You are on page 1of 157

T.C.

YOZGAT BOZOK ÜNİVERSİTESİ

LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 2000-2020 YILLARI ARASI


ENFLASYON SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

İRFAN ŞAHİNER

Tez Danışmanı

PROF. DR. SÜREYYA YILDIRIM

YOZGAT – 2022
TEZ BEYANI

Tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak
kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel
normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, tezin içerdiği yenilik ve sonuçların başka bir
yerden alınmadığını, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi
bir kısmının bu üniversiteye veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak
sunulmadığını beyan eder, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını
kabullendiğimi beyan ederim.

İrfan ŞAHİNER

13/01/2023

ii
ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 2000-2020 YILLARI ARASI ENFLASYON


SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

İRFAN ŞAHİNER

YOZGAT BOZOK ÜNİVERSİTESİ

LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

TEZ DANIŞMANI: PROF.DR. SÜREYYA YILDIRIM

Türkiye; gelişmekte olan bir ülke olduğundan iç kaynakları kalkınması için yetersiz
kalmakta, bu da ülkeyi ekonomik anlamda dışa bağımlı duruma getirmektedir. Bu durumda
ise dış kaynaklara oldukça ihtiyaç duymakta, ülke ekonomisinde kaynak yaratması açısından
zor durumda bırakmaktadır. Bahsedilen bu durum ise ekonomideki kırılgan yapının zeminini
oluşturmaktadır. İçinde bulunduğumuz son durum itibarıyla enflasyon giderek büyüyen bir
sorun hâline gelmiştir. Bu durumun nedenini açıklamak için Türkiye ekonomisinde 2000-
2020 yılları arası dönemi seçilmiş, bahsedilen dönemler ışığında enflasyon sorunları
anlamlandırılmak istenmiştir. Tez çalışması üç bölüm olarak hazırlanmıştır. Birinci
bölümde, enflasyonun teorik tanımları ve çıkarımları yer almaktadır. İkinci bölümde,
Türkiye ekonomisinin enflasyonist sorunları tarihsel perspektifte ele alınmıştır. Üçüncü
bölümde ise enflasyonun neden ve sonuç bağlamındaki neden olan sorunlar ve neden olduğu
sorunlar değerlendirilmiştir. Enflasyon sorunları; krizler, para arzı, petrol fiyatları, döviz
kuru, bütçe açıkları, faiz, doğrudan yatırımlar, yatırım ve tasarruf, faktör gelirleri ve gelir
dağılımı, vergi gelirleri ve kaçakçılığı, sosyal bakımdan sorunları ele alınarak açıklanmıştır.
Enflasyon sorunları; krizler çerçevesinde geniş bir perspektifte açıklandıktan sonra
çalışmada ele alınan dönemler itibarıyla, enflasyona neden olan sorunlar ve enflasyonun
neden olduğu sorunlar bağlamındaki başlıklarıyla, bahsedilen alt başlıklar ele alınarak
sorunlar irdelenmiş, çalışmadan elde edilen bulgular neticesinde sonuç ve çözüm önerileri
yazılarak tez tamamlanmıştır.

2022, 158 Sayfa

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Ekonomi, Enflasyon, Nedenleri, Sonuçları

iii
ABSTRACT

MASTER’S THESİS

INFLATION PROBLEMS AND SOLUTION PROPOSALS IN THE TURKISH


ECONOMY BETWEEN 2000-2020

İRFAN ŞAHİNER

YOZGAT BOZOK UNIVERSITY

GRADUATE EDUCATION INSTITUTE

DEPARTMENT OF ECONOMICS

Turkey; Since it is a developing country, its internal resources are insufficient for its
development, which makes the country economically dependent on foreign countries. In this
case, it needs external resources very much and leaves it in a difficult situation in terms of
creating resources in the country's economy. This situation constitutes the ground of the
fragile structure in the economy. As of the current situation, inflation has become a growing
problem. In order to explain the reason for this situation, the period between 2000-2020 was
selected in the Turkish economy and it was aimed to make sense of inflation problems in the
light of the mentioned periods. The thesis study is prepared in three parts. The first part
contains theoretical definitions and implications of inflation. In the second part, the
inflationary problems of the Turkish economy are discussed in historical perspective. In the
third part, the problems that cause and effect inflation in the context of cause and effect and
the problems it causes are evaluated. Inflation problems; crises, money supply, oil prices,
exchange rate, budget deficits, interest, direct investments, investment and saving, factor
revenues and income distribution, tax revenues and evasion, social problems are explained
by addressing them. Inflation problems; After being explained in a broad perspective within
the framework of crises, the problems were examined by addressing the sub-headings
mentioned in the context of the problems causing inflation and the problems caused by
inflation as of the periods discussed in the study, and the thesis was completed by writing
the conclusions and solution proposals as a result of the findings obtained from the study.

2022, 158 Page

Keywords: Turkey, Economy, Inflation, Causes, Consequences

iv
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo Sayfa
Tablo 2.1. 1980 ve 2000 Yılları Arası Toptan Eşya Fiyat Endeksi, Ücret ve Para Arzı Verileri
............................................................................................................................................. 31
Tablo 2.2. Bağımlı ve Bağımsız Değişkenler ...................................................................... 32
Tablo 2.3. Test İstatistikleri ................................................................................................. 35
Tablo 2.4. PP ve ADF Birim Kök Analiz Sonuçları ............................................................ 35

Tablo 3.1. 2000 Yılında Hedeflenenler ve Gerçekleşenler .................................................. 46


Tablo 3.2. 1997-2001 Yılları Arası Ekonomik Göstergeler ................................................ 51
Tablo 3.3. 2001-2008 Yılları Arası Makroekonomik Göstergeler ...................................... 57
Tablo 3.4. Kriz Dönemi Makroekonomik Çeyrek Dönem Göstergeleri ............................. 58
Tablo 3.5. Değişkenlerle İlgili İstatistiksel Bilgiler ............................................................. 82
Tablo 3.6. Değişkenlerin İstatistiksel Bilgileri .................................................................... 83
Tablo 3.7. Karakteristik Polinom Endojen Değişkenlerin Kökleri ...................................... 84
Tablo 3.8. 2000-2020 Yılları Arası Bütçe Dengesi Göstergeleri ........................................ 99

v
GRAFİKLER LİSTESİ
Grafik Sayfa
Grafik 1.1. Tam İstihdam Düzeyinde Toplam Talebin Artması ............................................ 4
Grafik 1.2. Genişletici Para ve Maliye Politikaları ................................................................ 5
Grafik 1.3. Daraltıcı Politikalar, Olumsuz Arz Şoku ........................................................ 6
Grafik 1.4. Klasik Toplam Arz Eğrisi.................................................................................... 7
Grafik 1.5. Keynesyen Aralık, Ara Bölge, Klasik Aralık Toplam Arz ve Toplam Talep
Eğrileri ................................................................................................................................... 8
Grafik 1.6. Yeni Klasik Modelde Fiyat ve Hâsıla ............................................................... 10
Grafik 1.7. Yeni Keynesyen Modelde Fiyat ve Hâsıla ........................................................ 11

Grafik 2.1. Atatürk Dönemi Parasal Hacim ve Kur (Sterlin) .............................................. 23


Grafik 2.2. 1951-1960 Dönemi Enflasyon Gelişmeleri (TEFE) .......................................... 26
Grafik 2.3. 1973 ve 1979 Yılları Arası Toptan Fiyat Eşya Endeksi .................................... 28
Grafik 2.4. 1990 ve 2000 Yılları Arası Enflasyon Yüzdeleri .............................................. 30

Grafik 3.1. Haftalık Döviz Rezervi-2000 yılı-TCMB (Milyon Dolar) ................................ 47


Grafik 3.2. 2000-2020 Yılları Arası Tüketici ve Toptan Eşya Fiyatları Endeksleri ............ 48
Grafik 3.3. Döviz kuru, 1998 Ocak-2001 Aralık, TL/Dolar Günlük Verileri ..................... 50
Grafik 3.4. Döviz kuru, 1998 Ocak-2001 Aralık, TL/Dolar Günlük Verileri, İniş ve Çıkışlar
............................................................................................................................................. 50
Grafik 3.5. TCMB’nin Döviz Rezervleri, 1998 Ocak-2001 Aralık, Milyon Dolar ............. 51
Grafik 3.6. 1998-2020 Toptan Eşya Fiyat Endeksi Fiyat Değişimleri Günlük Veriler ....... 53
Grafik 3.7. Kriz Dönemleri Aylık Bazında Tüketici ve Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksleri . 59
Grafik 3.8. 2010 ve 2017 Yılları Arası Yıllık Ekonomik Veriler ........................................ 61
Grafik 3.9. 2008-2020 Yılları Arası OVP Enflasyon Hedef ve Tahminleri ........................ 63
Grafik 3.10. Türkiye’de 2011-2020 Yılları Arası Sığınmacı Suriyeli Sayısı ...................... 69
Grafik 3.11. En Çok Sığınan Ülkelere Göre Suriyeli Sayısı ............................................... 70
Grafik 3.12. Sığınmacı Suriyelilerin Kira Fiyatlarına Etkisi .............................................. 71
Grafik 3.13. 2013-2015 Yılları Arası Türkiye’ye Giriş ve Çıkış Verileri ........................... 72
Grafik 3.14. 2014-2016 Yılları Arası Turizm Gelirleri ....................................................... 73
Grafik 3.15. 2014-2016 Yılları Arası Rusya’dan Türkiye’ye Gelen Turist Sayısı .............. 74
Grafik 3.16. Türkiye’nin 2000-2020 Yılları Arası Cari İşlemler Dengesi .......................... 77
Grafik 3.17. 2000-2020 Yılları Arası İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı .................. 78
Grafik 3.18. 2018-2020 Yılları Arası Aylık Döviz Kuru Değişimleri ................................. 79
Grafik 3.19. 2018 ve 2020 Yılları Arası Yıllık Ekonomik Veriler ...................................... 80
Grafik 3.20. AR Polinomunun Ters Kökleri Açısından Birim Çember İçerisindeki Durumu
............................................................................................................................................. 83
Grafik 3.21. 2003 ve 2020 Yılları Arası Aylık Tüfe Verileri .............................................. 87
Grafik 3.22. 2000-2020 Yılları Arası Cari Fiyatlarla Kişi Başı Gelir (TL-Dolar) .............. 87

vi
Grafik 3.23. 2000-2020 Yılları Arası TÜFE ve Para Arzı Regresyon Analizi .................... 87
Grafik 3.24. 2000-2020 Yılları Arası Para Arzı Değişimleri .............................................. 88
Grafik 3.25. 2000-2020 Yılları Arası Türkiye’de Petrol İthalatı ve Üretimi ....................... 89
Grafik 3.26. 2020 Yılı Türkiye’de Enerji Tüketimi Dağılımı ............................................. 90
Grafik 3.27. 2000-2020 Yılları Arası Toptan Eşya ÜFE ve Brend Petrol Fiyatları Regresyon
Analizi .................................................................................................................................. 91
Grafik 3.28. 2000-2020 Yılları Arası ÜFE Birinci Fark Değişimi Grafiği ......................... 93
Grafik 3.29. 2000-2020 Yılları Arası Döviz Kuru (Dolar/TL) Birinci Fark Değişimi Grafiği
............................................................................................................................................. 94
Grafik 3.30. 2000-2020 Yılları Arası TÜFE ve Döviz Kuru (Dolar/TL) Regresyon Analizi
............................................................................................................................................. 94
Grafik 3.31. 2000-2020 Yılları Arası Bütçe Açığı Değişimi ............................................. 101
Grafik 3.32. 2000-2020 Yılları Arası Kamu Kesimi Toplam Borç Stoku (Brüt) .............. 102
Grafik 3.33. 2010-2020 Yılları Belirli Ülkelerin Merkez Bankası Politika Faiz Oranları 104
Grafik 3.34. 2010-2020 Yılları Belirli Ülkelerin TÜFE Verileri ...................................... 104
Grafik 3.35. 2003-2020 Yılları Arası Bütçe Faiz Ödemeleri ............................................ 107
Grafik 3.36. 2010-2020 Yılları Türkiye’de 10 Yıllık Vadeli Tahvil Faiz Getirileri Aylık
Verileri .............................................................................................................................. 108
Grafik 3.37. 2002-2020 Yılları Arası Türkiye’den Giden ve Türkiye’ye Gelen Yatırım Oranı
........................................................................................................................................... 110
Grafik 3.38. 2002-2007 Yılları Arası Türkiye’de ODI/FDI Trendi ................................. 111
Grafik 3.39. 2008-2020 Yılları Arası Türkiye’de ODI/FDI Trendi .................................. 111
Grafik 3.40. 2000-2020 Yılları Arası Türkiye ve İsviçre’nin Cari İşlemler Dengesi ........ 115
Grafik 3.41. Örnek Lorenz Eğrisi Gösterimi ..................................................................... 117
Grafik 3.42. Türkiye’nin 2002-2020 Yılları Arası Gini Katsayısı .................................... 117
Grafik 3.43. 2000-2020 Yılları Arası Kamu Brüt İç Borç Stoku ve Enflasyon Oranları .. 118
Grafik 3.44. Laffer Eğrisi Örneği ...................................................................................... 119
Grafik 3.45. 2000-2020 Yılları Arası Kayıt Dışı İstihdam Oranı ...................................... 120
Grafik 3.46. Türkiye’de 2000-2020 Yılları Arası Net Hata ve Noksan Hesabı Aylık Verileri
........................................................................................................................................... 122
Grafik 3.47. Türkiye’de 2003 ve 2020 Yılları Arası Mutluluk ve Mutsuzluk Oranı (%) . 123

vii
KISALTMALAR

Kısaltmalar Açıklamalar

ABD : Amerika Birleşik Devletleri


AIG : American International Group
AR : Autoregressive Moving Averages
ARDL : Autoregressive Distributed Lag Bound Test
BD : Bütçe Dengesi
BEKK-MGARCH : Autoregressive Contıtıonal Variance
BIST : Borsa İstanbul
BKZ : Bakınız
BOE : Bank of England
BOJ : Japonya Merkez Bankası
CDS : Credit Default Swap
DİBS : Devlet İç Borçlanma Senetleri
EVDS : Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
FDI : Foreign Direct Investment
FED : Federal Reserve
GDP : Gross Domestic Product
GER : Gerçekleşen
GSMH : Gayrisafi Millî Hâsıla
GSYİH : Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla
IMF : International Monetary Fund
ITO : İstanbul Ticaret Odası
KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsü
NATO : North Atlantic Treaty Organization
ODI : Outward Direct Investment
ODTÜ : Orta Doğu Teknik Üniversitesi
OVP : Orta Vadeli Program
PP : Phillips Perron
SESAM : Sakarya Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi
SNB : Swiss National Bank
TC : Türkiye Cumhuriyeti

viii
TL : Türk Lirası
TCMB : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TEFE : Toptan Eşya Fiyatları Endeksi
TEPAV : Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı
TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TSKB : Türkiye Sınai Kalkınma Bankası
TVG : Toplam Vergi Geliri
TÜFE : Tüketici Fiyatları Endeksi
TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu
ÜFE : Üretici Fiyatları Endeksi
VAR : Vector Auto Correlation
VARMA : Vector Autoregressive Moving-Average
VB : Ve Bunun Gibi/Benzeri
VD : Ve Diğerleri
Yİ-ÜFE : Yurt İçi Üretici Fiyatları Endeksi

ix
ÖNSÖZ
Bu tezin yazım aşama sürecinde bilgi ve tecrübelerinden faydalandığım, araştırmanın
her bir aşamasında görüşleriyle beni destekleyen, samimiyetini her zaman hissettiren ve beni
doğru yönde yönlendiren danışman hocam Prof. Dr. Süreyya YILDIRIM’ a sonsuz
teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca çalışmamda desteklerini hiçbir zaman eksik etmeyen, bana
olan güvenlerini hiç kaybetmeyen aileme teşekkür ederim.

Ayrıca Lisansüstü Eğitim Enstitüsü çatısı altında emekleri üzerime geçen bütün
hocalarıma sonsuz şükranlarımı sunarım.

13/01/2023

x
İÇİNDEKİLER
Sayfa
TEZ BEYANI ........................................................................................................................ ii

ÖZET ....................................................................................................................................iii

ABSTRACT.......................................................................................................................... iv

TABLOLAR LİSTESİ ........................................................................................................... v

GRAFİKLER LİSTESİ......................................................................................................... vi

KISALTMALAR ................................................................................................................viii

ÖNSÖZ .................................................................................................................................. x

GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ................................................................................................................. 3

ENFLASYONLA İLGİLİ İKTİSADİ TANIMLAR VE ÇIKARIMLAR ............................ 3

1.1. Tanımsal Olarak Enflasyon ............................................................................................ 3

1.2. Enflasyonla İlgili İktisadi Çıkarımlar ............................................................................. 6

1.2.1. Klasik İktisat Yaklaşımı............................................................................................... 6

1.2.2. Keynesyen Yaklaşım ................................................................................................... 8

1.2.3. Monetarist Yaklaşım .................................................................................................... 9

1.2.4. Yeni Klasikler ............................................................................................................ 10

1.2.5. Yeni Keynesyen Yaklaşım......................................................................................... 11

1.3. Türleri Bakımından Enflasyon...................................................................................... 12

1.3.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri .......................................................................... 13

1.3.1.1. Talep Enflasyonu .................................................................................................... 13

1.3.1.2. Fiyat Enflasyonu ..................................................................................................... 14

1.3.1.3. Maliyet Enflasyonu ................................................................................................. 14

1.3.2. Fiyat Artışlarına Göre Enflasyon Türleri ................................................................... 15

1.3.2.1. Dörtnala Enflasyon ................................................................................................. 15

1.3.2.2. Hiperenflasyon ........................................................................................................ 15

1.3.3. Gelişme Nedenlerine Göre Enflasyon ....................................................................... 16

xi
1.3.3.1. Gizli Enflasyon ....................................................................................................... 16

1.3.3.2. Açık Enflasyon ....................................................................................................... 16

1.3.4. Diğer Nedenlere Bağlı Enflasyon .............................................................................. 16

1.3.4.1. Beklenen Enflasyon ve Çekirdek Enflasyon .......................................................... 16

1.4. Enflasyon Hesaplamaları .............................................................................................. 17

1.4.1. Basit Formülasyon Şeklinde Hesaplama ................................................................... 17

1.4.2. TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ................................................................................. 18

1.4.3. ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) ...................................................................................... 18

1.4.4. GDP (GSYİH) Deflatörü ........................................................................................... 18

1.5. Enflasyonun Maliyetleri Bakımından Etkisi................................................................. 19

İKİNCİ BÖLÜM.................................................................................................................. 20

TARİHSEL BAĞLAMDA ENFLASYON ......................................................................... 20

2.1. Türkiye Ekonomisinde Enflasyona Genel Bir Bakış .................................................... 20

2.2. Türkiye Ekonomisinde Tarihsel Bağlamda Enflasyonun Gelişimi .............................. 21

2.2.1. 1980 Öncesinde Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları ................................... 21

2.2.2. 1980 Sonrasında Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları .................................. 29

2.3. 1980 ve 2000 Yılları Arası Fiyat Artışlarının Para Arzı ve Ücretler Açısından Toptan
Eşya Fiyat Endeksiyle Açıklanması .................................................................................... 31

2.3.1. Ekonometrik Analiz ................................................................................................... 31

2.3.2. Serilerin Durağan Olup Olmaması Bakımından Birim Kök Analizi ......................... 33

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ............................................................................................................. 37

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 2000-2020 YILLARI ARASI ENFLASYON SORUNLARI


............................................................................................................................................. 37

3.1. Çalışmanın Konusu ve Amacı ...................................................................................... 37

3.1.1. Materyal ve Yöntem .................................................................................................. 37

3.1.2. Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları Bağlamında İlişkiyi İnceleyen 2000-2020


Yılları Arası Dönemlerde Yapılmış Çalışmalar................................................................... 38

3.2. Enflasyona Neden Olan Sorunlar ................................................................................. 43

xii
3.2.1. Ekonomik, Küresel ve Siyasal Krizlerin Enflasyona Etkileri .................................... 45

3.2.1.1. Kasım 2000 krizi ..................................................................................................... 45

3.2.1.1.1. 2000 yılında Uygulanan Enflasyon Düşürme Programının Başarısızlığı ............ 48

3.2.1.2. 2001 Krizi ve Sonrası Gelişmeler ........................................................................... 49

3.2.1.2.1. 2001 Krizi Sonrası Gelişmeler ............................................................................. 53

3.2.1.2.1.1. 14 Nisan 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ........................................... 54

3.2.1.2.1.2. Dünya Krizine Kadar Uygulanan Maliye Politikası ......................................... 55

3.2.1.3. Dünya Krizi ve Türkiye’ye Etkileri ........................................................................ 57

3.2.1.3.1. Küresel Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri ..................................................... 58

3.2.1.3.2. Küresel Kriz Sonrası Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları ..................... 60

3.2.1.4. 2018 Krizi ve Sonrasında Gelişen Enflasyon Sorunları ......................................... 67

3.2.1.4.1. 2018 Krizinin Oluşmasında Neden Olan Sebepler .............................................. 68

3.2.1.4.1.1. Sığınmacı Suriyeli Göç Unsurunun Türkiye Ekonomisinde Yol Açtığı Enflasyon
Sorunları............................................................................................................................... 69

3.2.1.4.1.2. Türkiye ve Rusya Arasında Uçak Krizi ............................................................ 72

3.2.1.4.1.3. 2018 Krizi ve Sonrası Gelişmeler ..................................................................... 74

3.2.1.5. Küresel Salgın Krizi (COVID-19) .......................................................................... 79

3.2.2. Enflasyona Neden Olan Makroekonomik Göstergeler .............................................. 81

3.2.2.1. Pearson Korelasyonun Özellikleri .......................................................................... 82

3.2.2.2. Enflasyonun Para Arzıyla İlişkisi ........................................................................... 84

3.2.2.3. Enflasyonun Petrol Fiyatlarıyla İlişkisi .................................................................. 88

3.2.2.4. Enflasyonun Döviz Kuruyla İlişkisi ....................................................................... 92

3.2.2.5. Enflasyonun Bütçe Açıklarıyla İlişkisi ................................................................... 95

3.2.2.5.1. Türkiye’de Vergi Gelirinin Yavaşlamasında Neden Olan Etkenler .................... 97

3.2.2.6. Enflasyonun Faizle İlişkisi.................................................................................... 102

3.2.2.7. Enflasyonun Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi ......................................................... 108

3.3. Enflasyonun Neden Olduğu Sorunlar ......................................................................... 111

xiii
3.3.1. Enflasyonun Neden Olduğu Sorunlar ...................................................................... 112

3.3.1.1. Enflasyonun Yatırım ve Tasarruflara Etkisi Bakımından Sorunu ........................ 112

3.3.1.2. Enflasyonun Faktör Gelirlerine Etkisi ve Gelir Dağılımı Bakımından Sorunu .... 115

3.3.1.3. Enflasyonun Vergi Gelirleri ve Kaçakçılığına Yol Açtığı Sorun ......................... 119

3.3.1.4. Enflasyonun Sosyal Bakımdan Yarattığı Sorun ................................................... 122

SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ .................................................................................. 124

KAYNAKÇA..................................................................................................................... 127

EKLER............................................................................................................................... 142

xiv
GİRİŞ

Türkiye, bulunduğu coğrafya itibarıyla son derece öneme sahip jeopolitik


konumdadır. Nitekim Akdeniz ve Karadeniz’le bağlantı sağlayan; Ortadoğu, Kafkas ve
Balkanları birleştiren kara parçasına sahiptir (Çelik, 2020: 202). Ancak; Jeopolitik
konumunun getirdiği artılardan ziyade, sınır ülkelerde meydana gelen karışıklıklar
Türkiye’yi olumsuz etkilediği kadar ekonomisini de etkilemektedir. Şu an itibarıyla üretim
için önemli paya sahip doğal kaynakları bakımından enerji kaynaklarına ulaşamaması,
ülkede kıtlık yaratmakta ve toplam talebin oldukça gerisinde kalmaktadır. Bu durum ise
Türkiye’yi ekonomik anlamda dışa bağımlı bir ülke hâline getirmekte ve dış kaynaklara
oldukça ihtiyaç duymaktadır. Talebin büyük bir kısmı dış kaynaklarla idame ettirildiğinden
dolayı iç ve dış şoklarda meydana gelecek sorunlarda ekonomik anlamda kırılganlık
yaratmakta, ülkede önemli anlamda enflasyon sorununa neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisinde şu an itibarıyla ciddi anlamda enflasyon yaşanmaktadır. Bu


sorunun temelinde günümüzde yaşanan yüksek enflasyonun yol açtığı sorunlar 2000-2020
yılları arası dönemler ışığında çalışmada yer verilerek, bahsedilen dönemler içinde yer alan
ve ülke ekonomisinde kırılgan zemin hazırlayan sorunlar bağlamında meydana gelen
enflasyon sorunlarını açıklayarak, günümüzde yaşanan yüksek enflasyonun nedenleriyle ele
alınan dönemlerde ekonomik temellere inilerek sorunların açıklanması amaçlanmıştır.

Tez Çalışmasının Amacı: Türkiye ekonomisinde enflasyon önemli anlamda sorun


yaratmaktadır. Türkiye’de Enflasyon son yıllarda yüksek düzeylerde kendini göstermekte,
bu yükselişin nedenleri bağlamında 2000-2020 yılları arası yakın dönemler ışığında yaşanan
enflasyonist sorunları ortaya koymak amaçlanmıştır.

Araştırmanın Önemi ve Katkısı: Türkiye’de son zamanlarda yaşanan enflasyon


artışlarının nedenini 2000-2020 yılları arasında meydana gelen sorunlar bağlamında cevap
bulmak açısından öneme sahiptir. Genel anlamda sorunlar ortaya konulduktan sonra
yazındaki çalışmaların katkısıyla birlikte çözüm önerileri ortaya koymaktır.

Çalışmanın Problem Cümlesi: Türkiye ekonomisinde fiyatlar genel düzeyinin


yüksek olması, alım gücünün zayıflaması, gelir dağılımında eşitliğin bozulması ve getirdiği
diğer sosyal ve ekonomik anlamda sorunlar.

1
Çalışmanın Hipotezi (Ana Sorunsalı): Türkiye ekonomisinde kalkınmasının önemli
bir yere sahip dış kaynak ihtiyacını ciddi anlamda azaltıp iç kaynaklarla idame ettirmesi
enflasyon sorununu ortadan kaldırır.

Çalışmada Kullanılan Araştırma Yöntemleri: Türkiye ekonomisinde 2000-2020


yılları arası enflasyon sorunları literatür taraması yapılarak hazırlanmıştır.

Araştırmanın Sınırlılık, Evren, Zaman ve Örneklemi: Çalışma; Türkiye baz alınarak


hazırlanmış olup, evreni Türkiye Cumhuriyeti’dir. Araştırma, 2000-2020 yıllarıyla
sınırlandırılmıştır. Örneklemi ise ele alınan dönemler itibarıyla yazındaki raporlar, kurumsal
raporlar ve akademik raporlar ışığında hazırlanmıştır.

Tezin birinci bölümünde çalışmaya katkı sağlayacağı düşüncesiyle genel anlamda


enflasyonla ilgili iktisadi tanımlar ve çıkarımlar yer almaktadır. İkinci bölümde Türkiye
ekonomisinde ele alınan dönemler itibarıyla yaşanan enflasyon sorunlarını iyi biçimde
anlamlandırmak üzere, Türkiye’nin iktisadi tarihi bakımından genel anlamda enflasyon
sorunlarına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ise 2000-2020 yılları arası dönemi açıklayan,
enflasyona neden olan ve enflasyonun neden olduğu sorunlara yer verilmiştir.

Enflasyona neden olan sorunlar bağlamında Türkiye’de yaşanan ekonomik, küresel


ve siyasi krizler temel makroekonomik açıdan enflasyonist bağlamda geniş bir perspektifte
açıklandıktan sonra; para arzı, faiz, petrol fiyatları, döviz kuru, bütçe dengesi ve doğrudan
yatırımlarla enflasyonist ilişki açıklanmaya çalışılmıştır. Türkiye ekonomisinde enflasyona
en temel sorun teşkil etmesi bakımından; para arzı, petrol fiyatları ve döviz kuru basit
regresyon modeliyle irdelenerek nedensellik arasındaki ilişkilerin vurgu yapılması
amaçlanmıştır.

Enflasyonun neden olduğu sorunlar ise dört başlıkta ele alınmış olup; vergi gelirleri
ve kaçakçılığı, yatırım ve tasarruf, faktör geliri ve gelir dağılımı ve sosyal anlamda neden
olduğu sorunlar açıklanmıştır.

2
BİRİNCİ BÖLÜM

ENFLASYONLA İLGİLİ İKTİSADİ TANIMLAR VE ÇIKARIMLAR

1.1.Tanımsal Olarak Enflasyon


Enflasyonun günümüzde pek çok tanımı bulunmaktadır. Genel anlamda enflasyon,
fiyatlar genel düzeyinin devamlı olarak artmasıdır. Yani enflasyonun artması demek mal
sepetindeki fiyatların tek seferde artmasından ziyade, bu artışın sürekli ve uzun süreli artması
olarak tanımlanabilir (Ünsal, 2011: s.20). Enflasyon, gelir dağılımında dengesizliğe neden
olmakla beraber yatırım ve tasarruf arasındaki ilişkiyi olumsuz etkilemektedir (Karaçor,
2009: s.61).

Enflasyon; para arzının kontrolsüz artışı, döviz kuru, talep ve maliyet artışlarından
kaynaklı fiyatların yükselmesiyle alım gücünün azalmasına, bütçe açıklarındaki
dengesizliklere, bireysel kredi talebindeki dengesizliklere neden olmaktadır. Döviz kurunun
artması, yerli paranın yabancı para karşısında değer kaybetmesiyle sonuçlanır. Bu nedenle
gelişmekte ve dışa bağımlı olan ülkelerde döviz kurunun yükselmesiyle iç fiyatlarda kur
artışı kadar yükselme meydana gelmektedir. Bütçe açıklarını ise dolaylı olarak
etkileyebilmektedir. Merkez bankası; bütçe açıklarını kontrol etmek için para politikası
araçlarını kullanarak, yerli para stokunu artırmasıyla yerli paranın değer kaybetmesine neden
olacaktır. Bu nedenle mal ve hizmet karşılığı olmaksızın, karşılıksız olarak para arzının
artması enflasyona neden olacaktır. Enflasyonun artması bütçe dengesini olumsuz yönde
etkilemektedir. Yani vergi gelirini aşındırıcı etkisiyle bütçe açıklarına neden olacaktır. Bu
durum, Olivera-Tanzi etkisidir (Biçen, Görüş ve Türköz, 2015: s.171).

Enflasyonun artması, insanların daha fazla para talep etmesine ve kredi talebinin
artırmasına neden olmaktadır. Yani üretilen mal ve hizmet fiyatlarının artmasıyla, insanların
bu fiyat artışından kaynaklı daha fazla para talep etmelerine ve kredi talebinin artışına neden
olmaktadır. Enflasyon ve girdi fiyatlarının artışı doğru orantılıdır. Girdi fiyatları olarak
değerlendirildiğinde, petrol fiyatlarının artması maliyet enflasyonuna neden olmaktadır.
Türevleri olarak düşünüldüğünde enerji fiyatlarındaki artış, üretimi olumsuz etkilemektedir.
Girdi fiyatlarının artmasıyla, üretim sonucu maliyete katlanılmak için çıktı fiyatlarının
artmasına neden olmaktadır. Girdi fiyatlarının artmasıyla maliyete katlanamayan üreticilerin
üretimden çekilmesiyle stagflasyona neden olabilmektedir (Öztürk ve Saygın, 2017: s.1).

3
Grafik 1.1. Tam İstihdam Düzeyinde Toplam Talebin Artması (Kaynak: Ünsal,
2011: s.311)
P: Fiyat, Y: Üretim, AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

P1: Birinci Fiyat, P2: İkinci Fiyat, AS1: Birinci Toplam Arz, AD1: Birinci Toplam
Talep, AD2: İkinci Toplam Talep, Y1: Birinci Çıktı Düzeyini (Hâsıla) Göstermektedir.

Klasik iktisat anlayışına göre ekonomi tam istihdamdadır (Hiç Birol, 2013: s.98).
Ekonomide istihdam ve üretimi artırmak için herhangi bir genişletici para veya maliye
politikası uygulandığında, istihdam ve üretim artmayacak ve aynı düzeyde kalacaktır. Klasik
iktisatçıların dikey arz eğrisi, enflasyonist yanılgılar doğrultusunda para ve maliye
politikalarıyla istihdam ve üretimi artırmak için uygulanan politikaların işe yaramayacağını
söylemektedir. Yani enflasyonun reel anlamda bir önemi olmayacaktır (Hatipoğlu, 2011:
s.27). Uygulanan politikalar sadece fiyatları artıracak ve enflasyona neden olacaktır.
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışın meydana geldiğini söylemektedir ancak
fiyatlardaki artış alım gücünü azaltmakla birlikte alım gücü değişmeyip sadece fiyatlardaki
yükselişe de neden olabilecektir. Klasik iktisat anlayışına göre para, sadece mübadele aracı
olarak kullanılmakta ve ekonomi tam istihdam seviyesinde olduğundan istihdam ve üretim
değişmeyecek, sadece enflasyona neden olacaktır (Aydın, 2015: s.211).

4
Grafik 1.2. Genişletici Para ve Maliye Politikaları (Kaynak: Ünsal, 2011: s.314)
P: Fiyat, Y: Üretim, AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

P1: Birinci Fiyat, P2: İkinci Fiyat, AS1: Birinci Toplam Arz, AD1: Birinci Toplam
Talep, AD2: İkinci Toplam Talep, Y1: Birinci Çıktı Düzeyi (Hâsıla), Y2: İkinci Çıktı Düzeyi
(Hâsıla) Olduğunu Göstermektedir.

Keynesyen analizde, piyasa mekanizmasına devlet tarafından bir müdahale


olmadığında kendiliğinden tam istihdam seviyesine ulaşamamaktadır. Klasik iktisat
teorisinin tam aksine aktif iktisat politikası uygulanmalıdır (Ünsal, 2011: s.315). Ekonomi
tam istihdam düzeyinde olmadığından, istihdam ve üretimi artırmak mümkündür. Bu
noktada fiyatlar genel düzeyinin artması, toplam arz eğrisinin pozitif bir doğru olmasından
kaynaklanmaktadır. Keynesyen görüşe göre, toplam arz eğrisi yatay eksene paralel bir
doğrudur. Yani sonsuz esnek toplam arz eğrisinde uygulanan genişletici politikalar fiyat
artışına, yani fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine neden olmayacak ve sabit kalacaktır.
Çünkü bu görüşe göre enflasyon, tam istihdam düzeyinden sonraki düzeye göre gerçekleşen
bir durumdur (Turan ve Öztürk, 2016: s.260).

Böyle bir durumda enflasyonist politikalar, istihdam ve üretimi artırabilmektedir. Yani


üretim artarken fiyatlar genel düzeyi de artmaktadır (Hiç, 2015: s.216). Enflasyon, yapısal
olarak uygulanan teori ve modellere göre değişiklik göstermektedir. Uygulanan politikalar,
klasik iktisat anlayışına göre alım gücünde bir değişim yaratmadan sadece enflasyona neden
olmakta; Keynesyen görüşe göre ise hem istihdam hem de üretim düzeyinin artmasıyla
beraber enflasyonu da artırmaktadır. Enflasyon artsa dahi alım gücü artmakta veya
azalmakta ya da değişim göstermemektedir (Konya, 2009: s.9).

5
Grafik 1.3. Daraltıcı Politikalar, Olumsuz Arz Şoku (Kaynak: Ünsal, 2011: s.326)

P: Fiyat, Y: Üretim, AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

P1: Birinci Fiyat, P2: İkinci Fiyat, P1n: Birinci Fiyat Artışından Sonraki Fiyat Artışı,
AS1: Birinci Toplam Arz, AS1n: Birinci Toplam Arzdan Sonraki Gerçekleşen Olumsuz Arz
Şoku, AD1: Birinci Toplam Talep, AD2: İkinci Toplam Talep, Y1: Birinci Çıktı Düzeyi
(Hâsıla), Y2: İkinci Çıktı (Hâsıla), Y1n: Olumsuz Arz Şoku Sonucu Oluşan Çıktı Düzeyi
(Hâsıla) Olduğunu Göstermektedir.

Ekonomi başlangıçta (AD1, AS1, Y1) dengedeyken, emek dışındaki girdi fiyatlarının
artması sonucu (Petrolün fiyatının artması gibi) toplam arz eğrisi yukarı doğru kayarak yeni
denge miktarı (Y1n) ve yeni fiyat oluşumu (P1n) gerçekleşmiştir. Eğer fiyatlardaki yükselme
geçici değilse girdi fiyatlarının artması sonucu fiyatlar yükselecek ve maliyet enflasyonuna
neden olacaktır (Ünsal, 2011: s.326). (Bkz. Grafik 1.2)’deki fiyat artışı toplam talebin
artması sonucu gerçekleşirken, (Bkz. Grafik 1.3)’teki gerçekleşen fiyat artışı ise girdi
maliyetlerinin artması sonucu oluşmuştur. (Bkz. Grafik 1.2)’de enflasyonun artmasıyla
birlikte çıktı düzeyi de artmış (Y1’den Y2’e Doğru) ancak olumsuz arz şoku sonucu
enflasyon yükselerek çıktı düzeyi düşmüş ve bununla beraber gelir azaltıcı etki yaratmıştır
(Başar, 2012: s.9).

1.2. Enflasyonla İlgili İktisadi Çıkarımlar

1.2.1. Klasik İktisat Yaklaşımı

Klasik iktisat anlayışı, temelinde klasik paranın miktar teorisine dayanmaktadır


(Gabaçlı, 2020: s.51). Bu yaklaşıma göre para sadece bir değişim aracıdır. Paranın mal ve

6
hizmet alımından başka alternatif bir getirisi yoktur. Para, onlar için bir peçe (tül)’dir
(Demir, 2021: s.387). Para sadece mübadele aracı olarak kullanılmakta, nitekim yansız ve
nötrdür (Tuğcu, 2015: s.18). Bu nedenle para arzındaki artışla reel ekonomi
etkilenmemektedir. Sadece fiyatlar genel düzeyini artırmaktadır (Peker, 2005: s.89). Bu
durumda fiyat ve para arzı arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Ekonomi tam
istihdam düzeyinde olduğundan herhangi yapılacak politikalarla istihdam ve üretim
değişmemektedir (Çiçek, 2011: s.97). Paranın mübadele aracı olmaktan başka alternatif bir
getirisi olmadığından paranın dolanım hızı sabittir. Bu duruma “Klasik Dikotomi”
denmektedir (Doruk, 2001: s.100).

M xV=P xY (1)


M: Ekonomideki Para Arzı, V: Paranın Dolanım Hızı, P: Fiyatlar Genel Düzeyi, Y: Çıktı
(Hâsıla) olduğunu göstermektedir (Özyurt, 2003: s.133).

Grafik 1.4. Klasik Toplam Arz Eğrisi (Kaynak: Başar, 2011: s.26)
P: Fiyat, Y: Çıktı (Hâsıla), AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

AD1(M1): Genişletici Para Politikası Öncesi Toplam Talep, AD2(M2): Genişletici


Para Politikası Sonucu Toplam Talep, Y: Tam İstihdam Çıktı Düzeyi (Hâsıla), P: Fiyatlar
Genel Düzeyi, M: Para Arzı Olduğunu Gösterir.

Ekonomi tam istihdam seviyesinde olduğundan toplam arz eğrisi dikey eksene
paralel biçimde çizilmiştir. Paranın alternatif (faiz) maliyeti olmadığından paranın dolanım
hızı (V) sabit ve istikrarlıdır (Aydın, 2015: s.216). Bireyler ellerindeki parayı sadece mal ve
hizmet karşılığı mübadele aracı olarak kullandığından paranın dolanım hızı sabit
kalmaktadır. Ekonomi tam istihdam seviyesinde olduğundan yapılacak herhangi para ve
maliye politikası başarısız olacaktır (Yalta, 2020: s.100). (Bkz.Grafik1.4)’te genişletici para

7
politikası uygulanmış ve toplam para arzı M1’den M2 seviyesine yükselmiştir. Ekonomi tam
istihdam düzeyinde olduğundan toplam talepteki artış çıktı miktarını değiştirmemiş, sadece
enflasyona neden olmuştur (Ünal, 2015: s.9).

1.2.2. Keynesyen Yaklaşım

Keynes’e göre, klasik iktisat yaklaşımının aksine ekonomide eksik istihdam vardır
(Pekin, 2014: s.48). Yaklaşıma göre para, sadece mübadele aracı değil, ihtiyat ve
spekülasyon güdüsüyle de değerlendirilir (Togay, 1998: s.133). Keynes’e göre, ekonomide
“Likidite Tuzağı” vardır. Spekülasyon güdüsüne göre para talebine dayanarak ekonomideki
para arzı artışlarının faizleri daha fazla düşüremeyeceği ve bir süreden sonra da sabit
kalacağı, uygulanacak genişletici para politikası neticesinde de likidite atıl hâle gelecek ve
artık insanlar parayı ellerinde tutacaklardır (Baydur ve Süslü, 2011: s.14).

Toplam arz eğrisinin (AS) dikey eksene paralel olması uzun dönemde
gerçekleşmektedir. Ekonomiyi tam istihdam seviyesine getirmek için hükümetlerin kamu ve
transfer harcamalarını artırmalı, vergileri ise azaltmalıdır (Başar, 2012: s.24). Genişletici
maliye politikası uygulandığında ise fiyatlar genel düzeyi sabit kalmakta ve bu durumda
enflasyon yaşanmamaktadır. Bunun nedeni, Keynes’e göre işçilerin cari ücret düzeyinde
çalışmak istemeleridir. Yani nominal ücretleri düşürerek istihdamı artırmak mümkün
değildir. Nominal ücret düştüğünde ise maliyetler azalacak ve fiyatlar genel düzeyi
düşecektir. Nitekim sonucunda reel ücretler aynı kalacaktır. Ekonomiyi canlandırmak için
sadece maliye politikası yapılarak çıktı seviyesi tam ve etkin şekilde artacaktır (Ünsal, 2011:
s.314).

Grafik 1.5. Keynesyen Aralık, Ara Bölge, Klasik Aralık Toplam Arz ve Toplam
Talep Eğrileri (Kaynak: Başar, 2012: s.25)

8
P: Fiyat, Y: Çıktı (Hâsıla), AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

Genişletici maliye politikası sonucu toplam talebin kaymasıyla Keynesyen aralıkta


sadece hâsıla (çıktı) düzeyi değişmekte ve fiyatlar genel düzeyinde bir değişim meydana
gelmemektedir. Ara bölgede istihdam ve fiyatlar genel düzeyi artmakta, klasik aralık
bölgesinde ise sadece fiyatlar genel düzeyi artmaktadır. Yani enflasyon meydana
gelmektedir. Çıktı ise sabit kalmaktadır (Başar, 2012: s.25).

1.2.3. Monetarist Yaklaşım

Monetarist yaklaşımın temelleri, Amerikalı iktisatçı “Milton Friedman” tarafından


geliştirilmiştir. Monetarist yaklaşım, iktisadi bir sorun olan enflasyon olgusu üzerinde
durmaktadır. Enflasyonun nedeni, para arzının hükümetler tarafından aşırı olarak
artırılmasıdır (Aktan, 2010: s.169). Friedman, hükümetin enflasyonu kontrol altına almak
için yıkıcı tedbirlerle gerçekleştirdiğini ve değerlenmiş döviz kuru üzerinde israfa yol açıp,
meşrulaştırılmayacak biçimde değerlendirip israf felsefesi üzerinde durmuştur. Nobel ödülü
alan Friedman’a göre enflasyon, her durumda parasal bir olgudur. Ekonomide istikrarsızlık
varsa bunun temel nedeni uygulanan yanlış para politikasıdır. Keynesyen yaklaşımı
eleştirerek serbest piyasa ekonomisinin işleyişine göre para arzının önemi üzerinde
durmuştur. Friedman’a göre para talebi kısa dönemde istikrarlı, para arzı ise merkez
bankasından kontrol edilir. Para arzındaki artış, bireylerin ellerinde tuttuğu nakit artışına
neden olacaktır. Bireyler ellerindeki nakitleri ya harcayacak ya da finansal araçlara (çek gibi)
yatıracaklardır. Böyle bir durumda bile fazla nakit ortadan kalkmayacaktır (Çetin, 2012: s.
33).

Para akışı ülke içinde gerçekleştiğinden dolayı bireylerin yaptıkları harcamalar diğer
iç birimlere akacak ve yapılan harcamalar üretimi veya enflasyonu artıracaktır. Bu durumda
para arzındaki artış, üretimi artırmak için reel sonuçlar doğurabilecektir. Ancak ekonomi
tam istihdam seviyesine ulaştığında sadece fiyatlar genel düzeyi artacak, yani enflasyona
neden olacaktır (Bocutoğlu, 2012: s.298, 299). Fiyatlar genel düzeyinin artmasıyla bireyler,
mal ve hizmet satın almak için para talebini artıracaklardır. Neticesinde para arz ve talebi
arasında tekrar dengeye ulaşılacaktır ancak daha yüksek bir fiyat seviyesine gelecektir. Bu
mekanizma “modern miktar teorisi” olarak adlandırılmaktadır (Oğuz, 2008: s.18). Miktar
teorisi, klasiklerde paranın dolanım hızını sabit kabul ederken; modern miktar teorisinde ise
bu durum sabit değil ancak istikrarlıdır (Tunay, 2001: s.178).

9
1.2.4. Yeni Klasikler

Yeni klasikler; Keynesyen modele alternatif bir model kurarak, yeni klasik modeli 3
varsayımda açıklamışlardır: Birincisi, üreticilerin ürettikleri malların fiyatına kıyasla, kendi
ürettikleri malların fiyatında bir karşılaştırma yaparak fiyat değişimlerinden haberdar
olmaktadırlar. İkinci olarak, fiyatların esnek olduğunu kabul ederler. Üçüncü varsayım ise
rasyonel bekleyişler hipotezidir. Yeni klasikler, gelecekteki fiyat beklentilerini geçmişteki
fiyatlarla tahmin yaparak analiz etmezler. Hükümetin geleceğe yönelik açıkladığı iktisat
politikalarıyla net bir şekilde haberdar olarak tahmin etmektedirler (İslatince, 2007: s.208).

Grafik 1.6. Yeni Klasik Modelde Fiyat ve Hâsıla (Kaynak: Ünsal, 2011: s.321)
P: Fiyat, Y: Çıktı (Hâsıla), AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz

SRAS1(P e = P1): Sola Doğru Kayan Kısa Dönem Arz Eğrisi, SRAS0(P e = P0):
Kısa Dönem Arz Eğrisi, LRAS: Uzun Dönem Toplam Arz Eğrisi, AD0(M0): Toplam Talep
Eğrisi, AD1(M1): Sağa Doğru Kayan Toplam Talep Eğrisi, Yn: Denge Çıktı Miktarı
(Hâsıla), P0: İlk fiyat Düzeyi, P1: Artan Fiyat Düzeyi, E0: İlk Denge Düzeyi, E1: İkinci
Denge Düzeyi, M0: Politika Öncesi Para Arzı, M1: Politika Sonucu Para Arzı Olduğunu
Göstermektedir.

Rasyonel beklentiler çerçevesinde oluşturulan yeni klasik modelde ekonomide


sürpriz bir gelişme olmadıkça kısa dönem arz, uzun dönem arz ve toplam talep eğrilerinin
kesiştiği (E0 ve E1) denge düzeyinde olacaktır. Yani hükümet, para ve maliye politikalarında
sürpriz bir değişiklik yapmadıkça klasiklerdeki gibi doğal hâsıla düzeyinde kalacaktır
(Koşaroğlu, 2019: s.7).

10
Model incelendiğinde ekonomi başlangıçta E0 düzeyinde dengededir. Hükümetin
para arzını artırması sonucu toplam talep eğrisi AD1(M1) seviyesine gelecektir. Para arzında
meydana gelecek artışın önceden açıklandığı ve karar birimlerinin önceden beklediği bir
artış durumunda, fiyatların P0’dan P1’e çıkacağını da tahmin etmektedirler. Böyle bir
bekleyiş sonucunda toplam arz eğrisi sola doğru kayarak E1 denge noktasına gelecektir.
Yani önceden açıklanan genişletici politikalar, istihdam düzeyini artırmayacak ancak fiyatlar
genel düzeyinin yükselmesine neden olacaktır (Ünsal, 2011: s.321).

1.2.5. Yeni Keynesyen Yaklaşım

Yeni Keynesyen yaklaşım; klasik, parasal ve yeni klasik modelden oluşan ve klasik
anlayışa alternatif olarak geliştirilen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımı oluşturan 3 varsayım
bulunmaktadır: Birincisi, işçilerle firmalar arasında imzalanan toplu iş sözleşmesi
neticesinde sözleşme boyunca (3-4 yıl) ücretlerin sabit olarak kaldığını ve ancak ücretlerin
yükselmesi veya düşmesinin uzun dönemde gerçekleştiğini varsaymaktadırlar. Yani ücretler
kısa dönemde esnek değil katıdır (Yıldırım, Lopcu, Çakmaklı ve Özkan, 2010: s.1270).
İkinci yaklaşım olarak ise bazı piyasalarda fiyatlar değişken değil, katıdır. Sendikalar,
belirlenen nominal ücret üzerinden istedikleri kadar emek arz etmektedir (Bilir, 2017:s.194).
Üçüncü varsayım ise yeni klasikler gibi rasyonel bekleyişler hipotezidir (Ünsal, 2011:
s.324).

Grafik 1.7. Yeni Keynesyen Modelde Fiyat ve Hâsıla (Kaynak: Ünsal, 2011: s.325)
P: Fiyat, Y: Çıktı (Hâsıla), AD: Toplam Talep, AS: Toplam Arz, M: Para Arzı, W:
Nominal Ücret

11
SRAS0(P e = P0, W0): Kısa Dönem Toplam Arz, SRAS1(P e = P2, W1): Nominal
Ücret Sözleşmesi Sonucu Sağa Doğru Kayan Arz, AD0(M0): Sözleşme Öncesi Toplam
Talep, AD1(M1): Sözleşme Sonucu Sola Doğru Kayan Toplam Talep, Yn: Uzun Dönem
Çıktı (Hâsıla), Y1: Sözleşme Sonucu Çıktı (Hâsıla), E0: Birinci Denge, E1: İkici Denge, E2:
Üçüncü Denge, P0: İlk Fiyat Düzeyi, P1: İkinci Fiyat Düzeyi, P2: Üçüncü Fiyat Düzeyidir.

(Bkz. Grafik 1.7)’de ekonomi başlangıçta E0 düzeyinde dengededir. Toplam talepte


bir daralma sonucu AD1 konumuna gelmiştir. Bu daralma sonucu fiyatlar genel düzeyi
P0’dan P1’e kadar düşmüştür. Sonucunda işçilerle firmalar arasında imzalanan toplu iş
sözleşmesi W0 nominal ücret düzeyinden fiyatların düşmesi sonucunda ilk W0/P0
düzeyinde dengede olan reel ücret W0/P1 seviyesine yükselecektir (P0>P1). Fiyat düzeyi
sözleşme bitimine kadar sabit kalacak ve reel ücretler arttığı için firmalar işçi sayısını
azaltacaktır. Bu bağlamda istihdam Yn seviyesinden Y1 seviyesine düşecektir. Sözleşme
bitimine kadar denge E1 seviyesinde kalacaktır. Yeni sözleşme dönemi geldiğinde ise reel
ücretlerin artması sonucu rasyonel beklentilere göre bir sonraki sözleşmeyi W1 nominal
ücret düzeyinde yapacaklar ve kısa dönem toplam arz eğrisi sağa doğru kayacak, ekonomi
tam istihdam seviyesine ulaşacak ve fiyatlar genel düzeyi düşecektir (Ünsal, 2011: s.324).
Yeni Keynesyenlere göre ekonomideki bu daralma, hükümet tarafından genişletici para
politikası yapılmasıyla toplam talebi, istihdamı ve hâsılayı artabilecektir. Yani, toplam
talepte meydana gelen bir daralma sonucu yeni sözleşme dönemini beklemek yerine
hükümet aktif politikalarla fiyatlar genel düzeyini ve istihdamı kontrol edebilecektir
(Yıldırım vd., 2010: s.1269).

1.3. Türleri Bakımından Enflasyon

Enflasyon kavramından bahsedilirken gerçekleştiği nedenlere göre


değerlendirilmelidir. Nitekim ekonomide enflasyondan bahsedebilmek için tüm mal ve
hizmet sepetindeki fiyatların ağırlıklı olarak artması gerekir. Yani enflasyondaki değişim
ekonomide kayda değer olmalıdır (Doğan, Osman ve Değer, 2016: s.407). Nitekim
enflasyon türleri incelendiğinde fiyat artışları ve nedenlerine göre ayrılmaktadır (Kaya,
2022: s.55,56). Nedenlerine göre enflasyon türleri incelendiğinde talep enflasyonu, fiyat
enflasyonu ve maliyet enflasyonu olarak 3’e ayrılmaktadır (Songur, 2019: s.49). Fiyat
artışlarına göre türleri incelendiğinde ise dörtnala enflasyon, hiperenflasyon ve sürünen
enflasyon olmak üzere 3’e ayrılmaktadır. Ayrıca, gelişme ve diğer nedenlere göre açık

12
enflasyon, gizli enflasyon, çekirdek enflasyon ve beklenen enflasyon türleri bulunmaktadır
(Akyüz, 2020: s.13-16).

1.3.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri

 Talep Enflasyonu
 Fiyat Enflasyonu
 Maliyet Enflasyonu

1.3.1.1. Talep Enflasyonu

Ülkede üretilen toplam mal ve hizmetin toplam talebi karşılayamaması sonucu


oluşan enflasyondur. Yani toplam talebin toplam arzdan fazla olması sonucu üretilen mal ve
hizmetlerin yeterince karşılanamamasıdır (Birinci, 1989; Şahin, 2008). Talebi artıran
durumlar incelendiğinde tüketim harcamalarının (C) artması, yatırım harcamalarının (I)
artması ve kamu harcamalarının (G) artması durumunda enflasyon artacaktır. Ekonominin
dışa açık olduğu da göz önünde bulundurulduğunda ihracatın (X) ithalatı (M) aştığı (X>M)
durumda mal piyasasında bir artış yaşanır. Toplam talepte bahsedilen kalemlerin toplamıyla
“Y (Hâsıla) = C+I+G+NX (X-M)” hâsılada bir artış yaratırsa ve toplam arzdan daha fazla
bir artış gerçekleşirse talep kaynaklı enflasyon meydana gelecektir. Aynı zamanda
uygulanan genişletici para politikalarında da toplam talebi artırıcı etkiler yaratarak talep
enflasyonuna neden olmaktadır (Ünsal, 2011: s.688).

Bu durumun çıkış nedenleri ayrıntılı anlatılacak olursa:

Toplam talepte bir artış yaşanmalıdır ve bu artışın büyüklüğü toplam arzdan daha
fazla olması gerekmektedir. Satın alma isteğinin artması durumunda fiyatlar genel düzeyini
artırıcı bir etki yaratmalıdır. Diğer bir durum ise toplam harcama kalemlerinde artış
yaratmalıdır. Talep artırıcı bir etki olan kamu harcamaları, devlet hizmetlerinin karşılanması
için kamu tarafından gerçekleştirilen harcamalardır (Yılmaz ve Kaya, 2005: s.259). Bireysel
ihtiyaçların yanında toplumsal ihtiyaçların da karşılanması gerekir. Bu ihtiyaçları
karşılayabilecek güç ise devlet tarafından yerine getirilir. İhtiyaçların karşılanması ise talebi
meydana getirdiğinden bu etki kamusal otoriteye bağlı gelişecektir (Yüksel, 2022: s.1). Aynı
zamanda devlet, vergileri azaltarak toplam talepte bir artış meydana getirebilir (Turhan,
1986: s.116).

13
Toplam talebi etkileyen bir diğer unsur, uygulanan para politikalarıdır. Bu politika
Merkez Bankası aracılığı ile gerçekleşir. Genişletici para politikası uygulandığında veya
faizlerin azalmasıyla toplam talep artacaktır. Toplam talebin artması ise para talebini
artıracağından fiyatlar genel düzeyini artıracaktır (Yalta, 2020: s.113).

Bahsedilmesi gereken bir diğer etki ise ihracat gelirlerinin ithalat giderlerinden fazla
olması durumudur. İhracat arttığında millî para değer kazanacaktır ve sonucunda mal ve
hizmet talebini artıracaktır. Toplam talebi artırdığı için enflasyona neden olacaktır (Yalta,
2020: s.4). Bir diğer açıdan düşünüldüğünde ise dış ülkeler tarafından yapılan nakdî
yardımlar döviz kurunu düşürecektir. Kurun düşmesi sonucu para talebi artacağından toplam
talepte artırıcı bir etki yaratacaktır (Doğan, 2006: s.122).

1.3.1.2. Fiyat Enflasyonu

Piyasaya sürülen mal ve hizmetlerin tam rekabet koşullarından uzaklaşmasıyla


firmalar tarafından belirlenen fiyatlardır. Yani firmaların kâr marjını artırmak için bir araya
gelerek oluşturdukları bir enflasyon türüdür (Dinler, 2013: s.483). Diğer bakımdan fiyat
enflasyonu, devletin ekonomiye müdahale etmesi sonucunda da meydana gelir. Devlet bu
noktada gelir dağılımındaki olumsuzluklarla baş etmek için hem üreticiyi hem de tüketiciyi
koruma görevine sahiptir. Özellikle, zayıf durumda bulunan üreticiler için istikrarsızlığı
gidermek amacıyla taban fiyat uygulamasına gidebilmektedir. Taban fiyat, piyasa
dengesinin üzerinde bir fiyatın devlet tarafından belirlenmesidir. Aynı durumda tüketiciyi
korumak için fazla fiyat artışlarının önüne geçerek piyasa denge fiyatının altında bir fiyat
belirlemektedir. Bu duruma ise tavan fiyat denir (Turan, 2010: s.18,19).

1.3.1.3. Maliyet Enflasyonu

Piyasanın tam rekabet koşulundan uzaklaşmasıyla üretim için gerekli olan girdi
fiyatlarının yükselmesi sonucunda oluşan enflasyondur. Girdi maliyetlerinin yükselmesi
toplam arzda azalma meydana getirecektir. Azalan mal ve hizmetlerin yeteri kadar talebi
karşılayamaması sonucunda fiyatlar yükselecektir (Dinler, 2013: s.482). Üreticilerin
monopol gücü elde etmek için emeğin marjinal veriminden daha yüksek oranda reel ücret
sunarak emek talebini kendi taraflarına çekmeleri sonucu maliyetleri artırıcı etki
yaratacaktır. Bu sebeple maliyet enflasyonu oluşmaktadır (Bilgili, 2014: s.98). Maliyet
artışlarıyla üreticiler kâr marjını korumak için fiyatları artırma yoluna gitmektedir. Talep ve

14
maliyet enflasyonlarında bilinmesi gereken nokta; talep enflasyonunda fiyatlar artma
eğilimdeyken üretim ve istihdam da artmaktadır ancak maliyet enflasyonunda fiyatlar genel
düzeyi artarken üretim ve istihdamda azaltıcı etki yaratmaktadır (Sloman, 2004: s.66).

Girdi maliyetlerini vergi, ücret, ithalat sonucu oluşan giderler ve diğer maliyetler
artırmaktadır. Talepten kaynaklı üretim sonucunda bu maliyetlere katlanılarak üretim
kapasitesini artırma yoluna gidilecektir. Bu giderler sonucunda fiyatlar artırılmak istenir. Bu
nedenle talepte meydana gelen artış maliyet enflasyonuna neden olmaktadır (Büyükakın,
1995: s.17).

1.3.2. Fiyat Artışlarına Göre Enflasyon Türleri

 Dörtnala Enflasyon
 Hiperenflasyon
 Sürünen Enflasyon

1.3.2.1. Dörtnala Enflasyon

Dörtnala enflasyon, anlamı bakımından fiyatların çok yüksek artmasından kaynaklı


aşırı enflasyon olarak da adlandırılır. Yıllık 2-3 haneli olarak artan fiyatlar, ekonomide
bozucu etki yaratmaktadır (Öztürk, 2021: s.1). Karar birimleri, aşırı değer kaybeden
paralarını elde tutmamak için tüketim mallarına veya spekülatif yatırımlara aktarmaktadır.
Yüksek enflasyon yaşayan ülkelere örnek verilecek olursa Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri
söylenebilir (Dinler, 2000: s.528). Bu tür enflasyonda ise ekonomide güven ortamı
azaldığından dolayı insanlar sadece parayı mal ve hizmet satın almak için tutmaktadır. Borç
ilişkileri genellikle yabancı para cinsinden gerçekleştirilir. Kimse yerli para birimiyle borç
vermek istemez ancak yerli para biriminden borçlanan için kârlıdır (Büyükakın, 1995: s.11).

1.3.2.2. Hiperenflasyon

Yüksek enflasyonun yaşanması sonrasında gerçekleşen fiyat artış oranlarının, yıllık


milyon veya trilyon şeklinde sonuçlanan bir enflasyondur. Fiyat artışları günlük olarak aşırı
şekilde gerçekleşmektedir (Peker, 2019: s.9). Karar birimleri, bu aşırı yaşanan enflasyon
karşısında ellerindeki parayı yerli para olarak tutmaktan ziyade piyasada döviz işlemleriyle
gerçekleştirmektedirler. Yıllık fiyatlar %1000’in üzerinde gerçekleştiği için mal ve hizmet
fiyatlarında sıklıkla fiyat değişimi yaşanmaktadır. Bu nedenle finansal sistemleri olumsuz

15
etkilemekle beraber fiyat mekanizmasının etkinliğini kaybetmesi, parayla işlem yapmak
yerine takas usulü sistemlerin yaygınlaşması yıkıcı etkileridir (Kurnaz, 2009: s.11,12).

1.3.3. Gelişme Nedenlerine Göre Enflasyon

 Gizli Enflasyon
 Açık Enflasyon

1.3.3.1. Gizli Enflasyon

Gizli enflasyon, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan bir olgudur. Genel anlamda bir
fiyat artışı ve dengesizlik yaşanmamaktadır ancak talep fazlası durumu vardır. Türkiye’de
karne uygulaması gibi araçlarla fiyatlar ve talep kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Alınan
önlemler enflasyon sürecini geciktirmiş ancak önüne geçilememiştir (Atbaşı, 2019: s.58).

1.3.3.2. Açık Enflasyon

Fiyat artışlarının devlet tarafından kontrol edilememesi durumudur. Bu durumda


karar birimleri fiyat artışlarının daha fazla yükseleceğini düşünürler. Paranın değeri kontrol
olmadan azalır, mal ve hizmet fiyatları artar. Fiyatların artması sonucunda alım gücü düşer
(Akyüz, 2020: s.13).

1.3.4. Diğer Nedenlere Bağlı Enflasyon

 Beklenen Enflasyon
 Çekirdek Enflasyon

1.3.4.1. Beklenen Enflasyon ve Çekirdek Enflasyon

Fiyatların belirli bir sürede hâlen devam etmesi durumunda karar birimlerinin bu
fiyat artışları karşısında ileriki dönemlerde de gerçekleşeceğine kanaat getirirler. Beklenti,
zamanla faiz ve vergi oranları gibi araçlara etkisi açısından tahmin yapılır (Akyüz, 2020:
s.18). Beklenen enflasyon ile faiz arasındaki ilişki Fisher denklemiyle açıklanabilir (Başar
ve Karakuş, 2017: s.796). Beklenen enflasyon kavramı faiz teorileri için önemlidir. Bu
anlamda Fisher etkisi ön plandadır. Fisher’e göre nominal faiz oranı, reel faiz oranı ve
beklenen enflasyonun toplamına eşittir (Öruç, 2016: s.299).

16
İt = rt + πet , İt : Nominal Faiz Oranı, rt : Reel Faiz Oranı, πet : Beklenen Enflasyon (Bayat,
2011: s.48). (2)

Nominal faiz oranı ve beklenen enflasyon arasında doğru orantı vardır. Yani
enflasyon oranı %3 arttığı zaman, nominal faiz oranı da %3 artacaktır. Tam tersi durumda
azalırsa azalış gösterecektir. Bunun nedeni, borç verenler için enflasyon yükseldiğinde
imkân sağladıkları reel faiz oranı azalacaktır (rt = İt -πet ). Borç verenler bu imkândan
mahrum kalmamak için enflasyon artışı neticesinde daha fazla nominal faiz isterler. Borç
alanlar, enflasyon karşısında değer kaybına uğrayan reel faizin azaldığını gördüklerinde
enflasyon artışı kadar nominal faiz vermeye razı olurlar. Böyle bir durumda reel faiz
değişmezken nominal faiz ve enflasyon aynı oranda değişir. Bu bağıntıya Fisher etkisi denir
(Ünsal, 2011: s.136). Bazı mal ve hizmet kalemlerinin sepetten çıkarıldıktan sonra sepette
geriye kalan mal ve hizmet fiyat değişimlerinin hesaplanması ise çekirdek enflasyon olarak
tanımlanır (Akyüz, 2020: s.16).

1.4. Enflasyon Hesaplamaları

Enflasyon hesaplamaları, ekonominin gidişi hakkında para politikasına rehber olacak


nitelikte gösterilen sayısal analizlerdir (Aklan ve Nargeleçekenler, 2008: s.21). Enflasyon
hesaplamaları, mal sepetinde bulunan nihai mal ve hizmetlerin fiyat değişimleri ile
gerçekleşmektedir. Türkiye’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından kapsamlı
biçimde hesaplanmaktadır.

1.4.1. Basit Formülasyon Şeklinde Hesaplama

Bu şekildeki hesaplama, bir önceki yılın fiyatlarıyla cari dönemde gerçekleşen


fiyatların karşılaştırılmasıyla yapılmaktadır. Yani cari dönemde gerçekleşen fiyatlarla bir
önceki dönem fiyatlarının farkının önceki döneme bölünmesiyle elde edilmektedir. Tüfe
aşağıdaki formülle hesaplanır.

Hesaplanan yılın piyasa sepetinin değeri


(3)
Baz yılı piyasa sepetinin değeri

Tüfe2018 −Tüfe2017
Enflasyon oranı = x100 (4)
Tüfe2017

17
(Kaynak: Ünsal, 2011: s.82)

1.4.2. TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi)

Tüketici fiyat endeksi (Tüfe), tüketicilerin mal ve hizmet fiyatlarına ödedikleri tutar
itibarıyla hesaplanmaktadır. Bu fiyat endeksine göre hesaplanan enflasyon haddine TÜFE
denmektedir. Kısacası insanların mal ve hizmet karşısında harcama tutumunu
göstermektedir. Türkiye’de; tüketici fiyat endeksi, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
hazırlanmaktadır. Bir önceki yılın aylık fiyat değişimine göre hesaplanır (Ünsal, 2011:
s.404).

Endeks genel olarak yükseliş eğilimindeyse mal ve hizmet fiyatlarının artması


anlamına gelmektedir. Bu durum ise alım gücünü olumsuz etkileyecek, mal ve hizmetlere
ulaşım imkânı azalacaktır. Enflasyon yarattığından dolayı ekonomik büyümede suni
şişkinlik yaratacak, büyümede daha az bir performans yaratacaktır. Hizmet piyasasını da
etkilediğinden dolayı iş gücü olumsuz etkilenecek ve çıktı kayıplarına neden olacaktır (Can,
2019: s.1).

1.4.3. ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi)

Bu tür fiyat endeksinin hesaplanmasında ara malları, makine, teçhizat gibi yatırım
mallarının oluşturduğu sepet neticesinde üretim mallarından oluşan fiyat endeksine ÜFE
denir (Ünsal, 2011: s.83).

Üretici fiyat endeksi, maliyetleri yansıttığından maliyet enflasyonunu


göstermektedir. Bu sayede fiyat artışından dolayı tüketici tarafından talep edilen mal ve
hizmet miktarı azalmaktadır. ÜFE, üreticiler tarafından yapılan bir tanım olmakla beraber
tüketicileri de ilgilendirmektedir. Yani TÜFE’nin hesaplandığı mal ve hizmet sepetinde
bulunan ara malların fiyatlarının bugünden artmasıyla ve üretici fiyatlarının bugünden
enflasyon yaşamasıyla maliyetlerde artışa neden olacaktır. Bu maliyetten kurtulmak için
ürettikleri mal ve hizmet fiyatlarını yarın artırma yoluna gidebileceklerdir. Yani ÜFE’de
meydana gelen değişimler bir bakımdan tüketici fiyatlarındaki artışın yarından habercisi
niteliğindedir (Saraç ve Karagöz, 2010: s.221).

1.4.4. GDP (GSYİH) Deflatörü

18
GDP deflatörü, nominal gayrisafi yurt içi hâsılanın (GSYİH) reel gayrisafi yurt içi
hâsılaya bölünmesiyle elde edilir. Ekonomideki belli bir dönemde, fiyat değişimlerinin
GSYİH kullanılarak açıklanmasıdır. Bir bakımdan fiyat artışlarının ekonomik büyümesi
hakkında bilgi verir (Kocatepe ve Toprak, 2015: s.8)

Nominal GDPt
GDP Deflatörüt = Reel GDPt
x100 (5)

1.5. Enflasyonun Maliyetleri Bakımından Etkisi

Türkiye ekonomisinde olduğu gibi yüksek enflasyon yaşayan ekonomilerde


enflasyon sonucunda birtakım maliyetlerin ortaya çıkması oldukça muhtemeldir. Mevcut
üretim sabitken ya da nüfusun üretimden daha fazla artması sonucu, toplam talep fazlası
durumunda fiyatların yükselmesi hayat pahalılığına neden olacaktır. Enflasyonun artması
reel ücretleri düşürmektedir (Özcan, 2014: s.36). Bireyler, enflasyon artışı kadar reel
ücretlerini koruyamadıklarında tükettikleri mal ve hizmet miktarını azaltma yoluna giderek
tasarruf yapmaktadır. Tasarruflar yatırıma dönüşmediğinde ise piyasa hacmi olumsuz
etkilenmektedir. Piyasa hacmini canlandırmak için planlanan para arzından daha fazla
genişletici para politikası uygulandığında; ekonomide karşılığı olmadan artan para arzı
sonucunda millî paranın yabancı para karşısında değer kaybetmesine neden olacak, yani
döviz kuru yükselecektir (Yılmaz, 2015: s.74). Kurun yükselmesi sonucunda üretim için
ham maddesi dışa bağımlı imalat sektöründe maliyetlere yol açacak yani maliyet
enflasyonuna neden olacaktır (Türk, 2016: s.82). Yüksek enflasyon yaşayan ekonomilerde
tasarruflar yatırıma dönüşmemekte ve bir bakımdan enflasyon artışı sonucunda maliyetleri
karşılayabilmek için tasarruflar, maliyet giderleri olarak kullanılmaktadır. Bir diğer anlamda
ise hane halkları enflasyon karşısında ellerindeki paranın değerinin düşmemesi için yüksek
faiz oranlarıyla bankada tutabilmektedirler. Faizlerin yükselmesi sonucunda ise tüketim ve
yatırımlar azalmaktadır (Hakses, 2018: s.11). Yatırımların azalması sonucu işsizlik meydana
gelmektedir (Yalta, 2020: s.98). Bir bakımdan faizlerin yükselmesi, borçlanmanın maliyetini
artırmaktadır. Daha yüksek faizle borçlanan kamu veya özel sektör, artan maliyet sonucu
fiyat ayarlamalarına gideceklerdir. Kamu sektörü, borçlandığı yüksek maliyetleri
karşılayabilmek için vergi oranlarını artırma yoluna başvurabilecek ve bunun sonucunda
artan vergilere katlanmak istemeyen tüketiciler, harcamalarını kısacak ve vergiden
kaçabileceklerdir (Taşkın, 2010: s.72). Bir anlamda da vergiden kaçınmak için ihtiyaçlarını
farklı alternatif yollarla giderebileceklerdir (Kocayılmaz ve İstemi: s.47). Bu durumda

19
azalan vergi gelirleri neticesinde kamu kesimi, vergi gelirlerinde artırıcı alternatif yollar
izleyebilecektir. Vergilerin artmasıyla dışarıdan sermaye yatırımlarını olumsuz yönde
etkileyecektir. Sonucunda ise kamu ve özel sektörde meydana gelen şoklar, ödemeler
dengesini olumsuz yönde etkileyecektir (Alkan, 2007: s.29). Dengeyi tekrar sağlayabilmek
için daraltıcı para politikası uygulanarak para arzı kontrol edilmeye çalışılacak, diğer yandan
vergilerin artmasıyla doğrudan sermaye yatırımları azalacağı için dış ticaret olumsuz
etkilenecektir. Bunun yolu da dış ticareti artırmak için yerli paranın değer kaybetmesiyle
sonuçlanan devalüasyonlar yapılacaktır (Çelebi, 2001: s.56). Döviz kurunun artması ise özel
sektörü olumsuz etkileyebilecektir. Borçlanma maliyeti artacağından özel sektör borcunu
yönetmekte güçlük çekecek ve finansal krizlere neden olabilecektir. Borcun yönetilebilmesi
açısından kredi vadesinin uzatılması ya da faizlerin düşürülmesi gibi geçici yollara
başvurulacaktır. Bu şekilde etkin yönetilemeyen piyasada bankalar, sorunlu kredi oranlarını
yükseltecektir (Selimler, 2015: s.133).

Sonuç olarak, enflasyon yaşayan ekonomilerde çalışanların nominal ücretlerinin


enflasyon sonucunda önceki alım gücünü yakalayamadıklarında reel ücretlerinin sabit
kalabilmesi için nominal ücretlerine ek ücret isteme durumunda kalacaklardır. Reel
ücretlerini koruyamadıklarında ekonomide güven ortamı sarsılacak ve kalıcı tedbirler
alınmadığı takdirde de enflasyon sarmalı sürekli devam edecektir (Özsağır, 2007: s.51).
Bireyler ekonominin gidişini sorgulamaya başladığında, ekonomide güvensizlik mevcut
iken öngörülemeyen politikalar sonucunda Merkez Bankasının uygulayacağı politikalar
güven yaratmaktan ziyade daha da güvensizlik yaratacaktır (Aklan ve Nargeleçekenler,
2008: s.21).

İKİNCİ BÖLÜM

TARİHSEL BAĞLAMDA ENFLASYON


2.1. Türkiye Ekonomisinde Enflasyona Genel Bir Bakış

Enflasyon olgusu, Türkiye ekonomisi açısından yıllardır sorun teşkil etmekte ve


hâlen varlığını sürdürmektedir (Uğurlu ve Saraçoğlu, 2010: s.59). Böyle bir ortamda hane
halkı ve karar birimlerinin tüketim davranışlarını olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olmuştur.
Ekonomik istikrarın bozulması sonucu bütçe dengesindeki açığı finanse etmek için
karşılıksız likit elde edilmesi durumunda enflasyon kalıcı bir hâl almıştır (Alkınoğlu, 2000:
s.77). Enflasyonun artmasıyla tasarruf eğilimlerinde düşüş yaşanarak, olumsuz alternatif faiz

20
politikaları sonucunda da krizlerin yaşanmasına kapı açılmıştır. Türkiye ekonomisinde
dönemler itibarıyla düşünüldüğünde 1980 öncesi ve 1980 sonrası için ayrım yapmak
mümkündür (Büyükdeniz, 1991: s.9).

Çalışmada; Türkiye ekonomisinin enflasyon bağlamında tarihî gelişimi üzerinde


durulup, daha sonra 2000-2020 yılları arası enflasyon sorunlarını daha iyi anlamlandırmak
üzere 1980 öncesi ve sonrası yaşanan enflasyonist durumlardan bahsedilip, 2000-2020
yılları arası enflasyon sorunlarının temellerinden bahsettikten sonra yazındaki çalışmalar
bağlamında Türkiye’de genel anlamda enflasyon sorunları üzerinde durularak çözüm
önerileri değerlendirilecektir.

2.2. Türkiye Ekonomisinde Tarihsel Bağlamda Enflasyonun Gelişimi

2.2.1. 1980 Öncesinde Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları

Birinci Dünya Savaşı sonucunda neredeyse tüm dünyada ekonomik sorunlar kendini
göstermeye başlamıştır. Nitekim yeni kurulmuş Türkiye’de, hem Birinci Dünya Savaşı hem
de millî mücadele yıllarında vermiş olduğu ağır kayıplarla birlikte yaşanan küresel krizden
etkilenmiştir. Savaşların etkisiyle hane halkının gerekli birçok mal ve hizmet ihtiyacı talebi
karşılanamamış ve tüketim ürünlerinin üretimi oldukça gerilerde kalmıştı. Millî mücadele
dönemi bittikten sonra Lozan Antlaşması yapılmış, bu antlaşma ile bir bakıma olumlu
sonuçlar elde etse de getirdiği bazı ekonomik sorunlar 1929 Dünya Ekonomi Krizi’ne kadar
sürüklemiştir. Lozan’da alınan kararlar bakımından dış ticarette kısıtlayıcı hükümler
getirilmiş, bu sayede 5 yıl geçerli olan gümrük politikasını bağımsız olarak yönetememiştir.
Kısıtlama yıllarında tarım ülkesi olması bakımından bile tarımda ihracat yapılamamış, en
temel tüketim mallarında dahi ithal eder duruma gelmiştir. Bu sayede dış ticaret açığı önemli
anlamda artış göstermiş, bunun alternatifi olan finansmanı ise 1925’te aşar vergisinin
kaldırılmasının etkisiyle de verginin diğer kanallara aktarılarak, vergi yükü sonucunda da
krize kadar enflasyon kaçınılmaz olmuştur. Diğer olumsuz bir etki olarak, Lozan’da alınan
karar bakımından dış borçlar olmuştur. Borcun ilk taksit ödemesinin gelmesiyle millî para
aşırı değer kaybetmiştir (Özkardeş, 2015: s.27). Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle küresel
kriz 1929’da kendini göstermiştir. Yeni kurulan Türkiye, bu olumsuzluklarla baş etmek için
bir takım tedbirler almıştır. Bunlardan bahsedilecek olursa:

Lozan’da alınan dış ticareti kısıtlayıcı gümrük tarifesinin süresi dolarak, gümrük
tarifesi kanunu getirilmiştir. Mallardan ortalama olarak alınan vergi, yaklaşık %15’ten %40

21
dolaylarına kadar yükseltilmiştir. 1927 yılında getirilen Teşvik-i Sanayi Kanunu’nda, ham
maddesi ülkede bulunamayan üretim kalemleri vergiden muaf tutulmuş, ham maddesi
ülkede bulunan ürünlerde ise tarife oranları yükseltilmiştir. Tarifenin yükselmesiyle ithal
edilen malların fiyatları ülkede aşırı pahalı hâle gelmiş, beraberinde ise kaçakçılık gibi
sorunlar patlamıştır. Buna çözüm olarak ise kaçakçılığın önüne geçmek için kanun
çıkarılmıştır. Dünyada ekonomik krizin yaşanmasıyla 1. Dünya Savaşı sonucunda gündeme
gelen dış borçların ödenmesi güç taşıdığından; ABD başkanı “Hoover,” moratoryum
yayınlamıştır. Bunun üzerine borcun ertelenmesi gündeme gelmiştir. Nitekim bundan
Türkiye de faydalanarak Osmanlı’dan kalan son dış borcu 1954 yılında ödemiştir (Dikmen,
2010: s.151). Krizin etkisinden kurtulmak için dış ticaret sisteminde bir takım anlaşmalar
yer almıştır. Dış ticarette ihracat yaptığı ülkelere satılan mal ve hizmetler karşılığı yine o
ülkeden ithalat yapma sistemi getirilerek kliring sistemi uygulanmıştır. Bu sayede
Türkiye’nin ihraç fiyatlarını kendisi belirlemesi açısından, ticaret yapacak anlaşma devletleri
Türkiye’den tarım ürünleri almak zorunda kalmıştır. Tarım ürünlerinde ihraç fiyatlarının
dünyada belirlenen fiyatların üzerinde belirlenmesiyle Türkiye’de tarım arzı artmış, buna
karşılık ihraç ettiği tarım ürünleri yerine sanayi malları ithal etmiş ve sanayileşmeye de
önemli katkı sağlamıştır. Bunun yanında dış ticaret dengesini sağlayabilmek ve döviz kuruna
bağlı enflasyonun önüne geçebilmek için tasarruf artırıcı tedbirler alınmış, Türk malının
kullanımına teşvik edilmiş ve sonrasında da Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin kurulması
sağlanmıştır (Özkardeş, 2015: s.30). 1929 Büyük bunalımı sonucunda devletçilik ilkesi etkili
olarak Türkiye’yi korumacı ve dışa kapalı politikalar yapmaya zorlamıştır. Bunun etkileri
olarak; Millî Parayı Koruma Kanunu çıkarılmış ve 1930 yılında Merkez Bankası kurularak
fiyat istikrarını sağlayıcı politikalar atılmış, devletçi politikanın gereği olarak birçok kamu
iktisadi teşebbüsleri (KİT) kurulmuştur (Delice, 2015: s.25). Cumhuriyet’in ilk yıllarında
para arzı artırılmamış ve hatta tedrici olarak azaltılmıştır. Bu durumun nedeni 1. Dünya
Savaşı yıllarında başlayıp 1920 yıllarına kadar devam eden yüksek enflasyondur. Merkez
Bankası kurulana kadar kâğıt para arzında neredeyse bir değişiklik yapılmamış, enflasyon
yaşanmaması için halkın güvenini kazanmak amaçlanmıştır. (Bkz. Grafik 2.1)’den
anlaşılacağı üzere parasal hacim 1923’te 159 Milyon TL dolaylarındayken 1925 yılında 165
Milyon TL olarak gerçekleşmiş, 1926 yılında 8 Milyon TL piyasadan çekilerek 153 Milyon
TL’ye düşmüş ve döviz kuru düşük tutulmuştur. 1. Dünya Savaşı sürecinde ve 1920’ye kadar
devam eden enflasyon, uygulanan ekonomi politik açıklamalar neticesinde Atatürk
döneminde ciddi bir enflasyon yaşanmamıştır (Bahar, 2004: s.161).

22
250.000.000,00 1200

200.000.000,00 1000

800
150.000.000,00
600
100.000.000,00
400
50.000.000,00 200

0,00 0
1923192419251926192719281929193019311932193319341935193619371938

Atatürk Dönemi Parasal Hacim(Milyon TL) Sterlin(Kuruş)

Grafik 2.1. Atatürk Dönemi Parasal Hacim ve Kur (Sterlin) (Kaynak: Bahar, 2004:
s.161)
Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na katılmamasına rağmen ekonomik anlamda bunalım
yaşamıştır. Siyasi anlamda savaşa zorlayıcı isteklerde bulunulsa da zor şartlarda savaşta
bağımsızlığını korumuş ancak iktisadi hayata yansıması ise yüksek fiyatlar olmuştur. Yani
savaşa katılmasa da savaş ekonomisini yönetmek ağır gerçekleşmiştir. Bu dönemde Türkiye
dâhil savaşa giren veya girmeyen bütün devletler, neredeyse bütün üretim kanalını savaşa
aktardığından dünya ticareti olumsuz etkilenmiş; tarım üretiminde bulunan erkek iş gücü
savaşa aktarılmıştır. Devlet otoritesi tarafından gerçekleştirilmek istenilen 2. beş yıllık
sanayi planı, savaş neticesinde gerçekleşemedi. Bir milyona yakın erkek iş gücünün savaşa
alınmasıyla üretimde ciddi anlamda kayıplar yaşanarak, bir yandan da bütün devletlerde
üretim olumsuz etkilendiğinden ithalat mümkün olmadı. Türkiye bu durumda sıkı önlemler
alma yoluna gitti. Savaşa alınan asker sayısının artmasıyla masraflarını finanse etmek için
Merkez Bankası kaynaklarına başvurularak emisyon hacmi artırıldı ancak üretimde kıtlık
yaşanması ve fazla artan para arzı enflasyonu oldukça artırdı. Bir anlamda da savaşın
maliyetini finanse etmek için olağan dışı vergilere başvuruldu. Millî koruma vergisi, varlık
vergisi ve toprak mahsulleri vergisi gibi vergiler getirilmesine rağmen bütçe açığının önüne
geçilemedi. Alternatif yol bulmaya çalışan hükümet; Merkez Bankasına borçlandı ancak bu
borcun üretimde karşılığı olmadığından dolayı aşırı enflasyona neden oldu. Yani savaş
boyunca iş gücünün üretimden çekilmesine karşı, üretimde düşüş yaşanarak devletin vergi
gelirinin düşmesine neden olmuş ve bir yandan da artan devlet harcamaları neticesinde
yüksek enflasyonun yaşanmasına neden olmuştur (Arslan, 2016: s.5). Savaş yıllarının
Cumhur Başkanı İsmet İnönü’nün: “Savaşın en çok hissedilen tarafı hayat pahalılığı
olmuştur” ifadesiyle enflasyonun ciddiyeti anlaşılmaktadır. Savaş sürecinde savaşa katılan

23
veya katılmayan bütün devletler arasında bu pahalılık en çok Türkiye’de yaşanmıştır. Bunun
sonucunda fiyatları kontrol altına tutmak için birtakım tedbirler alınmıştır. Türkiye’de
ekmek fiyatlarında 2. Dünya Savaşı’na kadar artış yaşanmamış ancak savaş başladığında
ciddi anlamda fiyat artışları meydana gelmiştir. Özellikle buğday üretimi ciddi anlamda
gerilemiş ve insanların ekmeğe ulaşması zor hâle gelmiştir. Bu nedenle halkın temel besin
ihtiyacı olduğu için ve tedrici olarak talebi karşılamak amacıyla ekmek satışları karne
usulüyle verilmeye başlanmıştır (Bülbül, 2012: s.3).

Bu uygulama ile insanların ekmek ihtiyacı kontrollü biçimde giderilmeye çalışılmış


ve nitekim de başarılı olduğu söylenebilir. Uygulama başladıktan sonra piyasada sahte
karneler çıkmış; nitekim bazı ekmek üreticileri, üretimini kapasiteden daha az göstererek
eksik kapasite dışında kalan kayıt dışı ekmek üretimini halka yüksek fiyattan satılmasını
amaçlamışlardır. Bu sayede durumu derdest etmek için fırıncılara fişlerini matbu kâğıda
yapıştırma usulü getirilerek önüne geçilmeye çalışılmıştır (Bülbül, 2012: s.24). Savaş
başlamadan önce savaşın belirtileri; 1. Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu bunalımlar
neticesinde, 2. Dünya Savaşı’nın başlayacağı sıra kendisini göstermeye başladı. Savaş
hissedilmeye başlandığında karaborsacılık artmaya başladı. Bu nedenle birçok tüccar
stokçuluk yoluna giderek, savaşın da başlamasıyla stoklarındaki malların değeri aşırı
yükseldi. Genç nüfusun iş gücünden çekilmesiyle üretimde kıt durumlar yaşanması
sonucunda da mal ve hizmet arzında ciddi anlamda fiyatlar yükselmeye başladı. Savaşı fırsat
bilen çok az sayıda toprak ağaları ve tüccarlar zengin olurken, bir taraftan ise küçük
işletmecilerin fakirleşmesiyle adaletsiz gelir dağılımı meydana geldi. Refik Saydam
hükümeti, halkın talebini karşılamak için dış ticareti ve fiyat istikrarını dengelemek
bağlamında devlet denetiminde gerçekleştirilecek öneriler getirdi. Bu öneriler doğrultusunda
ise tarım ürünlerine el konularak fiyatların dengelenmesi amaçlandı. Bu süreç ise Millî
Koruma Kanunu’nun temelini oluşturmuştur. Bu yıllarda toptan eşya fiyatları özellikle 5 kat
artmıştır. Bunun faydasını en çok tüccarlar ve ithalat işiyle ilgilenen tacirler görmüştür. Bu
nedenle üretimin sekteye uğraması, hiperenflasyonun yaşanması, kontrolden çıkmış fiyat
denetim mekanizmasının var olması ve bunu fırsat bilen milyoner vurguncuların ortaya
çıkmasıyla zenginler için zorunlu olarak Varlık Vergisi Kanunu çıkarılmıştır (İnci, 2012:
s.277). Savaş sonrasında fiyatlar durgun dengeye ulaşamamış ve artmaya devam etmiştir.
Savaşın getirdiği etkilerle iç fiyatlar oldukça yüksek olduğundan ihracatın sürdürülmesi
giderek olanaksız hâle gelmiştir. Yurt içi fiyatların yurt dışı fiyatları aşması endişesiyle
Türkiye’de 1946 yılında ilk kez devalüasyon yapılmıştır. Bunun sebepleri arasında da millî

24
paranın aşırı değerlenmesi gösterilebilir. Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile
ilişkisi ilk kez 1946 yılında başlamıştır. Nitekim IMF ve Dünya Bankasına katılmak için
ödünç verme, kiralama ve hak talebine bağlı anlaşma kabul edilmiş ve 1947’de IMF’ye üye
olunmuştur. Savaş sonrasında Demokrat Parti döneminde sivil halkın ihtiyaçlarının
karşılaması ve bunu gerçekleştirmek için ithalat harcamalarının yoğun olarak artırılması
döviz rezervinin erimesiyle sonuçlandı. Döviz kıtlığının yaşanmasıyla ithalatta mecburi
olarak sınırlandırılma yoluna gidildi ancak halkın ithal mallara olan talebin artması dış
borçları giderek artırarak yüksek enflasyona neden oldu. İç fiyatların dış fiyatlardan daha
yüksek hâle gelmesiyle ihracat gelirleri azalarak döviz kıtlığı daha da derinleşti. Bu sarmal
sonucunda mal ve hizmet dengesi giderek bozuldu. Bu yoğun ekonomik bunalım içerisinde
fiyatları denetim altında tutmak için zorunlu olarak tekrar Millî Koruma Kanunu getirildi.
Bu kanunun getirilmesiyle 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi karaborsacılık patlak verdi.
Sonucunda dış ticaret ve bütçe dengesi ciddi anlamda açık verdiğinden mecbur IMF’ye
borçlanmak zorunda kalındı. Ciddi durumda dengenin bozulmasıyla ve borçların
ödenmesinin güçlük çekilmesiyle 1958 yılında devalüasyona gidildi. Devalüasyon
sonucunda ihraç kalemleri belirli kriterlere ayrılarak döviz girişinin kolaylaşması hedeflendi
ancak programın uygulandığı zamanda küresel fiyatların düşmesi durumunda yabancıların
yerli mala talebi düştüğünden ihracat beklendiği gibi sonuçlanamadı (Arslan, 2016: s.381).
1950 ve 1960 yıllarında enflasyonun nedenleri ve çözüm önerisi sonucunda gerçekleşen
bulgular neticesinde, Tatlıyer (2017), 1950 ve 1960 yıllarında ekonomik büyüme ve bütçe
dengesinin olumsuz etkileri sonucunda enflasyonun nedenini açıklamıştır. Bu dönemde
sorun tespiti açısından ele aldığı çalışmada; 1950 ve 1970 yılları arasında yaşanan enflasyon
sorununun nedenini ekonomik büyümeyle açıkladığında, 1956 ve 1959 yıllarında enflasyon
oranı %15.6 dolaylarında gerçekleşirken yine aynı yıllarda ekonomik büyüme %5.1
gerçekleşmiştir. 1960 ve 1970 yıllarında gerçekleşen enflasyon oranı ise %5.2 dolaylarında,
ekonomik büyüme ise %5.2 dolaylarında gerçekleşmiştir. Enflasyonun yüksek olduğu
dönemde büyüme rakamıyla 1960 ve 1970 yıllarında gerçekleşen büyüme rakamları
neredeyse aynıdır ancak enflasyonun düşmesi ekonomik büyümeye neden olmamıştır.
Buradaki asıl sorun, genel ekonomi dengesi ve bütçe açığıdır. Kamu bütçesinde tekrar
istikrar sağlandığında enflasyon oranının düşmesini işaret etmektedir. Bahsedilen dönemler
daha müdahaleci ve devletçi bir yapıya sahip olduğundan, özel kesim yatırımlarından ziyade
daha fazla devlet yatırımları ve devletin üretimde ciddi rol almasına neden olmuştur. Savaşın
etkisi ve sonucunda üretimin azalması doğrudan vergi gelirlerini azaltacaktır. Vergi gelirinin
azalması ise bütçe dengesinde darboğaza neden olacağından, devletinde üretimde ciddi

25
anlamda rol alması üretim darboğazına neden olarak enflasyona neden olacaktır. Bu
noktadaki tespit, bütçe açıklarının istikrar sağlamasıyla devlet yatırımlarının sonucu
enflasyonun düştüğüdür. Aslında 1950’li yıllar özel kesime daha fazla ağırlık verildiği ve
ekonomide liberalizmin önünün açıldığı yıllardır. Ancak sanayileşmenin plansız bir
çerçevede gelişmesiyle sanayileşme özel kesime bırakılmış, özel kesimi destekler nitelikte
üretilen mal fiyatlarının altında fiyatlarla satış yapılarak ve özel kesim kısa yoldan kâr elde
ederek üretimde süreklilik sağlanamamıştır. Yapılan liberal ekonomi politikası etkin
olmadığından bu dönemde KİT‘lerin sayısı artmış ve ilk kez kamu ve özel ortaklıklar
yaşanmıştır. Bunun sonucunda sanayileşme yeterli miktarda büyüme göstermemiştir. Bunun
yanında KİT politikaları sonucunda işletmeler zarara uğramış, zarar sonucu oluşan maliyetin
finansmanını ise Merkez Bankası kaynaklarından kullanarak oluşan enflasyona daha da
olumsuz katkı sağlamıştır. Bu dönem sabit kur rejimi uygulandığından döviz kuru dengesini
sağlamak imkânsız hâle gelmiştir. Bunun nedeni, daha önce de bahsedildiği gibi bu dönemde
hükümetin liberal çalışmaları ve fazla yapılan ithal girdi sonucu döviz ve altın bulundurma
gücünün erimesidir. Enflasyon 1959 yılına kadar böyle devam ederken artan baskılar sonucu
istikrar önlemleri alınmaya karar verilmiştir. 1950 yılları yaşanan enflasyonist dönemler,
1960’lı yılların planlı kalkınma zeminini hazırlamıştır (Yıldırım, 2021: s.10).

1950-1960 Dönemi Enflasyon Gelişmeleri (TEFE)


25,00

20,00

15,00

10,00 18,70 19,50


16,80 15,10
5,00 11,00
5,70 7,20 5,30
0,80 2,30
0,00
1951 1952 1953 1954 1955 1965 1957 1958 1959 1960

Grafik 2.2. 1951-1960 Dönemi Enflasyon Gelişmeleri (TEFE) (Kaynak: TÜİK)


(Bkz. Grafik 2.2) anlaşılacağı üzere 1954 yılında döviz talebi artmıştır. Döviz stoku
eridiğinden enflasyon 1954 yılında %11 dolaylarında gerçekleşmiş, 1955 yılında ise kalıcı
olarak yapılmayan politikalar neticesinde suni olarak %7.2 dolaylarına düşmüş ve bu yıldan
sonra enflasyon 1959 yılına kadar yükseliş göstermiştir.

1960’lı yıllar kalkınma planlarının yapıldığı dönemdir. 1970’lere kadar ekonomi


olumlu bir ivme yakalasa da bu tarihten sonra devalüasyon ve petrol krizinin patlak vermesi

26
yüksek enflasyonların yaşanmasına sebep olmuştur. Kısacası 1960 öncesi uygulanan planlar
devlet eliyle, 1960 ve 1980 yılları arası ise hem devlet hem de özel sektör eliyle karma
ekonomi sistemi mevcutken 1980 ve 2000 yılları liberal ekonomi politikaları mevcuttur.
Ayrılan dönemler itibarıyla 1980 öncesine kadar yerli üretime teşvik edilen yurt içi
mallarının üretimi ve tüketimi mevcutken ithal malların ürünlerine kısıtlama getirilen dışa
kapalı ve ithal ikame politikası mevcuttu. 1980 sonrası ise dışa açık, yani açık ekonomi
politikaları etkin olmuştur. 1980 öncesi Türkiye’de uygulanan kalkınma planları ilk olarak
1963 yılında uygulanma alanı bulmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında 1933 ve 1937 yılları
arasında uygulanan 1. beş yıllık sanayi planından farklıdır. Bu dönemde yatırımlar yüksek
teknoloji gerektiren daha makro iktisadi dengelerden uzak stratejilerdir. İlk uygulanan
kalkınma planı neticesinde ise daha düşük sanayi gerektiren, yani ülkede üretilen malların
tüketilmesini esas kılan ithal ikame politikası geçerlidir. Yani yurt içinde üretilen tüketim
mallarının yurt dışı ikamesi yasaklanarak ülke içinde üretilen malların tüketimi neticesinde
dışa kapalı ekonomi modeli yer olmuştur. 1950’li yıllarda döviz darboğazı yaşandığı için ve
bunun sebebi olarak ithalat hacminin artmasıyla döviz stoku erimişti. Ülkede dövizi
tutabilmenin yolu ve beklenen %7’lik ekonomik büyüme hedefi 1. beş yıllık kalkınma planı
neticesinde gerçekleşmiştir. Nitekim beklenen ekonomik büyüme gerçekleşen ekonomik
büyümeyi yakalamıştır. 1968 ve 1972 yılları arasında gerçekleşen 2. Beş yıllık kalkınma
planında ise 1. Kalkınma planına göre daha ağır teknolojik yatırımlar içermektedir. 1.
kalkınma planında ülkede üretimi mümkün olan hububatın ithalatı yasaklanırken, 2.
kalkınma planında ise buzdolabı üretimi gibi daha ağır sanayi gerektiren malların ülkede
üretimi sonucu ithalatı yasaklanmıştır. 1. planda olduğu gibi ekonomik büyüme hedefi %7
olarak belirlenmiş ve aynı oranda gerçekleşmiştir (Özdemir, 2014: s.14). Ancak 2. kalkınma
planında cari açık ve dış ticaret açığı 1. kalkınma planından farklı olarak artmıştır. Bunun
temel sürükleyici nedeni sanayi yatırımlarının daha ağır olmasıyla bunların üretiminin
mümkün olması için enerji üretimine ihtiyaç duyulmasıdır. Enerjinin üretimi ise doğalgaz
ve petrol gibi elektriğe dönüşe bilen mallarla mümkündür. Enerjinin ülkede kıt bulunmasıyla
dışa bağımlı duruma gelmiş ve cari açığın artmasına neden olmuştur. Açığın artması döviz
talebini artırarak döviz darboğazına neden olmuş, nitekim 1970 yılında yaklaşık %66
dolaylarında devalüasyon yaşanmış ve 1 dolar 9 TL’den 15 TL’ye yükselmiştir. Bir anlamda
hedeflenen büyüme yakalansa da enflasyon çift haneli rakamlara ulaşmıştır. Döviz
darboğazının yaşanması ithal olarak girdi mallarının fiyatlarını artırmış ve devalüasyon
yapılarak da millî paranın aşırı değer kaybetmesiyle döviz kaynaklı maliyet enflasyonuna
yol açmıştır (Turan, 2005: s.4).

27
Türkiye ekonomisinde genel anlamda maliyet enflasyonunun yaşanması fiyatlar
genel düzeyini olumsuz etkilemektedir. 1973 yılında yaşanan petrol krizi de bunun örnekleri
arasındadır. Petrol ihraç eden Arap ülkelerinin petrol ambargosu koyarak, dünya genelinde
1 varili 2 dolar olan petrolün fiyatı 17 kat artarak 34 dolara yükselmiştir. Bu nedenle genel
anlamda petrol arzı oldukça azalmıştır. Bu durum Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri ve
petrolün ham maddesi olarak dışa bağımlı olan ülkeleri oldukça etkilemiştir. 3. kalkınma
planı bu döneme denk geldiğinden ekonomi oldukça olumsuz etkilenmiştir. 1973 ve 1977
yılları arası 3. kalkınma planı yıllarıdır. Büyüme hedefi ilk iki plandan farklı olarak %7.9
dolaylarında belirlenmiştir. Ancak büyüme hedefleri istendiği gibi sonuçlar vermemiştir.
Petrol fiyatlarının artmasıyla dış ticaret açığı neredeyse 3 kat artmıştır. Bunun nedeni ise
belirtildiği üzere petrol fiyatlarının artmasıyla döviz talebi oldukça yükselmiş ve bu da döviz
kurunun aşırı artmasına neden olarak fiyatların üretilen mal ve hizmetlere yansıması
neticesinde maliyet enflasyonuna yol açmıştır. Bu fiyat artışının dış nedeni olarak gösterilen
petrol ambargosunun yanında iç nedenler de bu olumsuzluğa sebep vermiştir. Kontrolsüz ve
plansız yapılan harcamalar bunun örneğidir. Daha önceden yapılan devalüasyonun etkisi ve
petrol de fiyat artışları sonucu dış denge ve fiyatların önlenmesi güç düzeyde
gerçekleştiğinden, yeniden IMF gözetiminde yapılan program kaçınılmaz olmuştur. 3.
planın bu olumsuzluklardan etkilenmesinin nedeni de yatırım ve ara mallarının üretime
yönelimi sonucunda, bu da ağır sanayi üretimi gerektirdiğinden dışa bağımlılığı giderek
artırmasıdır. Gerçekleşen büyüme %6.5 dolaylarında gerçekleşse de cari açık ve enflasyon
üzerine etkili olamamıştır. Bu olumsuz sonuçlar 24 Ocak kararlarının hazırlanmasına zemin
olmuştur (Uzunkaya, Dinçer ve Yüksel, 2018: s.51).

(Bkz. Grafik 2.3) verisi incelendiğinde kalkınma döneminin başlangıcından itibaren


toptan eşya fiyat endeksi sürekli artmış, petrol krizinin etkisiyle 1979 yılında maliyet
enflasyonu neticesinde fiyatlar neredeyse iki kat yükselmiştir.
1.357,00
775,00
504,00
393,00
335,00
300,00
237,00
196,00
169,00
145,00
132,00
122,00
119,00
112,00
104,00
100,00

99,00

1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979

Grafik 2.3. 1973 ve 1979 Yılları Arası Toptan Fiyat Eşya Endeksi (Kaynak: İstanbul
Ticaret Odası (İTO))

28
2.2.2. 1980 Sonrasında Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları

1970’li yıllarda petrol krizinin etkisiyle cari denge, bütçe dengesi ve piyasalar
olumsuz yönde etkilenmiştir. Döviz darboğazının yaşanmasıyla daha önce yapılan ithal
ikame sistemi, artık daha dışa dönük serbest piyasa koşullarına göre kararlar almaya
zorlamıştır. 1980 öncesi mümkün olmayan birtakım dönüşümler getirilmiştir. Döviz
darboğazını önlemek için ihracatı artırmak hedeflenmiş ve bu bağlamda faiz ve fiyat
mekanizması serbest hâle getirilerek nihayetinde yabancı sermayenin içe akması
hedeflenmiştir. 24 Ocak 1980 politikaları kapsamında gelişen bu değişimlerin temel noktası
monetarist iktisat yaklaşımına dayanmaktadır. Liberal ekonomi anlayışına geçilerek finansal
sistemin temelleri oldukça gelişme göstermiştir. Nitekim Türk Parasını Koruma Kanunu
daha da şekillenmiş ve faizler serbest bırakılmıştır. Bunları hayata geçirmek için istikrar
programı açıklanmış ve buna bağlı tedbirler oluşturulmuştur. Tedbirlerin temelinde döviz
çekmek gayreti vardır. Yani döviz girişini artırıcı önlemler niteliğinde, ithalatın liberal hâle
gelmesi ve para politikasını etkin düzenleyen tedbirler amaçlanmıştır. 1980 kararları Türkiye
için bir dönüşüm niteliği taşımaktadır. İstikrar tedbirleri sonucu alınan kararla, kambiyo
politikaları serbest hâle getirilmiş ve Türk lirası sürekli değer kaybetme durumu yaşamıştır.
İthalat kotalarının kaldırılması ve ihracatı özendirici tedbirler alarak ekonomi politikası
temeli oluşturulmuştur. Bu politikalar neticesinde ithalatın liberalleşmesi ve ihracatı
özendirici tedbirlerle ihracatta artış yaşanmış ancak ithalatın daha fazla artmasıyla dış açıklar
bu dönemde de artmıştır. Serbest kur sisteminin getirilmesi millî paranın değerini sürekli
düşürmüş, bu duruma ikame tedbir olarak ihracatçıya düşük faizli kredi ve gümrük vergisi
indirimi yapılarak ham madde kolaylığı sağlanmıştır (Alkan, 2007: s.80). Ekonominin
liberalleştirilmesi, uygulanan yanlış para politikaları yüzünden etkisini etkin bir şekilde
karşılayamamıştır. 1990 yılına kadar yapılan daraltı politikalarla enflasyon düşse de bu
yıldan itibaren tekrar artmaya başlamıştır. Bu dönem ekonomisinde mutlak anlamda
belirsizlikler hâkimdir. Sonucunda risk teşkil edeceğinden, ülke içerisinden yabancı
sermayenin erimesine neden olmuştur. Ekonomide güven ortamı sarsıldığından dolayı millî
paraya olan güven azalmış, toplumun önceki yapılan devalüasyonlara karşı tutumu belirgin
olduğu için devalüasyon beklentisiyle döviz talebinin artmasına neden olmuştur. Bu
durumda, Türkiye yatırım ülkesi özelliğini kaybedip spekülatif amaçlı kâr kurtarma ülkesi
hâline gelmiştir (Tellan, 2008: s.4).

29
Enflasyon Toplam Yüzdesi

160,00 149,60
140,00
120,00
100,00 84,90 91,00
80,00 59,20 61,40 60,30 64,90 62,90
48,60 54,30
60,00
32,70
40,00
20,00
0,00
1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000

Grafik 2.4. 1990 ve 2000 Yılları Arası Enflasyon Yüzdeleri (Kaynak: Aydoğan,
2014: s95,96)
(Bkz. Grafik 2.4) görüldüğü üzere, enflasyon 1994 yılında en yüksek seviyesindedir.
24 Ocak kararları sonucunda alınan sıkı para politikası, bu yılda alınan kurala ters düşmüş;
para arzında artış meydana gelmiştir. Bütçe açıklarında oluşan maliyetin finansmanı Merkez
Bankası tarafından karşılandığından para arzının artması kaçınılmaz olmuş ve fiyatlar genel
seviyesi yükselmiştir. Bütçede oluşan bu açığın temel nedeni etkin vergi politikasının
uygulanmamasıdır. Bu açığın yarattığı etki ise oluşan borcun başka kaynaklarla borçlanarak
ödenmesi yani konsolidasyona başvurması olmuştur. Bu yöntem ise enflasyonu daha da
etkilemiştir. Bu yılda faizlerin yüksek olmasıyla da yatırımlar azalmış ve işsizlik artmıştır.
Kısa dönemde yaşanan olumsuz etkiler enflasyonla sonuçlanmıştır. Ekonomide yaşanan
döviz darboğazı ve diğer açmazlar 5 Nisan 1994 istikrar paketinin hazırlanması ve IMF ile
anlaşmaya neden olmuştur. 5 Nisan kararlarının amacı döviz darboğazının önüne geçmek,
nihayetinde fiyatlar dengesini sağlamaya çalışmak, bütçe açıklarını kontrolde tutmak,
ihracat gelirlerini artırmak ve KİT’lere özelleştirme getirmek hedeflenmiştir. 5 Nisan
kararlarının uygulanmasıyla enflasyonda olumlu düşüşler yaşanmaya başlanmış ancak
1990’ların son yıllarında tekrar fiyat istikrarsızlığı kendini göstermeye başlamıştır. Her ne
kadar da özelleştirmeye özen gösterilse tekrar fiyatların artmasına etkili olan sektör kamu
sektörü olmuştur. Yani devletin vade yapısından kaynaklı yüksek faizle borçlanarak borcunu
bu şekilde kapatması enflasyona sürüklemiştir. Tüm bu olumsuz etkilerle birlikte 1999
yılında da büyük bir depremin yaşanmasıyla tek yol IMF ile aynı masaya oturmak olmuştur
(Aydoğan, 2014: s.97).

30
2.3. 1980 ve 2000 Yılları Arası Fiyat Artışlarının Para Arzı ve Ücretler Açısından
Toptan Eşya Fiyat Endeksiyle Açıklanması

Çalışmada bahsedilen yıllar arası fiyat hareketlerinin, para arzı ve dolar cinsinden
ücretlerin artmasıyla ülkedeki toptan eşya fiyatlarını artırıcı etkisi analiz edilmiştir.
Bahsedilen yıllarda enflasyonun yaşandığını açıklamak için bunun fiyatlar üzerindeki
etkisini açıklayarak nedenin parasal bir olgu olduğunu ve ücretlerin fiyatlara ne kadar etki
ettiğini göstermek amaçlanmıştır. Yapılan ekonometrik analiz Eviews 8 programıyla test
edilmiş, veriler ise Kargı (2007)’nın çalışmasıyla elde edilmiştir. Veriler basit regresyon
analizi şeklinde olup; toptan eşya fiyat endeksi, para arzı ve ücretler üzerine değişkenler
oluşturularak test edilmiştir. Ele alınan dönemler yakın dönem olduğu için çalışmaya katkı
sağlaması amaçlanmıştır. Seriler yıllık olarak hazırlanmış, logaritmik şekilde düzenlenerek
test edilmiş ve aralık ayı baz alınmıştır.

2.3.1. Ekonometrik Analiz

Tablo 2.1. 1980 ve 2000 Yılları Arası Toptan Eşya Fiyat Endeksi, Ücret ve Para Arzı Verileri
X1-Toptan Eşya Fiyat X3-Para Arzı-M3Y
Tarih X2-Ücretler (Dolar) (1994=100)
Endeksi (1994=100) (1994=100)
1980 0.19 74.91 62.12
1981 0.25 66.35 61.62
1982 0.34 58.88 65.25
1983 0.44 53.17 69
1984 0.63 46.98 71.19
1985 0.9 53.44 72.75
1986 1.22 57.23 77.53
1987 1.77 64.83 81.03
1988 3.14 67.22 82.01
1989 5.37 100.9 81.17
1990 8.88 153.32 91.81
1991 14.9 159.57 94.29
1992 28 161.82 97.33
1993 45.4 177.99 105.69
1994 100 100 100
1995 194.34 106.6 104.84
1996 359.1 120.7 113.74
1997 688.76 133.34 123.28
1998 1290.36 151.9 124.06
1999 2038.76 155.17 120.83
2000 3153.67 195.19 128.29

Kaynak: (Kargı, 2007: s.73,74)

31
Ücretlerin fiyat artışları açısından değerlendirildiğinde, bu artışların ücret artışı
sonucunda mı ya da yoksa talep artışından mı kaynaklı olduğunu belirlemek spekülatif
açıdan oldukça önemlidir. Ücretleri, fiyat endeksi bağlamında açıklamanın birtakım
olumsuzlukları vardır. Ücretlerin reel olarak artması iş gücünün üretime katılmasını
sağlayacaktır. Reel artışlar sonucu (dolar) enflasyonun artması normal olabilecek bir
durumdur. Ücretlerin önceki alım gücünü yakalaması için enflasyon farkı kadar ücretlerin
artması doğaldır. Yani enflasyon artışı sonucunda ücretlerinde artması beklenmektedir.
Ancak ücret artışlarının enflasyon yaşanmadan da artması muhtemeldir. Bir anlamda da
emeğin getirisinden fazla ücret verilmesi talep enflasyonuna yol açabilir. Kâr oranının
artması ücret oranından fazla gerçekleşiyorsa bu durumda talep enflasyonu yaşanabilir. Yani
ücret talebindeki artış kâr oranına dengelenirse bu noktaya kadar talep enflasyonundan
bahsetmek mümkündür (Kargı, 2007: s.72).

Türkiye’de çeşitli para arzı tanımları vardır. Bunları denklemlerle anlatmak


mümkündür. Dolaşımdaki para, vadesiz mevduatlar, vadeli mevduatlar, yurt içi döviz
mevduatları, resmî kuruluş mevduatları ve Merkez Bankasının diğer mevduatlarının sayılan
tüm kalemlerinin toplamı M3Y para arzını verecektir (Kartal, 2013: s.192). (Bkz. Tablo
2.1)’de para arzının yıllar itibarıyla arttığı görülmektedir. Genel olarak incelendiğinde
oransal olarak artmıştır.

Tablo 2.2. Bağımlı ve Bağımsız Değişkenler

Kısaltma Değişkenler Baz Yılı

X1 Toptan Eşya Fiyat Endeksi (Bağımlı Değişken) 1994=100

X2 Ücretler (Dolar) (Bağımsız Değişken) 1994=100

X3 Para Arzı (M3Y) (Bağımsız Değişken) 1994=100

Çalışmada, ücret artışlarının toptan eşya fiyatlarına etkisi ve para arzının toptan eşya
fiyatlarına etkisini incelemek için 2 farklı basit regresyon modeli kurulmuştur.
32
InX1 = β0 + β1 lnX2 + µt (6)
X1 : Toptan Eşya Fiyat Endeksini,
X2 : Dolar Cinsinden Ücretleri,
µt : Hata Terimini Göstermektedir.

lnX1 = β0 + β1 InX 3 + µt (7)


X1 : Toptan Eşya Fiyat Endeksini,
X3 : Para Arzını (M3Y),
µt : Hata Terimini Göstermektedir.

Bu analizlerde sadece serilerin durağan olup olmadığını gösteren birim kök analizi
yapılmıştır ve doğru sonuçlar vermesi bakımından normal dağılım olduğunu göstererek
analiz edilmiştir. Elde edilen korelasyon sonucunda olasılık bağlamında nedensellik ilişkisi
açıklanmıştır.

Birim kök testi yapılabilmesi için analizler şu şeklide yapılmaktadır:

H0 : 0 = K, birim kök içerdiğini göstermektedir. Zaman serisinin durağan olmadığını


göstermektedir.

H1 :0 >K, birim kök içermemektedir. Zaman serisinin durağan olduğunu


göstermektedir (Akyüz, 2020: s.80).

2.3.2. Serilerin Durağan Olup Olmaması Bakımından Birim Kök Analizi

Serilerin sağlıklı biçimde analiz edilmesi için yapılması gereken ilk nokta serilerin
durağan olmasıdır. Eğer seriler bir noktada aynı durağanlık göstermiyorsa seriler analize
dâhil edilmez. Bunu yapabilmek için birim kök testine ihtiyaç duyulur. Ancak korelasyon
yorumu için serilerin normallik özelliğini taşıması yetse de sağlıklı yorumlanması açısından
çeşitli yöntemlerle durağanlık özelliği taşıdığını göstermek amaçlanmıştır.

Durağanlık genel anlamda, serilerin trend içermemesi bakımından varyans ve


ortalamanın sabit olması gerektiğini söylemektedir.

Ortalama = A(Yt ) = µ (8)

Varyans = A(Yt - µ) 2 = K 2 (9)

Kovaryans = Zk = A(Yt - µ)( Yt+k - µ) (10)

33
(8), (9) ve (10) denklemlerinin açıklamasına göre; Y: Değişkeni, t: Dönemi, k:
Geçikme Uzunluğunu, Zk: k gecikmesi için kovaryans olduğunu göstermektedir. k değerinin
sıfır olması Z0 olması anlamına gelmektedir. Sonucunda ise varyansına (K2) eşit olacaktır.
Bir diğer anlamda k değerinin 1 olması, Z1 durumunda Y’nin değeri bakımından iki
kovaryans arasını ifade eder (Akyüz, 2020: s.80).

Çalışmaya dâhil edilen Toptan Eşya Fiyat Endeksi, Ücretler ve Para Arzı serilerinin
durağanlık testleri “Geliştirilmiş Dickey-Fuller (ADF)” ve “Phillips-Perron” birim kök
analizleri ile test edilecektir. Durağanlıkları test etmek bakımından 1979 yılında oluşturulan
birim kök analizleri, bağımlı değişkenler açısından gecikmeli analiz değerlerinin
eklenmesiyle oluşturulmuştur (Özcan ve Arı, 2013: s.110).

λ yt = Kyt-1 + ∑𝑝𝑗=1 Kjλyt-j + εt (11)

λ yt = µ + Kyt-1 + ∑𝑝𝑗=1 Kjλyt-j + εt (12)

λ yt = µ + 𝛽tKyt-1 + ∑𝑝𝑗=1 Kjλyt-j + εt (13)

Birim kök testi (11), (12) ve (13)’te gösterilen denklemlerle açıklanmaktadır. Yapılan
hipotezler ise şu şekildedir;

H0 : 0 = K, yapılan testin birim kök içerdiğini göstermektedir.


H1 :0 > K, yapılan testin birim kök içermediğini gösterir.
Yapılan model eğer kesmesiz ve trendsiz bir modelse (11), kesmeli olup trend yoksa
(12), model hem kesmeli hem de trendli biçimdeyse (13)’teki denklem kullanılır.

λ: işlemin birinci farkı olduğunu, Yt : t belirlenen dönemdeki zaman serisi olduğunu,

βt: trend açısından zaman trendi taşıdığı, εt: hata terimin olduğu, µ: ise sabit terimini, 𝑝:

değeri ise gecikme uzunluğunu göstermektedir (Akyüz, 2020: s.81).

Literatürde en çok kullanılan ADF birim kök testinin yanında Phillip-Perron (PP)
birim kök testi de tercih edilmektedir. Her iki test de yaklaşık aynı sonucu vermektedir.
Aralarındaki fark ise ADF’de rastlantısal hatalar arasında oluşan otokorelasyon göz ardı
edilirken, PP’de ise bilinmeyen otokorelasyonun varlığı göz önünde tutularak, hata
terimlerinin koşullu olarak varyansı değişken şartını ele alır (Yıldırım, 2010: s.28). PP testi
ise aşağıdaki denklemle (14) hesaplanmaktadır.

34
Yo 1/2 T(Fo−Yo)(se(K))
αK = tK( ) - (14)
Fo 2(Fo)1/2 s
Denklem (14)’te bahsedilen; K: tahmin katsayısını, s: standart hatayı, Yo: hata
varyansı, Fo ise o (sıfır) frekans sonucunda oluşan spektral hata tahmini olarak
gösterilmektedir (Akyüz, 2020: s.82).

2.1.2.2.2. Yapılan Analizin Sonuçları


Tablo 2.3. Test İstatistikleri
Göstergeler Toptan Eşya Fiyat Endeksi-X1 Ücretler (Dolar)-X2 Para Arzı M3Y-X3
Ortalaması 2.493456 4.576422 4.493239
Medyanı 2.183802 4.614130 4.519721
Maksimum değer 8.056322 5.273973 4.854293
Minimum değer -1.660.731 3.849722 4.120986
Standart Sapması 3.154191 0.471004 0.238504
Çarpıklık Değeri 0.421863 -0.066033 -0.016372
Basıklık Değeri 1.887039 1.487010 1.748353
Jarque-Bera 1.706737 2.018257 1.371731

Olasılık Değeri 0.425978 0.364536 0.503654


Toplam 52.36257 96.10486 94.35802
Gözlem Miktarı 21 21 21

(Bkz. Tablo 2.3)’te yapılan analizin istatistik sonucu gösterilmiştir. Serilerin normal
dağılması için olasılık değerinin 0.05 değerden büyük olması gerekmektedir (Özaydın ve
Yeşilkaya, 2020: s.172). Tabloda görüldüğü gibi toptan eşya fiyat endeksinin olasılık değeri
0.425978, ücretlerin olasılık değeri 0.364536 ve para arzının olasılık değeri 0.503654 olarak
gerçekleşmiştir. Kritik değerler üzerinde gerçekleştiklerinden dolayı serilerin normal
dağıldığını göstermektedir.

Tablo 2.4. PP ve ADF Birim Kök Analiz Sonuçları

PHİLLİP-PERRON BİRİM KÖK


ANALİZİ (PP)

BİRİNCİ FARKIN DİFERANSİYELİ


(At First Difference)
Sabit ile (X1) (X2) (X3)

(With Constant) İstatistiksel olasılık -5.9742 -3.3684 -10.3910

0.0001 0.0258 0.0000


Sabit ve trend ile *** ** ***

35
(With Constant &
Trend) İstatistiksel olasılık -12.1410 -3.3205 -12.0197
0.0000 0.0930 0.0000
Sabit ve trend
olmadan *** * ***
(Without Constant
& Trend) İstatistiksel olasılık -3.5151 -3.2425 -3.0289
0.0014 0.0027 0.0045
*** *** ***
DİCKEY-FULLER BİRİM KÖK
ANALİZİ (ADF)

BİRİNCİ FARKIN DİFERANSİYELİ


(At First Difference)
(X1) (X2) (X3)
Sabit ile
(With Constant) İstatistiksel olasılık -5.3666 -3.3684 -4.4964
0.0004 0.0258 0.0033
*** ** ***
Sabit ve trend ile
(With Constant &
Trend) İstatistiksel olasılık -5.4696 -3.3205 -4.2610
0.0017 0.0930 0.0203
*** * **
Sabit ve tredn
olmadan İstatistiksel olasılık -3.5314 -3.2425 -3.0289
(Without Constant
& Trend) 0.0013 0.0027 0.0045
*** *** ***

%10 (*) anlamlılık düzeyini, %5 (**) anlamlılık düzeyini, %1 (***) anlamlılık düzeyini
göstermektedir. (Bkz. Tablo 2.4) incelendiğinde, hem ADF hem de PP analizinde bütün
değişkenler sabit ve trend olmadan %1 anlamlılıkta (***) durağan olduğunu göstermektedir.

InX1 = (4.172464) + (0.907166)X2 (15)


R : 0,656978
(15)’de gösterilen denklemde ücret artışlarında %1’lik bir değişimin toptan eşya fiyat
endeksini arttıracağı yönündedir. Reel ücret sürekli artış göstermiştir ancak enflasyon
artışının gerisinde kalmıştır.

lnX1 = (3.189290) + (0.708847)X3 (16)

R : 0,966720

(16)’da açıklanan denklemde ise para arzında %1’lik meydana gelen bir artış, güçlü
olasılıkla toptan eşya fiyat endeksini artıracaktır.

Yakın dönem olması itibarıyla, 1980 ve 2000 yılları arası karşılığı olmadan artan para
arzı, fiyatlarda artışa neden olacağından bu artış oranında ücretlerde paralel bir artış
gerçekleşmemiş ve ücretler daha aşağısında verilmiştir. Yani ücretler para arzı artışından
36
daha az artırılıp enflasyon artış farkından daha az reel ücret verilmesine, fiyat artışları
karşısında ise alım gücünün yıllar itibarıyla daha da azalmasına neden olduğunu söylemek
mümkündür (Kargı, 2007: s.73).

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE 2000-2020 YILLARI ARASI


ENFLASYON SORUNLARI
3.1. Çalışmanın Konusu ve Amacı

Türkiye’nin enerji anlamında kendi doğal kaynaklarına şu an itibarıyla ulaşması kıt


olduğundan dolayı enerji darboğazı yaratmakta ve ekonomik anlamda ise dışa bağımlı
duruma getirmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin içinde bulunduğu darboğaz, kalkınmasını
kendi kaynaklarından karşılamaktan ziyade dışa bağımlı ülke durumuna sokmakta ve
gelişmekte olan ekonomiler statüsüne zorlamaktadır. Türkiye ekonomisinde enflasyon
problemi, içinde bulunduğumuz son dönemde oldukça sorun yaratır bir duruma gelmiştir.
Peyderpey sorun hâline gelen son dönemlerdeki enflasyon artışlarının nedenleri yakın
dönem olarak ele alınan 2000-2020 yılları arası dönemler konu seçilmiş ve ele alınan yıllar
itibarıyla enflasyonist olarak gelişen süreçler açıklanmak istenmiştir. Açıklanmak istenen
süreçlerde ise enflasyona neden olan sorunlar, enflasyonun neden olduğu sorunlar şeklinde
kategorilere ayırılmış ve ayrılan kategoriler bağlamında alt başlıklarda belirlenen sorunlar
değerlendirilerek çözüm önerisi sunmak amaçlanmıştır.

3.1.1. Materyal ve Yöntem

Bu çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyon sorunları çerçevesinde literatür


taraması yapılarak 2000-2020 yılları arası dönemleri konu alan çalışmalar belirlenmiş ve bu
bağlamda ilgili kurumların raporları, makale çalışmaları, tez çalışmaları, web siteleri, kitap
gibi kaynaklardan yararlanılmıştır. Türkiye ekonomisinde temel sorun oluşturan para arzı,
döviz kuru ve petrol fiyatlarının enflasyonla aralarındaki nedensellik ilişkilerini vurgulamak
maksadıyla, Ewievs 8 yardımıyla ilgili belirlenen kurum raporlarıyla 2000-2020 yılları arası
yıllık bazda 21 frekans belirlenerek basit regresyon bağlamında ekonometrik çalışma
yapılmıştır. Yine benzer şekilde ele alınan ilgili başlıkların anlamlı biçimde analiz edilmesi
için çeşitli kurum ve web sitesi gibi kaynaklardan hazırlanan raporlar ışığında grafik ve
tablolar hazırlanmıştır. (Bkz. Grafik 3.25, Grafik 3.40, Grafik 3.47) belirtilen grafikler ilgili

37
sayfalardan direkt alıntı şeklinde yazar tarafından düzenlenmiş ve çalışmada yer verilen
diğer grafikler ve tablolar ise yazar tarafından oluşturulmuştur.

3.1.2. Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları Bağlamında İlişkiyi İnceleyen 2000-


2020 Yılları Arası Dönemlerde Yapılmış Çalışmalar

Akdaş, K., Bozma, G., Güney, A. (2020) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde
enflasyonun sorun olduğu bağlamda işsizlik ve yoksulluk üzerine incelemeler yaparak
işsizliğin düşse bile yoksulluğun düşmeyeceğini, enflasyon ve yoksulluk arasında uzun
dönem negatif ilişkisinin olduğunu, yani enflasyon sonucunda harcanabilir gelir düştüğü için
yoksulluğun artmasına neden olduğunu belirtmişlerdir.

Akıncı, A., Özçelik, Ö. (2018) yaptıkları çalışmada; 2006-2018 yılları arası Türkiye
ekonomisinde enflasyonun sorun olduğu bağlamda, dolaylı vergilerin enflasyon üzerindeki
etkisini “ARDL” çerçevesinde analiz ederek, dolaylı vergiler ve enflasyon arasında uzun
dönemli olarak eşbütünleşme ilişkisinin varlığına ulaşmışlardır.

Akyüz, H. (2020) yaptığı çalışmada; 2010-2017 yılları arası aylık dönemlerini ele
alarak Türkiye ekonomisinde enflasyonu etkileyen döviz kuru, para arzı, petrol fiyatları,
bireysel krediler ve bütçe açıklarıyla ilişkisini “Granger nedensellik, Phillips-Perron (PP),
Gelişmiş Dickey-Fuller (ADF), Johansen Eşbütünleme” testleriyle analiz etmiş, enflasyona
veya enflasyonun neden olduğu sorun bağlamında açıklamaya çalışmıştır. Enflasyon
bağlamında ele alınan göstergelerin güçlü anlamda Türkiye ekonomisinde enflasyon
sorununa neden olduğunu, petrol fiyatları ve enflasyon arasında çift yönde bir korelasyonun
olduğunu ve en güçlü korelasyonun para arzı ve enflasyon arasında gerçekleştiğinin
sonucuna ulaşmıştır.

Aras, O.N. (2010) yaptığı çalışmada; küresel ekonomik krizin Türkiye ekonomisinde
enflasyon hedeflemesi üzerine etkisini incelemiş ve enflasyon sorunu bağlamında küresel
krizin başladığı 2008 yılında enflasyon hedefi tutturulamadığını ancak etkisinin 2009 yılı
boyunca sürmesi iç talebin daralmasına ve enflasyonun durgun hale gelmesine neden olarak
bu yılda hedefte istenen olumsuz sapma yaşanmadığını belirtmiştir.

Atbaşı, R. (2019) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 2010-2018 yılları arası


veriler ışığında “Granger Nedensellik Testi” ile faiz ve enflasyon arasında nedensellik
ilişkisini analiz etmiş, nitekim enflasyondan faize doğru aralarında nedensellik ilişkisinin
olduğu sonucuna varmıştır.

38
Bakkal, S., Gürdal, T. (2007) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyon
sorunu bağlamında 1980-2006 yılları arası veriler ışığında iç borçlanmanın Türkiye
ekonomisinde makro ekonomik tepkilerini analiz ederek ele alınan dönemler itibarıyla
borcunu borçla finanse ettiği ve bu bağlamda iç borçlanmanın kamu bütçe dengesini
olumsuz etkilediğini, faizlerin yüksek olmasına sebep vererek, hem gelir dağılımında eşitliği
bozup hem de enflasyonun artmasına sebep olduğunu belirtmişlerdir.

Başar, S., Karakuş, K. (2017) yaptıkları çalışmalarında; Türkiye ekonomisinde


faizlerin enflasyona neden olduğu sorun bağlamında 2004-2016 yıllık veriler ışığında
“Granger Nedensellik” testiyle Fisher hipotezinin geçerliliğini Türkiye ekonomisi üzerinde
değerlendirerek, faiz oranı ve enflasyon arasındaki ilişkinin tek yönlü olduğu sonucuna
varmışlardır.

Can, A. (2019) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 2005-2019 yılları arası


veriler ışığında “VARMA-MGARCH-BEKK” analizi ile enflasyon ve enflasyon belirsizliği
üzerinde çalışma yaparak “Cukierman-Meltzer” hipotezinin doğruluğuna ulaşmıştır.
Nitekim ekonomik büyüme sonucunda oluşan dalgalanmaların enflasyon üzerinde pozitif
bir etkinin olduğu ve enflasyonda meydana gelen belirsizliklerin enflasyonu artırıcı yönde
etkisinin olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Ceylan, S. (2018) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 1985-2014 yılları arası


veriler ışığında “Engle-Granger ko-entegrasyon testi, Gregory-Hansen ko-entegrasyon testi,
Lee ve Strazicich birim kök testi” analizleriyle tasarruf ve enflasyon arasındaki ilişkiyi
açıklamıştır. Enflasyonun belirsizlik olgusunu artırmasıyla bireyleri daha fazla tasarruf
tutmaya zorlayacağının, bir başka etki ise enflasyonun neden olduğu zaman maliyeti
kapsamında finansal piyasaların yeterince gelişmemesinin etkisiyle enflasyonun tasarruflar
üzerinde olumsuz etki yaratması üzerinde durulmuş, 1980 sonrası ve 2000’li yıllar
bağlamında durarak farklı iki dönem arasında yapısal değişimin olduğunu tespit etmiştir.

Çınar, Ç. (2019) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde petrol fiyatlarının


enflasyon üzerinde önemli bir sorun yaratması bakımından 2005-2017 yılları arası aylık
veriler ışığında “VAR” modeli kurarak “Granger nedensellik testi” ile analiz etmiş, sanayi
üretim endeksi ve üretici fiyat endeksi arasında tek yönde ilişkinin olduğu sonucuna
varmıştır.

Doğan, B., Değer, O., Eroğlu, Ö. (2016) yaptıkları çalışmada; Türkiye


ekonomisinde 2003-2015 yılları arası veriler ışığında, Türkiye ekonomisinde enflasyon

39
sorunu bağlamında enflasyon ve faiz arasındaki nedensellik ilişkisini ADF, PP, Granger
Nedensellik, Johansen Eşbütünleme testleriyle analiz ederek enflasyondan faize doğru bir
ilişkinin olduğu, ancak faizden enflasyona doğru bir ilişkinin olmadığı sonucuna
ulaşmışlardır.

Gürbüz, Y.E., Karahan, Ö. (2017) yaptıkları çalışmada; 2002-2016 yılları arası


Türkiye ekonomisinde enflasyonun sorun olduğu bağlamda bireysel banka kredilerinin
enflasyonla ilişkisini “Johansen Eşbütünleme ve Hata Düzeltme Modeli” analizleri ile test
etmişler, enflasyondan banka kredilerine doğru bir nedenselliğin olduğu sonucuna
ulaşmışlardır.

İpek, E., Ayvaz Kızılgöl, Ö. (2015) yaptıkları çalışmada; 1992-2013 yılları arası
Türkiye ekonomisinde enflasyonun sorun olduğu bağlamda dış ticaret açığının enflasyonla
ilişkisini “ARDL” yaklaşımıyla analiz ederek aralarında eşbütünleşme ilişkisinin mevcut
olduğunu ve dış ticarette meydana gelen açığın hem uzun dönemde hem de kısa dönemde
enflasyona neden olduğunu tespit etmişlerdir.

İslatince, H. (2017) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 1988-2016 yılları arası


veriler ışığında para ve fiyatlar arasında nedensellik ilişkisini test etmiş, nedensellik arasında
%1 anlamlılık düzeyinde çift yönlü bir ilişkinin olduğu sonucuna varmıştır. Parasal
genişleme sonucunda fiyatların yükseldiği, fiyatlardaki yükselme sonucu parasal
büyüklüklerin uyum içinde hareket ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

Karakış, L. (2019) yaptığı çalışmada; 2000-2018 yılları arası Türkiye ekonomisinde


enflasyonun sorun olduğu bağlamda döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi “ADF birim
kök ve Granger nedensellik” testleriyle analiz ederek, nominal döviz kurundan enflasyona
doğru ve enflasyondan nominal döviz kuruna doğru nedenselliğin olduğu sonucuna
varmıştır.

Kaya, A. (2022) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 2007-2020 yılları arası


çeyrek veriler ışığında enflasyon sorunları bağlamında enflasyon, petrol fiyatı ve ekonomik
büyüme ilişkilerini “Gecikmesi Dağıtılmış Otoregresif Modellere (ARDL)” analiz ederek
petrol fiyatlarının enflasyona neden olarak aralarında tek yönde, ekonomik büyüme ve
enflasyon arasında ise çift yönde ilişkinin olduğu sonucuna varmıştır.

Maraş, G., Dumrul, C. (2019) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde 2006-


2018 yılları arası veriler ışığında enflasyon sorunları bağlamında bütçe açığı ve enflasyon

40
arasındaki nedensellik ilişkisini “Augmented Dickey Fuller, Phillips-Perron ve Ng-Perron
Birim kök ve sınır testleri” yaklaşımıyla analiz ederek uzun dönemde enflasyonun döviz
kuru ve para arzı arasında pozitif yönde ilişkilerinin olduğu, bütçe dengesinde ise aralarında
negatif bir korelasyonun olduğunu tespit etmişlerdir. Yani bütçe açıklarının artması
sonucunda enflasyon artarken, bütçenin fazla verdiği durumda ise azalış göstermektedir.

Mızrak, Z., Sever, E. (2007) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyon


sorunu bağlamında 1987-2006 yılları arası veriler ışığında döviz kuru, enflasyon ve faizin
aralarındaki ilişkisini “VAR” analiziyle açıklayarak döviz kurundaki değişmelerin enflasyon
ve faiz oranını önemli derecede etkileyip faiz oranında meydana gelen artış ise döviz kuru
ve enflasyonu pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.

Oğul, B. (2020) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 1987-2020 yılları arası


yıllık veriler ışığında enflasyon sorunları bağlamında enflasyon ve faiz ilişkisini “ARDL”
testi yaklaşımıyla analiz etmiş, enflasyonun faizleri yükseltmesine neden olduğunu
belirterek, enflasyonun kısa dönemde faiz üzerine etkisi istatistiksel olarak anlamsız iken
uzun dönemde ise anlamlı olduğunu tespit etmiştir. Fisher etkisinin tam anlamıyla geçerli
olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Okşak, Y., Özen, E. (2020) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde 1974-2017


yılları arası veriler ışığında enflasyon sorunları bağlamında tasarruf ve enflasyon arasındaki
ilişkiyi “ARDL” testi yaklaşımıyla analiz etmiş, nitekim tasarruf ve enflasyon arasında hem
kısa hem de uzun dönemde istatistiksel olarak aralarında anlamlı bir ilişkinin olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Kısa dönemde meydana gelen enflasyon tasarrufları artırma
eğilimdeyken uzun dönemde ise azalma eğilimde olduğunu tespit etmişlerdir.

Osmanoğlu, A. (2020) yaptığı çalışmada; Türkiye’de enflasyon sorunu bağlamında


kayıt dışı istihdamın ekonomik etkilerini açıklamış, etkinin sosyal sorunlar bağlamında
dolaysız anlamda vergiden kaçınma ve kamu bütçesinde azalmalara yol açacağını ifade
etmiştir.

Özata, E. (2019) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyon sorunu


bağlamında petrol fiyatları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi “ARDL” yaklaşımıyla test
ederek, petrol fiyatlarında dünyada meydana gelen artışın etkisiyle üretici ve tüketici
fiyatlarında uzun dönem olarak asimetrik olduğunu, kısa dönemde ise simetrik olduğunu
belirtmişlerdir.

41
Peker, G.İ. (2019) yaptığı çalışmada, 2005-2018 yılları arası Türkiye’de enflasyon
sorunu olarak gıda fiyatlarının istikrara kavuşması açısından lisanslı depoculuk sistemi
üzerinde çalışma yapmış ve özellikle tarım piyasalarını ciddi anlamda etkilemesi
bakımından depolama imkânlarının geliştirilmesi için önerilerde bulunmuştur.

Saraç, T.B., & Karagöz, K. (2010) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde


enflasyon sorunu bağlamında 1994-2009 yılları arası veriler ışığında TÜFE ve ÜFE
arasındaki ilişkiyi “sınır testi” yaklaşımlarıyla analiz etmişler, aralarındaki ilişkinin
ÜFE’den TÜFE’ye doğru dönemsel anlamda hem uzun hem de kısa dönemde istatistiksel
olarak anlamlı olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu durumda ise ele alınan dönemler itibarıyla
Türkiye ekonomisinde enflasyonun maliyet yönlü olduğunu tespit etmişlerdir.

Sever, E., Han, V. (2016) yaptıkları çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyon


sorunu bağlamında 1987-2015 yılları arası veriler ışığında “VAR” modeli çerçevesinde
petrol fiyatları ve döviz kurunun ekonomik büyüme üzerinde etkisini açıklamışlar, petrol
fiyatlarındaki dalgalanmaların millî geliri olumsuz yönde etkileyeceği ve döviz kurunda
meydana gelen %1’lik bir artışın millî geliri %5 oranında olumsuz etkileyeceği, petrol
fiyatlarında meydana gelen %1’lik artışın ise %3 oranında olumsuz etkileyeceği sonucuna
ulaşmışlardır.

Tıkıl, İ. (2021) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde 2003-2020 yılları arası


veriler ışığında döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz etmiş, nitekim aralarında
uzun dönemli olarak döviz kurundan enflasyona doğru tek yönde ilişkinin olduğu sonucuna
varmıştır.

Türk, E. (2016) yaptığı çalışmasında; Türkiye ekonomisinde enflasyon sorunu


bağlamında 1987-2013 yılları arası veriler ışığında “VAR” modeli çerçevesinde analiz
etmiş, döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi açıklamıştır. Döviz kurunun değişimi
enflasyonda etki yaratırken enflasyondaki değişimin döviz kurunu etkilemediği sonucuna
ulaşmıştır.

Yıldırım, G.G. (2020) yaptığı çalışmada; 2003-2019 yılları arası üçer aylık veriler
ışığında “VAR testi” ve “ADF (Genişletilmiş Dickey-Fuller)” testi ile Türkiye ekonomisinde
enflasyona neden olan sorunlar bağlamında döviz kuru, faiz ve enflasyon arasında
nedensellik ilişkisi kurulmuş, döviz kurunun hem enflasyona hem de faize kuvvetli anlamda
etkisinin olduğu sonucuna ulaşmıştır.

42
Zabun, F. (2020) yaptığı çalışmada; Türkiye ekonomisinde enflasyonun neden
olduğu sorun ve sonuçlar bağlamında ülkenin uzun yıllardır yüksek enflasyon yaşadığını ve
potansiyelin altında ekonomik performans gösterdiğini belirterek yaptığı çalışma sonucunda
çözüm önerilerinde bulunmuştur.

3.2. Enflasyona Neden Olan Sorunlar

Gelişmiş veya gelişmekte olan bütün ekonomilerde yapılan politikaların çoğu


enflasyon temellidir. Bu anlamda enflasyon, ülkelerde sorun teşkil eden ekonomik bir olgu
olarak karşımıza çıkmaktadır. Enflasyona neden olan olgular ülkelerin içinde bulundu siyasi
ve yaşanan olumsuz iç faktörlerden etkilendiği gibi dış şokların etkisinde meydana gelen
krizlerden de etkilenmektedir. Yaşanan krizlerin etkisi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler
açısından farklı sonuçlar doğurmaktadır. Küresel anlamda bir kriz meydana geldiğinde
gelişmiş ekonomilerde durgunluk, gelişmekte olan ekonomilerde ise enflasyona neden
olabilmektedir (Demirel ve Şeker, 2019: s.3). Bunun nedeni ise gelişmekte olan ülkelerin
kalkınması için döviz girdilerine oldukça ihtiyaç duymasıdır (Karacan, 2010: s.79). Nitekim
Türkiye; coğrafi konumu itibarıyla birçok fırsatları içinde barındırsa da şu an itibarıyla enerji
anlamında yer altı kaynaklarına ulaşması oldukça sınırlıdır. (TSKB). Bu ise Türkiye’nin
gelişmekte ve ekonomik anlamda dışa bağımlı olduğunu göstermektedir. Bir diğer anlamda
ise Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyası ve çevresinde meydana gelen, gelişmekte olan
ülkelerin sorunlarına göğüs germek zorunda olmasıdır. Bu bağlamda, yaşanan kriz ve kriz
benzeri ortamlar ekonomiyi olumsuz anlamda etkileyip cari açığa, bütçe açığına, doğrudan
yabancı yatırımlarına, döviz kuruna ve faizleri olumsuz yönde etkileyip enflasyona neden
olabilmektedir. Türkiye ekonomisinde mali anlamda disiplinin sağlanması bağlamında
ekonominin kalkınması için istikrarı olumsuz etkileyecek kamu harcamalarının yapılmaması
durumunda enflasyon probleminin çözüleceği görüşü mevcuttur ancak ekonomideki iç
talebin zayıflığı ve sanayi kapasitesinin artırılması bağlamında ithalatın yüksek
gerçekleşmesi sonucu cari açık sorununu da getirmektedir (Zabun, 2020: s.56).

Nitekim ABD’de meydana gelen terör saldırısının etkisiyle yatırımların canlanması


için küresel anlamda parasal bollaşma meydana gelmiş, yine benzer bir etki ise küresel kriz
sonucunda meydana gelmiştir (Demirel ve Şeker, 2019: s.3). Dünyada parasal bollaşmanın
arttığı dönemler itibarıyla nihayetinde portföy ve yurt dışı doğrudan yatırımlarını çekebilmiş
ancak bu yatırımların büyük bir kısmı altyapı yatırımlarına ayrılmıştır. Bu bağlamda birçok
hastane, köprü ve bunun gibi nice yatırımlar gerçekleşmiştir. İnşaat sektörü başta olmak

43
üzere altyapı yatırımları, üretimde katma değeri düşük yatırımlar olduğundan ve ihracat
temelli yatırımlar olmadığından gelir getirici etkisi pek azdır. Yani altyapı yatırımları nankör
nitelikte olduğu için gelirin tabana yayılmasına etkisi çok azdır. Nitekim bu nedenle altyapı
yatırımlarının payı millî gelire oranlandığında daha fazla, katma değeri yüksek olan hizmet
ve teknoloji yatırımlarının payı ise oranın oldukça geride olduğu belirtilmiştir (Zabun, 2020:
s.55).

Enflasyonun oluşmasına neden olan önemli bir diğer sorun ise uygulanan para
politikalarında meydana gelen sapmadır. Sapmalar neticesinde ise öyle veya böyle
enflasyonun yaşanacağı görüşüdür. Özellikle hedeflenen enflasyon çerçevesinde meydana
gelen sapmalar ve bu sapmaların nedenlerini açıklamak oldukça zor bir durumdur. Karar
birimleri ve hane halkının sapmalar neticesinde algılarını olumsuz anlamda değiştirmeleri
ekonomide güvensizlik sorununa yol açabilecektir. Yani enflasyona neden olan en temel
yapıtaşı değerlendirildiğinde, ekonomi ve para politikalarının yönetimini elinde bulunduran
yönetimlere güven duygusundan geçmektedir. Bir diğer açıdan ise geleneksel anlamda
yapılan para politikaları sonucunda aşırı olarak gerçekleştirilen para politikasının enflasyona
yol açtığı görüşüdür. Modern görüşler ise aşırı anlamda genişleyen paranın güdülerine
inmekte ve içsel sorun bağlamında açıklamaktadır. Yani para arzı ve enflasyon ilişkisini
politika yapıcıları ve özel sektör arasında enformasyon ve stratejik açıdan ele alarak
değerlendirilmektedir. Yani başarılı anlamda gerçekleştirilen para politikasının en temel
önemi güvenilirliğin sağlanmasıdır (Büyükakın, 2004: s.1, 2).

Nitekim Özsağır (2007), ekonominin iyi anlamda işleyebilmesi için tek reel
faktörlerin etkilemediğini, aynı zamanda buna ek olarak dışsal faktörlerinde etkilediğini
vurgulamıştır. Dışsal faktör olarak ise ekonomide güven bağlamına vurgu yaparak kriz
ortamından çıkmak ve enflasyonu düşürmek için iktisadi süje bağlamında sosyal sermayeye
ihtiyaç duyulan güvenin gerektiğini ifade etmiştir. Yani ekonomide güven ve maliyet
arasında negatif bir korelasyon vardır (Özsağır, 2007: s.50).

Türkiye ekonomisinde enflasyon olgusuna neden olan pek çok sorun mevcuttur.
Sorunlar düşünüldüğünde; ülkede var olan talep enflasyonu, döviz kuru ve yurt dışı girdi
mallarının fiyatlarının yüksek olması sonucu maliyet enflasyonu, faizlerin yüksek oranlarda
çekilmek zorunda kalması, dolaşımdaki paranın alım gücünü etkileyecek anlamda değişmesi
gibi sorunlar söylenebilir. Yaşanan krizlerin Türkiye ekonomisinde yarattığı enflasyon
sorunu bağlamında ülkenin genel sorunları geniş bir perspektifte açıklanıp, daha sonra en

44
temel sorunlarıyla kamu kesiminde meydana gelen bütçe açığı, döviz, faiz, para arzı, petrol
ve enerji darboğazı, ekonomide güven bağlamında yatırımlar çerçevesinde enflasyona neden
olan sorunlar ilişkilendirilip, 2000-2020 yılları arası bağlamda değerlendirilecektir.

3.2.1. Ekonomik, Küresel ve Siyasal Krizlerin Enflasyona Etkileri

Kriz; Yunaca bir ifade olup “krisis” kelimesinden gelmektedir (Darıcan, 2013: s.40).
Kelime anlamı olarak oluşması öngörülemeyen ve ani olarak meydana gelen, oluştuktan
sonra ise derin etkiler meydana getiren bir olgu olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle
insanlığı sarsacak birçok çeşitleri mevcuttur. İktisadi yazında ise incelemeler bağlamında
önde gelen bir olgudur. Nitekim küresel anlamda meydana gelen kriz, iç sebepler olsun veya
olmasın tüm ekonomileri etkileyecek niteliktedir. Yaşanan krizler nedeniyle birçok insan
işinden, evinden ve tasarruflarından olmuştur (Darıcan, 2013: s.39).

3.2.1.1. Kasım 2000 krizi

Bu dönemde yaşanan kriz, bankacılık sektöründe kendisini gösterdiğinden dolayı


finansal bir krizdir. Faiz oranının (reel) aşırı yükselmesi ve bütçe dengesinin olumsuz
etkilenmesiyle beraberinde borç stoku giderek artmıştır. Yaşanan darboğazların alım gücünü
olumsuz etkilemesi, IMF’ye niyet mektubu sunulmasına ortam hazırlamıştır. 1999’da
sunulan mektup, 2000 yılında stand-by anlaşmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sonucunda ise
enflasyonu düşürmek için program ortaya konmuştur. Programın amacında ise 3 yıl süre
için, bahsedilen yılın sonunda enflasyonu tek haneli rakamlarda tutmak ve ekonomideki
kaynakları etkin biçimde kullanmaktı. Programda belirlenen araçlar içerisinde daraltıcı
maliye politikası, enflasyonda istenen hedefe ulaşmak bakımından gelirler politikası, döviz
kurunu kontrolde tutmak için kur politikası, enflasyonla baş etmek için para politikası
belirlenmişti (TCMB, 2001: s.13-93). Programın yapılmasındaki esas unsur kamu
harcamalarını GSMH’nin yaklaşık %3.4’üne yükseltmek ve harcamalara yük olmaması
bakımından faiz yükünden kurtulmaktı. Bunları yapabilmek için ise personel giderleri, cari
harcamalar gibi bazı kalemler kısılarak ve bununla beraber dış borç yükünden kurtulmak
için devlet iç borçlanmasına gidilerek özelleştirmeler gerçekleştirilecekti. Program itibarıyla
TEFE %20, TÜFE %25 olarak belirlenmiştir. Gerçekleşen oran istenen oranı
yakalayamamış ve daha fazla enflasyonun gerçekleşmesiyle sonuçlanmıştır. Bunun nedeni
ise faizlerin düşmesi sonucu talepte meydana gelen artış ve beraberinde 1999 yılında
gerçekleşemeyen birikimli tüketimin 2000 yılında yaşanmasıdır. Millî paranın değerli

45
olmasıyla beklenen devalüasyon gerçekleşmemiş, iç fiyatların yurt dışı fiyatlardan fazla
olmasıyla yurt dışı mallarına talep artarak ithalatın artmasına neden olmuş ve sonucunda cari
açık beklenenden daha fazla gerçekleşmiştir (Korkmazer, 2018: s.84).

Tablo 3.1. 2000 Yılında Hedeflenenler ve Gerçekleşenler

Göstergeler Hedeflenen Gerçekleşen

Cari İşlemler Dengesi -4 Milyar Dolar -9.8 Milyar Dolar


(ABD Doları-Milyar)
TEFE (Üretici Enflasyon) (%) %20 %33

TÜFE (Tüketici Enflasyon) (%) %25 %39

GSMH EKONOMİK BÜYÜME (%) %5 %6.8

ÖZELLEŞTİRME GELİRİ-ABD DOLARI 7.6 Milyar 3.3 Milyar Dolar


(MİLYAR) Dolar

Kaynak: (Korkmazer, 2018: s.84)

2000 yılında uygulama bulan programda kur rejimlerinde alınan kararlar bakımından
değişimler yaşanmıştır. Döviz kurunun artışı önceden ilan edilerek belirlenirken TL
karşısında değişimler ortaya konulacaktı (Ersöz, 2006: s.68). Nitekim 1 TL’nin değeri 1
ABD doları ve 0.77 olarak önceden açıklanmıştı. Daha sonra bant uygulamasına geçilmiş,
en sonunda ise dalgalı kur rejimi sistemi esas alınmıştır (Aydoğdu Bağcı, 2016: s.48).

Bant sisteminin kabul edilmesiyle faizler piyasa koşullarına göre belirlenecek, döviz
kuru ise bir noktada da sabitlenecekti. Kurun sabitlenmesi, hem finansal açıdan bankaları
hem de toplumu döviz cinsinden borçlanmaya itmiştir. Kurun sabitlenmesinden dolayı iç
fiyatlar dış fiyatlardan daha yüksek hâle gelerek efektif reel döviz kuru açısından TL oldukça
değer kazanmıştır. Dış fiyatların daha ucuz hâle gelmesi bakımından dış mallara talep artmış
ve ithalatta çok yüksek artışlar meydana gelerek cari açığın artmasına neden olmuştur. Bu
açığın oluşmasında katkı sağlayan diğer unsurlar ise Avrupa ülkelerinden yapılan ithalat
(otomobil) ve 1999’dan itibaren yaklaşık 3 katı kadar artan petrol fiyatlarının olumsuz
değişimi etkili olmuştur (Aydoğdu Bağcı, 2016: s.48). Cari açığı finanse etmek için kısa
vadeli hazine tahvil ihracı artmış ve kısa vadede sermaye girişlerinin yaşanmasına etkili
olmuştur. Bu dönemde bir diğer sorun ise ülkedeki yerleşiklerin yurt dışındaki uzun vadeli
kredi hacmini artırmasıdır. Bu durumun bankacılık sistemini olumsuz etkilemesiyle,

46
bankaların (kamu ve özel) borç arayışına girmesine yol açmıştır. Gecelik faiz oranlarının
istikrarsız dalgalanması ve millî tahvillerin faizlerinin aşırı yükselmesi ve bununla beraber
risk primlerinin artması sonucu güven mekanizması zedelenerek, ülkeden döviz çıkışına
neden olmuştur. Döviz çıkışları ise kurun yükselmesiyle sonuçlanmıştır. Merkez Bankası
döviz kuruna müdahale etmek için piyasaya döviz sürmüş ve yapılan işlem neticesinde,
piyasada likidite talebi olduğundan dolayı bu müdahale döviz talebini karşılama niteliğinde
bastırılmış ve nitekim bir anlam ifade etmemiştir (Uygur, 2001: s.7). (Bkz. Tablo 3.1)’de
gösterildiği üzere, döviz rezervinde 13 Ekim’den başlayarak 27 Ekim tarihine kadar yaklaşık
olarak 1.8 milyar dolar dolaylarında düşüş gerçekleşmiştir.

Brüt Döviz Rezervi (Haftalık)


30,00
24,53 24,84 24,24
25,00 23,25 24,26 23,58 24,43
21,58
18,94 19,62 19,82 19,93 19,64
20,00

15,00

10,00

5,00

0,00

Grafik 3.1. Haftalık Döviz Rezervi-2000 yılı-TCMB (Milyon Dolar) (Kaynak:


TCMB)
Yani Kasım 2000 yılında yaşanan krizin temeli finansaldır. Bankaların likit ihtiyacını
karşılamak temelinde gerçekleşen bu kriz; TL talebinde artış yaşandığı için yurt içi faiz
oranları oldukça yükselmiş, gecelik olan faiz oranları ise %1000 dolaylarına ulaştığından
ülkede dövizlerin erimesine yol açmıştır. Ellerinde hazine bonosu gibi kambiyo araçları
bulunduran bankaların risk primleri artarak, beraberinde döviz kurunun sabit olması ise iç
fiyatların yurt dışı fiyatlardan aşırı yükselmesi iç talebin dışa kaymasına yol açarak cari
açığın genişlemesine neden olmuştur (Ardıç, 2004: s.180).

Kriz dönemleri olan 2000 ve 2001 yıllarındaki enflasyon değişimleri ve bu


değişimlere neden olan krizlerin etkisi (Bkz. Grafik 3.2)’de görülmektedir.

47
TÜFE-TEFE 200-2020 Enflasyon Oranları
1995-2004 (1994=100), 2005-2020 (2003=100)
80 100
70
80
60
50 60
40
30 40
20
20
10
0 0

TÜFE Toptan Eşya Fiyat Endeksi

Grafik 3.2. 2000-2020 Yılları Arası Tüketici ve Toptan Eşya Fiyatları Endeksleri
(Kaynak: https:/ /ekonomiatlasi.com)

3.2.1.1.1. 2000 yılında Uygulanan Enflasyon Düşürme Programının Başarısızlığı

Programın uygulama alanında, dünyada ilk olarak gerçekleştiren ülke 1990 yılında
Yeni Zelanda olmuştur. Türkiye’de ise enflasyonun büyük bir sorun teşkil etmesi nedeniyle
1999 yılında gündeme gelmiştir. O dönemin Merkez Bankası Başkanı ve ekonomiden
sorumlu Bakanı, 1999 yılında IMF’ye sunulan iyi niyet mektubu sonrası enflasyonun
belirlenen hedeflere göre gerçekleştirileceğini ortaya koymuşlardır. Temel sorunun
enflasyon olduğu ve ücretlilerin bu durumdan olumsuz etkilendiği gerekçesiyle 25 yıla yakın
süredir enflasyonun engel teşkil ettiği göz önünde tutularak, enflasyonun kontrole
alınmasıyla kaynakların etkin dağılımını ve gelir dağılımını düzelteceği beklentisiyle 2000
yılında uygulama alanı bulmuştur. TÜFE’de %25, TEFE’de ise %20 enflasyon oranı
belirlenmiştir ancak beklenenin üzerinde gerçekleştiği (Bkz. Tablo 3.1)’de açıktır. İlk 18
ayda belirlenen döviz kuru çıpası, sonraki 18 aylık süreçte ise kurun serbest bırakılması
karara bağlanmıştır ancak uygulanan aksamalar, alınan kararların kontrollü
gerçekleşmemesi ve ortam bulmamasıyla başarısızlıkla sonuçlanmış ve krizlere etken
olmuştur (Gül ve Gürbüz, s.2014). Başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenleri ise programın
ekonomik göstergeler neticesinden ziyade ekonomide güven ortamına göre belirlenmesidir.
Yani nicel olarak kontrole alınmaktan ziyade toplumun spekülatif olarak olumlu algı
oluşmasına bırakılmıştır. Ekonomiye yapısal olarak müdahale edilememesi başka bir
anlamda sorun teşkil etmektedir. Yani tarım ve bankacılık sektörlerinin programa uyum
sağlayacak altyapıda olmaması, özelleştirme kararlarının istenen seviyede

48
gerçekleştirilmemesi sorun olarak gösterilebilir. Özelleştirmelerin program dâhilinde en
büyük finansman sağlayacağına inanılmış, bu anlamda (Bkz. Tablo 3.1)’de görüldüğü üzere
hedeflenen beklenenin çok aşağısında kalmış ve istenilen kaynak elde edilememiştir.
Enflasyon olgusunun 25 yıl gibi bir sürede sorun teşkil etmesi, ortaya çıkan belirsizlik
neticesinde yatırımların yurt içinde ve yurt dışında olumsuzluklara neden olması ekonomide
olumsuzluklara neden olmuştur. Ekonomide kronik enflasyon gibi fiyat artışlarının
yaşanması TL’ye güveni olumsuz etkilemiş, buna bağlı olarak faizlerin yüksek olmasına
neden olmuştur. Öncesinden belirlenen enflasyon oranları ise bekleneni karşılamamış ve
güveni olumsuz etkileyen başka bir etken olmuştur. Nominal çıpayı hedef alan birçok
ekonomide olumsuzluklara neden olmasına karşın, Türkiye’de uygulanması ve enflasyonda
beklenen hedeflere ulaşamaması döviz çıpasında zorlamaya neden olmuş, bu da başarısızlığa
katkı sağlayan başka bir neden olmuştur. Parasal genişlemenin döviz gelirleriyle elde
edilmesi beklentisi içinde, özelleştirme gelirleriyle elde edilmek istenen gelirler para arzında
artırıcı yöntem olarak belirlenmiş fakat beklenen döviz ve özelleştirme gelirleri isteneni
yakalayamadığından piyasada likit talebi oldukça artmıştır. Bir anlamda parasal kaynak
sıkıntısına neden olmuş, özellikle bankacılık sektörü olumsuz etkilenmiştir. Bu nedenle batık
banka sayısının fazla olması ve sistemin denetlenememesi krize kapı aralamıştır. Bu
olumsuz durumlarda cari açık kötü yönde etkilenmiş, cari açığı kapatmak için alternatif
finansmanı olan döviz gelirleri beklenen düzeyde gerçekleşememiştir. Bir anlamda ise
doğrudan yabancı kaynaklar, ülkenin içinde bulunduğu olumsuz durumlardan dolayı istenen
hedefte gerçekleşememesine etken olmuştur. (Bkz. Tablo 3.1)’de de bahsedildiği üzere
hedeflenen -4 milyar dolar açık, -9.8 milyar dolar gerçekleşmiştir (Altınok ve Çetinkaya,
2001: s.161, 162).

3.2.1.2. 2001 Krizi ve Sonrası Gelişmeler

Kasım 2000 yılında meydana gelen kriz, alım gücünün azalması endişesi ile piyasada
güven ortamını zedeleyerek spekülatif saldırı niteliğinde dövize oldukça talep artmıştı. Bu
saldırıyı, büyük bir döviz rezervi kaybı pahasına ve IMF’den sağlanan yaklaşık 7,5 milyar
dolar kredi ile finanse etmişti. Bir sonraki oluşacak spekülatif saldırıyı önlemek ise oldukça
güçtü. Kasım krizinin aşılması sonucunda yaklaşık 3 ay sonra dönemin Cumhur Başkanı ve
Başbakanı arasında yaşanan gerginlik sonucu, önceki krizin etkisiyle de güven belirsizliği
hâkim olmuş ve dövize spekülatif saldırı gerçekleşmiştir. Ülkede döviz darboğazının
yaşanması ve döviz talebinin artması döviz krizine sebep olmuştur (Uygur, 2001: s.22).

49
(Bkz. Grafik 3.3)’te belirtilen son yıldaki döviz kuru göstergesinin yukarı yönlü değişimini
görmek mümkündür.

1.8

1.6

1.4

1.2

1.0

0.8

0.6

0.4

0.2
IV I II III IV I II III IV I II III IV
1999 2000 2001

Grafik 3.3. Döviz kuru, 1998 Ocak-2001 Aralık, TL/Dolar Günlük Verileri (Kaynak:
TCMB)
.25

.20

.15

.10

.05

.00

-.05

-.10
IV I II III IV I II III IV I II III IV
1999 2000 2001

Grafik 3.4. Döviz kuru, 1998 Ocak-2001 Aralık, TL/Dolar Günlük Verileri, İniş ve
Çıkışlar (Kaynak: TCMB)

50
30,000

28,000

26,000

24,000

22,000

20,000

18,000

16,000

14,000
I II III IV I II III IV I II III IV I II III IV
1998 1999 2000 2001

Grafik 3.5. TCMB’nin Döviz Rezervleri, 1998 Ocak-2001 Aralık, Milyon Dolar
(Kaynak: TCMB)
Döviz talebinin artması sonucu, 16 Şubat 2001’de (Bkz. Grafik 3.5)‘te dolaylı olarak
görüleceği üzere yaklaşık 28 milyar dolar olan rezerv; 23 Şubat 2001’de 22,6 milyar dolara
inmiştir. Kasım krizinde döviz spekülasyonu genel anlamla yabancılar tarafından sınırlı
kalırken, Şubat krizinde ise yerli milletin ve bankaların da etkisi büyüktür. Aşırı döviz talebi
sonucu TCMB döviz talebini karşılayamadığından 21 Şubat 2001’de dalgalı kur sistemine
geçilmiştir (Kuter, 2003: s.21). Dalgalı kur sistemine geçilmesiyle millî parada %136’lık
değer kaybı yaşanmış, bu durum ise enflasyonun yaklaşık %72 olarak gerçekleşmesine
neden olmuştur (Oğuz, 2010: s.9). 19 Şubat 2001’de 1 dolar 0.69 TL iken, 23 Şubat’ta ise
0.96 TL olarak yaklaşık 10 gün içerisinde döviz kuru %40 dolaylarında artmıştır (Uygur,
2003: s.23). Siyasi tartışmalar sonucu 2000 yılında uygulanan enflasyon düşürme programı
ekonomide güveni olumsuz etkilemiş, yaşanan kriz neticesinde ekonomi yaklaşık %9
daralma göstermiştir. Millî gelir 25 milyar dolar ve kişi başı gelir ise yaklaşık 725 milyar
dolar azalma göstermiştir. Kriz nedeniyle 19 tane banka batmış, işsizlik rakamları yaklaşık
1.5 milyon olarak gerçekleşmiştir (Aydoğdu Bağcı, s.2016: 49).

Tablo 3.2. 1997-2001 Yılları Arası Ekonomik Göstergeler


Ödemeler Dengesi 1997 1998 1999 2000 2001
(GSYH'nin Yüzdesi)
Cari İşlemler Dengesi -1,4 1 -0,7 -4,9 2,4
Net Sermaye Akımları 3,8 -0,4 2,5 4,7 -9,7
Kısa Vadeli 0 0,7 0,4 2 -7,8
Yabancı Sermaye 0,3 0,3 0,1 0,1 1,9
Yatırımları
Portföy Yatırımları 0,9 -3,5 1,8 0,5 -3,1

51
Reel Döviz Kuru 109,4 118,5 123,1 136,5 112,5
Konsolide Bütçe Açıklarının Finansmanı (GSYH'nin Yüzdesi)
Kamu Kesimi Borçlanma 7,8 9,6 15,8 12,6 15,7
Gereği
Net İç Borçlanma 8,7 8,8 12,5 7,5 12,8
Maliye Politikası Göstergeleri (GSYH'nin Yüzdesi)
İç Borç 6,9 10,8 12,7 15,1 20,7
Dış Borç 1 1 1,1 1,3 2
Kamu Borcu 42 41,4 52,6 54,4 104,3
Yıl Sonu Tüketici 99,1 69,7 68,8 39 68,5
Enflasyonu
GSYH Büyüme Hızı (%) 7,5 3,1 -4,7 7,4 -7,5
Kısa Vadeli Avans 0 0 0 0 0
Kaynak: (Özatay, 2009: 97, 99)

Kriz ortamının oluşması için bazı görüşlere göre bütçe açıklarında meydana gelen
artışın TCMB kaynaklarından karşılanan finansman sonucu oluştuğu beklentisi gerekiyordu.
Ancak 2001 yılında tablodan da nitekim anlaşılacağı üzere Merkez Bankası kaynaklarından
hiç kullanılmamıştır. Alternatif finansmanı için Merkez Bankasından karşılanan kısa vadeli
avans yerine yurt içinden borçlanarak ve yurt dışından ise önceki borcuna karşılık
borçlanarak borcunu finanse etmiş, yani konsolidasyona gitmiştir. Birinci kuşak krizlerine
göre temelinde bütçe açıklarının finansmanı olarak Merkez Bankası kaynakları yer
almaktadır. Yani yüksek bütçe açıkları Merkez Bankası tarafından basılan para ile
karşılanmaktadır. Bu durum ise yüksek enflasyona neden olmaktadır. 2001 krizinde birinci
kuşak krizleri modelinden farklı gelişmiştir. Aradaki fark şu şekilde açıklanabilir; merkez
bankası kaynaklarından borçlanılması sonucu üretimden bağımsız olarak gerçekleştiği için
enflasyona neden olmaktadır. Bütçe açığının finansmanında ise iç ve dış borçlanma sonucu
devlet iç borçlanma senetlerinde hazine tahvili ve bonolarını satın almak isteyen karar
birimleri daha yüksek faiz talep etmektedir (Özatay, 2013: s.558). Bu durum ise devletin
yüksek faiz ödemesine neden olarak hazinenin borçlanma gereğini artırmaktadır. Krizin
yaşandığı 2001 yılında kamu borcu %104,3 olarak yüksek şekilde artmış, ekonomi ise -%7,5
olarak küçülmüştür. Ayrıca, enflasyon oranı %68,5 olarak gerçekleşmiştir. Kriz yılında
TEFE’nin döviz kurundaki artışına paralel olarak (Bkz. Grafik 3.6)’da yükseldiğini görmek
mümkündür.

52
2,400,000

2,000,000

1,600,000

1,200,000

800,000

400,000

0
I II III IV I II III IV I II III IV I II III IV
1998 1999 2000 2001

Grafik 3.6. 1998-2020 Toptan Eşya Fiyat Endeksi Fiyat Değişimleri Günlük Veriler
(Kaynak: TCMB)
Cari işlemler dengesi ise kriz yılında GSYH’nin yüzdesi olarak %2.4 fazla vermiştir.
Bu durumun nedeni ise ülkede kriz öncesi cari dengenin yüksek açık vermesi ve ülkeden
sermaye çıkışlarının olması sonucu döviz kuru oldukça yükselmektedir. Kurun yükselmesi
sonucu dış fiyatlar TL’ye göre arttığından dolayı ithalat daralmaktadır. İthalatın daralması
ile enflasyon ve faizi artıracağından dolayı üretim ve istihdamda azalış yaşanacaktır. Bu
sebeple ithalat giderlerinin azalması sonucu cari işlemler dengesinde fazlalık yaşanacaktır
(Yükseler, 2018).

3.2.1.2.1. 2001 Krizi Sonrası Gelişmeler

Krizin yaşanmasıyla gecelik faizler oldukça yükselmiştir. Gecelik faizdeki ciddi


artışın engellenememesi üzerine krizin yaşandığı, yani faizlerin yükseldiği gecesi dalgalı kur
sistemine geçilmiştir. Dalgalı kur sistemine geçildikten sonra ilk olarak 2000 yılında
uygulama bulan enflasyonu düşürme programı uygulamadan kaldırılmıştır. Bu uygulama
yerine para politikası çerçevesinde uygulanacak olan enflasyon hedef alınmıştır. Dalgalı kur
sisteminin yer alması ekonomide olumlu sonuçlar göstermeye başlamış, ödemeler
dengesinde olumlu hareketlenmeler yaşanmış, faizler ise düşme göstermiştir. Enflasyonu
kontrolde tutmak için 2001 yılının Nisan ayında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”
oluşturulmuştur. Program; para arzı, döviz kuru, GSMH’de meydana gelen enflasyonist
büyüme, kamu bütçe dengesini etkilemesi bakımından emtia fiyatları, iç borç, dış borç gibi
kamunun finansman dengesini bozmayacak kalemler bağlamında enflasyonla mücadele

53
niteliğindedir. Bu anlamda enflasyonu kontrol altında tutmak için uyumlu biçimde gelirler
politikası amaçlanmıştır (Aydoğdu Bağcı, 2016: s.50). Uygulamaya konulan program, döviz
kuruna dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Gelirler politikası ve sıkı maliye politikası
çerçevesinde vergi gelirlerinin artırılmak istenmesiyle ek olarak vergiler getirilmiş,
enflasyonla mücadele niteliğinde olduğundan ücretlerin düşük verilmesi için politika
uygulanmıştır. Alternatif vergilerin yükseltilmesiyle, ücretlilerin vergi yükü önceki
uygulanan vergilerden hafif kalsa bile dolaylı vergilerinde artması sonucu alım gücü oldukça
etkilenmiştir. Uygulanan daraltıcı maliye politikasının amacı, faiz dışı gelirlerin kamu
kesimi için artırılmasıdır. Yani iç borç stokunun azalması hedeflenmiştir. Ancak iç
borçlanma devam ederek devletin kamu harcaması kalemlerinde önemli pay almış; yüksek
faiz oranlarıyla kamu, faiz borcu ödemek durumunda kalmıştır. Faiz oranlarının yüksek
olması; bütçe açıkları üzerindeki olumsuz etkileri, yaşanan ekonomik şok ve krizlerin gerçek
anlamda göstergesi niteliğindedir. Yani iç ve dış borç stokların ekonomik dengeleri olumsuz
etkilediğini ortaya koymasına rağmen bu artışlar devam etmiştir (Fırat, 2013: s.303).

3.2.1.2.1.1. 14 Nisan 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı

Programın hazırlanışının temelinde öncesinde yaşanan 3 kriz etkili olmuştur.


Krizlerin temelinde ise kamu kesiminde meydana gelen bütçe açıklarının olumsuz etkisi
üzerine finansal altyapının kırılgan yapısı bağlamında elverişli olmaması banka sektörünü
olumsuz etkilemiş, bunun yanında uygulanan politikaların yüzeyde kalacak şekilde
olmasıyla toplumun ekonomiye bakış açısı olumsuz yönde değişmiştir. Ekonomide bu
anlamda güven ortamı sarsıldığından millî paraya güvenin azalması sonucu alternatifi olarak
para ikamesi artmış ve karar birimlerinin döviz talebini artırmasıyla sonuçlanmıştır. 1994
krizinin temelinde faizleri baskıya alma çabası sonucunda, karar birimlerinin devalüasyon
oluşacağı yönde beklentisi ve millî paranın değer kaybetmesi sonucunda yüksek enflasyon
beklentisi endişesi döviz talebini artırmıştır. Kasım 2000 krizi döneminde ise kalıcı olmayan
faiz düzenlemeleri, borsadaki düzenlemeler ve büyüme göstergeleri makroekonomik
temellerden ziyade karar birimlerinin güven ortamına bırakılmış ve dengelerde sapmalar
meydana gelmiştir. Beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyondan geride kalması sonucu
ve bununla beraber millî paranın aşırı değerlenmesiyle ithalatta artış meydana gelerek, cari
işlemler açığının artmasına sebep olmuştur. Beraberinde bütçenin açık vermesi ve döviz
kurunun çıpa olarak sürdürülmesi yönünde karar birimlerinde endişe uyandırdığından
ekonomide güven sorunu meydana gelmiştir. Yaşanan 3 krizin temelinde ekonomide

54
belirsizlik ve güven sorunu yarattığından dolayı uygulanan programlar kalıcı sonuçlar
vermemiş, sürdürülebilirlik açısından ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”
oluşturulmuştur (Korkmaz, 2004: s.62, 63). Nitekim programın önleminde daraltıcı maliye
politikası vardır. Vergi gelirlerinin düzgün biçimde artması için düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Akaryakıta uygulanan tüketim vergisi kontrollü biçimde devam edip,
vergilerdeki gecikmeler sonucu vergi zammı oluşturan vergiler ise piyasada oluşan faizlerin
dikkate alınıp enflasyon artışı kadar artırılmıştır. Vergi gelirlerinin tehlikeye girmemesi ve
kaçakçılığı önlemek için denetim mekanizmaları artırılmıştır. Ancak buna rağmen vergi
gelirleri istenen seviyeye ulaşmadığından yetersiz kalmış, kamu harcamaları beklenenin
üzerinde gerçekleştiğinden dolayı iç borç yükü artmıştır. Tedbirlerin istikrarlı biçimde
devam etmesiyle denetim mekanizması yaygınlaştırılarak olumlu sonuçlar vermiş, nitekim
hedeflere uygun olarak devlet harcamaları ve vergi gelirleri uyum sağlayarak hedeflenen
bütçe gelirinin üzerinde gelir elde edilmiştir. Ancak gelirlerin artmasına karşı kamu
harcamaları da beklenenin üzerinde artış gerçekleştirmiştir. Harcamaların beklenenden üzeri
çıkmasıyla, Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmaktan ziyade iç borçlanma artarak
finansman ihtiyacı giderilmeye çalışılmıştır. Ortaya çıkan etkiler ise özel kesim
kaynaklarının kamu kesimine yönelmesi olmuştur. İç borçlanmanın hazine tahvili ve
bonoları ile elde edilen gelirler kamu kesimine finanse edilmiş, özel kesimin pozisyonlarını
karşılaması ise bankalar aracılığı ile elde edilmiştir (Fırat, 2013: s.305).

3.2.1.2.1.2. Dünya Krizine Kadar Uygulanan Maliye Politikası

Türkiye, 2001 krizine girdiğinde IMF kontrolünde program uygulamıştı. Kamu


kesimi açıklarının önlenebilmesi, bankacılık sisteminde yeniden uyum sağlayıcı önlemler,
ekonomik büyüme için yapılan hamleler ve programda enflasyonu düşürmek için
uygulamalar bulunmaktaydı. Nitekim program 2008 yılına kadar devam etti. Krizden
çıkabilmek ve enflasyon tedbirlerini uzun yıllara yaymak için temelden vergi sisteminde
düzenlemelere gidildi. Vergi düzenlemeleriyle sistemin tabana yayılması amaçlanmıştır.
Vergilerin kontrolsüz biçimde sisteme getirilmesi yatırımları olumsuz etkileyebilecektir.
Bunun için, dolaylı vergileri geliri olumsuz etkilemeyecek şekilde düzene sokulup, dolaysız
alınan vergilerde ise yatırımları darboğaza getirmeyecek şekilde yatırımlardan alınan
vergilerin daha esnek bir sisteme getirilerek gelir üzerinden alınan verginin yatırıma teşvik
içinde vergi ödemesi karşılığında kredi sağlama imkânı getirilmiştir. Yani vergi sisteminin
enflasyon oranına göre uyum gösterir nitelikteki yapıda olması için vergi reformu

55
uygulanmıştır. Program kapsamında KİT’lerin özelleştirilmesi önem arz etmekteydi.
Özelleştirme sonrasında önemli gelir elde edilse bile kısa dönemde elde edilen gelirlerin
borçları kapatması uzun dönemli hedeflere ışık tutmamıştır. Reel ekonominin canlanması
için yapılan geçici önlemlerde daralmanın önüne geçememiş, 2002 yılında “Acil Eylem
Planı” hazırlanmıştır. Yapılan eylem planında; kamusal gelirinin yaklaşık 5.9 katrilyon TL
artırılması hedeflenmiş, kamusal harcamaların ise yaklaşık olarak 9.8 katrilyon TL azalması
hedeflenmiştir. Kamu bütçesinde ise yaklaşık 16 katrilyon TL fazla hedeflenmiştir. Nitekim
bütçe geliri hedeflenen rakama ulaşmış ancak harcamalar hedeflenenden fazla
gerçekleşmiştir. 2002 yılında beklenen harcama yaklaşık 98 katrilyon TL olurken
gerçekleşen rakam ise yaklaşık 114 katrilyon TL olmuştur. Ortaya çıkan beklenmeyen
sapmalar neticesinde ise 2003 yılında istikrar tedbiri ilan edilmiş; para politikası, gelirler
politikası ve maliye politikasına enflasyonun düşürülmesi amacıyla bazı sınırlama tedbirleri
getirilmiştir. Yine beklenen ve istenen bütçe dengesi elde edilememiş olup vergi sistemi
tekrar gözden geçirilmiştir. Bu anlamda vergi uygulaması olarak gerekli uygulamalar ortaya
konulmuştur. Bunun için, gelir idaresinde birtakım düzenlemeler getirilerek, kayıt dışı
ekonominin önüne geçmek için vergi gelirlerine alternatif bağlamda kaçakçılığı önleyici
nitelikte olarak daha önce vergiye tabi beyanname dışında tutulan vergi gelirlerinin kapsam
alanında tutulması ve buna bağlı olarak, vergi istisnaları düzenlenip vergi kimlik sistemi
getirilmiş, ödeme zamanlarıyla ilgili bazı vergi gelirleri öne çekilmiş ve vergi istihbaratı
hazırlanmıştır (Fırat, 2013: s.306). Gelir vergisi ile düzenlemeler getirilmiş, vergi borcu olan
mükelleflerin affı olmadan ödeme emrine bağlanmıştır. 2003 yılında yaklaşık 100.8 trilyon
TL bütçe geliri, 146 trilyon TL bütçe gideri hedeflenmiştir. Sonucunda ise 100.2 trilyon TL
gelir elde edilmiş, gerçekleşen harcama rakamı ise hedeflenenin daha da altında olup 140
trilyon TL elde edilerek olumlu sonuç elde edilmiştir. Yapılan tedbir alıcı reformlar olumlu
sonuç vermiş ve kamu dengesine yansımıştır. Nitekim 2004 yılında TOBB tarafından
yayınlanan vergi sistemi sorunları ve çözüm önerileri yayınında gelir vergisinde elde edilen
pay yaklaşık olarak %4, gelir vergisindeki tevkifatın payı ise yaklaşık %94 olarak
gerçekleşmiş ve geçici olarak vergilenen pay ise yaklaşık %2 olarak elde edilmiştir (Ceran
vd., 2007: s.283). 2004 yılında beklenen ve gerçekleşen rakamlar olumlu sonuç vermiştir.
Aynı başarı 2005 yılında da elde edilmiştir. Hedeflenen gelirin üzerinde gelir elde edilerek
yaklaşık 126.5 milyon YTL gelir hedeflenmiş, yaklaşık olarak 153 milyon YTL gelir elde
edilmiş ve kamu bütçe açığında düşme yaşanmıştır. Uygulanan daraltıcı maliye politikası
2006 ve 2007 yıllarında da olumlu etkisini göstermiştir. 2006 yılında hedeflenen gelir rakamı
160.3 milyon YTL, gerçekleşen gelir rakamı 173.5 milyon YTL, hedeflenen harcama 174.3

56
milyon YTL, gerçekleşen harcama 178,1 milyon YTL olmuştur. 2007 yılında ise 188.1
milyar TL Gelir, 205 milyar TL harcama hedeflenmiştir. Sonucunda ise konsolide bütçe
açığının tekrardan yükselmesi sonucu 13.8 milyar TL açık oluşturulmuştur. Bunun nedeni
ise 2006 yılında uygulanan Kurumlar vergisinin %20 oranında düşürülmesidir. Nitekim

Tablo 3.3. 2001-2008 Yılları Arası Makroekonomik Göstergeler

Tarih GSYİH Yıllık Döviz İşsizlik Bütçe Kamu Cari Cari


Büyümesi Enflasyon Kuru Yıllık Yıllık Dengesi Borç İşlemler İşlemler
Yıllık (%) Oranı(%) (Dolar/TL) (%) GSYİH Yükü Hesabı GSYH
(%) (%) (ABD (%)
Doları-
Milyon)
2001 -5.80 68.53 1.23 8.40 -11.90 76.10 3,760.00 1.90%
2002 6.40 29.75 1.51 10.30 -11.24 72.10 -626.00 -0.30%
2003 5.80 18.36 1.49 10.50 -8.80 65.70 -7,554.00 -2.40%
2004 9.80 9.32 1.42 10.80 -5.40 57.70 -14,198.00 -3.50%
2005 9.00 7.72 1.34 10.60 -1.50 50.80 -20,980.00 -4.20%
2006 6.90 9.65 1.43 10.20 -0.50 44.70 -31,161.00 -5.70%
2007 5.00 8.39 1.30 10.30 -1.60 38.20 -36,946.00 -5.50%
2008 0.80 10.06 1.50 11.00 -1.80 38.20 -39,425.00 -5.20%
(Kaynak: TCMB-EVDS, https://ekonomiatlasi.com, THE WORLD BANK)

2007 yılına kadar uygulanan daraltıcı maliye politikası sonucu vergi reformları etkisini
olumlu göstermiş ve bütçe dengesinde ve enflasyonda düşme, ekonomik büyümede olumlu
sonuçlar yaratmıştır (Fırat, 2013: s.307).

(Bkz. Tablo 3.3)’te görüldüğü üzere 2008 dünya krizine kadar enflasyon hızlı şekilde
düşerek tek haneli rakama inmiştir. Yine aynı şekilde döviz kuru düşüş göstermiş millî para
değerlenmiştir. Ekonomik büyüme rakamları %5 ve üzerinde kalmayı başarmış ve aynı
şekilde bütçe açığında hızlı bir azalış meydana gelmiştir. Bütçe açığının azalması sonucunda
ise kamu borç yükü azalış göstermiş, harcamaların azalması durumunda ise cari işlemler
giderek artmıştır. (Bkz. Tablo 3.3) 2001 krizinden sonra 2008 yılına kadar daraltıcı maliye
politikasının başarılı şekilde ilerlediğini görmek mümkündür.

3.2.1.3. Dünya Krizi ve Türkiye’ye Etkileri

Başlangıç itibarıyla ilk olarak kendisini ABD’de gösteren ve daha sonra tüm dünyaya
yayılıp ekonomik büyümede olumsuz sonuçlar yaratmış ve taleplerde ciddi azalmalara
neden olmuştur. Bu krizin diğer krizlerden farkı ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere
etkisidir. Krizden en çok gelişmiş ülkeler etkilenmiştir. Çünkü krediye bağlı kaynak üretecek
varlıkların daha çok gelişmiş ülkelerde bulunmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerin az
etkilenmesinin nedeni ise geçmişinde kriz yaşadığından dolayı krizin etkisinden sıyrılmak

57
için atılan temellerin etkisiyle gerçekleştirilen atılımlar söylenebilir. ABD’de başlayan kriz
dünyayı etkisi altında bıraktığından nitekim Türkiye’de etkilenmiştir (Polat, 2018: s.178).

3.2.1.3.1. Küresel Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri

2001 kriz döneminde küresel anlamda finansal piyasalarda likit bolluğu yaşanmıştı
ve bu bolluktan Türkiye’de faydalanmıştı. Dünyada yaşanan bolluk, küresel krizin
gerçekleşmesiyle ve ABD’nin kriz sonrası piyasayı canlandırmak adına yaptığı genişlemeci
tutumlu para politikası sona ermiştir. 1994, 2000, 2001 yıllarında yaşanan krizler iç neden
iken, küresel kriz ise dış nedenlerle gerçekleşmiştir. Nitekim bu kriz Türkiye ekonomisini
de olumsuz etki altında bırakmıştır. Türkiye ekonomisine etkisi açısından daha öncesinde
bollaşan likit kendisini darboğaza bırakmış, borçlanma maliyetini olumsuz etkilemiştir.
Bunun etkisinde dış kaynaktan sağlanan tasarruftan olumsuz etkilendiğinden, kaynak
sıkıntısı yaşayan Türkiye’nin kaynak ihtiyacı zor durumda kalmıştır. Krizin Avrupa
ülkelerini de etkilemesi durumunda ticaret yaptığı Avrupa ülkelerinde durgunluk yaşanması,
Türkiye’nin ihracatını olumsuz yönde etkilemiştir. Küresel kriz, finansal açıdan Türkiye
ekonomisini bazı ülkelere kıyasla pek etkilememiştir. Bu durumun nedeni ise 2001 krizi
sonrasında değişen yapısal değişmeler finans sektöründe temel oluşturmuş, Türkiye’nin
yatırım açısından riskli yatırımlardan uzak kalmasıyla finansal sektör anlamında etkisini pek
hissettirmemiştir. Ancak reel sektör bu krizden olumsuz etkilemiş, ilk etki ise fiyatların
artması ile kendisini göstermiştir. Daha önce likit bolluğu yaşayan Türkiye ekonomisi, likit
musluğunun kısılması sonucu kredi teminini zorlaştırmış, olumsuz etkisi reel sektörde
kendisini göstermiştir (Ertuğrul, İpek ve Çolak, 2010: s.61). Finansal sektörde çok
etkilenmeyen Türkiye ekonomisi, reel sektörde ise krizlerden olumsuz etkilenen diğer
ülkeler arasında ilk sıralarda yer almıştır. Nitekim Türkiye’de ekonomik büyüme, işsizlik ve
dış ticaret hacmi, gelir dağılımında olumsuz etkiler ve diğer makroekonomik olarak olumsuz
etkileri krizden en çok etkilenen ülkeler arasında bırakmıştır (Korkmaz ve Tay, 2010: s.132).

Tablo 3.4. Kriz Dönemi Makroekonomik Çeyrek Dönem Göstergeleri


GSYH Reel Üretim Üretim İthalat
Enflasyon Büyüme endeksi- Endeksi- İşsizlik (Milyon İhracat
Tarih (%) (%) Sanayi İmalat (%) Dolar) (Milyon Dolar)
2008-1 2.80 -6.20 115.10 114.00 11.50 -47,320.00 35,180.00
2008-2 3.70 3.20 121.71 122.00 9.50 -54,418.00 37,670.00
2008-3 0.80 11.00 115.54 112.40 10.30 -55,172.00 38,990.00
2008-4 3.30 -13.60 104.80 103.00 12.60 -36,914.00 28,960.00
2009-1 0.40 -13.70 89.81 86.00 15.80 -27,395.00 26,130.00

58
2009-2 1.10 11.40 103.00 101.00 13.80 -32,102.00 25,294.00
2009-3 0.50 16.80 106.21 102.00 13.20 -36,647.00 27,220.00
2009-4 3.60 -5.50 114.40 113.00 13.20 -38,411.00 31,020.00
2010-1 3.80 7.00 99.61 96.50 14.50 -36,520.00 28,080.00
(Kaynak: TCMB)
Dünyada likit sıkıntısının yaşanmasıyla Türkiye likit darboğazı yaşamış ve bu durum
ekonomik büyümede durgunluğa sebep olmuştur. Bu sebeple yatırımlar olumsuz etkilenerek
ekonomik büyüme yavaşlamıştır. 2008 yılında kendini gösteren kriz, Türkiye’de en belirgin
olarak 2009 yılında kendini hissettirmiştir. Nitekim bu yılda Türkiye ekonomisi yaklaşık
%4.7 oranında daralma göstermiştir. Daralmanın ana tetikleyicisi olan sanayi üretiminde
darboğazın yaşanmasıyla gerçekleşmiştir. Nitekim 2008 yılının Ocak ayında 104 olan sanayi
üretim endeksi, krizin en çok hissedildiği 2009 yılının Ocak ayında ise endekste yaklaşık
85’e kadar düşüş gerçekleştirmiştir. Yine aynı şekilde imalat sanayisinde yaşanan darboğaz
neticesinde 2008 yılının Ocak ayında imalat kapasitesi kullanımı %80 dolaylarında iken,
2009 yılının Ocak ayında yaklaşık %64 seviyelerine kadar düşüş göstermiştir (TCMB, 2010:
s.34, 35). 2009 yılında gelişmekte olan ekonomiler yaklaşık %1.2 oranında büyüme
gösterirken Türkiye ekonomisi ise yaklaşık olarak %6 oranında küçülme göstermiştir. Bu
durumda küresel kriz şoklarında meydana gelecek bir sorun durumunda, Türkiye
ekonomisine olumsuz etkileri sert biçimde açıktır. Nitekim Türkiye ekonomisi, gelişmekte
olan ekonomiler içinde krizden en yorgun ayrılan ülke olmuştur (Korkmaz ve Tay, 2010:
s.120). Nitekim 1994, 2000 ve 2001 krizleri iç nedenlerle meydana geldiğinden döviz artırıcı
politikalar ile krizlerden sıyrılma imkânı taşırken yaşanan küresel krizde ise dünyada likit
darboğazı yaşandığından ihracatı artırıp döviz girdisi elde etmek gibi kaynakları elde tutmak
daha da sınırlıdır (Ertuğrul vd., 2010: s.64).

180,00
170,00
160,00
150,00

140,00
130,00
2008-04
2008-01
2008-02
2008-03

2008-05
2008-06
2008-07
2008-08
2008-09
2008-10
2008-11
2008-12
2009-01
2009-02
2009-03
2009-04
2009-05
2009-06
2009-07
2009-08
2009-09
2009-10
2009-11
2009-12

Tüfe(2003=100) Yurtiçi Üretici Fiyatları(2003=100)

Grafik 3.7. Kriz Dönemleri Aylık Bazında Tüketici ve Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksleri (Kaynak: TCMB)

59
Emtia (altın, gümüş… vb.) ve petrol fiyatlarında yükselme sonucunda 2008 yılının
ortasına kadar fiyatlar yükselme durumundaydı. Petrol gibi girdi fiyatlarının artmasından
dolayı ithalat fiyatları arttığından cari denge olumsuz etkilenmiştir. Ancak küresel krizde
likit darboğazı yaşandığından dolayı tüm dünyada emtia ve petrol fiyatlarında düşme
meydana gelmiştir (Murat, 2019: s.16). (Bkz. Grafik 3.7)’de görüleceği üzere benzer etki
göstererek 2009 yılında bu fiyat düşüşleri neredeyse tüm aylarda aynı trend de seyretmiş,
enflasyonda düşmeye neden olmuştur. Yani likit darboğazının yaşanmasıyla toplam talep
azalarak enflasyonun düşmesine neden olmuştur. 2008’in son aylarına kadar üretici fiyat
endeksi, tüketici fiyat endeksinin üzerinde seyir gösterirken, 2009 yılında yurt içi üretici
fiyat endeksi tüketici fiyat endeksinin altında kalmıştır. Bunun nedeni ise 2008 yılından
sonra uygulanan genişletici maliye politikasının etkisiyle toplam talepteki artış sonucu
üretimdeki fiyatların üzerinde artışa neden olduğu ve emtia ve petrol fiyatlarının düşmesiyle
de 2009 yılında durağan bir trend izlediği söylenebilir (Öz ve Baran, 2019: s.1265).
Enflasyon, 2008 yılının Eylül ayına kadar artış gösterirken bahsedilen durumlar neticesinde
2008 yılının Kasım ayında düşme yaşamıştır. 2009 yılında ise döviz likit darboğazı
nedeniyle ekonomide daralma gözle görülür biçimde kendini göstermeye başlamış,
enflasyondaki yavaşlama alt gruplarda kendini göstermiştir. Fiyat artışlarının aşağı yönde
gitmesiyle 2009 yılının Mart ayında %7.90 oranında gerçekleşen enflasyon, ekonomide
belirsizlik ortamı yaratmıştır. 2009 yılının Eylül ayından itibaren enflasyon oranları artış
göstermiştir. Bu durumun nedeni ise krizden sonraki süreç itibarıyla iç ve dış talepte
toparlanma süreci kendini göstermiş, gıda fiyatlarında yüksek anlamda fiyat artışlarına
neden olmuştur. Diğer etkileri ise emtia ve petrol fiyatlarında artış meydana gelmiş, devlet
tarafından iktisadi faaliyet gösteren birimlere uygulanan vergide indirim son bularak
yükselişe neden olmuştur (Ertuğrul vd., 2010: s.68).

3.2.1.3.2. Küresel Kriz Sonrası Türkiye Ekonomisinde Enflasyon Sorunları

Küresel krizin yaşanması Türkiye’de etkisini olumsuz göstermiştir. 2005 ve 2010


yılları arası beklenen enflasyon oranı gerçekleşen oranın altında kalmış, ithalat ise çok
yüksek düzeylerde kendini göstermiştir. 2009 ve 2010 yılları arasında gerçekleşen
enflasyonun beklenenin gerisinde olmasının nedeni ise yaşanan küresel kriz olmuştur. Yani,
küresel kriz döneminde talebin azalmasıyla enflasyon rakamları hedeflenenin gerisinde
kalmıştır (Cinel, 2018: s.60). Nitekim 2002 yılından 2005 yılına kadar gerçekleşen enflasyon

60
hedeflenenin altında seyretmiş, 2009 ve 2010 yıllarından sonra ise hedeflenin üzerinde
sürekli artış eğiliminde gerçekleşmiştir (TCMB).

15,00 1000
919 900
856 857
10,00 823 800
774 786 800
732 11,9 700
10,5 8,2 10,80 8,8 10,90 8,5 10,20
5,00 10,60 6,4 9,00 9,30 6,2 9,60 7,4 10,90
600
0,00 500
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 400
-5,00
-4,50 -4,00 -4,60 300
-6,20 -6,10 -5,80
-7,40 200
-10,00
-9,70 100
2,9 11,1
-15,00 9,2 8,8 2,2 4,2 2,9 6,1 0

Cari İşlemler Dengesi(%) İşsizlik Oranı(%) Enflasyon Oranı(%)


Ekonomik Büyüme(%) GSYİH(Milyar Dolar)

Grafik 3.8. 2010 ve 2017 Yılları Arası Yıllık Ekonomik Veriler (Kaynak: TÜİK ve
IMF)
Önlem paketlerinin oluşturulması gibi kriz tedbirlerinin oluşturulmasıyla 2010
yılından 2011 yılına kadar kalıcı olmayan ekonomik büyüme yakalanmış ancak
enflasyondaki artış devam etmiştir. Talebi dengede tutmak için politikalar uygulanmış, iç ve
dış talepte uygulanan politikalar ekonomide daralmaya neden olarak 2012 ve 2013 yıllarında
ekonomik büyümede yavaşlama gerçekleşmiştir. 2014 yılına ise üretimde olanakların
daralmasıyla istihdamda olumsuz etki yaratmış ve tasarrufların azalmasına neden olmuş,
gelir dağılımında olumsuz etki yaratarak yıla giriş yapılmıştır. 2013 ve 2017 yıllarında ise
ekonomik büyümede artış gerçekleşmiş ancak kişi başına gelir azalmış, enflasyon ve döviz
kuru artmaya devam etmiştir (Cinel, 2018: s.60). 2013 ve 2017 yıllarında ekonominin
büyümesine rağmen enflasyon artmaya ve buna bağlı iktisadi sorunlar devam etmiştir. Cinel
(2018), 2013 ve 2017 yılları arasında Türkiye ekonomisinde belirli bir şekilde krizin
yaşandığını kabul etmektedir.

2009 yılında krizin yaşanmasıyla talebin daralması sonucu düşen fiyatlar, 2010
yılında üretici ve tüketici fiyatlarının artmasıyla yükselmiştir. Bu durumun nedenleri ise
bütçe dönemine girilmesinden sonra dolaylı vergilerin artış yaşanması fiyatlarda yukarı
yönlü artış gerçekleştirmiş, kriz döneminde düşüş yaşayan petrol fiyatları 2010 yılında
yükseliş göstermiş ve bu durum maliyetlere yansıdığından dolayı fiyatlar artmıştır
(Saatçioğlu ve Çankırı Kolbaşı, 2012: s.146). 2010 yılında enflasyon oranı ilk aylarda

61
yaklaşık olarak %10 yükseliş göstermiş, fiyat yükselişleri sonucunda Merkez Bankası fiyat
istikrarı için daraltıcı politikalarla likitleri kısıtlayarak enflasyon yaklaşık olarak %6.4
dolaylarına düşmüştür. 2011 yılında ise %5.5 hedeflenen enflasyon rakamının üzerinde artış
yaşanmasıyla yaklaşık %10.45 dolaylarında gerçekleşmiştir. Bu durumun nedenleri ise
beklenmeyen gıda fiyatları artışları ve millî paranın değer kaybetmesinden kaynaklıdır (Öge
Güney ve Ceylan, 2014: s.153). Türkiye ekonomisi yaklaşık %9 ekonomik büyümeyle
birçok ülkelere nazaran krizi hızlı şekilde atlatan ülke olmuştur. 2010 ve 2011 yıllarındaki
temel büyümenin sebebini ise iç talebin etkisi bakımından özel yatırım ve tüketim
harcamalarından dolayı olumlu etkisini göstermesidir. Bu etki; 2011 yılında sürekliliğini
sağlayamamış, cari açık GSMH’nin yaklaşık %10 dolaylarına kadar çıkmıştır. Bu nedenlerin
etkisinde iç ve dış talebin dengelenmesi için birtakım adımlar atılmıştır. 2012 yılında Avrupa
ekonomilerinde durgunluk yaşanmasıyla, Türkiye ekonomisi durgunluk karşısında
dengesini koruma yoluna gitmiştir. Denge politikasının uygulanmasıyla 2010 ve 2011
yıllarında gerçekleşen ekonomik büyüme, küresel anlamda yaşanan ekonomik durgunluğun
etkisiyle de 2011 yılının ilk çeyreğinden sonra 2012 yılına kadar gerileme göstermiştir.
Sebepler sonucunda büyüme yaklaşık %2.2 dolaylarında gerçekleşmiştir (TOBB, 2012:
s.93). 2012 yılında hükümetlerce belirlenen “Orta Vadeli Program (OVP)” çerçevesinde
enflasyon %5 belirlenmiş ancak küresel durgunluğun etkisine göre enerji fiyatlarında yukarı
yönlü ayarlamalar gereği enflasyon tahmini %7.4’e çıkarılmıştır. Gerçekleşen enflasyon, ilk
belirlenen %5’lik tahminin %1.2 üzerinde %6.2 gerçekleşip son tahminin altında kalmış ve
belirsizlik aralığı oluşturmuştur. 2012’nin ilk çeyreğinde yaklaşık olarak %10 gerçekleşen
enflasyon oranı, Nisan ayında giyim grubu fiyatlarında mevsimsel ortalamanın üzerinde artış
gerçekleştirerek enerji fiyatlarının etkisiyle de %11.1 oranla 2012 yılında en yüksek
gerçekleşen enflasyon olmuştur. Petrol fiyatlarının ılımlı seyir izlemesiyle 2012 yılının
Haziran ayında tüketici enflasyonu yaklaşık %8.9 dolaylarına kadar inmiş, Ağustos ayında
ise Temmuz’da gerçekleşen enflasyon oranının %0.2 gerileyerek %8.9 seviyesinde normalin
üzerinde gerçekleşmiştir. Bu yükselişin nedeni ise gıda ve petrol fiyatlarının yükselmesi
söylenebilir. 2012 yılının sonunda fiyatları en yüksek konut, su ve elektrik harcamaları
gerçekleştirmiştir (TOBB, 2012: s.108). 2008 yılında başlayan küresel kriz, etkisini 2013
yılında da göstermiştir. Kriz sonucu ekonomide uygulanan tedbirler 2008’den 2013 yılına
kadar istenen etkiler yaratmamıştır. Bu yılda Türkiye ekonomisini yakından ilgilendiren
olumsuz bir diğer gelişme ise FED tahvil alımlarında sınırlandırma getirdiğini duyurmuş, bu
nedenle likiditeyi azaltma yoluna gideceğini açıklamıştır. FED’in genişletici para
politikasına son verdiği anlamı taşırken finansal piyasalar olumsuz etkilenmiştir. Türkiye’de

62
ise sermaye kaybına ve millî paranın değer kaybetmesine neden olmuştur (TOBB, 2013:
s.17). Bu yılda Türkiye ekonomisine yarattığı olumsuz bir gelişme ise Gezi Olaylarının
yaşanmasıdır. 2013 yılının Mayıs ayında İstanbul Gezi Parkı’nda başlayıp, yaklaşık 15 gün
boyunca süren eylem neticesinde Türkiye ekonomisini milyar dolarlarca maliyete
sokmuştur. Yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde hem ekonomide hem de finansal
sektörlerde algı bozularak yatırımlar olumsuz etkilenmiş, piyasalarda da sorunlara yol
açmıştır. Gezi Olayları neticesinde Türkiye ekonomisine doğrudan yansıyan maliyeti
yaklaşık 1.4 milyar dolar dolaylarında, dolaylı anlamda yansıyan maliyetin ise 100
milyarlarca dolar olduğu belirtilmiştir. Olay sonrası etkisiyle Borsa İstanbul (BIST)’da işlem
gören şirketlerin piyasadaki değerinin 3 ayda 164 milyar Türk lirası gerilediği açıklanmıştır.
Yine BIST 100 endeksinde 2013 yılı olay öncesi rekor seviyesinde iken Gezi Olayları
sonucu hızlı bir düşme yaşamıştır. Nitekim yaşanan bu olumsuz gelişme öncesine kadar 1.7
olan (dolar/TL) döviz kuru, olaydan sonra 2.39 dolaylarına kadar çıkmıştır. Sonucunda ise
Merkez Bankası 550 baz puan faiz artırmak durumunda kalmıştır. Yabancı yatırımcılar
ülkeden yatırımlarını çekerek 1 ayda yaklaşık 8 milyar dolar yok olmuştur. Enflasyon ise
olaydan yaklaşık 3 ay sonra %6.3’lerden, %8.88’lere kadar çıkmıştır
(https://www.aa.com.tr).

25

20 20,3

15 14,6
13,3
11,92 11,84
10 10,06 10,4
7,5 6,5 8,17 8,81 8,53 5
6,16 7,4 5 7,6
5 4 6,53 6,4 5,5 5 5 4,92 5
5 5 5 4,84 5
4,06 2,9
1,17 1,81 1,53
0 -1,03 0,4
-0,84
2008 2009 -2,1
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020
-5

Hedeflenen Gerçekleşen Belirsizlik Aralığı Doğrusal (Gerçekleşen)

Grafik 3.9. 2008-2020 Yılları Arası OVP Enflasyon Hedef ve Tahminleri (Kaynak:
TOBB)
2013 yılında tahmin edilen %5.3 oranındaki enflasyon, tahmin edilen değer
üzerinden %2.1 daha fazla gerçekleşerek %7.4’e çıkmıştır. 2012 yılına göre %1.4 daha fazla
artış göstermiştir. Belirlenen hedeften yüksek gerçekleşmesindeki neden ise bu yılda döviz

63
kurunun artması ve gıda fiyatlarındaki yükselmeden kaynaklanmaktadır. Küresel anlamda
para politikasında belirsizliklerin yaşanması ve FED’in daraltıcı para politikasını
duyurmasıyla Türkiye’de özellikle temel malların fiyatında enflasyona neden olmuştur.
2013 yılının başlarında gıda fiyatlarındaki artışın etkisi ile vergilerde düzenlemeler sonucu
enflasyon oranı 2013 yılının Mart ayında yaklaşık %7.29’a yükselmiş, Haziran ayında ise
enerji fiyatlarının etkisiyle de yaklaşık olarak %8.30 dolaylarına çıkmıştır. Temmuz ayında
ise millî paranın değer kaybetmesiyle enflasyon oranı yaklaşık %8.88 dolaylarına kadar
çıkmıştır. Ağustos ayında ise gıda ve enerji fiyatlarında iyileşme sonucu yaklaşık %7.32
oranında gerçekleşerek düşüş göstermiş, gıda fiyatlarındaki artış devam ederek millî paranın
da değer kaybetmesiyle yaklaşık olarak %7.40 dolaylarında kapanış göstermiştir.
Gerçekleşen enflasyon oranlarından anlaşılacağı üzere beklenenden fazla gerçekleşmiş, bu
artışın nedeni ise yapısal durumlardan kaynaklanmıştır (TOBB, 2013: s.81). 2013 yılında
meydana gelen enflasyonist gelişmelere ek olarak sorun yaratan 17-15 Aralık yargısal darbe
girişimi yaşanmış, 2013 yılı Türkiye ekonomisini son ayda olumsuz yönde etkilemiştir. Bu
etkinin ilk temeli döviz kurunun son ayda artışı ile yaşanmıştır. 2013 yılının Aralık 17’sinde
1.94 dolaylarında olan döviz kuru (dolar/TL), 2.23 dolaylarına kadar yükseliş göstermiştir.
Son zamanlarda 94 dolaylarına kadar çıkan BIST, 68 dolaylarına kadar düşüş göstermiş,
ülkede risk primi yükselmiş, bu olumsuz gelişme sonucunda ise Türkiye ekonomisi 140
milyar lira dolaylarında kayba uğramıştır (https://www.aa.com.tr). Küresel durgunluk 2014
yılında da kendisini göstermiştir. Bu nedenle dış ticaret olumsuz etkilenmiş, ihracat istenen
rakamlara ulaşamamış, yurt içi yatırımları olumsuz etkilemiş ve nitekim ekonomik büyüme
%2.9 dolaylarında gerçekleşerek istenilen seviyenin altında kalmıştır. Son 3 yılın gelişmeleri
itibarıyla özel sektör yatırımlarında makine ve teçhizatta istenilen performans elde
edilememiştir. Ekonomik olarak dünya listelerinde 16. sırada olan Türkiye ekonomisi, 2 sıra
aşağı gerilemiş ve 18. sıraya yerleşmiştir. Cari açık beklenen seviyede gerçekleşmemiş,
FED’in daraltıcı para politikasından dolayı ise kredi imkânı azalacağından cari açığın
finansmanda olumsuz beklentiler gündeme gelmiştir. 2014 yılının olumlu ekonomik
göstergesi olarak istihdam söylenebilir. Nitekim bu yılda yaklaşık 1.3 milyon yeni istihdam
ağı yaratılmış, sanayide ihracat malı artış göstermiş, ithalatında ise neredeyse aramalı alımı
gerçekleştirilmiştir. Buna bağlı olarak kamu dış borç stoku azalma göstererek yaklaşık %35
dolaylarına kadar inmiştir. Türkiye’de petrol fiyatlarının düşmesi cari açığı azaltıcı etki
yaratmaktadır. Nitekim petrol ithalatı dış pazar payının yarısından fazlasını oluşturduğundan
fiyatların düşmesi Türkiye için olumlu bir durum olacaktır. 2014 yılında enflasyon %5
olarak tahmin edilmiş, hedeflenen oranın üzerinde yaklaşık %3.17 daha fazla yüksek

64
gerçekleşerek %8.17 olmuştur. Geçen yıl gerçekleşen enflasyon rakamının ise yaklaşık
%0.77 üzerindedir. Bu yükselmedeki etkenler ise önceki yıllara paralel olarak kur ve gıda
mallarının fiyat artışlarından kaynaklanmasıdır. Temmuz 2013’ten sonra enflasyonda
gerileme yaşanmış, bu gerileme yine aynı yılda Kasım’dan sonra yükselişe geçerek Mayıs
2014’e kadar sürmüştür. Millî paranın değer kaybetmesi ve gıda fiyatlarındaki artış sonucu
bu dönemdeki geçmiş son 25 ay itibarıyla Mayıs 2014 yılında %9.16 dolaylarında
gerçekleşen enflasyon en büyük artışını yaşamıştır. Nisan’dan Eylül’e kadar %9
dolaylarından inmeyen enflasyon, Eylül ayında yaklaşık %8.86 seviyesine kadar düşmüştür.
Enflasyon rakamları son 2 ayda ise Kasım’da petrol fiyatları belirli bazın üzerinde çıkarak
yaklaşık %9.15 dolaylarında gerçekleşmiş, son ayda ise tersi durum yaşanarak enerji
fiyatlarındaki aşağı yönlü hareketlenme, 2014 yılının en az seviyesiyle %8.17 dolaylarında
kapatmıştır (TOBB, 2014: s.79). Yıllık olarak büyüme hacmi küresel kriz öncesinde
gerçekleşen oranı yakalayamamıştır. Bu durum hem küresel ticareti hem de Türkiye’nin
ticaretini olumsuz etkileyen bir nedendir. Türkiye ekonomisinin makroekonomik
göstergelerin yanında, siyasal ve içinde bulunduğu jeopolitik yapısı da oldukça sorun teşkil
etmektedir. Bu dönemde etkisini oldukça hissettiren sorunlar arasında, Türkiye’nin
jeopolitiği bakımından başta gelmekte olan sığınmacı Suriye sorunu ve Rusya ile yaşanmış
gerginliklerin Türkiye ekonomisini olumsuz etkilediğini söylemek mümkündür. 2014
yılında Türkiye’de bulunan yaklaşık 1.5 milyon sığınmacı Suriyeli sayısı, 2015 yılı sonunda
yaklaşık olarak 2.5 milyon dolaylarına çıkarak neredeyse 1 milyon artış göstermiştir
(Kaynak: T.C. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı). Merkez Bankası 2015 yılında
“Para ve Kur Politikasını” %2 olarak belirsizlik aralığında koruduğunu açıklamıştır. 2015
yılı için enflasyon tahmini ise OVP çerçevesinde %5 olarak belirlenmiştir. Bu anlamda
incelendiğinde; Merkez Bankası 2006 yılında belirlenen enflasyon hedeflemesinde 2009 yılı
için %7.5 ve 2010 yılı için %6.5 hedef belirlemiş, gerçekleşen oranlar itibarıyla 2009 yılında
hedeflenen enflasyon oranının altında gerçekleşerek %6.53 olmuştur. Yine benzer şekilde
2010 yılında ise hedefe çok yakın olarak %6.40 dolaylarında gerçekleşmiştir. 2012 yılında
ise Merkez Bankasının belirlediği belirsizlik arasında kalmış, bu yıldan sonra ise belirlenen
aralığın üstünde gerçekleşmiştir. Enflasyon, 2015 yılında hedeflenen oranın üzerinde
gerçekleşerek %3.81 artış göstermiş, Merkez Bankasının belirlediği aralığın %1.81 üzerinde
gerçekleşmesiyle %8.81 dolaylarında kapatmıştır. Bu artışın gerçekleşmesinde ise önceki
yıllarda olduğu gibi döviz kurundaki yükselişler ve bu yükselişe bağlı maliyetlerdeki artışlar,
artan gıda mallarının talebi sonucundaki fiyat artışları enflasyonun yükselmesindeki
sebepler arasındadır. 2015 yılında yaşanan enflasyonun değişimlerinden bahsedilecek olursa

65
Ocak’ta meydana gelen %7.24 dolaylarındaki enflasyon, gıda fiyatlarının yükselmesi
sonucunda Mart ayında %7.61 dolaylarına çıkmıştır. Bu yılda petrol fiyatlarında düşme
yaşanmış ancak döviz kurunun artmasıyla millî para değer kaybederek bir de gıda
fiyatlarının artmasıyla, petroldeki fiyatların düşüşünü baskılayarak enflasyonun artmasına
yol açmıştır. Petroldeki fiyatların düşmesine rağmen artan gıda fiyatları ve millî paradaki
değer kaybının etkisiyle enflasyon; Eylül’de %7.95 olarak gerçekleşmiş, yine son ayda ise
millî paranın değer kaybetmesi etkisini göstererek, petrol fiyatlarının artmasıyla da %8.81
dolaylarında kapatmıştır (TOBB, 2015: s.84). 2016 senesi Türkiye ekonomisi için sıkıntılı
bir dönemdi. Nitekim bu yılda FED faizleri artırmaya başlamış, küresel anlamda ve ülkede
meydana gelen terör olaylarındaki artış Türkiye ekonomisinde enflasyon sorununa neden
olmuştur. Petrol fiyatlarında artışların yaşanması, bu yılda yatırım açısından alınan karar
bakımından kredi derecelendirme kuruluşlarının not düşmesi millî paranın değer
kaybetmesinin sorunları arasındadır. Küresel belirsizliklerin yaşanması ve diğer sayılan
nedenler bakımından işsizlik oranı tekrardan çift rakamlara çıkmıştır. Nitekim Türkiye,
darbe girişiminin yaratmış olduğu belirsizlik ortamından hızlı biçimde çıkmış, küresel kriz
yılından bu yana 7 yıl üst üste ekonomik büyümeyi başarmıştır. Bu yılda; büyümenin esas
etkeni ise devletin harcamaları artırması sonucu iç talepte artış yaşanmış ancak bu etki
yatırımlara yansımamış ve durgunluk yaşanmıştır. Buna bağlı olarak net ihracat, ekonomik
büyümeyi negatif olarak olumsuz etkilemiştir. 2016 yılının ilk ayında %9.58 dolaylarında
gerçekleşen enflasyon sonraki aylarda düşüş göstermiş, bu düşüşün temel nedeni ise
ürünlerin arzında artış meydana gelmiş ve bu bağlamda işlenmemiş gıda fiyatlarında düşüş
yaşanmıştır. Mayıs ayına kadar düşme gösteren enflasyon, bu ayda %6.58 dolaylarında artış
göstermiştir. Temmuz ayında ise önceki aylarda düşen işlenmemiş gıda fiyatları bu ayda
artış göstermiş ve petrol fiyatlarının artmasıyla da %8.79 dolaylarında artış gerçekleşmiştir.
Enflasyon, bu aydan sonra ise peyderpey azalış göstererek Kasım’da %7 dolaylarına kadar
inmiştir. Genel anlamda bu yıldaki enflasyonun artış nedenleri ise vergide ayarlamalar
yapılması, kurdaki dalgalanmalar, millî paradaki değer kayıpları, petrol fiyatlarındaki aşırı
yükselmeler ve gıda fiyatlarının artış göstermesi sayılabilir. Sonucunda ise hedeflenen %5
oranındaki enflasyon oranı belirlenen hedefin %3.53 üzerinde gerçekleşmesiyle, Merkez
Bankasının belirlemiş olduğu belirsizlik oranının üzerinde %1.53 daha fazla artış göstererek,
enflasyon bu yılda %8.53 dolaylarında kapatmıştır (TOBB, 2016: s.84). Türkiye ekonomisi
2017 yılında ekonomik büyüme ve işsizliği hedef almış, ihtiyati tedbir olarak
makroekonomik politikalara ara vermiştir. Nitekim ekonomi büyüme göstermiş ve istihdamı
artırmıştır. Ancak bunların gerçekleştirilmesiyle beraber finansman açığının artmasıyla

66
borçlanma da artmış, döviz kurunun ve enflasyonun yükselmesine de neden olmuştur.
Küresel krizden sonra FED’in daraltıcı para politikası karşısında Avrupa Merkez Bankası da
peyderpey azaltma yoluna gitmiş, bundan sonraki yıllarda ise Türkiye ekonomisine olumsuz
etkileri yansımıştır. Merkez Bankası OVP çerçevesinde 2017 ve 2019 yılları arası enflasyon
tahminini %5 olarak duyurmuştur. Enflasyon, 2017 yılının başlarında tek haneli olarak
gerçekleşerek %9.22 dolaylarında açmıştır. 2017 yılının Şubat ayına geldiğinde ise diğer
yıllarda olduğu gibi gıda fiyatlarının yükselmesine ek olarak petrol fiyatlarında artış
yaşanmış ve millî paranın değer kaybetmesi üzerine enflasyon oranı Nisan ayında çift rakam
olarak gerçekleşerek, %10.13 dolaylarına çıkmıştır. Gıda fiyatlarındaki artış devam ederek
ilk dört ayın başlangıcında %11.87 seviyesine kadar ulaşmıştır. Temmuz’da ise gıda fiyatları
azalış göstermiş, %9.79 dolaylarına inmiştir. Maliyet artışları sonucu gıda fiyatlarının
tekrardan yükseliş göstermesiyle 2003 yılına göre baz alınan enflasyon oranı, 2017 yılının
Kasım ayında %12.98 dolaylarına yükselerek yıllara göre en yüksek oranı göstermiştir. Bu
yılda belirsizlik oranı %2 arasında belirlenmiş ve tahmin edilen enflasyon oranının üzerinde
%6.92 daha fazla gerçekleşerek belirsizlik aralığının üzerinde bir artış gerçekleştirmiş ve
%4.92 olumsuz artış sağlamıştır. Son ayda fiyatlar aşağı doğru hareket ederek, son aydan bir
önceki ayda gerçekleşen enflasyonun altına düşmüş ve %11.92 dolaylarında kapatmıştır. Bu
yılda ise belirlenen hedef üzerinde gerçekleşen enflasyonun nedenleri olarak, önceki yıllarda
olduğu gibi millî paranın değer kaybetmesi, döviz kurunun yükselmesi ve buna bağlı olarak
ithalatta gerçekleşen fiyat artışları, ekonomik büyüme ve istihdam artırıcı iktisadi faaliyetler,
enflasyon beklentisi sonucu fiyatlama davranışı çerçevesindeki bozukluklar söylenebilir
(TOBB, 2017: s.74).

3.2.1.4. 2018 Krizi ve Sonrasında Gelişen Enflasyon Sorunları

2018 yılı dâhil olmak üzere küresel kriz sonrasında gelişmiş ekonomilerin daraltıcı
para politikası yoluna gitmesiyle, gelişmekte olan ekonomiler olumsuz anlamda
etkilenmiştir. Bu durumda oluşan döviz darboğazının Türkiye ekonomisine etkisiyle
Ağustos ayının 2018 yılında finansal piyasalarda şiddetli dalgalanmalara yol açmıştır. Bu
yılda Türkiye ekonomisini dışsal nedenler olarak etkileyen unsurlar; küresel anlamda
belirsizlik ortamı sonucu risk olgusunun yükselmesiyle Türkiye’deki kaynakların dışa
çıkması, petrol fiyatlarının artış eğiliminde olması, ABD’nin Türkiye ekonomisindeki
yaptırım mesajları söylenebilir (Sezal, 2020: s.17). Bu nedenle ekonomi politikalarına güven
azalmaya başlamış, sonrasında ise ABD arasında yaşanan “Rahip Andrew Brunson” siyasal

67
krizinin yaşanmasıyla döviz kuru 7.24 dolaylarına çıkmıştır. Bu nedenle Ağustos ayında
millî para şiddetli biçimde değer kaybetmemiştir. Merkez Bankası, değeri düşen millî para
karşısında enflasyonunda yükselmesiyle daraltıcı para politikasına gitmek durumunda
kalmıştır. Finansal olguların sıkılaşmasıyla da iç talepte ve yatırımlarda olumsuz etki
yaratmış, bir önceki yıla göre daha düşük ekonomik büyüme gerçekleşerek %2.6 dolaylarına
düşmüştür. Millî paranın aşırı değer kaybetmesi sonucu ihracatta artış meydana gelerek
ekonomik büyümedeki daralmaya fren olmuştur. 2018 yılında bu anlamda tahminlerin
altında gerçekleşen büyüme, 2009’dan sonraki en düşük seviyesine inmiştir (TOBB, 2018:
s.29).

3.2.1.4.1. 2018 Krizinin Oluşmasında Neden Olan Sebepler

Türkiye, 2000 yılından itibaren bu yana siyasi ve ekonomik krizlerle baş etmek
durumunda kalmıştır. 2013 yılı, Türkiye ekonomisi için olumsuz giden başlangıçların ilk
gelişimi olarak kendini göstermiştir. Türkiye’nin komşu ülkeleriyle yaşamış olduğu olumsuz
anlamdaki siyasi bunalımlar, Avrupa ülkelerinde baş gösteren ekonomik durgunluklar ve
“Gezi Olayları” meydana gelmiştir (TOBB, 2013: s.145). Bu yılda “Gezi Olaylarının” patlak
vermesi ekonomideki kötü giden olaylar zincirinin başı olmuştur (Sezal, 2020: s.24). 3 ayda
faiz oranlarında ciddi artışlar meydana gelmiş, millî parada ise uzun bir dönem aradan sonra
değer kaybı yaşanmaya başlamıştır. Aynı yıl içerisinde gerçekleşen bir diğer sorun ise “17-
25 Aralık” tarihinde paralel yapılanmaya mensup bürokratların yargısal darbe girişiminde
bulunmasıyla ekonomide olumsuz izler bırakmıştır. 2013 yılında yaşanan “Gezi Olayları ve
Yargısal Darbe Girişiminin” Türkiye ekonomisinde yarattığı maliyet ise 157 milyar dolar
olarak gerçekleşmiştir (Yorulmaz, 2018: s.7). Bu olumsuz gelişmeler sonucunda ise
ekonomik büyüme, işsizlik ve olumsuz enflasyonist etkiler kendisini göstermiş ve
ekonomide kırılgan bir hal oluşmasına neden olmuştur. Bunlara ek olarak; Suriye’de
yaşanan iç karışıklıklar sebebiyle 3 milyondan fazla sığınmacı Suriyeli, Türkiye’ye
sığınarak, kırılganlaşan ekonomiye ek olarak daha da kırılgan bir yapıya zemin hazırlamıştır
(Sezal, 2020: s.25). Kırılgan yapıya ek olarak 2015 yılının Kasım sonlarına doğru Rus
uçağının Türk hava sahasına girmesi sonucu, Türk jetleri tarafından uyarılara rağmen
dikkate almayan Rus pilotların hava sahasında gerekçesiz uçuşuyla Türk pilotları tarafından
düşürülmüştür. Bu durum, Türkiye ve Rusya arasında siyasi krize yol açmış ve yaşanan
bunalım Türkiye ekonomisine de yansımıştır (Sürmen, 2019: s.198).

68
3.2.1.4.1.1. Sığınmacı Suriyeli Göç Unsurunun Türkiye Ekonomisinde Yol Açtığı
Enflasyon Sorunları

Toplumun içinde bulunduğu ideolojilere göre dini, dili, ırkı, savunduğu sosyal ve
siyasal görüşleri neticesinde baskı altında tutulan ve zulme uğrayan, insan canının tehlikeye
girmesiyle korku ve endişe doğuran, bu endişeler neticesinde kendi ülkesinin imkânlarını
kullanamayan veya korku neticesinde kullanmak istemeyen kişilerin zorunlu zaruret hâli
oluşturmasıyla kendi topraklarını terk edip başka ülke topraklarına sığınmak zorunda kalan,
korku hâliyle başka toprakları terk edemeyen veya terk etmek istemeyen vatansız kalmış
kimselere sığınmacı denmektedir (Gündoğan, 2015: s.24).
Suriye’de 2011 yılında iç sorunların kendini göstermesiyle Suriyeli vatandaşların
yıllar itibarıyla nüfusları sürekli artarak Türkiye’ye sığınmak durumunda kalmışlardır. Bu
sebeple Türkiye Cumhuriyeti ise Suriyeli vatandaşları geçici koruma altına almıştır.
Türkiye’ye sığınmak amacıyla gelen Suriyeli sayısı, 2013 yılından itibaren 2020 yılına kadar
sürekli artış göstermiştir (T.C. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı).

4.000.000,00
3.576.370,00
3.500.000,00 3.426.786,00 3.641.370,00
3.623.192,00
3.000.000,00 2.834.441,00
2.500.000,00 2.503.549,00
2.000.000,00
1.500.000,00 1.519.286,00
1.000.000,00
500.000,00 224.655,00
14.237,00
0,00
0,00
2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020

Grafik 3.10. Türkiye’de 2011-2020 Yılları Arası Sığınmacı Suriyeli Sayısı (Kaynak:
T.C. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı)

69
245.810,00 132.871,00
654.692,00

914.648,00
3.576.659,00

Türkiye Lübnan Ürdün Irak Mısır

Grafik 3.11. En Çok Sığınan Ülkelere Göre Suriyeli Sayısı (Kaynak: Uludağ Güler,
2020: s.42)
(Bkz. Grafik 3.11), 2019 yılı verilerine göre en çok ülkelere sığınan Suriyeli sayısını
göstermektedir. Bu oransal dağılım itibarıyla en çok sığınmacı Suriyeliye ev sahipliği yapan
ülke %65 oranla Türkiye’dir. Daha sonra %17’lik oranla Lübnan yer almakta, ardından ise
%12 oranla Ürdün, %4 oranla Irak ve %2 oranla Mısır ülkeleri yer almaktadır. En çok ülkeler
itibarıyla karşılaştırma yapıldığına göre dünyada en fazla sığınmacı Suriyeliye ev sahipliği
yapan ülkenin Türkiye olduğu açıktır.

Türkiye, Suriye’deki yaşanan iç karışıklıklar karşısında vicdani açıdan cevapsız


kalmamış ve Suriyeli vatandaşlara kapısını açmıştır. Bu durum; Türkiye’nin insana ve barışa
ne kadar yüksek önemi verdiğini gösterse de Türkiye ekonomisinde enflasyon sorununa da
neden olmuştur.

Bu sorunun yarattığı ortak etki ise kira fiyatlarındaki artış olmuştur. Evini kiraya
veren sahipler açısından alternatif bir gelir, yerli kiracılar için ise sıkıntı yaratmıştır.
Özellikle Suriye’ye sınır illerde ev bulma sıkıntısına yol açmıştır. Ev sahipleri evlerini
yüksek fiyattan Suriyeli vatandaşlara vermek istemesiyle yerli kiracıları zor durumda
bırakmış, ev sahipleri ise fazla kira geliri elde etmiştir (Orhan, 2015: s.17). (Bkz. Grafik
3.12) 2012-2019 yılları arası Türkiye’deki kira konut fiyatlarındaki değişimleri
göstermektedir. Belirtilen yıllar itibarıyla Türkiye genelinde fiyat değişim oranı toplamı
76,88 dolaylarında gerçekleşmiştir. 3 ilde Sığınmacı Suriyeliler için açılan barınma
merkezlerinin kurulmasıyla Hatay ve merkezindeki Kahramanmaraş ve Osmaniye illerinde
gerçekleşen toplam oran genel toplamın altında kalmıştır. Sığınmacı Suriyelilerin en çok
yaşadığı yerler göz önünde tutularak; Gaziantep olmak üzere çevre illerde Kilis ve
Adıyaman’da konut kira fiyatları toplamı 111.43 dolaylarında gerçekleşmiş, Türkiye
genelindeki fiyatın üzerine çıkmıştır. Yani Sığınmacı Suriyeli illerinin fazla olduğu ve geçici

70
koruma merkezleri olanaklarının fazla olmadığı illerde konut kira fiyatlarının artmasına
neden olarak, tüketici fiyat endeksini yukarı yönlü etkilediğini söylemek mümkündür ancak
tüketici fiyat endeksindeki artışın etkisi hesaplanamamaktadır (Alagöz, 2020: s.29).

Bir diğer sorun ise kaçak yollarla ve asgari ücret düzeyinin altında kayıt dışı istihdam
yaratmalarıdır. Bazı araştırmalara göre, özellikle sınır illerde yaşayan yerli işçilerin
sığınmacı Suriyeliler sebebiyle işten ayrıldıkları belirtilmiştir (Orhan, 2015: s.17).
Osmanoğlu (2020), kayıt dışı istihdam sonucunda vergiden kaçınma hızı artarak bütçe
dengesine zarar verileceğini belirtmiştir. Bu durumun temel nedeni ise asgari ücret
düzeyinden aşağıda bir ücrette çalışmayı istemeleri, işverenlerin ise işine gelmesidir. Bu
durum, yerli iş gücünü olumsuz etkilemekte ve kayıt dışı kalifiyesiz iş gücünü artırmaktadır.
Yaratılan kayıt dışı istihdam sebebiyle sigortasız çalışmaları, devletin ise vergi kaybına ve
etkin vergi toplayamamasına neden olmaktadır. Devletin bu durumdan kaynaklı vergi kaybı
ise yaklaşık olarak 8.5 milyar dolar tahmin edilmektedir (Alagöz, 2020: s.33). Bütçe
dengesinde sıkıtı yaratacağından, devlet kaybettiği vergi gelirini yüksek faiz ile borçlanarak
dengeyi sağlamaya çalışacaktır. Bu durum ise yerli halkın yaşam kalitesini olumsuz
etkilemektedir. Yaklaşık 3.6 milyon nüfusla Türkiye’ye sığınan Suriyeli vatandaşlar, ülkede
gayriresmî nüfus artışına neden olarak enflasyon artışına sebep vermektedir (Alagöz, 2020:
s.29).

2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019

627,32
642,28 643,34 Toplam, 80,203 510,33 524,23
Toplam,80,73557 507,79 Toplam,64,49304 Toplam, Toplam,
515,8 581,17 Toplam,111,4303 586,23 79,32113 69,59335
567,16
Toplam,76,88615 485,66
468,29 526,72 472,11
538,63 512,27 449,7
425,59 440,32 447,67
480,83 492,64 469,34 403,06
390,14 410,99 369,68 421,03
440,33 446,13 427,57
358,09 380,72 345,02 385,36
405,54 353,44 393,77 396,64 358,95
332,79 322,49
309,94 377,53 331,81 340,7 367,55 302,32 335,15
291,6 355,37 308,7 304,28 348,12 284,59 309,11
TÜRKİYE ADANA HATAY GAZİANTEP KONYA İZMİR ŞANLIURFA
GENEL
ORTALAMA

Grafik 3.12. Sığınmacı Suriyelilerin Kira Fiyatlarına Etkisi (Kaynak: Alagöz, 2020:
29)

71
2012-2019 yılları arasında devletin sığınmacı Suriyeli vatandaşlara karşıladığı
toplam maliyetin yaklaşık 51.1 milyar dolar harcama olduğu anlaşılmıştır. Yapılan bu
harcamanın yanında, tahmini olarak vergi kaybının da dâhil edilmesiyle hesaplanan, tahmini
2 milyar dolar büyüklükten düşürüldüğünde, toplam harcamanın yaklaşık 57.6 milyar dolara
ulaştığı kanaatine varılmıştır. Eğer sınır komşuda karışıklıklar çıkmasaydı; toplam büyüklük
tutarına göre yeni istihdam alanları, tarım sektörünün gelişmesi ve yerli ham madde
üretiminin artması bakımından ithalat fiyatlarının azalması ve bir anlamda 57.6 milyar dolar
büyüklükteki dövizin içerde kalmasına neden olacak, döviz kurunda istikrar sağlanabilecek,
bütçe ve dış ticaret dengesinde olumlu sonuçlar yaratacak, olumlu gerçekleşen bu sonuçlar
enflasyonu baskı altında tutacaktı (Alagöz, 2020: s.38).

3.2.1.4.1.2. Türkiye ve Rusya Arasında Uçak Krizi

24 Kasım 2015 tarihinde Rus uçağının Türk hava sahasında izinsiz uçması sonucu
Türk pilotları tarafından defalarca uyarılmasına rağmen dikkate almayan Rus pilotları, Türk
jetleri tarafından düşürülmek zorunda kalınmıştır. Bu durum siyasi krizi beraberinde
getirmiş; nitekim Rusya lideri Putin, Türkiye’ye yaptırım uygulayacağını açıklamıştır.
Siyasal krize yol açtığı gibi ekonomik anlamda olumsuz sorunlara da yol açmıştır. Her iki
ülkede ticaret hacmi azalmış, Türkiye’de turizm olumsuz etkilenmiştir (Sürmen, 2019:
s.199).

39.226,00 41.415,00 41.618,00


50.000,00
40.000,00
30.000,00
20.000,00
Ülkeden Çıkış Yapan Ziyatçi Sayısı
10.000,00
Giriş Yapan Vatandaşların Sayısı
0,00 7.526,00 7.982,00 8.751,00
2013 2014 2015

Giriş Yapan Vatandaşların Sayısı Ülkeden Çıkış Yapan Ziyatçi Sayısı

Grafik 3.13. 2013-2015 Yılları Arası Türkiye’ye Giriş ve Çıkış Verileri (Kaynak:
TÜİK)

72
Yaşanan kriz neticesinde insanlarda endişe artarak 2013 yılından 2015 yılına kadar
(Bkz. Grafik 3.13)’deki değişim incelendiğinde, Türkiye’ye giriş yapan vatandaş 2014 yılına
göre 2015 yılında yaklaşık %9.7 artış göstermiştir. Ülkeden çıkan ziyaretçi bakımından ise
2015 yılında geçen yıla göre yaklaşık %0.5 artarak Türkiye’den ayrılmışlardır. Endişenin
yarattığı algı neticesinde, insanların ülkelerdeki tercihlerinin belirlenmesinde hem siyasal
hem ekonomik açıdan ülkelerin mevcut durumu etkilemektedir. Nitekim yaşanan gerginliğin
sonucu grafikten anlaşılmaktadır.

34.305.904,00
40.000.000,00 31.464.777,00

30.000.000,00 22.107.440,00

20.000.000,00 828,00 756,00 705,00

10.000.000,00

0,00
2014 2015 2016

Turizm Geliri (1000 Dolar) Ortalama Harcanan(Dolar)

Grafik 3.14. 2014-2016 Yılları Arası Turizm Gelirleri (Kaynak: Çelik ve Koç, 2019:
s.2)
Yaptırım kararları neticesinde Türkiye ekonomisine bağlı birçok sektör bu durumdan
olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Siyasal krizden en çok etkilenen sektörler ise turizm ve
enerjinin olduğu dikkat çekmektedir. Araştırmaların kriz neticesine turizm talebini oldukça
etkilemesi muhtemeldir (Çelik ve Koç, 2019: s.2). Oluşacak siyasi bir krizin Türkiye’ye
olumsuz anlamda yansıması, Türkiye ekonomisinde kırılgan yapıya ek bir problem
yaratacağı ve bu bağlamda ekonomideki güvenin hassas olduğunu anlamak oldukça olasıdır.

(Bkz. Grafik 3.15) incelendiğinde 2014 yılında gerçekleştirilen ticaret hacminin 2016
yılında yaklaşık %50 dolaylarına kadar düştüğü anlaşılmaktadır. Türkiye, ara malı ham
madde ve enerji bakımından oldukça dışa bağımlı ekonomiye sahiptir. TÜİK’in 2014 yılı
açıklamalarına göre petrol ithal edilen büyüklüğün yaklaşık %65.1’i Rusya’dan temin
edilmektedir. Türkiye’nin dış ticaret açığının en fazla verdiği pay yine Rusya’dır (Çelik ve
Koç, 2019: s.2). Türkiye enerji anlamında Rusya’ya, Rusya’nın da Türkiye üzerinden
geçecek Rus gazının “Türk Akımı Projesi” gibi kanallar vasıtasıyla geçmesi bakımından her

73
iki devletin çıkarları doğrultusunda dost kalmaları gerekmektedir ki sonraki yıllarda her iki
devletin arası iyi duruma gelmiştir.

$25.288.597,00
30.000.000,00
$20.401.757,00
25.000.000,00
$15.160.961,00
20.000.000,00
$5.943.014,00
15.000.000,00 $3.588.331,00
$1.733.569,00
10.000.000,00
İhracat
5.000.000,00 4.479.049,00 İthalat
0,00 3.649.003,00 866.256,00 Rusya'dan Türkiye'ye Gelen Turist Sayısı
2014 2015 2016

Rusya'dan Türkiye'ye Gelen Turist Sayısı İthalat İhracat

Grafik 3.15. 2014-2016 Yılları Arası Rusya’dan Türkiye’ye Gelen Turist Sayısı
(Kaynak: Çelik ve Koç, 2019: s.3)

3.2.1.4.1.3. 2018 Krizi ve Sonrası Gelişmeler

Kırılganlığın başladığı dönemlerde Türkiye ve ABD arasında politik anlaşmazlıklar


yaşanmıştır. Nitekim Suriye’de meydana gelen karışıklıklar neticesinde, Türkiye’nin
jeopolitik konumu itibarıyla çıkarlarına göre hareket etmesi, ABD yönetimini rahatsız eden
nedenler arasındadır. Aynı şekilde; Türkiye ve Rusya’nın birbirileri ile yakınlaşması ABD
yönetimi açısından risk unsuru oluşturmuş, her fırsatta dile getirmişlerdir (Sezal, 2020: s.25).
Türkiye’nin Rusya ile anlaşma yaptığı S-400 hava savunma füzeleri diğer bir şekilde ABD
yönetimini rahatsız etmiş, siyasal kriz boyutuna ulaşmıştır. Nitekim Türkiye’nin NATO’ya
üye olup da üye ülkelerden bu füzelere sahip ilk ülke olması ve S-400 sisteminin Rusya
tarafından üretilmesiyle NATO’yu tehdit etmesi bakımından tartışmalara yol açmıştır.
Türkiye ve ABD arasında yaşanan siyasal politik anlaşmazlıklar, Rahip Brunson sorununun
yaşanmasıyla da bu sorun neden gösterilerek ekonomik yaptırımlara doğru gidilmiş, Türkiye
ekonomisinde kırılmaya neden olmuştur (Yücel, 2020: s.8).

Nitekim 2016 yılında terör örgütlerinde faaliyetlerde bulunması gerekçesiyle


Türkiye’de tutuklanan “İzmir Protestan Diriliş Kilisesi’nin” Rahibi Andrew Brunson’un
ülkede tutuklu kalmasına devam edilmesi, Türkiye ve ABD arasında kriz noktasına
ulaştırmıştır (Çatlı, 2021: s.807). Siyasi gerginlik olarak başlayan olgu her iki devlet arasında
çözüme kavuşamamıştır (Çatlı, 2021: s.807). O dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın
74
sosyal medya araçlarıyla Türkiye aleyhine yaptığı açıklamalar döviz kurunun yükselmesine
neden olmuştur (Sezal, 2020: s.25). Nitekim döviz kuru (dolar/TL); 2018 yılının Temmuz
ayının birinci gününde 4.5 TL dolaylarında olan kur, 13 Ağustos günü itibarıyla 7.2 TL,
Eylül ayının ilk gününde ise 6.5 TL dolaylarında gerçekleşmiştir (Çatlı, 2021: s.807).

2018 yılının Ağustos ayında ABD ile yaşanan siyasal sorun sebebiyle döviz
piyasasında bozulmalara neden olarak finansal piyasaları olumsuz yönde etkilemiştir.
Neticesinde kredi ve nakit işlemlerin olumsuz etkilenmesi reel ekonominin yavaşlamasına
neden olmuştur. İstihdam ve üretimde azalmaların yaşanmasıyla, yılın son çeyreği itibarıyla
Türkiye ekonomisinde resesyona neden olmuştur. Türkiye ekonomisi; küresel krizden ne
kadar hızlı sıyrılsa da ilerleyen yıllarda FED’in parasal genişlemeyi bitirmesi, yaşanan
siyasal krizlerin etkisiyle de Türkiye ekonomisinde döviz açığının giderek artmasına neden
olmuş, borçlanma giderek artmış ve ekonomiyi kırılgan hâle getirmiştir (TOBB, 2018).

2018 yılında küresel anlamda yaşanan belirsizliklerin etkisi, Ağustos ayında yüksek
bir şekilde gerçekleşen döviz kuru enflasyonun yükselmesine neden olmuştur. Merkez
Bankası ise yükselen enflasyonu düşürmek için daraltıcı para politikasına gitmiş, sonucunda
ise piyasalarda daralmaya yol açarak iç talebi ve yatırımları olumsuz etkilemesiyle 2009
yılından beri gerçekleşen büyümenin en alt seviyesini görerek %2.6 dolaylarında
gerçekleşmiştir (TOBB, 2018: s.29). Döviz kurundaki yükselme ve faizlerin yüksek
dolaylarda gerçekleşmesi finansal kaynaklara ulaşımını oldukça zor duruma bırakmış, millî
paranın aşırı değer kaybetmesi ve iç talepte meydana gelen daralma sonucu sanayi sektörünü
olumsuz etkilemiş, maliyetlerin arması sonucunda üretici fiyatlar yukarı yönde
gerçekleşerek sanayideki üretimini baskı altında bırakmıştır. Nitekim 2017 yılında %8.9
dolaylarında gerçekleşen sanayideki üretim artış hızı, 2018 yılında sert biçimde düşerek
%1.8 dolaylarında gerçekleşmiştir. 2018 yılında ihracat artış hızının yavaşlaması ve
enflasyon oranının yükselmesi sonucu iç talepteki daralma, kapasite kullanımı oranını da
etkilemiştir. 2017 yılında %78.5 dolaylarında gerçekleşen kapasite kullanım oranı, 2018’de
%76.8 dolaylarına gerilemiştir (TOBB, 2018: s.30). İmalat ve enerji fiyatlarındaki
yükselmeler Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksini artırdığından %33.64 dolaylarında yüksek
şekilde artarak devam etmiştir. Bunun nedeni ise millî paranın değer kaybetmesiyle ithal ara
girdilerinin fiyatlarını yükselteceğinden dolayı petrol ve enerji fiyatlarını yükseltmiştir.
Emtia (Enerji, Petrol ve Metal) fiyatlarının yükselmesi maliyetlere yol açmış, enflasyonunun
yükseleceği beklentisinde kalan hane halkı ve karar birimleri ise beklenti karşısında tüketici
fiyatlarının da artmasına neden olmuştur (TOBB, 2018: s.34). İç talepteki azaltıcı etki ve

75
yatırımların gerilemesiyle 2016 ve 2017 yıllarında gerçekleşen %10.9 ve %10.2 işsizlik
oranı 2018 yılında artış etkisi göstererek %11 dolaylarına çıkmıştır (TOBB, 2018: s.40).
2018 yılında bazı uygulanan tedbirler neticesinde nazaran da olsa etkisini göstermiştir.
Nitekim ihracatta artış yaşanmış, döviz kurunun yüksek olmasından da dolayı dış talepte
azaltıcı etki yaratacağından ithalatta azalma meydana gelmiştir. 2009 yılından bu yana 2018
yılında 2017 yılına göre %41.3 oranla daha az gerçekleşen cari işlemler dengesi, en az
seviyesini yakalamıştır (TOBB, 2018: s.170). Genel anlamda değerlendirilecek olursa OVP
çerçevesinde hedeflenen %5 enflasyon oranı, beklentilerin çok üzerinde gerçekleşmesiyle
%20.3 dolaylarında kapatmıştır. 2018 yılının ilk altı ayında Şubat ayı itibarıyla; %10.20
dolaylarında gerçekleşen enflasyon oranı Nisan ayına kadar aynı seviyelerde düşük düzeyde
gerçekleşmiş, talebin fiyatlar üzerinde baskısı sonucunda Haziran ayı itibarıyla %15.39
dolaylarında gerçekleşerek ilk altı ayın en yüksek enflasyonu yaşanmıştır. Gelişen sebepler
neticesinde millî paranın değer kaybetmesi, emtia ve petrol fiyatlarındaki yükselmelerin
maliyet olgusu yaratması, gıda fiyatlarında artışlar, fiyatlama bozuklukları enflasyonun
artmasına neden olmuştur. Nitekim enflasyon Eylül ayında %24.52 dolaylarında
gerçekleşmiş, 2018 yılının üçüncü çeyreğinde fiyatlardaki değişimlerin en önemli
belirleyicisi ise millî paranın değer kaybetmesi olmuştur. Ekim ayında %25.4 dolaylarında
gerçekleşen tarihî yükselişin ardından Nisan ayında başlayan artış oranı, Kasım’da düşüş
göstererek %21.62 dolaylarına inmiştir. Aralık ayında ise düşüş devam ederek %20.3
dolaylarında kapatmıştır. Son iki aydaki düşüşün nedenleri ise Merkez Bankasının
uygulamış olduğu daraltıcı para politikası, millî paranın değerlenmesi, petrol fiyatlarının
düşmesi, iç talepteki düşüklük, millî para cinsinden ithal fiyatlardaki düşme, dayanıklı
tüketim malzemelerine (beyaz eşya, otomobil) uygulanan vergide düşüş söylenebilir
(TOBB, 2018: s.100, 101).

2018’de gerçekleşen kur atağı sonucu döviz kurunun yükselmesine sebep vermiş,
bazı alınan daraltıcı politikalarla iç talep zayıflamıştır. Ülkeler arası yaşanan siyasal, küresel
ve ülke içi yaşanan krizler ekonomide belirsizlik ortamı oluşturmakta ve bu da ülke içinde
yatırımlarda risk ortamı oluşturduğundan doğrudan yabancı yatırımların ülkeden
çekilmesine neden olmaktadır. Yerli halkın ise yatırımlarını dışa yöneltmesine neden
olmakta, bir taraftan ise enflasyon beklentisi içine giren halkın TL tutmak yerine dövize
yönelmesine neden olmaktadır.

Nitekim bu gerginlikler sonucu karar birimlerinin risk algısı 2019 yılında da devam
etmiş, 2018 yılına göre ülkeye giren net uluslararası doğrudan yatırımlar %16.8 oranında

76
daha düşük gerçekleşerek 5.242 milyon dolara kadar inmiştir. Toplam net yatırımlar
düşünüldüğünde ise 4.840 milyon dolarlık net gayrimenkul satışı gerçekleştirilmiş, buna
karşılık ise uluslararası sermayeyle çalışan firmaların yabacı ortaklarıyla 1.663 milyon
dolarlık net sermaye çıkışı gerçekleşirken net yatırımlar ise geçen yıla göre %35.4
dolaylarında azalış göstermiştir (TOBB, 2019: s.32).

Cari İşlemler Dengesi (Milyon ABD Doları)


20.000,00
10.000,00
0,00
-10.000,00
-20.000,00
-30.000,00
-40.000,00
-50.000,00
-60.000,00
-70.000,00
-80.000,00

Grafik 3.16. Türkiye’nin 2000-2020 Yılları Arası Cari İşlemler Dengesi (Kaynak:
TCMB)
2000-2020 yılları itibarıyla 2001 yılında cari fazla gerçekleşmiş ve daha sonraki
yıllarda 2019 yılına kadar sürekli cari açık vermiştir. Yani, 2001 yılından sonra gerçekleşen
ilk cari fazla olmuştur.

Bu durumun nedeni, 2018 yılında gerçekleşen daralma, etkisini 2019 yılında da


gösterdiği, döviz kurunun yükselmesi sonucunda göreceli yurt dışı mal ve hizmet fiyatlarının
artmasına neden olarak ithalatta gerilemeye neden olduğu, yurt içi fiyatların yabancılara
cazip gelmesiyle seyahat ve taşımacılık gibi turizm gelirlerinde artışa yol açtığı, petrol
fiyatlarında geçen yıla oranla düşme gerçekleştiği ve uygulamaya konan bazı ekonomik
tedbirler neticesinde gerçekleştiği söylenebilir.

77
Kapasite Kullanım Oranı (İmalat Sanayi %)
90,00 81,50 81,00
75,90 76,20 78,10 78,50
74,60 74,70 75,90
80,00 75,40
70,00 81,80
80,30 72,60 74,40 75,60
75,50 74,20 76,80
60,00 70,90 65,30 71,90
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00

Grafik 3.17. 2000-2020 Yılları Arası İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı
(Kaynak: TOBB)
2018 yılında döviz kurunun yükselmesiyle maliyet ve fiyatlarda meydana gelen
yükselme sonucu iç talebin azalmasına neden olmuş, finansmandaki zorluk ve maliyet
artışlarının da etkisiyle imalat sanayisinde düşüşe neden olmuştur. Bu süreç, 2019 yılında da
devam ederek 2018 yılına göre %0.9 azalış gerçekleştirmiştir (TOBB, 2019: s.26). Süreç
ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemiş, 2017 yılından sonra 2019’a kadar azalış
göstermiştir. Nitekim büyümenin etkin gerçekleşmemesi işsizlik rakamını da olumsuz yönde
etkilemektedir. 2019 yılında %0.9 dolaylarında gerçekleşen büyüme, 2009 yılından
süregelen en düşük büyüme hızını elde etmiştir (TOBB, 2019: s.25). Döviz kurunun
yükselmesiyle 2018 yılında tarihî artış gösteren enflasyon 2019 yılında düşüş göstermiş,
nitekim döviz kurundaki değişimde azalma yaşanmıştır. Bu nedenle millî paranın istikrar
kazanması enflasyonu düşürerek %11.84 dolaylarına kadar aşağı çekmiştir. Ancak
hedeflenenin %6.84 üzerinde daha fazla gerçekleşmiş ve belirsizlik aralığını geçmiştir
(TOBB, 2019: s.82). 2018 yılında 7.2 dolaylarına kadar çıkan döviz kuru, 2020 yılında
küresel salgın krizinin de eşlik etmesiyle 2019 yılında düşüşe geçen döviz kuru tekrar artış
göstermiş, 2018 yılında gördüğü seviyeye tekrar ulaşarak 2020 yılında artmıştır.

78
Döviz Kuru (Dolar/TL)
9,00
8,00
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
1,00
0,00

Grafik 3.18. 2018-2020 Yılları Arası Aylık Döviz Kuru Değişimleri (Kaynak:
TCMB)

3.2.1.5. Küresel Salgın Krizi (COVID-19)

Salgın, başlangıç itibarıyla Çin’in Wuhan kentinde kendini göstermiş, 2019 yılının
son ayında kendini gösteren salgın hızla tüm dünyaya ulaşarak ekonomilerde tahribata neden
olmuştur (Sertkaya ve Baş, 2021: s.148). Salgın olarak başlayan süreç, Türkiye
ekonomisinde de olumsuz etkiler yaratmıştır (Han, Pehlivan ve Konat, 2022: s.32).

Salgının etkisi itibarıyla başta turizm sektörü olumsuz etkilenmiş ve sanayi ve hizmet
sektörlerindeki üretim daralarak iç ve dış ticaretin gerilemesine neden olmuştur. Tüketim ve
üretim güven endekslerinin azalmasına, bütçe gelirlerindeki düşüşe ve harcamaların
artmasına yol açmıştır. İşsizliği de beraberinde getirmiş ve bu bağlamda üretimi ve tedarik
zincirinde daralmalara yol açmıştır. Ekonomide belirsizlik ortamına yol açması ise piyasayı
daha da olumsuz etkilemiştir. Finansal imkânlarda darboğaza neden olmuş, hane halklarında
gelir kaybına, firmaların nakit dengelerine ve talebin daralmasına neden olmuştur. Bu
bağlamda işsizliğin artması, finansal darboğaz, üretimdeki düşüş ve getirdiği belirsizlik kriz
sürecine neden olmuştur (Adıgüzel, 2020: s.192).

79
30,00 13,20 14,60
8,600
20,00 13,70 11,84 1,80
9,213 2020
6,76 20,30 2,80
10,00 0,90 2019
11,00 9,7…
-21,74 2018
0,00
-36,77
-10,00

-20,00

-30,00

-40,00

2018 2019 2020

Grafik 3.19. 2018 ve 2020 Yılları Arası Yıllık Ekonomik Veriler (Kaynak: TOBB)
Türkiye ekonomisindeki büyüme, salgın öncesi 2019 yılında %0.9 dolaylarında
gerçekleşmiş, düşük anlamda büyüme elde etmişti. Salgının başlangıcında ise ekonomide
sıkıntılar giderek büyür hâle gelmiştir. Nitekim hem yurt içi hem de yurt dışı ticaret hacmi
azalmış ancak özel sektör kanalının değişimlere adapte olmasıyla büyümeyi pozitif anlamda
gerçekleştirmiştir. Salgın, Türkiye ekonomisinde risk alanlarını daha da büyür hâle getirmiş,
nitekim bütçe açığının giderek büyümesi ve mali disiplinde zayıflamalar meydana gelmesi,
ciddi şekilde borçlanma gereği, döviz rezervlerinde meydana gelen kayıplar, cari açıkta
meydana gelen açılmalar ve bu açığı finanse etmek için problemlerin yaşanması, güven
ortamının giderek zayıflamasıyla beraber risk olgusunun artması ve CDS risk priminde
meydana gelen artışlar, ülkedeki dolarizasyonun kendini sürdürerek devam etmesi, ABD ve
AB gibi dış ilişkilerde meydana gelen sorunların devam etmesi ülkede kırılganlık ortamını
oluşturmakta ve bu bağlamda risk alanları yaratmaktadır. Bütün bu sorunlar hem işsizliği
artırmakta hem de yüksek enflasyona neden olmaktadır. Tüm bu sorunlar ekonomide
kırılganlığın artmasına neden olmakta, nitekim risk almada ve yatırım yapmadaki iştahı
olumsuz etkilemektedir (TOBB, 2020).

Genel anlamda 2020 yılı değerlendirilecek olursa döviz kurunun yükselmesinden


dolayı millî para değer kaybetmiş, uluslararası emtia fiyatlarında meydana gelen artış ve
talep koşullarının etkisiyle geçen yılan göre yurt içi üretim fiyatları artış göstermiş, arz
kısıtlarının etkisiyle de %17.79 dolaylarında artış yaşanarak, (Yİ-ÜFE) %25.15 düzeylerine

80
çıkmıştır (TOBB, 2020: s.33). Nitekim 2020 yılında sağlanan yüksek hacimde parasal
genişleme, petrol, endüstriyel metal, tarımsal anlamda yükselişe geçen emtia fiyatları, millî
paranın değer kaybetmesi, talep ve maliyet koşullarına bağlı tüketici enflasyonunu artırdığı
söylenebilir. Döviz kurunun artışı, emtia fiyatlarındaki yükselişler ve arz kısıtlarındaki
yaşanan etkilerin ise üretici enflasyonuna yol açtığı belirtilmiştir (TOBB, 2020: s.93). Mart
ayı öncesine kadar yükselişte olan enflasyon, salgın nedeniyle talepte baskı yaratmış, bazı
tüketim fiyatlarındaki düşüşün etkisiyle tüketici enflasyonu Mart ayında %11.86 dolaylarına
düşmüştür. Nisan ayında ise salgın tedbirlerinin alınması, enerji fiyatlarının düşmesi ve
ekonomik faaliyette yavaşlama kendini göstermiş, yılın en düşük değerinde gerçekleşerek
%10.94 dolaylarına inmiştir. Haziran ayında ise petrol, işlenmemiş gıda ve döviz kurunun
artmasıyla 2019 yılında yükselişe geçen enflasyon oranından sonra en yüksek seviyesine
çıkarak %12.62 dolaylarında artış göstermiştir. Aralık ayında ise talep ve maliyette meydana
gelen değişimlerin etkisiyle OVP çerçevesinde hedeflenen enflasyon oranından %2.76 daha
fazla gerçekleşerek %14.60 dolaylarında kapatmıştır. 2019 yılında düşen imalat sanayi
kapasite kullanım oranı 2020 yılında salgın sürecinde daha da düşüş göstermiş ve %71.9
dolaylarına gerilemiştir. Uygulanan tedbirler neticesinde işsizlik oranı geçen yıla göre düşüş
göstermiş ve %13.2 dolaylarında gerçekleşmiştir (TOBB, 2020: s.40). Geçen yıla göre cari
fiyatlarla kişi başı GSYH %15.7 dolaylarında nominal artış göstermiş ancak dolar bazında
geçen yıla göre %6.7 azalarak 8.599 dolara inmiştir (TOBB, 2020: s.49). Bu durumun nedeni
ise para arzındaki hacimsel genişlemeye bağlı olarak fiyatların artması sonucu hesaplanan
cari fiyatlarla kişi başı GSYH’nin nominal anlamda arttığı, ancak fiyat ve kur artışlarından
kaynaklı gelişen etkinin dolar bazında reel geliri düşürdüğü söylenebilir.

3.2.2. Enflasyona Neden Olan Makroekonomik Göstergeler

 Enflasyonun Para Arzıyla İlişkisi


 Enflasyonun Petrol Fiyatlarıyla İlişkisi
 Enflasyonun Döviz Kuruyla İlişkisi
 Enflasyonun Bütçe Açıklarıyla İlişkisi
 Enflasyonun Faizle İlişkisi
 Enflasyonun Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi

81
Tablo 3.5. Değişkenlerle İlgili İstatistiksel Bilgiler

Değişkenler Hedeflenen Sembol

X1 Tüfe (Bağımlı) LogX1

X2 Tefe (Bağımlı) LogX2

X3 Petrol (Bağımsız) LogX3

X4 Para Arzı LogX4


(Bağımsız)

X5 Döviz Kuru LogX5


(Bağımsız)

Serilerin normal dağılması ve durağan olabilmesi için logaritmik olarak değişimleri


alınmıştır.

Bağımlı ve bağımsız değişken arasında sadece korelasyon analizi yapılacağından,


normal dağılıma uygunluk gösterdiğinden dolayı tipik Pearson Korelasyonu uygulanmıştır.

3.2.2.1. Pearson Korelasyonun Özellikleri

Herhangi belirlenen iki değişken arasında doğrusal olarak kuvvetini ve yönünü


ölçmek için kullanılır. Elde edilen korelasyon katsayısı R ile gösterilmektedir. Katsayı -1 ve
1 arasında değer almaktadır. Katsayı sıfıra ulaşırsa belirlenen değişkenlerin arasındaki ilişki
kuvveti azalır. 1’e ulaşırsa aralarındaki ilişki kuvveti artmaktadır (Aydoğdu Bağcı, 2016:
s.50).

∑n
i=1(Xi − X)(Yi − Y)
R= (17)
√∑n n
i=1(Xi − X) √∑i=1(Yi − Y)
2 2

İlişki kuvveti ise şu şekilde açıklanabilir: 0 ile 0.19 aralarında ilişki yoktur ya da
öneme alınmayacak bir ilişki mevcuttur. 0.20 ile 0.39 aralarında ise zayıf bir ilişki mevcuttur.
0.40 ile 0.69 aralarındaki ilişki orta düzeydedir. 0.70 ve 0.89 aralarında kuvvetli bir ilişki
vardır. 0.90 ve 1 aralarında aşırı kuvvetli ilişki mevcuttur (Aydoğdu Bağcı, 2016: s.50).

82
Tablo 3.6. Değişkenlerin İstatistiksel Bilgileri

LOGX1 LOGX2 LOGX3 LOGX4 LOGX5


Ortalaması 4.551572 17.93080 4.651870 20.12971 0.670673
Medyanı 4.605170 17.93269 4.795791 20.23730 0.436359
Maksimum Değer 5.572914 18.99150 5.883322 21.95346 1.947199
Minimum Değe 3.025291 16.35077 2.639057 17.88398 -0.472079
Standart Sapması 0.643846 0.670908 0.858664 1.099322 0.582058
Çarpıklık Değeri -0.531039 -0.491350 -0.624751 -0.253918 0.638341
Kurtosis 2.940609 2.900036 2.768498 2.226881 3.048936
Jarque-Bera 0.990096 0.853732 1.412993 0.748659 1.428275
Olasılık Değeri (P) 0.609542 0.652551 0.493370 0.687750 0.489614
Gözlem Sayısı 21 21 21 21 21

Pearson korelasyon analizinin yapılabilmesi için serilerin normal dağılım özelliği


göstermesi gerekmektedir. Eğer olasılık değeri P>0.05’ten büyük ise serilerin normal
dağıldığını gösterir (www.veribilimiokulu.com). Yıllık veriler baz alınarak 2000-2020
yılları arası 21 gözlem belirlenmiş, serilerin normal ve durağan özellik gösterebilmesi için
logaritmik formuna dönüştürülmüştür. İstatistik bilgilerine göre, seriler bahsedilen olasılık
değerinden büyük gerçekleştiği için normallik özelliğini taşımaktadır.

Inverse Roots of AR Characteristic Polynomial


1.5

1.0

0.5

0.0

-0.5

-1.0

-1.5
-1.5 -1.0 -0.5 0.0 0.5 1.0 1.5

Grafik 3.20. AR Polinomunun Ters Kökleri Açısından Birim Çember İçerisindeki


Durumu
Bahsedilen modüller birden küçük olduğu için çemberin sınırları içinde kaldığını
gösterir. Ters köklerin çember içerisinde bulunduğu ve serilerin durağanlık koşuluna teşkil
etmediğini gösterir. Serilerin Pearson korelasyonunu sağlaması için koşulun normallik
özelliğini taşıması yetse de durağan olduğunu da göstermek amaçlanmıştır.

83
Tablo 3.7. Karakteristik Polinom Endojen Değişkenlerin Kökleri

Karakteristik Polinom Endojen Değişkenlerin


Kökleri:
LOGX1 LOGX2 LOGX3 LOGX4 LOGX5
Eksojen Değişkenler: C
Gecikme Özellikleri: 1 1
Tarih: 16/11/2022

Kök Modülü

0.982789 0.98278

0.712873 - 0.234255i 0.75037

0.712873 +0.234255i 0.75037

0.235181 - 0.161115i 0.28507

0.235181 +0.161115i 0.28507

Birim dairenin dışında hiçbir kök bulunmaz.


VAR, stabilite koşulunu yerine getirir.

3.2.2.2. Enflasyonun Para Arzıyla İlişkisi

Para arzının enflasyonist etkisi açısından iktisat okulları olan klasik, yeni klasik ve
monetarist (parasalcı) yaklaşımlar enflasyonun temel nedeninin parasal bir olgu olduğunu
ileri sürmektedirler (Zabun, 2020: s.61). Ayrıca İslatince (2017), 1988 ve 2016 yılları arası
çalışmasında para ve fiyatlar arasında nedensellik ilişkisini test etmiş, nedensellik arasında
%1 anlamlılık düzeyinde çift yönlü bir ilişkinin olduğu sonucuna varmıştır. Parasal
genişleme sonucunda fiyatların yükseldiği, fiyatlardaki yükselme sonucu parasal
büyüklüklerin uyum içinde hareket ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Girginler ve Yenilmez
(2005: s.115) ise yüksek şekilde gerçekleşen enflasyonun, yüksek bütçe açıkları beraberinde
gerçekleşerek neticesinde uygulanan serbest faiz politikaları, meydana gelmiş olan bütçe
açıklarından ziyade parasal genişleme yaratarak enflasyona neden olduğunu belirtmişlerdir.

84
Nitekim 2020 yılında tüm dünyada COVID-19 salgını yaşanmıştır. Küresel krizde de
olduğu gibi 2020 pandemi sürecinde para ve maliye politikalarına yönelim izlenmiştir.
Türkiye’de en yaygın yönelim ise parasal genişleme olmuştur. Gelişmiş ekonomilerde
parasal genişlemenin eşliğinde maliye politikası da varken Türkiye’de ise maliye
politikasından daha çok para arzı ve kredi genişliği kendini göstermiştir. Gelişmiş
ekonomiler maliye politikasına önemli anlamda yer verdiğinden, para politikasında oluşacak
olumsuz etkiler en az düzeyde gerçekleşmiştir. Türkiye’de ise para politikasına yönelim
sonucu genişleyen parasal hacim enflasyonu getirmiştir (Kuzucu, 2022: s.265). Türkiye,
2001 yılında yaşanan kriz sonucunda bazı değişimler sayesinde küresel krizle meydana gelen
finansal şoku hafif şekilde atlatmış ancak küresel salgın krizi sonucunda yüksek enflasyon
ve mali sorunlar artmıştır. (Bkz. Grafik 3.19)’da görüleceği üzere 2018 yılından itibaren
işsizlik artmış ve ekonomik büyüme zayıflamıştır. Makroekonomik bozulmalar neticesinde
Türkiye küresel salgın krizine girmiştir (Kuzucu, 2022: s.271). Türkiye’de ekonomik
politika belirsizlikleri hem yurt içinde hem de yurt dışında gelebilecek olgulardan
etkilenmektedir. Nitekim 2001 krizi, 2008 krizi ve ulusal seçim dönemleri siyasi
belirsizlikler yaratmıştır. Dış etki olarak düşünüldüğünde ise 2008 küresel kriz ve 2011
yılında meydana gelen Avrupa borç krizi Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Nitekim
durgunluk yaşanmış, para gücünü elinde bulunduran kurumlar daraltıcı politikalara yönelme
kararı almıştır. Bütün bu etkilerden ziyade küresel salgının yaşanması da politika
belirsizliğini oldukça etkilemiştir (Kuzucu, 2022: s.272).

Pandemi öncesinde düşürülen politika faizleri, pandemi dönemine girildiğinde de


düşürülmüş; likidite sıkıntısı nedeniyle genişlemeci önlemler alınmıştır. Nitekim devlet iç
borçlanma senetleri piyasası bağlamında tahvil alımları yapılmıştır. Merkez Bankasının
uyguladığı genişletici önlemler sonucunda TCMB’nin bilançosu %50 dolaylarına artarak
büyümüştür (Kuzucu, 2022: s.273).

Nitekim parasal genişlemenin getirmiş olduğu etki neticesinde enflasyonist olarak


artış göstermiştir. 2020 yılının Ekim ayında millî paranın aşırı değer kaybetmesi ithal olarak
elde edilen girdilerin fiyatını yükselterek enflasyonun artmasına neden olmuştur. Dış borç
ve ülke ekonomisinde riskin artmasını da beraberinde getirmiştir (Küçükoğlu, 2021: s.1279).

(Bkz. Grafik 3.17) incelendiğinde 2000-2020 yılları arası sanayi kapasite kullanım
oranı 2007 yılında en yüksek seviyesine ulaşmış, küresel kriz sonucunda ise 2009 yılında
sert bir düşüş yaşayarak daralma göstermiştir. Kriz olarak ele alındığında aynı durum 2001

85
yılında da yaşanmış ancak küresel krizdeki düşüş gibi gerçekleşmemiştir. Yıllar itibarıyla
inişli ve çıkışlı değişim göstermiş, 2018 yılından itibaren ise 2020 yılına kadar sürekli düşüş
eğiliminde gerçekleşmiştir. Küresel kriz sonrasında para gücünü elinde bulunduran FED gibi
kuruluşlar parasal daralma yoluna giderek sonucunda küresel anlamda döviz darboğazı
yaşanmış, nitekim Türkiye’de olumsuz anlamda etkilenmiştir. Finansman bulundurma gücü
zayıfladığından dolayı, olası oluşacak kriz belirtilerinde önemli anlamda olumsuz etki
gösteren bir hal almıştır. Bir taraftan ülkede yaşanacak kırılmaların hassas boyutlara
ulaşmasıyla, yatırımcıların yatırım iştahını olumsuz etkilemesiyle risk algısının giderek
artmaya başlaması yatırımların ülkeden kaymasına neden olmuştur. Bir yandan döviz
finansmanı ihtiyacı, bir taraftan ise yatırımların ülkeden çekilmesiyle döviz darboğazının
giderek genişlemesine ve döviz kurunun yükselmesine neden olmuştur. Döviz kurunun
yükselmesi maliyetleri artırdığından dolayı piyasada likidite ihtiyacı artarak, ihtiyacı
gidermek için yıllar itibarıyla parasal genişleme artmıştır. Ancak yatırımları önceki
seviyenin yukarısına itecek sanayi üretim kapasitesini aşamamıştır. Nitekim 2018 yılından
2020 yılına kadar sürekli azalma göstermiş, hacimsel olarak genişleyen para arzı ise
enflasyonun yıllar itibarıyla sürekli artmasına neden olmuştur.

Gayrisafi yurt içi hâsıla (GSYH), bir ekonomide cari dönemde üretilen nihai tüm mal
ve hizmetlerin piyasa değeri ve miktarının parasal değerini göstermektedir (Ünsal, 2011:
s.45). 2001 yılında krizin yaşanmasıyla cari fiyatlarla kişi başına millî para cinsinden gelir
artmış ancak önceki 2000 yılına göre dolar bazında azalış göstermiştir. Bu yıldan sonra ise
gelir 2009’a kadar hem millî para cinsinden hem de dolar cinsinden birbirine yakın biçimde
artmıştır. Küresel krizin yaşanmasıyla millî para cinsinden cari fiyatlarla kişi başı gelir
artmış ancak dolar cinsinden ise düşüş gerçekleştirmiştir. Krizden sonra aradaki makas
giderek açılmış, millî para cinsinden kişi başı gelir 2020 yılına kadar sürekli olarak artmış
ancak 2017 yılından sonra dolar cinsinden kişi başı gelir 2020 yılına kadar azalmıştır. 2017
yılından sonra 10 bin doların altına düşmüş ancak millî para cinsinden ise katlayarak
artmıştır. Bu artışın sebebi ise ülke içinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatının yıllar
itibarıyla şişerek arttığı söylenebilir. Parasal genişleme fiyatlarda enflasyonist etki yaparak
Millî para cinsinden gelir artırıcı etki yaratmış, dolar cinsinden ise gelirin giderek düşmesiyle
artış nominal etki yaratarak, alım gücünde yukarı yönlü hareketten ziyade bu bağlamda aşağı
yönelmesiyle sonuçlandığı söylenebilir. (Bkz. Grafik 3.22) incelendiğinde dolar ve millî
para cinsinden kişi başına gelirin aradaki açığın giderek arttığı ve bu aradaki açığın fiyatların
yükselmesine ve enflasyona neden olduğu söylenebilir. (Bkz. Grafik 3.21)’de gösterilen

86
TÜFE verileriyle karşılaştırma yapıldığında, millî para cinsinden cari fiyatlarla kişi başı
gelirle aynı trend de sürekli arttığı açıktır.
600

500

400

300

200

100

0
2004 2006 2008 2010 2012 2014 2016 2018 2020

Grafik 3.21. 2003 ve 2020 Yılları Arası Aylık Tüfe Verileri (2003=100) (Kaynak:
TCMB)

70.000,00
60.000,00
50.000,00
40.000,00
30.000,00
20.000,00
10.000,00
0,00

Kişi Başına GSYH-TL(Cari Fiyatlarla) Kişi Başı GSYH-Dolar(Cari Fiyatlarla)

Grafik 3.22. 2000-2020 Yılları Arası Cari Fiyatlarla Kişi Başı Gelir (TL-Dolar)
(Kaynak: TOBB)
2.500.000

2.000.000

1.500.000

1.000.000

500.000

0
0 1.000.000 2.000.000 3.000.000 4.000.000 5.000.000 6.000.000

Grafik 3.23. 2000-2020 Yılları Arası TÜFE ve Para Arzı Regresyon Analizi
(Kaynak: TCMB ve https://ekonomiatlasi.com)

87
InX1(Y) = β0 + β1InX2 + µ (18)

InX1: TÜFE

InX2: Para Arzı

Y= -7.129 + 0.580X2 (19)

R= 0.98

Tüketici fiyat endeksi ve para arzı arasında çok güçlü bir korelasyon vardır. Parasal
genişleme yaşandığında enflasyon oranı önemli biçimde etkilenmektedir. Grafiklerden de
anlaşılacağı üzere (Bkz. Grafik 3.21 ve Grafik 3.22) fiyat artışlarının son yıllarda hızla
yukarı yönlü hareket ettiği ve cari fiyatlarla kişi başı millî gelirin (TL) aynı trend izledikleri
yukarı yönlü artışın parasal şişkinlik yarattığı açıktır. (Bkz. Grafik 3.24)’te yıllar itibarıyla
para arzı değişimleri gösterilmiştir. Para arzının izlediği trend de bahsedilen grafiklerle aynı
seyri izlediği açıktır. Yıllar itibarıyla genişleyen para arzının enflasyonu da beraberinde
getirdiği söylenebilir.

4.000.000.000,00
3.500.000.000,00
3.000.000.000,00
2.500.000.000,00
2.000.000.000,00
1.500.000.000,00
1.000.000.000,00
500.000.000,00
0,00
2010
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009

2011
2012
2013
2014
2015
2015
2017
2018
2019
2020

Grafik 3.24. 2000-2020 Yılları Arası Para Arzı Değişimleri (Kaynak: TCMB)

3.2.2.3. Enflasyonun Petrol Fiyatlarıyla İlişkisi

Kelime anlamı itibarıyla enerji, bir hareket sonucu harcanan güçtür. Günümüz
dünyasında insanların vazgeçilmez ihtiyaçları arasındadır. Isınmada, sanayide, ulaşımda ve
birçok alanda kullanılmaktadır. Bu anlamda toplumun refah seviyesini önemli anlamda
belirlemektedir. Ülkelerin kalkınması açısından ise önemli bir araç olarak karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim enerji anlamında zengin ülkeler dışa az bağımlı olurken, fakir kalan
ülkelerde ise enerji ihtiyaçlarını dış ülkelerden karşılamak zorunda kalmaktadır. Bu anlamda

88
bağımlı ülke hâline gelmektedir (Dinçer ve Karakuş, 2020: s.2). Nitekim bu önemli ihtiyacı
elde edebilmek açısından savaşlar bile çıkmaktadır (Bahtiyar, 2021: s.139). Türkiye,
neredeyse kuruluşundan günümüze kadar petrolü dışardan almak zorunda kalan bir ülke
olmuştur. Bu anlamda oldukça dışa bağımlı bir ülkedir (Çalışkan, 2009: s.306). Nitekim
1973 petrol krizinin yaşanması sonucunda 1974 yılı itibarıyla fiyatı 2.5 dolar olan petrolün
11.6 dolara yükselmesiyle dış ticaret açığını oldukça etkilemiştir (Öztürk ve Saygın, 2017:
s.6).

Dinçer ve Karakuş (2020); petrol fiyatları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz


etmişler, Pedroni ve Kao panel eşbütünleşme analizleriyle petrol fiyatları ve enflasyon
arasında ilişkinin olduğunu ve bu ilişkinin uzun süreli olduğunu ortaya koymuşlardır. Özata
(2019) ise ARDL testiyle petrol fiyatlarında meydana gelen dalgalanmanın TÜFE ve ÜFE
fiyatlarında uzun dönem itibarıyla asimetrik, kısa dönemli ise simetrik olduğu sonucuna
varmıştır.

Petrol, Türkiye ekonomisinde enerji tüketiminde önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de
petrol üretimi artmaktadır ancak talebin giderek artmasından dolayı ülke içindeki üretim
tüketimi karşılayamamaktadır. İmkânlar neticesinde kaynakların sınırlı kalmasıyla talebin
%90’dan daha fazlasını ithal etmek durumunda kalmaktadır. Yıllar itibarıyla incelendiğinde
petrol üretimi, ithalatının oldukça gerisinde kalmaktadır. Bu durum ise dış ticaret açığının
oluşmasında önemli yer tutmaktadır (TSKB).

Grafik 3.25. 2000-2020 Yılları Arası Türkiye’de Petrol İthalatı ve Üretimi (Kaynak:
www.tskb.com.tr)

89
17,30
28,70

17,60

10,70 25,70

Petrol Doğalgaz Linyit Taşkömür Diğer

Grafik 3.26. 2020 yılı Türkiye’de Enerji Tüketimi Dağılımı (Kaynak:


www.birgun.net)
Yıllar itibarıyla artan enerji talebi tüketimde artış göstermiş; talebin artmasından
dolayı yerli üretim, talebin giderek gerisinde kalarak enerji ihtiyacının %75 dolaylarına
kadar ithalat yoluyla karşılamak zorunda kalmıştır (Yiğit ve Açıkalın, 2019: s.326).
Türkiye’de genel anlamda ithal edilen ürünlerin %72.6’sı olarak sanayi ve enerji üretmek
için ham maddeler yer almaktadır. Bu ürünler içesinde en çok pay alan kalemler ise petrol
ve doğalgaz olmuştur. Petrol ve doğalgaz talep miktarlarının yıllar içinde artış göstermesi
sonucunda, bu kalemler enerji talebinde artışa neden olduğundan enerjideki bağımlılığı ve
cari açığı önemli anlamda etkilemektedir (Konak, 2019: s.207). Bu bağlamda petrol ve petrol
ürünlerindeki dış alım, toplam ithalatın yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır. Alımlar döviz
cinsi fiyatlarla gerçekleştirildiğinden dolayı döviz kurunda artış yaşandığında dövize bağlı
fiyatların artmasına neden olmaktadır. Uluslararası fiyatların artması da yine üretimdeki
maliyetleri artırıcı etkisi vardır. Döviz kuru ve dış fiyatlardaki değişimler üretim fiyatlarını
oldukça etkilemektedir. Bu bağlamda ekonomik büyüme için oldukça önemlidir.
Gerçekleşen fiyat artışları ekonomide enflasyonu artıracağından dolayı cari fiyatların
artmasına ve ekonomik büyümenin parasal anlamda (enflasyonist) büyümesine yol açacaktır
(Sever ve Han, 2016: s.91).

90
7.000.000

6.000.000

5.000.000

4.000.000

3.000.000

2.000.000

1.000.000

0
1.600.000 1.650.000 1.700.000 1.750.000 1.800.000 1.850.000 1.900.000 1.950.000

Grafik 3.27. 2000-2020 Yılları Arası Toptan Eşya ÜFE ve Brend Petrol fiyatları
Regresyon Analizi (Kaynak: TCMB)
InX2 (Y) = β0 + β1InX3 + µ (20)

InX2: Toptan Eşya ÜFE

InX3: Brend Petrol Fiyatları

Y= 14.53 + 0.72X3 (21)

R= 0.93

Petrol fiyatlarında meydana gelecek bir artış üretici fiyatlarını çok güçlü olasılıkla
artıracaktır. Türkiye’de yaşanan petrol darboğazı enflasyonun artmasına teşkil eden önemli
bir sorundur. Enerji kategorisi içinde yer alması bakımından önemli anlamda yer
tutmaktadır. Türkiye’de taş kömürü ve linyit çıkarımı yapılmaktadır. Çıkarılan madenler
enerjiye dönüştürülmekte ancak ülke genelinin ihtiyacını karşılamaya yetmemektedir
(Yıldırım Küçükönder, 2014: s.66). Bu durum ise alternatif dış alım yaratmakta ve döviz
talebinin artmasına neden olmaktadır. Cari açığın %72’sini enerji açığı oluşturmaktadır.
Nitekim ülkenin tasarruflarını olumsuz anlamda etkilemektedir. Tasarruf
yaratılamadığından dolayı yatırımlar olumsuz etkilenmekte, yatırımlardan ziyade cari açığın
finansmanı için borçlanma gereği duyulmaktadır. Borçlanma olgusu ise yüksek anlamda
faizi getirmektedir. Kur ve enerji fiyatlarına bağlı yaşanan artışlar ülke içindeki fiyatların
yükselmesinde oldukça belirleyici sorunlardır. Nitekim yaşanan krizlerin temelinde döviz
darboğazı yer almaktadır. Ülke içi, küresel ve siyasi krizler ekonomide güven ve risk
unsurunu oldukça etkilemektedir. Risk unsurunun artmasıyla ülke içine yapılan yatırımlar

91
ülke dışına kaymakta ve yerli halkın spekülatif olarak döviz talebini artırmasına neden
olmaktadır. Yaşanan bu olgular döviz kurunu yükseltmekte ve millî paranın değer
kaybetmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda ülkede aşırı kıt elde edilen ve talebi önemli
anlamda karşılayamayan petrol ve buna bağlı enerji ihtiyacı yurt dışından temin edilmekte,
ülke içi fiyatları ise döviz kuruna bağlı olduğundan enflasyona neden olmaktadır.

3.2.2.4. Enflasyonun Döviz Kuruyla İlişkisi

Döviz kuru, gelişmekte olan ekonomiler açısından önem arz etmektedir. Nitekim
döviz kuruna bağlı değişim fiyatları oldukça etkilemektedir. Özellikle üretim girdisi ithalat
yoluyla karşılanan ekonomilerde maliyetinin finansmanı döviz cinsinden karşılanacağından
dolayı döviz kurunda yaşanan artışlar ülke içinde fiyatlar genel düzeyini de artıracaktır. Aynı
şekilde tüketimi ithal yollarla karşılanan mallarda döviz kuruna bağlı yaşanan değişimler
ülke içindeki fiyatları etkileyecektir (Gül ve Ekinci, 2006: s.92). Türk (2016), yaptığı
çalışmasında VAR modeli çerçevesinde döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi
açıklamıştır. Döviz kurunun değişimi enflasyonda etki yaratırken enflasyondaki değişimin
döviz kurunu etkilemediği sonucuna ulaşmıştır. Nitekim Türkiye’de gelişmekte olan
ekonomiler arasında yer aldığından döviz kurundaki değişim fiyatlar genel düzeyini
etkilemektedir. Türkiye’nin tarihî sürecinde birçok kriz yaşanmış ve bu krizlerin birçoğu
döviz krizinden kaynaklanmıştır. Nitekim 1994, 2000, 2001 ve 2018 yılında yaşanan krizler
döviz kurundan dolayı gerçekleşmiştir (Şen ve Taşdelen, 2019; Türk, 2016). Türkiye yer altı
kaynaklarında özellikle enerji anlamında giderek artan talebi yeteri kadar
karşılayamamaktadır. Bu anlamda oldukça dışa bağımlı olduğundan ithal ikame sisteminden
uzaktır. İç talebi karşılayabilmek için dövize oldukça ihtiyaç duymaktadır. Ekonomide
yapılan politikaların çoğunluğu ise dövizi elde tutma çabasıdır. Nitekim 2000 ve 2001
krizlerinin yaşanmasıyla mevcut olan kur rejiminin terk edilmesiyle dalgalı kur rejimi
benimsenmiş ancak millî paranın da değer kaybetmesi sonucu 2001 yılında ekonomik
büyüme önemli anlamda daralmıştır (Türk, 2016: 82). Döviz kuru ekonomide güvenin kilit
noktalarından birisidir. Nitekim ülke içinde yaşanan bunalımlar karar birimlerinde risk
algısını artırdığından insanların mevcut elindeki parasının değerini korumak için dövize
yönelmeleri ve yatırımlarını ülkeden çekmesi önemli bir husustur. Bu husus ise ülke
fiyatlarını yakından ilgilendirdiğinden enflasyon tehlikesi arz etmektedir.

Nitekim 2018 yılında Türkiye ve ABD arasında yaşanan siyasal gelirim neticesinde
döviz kuru üzerinden saldırı gerçekleşerek 2000 yılından 2018 yılına tarihî yükselişi

92
yaşamıştır (Sezal, 2020: s.25). Önceki krizlerden uzun bir dönem sonra, 2018 yılında kur
saldırısının başlaması ve bu yıldan sonra ise benzer şekilde ülkede kur atakları yaşanmıştır.
Nitekim benzer etki, araştırmanın son dönemi olan 2020 yılından sonrada devam ederek
etkisini sert biçimde göstermiştir. Kur atağı, 2018 yılında ekonominin kırılma noktasıyla
beraber Brunson kriziyle başlamıştır. Ekonomide belirsizlik ortamının hâkim olmasıyla
üretimini dövizle yapan işletmeler, ülkeye yapılan yatırımların iştahı açısından cazibesi,
belirsizlik ortamında spekülatif olarak kâr elde etmeye çalışan birimler, enflasyondan
korunmak için dövize yönelen karar birimlerinin sayılabilecek nedenleri arasında etki
taşıdığı için ekonomi belirsizlik arasına girerek döviz kurunda aşırı yükselme meydana
getirmiştir. Özellikle kur krizi sonucu ve sonrasında piyasanın ateşini düşürmek için
müdahalelerde bulunulması, küresel salgın krizinin yaşanmasıyla devam eden müdahaleler
özellikle net rezervlerde düşüşe yol açmış, 2020 küresel salgın krizindeki müdahaleler
sonucu döviz kuru durgunluk trendine girse de belirsizlik ortamının etkisi dinmeyerek
çalışmanın son yılında da benzer etkisini göstermiştir (TOBB). Ülkedeki fiyatlar ise özellikle
ham maddesi ve nihai malların yurt dışından temin edilmesi kur hareketlerine göre
belirlendiği için döviz kurunun yükselmesi ülkedeki iç fiyatların artmasına neden olacaktır.

50

40

30

20

10

-10

-20
00 02 04 06 08 10 12 14 16 18 20

Grafik 3.28. 2000-2020 Yılları Arası ÜFE Birinci Fark Değişimi Grafiği (Kaynak:
TCMB)

93
1.0

0.8

0.6

0.4

0.2

0.0

-0.2

-0.4

-0.6
00 02 04 06 08 10 12 14 16 18 20
Grafik 3.29. 2000-2020 Yılları Arası Döviz Kuru (Dolar/TL) Birinci Fark Değişimi
Grafiği (Kaynak: TCMB)
Serilerin birinci farkı alınarak (Xt – Xt-1) oluşturulan grafiklerde görüleceği üzere
neredeyse aynı değişimler izlenmektedir. 2000, 2001, 2008 ve 2009 ve 2018 yıllarında
yaşanan kriz dönemlerinde döviz kuru üzerinde değişimleri etkilemiş, bu değişim ise benzer
biçimde enflasyonu etkilemiştir. Grafiklerden de anlaşılacağı üzere döviz kurunda meydana
gelen değişim üretici enflasyonunu oldukça etkilemektedir. Üretici enflasyonun artması ise
maliyetleri artırdığından dolayı artan fiyatın maliyetini finanse etmek için üretilen mal ve
hizmet fiyatlarına yansıtılacaktır. Bu durum ise tüketici fiyatlarını etkilemektedir.

1.830.000
1.825.000
1.820.000
1.815.000
1.810.000
1.805.000
1.800.000
1.795.000
1.790.000
1.785.000
0 1.000.000 2.000.000 3.000.000 4.000.000 5.000.000 6.000.000

Grafik 3.30. 2000-2020 Yılları Arası TÜFE ve Döviz Kuru (Dolar/TL) Regresyon
Analizi (Kaynak: TCMB)
InX1 (Y) = β0 + β1InX5 + µ (22)

InX1: TÜFE

InX5: Döviz Kuru (Dolar/TL)

94
Y= -120.23 + 6.89 X5 (23)

R: 0.96

Döviz kurunda meydana gelen değişim çok güçlü olasılıkla enflasyonu


etkilemektedir. Değişkenler arasındaki güçlü ilişki (Bkz. Grafik 3.28 ve Grafik 3.29)
grafiklerinden de anlaşılmaktadır.

3.2.2.5. Enflasyonun Bütçe Açıklarıyla İlişkisi

Belirlenen cari dönemde, bütçe giderlerinin gelirlerden daha fazla gerçekleşmesi


sonucu oluşan eksi değer bütçe açığı olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda bütçe açıkları
ve enflasyon birbirini tetikleyen unsurlardır. Gerçekleşen enflasyon bütçe açıklarını
oluşturmakta, bütçe açıkları ise enflasyonu olumsuz şekilde etkilemektedir (Abdioğlu ve
Terzi, 2009: s.195).

Bütçe açıkları sonucunda enflasyon olumsuz yönde etkilendiğinden, enflasyona


neden olan kategoride değerlendirilmiştir.

Nitekim oluşacak bütçe açıkları sonucunda bu açığı finanse etmek için merkez
bankaları parasal genişlemeye giderek enflasyona sorun olacaktır. Yani her iki olgu da
birbirini tetikler niteliktedir (Abdioğlu ve Terzi, 2009: s.195).

Gelişmekte olan ekonomilerde enflasyon sonucu devletin vergi gelirleri reel olarak
düşmektedir. Devletin enflasyon sonucu aşınan vergi kaybına “Tanzi Etkisi” denilmektedir
(Biçen vd., 2015: s.171).

Ekonomide yaşanan enflasyon sonucu vergi gelirleri reel anlamda azalırken


kamunun yapmış olduğu reel harcamalar da etkilenecektir. Yani enflasyon ve kamu
harcamaları arasında negatif bir ilişki vardır. Bu duruma ise “Patinkin” etkisi denilmektedir.
Bu etkiye göre yapılan gözlemde kamunun hedeflediği harcamalarının enflasyon sonucunda
gerçekleşen harcamaların gerisinde kaldığı ve bu açığın finansmanı için emisyon hacmini
artırması sonucu enflasyon yarattığı ileri sürülmüştür. Enflasyon sonucunda ise kamu
harcamalarının reel olarak azaldığı ileri sürülmüştür (Biçen vd., 2015: s.172).

Devlet, kişilerin kullanabilir gelirini artırmak için alması gereken vergi gelirini rızası
olarak vazgeçmesi veya bir kısmından feragat getirmesi vergi harcamaları olarak
tanımlanmaktadır. Bu harcama kişilere yapılan transfer niteliğinde bir ödeme taşıdığından
kamu harcaması olarak değerlendirilmektedir (Yoruldu, 2021: s.142).
95
Bütçe Dengesi=(Kamu Gelirleri – Kamu Harcamaları) (24)

Kamu Gelirleri(T)=(Vergi Geliri + Vergi Dışı Gelir) (25)

Kamu Harcamaları(G)=(Yatırım Harcaması + Personel Harcaması + Transfer


Harcaması + Diğer Cari Harcamalar) (26)

BD=T-G >0 Bütçe Fazlası (27)

BD=T-G<0 Bütçe Açığı (28)

BD=T-G=0 Denk Bütçe (29)

Klasiklere göre kamu harcamalarının artması toplam talebi artıracağından dolayı


sadece enflasyona neden olacaktır. Keynesyenlere göre ise enflasyon tam istihdamdan sonra
bir olgu olduğu için ve ekonomide likidite tuzağı varsayımında kamu harcamalarının artması
sonucu fiyatlar genel düzeyi değişmeyecek, istihdam artacaktır. Parasalcı görüşe göre,
ekonomide istihdamın artması kısa dönemde mümkünken uzun dönemde kamu
harcamalarının artması doğal işsizlik düzeyinde sadece enflasyona neden olmaktadır. Bu
görüşe göre bütçe açıklarının yalnız paranın emisyon hacmini artırarak finanse edilmesi
enflasyonu artıracaktır (Tekin ve Özçelik, 2019: s.130,131). Maraş ve Dumrul (2019)
yapmış oldukları çalışmalarında uzun dönem analiz modelleriyle, enflasyon ve bütçe
dengesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkinin olduğunu tespit etmişlerdir. Yapılan
tespit neticesinde enflasyon ve bütçe açıkları arasında negatif bir ilişkinin olduğu
belirtilmektedir. Bütçede meydana gelen açık neticesinde enflasyonun artış eğiliminde
gerçekleştiği, meydana gelecek fazlalıkta ise enflasyonun azalış eğilimine geçtiği sonucuna
varılmıştır. Altıntaş, Çetintaş ve Taban (2008) ise yapmış oldukları çalışmalarında 1992-
2006 yılları arası dönemi ARDL sınır testi yaklaşımı kullanarak analiz etmişler; parasal
genişleme ve enflasyon arasında pozitif bir ilişkinin olduğu belirtilerek, gerçekleşen bütçe
açığı sonucunda borçlanmaya gidilerek, borcun geri ödenmesi bakımından anapara ve faiz
ödemelerinin parasal genişlemeye yol açtığı “Patinkin” etkisi sonucuna ulaşılmıştır.

Kayıt dışı istihdam ve sonucunda sigortasız işçi istihdamı, vergi kaçakçılığı devletin
elde edeceği vergi gelirinde kayba neden olacaktır. Vergi geliri kaybı neticesinde bütçe
dengesinde bozulmalara neden olarak, kaybettiği geliri finanse etmek için yüksek faizle
borçlanacaktır. Neticesinde hane halkının refahını olumsuz etkileyecek ve alım gücü
olumsuz etkilenecektir (Alagöz, 2020: s.29).

96
Keynesyen sistemde belirtildiği gibi, gelişmekte olan ekonomilerde kamu
harcamaları sonucu ekonomik büyümeye etkisi olumlu yansıyacaktır. Nitekim Türkiye
gelişmekte olan ekonomiye sahip olduğu için kamu harcamaları yıllar itibarıyla artış
göstermiştir. Ancak yapılan harcama sonucu finansmanın açığı enflasyona teşkil etmektedir.
Neticesinde yapılan mali politika başarısızlığı bir sorun yaratarak yüksek enflasyona neden
olacaktır. Bir bakımdan hane halkının refahı endişesiyle hükümetler tarafından mali
düzenlemeler yapılmaktadır. Vergi affı, vergi indirimi, vergilerin ertelenmesi gibi çalışmalar
uygulanmaktadır. Bu anlamda yapılan çalışmalar sonucunda hedeflenen bütçenin
tutturulamaması ve vergi gelirinde harcama, aşınma ve gecikme durumlarında hükümetler
özelleştirme kanallarıyla ek gelir yaratacaklardır. Bir bakımdan ise bütçe açığında meydana
gelen açığı finanse etmek için kamu mal ve hizmetlerinin kullanımına fazladan maliyet
getirerek fiyatlama olumsuz etkilenecektir (Zabun, 2020: s.57, 58).

3.2.2.5.1. Türkiye’de Vergi Gelirinin Yavaşlamasında Neden Olan Etkenler

 Vergi Kapasitesinin Düşüklüğü


 Kayıt Dışı Ekonominin Fazlalığı
 Vergi Bilinci ve Gayretinin İstenilen Şekilde Ulaşılamaması
 Vergi Denetiminde Görülemeyen Aksaklıklar
 Vergide İstisna, Muafiyet ve Aflarının Fazlalığı
 Karar Birimlerinin Vergiye Direnç Göstermesi ve Vergiden
Kaçınmaları
 Vergide Düzenlenen Mevzuatlara Yeterince Önem Verilememesi
 Vergi Gelirinin Aşınması Sonucu Tanzi Etkisinin Görülmesi (Dağ ve
Tüğen, 2018: s.223, 224).
Türkiye ekonomisinde belirli zamanlarda bütçe açıkları Merkez Bankası
kaynaklarından karşılanmış, belirli zamanlarda iç ve dış borçlanmaya gidilerek
karşılanmıştır (Dağ ve Tüğen, 2018: s.236). 1980 yılı 24 Ocak kararları neticesinde önceki
dönemlerde gerçekleşen bütçe açıkları ve Merkez Bankası kaynaklarından karşılanan
fonlamalara kısıtlama getirilmiştir. Monetizasyon olarak adlandırılan uygulama, yerini iç
borçlanmaya bırakmıştır. Bu uygulamadan kısmi feragat getirilmesinin temel nedeni,
hükümetin parasal genişleme neticesinde artacak olan enflasyonun endişesiydi. Merkez
Bankasından borçlanmanın ikame finansmanı olarak belirlenen bankalar, monetizasyonun
getirdiği sorunları indirememiştir. Nitekim bankalarda parasal varlıkların şişmesine neden

97
olmuştur. Yani başvurulan iç borçlanma enflasyonun önüne geçememiş ve 1980 yılı sonrası
enflasyonu beraberinde getirmiştir (Dağ ve Tüğen, 2018: s.225). Nitekim monetizasyondan
vazgeçilmemiş, 1980 ve 1989 yılları arasında da uygulama bulmuştur. 1990’lı yıllarda ise
dış kaynaklarda borçlanma sınırlı hâle gelmiş, bütçe dengesinde aşırı sapmaların
yaşanmasıyla yine aynı şekilde açığın Merkez Bankasının kaynaklarından fonlanması, millî
paranın oldukça değerli duruma gelmesi ve neticesinde cari açığın aşırı yükselmesi 1994’te
yaşanacak krize neden olmuştur. Bu krizin oluşmasındaki temel neden ise yaşanan parasal
olgudur. Yaşanan kriz sonrasında Merkez Bankası kaynaklarına başvurmada önemli
sınırlamalar getirilmiştir. Sınırlamalar sonucunda iç borçlanma daha da artmış; 1999 yılında
yüksek enflasyon, yüksek reel faiz ve daralma sonucu 2000 yılı krizinin temelini oluşturarak
ekonomide güven sorunu sarsılmış ve finansal krizi beraberinde getirmiştir (Aydoğdu Bağcı,
2016: s.47). Nitekim 2000’li yılların başına kadar bütçe dengesinde olumsuz gelişmeler
kendini göstermiştir. Monetizasyon uygulaması 1998 yılından sonra tercih edilir özelliğini
kaybetmiş, 2001 yılında uygulamaya konan Merkez Bankası Kanunu neticesinde kısa vadeli
avans kullanımı ortadan kaldırılmıştır (Tutar, 2005: s.36). 2002 yılında uygulama bulan
“Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile de bütçe açıklarının finansmanı olarak kullanılan iç
ve dış borçlanma önemli anlamda azalmıştır. Nedeni ise bütçe açıklarının azalması ve kamu
mali disiplinin etkin biçimde sağlanmasıdır (Dağ ve Tüğen, 2018: s.225).

Nitekim uygulanan vergi tabanlı politikalar 2008 yılına kadar olumlu sonuç vermiş,
küresel krizin yaşanmasıyla bütçe dengesi 2009 yılında olumsuz etkilenmiş ve hedeflenen
açıktan yaklaşık olarak 5 kat fazla gerçekleşmiştir. Bu anlamda hedeflenen gelirin altında
bütçe geliri elde edilmiştir. Bu durumun nedeni ise yaşanan ekonomideki daralma nedeniyle
ithalat ve istihdam olumsuz yönde etkilenmiş, özelleştirme gelirleri beklenen seviyenin
altında gerçekleşmiştir. Yine aynı şekilde faiz dışı fazla önceki yıla göre %97 dolaylarında
azalma göstererek 986 milyon TL gerçekleşmiş ve hedeflenen tutarın oldukça altında
gerçekleşmiştir. Faiz dışı dengede beklenen tutarın altında kalmasının nedeni ise ekonomik
faaliyetlerin daralması sonucunda vergi performansının aşağı düşmesi ve bütçe giderlerinin
artması söylenebilir. 2008 yılında gelirin gideri karşılama oranı %92.3 olurken, 2009 yılında
%80.5 dolaylarına düşmüştür (TOBB, 2009: s.78, 79).

98
Tablo 3. 8. 2000-2020 Yılları Arası Bütçe Dengesi Göstergeleri
Milyon TL Ger: Gerçekleşen
TARİH Hedeflenen Hedeflenen Gerçekleşen Hedeflenen Hedeflen Ger. Ger. Ger.
Gider Gelir Faiz Dışı Faiz Dışı Bütçe Bütçe Bütçe Bütçe
Denge Denge Denge Geliri Gideri Dengesi
2020 1.095.461 956.588 -38.781 67 -138.873 1.029.493 1.202.236 -172.743
2019 960.976 880.359 -23.754 36.701 -80.616 875.280 1.000.027 -124.747
2018 762.753 696.829 1.346 5.776 -65.924 757.996 830.809 -72.813
2017 645.124 598.274 9.339 10.649 -46.851 630.349 677.722 -47.373
2016 570.507 540.819 20.989 26.312 -29.688 554.140 584.071 -29.932
2015 472.943 451.979 30.400 33.037 -20.963 483.386 506.992 -23.606
2014 436.433 403.175 27.242 18.742 -33.258 425.758 448.424 -22.666
2013 404.046 370.095 31.537 19.049 -33.951 389.682 408.225 -18.543
2012 350.948 329.845 19.625 29.146 -21.104 332.475 361.887 -29.412
2011 312.573 279.027 24.773 13.954 -33.546 295.862 313.302 -17.439
2010 286.981 236.794 8.697 6.563 -50.187 254.277 294.359 -40.08
2009 259.156 248.758 986 47.102 -10.398 215.458 268.219 -52.761
2008 222.553 204.556 33.592 38.003 -17.997 208.898 225.967 -17.069
2007 204.989 188.159 34.848 36.116 -16.830 190.360 204.068 -13.708
2006 174.322 160.326 41.950 32.264 -13.996 173.483 178.126 -4.643
2005 155.628 126.491 37.563 27.303 -20.138 152.784 159.687 -6.903
2004 149.945 104.109 26.188 20.214 -45.836 110.721 141.021 -30.300
2003 145.949 100.782 18.405 20.283 -45.167 100.238 140.054 -39.816
2002 98.131 71.218 11.781 15.882 -26.913 75.593 115.683 -40.090
2001 79.000 49.300 12.026 11.568 -29.700 51.543 80.579 -29.036
2000 46.713 32.585 7.175 7.005 -14.128 33.440 46.705 -13.265

Kaynak: (TOBB ve T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı)

2009 yılında gerçekleşen bütçe açığının hedeflenen açıktan üzeri gerçekleşmesinin


nedeni ise kriz neticesinde ekonomi daralarak vergi gelirinde kısıntı yaratmış, ekonomik
büyümenin yavaşlamasına karşılık bu dönemde gerçekleşen mahalli seçimler neticesinde
harcamaların artması bütçe açığının artmasına neden olmuştur. Bir bakımdan ise kriz sonucu
alınan tedbirler neticesinde mali disiplinin zayıflamasına neden olmuş, uygulanan sıkı
maliye politikasının gevşetilmesiyle bütçe performansının telafisi içerinde belirsizliğe neden
olmuştur (TOBB, 2009: s.15). 2010 yılında ise beklenen ekonomik büyümeden daha iyi
sonuçlar alınmasıyla hedeflenenlerden üzeri iyileşmeler meydana gelmiştir. Ekonomik
büyümedeki performans ve vergi gelirlerinde düzenlemelerin yapılmasıyla ve faiz
giderlerinin düşmesi sonucu bütçe dengesinde olumlu sonuçlar yakalanmıştır. 2009 yılında
%80.5 dolaylarına düşen gelirin karşılama oranı, 2009 yılında %86.5 dolaylarına
yükselmiştir. 2009’un son aylarında ise vergi gelirlerindeki azalışın etkisi ve bu dönemde
gerçekleşen referandum öncesindeki faiz dışı harcamaların artmasıyla bütçe açığı yüksek
gerçekleşmiş ancak geçen yıla göre azalış göstermiştir (TOBB, 2010: s.88). 2010 ve 2011

99
yıllarında gerçekleşen büyüme bütçe dengesini olumlu etkilemiş ancak 2012 yılında küresel
durgunluğun yaşanması ve ekonomik büyümenin yavaşlamasıyla harcamalar beklenen
seviyenin üzerinde gerçekleşmiştir. Neticesinde ekonomik faaliyet yavaşlama sürecine
girerek vergi gelirlerindeki hızın azalışına neden olmuş; özellikle personel giderlerinin
artması, sosyal güvenlik açıklarında meydana gelen finansman ve faiz giderlerinin artması,
kamu alacaklarındaki düzenlemelerin geçen yıla göre bozulmaları bütçe açığını olumsuz
etkilemiştir (TOBB, 2012: s.131). 2013 yılında ise 2012 yılına göre iyi bir performans
yakalanmıştır. Bu durumun nedeni ise vergi gelirlerinin olumlu anlamda gelişmesi,
gerçekleştirilen özelleştirme gelirlerinin artması, hazinede meydana gelen uygun borçlanma,
faiz giderlerinde meydana gelen ılımlı seyirler etkili olarak geçen yıla göre daha az bütçe
açığı gerçekleşmiştir (TOBB, 2013: s.21). 2014 yılında ise geçen yıla göre bozulma meydana
gelmiş ancak hedeflenen açığın altında gerçekleşmiştir. Bu durumun etkili olmasında; artan
vergi gelirleri, kâr transferleri ve vergi dışı gelirler rol almıştır (TOBB, 2014: s.24). 2015
yılında ise geçen yılda olduğu gibi görünümünü korumuş, hedeflenen açığın altında bir tutar
yakalanmıştır. Bu durumun nedeninde ise dolayları vergilerin artması ve faiz giderlerinin
sınırlı gerçekleşmesi etkili olmuştur (TOBB: 2015: s.111). 2016 yılında ise sınırlı bir
iyileşme yakalanmış; cari transfer harcamaları, personel harcamaları, faiz dışı yapılan
harcamalar bütçedeki gerçekleşmeleri olumsuz yönde etkilemiştir. Vergi dışı gelirlerden
elde edilen artışlar ve faiz harcamalarının azalması ise bütçeyi olumlu etkilemiştir (TOBB,
2016: s.113). 2017 yılında bütçe gelir ve gider gerçekleşmeleri tahmin edilen tutarın
üzerinde gerçekleşmiş; cari transfer harcamaları, yatırım ve faiz harcamaları neticesinde
bütçe olumsuz etkilenmiş; vergideki gelirler ise bütçeye olumlu yansımıştır (TOBB, 2017:
s.99). 2018 yılında bütçe açığında hedeflenenden fazla gerçekleşerek sapma meydana gelmiş
ve bunun nedeni ise uygulanan para ve kur politikaların dış şoklar üzerinde mali disiplinin
zedeleneceği gerekçesiyle fiyat istikrarını elde edebilmek için maliye politikalarında
disiplinin elde edileceği karar alınmasıdır. Ekonominin canlanması için yapılan teşvik ve
sosyal yardımlar maliye politikasındaki uygulamanın sapmasına neden olarak bütçe açığının
artması ile sonuçlanmıştır. Faiz harcamalarında meydana gelen yükseliş cari transfer
harcamaları ve personel giderleri bütçeyi olumsuz etkilerken, vergi ve vergi dışı gelirlerde
meydana gelen artış olumlu etki yaratmıştır (TOBB, 2018: s.131). 2019 yılında talebin
daralması sonucu bütçe açığı hedeflenenin çok üzerinde gerçekleşmiş, buna bağlı olarak
vergi gelirinde düşüş yaşanmıştır. Personel ve cari harcamaların devam etmesi bütçede
sapmaya neden olmuş, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının gerçekleştirmiş olduğu kâr
transferi ve ihtiyat akçesinin aktarmış olduğu etki ise açığın giderek artmasını

100
sınırlandırmıştır. Bütçe gelirinin giderini karşılama oranı ise %87.6 dolaylarına inmiştir.
Gerçekleşen kalemler hedeflenenin olumsuz anlamda gerisinde kalarak bütçe açığı geçen
yıla göre oldukça fazla gerçekleşmiştir (TOBB, 2019: s.113). 2020 yılında küresel salgın
krizinin yaşanması sonucu genişletici maliye politikalarının etkisiyle bütçe dengesi oldukça
olumsuz etkilenmiştir. Bu bağlamda yapılan maliye politikasında kamu kaynakları eliyle
yapılan harcamalar hane halkına, reel sektör olmak üzere ve sağlık sistemlerine yöneltilen
harcamalar, vergisel desteklemeler ve nakdî ödemeler bütçe açığını derinleştirmiştir. Geçen
yıla göre gerçekleşen bütçe gelirinin gideri karşılama oranı %2 gerileyerek, %85.6
dolaylarına inmiştir. İşsizlik Sigorta Fonu’nun istihdam yönüyle koruma kullanımı
neticesinde ise bütçe açığının bozulmasını sınırlı tutmuştur (TOBB, 2020: s.124).

200.000

150.000

100.000

50.000

Grafik 3.31. 2000-2020 Yılları Arası Bütçe Açığı Değişimi (Kaynak: TOBB)
2000 ve 2001 kriz yıllarında bütçe açığı giderek artmış, 2002 yılında “Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programını” uygulamaya konarak azalış trendine girmiştir. Bütçe açığı
küresel krizin etkisiyle 2009 yılında sert biçimde yükselme göstermiş ve krizden sonra 2010
ve 2011 yılları arasında iyi bir ekonomik büyüme performansı içerisinde sert biçimde düşme
göstermiştir. 2012 yılında küresel anlamda durgunluk yaşanmış ve bu etkiyle bütçe açığı
tekrar artış göstermiştir. 2013 yılında özelleştirme gelirinde artış, hazinede meydana gelen
uygun borçlanma ve faiz giderlerindeki azalmaların etkisiyle bütçe olumlu gerçekleşerek
düşme göstermiştir (TOBB).

2013 yılından sonra özelleştirme gelirleri yıllar itibarıyla azalış göstermiştir. Bu


yıldan sonra ülkede meydana gelen sorunların da etkisiyle 2020 yılına kadar sert biçimde
yükselme göstermiştir. Vergi ve benzeri gelirlerin yetersiz kalması sonucunda devlet yıllar
itibarıyla özelleştirmeye gitmiş, 2013 yılında özelleştirme sonucu alınan verim, bundan
sonraki yıllarda verimini kaybederek bütçe açıklarının finansmanı için darboğaz yaratmış,
ülke içinde yaşanan bunalımların da beraberinde eşlik etmesi sonucunda bütçe açığının

101
giderek arttığı söylenebilir. Özellikle faiz dışı denge 2013 yılına kadar hemen hemen
hedeflenen değerin üzerinde gerçekleşmiş, küresel krizin etkisiyle 2009 yılında beklentinin
çok aşağıda kalmasıyla bu yıldan sonra beklentinin üzerine çıkmıştır. 2012 yılında küresel
anlamda durgunluğun kendini göstermesi sonucu beklentinin aşağısında kalmış, 2013 ve
2014 yılları beklenen faiz dışı dengenin üzerinde gerçekleştikten sonra 2014 yılından
itibaren sürekli ivme kaybetmiştir. 2018 yılında hedeflenenin altında sert bir şekilde
gerçekleşerek bundan sonraki yıllarda hedeflenen pozitif değerin ötesinde negatif olarak
gerçekleşmiştir (TOBB).

(Bkz. Grafik 3.32) Türkiye’nin 2000-2020 yılları itibarıyla kamu kesimi iç borç ve
kamu kesimi dış borçlarının toplamını göstermektedir. Borç stoku belirlenen yıllar itibarıyla
neredeyse sürekli artış göstermiş, son yıllarda ise sert biçimde artmıştır. Neticesinde gelişen
bu artışın enflasyona paralel trend çizdiği açıktır. Yıllar itibarıyla bütçe açıklarının artması,
finansmanı olan iç ve dış borç stoklarını da beraberinde artırarak enflasyona neden olduğunu
söylemek oldukça muhtemeldir.

2.500,0

2.000,0

1.500,0

1.000,0

500,0

0,0
2000 Ç4

2015 Ç4
2001 Ç3
2002 Ç2
2003 Ç1
2003 Ç4
2004 Ç3
2005 Ç2
2006 Ç1
2006 Ç4
2007 Ç3
2008 Ç2
2009 Ç1
2009 Ç4
2010 Ç3
2011 Ç2
2012 Ç1
2012 Ç4
2013 Ç3
2014 Ç2
2015 Ç1

2016 Ç3
2017 Ç2
2018 Ç1
2018 Ç4
2019 Ç3
2020 Ç2

Grafik 3.32. 2000-2020 Yılları Arası Kamu Kesimi Toplam Borç Stoku (Brüt)
(Kaynak: T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı)

3.2.2.6. Enflasyonun Faizle İlişkisi

Faiz, borçlanma sonucu elde edilen paranın maliyeti, borç veren taraf açısından
paranın fiyatı olarak tanımlanmaktadır (Demir, Erdoğdu ve Geyik, 2022: s.111). Bir diğer
anlamda, sermayedarların üretim sonucunda elde ettikleri pay veya sermayesini belirli bir
zaman karşılığı verip ödenecek parasal fiyattır (Erönal ve Tunalı, 2016: s.1416).

1930 yılında faiz ve enflasyon üzerinde çalışma yapan Irving Fisher, her ikisi
arasında bir korelasyonun olduğunu tespit etmiş ve hipotez ortaya koymuştur (Oğul, 2022:
s.50). Denge faizi hem mal hem de para piyasası tarafından etkilenmektedir. Nitekim

102
hipoteze göre beklenen enflasyon karşısında meydana gelecek bir değişme reel faizi
etkilemeyip nominal faizin artmasına neden olacaktır. Yani yapılan para politikası reel
faizler üzerinde etkin olmayacaktır. Bir anlamda reel faiz oranları reel değişkenler, enflasyon
ise beklentiler tarafından etkilenecektir. Bu hipoteze göre nominal faiz ve beklenen
enflasyonun aralarında pozitif bir korelasyon olduğudur (Oğul, 2022: s.50).

Faiz ve enflasyon arasında nedensellik bağlamında bir diğer durum ise faizin mi
enflasyonu etkilediği ya da enflasyonun mu faizi etkilediği sorusudur. Bu çıkarım
enflasyonun türüne göre değişmektedir.

Nitekim ekonomide talep enflasyonu yaşanıyorsa mevcut talebin düşürülmesi için


faizlerin artırılıp talebin kısılmasıyla, mevcut talebin tasarruflara yönlendirilmesiyle
enflasyonun düşürülmesi gerekmektedir. Yani ekonomide daha çok talep enflasyonu söz
konusu ise enflasyonun sebebiyle faizlerin yükselmesi durumu yaşanacaktır. Ancak
ekonomide daha çok maliyet enflasyonu söz konusu ise faizlerin artması durumunda
enflasyonda artacaktır. Faiz, borçlanan için bir maliyet unsuru taşıyacağından maliyetini
finanse etmek için üretici, fiyatlarına yansıtmak durumunda kalacaktır. Bu durumda
enflasyonun düşmesi için faizlerin düşmesi gerekecektir. Yani talep enflasyonu durumunda
faiz ve enflasyon arasında negatif yönlü bir korelasyon, maliyet enflasyonu durumunda ise
pozitif yünlü bir korelasyon mevcuttur (Karaçelik, 2018: s.45).

Bu bağlamda faizin hem enflasyona neden olduğu sorun hem de enflasyonun neden
olduğu sorun bağlamında değerlendirilebilir.

Oğul (2022) yaptığı çalışmada Fisher etkisinin Türkiye’de 1987 ve 2020 yılları arası
faiz ve enflasyon ilişkisini ARDL sınır testi bağlamında açıklayarak kısa dönem analizinde
istatistiksel olarak anlamsız, uzun dönemde ise enflasyonda %1 oranında artan değişimin
faizleri %1 oranında artırdığını, Fisher etkisinin Türkiye ekonomisinde tam etki yarattığını
tespit etmiştir. Erönal ve Tunalı (2016) ise 2003 ve 2014 yılları arsını konu aldıkları
incelemede Gregory-Hansen eşbütünleşme analizi ile yine aynı şekilde uzun dönemli
korelasyonun olduğunu tespit etmişlerdir. Sever ve Mızrak (2007) ise yaptıkları çalışmada,
1987-2006 yıllarını konu alarak VAR analiz yöntemiyle faiz, döviz kuru ve enflasyon
arasındaki korelasyonun ilişkisini analiz etmişlerdir. Analiz sonucuna göre döviz kurunun,
faiz ve enflasyonu önemli anlamda etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.

Enflasyonu yüksek olan ülkelerin ekonomilerinde de faizler yüksektir. ABD gibi


para gücünü elde bulunduran ekonomilerde döviz sıkıntısı yaşanmadığından dolayı ve

103
enflasyon oranları Türkiye ekonomisinden düşük düzeylerde olduğu gibi faiz oranları da
düşüktür. Nitekim gelişmekte olan ekonomilerin borç yapısıyla gelişmiş olan ekonomilerin
borç yapısı farklıdır. Borcun vadesi bağlamında uzun süreli ve kendi millî paralarıyla işlem
görmemektedir. Kısa vadede ve yabancı parayla işlem görülmesi faizlerin yüksek yapıda
olmasını ve maliyet yükü sorununu getirmektedir (Karacan, 2010: s.75).

30,00
24,00
25,00

20,00 17,00
15,00 12,00
10,00 7,00 8,25 7,50 8,00 8,00
5,75 5,75
4,50
5,00

0,00
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020
-5,00

TCMB(TÜRKİYE)% FED(ABD)% SNB(İSVİÇRE)% BOJ(JAPONYA)% BOE(İNGİLTERE)%

Grafik 3.33. 2010-2020 Yılları Belirli Ülkelerin Merkez Bankası Politika Faiz
Oranları (Kaynak: www.investing.com)

25
20,3
20
14,60
15 11,92 11,84
10,45
8,17 8,81 8,53
10 6,4 7,4
6,16
5

0
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020
-5

TÜRKİYE(TÜFE) ABD(TÜFE) İSVİÇRE(TÜFE) JAPONYA(TÜFE) İNGİLTERE(TÜFE)

Grafik 3.34. 2010-2020 Yılları Belirli Ülkelerin TÜFE Verileri (Kaynak:


www.investing.com)
Dövize bağımlı ekonomilerde borçlanma maliyeti, döviz ve kuru oldukça
etkilemektedir. Maliyet ve kur yapısı sağlam olan ekonomilerde borç yönetimi bu denli
sağlıklıdır. Bu bağlamda kamu borcu kendi içerisinde oluşturduğu riski ortadan

104
kaldıracaktır. Sonucunda ise ekonomide oluşacak finansal risk, risk olma algısını geçersiz
kılacaktır (Karacan, 2020: s.75). Nitekim 2000 ve 2001 krizleri öncesinde bütçe açıklarında
meydana gelen önemli açılmalar, kamu borç yönetiminin zayıf ve yetersiz kalması finansal
riski artırdığından dolayı 2000 ve 2001 krizlerinin temelini oluşturmuştur (Bayraktar, 2010:
s.463). Kriz dönemlerinde faizler çok yükselmiş ve finansal kriz meydana gelmiştir. 2001
krizinden sonra alınan 2002 yılında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” çerçevesinde mali
disiplin ve altyapısının sağlam temellerle inşa edilmesi sonucu hem faizler düşmüş hem de
enflasyon rakamları düşmüştür (Zabun, 2020: s.59). Nitekim güçlü temellerle oluşturulan
mali altyapı sonucunda küresel kriz döneminde finans sektörü krizden hafif etkilerle
sıyrılmıştır (Engin ve Göllüce, 2016: 34). Ekonomideki borç stokunun yapısal durumunda
bozukluk mevcut ise devletin bütçesinde risk yaratacaktır. Devlet ekonomileri ise risk
unsuru çerçevesinde kendi yapılarına göre hareket etmek durumunda kalacaklardır
(Karacan, 2020: s.75). Küresel krizin etkisinden sonra ABD gibi para gücünü elinde tutan
ekonomiler parasal daralma yoluna giderek gelişmekte olan ekonomilerde dış borçlanma
olgusu daha zor hâle gelmiş, borçlanmanın maliyetini ise olumsuz yönde etkilemiştir.
Nitekim 2001 yılının Eylül ayında ABD’de meydana gelen terör saldırısı sonucunda ABD,
kendi ekonomisini canlandırmak için kısa vadeli faiz oranını düşük tutma yoluna gitmiştir.
Düşük faizler sonucunda ise borçlanma maliyeti yatırımcılar için daha cazip hâle gelerek
orta gelirlilerin konut talebi oldukça artmaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerin
ekonomilerine etkisi ise parasal genişleme sonucu emtiada şişme meydana gelerek buna
bağlı refah dönemleri yaşanmaktaydı. Yaşanan refah sonucu gelişmekte olan ekonomilerin
büyümesi olumlu seyrederken, küresel yatırımcılar ise stabil büyüme sonucu yatırımlarını
gelişmekte olan ülkelere yapmaktaydı. Bu durum ise gelişmekte olan ekonomilerde döviz
ve emtia bollaşması yaratmaktaydı (Demirel ve Şeker, 2019: s.3). Nitekim Türkiye’de
gelişmekte olan bir ekonomi olduğu için emtia genişlemesinin de etkisiyle 2002 yılından
küresel kriz ve tedbirlerine kadar olumlu biçimde faydalanmıştır. FED’in uzunca bir süre
faizi düşük tutması ise konut talebine bağlı çekilen kredilerin sistemsiz biçimde çalışması,
küresel krizin temelini oluşturmuştur (Ertuğrul vd., 2010: s.61). Krizin etkisi gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri için farklı sonuçlar doğurmuştur. Nitekim krizin
etkisinde gelişmekte olan ekonomilerde enflasyon, gelişmiş ekonomilere ise resesyona yol
açmıştır (Demirel ve Şeker, 2019: s.3). ABD’de resesyon yaşanması sonucu ekonomide
durgunluk yaşanarak piyasayı canlandırmak için 2008’den 2014 yılına kadar varlık alımları
yapmıştır. Bu bağlamda varlık alımı yaparak ve faizleri düşürerek 2.5 trilyon dolar parasal
genişleme gerçekleştirmiştir. Program dâhilinde gerçekleştirdiği genişlemenin 3. program

105
fazında piyasayı canlandırmayı başarmıştır. 2014 yılının son etkisine kadar para
genişlemesini ciddi anlamda artırmış; 2007 yılında varlıksal bağlamda 869 milyar dolar olan
hacim, 2014 yılı itibarıyla 4.5 trilyon dolar dolaylarına genişlemiştir (Demirel ve Şeker,
2019: s.3). ABD‘de piyasaların olası canlanması beklentisi içinde 2013 ve 2014 yılları
bağlamında artık parasal genişlemeyi durdurup daraltıcı politikalara yöneleceğini duyurarak
genişlemeye son vereceği mesajını vermiştir (TOBB).

Paranın yönetimini elinde bulunduran ABD gibi ülkelerin sıkı para politikasına
yönelmesi, gelişmekte olan ülkelerde döviz darboğazı yaratarak kurun artmasına ve buna
bağlı faizlerin yükselmesine yol açmaktadır. Nitekim Kangal (2021) yaptığı çalışmada VAR
analiziyle 1993 ve 2020 yılları arasını konu alarak FED‘in geleneksel ve geleneksel olmayan
para politikası bağlamında gelişmekte olan ülke ekonomilerinin üzerindeki etkisini
açıklamıştır. Geleneksel olmayan bağlamda bilanço genişlemesi neticesinde kişi başı gelirde
reel döviz kuru ve borçlanma açısından negatif sonuçlar yarattığı, yani kişi başına düşen
geliri azaltarak bir taraftan da reel kurun düşmesine ve enflasyonist etki yaratacağını
açıklamıştır. Geleneksel bağlamda ise faiz politikası neticesinde gelişmekte olan ülkelerin
ekonomilerinde enflasyonu etkilediğini, yani FED’in fonlama faizini artırması sonucu
gelişmekte olan ekonomilerde kırılganlığı ve risk primlerinin artmasına yol açarak enflasyon
olgusunun yaşanacağı sonucuna varmıştır. Bu durum ise hem borçlanma yapısını olumsuz
etkileyerek hem de bütçe dengesini olumsuz etkileyerek maliyet ve risk unsurunu
beraberinde getirecektir. Bu bağlamda ise borçlanma stratejisi etkin ve tutarlı
gerçekleştirilmelidir. Etkin gerçekleştirilemeyen stratejilerde ise ekonominin içinde
bulunduğu siyasi ve coğrafi olgular gibi meydana gelen bunalımlarında tetiklemesiyle
ekonominin gidişatında olumsuz soru yaratarak, yatırımcılar açısından ileriye dönük risk
algılamasına neden olacaktır. Bir yandan döviz darboğazı nedeniyle güçlükle karşılanan
borçlanma, bir yandan ise risk algısı sonucunda yatırımcıların kamu kesimine borç vermeme
isteği kamu borç yönetimini önemli anlamda etkiyecektir. Borçlanma konusunda güçlük
çeken ekonomiler, borçlanmalarını hem iç hem de dış kaynaklardan uzun vadeli
borçlanamayarak kısa vadeli borçlanmaya neden olmakta ve yüksek faiz ödeyerek borç
maliyetine neden olabilmektedir (Karacan, 2020: s.75).

Türkiye ekonomisinde incelemenin son yıllarında bütçe açığı giderek artış göstermiş,
genel anlamda nedeni ise vergi gelirinin istenen biçimde elde edilememesi, özelleştirme
gelirinin yıllar içinde azalış göstererek ivme kaybetmesi, vergi dışı gelirin son yıllarda
istenen seviyelere ulaşamamasıdır (TOBB). Hazinenin borç yükünü giderek artırarak, yıllar

106
itibarıyla faiz ödemesini artırmak durumunda kalmıştır. Son yıllarda millî para cinsinden
faiz ödemeleri sürekli artmıştır. 2003 yılından 2020 yılı itibarıyla toplam 500 milyar 900
milyon dolaylarında faiz ödemesi yapıldığı bilinmektedir (www.dogrulukpayi.com).

BÜTÇE FAİZ ÖDEMESİ (MİLYAR TL)

136,19
106,10
75,19
58,05

56,94
56,77

53,86
52,86
51,87

50,90
50,42

49,93
48,62
48,60

48,42
46,22
45,77

42,67
200320042005200620072008200920102011201220132014201520162017201820192020

Grafik 3.35. 2003-2020 Yılları Arası Bütçe Faiz Ödemeleri (Kaynak:


www.dogrulukpayi.com)
TEPAV (2019)’ın raporuna göre Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den giden doğrudan
yatırımlar analiz edilerek; Türkiye’den giden doğrudan yatırımların Türkiye’ye gelen
doğrudan yatırımlara oranı ile hesaplanan, ülkeye yapılan yatırımların cazibesi açısından
değerlendirilerek 2002 yılından 2008 yılına kadar oranlandığında azalma gösteren eğilim
çizgisi, 2008 yılından 2020 yılına kadar pozitif yönde yükseliş trendine geçmiştir. Bu ise
ülkeye yapılan yatırımların cazibesinin yıllar itibarıyla azaldığını göstermektedir (Tepav,
2019: s.5).

Yatırımcılar gelecekte beklenti ve risk yapısı çerçevesinde yatırımlarını yapacak


olduklarında ise faizlerin belirleyicisi ve geleceğe yönelik vade yapısı, ülkede oluşacak
enflasyon açısından oldukça önemlidir. Karar birimlerinin geleceğe yönelik yaptığı
yatırımlar, algıladıkları risk unsuruna göre faiz oranlarını da etkilemektedir. Gelecekte belirli
ve artan vadede yatırımcılar tasarruflarını yüksek faiz oranında saklamak istiyorlarsa
gelecekte olan enflasyonun habercisi niteliği taşımaktadır. Yani faizin beklentisi
enflasyonunda beklentisi niteliğindedir. Bu araca ise verim veya getiri eğrisi denilmektedir
(Kahyaoğlu ve Tüzün, 2021: s.198). Merkez bankaları kısa vadeli para politikası ile faiz
yapısına yön vererek piyasaya müdahale etmektedir ancak uzun vadede bu mümkün
olmamaktadır. Merkez bankaları, uzun vadeye yapılan yatırımların enflasyonun habercisi
olan getiri eğrisinin görünümüyle para politikasını yapmaktadırlar (TCMB, 2019: s.1).

107
Kahyaoğlu ve Tüzün (2021) yapmış oldukları çalışmada, Türkiye ekonomisinin 2003
ve 2018 yılları arası yatırımları, faiz oranı ve vade yapısı çerçevesinde değerlendirmeye
almışlardır. Yapılan çalışmada makroekonomik ilişki ve getiri eğrisi bağlamında analiz
edilmiş ve asimetrik bilgiye ulaşmıştır. Merkez bankası ve politika yapıcılarının faiz
oranlarındaki vade yapılarının meydana gelen asimetrik olgunun dikkate almaları gerektiği
vurgusunu yapmış, asimetrik olgunun ise vade yapısının belirlenmesinde dış şokların etkili
olduğu ve ekonomideki kırılganlığın belirleyicisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

Bu bilgilerden hareketle Türkiye’nin 10 yıllık tahvil faiz getirileri verilmiştir.


Yatırım vadesi getirisi yıllar itibarıyla artış eğilimindedir. Özellikle 2008 ve 2009 yıllarında
meydana gelen küresel kriz dönemlerinde vade getirisinin yükselme trendine girdiği, aynı
zamanda 2018 yılında meydana gelen kur krizi neticesinde yatırımların faiz getirisinin
yükselme trendine girdiği söylenebilir. Bu eğilim ise Türkiye ekonomisinde meydana gelen
ve yatırım azmini olumsuz etkileyen nedenler çerçevesinde, yatırımcıların gelecekte risk
beklentisi olgusuyla ileriye dönük enflasyonun artacağı beklentisi içinde kaldıkları
söylenebilir.

25

20

15

10

0
Tem.09 Kas.10 Nis.12 Ağu.13 Ara.14 May.16 Eyl.17 Şub.19 Haz.20 Eki.21

Grafik 3.36. 2010-2020 Yılları Türkiye’de 10 Yıllık Vadeli Tahvil Faiz Getirileri
Aylık Verileri (Kaynak: www.investing.com)

3.2.2.7. Enflasyonun Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi

Yatırım, karar birimlerinin tasarruflarını hedefledikleri beklenen getiriyi elde etmek


ve alternatif gelir yaratmak için tüketimden vazgeçtikleri bedelin karşılığı olarak tanımlanır
(Aydın, Korkmaz ve Sayılgan, 2013). Yatırım yaparken ise bazı sistematik olarak risk
unsuru meydana gelmektedir. Risk ise piyasa kanadında işlem gören menkul değerlerin

108
fiyatlarını bütünüyle etkileyen unsur olarak tanımlanmaktadır. Yani objektif ve sübjektif
olarak ele alınan yatırımların belirsizlik içerisinde hareket edilmesi, yatırımcıların bu
çerçevede karar aldıkları seçimdir (Demireli ve Usta, 2010: s.26).

Sistematik riskin oluşturduğu unsurlar:

 Satın Alma Gücüyle Meydana Gelen Risk


 Politik Koşullarla Meydana Gelen Risk
 Faiz Oranı Çerçevesinde Oluşan Risk
 Döviz Kuru Riski
 Piyasa Koşuluyla Meydana Gelen Risk (Aydın vd., 2013).
Yatırımcıların göz önünde tuttuğu en önemli risk unsurlarından biri enflasyon
riskidir. Bu risk unsuru Türkiye gibi yüksek anlamda enflasyon yaşayan ülkelerde önemli
bir sorun oluşturmaktadır. Fiyatların yükselmesi sonucu yatırımlar olumsuz anlamda
etkilenecek, enflasyon beklentisi belirsizliği ve mevcut enflasyonun varlığı yatırımların
değerini azaltacağından dolayı yatırım iştahı azalacak ve yatırımcı yatırımından vazgeçmek
durumunda kalacaktır (Demireli ve Usta, 2010: s.27). Bu anlamda enflasyonun neden olduğu
sorun bağlamında değerlendirilebilir. Bir diğer anlamda ise döviz kurunda meydana gelen
değişimlerin yatırımları olumsuz etkilemesidir. Kurda meydana gelen bir atış, ülkenin
ödemeler dengesini olumsuz etkilemesi ve enflasyonun yaşanması yatırım cazibesini yitirip
ülkeden dövizin dış kanallara kaymasını yaratacaktır. Yatırımların çekilmesiyle döviz kuru
etkilenip fiyatların yükselmesine neden olacaktır. Bu anlamda ise enflasyona neden olan
sorun bağlamında değerlendirilecektir. Yani her iki durum da birbirini etkiler niteliktedir
(Demireli ve Usta, 2010: s.28).

Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde kalkınmaları için ihtiyacı olan


kaynaklardan yoksundur. Bu sorunu çözebilmenin bir diğeri yabancı kaynakların ülkeye
girişi sağlanmasıdır. Yabancı yatırımcıların ülkeye yönelmeleri için birtakım durumlar söz
konusudur. Yatırımcı, eğer yatırım yapacağı ülke riskli ise yatırımını başka ülke kanallarına
çekebilecektir. Ülkede risk beklentisi içinde döviz kuru ve faiz oldukça etkilidir. Eğer döviz
kuru ve faiz anlamında aralarında istikrar durumu mevcut değilse doğrudan yabancı
yatırımlar ülkeden uzaklaşmaktadır (Karacan, 2010: s.79). Yatırımcıların dikkate aldıkları
önemli bir diğer husus ise politik risk unsurudur. Yatırımcının başka ülkelerde yapacağı
yatırımlar o ülkede siyasi belirsizlik taşıyorsa, yapacağı yatırım sonucunda kendi ülkesine
tekrar dönmesinin imkânı da zorluk taşıyorsa bunları dikkate alıp öyle yatırım yapacaktır.

109
Siyasi ve ekonomik anlamda risk taşıyan ülkelerde yatırım kararları oldukça önemlidir. Eğer
yatırım yapılacak ülkede bu sorunlar mevcutsa ülkeye yapılan yatırımların hızı
yavaşlayabilecektir (Korkmaz ve Topaloğlu, 2021: s.98).

Kurul (2021), Türkiye’de yabancı ve yurt içi yatırımları 1984 ve 2018 yıllarını esas
alarak ARDL yaklaşımıyla test etmiştir. Elde ettiği bulgulara göre doğrudan yerli ve yabancı
yatırımlar arasında uzun dönemli asimetrik tamamlayıcı bağ olduğu sonucuna varmıştır.

Ülkeden yurt dışına giden doğrudan yatırımlar ODI, yurt dışından ise ülkeye gelen
doğrudan yatırımlar FDI olarak ifade edilmektedir. ODI/FDI oranı ise ülkenin yatırım
ortamını göstermektedir. Yapılan yatırımların temeli, yatırımcılar açısından ülkenin iç pazar
yapısı, hukuki yapısı, iş gücünün yarattığı maliyet yapısı, vergi yükü unsuru, ülkenin siyasi
ve ekonomik ortamı ele alınarak değerlendirilmektedir (Tepav, 2019: s.2).

Bu bilgilerden hareketle Türkiye’de meydana gelen siyasi sorun ortamı, S-400


füzelerinin meydana getirdiği belirsizlik, ABD’nin yaptırım açıklamaları, kredi notunun
aşağı yönlü revize edilmesi, Türkiye’de yaşanan iç karışıklıklar, küresel salgın, krizin
Türkiye’de yarattı olumsuz etki doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde meydana gelen
olumsuz etkiler bağlamında açıklanabilir (Güney ve Hopoğlu, 2021; Tepav, 2019). (Bkz.
Grafik 3.37)’de görüleceği üzere son yıllarda ülkeden çıkan yatırımların giderek artıp, gelen
yatırımlar giderek azalış göstermiştir. Bu bağlamda oran giderek artış trendine girmiştir
(Tepav, 2019: s.5).
52,90

41,40
30,80
29,90

28,70
28,20

28,00

26,80

26,40

24,20
22,50
18,10

16,30

14,60
13,20

12,80
10,60

9,60
4,60

2 0 0 22 0 0 32 0 0 42 0 0 52 0 0 62 0 0 72 0 0 82 0 0 92 0 1 02 0 1 12 0 1 22 0 1 32 0 1 42 0 1 52 0 1 62 0 1 72 0 1 82 0 1 92 0 2 0

Grafik 3.37. 2002-2020 Yılları Arası Türkiye’den Giden ve Türkiye’ye Gelen


Yatırım Oranı (Kaynak: TEPAV ve www.dunya.com)

110
30,00
25,00
20,00
15,00
10,00
5,00
0,00
2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008

Grafik 3.38. 2002-2007 Yılları Arası Türkiye’de ODI/FDI Trendi (Kaynak:


TEPAV)

60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
0,00
2006 2008 2010 2012 2014 2016 2018 2020 2022

Grafik 3.39. 2008-2020 Yılları Arası Türkiye’de ODI/FDI Trendi (Kaynak: TEPAV
ve www.dunya.com)
2000’li yıllar itibarıyla durgun şekilde gerçekleşen yurt içi yatırım yönelimleri 2003
yılından sonra olumlu hareketlenme göstererek, (Bkz. Grafik 3.38)’de görüldüğü gibi 2002
ve 2007 yılları arası olumlu anlamda negatif trende dönmüş; 2008 ve 2020 yılları itibarıyla
ise inişli çıkışlı olumsuz anlamda pozitif trende dönmüştür. Bahsedilen bilgilerden hareketle,
Türkiye’ye yapılan yatırımların son yıllarda cazibesini kaybettiği anlaşılmaktadır (Tepav,
2019: s.4)

3.3. Enflasyonun Neden Olduğu Sorunlar

Enflasyona neden olan sorunların varlığı hâlinde, enflasyonun da sorun olduğu


durumlar mevcuttur. Yüksek enflasyonun yaşanması, satın alma gücünü olumsuz anlamda
etkilediği için üreticilerin gelirinde azalmaya neden olmakla beraber bireyleri de olumsuz
anlamda etkilemektedir. Enflasyonun artması ücretlerin yukarı yönde hareket etmesine baskı
yaratarak, ücretlerin artması sonucu maliyetleri yukarı çekecektir. Maliyetlere katlanamayan
üreticiler, üretimden belli bir oranda çekilerek arzda kısılmaya neden olacak ve bu durum
ise işsizliği beraberinde getirecektir (Akgül, 2022: s.475).

111
Yüksek enflasyonun varlığında tasarruf elde etme imkânı zorlaşarak elde edilen
tasarrufların yatırıma dönüşmesinden ziyade tüketime ayrılacaktır. Bu durum ise ülkenin
yatırım kapasitesinin aşılamamasına neden olacaktır. Cari fazla yaratmaktan ziyade cari açık
sorunu meydana gelerek dış tasarruf talebinin artmasına ve yüksek faiz olgusunun
gerçekleşmesine neden olacaktır (Ceylan, 2018: s.57). Enflasyonun yükselmesiyle hane
halkı ve bireyler ellerindeki bulunan tasarrufların alım gücünü düşürecek etkisinden
korunmak için çeşitli kanallara yatırarak enflasyondan korunmaya çalışacaklardır. Nitekim
enflasyondan en çok etkilenen dar gelirli kesim olurken en çok faydalanan kesim ise yüksek
gelirli gruplar olacaktır. Enflasyonun yüksek olması faizlerin yükselmesini de
getireceğinden gelir dağılımında eşitliğin bozulmasına neden olacaktır (Bakkal ve Gürdal,
2007: s.164, 165).

Enflasyonun yüksek düzeylerde seyretmesi, kanunun meşru görmediği yönelimlere


geçerek devletin gelirini sekteye uğratacak ve kayıt dışı ekonomiye neden olabilecektir.
Vergi kaçakçılığı, kayıt dışı istihdam gibi olguların yüksek seyretmesi kamu gelirini
azaltacağından dolayı devletin refahı sağlaması için gerekli olan yatırımlar azalacak ve
refahın sekteye uğramasına yol açacaktır (Zabun, 2020: s.70). Bir anlamda ise enflasyon
toplumun huzurunu ve mutluluk düzeyini önemli anlamda etkilemektedir. Enflasyon
ortamında mutsuzluk ortamı giderek artabilecektir (Aydın, 2020: s.140).

Bilgiler ışığında enflasyonun neden olduğu sorunlar; yatırım ve tasarruf, faktör geliri
ve gelir dağılımı, vergi geliri ve kaçakçılık ve sosyal bakımdan yarattığı sorunlar dört başlık
hâlinde ele alınıp daha sonra sonuç ve çözüm önerileri aşamasına geçilecektir.

3.3.1. Enflasyonun Neden Olduğu Sorunlar

 Enflasyonun Yatırım ve Tasarruflara Etkisi Bakımından Sorunu


 Enflasyonun Faktör Gelirlerine Etkisi ve Gelir Dağılımı Bakımından
Sorunu
 Enflasyonun Vergi Gelirleri ve Kaçakçılığına Yol Açtığı Sorun
 Enflasyonun Sosyal Bakımdan Yarattığı Sorun

3.3.1.1. Enflasyonun Yatırım ve Tasarruflara Etkisi Bakımından Sorunu

Hane halkı, gelirlerinin bir kısmını ihtiyaçlarına ayırdıktan sonra geri kalan kısmını
tasarruf şeklinde tutmaktadır. Yani tasarruf kelime anlamı ile harcanabilir gelirin

112
harcanmayan kısmıdır. Yine aynı şekilde kamu tasarrufları da hane halkı tasarruflarının
oluşturduğu özel tasarruflar gibidir. Kamu harcamalarından arta kalan birikimler ise kamu
tasarruflarını oluşturmaktadır. Hem kamu hem de özel tasarrufların toplamından meydana
gelen tasarruf ise ulusal tasarrufları oluşturacaktır (Ceylan, 2018: s.56). Ekonomik anlamda
büyümenin ise tasarruflar kanalıyla gerçekleştirileceği görüşü hâkimdir. Ekonomide
yatırımların gerçekleştirilmesi için tasarrufların istenen yükseklikte olması gerekmektedir.
Ekonomide enflasyonun yaşanmasıyla bireyler tasarruflarının değeri azalmaması
bakımından ellerindeki likitlerin değerini koruyacak alternatif arayışlara gireceklerdir. Bir
bakımdan enflasyon yaşandığında ihtiyaçların karşılanması için artan enflasyon kadar para
talebi artacak ve alım gücünü düşürücü etkisiyle tasarruf ve yatırımlarda düşüş meydana
gelecektir. Nitekim Gürbüz ve Karahan (2017), enflasyonun artması sonucu banka
kredilerine yönelimin artığını belirtmişlerdir. Yatırımların sekteye uğraması ise işsizliği
beraberinde getireceğinden dolayı arzda düşüş meydana gelerek tekrar enflasyona neden
olacaktır. Bir bakımdan ise enflasyonu düşürmek için uygulanan daraltıcı para politikasıyla
toplam talep gerileyeceğinden dolayı arzda verim düşüklüğüne neden olacaktır (Zabun,
2020: s.65). Nitekim Ceylan (2018), tasarrufların yatırımları sekteye uğratacak kanalların
yüksek faiz, ekonomide belirsizlik ve yüksek enflasyon gibi nedenlerin olduğunu
belirtmiştir. Enflasyon olgusu daha gelişmekte olan ekonomilerde yaşandığı için elde edilen
gelirin büyük bir payı tüketime ayrıldığından dolayı tasarruf imkânı bulamamaktadırlar. Bu
anlamda iç yatırım olgusu gelişmemektedir. Bu ülkelerde ekonomik açıdan dışa bağımlılık
oldukça fazla olduğu için elde edilen gelirin tasarrufa dönüşmeden dışa akmasına neden
olmakta, tasarruf açığı meydana gelmektedir. Bu açığı finanse etmek içi ise çeşitli kanallarla
sıcak para girişi rekabeti yaşanarak bir anlamda faizler yükselmektedir. Faizlerin yükselmesi
ise yatırımları sekteye uğratmaktadır (Okşak ve Özen, 2020: s.355). Günümüz koşullarında
dış açığın sürekli artmasıyla bu açığı finanse etmek için ulusal tasarrufların yanında dış
tasarruflara da rağbet duyulmakta ancak dış tasarruflar uzun koşullarda sürdürülememekte
ve cari açığın giderek artmasına neden olabilmektedir. Böylesi bir durumda ise ekonomide
yapısal sorunlara hatta krize neden olabilmektedir (Ceylan, 2018: s.56).

Enflasyondan etkilenen bir diğer husus ise orta ve küçük çaplı işletmelerdir.
Enflasyonun artmasıyla işletmesini döndüremeyen kuruluşlar kapanmak durumunda
kalacaklardır. İşletmelerin amacı kâr gütmektedir. Bununla birlikte enflasyonun artmasıyla
maliyetlerin finansmanını karşılayamayan işletmeler kapanmak durumunda kalırken büyük
ölçekli işletmeler tasarruf sıkıntısıyla karşı karşıya kalmayacaktır. Bu anlamda büyük

113
işletmeler faaliyet alanlarını genişletebilecek ve küçük işletmeler ise büyümekten ziyade
kapanmaya mecbur kalacaktır. Bu durum tekelleşme riski doğuracağından rekabet gücü
azalacak ve klikleşme başlayacaktır. Tekelin belirlediği fiyata ise boyun eğilmek zorunda
kalınacak ve bir anlamda enflasyona neden olabilecektir (Zabun, 2020: s.68). Nitekim
Türkiye’de yaşanan krizlerin etkisiyle birçok işletme iflas etmiş ve kapanma yoluna gitmiştir
(Aba ve Gültekin, 2011: s.206).

Okşak ve Özen (2020) yaptıkları çalışmada; Türkiye’de tasarruf ve enflasyon


arasındaki ilişkiyi konu alarak, ele aldıkları 1974 ve 2017 yıllarını ARDL testiyle her ikisi
arasında kısa ve uzun dönemde istatistiksel olarak anlamlı bulgulara ulaşarak kısa dönemde
meydana gelen enflasyondaki artış tasarrufları artırıyorken uzun dönemde enflasyonun
artması ise tasarrufları azalttığı sonucuna ulaşmışlardır. Ceylan (2018) ise Lee ve Strazicich
birim kök testi, Engle-Granger ko-entegrasyon testi ve Gregory-Hansen ko-entegrasyon
testini kullanarak 1985 ve 2014 yılları arası dönemini test ederek 1980’li ve 2000’li yıllar
bağlamında dönemsel değerlendirmiş; enflasyonun 1980 yıllarının ilk yarısından itibaren
2000 yıllarına kadar sürekli arttığı, 2000’li yılların ikici yarısı itibarıyla düştüğünü
vurgulamıştır. 2000’li yıllar öncesi enflasyonun var olması tasarruflarda artırıcı etki
yaratırken 2000’li yıllarda ise enflasyonun düşük seyretmesine bağlı tasarruf eğiliminin
azaldığı sonucuna varmıştır. Bu etkinin nedeni ise 2000’li yıllarda yapısal dönüşüm
mekanizmasının oluşturulması etkili olmuştur (Ceylan, 2018: s.65).

Nitekim Türkiye de gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığından enflasyon


yaşamakta ve tasarruftan ziyade dış ticaret açığı vermektedir. Bilgilerden hareketle bu
tasarruf açığını finanse etmek için ise iç veya dış borçlanmaya gitmektedir. Ele alınan yıllar
itibarıyla Türkiye ekonomisinde büyüme inişli ve çıkışlı değişim göstermekte, 2009 küresel
krizi döneminden önce elde ettiği büyüme rakamlarını elde edememektedir. Büyüme ise dış
talebe oldukça bağımlıdır. Bu nedenle dış talepte meydana gelen olumsuz bir şok, büyümede
olumsuz sonuçlar yaratacaktır. Nitekim 2001 yılı itibarıyla özel tasarrufun cari fiyat
GSYİH’e oranı %25.5, 2003 yılında %19.6, 2008’de %15.07, 2012 yılında ise %13.06
dolaylarına kadar inmiştir. Hane halkının kullanılabilir gelirlerindeki tasarruf oranları
değerlendirildiğinde ise 2009’da %10.2 gerçekleşerek 2011 yılına kadar azalmış, %9.3
gerçekleşmiştir. Tekrar 2017 yılına kadar artış gerçekleşmiş, 2017 yılında %15.1 seviyesine
çıktıktan sonra 2020 yılına kadar sert denecek düşüşte azalmıştır. Nitekim 2018 yılında
%13.9, 2019 yılında 12,8 ve 2020 yılında 10.9 dolaylarına kadar inmiştir (TÜİK). 2013 yılı
örnek alındığında Türkiye’de cari fiyatlarla özel tasarruf oranı %13 dolaylarında iken İsviçre

114
%38, Japonya %22, Norveç %39 gibi ülkelerin tasarruf oranlarının oldukça gerisinde kaldığı
açıktır. Yurt içindeki tasarrufların düşük seyretmesi ise yatırımları gerçekleştirmek için
finansmanını dış kaynaklarla sağlaması gerekecektir. Bu durum ise cari dengenin giderek
artmasına ve “Orta Gelir Tuzağının” gerçekleşmesine neden olabilmektedir (Sungur, 2016:
s.264).

(Bkz. Grafik 3.34)’te verildiği gibi Türkiye ve İsviçre karşılaştırıldığında Türkiye’de


yaşanan enflasyon, İsviçre’de yaşanan enflasyonun oldukça üzerinde seyrettiği açıktır. Bu
anlamda Türkiye’de enflasyonun önemli anlamda sorun teşkil ettiği ve bunun tasarruf ve
ödemeler dengesine sorun yarattığı açıktır. Türkiye’de cari fazlanın yaşandığı 2001 krizi ve
2018 kur krizinin yaşandığı yıldan sonra gelen, 2019 yılında yaşanan yıllara tekabül
etmektedir. Bu yıllardan sonra Türkiye ekonomisinde sürekli cari açık olgusu yaşanmış,
örneğe konu olan İsviçre’de ise cari açık verdiği dönemler olsa da uzun yıllar cari fazla
vermiştir. Bu durum ise Türkiye ekonomisinin gelişmekte olan ekonomiler arasında yer
aldığını sergilemektedir. Bilgilerden hareketle yıllar itibarıyla tasarruf yaratmaktan ziyade
ekonomik büyümesi için kaynağını dış kanallarla gerçekleştirmekte ve döviz gibi dış
varlıklara ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda enflasyonun Türkiye ekonomisi için tasarruf ve
yatırımlar bağlamında ele alınan yıllar itibarıyla sorun yarattığı oldukça muhtemeldir.

Grafik 3.40. 2000-2020 Yılları Arası Türkiye ve İsviçre’nin Cari İşlemler Dengesi
(Kaynak: tradingeconomics.com)

3.3.1.2. Enflasyonun Faktör Gelirlerine Etkisi ve Gelir Dağılımı Bakımından Sorunu

Tanım itibarıyla gelir, cari dönem içerisinde üretilen nihai mal ve hizmet gruplarının
üretiminde bulunan faktörlere ödenen tutardır. Gelir dağılımı ise ulusal anlamda gerçekleşen
gelirin gruplara dağıtılmasıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde fiyatların
115
piyasa mekanizma koşuluna göre belirlendiği durumda, devletin müdahalesi olmadan
belirlenmesi bakımından gelir dağılımında adil olunması beklenen bir durum değildir. Bu
nedenle devletler gelir dağılımını çeşitli mekanizmalarla adil hâle getirmeye çalışmaktadır
(Akbulut, 2021: s.148, 149).

Enflasyonun yaşanmasıyla emek faktörünün ücretli veya maaşlı kesiminin nominal


gelirinde artış yaşansa da reel gelirinde azalma meydana gelmekte ve alım gücünün
zayıflamasına neden olmaktadır. Bu durum ise sermaye faktöründe tam tersidir. Sermaye
sahibi ise devletin borçlanma kanadıyla devlet iç borçlanma senedini elde ederek gelirini
muhafaza etmekte ve reel faiz ödemesi sonucu gelirini artırmaktadır. Böyle bir durumda
sabit ücretli veya enflasyonun artışı kadar reel ücretini koruyamayan emek sahibi aleyhine,
sermaye sahibinin ise lehine sonuçlanmaktadır (Akbulut, 2021: s.160).

Gelir dağılımında meydana gelen dengesizlikler genel anlamda devlet iç borçlanması


sırasında anapara ve faiz ödemesi sonucunda yaşanmaktadır. Devletin borçlanma sırasında
meydana gelen gelir dağılımı dengesizliği DİBS alan taraflara, senetlerdeki faiz oranı ve
uygulanan vergi politikaları enflasyonist etki yaratarak adaletsizlik meydana
getirebilecektir. Nitekim anapara ve faiz ödemeleri bütçe dengesinde sapmalar
yaratacağından gelir ve gider dengesi olumsuz anlamda etkilenebilecektir. Sonucunda
ekonomik dengelerde bozulma meydana getirerek gelir dağılımını olumsuz anlamda
etkileyecektir. Bütçe açığında meydana gelen sapmalar sonucunda bu açığı finanse etmek
için devlet vergi kanallarıyla karşılayacaktır. Vergi yükü ise borç verenler açısından sorun
yaratmamakta, borç vermeyenler için ise külfet yaratmaktadır. Nitekim vergiler yoluyla
karşılanan borç yükü alt kesimden karşılanarak üst kesime aktarılarak finanse edilecek ve alt
kesimin gelirinde aşınma, üst kesimin ise gelirinde daha da artış yaratacaktır. Bu sürece
enflasyonda eklediğinde borç verenler için etki yaratmayacak, borcu finanse eden alt grup
için ise enflasyonun etkisiyle çift olumsuz etki yaratacaktır (Bakkal ve Gürdal, 2007: 164,
s.165).

Gelir dağılımındaki dengeleri göstermek için “Lorenz Eğrisi” ve “Gini Katsayısı”


kullanılmaktadır. Lorenz Eğirisi, Gini Katsayısı’ndan türetilmektedir. Gini Katsayısı 0 ile 1
arasında değer almaktadır. Gösterge 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında eşitsizlik artmakta, 0’a
yaklaştıkça ise eşitsizlik azalmaktadır (Akbulut, 2021: s.151).

A
Gini Katsayısı = (21)
A+B

116
Formülü ile elde edilir (Metin, 2019: 47).

Grafik 3.41. Örnek Lorenz Eğrisi Gösterimi (Kaynak: Metin, 2019: s.47)

0,45
0,44 0,44
0,43 0,428

0,42 0,42 0,415


0,404 0,408 0,41
0,41 0,404
0,4
0,4 0,4 0,405
0,406 0,405 0,395
0,39 0,402 0,402 0,397
0,38 0,391
0,38
0,37
0,36
0,35

Grafik 3.42. Türkiye’nin 2002-2020 Yılları Arası Gini Katsayısı (Kaynak: TÜİK)
Türkiye’nin ele alınan yıllar itibarıyla Gini Katsayısı verilmiştir. 2002 yılından
itibaren 2008 yılına kadar azalma eğilimine geçmiş ve gelir dağılımında eşitliğe
yaklaşmıştır. 2009 yılında ise 2006’dan sonra tekrar yükselme eğilimine girmiş, neredeyse
2014 yılına kadar azalmıştır. 2014 yılı gelir dağılımında, 2005’ten sonra eşitsizliğin meydana
geldiği en az dönem olmuştur. Bu dönemden sonra ise 2018 yılına kadar peyderpey artış
göstermiş, 2019 yılında ise azalış trendine geçmiştir. Bunun nedeni ise kriz dönemlerinde
zengin sınıfın yoksul sınıftan daha fazla gelir kaybetmesi dalgalanmalara yol açmıştır
(Akbulut, 2021: s.151, 152).

117
1.500,00 80

60
1.000,00
40
500,00
20

0,00 0

Kamu İç Borç Stoku(Brüt) 4. Çeyrek Milyar TL Enflasyon%

Grafik 3.43. 2000-2020 Yılları Arası Kamu Brüt İç Borç Stoku ve Enflasyon
Oranları (Kaynak: T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, https://ekonomiatlasi.com)
1980-2000 ve araştırmanın 2000 yılında başlayan dönem karşılaştırıldığında, 1980
yılından 2000 yılına kadar alım gücünün peyderpey azalmasıyla benzer şekilde etkinin 2000
ve 2004 yıllarına kadar devam ettiği de söylenebilir.

Türkiye ekonomisinde 2000-2004 yıllarında enflasyon çift haneli rakamlarda


gerçekleşmiş, 2004 yılında ise tek haneye kadar inmiştir. Bu anlamda 2004 yılına kadar etkin
para ve maliye politikasının gerçekleşmediği söylenebilir. Yani bu yıla kadar yoksul sınıfın
gelirini artıramadığını ve daha fazla yoksullaştığını söylemek mümkündür. 2004 yılından
2008 yılına kadar enflasyon tek haneli rakamda seyretmiş, 2008 yılında çift haneli rakama
tekrar çıkmıştır. Tekrar 2011 yılına kadar tek haneli rakama inmiş ve bu yıldan sonra tekrar
2017 yılına kadar tek hanede seyretmiştir. 2017 yılından itibaren 2020 yılına kadar enflasyon
çift haneli artış eğilimine geçerek son dört yılda yoksul sınıfın aleyhine olacak şekilde gelir
dağılımında eşitliğin bozulduğu söylenebilir (Akbulut, 2021: s.161).

Nitekim enflasyon sorunu yaşayan ekonomilerde gelir dağılımı ve kaynak problemi


yaşanmaktadır. Geleneksel tutumlara göre gelir dağılımı ve enflasyonda negatif bir
korelasyon mevcuttur. Yani enflasyon yükseldikçe gelir dağılımı bozulacaktır. Enflasyon
döneminde borç veren kesime kaynak akışı sağlanacağından eşitliği olumsuz etkileyecektir.
Enflasyonun beklenenden fazla gerçekleşmesi açısından servet dağılımı alacaklı sınıftan
borçlu sınıfa akacaktır (Akbulut, 2021: s.161).

Türkiye’de ele alınan yıllar itibarıyla kamu iç borcu sürekli artış eğilimde olmuş ve
bu artışın etkisi içinde anapara ve faiz ödemeleri de yer aldığından enflasyonist gelişen
etkiyle beraber, özellikle çalışmanın son yıllarında gelişen enflasyonist etkilerle gelir
dağılımında sapmaların arttığını söylemek mümkündür.

118
3.3.1.3. Enflasyonun Vergi Gelirleri ve Kaçakçılığına Yol Açtığı Sorun

Vergi, kamu gücü tarafından elde edilen ve elde ettiği geliri ise sosyal düzenin inşa
edilmesi için kullanan devletin gelir mekanizmasıdır. Ancak çok büyük oranlarda alınan
vergiler insanların vergiden kaçınması veya hukuki olmayan yollarla aşırılmasına neden
olmaktadır (Yılmaz, 2019: s.12).

Laffer Eğrisi, vergi oranları ve vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir eğridir.
Bu görüşe göre uygulamaya konulan vergi oranları bir noktaya kadar arttığında maksimum
gelir elde edilirken bir noktadan sonra artan vergi oranları gelirde düşüş meydana
getirecektir. Bu sebeple çan eğrisi şeklinde gösterilmektedir. Nitekim Laffer eğrisi, 1970
yıllarında maliye politikası çalışmalarında gündem yaratarak yüksek oranda alınan
vergilerin insanların kaçınmasına ve aşırmasına sebep vermiştir. Bu anlamda vergi
oranlarının isabetli ve makul düzeyde düşük olması, insanların vergi iştahını artırarak daha
etkin verginin elde edileceği görüşler yaygınlaşmıştır (Çukurçayır ve J. Mıtchell, 2011:
s.330).

Grafik 3.44. Laffer Eğrisi Örneği (Kaynak: (Çukurçayır ve J. Mıtchell, 2011: s.330)
Bir taraftan ise artan enflasyon karşısında devletin vergi geliri azalacak, kamu
bütçesini olumsuz yönde etkileyecek ve Tanzi Etkisi gerçekleşecektir (Biçen vd., 2015:
s.171). Nitekim Türkiye’de karmaşık sistemde vergi uygulanmakta ve birçok kalemden
vergi alınmaktadır. Alınan vergiler devlet tarafından sosyal ihtiyacın giderilmesi için
kullanılmakta; enflasyon sonucunda Tanzi Etkisi, vergiden kaçınma ve vergi aşırma gibi
olgular meydana geleceğinden etkin anlamda yatırımlar gerçekleşmeyecektir. Bir anlamda
vergilerin artırılması maliyet enflasyonuna yol açıp fiyatları yükseltirken diğer anlamda ise
düşürülmesi toplam talebi artıracağından yine enflasyona neden olacaktır. Bu anlamda
vergilerin isabetli ve makul düzeyde olması gerekmektedir (Zabun, 2020: s.70).

119
Kayıt Dışı İstihdam Oranı %
60,00 55,80
51,70 49,50
50,00 45,40
43,80
53,00 42,00 36,70 32,90
52,10 34,60 33,30
40,00 48,10 47,00 43,50
30,00 43,20 39,00
34,00 33,80
36,00 34,00
20,00
10,00
0,00

Grafik 3.45. 2000-2020 Yılları Arası Kayıt Dışı İstihdam Oranı (Kaynak: TÜİK)
Kayıt dışı istihdam Türkiye ekonomisi için oldukça sorundur. Kayıt dışı istihdam
oranı gelişmiş ekonomilerde %20 dolaylarında yer alırken, Türkiye’de ise %30-%40
bandında seyretmektedir. Anlaşıldığı üzere Türkiye ekonomisi üzerine büyük bir sorun
yaratmaktadır (Yanici Erdal, 2019: s.234).

En yüksek oran 2001 yılında gerçekleşmiş, 2020 yılına kadar ise inişli ve çıkışlı
azalış trendine girmiştir. Bu durum ise Türkiye’nin etkin istihdam politikası yaptığını
göstermektedir ancak hâlen gelişmiş ekonomilerin oldukça üzerinde ve önemli bir sorun
teşkil etmektedir (Güler ve Toparlak, 2018: s.219). 2004 yılından sonra 2005 yılında tekrar
artmış, 2008 yılına kadar azalış göstermiştir. 2009 yılında tekrar artış eğilimine geçmiş ve
bu yıldan sonra 2017 yılına kadar peyderpey azalış göstermiştir. 2018 yılında tekrar
yükselmiş ve bu yıldan sonra azalış göstermiştir. 2005 yılı dâhil edilmediğinde, kriz
dönemlerinde artış trendine girdiği göze çarpmakta ve kriz dönemlerinde kayıt dışı istihdam
oranının arttığı söylenebilir. Nitekim Güler ve Toparlak (2018), 2001 ve 2016 yılları arası
döneminde kayıt dışı ekonomiyi tahmin ederek, 2001 yılında önemli düzeyde arttığını ve bu
artışın Kasım 2000 ve 2001 krizlerine bağlı tepki verdiği sonucuna ulaşmışlardır. Bir diğer
anlamda ise kayıt dışı istihdamın kurumsal düzenlemeler ve ödemeler dengesinde meydana
gelen net hata ve noksan hesabından kaynaklanabileceğini tahmin etmişlerdir.

Bu sorunun yaratılmasında işsizlik, göç, enflasyon gibi nedenler yatmaktadır (Yanici


Erdal, 2019: s.227). Nitekim Erkuş ve Karagöz (2009) Tanzi’nin para talebi yaklaşımıyla
1970 ve 2005 yılları arasını konu alarak, kayıt dışı ekonominin vergi gelirine etkisini test
etmişlerdir. Normalleştirilmiş eşbütünleme yaklaşımına göre enflasyonun kayıt dışı
ekonomi üzerinde etkisinin olduğu sonucuna varmışlardır. Kayıt dışı istihdam devletin vergi
gelirlerinde kayıp yaratacağından, bu kaybı finanse etmek için devlet çeşitli yollara

120
başvuracaktır. Nitekim dolaylı vergilerle karşılama yoluna gidecektir. Kurt (2017), Laffer
Eğirsi yaklaşımıyla vergi gelirini test etmiş; 2004 ve 2015 yılları arasını konu alarak En
Küçük Kareler yöntemiyle 2015 yılında vergi gelirinin caydırıcı noktada olduğu, test
sonucuna göre optimum bölge yakalansa da dolaylı vergi ağırlığının dolaysız vergi ağırlığına
göre daha fazla olduğu kanaatine varmıştır. Dolaylı vergilerin gelir dağılımında dengesizliğe
yol açtığı gerekçesiyle vergide indirim yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Akgül (2022) ise
2010 ve 2021 yılları arasını konu alarak enflasyonun vergi gelirleri üzerindeki etkisini Tanzi
Etkisi çerçevesinde açıklamıştır. Nedensellik, asimetrik etki ve tepki fonksiyonlarından
faydalanarak enflasyonun vergi gelirlerini ciddi anlamda etkilediği sonucuna ulaşmıştır.
Türkiye’nin dışa bağımlı ülke olmasıyla döviz kurunun yarattığı etki maliyetleri artırarak
enflasyona yol açtığı, enflasyon sonucunda ise vergi gelirlerinin aşınmasına neden olduğunu
dikkat çekmiş, asgari ücretlerin artırılmasıyla yine aynı şekilde maliyet enflasyonu etkisi
yaratarak Tanzi Etkisi sonucu doğuracağını belirtmiştir.

Akıncı ve Özçelik (2018)’e göre dolaylı vergiler ve enflasyon arasında uzun dönemli
olarak bir ilişki mevcuttur. Yaşanan vergi kaybı neticesinde devlet vergi kaybını finanse
etmek için vergileri daha da artırma yoluna gidecek, bu durum ise maliyet enflasyonuna
neden olacaktır. Enflasyonun yüksek olması ise vergi iştahını azaltarak tekrardan vergi
kaybına neden olacaktır. Dolaylı vergilerin artması sonucu dar gelirlilere ağır külfet
yaratacak, nitekim harcanabilir geliri düşürecektir (Akıncı ve Özçelik, 2018: s.18). Yani
vergi kaybının hem enflasyon üzerine hem de enflasyon sonucu vergi geliri üzerine olumsuz
etki yarattığı açıktır.

Net hata ve noksan hesabı; ödemeler dengesinde yer alan ve ülkeye döviz giriş ve
çıkışlarının resmî kaynaklarla ifade edilemeyen, bu eksik ve fazlalığının nedeni
açıklanamadığından dolayı net hata ve noksan hesabı önem arz etmektedir. Türkiye’nin net
hata ve noksan hesabı incelendiğinde inişli ve çıkışlı seyir hâlinde ilerlemektedir.
Çalışmanın ilerleyen dönemlerine doğru hareket ettiğinde ise aradaki makasın giderek
açıldığını görmek mümkündür (Keşap ve Sandalcılar, 2021: s.149). Net hata ve noksan
hesabı, ülkede meydana gelen sınır ötesi hareketliliğin, turizm sektöründen kaynaklı elde
edilen döviz gelirlerinin beyanlarının gerçekten uzak biçimde kayda alınmasının, çeşitli
yollarla gerçekleşen vergi kaçakçılığı açısından anlamlandırmak bağlamında önem arz
etmektedir (Şahin, 2022: s.118).

121
Türkiye’de net hata ve noksan hesabı incelendiğinde, 2000 yılından küresel kriz
dönemine kadar 0’a yakın inişli ve çıkışlı trend izlemekte, küresel kriz dönemlerinde ise
0’dan uzaklaştığı görülmektedir. İnişli ve çıkışlı eğilim 2016 yılından itibaren şiddetini
artırarak 2020 yılına kadar 0’dan uzaklaşmaktadır. Net hata ve noksan hesabında meydana
gelen dengesizliğin Türkiye ekonomisine sorun yarattığını görmek mümkündür. Nitekim
Güler ve Toparlak (2018)’ın tespitlerini destekler niteliktedir.

6.000,00

4.000,00

2.000,00

0,00
2003-01

2009-10
2000-01
2000-10
2001-07
2002-04

2003-10
2004-07
2005-04
2006-01
2006-10
2007-07
2008-04
2009-01

2010-07
2011-04
2012-01
2012-10
2013-07
2014-04
2015-01
2015-10
2016-07
2017-04
2018-01
2018-10
2019-07
2020-04
-2.000,00

-4.000,00

-6.000,00

-8.000,00

Grafik 3.46. Türkiye’de 2000-2020 Yılları Atası Net Hata ve Noksan Hesabı Aylık
Verileri (Kaynak: TCMB)
Türkiye’de 2020 Vergi Adaleti Raporu’na göre; Türkiye’nin yıllık ortalama vergi
kaybı hesaplanmış; 2.2 milyar dolar kurumlar vergisi payı, toplamda ise 2.6 milyar dolar
dolaylarında kaybın yaşandığı tespit edilmiştir (SESAM).

Türkiye’de vergi üzerine gerçekleştirilen baskının yüksek olmasıyla vergi


kaçakçılığına yönlendirmektedir. Türkiye’de vergi yükünün birçok ülkeden düşük olmasına
rağmen mükelleflere önemli anlamda baskı yaratmaktadır. Nitekim orta gelirli ülkelerde
vergi baskısı oldukça etkilemektedir (SESAM).

3.3.1.4. Enflasyonun Sosyal Bakımdan Yarattığı Sorun

2000-2020 yılları arası yaşanan enflasyon sorunlarının yaratmış olduğu etkilerden


hareketle, sosyal sorunları da önemli anlamda etkilediği söylenebilir. Enflasyonun artması
nominal anlamda cari fiyatlarla kişi başına GSYİH’i artırsa da uzun döneme binaen alım
gücünü oldukça etkilemektedir. Fiyatların yükselmesi sonucunda ise toplam talep sekteye
uğrayacağından toplam arzı da etkileyecek ve fiyatların yukarı yönlü hareket etmesine neden
olacaktır. Kamu gücü ise piyasayı canlandırmak için transfer harcamaları yapacak ve

122
harcamaları sonucu enflasyonu daha da etkiler duruma getirecektir. Enflasyonun yükselmesi
gelir dağılımında adaleti bozduğundan dolayı yüksek gelirli kesimlerin daha zengin, az
gelirli kesimin ise daha da fakirleşmesine yol açacaktır (Bakkal ve Gürdal, 2007: s.164, 165).
Bir bakımdan ise yüksek enflasyon karşısında birçok şirketler ve finansman kuruluşları
tehlike altına girmektedir. Üretim sektöründe kâr getirisinin azalması sonucu üretimden
çekilip başka alanlara yönelmesi, işletmelerin kapanmasına sebep vermektedir. Yüksek
enflasyon karşısında maliyetler yükseleceğinden dolayı elde edeceği kâr getirisi tatmin
etmeyecek düzeye düşecek, sonucunda müşteri ve iş gücü maliyetlerinin getirdiği
zorluklardan vazgeçip başka alanlara yönelebilecektir (Zabun, 2020: s.73). Nitekim Türkiye
ekonomisinde meydana gelen krizler neticesinde birçok banka ve sektör iflas etmiştir
(Tarakcı, 2019: s.4). Özellikle salgın krizinin getirdiği sorun neticesinde 2020 yılında çok
sayıda gerçek kişi ticari işletmeler kapanmıştır. Nitekim 31.012 yeni işletme kurulurken
34.212 işletme ise kapanmıştır (TOBB, 2020: s.75).

Alt gelirlilerin elde etmiş olduğu kazanım, üst gelirlilerin kazanımlarına aktarılması
sosyal adaleti olumsuz etkilemektedir. Nitekim üst gelir grubu sebepsiz yere zenginleşirken,
alt gelir grubunda ise hissettirilmeden sebepsiz yere fakirleşmesine neden olmaktadır. Bu
durum ise insanda vicdani açıdan soru işareti uyandırmaktadır.

Enflasyonun yüksek gerçekleştiği durumlarda ekonomik ve sosyal gidişte olumsuz


etkilenmektedir. Toplumun sosyal ve psikolojik anlayışını değiştirebilen bir unsur
olabilmektedir. Nitekim vergi kaçırma gibi suça yönelimler kendini göstermektedir. Bir
bakımdan ise toplumda mutluluk düzeyini düşürücü etki yaratmaktadır. Mutluluk kavramı,
içerisinde birçok neden barındırsa da ekonomik açıdan enflasyonist sebepler de oldukça
etkilemektedir (Aydın, 2020: s.140).

Grafik 3.47. Türkiye’de 2003 ve 2020 Yılları Arası Mutluluk ve Mutsuzluk Oranı
(%) (Kaynak: TÜİK)
123
Türkiye’nin mutluluk oranı incelendiğinde 2003 yılından itibaren inişli ve çıkışlı
trend gösterse de eğilim giderek negatif trend göstermektedir. Yine benzer tepkide son
yıllarda mutsuzluk giderek artış göstermiştir. Özellikle küresel krizinin yaşandığı 2008 ve
2009 dönemlerinde mutluluk giderek azalmış, mutsuzluk ise artmıştır. Yine benzer şekilde
2016 yılında yükseliş yaşayan mutluluk oranı 2018 yılında düşüş yaşamış, mutsuzluk ise
artmıştır. Son dönemde 2020 küresel salgın krizinin etkisiyle de aşağı yönlü hareket ettiği
söylemek mümkündür.

Böylece Türkiye’de 2000-2020 yılları arası enflasyon sorunları kapsamlı biçimde ele
alınmıştır. Bir sonraki aşamada ise çalışmadan elde edilen sonuçlar ve çözüm önerileri yer
alacaktır.

SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Türkiye’de her dönemde yaşanan krizler kendi içinde getirdikleri farklı sorunlarla
birlikte tesir etmiş ancak ekonomik bunalım içerisinde yaşanan enflasyon sorunu aynı tepki
yaratmaya devam etmiştir. Türkiye, ekonomik anlamda dışa bağımlı bir ülke olduğundan
kalkınmasının büyük bir kısmını dış kaynaklarla elde etmektedir. Bunu elde edebilmek için
dövize ihtiyaç duymaktadır. Döviz kuru yükseldiğinde ise ülke içindeki mal ve hizmet
fiyatları da yükselmektedir. Bu durum ise alım gücünün azalmasına neden olmaktadır. Ele
alınan dönemler itibarıyla döviz kuru yıllar içinde neredeyse sürekli şekilde artmıştır.
Yaşanan ekonomik krizler, iç ve dış sorunlar ekonomide kırılganlık oluşturmaktadır.
Nitekim döviz kuru, 2018 yılında şiddetli biçimde artmış; çalışmanın son yılına kadar artış
göstermiş ve günümüze kadar artmaya devam etmiştir. Döviz kurunun yükselmesine ise
ülkede yaşanan iç ve dış sorunlar oldukça etkili olmuştur. Yaşanan sorunlar, ülke
ekonomisine güveni ele alınan yıllar itibarıyla olumsuz etkilemiştir. Bu durum, döviz
kurunun yıllar itibarıyla yükselmesine neden olmuştur. Doğrudan yatırımlar, nitekim son
yıllara doğru olumsuz etkilenmiştir. Türkiye’deki enflasyon hedeflemesi ile gerçekleşen
enflasyonun arasındaki fark yıllar içinde artmıştır. Büyükakın (2004), enflasyon hedeflerinin
belli bir süreden sonra sapmaya başlamasının öyle veya böyle enflasyona neden olacağını
belirtmiş; enflasyon, nitekim de ele alınan yıllar içinde sürekli artmıştır. Türkiye’de,
enflasyon yüksek olduğu için faizler de yüksektir. Para arzı ele alınan yıllar içinde sürekli
artmış, bu durum nominal anlamda gelire yansısa da reel anlamda daha çok fiyat şişkinliğine
neden olmuştur. Enflasyon sonucunda, ele alınan yıllar içinde, özellikle çalışmanın son
yıllarında bütçe dengesi olumsuz etkilenmiştir. Bu durumun oluşmasında bütçe harcamaları,

124
borç faiz ödemeleri, vergi gelirlerindeki olumsuzluklar etkili olmuştur. Enflasyonun yüksek
olması, özellikle yatırım ve tasarrufları olumsuz etkilemiştir. Bu durumun oluşturulmasında
enflasyonun etkisiyle kalkınması için yatırıma dönüştürülmekte güçlük çekilen tasarruf
açığı, alım gücünün olumsuz etkilenmesi sebebiyle döviz talebi, maliyetlere katlanmak
istemeyen teşebbüsler, faizlerin yüksek olması, yatırım iştahının giderek azalması etkili
olmuştur. Enflasyonun bir bakımdan yüksek olması, gelir dağılımını olumsuz yönde
etkilemiştir. Özellikle alt ve orta kesimi olumsuz etkilenirken, sermaye sahiplerini ise olumlu
etkilenmektedir. Enflasyonun yüksek olması bütçe dengesini olumsuz etkilediğinden, iç
kaynaklardan gelir yaratmak için kamu kesimi borç faizi yıllar itibarıyla artış göstermiştir.
Maliyetin finansmanı ise vergilerden karşılandığından, alt ve orta kesimi olumsuz
etkilemiştir. Enflasyonun yüksek olması, nitekim vergi gelirlerini de olumsuz
etkilemektedir. Vergi kaçakçılığı, vergiden kaçınma, kayıt dışı istihdam bu duruma önem
arz etmektedir. Nitekim Suriyeli sığınmacı sorunu bu duruma örnek taşımaktadır.
Enflasyonun yüksek olması sosyal anlamda da sorun yaratmaktadır. Ülkenin ekonomik
anlamdaki genel sorunu geçim ve beraberine getirdiği enflasyondur. Bu anlamda insanların
mutluluk düzeyini oldukça etkilemektedir. Parasal genişleme yıllar itibarıyla şişkinlik
göstermiş, OVP çerçevesinde yapılan enflasyon hedeflemesinde ele alınan yıllar içerisinde
hedeften uzaklaşılmıştır. Gediz ve Sağın (2015)’ın yaptıkları çalışmada belirttikleri gibi,
para politikalarının doğru uygulanması için merkez bankalarının bağımsız anlamda doğru
yerde ve zamanda rasyonel politikalar uygulaması gerekmektedir. Bir anlamda da etkin
istihdam politikaları uygulanmalıdır. Ülkenin kalkınması için katma değeri yüksek
yatırımların yapılması gerekmektedir. Zabun (2020)’un da belirttiği gibi katma değeri
yüksek, üretken ve sonucunda sürekli anlamda gelir yaratan yatırımlara yer verilmesi ve
gereğinden fazla altyapı yatırımlarına yer verilmemesi gerekmektedir. Türkiye’de ele alınan
yıllar itibarıyla birden fazla iç ve dış sorunlar yaşanmıştır. Bu anlamda Türkiye’nin çıkarları
açısından etkin diplomatik politikalar izlenmelidir. Ekonomik sistemlerin düzgün işlenmesi
için reel faktörlerden de ziyade ekonomide güven oldukça önemlidir. Nitekim beklentilerde
belirsizlik yaşanmakta, döviz spekülasyonu ve doğrudan yatırımlar oldukça etkilenmektedir.
Güney ve Hopoğlu (2021)’nun çalışmalarında bahsettikleri gibi ülkeye doğrudan yabancı
yatırımların girmesi bakımından güven olgusu oluşturulması, banka kanallarında
güvenilirliğin artırılması, hukuki reformların oluşturulması gerekmektedir ve Hisarcıklıoğlu
(2020)’na göre; güven ortamının sağlam ve hukuki temellere göre oluşturulmasıyla, oluşan
risk algısı, faiz ve enflasyon düşecektir (TOBB: 2020). Türkiye gelişmekte olan bir ülke
olduğundan enflasyonu yüksek düzeylerde olduğu için faizleri de yüksektir. Özellikle kamu

125
iç borç faizi oldukça yüksektir. Devlet iç borçlanma senetlerinden (DİBS) elde edilmiş
faydanın tüm gelir grupları olmak üzere özellikle alt ve orta kesime yayılması
gerekmektedir. Bir anlamda ise iç borç faiz ödemesinin düşürülmesi önerilmektedir. Nitekim
düşürülmesi sonucu bütçede yük unsuru azalacak, daha az bütçe açığı ve enflasyonun
düşmesine neden olabilecektir. Karacan (2010) ise faiz ve döviz politikalarının küresel
şartların eğilimine göre gerçekleştirilmesi gereğini vurgulamış, politika yapıcılarına ise
bunları dikkate alarak politika belirlemeleri önerisinde bulunmuştur. Bütçe gelirlerinin
etkilenmesinde birden fazla enflasyonist neden vardır. Devlet, bu nedenle vergi gelirinden
mahrum kalmaktadır. Vergi gelirlerinin etkin biçimde işlenmesi bakımından karar
birimlerine vergi iştahını artıracak şekilde çeşitli mali düzenlemelerin yapılması
önerilmektedir. Ya da dolaylı vergilerin külfet oluşturması bakımından, Kurt (2017)’un da
belirttiği gibi dolaylı vergilerin azaltılması önerilmektedir. Karadeniz’de önemli anlamda
doğalgaz rezervi keşfedilmiştir. Bu durum Türkiye’nin kalkınmasında oldukça önem arz
etmekte, nitekim dış kaynaklardan ziyade iç kaynaklarla karşılanması bakımından cari
dengede önemli anlamda tasarruf yaratacaktır. Elde edilen kaynak sayesinde yaratılan
tasarrufun katma değeri yüksek üretken yatırımlara dönüşmesi, enflasyonun düşmesiyle
beraber ekonomik anlamda ülkenin refah düzeyini artıracaktır. Türkiye’nin dijitalleşen
dünyayla birlikte elektrikli araba üretmesi oldukça önemli bir atılımdır. Çünkü
yenilenemeyen yer altı enerji kaynakları, ilerleyen dönemlerde yerini yenilenebilir
kaynaklara bırakacağı açıktır. Bu anlamda Türkiye’de kurulan nükleer santral ve
yenilenebilen elektrik üretim sistemleri oldukça önem arz etmektedir. Bu nedenle bu ve
benzeri yatırımların artması gerekir. Genel anlamda enflasyonun getirdiği pek çok sorun
bulunmaktadır. Bu sorunlar 2000-2020 yılları arası bağlamda ekonomik temellerle açıklanıp
ve gerekli görülüp, genel anlamda çevreleyen sorunlar belirlenmiş ve ampirik çalışmalarla
desteklenmiştir. Sonuç olarak ise yapılan bu çalışmada 2000-2020 yılları arası enflasyon
sorunları geniş bir perspektifte ayrıntılı biçimde irdelenmiştir. Son söz olarak ifade etmek
gerekirse iktisadi anlamda yapısal reformların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yapılan
reformların temele inilmesiyle ülkenin refahı artacak ve ülkede artışa geçen mutsuzluğun
yerini huzurlu ve mutlu bir ülke alacaktır. Ülkenin kalkınması için dış kaynaklara bağımlılığı
ne kadar azalırsa enflasyon sorunu da ve getirmiş olduğu sorunlarda ortadan kalkacaktır. Bu
çalışmada ifade edilen bilgilerden yapılacak diğer çalışmalara ışık tutması temennisiyle
çalışma tamamlanmıştır.

126
KAYNAKÇA

Abdioğlu, Z., Terzi, H. (2009). Enflasyon ve Bütçe Açıkları İlişkisi: Tanzi ve Patinkin Etkisi,
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23(2), 195-211.
Anadolu Ajansı, Erişim: 9 Kasım 2022, https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/gezi-olaylari-
turk-ekonomisine-agir-hasar-verdi/1738501.
Aba, E., Gültekin, N. (2011). Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Kriz Yönetimi: Şanlıurfa
Örneği, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 6(2), 205-226.
Adıgüzel, M. (2020). Covid-19 Pandemisinin Türkiye Ekonomisine Etkilerinin
Makroekonomik Analizi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
19(37), 191-221.
Akbulut, E. (2021). Türkiye’de Enflasyon, Faiz, Vergiler ve Gelir Dağılımı İlişkisi: Ampirik
Analiz, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 17(1), 147-169.
Akdaş, K., Bozma, G., Güney, A. (2020). Enflasyon ve İşsizliğin Yoksulluk Üzerindeki
Etkisi: Türkiye Düzey-1 Bölgeleri Örneği, Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 11(22), 973-996.
Akgül, A. (2022). “Türkiye’de Enflasyon ile Vergi Gelirleri İlişkisinin Simetrik ve
Asimetrik Nedensellik Analizi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 17(2), 455 – 478.
Akıncı, A., Özçelik, Ö. (2018). Türkiye’de Dolaylı Vergilerin Enflasyon Üzerindeki Etkisi,
Maliye Mektupları Dergisi, 0(110), 9-20.
Aklan, N. A.A., Nargeleçekenler, M. (2008). Taylor Kuralı: Türkiye Üzerine Bir
Değerlendirme. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63(02), 21-41.
Aktan, C.C. (2010). Monetarizm ve Rasyonel Beklentiler Teorisi. Ekonomi Bilimleri
Dergisi, 2(1), 168-182.
Akyüz, H. (2020). 2010-2017 Dönemi Türkiye’de Enflasyonun Gelişimi ve Enflasyonu
Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi, 1-142, (yüksek lisans tezi), İstanbul Aydın
Üniversitesi. İstanbul.
Alagöz, M. (2020). Geçici Korunan Suriyelilerin Türk Ekonomisine Etkileri, Erişim: 7
Kasım 2022, https:// www.21yyte.org.tr.
Alkan, U. (2007). Ödemeler Bilançosu Dengesi ve Türkiye’de Bankacılık Sektörünün
Ödemeler Dengesine Katkısının Analizi, 1-24, (yüksek lisans tezi), Marmara
Üniversitesi. İstanbul.
-Alkınoğlu, L. (2000). Parasal İstikrarı Sağlamada Merkez Bankasının Bağımsızlığı.
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1), 75-
86.

127
Altıntaş, H., Çetintaş, H., Taban, S. (2008). Türkiye’de Bütçe Açığı, Parasal Büyüme ve
Enflasyon Arasındaki İlişkinin Ekonometrik Analizi: 1992–2006, Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 185-208.
Anadolu Ajansı, Erişim: 9 Kasım 2022, https://www.aa.com.tr/tr/politika/17-aralik-
operasyonlarinin-ekonomiye-cok-ciddi-etkileri-oldu/177870.
Aras, O.N. (2010). Son Ekonomik Krizin Türkiye’de Enflasyon Hedeflemesine Etkisi,
Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(2), 97-104.
Ardıç, H. (2004). 1994 ve 2001 Yılı Ekonomik Krizlerinin, Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası Bilançosunda Yarattığı Hareketlerin İncelenmesi, 1-340 (uzmanlık yeterlilik
tezi), Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Muhasebe Genel Müdürlüğü. Ankara.
Arslan, M. (2016). 2. Dünya Savaşı ve Türkiye’de Savaş Ekonomisi. Aydın İnsan ve Toplum
Dergisi, 2(2), 1-14.
Ataç, K. (2003). Dalgalı Kur Politikası Bir Çözüm Olabilir Mi?. Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21(1), 15-23.
Atbaşı, R. (2019). Türkiye Ekonomisinde Kur, Faiz ve Enflasyon İlişkisi Üzerine Ampirik
Bir Uygulama, 1-122, (yüksek lisans tezi), Sakarya Üniversitesi. Sakarya.
Aydın, H.İ. (2020). Mutluluk ve Ekonomi: Yaşam Memnuniyeti Araştırması Üzerinden Bazı
Dikkatler, Current Research in Social Sciences, 6(2), 135-148.
Aydın, N., Korkmaz, T., Sayılgan, G. (2013). Portföy Yönetimi,
http://bizdosyalar.nevsehir.edu.tr/2fc91dc0e5a812525a3c3efb1f2d9d00/portfoy-
yonetimi.pdf.
Aydın, Y. (2015). Keynes’in Parasal Faiz Teorisi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 17(1), 207-224.
Aydoğan, E. (2004). 1980'den Günümüze Türkiye'de Enflasyon Serüveni. Yönetim ve
Ekonomi Dergisi, 11(1), 91-110.
Aydoğdu Bağcı, S. (2016). Kasım 2000 ve Şubat 2001 Ekonomik Krizlerinin Dış Ticarete
Yönelik. Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 8(3), 46-
54.
Bahar, O. (2004). Türkiye'de Atatürk Dönemi'nde (1923-1938) Uygulanan Para
Politikaları. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 11(1), 155-166.
Bahtiyar, K. (2021). Petrolün Orta Doğu Siyasetinin Belirlenmesindeki Rolü: ABD’nin
Enerji Hegemonyası ve Çatışmalar, Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi, 4(5),
106-137.
Bakkal, S., Gürdal, T. (2007). İç Borçlanmanın Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri,
Akademik İncelemeler Dergisi, 2(2), 147-173.
Başar, S. (2011). İktisada Giriş, http://www.mku.edu.tr/files/1020-252d2894-f998-411c-
9950-959c3c250aa7.pdf

128
Başar, S. (2012). Makro İktisat, http://www.mku.edu.tr/files/933-5110cd21-52ed-44c5-
9621-1556c1f7d9c6.pdf
Başar, S., Karakuş, K. (2017). Fisher Hipotezi: Türkiye İçin Tahmini. Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi. 10(54), 794-803.
Bayat, T. (2011). Türkiye’de Fisher Etkisinin Geçerliliği: Doğrusal Olmayan Eşbütünleşme
Yaklaşımı. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 0(38),
47-60.
Baydur, C. M., Süslü, B. (2011). Likidite Tuzağı Altında Para ve Maliye Politikası: AB ve
Türkiye Deneyimi. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 16(2), 13-38.
Bayraktar, Y. (2010). Kasım 2000-Şubat 2001 Krizi Sonrasında Alınan Önlemlerin Borç
Kompozisyonuna Yansımaları, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 15(1), 463-480.
Biçen, Ö.F., Görüş, M. Ş., Türköz, K. (2015). Olivera-Tanzi ve Patinkin Etkilerinin
Türkiye’de Geçerliliğinin İncelenmesi. Maliye Dergisi, 1(168), 170-185.
Bilgili, Y. (2014). Makro İktisat Ders Notları, (4. Basım), 1-776, İstanbul: İkinci Sayfa
Yayıncılık.
Bilir, H. (2017). Yeni-Keynesyen İktisatta Ücret Yapışkanlıkları. Politik Ekonomik
Kuram, Politik ve Ekonomik Kuram, 1(1), 188-213.
Bir Gün, Erişim: 18 Kasım 2022, https://www.birgun.net/haber/enerji-tuketimimiz-disa-
bagimli-331944.
Birinci, Y. (1989). Enflasyon, Para Politikası ve Stratejileri. İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, 1(4), 19-30.
Bocutoğlu, E. (2012). İktisadi Düşünceler Tarihi, (2. Basım), 291-306, Trabzon: Murat
Yayınevi.
Bülbül, İ. (2006). İkinci Dünya Savaşının Türkiye'de Sosyal Hayata Olumsuz
Yansımaları. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, 0(9), 1-51.
Büyükakın, T. (1995). Enflasyon Teorileri ve Türkiye’de 1980 sonrası enflasyon, 1-109,
(yüksek lisans tezi), İstanbul Üniversitesi. İstanbul.
Büyükakın, Tahir. (2004). Güvenilir Bir Para Politikası Stratejisinin Kurumsal Çerçevesi,
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 0(7), 1-21.

Büyükdeniz, A. (1991). Türkiye'de Faiz Politikaları: 1980 Sonrası Politika ve


Uygulamaların Ekonomi Üzerindeki Etkileri, (1. Basım), 1-198, İstanbul: Bilim ve
Sanat Vakfı Yayınları.
Can, A. (2019). Enflasyon ve Enflasyon Belirsizliğinin Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye
Örneği, 1-111, (yüksek lisans tezi), Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi.
Zonguldak.

129
Case, K.E., Fair, R.C., Oster, S.M. (2016). Ekonominin İlkeleri (E. Deliktaş, M. Karadağ,
M. Güçlü, Çev.) 45-72, Ankara: Palme Yayıncılık. (Orijinal çalışma basım tarihi
2009).
Ceran, Y., Kargı, V., Çiçek, R., Özuğurlu, H. Y. (2007). Türkiye’de Küreselleşmenin Vergi
Politikaları Üzerine Etkileri: 1980-2005 Dönemi. Yönetim ve Ekonomi
Dergisi, 14(1), 275-289.
Ceylan, S. (2018). Enflasyon-Özel Tasarruf İlişkisi: Türkiye Örneği, Anadolu İktisat ve
İşletme Dergisi,2(1), 56-66.
Cinel, E.A. (2018). Türkiye Ekonomisinin Kırılgan Yapısı, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, 10(23), 23-57.
Çalışkan, Ş. (2009). Türkiye'nin Enerjide Dışa Bağımlılık ve Enerji Arz Güvenliği Sorunu,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 0(25), 297-310.
Çatlı, Ö. (2021). Türk Tüketicilerin Tüketici Düşmanlığı Sebebiyle ABD Menşeili Ürünleri
Satın Alma Niyetini Ortaya Koymaya Yönelik Bir Araştırma1, Üçüncü Sektör Sosyal
Ekonomi Dergisi, 56(2), 806-824.
Çelebi, E. (2001). Türkiye’de Devalüasyon Uygulamaları 1923-2000. Doğuş Üniversitesi
Dergisi, 2(1), 55-66.
Çelik, M.S., Koç, R. (2019). Türkiye ve Rusya Arasındaki Uçak Krizinin Borsa İstanbul
(BİST) Turizm ve Enerji Şirket Hisselerine Etkisi Üzerine Bir Event Study Analizi,
Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(1), 1-15.
Çelik, S. (2020). Günümüzde Türkiye’nin Jeopolitik Konumu, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 13(74), 201-2010.
Çetinkaya, M., Altınok, S. (2001). 1994 Nisan, 2000 Kasem ve 2001 Şubat Krizlerinin
Değerlendirilmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
Dergisi, 4(1), 149-174.
Çınar, Ç. (2019). Ham Petrol Fiyatlarının Enflasyona Etkisi: Türkiye Örneği, 1-32, (yüksek
lisans tezi), Balıkesir Üniversitesi. Balıkesir.
Çiçek, M. (2011). Paranın Miktar Teorisi ve Türkiye'de Geçerliliği. Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 16(3), 87-115.
Çukurçayır, S., J. Mıtchell, D. (2011). Laffer Eğrisi Doğrultusunda Vergi Oranları,
Vergilendirilebilir Gelir ve Vergi Gelirleri Arasındaki İlişkinin Anlaşılması, Maliye
Dergisi, 0(161), 326-336.
Dağ, M., Tüğen, K. (2018). Türkiye'de Bütçe Açıklarının Nedenleri ve Finansman
Yöntemleri: Dönemsel Bir Değerlendirme, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 16(2), 217-240.
Darıcan, M.F. (2013). Ekonomik Krizler ve Türkiye, İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi,
5(17), 39-46.

130
Delice, G. (2015). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası: 85 Yıllık Bir Geçmişin İzlerinden
Tarihe Kayıt Düşmek. Ekonomi İşletme Siyaset ve Uluslararası İlişkiler
Dergisi, 1(2), 21-55.
Demir, E.E. (2021) Ana Akım İktisat Yaklaşımında Para ve Değer Üzerine. Dicle
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12(23), 386-406.
Demir, M., Erdoğdu, H., Geyik, O. (2022). BRICS-T Ülkelerinde Faiz, Döviz Kuru ile
Enflasyon İlişkisi: Panel Eşbütünleşme Analizi, Hayat Ekonomisi Dergisi, 9(3), 109-
127.

Demireli, E., Usta, Ö. (2010). Risk Bileşenleri Analizi: İMKB’de Bir Uygulama, Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(12), 25-36.
Dikmen, N. (2005). Osmanlı Dış Borçlarının Ekonomik ve Siyasi Sonuçları. Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 19(2), 137-159.
Dinçer, H., Karakuş, H. (2020). Petrol Fiyatlarının Enflasyon Üzerindeki Etkisinin
Belirlenmesi: G7 Ülkeleri Üzerine Ekonometrik Bir Analiz, Uluslararası Hukuk ve
Sosyal Bilim Araştırmaları Dergisi, 2(1), 1-12.
Dinler, Z. (2000). İktisada Giriş, (12. Basım), 525-528, Bursa: Ezgi Kitabevi.
Dinler, Z. (2013). İktisada Giriş, (23. Basım), 479-483, Bursa: Ekin Yayın.
Doğan, A. (2006). Dış Yardımın Ekonomik Büyümeye Etkisi: Alt-Sahra Afrika
Örneği. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 56(2), 121-139.
Doğan, B., Değer, O., Eroğlu, Ö. (2016). Enflasyon ve Faiz Oranı Arasındaki Nedensellik
İlişkisi: Türkiye Örneği. Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 6(1), 405-425.
Doruk, Ö. (2019). İktisat Okullarında Piyasa Başarısızlıkları ve Finansal Kriz Yaklaşımı:
Türkiye'de 2001 Finansalı Üzerine Post Keynesyen Bir Analiz. Muş Alparslan
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(3), 95-105.
Dünya Bankası: Türkiye Veri, Erişim: 20 Ekim 2022,
https://data.worldbank.org/country/TR
Dünya, Erişim: 9 Kasım 2022, https://www.dunya.com/ekonomi/dogrudan-yabanci-
yatirimlarda-sert-dusus-haberi-660927.
Ekonomi Atlası: Enflasyon Oranı, Erişim: 17 Ekim 2022, https://ekonomiatlasi.com.
Engin, C., Göllüce, E. (2016). 2008 Küresel Finans Krizi ve Türkiye Üzerine Yansımaları,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 6(1), 27-40.
Erkuş, H., Karagöz, K. (2009). Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi Kaybının Tahmini,
Maliye Dergisi, 0(156), 126-140.
Erönal, Y., Tunalı, H. (2016). Enflasyon ve Faiz Oranı İlişkisi: Türkiye’de Fısher Etkisinin
Geçerliliği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 21(4), 1415-1431.

131
Ersöz, E. (2006). Dalgalı Döviz Kuru Sistemi ve Türkiye'de Dalgalı Döviz Kuru Uygulaması,
30-72, (yüksek lisans tezi), İstanbul Üniversitesi. İstanbul.
Ertuğrul, C., İpek, E., Çolak, O. (2010). Küresel Mali Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri,
Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 8(13), 59-72.
Fırat, E. (2013). Ekonomik İle Mücadelede Maliye Politikasının Kriz Rolü. Niğde
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 6 (1), 298-313.
Gabaçlı, N. (2020). Paranın Miktar Teorisi Üzerine Ekonometrik İnceleme: Türkiye
Örneği. İstatistik ve Uygulamalı Bilimler Dergisi, 1(1), 50-62.
Gediz, D., Sağın, A. (2015). Merkez Bankası Bağımsızlığı Kavramı, İktisat Politikası
Araştırmaları Dergisi, 2(2), 95-112.
Girginler, N., Yenilmez, F. (2005). Türkiyede Enflasyonun Ekonometrik Olarak
İncelenmesi (1982-2002), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
6(1), 101-116.
Gül, E., Gürbüz, A.A. (2014). Enflasyon Hedeflemesi ve Türkiye'de Uygulanabilirliği.
Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Akademik Arşiv, 14(8),
1-21.
Gül, E., Ekinci, A. (2006). Türkiye’de Enflasyon ve Döviz Kuru Arasındaki Nedensellik
İlişkisi: 1984-2003, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), 91-106.
Güler, H., Toparlak, E. (2018). Türkiye’de Kayıtdışı Ekonominin Ölçümü ve Avrupa Birliği
Ülkeleriyle Karşılaştırılması, Ömer Halisdemir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 11(1)-209-220.
Gündoğan, N. (2015). Türkiye’de Yaşayan Sığınmacı Ve Mültecilerin Psikososyal
Gereksinimleri ve Psikolojik Belirtileri, 13-42, (yüksek lisans tezi), Ankara
Üniversitesi. Ankara.
Güney, N., Hopoğlu, N. (2021). Covıd-19 Salgınının Uluslararası Sermaye Hareketliliği
Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği, Ekonomi Maliye İşletme Dergisi, 4(1), 56-74.
Hakses, M. (2018). Enflasyon ve Döviz Kuru Nedensellik İlişkisi: Kırılgan Beşli Örneği, 6-
13, (yüksek lisans tezi), Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi. Ankara.
Han, A., Pehlivan, C., Konat, G. (2022). Covid-19 Pandemi Sürecinin Türkiye Ekonomisine
Etkilerinin Ampirik Analizi, Sağlık ve Sosyal Refah Araştırmaları Dergisi, 4(1), 32-
49.
Hatipoğlu, Z. (2011). Makro İktisat Eğitiminin Gelişmesine Bir Bakış. İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Mecmuası, 1(4), 21-31.
Hetzel, R. L., Çetin, Ü. (2012). Milton Friedman’ın İktisat Bilimine Katkıları. Liberal
Düşünce Dergisi, 1(65), 29-56.

132
Hiç Birol, Ö. (2013). Klasikler, Marx, Keynes ve Sonrası: Laissez-Faire Liberalizminden
Günümüz Piyasa Ekonomisine. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15(2),
95-110.
Hiç, Ö. (2015). Keynesgil Sistem Keynesgil Politikalar ve Keynes’ in Gözünden
Günümüzün Değerlendirilmesi. Session 3B: Makroekonomi. 215-224.
International Monetary Fund (IMF): Dış Ticaret İstatistikleri, Erişim: 4 Kasım 2022,
www.imf.org.
Işık, S., Duman, K., Korkmaz, A. (2004). Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler: Bir
Faktör Analizi Uygulaması. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 19(1), 45-69.
İnci, İ, (2012). İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Varlık Vergisi
Uygulaması. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 272-
290.
İpek, E., Ayvaz Kızılgöl, Ö.(2015). Türkiye’de Enflasyon ile Ticaret Açıklığı Arasındaki
İlişki, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15(4), 43-54.
Kahyaoğlu, H., Tüzün, O. (2021). Getiri Eğrisi Makroekonomi Bağlantısı: Türkiye Örneği,
Optimum Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 8(2), 197-222.
Kangal, M. (2021). FED’in Para Politikalarının Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerindeki Etkisi,
Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4(2), 243-266.
Karacan, R. (2010). Faiz, Döviz Kuru İlişkisinin Makroekonomik Performansa Etkisi
Üzerine Bir Değerlendirme, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
0(20), 72-92.

Karaçelik, N. (2018). Enflasyon-Faiz Oranları İle Döviz Değerlerinin Banka Kredilerine


Etkisi ve Takipteki Krediler: 2000-2016 Dönemi Üzerine İnceleme, 3-48, (yüksek
lisans tezi), Celal Bayar Üniversitesi. Manisa.
Karaçor, Z., Şaylan, Ş., Üçler, G. (2009). Türkiye Ekonomisinde Enflasyon ve Ekonomik
Büyüme İlişkisi Üzerine Eşbütünleşme ve Nedensellik Analizi (1990-2005). Niğde
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(2), 60-74.
Karakış, L. (2019). Türkiye'de Döviz Kuru İle Enflasyon Oranı Arasındaki İlişki (2000-
2018), Artuklu Kaime Uluslararası İktisadi ve İdari Araştırmalar Dergisi, 2(1), 83-
93.
Kargı, V. (2007). Enflasyon ve 1980–2005 Döneminde Türkiye'de Fiyat Artışları. Maliye
Dergisi, 0(152), 60-80.
Kartal, F. (2013). Merkez Bankası Bilançosu ve Parasal Büyüklüklerin Gelişimi. Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 27(3), 185-204.
Kaya F. (2017). Coğrafi Potansiyelleri Temelinde Türkiye Jeopolitiği ve Dünya
Siyasetindeki Yeri. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 3(2), 1-14.

133
Keşap, D., Sandalcılar, A.R. (2021). Net Hata ve Noksan Hesabı Belirleyicilerinin Analizi:
Türkiye Örneği, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, 0(32), 149-168.
Kocakale, Y., Toprak, H. H. (2015). Türkiye’nin Reel Efektif Döviz Kuru Endekslerinin
Güncellenmesi, 1-28, Araştırma ve Para Politikası Dairesi, Ankara: Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası.
Kocayılmaz, Ş., İstemi, T. E. (2015). Türkiye’de Vergi Kaçakçılığı. Anadolu Bil Meslek
Yüksekokulu Dergisi, 0(37), 47-54.
Konak, A. (2019). Türkiye’nin Doğal Gaz Bağımlılığı ve Alternatif Enerji Kaynakları
Üretiminin Gerekliliği, Uluslararası Afro-Avrasya Araştırmaları Dergisi, 4(7),
196-209.
Konya, S. (2009). İstihdam Politikaları ve İşsizliğin Yapısal Analizi: Türkiye Örneği, 2-36,
(yüksek lisans tezi), Dumlupınar Üniversitesi. Kütahya.
Korkmaz, E., Tay. A. (2010). Küresel Kriz, Türkiye’ye Etkileri ve Çözüm Önerileri, Kafkas
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 1(2), 111-135.
Korkmaz, T., Topaloğlu, E.E. (2021). Politik Riskin Doğrudan Yabancı Yatırımlar ve Pay
Piyasası Endeks Getirilerine Etkisi: G7 Ülkeleri Üzerine Bir Uygulama, Verimlilik
Dergisi, 0(1), 97-115.
Korkmazer, G. (2018). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Gelişimi: Kasım 2000 Ve
Şubat 2001 Krizleri. Ekonomi Maliye İşletme Dergisi, 1(2), 79-92.
Koşaroğlu, Ş. M. (2019). OECD Ülkelerinde Yeni Keynesyen Phillips Eğrisinin Kısa-Uzun
Dönemli Analizi ve İşsizlik Histerisi, 5-67, (doktora tezi), Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi. Sivas.
Kurnaz, Ö. (2009). Türkiye'de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi: 1987-2006 Dönemi, 2-24,
(yüksek lisans tezi), Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın.
Kurt, M. (2017). Türkiye’nin 2004-2015 Dönemi Vergi Gelirlerine İlişkin Laffer Eğrisi,
Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, 4(2), 52-68.
İslatince, H. (2007). İktisatta Denge ve Dengesizlik Kavramlarına Yönelik Kuramsal
Tartışmalar. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 0(19), 205-216.
İslatince, H. (2017). Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi: Türkiye İçin Nedensellik Analizi (1988-
2016), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17(3), 43-56.
Kurul, Z. (2021). Türkiye’de Doğrudan Yabancı Yatırım Girişleri ve Yurtiçi Yatırım İlişkisi:
Doğrusal Olmayan ARDL Yaklaşımı, Sosyoekonomi, 29(49), 271-292.
Kuzucu, S. (2022). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Covıd-19 Pandemisine Karşı
Para Politikasının Bir Değerlendirmesi, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 23(Covid-19
Özel Sayısı). 265-279.
Küçükoğlu, S. (2021). Covid-19 Pandemi Sürecinin Küresel Ekonomik Göstergeleri ve
Türkiye’de Bankacılık ve Finans Sektörüne Etkileri. İstanbul Ticaret Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 20(42), 1269-1291.

134
Maraş, G., Dumrul, C. (2019). Türk Ekonomisinde Bütçe Açığı ve Enflasyon İlişkisinin
Sınır Testi Yaklaşımı İle Eş-Bütünleşme Analizi, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 0(54), 314-342.
Mızrak, Z., Sever, E. (2007). Döviz Kuru, Enflasyon ve Faiz Oranı Arasındaki İlişkiler:
Türkiye Uygulaması, Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 7(13), 264-283.
Murat, Ü. (2019). Petrol Fiyatı Belirsizliğinin Türkiye’nin Makro-Ekonomik Göstergelerine
Etkisi, 8-32, (yüksek lisans tezi), Trakya Üniversitesi. Edirne.
Oğul, B. (2020). Türkiye’de Enflasyon ve Faiz İlişkisinin Tespit Edilmesi: ARDL Sınır
Testi, International Journal of Economics, Politics, Humanities Social Sciences,
5(2), 49-58.

Oğuz, H. (2008). Bir Optimal Parasal Politika İlkesi Olarak Frıedman Kuralı. Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 7(23), 1-44.
Oğuz, Ş. (2010). Türkiye’de Enflasyon Sürekliliğinin Analizi: Tarihsel Trendi ve TÜFE Alt
Gruplarındaki Farklılaşması, 4-20, (uzmanlık yeterlilik tezi), Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası İletişim ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü. Ankara.
Okşak, Y., Özen, E. (2020). Tasarruf ve Enflasyon İlişkisi: Türkiye İçin Bir Eş-Bütünleşme
Analizi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 18(3), 353-369.
Oktar, S., Dalyancı, L. (2012). Türkiye Ekonomisinde Para Politikasının Ekonomik Büyüme
Üzerine Etkisi. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(1), 1-
18.
Orhan, O. (2015). Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri, Erişim: 7 Kasım 2022,
https://www.tesev.org.tr/wp-
content/uploads/rapor_Suriyeli_Siginmacilarin_Turkiyeye_Etkileri.pdf.
Osmanoğlu, A. (2020). Türkiye’de Kayıt Dışı İstihdam Sorunu Ve Mücadele Stratejileri,
The Journal of Social Science, 4(7), 134-144.
Öge Güney, P., Ceylan, İ. (2014). Enflasyon Hedeflemesi ve Türkiye Deneyimi, Hacettepe
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(1), 143-164.
Öruç, E. (2016). Fisher etkisi: Türkiye üzerine bir uygulama. Kastamonu Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(3), 297-311.
Öz, E., Baran, T. (2019). Türkiye’de Ekonomik Kriz Dönemlerinde Vergi İndirimlerinin
Enflasyon, Faiz ve Yatırımlar Üzerindeki Etkisinin Değerlendirilmesi,
Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, 15(4), 1258-1275.
Özata, E. (2019), Türkiye’de Petrol Fiyatlarından Enflasyona Asimetrik ve Doğrusal
Olmayan Geçişkenlik, Optimum Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 6(1), 17-
32.
Özatay, F. (2009). Finansal Krizler ve Türkiye, (5. Basım), 67-102, İstanbul. Doğan Kitap.
Özatay, F. (2013). Parasal İktisat Kurum ve Politika, (3. Basım), 557-586, Ankara. Efil
Yayınevi.

135
Özcan, B. (2014). Gelişmekte Olan Ekonomilerde Enflasyonun Belirleyenleri: Dinamik
Panel Veri Analizi. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, 15(1), 33-53.
Özcan, B., Arı, A. (2013). Para Talebinin Belirleyenleri ve İstikrarı Üzerine Bir Uygulama:
Türkiye Örneği. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 20(2), 105-120.
Özdemir, V. (2014). Türkiye’de Planlı Kalkınma Deneyimleri. Marmara Üniversitesi
Dergisi, 23, 2-27.
Özkardeş, L. (2016). Cumhuriyetin İlk Yılları ve 1929 Ekonomik Buhranında Dış Ticaretin
Yönetimi. Gümrük ve Ticaret Dergisi, (6), 25-34.
Özsağır, A. (2007). Ekonomide güven faktörü. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 6(20),
46-62.
Öztürk, S., Saygın, S. (2017). 1973 Petrol Krizinin Ekonomiye Etkileri ve Stagflasyon
Olgusu, Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 6(12), 1-12.
Öztürk, Y. (2021). Cumhuriyetten Günümüze Enflasyon ve İşsizlik,(Ekonomi Analiz-5),
Bursa. TESAM( Ekonomik Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi).
Özyurt, H. (2003). Para Teorisi ve Politikası, (1. Basım), 121-137, Trabzon. Derya Kitabevi.
Peker, G.İ. (2019). Türkiye'de Enflasyon ve Çözüm Önerisi Olarak Lisanslı Depoculuk
Sistemi, 14-36, (yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi. İstanbul.
Peker, O. (2005). Klasik Gelenekte Paranın Ele Almış Biçimi: Yansızlık Önermesi, Liberte
Grubu Yayınları, Erişim: 14 Ekim 2022,
http://www.libertedownload.com/Piyasa/15-16/10-osman-peker-klasik-
gelenekteparanin-ele-alinis-bicimi-yansizlik-onermesi.pdf .
Pekin, Ç. (2014). İktisat Teorisinde İstihdam Yaklaşımları Çerçevesinde Türkiye’de
İstihdam Sorunu ve Çözüm Önerileri, 35-98, (yüksek lisans tezi), İstanbul
Üniversitesi. İstanbul.
Polat, A.P. (2018). Küresel Finans Krizinin Nedenleri, Al Farabi Uluslararası Sosyal
Bilimler Dergisi, 1(77), 177-195.
R ile Normallik Testi, Erişim: 16 Kasım 2022, https://www.veribilimiokulu.com/r-ile-
normallik-testi/
Saatçioğlu, C., Çankırı Kolbaşı, N. (2012). Petrol Fiyatlarındaki Değişimlerin Deniz
Lojistiğine Etkileri, Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(2), 138-158).
Sakarya Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SESAM), Türkiye Ekonomisinin
Kanayan Yarası: Vergi Kaçakçılığı, Erişim 30 Kasım 2022,
ps://sesam.sakarya.edu.tr/tr/duyuru/goster/100592/turkiye-ekonomisinin-kanayan-
yarasi-vergi-
kacakciligi#:~:text=İngiltere%20kaynaklı%202003%20yılında%20kurulan,milyar
%20dolarlık%20vergi%20kaybı%20yaşamaktadır.
Saraç, T.B., Karagöz, K. (2010). Türkiye’de Tüketici ve Üretici Fiyatları Arasındaki İlişki:
Yapısal Kırılma ve Sınır Testi. Maliye Dergisi, 0(159), 220-232.
136
Selimler, H. (2015). Sorunlu Kredilerin Analizi, Banka Finansal Tablo ve Oranlarına
Etkisinin Değerlendirilmesi. Finansal Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, 7(12),
131-172.
Sertkaya, B., Baş, S. (2021). Covıd-19 Salgınının Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri:
Riskler ve Olası Senaryolar, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,
11(21), 147-167.
Sever, E., Han, V. (2016). Döviz Kuru Dalgalanmaları ve Petrol Fiyatı Şoklarının
Türkiye’nin Ekonomik Büyümesi Üzerine Etkisi, Niğde Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9(3), 91-102.
Sezal, L. (2020). 2018 Ağustos Krizinin Türk Bankacılık Sektörüne Etkisi, Ekonomi ve
Araştırma Dergisi, 1(1), 17-32.
Sloman, J. (2004). İktisat Makro, 43-70, İstanbul. Bilim Teknik Yayın Evi.
Songur, T. (2019). Türkiye İle Seçili Afrika Ülkeleri Arasındaki Dış Ticaret Potansiyeli
Çekim Modeli Yaklaşımıyla Ekonometrik Analiz, 5-75, (yüksek lisans tezi), Hasan
Kalyoncu Üniversitesi. Gaziantep.
Sungur, O. (2016). 2000 Sonrası Türkiye Ekonomisi: Büyüme, Enflasyon, İşsizlik,
Borçlanma ve Dış Ticarette Gelişmeler, Toplum ve Demokrasi Dergisi, 9(19), 243-
270.
Sürmen, Y.E. (2019). Siyasi Krizlerin Türkiye'nin Dış Ticaretine Etkisi: Rahip Brunson
Davası, Beşeri ve Sosyal Bilimler Akademik İncelemesi, 2(2), 189-207
Şahin, A. (2008). Türkiye’de Tüfe ve Tefe Üzerine Sektörel Enflasyon Direnci Analizi, 1-51,
(doktora tezi), Selçuk Üniversitesi. Konya.
Şahin, S. (2022). Net Hata ve Noksan Hesabına Bakış: Seçilmiş Ülkelere Yönelik Analiz
(1980-2018), İktisat Politikası Araştırmaları Dergisi, 9(1), 103-120.
Şen A.F., Taşdelen, H. (2019). Haberde Söylem Üretimi: 2018 Döviz Kuru Krizinin Haber
Medyasındaki Yansımaları, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 0(31),
254-275.
T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü: Bütçe İstatistikleri, Erişim:
21 Kasım 2022, www.muhasebat.hmb.gov.tr.
T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kamu Finansmanı İstatistikleri, Erişim: 23 Kasım 2022,
https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri.
T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, Korumamız Altındaki Suriyeliler, Erişim: 11
Kasım 2022, https://www.goc.gov.tr/gecici-korumamiz-altindaki-suriyeliler.
Tarakcı, C.C. (2019). Türkiye'de Yaşanan Ekonomik Krizler, Mali Etkileri ve Kamusal
Tedbirler: 2001 ve 2008 Krizleri, 2-17, (yüksek lisans tezi), İstanbul Üniversitesi.
İstanbul.
Taşkın, Y. (2012). Vergi Psikolojisi ve Vergiye Karşı Mükellef Tepkileri. Maliye Araştırma
Merkezi Konferansları, 0(54), 67-90.

137
Tatliyer, M. (2017). Türkiye Ekonomisinde Enflasyon ve Ekonomik Büyüme 1950-
2015. Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, 13(13), 173-188.
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, Erişim: 9 Ekim 2022,
https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket.
Tekin, M., Özçelik, Ö. (2019). Kavramsal ve Teorik Çerçevede Üçüz Açık Sorunu, Ekonomi
Maliye İşletme Dergisi, 2(2), 116-141.
Tellan, D.Ö. (2008). Tüketimin Karşı Devrimi: Türkiye'de 1980 Sonrası Uygulanan İktisat
Politikalarının Toplumsal Sonuçlarına Eleştirel Bir Bakış. Ekonomik
Yaklaşım, 19(67), 1-19.
Tıkıl, İ. (2021). Türkiye’de Döviz Kuru İle Enflasyon Arasındaki İlişkinin Analizi, 3-24,
(yüksek lisans tezi), Süleyman Demirel Üniversitesi. Isparta.

Togay, S. (1998). Finans Güdüsüyle Para Talebi: Önemi ve Yarattığı Sonuçlar. Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(1), 133-144.
Trading Economics, Erişim 28 Kasım 2022, https://tr.tradingeconomics.com/turkey/current-
account.
Tuğcu, C. (2015). Paranın Yansızlığı Hipotezinin Testi: Türkiye Ekonomisi İçin Yapısal
Kırılmalı Eşbütünleşme Analizi. Ekonomi Politikası Araştırmaları Dergisi, 2(1),
17-31.
Tunay, K.B. (2001). Türkiye’de Paranın Gelir Dolaşım Hızlarının MARS Yöntemiyle
Tahmini. ODTÜ Gelişme Dergisi, 28(4), 431-454.
Turan, S.A. (2010). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkileri: Türkiye Üzerine İncelemeler,
4-39, (yüksek lisans tezi), Atatürk Üniversitesi. Erzurum.
Turan, Z. (Ağustos 2005). Türkiye Ülkesinde Kasım 2000-Şubat 2001 Krizleri. Tühis
Yayınları, Ankara, Erişim: 28 Ekim 2022,
https://www.tuhis.org.tr/upload/dergi/1348753648.pdf.
Turan, Z., Öztürk, Y. (2016). Keynes Sistemi ve Bekleyişlerin Sisteme Katkısı. Niğde
Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9(2), 259-269.
Turhan, S. (1986). Maliye Politikası ve Uygulamaya İlişkin Yöntemler. İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 44(1-4), 113-132.
Tutar, E. (2005). Enflasyon Hedeflemesinin Ön Koşulları: Türkiye’de Para Politikası
Araçları ile Enflasyon Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, 23-38 (uzmanlık yeterlilik
tezi), Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Piyasalar Genel Müdürlüğü. Ankara.
Türk, E. (2016). Döviz Kuru Enflasyon İlişkisi “Türkiye Örneği”. Ufuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5(9), 81-102.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Getiri Eğrisinin Eğimine Karşılaştırmalı Bir
Bakış, Erişim: 26 Kasım 2022,
https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/51434492-fbfb-41ef-b8fa-
a16c180b4568/Kutu+5.1_2019-

138
2.pdf?MOD=AJPERESCACHEID=ROOTWORKSPACE-51434492-fbfb-41ef-
b8fa-a16c180b4568-mFJqtsI.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2001). 24 Nisan 2001 Tarihli Hissedarlar Genel
Kuruluna Sunulan Altmış Dokuzuncu Hesap Yılı Hakkında Banka Meclisi'nce
Hazırlanan Faaliyet Raporu Bilanço, Kâr ve Zarar Hesabı Denetleme Kurulu
Raporu, Yıllık Rapor 2000, 13-114, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı(TEPAV), Türkiye’ye Gelen ve Türkiye’den
Giden Doğrudan Yatırımlardaki Gelişmeler - Ağustos 2019, Erişim: 25 Kasım
2022, https://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/10020.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK): Dış Ticaret İstatistikleri, Erişim: 4 Kasım 2022,
www.tüik.gov.tr.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK): Kurumsal Sektör Hesapları, Erişim: 28 Kasım 2022,
www.tüik.gov.tr.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK): Turizm İstatistikleri, Erişim: 11 Kasım 2022,
www.tüik.gov.tr.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2009). Ekonomik Rapor, 11-133, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2010). Ekonomik Rapor, 15-120, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2012). Ekonomik Rapor, 44-202, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2013). Ekonomik Rapor, 24-187, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2014). Ekonomik Rapor, 27-185, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2015). Ekonomik Rapor, 23-186, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2016). Ekonomik Rapor, 23-189, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2017). Ekonomik Rapor, 23-179, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2018). Ekonomik Rapor, 27-223, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2019). Ekonomik Rapor, 23-191, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB). (2020). Ekonomik Rapor, 27-207, Ankara:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.

139
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB). (2021). Enerji Görünümü, 25-54, İstanbul:
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası.
Türkiye’de Çocuklar İçin Ekmek Karnesi Uygulaması, Erişim: 16 Ekim 2022,
https://www.bitmezat.com/urun/2289856/1943-tarihli-ekmek-karnesi-cocuklar-
icin.
Türkiye’de Yetişkinler İçin Ekmek Karnesi Uygulaması, Erişim: 16 Ekim 2022,
https://www.dunyabulteni.net/olaylar/karneden-israfa-turkiye-de-ekmek-
h280292.html.
Uğurlu, E., Saraçoğlu, B. (2010). Türkiye’de Enflasyon Hedeflemesi ve Enflasyonun
Öngörüsü. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 25(2), 57-72.
Uludağ Güler, Ç. (2020). Sosyoekonomik Perspektiften Türkiye’de Geçici Koruma
Statüsündeki Suriyeliler: Fatih İlçesi Örneği, 5-47, (doktora tezi), İstanbul
Üniversitesi. İstanbul.
Uygur, E. (Nisan 2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri,
Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, Erişim: 28 Ekim 2022,
https://www.econstor.eu/bitstream/10419/83281/1/dp_2001-01.pdf.
Ünal, S. (2015). Kuramsal Görüşlere Göre Para Politikası, Politika Araçları ve Dünya
Merkez Bankacılığı, 4-21, (yüksek lisans tezi), Hasan Kalyoncu Üniversitesi.
Gaziantep.
Ünsal, E.M. (2011). İktisada Giriş, (3. Basım), 5-588, Ankara: İmaj Yayıncılık.
Ünsal, E.M. (2011). Makro İktisat, (9. Basım), 269-305, Ankara: İmaj Yayıncılık.
Yalta, A.Y. (2020). Para Teorisi ve Politikası Ders Notları,
https://acikders.tuba.gov.tr/pluginfile.php/4390/mod_resource/content/2/bolum00-
kapakveonsoz-%28s1%2C1%29.pdf.
Yanici Erdal, İ.Ö. (2019). Türkiye’ De Kayıt Dışı İstihdam ve Kayıt Dışı İstihdamla
Mücadele Politikaları, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(16),
225-246.
Yeşilkaya, F., Özaydın, M.M. (2020). Sosyal Yardım İstihdam İlişkisinin Belirlenmesi:
Refah Rejimleri İçin Bir Panel Veri Analizi. Sosyal Politika Çalışmaları
Dergisi, 20(46), 161-196.
Yıldırım Küçükönder, T. (2014). Enerjide Dışa Bağımlılığın Azaltılması ve Ekonomiye
Katkısının Artırılması Kapsamında Linyit Rezervlerinin Değerlendirilmesi, 47-77
(Uzmanlık Tezi), Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı. Ankara.
Yıldırım, B. (2010). Yapısal Kırılma Durumunda Birim Kök Testleri ve Gelir Yakınsaması
Analizi: Avrupa Birliği’ne Üye ve Aday Ülkeler İçin, 3-51, (yüksek lisans tezi),
İstanbul Üniversitesi. İstanbul.
Yıldırım, E. (2021). 1960'lı Türkiye Ekonomisinin Durumu, 4-34, (yüksek lisans tezi), Dicle
Üniversitesi, Diyarbakır.

140
Yıldırım, E., Lopcu, K., Çakmaklı, S., Özkan, Ö. (2010). Yeni Keynesyen Makro Ekonomik
Bir Model: Türkiye Uygulaması, Ege Akademik Bakış Dergisi, 10(4), 1269-1277.
Yıldırım, G.G. (2020). Türkiye’de Faiz Oranları Enflasyon ve Döviz Kuru İlişkisi: Ampirik
Bir Uygulama, 3-40, (yüksek lisans tezi), Selçuk Üniversitesi. Konya.

Yıllara Göre Türkiye’de Faiz Harcamaları, Erişim: 25 Kasım 2022,


https://www.dogrulukpayi.com/bulten/yillara-gore-turkiye-de-faiz-
harcamalari?gclid=CjwKCAiA7IGcBhA8EiwAFfUDsVzWDKskgVouEmIymDX
F7HnzIi4uf3dJh_VVmmc-XGcVj2vPXzq7QBoCIhIQAvD_BwE.
Yılmaz, H.D. (2015). Para Arzının Makroekonomik Faktörler Üzerine Etkisinin Analizi, 59-
76, (yüksek lisans tezi), Başkent Üniversitesi. Ankara.
Yılmaz, M. (2019). Vergi Kayıp ve Kaçaklarının Azaltılmasında Vergi Denetiminin
Etkinliği, Sorunlar ve Çözüm Önerileri, 4-20, (yüksek lisans tezi), İstanbul.
Yılmaz, Ö., Kaya, V. (2005). Kamu Harcama Çeşitleri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi, Sosyal
Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 5(9), 257-271.
Yiğit, H., Açıkalın, S. (2019). Türkiye’de cari işlemler açığı: nedenleri ve çözüm önerileri,
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12(2), 323-340
Yoruldu, M. (2021). Türkiye’de Vergi Harcamalarının Vergilendirmenin Fonksiyonları
Açısından Değerlendirilmesi: 2019-2023, Maliye Çalışmaları Dergisi, 0(65), 139-
150.
Yorulmaz, R. (2018). ABD Yaptırımları ve Kur Krizinin Bölge Ekonomilerine Yansımaları,
https://www.sutso.org.tr/uploads/images/files/arastirmalar/218_tr_1.pdf.
Yücel, H. (2020). Türk- Amerikan İlişkilerinde S-400 Krizi,
https://setav.org/assets/uploads/2020/01/A302.pdf.
Yüksel, C. (2022). Kamu Maliyesi Özet Ders Notları, https://docplayer.biz.tr/6280839-
Kamu-maliyesi-ozet-ders-notlari-mersin-universitesi-iktisadi-ve-idari-bilimler-
fakultesi-calisma-ekonomisi-ve-endustri-iliskileri-bolumu.html.
Yükseler, Z. (Aralık 2018). Türkiye’de Cari İşlemler Dengesi Fazlası ve Olası Etkileri (Kriz
Dönemleri İle Karşılaştırma), Erişim: 30 Ekim 2022,
https://www.researchgate.net/profile/Zafer-
Yuekseler/publication/329358773_TURKIYE'DE_CARI_ISLEMLER_DENGESI
_FAZLASI_VE_OLASI_ETKILERI_Kriz_Donemleri_ile_Karsilastirma/links/5c
03df33a6fdcc1b8d502bd8/TUeRKIYEDE-CARI-ISLEMLER-DENGESI-
FAZLASI-VE-OLASI-ETKILERI-Kriz-Doenemleri-ile-Karsilastirma.pdf.
Zabun, F. (2020). Türkiye'de Enflasyonun Nedenleri ve Sonuçları, 48-75, (yüksek lisans
tezi), Kahramanmaraş Üniversitesi. Kahramanmaraş.

141
EKLER

EK-1. 2000-2020 Makroekonomik Göstergeler

Tarih Tüfe (2010=100)% Tefe Brend-petrol (Varil


Başı Dolar)
2000 20,6 12.619.704,46 14
2001 31,8 19.820.481,36 24
2002 46,1 28.974.580,64 45
2003 56,1 35.861.659,94 45
2004 60,9 40.000.307,04 57
2005 65,9 42.309.858,75 78
2006 72,2 45.600.033,64 84
2007 78,5 49.570.535,75 122
2008 86,7 55.239.019,91 46
2009 92,1 55.895.781,53 121
2010 100 61.385.681,95 140
2011 106,5 70.203.113,79 180
2012 115,9 75.910.960,15 198
2013 124,6 80.439.850,44 209
2014 135,7 90.366.962,13 121
2015 146,1 98.164.727,74 100
2016 157,4 103.926.763,73 166
2017 175 117.194.605,73 243
2018 203,5 138.047.784,68 243
2019 234,4 159.700.131,52 348
2020 263,2 176.971.419,17 359
(Kaynak: TCMB-EVDS, https://ekonomiatlasi.com)

EK-2. 2000-2020 Makroekonomik Göstergeler

Tarih Para Arzı-Toplam Hacim Kur (Dolar/TL)


2000 58.467.538,00 0,62
2001 108.748.347,00 1,23
2002 141.223.904,00 1,51
2003 164.056.795,00 1,49
2004 199.524.010,00 1,42
2005 261.306.414,80 1,34
2006 319.366.193,20 1,43
2007 368.167.283,00 1,3
2008 458.630.123,00 1,5
2009 518.279.353,00 1,55
2010 615.102.828,00 1,5
2011 708.614.707,00 1,67
2012 783.144.269,00 1,79
2013 947.130.872,00 1,9
2014 1.058.375.873,00 2,19
2015 1.231.372.009,00 2,72
2016 1.452.191.310,00 3,02

142
2017 1.685.940.896,00 3,65
2018 1.994.730.739,00 4,81
2019 2.554.361.320,00 5,67
2020 3.421.903.313,00 7,01
(Kaynak: TCMB-EVDS)

143

You might also like