You are on page 1of 20

FİZİKSEL GERÇEKLİK VE SUBJEKTİF EKSPERİYANS

Saffet Murat Tura

(Aşağıdaki metin 23-26 Nisan 2009 tarihleri arasında Şirince Nesin Matematik Köyünde düzenlenen ‘Kuantum Mekaniği
ve Bulanık Mantık’ konulu çalıştayda, yukardaki başlıkla yapılan konuşmanın aslına sadık bir özetidir.)

Sevgili arkadaşlar;

Şimdiye kadar evrendeki en elemanter parçacıklardan ve bunların gündelik sağduyumuzu


sarsan, şaşırtıcı davranışlarından söz ettik. Bugün olaya tersten yaklaşarak bildiğimiz evren
bölgesindeki en komplike fiziksel sistem olan insan beyninden, belki bir anlamda tam da
‘ben’ deme eğiliminde olduğumuz şeyden söz edeceğiz. Beynin şaşırtıcı özellikleri sadece
atom ve molekül düzeyinden başlayıp nöral düzeye kadar gösterdiği olağan üstü karmaşık
yapılanmadan ve bu biyolojik organın sözel-kültürel davranışlarımız da dahil tüm
davranışlarımıza yol açmasından kaynaklanmaz yalnızca. Bunlardan çok daha ilginç ve
henüz bilimsel olarak anlayıp açıklayamadığımız bir şekilde fiziksel beynin duygu, düşünce,
algı, rüya, can acısı, bulantı hissi gibi ilk bakışta pek de fiziksel bir şey değilmiş gibi duran
subjektif eksperiyanslara da yol açmasından kaynaklanır. Daha sonra göreceğimiz gibi insan
varlığı olarak Russell’cı anlamda doğrudan tanışık oluğumuz (acquainstanceship) tek
gerçeklik de bu subjektif gerçekliktir aslında. Bu saptama garip ve bazı idealist filozofların
görüşlerini hatırlatır gibi algılanabilir. Ama aslında biyolojik bir olaydır. Şimdiden bir fikir
vermek için söyleyeyim, biz mesela şu masaya baktığımızda masanın ta kendisiyle doğrudan
bir tanışıklık kurmuyoruz aslında. Bize öyleymiş gibi görünmesi, yani masanın ta kendisini
olduğu gibi gördüğümüzü sanmamız biyolojik bir yanılsamadan ibaret. Bizim tanışık
olduğumuz masa algısı masanın ta kendisi değil, dış dünyadaki şu masanın beynimizde
neden olduğu subjektif masa eksperiyansıdır aslında. Bu konuya daha sonra ayrıntılı bir
şekilde yeniden döneceğim.

Subjektif eksperiyanslarla (isterseniz fenomenal bilinçle diyelim) kuantum mekaniği


arasında bir ilişki olduğu sezgisi yeni değildir. Her iki alandaki doğa bilimsel
açıklamalarımızın henüz yetersiz kalmasıyla da, dolayısıyla bilinmezler arasında bağlantı
kurma çabamızla da alakalı değildir durum. Bilinçle kuantum mekaniği arasında kurulmaya
çalışılan ilişkiler iki yönlüdür. Bazıları kuantum mekaniğinin bazı şaşırtıcı yönlerini
açıklamak için bilinci devreye sokmaya çalışırken, diğer bir kısım bilim insanı da tam tersine
bilincin gizemini açıklamak için kuantum mekaniğine başvurmak gerektiğini düşünür.
Necmi Buğdaycı ilk gurup hakkında fikir verdi bize. Bunlara göre kuantum mekaniğinin en
sorunlu alanında, yani ölçüm işlemiyle ‘dalga fonksiyonun çökmesi’ aşamasında
gözlemcinin bilinci etkili olabilir. Bu ilginç bir görüştür ve büsbütün dayanaksız olduğu da
söylemez. Mesela ‘hiç ölçümlerinde’ (null measurements) dalga fonksiyonundaki parçacığın
makro-fiziksel ölçüm aracımızla bildiğimiz kadarıyla herhangi bir fiziksel etkileşime
girmemesine rağmen deneyin bize dolaylı yoldan parçacıkla ilgili bilgi vermesi durumunda
belli bir parametrede dalga fonksiyonunun çökermesi, yani deney sonucunun etkilenmesi
garip bir durumdur ve ister istemez bilincimizin deney sonucunu etkilediğini düşünmemize
yol açar. Đlk bakışta hayli idealist tınlayan bu yorum eğer bilincin biyolojik (fiziksel) bir şey
olduğunu düşünürsek genel bilimsel anlayışlarımızı sarsmaz aslında. Kuantum mekaniğinin

1
bu tipte aşırı yorumlarının bazıları tarafından mistik bir olay gibi algılanmasının nedeni
bugüne kadar bilincin sanki doğa üstü bir olay gibi düşünülmesidir. Ama bilinç, biyolojik
(fiziksel) bir olaysa bu tipte aşırı yorumlar bile fiziksel gerçeklik ve bilimin esasıyla ilgili
temel sezgilerimize ters düşmeyecektir. Bununla beraber ben dalga fonksiyonun çökmesinde
bilincin fiziksel bir etkili gibi davrandığını düşünmek için erken olduğu ve bu tipte
yorumların ancak diğer nesnel açıklamaların önü tıkandığında ele alınması gerektiği
kanısındayım.

Yukarda da sözünü ettiğim gibi bilinçle kuantum mekaniği arasında kurulmaya çalışılan
ilişkilerin ikincisi tam tersi bir yol izler ve bilincin gizeminin aydınlatılmasında kuantum
mekaniğinden faydalanılabileceği sezgisinden hareket eder. Ben de bugün bu yönde bir
görüş dile getireceğim.

Öncelikle subjektif eksperiyansların, iç yaşantıların, fenomenal bilincin biyolojik


bedenimizle, beynimizle ilgili bir doğa olayı olduğunu kavramamız çok önemli. Gerçi henüz
bu doğa olayını bilimsel olarak açıklayamıyoruz. Ama subjektif eksperiyansların bir doğa
olayı olduğu tezi güçlü bir varsayımdır ve böyle düşünmemizin de pek çok nedeni var. Biraz
sonra bunlardan söz edeceğim. Ama öncelikle bu varsayımın genel geçer anlayışlara nasıl
ters düştüğünü hatırlayalım. Dünyadaki insanların ezici çoğunluğu şu ya da bu nedenle
subjektif eksperianslarımızın doğa bilimi tarafından incelenebilir ve açıklanabilir bir doğa
olayı olmadığı kanısındadır. Mesela hemen her dinde bunlar biyolojik bedenden farklı,
doğaüstü bir varlığa atfedilen özelliklerdir. Bu yöndeki görüşleri en açık, ikna edici ve
sistematik şekilde dile getiren filozof da Descartes’tır. O halde bu filozofun görüşlerini
kısaca hatırlayalım.

Descartes doğru bilgiye ulaşmak için matematiğin aksiyomları kadar açık-seçik bir doğrudan
hareket etmesi gerektiğini düşünür. ( o zamanlar aksiyomların açık-seçik doğrular olduğu
sanılıyordu). Böylece sağlam bilgiye ulaşmak için önce metodik şüphe adını verdiği bir
düşünme sürecine başlar; bildiği her şeyden şüphe eder. Bunlardan en çarpıcı olanı dış
dünyanın varlığından şüphe etmesidir. Belki dış dünya ve hatta bedeniyle ilgili her şey bir tür
rüyadır, hayaldir. (Daha sonraları benzeri bir yöntem modern fenomenoljinin kurucusu
Husserl tarafından da kullanılacaktır; metodolojik tek-bencilik). Giderek şüphe ettiğinden
şüphe edemeyeceğini görür Descartes; çünkü şüphe ettiğinden şüphe ederse gene şüphe
etmiş olur. Ama şüphe etmek düşünmektir. Buradan da felsefesinin temelindeki argümana
ulaşır;’Düşünüyorum, o halde varım’. Felsefesinin geri kalanı pek ikna edici değildir bence.
Descartes kendisinde bir Tanrı fikri olduğunu ve bunu çevresindeki şeylerden deney yoluyla
elde etmiş olamayacağını düşünür. Demek ki bu fikri ona yerleştiren gene Tanrı olmalıdır.
Tanrı gibi ulu bir varlık da zavallı Descartes’ı kandırmayacağına göre dış dünya ve bedeni de
vardır ve kendine göründüğü gibidir. (Daha sonra Descartes’ın sandığı gibi bir Tanrı varsa
bile bizi fena halde kandırdığını göreceğiz).

Şimdi Descartes’ın kendi varlığını nasıl kanıtladığına daha yakından bakalım. Dış dünya ile
birlikte biyolojik bedenin varlığından da şüphe etmişti Descartes. Demek ki varlığını
kanıtladığı ‘ben’, biyolojik bedeninden farklı bir ‘ben’dir; düşünen ben dir. Demek ki doğru
çıkarım şudur; ‘düşünüyorum, o halde düşünen ben olarak varım’. Böylece Descartes iki töz
olduğunu kabul eder; ‘düşünen töz’ ve ‘uzamda yer kaplayan töz’. Demek ki Descartes

2
kendisinin fizik yasalara tabi biyolojik bedeninden farklı bir şey olduğu, ‘düşünen ben’
olduğu sonucuna varıyor. Buna kabaca ruh da diyebiliriz. Bu ‘ben’, biyolojik (fiziksel)
bedenden farklı olduğu için biyolojik ölümle de ortadan kalkmayacaktır. Üstelik bu iki töz
(Kabaca ruh ve beden) beyin, hatta beyindeki belli bir bölge olan epifiz aracılığıyla birbiriyle
etkileşir. Biyolojik bedenlerden ibaret olmadığımızı, bir anlamda doğa yasalarının dışında ve
üstünde varlıklar olduğumuzu, zihnimizin biyolojik bir olay olmayıp, biyolojik bedenimizle
ilişkiye geçen başka bir varlık olduğu tezine etkileşimci ikilikçilik denir. Buna göre insanın
fizik yasaların üstünde bir özgürlüğü vardır, doğa yasalarının neden sonuç zincirinde bir
kesintidir insan: çünkü fizik ve kimya yasalarına tabi biyolojik bedeninden farklı bir
varlıktır. Dolayısıyla başka bir fiziksel olayın neden olmadığı ama bedeni etkilemek yoluyla
yeni bir neden sonuç zincirini başlatabilir. Đşte bu da Kartezyen (Descartes’çı) öznenin özgür
iradesi olduğu anlamına gelir. Đnsan doğa üstü bir varlık olarak doğa yasalarına tabi değildir.

‘Baykuş, Felsefe Yazıları’ dergisinde yayınlanmakta olan bir dizi makaleyle felsefe tarihinin
bu en ünlü argümanının (düşünüyorum, o halde varım’ın) olgusal anlamda yanlış bir öncüle
dayanmasına (yani düşüncenin beyinde gerçekleşen biyolojik bir olay olmasına) rağmen
etkileşimci ikilikçiliğin günlük yaşamda bize niçin doğruymuş gibi göründüğünü felsefi bir
düzeyde tartışıyorum. Bugün, burada olaya biraz daha farklı bir açıdan yaklaşacağım. O
halde temel problemimizi görelim.

Kartezyen ikilikçilik düşünce dünyamızda ve hatta akademik yaşamda bile öylesine yer
etmiştir ki, sadece dinler de değil, laisizm anlayışımızda hatta akademik bilimlerin (sanki
insan zaten bir doğa olayı değilmiş gibi) doğa bilimleri ve insan bilimleri şeklinde ikiye
ayrılmasında bile kendini gösterir bu durum. Üstelik günlük yaşamımızda fiziksel bir şey
gibi durmayan, dolayısıyla biyolojik bedenimize ait değilmiş gibi duran subjektif
eksperiyansların davranışlarımızın esas nedeni olduğunu düşünürüz. Mesela üşüdüğümüz
için şu hırkayı giydiğimizi, işkencede acı çekmekten korktuğumuz için politik mücadeleden
kaçındığımızı, orada bir çekiç gördüğümüz için çekiç gördüğümüzü söylediğimizi, bir çok
fotoğraf arasında bir yakınımızın fotoğrafını tanıdığımız için heyecanlandığımızı, orgazmik
haz için seviştiğimizi filan söyleriz. Eğer durum böyleyse subjektif eksperiyanslar, fiziksel-
biyolojik bedenimizin hareketlerini, davranışlarını belirleyen en önemli neden oluyor. Eğer
eksperiyanslar biyoljik bedenimizin (beynimizin) bir parçasıysa pekala mümkündür bu.
Ayrıca bir ruhun varlığını gerektirmez.

3
Subjektif Eksperiyanslar organizmanın sözel ve sözel olmayan davranışlarına neden olur
mu?

Bu sorunun oldukça karmaşık bir ‘evet, mümkündür, olabilir’ gibi de bir yanıtı olmakla
beraber daha sonra günlük sağduyumuzu sarsacak, eksperiyansların davranışlarımızda etkili
olmadığını telkin edecek bazı klinik durumlardan söz edeceğim. Ama şimdiden temel
problemimizi sorabilirim: niçin günlük yaşamda biyolojik bedenimizden farklı ve onu
yöneten, fizik yasaların dışında ve üstünde bir zihnimiz varmış gibi görünüyor bize. Yani
Kartezyen yanılsamanın nedeni ne?

Bu yanılsamada subjektif eksperiansların fiziksel bir şey gibi durmamasının önemli bir rol
oynadığını görüyorsunuz. O halde başka bir temel soru sorarak ilerleyelim.

BEYNĐN NÖRAL ĐŞLEVLERĐYLE


SUBJEKTĐF EKSPERĐYANSLAR
ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ NEDĐR ?

Bu temel soruyu yanıtlamayı denemeden önce bir sıçrama yapacağım ve size evrendeki en
temel parçacıklardan söz edeceğim. Aşağıdaki şekilde kabaca maddeyi oluşturan en temel
parçacıklarla (mesela üç kuark bir proton oluşturur vs.), evrendeki dört temel kuvvetin
taşıyıcısı olan parçacıkları görüyorsunuz. Buradaki dört temel kuvvetin üçünün kuantum
teorisi yapılabildi. Yanlızca gravitasyonun kuantum teorisi yok. Burada hala Einstein’nın
genel göreliliği geçerli. Fizikçiler bu dört kuvvetin evrenin erken aşamalarında tek bir
kuvvet olduğunu, sonradan ayrıştıklarını, bu yolla ‘Büyük Bileşik Kuram’a
ulaşabileceklerini düşünüyor. Yani bazı post modern düşünürlerin sandığı gibi fizikler ya da
bilimler filan yok. Bir tek bilim var; doğa bilimi ve bu bilimin sorunları var. Hep vardı ve
hep olacak. Hepsi bu.

4
Yukarda büyük patlama sonrası evrenin gelişiminin şemasını görüyorsunuz. Burada en
elemanter parçacıklardan daha karmaşık yapıların ortaya çıkması resmedilmiş. Evrenin
şimdiki halinde insan yer alıyor. Demek ki büyük patlama başlangıç enerjisinin bir
bölümüyüz bizler; evrenin bir parçasıyız. Şairane bir deyişle bizde ve bizim aracılığımızla
evren kendini kavrıyor. Gezegenimiz dört buçuk milyar yıllık bir tarihe sahip. Radyometrik
ölçümlerden anlıyoruz bunu. Gök taşlarında yapılan ölçümler de güneş sisteminin aynı
tarihte oluştuğunu doğruluyor zaten. Daha eski zamanlarda galaksimiz Samanyolu’nun bu
bölgesinde (Avcı kolunda) büyük bir yıldızın bulunduğunu bir ‘süper nova’ patlamasıyla
ortadan kalktığını sanıyoruz. Çünkü bizlerin de içerdiği karbon, oksijen, demir gibi yüksek
atom ağırlıklı atomlar ancak bu koşullarda bir ‘sıcak füzyon’ reaksiyonuyla meydana
gelebilir. Gezegenimiz jeokronolojik olarak çok erken evrelerinde, prekambriyen
dönemlerde ilginç bir canlılık evrimine sahne olmuş anlaşılan. Bugün deney tüplerinde o
dönemin atmosfer koşullarını taklit ettiğimizde kısa DNA, RNA molekülleri, kısa amino asit
zincirleri oluşuyor. Bu moleküllerin bugünkü biyolojik canlılık tanımımıza uyan bazı büyük
kimyasal döngü sistemlerine neden olduğunu düşünüyoruz. Yani gezegendeki prokaryotik
hücre öncesi ilk canlılar bu ‘kendi beslek’ ve metabolizması olan kimyasal reaksiyon
sistemleriydi. Evrim teorisinin hücre sonrası evrimin nasıl geliştiğini anlatan güçlü bir teori
olduğunu hatırlayalım. Biyolojik türümüz homo sapiens’in ilk örneklerinden bulunan kemik
kalıntılarından yapılan ölçümler 150 bin yıl kadar eski zamanlara ulaşıyor yalnızca. Bu
tarihler mitokondrial DNA üzerindeki moleküler biyolojik verilerle de uyumlu aşağı yukarı.
Đşte evrenin kısacık tarihi böyle. Bunun konumuzla ilişkisi ne peki?

Bizler subjektif eksperiyansları olan cisimleriz. Peki ama bazı maddi yapılar evrenin
evriminin hangi aşamasında kazandı bu subjektif eksperiyansa sahip olma özelliğini? Her
halde bizden önceki canlıların bazıları da kazanmıştı bu özelliği. Ama hangileri? Bazı
tahminlerde bulunsak da açıkçası bilmiyoruz. Zaten evrende belki de hakkında en az şey
bildiğimiz doğa olayı bilinç. Hatta açıkçası subjektif eksperiyansların ‘ne’ olduğunu bile
bilmiyoruz.

1. Subjektif eksperiyanslar evrendeki temel parçacıkların çeşitli kombinasyonlarına


indirgenebilir mi? Mesela can acısı eksperiyansı beyindeki belli bir nöral aktiviteye
özdeş mi?

2. Subjektif eksperiyanslar evrende beynin gelişmesiyle ortaya çıkan indirgenemez yeni


bir enerji formu olabilir mi?

3. Eksperiyensler enerji değeri olmayan epifenomenler mi?

4. 4-Eksperiyanslar bir tür kuantum dalga fonksiyonu olabilir mi?

‘Histerik Bilinç’ adlı kitabımda üçüncü ve dördüncü ihtimaller üzerinde durmuştum. Đlk
seçeneğin termodinamiğin 1. Yasası (enerjinin sakınımı yasası) gereği üçüncü seçeneğin bir
türüne dönüştürülebileceğini sanıyorum. Az önce sözünü ettiğim makale dizisinde ayrıntıyla
tartışıyorum bu konuyu. Bilincin kuantum olaylarıyla, özellikle ‘yerel olmama’ ile bağlantılı
olması kuvvetle muhtemel gözüküyor. Zaten birazdan böyle bir bağlantının olmasının neden
muhtemel olduğu konusu üzerinde duracağım. Ama şu aralar bilhassa 2. Tezin doğruluk
değerini tartışıyorum söz ettiğim makalelerde.

Açıkçası subjektif eksperiyansların ne olduğunu bilmiyoruz. Ama bilimde her zaman


yaptığımız gibi bazı varsayımlarla ilerleyebiliriz. Tabii çözümden şimdilik çok uzağız. Ama
bu tipte küçük denemeler sayesinde giderek kavramlarımız, kafamız daha netleşecek.
Efsunlu bir şeyle değil diğerleri gibi bir doğa olayıyla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi
anlayacağız. Ve bir gün çözeceğiz bu problemi de. Sizlerin de böyle bilimin bilinmezlik
sınırlarında dolaşmak hoşuna gidiyor mu bilmem? Ben büyük zevk alıyorum bu serüvenden.

6
Sanki dünya büyük bir uzay gemisi ve bizler bir bilim kurgu öyküsünün kahramanlarıyız.
Neyse önce aşağıdaki tanımlara göz atın.

Zihin: Organizmanın sözel ve sözel olmayan davranışlarına yol açan, subjektif eksperiayas
özelliğinde algı, inanç, arzu gibi yönelimsel (intentionel)) içeriklerden oluştuğu ve fizik
yasaların dışında ve üstünde yer aldığı düşünülen süreç.

Beyin: Organizmanın sözel ve sözel olmayan davranışlarına neden olan biyolojik organ.

Zihin folk psikolojik ve filozofik bir kavram. Folk psikoloji dediğimizde ne anlamalıyız?
Şimdi tüm sıradan diller ve kültürler sevgi, nefret, kıskançlık, haset, irade, duygu, zeka, zihin
vs. gibi kavramlar içerir ve insanlar arası ilişkileri, insan davranışlarını bu kavramlarla
açıklar. Yani sıradan diller aslında günlük yaşamı açıklayan bir teori gibi işler. Gündelik
yaşamda da bazı önermeler aşağı yukarı amprik olarak doğrulanır ya da yanlışlanır. Bu halk
teorilerinin günlük olayları, insan davranışlarını yönlendirmede, gurup oluşturmada nasıl
etkili olduğu da modern biyolojinin araştırma alanlarından biri. Biyolojinin bugünkü
aşamasında artık işlevini yitirmiş olsa da, psikanaliz gibi kimi sofistike folk psikolojiler zihin
kavramına dayanıyor hala. Aslında Foucault’cu bir açıdan da bakarak psikanalizin de
toplumsal olarak modern bir folk psikolojik işlev gördüğünün düşünülmesi bile mümkün.
Psikanalizin bilimsel statüsünü bir başka çalışmamda daha ayrıntılı ele alacağım sanırım.
Nörobilimsel açıdan sözel ve sözel olmayan davranışlarımızın biyolojik gerçekliğini
tanımlayan kavramsa beyin. Đşin felsefi tartışmasını yukarda söz ettiğim makale dizisinde
yaptığımdan kısaca bazı ilginç nörolojik sendromlardan söz edeceğim burada. Ama önce
biraz Aristo’dan söz edelim.

Aristo dört tip neden olduğu görüşündedir;

a-causa materyalis
b-causa formalis
c-causa finalis
d-causa efisien

Biraz yorumlayarak Causa materyalisi modern anlayışımızla enerji gibi düşünebiliriz.


Evrendeki her şey enerjidir. Ama enerjiyi daima belli bir biçimde buluruz karşımızda; atom,
ısı enerjisi, kinetik enerji vs. (Causa formalis). Yani onunla belli bir formdan soyutlanmış
olarak karşılaşamayız. Causa finalis ise ereksel neden (teleoloji) anlayışına götürür bizi;
davranışlarımızın ardında bir amaç, bir maksat vardır. Eğer işe gidiyorsam bunun nedeni
para kazanma arzumdur vs. Causa efisien ise doğa yasalarına göre gerçekleşen neden sonuç
ilişkilerini ifade eder.

Đnsanlar uzun bir süre ereksel neden anlayışını doğayı açıklamakta da kullandı. Eğer yağmur
yağıyorsa bu Göktanrı istediği içindir vs. Artık doğanın bilimsel açıklaması doğa yasaları
çerçevesinde gerçekleşen neden-sonuç ilişkileriyle yapılıyor. Ama iş günlük yaşamda kendi

7
davranışlarımızı açıklamaya gelince gene sıradan dillerin ereksel neden anlayışına dayanan
folk psikolojik teorilerine başvuruyoruz. Sanki biz de bir doğa olayı değilmişiz gibi. Bunun
altında yatan fikir insan zihninin doğa yasalarının dışında ve üstünde yer aldığını savunan
Kartezyen görüştür aslında. Uzun bir süre insanın doğadan ayrı bir epistemoloji ile ele
alınması gerektiği fikri savunuldu, insan bilimlerinde etkin paradigmadır bu. Mesela Dilthey
en bilinen sözcülerinden biridir bu görüşün. Almanyada 1930’lara kadar süren ünlü ‘insan
bilimlerinde yöntem tartışmaları’, doğa bilimsel yöntemlerle açıklama (pozitivizm) ve
anlama (yorumsamacılık, hermenöetik) eksenli insan bilimi anlayışlarını karşı karşıya
getirdi. Bence Gadamer ‘Hakikat ve Yöntem’ adlı kitabında en iyi denebilecek sonuca ulaştı;
insan yorumsayan bir varlıktır ama yorumsama bilimsel bir yöntem değildir. Dolayısıyla
insan bilimleri mümkün değildir diyordu Gadamer. Bu görüşe şu şekilde bakarsam
katılıyorum: insanlar kendi ve başkalarının davranışlarını bunlara inanç, arzu, amaç vs. gibi
yönelmişlik atfederek (yani yorumlayarak) açıklarlar. Bu günlük dil içinde, günlük yaşam
pratiğimizde kullandığımız bir açıklama tarzı. Dolayısıyla bilmin değil gündelik yaşamın
teorisi. Bu mantık psikanalize de uygulanabilir gibi geliyor bana. Ama iş folk psikolojiyle
açıklanamayacak bazı nöro-psikiyatrik olgulara gelince folk psikolojinin yetersiz bir teori
olduğu, olayların gündelik yaşamda düşündüğümüz gibi gelişmediğini görüyoruz. Đnsani
davranışların aslında ereksel nedene göre değil doğabilimsel neden sonuç ilişkisine göre
geliştiğinin görmeye başlıyoruz. (Bir zamanlar yorumsamacılık ve insan bilimlerinin
epistemolojik statüsü üzerine epey çalışmıştım, On yıl kadar önce Defter dergisinde
yayınlanan ‘Dilsel Cemaat ve Evrensel Özne’ isimli yazı dizim, bugün pek katılmadığım
sonuçlara ulaşmış olsa da, bu konuda güvenilir bir kaynak olarak okunabilir hala).

Neden sonuç ilişkilerine göre çalışan fiziksel (mekanik) bir sistemin davranışları, ereksel
nedene anlayışına göre de yorumsanamaz mı? Đnsanlar uzun süre mekanik bir sistem olan
doğayı bu ereksel neden anlayışla yorumlamadı mı? Demek ki pekela mümkün bu. Bugün
bir robotun davranışlarını da pekala yorumlayabileceğimizi biliyoruz. Satranç oynayan
bilgisayar elektro-mekanik bir sistemdir ama hamlelerini, istiyor, inanıyor vs gibi ereksel
neden anlayışına göre yorumlayabilirsiniz. Hatta bilgisayara bir dil sistemi ilave edip kendi
hamlelerini ‘filimi şuraya çektim çünkü onun kalesini almak istiyorum’ şeklinde ereksel
nedenlerle açıklamasını bile sağlayabilirsiniz. Baykuş’taki yazılarımda uzun uzun
anlatıyorum bunları. Peki bizim de bir zihnimiz yoksa ve fizik yasalara göre çalışan
beynimiz sözel ve sözel olmayan davranışlarımıza neden olurken gene beynimiz bunları
ereksel neden anlayışına dayanan bir folk psikolojik teoriyle yorumlayarak açıklıyorsa.
Günlük yaşamda ne büyük yanılsamalar içindeyiz. Bunların farkına varmak heyecan verici.

Yarık beyin (split brain) olgularının çoğu iyatrojeniktir, yani bunları tıbbi müdaheleyle biz
oluştururuz. Ağır ve ilaçlarla kontrol altına alınamayan epilepsi vakarlında beyin yarım
kürelerini bileştiren en önemli anatomik yapı olan Korpuz kallozum cerrahi girişimle kesilir
ve iki beyin yarım küresi bir ölçüde bağlantısız çalışmaya başlar. Kaba gözlem ve muayene
ile önemli bir farklılık bulunamazsa da bazı tuaf durumlar bildirilmiştir. Sol yarım kürenin
kontol ettiği sağ eliyle karısını dövmeye çalışırken sağ yarım kürenin kontrol ettiği sol eliyle
sağ elini tutarak buna engel olmaya çalışan bir vaka bildirilmiştir mesela. Ne oldu? Fiziksel
beyni bölmekle ‘ruh’u da bölüp iki ruh mu yaratık? Đki tane zihin mi çıktı ortaya? Bir birey
(Latince individium: bölünmez) iki birey mi oldu, Bir ‘özne’ iki özne mi oldu? Sadece
bedenin çapraz taraflarını yöneten beyin küreleri birbirinden kısmen bağımsız çalışan iki

8
fiziksel sistem oldu. Biri bir programa göre çalışıp falanca hamleyi yapmaya karar verirken
diğeri bir başka programa göre çalışıp başka bir hamleyi yapmaya karar veren iki bilgisayar
gibi. Bir başka örnek süpermarkette alış veriş yaparken bir eliyle sepete koyduklarını diğer
eliyle rafa geri kaldıran yarık beyin olgusudur vs. Ama daha ilginçleri var.

Bu vakalar ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Yapılan deneylerden biri şöyle. Hastaya görme
yollarının anatomik yapısı hesap edilerek sol görme alanında bulunan şekiller sadece sol
beyin, sağ görme alanında bulunanlar sadece sağ beyin tarafından görülecek şekilde
hazırlanmış gözlükler giydirilir. Bu deney koşulunda sol yarım küreye bir tavuk resmi sağ
yarım küreye bir kar manzarası gösterilir ve hastadan önündeki cisimlerden gördüğüyle
alakalı birini seçmesi istenir. Tavuk gören sol beyin yarım küresinin yönettiği sağ el bir
tavuk ayağı seçerken kar manzarası gören sağ beyin yarım küresinin yönettiği sol el bir
kürek seçer. Burada şunu belirteyim dilsellik sol yarım kürenin işidir. Sağ beyin yarım
küresinin çok az gelişmiş dil yeteneği vardır. Hastaya niçin tavuk ayağı seçtiği sorulduğunda
dilsel sol yarım küre tavuk gördüğü için cevabını verir. Sol eliyle niye bir kürek seçtiği
sorulduğundaysa dilsel soylarım küre şöyle cevap verir; ‘tavuklar altını çok pisletir,
temizlemek için’. Sol yarım küre sağ yarım kürenin ne gördüğünden habersizdir, bu durum
yanınızdaki bir insanın veya hatta bir robotun ne görerek kürek seçtiğini bilmemenize
benzetilebilir. Ama dilsel sol yarım küre, sol elin niçin öyle davrandığını bilmemesine
rağmen ereksel nedenselliğe göre uydurma bir yanıt vermiştir. Dilsel sol yarım küre
organizmanın davranışlarını ereksel nedenselliğe uygun bir dille açıklamaya,
‘akılcılaştırmaya’ yatkın dilsel davranışlar ortaya koyar. Bu tipte çok sayıda deney vardır.

Anozognozi (hastalığını bilmeme) olguları dilsel olmayan sağ yarım küre hasarlandığında
bedenin çapraz tarafına felç yerleşmesi durumlarında ortaya çıkar. Hasta dilsel olarak felçli
olduğundan habersizdir ve gayet iyi olduğunu söyler. Niçin kalkıp yürümediği sorulduğunda
canının istemediği yanıtını verir. Yani organizmanın fiziksel durumunu ereksel nedenselliğe
dayanan bir dille açıklar.

Mesela CIA tarafından izlendiğini veya mehdi olduğuna inanan ve buna göre davranan
paranoid şizofreni vakaları uygun doz ve süreyle halloperidol molekülü alırlarsa
beyinlerindeki dopamin sistemi dengelenir ve bu inançlarından vaz geçerler. Çünkü bu
inançlar beyindeki kimi nöral aktivitelerdir. Hipomanik bir epizotta karısını boşayıp genç bir
kadınla evlenmek isteyen (ereksel neden) bir vaka lityum karbonat kullanırsa amacından
vazgeçer. Çünkü bu amacı da beynindeki fiziksel (nöral) bir olaydan başka bir şey değildir.
Zaten her kez ayıkken utanacağı şeyleri alkollüyken yapabileceğini, söyleyebileceğini bilir.
Çünkü alkol beynin fiziko-kimyasal mekanizmalarını değiştirir.

Dikkat ederseniz inançların, arzuların, amaçların olmadığını söylemiyorum. Bunların


beyinde gerçekleşen fiziksel (nöral) olaylar olduğunu, biyoloji dışı ve üstü bir zihnin ürünleri
olmadığını anlatıyorum. Ereksel neden anlayışı büsbütün yanlış değildir elbette, ama
ereksellik neden-sonuç ilişkilerine göre çalışan fiziksel bir sistem tarafından, beyin
tarafından gerçekleştirilir. Ereksellik için doğa yasalarının dışında ve üstünde bir zihne gerek
yoktur. Ama folk psikolojik olarak sanki böyleyleymiş gibi değerlendirilir.

9
Peki acaba subjektif eksperiyanslar davranışlarımızı etkiler mi? Bu sorunun oldukça
komplike gerekçelere dayanan ‘evet, mümkündür’ gibi bir yanıtı da olabilirse de burada
sağduyumuzu sarsan ve böylece eksperiyansların en azından günlük yaşamda sandığımız
kadar doğrudan bir şekilde davranışlarımız üzerinde etkili olmadığını gösteren bazı klinik
örnekler vereceğim.

Körlük üç düzeyde meydana gelebilir: hasar gözde, görme sinirinde veya beyindeki görme
mekezinde (kortekste) olabilir (aşağıdaki görme yollarını gösteren resme bakınız). Bu
üçüncü tip körlüğe ‘kortikal körlük’ diyoruz. Bu tipte körlükte beyindeki kortikal
merkezdeki hasarın yerine ve büyüklüğüne bağlı olarak hastanın görme alanındaki bir
bölgede körlük meydana gelir. Bu hastalara kör alanlarına rağmen belli bir görsel uyaran
verilip (mesela zayıf bir ışık yakılıp veya söndürülüp) hastadan bir şey görüp görmediği
sorulduğunda, hastanın yanıtı ‘kör olduğu, hiçbir şey görmediği’ şeklinde olacaktır. Ama
deneyi yapan ısrar edip hastadan bir tahminde bulunması istediğinde hasta hemen her
defasında doğru yanıtı verir. Bir başka değişle subjektif görsel eksperiyans olmamasına
rağmen beyin doğru yanıtı verebilmektedir. Bu garip görünen durumun açıklaması burada
anatomik ayrıntısına giremeyeceğim şekilde görme sinirinin taşıdığı enformasyonların
beynin görme merkezi dışındaki bölgelerine de ulaşmasıdır. Bir başka değişle görsel
eksperiyans olmasa da beyin görsel enformasyonu alır ve doğru yanıtı oluşturur.

Bunun tam tersi denebilecek bir örnek ‘optik afazi’ adını verdiğimiz klinik durumda
gerçekleşir. Klinik tablo başka bütün açılardan dil yeteneği sağlam olan hastanın sadece
görsel olarak sunulan cisimlerin, mesela bir çekicin adını söyleyememesi şeklindedir. Hasta
pantomim yoluyla çekici gördüğünü ve tanıdığını ifade edebilirse de adını söyleyemez. Đşin
ilginç tarafı, sinir sistemine başka modalite de girildiğinde, mesela hasta çekici eline
aldığında ister gözü açık ister kapalı olsun rahatça çekiç isimlendirmesini yapabilir.
Tablonun sebebi beyindeki nesne tanıma semantik düzeyiyle dil sistemi arasındaki nöral
bağların kopmasıdır (Aşağıdaki ‘visiofugal pathways’ leri gösteren şekle bakınız. Bağlantı
kopması What yoluyla temporoparietal dil sistemleri arasındadır). Biz günlük yaşamda çekiç
gördüğümüz için çekiç gördüğümüzü söylediğimizi sanırız. Ama hasta görsel çekiç
eksperiyansına sahip olmakla beraber Çekiç gördüğünü söyleyememektedir. Bu durumda
eksperiyanslarımızın davranışlarımızda etkili olduğu fikri sanıldığı kadar açık
görünmemektedir.

Birazda farkındalıkla ilgili önyargıları sarsalım. Prozopoagnozi vakaları yüzleri tanımakta


güçlük çeker. Mesela bu vakalar çok sayıda fotoğraf arasından kendi çocuğunun fotoğrafını
tanıyamazlar. Bununla beraber beyindeki lezyonun yerine bağlı olarak bazı vakalar bilinçli
farkındalık düzeyinde tanımadıklarını söyledikleri figürler karşısında duygusal-bedensel
tepki gösterirler; galvanik deri reaksiyonları, nabız hızları değişir. Bunun nedeni fotoğrafı
gösterilen yüzle ilgili başka ‘bilgi’leri içeren bilişsel nöral ağların kopmuş olmasına rağmen
yüz tanımayla ilgili bölgelerin duygularla ilgili beyin bölgeleriyle (libik, paralimbik
bölgelerle) bağının kopmamasıdır.

Farkındalıkla ilgili peşin hükümlerimizi sarsacak bir başka olgu da anterograt amnezi (hafız
kaybı) vakalarında gözlenen bir durumdur. Bu vakalar bilateral hipokampus hasarlanması
sonucu amiyane bir anlatımla hasarlanma sonrası olaylarla ilgili bir bellek geliştiremezler.

10
Tarih sorulduğunda hasarın meydana geldiği anı söyler, yeni tanıştırıldıkları kişileri
hatırlayamaz, dün hatta birkaç dakika önce meydana gelen bir olayı hatırlayamazlar.
Bununla beraber bu hastalara bazı beceriler öğretilebilir. Hastalar bu becerilerde
yetkinleşmelerine rağmen daha önce bu konuda eğitim gördüklerinin farkında değildir.
Sorulduğunda yetkin bir şekilde yapmakta oldukları işi ilk kez yaptıklarını söylerler. Bunun
nedeni açık-deklaratif (dilsel) hafıza sistemlerinin dışında bilinçsiz-örtük hafıza sistemlerinin
de olmasıdır beyinde.

Burada en kaba nöro-psikiyatrik örneklerden söz ettim. Bugün çok gelişmiş işlevsel beyin
görüntüleme aygıtlarına sahibiz. Bir başka değişle beynin işleyişini monitörden
izleyebiliyoruz. Yukarda saydığım klinik olgular ve çok sofistike olduklarından ayrıntısına
girmediğim pek çok başkası folk psikolojik zihin kavramıyla açıklanamaz. Đnsan
davranışlarının nedeninin beyin olduğunu düşünürsek açıklanabilir yalnızca. Beyinse fizik ve
kimya yasalarına göre çalışan biyolojik bir organdır. Buradaki olaylar tüm doğada olduğu
gibi fizik yasalarına göre gelişen neden-sonuç zincirinde meydana gelir. Demek ki bugün
zihin diye folk psikolojik bir kavramı kabul etmemizin hiçbir nedeni yok.

Ama burada karşımıza çıkan en önemli sorun subjektif eksperiyanslar. Subjektif


eksperiyansların beynin nöral faliyetlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu biliyoruz. Mesela
görsel kortekste nöral bir olay meydana gelmeden herhangi bir görsel eksperiyans ortaya
çıkamaz. Beynin ilgili bölgelerinde nöral bir faliyet olamadan subjektif düşünce eksperiyansı
da oluşamaz, beyinsiz düşünemezsiniz. Demek ki eksperiyanslar bir beyin olayı. Ama bunlar
beynin bildik fizik ve kimya yasalarıyla açıklanabilir olan nöral faliyetleriyle nasıl bir ilişki
içinde. Bu soruya yanıt vermeye girişmeden önce nelerin subjektif eksperiyans olduğuna
daha ayrıntılı bakalım.

Neler subjektif eksperiyanstır?

Önce dış dünya eksperiyansımızla başlayalım. Aşağıda görme yollarının fonksiyonel


anatomisini kabaca gösteren bir şekil var. Cisimden göze yansıyan fotonlar reninadaki bazı
hücrelerde elekrofizyolojik br elektirk olayına neden oluyor. Görme siniri boyunca yayılan
elektrofizyolojik sinyaller beynin arka lobundaki görme alanına ulaşıyor. Buradaki
nöronların uyarılamasıyla (bilhasa birazdan söz edeceğimiz V4 ünimodal asosyasyon
korteksinin nöral aktivitesiyle) renkli görme olayı gerçekleşiyor vs. Ama burada bir sorun
var. Bu sorun aşağıdaki resimde bir hata olduğunu da gösteriyor. Nedir bu sorun?

11
Fotonlar renkli küçük topçuklar değildir.

Evet, işte sorun bu; fotonlar küçük renkli topçuklar değildir. Bu dış dünyada renklerin
olmadığı anlamına gelir. Renkler beynin görme alanlarındaki bazı nöronların (sinir
hücrelerinin) uyarılmasıyla ortaya çıkan subjektif eksperiyanslardır. Bir başka değişle
renkler dış dünyadaki cisimlerin beynimizde neden olduğu subjektif eksperiyanslardır. Biz
günlük yaşamda beynimizdeki etkiyi neden sandığımızdan dış dünyanın renkli olduğu
yanılsamasına düşeriz.

Peki ama renkleri niçin uzamda bir yerdeymiş gibi algılıyoruz. Bu sorunun basit yanıtı
uzamın ta kendisi sandığımız şeyin de aslında subjektif uzam eksperiyansı olmasıdır. Biz
renklerle dış uzamda değil, bu uzamın beynimizde neden olduğu subjektif uzam
eksperiyansında tanışıklığa sahibiz. Ama eksperiyans ortak olduğundan objektif olduğu
yanılsamasına düşüyoruz. Bu konu Histerik Bilinç adlı kitabımda daha ayrıntılı tartışılmıştır.

Benzeri şeyleri diğer algı modaliteleri için de söyleyebiliriz. Dış dünyada kokular yoktur.
Bunlar bazı moleküllerin burun mukozamızdaki bazı hücreleri elektriksel olarak uyarmasıyla
başlayan elektrofizyolojik olaylar zinciri sonucu beynimizin temporal (şakak) lobundaki bazı
nöronların uyarılmasıyla ortaya çıkan subjektif eksperiyans etkileridir. Sesler de yoktur.
Hava moleküllerinin dalgalanması vardır dış dünyada. Bunlar beyni uyarınca ses
eksperiyansına neden olur. Benzeri şeyleri, sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vs. için de
söyleyebilirdik.

Dış dünya böyle. Ya bedenimiz? Tanışık olduğumuz şey gerçek bedenimiz değil de bu
bedenin beynimizde neden olduğu subjektif beden eksperiyansı mı peki? Böyle olduğunu
görmek için ilginç bir nörolojik sendromdan söz edelim: fantom fenomenlerinden.

Bir uzvunu, kolunu, bacağını kaybeden bazı insanlar zaman zaman kaybettikleri uzuvlarını
hissetiklerini, hatta bu eksik uzuvların kaşındığını, ağrıdığını vs. söyler. Fantom fenomeni
adını alan bu durumun nedeni, beyinde bu organlardan enformasyon alan beyin bölgelerinin
çeşitli nörolojik nedenlerle uyarılmasıdır. Yani eliniz olmasa da beyninizde elinizi nedensel
olarak temsil eden bölge uyarılırsa eliniz varmış gibi hissedebilirsiniz. Bir başka değişle biz
gerçek bedenimizle değil bu bedenin beynimizde neden olduğu subjektif beden
eksperiyansıyla tanışıklığa sahibiz.

12
Demek ki günlük yaşamda tanışık olduğumuz ve gerçek bedenimiz sandığımız şey gerçek
bedenimizin beynimizde neden olduğu eksperiyanstır. Biz etkiyi (subjektif beden
eksperiansını) gerçek bedenimiz sanma yanılsamasına düşeriz. Etkiyi neden sanırız.

Eksperiyanslar hakkında kabaca bir fikir sahibi olduktan sonra beynin nöral aktiviteleriyle
eksperiyanslar arasında ne gibi bir ilişki olabileceği sorusuna şöyle bir varsayımla yanıt
verelim.

Temel Varsayım:
• Eksperiyanslar bazı nöral aktivitelerin beyinde neden olduğu etkilerdir.
• O halde eksperiansların oluşması için bazı nöral aktiviteler gerekli ve yeterlidir.

Bu varsayım oldukça basit ama açıklama gücü yüksek bir varsayımdır. Bu varsayımın
Histerik Bilinç adlı kitapta ileri sürdüğüm ilk hali ‘beyin kendinde geçen nöral olayları
eksperiyans olarak algılar’ şeklildeydi. Ama burada ayrıntısına giremeyeceğim nedenlerle
aynı varsayımı yukardaki şekilde ifade etmek gereğini duyuyorum artık. Bunun gerekçelerini
Baykuş’taki yazı dizimde anlatım. Varsayımı ikna edici kılacak bir kaç açık örnek vereyim.

-Penfild –Rasmunsenn deneyleri; 1930-40larda gerçekleştirilen bu deneyler beynin işlevsel


haritalandırılmasında önemli rol oynar (Bugünde beyin cerrahisinde kimi sebeplerle hala
uygulanan bir yöntemdir) Deneylerde epilettik hastalar lokal anestezi altındayken beynin
çeşitli bölgeleri zararsız elektrik uyaranlarla uyarılır ve hastadan ne yaşantıladığı sorulur.
Hastalar nöronlarının uyarılmasıyla çeşitli eksperiyanslar yaşar: Mesela bir hasta belli bir
müzik parçasını ayrıntılı ve net bir şekilde işittiğini bildirmiştir. Demek ki beyin kendinde
geçen nöral olayları eksperiyans olarak algılamakta veya daha doğru bir ifadeyle nöral
aktiviteler beyinde eksperiyansa neden olmaktadır.

-halisünasyonlar; bunlar gerek bir psikoz sırasında ortaya çıksın veya LCD, meskalin vs gibi
çeşitli moleküllerin kullanılmasıyla ortaya çıksın, beyindeki belli bir nöral aktiviteyle oluşur.
Demek ki eksperiyansların oluşması için nöral aktivite gerekli ve yeterlidir (dış uyarana
ihtiyaç yoktur). Bu aktiviteler halüsinasyon eksperiyansına neden olmaktadır.
rüya,

-epileptik auralar. fokal veya bazı fokal başlayıp sonradan jeneralize olan epilepsi (sara)
türlerinde hasta elindeki bir uyuşma veya kötü koku hissi gibi bazı subjektif yakınmalardan
söz eder. Epilepsi beynin anormal nöral aktivitesine bağlı bir hastalıktır ve bu nöral
aktivitelerin subjektif eksperiyanslara neden olduğu görülmektedir.

13
-fantom fenomenleri: yukarda sözünü ettiğim bu fenomenler ileri sürdüğüm varsayımla
kolayca açıklanır.

-Rüyalar; sabahleyin uyanıpta hatırlayıp anlattığımız türde subjektif rüya eksperiyansları


uykunun REM adı verilen ve elektriksel olarak uyanıklığa benzeyen evresinde görülür. Rüya
eksperiyansına bu nöral aktiviteler neden olmaktadır. Nöral aktivite gerekli ve yeterlidir.

Demek ki açıklama gücü yüksek bir varsayım bu. Bu varsayımı bir ilk adım olarak kabul
edip hangi tip nöral aktivitelerin hangi tip eksperiyanslara neden olduğunu araştırabiliriz
ilerde. Niçin bazı nöral aktiviteler görsel eksperiyanslara neden oluyor da başka tip
aktiviteler işitsel eksperiyanslara neden oluyor, bunlar arasındaki fark ne gibi? Ama bunlar
varsayım bir kez kabul edildikten sonra sorulabilecek ampirk sorulardır. Varsayımın esas
ilginç tarafı kuantum mekaniği ile ilgili.

Varsayıma göre eksperiyanslar nöral aktivitelerin gene beyinde neden olduğu etkiler. Ama
burada beyin derken artık nöral örgütlenmeyi değil bir kuantum örgütlenmesini
kastediyorum. Bir başka değişle beyinde açıkça gözlenen, makrofiziksel, yerel bir nöral
örgütlenme yanında, örtük, ‘yerel-olmayan’ kuantal bir yapılanma daha olamalı diye
düşünüyorum. Bu söylediklerim henüz varsayım bile sayılamaz, şimdilik sadece
spekülasyon.

Nörobilim yaklaşık yüzyıldır ‘nöron hipoteziyle’ çalışıyor. Bir başka değişle nörobilime göre
beynin işlevsel ünitesi nöronlar. Bu hipotezin davranışları açıklamak bakımından hayli
başarılı olduğunu hergün görüyoruz. Bununla beraber iş subjektif eksperiyansları açıklamaya
gelince en ileri varsayım olarak nöronların burada bir neden olduğunu söyliyebiliyoruz. Ama
fizik bilgimiz bu eksperiyansların ne olduğunu ve nöral aktivitelerin bunlara nasıl neden
olduğunu açıklıyabilecek düzeyde değil malesef. Đşte bu noktada acaba beyinde kuantum
düzeyinde ‘yerel-olmayan’ bir örtük örgütlenme olabilir mi, subjektif eksperiyansların ortaya
çıkmasında bu örtük örgütlenme rol alıyor olabilir mi diye soruyorum. Bunlar henüz bilimsel
bir iddiası olmayan spekülasyonlar tabii. Ama sezgimizin bizi bu yöne çekmesinin bazı
nedenleri var. Önce yerel-olmayan kuantum etkilerinin ne olduğuna kısaca bakalım.

Burada parçacıkların spinlerinden söz ederek işe başlayacağım. Kolaylık olsun diye
parçacıkları dünya gibi bir eksen etrafında dönen küreler gibi düşünelim (bu benzetme
yanlışsa da burdaki hedeflerimizi karşılamak bakımından yeterli). Spinler bu parçacıkların
açısal momentumlarıyla alakalı büyüklükler. Her bir parçacığın kendine özgü bir spin
büyüklüğü var. Planc sabiti (h)’ın 2ӆ’ye oranı olan Dirac sabitinin (h’) 0,1/2, 1, 3/2 vs. gibi
katlarıdır bunlar. Parçacıkarın spinleri ‘aşağı’ ve ‘yukarı’ olabilir. Sağ elimizle parçacağı
dönüş yönünde kavradığımızda başparmağımızın gösterdeği yön gibi düşünnebiliriz yuakarı
yada aşağı olma durumunu.

Şimdi spin 0 gibi bir parçacığın bozunumuyla oluşan spin ½ elektron (e)- pozitron (p) çiftini
göz önüne alalım. Açısal momentumun korunumu ilkesi açısından bunların açısal
momentumları toplamı 0 olacağından biri ‘yukarı’ (+) pozisyondaysa diğeri ‘aşağı’ (-)
pozisyonda olamalıdır. Yani system dolaşıktır. Ohalda Dirac notasyonuyla dalga

14
fonksiyonunu şöyle yazabiliriz. Dirac parantezi ! ), dalga fonksiyonu !+), eletron yukarı
!e+), pozitron aşağı !p-) vs. olmak üzere dolaşık dalga fonksiyonu:

!+) = !e+) !p-) - !e-) !p+)

Bu dalga fonksiyonu ortagonal durumları gösterir; yani ölçüm işlemiyle durumlardan biri
gerçekleşecektir. Şimdi bir spin ölçerle x ekseninde e’nin spinini ölçelim ve diyelim +
(yukarı) bulalım. O halde p’nin spini zorunlulukla – (aşağı) olacaktır. Yani:

e+ ve p-

Bu etki aradaki mesafe ve engellere bakmaksızın anında gerçekleşen ‘yerel-olmayan’


bir etkidir.

Đşte beyindeki parçacıklar arasında bu tipte bir yerel-olmayan dolaşıklık varsa


(kuantum koheransı varsa) bazı şeyler aydınlanabilir. Nitekim fizikçi ve matematikçi
Penrose beyindeki mikrotübüler yapılarda böyle bir kuantum koheransının
oluşabileceğini iddia etmiştir. Eğer bu spekülasyon doğru çıkarsa en azından
‘fenomenal bağlama’ dediğimiz sorun kısmen aydınlanabilir gibi bir sezgi
doğmaktadır.

Nedir fenomenal bağlama? Örnek olarak görsel modaliteyi ele alalım. Beyinde bir
cismin rengi, uzaklığı, konumu, hareketi, şekli ayrı ayrı bölgelerde değerlendirilir.
Ama biz bir cisme baktığımızda onun rengini başka yerde, hareketini başka yerda,
şeklini başka yerde algılamıyoruz. Bir bütün olarak algılıyoruz onu. Peki bu
fenomenal bağlama nasıl oluyor. Bazı araştırmacılar beyindeki farklı yerlerdeki bu
nöral ateşlemelerin 40 Hz’lik osilasyon bandından senkronize olduğuna dair bazı
bulgular elde etti. Eğer bu doğruysa bile zamandaki bu senkronizasyon fenomenal
bütünlüğe nasıl dönüşüyor? Đşte kuantum koheransı bu olayı kuantum mekaniği
yoluyla çözebileceğimiz sezgisini veriyor. Ama tekrarlıyorum; bunlar henüz sezgiler,
spekülasyonlar. Doğru düzgün bir eksperiyans teorisine ulaşmak için alınacak çok yol
var daha; unutmayalım daha fiziksel anlamda eksperiyansların ne olduğunu bile
bilmiyoruz.

Ama bütün cehaletimize rağmen yukardaki varsayıma dayanarak Kartezyen


yanılsamnın nasıl oluştuğunu açıklıyabiliriz şimdiden. Artık bu konuya giriyorum.
Önce beyni biraz daha yakından tanıyalım. Aşağıdaki şekiller bakın. Sonra
açıklamalarımı izlerken yeniden döneceğiz bunlara.

Bugünkü bilgilerimize göre beynin işlevsel ünitesi nöronlardır. Bunlar arasındaki


bağlantılara da olan sinapslar diyoruz. Nöronlar uyarıldıklarında elektriksel olarak aktive
oluyor ve elektro-fizyolojik sinyaller oluşturuyor. Bu sinyalizasyonun bir nörondan diğerine
geçişini sinaptik aralığa salgılanan serotonin, dopamine, norepinefrin, endorphin gibi
moleküller sağlıyor. Bugün kullandığımız ilaçların çoğu (mesela antidepresanlar) bu
düzeydeki kimyasal reaksiyonları düzenlemek yoluyla etkili oluyor.

15
Nörobilimde bugün nöral yapıların bilgisayarsal tarzda, yani algoritmik programları
gerçekleştirmek üzere örgütlendiğini düşünüyoruz. Tabi olay bu kadar basit değil, öğrenme,
kavram oluşturma gibi henüz bilgisayarsal olarak tam anlamıyla çözülmedik yönleri de var
beynin. Burda nöral plastisite dediğimiz biyolojik olay rol oynuyor. Bir başka değişle
öğrenme sürecinde beynin moleküler biyolojik ve mikro-strüktürel yapıları değişiyor. Zaten
öğrenme dediğimiz olay da beynin yapısında meydana gelen bu değişiklikler. Bununla
beraber bazı beyin fonksiyonlarının bilgisayarsal-matematik modellemesini yapabiliyoruz.

Beyin aslında yalnızca bedenin geri kalan kısmıyla fiziksel etkileşim içinde çalışır. Ama
beyin-dışı-bedende yer alan ve dış dünyaya dönük çalışan duyu organları vasıtasıyla (dış
dünyanın bunlarda meydana getirdiği fiziksel etkiler dolayısıyla) dış dünyadan da etkilenir
beyin. Keza nörovejetatif ve endokrin yollarla bedenin homeostatik yaşam dengesini
korumaya yönelik işlevlerinin yanı sıra sinir yolları üzerinden kasları da etkilemek suretiyle
dolaylı yoldan dış dünyaya yönelik sözel ve sözel olmayan davranışlara neden olur. O halde
pratikte ve kabaca beynin iki enformasyon girdisi (input), iki de çıktısı (output) olduğunu
düşünebiliriz. Beyin, sinir yolları ve kan vasıtasıyla doğrudan beyin-dışı-bedenden ve beyin-
dışı-bedendeki duyu organları dolayısıyla dış dünyadan enformasyonlar (yani kan yoluyla
kimyasal ve sinir yollarıyla elektro-fizyolojik sinyaller) alır. Beyinin iki çıktısı da gene
beyin-dışı-bedene yöneliktir; 1) beyin-dışı-bedende nörovejetatif-endokrin tepkilere neden
olacak enformasyonları (otonom sinir sistemiyle elektro-fizyolojik sinyalleri ve hipofiz
üzerinden hormonları; yani kimyasal sinyalleri) ve 2) kaslar vasıtasıyla dış dünyada da
fiziksel değişikliklere yol açacak sözel ve sözel olmayan davranışlara neden olacak şekilde
uygun enformasyonları (sinir yollarıyla elektro-fizyolojik sinyalleri) yayınlar. Bu girdi ve
çıktı sistemleri arasında da girdilere uygun yanıtı hazırlamaya yönelik enformasyon işleme
süreçleri (nöral işlemler) yer alır. Đşte beyin bu işlevine yönelik şekilde yapılanmıştır. Demek
ki beyinde şu işlevsel yapılanmaları fonksiyonel anatomik olarak da tespit etmek
mümkündür.

1. Dış dünyayı temsil etmeye yönelik nöral işlemler.


2. Bedeni temsil etmeye yönelik nöral işlemler.
3. Yanıt davranış (veya nörovejetatif-endokrin etki) oluşturmaya yönelik; yani
çıktı oluşturmaya yönelik nöral işlemler.
4. Bedene yönelik nörovejetatif, endokrin ve motor çıktıları sağlayan nöral
işlemler.

16
Şimdi organizmanın fenomenojik eksperiayansına baktığımızda beynin bu işlemsel nöral
yapılarının üç büyük eksperians alanında (nedensel olarak) temsil edildiğini görüyoruz.

1. Dış-dünya-eksperiyansı.
2. Beden-eksperiyansı.
3. Zihin-eksperiyansı1

Demek ki organizmanın fenomenolojik incelenmesi beynin nöral aktivitelerinin yukarda


sayılan dört işlemsel yapılanmasına göre bu üç büyük eksperians alanına ayrıştığını
gösteriyor. Bu durumda bazı nörobilimsel gerekçelere dayanarak nöro-vejetatif, endokrin ve
kaslara yönelik motor çıktıları sağlayan nöral işlemlerin de (4. şık) beden-eksperiansında
temsil edildiğini, beden-eksperiyansının oluşmasına katkıda bulunduğunu kabul edebiliriz2.

Günümüzde deneysel olarak da artık açıkça gösterildiği gibi dış dünyayı temsil etmeye
yönelik nöral işlemler (özellikle birincil sensoryel alanlar ve unimodal asosyasyon
korteksleri) dış-dünya-eksperiansıyla, bedeni temsil etmeye yönelik nöral işlemler (görsel,
taktil, proprioseptif ve vizeroseptif nöral işlemler) beden-eksperiansıyla yakın ilişkilidir; yani
gerek elektro-fizyolojik yöntemlerle gerekse çağdaş beyin işlevsel görüntüleme teknikleriyle
açıkça ortaya konduğu üzere bu nöral aktivitelerle bu eksperianslar arasında sıkı ve açık bir
korelasyon vardır. Keza yanıt davranış oluşturmaya yönelik nöral aktivitelerin de, yani
executive brain’nin de (vizüel ve oditif sensoryael alanlarla heteromodal-transmodal
asosyasyon korteksleri, limbik, parlimbik yapılar, özellikle prefrontal korteksin) zihin-
eksperiansıyla ampirik bir korelasyon gösterdiğinin saptanabileceğini düşünüyorum. Zihin-
eksperiansı da kendi içinde duygu, dilsel ve görsel imajinasyon eksperianslarına vs.
ayrılabilir. Dilsel imajinasyon eksperiansı da gündelik yaşamda düşünce dediğimiz şeyden
başka bir şey değildir. Peki ama bu ampirik korelasyonları nasıl açıklayabiliriz? Kartezyen
yanılsamanın nedenlerinin açıklanmasıyla da yakın bağları olan bu soruya önerdiğim yanıt
temel varsayımda verilmiştir; eksperianslar, nöral aktivitelerin beyinde neden olduğu
etkilerdir Şimdi bu eksperiyansları tek tek görelim.

1
Zihin-eksperians*ı, zihin değil metinin geri kalan kısmında açıklığa kavuşacağı gibi zihin diye bir
şeyin olduğu yanılsamasına yol açan etkidir.
2
Nitekim beynin kaslara yönelik çıktılarının ‘haritalandığı’ birincil motor alan (Brodmann’nın 4. alanı)
beden kaynaklı enformasyonların beyinde ilk ‘haritalandığı’ somatosensoriel korteksle’ (S1) yakın çapraz
nöral bağlantı içinde çalışır.

17
a. Dış-dünya-eksperiansı Burada ilk adım fotonların renkli küçük topçuklar olmadığını,
sadece enerji paketleri olduğunu hatırlamamız. Ayrıca bunların retinada başlattığı ve
beynin görsel korteksine uzanan zincirleme fiziko-kimyasal, elektro-fizyolojik
olayların renk olmadığını da anlamalıyız. Demek ki görsel eksperiansın ortaya
çıkması için dış dünyada gerçek bir nesnenin mevcudiyeti zorunlu değildir. Rüya,
halisünasyon gibi dış dünya uyaranlarını dışta bırakan görsel eksperians örneklerini,
Penfield- Rasmunssen deneylerini hatırlayalım. Dahası doğrudan doğruya beynin
görsel korteksinin elektriksel olarak uygun şekilde uyarılması da elemanter düzeyde
de olsa görsel eksperianslara neden olur; görsel-dış-dünya-eksperiansı için dış
dünyanın mevcudiyeti değil, görsel korteksteki nöronların uygun aktivasyonu gerekli
ve yeterlidir. Demek ki görsel-eksperians, dış dünyayı görsel olarak temsil etmeye
yönelik nöral aktivitenin beyinde neden olduğu etkidir, varsayımı olayı açıklamamıza
imkan vermektedir. Şimdi bütün bunları kısaca ve anlaşılır şekilde özetlemek için dış
dünyaya bakmanzıı isteyeceğim sizden. Şimdi doğrudan tanışık olduğumuz şey
eksperians-olmayan-dış-dünyanın ta kendisi değil, bu dünyanın beynimizi nedensel
mekanizmalarla etkilemesi sonucu beynimizde ortaya çıkan görsel-dış-dünya-
eksperiansıdır.ÖNEMLĐ; Oysa doğrudan tanışık olduğumuz bu eksperians*ın,
eksperian*-olmayan-dış-dünyanın ta kendisi olduğu yanılsamasına düşeriz günlük
yaşamda; etkiyi neden sanırız.
b. Beden-eksperiansı. Hatırlarsanız fantom fenomenlerinin önemi günlük yaşamda
gerçek bedenimiz sandığımız tanışıklığın aslında gerçek bedenimizin beynimizde
neden olduğu bir etki, yani bir eksperiansolduğunu açıkça göstermesiydi. Çünkü bir
uzvumuzun olmaması durumunda bile bu uzvumuzun varlığına dair bir
eksperiansımızın olması için bedeni temsil etmeye yönelik nöral işlemler gerekli ve
yeterlidir. Bedenle ilgili eksperians hem görsel modalitede, hem dokunsal ve
proprioseptif (kas ve tendon kaynaklı) modalite de hem de iç organları çalışmasının
algılanması (vizeroseptif) şeklinde gerçekleşir ve varsayım doğruysa bütün bunlar
bedeni temsil etmeye yönelik nöral işlemlerin beyinde neden olduğu etkiden ibarettir.
Kısaca söylemek gerekirse beden-eksperiansı da, tıpkı dış-dünya eksperiansı gibi
eksperians*-olmayan gerçek bedenimizi nedensel olarak temsil eden bir doğa
olayıdır. ÖNEMLĐ Ancak günlük yaşamda doğrudan tanışık olduğumuz bu beden-
eksperiansını, eksperians-olmayan gerçek bedenimiz sanma yanılgısına düşeriz;
yani gene etkiyi neden sanırız.
c. Zihin-eksperiansı. Bedenimizden (beynimizden) bağımsız bir zihnimiz varmış
yanılsamasında önemli rol alan bu eksperiansa neden olan ve çıktı oluşturmaya
yönelik nöral işlemlerin en önemli ikisi dilsel ve görsel imajinasyondur ve bunların
sırasıyla sol ve sağ beyin yarım kürelerinin baskınlığında gerçekleştiğini
düşünebiliriz. Dilsel imajinasyon, günlük dilde düşünce adını verdiğimiz olaydır ve
burada bizi bilhassa ilgilendiren konu da budur. Beynin çıktı oluşturmaya yönelik
nöral işlemleri, işlem hafızası (Working memory) sayesinde girdi sistemlerinden (dış
dünyayı ve bedeni temsil etmeye yönelik nöral işlemlerden) görece özerk
çalışabilmektedir. Mesela organizmam yolda yürürken beynim dış dünya ve beden
kaynaklı uyaranlara dikkat yöneltmeden bu konuşmayla ilgili dilsel işlem
yapabilmektedir. Bu durumda beynin çıktı hazırlamaya yönelik nöral aktiviteleri
gene beyinde düşünce-eksperiansına neden olduğundan (yani beyindeki
eksperiansda nöral neden görünmeyip sadece etki ortaya çıktığından; anlamayı

18
kolaylaştırmak için basitleştirerek söylüyorum, beyin bu eksperiansa neden olan
görece özerk nöral aktiviteyi nöral aktivite olarak algılamadığından), düşünce-
eksperiansı fenomenolojik olarak neden-sonuç ilişkilerinin dışındaymış gibi
görünür. Öte yandan tıpkı dış-dünya-eksperiansını, ona nöral süreçler aracılığıyla
neden olan dış dünyanın ta kendisi sanmamızda ya da beden-eksperians*ını, ona
gene nöral süreçler aracılığıyla neden olan bedenin ta kendisi sanmamızda olduğu
gibi düşünce-eksperiansını da ona neden olan nöral aktivite yokmuş gibi
düşüncenin ta kendisi sanırız. Her üç eksperians alanında da nöral süreçlerle
nöral süreç olarak tanışık değiliz (eksperians olarak tanışığız). Ama bu durum ilk
iki eksperiyans alanında neden-sonuç bağlantılarını kurmamızı engellemezken
(meselagünlük yaşamda elimize iğne battığı için canımızın acıdığı nedensel
bağlantısını aracı nöral işlemleri bilmeden de bir şekilde kurabiliyorken) zihin-
eksperiansına neden olan ve işlem hafızası sayesinde görece özerk çalışabilen
nöral yapılarla tanışık olmamak nedensellik dışı bir ‘zihnimiz’ olduğu
yanılsamasını yaratır. Dolayısıyla zihin-eksperiansı neden-sonuç ilişkilerinin
dışında bir ‘zihin’miş; bu durumda da ‘zihin’ kendi inisiyatifine sahipmiş gibi
(yani neden-sonuç ilişkilerinin dışında bir düşünsel süreci başlatabilirmiş gibi)
görünür. Sürecin nedensiz görünmesi de sanki başka türlü de olabilirmiş, zihin
istese (?) başka bir süreci de başlatabilirmiş yanılsamasının doğmasına yol açar.
Böylece folk psikolojik dil sayesinde zihinsel bir özne (düşünen-ben) varsayarak
düşünceyi bir edim olarak ifade etmek imkanı doğar. Oysa düşünce-eksperiansına
neden olan nöral işlemler de en elemanter düzeyde(moleküler biyoloji düzeyinde)
refleks olaylardakilerle aynı tipte fiziko-kimyasal olaylardır, dolayısıyla fizik ötesi
bir öznenin edimi olamazlar.

Şimdi artık Kartezyen yanılsamanın nasıl doğduğunu anlamış durumdayız. Zihin-


eksperiyansını, kendi insiyatifne sahip ‘zihnimiz’, beden-eksperiyansını da ‘gerçek fiziksel
bedenimiz’ sandığımızdan fiziksel olmayan düşüncelerimizin fiziksel bedenimizi harekete
geçirdiği, davranışlarımıza yol açtığı yanılsamasına düşeriz. Beyin, organizmanın
davranışına neden olurken, beden-eksperiyansını bedenin ta kendisi, zihin eksperiyansını ise
neden-sonuç ilişkilerinin dışında ve üstünde bir inisiyatife sahip zihnin sandığımızdan,
‘zihinsel-ben’ ya da düşünen-ben bedeni harekete geçiriyormuş, davranışlarımıza neden
oluyormuş yanılsaması çıkar ortaya.

Daha açık bir anlatımla fenomenolojik düzeyde zihin-eksperians*ını ve organizmanın


davranışlarını bilip de bunlara neden olan nöral süreçlerden haberdar olmamamız ( yani
Spinoza’nın da tahmin ettiği gibi sadece sonuçları bilip de bunların nedenlerinden
haberdar olmamamız), folk psikolojinin diliyle ifade edildiğinde, nedensel bir sürecin
dışında bir inisiyatif merkezi olan ‘zihnimiz’ (o halde düşünen-ben, özne-ben olan
‘zihnimiz’) davranışlarımıza neden oluyormuş yanılsamasını açık-seçik bir doğru
sanmamıza zemin oluşturur. Gerçekte inisiyatif merkezi bir zihnimiz yoktur; beynimizde
ve beynimiz aracılığıyla sadece doğa yasaları işler.

Yani çok basite indirgersek; şimdi beyninizdeki nöral olaylar iki şeye neden oluyor: düşünce
eksperiansı ve davranış. Biz günlük yaşamda nöral olayları değil, bunların etkilerini
görüyoruz ve nedensel ilişkiyi bu ikisi arasında kuruyoruz. Bu durumda zihnimiz varmış ve

19
davranışlarımıza bu neden oluyormuş yanılsamasına, Kartezyen yanılsamaya düşüyoruz.
Aslında olay yukarda söz ettiğim gibi biraz daha karmaşık, ama anlamayan kalmasın diye
böyle basitleştiriyorum.

Anlamayı daha da kolaylaştırmak için bir örnek vereyim; optik afazi. Yukarda optic afazi
olgularından söz etmiştim. Burada bir bağlantı kopması sendromu söz konusuydu ve şahıs
çekiç görmesine rağmen çekiç gördüğünü söyleyemiyordu. Şimdi aşagıdaki şekle bakarak
düşünelim. Varsayım gereği nöral aktivite iki şeye birden neden oluyor. Gösel eksperiyans
ve dilsel davranış. Ancak dilsel davranışa neden olan nöral bağlantılar koptuğundan şahıs
görsel eksperiyansa sahip olmasına rağmen dilsel davranış düzeyinde ‘görsel afazi’ klinik
tablosu ortaya çıkıyor. Böyle patolojik durumlarla sıkça karşılaşmadığımız günlük yaşamda,
üstelik beynimizin çalışmasından haberdar olmadığımız için de, sanki eksperiyanslar
davranışlara neden oluyor sanıyoruz. Yani bir sürecin (nöral sürecin) iki etkisini (eksperiyans
ve davranış) birbirini etkileyen süreçler sanıyoruz.

_________________________________________________

Eksperiyans
I
I
Nöral aktivite ---- Davranış

Burada vaat ettiğim vazifeyi gerçekleştirdiğimi sanıyorum. ‘Düşünüyorum, o halde varım’


argümanı olgusal anlamda yanlış öncüle dayanır; düşünce, zihinsel ve insiyatif sahibi olan
bir öznenin (düşünen ben’nin) edimi değildir. Aslında kimse düşünmez. Düşünce beyinde
meydana gelen ve bitkilerde meydana gelen fotosentez olayı gibi öznesiz bir doğa olayıdır. O
halde bedenimin dışında ve üstünde bir düşünen-ben (edimsel-zihinsel-özne, res cogitans)
olarak var olduğum sonucu da yanlıştır.

Öyle görünüyor ki bizler biyolojik bedenleriz ve başka bir şey değiliz.

20

You might also like