanesinde orta derecede gü­
venlik gerektiren mahkumların başına verilir. ' Orta derecede
güvenlik' grubunda katiller, cinayet işleyen neo-Naziler ve
Meksika Mafya çetesi bulunuyordu. Kısa süreli eğitim kursunu
daha yeni tamamlamasına rağmen, Garcia bir koğuşta serbestçe
dolaşan altmış mahkumla baş başa bırakıl ır. 3 I Ağustos
1 999'da, mahkumlar delirmiş gibi sağa sola saldırırlar, önce bir
arkadaşlarını, sonra da Garcia 'yı birçok yerinden bıçaklarlar.
Garcia mahkumların arasında neden tek başına bırakıldı?
Maliyeti düşürmek için her hücreye iki mahkumun konduğu ve
bütün ' sürünün ' ya da hücre bloğunun başına bir gardiyanın ve­
rildiği Wackenhut ' ın 'Hapishane/er Biziz' yönteminden başla­
yalım. Bu, devlet hapishanelerindeki oranın - her blokta iki gar­
diyan, her hücrede bir mahkum - tam tersidir. Kuşkusuz, eyale­
tin kendi hapishaneleri özel şirketinki kadar etkin (siz ucuz diye
okuyun) değil. Ama eyaJet on yedi yıl içinde bir tek gardiyan bi­
le kaybetmedi - Wackenhut ise daha on yedi ayını bile doldur­
madı işte.

22 1
Kaynaklarıma göre, Garcia 'nın bıçaklanmasından tam iki
hafta önce, şirketin tecrübeli elemanlarından biri, tek gardiyanlı
sistemin ölümcül bir kumar olduğu konusunda patronları uyar­
dı. Yöneticinin yapılan şikayete verdiği cevap şuydu: "İki yeri­
ne bir adam kaybetmek daha i y idir."
Wachenhut nasıl oluyor da bu işi böyle götürebiliyor? EyaJet
kongresinden Demokrat Parti lideri Manny Aragon 'u lobici ola­
rak bordroya yazmanın ve hapishanenin yapımında betonu Ara­
gon ' un şirketinden satın almanın bir sakıncası veya zararı olma­
yabilir. Ama yasalara ters değil midir bu durum? EyaJet Senatö­
rü Cisco McSorley'e sordum bunu. Demokrat Parti senatörü,
hukukçu ve Adalet Komisyonu Başkanı olan McSorley, "Elbet­
te ters" dedi ve omuz silkereesine ekledi, "New Mexico ' ya hoş
geldiniz."
Wackenhut günde 43 dolara mahkumları barındırmayı, bes­
lemeyi, gözetmeyi ve eğitmeyi kabul etti . Ama bu, mümkün de­
ğildi. Politik açıdan yozlaşmış eyaJet yönetimi bile, Wacken­
hut'ın kendileriyle dalga geçtiğini anladı. New Mexico yöneti­
mi, Wackenhut ' ı n tecrübesiz "yeşil botlularının" kontrolü kay­
bettikleri her defasında içeri girip mahkumları hücrelere kapata­
cak tecrübeli polislerden oluşan maliyeti yüksek bir gücü hazır
tutmak zorunda olduğunu anladı. Nisan 'daki ayaklanmada iki
yüz mahkumu gözyaşartıcı bombayla yatıştırmak - ve saldırgan­
laşan bir Wackenhut gardiyanını tutuklamak için 1 00 eyaJet po­
lisine ihtiyaç duyuldu. Özelleştirmeyle elde edileceği varsayılan
tasarruf, kel imenin tam anlam ıyla, uçup gitmişti.
Bu durum karşısinda eyaJet yönetimi şirket hapishanesini ye­
niden kurtarmak zorunda kalırlarsa bunu fatura edecekleri konu­
sunda Wackenhut'ı tehdit etti. Piyasa şartları açısından, bu du­
rum, özel bir şirketin yardım istemesinin felaket derecede mali­
yetli olacağı anlamına geliyordu. 3 I Ağustos'ta, eyaJet yönetimi
tarafından hapishaneye telefonla yapılan kontrol sırasında geri-

222
den kavga gürültü sesleri duyuldu. Wackenhut her şeyin yolun­
da olduğunu söyledi eyalete. Ş irket iki saat sonra acil yardım
çağrısı yaptığında gardiyan Garcia kan kaybından ölmüştü.
Wackenhut hapishanelerinde neden bu kadar çok ölüm, bu
kadar çok ayaklanma oluyordu? Ş irketin sözcüsünün bana anlat­
tığına göre, "New Mexico'daki suçlular sert adamlardır." Aynen
böyle dedi.
Acil çağrı düğmesi olan telsizler gibi hayat kurtarıcı cihazia­
rın alınması için adeta yalvaran güvenlik görevl ilerinden gelen
dahili şirket notlarının kopyalarını elde ettik. Notta daha fazla
eleman talep ediyorlardı. Notlar Garcia'nın ölümünden haftalar­
ca önce yazılmıştı.
Ayaklanmalardan önce politikacılarla müfettişl�r tam kadro­
lu gibi görünen hapishanede resmi geçit yapmışlardı. Ancak ya­
pılan gözlemler teftiş fırçası niteliğindeydi çünkü, gardiyanların
söylediğine göre, teftiş için gardiyanlar 1 6 ve 20 saatlik vardiya­
lar şeklinde çalışma emri almışlardı.
Bir mahkeme yetkilisi de tehlikeli bir iş için ödenen paranın
düşük olduğunu söyledi bana. Wackenhut açığını kimi zaman,
bazısı ehliyet alacak yaşta bile olmayan yeni yetme gardiyanlar­
la kapattı. Gevşek kontrollerden dolayı bazı eski mahkumlar da
bordroda yerlerini aldılar.
Bazı genç gardiyanlarla, kendini güvende hissetmeyen yeni
elemanlar tecrübesizliklerini mahkumlara sert davranarak, onla­
rı duvarlara çarparak kapattılar. B ir tanığın gizlice bana anlattı­
ğına göre, "Olay gerçekten çok iğrençti." Hapishanenin açı lışın­
dan hemen sonra, bir grup gardiyan kelepçeli bir mahkumun ka­
fasını uzun süre tekmelemişti. Gardiyanların başında bir adamın
bulunması gerektiği aklınıza gelebil ir, ama zaten vardı böyle bi­
ri. Hapishane müdür yardımcısı kollarını kavuştunnuş yanların­
da duruyordu. Dayağa tanık olan birine göre, müdür yardımcısı
gardiyanlara, "Vurdun mu ses gelmeli" diyordu. Şirket bu gar-

223
di yanları işten attı ve m üdür yardımcısını da o hapishaneden alıp
bir başka Wackenhut hapishanesine verdi.
Bilinçli gardiyanlar bir noktadan sonra isyan ediyorlardı .
Bunlardan dört tanesi telsiz - v e sendika hakkı - talep ederek ha­
pishanenin önünde gösteri yaptılar. Bol şans. AFL-CIO (Ameri­
kan İşçi Sendikaları), Wackenhut ' ı ülkeni n sendika düşmanı şir­
ketler listesinde üst sıralara koydu. isyancı gardiyanlar da işten
atıldı.
Senatör McSorley hapishanenin özelleştirilmesine kafayı tak­
mış durumda. Senatöre göre, New Mexico yönetimi Wacken­
hut 'ın ilk birkaç aylık faaliyetinin Hazine 'de açtığı gediğin bü­
yüklüğünü henüz ölçmüş değil. Ayaklanmalardan sonra şirket,
sorunlu 1 09 mahkumu devlete iade etti ki, devlet bu adamları
başka hapishanelere nakletmek için milyon larca dolar harcadı.
Yine de, sertlik yanl ı ları Wackenhut 'ı övgüyle karşıladı; rad­
yolar için fiş vermemek. dar metal hücreler, hücre zamanının
artması gibi uygulamalar eleınandan tasarruf sağlıyordu. Devlet
hapishanelerinden farklı olarak, Wackenh ut 'a rehabil itasyon
hizmetleri için para ödenmesine rağmen, okul, meslek kursu, ki­
taplık için ya yer yoktu hapishanelerde ya da küçücük bir yere
sıkışmışlard ı. Şirket övünerek, hapishane içinde bilgisayar çal ı ş­
masına olanak verdiğini aç ıkladı ama üniforma dikerek saatte
otuz sent alan birkaç mahkumdan başka çalışan yoktu. Mah­
kumların çoğu metal kafeslerinde tutuluyordu. Gaddarlık ucuz­
dur. insanlık ise pahalı - kısa dönemde tabii . EyaJet gardiyan
sendikasının başkan ı . Wackenhut'ı, mahkumlara köpek muame­
lesi yapmasının onları kurt gibi saldırganlaştıracağı konusunda
uyarıyordu.
Wackenhut şirketi yalnızca adli işleriyle tanınmak istemiyor.
Haki ıl ar. Al aska' daki Exxon Va/dez felaketinden sonra, Exxon­
BP ortaklığı ABD Kongresi 'y le çalı şan gammazın evine gizlice

224
dinleme cihazı yerleştirdi. Bu karanlık işi tasariayıp gerçekleş­
tirrnek üzere anlaşma imzalayan da Wackenhut takımıydı.
Wackenhut l 999'da çok da güneşli bir yaz geçirrnedi. B irçok
elemanının mahkumları cinsel açıdan istismar ettiği suçlaması
nedeniyle Teksas şirketle olan anlaşmasını iptal etti. Ş irketin
kendi eyaleti Florida'da da hapishane işletmesine engel olundu.
Haziran, Temmuz ve Ağustos'taki toplu firarlar Avustralya an­
laşmalarını da tehlikeye attı. New Mexico:da, daha bir yıl önce
açılmış olan Wackenhut' ı n iki hapishanesinde, Santa Rosa 'daki
Garcia olayı da dahil, sayısız ayaklanma, dokuz bıçaklama ve
beş cinayet görüldü. Bu arada Wackenhut'ın hisse senetleri de
tepetaktak oldu.
Ancak şirket için hala bir umut ışığı vardı. Wackenhut ' ın ge­
çirdiği bulutlu yazın ardından, New Mexico 'daki dördüncü ve
beşinci cinayetler arasındaki dönemde, İngiliz İçişleri Bakanlı­
ğı, Marchington 'da bir hapishane yapılması ve işletilmesi de da­
hil şirketle yeni anlaşmalar yapılacağını açıkladı. Wackenhut
ABD 'deki parlak deneyimi sayesinde, özelleştirilmiş cezalan­
dırma sisteminin küreselleşmesinde ilk akla gelen isim oldu.
EyaJetler birbiri ardına Wackenhut'a kapıyı gösterirken, Ma­
jestelerinin Hapishane İdaresi ' nin bir İngiliz hapishanesini işlet­
sin diye bu şirketi davet etmek nereden aklına geldi acaba?
İçişleri Bakanlığı önce öfkeli bir biçimde, İngiltere'nin şir­
ketle Coldingley Hapishanesi işletmesi anlaşmasını "karşılıklı
olarak feshederek" Wackenhut'la olan işbirliğini sona erdirdiği­
ni belirtti ve şirkete yeni bir anlaşma teklif ettiğini inkar etti.
(Aslında "karşılıklı" sayılmazdı bu fesih. Önce bir hapishane
uzmanına, sonra da bana ulaşan gizli bir teftiş raporu Wacken­
hut'ı, kuşkulu muhasebe işlemlerinden ve "Hapishane İdare­
si 'nin mali politikasına uymamak"tan ötürü suçluyordu.)
İçişleri Bakanlığı sözcüsü Wackenhut'la yeni bir anlaşma
yapmadıklarını söyleyince, ben de "Premier" denilen şirket or-

225
taklığına bir bakmasını önerdim. Ertesi sabah nefes nefese ko­
nuşan sözcüden telefon geldi : "Doğru Doncaster Hapishane­
si 'nin ( Doncatraz diye de anılır) ve yapımı planlanan Marching­
ton Hapishanesi'nin işletilmesi dahil Premier ile çok sayıda an­
laşma yaptık." Rapora göre, Wackenhut, "Premier konsorsiyu­
munun ortağıdır." Bu da bir bakış açısı. Wackenhut, Premier'in
yüzde 50'sine sahiptir ve Premier İngiltere 'deki hapishane işle­
rini elinde tu tmaktadır.
Hapishane İ daresi kendi gardiyanlarının geçmişini kontrol
etmektedir ancak bu kiralanan şirketlerde kontrolü kim yapmak­
tadır? İngiliz Hapishane İdaresi ABD yetkilileri ile temasa geç­
mişler midir? Hayır. Amerika'daki ölümler, ayaklanmalar, ken­
d ilerine karşı açılan ceza davaları ve anlaşma fesibieri konusun­
da Wackenhut'a tek bir soru bile sormuşlar mıdır? "Wacken­
hut ' la teması gerektiren bir durum yoktu ortada." İnsanın gözle­
rini fal taşı gibi açtıran bu kayıtsızlığın bir nedeni vardı: Blair
hükümetinin hapishanderin özelleştirilmesi konusu ile yeniden
gündeme gelen serbest piyasa inancı.
İçişleri Bakanlığı Durham ilçesinde yeni bir Çocuk Hapisha­
nesi açması için Wackenhut'a ödeme yaptı. Amerikalı savcıla­
rın; Wackenhut yöneticilerini ve Teksas ı slahevindeki gardiyan­
ları "Cinsel suç işlenmiştir. Aykırı cinsel il işki ve tecavüz art­
mıştır, ıslahevi sakinleri fiziksel travmaya uğramışlar ve kemik
kırığı nedeniyle hastaneye kaldırılmışlardır" diyerek suçlama­
sından bir ay sonra söz konusu hapishane açılır.
Bir hapishane çalışanının, di kkat edin bir mahkumun değil,
bana anlatlığına bakın : "Hapishanede geçirdiğim on beş yıl tam
bir cehennemdi. Bir daha Wackenhut'a adımımı atmam ." Bu
duygular, insan sefaletinde at oynatan serbest piyasa düşünce­
siyle büyülenmiş hükümetler tarafından paylaşılmadıkça, şirke­
tin başına dert olmayacaktır.

226
Wackenhut konusundaki ilk yazımdan sonra, beni belgelere
boğan, hapishane "sektöründe" çalışan muhbirlerin, gammaz­
ların ve profesyonellerin ardı arkası kesilmedi. Üç kıtadan ge­
len ve adlarının saklı tutu/masını isteyen kişiler tarafindan gön­
derilmiş şirket ve devlet belgeleriydi bunlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse bundan nefret ettim. Kendimi
felaket derecede yıkılmış, sorumlu ve suçlu hissediyordum çün­
kü elimdekini yayınlayamayacaktım. Louisiana' daki Wackenhut
ıslahevinde geçen, gardiyanların on yedi yaşındaki bir ağlam
çok kötü dövüp bağırsaklarını dışarı döktükleri bir olaydan söz
ediliyordu. Ancak televizyon için yeteri kadar çekici değildi ko­
nu. Bütün editör/erin söylediği şuydu, "Satmaz bu. "
Yine de, teknik belgeleri geeemi gündüzüme katarak incele ­
dim. Majestelerinin Hapishane İdaresi' nden bana ulaşan gizli
belgeler yığınını incelediğimde bir şey apaçık ortaya çıktı : Don­
caster Hapishanesini işletmek için Wackenhut' ın ihalede verdi­
ği fiyat, hapishaneyi işietmekte olan memurların ve sendika ça­
lışanlarının önerdiğifiyata kıyasla devlete daha pahalıya pat/a­
mışlı. Ancak, hükümet bir şekilde daha pahalı olanın daha ucuz,
daha niteliksizin daha nitelikli göründüğü sonucuna varmak
için ihale analiziyle oynadı. Blair hükümeti özelleştirmeye aşık­
rı ve aşkın gözü de kör olduğundan, iş Wackenhut' a verildi.
Bu arada, Teksas ve Louisiana' da ıslahevi içinde şiddet uy­
guladıkları ve gaz bombası kullandıkları için Wackenhut gardi­
yanları hakkında yeni davalar açıldı. İngiliz İçişleri Bakanlığı
yine de şirkete Bristol yakınlarında bir ıslahevi açma yetkisi
verdi. New Mexico eya/et senatörü McSor/ey' e bundan söz etti­
ğimde şunu söyledi: "İş/er garipleşti."
Hayır senatör, ödül kazandıracak bir hareket bu. İngiliz İçiş­
leri Bakanı Jack Straw benden; çiğnenmiş, kelepçefenmiş ve çü­
rük içinde kalıncaya kadar dövülmüş bir Altın Akbaba ödülü ka­
zandı.

227
Mağaza Çılgınlığı Kaça?

Wat-Mart' ın / 992 genel toplantısmda, şirketin kurucusu


Sam Watton hissedar/arından aya,� a kalkıp "Tanrı Amerika'yı
Korusun " marştnı söylemelerini istedi. On beş bin Wal-Mart' lı,
Bay Walton iki ay önce vefat etmiş olmasma ra,�men heyecanla,
kendilerine söyleneni yaptılar.

Arkansas kırsalındaki toplantıda - tepesinde spot ışığı, diz


üstü çökmüş halde müteveffa Satış ilahı ile konuşan bir yöneti ­
ci aracılığıyla iletilen - Walton 'ın isteği şaşırtıcı değildi. Wal­
Mart Amerika'daki en mi lliyetçi, bayrak düşkünü şirkettir.
Mağazaları, tavandan sarkan bayraklar ve karton kartallarla
sanki bir savaş alanıdır. SA TlN AL AMERiKA ! Ancak bağım­
sız bir grup mağazalardaki 1 05 bin maldan numune aldıklarında
sadece yüzde 1 7 'sinin Amerikan malı olduğunu gördüler. Eti­
ketierin çoğunda ise "Amerikan Malı " yazıyordu.
Wal-Mart Store'un yıllık satışları eski Yarşova Paktı üyele­
rinin GSMH' larını aşmış durumda. Bütün bu mallar nereden ge­
liyor? Hırslı Wai-Mart müşteris i Wu Hongda aniatsın size.
"Harry" Wu Amerika'da ünlü biridir. Wu, karşt-devrimci
düşüncelerinden dolayı konduğu Çin'deki hapishaneden 1 9 yıl
önce kaçmasına rağmen, laogai'yı, çalışma kampının sefaJetini
belgelemek için geri döndü. W u l 995 ' te yakalanıp yeniden hap­
se kondu.
Ancak Wu bana olayın diğer yüzünü anlattı. Son tutuklanma­
sından hemen önce, Wu sahte bir ticari şirket kurdu ve Shantou
Garment Ticaret Şirketi i le anlaşma yapmak isteyen toplancı bir
giyim tüccarı gibi davranan bir arkadaşını Guandong Bölgesi ' ne
yolladı. Şirket hem Shantou kasabasında hem de yakınlarındaki
Jia Yang hapishanesinde fabrika işletmekteydi. Shantou şirketi

228
Wu'nun ekibine referans olarak başka bir müşterinin, Wat
Mart ' ın adını vermişti.
Wai-Mart'a, Amerikan yasalanna aykırı bir biçimde, tişört
diktirrnek için Guandong'daki mahkumları kullanıp kullanma­
dıklannı sordum. Ş irket anlaşılması güç bir biçimde, yaptıkları
anlaşmaların köleleri, mahkumlan ya da küçük çocukları üre­
timde kullanmayı yasakladığını söyledi. Eğer şirketin anlaşma
yaptığı kişiler Çin 'de hapishanelerdeki fabrikalarda mahkum iş­
çileri kullanırlarsa Wal-Mart' ın bundan nasıl haberi olacaktı?
Olamazdı. Wu'nun arkadaşına Çinli yetkililerin hapishanedeki
üretimin izlenmesini yasakladığı söylendi.
Kuşkusuz, Wal-Mart'a gömleklerin, kelepçeli mi yoksa öz­
gür işçiler tarafından mı dikildiğini sormak Çin oyunu oynamak
demektir. Dikenli telierin içinde ya da dışında olsun, işçiler için
Çin ' in kendisi bir hapishane ekonomisidir. Rakip hapishane fab­
rikaları işçileri bedava çalıştınrken - ve sistemden şikayet edil­
diğinde insanın başına neler gelebileceği açıkça gösteril irken­
bir işçinin alabileceği ücret ne olabilir ki?
Yeniden Amerika'ya dönen Wu sadece etiketleri kontrol et­
mek için Wal-Mart'a alışverişe gitmeyi sürdürüyor. Wu, Yeni
Düzen markasıyla satılan ve Halkın Özgürlüğü Ordusu tarafın­
dan üretilen bisikletleri, prezervatifleri ve diğer ürünleri ortaya
çıkardı.
Çin dışında, sudan ucuz giysileri kim diker ki? Bunun yanıtı
çocukları nasıl tanımladığımza bağlı. Gazeteciler, Genel Müdür
David Glass'a Wat-Mart'ın Bangladeş'teki fabrikasında çalışan
on dört yaşındaki çocukların fotoğrafların ı gösterdiğinde Glass,
"Sizin çocuk tanımınız benimkinden farkl ı olabilir" dedi. Ayrı­
ca bütün bunlar, I 992'de ortaklarının istismarlarını sona erdiren
Davranış Etiği ' n in yayınlanmasından önceki eski kötü günlerdi.
Ama belki de kazın ayağı öyle değildir. Çok güvenilir New
York Ulusal İşçi Komitesi ' ne göre, Wat-Mart'ın ortağı Bexim-

229
co haftanın yedi günü toplam seksen saat çalışan yeniyetme ütü­
cülere B angladeş'te saat ücreti olarak on sekiz sent, yardımcıia­
rına da on dört sent ödemektedir. Bu ücret yasal asgari ücretin
yarısı demekti. çalışma süresi de yasal süre olan altmış saatin üs­
tündedir.
Wai-Mart böyle bir şey olamayacağını söyledi bana. Ancak
şirketin gazeteci leri aldatmak gibi kötü bir huyu vardı. 1 994 'te
Wall Street Journal gazetesinin eski muhabiri, In Sam We Trust
(Sam'e Güveniyoruz) adlı o zehir zemberek, yolsuzlukları konu
edinen kitabın yazarı Bob Ortega, Wai-Mart'ın Guatemala'daki
ortak fabrikalarının birinde bir köpek ve tay şovuna davet edil­
di. Fabrika sırıtan genç işçilerle doluydu. Ancak Ortega, resmi
gezi sırasında ortada görünmeyen ütücü çocuklarla görüşmek
üzere. iki hafta önce gizlice ülkeye gelmişti. Daha sonra insan
hakları savunucuları, Guatemalalı Wendy Diaz ' ı Amerika 'ya
getirdiler. Diaz burada. 1 3 yaşındayken Wai-Mart markalı giy­
silerin d ikim i şinde saati otuz sentten çal ıştığına ilişkin tanıklık
yaptı.
Çocuk işçilerin istismarına gelince, W al-Mart' ın eski avuka­
tı Senatör Hil lary Cl inton. Sam ' ın Yönetim Kurulu'na atadığı
bu "küçük bayan" telefonlarıma cevap vermedi.
Guatemalalı birkaç sıska çocuğun üzücü sızianmasına rağ­
men, Wai-Mart, Sam Walton'ın dostane görünümünden dolayı
samimi bir imaja sahiptir. Şirketin dediğine göre, mutlu çalışan­
lar, sonunda "Bana yardmı et Sam!" diye bağırdıkları "müşteri­
ye hizmet marşı"nı güle oynaya söylerler. Dolar milyarderi Sam
mağazalarını ve depolarını ziyaret fırsatı yaratır kendine, yaka­
sına isimliğini asıp çal ışanlarla börek yiyip sohbet eder. Çalışan­
lardan biri bana bu samimi sohbetten söz etti. 1 982 'de, Sam
Amerika'nın en zengi n adamı olma yolundayken, Arkansas 'da
bir depoya uğruyor ve yükleme yapanlara, dostane bir tavırla,
bir sonraki temsilci seçiminde eğer sendikaya katılma kararı
alırlarsa hepsini işten atıp merkezi de kapatacağını söylüyor.

230
Sekiz kişinin tanık olduğu bu sözler Amerikan çalışma yasa­
sının ihlali anlamına geliyordu ancak etkisini de gösterdi. İşçiler
Sam ' ın sicilinin bozulmasına izin vermeden sendikaya karşı oy
kullandılar. Bugün Amerika'daki 2450 mağazanın hiçbirinde
sendika yok.
Zaten sendikaya kimin ihtiyacı var ki? Arkansas 'daki şirket
merkezi Observer'a şirketin işçilere verdiği ücreti söylemeye­
cekti. O yüzden gönüllü arkadaşlarımız Amerika 'nın her tarafın­
daki Wal-Mart'a kasiyerlik için başvurdu. Başlangıç ücreti saat­
te ortalama altı dolar on sentti ( İngiltere 'deki asgari ücretin bi­
raz üstünde) ama eski bir Amerikan geleneğine uyarak Wat­
Mart Yerli bölgelerine yakın yerlerde saatine sadece dört dolar
elli sent veriyordu.
Bu ücretler, Wat-Mart'ın sağlık sigortası "katkı payını" düş­
mesinden önceki ücretlerdir. Katkı payı bütün ücreti silip süpü­
rebileceğinden işçilerin çoğu sağlık yardımı almıyorlar.
Emeklilik planı ve karın paylaşılması da söz konusudur. An­
cak Sam Walton milyarlarını karlarını payiaşarak edinmedi.
Wal-Mart "kullan-at" işçi kavramını yarattı. İşçilerin yaklaşık
üçte biri geçici işçidir ve çalışma saatleri de keyfi olarak uza­
makta, değişmekte veya kısalmaktadır. İşçiler sürekli değiştiği
için emekliliğe hak kazanan ya da kara ortak olabilen çalışan sa­
yısı da son derece azdır.
Ancak Wal-Mart yemeği bedava verir. Çoğu işçinin ücreti
Amerika' da resmen kabul edilen yoksulluk sınırının altında ya
da ancak o kadardır, o nedenle ikinci bir işi olmayanlar devlet­
ten gıda karnesi almaya hak kazanırlar. Wal-Mart 780 bin işçi­
siyle ülkenin en büyük ücret bordrosuna sahip işverenidir, tabii
buna ücret denirse. Wal-Mart mağdurlarına .bakıp beslemek bü­
yük bir sosyal yardım programıdır. Daha da kötüsü olabilirdi,
ancak mahkeme Walton 'ın Amerikan asgari ücret sisteminden
muaf olmak için yaptığı başvuruyu reddetti.

23 1
Wal-Mart bir kase daha çorba isteyen işçileri yanıtsız bırak­
mıyor. W al-Mart çalışanı Kathleen Baker maaşlarının artırılma­
sı için 80 çalışan adına mağaza müdürüne di lekçe verince, dilek­
çeyi yazmak için şirketin daktilosunu kullandığından hırsızlık
suçundan hemen işten atıldı. Bu suçlama başka bir işe girme
şansını da ortadan kaldırdı.
I 994 'te, Li nda Regalado eğer meslektaşlarıyla sendikaya ka­
tılma konusunu konuşmaya devam ederse işten kovulmakla teh­
dit edildi. Linda ısrarla faaliyetini sürdürdü ve Wai-Mart yasa­
dışı tehdidini yerine getirdi. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Lin­
da'nın aynı mağazada çalışan kocası Gilbert ciddi biçimde yara­
landı ve Wal-Mart da ameliyat masrafını ödemeyi reddetti. Dev­
let şirketi mahkemeye verdi ancak Linda'nın davasını destekle­
yen Birleşik Gıda ve Ticaret Çalışanları Sendikası havlu attı.
Sendika yöneticisinin bana anlattığına göre, "Korku o kadar
yaygındı ki" sendikanın Watton 'un öne sürdüğü her anlaşmayı
imzalamaktan başka seçeneği yoktu.

Wal-Mart şimdi de İngiltere 'nin mutlu kral lığına ayak bas­


mış durumda. Wal-Mart ' ın kocaman ışıkları İngiltere 'nin yeşil
kuşağını mideye indirip kırsal yolların canına okuyacak mı?
Tony Blair hükümeti, bu dev şirketin kent dışında mağaza aç­
masını yasaklama kararından geri dönüş olduğu söylentilerini
kabul etmiyor. İ ngiliz Ticaret Bakanlığı korumacı politikaları­
nın değişmediğini söylüyor. (Politikalarının içeriğini sanayi lo­
bicileri onlara anlatınca açıklayacaklar.)
Wat-Mart 'ın İngiltere'ye gelişi bir zorunluluk değildir. Sek­
sen sekiz bölgenin kapılarını bu doymak bilmeyen Dükkan İrisi
yaratığın yüzüne kapatmasını sağlayan Sprawi-Busters Başkanı
Al Norman Amerikan kasabalarının "akıllandığını" söylüyor.
New York kentinin 60 kilometre ötesinde, evime giden yol
üstünde W al-Mart bir Sam' s Cluh kurdu. Şirketin en küçük ma-

232
ğazalarından biri bu. Ama yine de, kapladığı alan İngiltere ' deki
Tesco süpermarketlerinin üçüyle birlikte bir futbol sahasını da
içine alacak kadar geniş. Ucuz ve Bol olana duyulan insani tut­
kuyu uyaran flüoresan ışıklarının altında "İste beni, al beni, sa­
hip ol bana" diye feryat eden 70 bin Standard Ticari Ürün Re­
yonu 'na dayanmak zor.
Ancak alışveriş zevkimin de bir bedeli var. Dükkan iri­
si'nden çıkıp binlerce seçeneğe karşın, Wal-Mart' ın araba parkı
yapmak için kesmekte ısrar ettiği, Long Isiand kırsalındaki son
ağaçlıklı bölge olan Çamlık Kumsala ayak basıyorum.
Küçük çiftçi kasabarnın 20 km. doğusunda ve Wal-Mart'a
daha yakın olan kasabanın ana caddesindeki her dört dükkandan
birinin camında kiralık yazısı var. Bir zamanlar "Amerikan kö­
yü" adıyla bilinen Hudson Çağlayanı 'na benzeyecek sonumuz
herhalde. Planlama teorisyeni James Howard Kunstler'in bana
anlattığı gibi, "Bu kasabanın ana caddesi artık yıkılınakla olan
on dokuzuncu yüzyıl binalarıyla dolu." Sam Walton 'ın Dükkan
İrisi gelip kasabanın dışına yerieşlikten sonra Hudson Çağlaya­
nı "yok olmaya doğru gitti ."
Artık ucuz reklamlar beni sarmıyor. Dükkan ' a adım atmıyo­
rum, o yüzden yardım et bana Sam!

Kirli Ticareti Nasıl Yeşillendi?

George W. Bush' un küresel ıstnma anlaşmasını öldürmesin­


den çok önce, bu anlaşma bazı sanayiciler ve Amerika' daki en
zengin çevre grubu tarafindan ölümcül biçimde yaralandt.

Tennessee tepelerindeki hava kirliliğine aşık bu adamlar.


Doymak bilmiyorlar. Aslında daha fazlası için para da verirler.

233
Mayıs 1 992'de Tennessee Vadisi Yönetimi, Wisconsin'deki
bir santralden para vererek. tonlarca sülfür dioksiti atmosfere
püskürtme hakkı satın aldı. Böy lece yasanın koyduğu kirlilik sı­
nırlarını geçebilecekti. Wisconsin. Tennessee ' ninkini denkleş­
tirrnek iÇin kendi hava kirliliğini azaltmaktadır. Bu olay, kirlilik
konusunda yapılan ilk alışveri ş, ülke genelinde kirliliği genel
olarak azaltmak için piyasa mekanizmalarının kullanılması ko­
nusundaki ilk deneyimdi.
Eğer B illy Hill, is solumak için iyi para ödüyorsa �ize ne?
Havayı kirletme hakkını satın almak (ilk kez Tennessee 'de de­
nen di bu) önümüzdeki otuz yıl boyunca dünyanın her tarafında­
ki sanayi üretimine il işkin kural lar öneren küresel ısınma anlaş­
ması 'Kyoto Protoko/ü nün uygulanması için mihenk taşıydı .
'

Kyoto Protokolü eğer engellenmezse gezegeni yakıp kavura­


cak. kutuplardaki buzulları eritecek ve Blackpool ile Los Ange­
les ' ı yüzlerce metre su altında bırakacak sera gazlannın yayıl­
masını engellerneyi amaçlamaktaydı.
Tahmin edebileceğiniz gibi , sanayiinin büyük lobicileri Pro­
tokol 'e karşı dizildiler. Anlaşmaya karşı yürütülen mücadelede
başı, süper lobici Boyden Gray ' in başkan lığını yaptığı aşırı sağ­
cı Güçlü Ekonomi İçin Vatandaşlar (GEY) grubu çekmektedir.
GEY 'e karşı çıkanlar ise Washington DC 'nin etkin Çevreci
Savunma Fonu (ÇSF). ÇSF'nin yeşil leri anlaşmaya o kadar bağ­
lı ki. protokolün ticaret sistemini yerleştirmek için özel bir kuru­
luş bile oluşturdular. Bu yeni Çevreci Kaynak Vakfı 'nın başka­
nı ise Boyden Gray 'di.
Hı?
Büyük sanay iinin anlaşma karşıtı güçlerinin büyük silahı
Gray nasıl oldu da saygın bir çevreci grubun başına geçti? Ölüm
döşeğinde din mi değiştirdi yoksa? Hayır, Bay Gray 'in sağlığı
yerinde, çok şükür. Benden daha kuşkucu insanlar, Bay Gray 'in
ve kirliliğe yola açan müşterilerinin, Cl inton yönetimi sırasında,

234
temiz hava anlaşmasını durduramayacaklarını anlayınca çevreci
hareketi rayından çıkarmak için yeni bir yol bulduklarını düşün­
mektedir. Bükemerliğin eli satın alacaksın. Saygın çevreci kuru­
luşun kuzu postunu üstüne atan kirleticiler, kirlilik yaratan uy­
gulamalarını değiştirmek zorunda kalmayacak şekilde anlaşma
görüşmelerini etkileyebileceklerdir.
Tennessee modeli de tam bu noktada devreye giriyor. Proto­
kolün içine bir şirketin kirlilik hedeflerini tutturmak için, kulla­
nılmayan kirlilik payı satın alma hakkını ekleyerek Amerikan
sanayisi anlaşmayı içten yıkabilirdi. Pislik ticaretinin başını çe­
ken de Çevreci Savunma Fonu. Kullanılmayan kirletme hakkını
satın alma fikri lobicilik piyasasındaki İş Dünyası Yuvarlak Ma­
sa toplantısından kaynaklanıyordu. Bunu da şuradan biliyoruz;
Yuvarlak Masa grubu Buenos Aires'te yapılan Kyoto sonrası iz­
leme toplantısında fotokopi makinesinde bu düşünceyi içeren
bir kağıt unutmuştu.
Kirletme hakkını satma gibi işin insanı ürperten yönü bir ya­
na bırakılırsa, genelde kirlilik oranını düşürecekse eğer, böyle
bir ticaretin ne zararı olabilir ki? Gözünüzü bu eğer sözcüğünün
üzerinden ayırmayın. Atmosferden bir gıdım' kirliliği bile geri
almış bir ticarete henüz rastlamış değilim. Kirli havaya il işkin
serbest piyasa düzeni en başından beri çürüktü. 1 992 'de, Wis­
consin 'in Tennessee 'ye çevre kirliliğini satması işinde, Wiscon­
sin şirketinin sülfür dioksit satma hakkı başka bir santral yapma­
mak üzere yaptıkları anlaşmadan ötürü gerçekleşmişti. Ancak
Wisconsin 'deki yetkililer zaten h içbir zaman yeni bir santral ya­
pılmasına izin vermeyeceklerdi. O nedenle, satıcının çevre kirli­
liğinde azaltmaya gitmesi olayı bir aldatmacaydı, ancak Tennes­
see dağlarından gelecek ek zehir gerçek ve ölümcüldü.
Bu olay bilinmesine rağmen, Amerikalı delegeler kirlilik ti­
caretini, küresel ısınma anlaşmasına Amerika 'nın katılma koşu­
lu olarak dayattılar. B iyosferin kurtarılmasına yönelik piyasa

235
mekanizması olarak adlandırılan kirl ilik ticareti Üçüncü Yol ' un
gurur ve eğlencesidir. Yeni Demokratlar herhalde bu yöntemle
eski - "ÇEVREYi KİRLETME ! " - türü emirlerin yerine, pislik
ticaretini köşe başındaki dükkanınızda kolayca yapabileceğiniz
bir perakende alışverişi düşündüler herhalde. (Amerika'da hali­
hazırda, her yıl on beş m ilyon ton sülfür dioksit alışverişinin ya­
pıldığı bir borsa var.)
Amerika'nın anlaşma için yaptığı önerilere göre, yeryüzünü
pişirecek atıklarını ortalığa salm ak isteyen herhangi bir Ameri­
kan ya da Avrupa şirketi , atıklarını azaltmış olan çevreci bir şir­
ketten kirletme hakkı satın almak zorunda kalacaktır. Peki ama,
kirletme hakkı n ı satmaya gönül lü çevre dostu şirketler
dünyanın neresinde var? Kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmez:
Rusya ve Ukrayna ' da.
Rusya bir eko-cennete dönüştüğü sırada tatilde olabileceğini­
zi düşünerek olayı özetleyeyim. Anlaşmadaki kirlilik hakkı
I 990' da havaya püskürtülen atık miktarı esas alınarak hesaplan­
maktadır. Hatırlarsanız, o yıla kadar Ruslar komünist rej im al­
tında. her yeri dökülen eski fabrikalarda çal ışmak zorundaydı lar.
Artık çalışmak zorunda bile değiller. Komünizm sonrasında Rus
sanayisinde ortaya çıkan çöküntü ülkenin çevreye yayılan atık
oranını yüzde 30 azalttı . Böylece açlığın kol gezdiği yüksek
yaylaların faydalı yanı ortaya çıktı: Amerikan endüstrisinin çev­
re kirliliğinde yapmak zorunda olduğu azaltınanın yüzde 90 ' ını
karşılamaya yetecek kadar kirlilik kredisi.
Burada aldatılan biri mi var? Bu yöntem öneri ldiğinde Baş­
kan Yardımcısı olan ağaç delisi Al Gore ortaya atılıp "Sahtekar­
lık bu ! " diye haykırdı mı? Gıkı bile çıkmadı. Şirketlerin alkışia­
rı arasında Başkan Yardımcısı, sahtekarlık kokan pislik kredile­
ri ticaretini kutsadı. Hatta Gore, kirlilik ticareti dalaveresini çev­
recilerin desteğini kazanmak için kullandı . Bunun için, en say­
gın çevre kuruluşu olan Çevreci Savunma Fonu 'nun üyeleriyle
fotoğraf çektirdi.

236
Daha da kötüsü var. Clinton-Gore yönetimi anlaşma yürürlü­
ğe girmeden önce atık madde m iktarını düşüren Amerikalı şir­
ketlere "geçmişe dönük kredi" sağlayacak bir program açıkladı.
Örneğin, bir kimya şirketi sendikadan kurtulmak için bir fabri­
kasını kapattığında kredi kazanmış olacaktır. Bir düzine çevreci
grup, çevre kirliliğinde hayali azalmaya yol açacak olan bu pla­
na karşı çıktı - tasarının ayrıntıl annı hazırlamakla övünen ÇSF
hariç.
ÇSF' nin aklına bu garip fikir nereden geldi? Görünüşe göre,
Amerika'nın en ünlü çevre kirleticilerinin bunda payı var. En
azından Boyden Gray ' in başkanlığını yaptığı ÇSF'ye bağlı Çev­
reci Kaynak Vakfı 'ndaki (adı bende saklı) kaynaktan gazeleme
fakslanan bir belgeye göre böyle.
2 1 Ekim l 997 tarihli belgede şunlar yazılı: "Şu anda, büyük
şirketlerin çoğu bu kavramı tartışmak için ÇSF yetkilileriyle dü­
zenli olarak görüşüyorlar." Bir başka belgeye göre de grup, çev­
re kirliliği hakkını _satarak kazanç sağlayan çevreci bir kuruluşa
kapıyı açarak bu kredi işinden para kazanabilirdi. B ir ÇSF yetki­
lisi planın, çevreyi kirletme konusunda ün salmış olan Southem
ile American Electric Power tarafından yazıldığını itiraf etti.
Neden bazı çevreciler bir zamanlar topa tuttukları Boyden
Gray ' ler ve şirketler adına 'Kiralık Yeşiller' gibi davranıyorlar?
Neden sadece para değil. Sanayi ile efendice bir anlaşma yap­
mak, karar verme mekanizmasındaki Gore ya da Bush ' la ve sa­
nayiinin ' Büyük Başlan' ile bir arada olmalarını sağlayacak bir
giriş kartıydı onlar için. İşin içine girip piyasanın diliyle konuş­
tuklarında politikayı değiştirebileceklerine inanıyor bu çevreci­
ler. Kendilerini önemli hissetmelerine fırsat tanındığı kesin.
Pislik ticareti, kuralları piyasa çözümleri denilen planlarla
değiştirme çılgınlığının çirkin üvey çocuğudur. Pislik ticaretinin
hangi partiden olursa olsun politikacılara cazip geldiğinin de
farkındayız. Bu durum bir yanda kamuda bir şeyler yapıl ıyor

237
imaj ını yaratırken, diğer yanda mevcut durumun bozulmayaca­
ğı konusunda endüstriye de göz kırpma fırsatı veriyor.
Çöp hakkının satışı Amerika'nın çevre k irliliği karşıtı yasa­
larının elini kolunu bağlamaktır ve yeni bir küresel ısınma anlaş­
masını sabote etmekte kullanılacaktır.
Yönetme-yerine-pazarlama tarzı reklamcılık hileleri Tennes­
see çalısı gibi yayılmaktadır. Sadece çevre kirliliği ticaretiyle de
sınırlı kalmıyor. General Pinochet, Pol Pot 'dan kullanılmayan
kemik-kırma hakkı satın aldığını söylerse şaşırmayın.

Ne Tekmelenecek Bedenler
Ne de Lanetlenecek Ruhlar

işte zihninizi dinlendirecek hir hikaye. Amerika' da federal


hükümet, işleri ranıalardaki parmak!tklarla şilte arasmdaki me­
safeyi ölçmek olan 150 memura maaş ödemektedir.

Amerika' nın diğer vatandaşları insanların kullanabileceği


nesneler yapmakla meşgulken, devletin himayesindeki bu me­
murlar, toplumun karşı sındaki nihai tehdidi - öldürücü çocuk
yatağını - avlamak üzere mağazalara ve mobilyacılara sürpriz
baskınlar düzenlemektedir. Eğer parmaklıklar küçük kurallar ki­
tabındaki niteliklere yarım santim bile uymuyorsa yatağa el ko­
nulup kaldırılmaktadır. Sonuçta memurlar üreticiye yaklaşık
yüz milyon dolara malolan 5 ı 3 bin suçlu yataktan bizi kurtar­
mıştır. Sektör, ellerinde cetvelle dolaşan küçük adamların yardı­
mı olmadan, gönüllü olarak kendi sıkı güvenlik standartlarını
oluşturmuş durumdadır ama neyse . . .
B u , hikayenin A şekli . Bir d e B şekline bakalım·.
Mayıs ı 994 ' te bir akşam, James Ma yernick ' in hanımı kendi­
lerini ziyarete gelmiş olan genç yeğenieri Nicholas ' ı yeni aıdık-

238
ları ranzanın üst katına yatırdı. On dakika sonra, kendi oğlunun
çığlıkları üzerine çocukların odasına koştuğunda Nicholas ' ı
asılmış olarak buldu. Çocuk kendisini kurtarmak için çabalarken
parmaklık çocuğun başını yatağa doğru itmişti. Kurallara göre
olması gerekenden iki - üç santim daha geniş ölan parmaklıkla
yatak arasındaki mesafe çocuğun vücudunun kaymasına izin ve­
rirken başının geçmesine yetmemişti. Nicholas boğu larak öldü,
hükümetin olaya el koymasından önce yatak parmaklığına takı­
larak ölen elli dördüncü çocuktu.
Ş imdi, hangi şekil hoşunuza gitti? Şekil A 'ya göre Ameri­
ka' da gayretkeş avukatlar ve gazeteciler nadir görülen ya da ol­
mayan tehlikelerin peşine düşerek kazançlı bir panik endüstrisi
yaratmışlardır. A şeklinin savunucuları olan kuralsıziaştırma ta­
raftarlarına göre, bütün bu yanlış yöntendirilmiş h isteri nedeniy­
le, tek etkisi iş dünyasına kırtasi yecilikle ayak bağı olmak ve ku­
ralların açığını yakalayıp insanı çıldırtmak olan bürokrasi man­
tar gibi sarmaktadır etrafı. Kendisini serbest girişimci kovboy la­
rın, John Wayne bireysekiliğinin ve başı boş bırakılmış kapita­
lizmin ülkesi olarak gören Amerika dünyadaki en kapsamlı, en
ayrıntılı, en kuralcı özel sektör kontrol sistemine sahip ü lkedir
de. Tüketici Ürünleri Güvenlik Komisyonu - yatak polisi - gibi
devlet kurumları bu işi Avrupa' da akla bile getirilemeyecek öl­
.çüde abartmışlardır. Örneğin, 1 999'da, İngiltere'de 265 nükleer
santral müfettişi vardı. İngiltere ' den daha az nükleer santrale sa­
hip olan Amerika' da ise müfettiş sayısı 4 bindi.
Haksız da sayılmaz ama. Amerika diğer yolu da denedi, ya­
ni piyasanın kendisi dürüst üreticilerini ödüllendirip düzenbaz­
ları ortadan kaldıracak sandı. Mayemiks ' lerin yeğenierinin bo­
ğulmasına yol açan yatak, yatak üreticilerinin yatak tasarımına
yönelik ' gönüllü standartları ' açıklamasından çok sonra Tennes­
see, Lutts'daki El Rancho Fumiture tarafından yapılmıştı.
Amerika nasıl oldu da aynı anda, hem şirket kapitalizminin

239
merkezi, hem de özel sektöre yönelik dünyanın en sıkı önlemle­
rini alan bir ülke konumuna geldi? Olayın kökeni Andrew Jack­
son ' ın, Şirketler adı verilen yeni ve tehlikeli yasal oluşumu ya­
saklamayı savunarak başkanlık seçimine katıldığı, 1 9. yüzyılın
başlarına kadar gitmektedir.
Jackson i le dostu Thomas Jefferson, hisse senetlerinden olu­
şan bu kimliksiz. duygusuz yaratıktan ürktüler. Hisse seneti i şir­
ketlerin gelişiminden önce işadamlarının isimleri de vardı, kim­
likleri de. Yaptıkları yanlışın hesabını mahkemelerde, halkın ve­
ya Tanrının huzurunda ya da dernek toplantılarında verirlerdi.
Ancak Jackson ' ın seçim bildiri sinde yazdığı gibi, "Şirketlerin
ne tekmelenecek bedenleri, ne de lanettenecek ruhları vardı."
Başkan Jackson şirket akım ını önleyecek durumda değildi.
Tarihçi Arthur Schleisinger' in dediği gibi, J ackson bunun yeri­
ne, demokrasinin bu gayri ahlaki kuruluşlar üzerinde bir tür ah­
laki kontrol sağlamak üzere kullanacağı araç olarak devlet dene­
tim sistemini kurdu.
Denetim sisteminde reformu savunan çete de, 20. yüzyılda
artık kurallar yığınına ve müfettiş ordusuna ihtiyacımız olmadı­
ğını ileri sürüyor. Akıllanmış şirketler artık gönüllü olarak kamu
güvenliğini gözetmenin uzun dönemdeki yararını anlamış du­
rumdadır. Oh, lütfen. Califomia 'daki Catalina Mobilyacı lık,
Mayemick ' in yeğenine olduğu gibi, yatakta pannaklıklar ile ya­
tak arasında sıkışan üç yaşındaki bir çocuğun başına gelenlere
rağmen, devletin beş bin ranzay ı piyasadan toplaması için ver­
diği emre uymadı. Ş irket, kazaya uğrayan ilk çocuğun hayatının
kurtulduğunu söyleyerek toplama emrini protesto etti.
Geçenlerde, Mobil Oil (kısa süre sonra Exxon-Mobil olacak)
tarafından "Şimdiye Kadar Yapılmış En Güvenli Gemilerin İki­
si" başlığıyla yayınlanan tam sayfa ilanı görünce midem bulan­
dı. İ landa Mobil bağıra çağıra, "geçmişteki çarpışmaya bağlı
petrol sızıntılarının ÇQğunu önleyebilecek nitelikteki" çift-çe-

240
perli yeni bir petrol tankerinin denize indirilişini duyuruyordu.
Gerçekten de geçmişteki sızıntıl an önleyebilirdi. Ancak çift çe­
perli tekneleriyle övünüp caka satan, kendi kendilerini tebrik
eden Exxon-Mobil'in halkla ilişkiler uzmanlan; 1 970'li yıllarda
petrol devleTinin, Valdez limanından petrol taşırken çift çeperli
tanker kullanılmasını şart koşan yasayı engelleyerek, Alaska hü­
kümetini dava ettiğini ve davayı kazandığını söylemeyi unuttu­
lar. Bunun sonucunda, tek çeperli Exxon Valdez, Alaska 'nın al­
tı yüz kilometrelik sahil şeridini mahvetti. Mobil-Exxon artık
olayın farkında - ama ancak büyük sızıntıdan sonra kamuoyu­
nun baskısıyla Kongre ' nin, çift çeper kuralını büyük petrol şir­
ketine zorla benimsetmesiyle anladı bunu.
Bugün 'Jackson Sözleşmesi ' saldırı altında, ama saldırı sade­
ce - iş dünyasının çıkarlannı cansiperane savunmalarını bekledi­
ğimiz - Cumhuriyetçiler'den değil Demokrat olması beklenen
Al Gore ' dan da geliyor. Başkan Yardımcısı olarak Gore, Rush­
more Dağ ı ' ndaki Jefferson Mozolesi 'ni dinamitleyerek tarihe
gömen 'Devletin Yeniden Yapılanması' adlı bir programa destek
verdi.
Gore ' un Devletin Yeniden Yapılanması programı bir zaman­
lar örümcek kafalı Cumhuriyetçilerio kustuğu 'devletten nefret'
saçmalıklarının tümünü Demokratlık kuzusunun postuna bürün­
dürüyordu. Gore ' un kırtasiyecilik ve saçma kurallar konusunda
anlattığı hoş şakalar, endüstrinin devletten gelecek her yeni ku­
ralı önceden gözden geçirme önerisini gizlemektedir. Bu durum
bürokrasinin artmasına, işlemlerin gecikmesine ve kırtasiyecili­
ğe yol açacaktır. Ancak aynı zamanda daha sıkı güvenlik ve
çevre kurallarının önünü kesrnek üzere Gore için planı tasarla­
yan, iş dünyasının lobicileri General Motors ile All iance
USA'nın amac ına uygundur.
Eli cetvelli küçük memurlardan biriyle, Tüketici Ürün Gü­
venl iği Komisyonu müfettişi Robin Ross ile görüştüm. Dediği-

24 1
ne göre, yatak parmaklıklarını ölçmek işin "en sevdiği tarafla­
rından biri." Asıl işi olan asılmış, kesilmiş, boğulmuş ve yanmış
çocukların ailelerinden kanıt toplama işine ara verip biraz nefes
alabiliyor böylece. Bazen, günün sonunda, "Arabamda öylece
oturup ağlıyorum."
Robin ' e The Death of Common Sense: How Law is Suffoca­
ting America (Sağduyunun Ölümü : Yasalar Amerika'yı Nasıl
Boğuyor) adlı çok satan kitap hakkındaki düşüncesini sordum.
Kitabın yazarı, Gore ' un kuralsıziaştırma gurusu, Philip K. Ho­
ward, özellikle "parmaklıkların çevresini bile ölçen" devlet me­
murları hakkında şakalar yapmaktan hoşlanıyor. Robin de yasa­
Iarın gözden geçirilmesine ihtiyaç olduğuna inanıyor ancak Nic­
holas Mayemick' in boğulmasına yasanın neden olmadığını da
söylüyor.

Kalp Kıran

Hayır, Amerika' da hir milyon avukat yok. Sadece 925 671


tane var. Efaine Levenson' a göre hu da yeterli de,�ı'/.

Cincinnati ' l i ev hanımı Levenson kalbinin patlaması için gün


sayıyordu. 1 98 1 ' de, cerrahlar Levenson ' ı n kalbine mekanik bir
kapakçık- doktorunun dediğine göre "kapakçıkların Rolls-Roy­
ce"u olan Bjork-Shiley kapakçığını taktılar. Ne Levenson 'ın ne
de doktorunun bilmediği şey, ameliyattan y ıllarca önce birçok
Bjork-Sh i ley kapakçığının testler sırasında k ınldığı gerçeği idi.
Kapakçığı yapan şirket, merkezi New York ' da bulunan ilaç de­
vi Pfizer, bundan yetkili lere söz etmek gereğini duymamıştı.
Pfizer'in Karayipler'deki fabrikasında şirketin müfettişleri
kalitesiz kaynak yapan makineler buldular. Pfizer yönetimi ha­
tal ı kapakçıkları atacağına hatalı bölümlerin üstünün bir mad­
deyle kaplanmasını emretti, böylece kapakçıklar daha da zayıf-

242
!adı ama görünüşleri düzeldi ve kaliteli gibi durdular. Sonra da
Pfizer bu kapakçıkları dünyanın her tarafında sattı.
Kapakçığın İstinadı kınldığında ve kalp kasıldığında kapak­
çık patlıyordu. Hastaların üçte ikisi genellikle birkaç dakika
içinde ölüyorlardı. 1 980'de, adıyla ürünün satılmasına katkı ya­
pan Dr.Viking Bjork, Pfızer' e başvurarak hatanın düzeltilmesi­
ni istedi ve kapakçık istinat hatalarının görüldüğü olguları ya­
yınlama tehdidinde bulundu.
Panikleyen bir Pfızer yöneticisi telekse sarıldı. "PROFESÖR
BJORK ' U N DİKKATİNE. İSTiNAT KIRIKLARIYLA İLGİLİ
VERİLERİ YAYlNLAMAMANIZI TERCiH EDERiZ." Şirket
yöneticisi, ölümcül kapakçık kırıklarının kamuoyuna açıklan­
mamasının nedenini de şöyle belirtiyordu : "BİR KAÇ ÖLÜ M
DAHA BEKLiYORUZ." Beklentileri gerçekleşti. Kırık sayısı
sekiz yüze, ölüm sayısı beş yüze çıktı - şimdilik. Dr. Bjork bu
durumu c inayet olarak adlandırdı, ama kamuoyuna açıklamadı
bunu.
"Yayınlamayın" mektubundan sekiz ay sonra, Bayan Leven­
son 'a kapakçık takıldı.
l 994 'te, ABD Adalet B akanlığı Pfızer' i enseledi. Cezai iş­
lemleri önlemek için şirket tazminat ödedi - mağdurlara ödenen
tazminat yaklaşık 200 mi lyon dolar. Avukat takımı Pfizer' den
lanet olası kanıtları taparlamasaydı Adalet Bakanlığı bu konuya
hiç eğilmeyecekti.
Pfizer avukatların hala bazı taleplerde bulunmalarından şika­
yetçi. Ama bunun nedeni kısmen, Pfizer'in sadece kul lanılma­
mış kapakçıkları geri çekmesidir. Şirket korkuyla bekleyen has­
taların kapakçıklarının değişim masrafını karşılamayı ise red­
detti.
LA Law dizisinden öğrendiğiniz gibi, Amerikan mahkemele­
rinde zengin olan cinayet bile işlese elini kolunu saliayarak çı­
kar gider. Yine de, sade vatandaşın karşılaşacağı zorluklar ne
olursa olsun, yargı hakkına kolaylıkla erişebilmek, yeni başka-

243
nın kim olacağına karar vermek için oy kullanma ayrıcalığından
daha değerli bir haktır. Mağdur Davud, şirket Golyat' a karşı çık­
maya karar verdiğinde bu azıcı k adalet, Amerika'nın kendisini
demokrat hissetmesini sağlıyor.
Bazı İngilizler Amerikan sistemine bayılıyorlar. Çok sayıda­
ki İngiliz kalp kapakçığı mağduru Pfızer'i Amerikan mahkeme­
lerinde dava ettiler.
İngiltere ' de Pfizer için korkulacak bir durum yok. İlaç sana­
yi için çalışan Londralı bir avukatın bana anlatlığına göre " Ame­
rika'daki yasal aşırılıklar burada davalı için söz konusu değil."
İlaç şirketleri de bunun böyle devam etmesini istiyorlar.
1 998'de Blackpool'da, İ şçi Partisi Kongresi ' nde olsaydınız Pfı­
zer standını ziyaret etme şansınız olurdu. (Başbakanlığa daha
farklı bir yaklaşım tarzını seçen Pfızer Derek, Draper'ın eski lo­
bi şirketi GPC Access ' i kullandı.) Pfizer iki nedenden dolayı
Yeni İ şçi Partisi ' ne yamandı. Öncelikle, Pfızer, aşk ilacı Viag­
ra 'nın bedelinin ödenmesi için U lusal Sağlık H izmetleri 'ne bas­
kı yapıyordu. İkincisi, Viagra'nın müthiş karlarını korumak için
Pfizer, Avrupa Birliği 'nin İngiliz Ürün Sorumluluk Yasası 'nın
sertleştirilmesi talebini önlemek zorundaydı.
ABD 'de ise kalp kapakçığı mağdurlarının hakları hudanmak
üzereydi. Tüccar Amerika elinde "Sulh Hukuku Reformu" bay­
rağını sallayarak, girişimcileri saçma davaların tutsağı olarak
gösteren bir reklam kampanyas ına destek olmuştu. Ancak öne­
rilen iyi leştirmeler yargıdan muafiyeti sağlayan özel ayrıcalık­
tarla doluydu. Ölümcül sonuca yol açsa da, vücuda yerleştirilen
parçaları yapan üreticilere karşı açılacak davalara yasak getiril­
mesi. Cumhuriyetçi Parti 'nin Senato' daki grup başkanı tarafın­
dan Hasta Hakları ·Yasası içine yerleştirili verdi. Sakıncaları gös­
terilerek engelleneo söz konusu madde için - tahmin ettiğiniz gi­
bi - Pfızer tarafından desteklenen Sağlık Endüstri si Üreticileri
Birliği kulis yapıyordu.
Sulh hukuk avukatları, nihayetinde, sulh hukuku çerçevesin-

244
deki suçlan takip eden insanlar. Nasıl ki h ırsızlık arttığında po­
lis sayısını arttırmak gerekiyorsa, hukuk davalarındaki kitlesel
artışın da tek bir nedeni var; ş irketlerden kaynaklanan sulh hu­
kuk suçlarının artması .
Altı y ı l önce, Şikago'da on sekiz bina çöküp dört kişinin ölü-
müne neden olduktan sonra, olaydan sağ kurtulanlar adına, böl­
gede faaliyet gösteren gaz şirketinin kayıtlarını inceledirn. B ul­
duğum şey tepenizi attıracak. Bir kaç yıl önce, mühendisler ·ta­
rafından yazılan ve olası patlarnaların yerlerini gösteren harita­
ları da içeren raporları gördüm. People ' s Gas (Halk Gaz) adın­
daki şirket tabutları daha o günden sipariş etmeliydi. Şirket yö­
netimi, "stratejik plan içinde bulunmadığı için" masraflı onarım
işlemine yanaşrnadı. Bu, planlanmış bir cinayet değil, sadece
şirketler öylesine büyük ki, mali politikaların insani sonuçları
görülmüyor bile.
Şunu itiraf etmeliyim ki, Amerika'daki yaklaşık bir milyon
avukatın yüzde 90'ını öldürseniz analanndan başka kimse üzül­
mez. Ancak Bayan Levenson ' ın bana anlatlığına göre, lazminat­
tan pay almak üzere anlaştığı avukatı olmasaydı Pfizer ona tek
kuruş para ödernezdi.
Sulh hukukunda reform yapmak isteyenlere göre, rüyaların­
da bile dolar gören aç gözlü avukatlar, sahte korkuları körükle­
yerek, Amerika'nın iş dünyasının hasiretine olan inancını zehir­
l İyor, bizi birbirine güvenmeyen insanlardan oluşan bir ulus ha­
line getiriyorlar. Ama kimin suçu bu? Avukatların mı? Etaine
Levenson, Pfizer'a güvendi. Onlar da onun kalbini kırdılar.

Yolsuzlukla mücadele?
Pek değil, Sayın Bakanımı

Temmuz 2000' de, İngiltere' nin en ünlü ticaret avukatların-


245
dan biriyle, Ticaret Bakanlığı resepsiyonunda duyduklarıyla il­
gili olarak çok ilginç bir görüşme yaptım. Tony Blair daha yeni
başbakan olmuştu. Bakanlığın cümbüşünde limitsiz içki su gibi
akarken.
" . . .Kendini şimdi bahsettiğiniz şirketin (Balfour Beatty) baş­
kam olarak tanıtan biriyle tamştırdı/ar beni ve yolsuzluk konu­
sunda sohbete başladık. Pergau Barajı rüşveti için bakana çeki
bizzat kendisinin verdıJini böbürlenerek anlattı. "
Nasıl olduysa n sırada kayıt cihazım da çalışıyordu.

Düzenbaz İngiltere' de çözülmesi gereken bir sorun daha var:


İngiliz bakanın fiyatı, Amerika 'da yetki lileri satın almak için
ödenen fiyatın epeyi altında, hatta gelişmekte olan ülkelerdeki
geleneksel rüşvet pazarındakinden bile daha düşük.
Mesele şu; geçen yıl, Amerikan Adalet Bakanlığı İngi liz Vir­
gin Adası ' ndaki banka hesaplarından, Bakanlığın inancına göre,
Kazakistan ' ın şimdiki cumhurbaşkanı i le başbakaniarına öde­
nen altmış milyon doların izini sürmek için, İsviçre ' den yardım
istedi. Hesabın sahipleri Amerikan devleri Exxon-Mobil, British
Petroleuru ve Ph illips Petrole um' du. (Milyonlarca dolarlarını
Karayipler'e tatile göndermek için yasal nedenlere sahip oldu­
ğunu düşündüğümüz petrol şirketlerinin niyeti konusunda bir
suçlama yoktu. )
Diğer taraftan, 1 989'da, Exxon 'la birleşmeden önce, Mobil,
Kuzey Denizi petrolünden alınan verginin hakkından gelmek
için uğraşan milletvekili Neil Harnilton 'a sadece on bin sterlin
ödedi. Hami lton ' ı n, Muhammed EI-Fayed ve Guardian gazete­
si hakkında açtığı hakaret davasında, bir Mobil yöneticisi, o sı­
ralar Avam Kamaras ı ' nın Finans Komisyon u'nda görev yapan
Harnilton ' ın komisyonda petrol şirketinin görüşlerini savunmak
için para istediğini açıkladı. Mobil yöneticisi "dehşet içinde kal­
dı" yine de, "vergi konusunda yaptıklarından dolayı Bay Hamil-

246
Şekil 1 5 . Volkswagen 'den emir alan Hitle r Bu
belgede F''h u rer• ın,
� . top 1ama
·

kamplan ndan, aha çok es1r IŞÇI ISteyen Volkswagen 'in


. . . .

bu iste ği n i kabul etti-


ği görülmektedir. Kan emici av ukat sülükler (şirket lobisi bunlara sınıfsal da
­
vacılann avu katlan demektedir) davalan açmasaydı bu kan ı t da hiç ortaya çık­
mayacaktı. Bu olayda, Washington DC'de faaliyet gösteren Cohen, Mi lsıein ,
Hausfeld&Toll şirketi bu belgeyi; çocuklan otomobil üretic i leri VW, Ford,
Daimler ve diğer şirketler tarafından işletilen fel aket kreşlerde ölen esir i şçiler
. savun �ası-
adına açııklan davada ortaya çıkardı. Hitler yakalanabilse ydi e ğe�
yapabilirdi "Ben sadece Volkswagen ın emır
•.
1
.
·
ennı· yenne getınyor-
nı şöyle
d um."

247
ton ' ı satın aldığımız gerçeğine" rağmen şirket, ödemenin danış­
manlık ücreti olarak faturalandırılmasını önerdi.
Dava sırasında insanı en çok şaşırtması gereken - ama hiç söz
edilmeyen - şey ise Mobil ' in avukatının yöneticisine verdiği şu
bilgiydi: "Para isteyen bazı milletvekilleriyle normalde yapılan
işlem budur. "
Gerçekten mi? Hangi milletvekilleri bunlar? Ne ödemesi?
Parlamenterler dükkanından fatura alan diğer şirketler hangileri?
İşin en önemli yanı ise şu: "Normalde yapılan işlem" normal­
de hala kullanılıyor mu? İlk bakışta, oyun sona ermiş gibiydi.
Sıkı adam, İçişleri Bakanı Jack Straw 'Dürüstlüğün Tarafında
Olmak: Yolsuzluğun Önlenmesi' adlı raporu yayınladı. Görevini
kötüye kullananlar ve rüşvetçiler ayağınızı denk alın. Artık iş
bağlamak için Hamiltonvari ödemelere son.
O kadar da değil, diye açıkladı bir İçişleri Bakanlığı sözcü­
sü . İçişleri B akanlığı, parlamento üyesine ödenen parayı, verdi­
ği bir hizmetin "karşılığı" ise rüşvet olarak görmeyecektir. Da­
hası , hükümetin önerisine göre, ödenen para memurun eylemi­
nin "öncelikli nedeni" değilse "rüşvet teklif etmek" suç olmak­
tan çıkacaktır. Eğer gelecekte bir Hamilton, petrol şirketlerinden
vergi alınmasını içine sindiremiyorsa ve petrol şirketinin maddi
desteği sadece kararını pekiştiriyorsa para onun demektir.
O zaman rüşvet yasal mı? Dalga geçmenize gerek yok. İçiş­
leri Bakanlığı 'na göre, on bin sterlin hediye kapsamında olacak­
tır, ama bir milyon sterlin rüşvet demektir. Rüşvet, kanun koyu­
cunun, bir politikacının kararını etkileyecek miktar konusunda­
ki düşüncesine bağlıdır. On bin sterline ne dersiniz? Uyarı olsun
diye ya da olaya dikkati çekmek için, bir memur şunları söyledi
bana: "On bin sterlin beni etkiler, ama zengin parlamenterleri­
mizden bazılarını etkilemeyebilir." (Ancak İçişleri Bakanlığı
hükümetin her üyesinin yasal fiyatını gösterir Iisteyi yayınla­
maktan kaçınıyor.)

248
Hiçbir şeyin değişmeyeceği konusundaki kanım güçlendi.
"Yasayı değiştirmeye çalışmıyoruz, sadece daha anlaşılır k ılı­
yoruz." İçişleri B akanlığı, Yeni İşçi Partisi 'nin sadece mevcut
yasanın ambalajını değiştirip eski üç yasayı tek bir yasa şekline
getirdiği konusunda güvence verdi.
Öyleyse, Bay Straw bu yasal düzenlemeyi neden aklına tak­
tı? Çünkü tek bir değişikliğe ihtiyaç vardı . İlk kez, yolsuzlukla
mücadele kuralları, bu halleriyle, artık yabancı memurlara rüş­
vet veren İngiliz şirketleri için de geçerli olacaktı. Bu, ahlaki
bir dış politikaya doğru atılmış cesur bir adım sayılmazdı. B aş­
bakan Tony B lair, İngiltere 'nin Rüşvetle Mücadele Anlaşma­
sı 'na aykın davrandığını açıklayan OECD tarafından harekete
geçmeye zorlanmıştı.
Böylece hükümetin uluslararası kurallara uymak için yaptığı
bu gecikmiş ve isteksiz hareketin sonucunda, Fanatistan' lı Al­
bay Mustafa Harnilton ' un rüşvet isteğini yerine getiren İngiliz
şirketleri ü lke içindeki Bay Harnilton 'la yaptıkları işte olduğu
gibi aynı hukuksuzluğa bağlı olacaklardı artık.
Blair'in dünya genelinde rüşveti önlemeye ne denli bağlı ol­
duğunun gerçek göstergesi İçişleri Bakanlığı 'nın, İngiliz yöneti­
cileri prangaya vurmak yerine daha munis bir cezaya - yolsuz­
luk yaptığı belirlenen şirketlere kamu yardımını kesrnek - maruz
bırakıp bırakmayacağıdır. Dünya Bankası şu basit kuralı benim­
semiştir: Rüşvet öderseniz (ve yakalanırsanız) kredi garantileri­
nizi ve kamu ihalelerinizi kaybedersiniz.
Lesotho hükümeti, inşaat devi Balfour Beatty de dahil (çok
sayıdaki Avrupalı ve Amerikalı şirketle birlikte) bir konsorsiyu­
mu Highland Barajı 'nın yapımında avantajlı anlaşma maddele­
rinin onaylanması için ilgili devlet kuruluşlarına en azından 22
milyon dolar rüşvet ödemekle suçladı. Balfour Beatty'yi zor
günler bekliyor gibi. İsviçre hükümeti savcılara, suçlanan bazı
şirketlerle bağlantılı banka hesaplarının aynntılarını verdi.

249
Balfour Beatty konsorsiyumu Lesotho 'da köşeye sıkışmış­
ken, şirket Türkiye' deki I l ı su B araj ı işi için İngiliz vergi mükel­
leflerinin parasını İhracat Kredisi Garanti Kuruluşu (ECGD)
aracılığıyla cebe indirmektedir - ve Tony B lair de Londra Met­
rosu 'nu Balfour Beatty 'ye satmak istemektedir.
ECGD, Lesotho olayını ineelediğini söy lüyor. İngiliz hükü­
metine kanıt verip vermediğini öğrenmek için Lesotho Başsav­
cısı 'nı aradım. Ne İçişleri Bakanlığı 'ndan, ne Tarım ve Sanayi
Bakanlı ğ ı ' ndan (TSB) ne de İngiliz hükümetinden hiç kimsenin
kendisini aramadığını söyledi bana. Bu, İngitere ' de soruşturma
yapılınıyor anlamına gelmez tabii ki. TSB 'nin bir gözetmen şir­
kete söylediğine göre, yetkililer Balfour Beatty 'ye, suçlamaların
aslı astarı olup olmadığını sordu ve şirket da "yok" dedi. Daha
ne olsun, dosya kapandı böylece.
Clifford Chance şirketinde uluslararası hukuk bölümü başka­
nı Jeremy Carver "Hükümet o kadar ikiyüzlü ki" diyor. Yolsuz­
luk karşıtı Uluslararası Şeffaflık kampanyası danışmanı Carver,
hükümetin etkili basın bildirisi ve etkisiz eylemi tercih ettiğini
belirtti. Balfour Beatty yöneticisinin Malezya'da "Pergau Bara­
jı rüşvetinde bakana çeki bizzat verd iğini" övünerek .anlattığı ki­
şi Carver'dı. Carver'ın söylediğine göre, rüşvetten haberdar olan
Muhafazakar Parti 'nin ticaret bakanı açıkça Balfour Beatty 'yi
vatansever çabalarından dolayı tebrik etti.
Carver, ABD Adalet Bakanlığı 'nın Kazakistan 'a el atarken
çıkış noktası olarak kullandığı, bu alandaki en eski ve en sıkı ya­
sa olan ABD Yabancı Ülkelerle İlgili Yolsuzluk Yasası 'na öz­
lemle bakıyor. Ancak Amerikan deneyimine o kadar da yakın­
dan bakmak istemeyebi l ir.
Hem, bu Kazaklar cumhurbaşkanına rüşvet ödeme fikrine
nereden kapıldılar dersiniz? 1 995 ve l 996'da, Kazakistan ' da
petrol boru hattına Amerika'nın arka çıkmasını destekleyen ya­
tırımcı Roger Tamraz, ABD Seçim Yasası'nı ihlal ederek De-

250
makrat Parti ' ye üç yüz bin dolar verdi. K ızıl Çin ' in askeri sana­
yisinden Clinton ' ın kampanyasına para aktartmaktan suçlu bu­
lunan Johnny Chung ' ı şaşırtmadı bu. Başkanla birçok kez buluş­
ma şansına kavuşan Chung şunları söyledi: "Beyaz Saray bir
,
metro gibi; kapıların açılması için para vermeniz gerek. ;
Bu ve benzeri olaylar şunu akla getiriyor; Amerikalı politika­
cıların yurtdışındaki rüşveti önleme gayretlerinin asıl nedeni bü­
tün bahşişi ülke içinde tutma istekleridir.

Bu olayı yazdıktan bir hafta sonra Balfour Beatty' den bir


mektup geldi.

Şirket sözcüsü Bay Tim Sharp, "kendisine maledilen sözleri


tamamen reddeden" bilgi kaynağımla konuştuğunu yazıyordu.
Şirket yazılanların tekzip edilmesini istedi.
Bu şikayetin garip bir yanı vardı. Şirket söylenen sözlerle uğ­
raşıyordu, olayın esasına baktığı yoktu. Konuyu aydınlatmak
için basit ve konuyla çok daha ilgili bir soruyu cevaplamalarını
isteyen bir mektup yazdım: "Balfour Beatty Malezya'da rüşvet
verdi mi, vermedi mi?''
Cevap alamadım.
Balfour Beatty için zor anlardı. Şirketin içinde bulunduğu
konsorsiyum yeni bir rüşvet suçlamasıyla karşı karşıya, bu se­
ferki Güney Afrika'da, Lesotho' daki bir diğer baraj projesiyle
ilgili. Üstüne tüy dikmek ister gibi FBI Balfour Beatty'nin Ame­
rika'daki bürolarına diğer suçlamalarla ilgili olarak baskın dü­
zenledi. Bence şirket adını temize çıkarmak için son bir şansı
hak etti .
O yüzden Bay Sharp 'a telefon ettim.

Soru: Balfour Beatty tarafından hükümet yetkilisine yapılan


ödeme, Pergau Baraj projesinin başkanına ya da başkanın bir

25 1
adarnma yapıldı, evet mi hayır mı?
B alfour B: ZAMANINDA B AZI GAZETECİLERLE ÇA­
LIŞTIGIMI B i LMENiZi İSTERiM !
Soru: Rüşvet verdiniz mi?
B alfour B: TAVRINIZI BEGENDİM.
Soru: S adece, Malezyalılara rüşvet verip vermediğİnizi öğ­
renmek istiyorum.
Balfour B: BÜTÜN ÖGLEDEN SONRA YI KONUŞARAK
GEÇiREBiLiRiZ!
(Nerdeyse geçirdik. Bu konuşma yaklaşık bir saat sürdü.)
Soru: Beni ilgilendiren rüşvet ve yolsuzluk konusu.
Balfour B: HANGİMiZi iLGiLENDiRMEZ Kİ? ...
Soru: Şunu seve seve yazarım, "Balfour Beatty Malezyah
yetkiliye herhangi bir ödeme yapılmadığını açıkça söylü­
yor."
Balfour B: İNSANLARI Y ANLlŞ YÖNLENDİREBİLECE­
GİNİZİ SiZE SÖYLEMiŞTiM.
(Okuyucularımı nasıl yanlış yöne saptırmış olabilirim ki?)
Balfour B: YAZDlKLARlNIZ S İZİN KAYNAGINIZ TA­
RAFINDAN TAMAMEN REDDEDiLDi !
(Garip olan şu: Konuşmaları kaydettim, Balfour Beatty bah-
. settiğim avukattan bir mektup aldığını ileri sürdü. Görüşme­
miz sırasında iki kez Sharp ' tan bu mektubu okumasını iste­
dim. Sadece ikinci okumada şu sözleri atlamadı):
Balfour B : (mektubu okuyor) "YAZlDA BANA ATFEDi­
LEN SÖZLERiN DOGRULUGUNU REDDETMİYO­
RUM."
Ohh ...

Olayı aydınlatma konusunda gösterdikleri yardımdan dolayı


Balfour Beatty, bir dizi İsviçre hesabına yatırmalarını önerdiğim
Altın Akbaba Ödülü 'nü kazandı. Ve Ohserver gazetesi aşağıda­
ki düzeltmeyi yayınladı :

252
Balfour Beatty' nin yolsuzluk konusunda böbürlendiğine iliş­
kin iddialar üzerine yapılan açıklamaları, bu konudaki yazı­
mız tamamen doğru olduğundan tekzip ediyoruz.

Kirlenmişseniz, Kirlenmişsiniz Demektir

A lın size bir fikir: Neden on bin ton yüksek oran/ı uranyum
atığını Rusya'ya göndermeye/im? Göndermezsiniz, değil mi?
Kurşun giysinizi üzerinize giymeden göndermezsiniz en azından,
değil mi?

Peki o zaman, on bin ton radyoaktif atığı Rusya'ya gönderip


Vladimir Putin 'e 1 5 milyar dolar vermeye ne dersiniz? Putin, al­
dığı paranın karşı lığında, bomba yapımında kullanılan maddeyi
güvenli bir yerde saklayıp bir gramının bile İranlıların ya da
IRA 'nın eline geçmeyeceğine söz vermelidir.

Tam da Bush yönetiminin yeryüzünü tehdit edecek her fikri


benimsediğini düşünüyordum ki bir tanesi daha çıktı ortaya. Bu,
" Uranyumu Rusya'ya Gönder" planı, "bu fikrin silahlanınayı sı­
nırlandırmaktan yana bir topluluk ve bir çevre grubu ile yapılan
uzun görüşmelerden doğduğunu" söyleyen Washington merkez­
li Sınırlandırma Vakfı (NPT Ine.) denilen kuruluşun eseri.
Eğer "silahların sınırlandırılmasından yana topluluk" deni­
lince akl ı nıza Greenpeace geldiyse yanıldınız demektir.
NPT'nin başkanı , bir zamanlar CIA 'nın başkan yardımcısı ve
baba Bush ' un personel müdürü olan Arnİral Daniel Murphy'dir.
Yönetim kurulunun diğer yedi üyesi ve yöneticisi CIA eski baş­
kanı William Webster, iki nükleer kuruluş yöneticisi, Nixon ' ın
eski idari ekibinden biri, Amerikan Deniz Kuvvetleri 'ne de ko­
mutanlık etmiş bir amiral, üst düzey bir Mason yetkilisi ve (val­
lahi doğru) tescilli bir çevreciden oluşmaktadır.

253
Bu grup sizin için tipik bir "dünyayı kurtaran takım" olma­
yabilir, ama düşüncelerini öğrenmeye değer. Rusya' nın, adları
bile - Chilyabinsk- 1 4 gibi - radyoaktif maddeleri andıran boğa­
zına kadar kirliliğe batmış Sibirya kentlerinde çok m iktarda "ay­
rışım maddesi" - bomba parçaları ve eski nükleer santral çekir­
dekleri - y ığınları vardır. NPT ' n in fikrine göre, eğer Ruslara da­
ha çok radyoaktif çöp, artı para gönderirsek hem kendilerinkini
hem de bizimkileri güvenli bir şekilde depolamak zorunda kala­
caklardı.
Temmuz'da, Putin ' in baskısıyla Duma'nın yabancı nükleer
atıkların ithal ini yasaklayan Rus yasasını iptal etmesiyle plan ih­
tiyacı olan desteğe kavuştu.
NPT'nin eski casustardan ve askerlerden oluşan takımı (ve
tek çevreci yoldaşlarıyla birlikte) kar amacı gütmeyen üç vakıf
aracılığıyla işi yürütmektedir. Ancak kar amacı gütmemek de­
mek hiç kimse bir şey kazanmayacak demek değildir.
Arkadaşım Oliver Shykles ' ın hiç de küçümsenmeyecek bo­
yuttaki uğraşından ve çok sayıdaki ısrarcı sorusundan sonra, ken­
disine yardım kuruluşu diyen bu kuruluş, işin açıklanmayan bir
yüzdesini İngiliz-Amerikan komisyoncusu Alex Copson ' a öde­
yeceğini itiraf etti. NPT kendi katardığı işten Copson 'ın kazancı
konusunda ayrıntı vermekte isteksizdi. Marshall adası yerlileri
bir keresinde Copson ' ı n nükleer çöp planına engel olunca Cop­
son bu insanları "şişko, tembel, rezi l " insanlar olarak nitelendir­
mişti. Bilgi kaynaklarıının bana anlattığına göre, Copson nükle­
er atıkları Kuzey Denizi ' nin dibine depolamayı da önermiş.
Alman enerji konsorsiyumu Gell schaft für Nuklear-Behaltg
mbH (GNB) dahil, taraflar bu plan sayesinde birkaç milyar do­
ları paylaşacaklar. Bu arada, GNB ' den Dr. Klaus Janberg kar
amacı gütmeyen N PT International ' ın da başkanıdır.
Ancak, eğer NPT işi kotarırsa, asıl kazançlı çıkacak olan,
George Bush 'un diriitmeyi umduğu, uzun süredir canlılık bel ir-

254
tisi göstermeyen nükleer sanayi olacaktır. Bush 'un radyoaktif
hayalinin önünde büyük bir engel bulunmaktadır: Nükleer atık­
ların yok edilmesi sorunu. Şöyle bir düşünün; mutfakla bağlan­
tılı olan vazgeçilmez mekan tuvaJettir (mutfağın dışında bir yer­
de tabii) o nedenle, atıkların ne yapılacağı planlanmadan nükle­
er santral kurulamaz.
On beş milyar dolara atıkların Rusya'ya gönderilmesi pazar­
lık konusu. Rusya zaten bir nükleer tuvalet olduğundan birkaç
atığın daha konmasını kim fark edecek ki?
Rusya'nın kendi çevrecileri işin farkına vardı ama Ekolojik
Birliğin itirazları, Amerika 'nın en zengin çevreci kuruluşların­
dan olan Doğal Kaynaklar Savunma Konseyi (DKSK) başkanı­
nın desteği nedeniyle etkisini kaybetti. DKSK ' dan Dr. Thomas
Cochrane NPT ' nin MinAtom Vakfı yönetim kurulu üyesi olup
projeyi kat kat yeşile boyarnakla meşgul.
DKSK elemanının NPT için ön saflarda çarpışmasına yol
açan ne vardı? Washington 'da faaliyet gösteren Sivil Sorumlu­
luk Projesi başkanı Bernardo Isse), Ohserver gazetesine NPT ta­
rafından hazırlanan "Ayrışım Maddelerinin Uzun Süreli Korun­
ması ve Güvenliği Projesi" adlı taslak metnin bir kopyasını gön­
derdi. Belgenin on sekizinci sayfasında DKSK ' nın 200 milyon
dolarlık Rusya çevre tanıtım fonu için düzenlemeler yaptığı ve
çevreci grubun masrafların yüzde l O'unu, yani 20 milyon dolar
alacağı yazılıdır.
DKSK 'dan Cochrane kendi grubunun böyle bir role soyun­
madığı konusunda ısrarl ı. NPT sözcüsüne göre de, anlaşmanın
yeni taslağından bu madde çıkarılmış durumda, ancak taslağı
görme talebimizi kabul etmediler.
Yoksa bu da yeşilin parayla satılması olaylarından biri mi?
Olay bu kadar basit değil gibi. DKSK 'dan Dr. Cochrane tam bir
cambaz. Burada sorun rüşvet değil işin felsefesi. DKSK piyasa
mekanizmaların ı kullanmaktan haz duyan yeni akım çevreci ku-

255
ruluşu temsil etmektedir. Saçma sapan bir kirlilik ticareti planı­
na sahip Çevre Savunma Fonu gibi , bu grupların da büyük ser­
maye sahipleri tarafından gözleri boyanmış durumda. Kazanç
hırsı kamu yararına dönüştürülebilir tarzındaki saf düşüncenin
de yardımıyla güle oynaya satışa gelmekteler.
DKSK ve diğer piyasacı çevreci/er. peygamberleri Amory
Lovins ' in "herkes kazansın" dediği türden, şirketlere büyük pa­
ralar kazandırırken çevrecilere de katkıda bulunan işlerin peşin­
dedirler her zaman. Tüketici haklarını savunan birçok kişiyi deh­
şete düşürecek şekilde, DKSK kirlenme kredisi ticaretini gerçek­
leştirmek ve Califomia 'da elektriğin kuralsızlaştırılmasını des­
teklemek için iş dünyasının lobicileriyle omuz omuza verdi.
NPT planı piyasacı �·evreci/erin karşı koyamayacağı özlü bir
kamu-özel sektör işbirliğidir. Dr. Cochrane açısından, uranyum
depolama planının cazip yönü, NPT ' nin Rusya'nın radyoaktif
cehenneme dönüşmüş çukurlarını temizlemek için milyarlarca
dolar harcayacağına söz vermesidir. NPT ayrıca Rusya Kimse­
sizler Fonuna da 250 milyon dolar bağışlama sözü verdi.
Çevre temizliği. silahianmanın sınıriandıniması ve kimsesiz­
ler... Rusya'nın yeşil eylemcileri ne oldu da herkesin kazandığı
bu olaya sırt çevirdiler? Cevap, tek kelimeyle "MinAtom." Rus­
ya'nın nükleer sanayi bakanlığı olan MinAtom, elbette nükleer
atık üretmede başı çeken bir kuruluş. Acaba MinAtom ' a, kimse­
sizleri bir tarafa bırakırsak. hem nükleer atığı güvenli biçimde
saklamak. hem de milyarlarca doları çevreyi temizlemek üzere
kullanmak işinde güvenilebilir mi?
MinAtom adını duyar duymaz, Dünya Bankası eski ekono­
misli ve bir zamanlar Clinton 'ın Ekonom ik Danışma Konseyi
Başkanı olan Joseph Stiglitz ' le yaptığım görüşmenin notlarına
baktım. Ekonomist, M inAtom'la ilgili kendisini rahatsız eden
bir olaydan bahsetmişti.

256
Temmuz l 998 ' de, Clinton ABD Maden Zenginleştirme Şir­
keti, MZF'yi özelleştirdi. Stiglitz'e göre, özeneştirilen MZF
uranyumu zenginleştirmekte beceri gösteremedi ama çok sayı­
daki Clinton dostunu zenginleştirmekte inanılmaz derecede be­
cerikli çıktı. Hillary'nin arkadaşı Susan Thomases MZF ' nin lo­
bicisiydi. Başkanı sarkıntılık davalarından birinde savunan hu­
kuk bürosu, sonradan MZF'nin sermayesini oluşturacak olan on
beş milyon dolara işi yaptı. MZF'nin saklamaya çalıştığı belge­
leri inceleyen federal yargıç, özelleştirme kararının "tarafgirlik,
kişisel çıkar ve kişisel bağlantı" faktörlerince etkilendiği sonu­
cuna vardı.
Clinton 'ın MZF'deki dostları özelleştirmeyi benimsetebil­
mek için, MinAtom'dan Rusya' nın eski savaş başlıklanndan çı­
kan uranyumu satın almaya söz verdi. NPT olayında olduğu gi­
bi satışın ana taktiği, özel sektörün devletin işini üstlenerek,
Amerikan Hazinesi'ne yük olmadan Rusya'nın elindeki bomba
parçalarının miktarını azahabileceği fikriydi. Bu da bir ka­
mu/özel sektör ortak kazanç olayı.
Ancak cin gibi bir ekonomist olan Stiglitz, MZF'nin Ruslara
uranyum için piyasa fiyatının üzerindeki parayı nasıl ödeyebile­
ceğini anlayamadı .
MZF ödeyemezdi. l 996' da, isimsiz bazı kuşlar Stiglitz' i n
Beyaz Saray ' daki masasına bir belge bıraktılar. Belgede MinA­
tom 'un MZF'den konuşulanı n iki katı miktarda uranyum alma­
sını talep ettiği yazılıydı. Masraflı nakliyat işlemine girişeceği­
ne MZF sessiz sedasız MinAtom'a elli milyon dolar ödedi. Stig­
litz bu ödemeyi "sus payı" olarak nitelendirdi. MZF ise bunun
atık maddeler için yapılan yasal bir ön ödeme olduğunu söylü­
yor. Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, MinAtom fiyat karşısın­
da zil çalıp oynuyordu.
Yine de NPT bize, önümüzdeki birkaç bin yıl boyunca nük-

257
leer maddenin güvenli biçimde korunması için MinAtom 'la
Amerikalı özel girişimciler arasında artık güvene dayalı bir or­
taklık kurulabileceğini söylüyor. Önce biraz kafam karıştı : N PT
yönetim kurulu, Rusya 'nın adı belirtilmeyen sahtkali ülkelerin
eline nükleer madde geçmesine izin verdiği gerekçesiyle, Yıldız
Savaşları projesini destekleyen CIA üyeleri ve askerlerden oluş­
maktadır.
Ancak bu karışık bilmeceyi çözdüm sanıyorum. İşte nihai ve
çok çevreci bir döngü: NPT Amerika 'nın uranyumunu Ruslara
satıyor. .. bu uranyum sabıkalı ülkenin eline geçiyor ... sonra
Amerika ' ya kıtalararası balistik bir füzenin tepesinde geri dönü­
yor. .. füze de trilyon dolarlık Yıldız Savaşları savunma sistemi
tarafından vuruluyor. Herkes kazanıyor yani.

Amerikan Kapitalist Hegemonyasının


İki Sembolü

1 1 Eylül 2001

Tanımanız gereken iki kişi var: Greg O ' Neill ve Clinton Da­
vis. Bun lar çok önemli insanlar çünkü, Guardian 'a göre bu iki­
si "Amerikan Hegemonyasının İki Sembolü"dür. Gazetedeki
yazıda Dünya Ticaret Merkezi ' nin iki kulesine atıfta bulunul­
maktadır. Ancak. elli kat aşağıya düşerek küle dönüşen Ameri­
kan hegemonyası değildi. Bir Fransız gazetecinin çoşkuyla yaz­
dığı gibi, Amerikan dış politikasının hak ettiği act bir ders de­
ğildi olay.
Dört yıl boyunca - Asyaltiarı dolandırmak üzere yapılan fi­
yat ayarlama komplosundan Rio' da elektrik kesintisine yol açan
Teksas enerji korsaniarına kadar - Amerikan şirketleri hakkında
yazılar yazdım. Kar h ırsı iğrençlikten gaddarlığa dönüşünce,

258
ben de Arjantin ' den Tanzanya 'ya kadar her yerdeki mağdurların
adlarını açıkladım. Bu seferki mağdurlar ise, Amerika' nın ken­
di içinden, insanları logolara indirgemekten hoşlanan Amerikan
televizyoncusu Tom Brokaw ' ı n dediği gibi "Amerikan kapita­
lizminin sembolleri"nden.
Davis, Ticaret Merkezi'nin badrum katında çalıştı. O'Neill
de Kule B ir'de. (Kısa bir süre önce ben de Kule İki, ellinci kat­
ta Çalışıyordum . )
O'Neill'in e l l i ikinci katta yaptığı iş şuydu: Exxon Valdez
batlığında petrol şirketinin Alaska Yerlileri 'ne tazminat ödeme­
si için şirkete karşı savaşmak. Elektrik şirketinin nükleer sant­
raile ilgili sahte güvenlik raporları hazırladığını öğrenince, avu­
kat olan O ' Neill şirketi mahkemeye verdi ve bu kişilerin iş dün­
yasından dışlanmasını sağladı.
Davis de ey aletin Liman Dairesi 'nin güvenlik bölümünde ça­
lışıyordu. Mankafa bir İngiliz yarumcunun deyişiyle "Yahudi
gruplar tarafından gerçekleştirilen teröre" karşı misilierne yap­
mak için hedef gösterilecekse, Amerikan emperyalist gücünün
sembolü olarak ne Davis ne de O ' Neill ilk tercihim olurdu.
Eğer bir şeyin sembolü alacaksa, Ticaret Merkezi Amerikan
sosyalizminin sembolüydü. Bu kuleler I 970'Ii yıl larda, Thatcher
İngiltere ' sinde devlet malının epey i gözden düştüğü bir dönem­
de, New York eyaJet yönetimi tarafından yaptırıldı. Kulelerio
sahibi olan New York Liman İdaresi, şehrin altyapısını - metro,
tüneller, köprüler ve diğerlerini - özel sektörün elinden kurtaran
geliri buradan elde etmektedir. Kamu yatırımlarının General
Motors kadar iyi bir yatırım aracı olduğuna kapitalistleri ikna et­
mek, devlet tahvili pazarlayan Cantor-Fitzgerald ' a düştü. (Yü­
züncü kat, yedi yüz çalışan, sağ kalan yok.)
Bu konuyu biraz daha aydınlatmak için vereceğimiz istatis­
tiksel bilgiyi biraz garip bulabilirsiniz. ABD federal hükümeti-

259
nin sahip olduğu şirketlerin sermayeleri 2 trilyon 850 milyar do­
ları aşmaktadır. Buna, ABD'yi bu mahzun gezegendeki en sos­
yalist ülke konumuna getiren, su sistemleri gibi eyalet ve yerel
yönetime ait kurumlarla kamu hisse senetlerine yatırılmış top­
lam yatırımı da ekleyin. Eğer Amerikalı değilseniz bilmeniz
mümkün değil bunu. Eğer Amerikalıysanız, yine de bilmeniz
mümkün değil. Amerika hakkında hem sizi hem de bizi şaşırtan,
bilmediğiniz daha çok şey var.
Ben bu yazıyı yazarken, George W. Bush, bizzat başkanımı-
zın kendi Soğuk Savaş Frankenştayn fabrikasında imal edilmiş
olan katil U same Bin Laden 'e karşı savaş tamtam larını çalıyar­
du. Vietnam savaşı sırasında, savaşa karşı çıktıkları için binler­
ce kişi (ben de dahil) hapse atıldı. Eğer Avrupalılar ukalaca söy­
lemlerini keserlerse, ölüm makinesini durdurmaya çalışan biz
Amerikalılara yardım etmiş olurlar. Guardian 'dan Seamus Mil­
ne hala ceset toplayan Amerikal ılara parmağını sallıyordu: "Ne­
den kendilerinden nefret edildiğini anlayamıyorlar." O'Neill ile
Davis ' in kana susamış katiliere neden hedef olduklarını Ameri­
kalıların "anlaması" gerektiğini söylüyordu. "Hey, eğer hükü­
metiniz İsrail' e arka Çlk1yorsa hu tür şeylere alışman gerek. "
("Nefret ediliyorlar" derken ne kastediyorsun Seamuss? İslam
dünyası ne zaman. lrak ' ı , Filistin ' i ve Hayher Geçidi'ni işgal
eden İngilizlere aşık oldu ki?)
IRA Londra 'da Canary Wharf' ı bombaladıktan sonra, Ame­
rikal ıların, Kuzey İrlanda 'nın İ ngilizler tarafından işgaline karşı
bir misilierne olay ı olduğu için bomhacı kahramanları kucakla­
ma zamanının geldiğini söylediklerini sanmıyorum.
Mi Ine gibi yarumcuların bana karşı büyük bir avantajları var.
Bin Laden telefonlarıma cevap vermezken Milne katilin davası­
nı ayrıntısına kadar bil iyor gibi . Teröristlerin Amerika 'nın dış
politikasını beğenmediğini "anl amamız" gerekiyor. Ben de be­
ğenmiyorum. Ancak bomhacıların Amerika'daki dini özgürlük

260
ve yasalar karşısında kadınların eşitliği konularını da pek beğen­
mediğini görmek durumundayım. Ve tele-rahiplerin bütün yal­
varmalarına rağmen, eşcinsellerin ellerini kesme konusunda
gösterdiğimiz isteksizlikten de hiç memnun değiller.
Ş irketlerin Amerika' sını inceleyen gazeteciliğim sırasında
önüme çıkan gaddarlık ve şiddet konusunda daima bir gerekçe
buluyorlardı: "Devletin koyduğu bütün güvenlik standartlarına
uyduk" , "Askerden hiçbir zaman bizim yerimize güç kullanma­
sını istemedik." Gerekçeler ve cesetler yığın halinde. Belki de
şunu kabul etmem gerekir: Öldürmek yeniden moda oldu. Ka­
zanç sağlamak için, devrim için, Amerika'nın çıkarlarını koru­
mak ya da Amerikan çıkarlarına karşı öç almak için.
Barones Thatcher, Pinochet 'yi anlamamız gerektiğini düşü­
nüyor. B ush ailesi komünizme karşı benden anlayış bekledikle­
ri kendi küçük cihatlarını sürdürdüler. Şimdi de bazı Avrupalı ­
lar türbanlı Pinochetçiklerden oluşan yeni bir ekibi anlamamızı
istiyorlar. Seçilmemiş bir ABD başkanının karşı mezal imi em­
retmesini önlemek için, yas içindeki Amerikalıların, ister haklı
ister haksız olsun, katillerimizin davaları konusunda sıkıcı öğüt­
lere ihtiyacı yoktur.

O korkunç Salı akşamı, O ' Neill ' in evini aramak zorunda kal­
dım. Telefonumu açtı. "Tanrım. iyisin ! "
O ' Neill'in cevabı "Pek sayılmaz." Umarı m b u durum
Guardian 'ı hayal kırıklığına uğratmaz.
Davis'e de bir şey olmamıştı kulenin bodrumundayken. Ama
diğerlerini kurtarmak için kulenin üst katiarına çıktı. Bugün,
Amerikan kapitalist hegemonyasının bu sembolü de kayıplar
listesinde.

26 1
6
Paranın Satın Alabileceği
En İyi Demokrasi

Amerika ' mn salıibi kim ? Kaça ma/oldu ? Nakit mi ödendi,


çek mi verildi, yoksa kredi kartt nu kullam/dt ? Yoksa, hoşkan/tk
seçimine kartlan o,�luma yarn/an hir ha.� tş mtydt ? Yoksa, kan­
mın eski ortağ11ıa . federal cezaeı•ine giderken teselli olarak ve­
rilen hir damşman/tk anlaşmost nuydt ?
Her şeyi olan hir dolar milyarderine ne verirsiniz? Neva­
da'daki altm madenini nı i? Yasal muafiyet nı i?
Amerikan Kongresi' ni hediye paketi haline getirmek de o
kadar kolay hir iş de.� il.

Sabah Sabah Teksas Havası

Emlakçt LaNeli Anderson' a g6re. humuma gelen koku hidro­


jen süljitle ne oldıi,�ll hilinnıeyen di,� er toksik hir pisliğin kanşt­
nudtr. BBC Haher Gecesi ekibiyle birlikte, Ex.ron-Mohi/'e ait
olan, Amerika' mn en hüyiik raftneri ve kimyasal kompleks mer­
kezinin bulunduğu Houston gemi kanatmdaki havuzdan geçtik.
Havuz, fokurdayan henzen attklanyla doluydu. Yakınlarda
hir park bulunmasına ra.�nıen. hurast yüziilehi/en hir ktr gölü
değildi. Daha ç·ok şöyle hir şeydi; tuva/etinizin çapını hir kilo­
metre olarak ı•arsayın - tuva/etinizi taşnuş, dolmuş. fokurdayan
ve kullamlnıaz halde gözünüzün önüne getirin.

262
Mayıs 200 1 'de, Başkan George Bush ' un Califomia'daki
enerji krizini sona erdirmek üzere yaptığı önerilere ilişkin resmi
bildiriyi dinlemek için Houston ' a uçtum. Altın Eyalet sık sık ya­
şanan elektrik kesintilerinden muzdaripti. Eyaletin aylık elektrik
faturaları yüzde I 000 artmıştı.
Başkanın önerilerini görür görmez planının Gore 'a oy veren
Sol Yaka sörfçülerinin derdine derman olmayacağını anladım.
Bush 'un 'enerji krizi' planı, Tek Yıldızlı Eyalet'e özgü politik
güç, rüşvet ve sülfürlü çevre kirliliğinin karışımından oluşan saf
'Teksas suyu' kokuyordu.
Bush Californialı tüketicileri kurtaracak komitenin başına
başkan yardımcısı Dick Cheney'i oturttu. Birinci öneri: Bir kaç
tane nükleer santral kurmak. Deprem kuşağındaki California
için olmasa da Teksas'ta faaliyet gösteren en büyük nükleer
santral inşaat şirketi, Hal liburton grubuna bağlı Brown and Ro­
ot şirketi için iyi bir teklif. Halliburton 'un son Genel Müdürü
kim? Başkan yardımcısı Dick.
İkinci öneri: Alaska'nın Kutup bölgesindeki Vahşi Doğa Ko­
ruma Alanı 'nda petrol aramak. Califomia'da elektrik santralle­
rinde petrol kullanılmaz, ama o da ne, komite üyesi ve ticaret
sekreteri Don Evans Kutup bölgesi planı için onay verdi.
Evans ' ı n en son işi neydi; milyar dolarlık petrol ve gaz şirketi
Tom Brow n ' ın Genel Müdürlüğü.
Böyle devam ediyor. Teksas eski Tarım Bakanı Jim Highto­
wer ' ın bana anlattığına göre, "Aracıyı ortadan kaldırdılar. Şir­
ketler artık hükümete lobi yapmak zorunda değiller. Kendileri
hükümette." Hightower, Monsanto'nun tarım bakanlığına baskı
yapmasından şikayetçiydi. Artık Monsanto 'nun yöneticisi Ann
Yenamin kendisi tarım bakanıdır.
Yine enerjiye dönelim. Califomia'nın elektrik izleme kurulu­
şuna göre, spekülatörlerle küçük bir enerji tüccarları grubu tekel

263
oluşturarak geçen yıl eyaletteki tüketicilere pahalı elektrik sattı­
lar ve 6 milyar 200 milyon dolarlık fatura gönderdiler. Bill Clin­
ton iktidarı bırakmadan önce, 1'4 Aralık 'ta, elektrik piyasasında
kontrolsüz spekülasyonu engelleyen bir genelge yayınladı. Ener­
ji oyununda büyük kazanç elde eden - Enron, TXU, Reliant,
Dynegy ve El Paso - şirketlerin koparttığı yaygarayı merkezleri­
nin olduğu Teksas'a kadar bütün yol boyunca duyabilirdiniz.
Washington ' daki Politika Merkezi'ne göre bu beş enerji şir­
keti, yöneticileri ve çalışanları aracı lığıyla, Cumhuriyetçi Par­
ti 'nin başkanlık seçimi kampanyasına 4 milyon tOO bin dolar
verdi. Yaptıkları yatırımın - pardon, verdikleri bağışın - karşılı­
ğını almak için fazla beklemek zorunda kalmadılar. Bush baş­
kanlığa seçilmesinden üç gün sonra Clinton'ın California'da
enerji satışını kontrol altına alan genelgesini iptal etti.
Gemi kanalına dönersek: LaNeli bir keresinde havada zehir
kokusu alınca, Lexus marka arabasından inip büyük beyaz bir
kova aldı. Bir valfı açıp üç dakikalık bir örnek alarak ABD Çev­
re Koruma Kurumu ' na (ÇKK) yolladı. ÇKK ' nın havadaki zehri
yayanları bulup cezalandıracağına inanıyor.
Öldürücü dumanın peşine düşmek i tlah olmaz bir hobidir.
LaNeli bu işe, kimyasal kirii likle bağlantılı nadir görülen bir
bağışıklık sistemi hastalığı olduğunu öğrendikten sonra başladı.
Annesiyle babası genç yaşta akciğer hastalığından ve kanser­
den ölmüşlerdi. LaNeli kanal ın yakınında büyüdü ve hala ora­
da yaşıyor.
Ona kovalarını çöpe atsan da olur diyemedim. Başkan
Bush'un yeni bütçesinde ÇK K ' nın sivil denetim ekibine ayrılan
miktar kocaman bir s1fird1. B unun petro-kimya endüstrisinin,
Cumhuriyetçiterin kampanyasına verdikleri 48 m ilyon dolarla
hiçbir ilgisi yoktur.
LaNeli eski bir bovling topuyla futbol oynayan bazı Chica-

264
nolu çocuklarla konuşmak için durdu. Çocuklar Exxon-Mo­
bil ' in deyişiyle "savunmasız bölgede" yaşıyorlardı. Rafineri
2000 yılında, burada sekiz yüz ton zehirli kimyasal maddeyi
kazara havaya ve suya boşalttı. Exxon-Mobil'in kayıtlarına gö­
re, sahadaki pentan buharlaşıp kıvılcım alsa bir kilometre için­
de bulunan herkesin derisini yakar. Bölgede yedi bin üç yüz ki­
şi yaşıyor.
Bush soruna el attı. Öldürücü bölgeyle ilgili raporların kamu­
ya açıklanmasını yasakladı.
B irden dev bir alev kanalın diğer tarafını aydınlattı - LaNeli
hemen araştırmaya koyuldu. LaNell, kimya fabrikasında bir hid­
rojen tankının patlarlığını keşfetti - işçiler işe yaramaz durumda­
ki etileni depolayacaklarına yakmaya karar vermişlerdi. Kongre
binası büyüklüğündeki zehiri i alev topu Houston' ın üstünü kara
bir bulutla kapiayarak saatlerce yandı .
LaNell, b u hastalık yayan gökyüzüne boşaltma işleminin
Teksas eyalet yetkilileri için sorun olmadığını söyledi. Bush
şimdi de hava kalitesi kontrol işlemini ciddi federal adamlardan
alıp gevşek eyalet kurumlarına vermeyi öneriyor. Bush ' un ener­
ji planı ayrıca kimya endüstrisi üzerindeki ÇKK kurallarının da­
ha da gevşetilmesini önermektedir.
Teksas, Winona'da bir grup acılı annenin oluşturduğu bir ör­
gütlenmenin kurucusu olan Phyllis Glazer ile görüştüm. Anne­
ler çocuklarını, bölgedeki tehlikeli atıkların depolandığı büyük
bir yeraltı kimyasal çöp enjeksiyon kuyusuyla bağlantısı olduğu­
na inandıkları, nadir görülen bir hastalık yüzünden kaybetmiş­
lerdi. Cynthia'nın üstünde metal halkalar ve saçaklada süslü
kovboy gömleklerinden vardı. Teksas çift-adım dansından hoş­
lanıp hoşlanmadığını sordum samimi bir şekilde. "Bu sıralar
fazla dans etmiyorum. Kemiklerim bozuluyor."
Phyllis ile anneler bir otobüs tutup Washington DC 'ye gitti-

265
ler. Ancak resmi kapılar yüzlerine kapandı . "İki yüz bin ya da ya
da iki milyon dolar verirsen kapılar açılır" diyorlar.
Bush 'un enerji programından yararlanan elektrik spekülatö­
rü. Enron ' un başkanı Ken Lay, kapıları açtıran Teksaslılar'dan
biridir. Lay bir öncü, ancak bir kır kulübesinde yaşayıp toprağı
işleyen türden değil. Öncü Bay Bush için adam başı yüz bin do­
lar taahhüt eden biri demektir. Dört yüz öncü - kampanya gani­
meti olarak kırk milyon dolar eder.
Lay benimle konuşmadı ama öncü bir arkadaşı, Teksasl ı
kovboy Senatör Teel Bevins sıcak bir insandı. Austin, Capi­
tal 'deki bürosunun duvarlarını bir çift kovboy tulumu, bir öncü
madalyonu ve müteveffa Uzun-Boynuz'un kesik başı süslemek­
teydi. Bana hayvanın geri kalanının Senatör'ün mangalında pi­
şirildiği söylendi.
Kovboy-pol itikacı için Bush 'a verecek bir yüz bin dolar to­
parlamak sorun değildi. Bush dostlarını hiç unutmaz. Bush'un
ilk yüz gününün açıklanmamış kilometre taşlarından biri de, et
paketleyicilerine salmonella mikrobunu öldürmek için radyoak­
tif olmayan yöntemlerden daha ucuz bir dezenfektan olan rad­
yasyonla etleri ışınlama izni vermesidir. (Bush 'un okul yemek­
lerindeki etierde bir miktar salmonella bulunmasına izin veril­
mesi yönündeki önerisi ise halkın tepkisi nedeniyle geri çekildi.)
Senatöre kanser mağduru ve kiriil ikle savaşan Phyllis Gla­
zer'den ve Washington ' a ulaşabilmek için bağış istenmesi hak­
kındaki şikayetinden bahsettim .
"Yani, basın için bir kadını mağdur olarak seçip manşetiere çı­
karmak kolay bir iştir. Gerçek şu ki, üç yüz milyonluk bir ülkede
insanların Amerikan Başkanı ile konuşma şansı çok düşüktür."
Peki ama, Enron 'dan öncü Lay 'e ne demeli? Amerika'nın bir
numaralı enerji spekü latörü olan Enron aynı zamanda Başkana
en çok bağış yapan şirket. Seçim sonrası geçiş döneminde Lay,

266
Bush 'un kişisel danışmanıydı. Enron, Enerji Planını hazırlayan­
larla gizli toplantılar yaptı. B ush'un elektrikte kuralsızlığa ver­
diği destek Enron 'a büyük kazanç sağladı. Clinton genelgeleri­
nin iptal edilmesi sayesinde Bush iktidarının ilk üç ayında şirket
karı 87 milyon dolara yükseldi.
Senatör hiç değilse dürüst. " Yüz binlerce dolar toplayarak
bu adamı başkan seçtirmek için varını yoğunu ortaya koyup ha­
yatının iki yılını harcayacaksın ve sonra da başkanla görüşeme­
yeceksin, olur mu öyle şey?"
Belki anlamadım diye konuyu bir de Teksascaya tercüme et­
ti. "Parrayı verren düdüğü çalarr!"
Buna söyleyecek bir şeyim yok. Eğer Başkan Bush, Phyllis
Glazer yerine Enron 'la dans etmeyi seçmişse, yani dürüst olmak
gerekirse, Phyllis ' in bu günlerde dans edecek hali yok zaten.

Tek Yıldız/ı Eya/et' ten yapılan BBC TV yayınındaki Senatör


Biven' in kovboy tulumlarını aşağıdaki sitede Real Video' da ha­
len görebilirsiniz
http:!news.hhc.co.uklo/medial 1 3 1 5000/video/_1 319141 _payhack_ı•i.ram

Bush, Bin Ladin hakkındaki


soruşturmayı engelledi mi?

Amerika' nın l l Eylül 2001 tarihinden önceki masumiyet


günlerinde, seçilmemiş başkanımızın paralı arkadaşları yararı­
na yaptığı işler, hayati tehlikesi olmayan, rüşvetçi vodvili olarak
görülüyordu. Sonra, Eylül' ün ardından ve yeni ytla girerken,
Amerika' nın istihbarat kuruluşlarının pislik çukurlarından pis
kokular sızmaya başladı.
Washington Ulusal Güvenlik Haber Servisi ile işbirliği ya­
pan BBC TV ve Guardian gazetesinin araştırma ekipleri I I Ey-

267
lül'den sonra, CIA. FBI ve ellerinde her türlü olanak bulunan di­
ğer istihbarat kurumlarının, Pearl Harbor' dan bu yana Ameri­
ka' ya yapılan en ölümcül saldırıyı nasıl olup da haber alamadık­
larını ve önleyemediklerini araştırmaya başladılar. Kurumların
içinden bize gelen bilgilere göre, hükümetteki adamlar, Suudi
Krallığı ' nın önde gelen üyelerinin ve sadece Usame değil Bin
Ladin ailesinin diğer bazı üyelerinin de El Kaide ve diğer terö­
rist örgütlere sağladıkları maddi katkılar konusundaki soruştur­
mayı durdurmuşlardı. İlginçtir, üst düzey bir yetkil inin bana an­
lattığına göre, Clinton zamanında bile Suudi lerle ilişkili soruş­
turmalara kısıtlama getiriliyordu. Bush döneminde istihbarat ku­
rumlarına, ailenin yaramaz çocuğu Usame hariç, Suudİ kraliyet
ya da Bin Ladin ailesi hakkındaki soruşturmalardan geri çekil­
me emri verildi.
Bir ajan ise bana şöyle dedi: "Örtbas edilen önemli araştırma­
lar söz konusu." Bush yönetim inin bu yaklaşımıyla, Pakistan ' ın
islami atom bombasını başarıyla üretmesi konusunda, muhteme­
len Suudi Arabistan 'dan gelen maddi katkıların gizlice araştırıl­
masını durdurduğunu öğrendik. Bu bilgiyi veren kişi, yorumun­
daki mizahi yanın farkında olmadan, soruşturmalar üzerindeki
kısıtlamaların 1 ı Eylül 'de kaıktığını da ekledi sözlerine.
Soruşturulacak çok şey -ya da Bush döneminde CIA ve FBI
söz konusu olduğunda, bi lerek göz ardı edilecek çok şey- vardı.
Uluslararası piyasada faaliyet gösteren bir si lah tüccarı (özür di­
lerim ama bu işte, günahkarlar azizlerden daha iyi bilgi veriyor­
lar) Mayıs 1 996 ' da, Suudi milyarderterin Usame Bin Larlin ' i n
eylemlerine kimin n e kadar katkıda bulunacağını görüşmek için
Paris ' te Hotel Monceau 'da toplandıklarını anlattı. (Bize gelen
bilgi, bu desteğin Usame'ye doğrudan yapılan bir destek olma­
yıp çılgın bomhacının Suudi Arabistan'dan uzak tutulması için
verilecek para olduğu şeklindeydi.) FBI ajanları 1 ı Eylül

268
1 996 'da, FBI ' ın - U same ile değil de - Bin Ladin ailesi ve onla­
rın terörist kuruluşlarla bağlantıları konusundaki soruşturmayı
kapattığını gösteren bir belgeyi sızdırdılar. FBI ajanları bu so­
ruşturmaların beş yıl boyunca - ı ı Eylül'de malum nedenden
ötürü yeniden açı lıncaya kadar - durdurolmasına son derece öf­
keliydiler.
FBI dosyası, bu grupları ve Bin Larlinleri izlemeyi gerektiren
bir şey olmadığından mı kapatıldı? FBI ajanlarının konudan
uzaklaştınldığı tarihte Dünya M üslüman Gençlik Birliği
(DMGB) Hindistan ve Filipinler'deki terörle bağlantı kurmakla
suçlanıyordu. Belki de suçsuzdular. (FB I çok sayıda, hem de
epeyi çok masum insanı da hedef almaktadır.) Ancak sorun şu;
FBI soruşturmayı neden kesti ve 1 ı Eylül'den sonra neden ye­
niden başlattı? Bunu sorduğumuzda, birkaç kaynaktan cevap
geldi: Arbusto ve Carlyle. Genç George W. Bush ilk milyonunu
Teksas ' ta Arbusto Oil ' in başkanıyken kazanmıştı. Hemen he­
men değersiz olan bu şirket, S uudİ bağlantılı işadamları ve Kör­
fez ' deki Arapların sağladığı finansman ve anlaşmalar sayesinde
küçük Bush için bir altın madenine dönüştü (ispanyolca 'da Ar­
busto, çalı demektir, [bush, çalı anlamına da gelir]).
Carlyle, sahibi olduğu U nited Technologies ve diğer silah
üreticileriyle beraber Amerika'nın en büyük savunma sanayi şir­
ketlerinden biri ve bir yatırım bankasıdır. Ayrıca hem baba
Bush'u hem de oğul Bush ' u ücretli personel olarak bünyesinde
bulundurma onuruna sahiptir. 1 999 ' da baba Bush, Cariyle tem­
silcisi olarak S uudi Arabistan'a gitti.
Birinci Bush ' un Suudi yanlısı Dışişleri Bakanı James Baker,
Cariyle için çalışmaktadır. Ş irketin yönetim kurulu başkanı da
büyük Bush'un savunma eski bakanı Frank Carlucci'dir. Bin
Ladin ailesi 1 1 Eylül saldırısı sonrasına kadar, bu şirkette hisse
sahibiydi. Başkan Bush 'un tomarla para karşılığında S uudHer

269
sE CR
wro coMMAN
6ı;; n 13, 2001/6:00 m�:OOpm
Newnun, 6:00pm
SEPTE:� -• b1 OtS Suu• ı..
rrırP,�

��poNTOCAN/ıDA
ARA D St'EKIN!:L S" Oriın McCouley O>C< ..,tb a ..,...cc wbo !wl
9/IVOl,
At approıamatel)' I:OC" � oa � wu rcquestcd lO anuce unmcıdı&Ce u-atUpOtUtton fat an
ıQ(QC"'DooUOD about ..,. .�e c:oataacd lhc sıouroe on Scptember 4, 1W&Q& that he ..
Anb out of che un· "c coonttyoa Scpc.c:r:nbc:r ll or 12. The JOW'Ce said
nccdol ı.djl ,. sm ....acd Ipin oo Sqıccmbcr 5 ...ı Septaııbc:t l l
ao, aı c:hiC was r 9/ı.9/o Tbc .oucce was ia c:.onuct \oloith A&eot
by the UIOClatl 8:}6: $,2'} r., ı.bt: Arab lı ..,U leanacıd that Ibe
McCauky aDf ''"'' tbrouı;h and wu ıo DeCd
... rctum 10 OC &nd he
l- to OC, ıt wııı

Şekil 1 6. FB I Gizli. 1 99 numaras ı ulusal güvenlik konusu anl amına geli yor.
FBI'ın ABL ( Abdullah Bin Ladin) soruş tu �ası ndan l l Eylül 1 996 tari hin
_ de
ç�kildiği ni gösteren ve BBC ile Ulusal ? u. :enlık Haberler Serv isi ' ni n (Was­
hıngton) eline geçen otuz sayfalık belgenın ılk sayfası -soru şturma tanı tanı
. . Ie konu an a ·aru ına
beş yıl sonra yeniden başlatıldı. Bızım J ara ve CIA' deki ü
.� st dü -
z ey _
kaynaklara göre, Dünya Tıcaret Merkezı ne yapılan saldından
önce b
soru ş tunnalar pol i tik nedenlerle kapatıldı. Başkan Clinton terör
ağına ve sla İ �
mı atom bom basının yapımına Suudian n yaptı kl an maddi katkıl
ara ili şki n �
ruştu a
nn lan kısularken küçük Bush soruştunnaları tam anl amıyl a ö d " "
-Eylü l 200 1 'e l ur.du
kadar.

270
tarafından maddi destek verilen teröristler hakkındaki soruştur­
maları kestiğini söylemek saçma olur. Sistem bu kadar vahşi de­
ğildir. Ancak bağlantıları sayesinde ailenizin servetine servet
katan bu milyarderierin Amerikalıların kitlesel ölümüne maddi
destek sağlayacakları doğal olarak - ortadaki kanıta rağmen - ak­
la gelmez.

Bush Ailesinin Mali İşleri:


Paranın Satın Alabileceği En İyi Demokrasi

Londra' da çalışırken kadın elbisesi giyen bir avuç genetik


fosillin oluşturduğu Lordlar Kamarası ' na sahip bir ülkenin,
Amerika' nın demokratik ayinlerine ilişkin müstehzi yorumları na
tahammül ettim. Amerika'ya saldırmak kolay, ama dünya Ame­
rika' nın 2000 başkanlık seçimi kampanyalarında harcanan 3
milyar doların olumlu yanını da görme/i. Bu. demokrasinin
özelleştirilmesidir. Başkanlığın doğrudan ihaleye açılması daha
verimli olurdu ama neyse . . .

George W. Bush seçim sandığında kaybetmiş olabilir ama


önemli olan domuz şeklindeki kumbarada kimin daha çok pa­
rasının olduğudur. Bush'un oğl u, içi yaklaşık yarım m i lyar do­
larla (447 milyon dolar) doldurulmuş bir ata binerek, dört nala
Beyaz Saray ' a gitti. Şirketler Amerikası 'ndan gelen paranın
tarafıından hesaplanan bu m iktarı- yumuşak para, paralel har­
cama, pazarlama fonu- Al Gore ' a verilenden yüzde 25 daha
fazla.
George W 'nun soyadı Jones ya da Smith olsaydı bu kadar
parayı toplayamazdı. George'un para imparatorluğunun kayna­
ğı ailenin servetini binlerce kat arttıran Baba Bush ' un daha ön­
ceki Beyaz Saray göreviydi.

27 1
Baba Bush 'un, eviadının kampanya kumbarasım dolduran,
kendilerine çeşitli avaotalar sağladığı birçok dostu vardır.
1 998'de, Baba Bush yakın politik dostu Başkan Carlos Me­
nem 'e M irage Casino şirketine kumarhane lisansı vermesi için
ricada bulunurken Arjantin ' de bir fırtınaya yol açtı.
Bush bu konuyla kişisel hiçbir ilgisinin olmadığını yazdı.
Doğru. Ama oğul Bush için hiç de fena olmadı . Gazino olayın­
dan sonra M irage, Cumhuriyetçi Parti 'nin cephaneliğine 449 bin
dolar ekledi.
· Eski başkanla Çöl Fırtınası ' nın ünlü komutanı birlikte Chev­
ron Petrol şirketi adına Kuveyt petrol bakanına mektup yazdılar.
Bush, dürüstçe "Chevron işinde herhangi bir çıkarı olmadığını"
söylüyor. Bush gücünü karşılık beklemeden kullandıktan sonra
petrol şirketi, Cumhuriyetçi Parti 'nin kesesine 657 bin dolar at­
tı. Politika Merkezi 'ne göre, ganimetin çoğu "yumuşak para"
şeklinde geldi. Bu yöntem, başkanlık seçim kampanyaianna ba­
ğış yapılmasını yasaklayan Amerikan yasasını atiatabilmek için
şirketlerin bulduğu dolambaçlı bir yol.
Büyük Bush bütün işlerini gönüllü olarak yapmıyor elbette.
Telekom şirketi Global Crossing yönetim kuruluna yaptığı tek
konuşma kendisine 1 3 milyon dolarlık h isse kazandırdı. Şirket
ayrıca oğlunun kampanyasına da bir milyon dolar verdi.
Bush ailesi eski mahkumların başkanlık seçiminde oy kul­
lanmaması gerektiğine inatla inanıyorsa da eski dolandırıcıla­
rın Amerikan başkanlarını bordroya almasına karşı değiller.
Baba Bush l 996'da, Amerikan kilise liderlerinin itirazlarına
rağmen, tarikat l ideri, vergi kaçakç ısı - ve eskiden de Ameri­
kan federal hapishane sisteminin misafiri olan Rah ip Sun
Myung Moon tarafından yönetilen bir kuruluşun düzenlediği
çok sayıdaki toplantıda konuşma yaptı ve her konuşma için
yüz bin dolar aldı .

272
.... ' den Cumhuriyetçi Parti 'ye iki tomar para.

SANSÜR EDiLMiŞTİR '5

B ush ailesinin kıyaklar, dostluklar ve kampanya desteğinden


oluşan papatya zincirinin kökeni George ' un 'Savaş Yıllarına'
kadar uzanmaktadır. Küçük Bush Vietnam savaşı sırasında sa­
vaş pilotuydu, ama insanın ciddi biçimde yaralanabileceği Ame­
rika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri ' nde değil, Hava Nöbet­
çisi diye bilinen Teksas hava kuvvetlerinde. İç Savaş günlerinin
yadigarı olan Teksas 'ın oyuncak ordusu, gerçek savaşı midesi
kaldırmayan savaş tacirlerinin gözde kulübüdür. Bu kulübe üye
olmak hafta sonu savaşçılarını askerden ve Vietnam' daki gerçek
savaştan muaf tutmaktaydı . Genç George W. sınavda 1 00 üze­
rinden 25, yani "uçamayacak kadar aptal" sınırının bir üstünde
puan almasına rağmen yüzlerce adayın arasından sıyrılarak Nö­
betçilere katıldı.

15. B u bölüm büyük Bush'un başkanlıktan ayrıldıktan sonra çalıştığı altın ma­
deni şirketiyle ilgili. Yazının gerçek konusu: Baba Bush, diktatör Suharto. Ad­
nan Kaşıkçı (büyük Bush tarafından affedilen silah kaçakçısı) ve Nevada'daki
şu altın madeni.
Şimdi, bu konuyu bu kitapta okuma şansınız olmayacak. Ancak birileri İn­
giltere 'deyken bu kitabı okuyabilir. Altın şirketinin avukatları Guardian gaze­
tesinden bu yazıyı bir daha hiç yayınlamama konusunda söz aldılar. Bu yazıyı
burada yayınlamarn demek şirket avukatlarının yazımı mahzene kapatmak ve
banka hesaplarımı kuruırnak için hakaret davası başlatması demektir. Joe Co­
nason ' u n Salon 'da yayınlanan ve http:/www.salon.com/news/col/co­
na/200 1 /07/20/ gold/index.html. sitesinde bulunan Şirket Denet imini ihraç Et­
mek (Exporting Corporate Control ) adlı yazısını okuyun.
O yüzden bana makası uzatın. işte kesildi bitti. Konunun şakası yok. yeni­
den yazmak yok. Eğer İngilizler özgür basını okumak istiyorlarsa bu yazını n
yayınlandığı Moskova'ya ya da Tanıanya'ya ya da Bolivya'ya gitmek zorun­
dalar - ya da, bir seçenek olarak, Kraliçenizi verip yerine basın özgürlüğünü
garanti altına alan yazılı bir anayasa alın. Aslında, Amerika'nınkini ödünç ala­
bilirsiniz - Nasılsa bizimkini kullanmıyoruz.

273
1 968 ' de, Tek Y ı ldızlı Ey ale t ' in vali yardımcısı Ben Bar­
nes 'in bir danışmanı Hava Generali James Rose 'a, Senatör Ge­
orge H. Bush ' un oğlu için Hava Nöbetçileri ' nde güvenl i bir yer
ayarlamasını söyledi. Her iki Bush başkanımız da böyle bir iyi­
lik istendiğini hatırlamıyorlar. B arnes ' in kudretli Bush ailesin­
den bir talep gelmeden bu işi nasıl ayarladığı da gizemini koru­
yor hala, bu da Teksas politikasında sık görülen telepati ve tesa­
düf karışımlarından biri işte.
1 997 'ye hızla bir göz atalım. Teksas 'ta piyango GTech adın­
daki şirketin el indeydi. O yıl. GTech ' i n işinde beklenmedik bir
sorun çıktı. Eyaletin piyango müdürü rüşvetle suçlanırken
GTech'in müdürün erkek arkadaşını maaşa bağladığı ortaya çı­
kınca, müdür işinden at ıldı. Sicili temiz yeni müdür Lawrence
Littwin olay konusunda inceleme başlatt ı .
GTech ' in sözleşmesi ni iptal etti v e yeniden ihale açtı. Litt­
win ayrıca, GTech ' in politik bağışları konusunda soruşturma
başlattı.
Sonra garip bir şey oldu. Teksas Piyango Komisyonu Litt­
win ' i işten attı. Hemen ardından, Bush'un atadığı komisyon
üyeleri. GTech ' in yerine daha düşük fiyat veren biri ilan edilmiş
olmasına rağmen yeni ihaleyi iptal etti. Komisyon üyeleri mali
incelerneyi de durdurdu. politik rüşvet soruşturmasını sonlandır­
dı - ve yeniden GTech ile anlaşt ı. GTech ' in li sansını kurtarmak
için Teksas eyaJet yöneti mi neden böyle canla başla çal ıştı?
ABD Adalet Bakan lığı'na gelen imzasız bir mektupta GTech ' i n
2 3 milyon dolar ödediği bir lobicinin adı yazı lıydı: Ben Barnes.
Mektupta Barnes, GTech'in eyaletle an laşmasını sağlamak için
Vali Bush'un askerden sıvışma bilgisini kullanmakta suçlanı­
yordu. İşten uzaklaştırılan müdür Litwinn ' in açtığı şantaj dava­
sının tutanaklarında Barnes. Bush 'u Hava Nöbetçileri ' ne aldığı­
nı ve GTech 'in kendi sine milyonlarca dolar ödediğini itiraf etti.
Litwinn diğer tanıkların da GTech 'in lisansını kurtarmak için
valinin nüfuzunun satın al ındığını kanıtiayacağını beyan etti.

274
GTech verdiği cevapta, açıkça, Barnes ' le olan anlaşmasını
1 997 ' de piyango müdürünün işine son verilmesinden önce -
ama isimsiz mektupta belirtilen şantaj suçlamasından sonra - ip­
tal ettiğini açıkladı. Ş irket Bames ile mali ilişkisini sürdürdüğü­
nü inkar etmesine rağmen, GTech başkanı Guy Snowden1" B ar­
nes ' ın karısıyla büyük bir emlak işinde ortaktı.
GTech, George 'u savaştan (büyük Bush'un diğer insanların
çocuklarını güle oynaya gönderdiği savaştan) kurtaran adam
Barnes'e verdiği 23 milyon dolar karşılığında ne aldı? B ilinmez;
Ekim l 999 ' da, GTech Litwinn ' e üç yüz bin dolar ödedi. Karşı­
lığında. yetkililer Bames'in, Bush ailesinin piyango ve askerl ik
konularında kullandığı nüfuzuyla ilgili olarak verdiği beş saatlik
ifade kayıtlarını ilelebet açıklanmamak üzere mühürleyip rafa
kaldırdı.
Bu durumdan şikayetçi olduğumu sanmayın. Nihayetinde.
Bush ailesi bize paranın satın alabileceği en iyi demokrasiyi verdi.

Milyarder Çocuklar Kulübünü Kurtarmak için


Cumhuriyetçiler ve Demokratlar El Ele

Düşüneeli okurlar Başkan Bush lıakkmdaki Teksas hikayele­


rimi biraz sert bulmuş olabilirler:
"İyi günler pislik! Son zamanlarda iyi bir pislik kok/adtn nu ?
Senin gibi adanı/ann burnu başka işe yaramaz zaten. Bu arada,
al sana BAŞKAN Bush, çatlak herif Şimdi sana iyi günler. İr­
landa' mn kurtuluşuna!"

Bu nedenle biraz hakkaniyetli davranmaya karar verdim -ve


1 6. Snowden 1 995'te, jüri tarafından Ingiliz milyarder Richard B ranson 'a rüş­
vet vermeye çal ışmaktan suçlu bulununca GTech başkanlığından ayrılmak zo­
runda kaldı.

275
Arkansaslı Hillary-Billiler' in tuhaf hikayesine bakacağım. Özel
Savcı Ken Starr' ın kanılına bakmanın doğru olacağını düşün­
düm. Savcının elinde işe yarar bir şey yoktu. Aklı, kötü olduğu
kadar kıt da olan Starr, Clintonlar' ın soruşturması için 40 mil­
yon dolar harcadı ve elinde bir kova kirli "Beyaz su" , lekeli bir
elbise ve fazla tekrarlanmış erotik bir metinle geri döndü. "Son­
ra Başkan ' ın pantolonunu indirdim ve . . . " Nasıl bir şey bu/ama­
dt/ar? Sorunun bir kısmı şundan kaynaklamyordu ; Starr ve eki­
hi Sam Spades sayılmazdı. Araştırma bilgisinin yerine sınırsız
adiliği ikame edebileceklerini düşünen, hukuk şirketlerinde ça­
lışan bir avuç beyaz pahuçlu işe yaramaz sa,�cı adamdı/ar.
Ancak Starr, Clinton ' ın zampara/ık/annın içinde kaybolmuş­
Iten Senato' da Hükümet işleri Komitesi ciddi konulara e,�iliyor­
du: Endonezyalı Riady ailesi ve Hillary' nin eski müşterisi Ar­
kansas, Little Rock' dan Entergy International tarafından Hil­
lary' nin eski ortaklanna ödenen altı haneli para. (Entrgy' nin
işine gelen dış politika söz konusu oldu,�wıda, Clinton yönetimi
bundan daha lütufkar olamazdı . ) Daha sonra, / 998' de, tam da
Senato Komitesi' ndeki Cunılıuriyetçiler, e,�er açığa çıksaydı
Clinton ' tn devrilmesine yol açabilecek olan kanıra yaklaşmış­
ken . . . Komite soruşturmayı kapatti .
Neden? / 998' de cevabi buldum: 'Triad. '

Clinton bu çok tehlikeli soruşturmadan Amerika'nın en zen­


gin sanayicilerinden ikisi tarafından kurtarıldı, Charles ve David
Koch. Oysa yola Clinton ' ı kurtarmak için çıkmamışlardı. Koch
kardeşler Clinton ' dan nefret ediyorlar.
Koch sanayi şimdiye kadar duymadığınız kadar büyük bir
kuruluş - ve sahipleri de böyle kalmasından yanalar. Yıllık ciro­
larının 35 milyar dolar olduğu sanılıyor, ki bu ciro onları Micro­
soft ya da Boeing Aircraft'dan daha büyük kılıyordu. Ciroyu an­
cak tahmin edebiliyoruz, çünkü Koch (kola gibi kok şeklinde

276
okunuyor) Amerika' nın en büyük ikinci şirketi olan özel bir ku­
ruluştur. Ş irketin hemen hemen tümüne sahip olan David ve
Charles Koch'un toplam 4 milyar dolarlık servete sahip olduk­
ları söylenmektedir.
Koch aşiretinin zenginliğinin kaynağı baba Fred Koch 'un
Rusya'da, Stal i n döneminde kurduğu petrol rafineleridir.
1 946'da, Koch Sovyetler Birliği ' nden Kansas, Wichita'ya geri
döndü ve aşırı sağcı John B irch Derneği ' n i kurdu. David ve
Charles daha da aşırı sağcı davaları destekleyerek babalarının si­
yasi görüşünü reddettiler. David 1 980 ' de, Hürriyetçi Parti 'nin
adayı olarak, Ronald Reagan ' a karşı başkanlık yarışına bile ka­
tıldı .
G izlilik Koch ' un ticari markasıdır. Wichita'daki merkezle­
rinden asıl işleri olan, Amerika'daki en büyük müşteri olarak
küçük çiftçilerden ve Yerli bölgelerinden petrol ve gaz satın al­
ma işini kontrol etmek için, ülkede CIA kontrolü dışında kalan
tek güvenli ve özel telefon ağını işletmektedirler.
Özel bir şirket olarak Koch' lar harcamaları hakkında kimse­
ye hesap vermiyorlar. Hissedar toplantılarında onları sorguya
çeken yaşlı bayantarla uğraşmıyorlar. Hiçbir sınırlamaya tabi ol­
mayan Koch kardeşler kendilerini tek rüyalarına adayabil iyor­
lar. Diğer Amerikan şirketleri birkaç kolaylık umuduyla politik
alana birkaç milyon dolar yatırırken, Koch 'lar Amerika' daki po­
litik söylemin yapısını bütünüyle değiştirmek için yüz milyon
dolara yakın para sarf ettiler.
Başardılar da. Washington DC ' de Cato Enstitüsü'nü kurmak
için 2 1 milyon dolar, Güçlü Ekonomi Konseyi ' ni kurmak için
30 milyon dolar, bilgi ticareti ve danışmanlık kuruluşları, poli­
tik eylem komiteleri ve benzeri faaliyetler için onlarca milyon
dolar harcayarak, hükümet karşıtı hareketi yeni bir düşünsel
meşruiyeıle canlandıran benzersiz bir politik aygıt oluşturdular.
Cato ve Koch aygıtından, Newt Gingrich ' in Amerika Mukavele-

277
si ve Gingrich'in 1 994 seçimlerini kazanması için gerekli fonlar
doğdu .
Koch' ların özel avantajlar peşinde koşmadıkları söylenemez.
I 989'da, ABD Senato Soruşturmalar Özel Komitesi "Koch Gru­
bu'nun bünyesinde bulunan Koch Petrol'ün maksatlı ölçüm
yanlışlıkları ve sahte raporlarla hırsızlık yaptığını" açıkladı. FBI
ajanları Koch Ş irketi tankerlerinin Yeri iierin bölgelerindeki kü­
çük toplama tanklarından ödeme yapmadan petrol doldurdukla­
. rı nı ,görmüştü. Yerli kabileler konusundaki bir uzmanın hesabı­
na göre, Koch Industries'in zenginliğinin I mi lyar 500 milyon
doları çalınm ış petrolden kaynaklanıyor. Koch ise bütün bu suç­
lamaları reddediyar elbette.
Koc h' a karşı yürütülen soruşturma, Senato soruşturmasında
çalışan FB I ajanı Richard Elroy ' un 1 995 'te Adalet Bakanlığı 'na
bir mektup göndererek savcılık soruşturmasının birinci Bush
döneminde politik nedenlerle askıya alındığı suçlamasında bu­
lunmasına kadar durmuştu. Clinton döneminde Adalet Bakanlı­
ğı FB I " ın kanıtından yola çıkarak. Koch lndustries'e karşı, 3 1 5
defa bilerek çevreyi kirletti diye dava açtı. Clinton ayrıca kamu­
ya karşı işlenen suçun soruşturulması için iki büyük jürinin ku­
rulmasını sağladı.
Eğer American Contract maddelerinden Düzenleyici Kural­
lar Reform Tasarısı yasalaşmış olsaydı açılan kamu davası dü­
şerdi.
Maddenin yasalaşması Kongre 'de çoğunluğu elinde tutan
Cumhuriyetçi lere bağlıydı. 1 996 seçim döneminde Cumhuriyet­
çilerio çoğunluğu koruması tehlikeye girdi. Seçim kampanyası­
nın sonunda burun farkıyla kazandı lar. Cumhuriyetçilerio kritik
malzemelerinden biri, bir hayır kurumu olan Ç�cuklarımızın
Geleceği Koalisyonu (ÇGK) tarafından parası ödenen ve kilit
bölgelerde yoğun biçimde yayınlanan mülti-milyon dolarlık
reklam kampanyasıydı. Çocukları koruma kurumu için oldu1<ça

278
garip bir işti bu - tıpkı destek verdikleri adaylar gibi. ÇGK ' nın
kampanyaya para vermesinden haftalar önce, destekledikleri tü­
mü Cumhuriyet Partili senatörler, yoksul çocuklara verilen yiye­
cek karnelerinin iptali için oy kullandılar.
Çocuklan koruma fonu tarafından desteklenen politikacıla­
rın, ufaklıklara bedava yemek verilmesine duydukları antipati­
nin dışında da ortak bir yönleri vardı. Hepsi Koch ' un faaliyet
gösterdiği bölgelerden adaydılar.
Amerikan yasası politik kampanyalara parasal desteği yasak­
lamaktadır. Senato Hükümet İşleri Komitesi üyeleri, hayır kuru­
mu ile diğer politik cephe grupları ve Koch tarafından finanse
ed ilen Triad Yönetim adl ı bir operasyon arasında bağlantı oldu­
ğunu gösteren banka kayıtları buldular. Demokrat Partili sena­
törler Koch lndustries yöneticilerini Triad 'ın finansmanı ve bağ­
lantılı diğer grupları yönlendirip yönlendirmedikleri konuların­
da sorguya çekmek üzere mahkemeye çağırtınakla tehdit ettiler.
Demokratlar Kochlar'ı, Clinton ' ı kampanyasının finansmanı
konusunda sıkıştıran aynı mahkemenin önüne çektirebilirlerdi.
Adı saklı bir Senato üyesi, bunun üzerine Cumhuriyetçilerio
açık bir alışveriş teklif ettiklerini söylüyor: "Ateşkes teklifi, siz
Triad 'a dokunmayın biz de Clinton 'a." Komite içindeki diğer
kaynaklar da, Trent Lott ve Don Nickels önderliğindeki Cumhu­
riyetçi senatörlerin Koch ' ların faaliyet ağlarının açığa çıkmasını
riske atmaktansa Clinton 'ı İpten döndürmeyi kabul ettiklerini
doğruladılar.
Clinton 'ın o ana kadar karşılaştığı en ciddi soruşturmanın -
kendisini başkanlıktan edebilecek nitelikteki Endonezya para
zinciri soruşturmasının - örtbas edilmesinin gerçek nedeni buy­
du. Bu durum Kochlar'ın gücünün boyutlarını ortaya koymakta­
dır. Öyle ki, CumhuriyetÇiler gizli destekçiteri üstündeki örtü­
nün kalkmaması için başkana yönelik davalanndan vazgeçtiler.
Her iki parti de karşılıklı koruma anlaşmasından memnun-

279
dular. Kampanyaya parasal destek sağlama konusundaki önem­
li suçlamaların geri alınmasıyla Cumhuriyetçi soruşturmacıla­
rın da yapacak bir işi kalmamıştı - Monica Lewinsky 'nin kirli
çamaşırlarını karıştırmak ve başkanın fermuarını koklamak dı­
şında.

Bu konuyu Observer gazetesinde yazdtm. Kuşkusuz, Ameri­


ka' da yayınlanmadt . Demokrat Parti' li kaynaklar neden bana
bu bilgiyi ulaştırdı/ar acaba? Çünkü Cumhuriyetçi/ere ateş püs­
kürüyorlardt. Demokratlar ateşkes yapttklanm samyorlardt ve
Cumhuriyetçiler Monica Lewinsky hikayesiyle oynamaya başla­
mtşlardı. Ancak Cumhuriyetçiler anlaşmamn yalnızca kampan­
ya [ınansmamyla sınırlt olduğunu ve haşkamn bir slajyeri par­
maklaması gibi hafif konuları içermed(�ini düşünüyorlardı.

Olayı açığa çıkannam Clinton ya da Newt Gingrich hakkın­


da bir şeyler yakalamaya çalışmarndan değildi, asıl neden araş­
tırmacı ve hükümet danışmanı olarak çalıştığım dönemde Koch
kardeşleri, Entergy Coporation 'ı ve Riady faaliyetlerini izle­
memdi. (Bölüm 4, California Dolandırıyor: Enerji Korsanlarını
Avlamak, yazısına bakınız.) Usta iş bitiriciler olan Entergy ve
Koch ' un Senato soruşturmasının birden rafa kaldırılmasını sağ­
lamaları dikkate alındığında her iki partinin de işbirliği içinde
olduğu havasını yaratıyordu.
Bu arada, Koch ' lar başlı başına bir inceleme konusudur. FBI
ajanları 1 980'1i yıllarda, şirketi Oklahoma'daki yoksul Yerliie­
rin toplama tanklarından petrol çalarken yakaladılar. Belki Koch
lndustries ' in başındakilerin, milyarder kardeşlerin bu aşınna
oyunundan haberleri yoktu. Belki de bir açıklaması vardı. Petrol
toplama işinin yöneticisi Roger Williams'a göre öyle değil.
Williams çalınan petrolün kayıtlarını tuttu - şuradan buradan
birkaç dolarlık petrol - milyarderierin tenezzül etmeyeceği kadar

280
ufak miktarlar. Ama Williams'a, teybe kaydettiğim bir görüş­
mede, Charles Koch 'un "ortalama ne kadar ve kaç dolarlık pet­
rol toplandığını gösteren" belgeyi görünce ne yaptığını sordum.
William&'ın dediğine göre, milyarder Koch ve o an yanında bu­
lunan bir yönetici "kıkırdayıp birbirlerini dirsekle dürttüler, bi­
lirsiniz, eğlendiler."
Amerika'nın en zengin şirket sahiplerinin bazılarının başarı­
sını tam olarak açıklayan bir ifadeyle burada karşılaştım. Willi­
ams milyarderin bu küçük hırsızlığa gösterdiği ilgiye şaşırdı,
ama Charles Koch ,Williams 'a şöyle dedi: "Payıma düşeni isti­
yorum, o da hepsidir. "

28 1
7
Görüşme Ücreti ' Lobi Skandalı':
-

Blair' in ve İngiltere'nin
. Satışının Gerçek Hikayesi

Tenımu:: / 998' in ilk Çarşamba gunu, Ingiltere Başhakalli


kendini savunmak için Parlamento kürsüsüne geldi. Gazete ha­
her/erine göre, hir yıl önceki seçimden heri ilk ke:: Tony Blair'in
elleri titriyordu. Başhakan kabinesindeki toplu yolsuzlu,� u aç1,�a
ç1kartan Anıerika/i gazetecinin elinde "tek hir kamt hile hulun­
nıadi,� /11 1 " söyledi. Bu arada, Blair' in sözcüsü. eski pornocu
Alastair Canıphell, 'şapkah adama' güı·enmenıelerini fistlda­
nıak için koridm·da huldu.�u her gazetecinin koluna yaplŞ/rken,
haşhakanuı arkasmdaki güç olan ve 'Karanlik/ar Prensi' olarak
hi/inen Peter Mandelson da "elinde ajandayla dolaşan adam"
lıakkmda uyanlarda bulunuyordu.

Ne yazık ki, bunlarla eğlenecek vaktim yoktu. Yetmiş saat­


lik bir uykusuzluktan sonra Crouch End 'deki güvenli evde göz­
lerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Gece yarısı kaldığım otelde
yaşanan bomba paniğinden sonra kameralardan kurtulmak için
arkadaşlarımın yanına sığınmıştım.
Ancak uykusuz kalmarnın nedeni bu değildi. Ohserver gaze­
tesi. Prens ve diğer kabine üyeleri de dahil başbakanın kafadar­
larının "görüşme ücreti" adı altında insanları rüşvete bağladıkla-

282
rına ilişkin ayrıntılı kanıtlar içeren yazımı birinci sayfadan ya­
yınlanmıştı. Observer ekibi Downing Street I O numaradan yapı­
lacak kıyakların piyasasını düzenleyen ve işleten bakantarla lo­
bicilerin özel, gizli bağlantılarını anlatıyordu. Tek bir kantt bile
yok muydu? Gazelem Tesco süpermarketleri, Amerikan enerj i
şirketleri, Clinton 'ın dostları, Bush'un dostları, Blair'in dostları
ve Rupert Murdoch için - lobicilerin ne zaman. kiminle, nasıl
bağlantı kurduklarını anlattıkları teyp kayıtlarının elimde oldu­
ğunu ilan etmişti.
Blair'in uzmanları, radyo ve TV istasyonlarının talepleri üze­
rine kasetleri yayınladım. Teyp kayıtlarının sahte olduğunu söy­
lediler, kayıt mayıt yok, Palast bir yalancı. Ve şimdi de Obser­
ver ın iş dünyası haberleri editörü, başarılı gazeteci Ben Lauran­
'

ce, kendisini Crouch En d' deki sığınağıının girişinde engelleme­


ye çalışan arkadaşlarıma bağırarak, yataktan çıkıp BBC stüdyo­
Ianna gitmemi ve yeni bir Haber Gecesi canlı yayınında Yeni
İşçi Partisi 'nin bir numaralı rüşvetçisi Derek Draper ile kaset
konusunu görüşmeınİ söylüyordu.
Ama aslına bakarsanız, elimde kaset yoktu.
Önceki gün, Amerika' da bir yaşındaki ikizlerimizle yaşayan
karıma telefon etmiş ve üzerinde ' Draper' yazılı kaseti acilen
göndermesini istemiştim. Masamın tam ortasında duruyordu ka­
set. Linda, "Kaset falan görmüyorum. Burada kaset yok" dedi.
Ertesi gün, Mirror gazetesinin ön sayfası bütünüyle, en bü­
yük puntolarla "Y ALANCI" manşetinin altında; kel kafalı , müs­
tehzi ifadeli, avare bakışlı adam ın - ben - fotoğrafına ayrılmıştı.
' GÖRÜŞME ÜCRETi - LOB İ SKANDAL! ' oldukça masu­
mane biçimde başladı. İngiltere ' nin en iyi araştırmacı gazeteci­
si Antony Bamett, Blair'in İşçi Partisi hükümetine yakın lobi
şirketlerinin müşterilerine ulaştırmak üzere gizli bilgilere ulaştı­
ğını belirten bir haber aldı. abserver' da çalışınam için daha ye­
ni teklif getirmiş olan Antony ile editörü Will Hutton, bu adam-

283
The MOiön

Şekil 17. Private Eye dergisinden, 24 Temmuz, 1 998

284
ların birkaçını arayıp biraz yardıma ihtiyacımız olduğunu ima
edebileeeğimi düşünmüşlerdi.
Önce hayır, dedim. Resmi soruşturmalarımda kullandığım
bütün yöntemleri gazeteciliğe aktarmak istiyordum. Artık hızlı
ve ucuz yöntemlere paydos. Kafamdaki plan hem zaman, hem
de binlerce sterlin gerektiriyordu.
Bu işi doğru dürüst yapabilmek için bir paravan kurmak zo­
rundaydık. Bunun için sokağın kumazlığı ile yönetim mekaniz­
masının anlayışını birleştiren ve eskiden Booz Alien Hamil­
ton 'da çalışan Amerikan yöneticilerinin en iyisi olan Mark
Swedlund 'un yardımını istedik. Buna Morgan Stanley ' in eski
yöneticisini (özür dilerim, isim veremiyorum) eklerlik ve Majes­
teleri 'nin çok iyi tanıdığı bir Amerikan hukuk bürosuyla (özür
dilerim, yine isim veremiyorum) bağlantı kurarak kendimize
inandırıcı bir meşruiyet kazandırdık.
İşin en zor tarafı beni yeniden yaratmaktı. Bu lobicilerin
heps i de beni tanıyordu: tanı mak onların işiydi zaten .
Guardian ' a yazdığıını biliyorlardı ama daha da önemlisi, se­
çimden önce B lair' in en çok sözü edilen Amerikan politik da­
nışmanlarından biriydim. Blair ' in Ticaret ve Sanayi i le Enerj i
bakanlarıyla yakındım, önemli b i r İngiliz sanayicisinin dediği
gibi "şu nüfuzlu Amerik;ı.lı"ydım. Yalandı ama şimdi işimize
yarayacak bir yalan.
Takma bıyık takamaz ya da ses değiştirici kullanamazdım -
o yüzden politik danışman ve gazeteci Greg Palası'tan düzenbaz
iş takipçisi 'danışman' Greg Palast' a dönüştüm . . . yani 'tıpkı on­
lar gibi' oldum. Plaja bakan evimi ve at ahırımı Guardian 'a hü­
kümetle ilgili yazılar yazarak kazanmadığıını söyledim onlara.
İş bitirici, başarılı bir danışmanlık şirketim vardı.
Hiçbir zaman nüfuz, görüşme ya da kayırma için para teklif
etmedik, oysa bize edildi. Aradığım başka bir şeydi: bu lobicile­
rin dij?erleri için neler yapmış olduğunu öğrenmeye çal ışıyor-

285
dum. Hattım şuydu: "Çaltştığım Teksaslılar bir dolu böbürlen­
me duymak istemiyor/ar, bu adamların ihtiyacı olan şey kimin
için. ne yaptı,�ınıza ilişkin sa,� lam kanıt. Eğer bizden iş istiyor­
sanı::. isimleri, tarihleri. faaliyetleri, sağlam kanıtları getirin. "
V e getirdiler de . . . Londra Tower Otel'deki odamıza kadar.

Lobi Skandalı - Göri1şme Ücreti

Tam ve kesilmemiş metin

··önemli olan 1 7 kişi var. Hepsini yakından tanıyorum de­


mek işi tanı anlamıyla hafife almak olur. "

8 Temmuz I 998 gününün sabahı faks makinernde bir sürp­


rizle karşılaştım, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı Enerji Politikaları
Özel Raporu. İşin sürpriz yanı bu raporun henüz kamuya açık­
lanmamış olmasıydı.
Faksın ekinde GJW Hükümet İlişkileri 'nde çalışan Karl Mil­
ner' den gelen el yazı sı, kısa bir not bulunuyordu. 1 997 genel se­
çimleri boyunca. Milner daha sonraları gölge Mal iye Bakanı
olan Gordon Brown adına iç yazışmalara bakıyordu. Milner no­
tunda şöyle yazıyordu: "ilginizi çekeceğini düşündüm ."
Çekti. Mayıs ayında. Ohserver bazı lobicilerin. gizl i devlet
raporlarının taslaklarını kamuy a açıklanmadan önce ilişkide bu­
lundukları kişi ve şirketlere gönderdiklerine il işkin, güvenilir
kaynaklardan bilgi elde etti. Ancak bu konudaki araştırmamız
neredeyse daha başlarken bitti. İngi ltere 'de ' etkili bir ortak ' ara­
yan iki Amerikalı müşteri adına Milner'le ilk kez görüştüğüm­
de, benim Guardian'da yazdığıını hemen fark etti . Yine de sürp­
riz bir şekilde, şirket yolsuzluklarının araştırılması konusunda
ünlü bir şirket olan, New York, Union Associates'deki büromu7
za gizli devlet belgelerini faksladı.

286
M ilner'ı aradım. Belki de belgeleri devlet dairesinden alma­
mış, bir gazeteciye önceden gönderilen bir kopyasını yürütmüş­
tü. M ilner öyle olmadığını anlattı. Milner'ın müşterileri için po­
litikayla ilgili belgelere özel olarak ulaşması standart bir işlem­
di. "Devlette çok dostumuz var. Görüşümüzü almak. kaygılana­
cak herhangi bir şey olup olmadığını öğrenmek. belki de birkaç
değişiklik önerisi için birkaç gün önceden belgeleri bize gönder­
meyi seviyorlar." Raporda Milner' ın kendisi için araştırma yap­
tığı potansiyel bir müşteri tarafından istenilen önemli öneriler
bulunuyordu.17
Milner'ın şirketinin müdürü. Profesyonel Politik Danışman­
lar Birliği başkanı olan Andrew Gifford 'dur. İngiltere ' nin etik
gözetmeni, Davranış Standartları-Nolan Komitesi. B irliğin gö­
nüllü Davranış Kuralları 'nı övmüştü. Hükümete göre bu sektör.
hükümetin kural koymasına gerek olmadan kendini denetleyebi­
liyordu.

"Çok heyecanlandam"
I I Haziran: Maliye Bakanı Gordon Brown hükümetin yeni
harcama planını açıkladı. GPC Piyasa Erişimi 'nin önemli lobi­
cilerinden Derek Draper ile yaptığım üçüncü konuşmayı kesme­
ye çalışıyordum. Draper, Peter Mandelson ' ın, yetkisiz Bakan ' ı n
baş danışmanıydı. "Çok heyecanlandım" dedi Draper. "Çok he­
yecanlandım."
Bay Draper'i bu kadar heyecaniandıran neydi?
"Gordon Brown toplam harcamayı herkesin beklediği gibi
yüzde 2.5 olarak değil yüzde 2.75 olarak belirled i ! Bunu söyle­
miştik ! Geçen hafta söylemiştik bunu ! "
Bu yüzde 0.25 ' 1ik fark çok küçük görünebilir ama tahvil tüc-

1 7. Bu şirketin Bush ailesiyle bağlantısı olan, Teksas'tan enerj i 'devi Enron ol­
duğunu söyleyebilirim artık. Sabah Sabah Teksas Havası. Bölüm 6 ' ya bkz.

287
cariarının ve borsaetiarın elinde bu fark umulmadık kazançlara
dönüştürülebilir. Gerçekten de bir hafta önce, Draper müşterisi
olan Amerikan yatırım bankacılık devi Solamon B rothers ' a dü­
zeltilmiş rakamları verm işti. Draper' i olağanüstü öngörü yetene­
ğinden dolayı tebrik ettim. Şu cevabı verdi: "Estağfurullah, içer­
den aldığımız bir bilgiydi." Okul öğrencisi g ibi neşel i bir ses to­
nuyla şunu da ekledi sözlerine: "Eğer Solamon Brothers bu bil­
giyi kullansalardı bir servet kazanırlardı ! "
Gerçekten d e kazanırlardı. Ama b u arada Amerikan yasaları­
na .göre hapse girmeyi de göze almaları gerekiyordu.
Observer hiçbir zaman herhangi bir lobiciden gizli devlet
belgelerin i ya da bilgi sini açıklamasını istemedi . İstemek zorun­
da kalmadık. Milner, Draper ve diğerleri Tony Blair'in Yeni İ ş­
çi Partisi hükümetinden haber sızdırabileceklerine bizi ikna et­
mek ister gibi, biz daha sormadan kanıtı ortaya ç ıkarıyorlardı
zaten.
Draper de benim Guardian ve Observer'da yazdığıını anla­
dı hemen. Ancak New York - Londra arası i l k telefon konuşma­
mızda, Draper biraz dedikodu yaptı. coşkulu bir biçimde konuş­
tu ve sonunda da Hazine Bakanlığı 'na ve Başbakanlığa kolay­
lıkla ulaşabildiğini açıklamaktan kendini alamadı.
Eğer Draper' ın şirketine iş verseydik, param ızın karşılığını
nasıl alacaktık? Hükümetin oluşturduğu bir çal ışma grubunda
bize de bir yer bulabi lir miydi? Olmuş bil ! "Daha yeni , British
Gas 'ın Genel M üdürü 'nü İş Sağlığı Çalışma Grubuna aldırdık."
Draper, başbakanın burnunun dibinde böyle imrenilen bir mev­
ki kazanmanın, bir zamanlar İşçi Partisi çevresinde 'Cedric Do­
muzu' nun yönettiği Şişko Kedi/er' diye anılan (Pek de nazik ol­
mayan bir şekilde. British Gas ' ın eski başkanı Cedric Brown
kastediliyor burada) bir şirket için müthiş bir başarı olduğunu
vurguladı.
Peki, ya ben i m müşterilerim BG ' den daha az nüfuza sahipse

288
ne olacaktı? Sorun değil. Aslında, Draper tam da böyle bir "sı­
kı" müşteriyle, Teksas piyangosunun işletmecİsİ GTech şirke­
tiyle (Bushlar'a yakın olan şirketlerden biri daha) anlaşma imza­
lamak üzereydi. Ş irketin başı beladaydı. Jüri, şirketi İngiliz mil­
yarder Richard Bra11son 'a rüşvet vermeye teşebbüsten suçlu bul­
muştu (B ranson ' ın İngiliz piyango ihalesinden çekilmesini isti­
yorlardı). B l air, GTech ' i İngiliz piyangosunun işletme hakkına
sahip olan ve bu işten iyi para kazanan Camelot konsorsiyumu­
nun dışında bırakmaya kararlıydı. Draper, GTech ' i resmi izleme
makamlarıyla içli dışlı kılmak ve bu yeni müşteriyle sıkı anlaş­
malar yaptırmak üzere İşçi Partili bakaniann önüne yem atma
planını anlattı.
"Eski patronumun gerçekleştirdiği o komik M ilenyum Kub­
besi 'nin biletlerini satmak için devlet birilerini bulmak duru­
mundaydı. Ancak GTech bu satışı ulusal piyango araçlarıyla
yapmayı teklif ediyordu. Şimdi, eğer hükümet GTech 'in Kubbe
biletlerini satabileceğine karar verirse, GTech 'in piyango için de
bilet satmaya yetkili olabilecek bir şirket konumuna gelebilece­
ğini anlamak için alim olmaya gerek yok. Dediğimi anlıyor mu­
sunuz? Hünerimiz, hayal edebilme gücümüzdür."
Draper' in "eski patronu", yetkisiz bakan, Yeni Sol 'un sağa
kaymasının mimarı Peter Mandelson 'dur. Draper ile Mandy 'yi
yakın arkadaş saymak ilişkiyi anlamamak olur. Mandy, kitabı
'Blair Devrimi' kitabını genç adama ithaf etmişti.
Business on Sunday gazetesinde yayınlanan son röportajında,
Draper, İşçi Partili üst düzey yetkililerle olan dostluğunun, eski
çalışma arkadaşlarının "hepsi etik konusunda hassas oldukların­
dan", lobicilik işinde bir "engel" oluşturduğunu söylüyordu. Yi­
ne de, Draper, eğer yasayı istediğimiz şekilde değiştirmek İster­
sek "Geoffrey Robinson ile çay içebileceğime, Ed Bals ile görü­
şebileceğime" ilişkin güvence verdi bana. Draper, Robinson ve
başbakanın baş danışmanı BaH s ' la görüşme konusunu açınca,

289
sesindeki coşkuyu hissedebiliyordunuz. Ş unu da ekledi Draper,
"Hele bir ödemeyi alalım."

Bir tür şizofreni


İşi alabilmek için, Draper ve Milner'dan ısrarlı telefonlar ve
fakslar gelirken, bir yıl içinde iki mi lyon sterlin toplayan, daha
bir yıllık olmasına rağmen kentin en güçl ü lobi şirketi konumu­
na gelen Lawson Lucas Mendelsohn'la görüştük. LLM 'nin l i s­
tesinde hayvanları koruma derneği RSPCA ve Rupert Mur­
doch'un News International ' ı da dah il yirmi sıkı müşterisi bu­
l unmaktaydı. Üç kurucusunun da adını taşıyan LLM içerisi de­
nilince akla gelecek bir isim. Neal Lawson, Tony Blair'e kam­
panya stratejisi konusunda danışmanlık yaptı. Ben Lucas, B la­
ir'in politik toplantılarını düzenledi ve Jon Mendelsohn da gele­
ceğin başbakanının iş dünyasıyla bağlantısını sağladı.
Ancak cebinde çek koçanı olan herkesin LLM 'yi nüfuz satın
almak için tutması mümkün değil. Herkesin peşinden koştuğu
hizmetlerini elde etmek için LLM müşterilerinden, Peter Man­
delson ' l a Nietzsche ' nin bir tür ürpertici karı şımı olan, kurallar
ve yöntemlere i lişkin on bir sayfalık tanıtıcı bildirgeyi okuması
ve kabul etmesi isteniyor. Üçüncü sayfada kal ın harflerle yazıl­
mış ' Maziye Karışan Dünya ve Yeni Dünya' adlı tabloda iki sü­
tun bulunuyor. Maziye Karışan Dünya sütununda ' ideoloj i ' ,
' inanç ' v e 'yöneten politikacılar' yer alıyor. Yeni Dünya'da
bunların yerin i ' faydacılık ' , ' tüketim ' ve ' dinleyen politikacılar'
almaktadır. Manifestoyla satış broşürü karışımı belgede politik
terimler olarak Sağ ve Sol 'un artık "anlamsız" olduğu yazıyor.
LLM müşterilerine ' yalnızca yeni solu değil, aynı zamanda ye­
ni dünyayı da' aniayacakları sözü de veriyor.
Ortak Ben Lucas hükümetin ne yapacağını biliyor, çünkü
"nasıl düşündüklerini biliyor." Ancak telepatik öngörü gibi gö­
rünen şey içerden bilgi sızdırmaktan başka bir şey değil tabii .

290
Örneğin, Lucas l l Haziran 'da Gordon Brown ' ın yeni iskan ku­
rumunun kuruluşunu açıklayacağını bildi. "Bunu önceden bil­
memin nedeni bakanın konuşmasını yazan kişilerle tanışıyor ol­
mamdı." Lucas bu bilgiyi bir LLM müşterisine aktardı ve saba­
hın ilk saatlerinde bu durumdan nasıl yararlanacağı konusunda
önerilerde bulundu.
Rakibi Draper gibi Lucas ' ın elinde de bakanın kamu harca­
malarına ilişkin açıklamalarıyla i lgili ayrıntılı bilgiler bulunu­
yordu. Lucas, "piyasa dilinde epeyi yüklü kazanç anlamına ge­
len başka bilgileri de" teklif etmişti.
Karar mekanizmasını içerden izlemek olayın bir yanıysa di­
ğer yanı da kararı etkilemektir. Etki yapmak ilgili kişiyle görüş­
meye bağlıdır. Aylık ödeyeceğimiz ücretin karşılığında bizim
kazancımız ne olacaktı? LLM ' den Lawson, GPC ' nin Geoffrey
Robinson ' la çay kozuna karşı, eğer gerekirse, "herkesle görüş­
meyi" teklif etti, "Gerekirse Gordon Brown ' la da görüşebiliriz."
Ortağı Lucas ekledi: "İlişkilerimizi ustaca kullanırız."
Nasıl oluyor da bu ilişkiler ustaca kullanılabiliyordu? LLM,
Tesco adına, maliye bakanının otoparkların vergilendirilmesi
konusundaki planını etkilemek üzereydi. LLM o hafta, bu konu­
dan sorumlu olan Başbakan yardımcısı John Prescott 'a vergiyi
ne zaman ve ne oranda koyması gerektiğini söyleyen, Blair'in
Politika B irimi danışmanlarıyla gizli toplantılar yapıyordu. Aşı­
rı düzeyde araba kullanımını engelleyecek diye çevrecilerin des­
teklediği vergi, süpermarket devleri için yılda 20 milyon sterli­
ni aşan bir masraf demekti.
Lawson ayrıca, su dağıtım şirketi Angiian Water' ın, karşılaş­
tığı yasal zorlukları aşmasını da sağlamıştı. Şirket su sızıntısını
azaltmak için yapacağı yatırımlar konusunda verdiği sözü tuta­
mamış ve kanalizasyon şebekesinde de sorunla karşılaşmıştı.
LLM, işçi sendikalarının işveren tarafından tanınmalarının ko­
laylaştırılması isteklerine karşı başarılı bir biçimde kulis yaptı.

29 1
GTech gibi daha sıradan müşterilerle çalışmadıkları için
eleştirildiklerinde, Lawson, aslında, skandata bulaşmış piyango
i şletmecisi için de lobi yaptıklarını söyleyerek karşı çıktı . LLM,
"GTech hakkında hükümete güven vermek için" İ şçi Partililerin
kendilerine olan güvenini kullanmıştı. GTech, LLM'nin yayın­
lanan müşteri listesinde yer almamaktadır.
Lawson ve Lucas lobiciliğin Hazine 'ye telefon etmekten iba­
ret olmadığını belirtmekten geri kalmıyorlardı. Bazen LLM do­
laylı yolu önermektedir, yani, "Bakanın okuduğunu bildiğimiz
köşe yazılarına konuları serpiştirmek." Bu yönteme "ortam ya­
ratmak" diyorlar. Ayrıca, LLM , görüşlerine (ya da müşterileri­
nin görüşlerine) akademik bir hava katmak için kendileri�e bağ­
lı bir düşünce kuruluşu olan Nexus 'u işletmektedir. Bazen de,
hizmet verilen kişiler için satın alınmış bir paravan olduğu ko­
nusunda Lucas ' ın bana güvence verdiği Sosyalist Çevre Araştır­
ma Vakfı ' nı kullanıyorlar.
Lawson LLM 'nin, "lidersiz politika" dedikleri şeyi nasıl ida­
re ettiğini de açıkladı. Yerleşik bir inancın olmayışının politik
bir erdem sayıldığı, yönetirnde herhangi bir kuralın gözetilmerli­
ği bir ortamda pol itikanın alacağı yön de son dakika golüne kal­
maktadır. "İşçi Partisi hükümetinin daima iki aklı vardır. Bu iki­
li akı l bir tür şizofreni içinde çalışır. Özellikle ciddi sorunlarda
ne düşüneceklerini bilemezler. Blair'in kendisi de her zaman ne
düşüneceğini bilmez."

Başbakanlıkta Öğle Yemeği


Draper artık, bizim işimizde rakiplerinin de bulunduğunun
farkındaydı ve neler yapabileceğini güç odağına giden kapıları
açarak göstermeye karar verdi. "Geçen gün, yanımda İnşaatçılar
Federasyonu Başkanı ile Geoff Norris'i (B lair'in politika danış­
manı) görmeye gittik, toplantı Başbakanlığın yemek odasında
gerçekleşti! İnsanları bu kişilerle tanıştırmak benim için �or bir
iş değil."

292
Sadece bakantarla aynı tencereye kaşık sallamanın beni etki­
lemediğini hisseden Draper beni etkileyeceğinden emin olduğu
bir olayı anlattı. Draper' in müşterisi olan PowerGen PLC, yerel
bir elektrik şirketini satın almak için uzun süredir kıvranıp duru­
yordu ancak Muhafazakar Ticaret Bakanı Ian Lang bile. İngilte­
re' nin üçte birini kontrol edecek bir elektrik tekeli oluşturmaya
yönelik açı k bir girişim olarak nitelendirdiği bu satışa izin ver­
memişti. Lang 'ın ardından Ticaret ve Sanayi Bakanı olan, Bla­
ir' in atadığı Margaret Beckett rekabeti öldüren bu tür girişimle­
ri çoktan reddetmişti. PowerGen 'in işi kapanmış görünüyordu.
Sonra Draper' in bana anlatlığına göre, Draper PowerGen 'in
başkanı Ed Wallis'i, Beckett' in çevresinde dolandırıp Bakan
Brown 'ın baş danışmanı ile gizli bir toplantı yapmak üzere Ha­
zine 'ye götürmüş. PowerGen işi şu an bağlanmış durumda. Hü­
kümet tarafından reddedilmesi "bir daha söz konusu değil."
Draper olağanüstü bir iş mi becermi şti yoksa bu ısrarlı bir satış
saçmalığı mıydı?
Draper'e Amerikan petrol arınatörlerini ve santral üreticileri­
ni temsil eden müşterilerimin çevre kurallarından muafiyete ih­
tiyaçları olduğunu anlattım, aslında İngiltere 'yi kirletme hakkı­
nı istiyorlardı. Draper bana, "ben dostlarımı satmam" dedi ama
bu olay için onları tutarsak Draper doğrudan doğruya, Blair'in
Başbakanlıktaki Kamu Politikası Birimi 'nde çevre sorunlarının
sorumluluğuna getirdiği "Başbakanlıktaki en iyi arkadaşım Liz
Lloyd"a gidecekti.
Bizi neden çevre bakanına götürmüyordu? Yanıt olarak, Dra­
per kendinden emin bir şekilde bana "Siyaset Dünyası. gerçek
yetkiyi elinde tutan işadamları ve politikacıların küçük dünya­
sı"nı anlattı . İyi bir iş takipçisi yalnızca kapıları açınakla kal­
maz, müşterisini bu güçlü gezegende ayağı kayıp tepe taklak ol­
muş kişi lerden de uzak tutar. "Bir çevre bakanı var, Michael
Meacher. Çok güçsüz biri ve aslında konuyla hiçbir ilgisi yok,

293
hiç kimse onu dikkate almıyor. Dürüst konuşmak gerekirse,
kimseye bir yararı yok bu adamın, o nedenle özellikle programa
almadım bu adamı. Görevde çok fazla kalacağını da sanmıyo­
rum. Sonra, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı kuşkusuz işin içinde,
ama çok silikler, insanlar Margaret Beckett'i yetersiz bulurken
Enerji B akanı John Battle 'ı ise iyice bir işe yaramaz olarak nite­
lendiriyorlar. O yüzden, hükümetin yaklaşımını değiştirmek is­
tediğinizde, açık söylemek gerekirse, Ticaret Bakanlığı ' ndaki
birine sırtınızı dayamak istemezsin iz."
İlginçtir, Draper İşçi Partisi ' nden politik bağış yoluyla iş is­
tenmesine şiddetle karşı çıktı, ama İşçi Partisi 'nin bir faaliyeti­
ne spansor olunması işini ayarlayabilecekti ki, böyle bir durum­
da müşterilerimin adı saklı kalabilecekti.

Nijerya bağlantısı
Shandwick Public Affairs ' in yıllık 2 milyon 600 bin sterlin
tutarındaki geliri şirketi iş bağlama oyununda en büyük oyuncu
yapmaktadır. Eskiden B lair'in basın danışmanı olan, Shand­
wick'in baŞkanı Colin Byrne dinamik rakiplerinden daha yaşlı,
daha ketum ve iş bağlayınca daha az böbürlenen biridir. Byrne
aşırılmış hiçbir belge sunmadı, başbakanl ıkta öğle yemeği sat­
maya da çalışmadı.
Byme ' nin yeni ortağı, eskiden sendikada çalışan Chris Sava­
ge ' dır. Şirket kendisini "sanayi inin politikasını gerçekten anla­
yan, Sol 'daki birkaç kişiden biri" olarak tanıtmaktadır. Bu gru­
ba, özgeçmişinde 1 989 ' dan 1 996'ya kadar " Kraliyetin çevre ko­
nusundaki bütün konuşmaları ve yazılarını yazdığım" söyleyen
Richard Ayiard katıldı. Prens Charles parmağını bile kıpırdat­
mak zorunda değildi.
Shandwick neden bu ilerici ve çevreci vatandaşları bünyesi­
ne kattı? Byme 'ye göre en parlak başarıları. Shell International
için gerçekleştirdikleri ve "şirket itibarı yönetimi" dediği etkin-

294
I ikti. Bu olaydaki ana görevleri N ijerya'nın diktatörlük yönetimi
tarafından Ken Saro-Wira ' nın idam edildiği dönemde petrol şir­
keti Shell 'in faaliyetlerine politik kalkan oluşturmaktı. Saro-Wi­
ra petrol şirketine karşı YerliIerin protestolarını düzenlem işti.
Sandwick' in Nijerya' da Shell ' i savunması Başbakanlıkta her­
hangi birinin canını sıkmış mıydı? "Hayır, hiç sıkmadı" diyerek
bu konuda güvence verdi bana Byme. Aslında Shandwick'in
yönetimi altında "Shell artık yeniden ' İyi Çocuklar'dan biri ol­
muştu."
Lobici dükkaniarında yaptığımız tur sırasında, bu eski çevre­
ciler arasında Shell ya da GTech'e itibar kazandırmaktan şika­
yet eden tek kişi çıkmadı - biri hariç. Büyük bir şirket için çalı­
şan İşçi Partisi 'yle bağlantıl ı bir lobici, "O zaman bu domuzlara
çalışmak durumunda kalmam" diyerek, kar amacı gütmeyen bir
kuruluşu müşteri olarak bağlamak için benden yardım i stedi.

Bölüm II: Londra


İşi hafife almak
23 Haziran, Pazartesi. Soruşturma, Westminster Manastı­
rı 'ndaki Mabede taşındı . 7 Numaradaki tarihi avlu içinde, GPC
Access'ten Derek Draper bizi İngiliz demokrasisinin gariplikle­
ri arasında dolaştırmaktadır.
"Önemli olan 1 7 kişi var" dedi bize Draper. "Hepsini yakın­
dan tanıyorum demek işi tam anlamıyla hafife almak olur. " Bu
tanışıkhklar lobicinin özenle zihninde tuttuğu ilişkiler ağından
kaynaklanmaktadır. Gordon Brown' ın gizli isteği üzerine Draper
bakanın asgari ücretle ilgili teklifini öven güya bağımsız bir bül­
ten çıkarmıştı. Sunday Telegraph gazetesinde Brown 'ın yardım­
cısı Ed Balls hakkında iki bin kelimelik bir yazı yazmıştı. Balls 'ın
eline gazetede yayınlanan yazıların kontrolünü vermiş ve Teleg­
raph 'ın ruhu bile duymamıştı. Başbakanın özel kalem müdürü,
teşrifatçısı Jonathan Powell 'e gelince, "Ona işi ben buldum."

295
Draper bu heriflere sert bir tav ırla yaklaşılmaması gerektiği
konusunda bize ders veriyordu. Hükümetteki yetki l ilerden avan­
ta koparmaya çalışırken, "Yeni Sol ' un zihniyetine atıfta bulu­
nup fikirlerinin yeni bir yaklaşım olduğu konusunda yağ çek­
mek önemlidir. Örneğin, Geoffrey Robinson 'a çok önemli bir
insan olduğunu söylüyorsunuz."
"İş ortağım" Mark Swedlund, Draper' le görüştü. Biz Ameri­
kalılar İşçi Partisi tarzında konuşma dersi almaya değil, adam­
larla görüşmeye gelmiştik. Draper' i n içeriyle ilişkisinin gerçek
kanıtını görmek istiyorduk.
Draper, blöfümüzü gördü. Koltuktan kalktı, kemerinde asıl ı
duran çağrı cihazını aldı eline v e cihazı alnının hİzasında tutarak
yetkili pozisyonda yaklaşık bir düzine kişiden gelen çağrıları
okudu. "Ed Miliband - ara beni, Dave Mil iband - lütfen arar mı­
sın, (Başbakan Yardımcısı) Prescott ' un bürosundan ... Andrew
Hackett." Ezberden okuma faslı sürdü. Başbakanlık Politika Bi­
rim i ' nde çalışan Liz Lloyd' dan, Hazine ' de çalışan BaHs' dan ve
diğerlerinden çok sayıda mesaj gelmi şti, hepsi de i ş bitiriciyi ça­
ya çağırıyorlar, akıl danışıyorlar ya da bilinmeyen bir şey rica
ediyorlardı.
Aracı neşelenmişti . Geçen hafta inşaaıçılar Federasyonu
Başkanını Başbakanl ığa götürmesinin karşıl ığını alıyordu. Bla­
ir'in danışmanı Geoff Norris, inşaaıçıların geniş bir yeşil alanı
konut yapımına açma planını kabul etmişti. Yerel komisyonla­
rın karşı iddialarına rağmen, Draper söz konusu alanları "Kentin
dibinde bir çamur deryası" şekl inde tanımlıyordu.
Bu tür avantaJarın bir karşılığı olmalıdır. Hükümetin çevreci
imajını desteklemek üzere yayınlanacak basın bildiri s i için
"Tony ' nin on tane çevreci sürprize ihtiyacı vardı." Draper he­
men listeyi hazırladı, "elektrikle çalışan arabalar, bunun gibi ap­
talca şeyler." Draper' i n gözleri kaydı. "Bayıldılar buna."

296
Murdoch'a mesaj
B ir sonraki durağımız, Soho. LT4M Iobicileri Ben Lucas ' la
Joh n . Mendelsohn 'ın çatı katındaki m odaya uygun büroları nda,
Yeni Sol ' un ağzından düşürmediği "analitik düşünceyle besle­
nen, kanıta dayalı karar verme mekanizması" ve Üçüncü Yol
hakkında beynimizi uyuşturan iki saatlik bir konferans dinlemek
zorunda kaldık.
Ancak ilk bakışta amaçsız g ibi görünen serninerin bir amacı
vardı. Lucas ve Mendelson' ın yapmaya çalıştığı şey, bildirile­
rinde de anlatıldığı gibi, bizi mesajın içerikten daha önemli ol­
duğu bir dünya ile tanıştırma,kt(. Ayda aldıkları beş binle yirmi
bin sterlin arasındaki ücretin karşılığında bu iki Allame Profe­
sör, bizi Tony Blair' in Yeni Dünyası 'nın politik dili konusunda
eğiteceklerdi.
Amacımızı şöyle açıkladık: Angiian Water için yaptıkları gi­
bi, çevresel kısıtlamaları kaldırma konusunda LLM 'nin yardı­
mına ihtiyacımız vardı. Mendelsohn gürültülü ve çevreyi kirle­
ten elektrik santralleri yerine çevre dostu görünenleri inşa etme
planımızı yeniden gündeme getirmemizi önerdi. "Tony çevreci
görünmek için can atıyor. Her şey çevrecilerin dil inde söyleo­
meli - biraz iç karartıcı olsa da."
Ancak LLM 'nin yeni halkla ilişkiler tavrını benimsemekten
daha fazlasını istiyorlar müşterilerden. LLM müşteri lerinin,
Tesco 'nun otopark vergisinden kurtulmak için yaptığı gibi, Ye­
ni Sol 'un vizyonuyla uyuşabilmek 'için "şirket kültürlerinin özü­
nü yeniden biçimlendirmeleri" bekleniyor. Tesco 'nun kül türel
biçimlenmesinin bir bölümü, M andelson 'un M iilenyum Kubbe­
si projesine l l mi lyon sterlin aktarıtm._sını içermekteydi.
Kültürümüzü değiştirdikten s6nra, LLM 'nin yasayı değiştir­
mekle bize nasıl yardım edeceğini sorduk. Lucas, "Bu hükümet
ticareti sever" dedi.
Bir örnek de verdi. İşçi Partililerin anti-tekel rekabet yasa

297
taslağı LLM 'nin müşterisi Rupert Murdoch 'un medya impara­
torluğunu tehdit ediyordu. Fiyatiandırma serbestisiyle ilgili kü­
çük bir sorun vardı. LLM, Başbakanlıktan Murdoch 'un News
International kanalına şöyle bir haber uçurdu; eğer Murdoch'un
gazeteleri yasa taslağı ile ilgili eleştirilerini biraz yumuşatırlarsa
hükümet bunu takdir edecek ve yasanın son şekli bunu dikkate
alarak hazırlanacaktı. Diğer yandan, M urdoch ' un gazetelerinde­
ki sert üslup, Parlamentodaki sendikaların tanınması tartışmala­
rında medya grubu için sorun yaratabil irdi. Lucas ' a göre, gaze­
tecilerin ağzını kapatmak "kendi kültürlerinde kolay bir iş değil­
di." Yine de, sonuç herkesi memnun etti.
Kurnaz ortaklarının aksine, mesafeli ve zeki John Mendel­
sohn görünüşte bariz bir iş bitiriciliği olmayan bir insan. Men­
delsohn aralarında, Blair'in şirketlerle ve medya ile uyum için­
de olma tutkusunu en iyi anlayan Fikir Adamı . "İşçi Partisi ' nin
Parlamentoda sağladığı muhteşem çoğunluk, tek muhalefetin
medya ve iş dünyası olduğu anlamına gelir. O yüzden, ekonomi
yavaşladığında, ki bu kaçınılmazdır, medya ve iş dünyasının bi­
zimle aynı çizgide olmalarını sağlarız . Medya ve iş dünyasını
kazanırsak halk onları takip edecektir."
Bu büyük plan çerçevesinde, müşterilerini resmi çalışma
gruplarında sağlam pozisyonlara yerleştirmesi LLM için güç ol­
madı. Sorun tam tersine, İşçi Partisi 'nin sanayi ile ilişki kurmak­
taki iştahını beslemek için sürekli yeni yöneticiler bulmaktaydı.
Müşteriler, İşçi Partisi 'nin düzenlediği ve kendilerinin katılma­
larını istediği çalışma grubu, panel ve toplantıların fazlalığından
şikayet ediyorlardı .
Mendelsohn sözlerini şöyle tamam ladı; "Lobicilik yanlış bir
terim . Birini tanımanızın bir önemi yok. Dostluk bir işe yara­
maz."
Ancak Lucas her ihtimale karşı yakın dostlarını ve her biri­
nin borçlu olduğu yardımların listesini sıraladı: "İçişleri Bakanı

298
Jack Straw bizden .... istedi ... Gordon Brown ... konuk etmemizi
istedi . " Ve saire.
Lucas okkalı fiyat tarifelerini gözden geçirdikten sonra yola
koyulduk.

Pahah Bordo şarabı


Soho 'nun kalabalık saatleri. Diğer bir lobi dükkanının yetki­
lisiyle buluşacağımız Groucho Kulübe doğru yürüdük. Adam bu
Amerikalıların politik yardım için etrafta dolandıklarını işitmiş.
Pahalı Bordo şarabını içerken işimizle ilgili taktikleri anlatan
genç Blairciler'den birini daha dinledik.
Daha sonra biz de rakiplerinin tekliflerini anlattık: M ilner'in
aşırılmış raporları, Draper' i n Ed BaHs ' l a iş bağlamaları,
LLM 'nin Maliye 'den aldığı bilgiler.
Yaptıkları işleri anlatmasını bekledim. Her iki elini de alnına
koydu. "Dehşet bir şey bu" dedi. "Çok rahatsız edici." Eğer is­
tediğimiz buysa, yanlış adrese gelmiştik.
Politik danışmanlığın en hoş saatini geçirmiştik. '"

Bay Liddle'm teklifi


B ir sonraki akşam GPC, Whitehall Palace'ın Kokteyl Salo­
nu 'nda yıllık resepsiyonunu düzenledi. Rubens tarafından yapı­
lan dokuz yağlıboyanın süslediği kemerli tavanın altında
GPC 'nin iki yüz konuğu görünmez garsonların servis yaptığı sı­
nırsız şampal)yanın (Lambray Brut) eşliğinde ince kanepeleri
mideye indirdiler. Lordlar, milletvekilleri ve bir düzine başba-

1 8. Şirketin adını vermiyorum - lobicinin dürüstlüğü ona pahalıya mal olabi­


lirdi. Şirketin zaten, Bakan Beckett'in yarı-yasal bir kararını tersine döndür­
mek için H azine'den Ed Balls ile görüşmeye çalışan Amerikan enerji şirketi­
nin işini kaybettiğini öğrendim. Dürüstlükleri bir işe yaramamıştı. Bize gelen
bilgiye göre, Beyaz Saray 'dan gelen rica üzerine bizzat Blair, Beckett'e müda­
h ale etmişti.

299
kanlık yetkilisi, i ş dünyasının önde gelenleriyle sohbet ettiler.
Derek Draper' in çağrı c ihazı hayat bulmuştu sanki.
Draper bu girdabın ortasında çevresiyle meşguldü. Y ine de
bize bedava ilişki numuneleri sunmak için zaman ayırdı. Bizi
başbakanlığın Politika B irimi ' nde çalışanların yarısı dahil, çok
sayıda yararlı şah ısla tanıştırd ı . Ticaret ve S anayi Özel Komite­
si başkan ından, parlamentonun enerj i konusuna el atışının h ika­
yesini dinledik (GJW 'den M ilner' in başkanın komite raporunu
önceden aldığını da teyit etm i ş olduk).
· Draper'den bizi, hükümet düzeyindeki etkisini teyit edecek
biriyle tanıştırmasını i stedik. Kalabalıktan �asgele birini seçe­
rek. en yakındakinin yanına gitti. Alnından şıpır şıpır ter dökü­
len kısa boylu. kel bir adama yapıştı. Derek yetkil iye bizim po­
tansiyel GPC müşterileri olduğumuzu söyledi , sonra da yürüdü
gitti.
Blair ' i n Kamu Politikası B i rim i ' nde Avrupa işlerinden so­
rumlu olan, bürosu başbakanl ıkta bulunan Roger Liddle hükü­
metteki önemli adamlardan biriydi. Elektrik santrallerimiz ko­
nusunda biraz I afladıktan sonra Liddle 'a, Draper' in, dediği gibi
etkili biri olup olmadığını sorduk. Liddle öne doğru eğildi. "Bir
çete söz konusu." Liddle artık fısıldayarak konuşuyordu. "Bir
çete söz konusu ve Derek de bu çetenin bir parçası. Kim hayır
diyorsa, bil ki , o düşmandır." Liddle bize, "Derek 'in bütün doğ­
ru i nsanları tanıdığı" konusunda güvence verdi.
Draper bizi politikayı belirleyen insanlarla tanıştırabilir miy­
di? Liddle sorumuza cevap olarak, üzerinde başbakanlıktaki bü­
rosunun ve ev telefonunun olduğu kartı verdi ve şu olağanüstü
teklifi yaptı. "Hazır olduğunuzda, sadece bana ne i stediğinizi,
kimin/e görüşmek istediğinizi söyleyin,' Derek 'le ben ayarlarız."
Derek ve hen. Garip bir terimdi. S wedlund, Liddle'ın "devlet
memurundan çok Derek 'in takımından biri gibi" konuştuğuna

300
dikkat çekti. Swedlund' un haksız olmadığını ertesi gün öğren­
dik. Liddle, genel seçimlere kadar Draper'in şirketinde müdür­
dü. Başbakanlıkta çalışmaya başladığında GPC Access'teki
yüzde 25 '1ik hissesini paravan bir vakıfa devretmişti. Liddle' ın
Draper için kotardığı her işin karşıl ığı doğrudan Liddle ' ı n para­
van kumbarasma gidiyordu.

Kodes
Ertesi sabah Groucho'da görüştüğüm yapışkan bir lobici ara­
dı. Rakiplerinin teklifleriyle rekabet etmeyi hala reddediyordu.
"Eğer Draper ve Lawson söz verdikleri şeylerin yarısını yapmış­
Iarsa kodese girmeleri gerekirdi! Başbakanlığın yarısı da kodes­
te olurdu ! "

Tony'den gelen telefon


"Aslında ben tam olarak" dedi, Derek Draper ertesi gün, "bir
yorumcu-iş bitiriciyim. Belediye Başkanınız Daley ' in elinde be­
ni suçlayacak hiçbir delil yok." Pall Mali 'ın Reform Kulübü 'nde
oturuyorduk. Draper, şampanyasını yudumladı ve eski bir yüz­
yıla ait bir aristokTatın yaptığı büyük tablonun altında kırmızı
deri bir koltuğa gömüldü. Antika masanın üstüne bir adet Prog­
ress dergisi koydu. "Bunun sahibi ben im" dedi B lairci dergiden
söz ederek. "Bütün hisseleri benim." Dergi için gerekli para,
"Tony 'nin bir telefon konuşması üzerine İşçi Partili bir m ilyar­
derden" geldi. 1 5 Lobicilerin dünyasında soy isim kullanılmaz.

1 5 Daha sonra Observer'daki çalışma arkadaşım Bamett,


gizli milyarderin, genetik yöntemli gıda üretimi konusundaki iş
çıkarlarına uygun şekilde Blair tarafından kabine üyeliği ile tal­
tif edilen Lord Sainsbury olduğunu ortaya çıkardı.
Draper her hafta Express gazetesinde yazdığı köşe yazısını
daha yeni göndermişti. Yazıları alışılmadık bir şekilde redaksi-

301
yondan geçiriliyordu. " Köşe yazımı Peter Mandelson 'la gözden
geçirmeden yazmıyorum. Gordon, Derek'e kızacak diyorlar
ama kızamaz, çünkü yazıyı Gordon ' u n basın sekreteriyle birlik­
te gözden geçirmiş oluyoruz."
Tarih 25 Haziran 'ı gösteriyordu . Draper için, kehanette bu­
lunduğu mucizeterin gerçekleşme günüydü . Daha iki saat önce,
hükümet enerji raporunu açıklamıştı. PowerGen birkaç elektrik
santralini satınayı kabul etseydi kömür sanayi kurtulacaktı. Ay­
nı anda, gazetelerde eğer hükümetten izin çıkarsa, PowerGen 'in
ikj milyar sterline Midlands Electricity ' i satın alacağı yazıyor­
du. İki haberin de şüpheli biçimde aynı anda ortaya çıkması, Ti­
caret Bakanı Beckett ' i gizli bir anlaşma yapılmadığı konusunda
açıklama yapmak zorunda bıraktı. "Hiç kimseye hiçbir şekilde
i şaret verilmemiştir." Zaten Beckett 'in bu olaydan haberi olabi­
lir miydi? Wal l i s ' i n H azine ' deki toplantısı sessiz sedasız yapıl­
mıştı, hiçbir tutanak tutulmamıştı ve Neal Lawson 'un bana an­
Iattığına göre, Beckett "halkanın dışındaydı."
Draper elde ettiği başarıdan mutlu olmalıydı. Ancak felsefi
takılıyordu. "Danışman olmaya niyetim yok" dedi. "Bütün iste­
diğim banka hesabıma saatte iki yüz elli sterlin koymak."
Draper' in bana anlattıkları arasında beni en çok şaşırtan, he­
nüz 33 yaşında olmasıydı.

Crouch Çıkmazmda Bira içmek


Reform Kulübü 'nden çıkıp Swedlund ' la birlikte bir tür Iobi
faaliyeti yapan Will Baker'Ia buluşmak üzere taksiye bindik.
Baker'la Crouch Çıkınazı ' nda bir arkadaşının evinde buluş­
tuk. Baker. Liverpool ' da faaliyet gösteren büyük bir organizas­
yon için yoksulluk karşıtı kampanya düzenliyordu. Organizas­
yon, İşçi Partisi ' nden kesilmiş elektrik ve gaz ısıtma tesisatı
bağlantılarının açılmasını istemektedir. Bu da onları Draper ve
Milner' ın ana m üşterileri olan elektrik ve gaz şirketleri ile karşı
karşıya getirmektedir.

302
Yoksulluk karşıtı grubun LLM ya da diğer profesyonel da­
nışmanları tutmak için ayda sekiz bin sterlin verecek durumları
yok, o nedenle Baker ve arkadaşları dar gelirli müşterileri adına
lobi faaliyeti yapmak zorundaydılar.
Yemek masasında Budweiser biraları yudumlarken Baker.
hükümetin elektrik ve gaz şirketlerini değerlendirme işlemi sıra­
sında ilgili tek bir bakanla, hatta alt kadrodaki memurlarla bile
görüşemediklerini söyledi. "Kapılarına ulaşamadık. Fikirlerimi­
zi yazılı olarak bildirmemiz istendi. Tamamen dışlandık." Baker
bir Çalışma Grubu 'nda görev almak için davet edilebileceğini
hayal bile edemiyordu. 1 9

Perde Kapanıyor
Draper' ı, M ilner'ı ve Lawson ' ı sevmemek elde değil. Hep­
sinde o Bart Simpson cazibesi var: Haşarı, biraz toy ama sevim­
li. Yeni İngiltere konusunda Yeni Sol ' un coşkusunu yansıtıyor­
lar. Bu genç adamiann herhangi biri yaptıklarının olumsuz yan­
larını düşünüyor mu? Onlar olumsuz bir şey görmüyorlar. So­
nuçta bu, onlann dünyası. Yeni Solu biçimlendirdiklerine ve
şimdi de GPC, GJW ve LLM aracılığıyla, ayarladıkları gösteri­
ye giriş bileti kestiklerine inanıyorlar.
Ancak en iyi oyuncular bile gelecek kaygısı taşıyorlar. Derek
Draper, olağandışı düşüneeli bir anında, "kamu-özel sektör or­
taklığı" altında süregelen hükümete sızma konusunda kaygıları
olduğunu söyledi. Draper "Sonunda bir skandaim patlayacağına
eminim. Perde kapanacak. Eminim bir şeyler patlayacak" dedi.
Sonra da, ücretler ve yemekler hakkındaki sohbetine geri döndü.

19. Hükümet, seçim kampanyası sırasında verdiği sözlere rağmen, özel elekt­
rik, gaz ve su şirketlerinin yoksul müşterilerin bağlantılarını kesmesine izin
vererek sistemin devamından yana tutum aldı - Baker'ın rah iplerle yoksullar­
dan oluşan grubuna karşı Draper'in ve GJW'nin müşterilerinin kazandığı bü­
yük bir zaferdi bu. Özel görüşmelerin kurbanları da vardır.

303
Haber Mfrkezinde...
Yazı yayınianmadan hemen önce, Observer görüşünü almak
için Roger Liddle ' a başvurdu.
Liddle, başbakanlıkta "ne i stersen , kiminle görüşmek ister­
sen" teklifini ·yapan o tıknaz adamdı. Büyük başlardandı. Lidd­
le ile Mandelson 'Blair Devrimi' adlı kitabı birlikte yazmışlar­
dı. Bunların üçü de tersine-devrimin, yani İ şçi Partisi'ni ele ge­
çirip sağa çevirme ve bu işe ' Yeni' Sol adını takma programının
başlıca mi!flarlarıydı. Bu ilk adımdı, ikinci adım projeydi - Ye­
ni Sol ' u Liddle ' ı n politik uzmanlık alanı olan Liberal Demokrat­
tarla birleştirme projesi. Liddle ile Draper'in birlikte kurdukları
lobi şirketi GPC tarafından yöntendirilen büyük sanayi de bu
işin tutkatı olacaktı.
Blair, Liddle ' ı hemeri başbakanlığa aldı ve Avrupa ilişkileri
konusunda büyük yetkiler verdi. Liddle'ın, Draper' in lobi dük­
kanındaki payı paravan vakfa aktan ldı . Liddle' ın eşi, yazı işleri
müdürüm Will Hutton 'ın eşinin yakın arkadaşıydı. Liddle yazı­
nın yayınlanacağını duyduğunda, bir kalem oynatışıyla kariyeri­
ni çöpe atacağının farkında olarak Hutton 'u evinden aradı. Lidd­
le yalvardı durdu. Sarhoş olduğunu ve sarhoş olduğunda aptalca
davrandığını. bunu herkesin bi ldiğini ve çenesini kapadığını,
onu demek istemediğini, ne söylediğini bilmediğini iddia etti.
Hutton, pazar sabahı Belsize Parkı ' ndaki küçük büfede olur­
muş ay çöreklerimizi yerkert anlattı bana b u olayı. ' Lobi skanda­
l ı ' sokağa düşmüştü ama biz genellikle, ki isteğimiz de buydu za­
ten, sanayiinin kontrol altına alınmasını ve Brezilya ekonomisini
konuştuk. Hutton o öğleden sonra Başkan Cardoso ile görüşmek
üzere Sao Paolo'ya gidiyordu - Başkan, iş bağlama ticareti konu­
sundaki yazıinızdan dolayı biraz isteksizdi. "Git. Brezilya 'nın
geleceği aynen İngiltere ' nin geçmişine benziyor" dedim. ,
Will 'e göre, Liddle acınacak durumdaydı ve samimi olarak
pişmanlık duyuyordu. O yüzden Will kuşku payını onun lehine

304
kullandı ve başyazısında Liddle ' ın istifasını gündeme getirmedi.
Ayrıca Liddle'ın anlattığına göre, Draper' la ortaklığı ona hiçbir
şey kazandırmıyordu; paravan vakıf Liddle' ın hisselerini Dra­
per'in lobicilik şirketine satmıştı.

Hutton İngiltere 'nin önde gelen zekalarından biri olarak tanı­


nıyordu, gerçekten çok zekiydi . O nedenle, konu üzerinde tek
başına çalışması için aradan çekildim. Liddle, hissesinin satıldı­
ğını nasıl biliyor? "Bu yüzden Will, paravan vakfın ona yarar
sağlamadığı doğru olamaz." iri yarı Hutton öyle bir kahkaha at­
tı ki, neredeyse metal masanın üzerine devrilecekti. Hak etmişti
de bunu. Liddle kaçamak konuşan yalancının tekiydi. Ama bun­
da da pek başarılı olduğu söylenemezdi.
Ertesi gün haber merkezinde yazı işleri müdür yardımcısıyla
buluştum. Hutton uzaktaydı. Yönetimden sorumlu olan bu beti
benzi atmış genç işadamı kı lıklı müdür, çevresinde bir avukatlar
ordusu ve pazarlama elemanlarıyla birlikte görüşmeyi tercih et­
mişti. Pazartesi öğleden sonra, Yeni Sol hükümetin bütün güç­
leri ve diğer gazetelerdeki köpekleri saldırıya geçmişlerdi. Mü­
dür yardımcısı da onların önüne bir yem atmayı düşünüyordu.
Tercihen de beni.
Bu arada, kasetlerimizi hükümete verecekti. "İyi ama bu de­
lilik, tam birkaçıklık" dedim. Ama bir yönetici olarak kararını
vermişti. "Kasetleri verin."
Kanınla olanlardan bahsettim. Kasetleri bulamıyordu. Orada
düşüp ölecekmiş gibi oldu. işini kaybedeceğini söyledi. (Kay­
betti de.)
Bu arada, aklına yeni bir fikir geldi; Blair'in basın fedaisi
Alastair Campbell 'e, kasetlerde hangi suçlamaların bulunduğu­
nu, hangil�rinin ' sadece ' tanıklar ve alınan notlarla destekien­
miş olduğunu açıklayacaktı. Ne parlak fikir. Fikrimi söyledim:
"Bu adi herifler kasetlerde sunduğumuz her şeye bir mazeret bu-

305
lacaklar, sonra da notlardaki her şeyi inkar ederek bizim uydur­
duğumuzu söyleyeceklerdir." Ama adam kendi bindiği dalı kes­
mekte kararlıydı.
Londra saatiyle sabaha karşı saat 4 'te, Rio'da bulunan Hut­
ton 'ı aradım. "Yarın Sao Paolo'dan bir Concorde kalkıyor. Al­
lah aşkına Will, atla gel ."
İş işten geçmişti. Ohserver kartlarımızı Campbell ' e gösterdi
ve hemen ardından hükümetin fedaileri kasetlerdeki kayıtlardan
söz etmeye başladılar - Draper'le yaptığımız toplantılarda ve
Liddle ile çene çalarken yanımda olan - Swedlund'un verdiği
yeminli ifadeye rağmen, notlarda yazılanları ve tanıkların söyle­
diklerini inkar ettiler.
Liddle artık yolsuzluk teklifinden pişmanlık duyan acınası
bir sarhoş değildi. Önce, benimle görüşmesini ve neler konuşul­
duğunu kesinlikle hatırlamarlığını açıkladı. Elimizde ' sadece '
bir tanığın yeminli i fadesinin bulunduğunu öğrenince daha da
küstahlaştı ve olayla i lgili olarak üçüncü kez konuştuğunda bir­
den her şeyi hatırladı. Hatırladığı şey de benim bir yalancı oldu­
ğumdu, sözlerini uydurmuştum.
Ertesi sabah, Observer' ın faksına imzasız, elle yazılmış bir
not geldi. "Kasetin bende. Ne kadar eder dersin?" Linda rezil ol­
duğunu düşündü.
Lobici Ben Lucas kendini beğenmiş bir havada, elimde kaset
filan bulunmadığını söyledi, Hazine Bakanlığı ' ndan, müşterisi
olan Government Association'a bilgi aktardığını bana etraflıca
anlattığını Haber Gecesi kameraları karşısında inkar etti. Çok
sıkı bir yapımcı olan Merion Jones önce Lucas 'ın bombayı yut­
masına izin verdikten sonra Lucas 'ın inkar ettiği sözlerin bulun­
duğu kasetimi yayınladı.
Sonra, mayına basma sırası Draper' a geldi. Konuşmamızı
kaydetmediğimi düşünerek, kendisine atfedilen sözleri inkar et­
ti ancak aynı gün Linda kaseti telefon aracılığıyla yayınladı ve

306
Draper' ın başbakanlıktaki dostları hakkındaki suçlayıcı sözleri­
ni, isteyen herkes Guardian 'ın web sitesinden dinleyebilirdi.
Draper işini kaybetti, ama bir on yıl daha kaliteli marka şampan­
ya içmesine yetecek kadar tazminat aldı.
O ilk hafta, ben "Yalancı" ilan edilip Blair'in de elleri titrer­
ken, Liddle ' ın ipliğini pazara çıkardığıma emindim. Yalancı,
bodur çapkın ! Sarhoştu, değil mi? Beni hatırlamadı, değil mi?
Beni başbakanlığa sokmayı hiç teklif etmedi, özel telefon numa­
rasını vermedi ! Aslında, teklifinin ertesi günü Liddle gayet ayık
bir halde, buluşup anlaşma yapmamız için başbakanlıktan beni
aramıştı. Liddle bunu da inkar etti, şaşırdım. Şimdi elime düş­
müştü! Yapmam gereken tek şey başbakanlığın telefon kayıtla­
rına ulaşıp, cep telefonumun numarasını göstermekti ... Ama öğ­
rendim ki, İngiltere'de bir memurun devlete ait bir telefondan
yaptığı konuşma özeidi ya da gizliydi ya da bir tür devlet sırrıy­
dı. Aldatılmıştım. Liddle sütten çıkmış ak kaşık gibi sıyrıldı işin
içinden ve Blair onu devlette verilebilecek en yüksek maaş artı­
şıyla ödüllendirdi.
Mandelson - beni tanıyan ve beni lanetlernesi için yapılan ri­
calan geri çeviren - Margaret Beckett 'in yerine ticaret ve sana­
yi bakanı oldu. (Başbakan Yardımcısı John Prescott ise garip bir
şekilde, beni tanıdığını inkar etti ve benimle tanışmış olsa bile
benimle hiçbir şey payiaşmadığını söyledi. Ama bu da bir başka
hikaye.) Mandelson, yeni makamında, Beckett'in direndiği ama
Bill Clinton 'la George Bush 'un dostlarının bayılacağı çok sayı­
da anlaşmayı gerçekleştirecekti. Bu konuya geri döneceğiz.

Boşluk Politikası
New Statesman Dergisi 'nden

Draper ve lobici dostlarını küçük düşürmek benim açımdan

307
aptalca bir hamle olmuştu. Hikayenin özü, yani Hazine' nin ve
Ticaret Bakanlığı' nın Murdoch ' la, Tesco' yla, GTech' le, En­
ron' la bağladığı işler - şirketlerin devletin içine sızması- hepsi
güme gitti. Hikaye birden lobici yalancı oğlanların hikayesine
dönüştü. Omuz silkip ülkeme döndüm. İki ay sonra, New States­
man' a şu sert eleştiriyi gönderdim.

Observer, Antony Bamett ve tarafıından hazırlanan 'Gizli


Kapaklı İ şiere Ödenen Para ' yazısını 5 Temmuz Pazar günü ya­
yınladı. 9 Temmuz Perşembe günü, üç aylık araştırmamızın za­
man kaybı olduğunu anladım ve ülkenizden çıkıp gittim. Yazı­
nın yayınlanmasıyla kaçışım arasındaki dört günde medya olayı
ters yüz etti. Derek Draper İtalya' daki tatilinden dönüşte man­
şetiere oturdu. B irden, konu Derek Draper' i n düşük çenesinin ve
hükümetle olan i l işkilerini abartarak "böbürlenmeyi seven genç
adamların" hikayesine dönüştü. Konu artık Lobi Skandalı ya da
Derek ' in deyimiyle "Draper Skandalı"na dönmüştü. Heathrow
havaalanında çıkış salonunun duvarına şunları yazmak geçti
içimden, Y ANLIŞINIZ V AR, LOBİCİLERLE İLGİSİ YOK
KON UNUN. Asıl konu Tony B lair ve maiyeti hakkındaydı. Ye­
ni Sol ' un, sanayi ve medya patronlarıyla içli dışlı olma tutkusu­
nu teşhir ettiğimizi düşünüyordum. Ş irketlerin kaymak tabaka­
sının onayını kazanmak için yasaları ve etik kuralları eğip büken
en üst düzeydeki devlet yetki l ilerinin hikayesiydi bu. Ama Per­
şembe gününe gel indiğinde Yeni Sol ' un müritleri New States­
man'da çıkan, Ohserver'daki ifşaatların sadece Draper' in "ma­
lını abartılı biçimde satışıyla" ilgili olduğu ve dolayısıyla suçla­
maların "önemsiz" olduğu yorumuyla rahatlayabilirlerdi artık.

Önemsizin açıklanması
Önemsiz konulardaki merakımı hoş görün. Ohserver diğer
bulguların yanı sıra lobicilerin şu ifşaatiarını sergiledi:

308
. . . Tony'yi öven gazete haberlerinin karşılığında, hükümet
Rupert Murdoch'un News lnternational'ı için rekabet ve sendi­
ka yasalarında önemli değişiklikler yaptı .
. . . Milenyum Kubbesi için yapılan l l m ilyon sterlin tutann­
daki bağıştan sonra başbakan yardımcısıyla yapılan gizli toplan­
tılarda, Tesco otopark vergisinden muafiyet elde etti. Kazanç;
yıllık 20 milyon sterlin.
... Gizli devlet belgelerine erişen ve başbakanlığa özel bir
yolla ulaşan Amerikan enerji şirketi Enron hükümetin yeni gaz­
yakıllı elektrik santrali yapımını engelleyen planını tersine çe­
v irdi.
. . . Bir Amerikan yatınm bankası ile ayrıcalıklı İngiliz şirket­
leri Gordon Brown'ın harcama planını önceden öğrendiler. (Lo­
bici Ben Lucas ' ın bana anlatlığına göre "Piyasaya ilişkin değer­
li bilgiler." Draper "Bir servet eder" diye teyid etti.)
... PowerGen Başkanı Ed Wallis, Muhafazakar Parti hükü­
meti tarafından daha önce reddedilmiş olan bir birleşme planı­
nın onayı için sessiz sedasız bir anlaşma yapmak için Hazine
Bakanlığı' nın önemli bir danışmanıyla görüştü. Bu işlerin değe­
ri milyarlarca sterlindi.
Liste devam edip gidiyor. Ucuz bir iki küçük iş bağlama ola­
yına takılmadık. S istemli bir işti karşımızdaki. Yeni İşçi Partisi,
seçkin şirket patronlarının hükümetin önemli kararlarını pazar­
lık konusu yapmaları, değiştirmeleri ya da veto etmelerini sağ­
layan gizli, özel görüşme yollannın kapılarını açmıştı. Derek
Draper konunun merkezinde değildi, o sadece farkında olmadan
bana bilgi sağlayan bir kaynaktı. Sanayici müşterilerini başba­
kanlığın arka kapısından geçirme işine bakan Draper da, diğer
genç Yeni İşçi Partisi lobicileri gibi, bir getir-götür oğlanından,
bir satıcıdan, kendisini dev aynasında gören aşırı meraklı bir
memurdan başka bir şey değildi .

309
Yeni İşçi Partisi Düzeninin 'Üstün İnsanı'
Tower Hotel' deki odamda şarap kadehlerini daldururken -
bu paravan operasyon Observer'a biraz paraya mal olmaktaydı
- Draper'in rakiplerinden Rory Chisholm'e, PowerGen 'le Hazi­
ne arasında birleşme konusu için toplantı ayarlayan Derek' in
yaptığı işi yapıp yapamayacağını sordum. "Burada durun baka­
lım ! " Eski tüfek bir lobici olan GJW başkanı Chisholm bardağı­
nı masaya koydu. "Bu iş biraz yasadışı kokuyor. Mahkemelik iş.
Bir yargıcı ayarlamaya benziyor."
Yeni İ şçi Partisi neden etiğİn sınır çizgilerinde dolaşırdı? Bu
sorunun cevabını, yeni danışmanlık şirketi Lawson Lucas Men­
delsohn ' ın sadece müşteri adaylarına verdiği 'Günümüz Dünya­
sını Anlamak' adlı gizli kitapçıkta buldum . Blair'in Gordon
Brown ' ı n ve Jack Straw 'ın seçi m kampanyasının ana danışmanı
olarak seçilen LLM, cebinde parası olan herkesin tutabiieceği
bir nüfuz satın alma şirketi deği ldir. Şirketin gözde hizmetlerin­
den yararlanmak için, Lucas 'ın bana anlattığına göre, şirketler
LLM ' ni n pazarlama broşürü-manifesto karışımı kitapçığında
yer alan ilkeleri ve yöntemleri benimseyerek "kültürlerini değiş­
tirmek" zorundalar. Broşürün 3. sayfasında, LLM kıyamet günü
tarzında değişimler kehanet etmektedir: "ESKi DÜNYA S İLi­
NiP GiDiYOR VE YENİ BİR D Ü NYA ORTAYA ÇlKlYOR."
B unun ardından LLM, bütün i nsani düşünceleri ve duyguları
pratik bir biçimde iki uzun sütuna ayırmaktadır. B iri "Maziye
Karışan Dünya" diğeri "Yeni Dünya." İDEOLOJİ ve KANA­
AT. Maziye Karışan Dünya ile birlikte geçmişte kalmalıdır. Ye­
ni Dünya'da ise ideallerin yerin i FA YDACILIK, kanaatierin ye­
rini TÜKETİM alacaktır -İNANCIN yerine SATlN ALMA ge­
çecektir. LLM yeni müşterilerine öğüt vermektedir. "Bu yeni
dünyanın ortaya çıkışı, önemli olanı kökten değiştirmiştir. " Lis­
te, imajın başarıdan daha önemli olduğunu göstermektedir. Hü­
kümetle iş bağlamak Maziye Karışan Dünya'nın tek derdiydi ,

3 10
artık bunun yerine ün salmak geçti. Stil her şey demektir. "NE
Y APTIN"ın yerini "NASIL Y APTIN" almaktadır.
Bu noktada araştırmalarım beni Yeni İşçi Partisi 'nin tam kal­
bine götürdü. Ve orada hiçbir şey bulamadım. İdeolojiden ve
inançtan arınıldığında geride hırstan başka bir şey kalmıyor. Ye­
ni İşçi Partisi düzeninin mükemmel ' Üstün insanı ' zeki, ciddi,
ruhsuz, Jonny Mendelsohn, bana partinin tutkulu ihtiyaçlarını
anlattı: "Parlamentodaki muhteşem çoğunluğumuz, muhalefetin
yalnızca medya ve iş dünyasından gelmesi demektir. O yüzden
ekonomi yavaşladığında - ki bu kaçınılmazdır - bizim yanımız­
da kalmalarını sağlamalıyız."
Saatlerce süren ciddi tartışmalar sırasında, bir bilgi kaynağı­
nın bana anlattığı şeyi kavradım: "LLM bir lobi şirketi değil, hü­
kümetin bir parçasıdır." Yeni İşçi Partisi, LLM aracılığıyla, et­
kili işadamiarını ve medyayı ele geçirip bir dizi ticari bağlantıy­
la onları Sol 'un içinde tutmak için adamlarını ortalığa salıver­
mişti. Tipik lobici şirketler müşterilerinin istek listelerini hükü­
mete ulaştırırlar. LLM işlemi tersine çevirmektedir. Lucas ' ın bi­
ze verdiği bilgiye göre, hükümetin sendika ve rekabet yasaları­
nı budama teklifiyle Murdoch grubuna doğru ilk adımı Blair'in
çetesi attı - Murdoch ' un gazetelerinin çenesini kapatması karşı­
lığında.
ideallerin ve inançlann şüphe altında olduğu boşluk politika­
sını Yeni İşçi Partisi'nin icadı sanmak hata olur. Blair, Brezil­
ya'dan Cardoso, Şili 'den Frei; bunların tümü de B il l Clinton ' ı
üreten fabrikanın mamulüdür. Hepsi de Mendelsohn ' ı n deyi­
miyle "ideolojiyle sınırlandınlmamış" biyonik seçim makinele­
ridir. LLM 'nin bildirisi "liderlik eden )iderleri" Maziye Karışan
Dünya'nın antik yaratıklan olarak nitelendirmektedir. Günü­
müzde l ider piyasanın kendisidir. Şirket genel müdürleri liderdir
artık. Yeni Dünya'da, başbakanlar ve başkanlar DİNLERLER.
·
İnançla sınırlandırılmamış olan bu insanlar, halkın ruh haline

31 1
göre medyadaki imajlarını değiştirirken, güçlü olanın isteklerini
karşılama konusunda özgürdürler.
Observer'ın yazıyı yayınlamasından sonraki hafta içinde -
devletin üst katmanlarından - yığınla destek ve tebrik telefonu
geldi. "Bu adi piçleri enselediniz. Kurcalamaya devam." Ancak
başbakanın kendi kabinesi dışından iki önemli destekçisi bulu­
nuyordu, muhalefet partisinin eski liderleri William Hague ile
Paddy Ashdown. Altı ay önce, Muhafazakar bir liderin Blair'e
şunları söyleyeceği kimsenin aklına gelmezdi: "inancı olmayan
bir hükümet satışa çıkmış bir hükümet demektir." Ancak ilk sal­
dırılarının heyecanı geçtikten sonra Hague, yolsuzluğun bütün
yönleriyle araştırılmasının kendisine bir yarar sağlamayacağını
anladı. Ashdown sessizliğin, sorularla sıkıntı yaratmaktan daha
fazla kazanç sağlayacağını hesaplamış olmalıydı. Bir parlamen­
to komitesinin beni çağırmasını bekledim. Kimse aramadı. Kim­
se araştırrnadı. Kimse araştırmak da istemedi. Muhalefet, Lidd­
Je 'ın günlük notların ın, telefon kayıtlarının ya da toplantı notla­
rının açıklanmasını ya da PowerGen 'le yapılan ticari bağlantıla­
rı sorgulamak için Gordon B rown ' ın danışmanlarının davet
edilmesini gündeme getirmernek için büyük çaba harcamış ol­
malı. Tesco ile Prescott, Liddle 'ın müşterisi Rio Tinto şirketi ile
Blair arasındaki - kuşkulu toplantıları da kimse sorgulamadı.
İngiliz yorumcular hemen Lobi Skandalı 'nın bir Watergate
olmadığını bel irttiler. Nerden biliyorlar? Watergate de başlan­
gıçta "üçüncü dereceden bir soygun" olarak alay konusu oldu.
"Başkan ne biliyor ve bu bi lgiyi ne zaman elde etti?" diye yüz­
lerce kez soran , Başkan Richard Nixon 'ın kendi partisinin sena­
törleriyd i. Telev izyonda, Amerikan Kongresi'nin Beyaz Sa­
ray 'daki her çal ışanı sorgulayışını, dosyaların açılışını, kasetie­
rin dinienişini seyrettim. Ama bu Parlamentodan tık yok. İngil­
tere 'nin nüfuz sahiplerinin bir tür gizli komitesinin oylama ya­
pıp, aşağıdakiler huzursuzlanmasın diye iktidardakilerin iç işle-

312
rinin açığa çıkarıimamasım kararlaştırdıklarını kurguluyorum.
Ya gazeteci dostlarım neredeydi? Bu zavallı kuklalar Obser­
ver' ın ortaya çıkardığı olaya bağırıp çağırdılar ama hiçbiri dev­
letten kayıtlarını açmasını istemedi. Financial Times gazetesi
Draper' ın gizli Hazine kayıtlarını New York bankasına verdiği­
ni teyid etti - ama Gordon Brown' ın bürosundan Draper'a sürek­
li bilgi akışını kimin sağladığını hiç kimse sormadı. Bunun yeri­
ne, bütün medya gözünü Draper'in soytarılıkianna dikti. Kralın
bütün adamları tüyerken Draper başına çıngıraklı kukuletasını
geçirip soylarılığını yaptı ve i nsanların dikkatini başka yöne
çekti.
İşçi Partisi ' nin Kongresi için sallana sallana Blackpool ' a gi­
derken, parti mürltierinin bağırtısını işitebiliyordum: "En azın­
dan Muhafazakarlar kadar kötü değiller." Durmadan tekrarla­
nınca bu sözler, doğru olmasa bile, inançlıların sıkıntılı yürekle­
rini rahatlatıyor gibiydi.

New Statesman Dergisi İşçi Partisi Kongre özel sayısında bu


hikayeyi yayınladı. Beni İngiltere'ye getirtti ve Derek Draper ile
tartışacağım 'yan toplantılarında' ana konuşmacı olacağımı
açıkladı. İş bitiricinin kıvırtıp toz olma huyu vardı ama benim
öyle bir huyum yoktu. Mirror gazetesinin ön sayfasını bir kez
daha işgal etme hakkını kazandım. Bu sefer de Yalancı'nın bi­
riydim, hem de daha kötüsü. İşçi Partisi basın kartımı geri aldı
ve güvenliği tehdit ettiğim gerekçesiyle (!) Yeni işçi Partisi mü­
ritlerinin bulunduğu bölgeye gi1-mem yasaklandı.

"ll. Yalancı" manşetinden sonraki günün sabahı , New States­


man ın editörü Peter Wilby beni aradı, kendini kaybetmiş gibiy­
'

di ya da soğukkanlı Wilby'den beklenebileceği kadar kontrolü­


nil kaybetmiş gibiydi. Basıma otuz dakika kala yazımdaki
önemli bir suçlamayı tekzip edecekti. Yaz ıda, Chisholm' un "bi-

313
raz yasadışı kokuyor" diye nitelendirdiği, gizli birleşmeye onay
sağlamak üzere PowerGen Başkanı Ed Wallis ile görüşen "Ha­
zine yardımcısı" olarak B akan Brown ' ın yardımcısı Ed Balls'ı
göstermiştim. Wilby, PowerGen ' in hiçbir temsilcisiyle görüş­
mediğini söyleyen B aHs ' ı n sözlerini doğru kabul ederek bir özür
yayınladı.
Wilby'yi suçlaınıyorum ama tekzip olayı mantıksızdı, en
azından yarısı; BaH s ' la PowerGen 'in lobicisi Draper'in birlikte
yedikleri yemeğİn faturasını görmüştüm. Ancak Balls bir nokta­
da haklıydı, Wallis ile hiç görüşmedi. İ sim yanlıştı, ama olay
doğruydu. Bu karmaşık işi kim saklamış olabilirdi? Kömür an­
laşmaları birleşme işi için W allis ' le kim buluşmuştu? Çalışma
arkadaşım Barnett bir saat içinde bana bunun cevabını yetiştir­
di: Bakan Gordon Brown 'ın baş muhasebecİsİ Geoffrey Robin­
son. Robinson New Stateslman' ın sahibiydi.2"
Bu adamları takdir etmek gerekir. Hiç utanmalan yok. Teş­
hir, biraz s1k1nt1 yaratiyordu ama engel oluşturmuyordu.
LLM'nin Tesco 'ya yilda 20 milyon sterlin avanta sağlayacak
otopark vergi muafiyeti olayim, ortaya ç1karmam1zdan üç hafta
sonra Ohserver' da yaymlad1m.
Kent dışındaki alışveriş merkezleri, çevreci kampanyacıları
hayrete düşürecek şekilde, otopark vergisinden muaf tutulacak­
lar. Görüşme ücreti skandalının göbeğindeki şirketin lobicileri
Neal Lawson, Ben Lucas ve Jon Mendelsohn ' a tebrikler.
Başbakanlık Ohserver' ın yazdıklarım, politik bağlantıları
olan lobicilerin "böbürlenmeleri" olarak kabul etti. Ancak bu
olayda, işler tam tamına, LLM 'den lobici Lucas ile Ohserver
arasında l l Haziran 'da yapılan ve kaydedilen telefon konuşma­
sında söylendiği gibi sonuçlandı.
20. Wilby vahşi bir kedidir - Robinson 'ın Wallis'le görüştüğünü v e b u iş in
merkezinde onun olduğunu yazmaya hazırdı. Gerçi "Bu, patronumuzun kendi
yayınını dava etmesi gibi garip bir durum ortaya çıkartacaktı." Onu bu sorun­
dan kurtardım.

3 14
7 Temmuz 1 998 'de, ilk "görüşme ücreti" yazısının yayınlan­
masından sonra, B lair'in sözcüsü, Tesco 'nun Milenyum Kubbe­
si ' ne 1 2 milyon sterlinlik bağışının zamanlamasının, hükümetin
vergiler hakkındaki kararını etkilemek üzere ayarlandığı iddiası­
nı yalanlayan bir bildiri yayınladı. Hükümet sözcüsü bağışın Şu­
bat ' ta yapıldığını "Nisan ayına gelinceye kadar otopark vergile­
ri hakkında tek söz bile edilmediğini" söyledi. Observer tarafın­
dan ele geçirilen yeni bilgilerle lobici Lucas 'la yapılan görüşme­
nin daha önce yayınlanmamış bölümleri, hükümetin sözlerini
yalan hyordu.
Hükümet tarafından hazırlanan "Ulaşımın Beyaz Kitabı"nın
(Hükümet Raporu) yazılmasına katılan kişilere göre, otopark
vergisi teklifi ilk kez 1 7 Kasım ' da, sanayi temsilcilerinin de ka­
tıldığı bir toplantıda çevreci grup Ulaşım 2000 tarafından, Baş­
bakan Yardımcısı Prescott'un makamına iletildi.
Lobici Lucas, Tesco'yu bu tarihten önce bilgilendirdiğini
söylüyor. Lucas bize -kimliğimizi daha bilmiyordu- "Piyasa açı­
sından epeyi değerli bilgi" elde edebileceğini söyledikten sonra
"birkaç örnek" de verdi, örneklerden biri de buydu: "Yeniden
otopark vergisi konusuna dönersek, Tesco için sağladığımız
avantaj şimdi bu konuda çalışmaya başlamamız değil, onları da­
ha bir yıl önce bu konuda uyannamızdı."
Lucas, Observer'da yayınlanmamış olan l l Haziran tarihli
telefon konuşmasının bir bölümünde, İşçi Partisi hükümetiyle
yapmış olduğunu iddia ettiği pazarlığı ayrıntılarıyla anlatmıştı.
"Hükümetin gelecek ay açıklayacağı planı farklı bir yöne çevir­
mek ve Tesco tarafından kamu ulaşırnma yapılan katkıyı bu ver­
ginin alternatifi olarak görüp, anlaşma yapmalarını sağlamak
için bir strateji hazırlıyoruz." (Lucas Observer'ı bu bilginin
"epeyi hassas" olduğu konusunda uyardı.)
Kaydedilen telefon konuşmasından iki ay sonra yayınlanan
Beyaz Kitap lobicinin planını aynen içeriyordu. Tesco ve diğer

315
a
t remendous resumes and you know bios , but
bit about h o w you ' ve b e e n a b l e to ope r a te o r what
you ' ve been abl e t o accomp l ish would be real
he l p fu l .

Lucas - It' s . . . there a r� some examp l e s wh i c h we


can g 1 ve you , some of wh ı c h a re still qu 1 te
sens i t ive because the gove rnmen is s ill
re l a t ive l y new . The re ' s a lot which 1s &tlll as 1t
we r e , ın nego t i a t i on . An example o f t h i s i s , to
p i c k a n e x amp l e , the b i g g e s t food r e t a i le r in
Britain is c a l led Tesco, they ' r e a cl ıent o f ours .
They have a concern about the governm . n
poten t i a l l y ı n t roduc i ng a ax o n a l l c a r pa r k ı ng
spaces in superma r ke t s in B r l t a i n wh i ch wou l d cos
hem about 2 0 - 30 m l l l ıon pounds . We ' ve b en
deve loplng a s t ra tegy for them to head the
governmen o f f ba s i ca l l y and push hem in a
d 1 f f e rent d 1 re c t 1 o n in the plans wh ch the y ' re
about to announce n e x t month a n d to
e f f e c t i ve l y do a dea l whe
commun i t y t
company lS
pa y this tax
represented
announced in
K PMG a ma j o r
problem tha t
the big s i x
i n a d ve r t en t l y
pa r t 1 c u l a r l y a nt i -
orga n i sed some tax
Labour government
t a x a t ion . So six
Gordon Brown who

r e f a s hioned the
to government and as
that the mor n i ng o f
h e elec ion h i s
wou l d l i ke to

Şekil 1 8 . Amerikalı işadamı' (ben) ve lob ici Ben Lucas arasında 1 1 Hazi­

ran'da yapılan telefon konuşmasının metninden. Fotoğraf: 23 Haziran 1 998,


' İşadamı' Lucas'la görüşmeye gidiyor. (Foto: Mark Swedlund)

316
süper marketler vergiden muaf tutulacaklardı. Bunun karşılığın­
da yerel yetkililer, müşterileri alışveriş merkezlerine götürecek
otobüs güzergahlanna destek olmak için, bazı büyük marketie­
rin daha şimdiden katıldığı fonlar oluşturacaklardı. Beyaz Ki­
tap 'ta yazılanlara göre, büyük marketler katkılarını "şimdiden
yapmışlardı." Tesco için, lobicisinin planı sayesinde, yeni katkı­
lar küçük olacaktı ya da hiç olmayacaktı.
Hükümetin hazırladığı raporun 23 Haziran ( Observer muha­
birierinin Lucas ile buluştuğu gün) olan yayın tarihi ertelendi ve
ertelemeden kısa bir süre sonra süper market vergi muafiyeti
Beyaz Kitap 'a eklendi.
Vergi muafiyetini haklı göstermek için Beyaz Kitap 'ta kulla­
nılan dil LLM tarafından kullanılan ve sekiz hafta önce Ameri­
·

kalı işadamlarına' (Ohserver ekibine) açıklanan dilin aynısıydı.


Blair, parlamentonun Davranış Standardı Komitesi aracılığıy­
la soruşturma ve 'reform ' sözü verdi. Lord Neill'in komite üye­
leri bir yılı aşkın bir süre konuyla oyalandıktan sonra, bütün dev­
let kayıtlannın ve telefon kayıtlarının açıklanmamastnı önererek
çalışmayı tamamladı. Draper korniteye şunları söylemişti: "As­
lında hükümetin kararlarına ilişkin herhangi bir gizli bilgiyi kim­
seye vermedim." İş bağlamalar, toplantılar, bilgi değiş tokuşu,
hepsi inkar edildi - komiteden tek bir soru bile gelmeden, Tanrı
korusun, telefon kayıtları ve günlük ajanda bilgileri sorulmadan,
Tanrı korusun, suçlanan bakanlardan hiçbiri sorgulanmadan.
Lord Neill ve komitesi, lobicinin ifadesinden hareketle bir
üyenin ifade ettiği şu sonuca vardı: "Önümüzdeki sorunlar cid­
di olabilir ama hayati önemde sayılmazlar."
Lord Neill, Ohserver'ın araştırmalarında elde edilen önemli
yeni kanıtları - kasetleri. faksları, tanık ifadelerini - dinlemeyi
reddetmesine rağmen, komitenin bütün kanıtları dinlemeden ka­
rar aldığını sanmamak gerekir. Komitenin resmi sözcüsü : "Ko­
mite, Derek Draper'in ifadesine dayanarak konunun bütün yön­
leriyle ele alındığına karar vermiştir."

317
Öpüldü Ama Sevilmedi:
Tony Blair, Küreselleşmenin Odalığı

Lobi Skandalı ' ndan sonra, Blair ve dostlarının bana karşı


dostane duygular bes/emediği kanısına kapı/dım. Ancak, her
eleştiriye neden bu kadar vahşice cevap veriliyor? Bu adamı ne
dürttü?
Ecologist dergisi için "Proje ilkeleri" dosyasını hazırlarken
Blair' i farklı bir açıdan görmeye başladım; o artık ruhsuz bir
seçim kuklası de,� i/di. Amerikan 'girişimciliğine' . . . aşık bir
adamdı. Bütün bu küçük pis işler kimin çıkarınaydı ? New Jer­
sey' de faaliyet gösteren GTech ' in, Arkansas, Litt/e Rock' dan
Entegry' nin, Houston ' dan Reliant' ın, St. Louis' den Monsan­
to' nun. Lobi Skandalı İngiltere' den çok Clinton, Bush ve küçük,
soğuk adaya uzanan Amerika' nın güçlü şirketleri ile bunlara
kucak açan sırılkan yerli şef Bay Tony hakkındaydı. Brezilya/ı
Cardoso ve Meksika/ı Vincente Fox gibi Blair'in de küreselleş­
me gemisine binmesi için yapılan davet/e gözleri kamaşmış du­
rumdaydı.
Blair' in tutkusu buydu.

Proje İlkeleri
Tony B lair kalben İngiltere'den nefret ediyor. Başbakan
"Vadim O Kadar Yeşildi ki"nin içinde kaybolan, kapatılan pis
kömür çukurları için sızlanan, yeni fabrikalar kuracaklarına işçi­
leri ölü fabrikalara zincirleyen fosilleşmiş sendikalarla dolu bir
ülkeyi küçümsüyor. Köy eczac ısının kapısında duran antika, işe
yaramaz küçük çan, kurak bir toprak parçası ve iki domuzla sız­
lanıp duran çiftçiler, Kraliçe 'nin gaga burnunun bozuk paraların
üstünde durmasını talep eden asiller onu irkiltiyor. Dört yıl bo­
yunca, Amerikan Ş irketi 'nin Yönetim Kurulu Başkanı Bill Cl in-

3 18
ton ' a neredeyse erotik bir kıskançlıkla baktı. Başbakan, Giri­
şimci Ülke ' yi yaratmayı düşlerken kendisini, bol sosyal yardım
ve h ırs yokluğundan uyurgezer hale gelmiş, bir on dokuzuncu
yüzyıl müzesinin bekçisi gibi görüyor.
B lair'in sıkıntısı, ülkesinin kendisini anlamamasıdır. Sol,
başbakanı ikiyüzlü, seçim kampanyasına bağış yapan şirketlere
dalkavukluk eden, İşçi Partisi ' nin ideallerine ihanet eden biri
olarak görmektedir. Bay Bob Spooner, yürekli gazete Left Labo­
ur Briefıng'de şöyle yazıyor: "Tony B lair eski sosyalistlerin
inandığı her şeye ihanet etmiştir!" Başbakan sahip olmadığı ide­
alleri nasıl kaybedecekse . . . Yeni İşçi Partisi 'ne koşarak oy ve­
renler bile Blair diye gerçek bir kişiliğin bulunmadığı, ortada sa­
dece şirket gruplan tarafından oraya-buraya çekiştirilen boş bir
kukla olduğu kuşkusunu taşıyorlar. Safın teki şöyle yazıyordu
"Blair biyonik bir seçim makinesidir. Ön tarafina gülümseyen
bir yüz çizilmiş bir koputtur o. Aynı anda hem gülümseyip hem
de su içebilir. Ülkeyi, seçilmeyi meslek haline getirmiş insanlar
yönetiyor -onlarda felsefe filan aramayın."
Bunu yazan saf bendim. Ancak biri var k i olayı özünden kav­
ramış durumda, bakan Peter Mandelson. Bir krediyi Geoff Ro­
binson 'dan bilerek sakladığı için görevi bırakmasından günlerce
önce şöyle demişti:

" Yeni işçi Partisi gaddar bir seçim makinesinin ötesinde bir
nitelik taşımalıdır. Değerlere ve ideallere sahip bir siyasi
parti olmalıdır. "

Hadi gülün isterseniz. inanıp inanmamak sizin bileceğiniz iş.


Aslında ortada ahlaki ilkeleri gözeten, uluslararası boyutta, der­
li toplu, ilkeleri olan, muhafazakar nitelikte bir proje var.
Blair'in ana amacı ulusunun sosyo-ekonomik ruhunu değiş­
tirmek, KURTARMAK. Blair'in Geleceği ABD'yi ziyaret etti

319
ve Washington'daki kaynağından aldığı Prometheus ateşını
Bristol ve Bournemouth ' a getirdi. Tony Blair Müslüman olma­
yan dünyanın en idealist, ufku en geni ş lideri olabil ir. Bunun si­
zi ürkütmesi gerekir.

Yeniden 1 998'e dönelim. H azine Bakan ı Geoffrey Robin­


son, Tony Blair ' in sağ koluydu . Ancak PowerGen ve Teksaslı
ortaklarını idare etmek ağır bir yüktü. I 998 ' e gelindiğinde, Po­
werGen, İ ngi ltere-G aller böl gesindeki ' Enerj i Havuzunda'
elektriğin toptan satış fiyatı tekliflerinin yüzde 85 ' i n i belirliyor­
du. Kar muazzamdı. Ancak PowerGen ' in Genel Müdürü Ed
Wal lis doymak bilm iyordu. East Midlands Elektriği de almak
isted i. Ama bu mümkün görünmüyordu. M uhafazakarlar bile
Wallis ' in yerel elektrik şirketini almak için yaptığı son başvuru­
yu reddetmişti.
Wallis h iç doymak bilmiyordu. Tutkusu uluslararası düzey­
deydi ve dünyayı ele geçirmek için yaptığı atak, daha yeni ifla­
sın eşiğinden dönen sevimsiz enerji korsanı grubu Houston In­
ternational ile birleşme teklifiydi. Teksaslıları kandırmak için
İngiliz enerj i piyasası teklif edilmişti . Bu da mümkün olmadı.
Muhafazakarlar iktidarlarının son günlerinde - muhalefetteki İş­
çi Partisi 'nin sataşmalarına bir yanıt olarak- Amerikalılar' dan
gelen bir satın alma teklifine kapıyı kapamışlardı. PowerGen ' in
iki birleşme planı da daha başlangıçta hüsranla sonuçlandı.
Geoffrey Robinson ' ı n olayı çukurdan çekip çıkarması için iki
ciddi engeli aşması gerekiyordu; yasa ve Bayan Beckett. Yasa
açıktı; sadece Ticaret ve Sanayi Bakanı Margaret Beckett birleş­
meyi onaylayabi lirdi - Başbakan bile buna müdahale edemezdi.
Beckett, eski Sol ' un savaş atlarındandı ve sanayie muhafazakar
selefinden daha yumuşak davranması düşünülemezdi bile. Bec­
kett Amerikalı bir enerji şirketi nin birleşme talebini geri çevir­
mişti . Başbakanlıktaki adı "Bakan Hayır", "Bayan Yapamam"dı.

320
Ama Beckett 'in defteri dürülmüştü. PowerGen 'in lobicisi
(Derek Draper) Beckett'in kısa bir süre sonra rekabet politikası­
nın dümeninden alınıp alakasız bir makamda atiarnaya gönderi­
leceğini öğrendi ve 1 998'de farkında olmadan bana bu bilgiyi
aktardı.
Bundan sonra sıra PowerGen 'in isteklerini, İngiltere 'nin
enerji sistemi üzerinde son sözü söyleme hakkına sahip olan
adamın - Başkan Clinton ' ın - istek ve arzularını tatmin edecek
şekilde karşılamaya gelmişti.
Bill Cinton ' ın istekleri de bitmek tükeornek bilmezdi. Ame­
rikan Elçiliği 'nin kendi dosyalarındaki bilgilere göre Clinton
daha şimdiden İngiliz elektrik sisteminin yarısına sahip olan
Amerikan şirketlerine yönelik umulmadık düzeydeki kazanç
vergisini kontrol altına almak, çok sayıdaki Amerikan şirket bir­
leşmelerinin önündeki şu Bayan Beckett engelini kaldırmak ve
en sevdiği dostları Enron ve Entergy şirketlerinin gazla çalışan
santraller kurmalarını istiyordu.
Özellikle bu sonuncusu sorunlu bir işti. Gaz kullanan elekt­
rik santralleri kömür madeninde çalışanları işsiz bırakıyordu, o
yüzden Beckett yeni santralierin yapımını engelleyen bir moni­
toryumu yürürlüğe koymuştu. Clinton 'ın has adamı - Şikagolu
Patron Daley 'in oğlu - Ticaret Bakanı Bill Daley, Amerikan hü­
kümetinin alışveriş listesini konusunu görüşmek üzere Bec­
kett'e telefon açtı. Daley görüşmeden tatmin olmadı. Amerika­
lılar sinirlenmeye başlıyorlardı, Amerikan Elçiliği bile kritik 4
Haziran I 998 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısı yaklaşırken,
Beckett' in kapısının altından sinir bozucu notlar atarak olaya
karışmıştı.
Robinson için, kriz fırsat demekti. Bir hamleyle hem Power­
Gen 'in ihtiyaçlarını hem de Bill Clinton 'ın isteklerini nasıl karşı­
layacağını iyi biliyordu. Eğer hükümet ticaret bakanının politika­
sını değiştirip PowerGen/East Midlands birleşmesini onaylama-

32 1
sını sağlayabilir ve aynı zamanda PowerGen de, değerinin üstün­
de biçilen fiyata rağmen. İngiliz kömür şirketiyle anlaşma yapar­
sa, o zaman Ticaret Bakanlığı da kömür çukurlarındaki sefil işle­
ri yapanların işlerini kaybetmelerine yol açmadan Amerikalı şir­
ketlerin gazla çalışan yeni elektrik santralleri yapmasını engelle­
yen moratoryumu geçersiz kılabilirdi. Haziran ' ın başında, Ro­
binson, gizlice PowerGen Genel Müdürü Wallis ' le buluştu.

27 Temmuz'da Margaret Beckett Ticaret Bakanlığı' ndan


alındı. 22 Eylül ' de. yerine gelen Peter Mandelson PowerGen 'in
East Midland ' ı almasını sağlayan anlaşmayı imzaladı. Ertesi
gün. PowerGen İngiliz kömür şirketiyle 25 milyon tonluk kö­
mür anlaşması imzaladı. Hükümet de Enron'a moratoryumdan
muafiyet tanıdı. sonra da gazla çalışan santrallerle ilgili mora­
toryumu tümden kaldırdı.
Ahlaken katı olanlara tüyler ürpertici ve adi bir alışveriş ola­
rak görünebilecek bu süreç, Yeni İşçi Partisi ' nin Yeni Tipleri
için hükümetin yasa takınıısıyla elinin kolunun bağlanmasıdır.
Tam da bu yüzden gerçek anlamda yönetim, işi oldurmak için
sistemi sallayıp çalıştıran Geoffrey Robinsonlar'a ihtiyaç duyar.
Ancak olayın bütün şanını Bay Robinson 'a vermek haksızlık
olur. Amerikan Ticaret Bakanı ' nın notları na göre "gaz moralor­
yumunu sulandırmak için" Bakan Beckett ' i atlayıp olaya müda­
hale eden bizzat Tony B lair'di.
İngiltere Başbakanını Bill Clinton' ın teklifi karşısında tavşan
gibi hoplatan. Amerika 'ya kendi ülkesinin elektrik sektörünü
teslim ettirten, sonra da Amerikalı yatırımcıların vergi yükünü
hafiflettiren, anlaşma yapsın yapmas ın, İngiltere 'nin kömür ma­
denlerine nihayetinde kilit vuracak olan Teksas' l ı Enron 'a özel
muafiyetler verdirten şey neydi?
Amerikalı enerji şirketleri başbakanın hediye listesinde bi­
rinci sıradaydılar, ancak diğer maceraperest Amerikalılar da

322
ayaklarını başbakanlığın altından kapı paspasına sürdüler. Ar­
kansaslı mağaza devi Wal-Mart 'ın uluslararası müdürü, Başha­
kanla yaptığı özel ve benzeri görülmemiş toplantının ardından
Asda mağazalarını yuttu. İngiltere, Wackenhut hapishane şirke­
tini, Columbia özel sağlık şirketini, GTech piyangocularını,
muhterem din adamı Pat Robertson ' la internet bankasını, ve İn­
giliz tarlalarındaki garip hasadıyla Monsanto ' yu - B lair'in ülke­
deki uyuz inekler için damızlık olarak gördüğü bu Truva atları­
nı- bağrına bastı.
Yeniden elektrik anlaşmasına dönersek. Amerikan Elçili­
ği 'nin zamanlaması, elç iliğin, kendi notuna göre " Kabinenin ko­
nuyu 4 Haziran toplantısında ele alabileceğini" bildiği göz önü­
ne alındığında, tam. yerindeydi. Bu bilgiyi nerden elde ettiler?
Bakanlar Kurulu'nun gündeminden haberdar olan parlamento
üyeleri bulunmaktadır. Ancak Enron 'un adamları enerj iyle i lgi­
li Özel Komite'ye sızmışlardı. "Hükümetteki birçok dostumuz
konuları önceden bize ulaştırmaktan hoşlanıyorlar." Gizlice
kaydedilen bu konuşmada lobicilerin belirttiğine göre, Enron,
"enerji politikasını etkilemek için bizi kullanıyor ve özellikle
moratoryum konusunda epeyi etkimiz oluyor."

Brezilya'yı Satın Almak


Peter Mandelson, Temmuz I 998 'de rutubetli bir gece Rio' da
şafak sökünceye kadar Fabrizio adındaki genç bir adamla alem
yaptı. Ya da, bizim ahlak bekçilerimiz, Express gazetesi, Mu­
hammed Fayed ' in Punch dergisi ve William Hague öyle söyle­
diler. "Rio'nun Lord Mandelson 'ı." Yetkisiz bakanın yaptıkları
bizi ilgilendirmez. Ancak Mandelson' ın alem listesinde başka
isimler de bulunuyordu - Başkan Femando Henrique Cardoso,
zengin iş adamı Olavo Monteiro ve Sao Paolo'daki İngiliz Tica­
ret Odası. Oğlak Dönencesi ' nde eğlencelik bir odalıktan daha
cazip şeyler de vardı: Sao Paolo Gaz Şirketi ve Brezilyalıların

323
itirazlarına rağmen İngilizler'le Amerikal ıların kendi hakları ol­
duğuna inandıkları /00 milyar dolar değerindeki diğer kamu şir­
ketleri.
Brezilyalılar için bir İngiliz ' in hovardalıkları itici olsa da
skandal sayılmaz. Ortalığı karıştıran şey M andelson ' ın, bir ya­
bancının televizyona çıkıp Cardoso ' nun yeniden seçilmesine
destek vermesiydi. Eski İ şçi Partisi, bu projeyi, parti kongresin­
de K ızıl Bayrak Marşı 'nın söylenmesine dudak büken hizip ta­
rafından gerçekleştirilen bir askeri darbe olarak düşünmekten
kendini alamasa da, bu yaklaşım güdük ve dar bir görüş sayılır.
Blaircilik, ABD'den Clinton, Meksika'dan Fox, Hindistan'dan
Manmohan Singh, Gana' dan Jerry Rawlings ve geniş bir mo­
demleşmeciler grubunu içeren kuşağın İngiltere ayağıdır. Bu
grubun altın çocuğu Cardoso'ydu. Nasıl ki, Şili, Thatcher'ın ser­
best piyasa kozmolojisinde yaratı lış efsanesi olduysa, Cardo­
so'nun Brezilyası da Üçüncü Yol dininin M ucizesi olacaktı.
Ne var ki 1 998 'de, Cardoso 'nun yeniden başkan seçilmesi
pamuk ipl iğine, Brezilya parası realin şaşırtıcı ölçüde yüksek
değerini koruma becerisine bağl ıydı.
Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu real in çöküşünü
önlemek için borç vereceklerin i açıkladılar (toplam 4 1 milyar
dolar) ama seçimler yapılıncaya kadar tek kuruş koklatılmaya­
caktı. Mandelson 'ın manevrası , Avrupalı-Amerikalı liderlerin
kurtuluş parasını teslim edecekleri güvenilir kişinin sadece Car­
doso olduğu konusunda Brezilyal ılara verilen açık bir işaretli.
Cardoso Ekim 'de zar zor yeniden başkan oldu. Cardoso ' nun
seçilmesi garanti altına alındıktan 1 3 gün sonra Amerikan Hazi­
nesi onay verdi, tuzağın kapısı açıldı ve Brezilya parasının de­
ğeri yüzde 40 düştü, canlanma başladı.
Krizin de bedeli vardır. Yeni multi-milyar dolarlık borcunu
ödeyebilmek için Brezi lya kelepir satışiara başladı. British Gas,
Sao Paolo Gaz şirketini yok pahasına satın aldı. Brezilya batar-

324
:en, Teksaslılarımız, Enron ile Houston lndustries, Rio ve Sao
>aolo'nun elektrik şirketlerini ve boru hatların ı bünyelerine kat­
:ılar.
23 Kasım'da, artık Ticaret Bakanı olan Mandelson ' ın Cardo­
so i le yapacağı zafer sambası için Brezilya'yı ziyaretinden önce
Dünya Bankası patronu 'Brezilya Çerçeve Plan ı ' n ı anlatmak
için Londra'ya uçtu. Planın odak noktasında 'esnek kamu işgü­
cü' için bankanın beş önlemini içeren l iste bulunuyordu:

Maaşları/Sosyal yardımlan azalt


Emekli maaşlarını düşür
Çalışma saatlerini artır
iş sürekliliğini azalt
istihdamı azalt
·vd'
Dünya Bankası ile Latin Amerikalı üvey çocuğu Inter-Ame-
rican Development Bank (IDB) bankerierin Brezilya Anayasası­
nı yeniden yazmaları dahil, İngilizlere oyunun nasıl oynanacağı­
nı anlattılar. Beş gün sonra, Mandelson 'ın iyice bilgilendirilmiş
ekibi Güney Amerika'ya geldi ... ama yanlarında bakan olma­
dan. O hafta, İngiliz basını, Mandelson ' ın önceki Rio gezisinde­
ki Cumartesi Gecesi Ateşi'ni dillerine dolamışlardı ve böyle bir
anda Mandelson'ın ülkeye gelmesi politik açıdan uygun değildi.
(Bir ay sonra, Mandelson, Bay Robinson 'dan gizli bir kredi ne­
deniyle utanç içinde istifa etti. Hem istifası hem de utancı geçi­
ciydi.)

Transatıantik İş Diyalogu
1 3 Kasım 1 998'de, New York Times çok garip bir mektup ya­
yınladı, ' AMERİKA'YA GERi ÖDEME ZAMANI.' Mektup
Tony B lair'den geliyordu. İngi ltere 'nin başbakanı, kendisini se­
çilmiş diktatörleri bombalama zevkiyle ve Amerikan Tarzı li-

325
derlikle tanıştırdığı için Bill Cl inton ' l a bütün Amerika 'ya (ge­
nellikle her ikisini bir tutarak) teşekkür ediyor ve deyim yerin­
deyse göbek atıyordu. "Hükümetler piyasanı n mantığına engel
olmamalıdırlar . . . teoloj i değil sonuç almak . . . önyargılardan ve
bürokratik sınırlardan arınmak . . . " Modası geçmiş bir Sevgililer
Günü kartını andırıyorrlu ve hafifçe utandırıcı bir olaydı. Tony
aşıktı, Cl inton içinse bu il işki sadece bir iş il işkisiydi.
Ancak bu ikili düşündüğümden de öteyd i . Mayıs 1 998'de,
Blair ve Clinton aşk çocukların ı n doğuşunu açıkladılar, Transat­
Iantik Ekonomik Ortaklık. Bu bir basın açıklaması değil, Tran­
satiantik İş Diyalogu (TABD) programına bağlılık bildirgesiydi.
Gezegenin şirket serkinleriyle hükümet yetkililerinin, bağtnı ­
sız ülkelerin yasalarım yeniden yazmak iç-in toplantı yaptıklan­
nı düşünen bütün konıplocu çı/gm/ar ve paronoyak küreselleşme
karşıtlan , TABD ' nin yılda iki kez yaptı,� ı toplantıların gündemi­
ni internette bulabilir/er. Ancak daı•etli de,�ilsiniz.
Kim bu adamlar? Transatiantik İş Diyalogu, Bat ı ' nın en güç­
lü yüz CEO 'sunun oluşturduğu bir çalı şma grubudur. Başkan lar,
başbakanlar ve diğer geçici devlet başkanları Dünya Ticaret Ör­
gütü ' nde bir araya gelmeden önce, varlığı daha bir sürekli olan
bu grup, gündemin ayrıntıları n ı belirler.
Amerikan Ticaret Bakanlığı ' n ın bir iç yazışmasına göre, Ey­
lül 1 987 tarihli toplantılarında Amerikalı Bakan, İngiliz meslek­
taşı Bayan Beckett'i TAB D konusunda aydınlatıyordu. "TABD,
ABD - Avrupa B irliği ticari il işkileri konusunda hükümetlere
öneriler sunan en etki li ticari gruptur. Bu konudaki desteğiniz"
diyerek yön gösteriyordu Beckett 'e Amerikalı Bakan, "yararlı
olacaktır."
TABD'nin yapısı usta işi bir çalışma düzeneği göstermekte­
dir. Üç düzine ' sektörel' ya da ' sektörler arası konu ' gruplarının
her birinde, bir Amerikalı şirket patronuyla, Avrupalı bir genel
müdür eşleştirilmekted ir. Örneğin Monsanto'dan Robert Hames

326
i le Unilever'den Vigeveno, Tarım-Biyoteknoloji grubunu yöne­
tiyorlar. Hem Amerikan hükümeti hem de Avrupa Birliği her bir
sanayici ikilisinin emrine birer görevli tayin etmektedir. TABD
ikilisinin elinin altındaki bu yetkililer öyle sıradan kişiler değil,
Avrupa Ticaret Komisyonu'ndan Pascal Lamy ile Girişim ve
Bilgi Toplumu (senin, benim "Telekomünikasyon" dediğimiz)
Komisyonu ' ndan Erkki Liikanen gibi ağır toplardır.
Mayıs 2000 'de, hükümetlerin görevlendirdiği kişiler sorum­
lu oldukları şirket ikilisine 'TABD Uygulama Tablosu'ndaki
her madde konusunda yapmış oldukları ilerleme hakkında bilgi
vermek durumundaydılar. Tabloda, belirli ülkelerdeki otuz üç
adet çevre, tüketici ve işçi koruma yasası yer alıyordu ki. bunlar
daha sonra TAB D tarafından ortadan kaldırılacak ya da etkisiz­
Ieştiri leceklerdi. Şirket patronları, daha sonra her bakanın kay­
dettiği gelişmeyi değerlendirerek TABD'nin ' puan cetveline ·

sonucu yazıyordu. Bu notlar bir sonraki DTÖ zirve toplantısı


için gündem maddeleri ve yeni Uygulama Tablosu ile birlikte
teslim ediliyordu.
Bilgi Erişim Kuralları gereğince Avrupa Birliği ' nden zar zor
elde edilen ilk belgelerden biri olan I 998 Uygulama Tablosu,
cesur yeni dünyamız için nelerin planlandığını öğrenmek iste­
yenler için iyi bir kaynaktır. Örneğin, 'dörtlü grupların' (ikişer
üyeli devlet-iş dünyası randevuları) çoğu KTA 'nın yaygınlaştı­
rılmasına çal ışır. KTA "Karşılıklı Tanıma Anlaşması" demektir.
TAB D bunu. ' Bir kere ruhsatlandırılan her yerde ruhsatlandırıl­
mış demektir' şeklinde ifade etmektedir. Bu anlaşma küreselleş­
mecilerin cruise füzesidir. Amerikalı Bakan Daley, Bakan Bec­
kett 'e izah eder: "KTA, hükümetleri iş dünyasının öncelikleri
konusunda yönlendirmekte TAB D 'nin ne kadar etkin olabilece­
ğini göstermektedir."
KTA 'nın nasıl çalıştığı konusunda işte size bir örnek. Y ıliar­
ca önce, Pfizer şirketi, kırılarak 1 69 hastanın ölümüne yol açan

327
hatalı kalp kapakçıkları üretmişti. Bu olay, sadece Amerikan Gı­
da ve İlaç İdaresi (Gİ İ ) tarafından onandı diye bir ürünü kabul
etmek konusunda Avrupa'yı kaygılandırdı. KTA - tıbbi cihaz
üretim tesislerinin ruhsatlandırılması dahil - ülkelerin kendi sağ­
lık ve güvenlik ruhsatlandırma mekanizmalarını elinin tersiyle
bir kenara itmektedir.
Avrupa'nın genetik modifikasyona olumlu bakmadığı göz
önüne alındığında, KTA 'nın GM ürünlerine il işkin kuralları, sa­
dece gelişmekte olan ülkelere uygulanan oldukça karmaşık ku­
rallardır. Brezilya'nın Monsanto'nun sığır büyütme hormonu ile
.
bi r sorunu mu var? Özür dileriz, bir ürünün DTÖ ' nün Gıda Ko­
deksi Komitesi tarafından kabul edilmesi demek B rezilya'nın ya
bunu kabul etmesi ya da DTÖ'nün ticari cezasına katlanması an­
lamına geliyor.
Amerika da TABD ' nin tüketicinin korunmasına karşı nefre­
tinin hedefi konumundadır. TABD 'nin Ürün Sorumlulukları
Grubu ' g ümrük dışı ' ticari engellerin kaldırılması kisvesi altın­
da, Amerikan vatandaşlarının şirketlerin kötü adamlarını dava
etme hakkına göz dikmiş durumda. TAB D ' nin bir teklifi kabul
edilmiş olsaydı, Exxon Valdez petrol sızıntısı olayında Exxon 5
m ilyar dolarlık tazminat ödemek zorunda kalmayacaktı.
İşadamlarının lobi yaparak hükümet içine el atmaları eski bir
hikayedir, ama Clinton ' ın ilk Ticaret Bakanı Ron Brown 'ın ica­
dı olan, süper yetkilerle donanmış TABD'nin davetiye ile sızma
yöntemi, I 995 'te uygulanmaya başladı. 1 996 yıl ında Bosna'da­
ki bir satış turu sırasında uçak kazasında ölen Brown, Clinton 'ın
Mandelson 'u sayıl ırdı. Demokratları iş dünyasının partisine,
Yeni Demokratlara dönüştürme planının mimarıydı. Brown öl­
düğünde Clinton ' ın iş dünyasıyla el ele tutuşma tutkusu da geç­
ti. 1 994 Kongre seçimlerinde. Yeni Demokratların hezimete uğ­
raması da bunda etkili oldu. Clinton ' ın zayıflığını hisseden sa­
nayici dostları doğal yuvaları olan Cumhuriyetçi Parti 'ye geri

328
döndüklerinde Clinton da "Yeni" etiketini bir kenara attı - bunu
aklından çıkanna Tony.
İş dünyasının büyük isimlerinin 2000 yılında Budapeşte 'de,
Uluslararası Af Örgütü gibi sivil toplum kurutuşlarıyla 'diyalo­
gu ' reddettikleri sıkıcı bir toplantıya katılan ekonomist Jagdish
Bhagwati, başbakanın küreselleşme tutkusu için "Ama B lair bu­
na gerçekten inanıyor!" diyor. İngiliz yatırım bankacılığı devi
Goldman Sach'ın başkanı Peter Sutherland "Seattle'dekilerin
yasal bir niteliği olan herhangi bir kurumu temsil ettiklerine
inanmıyorum" diyerek ateş püskürüyordu. DTÖ başkanl ığından
Goldman 'a geçen Sutherland kendi gibilerle beraber olmayı ter­
cih ediyor. "Bu sivil toplum örgütlerinin hükümet üzerinde söz
sahibi olmaması gerekir, bu yüzden tartışmaya girerken çok dik­
katli olmalıyız!" İlginçtir, Sutherland DTÖ'nün başındayken
TAB D 'yi Goldman bankası yönetiyordu.

Bill Clinton saksafonuyla "Kalpkıran Oteli" çalabilir. Clin­


ton acınızı hissedebilir. (Birçok kadın buna tanıklık edebilir.)
Ancak Blair ne Clinton ne de Bush gibidir. Blair inanıyor. Elin­
de değil. Hiç kırpmadığı gözlerinin üstündeki o yakışıklı, gama­
lı haç şeklindeki kaşları onu ele veriyor.
Dr. Faust ruhunu Şeytan ' a sattığını bilmenin büyük avantajı­
na sahipti, istediği zaman bedelini ödeyip geri alabilirdi. Ancak
İngiltere'nin ana caddelerin i Wal-Mart'a, hapishanelerini Wac­
kenhut'a, elektrik santrallerini Entegry 'ye teslim eden başba­
kan, ülkesinin ruhunu Noel Baba'ya sattığına inanıyor. Ameri­
kalılar ticari bilginin peri tozunu onun tembel adasına serpecek­
ler ve - hoppal Girişimcilik havalanacak.
Gerçekten yazık. Kısa sürede akıllanan Clinton 'ın aksine,
Blair TABD ekibinin ' hep bana' tarzı istek listesini, ekonomiyi
kurtanna programıyla karıştınnaktadır. B lair sanayici sevgilile­
rinin kendisini hiç terk etmeyeceklerine inanıyor. Ama bir gün,

329
sinekierin tezeğe konması gibi, sanayiciler de M uhafazakar
öbeklerine geri dönecekler. İşte o zaman Blair, bir Arkansas de­
yişiyle, öpüldüğünü ama sevilmediğini anlayacak ...

330
8
Bükemerliğin Eli Öpmek
Sürgündeki Bir Amerikalı ' nın Düşünceleri

Napolyon İngi ltere'nin esnaflar ülkesi olduğunu söylerdi,


ama tabii Küçük Onbaşı hiç. lslington 'daki Tesco Express ma­
ğazasından temel gıda maddeleri (organik süt, Red BuJI) alma­
ya kalkmadı. Mağaza müdürüne neden yine stoğun bittiğini sor­
dum.
S anki bu öngörülemez bir gelişmeymiş, ana caddeyi beklen­
medik bir sel basmış da mal teslimatma engel olmuş gibi "Bu­
gün Cuma" dedi. Cuma 'nın muhasebecilerin deyişiyle "tekerrür
eden bir olay" olduğunu izah etmeye başladım ... S İZ İNGiLiZ­
LER HiÇ BiLGİSAYAR GÖRMEDiNiZ Mİ -HANi ŞU DAK­
TİLO BAGLANMIŞ TELEVİZYONA BENZEYEN ŞEY­
LER. .. o sırada çevredeki herkes bu zavallı adama, Şikayetçi
Amerikalı 'ya bakıyordu.
Bunu sevdim. I 999'da Amerika'yı nefret duyguları içinde
terk ettikten sonra şaşırtıcı bir şekilde, ateşli bir vatansever ol­
duğumu keşfettim.
Amerikalılar şikayet ederler, feryat figan ederler, sızlanırlar,
haklarını ararlar. Bazen TV 'deki eğlendirme-bilgilendirme hip­
nozu etkisini kaybedince, "İyi günler" rutini, limon gibi sıkılma­
ya merhem olmamaya başlayınca, Amerikalılar sürpriz bir şekil­
de ayağa kalkıp, ' Hayır, teşekkürler, bu pisliği yemeye niyeti­
miz yok ' derler.
Kitabı buraya kadar okuduktan sonra depresyona girebilirsi-

33 1
niz; hep ensesi kalınlar, zorbalar, gaddarlar kazanıyorlar. Eğer
babanız başkansa, Florida Valisi olan kardeşiniz de oyları sayı­
yorsa, başkan olmak için seçimi kazanmak zorunda kalmazsı­
nız. Boşuna "ayrıcalıklı" sınıf demiyorlar. Şirket parası demok­
rasiyi her defasında tuş eder. Öyle görünüyor.
Ama her zaman değil. Tavşantarla ayılar arasındaki kavgaya
benziyor. Ama biz küçük mahluklar bazen arka ayaklarımız
üzerine dikilip savaşıyoruz ve kazanıyoruz. Amerika'da, ' Şir­
ket ' denilen yaratıkların ortaya çıkışına meydan okuyan Andrew
Jackson ' dan tekellerin fiyat hilesini sınırlandırmak için kamu
hizmetleri idarelerinin harekete geçmesini isteyen Popülist Ha­
reket'e kadar uzun bir mücadele tarihi vardır. ABD'de sendika­
lar gözden düşebilir ama kredi kooperatifleri yükselir.
Bu bölümün amacı, Amerika' nın dünyaya McB urgerler'den,
cruise füzelerinden ve Madonna'dan başka şeyler de sunabilece­
ğini göstermektir. itiraf etmek gerekirse, kısa bir bölüm olacak.

Kanlı Volvo

4 Nisan 2000 tarihinde Amerika'yt aradmı , ilginç, hala yer­


li yerinde duruyordu. Derin stğmaklanndan ç-tkan, Califor­
nia ' daki ana babamm ve Washington ' daki ahlamtn gözleri, yar­
gıç Thomas Pe1!field Jackson ' un Bonıbayt - Microsoft' un bölün­
mesine ilişkin karart - patlattt.�t önceki geceden beri gördükleri
ilk gün tşt,� tyla kanıaştyordu.

Microsoft Genel Müdürü Steve Bal lmer, Amerikan Adalet


Bakanlığı ' n ın anti-tröst davasında şirketine karşı alınacak kara­
rın "ekonomimizin itici gücü olan özgürlüğün" sonu olacağı ko­
nusunda uyanda bulunmuştu. Amerikan tarzı yaşam tehlikedey­
di! Nasıl bir halk ayaklanması yaşanacağını kim bilebil irdi, akıl-

332
lı adam kendini en kötüsüne hazırlayarak önlemini almak duru­
mundaydı.
Yine de, Amerika sağ salim ortada. Aşıklar hala ağlaşmakta,
şairler hala hayal kuruyor ve McDonald ' s çalışanları hala sağlık
sigortasından yoksun.
Mahkeme tarafından ümüğü sıkılan ve kıçına tekmeyi yiyen
bir mü Iti-mi lyarderi seyretmenin verdiği hazza dalmışken, Jack­
son 'ın kararının İngiliz halkı için taşıdığı değer, gazetemin yar­
gıca önerisiyle uyanıncaya kadar gözümden kaçtı. Başyazımız,
Windows programlarını Joe ve Josephine Bloggs'a vicdansızca
yüksek fiyata satan Microsoft ' u yüksek tazminatla cezalandır­
ması için Amerikan mahkemesine akıl veriyordu.
Londra ' da çıkan bir gazete için garip bir tutum. Bu önerinin,
daha bir ay önce tekelcileri cezalandırma yetkisini kazanmış
olan, burnumuzun dibindeki Kraliyel Adil Ticaret Bürosu'na
(ATB) yöneltilmesi daha iyi olurdu. Yargıç Jackson, Micro­
soft'un 'dünya çapında' şeytani işler peşinde olduğunu belirtti.
ATB 'nin işini kolaylaştırmak için, Avrupa'daki gizli kapaklı te­
kel soruşturmalarının aksine, Amerikan Adalet Bakanlığı bütün
kanıtları internete taşıdı. İngiliz yetkililer ve meraklıları, Bill
Gates ve dostları tarafından yazılan isterik, sinirli ve suçlayıcı
nitelikte yüzlerce e-postayı www.usdoj.gov sitesinden indirebi­
lirler.
ATB, Microsoft hakkında "herhangi bir araştırma yapmadık­
larını ve bir araştırma planlarının da olmadığını" açıkladı bana.
Devletin verdiği cezaları v urgulayan Guardian, önerisini
yanlış ülkeye yapması bir yana, Amerikan rekabet yasasının - en
azından Avrupa'daki zavallı yasalarla kıyaslandığında - neden
iyi işlediği üzerine yaygın bir yanlış anlamayı yansıtıyordu.
Amerikan anti-tröst yasasının iyi tarafı fiyat ayarlayanları ceza­
landırması değil -ki, bunu da yapar, para cezası ya da hapis yo­
luyla- mağdurları tazmin etmesidir. Eğer Gates kabadayı taktik-

333
leriyle Windows 'ün fiyatına yirmi dolarlık fazladan bir zam ya­
parsa, o zaman Amerika'daki her PC kullanıcısı, fazladan fiya­
tın üç misli, yani altmış dolarl ık birer çek alacak demP-ktir.
Amerikancı köşe yazarı Jonathan Freedland 'e göre, Ameri­
ka' daki daha sert, yurttaş dostu anti-tröst yasaları, yüzyılın başın­
da piyasanın özgürlüğü ve adaletini korumak isteyen aydınlan­
mış kapitalistlerin ilerici teorilerinden besleniyor. Washingtonlu
anti-tröst avukatı Kenneth Adams olaya daha yakından bakıyor.
"Amerikalıların elinde 200 m ilyon tabanca var. Biz hep silahlıy­
dık zaten. Eğer sade vatandaşın parasını geri alacak bir yolu ol­
masaydı, kan gövdeyi götürürdü." 1 890 Sherman Anti-Tröst Ya­
sası. Amerikalı zengin sınıfın, demiryolu baraniarına karşı isya­
nın eşiğine gelen bir milyon s i lahlı çiftçiden oluşan Popülist Ha­
rekete karşı umutsuzca kendini savunmasının ürünüydü.
Dahası, Amerika 'da, hiçbir mağdurun, kötü adamların ense­
lenınesi için devletin harekete geçmesini beklemesine gerek
yoktur. Kendisinden fazla para alınan her tüketicinin, devlet her­
hangi bir tekelleşmen in olmadığı sonucuna varsa da Sherman
Yasası ' na göre dava açma hakkı bulunmaktadır. S i stemin teme­
l i nde bu yatıyor. Amerikan Adalet Bakanlığı tekeleilikle müca­
dele birimi başkanı Joel Klein, Gates'e diz çöktüren kişi olarak
anılmayı hak ettiyse de. kamu davası. Microsoft'un yaralı rakip­
leri Netscape ve Sun M icroSystems'in açtıkları davalar sayesin­
de açılan yoldan ilerledi .
Klei n ' ın bölümü son o n yıl içinde tekelcilere yaklaşık ü ç mil­
yar dolar ceza kesti. Ancak bu rakam, dava açan milyonlarca
mağdurun aldığı ve devletin kestiği cezaların kat kat fazlasına
tekabül eden paranın yanında hiç kalır. İngiltere 'de, dolandırıl­
mış tüketiciler ATB gibi utangaç, şaşkın, kıt bütçeli ve politik
etkilere açık kuruluşlar harekete geçineeye kadar beklemek zo­
rundalar. Bu kuruluşların hedefleri çok dar, nadiren eyleme kal­
kışıyarlar ve tazminat diye bir şeyin l afı bile edilmiyor.

334
M icrosoft kararından bir ay önce, İngiliz ATB kuruluşu, ara­
larında gizlice fiyat anlaşması yapan on dört Volvo bayiinden
oluşan bir çeteyi ortaya çıkardı. Ancak, insanların güvenini yer­
le bir eden ATB , bayilere, fazladan alınan dört bin sterlini tüke­
ticilere geri vermesini söylemedi. İngiltere'de fiyat anlaşması
yapmak yasalara aykırıdır, ancak son yüz yılda fiyat anlaşma­
sından mağdur olan tüketicilerin aldığı tazminat sıfırdır.
Böyle bir şey Amerika'da olsa, mağazanın kurşunlada delik
deşik olması ve kanın gövdeyi gölürmesi kesindir.

Bir bela daha. Bu köşede Volvo'ya çamur atıldı. Görünüşe


bakt!ırsa, 'alay etmeye teşebbüs' ten suçluydum. Şirketten ve
okuyuculanmdan özür dilemekten başka yapacak bir şey yok­
tu . . .

Yüzüm kızardı mı ! Volvo v e gayri yasal olarak fiyat belirle­


yen bayileri hakkındaki nahoş eleştiride, basında çıkan haberle­
re rağmen otomotiv şirketinin halkın önüne çıkıp müşteri lerinin
her birini dört bin sterlin çarptığını itiraf etmediğini yazdım.
Yazıının yayınlanmasından sonraki gün postacı, İngi lte­
re'deki Volvo'dan dört bin sterlin konusunda sert bir cevap ge­
tirdi. Ya, sahi mi? Diğer bir deyişle Volvo şimdi, fiyat hilesi
yaptığını itiraf mı ediyor?
Pek sayılmaz, şirketin sözcüsünün dediğine göre: "Bütün
müşterilerimiz kendilerine uygun bir alış veriş yaptıklarından
eminler."
Fırlamış fiyatlara rağmen müşteriler memnun ha?
"Evet, yoksa arabayı satın almazlardı, öyle değil mi?"
Böyle bir mantığa diyecek bir şey yok. Özür dilerim.
Ancak - Nick Conner'dan gelen - mektupta dile getirilen asıl
kızgınlık köşe yazımda, Volvo ' nun mağdur müşterilerini tazmin
programıyla "alay edilmeye çalışılması"na yönelikti. Amacım

335
bu değildi . Aslında, şirketin herhangi bir tazminat programının
olduğunu fark etmemiştim. Bir Volvo ' sah ibine' (aslında bir
Ohserver gönüllüsüne) geri ödeme konusunda ' herhangi bir
programdan ' haberi olmadığını söyleyen Volvo'nun Müşteri
Hizmetleri yetkilisi de aynı kanıyı paylaşmaktaydı.
Görünüşe göre, bazı Volvo müşterileri de tazminat progra­
mından bihaberler. Volvo üç yıl içinde yüz bin araba sattı, ki bu
dönemde şirket fiyat düşüren bayilerini cezalandırrnıştı, ama sa­
dece elli kadar müşteri paraların ı geri almaya çalıştı. Yazıma ya­
pılan itirazda, bunun şirketin fazl a para ödeyen müşterileri haber­
dar etmekte yetersiz kalmasından kaynaklanmadığı, aksine müş­
teri memnuniyelinin bir diğer işareti olduğu söylenmektedir.
Dolandırılan müşterilere soğuk bir mektup gönderrnek yeri­
ne. V olvo daha heyecan verici bir sistem geliştirdi. Önce müşte­
ri , şirketin müşteri hizmetleri yetkil ilerinin itirazlarını atlatmalı­
dır. Sonra, 'tek tük ' bayilerin hangi üç ay boyunca entrikaya kal­
kışlığını doğru olarak tahmin etmelidir. Daha sonra, müşteri,
entrikacı bayiinin adını doğru ol arak vermelid ir. Volvo' nun söz­
cüsü bütün bilginin, isiınierin ve tarihierin hükümetle şirket ara­
sında imzalanan anlaşmada açıkça yer aldığı konusunda bize ga­
ranti verdi - gizli olmasaydı taahhütnarneyi bize seve seve gön­
dereceğini de belirtti.
Volvo acaba, en azından, entrikacı bayilerio listesini açıkla­
yarak tüketicilere bir şans verebilir miydi?
"Geriye dönüp de tek tük vakalarla uğraşmak doğru olmaz."
Bu bayilere karşı herhangi bir işlem yaptınız mı? Böyle bir
işe kalkıştıkları için Volvo'dan alacakları primiere el kondu mu?
"Geriye dönük i şlem bu şirketin tarzı değildir."
Dönem ve bayii eşieşliren şanslı bir bayan lazminatın eşiği­
ne kadar geldi. Ancak Volvo kadının eski arabasına haddinden
fazla değer biçi ldiğini ileri sürdü bu sefer de. Size para filan yok
bayan !

336
Dört bin sterlinlik rakamı n doğru olmadığını kabul ediyo­
rum. Peki, o zaman, ödenen lazminatın miktarı nedir?
"Henüz kimseye tazminat ödemedik."
Y aa. Programdaki bu tür ufak tefek aksakhklara rağmen, bu
Amerikan şirketinin (Volvo ' nu n sahibi Ford Motor'dur) gönül­
lü olarak müşterilerini tazmin edeceğine yürekten inanıyorum.
Bu durum izlenen yaygın politikaya ilişkin bir fikri doğruluyor:
Hükümetlerin, Amerikan yasasında bulunan türden "geriye dö­
nük" fiyat entrikası cezaları, para cezaları, mağdurlara üç kat
tazminat ödenmesi, işbirlikçilere hapis cezası verilmesi gibi uy­
gulamalan gündeme getirmesine gerek yoktur.
İ lginçtir, Tüketiciler B irliği, V olvo ' nun rekabet yetkilileriyle
işbirliğinin Amerikalıların yönetimine geçmesinden sonra baş­
ladığını söylüyorlar. Ford/Volvo'nun ATB ile işbirliği yapmaya
can atmasının Sherman Anti-Tröst Yasası 'nın ' Uzun Kol 'lu
maddelerini etkisiz kılma isteğinden kaynaklanmadığına emi­
nim. Uzun Kol ' l u maddeler Amerikan mahkemelerine -
ATB 'nin yaptığı gibi, ilgili hükümet aşağı yukan aynı tarzda
önlemler almadığı takdirde - dünyanın herhangi bir yerinde fiyat
entrikasına karışan Amerikan şirketlerine gaddar Sherman Ya­
sası 'nın cezaların ı uygulama hakkını vermektedir.
Tüketiciler B irliği ' ni n otomotiv uzman ı, Phil E vans,
Ford/Volvo tazminat paketini övmeme karşı çıkıyor. "Bir kay­
bınız olduğunda size ödeme yapacaklar, ancak sizin için herhan­
gi bir kaybın söz konusu olmadığına çoktan karar vermiş du­
rumdalar, o nedenle size hakkınızı vereceklerdir ama elinize
hiçbir şey geçmeyecektir. Alis Harikalar Diyarı ' ndan fırlamış
gibi."
Volvo' nun tazminata olan ilgisini tehlikeli biçimde alaya al­
mak üzere olduğunu Bay Evans'a hatırlatmak zorundaydım ve
bu köşeyi ona bu amaçla kullandıramazdım.

337
Ford!Volvo' ya kuşkuları dağttmasi için bir şans vermek iste­
diğimden, Bay Claire' i Sun·ey, Cohham ' daki yerel Volvo hayi­
ine götürdüm. Adama ka21k att!nuştı , hayi ve şirket de bunu ka­
bul etmişlerdi, o nedenle fazladan aldıkları parayı geri verip
vermeyecekleri sordum sadece. Beninıle konuşmak istemediler.
Ya şapkamdan ya da BBC kamera ekibinden çekindiler. Sonuç­
ta, Bay Claire avucunu ya/adı . O nedenle, Swindon ' daki Volvo
merkezine. daha sonra da Washinton DC'ye, Brüksel' e ve New
York'a gittik . . . ve nihayet, Bay Clait·e 1 73 sterlinlik bir çek al­
dı . Adalet olmadı,�ım kim söylüyor?

Ni Tuya, Ni Mia, De Todos

New York . . . New York. garip bir kent. Sadece on beş yıl ön­
ce. Lower East Side' da Üçüncü Cadde boyunca yürürken yirmi
üç terkedilmiş binayla karşılaşırd1111Z ve sadece yedi binada otu­
rulmaktaydı. Bulvar B ' nin köşesindeki yerel bankanın önü, her
türiii uyuşturucuyu alahilece,�iniz açık hai'O pazarına ev salıip­
liği yapmaktaydt. 1 984 ' te, bu satıcılardan biri, şu an işi bırak­
mış durumda. bankayı satlll aldı - ı•e Anıerikan finans dünyasm­
da bir devrim gerçekleştirdi.

Uyuşturucu ticaretinden içeri giren Mary Spink dışarı çıktı­


ğında Manufacturers H annover Tröst adlı bankanın bu şubesinin
kapanıp daha hali vakti yerinde Midtown bölgesinde yeni bir şu­
be açılacağını öğrendi. Banka, Lower East Side ' ın - eğer tefeci­
leri saymazsanız - son bankasıydı ve burası da kapanırsa bölge­
nin yaşaması mümkün değildi. Spink, bölge papazı ve yerel ko­
nut aktivi stleriyle bir araya geldi ve M anufacturers Hannaver'in
Manhattan 'daki merkezinin kapısına kamp kurdu. Federal Mer­
kez Bankası 'nın binasında, bankanın yöneticileriyle karşıl ıklı
bir görüşme yapma fırsatını elde ettiler.

33R
Merkez Bankası'nın zarif döşenmiş Wall Street konferans
salonunda, Lower East S ide takımı, 80 milyar dolarlık bankadan
şubesini, bölgede kredi kooperatifi kuran gruba bırakmasını is­
tedi. Ayrıca, kredi kooperatifinin işe başiayabilmesi için yüz
binlerce dolar talep ettiler bankadan. Yöneticiler yan çizdiler
ama Merkez Bankası, Piyasanın Görünmez Eli'nin (örneğin.
Alan Greenspan ' ın demir yumruğu) gücünü - ve o zamanlar ye­
ni kurulmuş olan, bankalara şubelerinin bulunduğu bölgelerdeki
insanların kredi ihtiyaçlarını karşılama zorunluluğu getiren Ye­
rel Yatırım Yasası 'nı (YYY) - hatırlattı yöneticilere. Manufac­
turers' Hannover yelkenleri suya indirdi. YYY 'nin daha ilk kez
uygulanan şekliyle, Lower East Side Federal Halk Kredi Koope­
ratifi 'nin çalışmaya başlaması, politik gücün yönetim kurulu
odalarından halka geçişinin de göstergesiydi. Sloganları şuydu:
Ni Tuya, Ni Mia, De todos - "Benim değil, Senin değil, Ama bi­
zim ."
Bugün, Citicorp{fravelers Group birleşimi gibi, devasa bo­
yuttaki mali devierin birleşmesi, fillerin çiftleşmesine benzer.
Bu öylesine göz alıcı bir gösteridir ki, olayın aşağıdaki karınca­
lar üzerindeki etkilerini unutturur. Yoksul ve işçi sınıfından
müşteriler için bankanın birleşmesi, genellikle bankanın kapan­
ması demektir.
Ancak, günümüzde, Amerika 'da, karıncalar direniyorlar ve
bu mücadele için seçtikleri silah da Yerel Yatırım Yasası.
YYY ' yi kuşanan, Amerika 'nın yoksullukla mücadele militanla­
rı, birleşen büyük şirketleri, dar gelirli müşteriler için oluşturu­
lacak kredi fonlarına milyonlarca ve bazen de milyarlarca dolar
koyana kadar rehin tutmaktadır! ar. Mart 1 998 'de, 1 30 kızgın va­
tandaş, Philadelphia'daki CoreStates'in First Union Corporation
tarafından satın alınmasına karşı Merkez Bankası soruşturma­
sında ifade verdiler. YYY çerçevesinde daha fazla soruşturmay­
la karşılaşmamak için bankalar yerel gruplarla, dar ve orta gelir-

339
li vatandaşlar için beş yıl vadeli beş milyar dolarlık bir fon oluş­
turmak konusunda anlaştılar. Daha sonraları , Bank of America
da, NationsBank ' ı bünyesine katmasının karşılığı olarak, on yıl
vadeli 350 m ilyar dolarl ık devasa bir kredi fonu oluşturdu. Bir­
leşme işine kalkışan bankalar, kredi hizmetlerinden yeterince
yararlanamayan topluluklara yönelik olarak, toplam da bir tril­
yon dört m ilyar dolarlık 360 anlaşma yaptılar.
Ancak, Matthew Lee bu durumdan tatm in olmuş değil. Ha­
len New York Eylem Topluluğu 'nun liderliğini yapan Lee, yok­
sul bölgelerde dar gelirli müşteriler ve küçük esnaf için on yıl
vadeli, 1 1 5 milyar dolarl ık bir kredi programı karşılığında, Cili­
bank ve Travelers 'ın birleşme işlemine İtirazından vazgeçmesi
için yaptıkları teklifi reddetti. Lower East Side Halk Kredi Ko­
operatifi eski üyesi olan Lee, yoksul halkın bankacılık hakkını
savunan bir Che Guevara'dır. Che gibi, Lee ' n in de sakalı var.
Che 'nin aksine, Lee, Amerikan kapital istlerinin yüreklerine kor­
ku salmaktadır. Bankaların borç para verme yöntemleri konu­
sunda yaptığı inandırıcı , ayrıntı lı analiz, zor durumdaki bölgele­
re kredi vermeyi kesme uygulamasının ırkçı yönünü ortaya koy­
muştur. Lee, kred iye uygunluk açısından aralarında pek bir fark
olmasa da, Ohio'daki Charter Bank'ın zencilerden ve Latin asıl­
lılardan gelen kred i başvuruların ı , beyazlara kıyasla, üç kez da­
ha fazla reddettiğini gösteren veri leri sergileyerek, bankanın dar
gelirli müşteriler için bir mi lyar dolarlık kredi fonu oluşturması­
na çal ıştı.
Citicorp 'dan gelen I 1 5 milyar dolarlık teklifi geri çeviren
Lee, YYY 'yi uygulamanın devasa kredi fonları oluşturmak an­
lam ına gelmediğini, kredi açısından yoksula adalet sağlanması­
nın söz konusu olduğunu vurguluyordu. Citicorp ' un Ticari Kre­
di Birimi tarafından vicdansız bir muameleye tabi tutulan siyah
Amerikan ailesi Harriseler'i örnek olarak gösterir Lee. Beyazla­
rın oturduğu mahal lede ev sahipleri yüzde 7 kredi faizi öderken,

340
Harriseler, sahip olduklan kredi puaniarına rağmen yüzde 1 2
ödediler. Harriseler, dünyanın en büyük finans kuruluşunun dü­
rüstlüğüne güvenerek boş kredi formlarına imza atmışlardı. Ha­
taydı bu ama Lee, Citicorp birleşme işine imza koymayarak bu
hataya düşmedi. Lee, Harriseler'in başına gelen bu belanın tek
bir vaka olmadığında, Citicorp işlemlerinde yoksul ve azınlık
gruplarına aşırı masraf çıkartılıp, daha düşük kredi verildiğinde
ısrarlı.
YYY'nin zayıf noktalanndan söz etmek kolay - sermayeye
ulaşınada görülen tarafgirlik olayı Amerikan hayatının bir ger­
çeği - yine de YYY, ilk dört yıl içinde, siyah Amerikalılar tara­
fından alınan ev kredisinin yüzde 72 artmasına katkıda bulun­
muştur. Cumhuriyetçi Parti 'nin bankacılık konusundaki sözcü­
sü, kredi fonlarının eylemcilere verilen bir şantaj parası olduğu­
nu iddia etmektedir. Ancak YYY'nin devamına itiraz eden tek
bir bankacı bile bulunmuyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok;
bankalar dar gelirli kişilere verilen bu zorunlu kredilerden para
kazanıyorlar.
YYY 'nin yoksul bölgeler için epeyi nakit sağlaması İngilte­
re 'de Yeni İşçi Partisi 'nin 'sosyal dışlama' programının uzman­
lannın gözünden kaçmadı. İngiliz Hazinesi ekiplerini, ' Che'
Lee, bölge kredi kooperatifi uzmanları ve eylemcilerle görüş­
mek üzere Amerika 'ya gönderdi - ve bu finans sektörü vahşile­
rinin bazılarını hükümetin çalışma gruplarında yaptıklarını an­
latmalan için Londra 'ya getirdiler. O zamanlar Ekonomi Baka­
nı olan Patricia Hewitt, Amerikalıları kendi çalışma grubuna ta­
nıtırken, "Bu hükümet - bankacılık sektörünün atacağı olumlu
adımlarla - finans hizmetlerinden daha çok insanın yararlanma­
sının hayati bir konu olduğuna bütün kalbiyle inanmaktadır" de­
di. Kuşkusuz, İngiliz bankalarına yerel yatırım zorunluluğu ge­
tirmek kredi sisteminde devrim yaratabilirdi.
Ama boşuna heyecanlanmayın. Hewitt, bankacılar toplulu-

34 1
ğuna -İskoçya Kraliyet Bankası Genel Müdür Yardımcısı baş­
kanlığındaki çalışma grubuna- Yeni İşçi Partisi 'nin yeni kredi­
lendirme koşulları getirmek gibi bir niyetinin olmadığını açıkla­
dı hemen. "Amerikan yasasını kopyalamayı düşünmediğimizi
açıklamak i sterim." Hewitt, daha çok Amerika'da dar geliriilere
verilen kredilerden elde edilen kazançlara il işkin hikayelerin,
İngiliz bankerlerin i "yoksul bölgeleri m izde kazançl ı bankacılık"
yapmaya cesaretlendireceğini umuyordu.
Lower East Side ' ın artık toparianmış olan sokaklarına geri
dönersek, eski torbacı yeni bankacı Mary Spink (bugün Yerel
Gel işme Kredi Kooperatifleri Ul usal Federasyonu'nun mali yö­
neticisidir) bankacıları doğru yöne sevk etmek açısından kandı­
rabilecekleri, paralarını uluslararası fonlara yatıracaklarına Li­
verpool ' a gönüllü olarak akıtınalarını sağlayacakları hayaline
kapılmaması için Blair hükümetini uyarmaktadır. Blairciler
yoksul işçilere kredi açarak kazanç sağlayacaklarını tatlı bir dil­
le anlatarak bankacılık topluluğunun gönül lerini ve zihinlerini
fethedebileceklerine inanıyorlar. Ama Spink'e göre, YYY 'nin
Amerika 'da başarıl ı olmasının nedeni , General Westmore­
land' in şu deyişini izlemesi dir: " Taşaklarından yakalarsanız,
kalpleri ve zihinleri de peşinden gelir."

Mart 2000' de, bu yazıyı yaymladıktan yaklaşık bir yıl sonra,


küçük esnafların ve dar gelirli vatandaşların finans hizmetlerin­
den dışlanması konusundaki çalışma grubunu yöneten İskoçya
Kraliyel Bankası, sonunda bu konuda bir adım attı - banka-İn­
giltere genelinde, çok sayıdaki şubesini kapattı. Barclays Bank
Genel Müdürü Matthew Barrett geri kalamazdı bu işte: Çoğu
kırsal bölgede olmak üzere, şubelerinin onda birini, 1 72 şubeyi
kapattı ve Barrett 30 milyon 500 bin sterlin (46 milyon dolar)
tutanndaki primi kaptı.
342
New York'un Lower East S ide'da, Peder Jack Kenington,
bölge halkının Manufactureres' Hannaver bankasını almasını
sağlamak amacıyla, şiddet içermeyen doğrudan eylem için ken­
di bölgesindeki göçmen nüfusu bir araya getirerek Mary
Spinks'e yardım etti.
İngi ltere 'de bankalar kapandığında, başka bir rahip daha sa­
vaşa katıldı, Galler Başpiskoposu Rowan Williams. Rahip, İn­
giltere' de, kapanan bankaların kredi kooperatiflerine dönüştü­
rülmesini istedi. Ancak, bölgedeki Barclays ' in çevresinde gös­
teri yapacağına ya da omuz silkip duran yetkililerin bürolarında
oturma eylemi yapacağına Başpiskopos kapanan şubelerde veda
ayini yapmayı tercih etti : "Hükümetin bankaları hizaya getirece­
ğini düşünmek büyük bir ütopyadır."
Zayıf ve uysal olanlara yeryüzü miras kalabilir Sayın Başpis­
kopos, ama banka binalarını işgal etmek, toplumunuzun mali
durumunu düzeltecektir. İşte sonuç: Başpiskopos gibi iyi bir in­
san bile reform isteğini "ütopya" olarak nitelendiriyorsa, eylem
çağrısı halkın uysallığında eriyip gidecektir.

B ükemediğin Eli Öpmek

Pentagon belgelerini kamuya açıklayan Daniel Elsberg, ha­


inlik/e suç/andıktan sonra, mahkeme merdivenlerinde bir grup
serseri tarafindan ölesiye dövüldü. "Tanrı Amerika'yı Koru­
sun" dedi bana. Elsberg' in dediğine göre, İngiltere'de olsaydı,
vururlardı kafasına ve bir daha kimse haber olamazdı kendisin­
den . İngiltere' nin Devlet Sırrı Yasası , gazetelerin sansürünü et­
kili biçimde özelleştiren kişilik hakkı yasaları, politikacıları ko­
ruyan özel hayat yasası var, ama basının yasal özgürlüğü yok -
ve bu konuda kimsenin sızlandığı da yok. Epeyi sayıdaki İngiliz
gazeteci, prangalarından hoşnut gibi görünüyor. (Kasılma

343
Amerika. Devlet Sırrı Yasamız olmayahi/ir ama şirket sırları ya­
sasının eli kulağında - Bölüm 1 ' de Kuzuların Sessizliği' ne bakı­
nız.) Bu notu Sansür İndeksi' ne ekliyorum.

1 7 Mart 1 999 ' da, Londra Metropolitan Polisi, Observer ga­


zetesinden arkadaşım Martin Brytht'ı, Ohserver yazı işleri mü­
dürlerini ve Guardian gazetesinin avukatlarını mahkemeye ifa­
de vermeye çağırdı . Hapis ve sınırsız para cezası Demokles ' in
Kılıcı gibi tepelerinde dururken ifade veren bu insanlardan, eski
MI5 ajanıyla ilgili ellerindeki bütün belgeleri teslim etmeleri is­
tendi. Bright ile yazı işleri müdürleri Roger Alton ve Alan Rusb­
ridger bu talebi reddettiler.
Bir hafta sonra, Hilton 'daki resmi bir davette, hükümetin ha­
berleri sansür etmeye ve kısıtlamaya hakkı olduğunu savunan,
bunu insanı rahatsız edecek kadar açıkça söyleyen bir beyle,
şampanya eşliğinde tartıştık. Tartıştığım kişi (patronum), mah­
keme emrini reddederek Kraliçe ' nin zindanına girmeyi göze
alan Guardian editörü ve Ohserver Genel Müdürü Alan Rusb­
ridger'di.
Şaşırmadım buna.
İngiliz sansürünün başarısı şurada; bu uygulamanın kurban­
ları, ülkedeki yazı işleri müdürleri ve gazeteciler, özgürlükleri­
nin kısıtlanmasını haklı görerek ' salla başını, al maaşını ' tavrı
geliştirmişlerdir. Ah, şu İngiliz gazetecilerin kendilerine vuran
kamçıyı öpme adetleri . . .
Rusbridger bana posta d a attı; " B i r gazete fotoğrafçısının ai­
lenle otururken. bahçe duvarının üstünden fotoğrafın ı çekmesi­
ni istemezsin değil mi?" Elbette istemem. Halkın gözünde, bası­
nın sımaşık av köpeklerinin mağduru olan Prenses Diana'nın
ölümü, özel hayatın korunması düşüncesini tehlikeli bir takıntl­
ya dönüştürdü. Gazetecilerin devlet sansürünü kabul etmeleri
yönünde uzanan bu kaygan yolda, özel hayat çekici bir ilk basa­
mak olmuştur.

344
Özel hayata saygı çerçevesinde, Başbakan Tony Blair hükü­
meti, B lair' in çocuklannın dadılarının günlüğünün yayınlanma­
sını engelleyen bir mahkeme kararı çıkarttı. Özel hayat kisvesi
aynı zamanda, bakanların maaşlarının gizlenmesi için de kulla­
nılan bir araçtı. B lair'in danışmanının bana devlet belgelerini
pazarladığı başbakanlıktan yapılan telefon konuşmasının kayıt­
ları da özel hayata giriyordu.
Genel müdür Rusbridger'in, gazeteci Bright'ın ve gazeteleri­
nin mahkemeye çıkarıimalanna karşı basın dünyası hemen tep­
ki vermedi . Tepkilerin dikkatli verildiği, savunmaların ölçülü
yapıldığı bir ülkede, Observer' ın kendisi bile, gazetelerine yö­
neltilen baskının okuyucu gözünde bir haber değeri olup olma­
dığından kuşku duyduğundan, kendine verilen cezayı yayınla­
mayı bir hafta geciktirdi.
Haftalar geçti. Sonunda, Tom Paine'den bu yana ' özgürlük'
kelimesinin anlamını bilen ilk İ ngiliz olan Stuart Weir medya­
nın ileri gelenleri tarafından imzalanan bir dilekçe yazdı. Ancak
dilekçeciler hükümetten davaların düşürülmesini talep ederler­
ken teslim bayrağını da çekiyorlardı: "Ulusal güvenliği koruma­
nın gerekli olduğunu kabul ediyoruz." Amerikan kulaklarımı ra­
hatsız eden, devletin basın dünyası üzerindeki mutlak otoritesin­
den çekinen bir tarz. Gazetecilerin bir talebi de şuydu: "Devlet
S ırrı Yasası kamu yararının savunulmasına olanak verecek şe­
kilde değiştirilmelidir." Değiştirmek? Devlet S ırrı Yasası, M I5
tarafından işlenen suçlardan eğitim istatistiklerine kadar, hükü­
metin saklamak istediği hemen her belge ve bilginin yayınlan­
masını yasaklamaktadır. Kibar protestocular devlete gazetecile­
ri tutuklama hakkı vereceklerdi ancak epeyi muafiyet rica edi­
yorlardı. Dilekçeye öncülük eden Weir, baskıcı yasanın lağve­
dilmesini talep etmenin, dilekçeye imza koyan önemli kişilerin
imzalarını geri çekmelerine neden olacağının farkındaydı.
Guardian kendi savunmasını haber yaptı ama burada da, şi-

345
kayeti dikkatle dile getirmişlerdi. Gazete, soruşturmanın elle tu­
tulur yanı olmadığını dil ine dolamıştı. Guardian 'ın suçu sadece,
eski MIS ajanı David Shayler'ın yazı işleri müdürüne yazdığı
mektubu yayınlamaktı. Yetkililer - Dav id Shayler' ın kendisinin
mektubun bir kopyasını doğrudan yetkili lere göndermesine rağ­
men - gazeteden. ajanın mektubunun bir kopyasını istediler.
Sonradan anlaşıldı ki. mektup denilen şey disketle korunan bir
e-posta mesajıydı.
Benzer biçimde, Ohsen•er' ın yazısında, bir Amerikan inter­
net sitesinde söz konusu bilginin bulunduğu belirtiliyordu. Gö­
rünüşte. Shayler halka açıkladığı bu bilginin varlığından Ohser­
v er ı haberdar etm işti. Eski bir ajanın herhangi bir bilgiyi dışarı
'

sızdırması Devlet Sırrı Yasası ' nın i hlali demektir. Polisin iddia
ettiği gibi Shayler' in yasayı ihlal ettiğine ilişkin tek kanıt olarak,
gazetenin dosyasına ihtiyaç yoktu - Shayler ' in bizzat kendisi,
gazeteye gönderdiği mesajın kopyasını yetk ili lere göndermişti.
Yine de, devletin zaten elinde bulunan belgeleri talep etme
saçmalığı daha fesat bir amacın kanıtıdır. Devlet, gizlilik yasa­
larının en ufak bir ihlal inin bile cezalandırılacağını göstererek,
gizli çalışan kuruluşların elleri ndeki daha tehlikeli gerçekleri
gün yüzüne çıkarmaya çalışan herhangi bir gazetecinin de elini
kolunu bağlamayı başarmaktadı r. İşin daha da kötüsü, küçük ih­
lallerini savunan gazeteciler daha büyük boyuttaki sansürü hak­
lı görme tuzağına düşmektedirler. "Bir gazete olarak" diye yazı­
yordu Ohserver, "gerekt iğinde gizliliğin yasayla korunması il­
kesiyle ya da gizli belgelerin gizli kalması konusunda herhangi
bir sorunumuz yoktur."
Gazeteci lerin verdiği dilekçenin ürkek dil iyle söylersek, ken­
dilerini "yasal" sınırlarla sınırlayarak, gazeteler devletin "yasa­
dışını" temizleme politikasına kapıyı açmaktadırlar.
İngiltere'yi hala demokrasin in beşiği olarak gören çok sayı­
daki Amerikan okuru, İngi ltere ' nin, ifade özgürlüğün ün ve bası-

346
nın yazılı bir anayasa ile korunmadığı dünyanın nadir ülkelerin­
den biri olduğunu öğrenince şaşıracaklardır. Bu durum Ekim
ayında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ' nin 1 0. maddesi İngi­
liz yasası haline gelince sona erdi. Sözleşme İngilizlerin tarihle­
rinde ilk defa "devletin müdahalesi olmadan bilgi ve düşüncele­
re ulaşmalarını, bilgi ve düşüncelerini açıklamalarını sağlaya­
caktır."
Mahkeme ile hükümet, gazeteci Bright ve gazetelerin sür­
mekte olan soruşturmaları nda, yeni İnsan Hakları Yasası ' nın
uygulanması konusunda hemen anlaştılar. İyi haber sayılmazdı
bu. Amerikan Anayasası - eğer' ler, ve' ler, ancak'lar olmadan -
"Kongre, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayamaz" derken, Av­
rupa Sözleşmesi 'ne ufak bir bölüm eklenmişti: Bölüm 2. I 7
Mart'taki duruşmada yargıç, "bilgi alma ve yayma hakkının" ­
basın özgürlüğünün - Bölüm 2'deki "ulusal güvenlik açısından
getirilecek kısıtlamalar ve cezalar" maddesine bağlı olduğu ka­
rarını verdi. George Orwell'in ü lkesine ne de güzel uyuyor. Bu
yasa devletin basını sınırlandırmasına - devlet istemedikçe - en­
gel oluyor. Başbakan Tony Blair'in dalkavukları Guardian Gru­
bu davasını, Yasa ' nın yürürlüğe girmesiyle, bu hakkın aslında
hak olmadığını göstermek için kul lanmak istediler.

S-Dikkat Kuralları
1 5 Nisan 'da, sansür/oto sansür tiyatrosu yeni bir sahneyle
açıldı. O gün gazeteci Bright, i stihbarat teşkilatının Libyalı bir
ajanı angaje etmek için başarısız girişimi sonucunda Londra' da
yaşayan Libyalı bir muhalifin öldürülmesine yol açan olayın de­
taylarını açıklayan, dört yıl önce yazılmış bir MI5 belgesinin
kopyasını gördü. "ÇOK GİZLİ, HASSAS KAYNAK B İRLE­
ŞİK KRALLIK GÖZLERi" adl ı belgeyi zamanı ve bilgisayarı
olan herkes www.cryptome.org sitesinde okuyabilir. Observer
muhabiri Bright, internet sitesindeki bilgiden yararlanarak (An­
tony Bamett ile birlikte) bir yazı hazırladı.

347
S ite herkese açık olmasına rağmen, bu bilgiyi kullanmak ce­
zai ve hukuki işlemlere davetiye çıkardı. (Aslında, sitedeki bil­
giyi okumak İngiltere 'de suçtur). Ve eğer bunun şaka olduğunu
sanıyorsanız, Blair' in Gestaposu ' nun, ajan Shayler'in Fransızca
internet sitesinde yayınlanan mektuplarını okudu diye kolej öğ­
rencisi Julie-Ann Davies 'i tutuklarlığını unutmayın. Observer
bir suçlamayla daha karşılaşmamak için, gazetecilerin, henüz
yayınlanmamış düşüncelerini ve ellerindeki bilgileri fısıldayıp
gizlice "eğer bunu yayınlarsak devlete karşı bir suç işlemiş olur
muyuz?" sorusunu yöneltebilecekleri, devletin bir tür günah çı­
kartına kuruluşu olan Savunma Danışma Komitesi, "S-Dikkat"
komitesine başvurdu. Korniteye göre, eğer gazetemiz yayınladı­
ğı yazıda yeni bir haber bulunmadığını kanıtlayabi lirse - bir ga­
zete için ilginç bir kısıtlama - soruşturma olmayabilirdi.
Ne var ki, aşılması gereken bir sansürcü daha vardı. Eski
ajanlardan elde ettikleri bilgileri yayıniayan herhangi bir İngiliz
gazetesine karşı iki yıllık uyarı cezası veren Hazine avukatı.
Baskıya girmeden tam beş dakika önce Hazine avukatı aradı.
Yetkililer yazı işleri müdürleriyle tartışırken dört saat geçti (ya­
zının çıkacağı ön sayfadaki yeri dolduran kısa bir yazıyla birlik­
te dört baskı yapıldı) ve çok ağır para cezalarının tehdidi altın­
daki gazete avukatları yazının henüz yayınlanmamış halini
MIS 'e fakslamaktan başka çare bulamadılar.
Gazete iki basit soru sordu: Yazının yayınlanması yasayı ih­
lal eder mi? Ve bu yazıyı yayıniayabi lir miyiz? Yetkililer yayı­
na engel olmayacaklarını söylediler ama yazıyı yayınlariarsa ga­
zeteciler ve yazı işleri müdürü hakkında hukuki işlem başlatma­
yacaklarına da söz vermediler. M I S ' in tavrı ise yılan kumazlı­
ğındaydı; yazıyı engellemeleri onlara "OBSERVER YENİDEN
SUSTURULDU" manşetine malolurdu. Yetkililer soruşturma
tehdidini değil ama imasını gündemde tutarak gazetenin yazıyı
geri çekmesini sağlarken, hükümet de hiç sansür uygulanmadı­
ğını göğsünü gere gere söyleyebilirdi.

348
Övünölecek bir şekilde, gazete yazıyı son haliyle yayınladı
ama internet sitesinin adresi gönüllü olarak yazıdan çıkarılmış­
tı. Gazeteci Bright söz konusu i şlemi habereilik etiğine indiril­
miş ölümcül bir darbe olarak görmekteydi. "İnanılacak gibi de­
ğil ama yasa, gazetecilerin her zaman yapmakla yükümlü olduk­
ları şeyi yapamayacaklannı söylüyor: Kaynaklarını kontrol et,
önemli belgeleri gözden geçir. Haberi geçmek için yasayı ç iğne­
rnek zorundayız."

Oto sansür yayılıyor


S-Dikkat Komitesi, yazıyı açıkça yasaklamaktaki isteksizlik,
görünüşte iyi niyetli pazarlık, bunların hepsi de oto sansürü bes­
lerneye yönelik faktörler. Hükümet nadiren baskı uygulamak
zorunda kalıyor, çünkü İngiliz gazeteciler halka tebliğin sınırla­
rı konusunda güçlü bir sezgi geliştirmişlerdir. S ınıf takıntısı olan
bu toplumda, üst düzey gazeteci ler ve editörterin gönlünü çelen,
bakanlardan ve üst düzey askeri istihbaratçtiardan oluşan üstat­
lar grubuna katılma düşüncesidir. Bu gruba katılım ücreti nazik
bir şekilde dikkatli davranmaktan geçiyor.
Bana sık sık hatırlattıkları gibi, İngilizler vatandaş değil birer
kuldurlar. Her iki kıtadaki yetkililerin baş belası, İngiltere do­
ğumlu gazeteci Christopher Hitchens, Bill Clinton ' ın duruşması
sırasında Amerikan savcıları tarafından ifadesinin alınmasına
razı olarak Amerikalıları şaşırttı. Açıkçası, boyun eğme alışkan­
lığı zor geçiyor.
Devlet, aslında devlet sansürünü özelleştiren kişilik hakları
yasası aracıl ığıyla, haylaz gazetecileri cezalandırmak için gücü­
nü artırmaktadır. Bir İngiliz gazetesinde, McDonald 's şirketin­
den başbakanın kendisine kadar geniş bir yelpazeyi temsil eden
cebi şişkin zorba hukukçular tarafından açılacak ve müthiş taz­
minatlara konu olacak davalardan korkan avukatlarca delik de­
şik edilmemiş ve yazılmamış tek bir yazı dahi yayınlayabilmiş
değilim.

349
Şaşırtıcı şekilde, bazı İngiliz gazetecileri diğerlerine sansür
uygulamak için devletin bu g addar silahını ödünç almaktan
utanmıyorlar. Guardian' a gönderilen soruşturma emirleri LM
dergisinin kapanmasının hemen ardından gönderilmişti. Sol eği­
limli dergi. İngi ltere'nin Sırbistan ' a karşı savaş propagandası
olarak kullandığı etkili bir fotoğrafın, dikenli telierin ardında bir
deri bir kemik kalmış Bosnalı esirlerin fotoğrafının danış1klt dö­
ı·iiş olduğunu ortaya çıkarmıştı. Şirketlerin parasal desteğini ar­
kalarına alan hükümet yanlısı gazetec iler, İ ngiliz mahkemesi­
nin, LM' nin Sırp fanatikterin savaş suçlarını rezil ve inanılmaz
bir şekilde inkar ettiği yönündeki fi kirlerini sonuna kadar kul­
landılar. Yayınını kesrnek zorunda kalan dergiyi yıkan, karardan
çok mahkeme masrafları oldu.
Bu kişilik haklarına il işkin yasalar araştırmacı gazetecilerin
çal ışmasını sekteye uğratırken ( Guardian ' ın bilgisayarı, gazete­
ci, mak inenin sorduğu şu soruya cevap vermedikçe yazıyı kabul
etmeyecektir: "AVUKATIN ELiNDE N GEÇTi Mİ?") halkı
pek korumuyorlar. Daily Mirror gibi İngiliz bulvar gazeteleri
karakter karalaması, ded ikodu ve kısır uydurmaların kötü şöh­
retli mezbelesidir.
Basının ayak bağlarından kurtarı lınasına karşı diğer faktörler
işe yaraınadığında, sansüre takmış olan yetkililerin son olarak
öne sürdüğü ve gazetec ilerin de kabul etmeye hazır oldukları sa­
vunma şudur: eleştiriye açık bir hükümet ' İ ngiliz' sayılmaz. Ba­
zı özgürlükler, bazı İngi lizlerin "kültürümüz" dediği şeye saldı­
rı sayılır.
Oysa bu "kültür' uzun süred ir yerleşik olan boyun eğme alış­
kanl ığı ile güçlüterin tercihleri nin uygun bir karışımından başka
bir şey değildir.

Beladan bahsetnıişken, şimdi başmuz dertte. Gazetecili8in


gerçekten ilıtiyaç duydu.�u kara koyun/ardan. Sansür indek-

350
si' nin müdürü Frank Fisher, üstleri Londra dışmdayken yayının
sorumluluğunu taşıyordu. Frank yazıya M/5 ve M/6 helgelerini
isteyen herkesin okuyabileceği sitenin adresini de sokuşturuver­
di. Okur/ara hatırlatınm, gizli damga/ı istihbarat belgesini kul­
landı.

Editörler geri döndüklerinde binlerce kopyanın basılmış ol­


duğunu görüp bir toplantı çağırdılar. Frank 'i yağda kızartalım
mı yoksa üzerine 'ne isterseniz yapın' yazılı bir not iliştirip yet­
kili lere teslim mi edelim? Daha önce tutuklanan öğrenciye yap­
tıkları gibi Metropolitan pol isi bilgisayarları almaya geldiğinde
diskleri nasıl kurtaracağız? Derginin yayma devam etmesini na­
sıl sağlayacağız? İflastan nasıl kurtulacağız? Pasaportuma el
koymalarına nasıl engel olacağım?
Ne olursa olsun dergi basılacaktı.
Ama elektronik postayla gelen saldırıya hazırlıklı değildik:

Greg Palast' ın ale/acele yazılmış Kamçıyı Öpmek başlıklı


yazısı . . . İndeks neden ciddi itihanmn bu tür cehalet ve ufak­
çılıkla zedelenmesine ve sayfalannın saçmalıktarla israf
edilmesine izin veriyor?

Amerika'ya gittikten sonra, üst sınıf aksanı ve ölçülü saldır­


ganlığıyla kısa süre içinde New York ' un gözde kokteyl partisi
devrimeisi olan Christopher Hitchens gerçekten çok alınm ıştı.
Cumhuriyetçilere yardımcı olduğu şeklindeki yoruma tahammül
etmesi imkansızdı.

Bu paragraftaki her şey ya gerçek dışı ya da konuyla ilgisiz.


Clinton ' a soruşturma açan Parlemento komitesi ABD hükü­
metinin kolu değildir. . . Ben herhangi bir kuruma 'boyun ep­
medim' , kendi isteğim/e ifade verdim. . . Eğer hay Palasi ABD

35 1
Anayasasının görevi kötüye kullanmaya ilişkin maddelerini
anlamıyorsa. İngilizlere temel haklarından mahrumlar diye
uka la/ık etmeye de hakkı yoktur.

Bu fırçadan ağzıının payını alıp sünepe bir cevap yazdım.

Bay Christopher Hitchens


Washington DC

Sayın bayım,

Gururunuzu ve öz saygı nızı yaralamış görünen sözlerim­


den ötürü özür dilemek için yazıyorum. Yazıları ve alçakgö­
nüllüğü ile tanınan sizin gibi önemli bir şahsiyeti kırmak is­
tememiştim.
Bizim gibi toplumsal eleştiri yazarlarının başkalarına sa­
lık verdiğimiz olgunluk ve esnekliğe sahip olmamız gerekti­
ğini sıkça söylerim. Ama tabi sizin haklı ününüz ve konumu­
zu dikkate alarak. size istisna yapmak ve sizi her türlü eleşti­
riden muaf tutmak gerektiğine katılıyorum. Çalışmalarınız
nüfuzlu kişileri nadiren rahatsız etse de, önyargılarımızın
takdir edilmesine ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde Sol ' a il­
tifat etmeniz büyük incelik.
itiraf etmeliyim ki yazının editörlüğünü ben yapmış ol­
sam, sizin hikayenizle bitirmezdim . . . S izin Washington 'da­
ki antikalıklarınız benim açımdan sandığınız kadar önemli
değil.
Yayma hazırlan ırken kafamız başka sorunlarla meşgul ol­
duğu için bizi affedin . İndeks, İngiltere 'nin acımasız sansür
sistemini teşhir etti- ve böylece MI5 ve Ml6'nın yorumladı­
ğı şekliyle Devlet Sırları Yasası 'nı ihlal etmenin sınırına gel­
di. İndeks, Yasaya göre dava konusu olursa, bilgisayarlarımı-

352
za el konulursa, editörler ve ben tutuklanırsak ne yapacağı­
mız üzerine uzun uzun konuşmakla meşguldük. itiraf ediyo­
rum, devlet baskısı ile karşı karşıyayken sizin kişisel duygu­
lanmza gereken hassasiyeti gösteremedim.
Haklı olarak benim "cehaletim ve ufakçılığım" olarak ad­
landırdığınız şeyler karşısında dehşete düştüm. Kenneth
Starr'ın başkan Clinton ' a karşı yürüttüğü soruşturmada ta­
nıklık etmeniz istendiğinde bu isteğe "boyun eğdiğinizi"
yazmışım. Bunu yapmış olsanız gerçekten de Amerikan ga­
zetecilik ahlakını çiğnemiş olurdunuz: gazeteciler devlet so­
ruşturmasına yardımcı olmak için asla kaynaklan hakkında
bilgi vermemelidir. Ş imdi memnuniyetle düzeltiyorum. Ta­
nıklık etmeye 'boyun eğmed iniz' sadece dediğiniz gibi ' ken­
di isteğinizle' Kenneth Starr'ın resmi cadı avında yer almaya
karar verdiniz.

Ou• a a f ı PF610SS1 /01/0


llat.e ; o.�... , ,,�

L1p!&0 Ipteı11geace lfrylCI ISGI!itx in tDI gl

Şekil 19. Khalifa Ahmad Bazelya adlı Libya'lı bir casusun İngiltere'de kalma­
sına izin vererek angaje etme girişimine ilişkin b ir MI5 belgesi. Plan felaketle
sonuçlandı. Bazelya, Londra'da yaşayan Libyalı bir muhalifin gizemli bir bi­
çimde öldürülmesinden sonra sınır dışı edildi.

353
Bu nedenle İndeks' ten aşağıdaki özrü yayınlamasını i ste­
dim:

Bay Greg Palast; bütün eylemleri onurlu ve erdemli olan,


daima ve istisnasız bir şekilde eleştiriden muaf olan, çalış­
maları bay Palasi gibi araştırmacı gazeteci denilen şahısla­
rın eleştirilerinin ulaşamayacağı hay Christopher Hitc­
hens' ten özür dilemeyi istemektedir. Bay Palast utanç içinde­
dir.

İçten/ik/e . . . .

Sonunda Majesteleri ' n in istihbarat servisi de Christopher


Hitchens de geri bastı. B i r İngil i z temyiz mahkemesi; yeni Av­
rupa İnsan Hakları yasasına göre, zaten kamuya ulaşmış olan
bilgilerin yayınlanmasının İngi liz resmi sırlarının açıklanması
olarak kabul edilemeyeceğine karar verdi . Ancak zorbalık Yasa­
sı devlet sırlarını açıklayanları belirsiz bir anda cezalandırmak
üzere yerinde duruyor.

Gazeteci Martin Brigh t, Guardian ve Ohserver'ın editörleri


bu belgenin varlığını belirttikleri ve bilgi kaynaklarını açıklama­
dıkları için Resmi S ırlar Yasası ' nı ihlal etmekten mahkemeye
çağrı ldılar. Sansür indeksi nin editörü Frank Fischer, bir adım
'

daha atıp, sitenin adres ini yayınlamaya ve yazıının içine belge­


nin fotoğrafını koymaya karar verdi. Neyse ki mahkeme; İngil­
tere 'nin kısa süre önce i mzaladı ğı Avrupa İnsan Hakları sözleş­
mesinin gazeteciğİ n cezalandırılmasını, en azından bu durumda,
yasakladığı sonucuna vardı. Bu arada Ml5 belgesi www.crypto­
me.org adresinden okunabilir.

354
9
Pasifik 'teki Zafer - Sonuç

Okuyucu/arın, bütün bunların ne anlama geldiğini sorduk/a­


rı söylendi bana. Ne diyeyim? İşte, International Herald Tribu­
ne için yazdığım bir yazı. Nefret dolu birkaç e-mail aldım, o yüz­
den, demek ki yazdıklarımın bir anlamı varmış.

I 995 'te, S ilver Post No. 282 'nin gazileri eski askerlik keple­
rini giyip, rozetlerini, madalyonlarını takıp yemek salonunun
çevresinde dolanarak, Japonlara karşı kazandıkları zaferin ellin­
ci yılını kutladılar. Babam sessizce masasında oturdu. Madal­
yonlarını takmamıştı.
Madalyonu bana otuz yıl önce vermişti. O günü hiç unutmu­
yorum: 8 Mart 1 965 . O gün, diğer günler gibi, ucuz mallar satan
mağazanın yanındaki gazeteciye kadar babamla yürüdüm. LA
Times okuyucusuydu. Hiç Examiner okumadı. Manşetiere göz
attı: Amerikan deniz piyadeleri Vietnam, Danang plaj ına çıktı­
lar.
Çocukken babamın madalyonlanndan çok hoşlanırdım. Üze­
rinde karta) ve palmiye altındaki askerlerin kabartmasının bu­
lunduğu madalyonda 'Asya-Pasifik Harekatı ' yazılıydı. Üç
bronz yıldız ve bir ok başı vardı üzerinde.
Babam fanatik milliyetçilere biraz kuşkuyla bakardı hep.
Ama kendisi de, derin ve zeki bir milliyetç iliğin beslediği vatan­
sever duygulara sahipti. Onun gözünde Amerika. Franklin D.

355
Roosevelt ve Dört Özgürlük demekti. B abamın ordusu Hitler' in
toplama kamplarını dağıttı ve daha sonra da Martin Luther
King 'in taraftarlarını Birrningham yürüyüşünde korudu. Onun
Amerikası , güçlü kolunu dünyanın omuzuna atarak dünyayı ko­
rumuştu. Madalyonun arkasında şunlar yazı lıydı : "istek ve Kor­
kudan Kurtulmak."
Japonya'ya karşı kazandığı zafer imparatorl uk gücüne karşı
ilkelerin, diktatörl üğe karşı özgürlüğün, Japonya'nın saf askeri
gücüne karşı hakkı n zaferiydi. J aponların silaha, bizim de ideal­
lere sahip olduğumuz, savaşın ilk günlerinde bana bir şarkı öğ­
retti babam : Elimizde saidıracak hombm·dınıan uçaklarımız yok
. . . ama Karta/lar, Amerikan Kartalları tapflltımız haklar uğru­
na savaşır/ar.'

I 965 ' teki o gün, "İşte bu kadar" dedi ve gazeteyi katladı. Po­
litikacılar onun ordusuna, savaş sonrasının güçlü sanayisinin
ölüm makineleri yle, Asya ' n ın yoksul ülkesinin tepesine binme­
sini emretmişlerdi. Tarih konusunda çok okuyan ve savaş konu­
sunda çok tecrübeli olan babam olacakları biliyordu. Daha o za­
mandan, diğer Amerikal ıların Vietnam 'da on yıl savaştıktan
sonra göreceklerini tam tamına gönnüştü: Saman kulübelerin
üzerine napalm bombaları atan, Hirohito 'nun işgalcilerinin 20
yıl önce yaktıkları aynı köyleri yakan Amerikan bombardıman
uçakları.
Lyndon Johnson ve politikacılar onun Japonya karşısındaki
zaferini sıfıra indirdiler. Diktatörlüğe karşı kazandığı zaferi yok
ettiler.
Eve döndüğümüzde, madalyalarını onlarla oynayıp oyuncak­
larım arasında kaybedeyim diye on iki yaşındaki ellerime koydu.
Bir kaç yıl önce, karım Linda ile birlikte, domuz ve tavuk
satın alabilsinler diye çiftçilere birkaç dolar borç veren kırsal
kesimdeki kredi kooperatiflerine yardım etmek için Vietnam 'a
gittik.

356
8 Mayıs 1 995'te, Danang'da iken, plajdan Vietnamlıların
ebeveynlerini ve atalarını onurlandırdıkları mabede doğru giden
uzun, taş bir merdivenden indim.
Yarı yolda, benim yaşlarda bir adam, koltuk değneği ve tek
hacakla ilerlemenin yarattığı zorluktan dolayı dinlenmek için
durmuştu. Yanına oturdu m ama eski, kirli bir üniforma artığı
olan yırtık pırtık elbisesinden utanarak başını öbür taraf çevirdi.
İkimiz de aşağıda, teknelerinde çalışan balıkçıları seyrettik.
B abamın madalyalarından birini yanına koydum. Bu davranışım
karşısında ne düşündü bilmiyorum. Ben de bilmiyorum zaten
neden yaptığımı.
1 945 'te, Missouri savaş gemisinde, Douglas MacArthur
Japon İmparatorluğu ' nun teslim oluşunu kabul etti. General
MacArthur'la pek işim olmadı ama beni etkileyen bir sözü var:
' B izim bu yüksek onura erişmemiz bile, hizmet etmek üzere ol­
duğumuz kutsal amaçları yüceltir."

357
En derin korkumuz yetersizlik korkusu değil, ölçü/emeyecek
büyüklükte bir güce sahip olmakttr.
Nelson Mandela
Ç l KAN KİT APLAR
TARili BiYooBAri
· EÖER OY!E OLSAYOI • clı.T 1 • PEÇEYE OFKE
ALTI!RNATIF DÜNYA TARIHI
• EÖER Onı; OLSAYDI · clLT l • KANARYA
ALTI!RNATIF DÜNYA TARIHI • KAYATIM HARBIDEN

BAŞKA TARIH ROMAN


HER ŞEY SU b..E BAŞLADI
·

BAŞKA TOıudYE •

· OTa<! AMERIKA • ARAP KAYMAKAM


TARIHTE BÜYÜK FIYASKou.R • BAYKUŞ IMPARATORLUÖU
· TI!SLA

· TOIU< TARIHINDE • TARIHI


FIYASKOI.AR DECIŞI1REN IIAŞAlUSIZUl(LA
• 2500 YlUlK SAVAŞ TARIHI
•UOER BIYOGRAFiı.ERtNOEid
TORıclYE A.llAŞTIJIMA
·TARIHIN BOYCıK S11U.A1U • KUTSAL DEHŞET
ALTERNATIF

· KUTSAL NEFRET
OfCENIN GÖZI.EIU
TARIH HIKAYELERI •

• BIR OOiooJŞACı PROJESI


ÇX)K LÜ'ZUMLU TARIH
AMERIKAN
·
·
ANSba.oPEOisl
MUHALIFLERi KONUŞUYOR
· SALA.ICLIK TARIHI
LÜZ1.JMSUZ BiuılıJ:R
• 1688-BIR DÜNYA TARIHI

ANSİKLOPEDisl l·Z.3
· TARIHIN BOYCıK YALANLARI
• KOSTEBEK INsANLAR
· MASKEUI\,
S0VARILER, OACII.AR
BOl'liLAN
· ANTIK ÇA(lDAN
• BAUÖIN Blslıo.ETE GÜNÜMÜZE YAŞllLlK
IHTIYACI NE ICADARSA DOÖANIN YARATl1ÖI OIBt
ICADININ

E:IUCJ:ÖE
IHTIYACI O ICADARDlR Fıy Weldaıı O"ÖNCEL
• A11lXARlNCA J IIDbert ;.­ KIRMIZl b..E YEŞIL
Shm &lm.n

• ELBisENİN KIRAcısı YEŞIL b..E KlllMlZI
· APTAL INciR AÖACI Eudora Wclıy
• KONGO ATEŞ! IIDbert ­
• MIIUAM'IN ŞARKISI M.arlc Mmvbone
• AZizE KATIIERINE1N

CAllNAN Olıl Shtn &lm.n


IMPARATOROAN BIR AR.MAÖAN � llulr •NEW OIUEANS'TAN KOSOVA'YA ldll EJv.rı,
AYAKTA KAlAN SON KADlN
·

• Wbınt ı...Dulre MOUIE"NIN Işi Wl/lam AdJı:r


DOKUNUI.MAZ


}oluı &n.m. PARANIN SA11N AU.Biı..ı:a:öl
EN IYI DEMOKRASI
·

• RHOOE ISI..AND BLUES Fıy Weldaıı


U§irUn� Gil!ı�ID>lB!l!.IBILh'iU
• Kitaplanmm kolayca ve 1l)'IUD tlyatlarla ediımıek later miaiılh?
• Petbı ahtJarda "20 iDdirimden yarariamyonunu

• Vadeli alıtlan.au be ldıapiann &t fiyatı llzerinden


• Siparifkriııiı: en geç OD ıBn içiDde pom/brJoya veriliyor

• 20 milyon 11.. ve tlseriııdeld liparitlerinizde JIOifa/brııo 6creti


6demeııi:e gerek yok. Bu m.unf1 yayuıevim.ls lbtleııiyor
• Ödemıeleriniıi ltredi bm ile yapabiliyonanas
• Bdtibı yapecaiııın .,.plaJd adıaten bir liparit formu iatemıelt

Hepsi bu!
Ayl<ın Yl)'ıncılık
AJ...,d.ır Mah. Ç.ulçoım• Sok. �ırat Han Ho: 30 Kat: 2 Ca(lal�lıı/15TAN8UL
T.� 0.212.513 81 57 Fak.: 0.212.511 62 52
l}'k1rlel}'klriJiot www.l)'klrt.not

You might also like