You are on page 1of 155

Adnan ômerustaoğlu

1962 yılında Ordu'nun Gölköy ilçesinde dünyaya


geldi. İlk ve orta öğrenimini Ordu ve İstanbul'da
tamamladı. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Fen­
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Bir
süre gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. 1 994 yılında
Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu
Eğitimi Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak çalış­
maya başladı. 1999 yılından bert aynı bölümde
yardımcı doçent olarak görevini sürdürmektedir.
Değişik dergilerde yayınlanmış makaleleri vardır.
Başlıca ilgi alanları, Bilgi Kuramı, Bilim Felsefesi,
Bilim Eğitimi, Sosyal Felsefe ve Felsefe Eğitımi'dir.
Araştırma Yayınlan: 19

Dizgi, kapak: Ankara Dizgi Evi


Baskı, cilt, kapak baskısı: Ôzkan Matbaacılık
Birinci basım: Mayıs 2004

ISBN: 975 - 6788 - 17 - 8

Araştırma Yayınlan
İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı 48/81 İskitler/Ankara
Tel/faks: (0312) 341 06 90
Bilgi Kuramı
Karl Popper'in Eleştirel Akılcılığı Üzerine

Dr. Adnan Örnerustaoğlu

Araştırma Yayınlan
Ankara 2004
İÇİNDEKİLER

ÖNSÔZ . . . , . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ . ......

GİRİŞ
a. İnsani Bir Eylem Olarak Bilmek ... . . .9
.......... . . ............ ........ .. ... .

b. Popper'e Giden Yol: Viyana Çevresi . . . . :. . . . . . . .1 0


. . . . . . . . . ....... ....... ..

1. BÖLÜM
SINIR KOYMA SORUNU ............... .... . : . . . . . . . . . . .. . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 25
a. Yanlışlanabilirlik . . . . . . .. . .
. . . . . . . . ...... . . . ..
... . . .. ....... .. . ..
. . . . . . . .. ......... 35
b. Sınanabilirlik ............. . .
................... .............. . ..... . ......... . . . . . . 44

O.BÖLÜM
TÜMEVARIM SORUNU . ............ . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .
.. .............. . . . . . . . .. . . . . . . 47
a. Kuram ve Kuram Seçimi . . . ..................... . . .. . . ............. . .......... 66
b. Deney ve Gözlem ..................... . . . . . . . . . .
............. . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 72

fil.BÖLÜM
ELEŞTİREL AKILCillK .. ........................... ..... . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 79
a. Eleştirel Akılcılığın Doğası . . . . . . . . . . . . . . . ................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79
b. Doğa Bilimleri ve Sosyal Bilimlerde Eleştirel Akılcılık .......... 94

iV. BÖLÜM
ÖZNELLİK NESNELLİK SORUNUNA
ÜÇ DÜNYAil YAKLAŞIM . . . . . . . .......... . .. . . . . ..... .. . .. .. ....... . .. .. .
.... ... . . . . 1 07
a. Geleneksel Bilgi Kuramı ve Popper .
. .. . . . . . . ....... .... . . . . . . . . .. . . ...107
b. Bilginin Gelişimi . ... .. . . . . . . . ......... ..... . .. ... . ............. . . . . . . ........ .. 1 1 8
.

c . Ü ç Dünya Kuramı ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 26

SONUÇ .
. . . ........... . . . . . . . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. 1 39
KAYNAKÇA ........................ . . . . . ................. . .............. . .................. 1 45
DtzlN . . . .. . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . .. . . . . .............. .............. . . . ............... . . . . . .... 1 49
ÔNSÔZ

Bilgi gizemli bir sözcüktür. Bu gizemin şifresinin çözülmesi,


sımna ulaşılması öteden beri felsefenin temel problem alanla­
nndan birisidir. Bilginin ne olduğunu, nasıl üretildiğini, nasıl
geliştiğini, kapsamını, ölçütünü anlamak ve açıklamak bilgi ku­
ramının konusunu oluşturur. Bilgi araştırma konusu yapılırken
onu üreten zihniyetin (ister bireysel olsun, ister toplumsal ol­
sun), kültürün, ideolojinin, yaşantının, beklentinin, ihtiyaçların
da araştınlması gerekir. Bilginin üretim sürecinde kullanılan
yöntem ve teknikler, tavır veya tarz sorunun aydınlatılması için
yeterli olmayabilir. Aynca bilgi önermeleri ve eğitim de araştırma
konusu yapılmalıdır. Bilginin tam olarak anlaşılması için bilgi
sürecine etki eden faktörlerin doğru bir şekilde betimlenmesi ge­
rekir. Onun gizemini çözmek için bilginin arkaplanının araştırıl­
ması gerekir. Bilgi nasıl üretilir? Her bilgi üreticisinin, akade­
misyenin belki de en fazla felsefecilerin sorması gereken soru
budur. Konunun tartışılması ve temellendirilmesinde antropolo­
ji, sosyoloji, psikoloji, nöroşiroloji, beyin cerrahisi, fizik, kimya,
biyoloji vs. alanlarındaki araştırmalar incelemeler ve çalışmalar­
dan yararlanılması gerekir. Umut verici olan günümüzde geliş­
melere baktığımızda bu yönde yol alındığına tanık olunmasıdır.
Araştırma konumuz olan Popper'e göre de bilginin gelişmesinin
arkaplanında eleştirel akıl ve özgür toplum vardır.

İşte bu mütevazı çalışmaya böyle bir sorunun aydınlatılma­


sına yapacağı katkı açısından gerek duyduk. Bilgi toplumu, bi­
lişim çağı, postmodern süreç gibi kavramlarla ifade edilen yaşa­
dığımız XX. yüzyılın son çeyreği ve XXI. yüzyılın başında bilginin
ve özellikle bilimsel bilginin gücü malumdur. Bu gücü elinde tu­
tan toplumlann bilgi tartışmalan ve bu tartışmalann öncü isim­
lerinden Popper'in bilgi kuramını araştırmak ve ulaşılan sonuç-
8 Bilgi Kuramı

lan hem bilgi kuranuna katkı açısından irdelemek hem de Tür­


kiye'de bilgi ve bilim hayatı, bilim eğitimi için katkı yapabilir mi
diye tartışma zemini oluşturmaya çalışmaktır.

Bu anlamda bu çalışma geleneksel epistemolojinin yaklaşınu


esas alınarak yapılmamıştır. Şayet öyle yapılsaydı başlıktan bil­
gi mümkün mü? bilginin kaynağı, bilginin ölçütü, bilginin kap­
sanu olurdu. Ama bu Popper'in bilgi kuramı mantığıyla örtüş­
mezdi. Çünkü Popper, geleneksel epistemolojinin sorunlarıyla
uğraşmaz. Onun bilgiden söz edince kastettiği öncelikle bilimsel
bilgidir ve bu bilginin gelişimiyle ilgili problemlerdir. Ancak yine
de geleneksel epistemolojinin sorunları belirlediği sorunlar için­
de doğrudan olmasa da ele alınnuştır.
GİRİŞ

a. İnsani Bir Eylem Olarak Bilmek


Evrenin sonsuzluğunda sınırlan belirlenmiş bir üriin {bilgi)
için daha başta belli kabullere dayanmanın zorunluluğu hisse­
dilmektedir. Bilmek bir kabulle başlar. Bilinecek olan bir varlı­
ğın kabulü ki, bu varlık probleminin ilk sorusunun cevabını bi­
ze çağnştınr. Bilinecek olan bir varlığın olması yetmez. Aynca
bilecek bir varlığın yani bir bilincin kabulünü gerekli kılar. İşte
bilgi felsefesinin bilgi nedir? Sorusu tartışılırken klasik cevap
olan bi len bilinen i li şkisinin ürünüdür tanımı da buradan kay­
naklanır. Kabulle başlayan bilme süreci hangi tür bilgi oluşumu
veya elde edilmesiyle ilgili olursa olsun kabullerle devam eder.
Örneğin en kesin bilginin elde edildiği matematikte aksiyom,
postüla, tanım ve teoremler üzerine akıl yüriitmeye dayalı ispat
vardır. Eğer aksiyon, postüla ve teoremlerimiz yoksa ispat da
yoktur. Doğa bilimlerinde kuramlar vardır ve gözlem, deney, ölç­
me vs. bu kuramlann ışığında yapılır. Sosyal bilimlerde de yine
belli bir paradigma hem faaliyeti hem de ortaya çıkacak üriinle­
ri büyük oranda belirler. Öyleyse nesnellik nerede? Bu sorunun
cevabını Popper'den alalım: Nesnellik, test edilebilir olma, yan­
lışlanabilir olma ve eleştirel olmadadır.

İnsanla birlikte söz edilen (yapıp etme, değer verme, önceden


görebilme, eğitmek, eğitilmek, sanat, teknik, sosyal düzen kur­
ma vs. gibi) fenomenlerinden birisi de bilgidir. Belki de bütün fe­
nomenlerin gerçekleştirilmesinde bilgi edinme sürecinin özel bir
yeri vardır. Hatta yukanda sıraladığımız bütün fenomenlerin
gerçekleşmesi sürecini, bilme isteği ve yeteneğiyle sıkı bağıntısı
olmadan tasavvur etmek olanaksızdır.

İnsana özgü olan nitelikler içerisinde örneğin güzellik hissi­


nin, yüksek etik idealara ulaşmak isteğinin, olaylann ve olgula-
10 Bilgi Kuramı

rın oluşum ve gelişimini bilme arzusu, çevresiyle etkileşiminden


doğan sorunların tartışılıp anlamlandırılması ve açıklanmasına
her zaman ihtiyaç duyulmaktadır. İnsan kendisini çevreleyen
evrenin sırlarını deşifre ettikçe bilmediklerinin korku ve kaygı­
sından kurtulmakta ve doğa karşısında daha özgür olmaya doğ­
ru mesafe almaktadır. Ulaşılan (üretilen) bilgiler onun hayatına
direkt etki etmekte ve yaşam koşullarını daha iyi bir seviyeye çı­
kannasına yol açmaktadır.

Bilgi fenomeni gözlendiği gibi diğer fenomenlere göre insanı


daha belirgin bir şekilde yakın türünden ayırmakta, farklılaştır­
makta ve yüceltmektedir.

İnsani bir eylem olarak bilmek ve bilgi ilk çağdan günümüze


kadar hep filozofların zihnini meşgul etmiştir. XX. yüzyılın filo­
zofları da bilgi ve bilim konularıyla yoğun olarak ilgilenmişlerdir.
Özellikle Viyana Çevresi düşünürleri ve onlarla etkileşim içeri­
sinde olan Popper oldukça önemli bir isimdir.

b. Kari Popper'e Giden Yol: Viyana Çevresi


Popper'in doğduğu, ilk eğitimini aldığı, fikirlerini oluşturduğu
ve yetiştiği ortam Viyana'dır. XX. yüzyılın başlarında Viyana'da
büyük bir fikri canlılık yaşanmakta hemen her türlü düşünce,
bilimsel gelişme yakından takip edilip tartışılmaktadır. 1922 yı­
lında Viyana Üniversitesi'ne atanan Schlick'in başkanlığında de­
ğişik bilim alanlarından bir grup bilim adamının katılımıyla yapı­
lan toplantılar, bu şehri dünyanın bütün bilim ve entelektüel
çevrelerinin hafızasına yerleştirmiştir. ToplanWara katılanların
oluşturduğu topluluğa da Viyana Çevresi düşünürleri adı verilir.
Viyana Çevı:esi, 1924'de Schlick tarafından kurulur ve 1936'da
onun ölümüyle birlik altında toplanan insanlar dağılırlar. Ancak
çevrenin derin etkileri olur ve pek çok ülkede, üniversitede uzun
süre temsil edilirler ve eskisi kadar olmasa da bazı fikirleri halen
savunulmaya devam edilmektedir. Viyana Çevresi nin üyeleri
arasında: G.Bergman, R.Carnap, H. Feigl, Ph. Frank, K. Gödel,
H. Hahn, O. Neurath, F. Waismann gibi bilim adamları yer alır.
Giriş 11

Wittgenstein çalışmalarıyla çevre düşünürleri üzerinde etkili ol­


masına rağmen çevrenin tam bir üyesi değildir. Çevre zaman
içinde "mantıkçı pozitivizm", "mantıkçı empirizm", "mantıksal
atomculuk" ve "bilimsel empirizm" gibi adlarla ifade edilmiştir.

Viyana Çevresi, Siman ve Comte'un geliştirdiği pozitivist fel­


sefenin Emst Mach'la başlayan ikinci dönemini ifade eder. Her
iki dönemde de pozitivist anlayış olguları temele koyar ve bilim­
sel yöntemi esas kabul eder. Ancak yeni pozitivizmin özellikle
Mach'ın etkisiyle olguları duyumlara özdeş kabul etmesi yani ol­
guları duyumlardan ibaret sayması ve sadece duyumları bilebi­
leceğimizi iddia etmesi yönüyle ilki�den ayrılır. Bu yaklaşım da­
ha sonra Russell ve Witgenstein'ın Tractatus'da duyumlarla öz­
deşleştirdiği olguları "atomik olgular" olarak adlandırması ve
"atomik olgularla dil arasında kurduğu bağıntı vasıtasıyla felse­
fi çalışmaları bir dil analizi haline dönüştürmüştür".1 Ve onun
bu görüşleri diğer çevreci düşünürler üzerinde etkili olmuştur.

Bacan, Hobbes, Locke, Hume, Mach'ın temsil ettikleri empi­


rist gelenek, deney ve gözleme dayanan tasvirci, tümevarımcı,
analizci, nedenselci ve doğrulamacı bir bilgi kuramını benimse­
mişlerdir.

Bacon'dan günümüze kadar uzanan çizgide modem bilim


her geçen gün yeni bir aşama kaydetmiş ve halen de bu gelişi­
mini sürdürmektedir. Bilimsel bilginin bu dört yüz yıllık mace­
rası bilgi teorisinin gelişim seyıini de etkilemiş ve bir bilgi etkin­
liği olan bilimsel bilginin işleyiş süreci, metodu, niteliği. geçerli­
liği ve doğruluğu bilgi teorisi içinde araştırma konusu yapılmış­
tır. XX. yüzyılda ise bir felsefe disiplini olarak bu konulan araş­
tıran bilim felsefesi çalışmaları hız kazanmış ve felsefenin en
önemli disiplinlerinden birisi olmuştur.

Bilgi, bir şeyin bilgisidir ve bilinecek olan şeyin özelliği de,


bilme tarzını büyük oranda belirlemektedir. Neyin bilinebilir,

Şafak Ural, Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul 1 986, s.24.


12 Bilgi Kuramı

neyin bilinemez olduğuna ilişkin tartışma felsefe tarihi içersinde


çok uzun bir geçmişe sahiptir. Bu tartışmalara katılmış olan po­
zitivist felsefe de, bilgimize konu olacak olan alanı olgusal alan­
la sınırlandırmıştır. Yani doğal varlık alam ve tarihi varlık alanı
olgularıyla, bilinebilir olanla sınırlandırılmıştır. Bu yüzden, po­
zitivist anlayış, yalnızca olgusal varlık alanını ve onun bilgisini
kabul eder. Pozitivist anlayış oluşturulacak olan bu bilgi alanı­
nın biricik yöntemi olarak da deney ve gözlemi görür. Bu bilim­
sel bilgidir. Bilim, doğayı, insanı ve onun ürünlerini konu yap­
maktadır. Olgusal olmayan bilimin konusu olmaz ve onun yön­
tem ve teknikleri biliminkinden farklıdır. Bu bağlamda da meta-
,

fızik, bilimin dışında kalmakta, elenmektedir. Locke, Hume, Mili


gibi empiristler Descartes ve Spinoza'nın, Mach'da Hegel'in me­
tafızik kavramları yerine empirik bilgi kalıplarını koymaktadır­
lar. Metafıziğin elenmesi felsefe tarihi içerisinde önemli bir so­
rundur ve metafiziğin elenmesiyle ilgili her teşebbüs bir karşı
tavrın gelişmesini de doğurmuştur. Konumuzun dışında olduğu
için bu tartışmaya girmeyeceğiz.

Pozitivist felsefe, temelde bir bilim felsefesidir. Çünkü, bu fel­


sefede bilgi denilince, bilimsel bilgi; yöntem denilince de bilimsel
yöntem kastedilir. Felsefenin de bilimsel yöntemi kullanması
öngörülür. Comte, J. S. Mili gibi pozitivistler, bütün bilimler için
genel ilkeler bulmayı amaçlarlar ve toplumu da bilimin ilkeleri­
ne göre düzenlemenin gerekliliğini savunurlar Yeni pozitivistler
de, bilimi organize ve sistemli bilgi bütünü olarak görürler ve bi­
limin önermelerinin analiziyle bilimin anlaşılabileceğini, dolayı­
sıyla da felsefenin işlevinin dil analizi olduğunu savunurlar.

Bu anlayış, Mach, Russell ve Wittgenstein'ın etkisi ile mantı­


ğa önem vererek dil analizlerine yoğunlaşır ve bilginin kaynağı
konusunda empirist olmalarına rağmen yetkin bilgi olarak gör­
dükleri doğa bilimsel bilginin, dil mantık ilişkisi çerçevesinde
analizine girişmeleri onları XIX. yüzyıl pozitivistlerinden ve gele­
neksel empiristlerden ayınr. Yeni pozitivizm bir yönden de Kant­
çı bir tavır takınır. Bilgi teorisinin iki klasik akımı olan rasyona-
Giıiş 13

lizm ile empirizm arasındaki çatışmayı sonlandırmak ister. Ör­


neğin, mantıkçı empirizm, bilginin rasyonel öğelerini hipotetik
temeller sayar ve bilgiyi bu ögelerle duyusal-empirik ögelerin
doğrulanabilir sentezleri olarak kabul eder. Aynı zamanda bilgi­
nin dile ilişkinliği. psikolojik ve sosyolojik faktörlere ilişkinliği
araştırma konusu yapılır.2

Tarihi gelişimine bakıldığında hareketin üç yönden etkilendi­


ği göıiilür: (1) Daha eski empirizm ve pozitivizmden özellikle de
Hume, Mill ve Mach'dan; (2) XIX. yüzyılın ortalarından beri,
Helmholtz, Mach, Poincare, Duhem, Boltzmann ve Einstein gibi
bilim adamları tarafından geliştirilen empirik bilim metodoloji­
sinden, (3) Frege, Whitehead, Russell ve Wittgenstein tarafından
geliştirilen dilin mantıksal analizi ve sembolik mantıktan. Bu
eğilimleri ilk birleştiren Russell'ın çevre üzerinde güçlü bir etki­
si olmuştur.3

Birbirinden farklı çalışma alanlarından gelmeleri ve farklı gö­


rüşlere sahip olmalarına rağmen çevre düşünürlerinin ortak tu­
tumları, empirist, mantıkçı olmaları ve metafiziğe karşı olmala­
rıdır. Onlar, felsefenin deneysel bilimler gibi sınama ve ispat ya­
pabilmesini spekülatif ve ispatlanamayan görüşlere yer verme­
mesini, bilim örneğine göre kurulmasını istiyorlar. Ancak zaman
içinde onların bu görüşlerinde yumuşama olduğu görülür. Çün­
kü felsefenin bilimsel bir özellik kazanmasının mümkün olma­
dığına tanık olunmuştur. Ama Frege, Russell ve Wittgenstein'ın
çalışmalarıyla felsefe yeni bir problem alanı kazanmış. felsefi fa­
aliyet bir dil analizine dönüştüıiilmüştür. Böylece dilin yapı ve
işleyişi konu yapılmıştır.

Çevre düşünürlerinin felsefeye yükledikleri dil analizine da­


yalı çalışma yapması misyonu, metafıziğe karşı olan tutumları

2 Alwln Dıemer, "Bilgi Kuramı·. Günümüzde Felsefe Disiplinleri. Çev: Doğan Öz­
len, İnkılap Kitabevi. İstanbul 1 997. s. 1 67
3 Dagobert D. Runes, The Dictionary ofPhUosopy,PhUosophica! Ubrary, New York
s.285; Sımon Blackbum, The Oxford Dictıonary of Philosophy. Oxford Uni­
versty Pres, Oxsford 1 994, s.223.
14 Bilgi Kurwm

ve felsefeyi deneysel bilim modeline göre oluşturma anlayışları­


nın merkezinde "doğrulama" kavramı bulunmaktadır.4 Çevre
düşünürlerinin görüşlerini tartışırken, öncelikle, dil analizi, me­
tafızik, deneysel bilim ve doğrulama kavramlarını araştırmak,
açıklığa kavuşturmak gerekir.

Çevre düşünürleri değişik bilim dallarında faaliyette bulunan


bilim adanılan olmalarından dolayı, araştırdıkları problemler
daha çok felsefeye ait değil, özel bir bilimsel araştırma alanına
aittir. Onlar bilimsel bilginin doğruluğunun seviyesi hakkında
doğru fikir yürütmeye hem de bilimsel anlayışın gerçek işleyişi­
nin ilişkilerini ortaya çıkarmaya yarayan fikirlere ulaşmayı
amaç edinirler. Bilimin problemlerini çözmek için yeni yollar
bulmaya çalışmaktadırlar. Bilimin mantıksal analizi için felsefe­
lerinin temelinde doğrulama ilkesi ve onunla ilgili analitik ve
sentetik ifadelerle emprik gerçeklikler ele alınır. Metafıziği ele­
meye çalışmalarına rağmen metafızik karakterli bir düşünceye
dayandıkları görülür. Çevrecilerin ortaya koydukları metodoloji
bilimin kendi araçları ve teknikleriyle analizinden çok bilime tek
yönlü yaklaşımı ifade eder. Zaman içerisinde bu tek yönlü yak­
laşım yumuşatılmıştır. Örneğin Ayer, Magee ile yaptığı söyleşide
doğrulama ilkesinin uzun ömürlü olmadığını söyler. 5 Yine yeni
pozitivizmin fikir babası Wittgenstein'ın n-actatus'da dil ile dün­
ya arasındaki ilişkiyi tartıştığını ancak sorunun üstesinden ge­
lemediğinin bir göstergesi olarak "bu ilişkinin betimlenemeyece­
ğini, ancak gösterilebileceğini söyleyerek bitirdi"ğini ifade eder.s
Aynca, "mantıkçı pozitivizmin kusuru neydi?" sorusuna karşılık
" bence, kusurların en önemlisi, hemen hemen tamamının yan­
lış olmasıydı"7 demektedir. Ancak, yine de, genel anlamda tutu­
mun doğru olduğunu, ama ayrıntılı olarak bakıldığında doğru-

4 Ural, 1 986. s.29.


5 Bryon Magee, "Mantıkçı Pozitivizm ve Kalıtı", Çev:Aytaç Oksal. Yeni Düşün
Adamlan. Basıma Hazırlayan: Mete Tuncay, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul
1 979. s. 1 78.
6 A.g.e .. s. 183.
7 A.g.e .. s. 1 89.
Giriş 15

lama ilkesinin doğru dürüst formüle edilemediğini, indirgemeci­


liğin işlemeyişini ve "mantık ve matematikteki önermelerin ilginç
bir anlamda çözümleyici olup olmadığı"nın kendisine epey kuş­
kulu geldiğini belirtiyor. s

Camap, bütün felsefi sorunların gerçekte sentaktik olduğunu


ileri sürer ve sentaks yanlışlarından kaçınıldığında felsefi bir so­
runun ya çözüldüğü ya da çözülemez olduğunun gösterilebilir ol­
duğunu savunur. Russell, bunu, aşın bir anlatım olarak bulma­
sına rağmen ·geleneksel sorunlar konusunda felsefi sentaksın
yararının çok büyük olduğu kuşkusuzdur"9 diyerek bu düşünce­
yi kısmen de olsa destekler. Geleneksel felsefeyle ilgili Reichen­
bach, Einstein'ın görelilik kuramından etkilenir; rasyonel bir fa­
aliyet olan bilimde mutlak doğruluk düşüncesinden vazgeçilme­
si gerektiğini öne sürer. Newton'dan etkilenerek sentetik a priori
önermeleri bilimin temeline koyan Kant'ın felsefesini mutlak
uzay, mutlak zaman ve doğanın mutlak belirleyiciliği gibi kav­
ranılan içeren fızik temeli üzerine kurduğunu yaşasaydı onun da
bu görüşünden büyük bir olasılıkla vazgeçeceğini savunur. ıo

Yeni pozitivistler, bilimin tabanı konusunda, bilimin gözlem


önermelerine dayandığını savunurlar. Özellikle Camap, tekil al­
gılanmızı sınırsız sayıdaki tekil gözlem önermeleriyle ifade ettiği­
mizi ve bu sınırsız tekil önermeleri içerisinde de özellikle herkes
için geçerli olabilen tekil nesne durumlarını ifade eden tekil
önermelere öncelik verilmesini savunur. Bu tekil gözlem öner­
melerine protokol önermeler adı verilir. Bu adın verilmesinin ne­
deni herkes için geçerli olmalarıdır. Camap, bilimler sisteminin
bu tür protokol önermeleri temelinde kurulabileceğini iddia
ederken bu konu çevre düşünürleri arasında yoğun tartışmala­
ra neden olur. 11 Ancak Camap'ın, bu düşüncelerinde değişiklik

8 A.g.e.,s.189-190.
9 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarih� Çev: Muammer Sencer, Bilgi Yayınevi,
Ankara 1973, s.501.
10 Hans Reıchenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, Çev: Cemal Yıldınm. Remzi
Kitabevi, İstanbul 1993, s.38.
1 1 Doğan Özlem. Doğa Bilimleri ve Felsefe. İzmir Kitaplığı, İzmir 1 995, s.66.
16 BUgi Kurwnı

yaptığı bilimin tabanını oluşturacak herkesce kabul edilebilir


başlangıç önermelerinin bulunmadığını, protokol önermelerin
bilim adamlannın önermeleri olarak kabul edilmesi gerektiğini
savunduğu görülür. 12

Ayer, Dil, Doğruluk ve Mantık'ta filozofun (dolayısıyla felsefe-


nin) görevini şöyle betimliyordu:

Eğer bir filozof, bizim bilgi birikimimize özel bir katkıda bulunduğu
savlamasını desteklemek istiyorsa, kurgusal doğrular düzenlemeye
kalkmaması, ilk ilkleri aramaması ya da deneysel inançlarımızın ge­
çerliliği üzerine önsel yargılar vermemesi gerekir. Gerçekte kendisini
...açıklama ve çözümleme işleriyle sınırlandırması gerekir. ı3

Aynı konuda Russell'da evrenin bir bütün olarak bilinmesi­


nin imkansız olduğunu, ancak onu parça parça incelemek zo­
runda olduğumuzu ve bizim denemelerimiz dışında kalan kısım­
lannın hakkında da hiçbir şey söyleyemeyeceğimizi ve bilimin
eğiliminin de bu yönde olduğunu ifade eder. 14

Viyana Çevresi'nin bir başka düşünürü Philipp Frank:

Eğer fizikçiler, yeni ilkeler getirirken ve onları deneylerle sınarken


tuttukları yolu fiziğin dışında da sürdürmeye kalkışırlarsa mantıksal
emplrizm denen bir bilimsellikle hareket ediyorlar demektir ı s

der. Yine Philipp Frank, Viyana Ç�vresi ne öncülük eden


Mach'ın her şeyin temelde algılanmıza dayandığı anlayışının
onun atomun varlığının yadsımasına neden olması ve bundan
dolayı da atomculuğa karşı olduğunu ve atomculuğun zafere
ulaşmasının da pozitivizmin yenilgisi olarak karşılayanlara Rö­
lativite veya Kuantum teorileri hakkında daha hiçbir şey bilin­
meden önce Hertz, Mach, Duhem ve diğerlerinin doğanın açık-

12 A.g.e.. s.67.
13 A. J. Ayer, DU. Doğruluk ııe Mantık, Çev: Vehbi Hacıkadlroğlu, Metis Yayınlan,
İstanbul 1984, s.35.
14 Bertrand Russell, Felsefe Meseleleri, Çev: Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi. İs­
tanbul 1970, s.193.
15 Philipp Frank, Doğa Bilimlerinde Pozitivizm, Çev: Yılmaz Öner, Spartaküs Ya­
yınlan, İstanbul 1995, s.90.
Giriş 17

!anmasında mekanikçi modelin değil, daha çok matematiksel


ilişkilerin kurulmasını savunduklarını ve atomculuğun kahra­
manları olarak nitelediği, "Maxwell ve Boltzmann, fıziksel bir te­
orinin genel niteliği konusunda Hertz ve Mach'la aynı fikirleri
paylaş"tıklarım aralarındaki biricik görüş ayrılığının ise fıziksel
fenomenlerin hangi atomcu teoriden daha kolay türetilebilece­
ğiyle ilgili olduğunu söyler. 16 Wittgenstein'ın hareket noktası ise
Russell'ın, dünyanın birbirinden bağımsız olgulardan oluştuğu­
nu ileri süren düşünceleridir. Bilgimiz bu olguların bir kopyası,
resmidir. Olgular yoksa bilgi yoktur. Bu anlamda da gerçekliği
ortaya çıkaran olguları araştırma konusu yapan doğa bilimleri­
dir. Mantıksal yargılar boştur ve gerçeklikle ilgili çok az bilgi ve­
rirler. Wittgenstein'in mantıkçı olguları etkilediği fikirlerinin te­
meli Tractatus'da "Dünyanın sınırlan dilimin sınırlandır" 1 7 ifa­
desinde formüle edilmiştir. Onun dil kuramına göre dil olguları
resmeder ve onların bir resmidir. Ona göre bilginin tek bir kay­
nağı vardır ve bu duyumdur. Duyumlar da olgulara aittir. Öyley­
se olgusal olanın bilgisi mümkündür. Daha sonra Wittgenste­
in'da Ayer ve Camap gibi düşüncelerinde değişiklikler yapar. O.
Tractatus'da dile getirdiği görüŞleri terk eder. I. Dünya Savaşı
yıllarında bıraktığı akademik hayata 1929 yılında Cambridge ge­
ri döndüğü zaman doktora tezi olan Tractatus'la ilgili kendisine
yapılan bir konferans çağnsını reddeder ve gerekçe olarak da
düşüncelerini değiştirdiğini gösterir. 18 1930 yıllarında tekrar dil
felsefesi çalışmalarına başlar ve Trac tatus'dan tamamen farklı
bir görüş geliştirdiği Felsefi Soruşturmala rı yazar. Görüldüğü gi­
bi Viyana Çevresi düşünürleri ve onların etkileyicileri düşünce­
lerini zaman içerisinde büyük oranda değiştirmek durumunda
kalmışlardır. Çünkü önceleri oluşturduklan katı metodolojik
sistemlerine eleştiri artarak devam etmiştir.

1 6 A.g.e., s,86.
1 7 Ludwıg Wıttgenstein, Tractatus, Çev: Oruç Aruoba, Yapı Kredi Yayınlan, İ stan­
bul 2002. s. 1 33.
18 İlkay Sunar, Düşünce ve Toplum, Kültür Bakanlığı Yayınlan. Ankara 1 979,
s.97.
18 Bilgi Kuramı

Viyana Çevresi düşünürleri her ne kadar bilimin formel mo­


delini çağdaş mantığın kurallarına göre düzenliyor görünseler
de gerçekte geleneksel felsefenin ve metafiziğin bilime yaptığı et­
kiden onu ayıramıyorlar. Çünkü bilimsel faaliyetin araştırılması
sonucu görülüyor ki bilimde hem felsefi unsurlar hem de her bi­
lim alanının kendine has özellikleri vardır.

Mantıkçı empiristlerin veya daha genel olarak ifade edecek


olursak yeni pozitivistler kategorisindeki anlayışların gelişmesi
gerçek bilimsel faaliyetin işleyişinin açıklanması yönünde değil
de daha çok formel modellerin çerçevesine sığınmak şeklinde ol­
muştur. Bilimsel bilginin mantıksal yapısı onların içerisindeki
unsurların rolü ve yeri, onların gelişmesi ve birbirinin yerine
geçmesinin analizini yapmak bilimin mahiyetini anlamaya yet­
memektedir. Bu gün daha çok bilim tarihine yöneliniyor, bilim­
sel sürecin kendisi, bilim mantığı ve bilimsel etkinliğin aktörü
bilim insanı ve bilim insanları topluluğunun psikolojik ve sosyo­
lojik özellikleri araştırma konusu yapılıyor.

XIX. yüzyıl fizik, kimya ve biyolojide evren, uzay, zaman,


atom varsayımı, hücre teorisi gibi konulurda ulaşılan bilgi, yani
bu bilimlerin verdiği bilgi çokluğu felsefenin binlerce yılda ulaş­
tığı bilgiden daha fazlaydı ve bu da felsefenin ya bilimselleşmesi
ya da bilim üzerine analizlerde bulunması tartışmalarını doğu­
ruyor aynı zamanda da bilimin yeni paradigmalarını oluşturu­
yordu. Felsefeye biçilen veya izlenmek istenen yeni misyon ya
onun bilimselleşmesi ya da bilimi anlama faaliyetinde yoğunla­
şarak bilim felsefesine dönüşmesidir. Filozofun teorik düşünsel
zenginliğini bilimi anlamada kullanması konunun kavranması­
na önemli katkı sağlamıştır. Bilimle ilgili yeni düşünceler ve yo­
rumlar onun üretilmesinde bir dizi metodolojik yönlendirmelerin
değiştirilmesine yol açmıştır.

Viyana Çevresi düşünürleri bilgiden bilimsel bilgiyi kasteder­


ler ve felsefeyi de "bilimin temellerini, çıkış noktalarını, yöntem­
lerini ve önermelerini . . . mantığın verdiği araçlarla incelemek,
Giriş 19

arıklamak, farkına varılmadan bilimin içine kanşmış bilim-dışı


ögeleri dışarıya atmak, tutarsızlıkları ortadan kaldırmak çaba­
sı" 19 olarak değerlendirirler.

Çevre düşünürlerinden özellikle Camap ile Neurath bilimin


birliğini (Fizikalizmi) savunurlar. Gerçek bilgi ancak empirik içe­
rikli olabilir. Bize gerçeği tanıtan deneysel bilimlerdir ve onlar
asıl bilimler olarak kabul edilir. Mantık ve Matematik gibi insan
zihninin işleyişini veren a priori disiplinler ise kendi başlanna
bilgi verici değillerdir. Fizikalizme göre gerçek bilim önermesi za­
man-uzay koordinatlan ile belirlenen ya da ona indirgenen bir
önermedir. Zaman ve mekan koordinatlan dışında gerçek üstü­
ne hiçbir şey söylemezler. Fizikalizmin, bütün bilimleri bir tek
disipline, fıziğe indirgemek istemesi eleştirilse de o aslında her
bilimsel disiplinin kendine özgü teknikleri olacağım kabul et­
mekte ancak her bilim önermesini zaman-uzay koordinat siste­
mine indirgemek istemektedir.20 Bilimin birliğine giden yolu
açan gerçek, bilimi empirik temelli görmesi ve zaman-uzay koor­
dinatları sistemine indirgeme arzusudur. Zaten empirik içerikli
her bilgi zaman ve uzay koordinatında yer alır. Kant'ın bilgi
önermesi olarak kabul ettiği a priori-sentetik önermeleri de ham
duyu verilerinin zaman ve mekan formlarından geçtikten sonra
müdrikeye ulaşmasıyla orada oluşan bilgi önermeleridir. Bilgi,
zaman ve mekan formlarının izini taşır. Zaman ve mekan form­
ları bilgi için zorunludur. Kant'ın bilgi kuramı bu yönüyle Car­
nap ile Neurath'ı etkilemiş görünüyor. Bilimin birliğini savun­
mada amacın, bilimleri bir çatı altında birleştirerek metafızik
unsurları elemek olduğu söylenebilir.

Çevre düşünürlerinden Feigl, Camap'ın bilimin birliği konu­


sundaki düşüncelerinin sürekli değişim gösterdiğini "bütün bi­
lim dillerini tek bir temele indirgenebilirliliği" tezinden vazgeçti-

1 9 Nusret Hızır. "Viyana Çevresi".Dil ve Tarih·Coğrafya Fakültesi Felsefe Araştır­


maları Enstitüsü Dergisi, il. Cilt. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1 965.
S-249.
20 A.g.e .. s . 251 .
20 Bilgi Kuramı

ğini ancak onun son yıllarda "olgusal bilimlerin kavram ve öner­


melerinin deney verilerini belirleyen kavramlarla bağıntılı olma­
sı gerektiği üzerinde durmasıyla"2 ı bir empirist olduğunu söyler.
Feigl bilimin birliğinin "bir başarılar birliği" olarak değil de "bir
program birliği olarak" formülleştirilmesinden yanadır. Bilimle­
rin birleştirilmesi fıkrinin görelilik teorisi, atomik yapı ve kuan­
tum dinamiği teorilerinin gelişmesi ile önemli ilerleme kaydetti­
ğini, yine "sibernetik gibi disiplinler arası gelişmelerden özellik­
le yardım görmüş olan bio-fiziğin, bio-kimyarun, psiko-fızyoloji­
nin vb. ilerlemeleri de ilerisi için daha yüksek dereceden irtibat­
lar vaat etmektedir"22 diyerek, Carnap'ın terk ettiğini söylediği
bilimin birliği fikrinin bilimsel gelişmelerle desteklendiğini ör­
neklerle göstermeğe çalışmaktadır.

Feigl, mantıkçı empirizmin bir öz eleştirisini yapar ve bütün


felsefeleri sona erdirecek bir felsefeye ulaşmasak bile, yeni ay­
dınlanmanın önemli ilerlemeler sağladığını kaydetmek gerektiği­
ni belirtir. Ona göre Viyana Çevresi hareketi yeni bir aydınlan­
madır. Yeni bir tezle ortaya çıkan yeni pozitivizm Feigl'in geldiği
aşama itibarıyla değerlendirilecek olursa kendisini yeni aydınla­
ma olarak kabul etmesi geleneksel felsefenin kavramlarıyla ko­
nuşması anlamına gelir ki bu da bütün felsefeleri sona erdirme
düşüncesinden vazgeçildiğini gösterir. Hatta Feigl bunu toyluk­
tan kurtulma, olgunlaşma olarak görür. Çalkantılar, birbirinden
ayn yaklaşımlar kendilerinin ifadesiyle zaman içinde aşılmaya
çalışılıyor. Yeni pozitivistler kendi içlerinde daha homojen yapı
oluşturmaya çalışırken çevre dışıyla da fikir alış verişleri yoğun­
laşıyor ve temel yaklaşımlarında radikal sayılabilecek tutumla
bir çok şeyi görmezden geldiklerini, atladıklarını kabul ediyorlar
ve daha makul bir duruma geliyorlar. Ancak yine de yeni aydın­
lanmanın kaydettiği ilerlemeyle övünüyorlar. Gerçekten nesne

21 Herbert Feigl. "Mantıkçı Empirizmin Bilim Felsefesi", Çev: Füsun Altıok. Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi felsefe Ara.ştlTTTlalan Enstitüsü Dergisi.. V. Cilt. Anka­
ra Üniversitesi Basımevi. Ankara 1 969, s.288-289.
22 A.g.e., s.289.
Giriş 21

diye bir şeyin olmadığını yalnızca duyumlann olduğunu kabul


eden Mach atomlann varlığının da duyumlanmızın belirli bir
düzeni izlemesinden başka bir anlam taşımadığını savunur.23
Onun kurama fazla değer vermediğini önemli olanın kuramın
başansı olduğu ve bunun da deneyle ortaya çıkacağını savun­
ması24 daha önceden işaret ettiğimiz gibi eleştirilere neden ol­
muştur.

Yeni pozitivistlere göre, empirik içeriğe sahip olmayan bir


önermenin doğru olup olmadığı belirlenemez. Empirik içeriği
olan önermeler duyumlara ilişkindir. İşte metafızik önermeleri bi­
limsel önermelerden ayıran en temel ölçütte empirik bir içeriğe
sahip olup olmamasıdır. Empirik içerikli önermeler bilimin öner­
meleri; empirik içerikten yoksun önermeler ise metafizik önerme­
lerdir. Bir önermenin empirik içerikli olması onun doğrulanabilir
olması anlamına gelir. Eğer bir önerme doğrulanamıyorsa o me­
tafizik nitelikli bir önermedir ve dolayısıyla doğrulanamayan ve­
ya doğruluğu belirlenemeyen önerme de anlamsızdır.

Yeni pozitivizm adeta doğrulanabilirlik ilkesi ile özdeşleştiril­


miştir. "Doğrulanabilirlik ilkesi, çözümlemese! (analitik) ve bire­
şimsel (sentetik-empirik) önermeler arasında kesin bir ayınma
dayanır. Pozitivistlere göre, matematik ve mantık, çözümlemese!
önermelerden oluşur. Doğrulanabilirlik ilkesi, ancak bileşimsel
önermelere uygulanabilir"25 Mantıkçı pozitivistler bilimsel dili de
kuramsal dil ve gözlem dili olarak ikiye ayınrlar ve kuramsal dil­
deki terimlerin bir gözlem terimine bağlanmasını gerekli görür­
ler. Gözlem dili ve kuramsal dil ayınını, doğrulanabilirlik ilkesi
açısından önem taşır. Gözlem diline bağlanabilen önerme bilim­
sel ve anlamlıdır. Bütün kuramlar deneylere ya da gözlemlene­
bilir olgulara dayandınlmaktadır. Gözlem terimlerinin de bazıla-

23 Ingvar Johansson. "Anglosakson Bilim Felsefesi", Çev: Şahin Alpay, Yazko Fel­
sefe Yazılan, Hazırlayan, Selahattin Hilav. Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul 1 982,
s.7.
24 Ömer Naci Soykan, Bllgi ve Betimleme. Küyerel Yayınlan. İstanbul 1 998, s.8 1 .
25 Johansson, 1 982. s.8.
22 Bilgi Kuramı

rı "doğrudan tanıma ilkesi"ne bazıları ise "özneler-arası doğrula­


ma ilkesi"ne ilişkin olmasını savunuyor. Birinci ilkeyi savunan
Mach, Schlick ve Carnap'a göre bazı deneylerimiz bize kesin gü­
venilir bilgiler verir. Örneğin, karşımda gördüğüm otomobilin
rengi kırmızı veya şimdi karnım ağrıyor gibi. İkinci anlayışın sa­
vunucularından biri Neurath, diğeri ise daha sonra bu anlayışı
benimseyen Carnap'tır. Bu anlayışa göre, tüm empirik bilgilerin
kesin olamayacağı, gözlemsel önermelerin doğru olup olmadığı­
nın kesin olarak bilinemeyeceği yönündedir. Gözlemlenebilirlik­
ten de özneler-arası gözlemlenebilirlik kastedilmekte ve özneler­
arası gözlenebilirlikte dış dünya daki fiziksel nesnelerin ve olay­
ların gözlenmesidir. Bu göriişe bazen fızikselcilik dense de fizik­
selcilik başka göriişleri de kapsamaktadır. Fizikselcilik: her şe­
yin fizik nesneye dayandırılabileceğini savunmaktadır.26 Man­
tıkçı pozitivistlere göre doğrulama özneler-arası olmalıdır. Yani
en az iki gözlemci tarafından yapılmalıdır. Felsefe sözde sorun­
larla uğraşmamalı, mantıksal yöntemler aracılığıyla bilimsel ifa­
delerin çözümlenmesiyle ilgilenmelidir. Metafızik doğrulanama­
dığı için anlamsızdır. Önermeleri anlamlı ve anlamsız diye ayı­
rırken ölçütleri bir önermenin doğrulanabilir olması yani empi­
rik içerikli olması ve duyumlara dayanmasıdır. Oysa insanın
gözlemlenebilir verilerle birlikte duygularını dile getirdiği öner­
meler de vardır: "Çok güzel çiçek" gibi. Bu tür önermeler bilim­
sel ifadelerden ayrılır. Metafızik ve edebiyat da bilim gibi insanın
bir etkinliğidir. Mantıkçı pozitivistler insanın gözlemlenebilir ve­
rileri kaydettiği duyular; mantıksal çıkarımlar yaptığı akıl: duy­
gusal-deneyler ve değerler edindiği duygular olmak üzere üç ye­
teneğini zımni olarak da olsa birbirinden ayırırlar. 27

Mantıkçı pozitivistlere göre gözlemlenebilir verilere ilişkin ve


öznel değerleri dile getirmeyen bilim tarafsızdır.28 Pozitivistlerin
temel tezi olan bilimsel nesnellik, değer yargılarından bağımsız

26 A.g.e .. s. 1 1 - 1 3.
27 A.g.e . . s. 1 9.
28 A.g.e., s.xx.
Giriş 23

ve yansız bir bilim faaliyetine bağlıdır ki bu da zaten bilimi bilim


yapan başlıca koşuldur. Bilim olguları konu alır ve nesneldir,
değerler ve değer yargılan ise özneldirler. Öyleyse bilimde değer
yargılarına yer yoktur. Bilimsel faaliyette bulunan insanlar bi­
limsel araştırmanın her aşamasında kendi siyasal tercihleri, ön
yargılan, kanaatleri, dinsel ve metafizik inançlarından bağımsız
davranmak zorundadırlar. Bu bağımsızlık hem doğa bilimleri
hem de sosyal bilimleri için bilimsel araştırmanın vaz geçilmez
ilkesi olmalıdır.29 Ancak pozitivistlerin arzuladıkları gibi değer­
den arınmış bilgi ve bilim mümkün müdür ya da arzu edilebilir
bir şey midir? veya pozitivistler buna ne kadar uyabilmişlerdir?
Değer yargılarından arınmış bir bilgi ve bilim faaliyetinin gerek­
liliğini savunurken bile bir değer yargısı ortaya koymuşlardır
"yani ahlaksal ve değer nitelikte bir yargıda bulunduklarının, bir
değer yargısı verdiklerinin farkına varamamışlardır". 30

Bazı kaynaklarda Popper'de Viyana Çevresi düşünürleri içe­


risinde sayılmıştır. Onun çevre düşünürleri içerisinde sayılması
Viyana'da yapılan bazı toplantılara katılması ve ilk kitabı Bilim­
sel Araştı nnanın Mantığı'nın pozitivistlerin yönettiği bir dizide
yayınlanmış olması dolayısıyladır. Popper, Schlick'in bir dinleyi­
cisi olmasına rağmen asla çevrenin bir üyesi olmadığını, çevre
düşünürlerinden bazılarıyla kişisel ilişkilerinin olduğunu hatta
ilk kitabı Bilimsel Araştı nnanı n Mantığ ı nın yayınlanmasında
'

çevre üyesi Herbert Feigl'ın teşviki olduğunu söyler. Ama bütün


çalışmalarını pozitivizme karşı çıkma ekseni üzerine oturtmuş­
tur. Tümevarım, doğrulanabilirlik, deney ve gözlem, metafiziğin
anlamsızlığı konularında hep çevre düşüncesine karşı tezler ge­
liştirmiştir.

Popper'i pozitivist olarak kabul eden Adorno ve Habermas gi­


bi bir diğer grup ise onun bilgi kuramsal olguculuğunun, onu

29 Doğan Özlem. "Değerler Sorununda Nesnelcilik/Mutlakçılık ve öznelcilik/Rö­


lativzim Tartışması Üzeıine", Bilgi ve Değer, Ed: Şahabettin Yalçın. Vadi Yayın­
lan. Ankara 2002. s.305.
30 A.g.e .. s.308.
24 Bilgi Kuramı

ahlaki-hukuksal olguculuğa zorladığını iddia ederler. Popper bu


yorumlara Adorno ile Habermas'ın neyi eleştirdiklerini bilmedik­
leri şeklinde ağır bir karşılık verir. Onların yönelttiği eleştiriyi
kendisinin Hegel'e yönelttiğini söyler. Olguculuk karşısındaki
tutumunun Gadamer'le aynı olduğunu belirtir. Gadamer'le ay­
rıldığı tek noktanın ise "daha iyi olan doğa bilimsel bir 'yöntem',
mantıksal bir doğru kuramı ve eleştirel yaklaşım anlayışı" oldu­
ğunu savunur.3ı

Sonuç olarak mantıkçı pozitivistler büyük oranda tümeva­


rımsal mantığa dayalı bir yöntemin yerleştirilmesi ve geliştiril­
mesi faaliyeti içersinde olurlar. Adeta tümevarım mantığı ile öz­
deşleştirilirler. Onların bu düşüncesi ciddi eleştirilerle karşılaşır
ve eleştirilerin en güçlüsü de Popper ve onun okulundan gelir.
Bir önerme, deney ve gözlemle doğrulanıyorsa doğrudur tersi
durumda anlamsız ya da yanlış sayılmalıdır. Bilimin birliğini sa­
vunurken yöntem konusunda da dilsel çözümleme yöntemini
benimserler. Kuram seçiminde Kuhn ve Feyerabend gibi düşü­
nürler nesnel ölçütlerin olmadığını savunurken, tamamen nes­
nel bir bilgiyi hedefleyen metafizik ve irrasyonel ögelerin bilimde
yerinin olmadığını savunan mantıkçı olgucuların iki kuramın
birbiriyle mukayese edilebilmesi için kuramlar üstü nesnel bir
ölçüt aramışlardır. Çünkü bir kuramın diğer kurama tercih edil­
mesinin mantıksal ve rasyonel açıklanmasının ancak nesnel öl­
çütler yoluyla gerçekleştirilebileceğini savunmuşlardır.

3 1 Kari R. Popper. Daha İyi Bir Dünya Arayış� Çev: İlknur Aka. Yapı Kredi Yayın·
lan. İstanbul 200 1 . s. 106- 1 09.
1. BÖLÜM
SINIR KOYMA SORUNU

Bir şeyi ötekinden ayırma problemi insanlık tarihi kadar es­


kidir. Bir şeyi ötekinden ayırmada, yakın iç içe geçmiş gibi görü­
nenlerin ayrılması uzak ve çok farklı olana göre daha bir önem
taşır. Çünkü nitelik ve nicelik yönünden büyük farklılıkların al­
gılandığı durumlarda iki veya daha fazla unsurun ayrılması ko­
layca gerçekleşir. Bu durumda bir sınır problemi söz konusu de­
ğildir. Örneğin fıziksel alanda Türkiye ile Angola arasında veya
pamukla, demir arasında bir sınır koyma probleminden pek söz
etmeyiz. Ancak birbirine yakın benzer ilişkili olanlar arasından
sınır koyma daha güçtür. Benzer belirtileri olan hastalıklarla il­
gili tanı koymak gibi. Benzer yakın veya çok ilişkili görünen olay
ve olguların bu özelliklerinin sadece bir rastlantıya bağlı olduğu
bazen de çok farklı oldukları yakınlaşmanın yüzeysel (sathi) gö­
rüntüden veya yanlış algılamadan veyahut uygun olmayan kur­
gulamadan kaynaklandığı birazcık gayretle anlaşılır. Örneğin
komşusunun ölümüyle yıldız hareketleri arasında ilişki kuran
bir kişinin durumunda olduğu gibi.

Popper, bilim ile sözde bilim veya bilim olmayan arasında sı­
nır koymayı bilgi kuramının en temel problemlerinden birisi ola­
rak görür. O, temelde bilim ile bilim olmayana sınır koymak ye­
rine bilim ile sözde (sahte) bilim arasında sınır koymaya çalışır.
Her ne kadar bilim ile bilim olmayanı belirleme ile bilim ile söz­
de bilimi ayırma aynı şeymiş gibi görünse de aralarında bir de­
rece farkı söz konusudur. Popper, bilim ile sözde bilim arasında
sınır koyma sorunu üzerinde yoğunlaşmıştır. Dolayısıyla sınır
problemi de bilim ile sözde bilimin ayracı problemidir. Bilimi bi­
lim olmayandan ayırmak daha kolayken faaliyetini bilim olarak
26 Bilgi Kuramı

kabul eden bir araştıncının yaptığının bilim olmadığını göster­


mek çetin bir uğraş gerektirir.

Bilim ile sözde bilim arasında sınır koyma bir bakıma bilimin
ne olduğunu veya ne olmadığını ortaya koyma; bir bilgi etkinliği
olarak bilimsel bilgiyi tartışmak, temellendirmek, betimlemek
sorunudur. Bilim ile sözde bilime bir sınır koymak için yapılan
çalışmalann bunu başarabilmesi bilimin işleyişi ve bilimsel ba­
şanlann (keşiflerin), ilerlemenin nasıl gerçekleştiğinin ortaya
koymalan gerekir ki Popper de bunu yapmaktadır. Çünkü bili­
min sözde bilimden aynlması belli ilkelere gereksinim gösterir.
İşte bu noktada, bilimin işleyişi ile sözde bilimin işleyişine, bi­
limsel keşifler ve bilimsel ilerlemeyle sözde bilimin gelişmesine
müracaat edilir ve karşılaştırma yapılır. Doğal olarak da bilim ile
sözde bilimin aynlması gerçekleştirilmiş olur.

Aslında, bir sınır ko� ·ma problemi yaşamın her alanında söz
konusudur. Yemede ve içmede sınır. sevgide sınır. sorumluluk­
ta sınır, otoritede ve özgürlükte sınır, gelişmişliğin sının, hız sı­
nın gibi her zaman bir sınır koyma problemi karşımıza çıkmak­
tadır. Doğrudan ölçme yapılabilen durumlarda (birimle ifade
edilebilme) doğrudan ölçme yapılamayan durumlara göre sınır
koyma daha kolaydır. Bilimle sözde bilim arasında sınır koyma­
da hiçbir metodolojik sistem bir araştırma sürecini veya kura­
mın bilimselliğini tam olarak kanıtlama veya herhangi bir kura­
mın diğerine göre daha tercih edilebilir olduğunu belirleme yete­
neği yoktur. Ama yeni pozitivistlerin doğrulanabilirlilik, Pop­
per'in yanlışlanabilirlik. sınanabilirlik veya çürütülebilirlik gibi
belli ölçütler getirerek problemin çözümlenmesine katkı sağla­
dıkları da bir gerçektir.

Popper'in esas problemi "bir kuram ne zaman doğrudur?" ya


da "bir kuram ne zaman kabul edilebilir?" sorularına cevap ara­
ma değildi. Onun esas problemi bilimle sözde bilim ayrımını ya­
pabilmektir. Bu sorunun en yaygın olan cevabını kendisinin de
bildiğini "bilim sözde bilimden-ya da metafizikten özünde tüme­
vanmsal olan. yani gözlem ve deneyden yola çıkıp ilerleyen de-
Sınır Koyma Sorunu 27

neyse! yöntemiyle aynlıyordu"1 Ama bu cevabın kendisini tat­


min etmediği aksine "ben sorunumu çoğu kez, gerçek bir deney­
sel yöntemle deneysel olmayan, hatta sözde deneysel bir yönte­
mi-başka değişle, gözlem ve deneye başvurmakla birlikte bilim­
sel normlara erişemeyen bir yöntemi-birbirinden ayırma sorunu
olarak dile getiriyor(d)um"2 der ve ikinci tür yönteme çok sayıda
gözleme dayalı deneysel kanıtlar kullanan astrolojinin örnek
gösterilebileceğini belirtir.

Ancak Popper, kendisini bu soruna götüren şeyin astroloji


örneği olmadığını, kendisini ilgilendiren kuramlardan en önem­
lisinin Einstein'ın Görelilik Kuramı olmakla beraber üç kuramın
daha olduğunu söyler. Bunlar: Marx'ın Tarih Kuramı, Freud'un
Psikanalizmi ve Adler'in Kişilik Kuramıdır. Bu kuramlar 1919-
1920 yıllannın Avusturya'sında çok tartışılan kuramlardır.

Bu kuramlardan Marx'ın Tarih Kuramı, Freud'un Psikanaliz­


mi ve Adler'in Kişilik Kuramlannın fızik kuramlanndan farkının
ne olduğunu araştırmaya koyulur. Newton'un kuramından ve
özellikle de Einstein'in Görelilik Kuramından farklan nedir? "Bu
üç kuramın. kendilerini bilim olarak sunmalanna karşın, bana
göre bilimden çok ilkel mitlerle ortak yanlan vardı; yani astrono­
miden çok astrolojiye benziyorlardı"3 der.

Popper, Marx, Freud ve Adler'e hayranlık duyan arkadaşlan­


nın bu kuramlann açıklayıcı gücünden etkilendiklerini, bu ku­
ramlann ilişkin olduklan alana ait hemen her şeyi açıklıyor gö­
ründüklerini, bu kuramlardan birini incelemenin olağanüstü et­
ki yaptığını ve kendilerini gizli kalan hakikate erişmiş gibi hisset­
tiklerini ve doğal olarakta her yerde kuramı doğrulayan olgulan
görmelerini sağladığını iddia ediyor. "Dünya, kuramın doğrulan­
malanyla dopdoluydu artık her ne olursa olsun onu doğruluyor,
böylece onun doğruluğu da apaçık ortaya çıkmış oluyordu. Buna

Kari R.Popper. Coajectures and Refutations, Harper. Torchbooks. New York


1968. s.33.
2 A.g.e., s. 33-34.
3 A.g.e .. s.34
28 Bilgi Kuramı

inanmayanlarsa besbelli bu açık hakikati görmek istemeyenler;


sınıf çıkarlarına ters düştüğü için ya da henüz çözümlenmemiş
olan ve tedavi diye çırpınan bastırılmış güdüleri yüzünden, onu
görmeyi reddedenlerdi."4 Popper bu üç kuramı doğrulayan kanıt­
lar ve gözlemlerin çokluğuna dikkat çeker ve kuram yandaşları­
nın da bunu sürekli vurguladığına şahit olunduğunu söyler.
Marksistlerin gazetesinin her sayfasında, kendi görüşlerini doğ­
rulayan haberler bulmakta sıkıntı çekmediğini, Freud'cuların
kuramlarının sürekli "klinik gözlemlerle" doğrulandığını ve ken­
disinin de şahit olduğu Adler'in çocuğu bile görmeden durumu
kendi "aşağılık duygusu" kuramına göre nasıl açıkladığından
bahseder. Adler'le bu çocuk olayını 19 1 9'da yaşar ve Adler'in ço­
cuğu görmeden teşhis koyması karşısında etkilenir ve ona çocu­
ğu görmeden nasıl emin olduğunu sorar. Adler'in de kendisine
"böyle bin tane deneyimim var da ondan" dediğini kendisinin de
böyle bir soruyla bir daha muhatap kalırsa bundan sonra "bu ye­
ni olayla deneyimleriniz binbir olmuştur" dediğini söylüyor ve ön­
ceki gözlemlerin de her halde buna benzediğini belirtiyor. İnsan
davranışlarını açıklamada her olay Adler ya da Freud Kuramları
ışığında kolayca yorumlanabileceğini insan davranışlarından
alınmış çok farklı iki örnekle göstermeye çalışır.

Bir çocuğu boğmak niyetiyle suya iten adamın eylemiyle. çocuğu


kurtarmak amacıyla kendi canını feda eden adamın eylemi. Bu iki
olayın ikisi de hem Adlerci hem de Freudcu terimlerle aynı kolaylık­
la açıklanabilir. Freud'a göre birinci adam bastırılmış dürtüleri (Ör­
neğin Oidipus Kompleksinin bir bileşeni) yüzünden hastadır, ikinci
adam ise bunlan yüceltıneği başarmıştır. Adler'e göre ise bilinci ada­
mın derdi aşağılık duygusudur (ve olasılıkla, bir suç işlemeye cüret
edebileceğini kendi kendine kanıtlama ihtiyacı yaratmaktadır) ; ikin­
ci adamınki de aynıdır (ancak bu kez duyulan ihtiyaç, çocuğu kur­
tarmaya cüret edebileceğini kanıtlamaya yöneliktir). Doğrusu ben.
bu kuramlardan herhangi biri çerçevesinde açılanamayacak insan
davranışı düşünemiyorum. Hayranlannın gözünde bu kuramlan
destekleyen en güçlü kanıt da zaten tam bu nokta-yani kuramın hep

4 A.g.c . . s.3..J-3!-i.
Sınır Koyma Sorunu 29

olgulara uygun düşmesi, olgularca hep doğrulanması-idi. Görünür­


deki bu guçlı1lüğı1n gerçekte onlann zayıflığını oluşturduğu fikri
böylece yavaş yavaş kafamda belirmeye başladı. s

Popper'in, Freud ve Adler'in kuramlannın birbirinden farklı


insan davranışlarını aynı kolaylıkla açıklamalan kafasında cid­
di bir sorun olarak belirir. Einstein'in kuramının ise tamamen
farklı olduğunu, çünkü test edilebilir ve yanılma riski taşıdığını
söyler. Yani gözlem sonuçlan öngörülerle örtüşmediği durumda
kuram çürümüş olur.

Aslında Popper psikologlan ve onlann kuramlannın test edi­


lebilirlikleri konusunda zayıflıklanndan dolayı küçümserken di­
ğer taraftan psikanalizimle uyuştuğu bir noktadan da bahseder.
Bu ilk çocukluk döneminde yaşananlann zihne yerleştiği ve
ömür boyu korunduğu tezidir.s Popper psikolojiye ve onun bul­
gularına düşman değildir. Onun karşı oluşu Freud ve Adler'in
kuramlannın sınanabilirlik veya yanlışlanabilirlik özelliğine sa-
hip olmayışıyla, yani empirik içerikten yoksun oluşlarıyla ilgili­
dir. Freud ve Adler'in tutumlarına ve bu tutumlarını destekleyen
kuramsal açıklamalarına yöneliktir.

Popper, Einstein'in genel çekim kuramını diğer kuramlardan


ayırdığı dönemdeki ölçü aletlerini, testlerin sonuçları hakkında
kesin, tam güvenli konuşmaya izin vermese bile kuramı çürüt­
me olanağının bulunduğu yani yanlışlanabilirlik ölçütüne uydu­
ğunu savunuyor. Astrolojinin ise sınamadan başanlı geçmediği­
ni, astrologların da doğrulayıcı sandıklan olgulardan oldukça
çok etkilendiklerini ve aleyhteki kanıtlan hiç dikkate almadıkla­
rını ve doğal olarak da yanılgıya düştüklerini, yanlışlamadan ka­
çalım derken kuramlarının sınanabilirliğini ortadan kaldırdıkla­
rını, amaçlarının öndeylerinin hiç yanlış çıkmaması yani çürü­
tülemez olmasını göstermek olduğunu ve bununda tipik bir fal­
cı numarası olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyler. 7

5 A.g.e . . s.35.
6 A.g.e . . s.49.
7 A.g.e., s.37.
30 Bilgi Kuramı

Marksist Tarih Kuramı ile ilgili olarak taraftarlarının yoğun


çabalarına rağmen eninde sonunda falcılık uygulamasını be­
nimsemekten kurtulamadığını, oysa kuramın ilk başlardaki sav­
larının bazılarının sınanabilir nitelikte olduğunu ve hatta sına­
nıp yanlışlandıklarını iddia eder. Örneğin Marx'ın "yaklaşan top­
lumsal devrimi çözümleyişinde" olduğu gibi. Ancak Marks'ın yo­
lunda yürüyenler yanlışları kabul edecek yerde hem kuramı
hem de kanıtlan birbirleriyle uyuşturmak üzere yeniden yorum­
ladıklarını ve böylece de kuramı çürütülmekten kurtardıklarını;
fakat bunu kuramı çürütülemez kılan bir araç benimsemek pa­
hasına yaptıklarını böylece kuramlarına bir "uzlaşmacı çarpıt­
ma" uygulamış olduklarını ve bu yüzden de reklamı yapılan bi­
limsellik iddiasını tahrip ettiklerini savunur.s İki psikolojik ku­
ramın ise farklı bir sınıfta yer aldıklarını, bunların sınanamaz
veya çürütülemez nitelikte olduklarını, onlarla çelişen insan
davranışı bile tasarlamak olanaksızdır. Ancak yine de bunun
Freud ile Adler'in bazı şeyleri doğru olarak görmedikleri anlamı­
na gelmeyeceğini kendisinin de onların söylediklerinin pek çoğu­
nun büyük bir önem taşıdığını ve bir gün sınanabilir nitelikte bir
psikoloji için kendilerine düşen rolü oynayacaklarından kuşku
duymadığını ifade eder. Daha önceden de ifade ettiğimiz gibi on­
ların mevcut koşullarda bile bazı bulgularının geçerliliğini kabul
eder. Ancak psikanalistlerin kuramlarını doğrulayan "klinik göz­
lemler"inin çoğunu kabul edilebilir bulmaz. Bu gözlemlerin ast­
rologların uygulamaları içinde her gün buldukları doğrulayıcı
kanıtlardan daha başarılı olmadığını söyler. Hatta Freud'un
Ego, Üst Ego ve İd kavramlarına dayalı yaptığı açıklamayı Ho­
meros'un Olimpos Tepesi'nden yaptığı derlemelere benzetir. Bu
kuramların bazı olguları betimlediğini ama bunun bilimsel yön­
temle değil mitolojik yöntemle yapıldığını ve bunların sınanabi­
lir olmadığını savunur.9 Ancak Popper bunları söylerken bir
yandan da mitlerin geliştirilip sınanabilir duruma getirilebilece-

8 A.g.e., s.37.
9 A.g.e . . s.37-38.
Sınır Koyma Sorunu 31

ğini ve tarihsel açıdan bakıldığında neredeyse tüm bilimsel ku­


ramlann mitlerden kaynaklandığını ve bu mitlerin bilimsel ku­
ramlara öncülük edebilecek önemli ögeler içerebileceği düşünce­
sine ulaşır. Yine bir kuramın sınanıp "bilim-dışı" ya da "metafi­
zik" bulunmasının onun önemsiz, ciddiyetsiz ya da anlamsız ve­
ya saçma olduğu anlamına gelmediğini savunur. Ancak böyle
bir kuramın kolayca "gözlem sonucu" sayılmasına rağmen bi­
limsel anlamda deneysel kanıtlarla desteklenme iddiasında bu­
lunamayacağını ifade eder. ı o

Popper, yanlışlanabilirlik ölçütünü önermek suretiyle çözme­


ye çalıştığı sorunun ne bir anlamlılık ne de doğruluk veya kabul
edilebilirlik sorunu olmadığını yalnızca bir sınır çizme sorunu
olduğunu söyler. 1928'de veya 1929'da bu ilk sorununa sınır
koyma sorunu adını verdiğini bildirir. Yanlışlanabilirlik ölçütü­
nün de bu sınır koyma sorununa bir çözüm getirdiğini "çünkü
önermelerin ya da önerme sistemlerinin, bilimsel sayılabilmele­
ri için, olabilecek veya tasarlanabilecek gözlemlerle çatışabilme­
lerinin gerektiğini öne sürer" ı ı demektedir.

Wittgenstein'ın Tractatus'da gerçek ve anlamlı önermeler ola­


rak söz ettiği önermeler, gerçeklik durumlannı betimleyen ve
gözlem yoluyla kabul veya reddedilebilen önermelerdir. Metafi­
zik ya da felsefi önermelerin ise önerme olmayan ifadeler ya da
sözde önermeler olduğunu ve anlamlarının bulunmadığını iddia
ettiğini söylüyor. Bu değerlendirme Wittgenstein'ın birinci döne­
mini ve o dönemin eseri olan Trac tatus için doğrudur. Popper'de
Wittgenstein'ın sözde önerme ve gerçek önerme diye yaptığı ayı­
nını bilim ile sözde bilim için yapar. Popper anlam sorununa
hiçbir zaman ilgi duymaz ve bu sorunu sözde sorun olarak gö­
rür. Onun ilgisi sınır koyma problemi olarak adlandırdığı ku­
ramların bilimselliğine bir ölçüt bulmaya yöneliktir. Wittgenste­
in'ın ise doğrulanabilirlik, anlamlılık ve bilimselliği aynı şey ola-

10 A.g.e .. s.38.
1 1 A.g.e . . s.39.
32 Bilgi Kuramı

rak gördüğünü belirtir. Popper'e göre "hiçbir bilimsel kuram hiç­


bir zaman gözlem ifadelerinden çıkarsanamaz ya da gözlem ifa­
delerinin bir doğruluk görevlisi olarak betimlenemez: ı 2 Popper,
anlam sorunu yeline esas problem olarak sınır koyma sorunu­
nu koyması Viyana Çevresi düşünürlerinin "anlamın doğrulabi­
lirlilik ölçütünün yeline yine anlamın ölçütünü koyma önerisi
olarak değerlendiıildiği"ni oysa böyle bir düşüncenin kendi gö­
rüşlerini saçma durumuna düşüreceğini söyleyerek itiraz eder.
Ama itirazlarının hiçbir etkisinin olmadığından yakınır. 1 3 Bütün
bunlara rağmen doğrulamaya yönelttiği eleştiıileıi etkili olur ve
doğrulamacı filizoflar arasında bir kargaşa meydana getirir.
Çünkü, daha önceki bölümde ifade edildiği gibi mantıkçı poziti­
vistlerin doğrulanabilirlik ilkesi ile ilgili düşüncelerinde zaman
içerisinde önemli değişiklikler olmuştur.

Popper'in bilgi kuramında önemli problemlerden biıisi olarak


görünen sınırlandırma sorununun kaynağı nedir? Sorun nere­
den kaynaklanmaktadır? Sorun bilimsel araştırmalarda tüme­
varım yönteminin reddedilişiyle yakından ilgilidir. Popper tüme­
varım yöntemini reddetmelerine karşı getirilen en önemli eleşti­
rinin empiıik bilimin önemli bir özelliğini dikkate almayarak bi­
lim ile bilim olmayan (metafızik) arasındaki sınırın kaldırıldığı
şeklindedir. Oysa tümevanmsal yöntemin uygun bir sınırlandır­
ma ayracı getiremeyişinden dolayı bu yöntemi reddettiğini belir­
tir. 14 Sınır koyma sorununa getirilecek çözüm, tümevarım soru­
nu içinde bir çözüm sağlayacaktır. 1 5

Popper, b u sorunu il k gören ve çözmeye çalışanın Hume ol­


duğunu, ancak Kant tarafından da bilgi kuramının odağına ge­
tirildiğini, Kantçı bir düşünceyle tümevarım sorununun "Hume
Sorunu", sınırlandırma sorununun da "Kant Sorunu" olarclk ni-

12 A.g.e., s.40.
13 A.g.e .. s.40-41 .
1 4 Kari R. Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev: İlknur Aka- İbrahim Turan.
Yapı Kredi Yayınlan. İstanbul 1998. s.58.
15 Popper, 1 968, s.54.
Sınır Koyma Sorunu 33

telendirilebileceğini savunur. ıs Bu iki sorunun neredeyse bilgi


kuramının tüm sorunların kaynağı olduğu, bunlardan da en
önemlisinin sınırlandırma sorunu olduğu görüşündedir. "Olgu­
cular, sınırlandırma sorununu 'doğalcı' yaklaşımla yorumlar:
Sorunu, amaçlı bir saptama için değil, görgül-bilim ve fızik öte­
si arasında var olan farkı 'doğal' kabul ederek ele alırlar. Onlar,
fizik ötesinin anlamsız zırvalamalar, (Hume'un da söylediği gibi)
'ateşe aWması gereken göz boyamalar ya da sihirler' olduğunu
sürekli tanıtlamaya çalışır· ı7 der. O, olgucuların fızik ötesini an­
lamsız olarak nitelemelerini onu yoksaymaları olarak değerlen­
dirir.

Wittgenstein'ın bir önermenin anlamlılığının ölçütü olarak


"elemanter önermelere" dayanması düşüncesini reddeder ve
böyle bir yaklaşımın tümevarım sorunun da başarısızlığa yol
açacağını bu olgusal köktenciliğin, fizik ötesi ile beraber doğa bi­
limlerini de yok edeceğini çünkü doğa yasalarının "elemanter
deneyim-önermelerine mantıksal olarak temellendirtlemez• ı e ol­
duğunu ifade eder. Wittgenstein'ın anlamlılık ölçütü tutarlı bir
şekilde uygulanırsa doğa yasaları da anlamsız olacaktır; başka
bir deyişle, gerçek (yasa) bir önerme olmayacaktır. Oysa Einste­
ln'a atıfta bulunarak fızikçinin en önemli görevinin doğa yasala­
rını bulmak olduğunu belirtiyor. Popper. tümevarımı bir sınır­
landırma ayracı olması bir yana "fizik ötesini görgül-bilimlere
ginnesine neden" 1 9 olmasından dolayı eleştirir.

Popper'e göre görgül-bilim, "gerçek dünyayı" yani "deneyimi­


mizin dünyasını" ortaya koymalıdır. Bilimsel kavramların tercih
edilmesi için üç özelliğe sahip olması gerekir: Çelişkili olmayan
olası bir dünyayı betimlemeli; deneyim dünyasını betimlemeli
(fızik ötesini değil); diğer betimlemelere göre daha iyi ve üstün ol­
malı yani onlardan farklı olmalıdır. Onun farklılığını da ortaya

16 Kari R. Popper. Objectiue Knowledge, Oxford Universlty, Oxford 1 979, s.4.


17 Popper. 1 998, s.59.
18 A.g.e.. s.60.
19 A.g.e .. s.6 1 .
34 Bilgi Kuramı

koyacak olan deneyim yöntemidir. Görgül-bilirn yalnızca man­


tıksal biçimiyle belirlenmez. farklılığı ortaya koyan deneyim yön­
temi ile belirlenir.20 Görgül-bilimde deneyim belirleyici bir role
sahiptir.

Popper, tümevarım diye bir şey olmadığını mantıksal olarak


da "deneyimle" doğrulanmış özel önermelerden bir kuramın çı­
karılamayacağını, bu yolla da kuramların ernpirik açıdan doğru­
lanamayacağını. doğrulanamayan önermelerin de ernpirik ola­
rak kabul edilmesini sağlayacak bir kriter seçilmesinden yana­
dır. Doğal olarak da bu ayraç ifadenin doğrulanabilirliliği değil,
yanlışlanabilirliğidir.2 ı Tümevarım doğrularnacı sınır koyn1aydı.
Tümevarım yıkılınca yerine yeni bir sınır koyn1a ölçütü gereki­
yordu. İşte Popper bu kriteri yanlışlama olarak kabul eder. O,
"yanlışlanabilirliği bir anlam ölçütü olarak değil de bir sınırlan­
dırma ölçütü olarak ortaya attığıma dikkatinizi çekerirn22 der.
Olgucuların "anlamlılık" kavramını sınırlama ölçütü olarak kul­
lanmalarına şiddetle karşı çıkar ve yanlışlanabilirliği bir anlam­
lılık ölçütü olarak savunmadığını, anlamlı iki önerme arasında
yanlışlanabilen ve yanlışlanamayan önermeler diye bir ayının
yaptığını yani yanlışlanabilirliği "anlamlı dil kullanımı içinde bir
sınır çekmek" olduğunu belirtir.

Popper, "yarın burada yağmur yağacak, belki de yağmaya­


cak" önermesinin çürütülmesinin mümkün olamayacağı için
ernpirik olarak değerlendirilemeyeceğini; fakat "yarın burada
yağmur yağacak" önermesinin ernpirik olduğunu belirtiyor. 23 Bi­
rinci önermenin yanlışlanabilrnesi mümkün değilken ikinci
önermenin yanlışlanabilrnesi mümkündür. Onun bilimselliğinin
ayracına göre ikinci tür önermeler tercih edilmelidir. Çünkü
amacı en katı denetimlerle en fazla tutarlı olanı seçmektir. İkin­
ci tür önermeler her koşulda yanlışlanabilir özelliğe sahiptirler.

20 A.g.e., s.63.
21 A.g.e. . s.64.
22 A.g.e., s.64.
23 A.g.e . . s.65.
Sınır Koyma Sorunu 35

Yanlışlanabilirlilik yöntemi hiçbir şekilde tümevanmsal çıkanm­


lan değil, yalnızca tümdengelimsel mantığın tutarsızlıklara yol
açmayan eş sözel dönüştürümlerini ön görmektedir.24 Popper,
bir önermenin sınanmasından çok sınanabilir olması gerektiği­
ni söyler. Sınanması olanaksız olan önermelerin de bilimde yer
almamasını ama sınamaların da sonsuza kadar taşınmaması
gerektiği görüşündedir. Popper, amacını kısaca şöyle ifade eder:
"Biz yalnızca bilimsel önermelerin sınanabilirliğini ve yanlışla­
nabilirliğini kesin olarak sağlayabilecek kuralları getirmeyi
amaçlıyoruz. 25

a. YanlışlanabilirWik
Popper, yanlışlamacılıkla ilgili düşüncelerine uzlaşıcılığa yö­
nelttiği eleştirileri ile başlar ve kendisine de uzlaşımcılığın yönel­
tebileceği eleştirileri olabileceğini peşinen kabul eder.

Uzlaşıcıların görüşlerini şöyle özetler: Uzlaşımcılığın çıkışında


"doğa yasalarında kendine gösteren inanılmaz yalınlığa duyulan
merak olduğunu" bu yalınlığın da anlığımızın yaratıcılığına da­
yandığını, doğanın yalın olmadığını yalnızca doğa yasalarının ya­
lın olduğunu kabul ettiklerini, bu yasaların insanın özgür olarak
yarattıkları, buluşları ve kararlan olduklarını savunur. "Uzlaşım­
cılara göre doğa bilimleri, doğanın bir imgesi değil. salt kavram­
sal bir yapıdır. Bu yapıyı belirleyen, dünyanın özellikleri değil,
yapay, bizlerce yaratılmış kavramlar dünyasının özellikleridir; ör­
tük tanımlandığında, bizim belirlediğimiz doğa yasalarıdır. . . Uz­
laşımcı bakış açısıyla ele alınan doğa yasaları hiçbir gözlemle
yanlışlanamaz; çünkü gözlemin ve özellikle bilimsel anlamda,
ölçmenin ne olduğunu belirleyen bu yasalardır."26 Popper, uzla­
şımcılığın yanlışlamacılığa getirdiği eleştirinin temelde çürütüle­
mez olduğunu kabul eder. Uzlaşımcı yaklaşımlardan kaçınmak
gerektiğini bunu yapabilmenin yolunu da onların yöntemlerini

24 A.g.e . . s.66.
25 A.g.e .. s. 73.
26 A.g.e . . s. 1 02.
36 Bilgi Kuramı

kullanmamak ve bilimsel ifadelerde tam, kesin sonuçlan amaç­


lamamak olarak görür. Aynca bir dizgede uzlaşımcı eğilimin gö­
rülmesi durumunda dizgeyi yeniden sınamayı ve gerekirse kesin­
likle reddetmeyi önerir. Yardımcı varsayımlarla ilgili olarak da
"yanlışlanabilirlik düzeyi" arttıran varsayımların kabul edilmesi
gerektiğini çünkü yardımcı bir varsayıma başvurmanın "yeni bir
yapının denenmesi" olduğunu savunur.27 Bu da bilimin ilerleme­
sine yeni bir katkı sağlanması anlamına gelir.

Popper, yanlışlanabilirlik ile yanlışlama kavramları arasında


kesin bir ayının yapılmasını zorunlu görür. "Yanlışlanabilirliği,
salt önerme dizgelerinin görgül özelliklerinin ölçütü olarak ele
alıyoruz; dizgenin ne zaman yanlışlanabilir olarak kabul edilebi­
leceği, konulan kurallarla belirlenmelidir"2B der.

Yanlışlama ise bir kuramın kabul edilen temel önermelerle


çelişmesi durumudur. Ancak Popper bunun da yeterli olmadığı­
nı yalnızca birkaç temel önermenin kuramla çelişmesinin kura­
nun yanlışlandığı anlamına gelemeyeceğini; kuramı çürüten bir
etkinin bulunması gerektiğinin böyle bir etkiye sahip varsayıma
da "yanlışlayan varsayım" denir diyor.29 "Kabul edilmiş temel
önermeler, bir kuralla çeliştiğinde, ancak aynı zamanda yanlış­
layan bir varsayımı sağlarsa, kuramın yanlışlanmasında etkin
olacaklardır. 30

Yanlışlanabilirlikle ilgili iki koşul vardır. Yöntem Bilimsel ve


Mantıksal Ölçüt'e ilişkin koşullar.

Popper, çelişmezliği, "en üst belitsel temel koşul" ve "bir diz­


genin -görgül olsun olmasın- kullanabilirliğinin en genel ölçü­
tü31 olarak görür ve görgül önermelerin çelişmezlik koşuluyla
birlikte yanlışlanabilirlik koşuluna da sahip olmasının gereklili-

27 A.g.e . . s. 105.
28 A.g.e., s. 109.
29 A.g.e., s. 109- 1 1 0.
30 A.g.e., s. l l l .
31 A.g.e . . s. 1 1 5.
Sınır Koyma Sorunu 37

ği üzeıinde durur. Ne çelişmezliği sağlayamayan önermeleıin ne


de yanlışlanabilirlik koşulunu sağlayamayan önermeleıin olası
tüm önermelerden farklı olarak öne çıkamayacağım savunur. 32

Popper, kuramların sınanabilirlik dereceleıinin olduğunu


"kuramın daha katı · veya "daha az katı" biçiminde sınanabile­
ceğini ve "daha kolay" veya "daha az kolay" yanlışlanabileceğini ·
savunur. Sınamanın da nasıl yapılacağına ilişkin veıilecek kara­
rında kuramların seçiminde büyük önem taşıdığını belirtir.
Onun için Popper. sınanabilirlik ya da yanlışlanabilirlik d_erece­
leıinin karşılaştırılmasını yapar ve bunu da yanlışlama olanağı­
nı sağlayan önerme kümeleıinin karşılaştırılmasına dayandırır.

Bir kuramın yanlışlanması ancak kendisine ait yasaklanmış


temel önermelerden oluşan en az bir küme olduğunda müm­
kündür. 33

Eğer bir kuramın "yanlışlama olanağı kümesi" daha büyük­


se o kuram diğer kuramlara göre deneyimlerle daha fazla çürü­
tülebilir. Böyle bir kuramda en yüksek derecede yanlışlanabilir
özelliğe sahiptir. Bu kuram deneyim dünyası hakkın da diğer ku­
ramlara göre daha fazla şey söyler. Öyleyse bir kuramın empiıik
içeıiğinin onun yanlışlanabilirlilik derecesini de arttırdığını söy­
leyebiliriz. 34

Popper'e göre "bir kuramın evrenselliği ve kesinliği yanlışla­


nabilirlik derecesiyle artmaktadır. Bu nedenle bir kuramın ke­
sinlik derecesini, kuramın yanlışlanabilirlik derecesiyle özdeş­
leştirebiliriz"35

Olasılık önermeleri konusunda da yanlışlanamaz oldukların­


dan dolayı bir yasanın olasılık tahminleıiyle açıklanabilirler.
Onların doğa bilimsel kuramlar olarak tanımlanamayacağını şa­
yet bu tür önermelerden empiıik açıdan yararlanılmak istenirse

32 A.g.e., s. 1 1 6.
33 A.g.e., s. 138.
34 A.g.e . . s. 1 39.
35 A.g.e., s. 1 69.
38 Bilgi Kuramı

içerdikleri fizik ötesi boyutun dışlanması gerekir. J6 Bir önerme­


nin yanlışlanamaz veya doğrulanamaz olması onun anlamsız ol­
duğu şeklinde yorumlanamaz. İşte olasılık önermeleri bu gruba
girerler. Doğrulanamaz, yanlışlanamaz ama anlamsız da değil­
dirler.

Popper, yöntembilimsel açıdan güvenilir olan, özneler arası


sınanabilen bir yanlışlamaya kesin gözüyle bakar. Bu, yanlışla­
mayla doğrulama arasındaki temel farktır.

Popper, sınırlandırma ayracı olarak yanlışlanabilirlilik ve sı­


nanabilirlilik ölçütünü 1 9 1 9 güzünde yani Wittgenstein'in felse­
fesinin daha Viyana'da tartışma konusu yapılmadan önce for­
müle ettiğini belirtir.37 O görüşlerini daha onyedi yaşında oluş­
turmaya başlıyor. Wittgenstein'ın Tractatus'u ise 192 l 'de yayın­
lanıyor. Sınır koyma sorunu ile çok erken yaşlarda tanıştığı ve
bu konuyu tartıştığı görülüyor. Sınırlandırma sorunu onun için
bilgi kuramının tüm sorunlannın temelinde bulunmaktadır ve
bu sorunun Kant'ın "bilimsel bilginin sınırlanhın nerede oldu­
ğu" sorusu olarak değerlendirilir ve "görgül-·bilimsel ve fızikötesi
savlar arasındaki ayrımının ölçütünün ne olduğu sorusuyla da"
tanımlanabileceğini savunur. Wittgenstein'ın ise anlamlılık kav­
ramının sınırlandırmayı da beraberinde getirdiğini söyler. 38

Popper, fızik ötesini anlamsız gören ve köktenci bir biçimde


ortadan kaldıran olguculann fızik ötesi ile birlikte doğaJlilimle-
""'.r
rini de yok edeceğini çünkü doğa yasalannın gözlem öne!mele-
rinden mantıksal olarak türetilemeyeceğini; doğa yasalanna
Wittgenstein'ın anlamlılık ölçütünün tutarlı bir şekilde uygulan­
ması durumunda orılann anlamsız sözde önermeler yani fızik
ötesi önermeler olacağını ve bu yaklaşımın getirdiği sınırlandır­
ma ölçütünün başansız olacağı için sınırlandırma ayracı olarak
yanlışlanabilirlik ölçütünü önem. 39_

36 A.g.e., s.229.
37 A.g.e . , s.355.
38 A.g.e., s.356.
39 A.g.e., s.357.
Sınır Koyma Sorunu 39

Popper'e göre "bilimsel önermeler gerçekle ilgili olduğu süre­


ce, yanlışlanabilir olmalıdır; yanlışlanabilir olmadıklarında ise
onların gerçekle ilişkileri yoktur". 40 Bilimsel bir teoriyi bilimsel
olmayan teoriden ayıran ölçüt bir teorinin kendisinin hangi de­
ney vasıtasıyla yanlışlayabileceğini söyleyebilmesidir. Eğer bir
teori hangi durumlarda yanlışlanabileceğini söyleyemiyorsa bi­
limsel değildir. Bilimsel bilgi varsayımı deney ve gözlemle doğru
çıkmaması halinde bilimsel kuram yanlışlanabilir. Bilimselliğin
ölçütü empirik destek sağlamada değil. bir kuramın hangi şart­
lar altında yanlış olduğunu belirtmede yatmaktadır.

Popper, yanlışlamacılık veya sınır koymayla ilgili düşüncele­


rini oluşturduğu 1929 yılından yaklaşık 52 yıl sonra ( 1 98 l 'de)
Bilimsel Araştırmanın Mantığı'nın XIV. ekinde kendisine yapılan
eleştirilere şöyle cevap veriyor: Yanlışlanabilirlik kuramına bili­
min evrimine ters düştüğü gerekçesiyle karşı olanların bu duru­
munun bir yanlış anlamadan kaynaklandığını oysa dikkatli ve
ön yargılı olmayan bir okuyucunun böyle bir yanılgıya düşme­
yeceğini söyler. Kendisine karşı ön yargılı davranılmasının teme­
linde de tümevarımın gerekliliğinin tartışmasız kabul edenlerin,
kestirimlerin yadsınmasını saçma bulma düşüncesinin olduğu­
nu ve eleştiriyi yapanlar arasında Carnap ve Reichenbach gibi
düşünürleıin bulunduğunu belirtir. Ancak kendisinin çelişkile­
re düştüğü ve kitabının bazı kesimlerinde "kuramın nihai karar
verilebilirliğine inanan 'saf bir yanlışlamacı', başka kesimleıinde
ise 'kılı kırk yaran kurnaz bir yanlışlamacı' olarak" kendisini or­
taya koyduğu konusunda eleştiıildiğini hatta daha da ileıi gidi­
lerek başlangıçta saf olduğunu daha sonra kılı kırk yardığını ve
bu tutarsızlığının da kitabının bir çok yeline yansıdığının iddia
edilmesine "bunlar zırva yargılar" diyerek cevap verir.41 Popper
burada adını açıkça telaffuz etmese de öğrencisi Lakatos'a gön­
derme yapmaktadır. Çünkü Lakatos "Yanlışlama ve Bilimsel
Araştırma Programlarının Metadolojisi" adlı uzun makalesinde

40 A.g.e . . s.358.
41 A.g.e . . s.562.
40 Bilgi Kuramı

yanlışlamacılığı: Doğmatik (Naturalistlik) Yanlışlamacılık, Meto­


dolojik Yanlışlamacılık ve Sofistike Yanlışlamacılık olarak üç
grupta kategoıize eder.

1 . Dogmatik Yanlışlamacılık: Yanlışlamacılığın bu türüne gö­


re "bilim cesur spekülasyonlarla-hiçbir zaman doğrulanmamış
veya hatta muhtemel hale getirtlmemiş spekülasyonlarla-ilerler;
fakat bunların bazıları kesin, nihai çürütmelerle elemine edilir­
ler ve daha sonra da yerlerine yine cüretkar, yeni ve en azından
başlangıçta çürütülmemiş durumdaki spekülasyonlar ikame
edilir."42 Lakatos, Popper'in 1 920'lerde dogmatik yanlışlamacı
olarak çalışmaya başladığını ancak bu konunun savunulması­
nın güçlüğünü görerek metodolojik yanlışlamacılığı geliştirme­
den önce hiçbir çalışmasını yayınlamadığını söyler

2. Metodolojik Yanlışlamacılık: Yanlışlamacılığın bu türüne


göre ise "'yanlışlanabilen' ve reddedilebilen teoriler 'bilimsel'dir­
ler; veya kısaca, bir teori, eğer bir 'empirik temeli' var ise 'bilim­
sel'dir".43 Görüldüğü gibi bu görüş Popper'in eserlerinde yanlış­
lamacılıkla ilgili dile getirdiği önemli bir ölçüttür.

3. Sofistike Yanlışlamacılık: Lakatos'un sofistike yanlışlama­


cılığı naiv metodolojik yanlışlamacılığa karşı bir tez niteliğinde­
dir. Ancak onun sofistike yanlışlamacılık naiv yanlışlamacılığa
alternatif düşüncesi bize Popper'e yöneltilen hem "saf yanlışla­
macı" hem de "kılı kırk yaran kurnaz yanlışlamacı" olduğu onun
eserlerinde her ikisinin de yer aldığı şeklindeki eleştiriyi hatırlat­
maktadır. Lakatos, naiv yanlışlamacılığa göre, deneysel açıdan
yanlışlanabilir olan bir teori bilimsel olarak kabul edilirken so­
fistike yanlışlamacılığıa göre ise bir teori ancak ve ancak raki­
binden daha fazla doğrulanabiliyor yani yeni olguların keşfine
yol açıyorsa bilimsel olduğunu iddia eder.44 Lakatos'un bu açık-

42 lf!lre Lakatos.""Yanlışlama ve Bilimsel Araşbnna Programlarının Metodolojisi",


Bilginin Gelişim� Çev: Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İ stanbul 1 992,
s. 1 19.
43 A.g.e., s. 134.
44 A.g.e., s. 1 42- 1 43.
Sınır Koyma Sorunu 41

laması Popper'in sınanabilirlik derecelendirmeleriyle ilgili dü­


şüncelerine dayalı bir yorumdur.

Popper, yalnızca yanlışlanabilir varsayımların bilimsel olarak


kabul edilmesi gerektiği tezinin tarihsel ya da empirik olmadığı,
tersine düzgüsel bir önerme olduğu yönündeki eleştirilere empi­
rik bilimle ilgili tezinin geçerliliğine ilişkin bilim tarihinden ver­
diği örneklerle karşı çıkar. Her bilimsel ifadenin değiştiği için de­
ğişimin söz konusu olduğunu ama bazı ifadelerin yanlışlanma­
sına rağmen yıllarca savunulabileceğini bazen de tersi durumla­
rın olabileceğini yani deneysel bir hata sonucu kuramın yanlış­
lanabileceğini ancak yanlışlama olgusunun en önemli özelliğinin
bizi yeni kuramların bulunmasında bilimsel devrimlere götür­
mesi olduğunu savunur. Bilim tarihinin de kendi tezini doğrula­
yacak örneklerle dolu olduğunu belirtir ve bu örneklerden beşi­
ne değinir.

İlk örneğim J.J.Thomson'un, (kendisi ve başkaları tarafından) yeni


bulunan elektronun atomun bir parçası olduğu görüşüdür; bu yak­
laşım, bir zamanlar atomun bölünmez olduğu şeklinde ileri sürülen
kuramı yanlışlamış ve elektron çağını başlatan bilimsel bir devrime
yol açmıştır. İkinci örneğim Planck'ın kuantum kuramıdır. Bu ku"
ram, Wilhelrn Wien'in (Planckı'ın deyişiyle) enerji dağılımı yasasına
değişiklik getirmek amacıyla ortaya atılmıştır: çünkü bu yasa, Lum­
mer ve Pringseim, Kurlbaum ve Rubens tarafından artık çürütül­
müştü. (Planck kibarca, "yasanın, o ana kadar taşıdığı evrensel öne­
mi artık taşımadığını" ileri sürmüştür.) Üçüncü örneğim, Ruther­
ford'un yine bilimsel bir devrim niteliğindeki çekirdek atomu varsa­
yımıdır. Bu varsayım J.J. Thomson'un ortaya attığı atom modelinin
Geiger ve Marsden'in yaptıktan bir deneyle yanlışlanmış olduğu gö­
rüşünün bir sonucudur.

Dördüncü örneğim, Anderson'un 1 935'te bulduğu mezondur. Bu


buluş (ve bununla birlikte, 1 932'de bulunan, Anderson'un pozitif
yüklü elektronu ve Chadwick'in nötronu) maddenin elektromanyetik
kuramını yanlışlamıştır. Bu kuram neredeyse unutulmuştur, ama
Weyl, Eddington ve Einstein'ın araştırmalarında çok önemli bir yeri
vardır.
42 Bilgi Kuramı

Son olarak getireceğim beşinci örnek, 1 957 yılında deneysel olarak


çürütülen eşdeğerlilik kuramadır. Dördüncü örneğim pek fazla yan­
kı uyandırmamış ve ancak bazıları tarafından benimsenmişken,
üçüncü ve beşinci örnekte değindiğim yanlışlamalar büyük bir ilgi ve
heyecan yaratmıştır.

İşte bunlar, yüzyılırnızdan örneklerdir. Kuşkusuz geçmiş yüzyıllara


ait sayısız örnek vardır.45

Popper'in bilim tarihinden verdiği örnekler aynı zamanda


onun "bütün kuramlar varsayımlıdır; tümü atılabilir"46 tezini de
destekler niteliktedir.

Popper, doğrulanabilirlik ile yanlışlanabilirlik ilkeleri kökleri­


ni de antik çağın filozofları Sokrates ve Aristoteles'in yöntemle­
rine dayandınr. "Sokrates'in kanıtlamalannda en önemli örnek­
ler karşıt örneklerdir; vargıya ulaşma biçimi de Aristoteles'in tü­
mevarımı ya da Epagoge (Kendini Doğrulama)'sından belirgin öl­
çüde farklıdır: Sokrates'in kanıtlamaları Elenchus (Kendini Yan­
lışlama) : yani özellikle karşıt örnekler getirerek, çürütme, karşıt
dayanak, (dogmayı) çökertme biçimindedir"47 der. Popper'in bu
açaklamalannda doğrulama ilkesini Aristoteles'e yanlışlanabilir­
lilik ilkesini de Sokrates'e dayandırdığını görmekteyiz. O, yanlış­
lanabilirlilik ilkesini ölçüt olarak getirdiği için, Sokrates'in yön­
temini kendi düşüncelerinin kaynağı olarak görür ve Sokrates'e
hayrandır.

Sonuç olarak bilimin bu gün elde ettiği statüyü kendi amaç­


.
lan için kullanmanın sağlayacağı başarıyı düşleyenlerin çalış­
malarını bilimsel diye sunmaları onlar açısından mazur görüle­
bilir. Ancak bilimin bilim olmayandan veya sözde bilimden ayrıl­
ması zorunludur. Popper bu sorunu tartışmakla bilime önemli
katkı sağlamış olmaktadır. Hiç şüphesiz bilim diye ortaya çıkan
şarlatanlıkların bilimden aynştınlması için sağlam ölçütlerin or­
taya koyulması gereklidir. Popper'in yapmaya çalıştığı budur ve

45 Popper. 1 998. s.563-564.


46 Popper. 1979. s.29.
47 Popper. 1998. s.592.
Sınır Koyma Sorunu 43

başlattığı tartışmalarla sanının bu yolda önemli mesafe alınma­


sını da sağlamıştır. Ancak bu sorun ilk ortaya koyanın kendisi
olmadığım "entelektüel alçak gönüllülükle" söyler. Sınır koyma
problemini Kant'ın ve tümevarım problemini de Hume'un ilk de­
fa dile getirdiğini fakat bu sorunları ilk kez Kant ve Hume'un ele
aldığım söyleyenin kendisi olduğunu belirtir.

Sınanabilirliğin, yanhşlanabilirliğin ya da çürütülebilirliğin


bilimsel olmanın asgari ölçütü olduğuna her halde kimse karşı
çıkamaz. Ama Popper sınanabilirliğin tek başına yeterli olmadı­
ğım söylerken de haklıdır.

Bilimle sözde bilim ayrımı için getirdiği yanlışlanabilirlikte


doğrudan test edilebilirliği çağrıştırmaktadır. Bu hususta eleşti­
rilere uğramasına rağmen yine de örnek verdiği kuramlar (Eins­
tein, Marx, Freud, Adler'in kuramları) açısından bakacak olur­
sak yanhşlanabilirliğin doğrulabilirlik ölçütünden daha geçerli
olduğunu söylebiliriz.

Bir diğer önemli husus ise ad hoc (yardımcı) hipotezler ile il­
gili yaptiğı değerlendirmedir. Kuramın her başarısızlığa uğrama­
sı durumunda onun geçerliliğini göstermek için ad hoc hipotez­
lerine baş vurmak ne kadar doğrudur? Pek doğru olmadığı bilim
tarihinden bir çok örnekle gösterilebilir.

Popper'in bilim görüşü ile ilgili şunu söylemek mümkündür:


_
Savunduklarının hepsi bilim tarihi ile örtüşüyor mu? Verilecek
cevap her halde hayır olacaktır. Çünkü o, "bize bilimin nasıl ya­
pıldığını değil nasıl yapılması gerektiğini, iyi bilimin ne olması
gerektiğini anlatmaktadır".48 O, bir filozoftur ve olması gerekeni
ortaya koymaya çabalar. Bunu yaparken de zaman zaman olan
da betimlenmektedir.

O, Viyana Çevresi düşünürlerinin tezlerinin temeline yerleş­


tirdikleri anlamlılık ölçüt� üzerinde durmaz, çünkü onu bir su=-

48 Gürol lrzık. "Yanlışlamacı Bilim Felsefesi", Felsefe Tartışmaları. 28. Kitap. Bo­
ğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 200 1 , s.32.
44 Bilgi Kuramı

run olarak görmez. Bu tutum mantıkçı pozitivistlere karşı çık­


mak için yapılmış katı bir tavır almak mı? Yoksa metafıziğin top­
tan elenmesi teşebbüsüne bir tepki mi? Ya da bunun bilimsel
bilginin ölçütü olmayı hak etmeyecek basit bir kuram mı oldu­
ğu tartışılabilir. Sanki her birinin biraz etkisi var. Ama hangisi­
nin daha belirleyici olduğu konusunda her halde bilimsel öner­
melerin dışında da anlamlı önermelerin olduğu ve hatta bilimsel
çalışmalar için zaman zaman yol gösterici, zaman zaman da en­
gelleyici olabildiğidir. Her anlamlı önerme bilimsel olmak zorun­
da olmadığı gibi bilimin de olgusal içeriği olmayan bir bilgi ol­
mak gibi bir lüksü yoktur.

b. Sınanabllirlik
Popper'in düşüncesinde sınama önemli yer tutar. Çünkü
onun bilgi teorisinin en önemli problemleri sınır koyma ve tüme­
varım sorunları sınama veya sınanabilirlilikle yakından ilişkili­
dir. Bilgi denilince daha çok bilimsel bilgiyi anlayan Popper, bi­
limsel bilginin en temel özelliğini de sınanabilirlik olarak görür.
Onun için tüm bilimsel ifadeler sınanabilirdir. Ancak her kura­
mın sınanabilirlilik derecesi aynı değildir.

Popper'e göre basit kuramlar sınamalardan başarıyla çıkma


konusunda en şanslı kuramlardır. Basit kuramlar karmaşık ku­
ramlara göre her zaman daha yüksek bir sınanabilirlik derece­
sine sahiptir.49 "Deneylerle sınanmaya değer kuramlar, hem tu­
tucu hem de devrimci olmalıdır"50 der. Onun bu düşünceleri her
ne kadar karşı çıksa da Kuhn'nun "olağan bilim" ile "devrimci
bilim" ayrımını çağnştınyor.

Evrensellik düzeyi daha yüksek olan varsayımların, daha dü­


şük olanlara göre gerçekleri daha iyi açıklayıcı niteliktedir. Be­
lirli bir evrensellik düzeyindeki kuramlar tümde_ngelimle sınanır
ve bu da evrensellik düzeyi daha düşük olandan daha yüksek
olanlara doğru ilerlenerek gerçekleştirilir. Buradaki sınama yön-

49 Popper. 1968, s.6 1 .


5 0 Popper. 1998, s.567.
Sınır Koyma Sorunu 45

temi de her zaman tümevanmsal çıkanmlara değil tümdenge­


limsel çıkanmlara dayanmaktadır. Kuramlann evrensellik dü­
zeyleri küçükten büyüye doğru artmaktaysa yapılması gereken
evrensellik düzeyi daha yüksek olan kuramlan bulmaktır. Ev­
rensellik özelliği yüksek olan veya en fazla olan ve mevcut sına­
nabilir bilime göre, belki "fizik ötesi dizgiler" oluşacak kuramlar
söz konusu olacaktır. Ancak bunlann da sınanarak yeni bir şe­
yin çıkanlması pek mümkün olmayacaktır. "Yalnızca belirli bir
problem durumuna belirli çelişkilere ve yanlışlamalara yönelik
olan ve bunlann çözülmesiyle çapraz deneyi kuran kuramlar bi­
limsel nitelikte olabilecektir".5 ı Sınamanın kurama katkısı, sı­
namalarda kendini koruyan kuramın bilindiği gibi iyi kuram ol­
duğunu sağlamasıdır. 52 O, sınamalann en katı şekilde yapılma­
sından yanadır. Sınamamızı başansızlığa uğratabilecek katı kı­
sıtlayıcı yasalan ya da yasalan getirmekten yanadır. Ama bu ya­
saklann araştırmalanmızı kısıtlamasına izin verilmemelidir.

Ona göre "deneysel olarak doğrudan sınanabilir yasalar de­


ğişmemektedir." Ancak onlann değişmiş olabileceği düşünülebi­
lir. Belki bu mantıksal olarak mümkündür. Bunun empirik bi­
limle onun yöntemi için hiçbir önemi yoktur. Bilakis "bilimsel
yöntemin ön koşulu, doğa olgularının değişmezliğidir"53 der.
Ama bunu kendi çözümlemesi için kabul etmez.

Bir kuramın sınanması kuramın geçerliliği kanıtlanmış ol­


sun veya olmasın bazı temel önermelere dayanmak zorundadır.
Eğer bir sınama bir temel önermeye dayanmazsa sınama sonuç­
suz kalır.

Bilimsel faaliyet tümdengelim koşullarına sahip olduktan


sonra sınanabilirliği kolay olan temel önermelerde duraksanır.
Ama "yaşanWan betimleyen önermeler ya da tutanaklar öyle bir
son önermenin işlevini üstlenebilecek nitelikte"54 değildir. Sına-

51 A.g.e . . s.3 1 3.
52 A.g.e., s.500.
53 A.g.e .. s.286.
54 A.g.e., s. 129.
46 Bilgi Kurwnı

malarda bu kadar işlevi olan temel önermeler nasıl belirlenir?


"Temel önermelerin saptanması, bir kuramın uygulanması sıra­
sında belirlenir ve bu saptama, uygulamanın bir parçasıdır, bu­
nunla kuramı sınarız. Aynı uygulama gibi saptama da kuramsal
düşüncelerle yürütülen planlı bir işlemdir".55

O, doğa yasalarının (kuramların) yöntemsel olarak sınanabi­


len ama mantıksal nedenlerden dolayı doğrulanamayan ancak
tek yönlü yanlışlanabilen "gerçek doğru önermeler" olduğunu
kabul eder.56 Sınanabilir olma bilimsel olmanın ölçütüdür. Bir
kuramın i�riğinin derecesini belirleyen onun sınanabilirlilik de­
recesidir. Kuramın yanlışlanmasını sağlayan "atomik önermele­
rin sayısı ne kadar azsa, kuramın içeriği de o denli büyüktür"57
Yük�k..sınabilirlik derecesi yüksek yalınlıkla aynıdır. Bütün sı­
namatar tümdengelimlidir ve deneyimle �çekleştirilir. Sımıaıa­
da tüm��m yöntemine yer.yoktur. Bir kuram sınanabilen 1 d t: .
neylerle }'Sfılışlanırsa bu kunırnın artık hiçbir şekilde olumlu bir
-

sağlanrrı:ışfilt değeri yoktur. Ancak yanlışlanmış kurama "yakın


bir yorumu�-olan başka bir kurama böyle bir değeri yükleyebili­
riz. Bununla- Ugili "Newton'un tanecik varsayımı ve Einstein'ın
ışık kuantumu varsayıinı"58nı örnek olarak verir. Sınama sonu­
cunda yanlışlanan kuramların atılması ,kaçınılmazdır. Ama sı­
namalarda yanlışlanamayan _yanlışlanabilir kuramlar henüz
yanlışlanamadıkları için kullanılmaya devam edilir. Çünkü yan­
lışlanmamış kuramlar doğru da çıkabilirler.59

55 A.g.e . . s. 1 3 1 .
56 A.g.e . . s.356.
57 A.g.e., s.448.
58 A.g.e . . s.303.
59 Popper. 1968. s.56.
Il. BÔLÜM
'IÜMEVARIM SORUNU

Popper'e göre tümevarım problemi sınır koyma problemi ile


birlikte bilim kuramının iki temel sorunundan birisidir. Diğer
bütün sorunlar bu iki sorunla bir biçimde ilişkilidir. Popper, tü­
mevarım problemini sınır koyma probleminden sonra ele alır ve
bu iki sorunu da birbiriyle ilişkili kabul eder. Sınır koyma prob­
leminden sonra tümevarım problemini çözmeye yönelir. Kendi­
sinin katılmamasına rağmen genel olarak empirik bilimlerin tü­
mevarım yöntemiyle tanımlandığını ve böyle olunca da bilimsel
araştırma mantığı tümevarım yönteminin mantıksal çözümle­
mesini amaçlamaktadır.

Popper, Bilimsel Araştumanm Mantığı'nda ( 1 934) empirik bi­


limin araştırma yöntemini mantıksal olarak çözümlemek ister.
Onun problem alanı ve doğal olarak bilgi kuramının ilkeleri bu
eserinde tartışılnuştır. Bu bağlamda da tümevarım sorunu ön­
celikle ele alınan sorunlardan birisidir. Tümevarım sorununa
1923'te ilgi duymaya başladığını ve bu konuyla çok sıkı bağlan­
tısı olduğu halde sınır koyma sorunu ile beş yıl boyunca bu bağ­
lantıyı gerektiği gibi kuramadığını bildirir. 1 O, tümevarım soru­
nuna yönelmesinin, sınır koyma sorununun kendisini tatmin
edecek seviyede çözümünden epey sonra aklına geldiğini belir­
tir. 2 Bu sorunu 1934'te yayınlanan Bilimsel Araştumanm Mantı­
ğı'nda ve 1972 yılında basılan Obvec tive Knowledge'nin ilk ko­
nusunun başlığı "Kestirimsel Bilgi: Tümevarım Problemine İliş­
kin Çözümü"nde ele alıp aynntısıyla tartışır ve bu iki yapıtında
detaylı olarak tartıştığı tümevarım problemini çözdüğünü savu-

l Popper, 1 968, s.42.


2 Popper, 1 979. s.29.
48 BUgi Kuramı

nur. Popper gerçekten tümevarım problemini çözebilmiş midir?


Bunu anlamak için Popper'in ortaya koyduğu argümanların ve
eleştirmenlerinin görüşlerini incelemek gerekir.

O, tümevarım problemini Aristoteles'e kadar geriye götürür.


Tümevarım için "Filozofların Aristoteles ile Cicero'dan beri 'Epa­
goge' ya da Tümevarım' dedikleri şeydir"3 ve bu sorun pek çok
felsefeciyi "Us Dışçılığa, Kuşkuculuğa ya da Gizemciliğe yönelt­
miştir" der.4 Tümevarım kuramını ortaya atan ve günümüze ka­
dar yaşatan düşüncenin, "Aristotoles'in Platon'dan devraldığı
Özcülük" olduğunu, Artsto'nun, Platon'un İdea öğretisinden et­
kilenmesine rağmen, Sokrates'ten etkilendiğini yazdığım ve Aris­
toteles'in tümdengelirnci anlayışı savunurken aslında tümevarı­
mı bir tasım türü olarak düşündüğünü iddia ediyor.

Aristoteles'in bilimsel önermelerin hepsinin kanıtlanabilir ol­


madığını savunurken, hiçbir bilimsel önermenin tanıtlanabilir
olamayacağını söylemediğini belirtir. Popper, "tümevarımın ve
öz tanımının bulunmasıyla umulan başarıya" ulaşılamadığını ve
Aristoteles'in kendisinin bile şüpheli gördüğü bu buluşu Sokra­
tes'e mal etmesini eleştiriyor. Çünkü Sokrates "hiçbir şeyi bil­
mediğini bilen ve bunu da itiraf eden· bir fılozoftur. 5

Türnevanmsal çıkanın tekil gözlemler veya deneyler yoluyla


tekil ö.nermelerden genel önermelere varma olarak anlaşılır. Bu
özel önermelerden evrensel önermelere ulaştlrnasında her za­
man için bir eksiklik söz konusu olacaktır. Çünkü Popper'e gö­
re evrensel önermelerin mantıksal açıdan doğrulanması müm­
kün değildir. Kuğularla ilgili olarak verdiği örnekte ne kadar çok
beyaz kuğu gözlemlersek gözlemleyelim yine de tüm kuğuların
beyaz olduğu sonucuna varamayız. Tümevarım sorunu dediği­
miz tümevanrnsal çıkarımlarla ilgili çıkanının genel önermenin
geçerli görülüp görülemeyeceği sorunudur. Türnevanrnsal bir çı­
kanının geçerliliğinin kriteri en temel problemdir.

3 A.g.e., s.3.
4 Popper, 1 998. s.469.
5 A.g.e., s.595.
Tümevarım Sorunu 49

Popper, Reichenbach'a atıfta bulunarak tümevanmcılann tü­


mevarım ilkesinin tüm bilimlerce kabul gördüğünü hatta gün­
lük yaşamda bile bu ilkeden kuşku duyacak kimsenin bulun­
madığına inandıklarını oysa böyle bir ilkeye gerek olmadığını bu
ilkenin mantıksal tutarsızlıklara yol açtığını belirtiyor.6 Tümeva­
rım ilkesinin doğası gereği yalnızca evrensel bir önerme olabile­
ceğini, "görgül-geçerlr bir önerme olarak algılanmasinın bazı so­
runlar doğuracağını bu ilkeyi savunmak için tümevanmsal çıka­
rımlara başvurmak gerektiğini, bunları doğrulamak için de da­
ha üst basam:ıktaki bir tümevarım ilkesine gereksinim duyula­
cağını ve bu durumun tümevarım ilkesinin deneyime dayandı­
rılması için sonsuz geri gitmelere yol açacağını ve b1;1nun da ba­
şarısızlığa neden olacağını iddia eder. Böyle bir sorundan kaçın­
mak için de Kant'ın yaptığı gibi tümevarım ilkesini "önsel" (a pri­
orı1 kabul ederek bu güçlükten kaçınmanın yolunu aramıştır.
Ancak onun da bu konuda "bireşimsel yargılan önsel olarak sa­
vunma şeklindeki yaratıcılık çabası başarısızlıkla sonuçlanmış­
tır"7 der. Popper'e göre tümevarım mantığının bu sorunları aşı­
lamaz. Çünkü çıkarımlar "kesin olarak geçerli" olmasa bile on­
ların yine de belli bir oranda kesinlik taşıyacağı şeklindeki görü­
şün tümevanmsal çıkanmlan "olasılık çıkanmlan" olarak değer­
lendirmeleri sorunları ortadan kaldırmayacaktır.

Popper, tümevarım sorununu daha 1 927 yılında çözdüğünü


ancak bunun farkına varan felsefeci sayısının çok az olduğunu
bu konuda pek çok kitap yayınlamasına rağmen kendisine pek
göndermede bulunulmadığını, düşüncelerini dikkate alan yayın­
ların ise kendisini yanlış anlattığını söyler.s 1933 ve 1 934'teki
iki yayınında sorunun çözümünü sunduğunu belirtir. 1 933'te
Erkenntnis'de "Ein Kıitrium Des Empirischen Charakter, The­
oretischer Systeme" (Teorik Sistemlerin Empirik Karakterinin
Kriteri) ve 1934'te yayınlanan Araştırmanın Mantığı'nda "bilgiye

6 A.g.e., s.53.
7 A.g.e., s.53.
8 Popper, 1979, s. l .
50 Bilgi Kuramı

ilişkin sağduyu kuramı ('zihne ilişkin kova kuramı' da dediğim)


en çok 'zihnimizde duyumlardan geçmemiş hiçbir şey yoktur'
savı ile bilinen kuramdır" . Popper beklentimiz olan "kesin dü­
zenlilikler (doğa yasaları, kuramlar)"in bizi tümevarımdan sağ­
duyu sorununa götüreceğini ve buna sağduyunun da yanıtının
da; "geçmişte yapılmış yenilenen gözlemlere dayanarak güneşin
yarın doğacağına inanırız, çünkü geçmişte hep böyle olmuş­
tur,"9 şeklindeki örneği verir. Sağduyu yaklaşımına göre doğru­
lama gözlemler aracılığı ile yapılır.

Popper, Hume'un tümevarıma ilişkin biri mantıksal diğeri


psikolojik iki sorun ortaya koyduğunu savunur.

Hume'un mantıkla ilgili sorunu: Deneyimlediğimiz durumla­


rı deneyimimizin olmadığı diğer durumlar (sonuçlar) için de akıl
yürütmede haklılığımız olup olmadığıdır. Buna yanıtı ne kadar
çok tekrar olursa olsun hayırdır.

Hume'nin psikoloji ile ilgili sorunu ise aklı başında insanların


deneyimini edinmiş olduğu durumların deneyimini edinmediği
durumlara da uyacağını beklemeleri ve buna inanmalarıdır. ıo

Popper'e göre tümevarıma ilişkin iki sorunun ele alınış tarzı


ve temellendirmeleriyle "Hume -gelmiş geçmiş en akıllı zihinler­
den biri- bir kuşkucu aynı zamanda inanan. irrasyonel bir bilgi
kuramına inanan biri haline gelmiştir" ıı der. Popper, aynca
Russell'in Hume'un felsefesi ile ilgili şu ifadesine yer verir: "Hu­
me'un felsefesi . XVIII. yüzyıl akılcılığının iflasını temsil eder" ı2
. .

Popper, psikolojiyi bırakıp buluş mantığına dönme nedenini


şöyle açıklar: "Mantıkta geçerli olanın, genellikle, - uygun olarak
aktarım sağlandığında- psikolojide de geçerli olacağı şeklindeki
buluş sağlayan kestirime götürdü (buluş sağlayan bu ilke, şim­
di aktarım ilkesi dediğim şeydir) sanının psikolojiyi bırakıp bu-

9 A.g.e . , s.3.
10 A.g.e., s.4.
11 A.g. e . , s.4.
12 A.g.e., s.5.
1ümevanm Sorunu 51

luş mantığına dönmemi sağlayan büyük oranda bu sorundur."13


Hume tümevarımın deneysel olarak doğrulanamadığını düşü­
nürken Popper. mantıksal olarak doğrulanamayacağını söyler.

Popper'e göre tüm tümevanm kuramlarının temeli, iki yakla­


şıma dayanır: Bunlardan birincisi "yinelemelerin önceki öğreti­
si"dir. İkincisi ise Hume'nin savunduğu "yinelemenin zamansal
(ve ruh bilimsel) önceliğinin öğretisi olarak adlandınlabi"lecek
görüşüdür. Bu görüşe göre, "yinelemeler evrensel bir yasayı ve
buna bağlı olan beklenti ve inanç boyutlannı ön görmeyi hiçbir
biçimde haklı kılmasa da, içimizde bu boyutun -'haksız' ya da
'mantıksız' - canlanmasını aslında sağlamaktadır" . 14

Popper, yukanda ifade edilen iki yaklaşımdan "mantıksal ön­


celiği sağlaya"nın, "zamansal (nedensel, ruh bilimsel) önceliği
öngören"den daha zayıf olmakla birlikte her iki yaklaşımın da
yani tümevanm kurallannın temelini oluşturan yinelemelerin
önceliği anlayışının tutarlı olmadığını iddia eder.

Popper. tümevanm sorununa Hume kanalıyla yaklaştığını ve


Hume'un tümevanmın mantıksal olarak temellendiremeyeceğini
gösterirken tamamen haklı olduğunu kabul eder. "Hume'un tü­
mevanmsal çıkanmını çürütürken açık ve itiraz kabul etmez bu­
luyordum. Fakat tümevanmı adet ve alışkanlık terimleriyle psi­
kolojik olarak açıklayışı bana hiç doyurucu gelmiyordu" 15 der.

Hume'un bu açıklamasının felsefe açısından pek doyurucu


olmadığının sık sık dile getirildiğini fakat bunun felsefi değil psi­
kolojik bir kuram olarak düşünüldüğünü çünkü "bir psikolojik
olguya, -bizim yasalara inanmamız, bazı düzenli diziler, sürekli
bir arada bulunan bir takım olaylar bulunduğunu söyleyen ifa­
deleri kabul etmemiz olgusuna- bu olgunun alışkanlıktan mey­
dana geldiğini (yani sürekli biçimde onunla bağlantılı olduğunu)
ileri sürerek nedensel bir açıklama getirmeye çalışıyordu" 1 6 di-

13 A.g.e .. s.24.
14 Popper, 1 998. s.50 1 .
15 Popper, 1 968. s.42.
16 A.g.e, s.42.
52 Bilgi Kuramı

yen Popper, Hume'un kuramının bu yeni biçimini de doyurucu


bulmaz. Çünkü ("psikolojik olgu" diye adlandırdığı şeyin kendi­
sinin de bir alışkanlık olarak betimlenebileceğini "düzenli dizile­
re inanma alışkanlığı") böyle bir alışkanlığın da bir başka alış­
kanlıkla açıklanmasının gerekliliği ne hayret edilecek bir durum
ne de fazla aydınlatıcı bir durumdur. "Öteki alışkanlıklarımız gi­
bi yasalara inanma alışkanlığımız da sık sık tekrarlanma olayı­
nın ürünüdür". ı 1

Popper, Hume'un psikolojisi için, popüler olmasına rağmen


en az üç farklı noktada yanılgıya düştüğünü söyler: Birincisi,
tekrarlamanın bir sonucu olarak başlangıçta dikkat edilmesi ge­
reken bir hareketin belli bir tekrardan sonra dikkat harcamadan
yapılabilir olmasıdır. Örneğin; Bisiklet binmeğe başladığımızda
öğrendiğimiz direksiyonu aracın yattığı tarafa doğru kırarsak
devrilmeyi önleyeceğimize dair kuralı unutsak bile böyle bir du­
rumla karşılaştığımızda yeteri kadar tekrar yapmışsak ona ihti­
yaç duymaksızın direksiyonu uygun yöne kırarız. İkincisi, Hu­
me'un alışkanlık ve adetleri kural olarak tekrarlamadan kay�
naklandığı düşüncesini reddeder. Alışkanlık olarak yaptığımız
yemek, içmek, yürümek ya da belli saatlerde yatıp kalkmak gibi
eylemlerin bile tekrarlamadan önce başladığını savunur.

Üçüncüsü ise, bazen bir tek çarpıcı gözlemin bile bir inanç
ya da beklenti yaratmaya yetebileceği ile ilgilidir. "Hume bunu,
yaşamın daha önceki bir döneminde yaşanmış olan bir çok
uzun tekrarlama dizileri sonucu oluşmuş bir tümevanna alış­
kanlığından ileri gelen bir tutum olarak açıklamaya çalışır: ıa
diyerek bir olayı uzun diziler halinde anlatmanın sakıncalı oldu­
ğunu savunur.

Popper'e göre "Mantıksal nedenlerle bir tekrarlanma söz ko­


nusu olmadan önce, daima bir bakış açısı-bir beklentiler, önce­
lemeler, varsayımlar veya ilgiler sistemi gibi-mevcut olmak zo-

1 7 A.g.e. s.43.
18 A.g.e. . s.42-43.
Tümevarım Sorunu 53

rundadır" . 19 Hiçbir bakış açısı belli tekrarlama sonucunda olu­


şamaz. Bakış açıları tekrardan önce vardır.

Popper, Hume'un kendi mantıksal çözümlemesinin gücünü


hiçbir zaman bütünüyle kabul etmediğini ve dolayısıyla tümeva­
rımın mantıksal temelini çürütünce tümevarım mantıksal ba­
kımdan geçersiz ve akılsal olarak temellendililemez bir yöntem
olması durumunda psikolojik bir olgu olarak, bilgilelimizi nasıl
elde ettiğimiz sorunuyla karşı karşıya kaldığını savunur. Ve "bu­
na velilebilecek iki cevap var: ( 1 ) Bilgimizi tümevarım dışı bir sü­
reç yoluyla elde ediniyoruz. Bu cevap Hume'un bir tür usculuğu
elde tutmasını sağlayabilirdi. (2) Bilgimizi yineleme ve tümeva­
rımla, yani mantıkça geçersiz ve akılca gerekçesiz bir yöntemle,
elde ediyoruz; öyle ki görünürdeki tüm bilgiler yalnızca bir tür
inançtan, alışkanlığa dayalı birer inançtan ibarettir. Bu yanıt ise
bilimsel bilginin bile akıl dışı ve akılcılığın da saçma olduğu, bu
yüzden bırakılması gerektiğini içinde saklar".20 Popper, Hu­
me'un tekrarlama yoluyla tümevarımın mantıksal kuramını
eleştilirken, aynı tümevarımın psikolojik kuram kılığına bürü­
nerek geli gelmesine izin verdiğini söyler.2 1

Popper, tümevarım sornnuna ilişkin yaklaşım tarzını beş


madde halinde sunar. Bilinci olarak: Hume'un "mantıksal so­
runla ruh bilimsel bir sorun arasındaki aynını son derece önem­
li sayarım" ancak Hume'un geçerli çıkanın süreçlelini yetelince
açık olarak betimlemesine rağmen bunları "ussal" düşünsel sü­
reçler olarak gördüğünü kendisinin ise başlıca yaklaşım yön­
temlerinden birisinin "özellikle 'inanç' gibi tüm öznel ya da ruh
bilimsel telimleli nesnel terimlere çevirmek" olduğunu bununla
da "bir inançtan söz etmek yerine, diğerin, bir 'önerme' ya da
'açıklayıcı kuram'dan; bir 'izlenim' yeline bir 'gözlem önerme­
si'nden ya da bir test önermesinden; 'bir inancı temellendirme'
yerine 'bir kuramın doğru olduğu savını temellendirmekten' söz

19 A.g.e .. s.44-45.
20 A.g.e . . s.45.
21 A.g.e., s.46.
54 Bilgi Kuramı

ederim"22 der. İkinci olarak: Bir kez mantıksal sorun çözüldü


mü, mantıkta doğru olan çözüm psikolojide de doğrudur ve ak­
tanm ilkesine dayanarak da çözüm pisikolojik soruna aktanlır.
Üçüncü olarak: Aktanm ilkesini Hume'un us dışcılığını dışarıda
bırakacağının açık olduğunu söyler. Onun tümevanma ilişkin
başlıca sorusu olan aktanm ilkesini çiğnemeden yanıtlayabilir­
se, o zaman mantıkla psikoloji arasında hiçbir uyuşmazlığın
kalmayacağını bu nedenle de anlama yetimizin akıl dışı olduğu
gibi bir sonucun da olamayacağını belirtir. Dördüncü olarak:
Hume'un mantıksal soruna ilişkin çözümü, bilimsel kuramlarla
gözlemler arasındaki mantıksal ilişkiler hakkında, mantıksal so­
runda söylenenden çok daha fazlasının söylenebileceği anlamı­
nı çıkanr. Beşinci olarak: Ulaştığı temel yargılanndan birinin,
Hume'un mantıkta yenilenmeye dayalı tümevanm diye bir şeyin
olmadığı konusundaki görüşünde haklı olduğudur. Yenilenm��
,
ye dayalı bir hata bir tür görme yanılgısından dolayı olmalıdır.
Çünkü tekrarlanmaya dayalı tümevanm diye bir şey yoktur.23

Popper'e göre filozoflann tümevanm sorununu çözmeye çalı­


şırken aradıklannın "tekil önermelerden evrensel yasalar çıkar­
mamıza olanak verecek bir tümevanm ilkesi bulunabilirse bu­
nun doğru olduğu savunulursa, tümevanm sorununa çözülmüş
gözüyle"24 bakacaklan yönündedir. Ona göre tüm yasalara ya
kuramlara varsayımsal ya da kestirimsel, diyeceğimiz sanılar
olarak bakmalıyız diye yorumlanmalı"dır.25 Şimdiler de çok po­
püler olan bu duruma gelmenin epey vakit aldığını bildirir.

Popper, "kabul edilmiş yasalar" olarak görülen ve özellikle de


tümevanmcılann kullandığı şu üç örneği çürütür. Bunlar: ( 1)
Güneşin yirmidört saatte bir doğup batmasıdır. (2) Tüm insan­
lar ölümlüdür ve (3) Ekmek besleyicidir. Bu üç önermeden birin­
cisi güneşin her yerde yirmi dört saatte bir doğup batmadığını

22 Popper. 1979, s.6.


23 A.g.e., s.6-7.
24 A.g.e . . s.8-9.
25 A.g.e . . s.9.
Tümevarım Sorunu 55

Marsilyalı Pytheas'ın "buz denizi" ve "gece yarısı güneşi · keşfet­


mesi ile çürudüğünü; İkinci önermenin de aslında çok açık de­
ğilmiş gibi görunse de çürutülmüş olduğunu savunur. Bu ikin­
ci önermenin Aristoteles'in "her doğmuş yaratığın çürumeye ve
zamanı geldiğinde ölmeye mahkumdur" kuramına dayandığını
ancak bölünerek çoğalmanın ölüm olmadığı için bakterilerin öl­
meğe mahkum olmadıklarının keşfedilmesiyle ve canlıların ge­
nelde çürumeye ya da ölmeye mahkum olmadıklarının anlaşıl­
masıyla çürudüğünü söyler ve örnek olarak ta kanser hücreleri­
nin yaşamaya devam etmelerini verir. Üçüncü önermenin de bir
Fransız köyünde ekmek zehirlenmesinden insanların ölmesiyle
çürutülmüş olduğunu söyler. Aslında insanı besleyecek ekmek­
ten uygun şekilde hasat edilmiş tahıl ve onun unundan uygun
olarak pişirilen ekmek kast edilmiştir. Ama insanlar yine de
bundan zehirlenmişlerdir demektedir.26 Onun verdiği bu örnek­
lerde göruldüğü gibi hiçbir genel geçerlilik kabul edilemez.

Popper'e göre "hangi yöntemi kullanırsak kullanalım gerçek


düzenlilikleri bulma şansımız zayıftır, kuramlarımız ister basit
ister başka türde olsun, hiçbir gizemli 'tümevarım yasası'nın bi­
zi işlemekten alıkoyamayacağı bir çok yanlış içerecektir.27

Popper, çözümünün yalnızca tümevarıma ilişkin psikolojik


sorunu aydınlatmakla kalmadığını tümevarım sorununu gele­
neksel dile getirilişlerini aynca bu dile getirilişin zayıflığının ne­
denlerini de açıkladığını iddia eder. ·

Popper, yaklaşımıyla "tümevarımcı" denen yaklaşım arasın­


daki temel ayınının, tümevarımcının "kanıtlayıcı olmayan çıka­
nmlar"dan çıkarttığı ve çıkarımların sonuçlarının "güvenilirliği"
konusunda olumlu durumları vurgularken, kendisinin amacı­
nın olumsuz durumları ya da karşı örnekleri, çürutmeleri, çü­
rutme çabalarını ve eleştiri gibi olumsuz akıl yürutmeleri vurgu­
lamak olduğunu belirtir. Çünkü ona göre "olumlu olması ola-

26 A.g.e . . s. I 0- 1 ı .
2 7 A.g.e., s. 1 1 .
56 Bilgi Kuramı

naklı her şeyin, ancak belli bir anda, deneysel sınamalarda da­
hil, çürütme çabalarından oluşmuş eleştirel tartışmalarımızın,
belli kuramlar başkalarına yeğlendikleri ölçüde olumlu olur". 26

Popper'e göre kuram seçiminde eylem adamının bir kuramı


diğerine tercihte nasıl davranacağı ve akılcı seçim diye bir şey
var mıdır? şeklindeki soruların bizi tümevarıma ilişkin uygula -
malı sorunlara götüreceğini iddia eder. Bununla ilgili sorduğu
iki soruya cevap arar. Birinci soru: ·Akılcı bir bakış açısından
uygulamalı faaliyet için hangi kurama bel bağlamalıyız?" İkinci
soru da: ·Akılcı bir bakış açısından, uygulamalı faaliyet için
hangi kuramı yeğlemeliyiz? Birinci soruya cevabı: "Akılcı bir

bakış açısından hiçbir kurama güvenmemeliyiz, çünkü hiçbir


kuramın doğru olduğu gösterilmemiştir ya da doğru olduğu gös­
terilemez"29 İkinci soruya cevabı ise: "Eyleme temel olarak en iyi
sınanmış kuramı yeğlemeliyiz". Başka bir deyişle "sınırsız gü­
ven" yoktur; ama mademki seçmek zorundayız, en iyi sınanmış
kuramı seçmek "akılcı" olacaktır.30

Popper, geleneksel tümevarım sorununa ilişkin şu sorulan


dile getirir: ( 1 ) "Tümevarım (Hume'a rağmen) nasıl temellendiri­
lebilir? (2) "Bir tümevarım ilkesi (diyeceğim, tümevarımı temel­
lendiren mantıksal olmayan bir ilke) nasıl temellendirilebilir?"
(3) "İnsan, 'gelecek geçmiş gibi olacaktır' gibi ya da belki, 'doğa­
nın tek düzeliği ilkesi' gibi bir tümevarım ilkesini nasıl temellen­
dirilebilir?"3 ı

Popper, araştırmanın mantığında kısaca göstermeğe çalıştığı


Kant'ın, "bireşimsel önermeler nasıl a priori. geçerli olabilirler?"
sorusunun birinci ve ikinci sorulan bir genelleştirme çabası ol­
duğunu aynca Russell'da bazen Kantçı olarak kabul etmesinin
onun "a priori. temellendirmeler" yoluyla ikinci soruya bir çözüm
bulma çabası olduğunu, bununla ilgili Russell'in Felsefenin So-

28 A.g.e., s.20-2 1 .
29 A.g.e . . s.2 1 .
30 A.g.e., s.22.
31 A.g.e., s.27.
Tümevarım Sonınu 57

runlan'nda " . . . eğer doğruysa, güneş yarın doğacaktır yargısını


ne türden genel inançlar, yeterince temellendirecektir . . . ?" tü­
ründen sorularını örnek göstermektedir.

Kendisine tümevarıma ilişkin geleneksel sorunları çözüp çö­


zemediğini veya tümevarımsal çıkarımları temellendirip temel­
lendiremediğine ilişkin sorulara "Elbette temellendiremedim be­
ni eleştirenler, buradan Hume'un tümevarım sorununu çözme­
yi başaramadığım sonucunu çıkarıyorlar"32 der.

Popper'in tümevarım sorununa çözümü, bilginin oluşturul­


ması sürecinde tümevanmı ikinci dereceden önemli sayması ve
tümdengelim mantığına dayalı bir metodoloji öne sürmesi biçi­
mindedir. "Ben gözlemlerle başlayıp, teorilerimizi onlardan tü­
retmeye çalışma anlamında tümevanmsal genellemeler yaptığı­
mıza inanmıyorum"33 der. Yine tümdengelim yöntemini geçerli
olduğuyla ilgili olarak; "bilimsel metodu tümdengelimsel, hipo­
tetik, yanlışlama yoluyla seçici diye yorumlayan bir görüşü sa­
vunuyorum" der.34

Bilim adamının çalışmasını kuramlar ileri sürme ve sonra


bunları sınama şeklinde betimleyen Popper'de kuramlar tüm­
dengelimsel olarak sınanmalıdır. Bunun "eleştirel sınama, iyi ku­
ramların seçilmesi yöntemi" olarak tarif eder. Bu süreç şöyle iş­
ler: "Doğruluğu henüz savunulmamış ilk imge, idea, varsayım ve
kuramsal dizgeden mantıksal olarak tümdengelimle vargılar tü­
retilir."35 Ona göre sınama dört boyutla yapılır: Dizgede bir çeliş­
mezliğin araştınlması için mantıksal açıdan karşılaştırma; kura­
mın, görgül-bilimsel niteliğinin bilinmesi için mantıksal biçimine
ilişkin inceleme; sınanacak kuramın bilimsel açıdan ne kadar
önemli olduğunun belirlenmesi için diğer kuramlarla karşılaştı­
nlması ve son olarakta türetilmiş vargıların empirik yönden sı-

32 A.g.e . . s . 28.
33 Kari R. Popper, TarihsiciUğin Sefaletl Çev: Sabrt Orman. İnsan Yayınlan, İs­
tanbul 2000, s. 1 28.
34 A.g.e. . s. 1 30.
35 Popper. 1 998. s.56.
58 Bilgi Kuramı

nanmasıdır ki bu tümdengelimseldir ve kuramın uygulamalarla


tutarlılığının ortaya konmasıdır. Bir kuramın geçerliliği ile ilgili
karar pratik uygulamalar ve deneylere göre verilir. Verilen karar
olumlu olursa, tekil sonuçlar benimsenir ve vargı doğrulanmış
olur. Şayet karar olumsuz olursa vargılar yanlışlanmış olur.

Karann olumlu olması dizgenin hiçbir zaman yanlışlanama­


yacağı anlamına gelmez. Daha sonraki aşamalarda dizge olum­
suz bir kararla tekrar yadsınabilir. Bir dizgenin tam olarak sağ­
lanmış sayılması, "aynntılı ve katı tümdengelimsel sınamalar
karşısında tutarlılığını koruduğu ve bilimdeki yeni gelişmelere
rağmen değiştirilmediği sürece"36 mümkündür. Popper, sınama­
da tümevanmcılann iddia ettiği gibi hiçbir zaman tekil önerme­
lerin geçerliliğinden kuramlann geçerliliğine ulaşılamayacağını
savunur. Onun yönteminde tamamen tümdengelimsel mantığın
kullanılmasıyla "bilgi kuramsal" her türlü soruya cevap verme­
nin mümkün olduğunu tümevanmsal mantığa hiç gerek olma­
dığını göstermeye çalışır ve onu da açıkça ifade eder.

Tümevanmı eleştirirken sonsuz geri gitmelerden söz ettiğini,


aynı eleştirinin tümdengelimsel yönteme karşı da yöneltilebile­
ceğini, ancak böyle bir eleştirinin haklı olamayacağını, çünkü
"tümdengelimsel sınamalarla sınanacak önermeler hiçbir zaman
savunulamaz ve savunulmamalıdır"37 Popper'in bu ifadesiyle ye­
ni pozitivistlerin anlamsız olarak kabul ettiği ve bilimin dışına
koyduğu metafızik önermeler gibi sınanamayan önermeleri tüm­
dengelimsel sınamanın dışında bırakır ve bunun da sonsuz geri
gitmelere gerek kalmayacağını söyler. Kendisine tekrar sormak
gerekir ki aynı şey tümevanmsal mantık içinde geçerli olmaz
mı? Oysa ona göre tümdengelimsel yöntemde sonsuz geri gitme­
lere gerek kalmayacak faaliyet bir noktada sonlandınlacaktır.
Bu sonlandırmanın her bilimsel önermenin sınanabilir olmasıy­
la ilgili savla çeliştiğinin düşünülmemesi gerekir. Çünkü bir
önermenin sınanmasını değil sınanabilir olmasını ileri sürer.

36 A.g.e . . s.576.
37 A.g.e . . s.7 1 .
Tümevanm Sonınu 59

Popper'e göre bir olayın nedeni nasıl açıklanır? Olayı betim­


leyen bir önerme "yasalardan ve sınır koşullarından tümdenge­
limle" türetmekle yapılır. Örnek olarak bir kilo taşıyacak ipe iki
kilo yük taşıttıysan ipin kopmasının nedenini açıklamış olur­
sun. Ona göre özel (tekil) önermeler evrensel önermelerden tüm­
dengelimsel yöntemle türetilebilir. 38

Özel önermelerden sayısal-evrensel önermeleri türetmenin


mümkün olduğunu söyleyen Popper, bunun tümevarım sorunu­
nu çözemeyeceğini, bu yolla tümevarımın yöntem sorununun
ele alınmadığını belirtir. Doğa yasasının doğrulanması, kapsa­
mındaki tüm olayların incelenmesi ve tüm olayların kendisiyle
tutarlı olması durumunda mümkündür. Ancak bunun gerçek­
leşmesi asla mümkün değildir.

Doğa yasalarım, evrensel veya tümel önermeler olarak nitele­


yip tüm "uzay-zaman" kesitlerinde geçerli olan ancak doğrula­
namaz önermeler olarak görürken; özel veya tekil önermeleri de
belirli, sonlu "uzay-zaman" bölgeleri kapsamındaki önermeler
olarak adlandırır. 39

Popper, tümevarım sorununu tartışırken, evrensel ve birey­


sel kavramlarının özelliklerine (kapsamına) göre bir değerlendir­
mede bulunur. Evrensel ve özel önermelerdeki ayınının, evren­
sel ve bireysel kavramlar arasındaki farktan kaynaklandığım sa­
vunur. Bu farkların ne olduğunu da verdiği şu örneklerle açık­
lamaya çalışır:
"Başkomutan", "gezegen", "H20", genel veya evrensel kavramlardır:
"Napolyon", "Dünya Gezegeni", "Atlantik Okyanusu", tekil veya bi­
reysel kavramlardır. Buna göre evrensel olanlar. özel adlar olmaksı­
zın tanımlanabilen kavramlarken, bireysel olanlarsa, ya özel adlardır
ya da özel adlarla tanımlanan kavramlardır. 40

O, evrensel kavramlarla bireysel kavramlar ayınını üzerinde


durur. Ancak bu ayınının kümeler ile elemanlar arasında yapı-

38 A.g.e . . s.83-84.
39 A.g.e . . s.87.
40 A.g.e, s.88 ..
60 Bilgi Kuramı

lan ayınmla ilişkisi yoktur. "Hem bireysel hem de evrensel kav­


ramlar, kümeler ve elemanlar olarak karşımıza çıkabilir" .41 Bu
durumu verdiği şu örnekle açıklamaya çalışır: "Napolyon'un ge­
neralleıi", "Paıis'te oturanlar" gibi ifadeler bireysel kavram sta­
tüsünde sayılır. Ancak lojistiğin de evrensel kavramlarla birey­
sel kavramlar arasındaki farkı ayıramadığını, kümeler ve ögeler
arasındaki farkla karıştırdığını söyler. Evrensel ve bireysel söz­
cükleıini küme ve öge sözcükleıiyle eş anlamlı kullanmanın
mümkün olmasına rağmen bunun anlamının olmayacağını çün­
kü sorunları çözmede işe yaramayacağını hatta zorlaştıracağını
belirtir. "Lojistiğin bulgu araçları, tümevarım sorununun çözü­
müne olduğu gibi, evrensel kavramlar sorununun çözümüne de
uygun değildir. "42

Popper'e göre önermeleıin evrensellik düzeyleıi farklı olabilir.


O, en genel evrensel önermeleıin belitler olduğunu ve onlardan
tümdengelimle daha az genel önermeleıin türetilebileceğini ifa­
de eder.43 Oysa "bilindiği gibi tümevarım mantığı, tek tek göz­
lemleıi genelleştirerek doğa yasalarına ulaşılabileceğini savun­
maktadır. "44 Popper, temel önermeleıin "gözlemlerle" özneller
arası sınanabilir olması gerektiğini ancak onların tekil önerme­
ler olmalarından dolayı içeıiksellikleıine ilişkin bu koşulun yal­
nızca birbiıine yakın olan uzay-zaman bölgesinde bulunan "sı­
nayan öznelere" dayanabileceğini belirtir.45 "Temel önermeler,
kişisel bir uzay-zaman kesitinde gözlemlenebilir olgusal bir sü­
recin yaşandığını ileıi süren önermelerdir.46 Popper'in öğretisin­
de önemli yer tutan temel önermeler ve onların sınanması süre­
cinde "mantıksal ilişkilendirmeler" belirli temel önermelerde du­
raksamayı veya yalnızca bunları kabul etmeği ve böylece de da­
ha fazla sınamaktan vazgeçmeyi zorunlu olarak belirlemez. "Her

41 A.g.e .. s.90.
42 A.g.e., s . 9 1 -92
43 A.g.e., s.98.
44 A.g.e . . s. 1 65.
45 A.g.e .. s. 1 27.
46 A.g.e., s. 128.
Tümevarım Sorunu 61

temel önerme, başka temel önermelerin tümdengelimi ile yeni­


den sınanır" ve bu işlem hiçbir zaman sonlanmaz. Öyleyse bir
sonuca ulaşmak için işlemin bir aşamasında belli bir temel
önermede duraksamamız tek seçenektir ve bu da geçici bir süre
için kabul edilir.47

Popper, temel önermelerin uzlaşımla kabul edilmiş önerme­


ler olduğunu belirtir. Ancak bu ifadelerden onun çok katı bir şe­
kilde eleştirdiği uzlaşımcı bir tavır benimsediği yargısına ulaş­
mamalıyız. Çünkü bu tür önermelere belli kurallarla varılacağı­
nı söyler. Bu yaklaşımından da onun, tümevarımcı gibi davran­
dığını da düşünemeyiz. Temel önermeleri mantıksal açıdan tek
tek birbirinden bağımsız olarak değil, kuramı sınayarak yani
kuramın geçerliliği temel önermelerin kabul edilmesiyle adım
adım sorgulanarak yapılır. Tümevarımcının savunduğu gibi "ya­
şantılarımızı biriktirmek sıraya koymak ve böylece bilime ulaş­
mak"48 mümkün değildir. Bilimsel faaliyet yaşantıların tasvir­
lenmesi ve sınırlanması şeklinde işleyen bir süreç değildir. İnsa­
nın ilgisine, merakına, ihtiyaçlarına ve "kuramsal sorgularnala­
n"na dayalı olarak işleyen bir süreçtir.

Popper, fızik yasalarının olasılık önermelerinden tümdenge­


limle türetildiğini savunur. 49 Tümdengelimli kestirimler için de
yasalar ve sınır koyma ölçütlerine gereksinim vardır. Eğer uy­
gun yasalar yoksa ya da sınır ölçütleri belirlenemediyse kesti­
rimde başarılı olamayız. Veya "nasıl ki biz, yasalardan tümden­
gelimle türetilmiş kestirimler sağlandığında, uygun yasalardan
söz ediyorsak; olasılık tahminlerimiz sağlandığında da, nesnel
anlamda bir rastlantının söz konusu olduğunu ileri sürebili­
riz"50 der. Popper, nesnel rastlantıları kabul eder. Ve bununla il­
gili olarak verdiği şelale örneğinde şelaleden sağa sola düşen su­
yun kendine özgü bir düzenlilik oluşturduğunu iddia eder.

47 A.g.e .. s. 1 28.
48 A.g.e . . s. 1 30.
49 A.g.e .. s.228.
50 A.g.e., s.238.
62 Bilgi Kuramı

Popper'e göre bilim adamının görevi "kestirimlerden tümden­


gelime ulaştıran yasaları bulmaktır". Araştırıcının bunu yapar­
ken her bir kestirimin tümdengelimini mümkün kılan yasaları
hem de sıklık kestirimlerini türetmek ve bunun için de "sıklık
varsayımlannı ve olasılık yasalannı ortaya atmak zorundadır"51
der. Popper, "nedensel önerme", "doğanın değişmezliği ilkesi" ve
"tümevarım ilkesi"ni fizik ötesi nitelikte olduğunu iddia eder.
Ona göre "tümevanm sorunundaki engeller, ancak kuramlarla
temel önermeler arasındaki mantıksal ilişkide yatan, doğrulama
ve yanlışlama arasındaki bakışımsızlık göz önünde bulundurul­
duğunda aşılabilir."52

Popper, bilimin izlediği yol veya bilimsel sürecin işleyişi üzerine


rine "fizikteki araştırmalar daha az evrensel kuramlardan daha
çok evrensel kuramlara doğru gelişmektedir" der ve bunun tü-
mevarımsal yönde bir gelişme olarak tümevarımcılann kanıt
olarak kullanabileceğini ancak bu durum "tümevarımsal çıka-
nmlarla sağlanmış ilerlemeler anlamına gelmemektedir." Bunun
sınanabilirlikle, sağlanabilirlilikle ilgili olarak açıklanabileceğini,
çünkü sağlanmış kuramların daha evrensel kuramlarla yani
"daha iyi sınanabilen kuramlar yardımıyla gözden geçirilerek"53
değiştirilebileceğini savunur.

Popper'e göre geçerliliğin savunulması ile ilgili yöntem anali­


zi, "bizi hiçbir şekilde tümevarım mantıksal öğelere götürmeye­
cektir. Bu nedenle de bir tümevarım kuramı (tümevarım ilkesi)
bütünüyle gereksizdir; çünkü bilimsel açıdan mantıksal hiçbir
işlevi yoktur."54 Popper, yeni pozitivistlerin bilimin organize, sis­
temli bir bilgi biçimi olduğu düşüncelerine atıfta bulunarak, bi­
lim için önceden güvenilir ve sağlam bilgilerden oluşmuş bir sis­
tem ve bu bilgilerin de tümevarımla kesin doğruluğunun ortaya
konacağı düşüncesine karşın, daha sonra mutlak doğruların ol-

51 A.g.e.. s.279-280.
52 A.g.e.. s.300.
53 A.g.e:. s.312.
54 A.g.e .. s.359.
Tümevanm Sorunu 63

madığının anlaşılmış olduğunu ve bunun üzeıine de olasılıklı bi­


limsel çalışmalann yürütüldüğünü iddia eder. Ancak "'doğru' ye­
line 'olasılıktan' söz ederek, ne sonsuz geıi gitmelerden ne de ön­
selcilikten kurtulabiliıiz" der.55 Öyleyse bilimsel varsayımlarda
olasılık kavramına baş vurmak pek bir yarar sağlamayacaktır.

Popper, çüıütme ve sınamanın hem tümevanmcı hem de


yanlışlamacı için önemini şöyle vurgular: "Tümevanmı reddeden
ve yanlışlama kuramını savunan bir ypntem bilimci için, evren­
sel yasaların katı evrensel önermelerden başka bir şey olmadığı
anlayışıyla, bunlann 'zorunlu' olduklan savı arasında büyük bir
fark yoktur: Her iki durumda da tahminimizi yalnızca çüıütme
giıişimleıiyle sınayabiliıiz.

Tümevarımcı için ise burada önemli bir fark vardır: O, 'zo­


runlu' yasalar kavramını reddetmek zorunda kalacaktır; çünkü
zorunlu yasalar, mantıksal açıdan salt evrensel önermelerden
daha güçlüdür ve bu nedenle de tümevanmla temellendiıilmele­
ıi, evrensel önermelere oranla daha zordur. "56 Popper, düşünce­
leıini büyük oranda Newton'dan etkilenerek geliştiren K:ant'ın
Newton kuramına ilişkin yorumunu konu ile ilgili konuşanlar­
dan farklı şekilde ortaya koyar. "Kant, Newton kuramından de­
n�ysel ya da tümevanmsal bir yöntemin başansını değil, insan­
sal düşünmenin, insan aklının başansını görmüştür" der. Çün­
kü "onlar Newton'un eseıidir, aklının ürünüdür, kendi buluşu­
dur: insan aklı, doğa yasalannı bulur."57 Popper'in Newton'un
genel çekim yasası göıüşüne katılmaması mümkün değildir.
Newton tek tek olgulann gözleminden yola çıkarak bu yasaya
ulaşmamıştır. Ama bu yasadan tek tek olgulara dönerek geçer­
liliğini test etmiştir. Ancak Galileo'nun çalışmalan Newton'dan
farklıdır. O, tekil gözlemlerden serbest düşme yasasına (gt2 1 ;2)
ulaşmıştır ki bu da tümevanmcıları doğrular niteliktedir.

55 A.g.e .. s.359.
56 A.g.e .. s.52 1 .
57 Popper. 200 1 . s.50.
64 Bilgi Kuramı

Popper, kuramlarımızın tümevarım süreciyle oluşturulduğu­


nu kabul eden geleneksel bilgi kuramını "Daıwincilik öncesi" di­
ye tanımlar. Ona göre, ne salt bir algı ne de salt bir vert vardır;
salt bir gözlem dili de yoktur. Kuramlar duyu vertleri ya da algı­
lar üzerine kurulamazlar. 58 Popper'e göre herkes tarafından
kuşkusuzca başarılı tümevarımlar yaptığımız kabul edilir. Oysa
bu doğru değildir. Çünkü tümevarım gibi görünen durumların
dikkatlice incelenmesi göstermektedir ki yapılan: "deneme-ya­
nılma yönteminin uygulamaları"59 dır. Deneme-yanılma yönte­
mini de şöyle temellendirtr: "Deneme-Yanılma Yöntemi, gözlem
verileriyle yanlış kuramı eleme yöntemldir"60

Popper, tümdengelim ile tümevarım arasındaki karşıtlığın


bazı bakımlardan akılcılık ile deneycilik arasında yapılan klasik
ayırıma tekabül ettiğini belirtir. Bacon'dan itibaren deneyciler
bilimlert tümevarım yoluyla elde edilen gözlemlerin toplanması
olarak düşünürken, Descartes ve akılcı gelenek bütün bilimlert
tümdengelimsel sistemler olarak düşünürler. Ona göre çağdaş
düşünürlerden Poincare ile Duhem'in her ikisinin de "fızik teort­
lerini tümevarımsal genellemeler olarak düşünmenin imkansız­
lığını kabul etmişlerdir" ve onların "genellemeler için hareket
noktası oluşturdukları sanılan gözlemsel ölçümlerin, aksine te­
orilerin ışığında yapılan yorumlar olduklarını fark etmelertni·s ı
sevinçle karşılar ve bu iki bilim adamının tümevarımı reddetme­
lerini kendi tezlerine bir katkı olarak görür.

Popper, çok sayıda bilim adamının neden tümevarıma inan­


dıklarını merak ettiğini ve sonunda bilim adamlarının tümeva­
rım yöntemini kabul etmesini "uzun gözlem ve deney dizilertn­
den yola çıkan ve onlara dayanan bir yöntem" olduğuna inan­
malarından kaynaklandığını tespit ettiğini söyler.62 Bilim adam-

58 Popper. 1 979. s. 1 45- 1 46.


59 Popper, 1 968, s.64.
60 A.g.e., s.56.
61 Popper, 2000, s. 1 54.
62 Popper, 1968, s.52.
Tümevarım Sorunu 65

lannın bu düşüncesine katılmaz. "Bilimin başarısı tümevarım


koşullarına değil. şansa, kıvrak zekaya ve eleştirel tartışma yön­
teminin salt tümdengelimsel kurallarına bağlıdır"63 der. "Ne ruh
bilimsel ne de mantıksal tümevarım vardır. Deneysel kanıtlar­
dan yalnızca kuramın yanlışlığı çıkartsanabilir, ki bu çıkarımda
salt tümdengelimsel bir çıkanındır". 64

Popper'e göre "tümevarım sorunu bir de olasılık sorunu ola­


rak konulabilir. Varsayalım, k kuram olsun, e de kanıt: Şimdi P
(k,e)'yi, yani e verildiğine göre k'nin olasılığını, arayabiliriz. O za­
man, tümevarım sorununun şöyle konulabileceğine inanılır: Öy­
le bir olasılık hesabı kurulmalı ki, verilen herhangi bir e kanıtı
ile ilişkili olarak, herhangi bir k kuramının olasılığının ne oldu­
ğunu hesaplamamızı sağlasın: ve destekleyici kanıtlar çoğaldık­
ça P (k,e)'nin de arttığını ve yüksek değerlere -her durumda
ı 12'den yüksek değerlere-ulaştığını göstersin".65

O, bilimde yüksek olasılıklı kuramlar peşinde değildir. "Yük­


sek olasılıklı bir kuram bilimsel bakımdan ilginçliğini yitirir,
çünkü az şey söyler ve açıklayıcı gücü yoktur. Yüksek pekiştir­
me dereceli kuramlar peşinde olmamıza karşın. bilim adamı ola­
rak biz olasılığı yüksek kuramlar değil açıklamalar ararız: baş­
ka deyişle, güçlü ve düşük olasılıklı kuramlar".66 Kuramın açık­
layıcılık gücü yüksek ama olasılığı düşük olanını tercih eder. Ay­
nca tümevarımlı bir genelleştirici olasılık çıkarımının olmadığını
savunur. "İstatistiksel ya da olasılık değeri taşıyan kuramlar
içinde bir tümevarım; yani bir genelleştirme yoktur". 67

Popper, 1 982 yılında tümevarımcı yaklaşıma karşı getirdiği


argümanların hiç ciddiye alınmadığını ancak 20 yıl öncesine gö­
re sert olmadıklarını fakat karşı olmayı sürdürdüklerini söyler.
Bunun nedeni olarak da: "Tümevarımcı yaklaşım, adeta herke-

63 A.g.e. . s.53.
64 A.g.e., s.54-55.
65 A.g.e . . s.57.
66 A.g.e., s.58.
67 Popper, 1 998. s.58 1 .
66 Bilgi Kuramı.

sin benimsediği bir yoldu, ve hfila da öyle. Bu nedenle de tanıt­


lamalanm ciddiye alınmadı"68 der.

Popper. tümevarım konusundaki çalışmalarıyla ulaştığı so­


nuçlan şöyle sıralar:
1 . Tümevanm, bir mitten ibarettir.

2. Bilimsel süreç, kestirimlerle işler. Bazen sonuca ulaşmak için tek


bir gözlem yeter.

3. Yinelenen gözlemler ve deneyler kestirimler ya da varsayımlann


sınanma araçları (çürütme girişimleri)dır.

4. Sınır koyma ölçütünün gerekliliği yanlış da olsa tümevanm yön­


teminin önemini arttınyor.

5. Tümevanmın bu şekilde tasarlanması sınır koymada doğrulana­


bilirlik ölçütünü içermesi gibi hatalı bir durumu ortaya çıkanr.

6. Tümevarım, kuramlan kesin değil olası kılar. 69

a. Kuram ve Kuram Seçimi

Bilgi kuramında rasyonalist yaklaşım, olgu ve olaylann be­


timlenmesi, açıklanması ve aydınlatılmasın da sujenin önceliği
ve belirleyiciliğini savunur. Bu bağlamda bir bilgi türü olan bi­
limsel bilgide kuram-olgu ilişkisine bu durum yansır ve bilimsel
araştırma ya bir kurama bağlı yapılır ya da deney ve gözleme da­
yalı tekil gözlem önermelerinden genel yargılara ulaşılır biçimde
ifade edilir. İşte kuram-olgu ilişkisi bir bakıma bilgi kuramının
rasyonalizm, empirizm mücadelesinin bilimsel sürecin açıklan­
masına yansımasıdır. Bilimsel ilerleme de kuram seçimiyle ya­
kından ilgilidir.

Kuram seçiminde, bir kuramı diğerine tercih etmenin ilkele­


ri var mıdır? sorusunu pek çok bilim felsefesici gibi Popper'in de
araştırdığını görüyoruz. Kuram seçimine ilişkin araştırmaların
temelde birbiriyle çekişen ya da yanşan kuramlar aynı sorunla-

68 A.g.e .. s.586.
69 Popper. 1 968. s.53.
Tümevanm Sorunu 67

ra farklı çözümler sunan kuramlar yönünden tartışılmaktadır.


Ona göre bir kuramın "doğruyla ilgilendiği gibi yanlışla da ilgi­
lenmesi gerekir, çünkü bir önermenin yanlış olduğunu görmek
değillemesinin doğru olduğunu görmekle aynı şeydir".70 Yanlış­
lığa ulaşmanın doğru olmayana ulaşmak olduğunu düşünürsek
ulaşılan sonucun sağlayacağı aynı doğruluk değeri olacaktır.
Popper'in bu düşüncelerini yanlışlanabilirlik kavramına ulaş­
madan öncekrkaynaklardan saymak aykırı bir yorum olmaya­
caktır.

Kuram seçiminde kabul edilecek yeni kuramın her zaman es­


kisinden daha başarılı olması gerekir. Eski kuramın çözemediği
sorunları çözmede de başarılı olmak zorundadır. Tercih edilen
kuram çürütülmemiş olacak ve aynı zamanda çürütülmüş ku­
ramın da başarılan ve başarısızlıklarını açıklıyor olacaktır. Ama
yeni kuram çürütülmemiş tüm kuramlar gibi yanlış da olabilir.
Araştırıcı yeni kuramı yanlışlamak için elinden geleni yapacak,
onun hangi durumlarda yanlış olabileceğini düşünecek ve katı
sınamalara tabi tutacaktır. Küçük de olsa kuramın başarısızlı­
ğını veya başarısızlık durumlarını araştıracaktır. Yeni kuram es­
ki kuramın açıkladığı şeyleri açıklamasının yanında aynca eski
kuramı düzeltir; bu düzeltme eski kuramla yeni kuramın çeliş­
mesidir. Yeni, kuram eski kuramı yaklaşık olarak içerir.
Örneğin; Newton'un kuramı hem Kepler'in hem de Galileo'nun
kuramlarını yaklaşık olarak içerir ve yaklaşık olarak içerdiği bu
kuramlarla çelişir. Aynı biçimde Einstein'ın kuramı da hem
Newton'un kuramının açıkladıklarını yaklaşık olarak içerir hem
de Newton'un kmamıyla çeiişir.7 1 Bir kuramı diğerine tercih et­
mede yanlışları öne sürülen kuram dışarıda bırakılarak doğru
kuramın seçimine katkı yaps� bile, hiçbir yöntemin kuramlar­
dan hangisinin doğru olduğunu belirleme yetisi yoktur. Arıcak
yöntemin yetersiz olmasına rağmen kuramın uygulanabilir ola­
rak kalacağını öne sürebilir. Yanlış kuramları çürüterek yeni di-

70 Popper. ı 979, s. 13.


7 1 A.g.e., s. 16.
68 Bilgi Kuramı

le getirilecek istekleri karşılayacak "daha iyi kuramlara doğru


ilerleyeceğimize ilişkin hiçbir güvence yoktur" . 72 Yeni kuramın
tüm sorunları gidermesi ve ihtiyaçları karşılaması yönünde ke­
sin bir güvencenin olmadığını kabul etme, eleştirel bir tutumla
yaklaşma ilkesine uygundur.

Bir kuramın diğer kuramlardan daha üstün ve tercih edile­


bilir yapan nedir? "Rakip kuramlar arasında yapılan ayıklama­
larda, kendini daha iyi öne çıkaran; en katı biçimde sınanabilen
ve o ana kadarki tüm katı sınamalara karşın hala dayanan ku­
ramdır". 73 Bir kuranu tercih etmede "kuramın kaderini belirle­
yen, kuşkusuz sınamanın sonucudur; başka bir deyişle, temel
önermelerin saptanmasıdır."74 Temel önermelerin saptanmasın­
da gözlemler belirleyici olamamaktadır. Çünkü "an gözlem öner­
meleri yoktur: Bunlar kuramları içerir; sorunlar ve kuramlarla
yönlendirilir. "75

Popper'e göre evrensel bir önerme olan kuram simgesel sis­


temdir. Ama yalnızca simgesel sistem olarak tanımlanamaz.
"Kuram, dünyayı kuşatmak; ussallaştırmak, açıklamak ve ona
egemen olmak amacıyla attığımız ağdır. Durmaksızın bu ağın
gözlerini daraltmaya çalışırız"76 der.

Doğa bilimlerinde kuramlar evrensel bir önerme olarak var­


dır biçiminde bir açıklama içeriyorsa yoktur önermesi biçiminde
de ifade edilebilir. Örneğin: "Enerjinin korunumu ile ilgili öner­
meyi, 'enerjisiz çalışan aygıt yoktur' biçiminde, ya da elektrtksel
temel taneciğin var sayımını, 'elektriksel temel taneciğin tam sa­
yı çarpanı olmayan elektriksel yük yoktur', biçiminde ifade ede­
biliriz. Bu biçimde tanımlamayla, doğa yasalarının 'yasaklar'
olarak anlaşılabileceği açıkça görülmektedir". 77 İyi bilimsel ku -

72 A.g.e .• s. 1 7.
73 Popper. 1998. s . 1 33.
74 A.g.e. . s. 134.
75 A.g.e. . s. 1 37.,
76 A.g.e . . s.83
77 A.g.e . , s.93.
Tümevarım Sorunu 69

ramlarda çeşitli yasaklamalar da bulunur. Kuramlar "bazı şey­


lerin olmasını yasaklar. Bir kuram ne kadar yasak koyuyorsa o
kadar iyidir."78 Popper, doğa bilimlerindeki kuramlann sürekli
değişim içinde olduklanm bunun da rastlantısal bir durum ol­
madığını empirik bilime özgü bir nitelik olduğunu savunur.79

Popper, bilimsel bir kuramın derinliğiyle onun basitliği ve


içeriğinin zenginliği arasında çok yakın bir ilişki görür.80 Basit
tekil önermeleri ifade ettiğimizde belli bir kuramla hareket ede­
riz. Bu düşünce Kuhn'un paradigmalannın fonksiyonunu Pop­
per'in kuramlara yüklemesi anlamına gelir. "Bir şeyi 'kuğu" diye
adlandırdığımızda, ona bizi salt gözlemin ötesine götüren özel­
likler yükleriz-öyle ki, ilgili şeyin 'taneciklerden' oluştuğunu ile­
ri süren önermeye kadar neredeyse gideriz. "81 Görülüyor ki sıra­
dan tekil bir önermede bile deneyimin ötesine geçilmekte ve
önerme kuramlar ışığında yorumlanmaktadır. Althusser'de Pop­
per'i destekler mahiyette saf deneysel bir çözümleme olmadığını
deneysel olsa dahi her çözümlemenin asgari teorik bir çerçeve
gerektirdiğini, aksi halde olgulan sunmanın olanaksızlaşacağı­
m, çünkü en azından onlann neden olgu olarak kabul edildiği­
nin anlaşılamayacağını savunur. 82 Popper, kuramlann sadece
deneylerden değil gözlemlerden de önce geldiğine inanır. "Ku­
ramlar olmaksızın da gereksinimlerin karşılanabileceği Carnap
tarafından savunulmuştur"83 diyerek Carnap'ın görüşlerini hak­
lı çıkaracak en ufak bir nedenin olmadığını söyler.

Popper. kuramcının görevinin, bir sorunu açık seçik betimle­


mek ve deneyciğe yol göstermek olarak betimlerken bir deneyci­
nin görevinin de yalnızca "özenli gözlemler" yapmak olmadığını
aynı zamanda deneyi kuramsal yaklaşımlarla yönlendirmek ol-

78 Popper. 1 968, s.36.


79 Popper, 1 998, s.94.
80 Popper. 1 979, s . 1 97.
81 Popper. 1 998, s.505.
82 Louıs Althusser, Felsefe ve Bilim Adamlannın Kendiliğinden Felsefesi. Çev:
Ömür Sezgin. V Yayınlan. Ankara 1 990, s . 7 1 .
8 3 Popper. 1 998, s.508.
70 Bilgi Kuramı

duğunu belirtir.84 Deneysel çalışmada hem deneyci hem de ku­


ramcı çalışmanın her aşamasında etkin bir rol oynarlar.

Watkins'a göre MPopper'in görüşü bir bilimsel teorinin yerine,


önceki teori henüz test karşısında başarısızlığa uğramamış bu­
lunsa bile, daha fazla test edilebilir bir teorinin ikame edilmesi
gerektiği şeklindeki"85 görüşünün onun bilim felsefesine uygun­
dur. Ancak Popper'in bu düşüncesi Feyerabend tarafından eleş­
tirilir: MZorlayıcı sebepler olmadan kuramlar değiştirilmemelidir.
Kuramın değişmesi için tek zorlayıcı sebep olgularla uyuşmarna­
sıdır".86 Kuhn'da Popper ve takipçilerinin kuram seçimi problemi­
ni semantik bakımdan nötr tekniklerle çözülebileceği var sayımı­
m geleneksel bilim felsefecileriyle paylaştıklarını Carnap ve Reic­
henbach'dan az olmamak kaydıyla rasyonellik kriterlerini Mman­
tık ve lingüistik sentaks" kriterlerinden türettiklerini savunur.87

Popper'e göre bir bilimsel ifadeyi diğerine tercih etmenin üç


koşulu vardır:
Birincisi, yeni varsayım, eski varsayımın başarıyla açıkladığı tüm
şeyleıi açıklamalı. Bu, en önemli ve birinci koşuldur. İkincisi, eski
varsayımda var olan bazı hataları yok edebilmeli; yani eleştirel sına­
malarda eski varsayımın sağlayamadığı bazı noktalan sağlayabilme­
li. Üçüncüsü, eski varsayımın açıklayamadığı ya da kestiremediği
bazı şeyleıi açıklayabilmeli. 88

Ona göre yukarıdaki kriterleri sağlayan bir varsayım veya


kuram ciddiye alınır. İyi bir kuram yardımcı hipotezlerden en az
yararlanan kuramdır. Her zaman en az yardımcı hipotezi kulla­
nan kuramı tercih etmek gerekir.89

84 A.g.e., s. 1 32.
85 J.W.N. Watkıns. "Against Normal Science·, Crltlcism and the Growth ofKnow­
ledge, Ed: lrnre Lakatos and Alan Musgrave, Carnbıidge Universlty Pres. Aber­
deen, 1 970, s.29-30.
86 Paul K., Feyerabend, Yönteme Hayır, Çev: Ah'Tlel İnam. Ara Yayıncılık, Anka­
ra 1 989, s.43.
87 Thornas S. Kuhn "Reflections on My Cıiticsrn·. Crlticsm and the Growth of
Knowledge, Ed: Irnre Lakatos-Alan Musgrave, Carnbıidge Unlversity Press.
Aberdeen 1970. s.235.
88 Popper, 200 1 , s.53.
89 Popper, 1968, s.6 1 .
Tümevarım Sorunu 71

Popper salt ölçme işleminin bile bir kurama gereksinim gös­


tereceğini savunur. Ölçme işlemi de dahil, kuramsal olmayan te­
rimlerle bir olgunun betimlenemeyeceğini ve hiçbir işlemin ola­
mayacağını savunur. Buna örnek olarak da "uzunluk ölçümü­
nün betimlenmesi (çok ilkel de olsa) bir ısı ve sıcaklık ölçüsü ku­
ramı gerektirir; ama bunlar da bu kez uzunluk ölçümlerini dev­
reye sokar". 90

Popper'a göre bilimsel varsayımlann doğruluklan asla kanıt­


lanamaz ve hiçbir zaman da bu var sayımlar doğrulanamazlar.
Ancak belirli koşullar altında bir A varsayımının bir B var sayı­
mından daha üstün olduğu söylenebilir.91 Popper, açıklayıcı bir
evrensel kuramın doğru olduğu "deneysel gerekçeler" aracılığı
ile, yani bir takım test ya da gözlem önermelerinin doğruluğu
varsayılarak kabul edilebilir mi? sorusuna yanıtının Hume'unki
ile aynı olduğunu belirtir. Hayır, kabul edilemez der ve ne kadar
çok sayıda doğru test önermesi olursa olsun açıklayıcı bir evren­
sel kuramın doğru olduğu savını haklı çıkaramayacağını iddia
eder. Ancak "deneysel gerekçeler"in açıklayıcı bir evrensel kura­
mın doğru ya da yanlış olduğu savını haklı çıkarabilir mi? soru­
suna yanıtının olumlu olduğunu çünkü testin önermelerinin
doğruluğu varsayımı bazen açıklayıcı bir evrensel kuramın yan­
lış olduğu savını haklı çıkarmamıza olanak vereceğini belirtir.92

Aynı şekilde "deneysel gerekçeler" birbirleriyle çekişen evren­


sel kuramlann doğruluğu ya da yanlışlığına göre birini diğerine
tercih etmeyi haklı çıkarabilir mi? sorusuna da yanıtı evettir.
Eğer şanslıysak bazen haklı çıkarabileceğini çünkü test önerme­
lerimiz, çekişen kuramlann hepsini almasa da bazılannı çürüte­
bilir. Amacımız doğru bir kuram aramak olduğuna göre, yanlış­
lığı kanıtlanmamış olanlan da tercih etmeliyiz der.93 Popper, as­
lında şu üç soruya cevap aramaktadır: Bu sorulardan birincisi

90 A.g.e., s.62.
91 Popper, 1 998, s.359.
92 Popper, 1 979, s.7.
93 A.g.e . . s.8
72 Bilgi Kuramı

bir evrensel kuramın doğruluğunun ölçütünün "deneysel gerek­


çeler" aracılığıyla bir takım gözlem önermelerinin doğruluğu var
sayılarak haklı çıkarılıp çıkarılamayacağına ilişkindir. İkinci ola­
rak "deneysel gerekçeler"in açıklayıcı bir evrensel kuramın doğ­
ru ya da yanlış olduğu savının haklı çıkarıp çıkaramayacağına
ve üçüncü olarak da "deneysel gerekçeler" , birbirleriyle çekişen
evrensel kuramları doğruluğa ya da yanlışlığa göre birini diğeri­
ne tercih etmeyi haklı çıkarabilir mi? sorusudur.

Popper, yanşan kuramların değerlendirilmesinin veya karara


bağlanmasının belli ölçüde sınamadan önce, belli ölçüde de sı­
namadan sonra olduğunu söyler. Kuramların yalnızca önceden
var olan bazı sorunlara göre değerlendirilip, değerlerinin karşı­
laştırılabileceğini savunur. 94

b. Deney ve Gözlem

Deney sözcüğünün geçtiği her yerde genel olarak laboratuar


deneyi anlaşılır. Oysa düşünce deneyleri de en az laboratuar de­
neyleri kadar bilime katkı sağlamaktadır. Popper için kuram ve
kuramsal çerçeve ne kadar önemliyse, Viyana Çevresi düşünür­
leri için de deney ve gözlem o kadar önemlidir. Belki de hem
Popper'in hem de Viyana Çevresi düşünürlerinin felsefelerinin
temelde ayrıştığı nokta burasıdır. Ancak bu ifadelerden şu anla­
şılmamalıdır. Popper, deney ve gözlemi veya Viyana Çevresi dü­
şünürleri kuramı önemsemezler. Problem, önceliği kurama mı
yoksa deney ve gözleme mi verelim sorunudur. Ama bütün so­
runların betimlenmesine tartışılmasına, çözümüne ve temellen­
dirilmesine çok radikal etkiler yaptığı da bir gerçektir.

Piaget'e göre iki tür deney vardır: "Görgül dediğimiz deneyler


ve mantıksal ve matematiksel deneyler". Görgül deneyleri klasik
deney kavramının karşılığı olarak kabul ederken mantıksal ve
matematiksel deneyleri "nesneler üzerindeki eylemden oluşmak­
la birlikte, nesnenin değil eylemin soyutlanmasıyla elde edilir"

94 A.g.e . . s. 143.
Tümevanm Sorunu 73

olarak kabul eder. Bu deney nesnelerle değil, sujenin eylemleriy­


le ilgilidir.95 Popper, düşünce deneylerinin önemini pek çok yer­
de vurgular. Bununla ilgili Heisenberg'in çalışmalarına ilişkin
verdiği örnek oldukça önemlidir. Bu örnekte, "elektronları 'göz­
leml�yebileceğimiz' veya yerini ya da momentumunu 'ölçebilece­
ğimiz' Heinsenberg'in ünlü Hayali Mikroskopu yer almaktadır.
Bu deneyin dışında çok az deney, fiziksel yaklaşımı bu denli et­
kilemiştir"96 der.

Popper'e göre "fızik, deney metodunu kullanır; yani yapay


kontrol ve yapay soyutlamaya başvurarak benzer şartların yeni­
den meydana getirilmesini sağlar. Bu metot açıkça şartların ben­
zer olduğu yerde benzer şeylerin meydana geleceği düşüncesine
dayanır".97 Piaget'e göre ise "deneye bağlı birimlerin en gelişmişi
olan fızik, deneyin kendi başına hiç bir zaman yeterli olmadığını
ve bilginin ilerlemesinin deney ile tümdengelim arasındaki ayrıl­
maz bir beraberliğin sonucu olduğunu göstermeğe yeterlidir". 98
Piaget'in düşünceleri "deneyler bize asla nihai sonuçlan veremez;
sürekli daha başka deneylerle sınanmak zorundadırlar"99 diyen
Popper'in düşünceleriyle benzerlik göstermektedir.

Popper'e göre bilimsel başarılar deney ve gözleme dayalı tekil


gözlem önermeleriyle işleyen bir sürecin ürünü değildir. "Her
buluş us dışı bir an içermektedir, her buluş (Bergson'un algıla­
dığı biçimde) 'yaratıcı bir sezgidir'. Benzer şekilde Einstein, ·. ..
kendilerinden salt tümdengelimle dünyanın betimlemesinin elde
edilebileceği en evrensel yasaların arayışından' söz eder. ' . . . Bu
yasalara ulaşmanın yolu mantık değil, salt sezgiye dayanan de­
neyim özdeşleyimidir". ıoo Popper, Einstein'in etkisiyle her bulu­
şun yaratıcı bir sezgiye dayandığını ve us dışı bir an içerdiğini

95 Jean Piaget, Epistemoloji ve Psikoloji. Çev: Seçkin Selvi, Sarmal Yayınevi, İ s-


tanbul 1 992. s.60-6 1 .
96 Popper, 1 998, s.537.
97 Popper. 2000, s.33.
98 Piaget. s. 72.
99 Popper, 1 998. s.526.
100 A.g.e .. s.56.
74 Bilgi Kuramı

savunur. Bilindiği gibi Einstein'ın kuramının, kendi düşüncele­


ri üzerindeki köklü etkisini bir çok yerde vurgular.

Viyana Çevresi düşünürlerinden Philipp Frank deney konu­


sunda Popper'la oldukça benzer düşüncelere sahiptir. "Deney ve
deneyim, teorik bilimin temel sorunlarına tek tek ve kesin kar­
şılık hiçbir zaman veremez. • ı o ı Denkel'de deney konusunda "de­
ney, insanın kendisinden bağımsız bir varlık olan evren ile iliş­
kisini sağladığı ortamdır: yani, deney, evrenin insanı etkileyiş bi­
çimidir" l02 der. Ancak deney insanın evreni etkileyiş biçimi mi­
dir? Yoksa evrenin insanı etkileyiş biçimi midir? Bu tartışmalı
bir konudur. Viyana Çevresi'nin fikir babalarından Russell ise
bilimin genel ilkelerden değil gözlem ya da deneyle saptanmış
belirli olgulardan işe başladığını iddia eder. ı 03 Russell'ın tezi
Tycho Brahe'nin astronomideki çalışmalarıyla pek örtüşmez.
Çünkü Brahe yedi sayısının kutsallığına inanıp, yedi gee;egen ol­
duğunu düşünerek gözlem yapmıştır. Onun faaliyeti, bilimde
salt gözlem yoktur, düşüncesini desteklemektedir. "Kuramlar
hiçbir zaman gözlem ifadelerinden çıkarsanamaz, ya da ussal
olarak onlarla temellendirilemez" 104 K. Ajdukiewicz de deneyim
konusunda "deneyin hükmünün üstünde, uyuşma ölçütüne
karşılık gelen daha yüksek bir mahkeme vardır" der. 105 Deneyin
hükmünü de belirleyen bir hükümden söz etmesi deneyin belli
ölçütlere bağlı bir kuramsal çerçevede değerlendirilebileceği an­
lamına gelir. Denkel'de "deneysel bir önerme, zorunlu olarak,
yalnızca deneyde gözlemleri olduğu gibi aktaran bir önerme de­
ğildir. Bir önermeyi deneysel yapan onun deneyi betimlemesin­
den çok doğruluğunun deney yoluyla saptanabilir, yani deney
yoluyla yanlış olduğunun gösterilebilir oluşudur" 106 der. Pop-

1 0 1 Frank. s. 78.
102 Arda Denkel, Bilginin Temelleri, Metis Yayınlan, İstanbul 1 998, s.2 1 .
1 03 Bertrand Russell. Bilim ve Din, Çev: Hilmi Yavuz. Cem Yaymev1. İstanbul
1 993, s.9.
1 04 Popper. 1 968. s.42.
1 05 K. Ajdukiewicz, Temel Kavramlar ve Kuramlar. Çev: Ahmet Cevizci, Gündoğan
Yayınlan. Ankara 1 989. s.XX.
106 Denkel, 1998, s. 1 00.
Tümevarım Sorunu 75

per'in felsefesinde deneyimin oldukça önemli fonksiyonu vardır:


"Deneysel çalışma, kuramın yönettiği planlı uygulamadır. pene­
yimlerimizden bir sonuç çıkarmadan yolumuza devam etmeye­
ceğimiz gibi, sanki bir yaşantı akımı gibi önümüze geçmesine de
izin vermeyiz. Tersine bunlardan kendi deneyimlerimizi biz oluş­
tururuz; doğa ile ilgili soruları yönelten biziz; soruları bütün
açıklığıyla ortaya koyup evet mi yoksa hayır mı yanıtını bekleyen
de biziz-soru sorulmadığında doğa yanıt vermez- sonuçta da so­
runun yanıtını bulan yalnızca biziz; yanıtı katı bir şekilde sına­
yıp, üzerinde uzun uzun titizlikle uğraştıktan sonra, doğayı ke­
sin olarak hayır yanıtına zorladığımız sorunun yanıtına ilişkin
kararı veren yine biziz" . 1 01

Popper, deneyime neden daha sıkı dayanılmayıp aşkın evren­


sel yasaların kullanıldığını sorgular ve iki nedenden dolayı dene­
yime dayanılamadığını temellendirir: Birincisi, "An deneyim di­
ye bir şey yoktur, yalnızca aşkın beklentilerin ya da kuramların
ışığında yorumlanmış deneyim vardır. " İkincisi de, "deneyimleri
açıklamak isteyen bir insandır ve açıklamada, açıklamayı amaç­
ladığımız şeylerin ötesine gitmesi gereken açıklayıcı varsayımla­
nn kullanımını gerektirmektedir" 1 0B der. Ona göre bilimsel faali­
yet gözlemlerle değil bilimsel problemlerle başlar. "Gözlem veya
deneyim bir cevap bulmada bize her hangi bir şekilde yardımcı
olabilmesinin ümit edebilmek için önce bir soruya sahip olma­
mız gerekir. " 1 09

Popper, bilimin gözlemden kurama doğru ilerlediği fikrinin


çok yaygın olarak kabul gördüğünü hatta kendi tezini savunur­
ken içten olmadığı şüphesini bile uyandırmış olabileceği endişe­
sini duyar. Ama kuramsız bir gözlemden yola çıkılabileceği fikri­
nin saçma olduğunu belirtir. Viyana'da bir grup fızik öğrencisi­
ne verdiği bir derste "kağıt kalem alın; dikkatle gözleyin ve göz­
lediklerinizi yazın!" dediğinde öğrencilerin kendisine "doğal ola-

ı o7 Popper, 1 998, s.3 1 6.


1 08 A.g.e., s.507-508
1 09 Popper, 2000, s.99- 1 00.
76 Bilgi Kuramı

rak neyi gözlemelerini istediğimi sordular" der. "Gözle" talimab­


nın saçma hatta anlamsız olduğunu söyler. Gözlemin her zaman
seçici olduğunu ve seçilmiş bir nesne, belirlenmiş bir amaç, bir
ilgi, bir bakış açısı, bir sorun gerektirdiğini belirtiyor. Şayet göz­
lemin az da olsa bir başarısı ortaya çıkmışsa bu haşan onun es­
ki kuramsal çerçevede eski beklentilerin açıklanamaz olmaların­
dan ileri gelmektedir. 1 1 0 Görüldüğü gibi Popper kuramdan ba­
ğımsız bir gözlemi kesinlikle kabul etmez.

Popper'e göre tümevarım mantığında pek dikkate alınmayan


deney ve kuram arasındaki ilişki konusundan uzlaşımcıların
büyük katkılan olmuştur. Ama o yine de uzlaşımcıların bütün
fikirlerine kablmadığını belirtir. Uzlaşımcı düşünürlerden Poin­
care'nin Bilim ve Hipotez'de Maxwell teorisi ile ilgili aşağıdaki ör­
neği Popper'e önemli destek sağlamaktadır. Maxwell'in önceki
kuramları reddeder, "kapalı akım" diye bir şeyi kabul eder ve
bütün kuramını bunun üzerine kurar. Bu konuyla ilgili Poinca­
re şu açıklamayı yapar:

Maxwell kabul ediyor ki, bir diyelektrik içinde, elektrik alanı bir de­
ğişmeye uğrayacak olursa, bu diyelektrik tıpkı bir akım gibi galvano­
metre üzerine tesir eden özel bir olaya sahne oluyur. Bu akıma o, yer
değiştirme akımı diyor.

O halde birbirinin aksi işarette yükler taşıyan iki iletkenden bir telle
bağlanırsa, bu telde, boşalma esnasında açık bir iletim akımı hüküm
sürer: Fakat aynı zamanda, etrafı saran diyelektrik içinde de, yer de­
ğiştirme akımları hasıl olur ve bunlar iletim akımını kapatırlar.

Bilindiği gibi Maxwell teorisi, optik olaylarının açıklanmasına götü­


rür. Bunların son derece hızlı elektrik salınımlarından doğdukları
düşünülür.

O zamanlar böyle bir anlayış, hiçbir deneye dayanmayan cüretli bir


hipotezden başka bir şey değildi.

Yirmi yıl sonra, Maxwell'in fikirleri deneyle teyit edilmiş oldular. Ni­
hayet Hertz, ışığın bütün özelliklerini taşıyan ve morun kırmızıdan

1 10 Popper. 1968. s.46-47.


Tümevarım Sorunu 77

fark ediliş gibi, ancak dalga boyu ile ışıktan ayırt edilen elektrik sa­
lınımı sistemleri elde etmeye muvaffak oldu. O böylece adeta ışığın
bir sentezini yapmış oldu.

Herkesin bildiği gibi telsiz telgrafta bundan çıkmıştır. ı ı ı

Yine Einstein'ın 1 935'te Popper'e yazdığı mektupta Popper'in


görüşünü destekleyen şu cümleler oldukça önemlidir:

Gözlemlenebilirlikle ilgili olarak, günümüzde 'olgucu' eğilimlere sım­


sıkı sarılmanın moda haline gelmesi, hiçte hoşuma gitmiyor. Bana
göre, atomik ölçekli konularda istenen tamlıkta kestirimler yapıla­
maz. Aynca, (sizin gibi) bende, kuramın, gözlem sonuçlarına dayana­
rak üretilebileceği değil, keşfedilebileceği kanısındayım. 1 1 2

Tartışmalardan ulaştığımız sonuç tümevarım ve tümdenge­


lim, kuram ve deney konularında her ne kadar karşı görüşlerin
her biri kendi savlarını geçerli kılacak değişik argümanlar getire­
bilseler de yine de kurama dayalı araştırmanın yapıldığı tezi da­
ha fazla bilim tarihindeki çalışmalar ve keşiflerle örtüşmektedir.

1 1 1 Hemi Poincare, Bilim ve Hipotez. Çev: Fethi Yücel M.E.B Yay . . İstanbul 1 998.
s.294-295.
1 1 2 Popper. 1998, s.546.
fil. BÖLÜM
ELEŞTİREL AKILCIUK

a. Eleştlrel Akılcılığın Doğası


Eleştirel akılcılıktan söz edildiğinde ilk akla gelen Kant'ın eleş­
tirel felsefesidir. Kant, Spinoza, Descartes ve Leibniz'in klasik
akılcılığına karşı çıkar. O, insan zihninin neyi bilip neyi bileme­
yeceğini araştırır ve bilmenin bilinen şeylerin oldukları biçimde
değil de duyumsandıkları biçimde bilinebileceklerini savunur.

Eleştirel akılcılık kavramın da XX. yüzyılın ikinci yarısından


itibaren ise özdeşleştirilen isim ise bazı düşünürlerin "küçük
Kant" dedikleri Popper'dir. Popper'de selefi Kant gibi doğmatik
akılcılık başta olmak üzere her türlü doğmatizme karşı çıkar.

O, eleştirel akılcılık adını verdiği yöntemsel tutumla bilimin


ilerleyebileceğini iddia eder. İnsanın her zaman yanılabileceğini
savunur. İnsan ancak başkalarının görüşlerinden yararlanarak
kendi hatalarını görebilir. Onun için her zaman eleştiriye açık
olunmalıdır. Eleştirel akılcılık temelde tartışma ve sınamaya
önem vermektedir.

Eleştirel akılcılığın yöntemsel tutumu öncelikle bilimde uy­


gulanmalıdır. Bilimi nesnel yapan bir dogmayı eleştirebilme ge­
leneğidir. Yoksa birey bilim adamlarının kişisel meseleleri değil­
dir. Eleştiriyi de biçimlendirecek olan toplumsal ve siyasi ilişki­
lerdir. Bilgi sosyologlarının ise nesnelliğin yalnızca eleştiriyle
sağlanabileceğini göz ardı ettiklerini savunur. 1

Popper, eleştirel tartışmalarda soruları bilimsel ve bilim dışı


diye ikiye ayırır ve bilim dışı sayılan konuları bilimsel araştırma­
nın dışında tutmanın hem doğa bilimleri hem de sosyal bilimler

1 Popper. 200 1 . s.88.


80 Bilgi Kuramı

açısından pek mümkün olmadığını belirtir. Bilim dışı değerleri


bilimsel çalışmaların dışında tutmak imkansızdır. Bilim adamı­
nın tarafsız olması onun insanlığını elinden almakla mümkün
olur. Bilim adamı için nesnellik ve özgür değerlere sahip olma
diğer değerleri gibi bir değerdir. "Salt bilimsel olanla bilim dışı
arasında kesin bir ayının yapma işi, yine bilimsel eleştirinin gö­
revidir"2 der. O, eleştirel yaklaşımın bilimsel yöntemin temeli ol­
duğunu kabul eder. Onun felsefesini anlamak, öncelikle eleşti­
rel akılcılığını anlamaktan geçer. Çünkü tümdengelimsel mantı­
ğın görevin tanımlaması bile bunu gösteriyor. Salt tümdengelim­
sel mantığın en önemli işlevinin eleştiri Organon'unu sağlaması­
dır. Tümdengelimsel mantık da, doğru öncülerden sonuca akta­
rılır. Sonucun doğruluk değeri öncüllere bağlıdır. Tümdengelim­
sel mantık da akılcı eleştiri kuramına dönüşür. Bu da akılcı
eleştirilerin eleştirilecek önermede tutarsızlıkların arayışı biçi­
minde gelişir. Bir önermeyi, ondan mantıksal yollarla türetilen
tutarsız çıkanmlan çürütür. 3 Bilimsel süreçte kuramlar tüm­
dengelimsel süreçlerin rolü ile ilgi�idir. Bilim kuramlarla çalışır.

Popper, amacının felsefi bir öğreti yapmak olmadığını, Gross­


ner'e yazdığı mektupta ifade eder ve "bunun yerine, sorunlar ve
çözüm girişimleri getiriyorum, bu çözüm girişimleri de eleştirel
yöntemlerle sınanıyor"4 der. O, önemli bilimsel problemlerle uğ­
raşsa da tüm çalışmalarına temel oluşturan en önemU ilkenin
"eleştirellikten yana, . . . entelektüellerin ihanetine karşı argü­
manlar getirrnek"5 olduğunu söyler ve aydınlan eleştirir. Aydın­
ların mücadelesinin yetersiz olduğunu savunur. .

Popper, doğa bilimlerinin ortaya çıkışının "akılcı ve eleştirel"


yaklaşımın etkisiyle olduğun söyler ve akılcı eleştiriyle neyi kas­
tettiğini şöyle açıklar: "Ben, akılcı eleştiri derken, doğru bakış
açısı adı altında 'bu doğru mu?" ve 'bu doğru olabilir mi?' soru-

2 A.g.e . . s.90.
3 A.g.e . . s.90-9 1 .
4 A.g.e., s.104.
5 A.g.e., s. 1 09.
Eleştirel Akılcılık 81

lannın ışığında getirilen bir eleştiriyi kast ediyorum"G der. Bu­


nun nasıl gerçekleştiğini ise "Bilgiyle Kendini Bağıımlılıktan
Kurtarmak" adlı yazısının son kısmında eleştirel olarak ortaya
koyar. "Bilgi ile bağımlılıktan kurtulma düşüncesi, doğaya ha­
kim olmak demek değildir. Bağımlılıktan kurtulmak, daha çok
düşünsel olarak, hatalardan, yanlış inançlardan kendini kurtar­
maktır; kendi düşüncelerimizi eleştirmek için aklı özgür kılmak­
tır. "7 Bu düşünceler onun Kantçı bir yaklaşıma sahip olduğunu
göstermektedir. Empirist geleneğin Bacon'dan beri doğaya ege­
men olma hedefinin yerine "düşünsel olarak" , hatalardan ve
"yanlış inançlardan" kurtulmak "aklı özgürleştirmek" düşünce­
siyle tam aydınlanmacı bir tutum gösteriyor.

O, eleştirel akılcılığı sosyal hayata da yansıtır. "Özgür, çoğul­


cu bir toplum yaratmayı üstlendiğimiz bu tarihsel büyük görev­
de, yapmamız gereken en önemli şey, göreci ya da kuşkucu ol­
madan, görüşlerimize eleştirel yaklaşmayı sağlayacak bilince
ulaşmak için kendimizi eğitmek; cesaretimizi ve kararlılığımızı
yitirmeden, inandığımız düşünceler için mücadele etmektir"B
der. Popper'e göre "düşünce özgürlüğü ve özgür tartışma, libera­
lizmin en önemli değerleridir. . . Doğru apaçık ortada olmadığı gi­
bi hemencecik bulunamaz" da. Bunun için, hayal gücü, deneme
ve yanılmaya ve eleştirel tartışmayla ön yargılanmızı keşfetmeye
ihtiyaç duyanz.9 Eleştirel rasyonalizmin doğası ile açık liberal­
demokratik toplumun değerleri arasındaki bağı sürekli vurgular
ve doğru bilimsel anlayıştan doğru sosyal değerlere ulaşılacağı­
nı düşünür ki bu da Popper'in çok eleştirdiği pozitivizme yaklaş­
tığı önemli bir noktadır. Bilimde ve sosyal hayatta her türlü oto­
riteye karşı çıkar. Özgürlükçü bir bilim anlayışını ve toplumu
savunur. Çünkü eleştirel akılcılığa göre yanlışlann ayıklanabil­
mesi için özgür bir tartışma ortamına gereksinim vardır. Özgür

6 A.g.e . . s. 132.
7 A.g.e., s. 1 58.
8 A.g.e . . s. 159.
9 A.g.e. . s. 1 66 - 1 67.
82 Bilgi Kuramı

tartışma buna olanak tanıyan kurumlann ve geleneğin olmasıy­


la yaşar ve gelişir.

Popper, bilginin kaynağı konusunda duysal algıya ya da ak­


la dayansın tüm iddialann bir kuşku anı yaşadığını, hatta bu­
nun "tüm doğru iddialar" için de geçerli olduğunu belirtir. Onun
bilgi teorisi ile siyaset felsefesi arasında paralellik vardır. Çünkü
ona göre, Bilginin kaynağı nedir? türünden bilgi teorisinin temel
sorusu Platon'un Devlet Felsefesi nde ortaya atılan "Kim Yönete­
'

cek?" sorusuna karşılık gelir. LO

Popper, bilgimizin kaynaklannın ne olduğunun sorusunun


tartışılması yerine yanılgılanmızı keşfedecek ve onlan ortadan
kaldıracak bir yolun olup olmadığını sorgulamak gerektiği görü­
şündedir. Birinci sorunun altında yatan şey bilinsin veya bilin­
mesin soylu bir bilgi düşüncesi olduğunu; ikincisinin ise bilgi­
nin geçerlilik ve doğruluğu üzerine yönelmeyi teşvik etmesidir.
Sanki bilginin kaynağına gereğinden fazla ilginin onun doğrulu­
ğu ve geçerliliğini göz ardı ettirici ve onun dogmatik bir şekilde
kabul edilmesini doğuracağı endişesini taşımaktadır. Onun
ikinci sorun üzerine yönelmesi, yani yanılgılan bulma ve orta­
dan kaldırma yolundaki sorgulamalan Descartes'in akılcılık öğ­
retisi ya da Kant'ın bilgi teorisinden tamamen farklı olan "eleşti­
rel akılcılık" diye tanımladığı ve eski Yunanlılara borçlu olduğu­
muz bir öğretidir. ı ı

Popper'e göre bir problemi çözerken yeni kuramlar ortaya


atarız. Bunlar bizim eleştirel ve yaratıcı düşüncelerimizin ürün­
leridir. Ancak "her yeni kuram, kendiliğinden, amaçlanmamış ve
öngörülmemiş yeni problemleri beraberinde getirir-bizler tara­
fından keşfedilebilecek özel problemleri" ı2 ortaya çıkanr. Bu
problemler üzerinde devam edecek çalışmalarda dünya üç'ün
gelişmesine katkı sağlar. Bu katkı, yani eleştirel ve yaratıcı dü­
şünce faaliyeti süreklidir.

10 A.g.e .• s.59.
1 1 A.g.e . . s.60-61 .
1 2 A.g.e . . s. 1 75.
Eleştirel Akılcılık 83

Popper, ergenlik döneminde tanıştığı ve benimsediği Marxist


düşünceyi eleştirel bulmadığı için kısa sürede terk eder. Einste­
in ile Marx'ı karşılaştınr ve ikisinin zıt anlayışlan temsil ettiğini
düşünür. Bilisi dogmatik, diğeli eleştireldir. İşte Popper'in daha
on yedi yaşında olduğu dönemde Einstein'ın kuramı için bir tek
yanlışlığın çıkması onun kuramını terk etmesi veya değiştirme­
si için yeterliyken, Marx'ın kuramında önermelelin büyük ço­
ğunluğu yanlış bile çıksa yine de bu kuramın iddiasından vaz­
geçmediğini hatta kendisini haklı gösterecek çok sayıda olguyu
bulup kullanabildiğini belirtir. Bu durum Popper'in bütün dü­
şüncelelini etkileyecek ve Einstein'ın kuramını bir tarafa Freud,
Adler ve Marx'ın kuramını bir tarafa koyacaktır.

Popper'in Sokrates'ten sonra en çok etkilendiği iki aydınlan­


macı filozof, Hume ve Kant'tır. Hume'ın Kant'ı da dogmatik uy­
kusundan uyandırdığını düşünürsek onun etkisinin doğrudan
ve dolaylı olarak ne kadar önemli olduğunu sanının kolayca an­
larız. Bu konuda Weber'in yaptığı şu değerlendirme önemlidir:
"Eski metafızik yerine, yani eşyanın özünün sözde bilim yeline,
sığ zihinleli karanlıklanyla doldurarak önemli ve felsefi bir tavır
takınan, hurafe ve çetrefil dil karması olan boş bilim yeline, Hu­
me'a göre eleştiliyi koymak gerekir" . ı3 Weber'in Hume'a göre
yaptığı bu yorumu biz Popper'in bilim olan ile sahte bilim diye
ortaya koyduğu ve sınır koyma problemi olarak ele aldığı konu -
nun Hume etkisi taşıdığı, aynca Popper'in eleştirel akılcılığının
Hume'nin empilik düşüncesi içelisinde yer alan eleştiliyi, eleş­
tirel akılcılık olarak ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Weber'e gö­
re "Hume, her ne kadar kendisine şüpheci demekten hoşlanıyor­
sa da ve dogmatik metafıziğe karşı gerçekten şüpheciyse de, fel­
sefesi gerçekte sadece eleştiliciliktir" ı 4 Weber'in bu görüşüne
katılmamak için hiçbir sebep yoktur. Weber'in ifade ettiği gibi
"İskoçyalı filozof, söylemekten zevk aldığı gibi, şüpheci -bunu es-

13 Alfred Weber. Felsefe Tarih� Çev: H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlan, İ stanbul
1 993, s.292.
14 A.g.e . . s.293.
84 Bilgi Kuramı

kilerin şüpheciliğinden ayırmak için zamanımızda verilen adla­


eleştirici veya pozitivist görüşünü sonuna kadar korumayı sür­
dürüyor. ı 5 Evet Hume, şüpheci değildir. Weber'in deyimiyle öy­
le olsaydı "Kanl'ı meydana getiremezdi" 1 6 aynı zamanda şüphe­
cilerin görüşlerine sahip olsaydı Popper'ida bu derece etkileye­
mezdi. O bir eleştiricidir. Ancak onun eleştiriciliği empirik eleş­
tiricilik olsa gerek Weber pozitivist olarak değerlendiriyor. Eleş­
tirel akılcılığın hedefinde ise pozitivist felsefe vardır.

Popper'in felsefeyle ilgili görüşlerine bakacak olursak: bütün


insanları birer filozof sayar. Ancak bazılarının daha fazla filozof
olduğunu kabul eder. Profesyonel felsefeyi ise bazı şeyleri mah­
vetmekle suçlar ve "acilen varlığının yeniden savunulması ge­
rekmektedir" 17 der. Felsefeye zarar verdiğini söylediği filozofların
başında Platon, Hume, Spinoza ve Kant gelir. Ama aynı zaman­
da bu dört filozofa son derece saygı duyduğunu da belirtmeyi
eksik etmez. Viyana Çevresi ni ise Witgensttein'ın etkisiyle me­
tafiziğe karşı değil aynı zamanda felsefeye karşı eğilimler taşıdı­
ğını ve kendisinin felsefeyi ve metafiziği Viyana Çevresi ne karşı
savunduğunu belirtir. Ciddi felsefi problemler olmasa ve bunla­
rı çözebilme ümidi taşımasaydı, felsefeci olmasının asla bağışla -
namaz olacağını ve felsefesinin var oluşunun da bağışlanamaz
olacağını söyler. O, Fichte ve Hegel'i büyük bir aşkla, doğru pe­
şinde koşmadıkları için büyük filozoflardan saymaz.

Popper'e göre bilgi kuramının sorunları "felsefenin, daha


doğrusu, eleştirel olmayan popüler sağduyu felsefesinin ve aka­
demik felsefenin odağını oluşturur: ıs O, tümüyle olmasa da
sağduyuya taptığını ve tek çıkış noktası olduğunu ancak gerçek
bilginin bunun üzerine kurulmasının yanlış olacağını söyler.
Kendisinin realist ve plüralist olduğunu vurgular. Sağduyuya
taptığını söyleyen Popper aynı zamanda "eleştirel olmayan sağ-

15 A.g.e . , s.300.
16 A.g.e . . s.293.
17 Popper, 200 1 , s. 1 86.
18 A.g.e .. s. 1 96.
Eleştirel Akılcılık 85

duyu bilgi kuramının benimsenmesine dayalı bu moda. günün


birinde etkisini yitirir" ı9 diyerek eleştirel olmayan sağduyu bilgi
kuramının moda olmasından dolayı endişesini dile getirir. Eleş­
tirel yaklaşımın felsefenin can daman olduğunu belirtirken "kılı
kırk yaran kimselerden de kaçınmayı bilmek gerekir" der. O,
"Sokratesçi alçak gönüllük" dediği anlayışın terk edilmemesi ge­
rektiğini belirtir. Felsefenin asıl görevini de "evren ve evren için­
deki yerimiz, bilgimizin tehlikeli kudreti ve bizi iyiye ve kötüye
iten güçler hakkında eleştirel düşünceler ortaya atmak olarak
görüyorum"20 der.

Popper, göreliliğin karşısına "eleştirel çoğulculuk" kavramını


getirir. 2 1

Popper'in problemi bilgi felsefesini Sokratesçi bilgisizlik tezi


üzerine temellendirmektir. Bunu da dört noktadan tartışarak
yapmaktan yanadır: Birincisi, doğa bilimsel bilgi ile ilgilidir.
Doğa bilimsel bilginin kesin bilgi olmadığını değişebilir olduğu­
nu ve "sınabilir tahminde" oluştuğunu, tahminini ve varsayım­
sal bilgi olduğunu kabul eder. İkinci olarak, doğa bilimsel her
başanyla çözümsüz problemlerin sayısının arttığını ve "varsa­
yımsal bilgimizin sonlu, bilgisizliğimizin ise sonsuz"22 olduğunu
belirtir. Üzerinde durduğu üçüncü nokta ise, "günümüzde ar­
tık Xenophanes ya da Sokrates'ten daha çok şey bildiğimizi söy­
lemek bence yanlış olur. Herkes diğerinden daha fazla şeyler
değil. daha farklı şeyler bilir"23 şeklindeki kişisel bilgiyle ilgili­
dir. Ama bu kişisel bilgide nesnel bilgideki gelişmelerin hızına
yetişememektedir. Dördüncü olarak, güncelleşen bilginin kesin
bilgi olmadığı yönündeki düşüncelerdir. O, bu dört nedenden
dolayı Sokrates'in yaklaşımının günümüzde de geçerliliğini ko­
ruduğunu savunur.

19 A.g.e., s. 1 99.
20 A.g.e. . s.20 1 .
21 A.g.e., s.206.
22 A.g.e., s.2 1 4 ,
23 A.g.e., s.14.
86 Bilgi Kuramı

Popper, hem bilgi kuramsal hem de etik ilkeler olarak "hata


yapabilirlik", "akılcı tartışma" ve "doğruya yaklaşma" ilkelerinin
hoş görüyü içerdiğini söyler.

Eski ve yeni mesleki etik anlayışlarından söz eder ve eski eti­


ğin Platon'cu, "doğruya ve kesin bilgiye sahip olmak, doğruyu
da, elverdiğince mantıksal kanıtlamalarla kesinleştirmek" ilke­
sinden hareket ettiğini hoş görüsüz, dürüst olmayan, hataya
izin vermeyen bir özellikte olduğunu iddia eder. Ve bunun yeri­
ne yeni bir mesleki etik anlayışı önerir. Yeni etik anlayışının on
iki ilkesi vardır. Bunlar eleştirel aklın ilkeleri olarak değerlendi­
rilebilir:

1 . Otoriteler reddedilir.

2. Hatalardan kaçmak olanaksızdır, her bilim adamı hata yapar.

3. Ama öncelikle ve mümkün olduğunca hatalardan kaçınmak gere­


kir.

4. Başarılı görülen bir kuramdan ya da çok tekrarlanan bir deney­


den saptanacak bir hata büyük bir buluşa yol açabilir. Bunun için
bilim adamı sürekli hataları aramalıdır.

5. Hatalar saklanmamalıdır.

6. Hataların yeni şeyler öğrenmemizi sağlayacağı için kamufle edil­


mesi daha büyük hata olur.

7. Hatalarla ilgili dikkatli olunmalı ve onun üzerine yoğunlaşılmalıdır.

8. Hatalarla ilgili dikkatli olmak ve onun üzerine yoğunlaşmak "zorun­


lu olarak öz eleştirel tutumu ve dürüstlüğü beraberinde getiıir."24

9. Hatalarımızı gösterene minnet duymalıyız ve hatamızı kabul etme­


liyiz.

10. Hatalarımızın ortaya çıkarılması ve giderilmesi hususunda fark­


lı koşullarda ve ortamlarda yetişmiş olan ve farklı düşüncelere sahip
insanlara ihtiyacımız vardır.

1 1 . Hem en iyi eleştiri olarak bir öz eleştirinin hem de başkaları ta­


rafından eleştirilmenin gerekliliğini kabul etmeliyiz.

24 A.g.e . . s.218.
Eleştirel Akılcılık 87

12. Akılcı eleştirinin özgül olması zorunludur. Bu önerilerin tartışıla­


bilir olduğunu ve daha iyi önerilerin getirilebileceğini sağlar. 25 Onun
amacı özgür tartışma ortamında eleştirel tutumla sürekli iyileşmeyi
teşviktir. Bu ilkeleri değişmez ilkeler. olarak değil üzerinde tartışılması
gereken ilkeler olarak getiriyor. Eleştirel akıl da bunu gerektirir.

Popper'de eleştirel akım yalnızca bilim ve felsefe için değil di­


ğer insani etkinlikler için de gereklidir. Örneğin sanatta toplum­
sal eleştiri insanın kendisine çeki düzen vermesi için şarttır. Ama
"sanatın derin anlamında yatan, hayıflanma değil, acıyı aşma
çağnsında bulunma olmalıdır".26 Popper, büyük sanatçılar ile
doğa bilimcilerinin düşündükleri tek şeyin eserleri olduğunu uy­
gulama amaçlarının olmadığını söyler. Her ikisinin de kökeninin
aynı olduğunu şiirinde, biliminde mitlere dayandıklarını ve her •

ikisinde de eleştiri olduğunu ama birisinin estetik diğerinin ras­


yonel olduğunu belirtir. Batı biliminde sanatın doğuşu Antik Yu­
nan, yeniden doğuşu ise Rönesanstır. "Sanatta en önemli eleşti-
ri sanatçının yaratıcı öz eleştirisi iken bilimde önemli olan, sade­
ce öz eleştiri değil, aynı zamanda da ortak çalışmadan doğan
eleştiridir".27 Çünkü o, bilimin yöntemini öz eleştiri ve karşı eleş­
tiri olarak görür ve bunu rasyonel eleştiri olarak adlandınr.

Popper, Einstein'ın Niels Bohr'un 1 9 1 3'te ortaya attığı atom


kuramıyla ilgili "'bu, inanılmaz müzikal eserdir' ne var ki, büyük
bir sanat eserinden farklı olarak bu büyük kuram düzeltilebilir
bir durumdadır" dediğini belirtir. Bilimle sanatın farkını da dü­
zeltilebilir yani bununla ilgili test edilebilir ve sınamalardan ba­
şarıyla çıkmazsa düzeltilebilir veya değiştirilebilir görür. Çünkü
ona göre "bilimde aralıksız süren eleştirel sınamalar"28 vardır.

Popper, kendisini saf bir aydınlanmacı olarak niteler. Kendi­


sini aydınlanmacı olarak görmesinin "doğruya ve akla" inandığı
anlamına geleceğini ancak "insan aklının her şeye kadir olduğu-

25 A.g.e., s.219.
26 A.g.e . . s.246.
27 A.g.e., s.25 1 .
28 A.g.e . . s.252.
88 Bilgi Kuramı

na inandığım anlamına gelmez" der. Aklın işlevini de, "eleştirel


düşünceye, eleştirel tartışmaya yön vermek" olarak görür. Eleş­
tirel kişi diğerlerinden bir şey öğrenmeye hazırdır ama söylenen­
leri kabule amade değildir. 29

Popper, felsefecilerin içinde kullandığı yalın, dolaysız ve her


zaman açık dil kullanması dolayısıyla Russell'i en büyük usta ola­
rak kabul eder. Aydınlanmacı filozofun yalın konuştuğunu, ay­
dınlanmacı ile peygamber arasındaki farkın bu olduğunu söyler.

Bir görüşü değerli kılan özgür karardır. Özgür, kişisel görü­


şe değer verilmesi gerektiği düşüncesinin de aydınlanma düşü­
nürü Lock'dan alındığını ve geliştirildiğini iddia eder. Yine Avru­
pa'daki din savaşlarının da dini hoşgörüyü doğurduğunu savu­
nur. Eleştirel tartışma için siyasi özgürlüğü zorunlu görür, çün­
kü bireyin aklını tam ve özgürce kullanabilmesi için siyasi öz­
gürlük bir ön koşuldur. 30 Ama siyasal özgürlüğün bedeli ağırdır.
Çünkü onu kurmak onun uğruna ölmek ve savaşmakla müm­
kündür.

Popper. Batı uygarlığının doğa bilimindeki başarının ürünü


olduğunu ve bu uygarlığın doğa bilimini geliştirdiğini doğa bili­
minin ise rasyonalizmin eseri olduğunu ve rasyonalizmi de An­
tik Yunan'ın doğurduğunu savunur. Batı uygarlığı denince he­
men herkesin akılcı akımlardan etkilenen uygarlığı kast ettiğini
belirtir. Ama rasyonalizmin günümüzde genellikle değerini yitir­
miş olarak değerlendirildiğini söyler. Bu gün Batının bilime ya­
bancılaştığını onu anlaşılamaz vahşileşmiş ve zalimleşmiş gör­
düğünü, bunun da özellikle atom bombasından sonra böyle ol­
duğunu ifade ediyor. Popper, Batı için tehlikenin "tek bir düşün­
ce, tek bir inanç ya da tek bir din altında birleştirmek" olduğu­
nu bunun totaliter düşünceye boyun eğmek anlamına geleceği­
ni öngörür.31 Ancak Popper, Batı neye inanıyor? sorusunun ya-

29 A.g.e., s.222.
30 A.g.e . . s.224·225.
31 A.g.e., s.226-228.
Eleştirel Akılcılık 89

nıtından "bir çok şeye" der. Bu tek başına ne akılcılık ne bilim


ne de Hnstiyanlıktır. Batı banşa ve özgürlüğe inanırken savaşa
despotizme baskıcılığa ve şiddete karşıdır. 32 Acaba böyle midir?
Bu tartışmalı bir konudur.

Eleştirel akılcılığın kendisinin de akılcılık gibi bir dogmatik


tutuma dönüşmesi olanak dahilinde değil midir? gibi bir soru
akla geliyor. Ancak eleştirel akılcılık dogmatizme yol açmayacak
nitelikleri kendi doğasında içermektedir. Bunu Popper, eleştirel
akılcılığın da tartışılmasından yana bir tutum taşımasından çı­
karabiliriz.

Popper, materyalizmin kendini yenilemesi gibi doğal ayıkla­


manın da "eleştirel ve kültürel ayıklanmayla hem tamamlanıp
hem de güncelleştiri"lebileceğini ve bu yolla da yanılgılanmızı bi­
linçli bir şekilde tespit edip ortadan kaldırabileceğimizi savunur.
İnsansal bilginin "rasyonel eleştiri, ve gerçeğin eleştirel sorgu­
lanması olmasa" mümkün olamayacağını ifade eder. Bundan
dolayı da hayvanlann her şeyi tanımalanna rağmen bu bilginin
onlarda olamayacağını çünkü bizim bilgi diye kast ettiğimiz şe­
yin bilimsel bilgi olduğunu ve "rasyonel eleştiri"den kaynağını
aldığını ve bunun da dünya üç'ü temellendiren adım olduğunu
belirtir. 33

Popper, dostum dediği Ame Petersen'e atıfta bulunarak in­


sanlann Sokrates türü bilgisizlikten çekindiklerini ve dolayısıy­
la "bilgeler, filozoflar, tıpçılar, bilginler, önderler her şeyi bildik­
lerini iddia ederler"34 der. Ve bu durumu eleştirerek bilgi konu­
sunda ilke edindiği Sokratesçi alçak gönüllülüğü tavsiye eder.
"Aslında hiçbir şey bilmiyoruz; ama bulmacayı çözüyoruz. Bul­
macayı çözerken de, doğada sımnı çözdüğümüz yasalan ortaya
çıkarabileceğimize ilişkin bilimsel olmayan, fizik ötesi (ama biyo­
lojik açıdan açıklanabilir) inançla kendimizi yönlendiriyoruz"35

32 A.g.e . . s.234.
33 A.g.e . . s.33.
34 Popper. 1 998. s. 596 .
35 A.g.e., s . 3 1 4 .
90 Bilgi Kuramı

der. Bu düşüncelerle Sokratik bir Popper'la mı yoksa Sofist bir


Popper'la mı karşı karşıyayız diye düşünürken, yoksa fizik öte­
sinin bilimsel faaliyette yönlendirici etkisine vurgu yapan bir
Popper'le mi karşı karşıyayız. Ya da her birisine ait argümanla­
ra ulaşabileceğimiz bir Popper'mi var?

Popper'a göre kendi düşüncelerimize de eleştirel yaklaşmalı­


yız. Her türlü bilgi "eleştirel incelemelerden ve çürütmelerden
muaf tutulamaz. Her şeye karşın, yenilik olmazsa bilgi de ola­
maz."36 Eleştirel aklı en büyük otorite olarak kabul eder. "Bilgi
alanımızın tümünde, eleştiriden daha üstün hiçbir otoritenin ol­
madığı bilincine varırsak, dogmacılık tehlikesine düşmeden" bi­
limsel araştırmanın nesnel ölçütlerine, sorun çözmede akılcı
eleştiriye ve bilinmeyenin bilgisine ulaşabiliriz. 37

Popper'in bilim ve bilimsellik ölçütü: "Eleştirilebilirlik" yani


"rasyonel eleştiri"dir. Bilimsel kuramlar her zaman değişebilir.
Yapılacak olan onların eleştirel sınamalardan geçirilmesidir. Bi­
limsel ve sanatsal faaliyette, yaratıcılıkta hayal gücü vardır. Ama
bilimde önemli olan rasyonel eleştiridir.38 Popper'e göre "yaratı­
cı düşüncelerin çoğu sezgi ile kazanılmıştır; bu biçimde kazanıl­
mış olmayanlar da, sezgisel düşüncelerin eleştirel çürütülmesi­
nin sonucudur".39 Yaratıcı düşüncede sezginin önemli rolü var­
dır. Yaratıcı düşünce ya sezgi ile kazanılmış ya da sezgisel dü­
şüncelerin eleştirel çürütülmesinin sonucudur. "Bilgiye ve çürü­
tülemez doğrulara sahip olma değil. vazgeçmeden, bütünüyle
eleştirel doğrunun aranması, bilim adamını bilim adamı ya­
par". 40 Popper. bilimsel bilginin üretiminde bilim adanılan top­
luluğunun kollektif çalışmasından çok, birey �ilim adamlarının
verimli ve etkin çalışma yaptıkları görüşündedir ve araştırmanın
kurumsallaşmasının bilimsel ruhu körelttiğini düşünür. Bilim
adamlarını eleştirel yaklaşan müstesna insanlar olarak betim-

36 Popper. 200 1 . s. 63.


37 A.g.e .. s.65.
38 A.g.e .. s.68.
39 A.g.e .. s. 70.
40 Popper. 1 998. s.316.
Eleştirel Akılcılık 91

ler.41 "Bilimin kendisini olduğu gibi, metodun gelişmesi ve iler­


lemesini de yalnızca deneme ve yanılma yöntemiyle öğrenirtz'.
yanlışlanmızı bulabilmek için de başkasının eleştirtsine ihtiyacı­
mız vardır. En önemlisi de bu eleştirtdir; zira yeni metotlann or­
taya çıkması köklü ve devrimci nitelikte bir değişikliğin haberci­
si olabilir."42 Popper, önertsinin eleştirel bir yöntem bilgisine gö­
türeceğini düşünmektedir.

Popper'in fızik ötesine bakışı ve bunun bilim faaliyetindeki


yert ile ilgili düşüncelertne baktığımız zaman kendisinin Heisen­
berg ve Bohr'un bize sunduğu fızik ötesi dünya imgesine karşı
olmadığını, karşı çıktığı tek şeyin fizik ötesi dünya imgesinin bi­
linçsizce yayılması ve "bu nedenle de eleştirel bakmaksızın algı­
lamak yanlış olacaktır"43 dediğini görmekteyiz. Onun için önem­
li olan eleştirel bakıştır. Her türlü düşünce deneyinde veya de­
neysel faaliyette eleştirel tutum sürdürülmelidir.

Popper'e göre bilimsel faaliyet mitoslarla ve mitosların eleşti­


rtsi ile başlamalı: ne gözlemlert bir araya getirmek ne de deney­
ler uydurmakla değil. Mitosları ve çeşitli büyü tekniklertni ve uy­
gulamalannı eleştirel biçimde tartışarak yürütülmelidir. 44 Pop­
per'in eleştirel tutumu serbestçe tartışma geleneği ve akılcılık
tutumudur.45

Deneme yanılma yöntemini önemli sayan Popper, onu eleşti­


rel yaklaşımla özdeş kabul etmez. Çünkü, deneme yanılma yön­
teminin hem Einstein hem de Amip tarafından kullanılabileceği­
ni aradaki farkın ise denemelerden çok yanılmalar karşısında

göstertlen eleştirel ve yapıcı tutumdan"46 kaynaklandığını söy­


ler. Deneme yanılma yöntemi eleştirel akılcılık için yalnızca bir
araç durumundadır.

41 Popper, 200 1 , s.78.


42 Popper, 2000. s. 72.
43 Popper. 1 998. s.540.
44 Popper, 1 968, s.50.
45 A.g.e., s.50-5 ! .
46 A.g.e . . s.52.
92 Bilgi Kuramı

Popper için her yaklaşım eleştirel bir özellik taşımalıdır. Eleş­


tirel olmayan hiçbir tutumu geçerli kabul etmez. Bu bağlamda
da eleştirel bulmadığı için doğalcı yaklaşımı reddeder.47 Popper,
"kuramlanmızı (varsayımlar ya da tahminlerimizi) . kuşkulu du­
rumlara karşı savunacağımıza, en iyi şekilde nasıl eleştirilebili­
riz"in üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini savunur. Onun için
sınama da eleştirinin bir parçasıdır. 4B

Popper'e göre bilim sorunlarla başlar ve eleştirel olarak de­


ğerlendirilen kuramlarla ilerler.49

Tüm insanların bir felsefesinin olduğundan söz eden Popper,


aynı zamanda bu felsefelerin bir değerinin de olmadığını ve etki­
lerinin de genellikle yıkıcı olduğunu, bu nedenle felsefelerin
eleştirel olarak incelenmesi gerektiğini ve felsefenin görevinin de
bu olduğu için vazgeçilemez olduğunu savunur. 50

Herkesin nasıl bir felsefesi varsa, aynı şekilde bir de bilgi ku­
ramı vardır ve bu bilgi kuramları da felsefelerinden etkilenir.

Bilginin olanağı konusunda hem bilgi kuramsal karamsarlı­


ğa hem de bilgi kuramsal iyimserliğe yanıt verir. Bilgi, kuramsal
karamsarlığa; "gerçeğe yaklaşmak olasıdır" derken; bilgi kuram­
sal iyimserliğe ise "kesin bilgiye ulaşamayız. Bilgimiz eleştirel bir
bulmacadır; varsayımlardan oluşmuş bir sav; sanılardan do­
kunmuş bir kumaştır"5 ı sözleriyle eleştirel yaklaşımı bilgi kura­
mı temeline koyar. Eleştirinin önemi ve bilgi kuramına katkısı ve
de eleştirel yöntemde dikkat edilecek hususlarla ilgili olarak
şöyle der: " Eleştiri için, çürütme için yetersiz bir mantık istemi­
yoruz kanıtlamanın aracının zayıf olması gerekirken, eleştirinin
aracı güçlü olmalıdır. Eleştiride olanaksızlıkları kanıtlamakla
yetinmek istemeyiz: eleştirimizde yanılmazlık istemeyiz, aynca

47 Popper. 1 998. s.77.


48 A.g.e. . s. 1 22.
49 Popper. 1979. s. 1 44.
50 Popper. 1 998. s.40.
51 A.g.e .. s.4 1 .
Eleştirel Akılcılık 93

bir kuramın karşı-sezgisel sonuçlan olduğunu görebilirsek ge­


nellikle hoşnut oluruz. Bir eleştiri aracında zayıflık ve cimrilik
erdem değildir; güçlü eleştiriye dayanabilme bir kuramın erde­
midir. "52 Eleştirel bir tutum takınmaz isek çürütülebilecek bir
kuramın lehinde bile çok sayıda delil bulabiliriz. Onun için eleş­
tirel tutum daima en katı sınamalan emreder.

Popper, eleştirel tutumu bilimsel tutumla, dogmatik tutumu


da sözde bilimsel tutumla özdeşleştirir. Sözde bilimsel tutumun
önce geldiğini ve ilkel olduğunu yani bilim öncesi bir tutum oldu­
ğunu eleştirel tutumun ise dogmatik tutuma karşıt olmaktan çok
onun üstüne eklenip uygulandığını savunur. Eleştirel tutumun
hammadde olarak, dogmatik biçimde savunulan kuram veya
inançlara gereksinim duyduğu düşüncesindedir. 53 Onun düşün­
cesinde dogmatizm bir yere kadar gereklidir. Bu dogmatizm yön­
temsel bir tutumu ifade eder. Tahminlerimizin olgusal alanı zor­
lamasına yönelik tutum ve dogmatikliğin iyi bir kurama yaklaşık
tahminler yoluyla adım adım yaklaşmamızı sağlamasıdır. 54

Popper, bilimin yönteminin temelde cüretkar hipotezler oluş­


turmak ve eleştiri yöntemi olduğu için devrimci bir karakter de
taşıdığını ama biraz da dogmatizme ihtiyacı olduğunu çünkü
dogmatizmin de oynayacağı çok önemli bir rolü olduğunu iddia
eder: "Eğer eleştiriye çok kolay şekilde teslim olursak teorileri­
mizin reel güçlerinin yattığı yeri asla keşfedemeyiz"55 der. Pop­
per bu açıklamayı Kuhn'un normal bilim düşüncesi üzerine
eleştiri getirdiği makalesinde yapar ve Kuhn'un kabul ettiği dog­
matizmle kendisininki arasında fark olduğunu onda yön verici
dogmanın uzun süre hakimiyetine inanılmaktadır der.

Popper de Kuhn gibi bir entelektüel devrimin genellikle dini


dönüşüme benzediğini kabul eder. Ancak yine de bunun önceki

52 Popper, 1 979. s. 1 39- 1 40.


53 Popper. 1 968, s.50.
54 A.g.e., s.49.
55 Popper. 1970. s.55.
94 Bilgi Kuramı

görüşlerimizin yeni görüşlerimiz ışığında eleştirel ve rasyonel şe­


kilde değerlendiremeyeceğimiz anlamına gelmediğini belirtir.56
Kuhn'un, Popper'in bu düşüncelerini destekleyici açıklamaları
vardır: "Başarılı bir bilim adamı genellikle bir gelenekçinin ve de
bir put kıncısmm belirgin niteliklerini aynı zamanda göstermek
zorundadır. "57

Onun eleştirel akılcılık adını verdiği yöntemsel tutumuna gö­


re, araştırmacı her zaman yanılabileceğini kabul etmelidir. Her­
kes yanılabilir veya haklı da olabilir. Birlikte çalışılarak doğruya
yaklaşılabilir. Araştırmacı daima entelektüel mütevazılığı göster­
melidir. Bu tavır Sokrates'ten gelen bir tavırdır.

b. Doğa Btl1mleri ve Sosyal Btl1mlerde Eleştirel Akılcılık


Popper'e göre bilgisizliğimizin sının yoktur. Doğa bilimlerinde­
ki inanılmaz gelişmelerin her seferinde bilgisizliğimizin yetersizli­
ğini göstererek "Sokratesçi bilgisizlik anlayışı"na yeni bir boyut
kazandırır. 58 Bilgimizin sürekli bir şekildeki artışma rağmen bil­
diklerimizin yetersizliği de artmaktadır. Bilgimizin başlangıç nok­
tasında "algılar ya da gözlemler veri birikimi veya olgular değil,
problemler"59 vardır. Bilgi faaliyeti bir sorunla başladığı gibi bil­
ginin olmadığı yerde sorun da yoktur. Her yeni bilgi yeni sorun
demektir. Her yeni sorun yeniden bilgilenme ihtiyacını güdüler.
Bilgi sürecinin bir sorunla başlaması, Dewey'in sorun çözücü
epistemolojisini çağrıştırmaktadır. Bu sorunlar kuramsal olabile­
ceği gibi pratik yaşamda da ortaya çıkabilir. Bunlar: Yoksulluk,
eğitimsizlik, hukuksuzluk, ayrımcılık vs. olabilir. Bir bilimsel ça­
lışmayı değerli ya da değersiz kılan bütün durumlar için sorunun
özelliği ve niteliği ile önerilen çözümün cesur ve özgün olmasıdır.

Popper, bilgimizin çıkış noktasında her zaman problemler ol ·


duğunu, gözlemin ancak bu problemler üzerine gelişen faaliye-

56 A.g.e., s.57.
57 Thomas S. Kuhn. "Bilimsel Araştırmada Gelenek ve Yenileme, Asal Gerilim.
Çev: Yakup Şahan. Kabalcı Yayınevi. İ stanbul 1 994, s.275.
58 Popper, 200 1 , s . 79.
59 A.g.e., s.80.
Eleştirel Akılcılık 95

tin sorunla karşılaşılan durumlarında söz konusu olduğunu be­


lirtir. Bu özelliğin "bilimsel araştırmaların hareket kaynağı sıra­
dan gözlem değil, problem - sergileyeci gözlem" olduğunu ifade
eder. Sosyal bilimler ve doğa bilimlerinin yöntemi üzerinde du­
rulur, problem çözümü için öneriler ve eleştireler yapılır. Şayet
"önerilen çözüm, nesnel eleştiriye açık değilse, bilimsel değil di­
ye, bir süre için dışarıda bırakılır".60 Eğer çözüm nesnel eleştiri­
ye açıksa yapılacak iş onu çürütmeye çalışmaktır. Çünkü bilim­
sel eleştiri • kuramı çürütme girişimidir." Kuram getirilen eleşti­
riyle çürütülürse yeni bir çözüm getirilir. Çözüm önerisi eleştiri
karşısında çürütülemez ise geçici bir süre için kabul edilip daha
fazla tartışma ve eleştiriye değer görülür. O bilimsel yöntemi "en
katı eleştirilerle sınanan, geçici çözüm önerileri (ya da idealar)
girişimi" ve "eleştirilerle yürütülen deneme ve yanılma yöntemi"
olarak niteler. Bilimdeki nesnellik ise "eleştirel yöntemdeki nes­
nelliktir. "6 1

Sosyal bilimlere doğa bilimlerinin yönteminin aktarılması


düşüncesinin tartışılması ve bunun sosyal bilimciler tarafından
kabul edilmesini eleştirir. Bunun için yöntem bilimsel natura­
lizm ya da bilimselcilik anlayışının ileri sürdüğü şartlara göre
gözlemler ve ölçümlerle başlayan istatistiksel yığılmalarla devam
eden ve tümevarımla genelleştirmelere ve kuramlaştırmalara
doğru gelişen bir yöntemsel tutum önerilir. Bu sayede de sosyal
bilimlerin de mümkün olabilecek "ideal bilimsel nesnelliğe" yak­
laşılabileceği savunulur. Fakat "sosyal bilimlerde bilimsel nes­
nelliğe ulaşmak (eğer gerçekten ulaşılabiliyorsa) . doğa bilimlere
göre daha zordur. Çünkü nesnellik, özgür değerler demektir;
sosyal bilimci, ait olduğu toplumun değerlerinden çok fazla sıy­
rılamayacak, özgür değerler ve nesnelliğe ancak bir ölçüde ula­
şabilecektir"62 şeklindeki tezin büyük oranda Anglo-Sakson ül­
kelerinde kabul gördüğünü söyler. Aslında bu · düşünce tüm

60 A.g.e., s.8 1 .
6 1 A.g.e . . s.82.
62 A.g.e., s.83.
96 Bilgi Kuramı

dünya da ve bilim çevrelerinde küçümsenemeyecek oranda ka­


bul görür. Hatta bu düşünce büyük oranda sosyal bilimciler
arasında da benimsenmektedir. Oysa Popper'e göre "bilimdeki
nesnelliği, bilim adamının nesnelliğine bağlı olduğu düşüncesi
tamamen yanlıştır. Doğa bilimcinin sosyal bilimciden daha nes­
nel olduğu kanısı da yine büyük bir yanılgıdır".63 Doğa bilimci­
nin de diğer insanlar gibi taraflı olduğunu savunur. Doğa bilim­
leri yahut toplum bilimlerinde nesnellik, bilim adamlarının zi­
hinlerinden daha çok eylemlerinde aranmalıdır.

Doğa bilimlerinde açıklama ile tarihsel açıklama arasındaki


ilişki sorunu üzerinde duran Popper, "sosyal bilimleri yöntem
bilgisindeki geniş sorunlar alanına, özellikle de tarihsel öndeği,
tarihsicilik, tarihsel determinizm ve tarihsel görelilik sorunlan­
na" getirdiğini bu sorunlann da daha genel düzeyde "dilsel göre­
lilik" de dahil determinizm ve görelilikle ilişkili olduğunu ifade
eder.64

Sosyal bilimler alanında Sosyoloji ve Antropoloji'nin birbirle­


rinin yerine geçtiklerini Sosyal Antropoloji'nin de uygulamalı
özel bilimlerden temel bilimlere ve Antropologun da alan araştır­
macılığından "ileriyi gören ve derin düşünen sosyal kuramcılığa
ve sosyal derinliklere inen psikologluğa terfi" ettiğini belirtir. An­
cak sosyal bilimciler içerisinde görülen bu değişikliğin çok cid­
diye alınmaması gerektiğini vurgular. Çünkü o, "bilimsel bir
alan gibi 'kendinde bir şey' (Ding-an-sich)"65 değildir.

Bir bilimsel kuramın iki temel özelliği vardır: Birincisi, "bi­


limsel bir problemi çözme girişimi"; ikincisi ise, "rasyonel eleşti­
riden geçen bir çözüm önerisidir . "66

Popper'e göre yalnızca gözlem yapan bilim yoktur. "A:z ya da


çok bilinçli ve eleştirel kurallar getiren bilimler vardır. Bu sosyal

63 A.g.e., s.87.
64 Popper. 1968. s.63.
65 Popper. 200 1 . s.84.
66 A.g.e . . s.9 1 .
Eleştirel Akılcılık 97

bilimler için de geçerlidir. "67 Psikolojiyi bir sosyal bilim olarak


görür. Düşüncelerimizin ve davranışlanmızın büyük oran da
sosyal ilişkilerin etkisinde olduğundan aile, dil ve taklit gibi ka­
tegoriler sosyal kategorilerdir. Ancak toplumu olduğu gibi psiko­
lojiye dayandırmak ya da açıklamak mümkün değildir. Yani sos­
yal bilimlerin temel bilimi psikoloji değil sosyolojidir. Sosyoloji,
psikolojiye bağlı olmaması ve insan davranışlannın istenmeyen
ve beklenmeyen sonuçlannı açıklamak zorunda olmasından do­
layı özerktir. Sosyal bilimlerde salt nesnel bir yöntemin olduğu­
nu ve öznel ya da psikolojik düşüncelerden bağımsız bir şekilde
geliştirilebileceğini savunur. "Durum Çözümlemesi Yöntemi"
üzerinde durur ve bu yöntem her ne kadar bireyselci bir yöntem
olsa da psikolojik olmadığını iddia eder. Çünkü ona göre bu yön­
tem "ilke olarak psikolojik anlan dışanda bırakır ve yerine nes­
nel durum ögelerini getirir". Bunlan da genelde "durum mantı­
ğı" olarak tanımlar. "Durum çözümleme" ölçütü Sosyal bilimler
için vazgeçilmezdir. Durum çözümlenmesi yönteminin en önem­
li özelliği "rasyonel ve görgül açıdan eleştirilebilir ve düzeltilebi­
lir olmasıdır."68

"Durum Mantığı"nın, genelde davranışlanmızın yer aldığı fi-·


ziksel dünyayı bize yeni bilgiler veren çareleri ve yeni öğrenme­
leri sunan fıziksel tepkileri kapsadığını, aynca diğer insanlann
ve sosyal kurumlann yer aldığı sosyal dünyayı da hesaba kat­
mak zorunda olduğunu belirtir. Görülüyor ki Popper "durum
mantığı"yla doğal varlık alanı ve tarihi varlık alanı ayırımına da­
yanan kategorize ediş biçiminin yerine her iki varlık alanının
olay ve olgulannı kapsayacak şekilde bir "durum mantığı"ndan
söz ediyor. Her iki alan (doğa bilimleri ve sosyal bilimler) için ay­
nı nesnel duruma dayalı bir bilim faaliyetini öngörür.

Popper, kendisini sorun çözücü bir felsefeci sayar ve sorun


çözücü felsefecilerin sayısının da az olduğunu söyler. Kendisinin

67 A.g.e., s.93.
68 A.g.e., s.95.
98 Bilgi Kuramı

çekinerek de olsa bir çok sorunu çözdüğünü belirtir. Örnek ola­


rak da, tümevarım sorununu verir ve "bunun için girişilen çö­
zümler, yeni, verimli başka problemler ortaya çıkarmıştır-zaten
bu hep böyledir"69 diyerek her çözülen problemin yeni, başka
sorunlar ortaya çıkardığına vurgu yapar.

O, Adorno ve Habermas'ın temel sorulan olarak "sosyolojide,


gerçek bilginin ve değerlerin birbirinden çözülemeyecek kadar iç
içe olduğunu (Mannheim'ın) iddia"lan olduğunu bunları da
Mannheimci bilim sosyolojisinin yanlışı olarak değil de, sıradan­
lığı ve önemsizliği olarak görür.

Popper'e göre tarihi anlamanın nesnel kuralı, (anlama kura­


mıdır ve bu kuram) "psikolojik yakıştırmalar yönteminden vazge­
çip, dünya üç kuramı üzerine yapılanmalıdır".70 Yöntem bilimsel
kuralları kararlar olarak ele alır ve bunları "görgül-bilim" oyunu­
nun kuralları olarak takdim eder. Bu kurallar satranç kuralları
gibidir ve mantık kurallarından farklıdır. Bilim oyununun kural­
larının incelenmesini de "bilimsel araştırmanın mantığı" olarak
tanımlar. Nedir? Bilim oyununun kuralları! Birincisi: "Bilimin
önermelerini artık daha fazla sınamayıp onları bütünüyle doğru­
lanmış kabul eden oyundan atılır" . 7 1 Oysa sınamaların sonu yok­
tur. Bilimin önermeleri sürekli sınanmalı, sınamaya açık olmalı­
dır. İkincisi: �Bir kez ortaya atılmış ve geçerliliği varsayımlardan
'ortada hiçbir neden olmaksızın' vazgeçilemez. 72 Ancak daha iyi
sınanabilen varsayımların bulunması veya varsayımların yanlış­
lanması gibi durumlarda vazgeçilebilir. Yöntem bilimsel olarak
nitelediği bu iki kuralı mantıksal kurallardan ayınr. Mantığın bir
önermenin sınanabilir olup olmadığını belirleyen kendi ölçütleri
vardır. Fakat bir önermenin sınanması için çaba gösterilip göste­
rilmediğinin üzerinde durmaz. Oysa Popper'e göre kuramların sü­
rekli sınanması gerekir. Eleştirel tutum hiçbir zaman terk edilme-

69 A.g.e .. s. 1 04.
70 A.g.e . . s. 1 8 1 .
71 Popper. 1998. s.77.
72 A.g.e . . s.78.
Eleştirel Akılcılık 99

melidir. Bir kuram için yeterli sınama sayısı yoktur. Çünkü kesin
doğrulara ulaşılamaz, (çünkü yaklaşık tahmini) doğrular vardır.

Popper'e göre fızik ötesi açıklamaların bilim dışı diye peşinen


mahkum edilmesi yanlıştır. Çünkü. önceleri fızik ötesi olan ama
daha sonra bilimsel buluş niteliği taşıyan açıklamalar vardır. Bu
tür gelişmelere şu örnekleri verir: ·Atomculuk; öz maddenin var
olduğu düşüncesi; Bacon'un düşsel olarak savunduğu dünya­
nın hareketi kuramı; ışığın ilk tanecik kuramı; elektriğin akış­
kanlık kuramı (bu kuram metal iletkenliğin elektron gazı varsa-
yımında yeniden ortaya atılmıştır)". 73

Popper'in bilim görüşünde yeni pozitivistlerin bilimi sağlam


ve organize olmuş bir bilgi bütünü veya önermeler topluluğu
olarak gören anlayışına karşı bir çıkışı vardır. Onun bilim görü­
şü "bilgi öğretisi (episteme) de değildir." Bilim "ne doğruya ne de
olasılığa" ulaşabilir. O, bilimin değerinin "yalnızca kullanılabilir­
liği oranında" da olmadığını söyler. Bu görüşleriyle pragmatik
anlayışın faydaya "kullanılabilirliğe" dayanan bilgi görüşünü de
tam olarak benimsemediğini gösterir. Ancak bilimsel bilginin
"doğruya ve olasılığa erişemese de yine de akılcı araştırma ve
doğruyu bulma merakı bilimsel buluşlar için en vazgeçilmez gü­
dü"74 olduğunu söyler.

Siyasal düşünceleriyle bilim görüşü arasında yakın bir ilişki


vardır. Bilimin özgür bir toplumda ve özgürlük ortamında geliş­
mesi mümkündür. Özgürlük yoksa bilimsel ilerleme de yoktur.
Bilim oyununda yer almak için yeni yaşantılar, duyusal yete­
neklerin geliştirilmesi veya birikim sağlamak veyahut özenli dü­
zenlemelerde bulunmak yeterli değildir. "Doğayı keşfetmenin tek
yolu, kumar oynayarak, savunulmamış ilk imgeleri ve cüretkar
düşünceleri ortaya atmaktır."75 İ lke cesurca ileri sürmek ve acı­
masızca çürütmektir.

73 A.g.e., s.313.
74 A.g.e. . s.314.
75 A.g.e., s.3 1 6.
100 Bilgi Kuramı

Popper'e göre, eski bilim anlayışıyla yeni bilim anlayışı ara­


sında çok temel farklılıklar vardır: "Eski ideal bilim, mutlak gü­
venilir bilgi artık idola olarak kalmıştır. Bilimde nesnelliğin
aranması koşulu bilimsel önermelerin geçici bir süre için geçer­
li olabilecekleri düşüncesine dayanır. Önerme sağlanmış olabi­
lir-ama her sağlama görelidir; yine geçici olarak saptanmış diğer
önermelerle kurulan bir ilişki, bir bağıntıdır. Ancak öznel kanı­
sal yaşantılarımızda ve inançlarımızda 'mutlak anlamda emin'
olabiliriz. "76

Ona göre bilimin bir sonu yoktur, bir tamamlanmamışlık söz


konusudur. Ama hiçbir zaman çözümsüz de değildir. "Bilimin
görevi, sürekli yeni, köklü ve daha genelleşmiş sorulan bulmak
ve geçici yanıtların sürekli yenileriyle ve katılarıyla sınamak­
tır. "77 Bilimde statükoculuğa karşıdır. Açıklamaların sürekli test
edilmesi, sınanması bir yana sorular da değiştirilmelidir.

Popper, Kant'a göre Newton'un biliminin klasik anlamda doğ­


ru, güvenilir ve yeterince temellendirilmiş bir bilgi olduğunu ve
bu bilginin olanaklı olmasını da aklımız ve duyu verilirimizin et­
kin biçimde işlemesi ve yorumlamasının ve doğrudan insansal
deneyimin eseri olarak görür. Ona göre klasik bilim düşüncesi
günümüzde de geçerlidir. Ancak Einstein'ın devrimiyle yenilen­
miş olarak Einstein'ın kuramı ne kazandırmıştır diye soracak
olursak: "Klasik anlamdaki bilginin, güvenilir bilginin, kesinliğin
olanaksız olduğunu göstermiştir" der ve bu gelişmenin Kant'ı
haklı çıkardığını çünkü "kuramlarımız özgür aklın eserleridir;
biz de bunları doğaya dikte ettiririz. Fakat doğruya erişmek, ne­
redeyse olanaksızdır ve ulaşıp ulaşamadığımız konusunda hiç­
bir zaman emin olamayız sadece tahmini bilgiyle yetinmek zo­
rundayız"78 der. Ona göre "bilim eleştirel bir uğraştır. Varsayım­
larımızı eleştirel biçimde sınarız. Hataları bulmak, hataları ayık­
layabilmek ve böylece doğruya daha da yaklaşmak için onları

76 A.g.e . . s.3 1 6.
77 A.g.e., s.3 1 7 .
7 8 Popper, 200 1 , s.5 1 .
Eleştirel Akılcılık 101

eleştiririz. "79 Doğrunun bir ölçütünün olmadığını ama doğru


arayışında rasyonel gelişmenin ve buna bağlı bilimsel gelişme­
nin bir ölçütü olduğunu kabul eder. Doğruya daha da yaklaş­
mak mümkündür. Bunun ölçütü olarak eleştiriyi görür.

Popper'e göre tüm büyük doğa bilimciler, bilimselcilik karşı­


tıdır. Bilimselcilik eleştirmenlerinin ise çok az bilgi sahibi olma­
larına rağmen "dogmatik, ideolojik ve otorite açısından doğa bi­
limlere karşıdırlar" . Oysa doğa bilimlerinin "nesnel ve ideolojik
olmayan bir gelişme, yani doğruya götüren bir gelişme ölçütüne
sahip olduğunu bilmezler·so diyerek bilimselcilik eleştirmenleri­
ni de eleştirir. Onun bilimin dogmatik bir kabullenişe tahammü­
lü olmadığı gibi bilimin bilgi eksikliğine bağlı yanlış yorumlan­
masına da tahammülü yoktur. O, dogmatikliğe olduğu gibi bilim
düşmanlığına da geçit vermez.

Popper, doğa bilimlerinde olduğu gibi sosyal bilimlerde de in­


determinist bir anlayışı benimser. Gelecekteki olaylan bilimsel
olarak önceden kestirmek mantıksal açıdan olanaksızdır. Bili­
min nesnelliği eleştiriden kaynaklanır.

Popper, bilim adamının faaliyetini "kuramlar ileri sürüp bun­


ları sınamak şeklinde" betimler. Bilim adamlarının yalnızca ku­
ramlar ileri sürmesi mantıksal bir çözümlemenin konusu olarak
görülmediği gibi, yeterli de değildir. Bu sanatta da bilimde de böy­
ledir. Bu bilgi mantığının konusuna girmez. Doğrudan psikoloji­
nin koqusudur. Çünkü bilgi mantığının olguların sorgulanmasıy­
la değil, geçerliliğin sorgulanmasıyla ilgili olduğunu belirtir.sı

Baurdouın'a göre Popper'in eleştirel akılcılığının üç erdemi


vardır ve bunlar şöyle sıralanabilir: Birincisi, "bilim faaliyetinde
yanlışlığa stratejik yer vermesi"dir; ikincisi, "bilgiyi kişisel kanı­
ların değil, toplumsallaşmış yöntemlerin, tartışmanın ve karşı­
lıklı fikir alış verişinin egemenliğine bırakmış olmasıdır." Üçün-

79 A.g.e . . s.53.
80 A.g. e., s.55.
81 Popper. 1 998. s.55.
1 02 Bilgi Kuramı

cüsü de, "belirsiz özlerin araştırılması çabası yerine bilişs-el et­


kinliği sorunların çözümüne yöneltmesidir. "82 Bourdouın'ın bu
yorumunu yanlışla, eleştir, sorun çöz biçiminde özetleye biliriz,
bu da Popper'in yaklaşımıyla örtüşür.

_Popper, eleştirel akılcılığı hem toplum bilimleri hem de doğa


bilimleri alanına uygular. O, toplum bilimleri alanında eleştirel
akılcı uygulamalarından dolayı toplum bilimciler tarafından
"yöntem bilimsel bireyciliğin" öncülerinden kabul edilecektir.
Poincare ve Duhem doğa bilimlerinde tümevarımın yetersizliğini
gösterirken, sosyal bilimlerle �lgili mantık ve tarih biliminde
araştırmacılar çalışmalarında hiçbir teorik sistemin empirik
olayların tümevarım metodu yardımıyla genelleştirilemediğini
ileri sürerler. Empirik temelden uzak soyut kuramsal modellerin
kurulması özünde olgulardan ve olaylardan uzaklaşma olarak
görülebilir mi? Buna vereceğimiz cevap hayırdır. Çünkü bunu
daha çok kuramsal kavrama yolundan bir önemli aşama olarak
kabul etmek gerekir.

Popper için bilimde önemli olan "daima açıklamalar, öndeği­


ler ve testlerle ilgilendiğimizi ve hipotezleri test etme metodunun
daima aynı olduğunu kavramaktır."83 Eğer hipotez test sonuçla­
rıyla uyuşmazsa çürütülmüş veya yanlışlanmış kabul edilir.

Popper, tarihsicileri tabiatçılık aleyhtarları ve tabiatçılık ta­


raftarları diye ikiye ayırarak ele alır. Tabiatçılık taraftarlarınca
"sosyolojinin de fızik gibi aynı zamanda hem teorik hem de em­
pirik olmayı amaçlayan bir bilgi dalı olduğu görüşü"nü benim­
seniyor.84 Popper'de bu görüşe katıldığını belirtiyor. Popper'in
burada kurguladığı pozitivistlerin, sosyolojiyi doğa bilimsel ilke­
ler ve yönteme göre kurma anlayışından pek farklı görülmüyor.
Yoksa bütün felsefesini neopozitivizrr.e karşı çıkış üzerine inşa
eden Popper, pozitivizmin temel tezleriyle örtüşüyor mu?

82 Jean Baudouın. Kari Popper, Çev: Bülent Gözkan, İ letişim Yayınlan, İ stanbul
1 993. s_53-54.
83 Popper. 2000. s. 1 27 .
8 4 A.g.e . . s.55.
Eleştirel Akılcılık 1 03

Popper, bilimin tarihilik özelliğine önemle vurgu yapar. "Bir


bilim için deneysel olmayan bir gözlemsel temel terim belli bir
anlamda daima tarihsel karakterdedir. Bu astronominin göz­
lemsel temeli için bile böyledir. Astronominin dayandığı olgular
rasathane kayıtlannda yer alır"B5 der.

O, doğa bilimlerinde çok büyük hatalar yapıldığını kabul


eder ve istenmeyen sonuçlannın önceden kestirilmesinin de
mümkün olmadığını ama yine de "bütün umudumuz doğa bi­
limlerdedir: Yöntem, yanlışlan düzeltmektir"B6 der. Batı toplum­
lannın iki yönden diğer toplumlardan daha iyi durumda olduğu­
nu birinin kitlesel yoksulluk, ikincisinin ise ceza hukukunda
yapılan iyileştirmeler olduğunu söyler. Birincisinin daha çok bi­
lim ve teknolojiye bağlı olduğunu; ikincisinin ise eleştirel aklın
hem bilimsel alandaki etkisi hem de sosyal hayat alanında, hu­
kuksal ve sosyal düzenlemelerdeki etkisiyle açıklayabiliriz.

Popper'e göre tek bilgi olmamasına rağmen yine de en iyi ve


en önemli bilgi doğa bilimsel bilgidir. Bu bilginin temel özellikle­
ri şunlardır:

1 . Bu bilginin çıkış noktasında sorunlar vardır.


2. Bu bilgi nesnel bir doğru arayışıdır.
3. Ama kesinlik arayışı değildir. s7

Popper. göreliliği savunan aydınlan eleştirir. "Görelilik, ay­


dınlann işlediği bir çok suçtan sadece biridir; akla ve insanlığa
ihanettir"BB der. Ve doğrulukla kesinliği birbirine kanştırdıklan­
nı kesinliğin derecelendirilebileceğini ve göreli olduğunu söyler.
Kendisine "olgucu" ve "bilimselci" ifadelerinin hakaret olarak
kullanıldığını bunun kendisini rahatsız etmediğini, ancak ken­
disini rahatsız eden şeyin bu ifadeleri kullananlann "hem neden
bahsettiklerini bilmeyişleri hem de gerçekleri çarpıtmalandır"

85 A.g.e .. s.57.
86 Popper. 200 1 . s.8.
87 A.g.e .. s. 1 3- 1 4.
88 A.g.e., s . 1 6.
1 04 Bilgi Kuramı

der. Bilime büyük hayranlık beslemesine rağmen kendisinin bi­


limci olmadığını çünkü bilimcinin bilimin otoritesine d_ogrrİatik
olarak inandığını oysa kendisinin hiçbir otoriteye inanmadığı gi­
bi her zaman dogmacılığa karşı mücadele ettiğini ve etmeye de
devam edeceğini, özellikle bunu bilimde yapağını söyler. Bilim
adamının ortaya attığı kurama inanmak zorunda olmadığını
kendisi için "yalnızca etikteki inanca inandığımı söyleyebilirim
ama yine bazı durumlarda nesnel doğrunun örneğin bir değer,
yani etik bir değer, belki de en büyük değer olduğuna; vahşetin
de en büyük değersizlik olduğuna inanıyorum"89 der. Kendisi
hakkında kuşkucu olduğu ve bu nedenle de kendisiyle çeliştiği
ya da anlamsız şeyler söylediği yolundaki eleştiriye karşılık da
"evet (mantıksal açıdan eş sözel olmayan) doğrunun genel bir öl­
çütünü yadsımakla, (klasik anlamda) kuşkucu olduğum doğru­
dur" der. Buna Kant, Wittgenstein hatta Tarski gibi bir çok dü­
şünürün başvurduğunu söyler ama günümüzdeki kuşkucular­
dan farklı olduğunu belirtir. Kendisini .ilgilendirenin "nesnel
olan akılcı nedenler"90 olduğunu belirtir.

Doğa yasalarının Platon'un ideaları gibi olmadığını söyleyen


Popper, doğa yasaları doğanın yapısal özelliklerinin tahmini be­
timlemeleri olarak izah edilebilirler der.9 ı Bilimsel metodun öde­
vini de "yerleşmiş gerçekleri elde etmektense, (geçici olarak öne­
rilmiş çeşitli teoriler arasından) yanlış teorileri eleyip ayıklama
diye formülleştirmek daha yararlıdır"92 diye belirtir.

Popper, doğa bilimleriyle toplum bilimleri arasındaki benzer­


liğe dikkat çeker ve bu benzerliğin sanıldığından çok daha fazla
olduğunu göstererek doğa bilimleri hakkındaki yanlış düşünce­
leri düzeltmeye çalıştığını iddia eder. Sosyal bilimlerle doğa bi­
limlerin karşılaştırmasını yapan yalnızca Popper değildir. Bu
karşılaştırmayı yapanlardan Althusser insan bilimlerinin isimle-

89 A.g.e . , s. ı 7.
90 A.g.e .. s. 1 7- ı 8.
91 Popper. 1 979. s. 1 96
92 Popper, 1 994. s.287.
Eleştirel Akılcılık 1 05

rtni hak edebilmelert için eksik olan şeyin teortk temel olduğu­
nu belirtirken Kuhn da Sosyal bilimlertn paradigmalannı oluş­
turamamaları olarak görür. Doğa bilimlertyle sosyal bilimlertnin
nesnelliği konusunda Kuhn'la Popper benzer düşüncelert ortaya
koyarlar.

Popper, doğa yasalarının temel özelliği olarak: "Doğa yasala­


n, tek tek olgularla karşılaştınldıklannda, zorunludur; ama
mantıksal eş sözel önermelerle karşılaştınldıklannda olumsal­
dır. Çünkü yapısal olarak farklı dünyalar-farklı doğa yasalarının
geçerli olduğu dünyalar-var olabilir. "93 Matematik kuramları
için de benzer bir değerlendirme yapar. "Matematik kuramları­
nın çoğu doğa bilimsel kuramlar gibi, varsayımsal-tümdenge­
limseldir. "94

Popper'e göre insan düzenli yapılar arar ve bunu tüm faali­


yetine taşır. Düzenli yapılar arama ve doğaya yasalar yerleştir­
me eğilimi, dogmatik davranışa yol açar ve her yerde düzenlilik­
ler bekler, olmadıkları yerde bile onlan bulmaya çabalar.95 İn­
san, kaos, kargaşa ve anomaliden pek hoşlanmaz; uyum, düzen
ve sistem arar.

Onun felsefesinde eleştirel tartışma bilimsel süreci yönlendi­


rtcidir. "Amaç, eleştirel tartışmanın ışığında doğruya giderek da­
ha fazla yaklaşan teortlert keşfetmektir. "96 Bilimsel faaliyette bi­
limin yöntemi olan eleştirel tartışma yönteminden daha "rasyo­
nel" hiçbir şey yoktur. 97

93 Popper. 1 998, s.513.


94 Popper. 200 1 . s. 7 1 .
95 Popper, 1 968. s.49.
96 Popper, 1 970, s.57
97 Popper. 1 979. s .. 27.
iV. BÖLÜM
ÔZNEILİK NESNEILİK SORUNUNA
ÜÇ DÜNYAU YAKLAŞIM

Popper, üç dünya kuramıyla nesnel bilgi ile öznel bilgi anla­


yışlarını tartışır. Öznellik ve nesnellik felsefe tarihi bilgi kuramı
içerisinde önemli bir problemdir. Bilgi kuramında ve genel ola­
rak da felsefe tarihinde özne veya nesneden hareketle düşünce
sistematiğinin oluşturulması veya tartışılmasına dayanır.

Öznellik ve nesnellik sorunu hem geleneksel bilgi kuramında


hem de bilimsel bilginin gelişiminde karşımıza çıkar. Popper, bu
sorunun çözümü için üç dünya kuramını geliştirir. Bizde buna
dayanarak sorunu üç alt başlık şeklinde incelemeyi ve tartışma­
yı uygun gördük.

a. Geleneksel Bilgi Kuramı ve Popper


İlkçağdan itibaren bilimin kurulmasında Eidos ve Logos kav­
ranılan göze çarpar. Eidos deneysel bilgiyi, Logos ise akla daya­
nan bilgiyi ifade eder. Bilimin olabilmesi için hem Eidos hem de
Logos olmalıdır. 1 Bilgi kuramı, felsefe tarihi içerisinde bu iki
kavrama temellenen Empirizm ve Rasyonalizm tartışması olarak
karşımıza çıkar. Bilgide bunların hangisi üstündür? sorusunun
cevabı halen tartışmalıdır. Ancak bilgi kuramında dönem dönem
birinin diğerine galebe çaldığı da bir gerçektir. İlkçağda Sokra­
tes'te akılsal bilgi daha değerliyken Aristo'da ise bilgi hem dene­
ye hem de akla dayalıdır .Yani her ikisi de değerlidir. Ancak Ba­
con'la başlayan ve Hobbes, Locke, Hume ile deneysel bilgi öne
çıkarken; Descartes, Spinoza ve Leibniz geleneğinde ise akli bil­
gi önemli sayılmaktadır. Kant ise bu iki yaklaşımı sentezleyerek

1 Nusret Hızır. Bilimin IşığLrtda Felsefe, Adam Yayınlan, İstanbul, 1985, s.3 1 .
1 08 Bilgi Kuramı

bilgi kuramında yeni bir dönemi de başlatır. Bilgi duyusal ve


akılsal ögelerle oluşur. Bu defa da öznellik nesnellik sorunu
farklı bir boyutta öne çıkar. Aşılması zor ve tartışılmasına devam
edilen bir sorundur. İşte Popper bu sorunu aşmak için bilen öz­
neden bağımsız bir epistemilojiden söz eder ve Popper bu dü­
şünceyi temellendirmek için üç dünya kuramını temel alır.

Popper, Objective Knowledge nin önsözünde kısaca öznel bil­


'

gi ve nesnel bilgiye bakışını ve amacını ortaya koyar:

Bu kitaptaki denemeler, Aıistoteles'e değin geriye izlenebilecek bir


gelenekten- bilginin sağduyu kuramı geleneğinden-kopmaktadır.
Ben sağduyuya çok hayranım; ama bunun özünde, kendi kendisini
eleştirmeye bir yeti olduğunu düşünüyorum. Fakat sağduyucu ger­
çekliğin özce doğruluğunu sonuna değin savunmaya hazır olduğum
halde, sağduyucu bilgi kuramını öznellikçi bir gaf sayıyorum. Bu gaf,
Batı felsefesine egemen olmuştur. Ben bunu kazıyıp silmeye ve onun
yerine, önce oranlamaya dayalı bilginin nesnel bir kuramını getirme­
ye kalkışıyorum. Bu cüretli bir yaklaşım olabilir, ama onun için özür
dileyecek değilim.2

Popper, öznel ve nesnel kavramlarından anladığının Kant'ın


benimsediği tarza yakın olduğunu belirtir. Kant'ın Mnesnel söz­
cüğünü, bilimsel bilgilen (bireyin iradesinden bağımsız) savunu­
labilir olarak nitelendirmek amacıyla" kullandığını kendisi ise
M . . . bilimsel kuramları, savunulabilir (doğrulanabilir) olarak de­
ğil, sınanabilir olarak" kabul eder. MBilimsel önermeleıin nesnel­
liği, önermeleıin özneler arası 'intersubjective' sınanabilir olma­
sı koşuluna bağlıdır"3 der.

Popper, daha öğrencilik yılları ve öğrencilik sonrası lisede


matematik ve fızik öğretmenliği yaparak geçimini temin ettiği
dönemde bilgi konusundaki görüşlerini oluşturmaya başlamış
hatta düşüncelerinin temellerini büyük oranda belirlemiştir.
Örneğin, erken yaşlarda tanıştığı Marksist düşünceyi daha on-

2 Popper. 1 979, s.Vll.


3 Popper. 1998. s.68.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 109

yedi yaşındayken bir kuramın bilimselliğinin ölçütü nedir? diye


sorgulamaya başlar ve Einstein'ın kuramında olup, Marksizm
de olmayanı tartışır ve bilimsel bulmadığı Marksizimle yollarını
ayırır.

O, geleneksel felsefeyle çok erken hesaplaşmaya başlar. Bi­


limsel Keşfm Mantığı'nın ilk İngilizce baskısının önsözünde dil
çözümleyicilerinin kendisi için önemli olduklarını bunun yalnız­
ca onlara karşı olmasından dolayı değil, onların akılcılık gelene­
ğinden bir şeyleri sürdürüyor görünmelerinden dolayıdır der.

Dil çözümleyicilerinin gerçek felsefi sorunlar olmadığı veya


olsa bile bunların dilin kullanımına ve sözcüklerin anlam ve im­
lemlerine ait sorunlar olduğuna inandıklarını oysa düşünen
tüm insanları ilgilendiren en az bir felsefi sorun olduğunu, bu­
nu evren bilim sorunu yani dünyayı anlama sorunu olarak or­
taya koyar. Bu sorun bilgi problemi olarak karşımıza çıkar. On­
da esas sorun varlığı bilmek, anlamaktır. Yoksa dil çözümleyici­
lerinin iddia ettikleri gibi yalnızca dilden kaynaklanan yanlış an­
lamalar değildir.

Dil çözümleyicilerinin kendilerini, yalnızca felsefeye ait bir


yöntem uygulayıcıları olarak görmelerini eleştirir. O, "yalnızca
felsefeye özgü ve felsefe için önemli bir yöntem yoktur"4 der.
Yöntem konusunda çoğulculuğu benimser. Felsefecilerin de di­
ğer insanlar gibi kendilerini başarıya götürecek tüm yöntemleri
seçebileceklerini savunur.

Bilgi probleminde, bilgimizin nasıl arttığını ya da geliştiği so­


rusu asıl sorundur. Bu soruyu cevaplamak için de bilimin geli­
şimini araştırmak gerekir. Onun bilgi felsefesi bir bakıma bilim­
sel bilginin gelişimini araştırma problemidir. Dil üzerine yapıla­
cak çalışmalar bilimin gelişimi konusunda aydınlatıcı olamaya­
caktır. "Mantıksal Çözümleme" ve "Dil Çözümlemesinin" işe ya­
ramaz olduğunu savunmadığını ancak bu yöntemlerin tüm fel-

4 A.g.e., s.28.
l 10 Bilgi Kuramı

sefeciler için yararlanılacak diğerlerinden üstün tutulacak biri­


cik felsefe için vazgeçilemez yöntemler olmadığını belirtir. Pop­
per. felsefi faaliyeti dil çözümlemesine indirgemeye çalışan Viya­
na Çevresi düşünürlerinin felsefenin asıl yönteminin dil çözüm­
lemesi olduğu yönündeki görüşlerini artık pek savunmadıkları­
nı bu konuda yaklaşımlarının "boyun eğme ya da umutsuzluk
görüntüsü sergilemek"5 şeklinde olduğunu iddia eder. "Neopozi­
tivizm öldürülmüştür" ve katili olarak da kendisini ilan eder.
Ona göre bilgi problemi iki farklı yönden ele alınabilir: "(l) Sağ­
lıklı insan aklının günlük yaşama ilişkin bilgisinin sorunu ola­
rak ("Common sense") ya da (2) Bilimsel bilginin sorunu ola­
rak. "6 Onun için bilim ve felsefenin esas problemi dünyayı, evre­
ni anlama problemidir. Yani bilgi problemidir. Bilim ve felsefey­
le ilgilenmesinin nedeni budur. O, bilgi denilince daha çok bi­
limsel bilgiyi anlar. Ama bu bilgiyle yetinmez ve kendi bilgi ala­
nını bilimsel bilgiyle sınırlandırmaz ve genel olarak bilgi teorisi
ile ilgileniyor gibidir.

Popper'e göre "kendilerini belli bir felsefi yönteme bağlı gör­


meyen; kuramlarını, bilimsel sorunların, kuramların ve yöntem­
lerin çözümlenmesine sıkıca bağlı olarak geliştiren ve bilimsel
tartışmaları en önemli kaynak olarak kullanan bilgi kuramcı­
lar"7 olarak Batı dünyasının son iki yüzyıldaki en önemli filozof­
larının hemen hemen tümünü sayar: Kant, Whewell, Mili, Peir­
ce. Duhem, Poincare, Meyerson, Russell ve "geliştirdiği kuram­
ların bazı evrelerinde Whitehead'ı" hatta akılsal bilginin düşma­
nı olarak gördüğü Berkeley de aynı gruptadır. Temel problem
alanı olarak bilimsel sorunlar, kuramlar ve yöntemlerin çözüm­
lenmesine çalışan adı geçen filozofların çalışmalarında bu du­
rum açıkça görülmektedir. Ele aldıkları problem alanı belli bir
felsefi yöntemle çözülecek nitelikte olmadığı için de tavırları uy­
gun gibi görünmektedir.

5 A.g,e. s.32.
6 A.g.e., s.3 1 .
7 A.g.e . . s.35.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 111

İngiliz empiıistleıine karşı olma nedenini şöyle açıklar: "Ön­


sel 'a priorf olarak geçerli, kabul edilebilir ya da savunulabilir bi­
reşimsel önermelerin var olduğuna inanmasam da, Kant'ın bilgi
kuramına getirdiği katkıları temel ve hatta belirleyici görmem­
dir; yani (gerçek) bireşimsel önermeler arasında, onlann, hem
görgül olarak sınanabilir türde ve bu nedenle de doğa bilimleri­
ne ait varsayımlar, hem de görgül olarak sınanamaz bundan do­
layı da 'fizik ötesi' olarak nitelenebilecek varsayımlar olduğuna
inanıyorum"8 der.

Popper'in epistemolojisine göre "tüm bilgi yalnızca tahmini


bilgidir. Farklı tahminler ya da varsayımlar sezgisel buluşlar;
yani önsel bilgidir. Bunlar deneyimle, acı deneyimlerle, ayıklanır
ve yeline, daha iyi tahminler yürütülerek yenileri aranır. . : Ade­
ta, akustik radarlarıyla yönlerini bulan yarasalar gibi her zaman
tetikte olmalıyız. "9

Popper'in bilginin kaynağı konusundaki gön1şleıi oldukça il­


ginçtir. Doğuştan gelen fikirler kuramını saçma bulur ama her
organizmanın doğuştan gelen tepkileri veya karşı koyrnalannın
olduğunu da savunur. Örneğin yeni doğmuş bebeğin beslenme­
yi, korunmayı ve sevilmeyi beklediğini ve beklentiyle bilgi ara­
sındaki sıkı bağıntıyı da düşününce, hiç de akla aykın düşme­
yen bir anlamda; doğuştan bilgiden bile bahsedilebileceğini be­
lirtir. Ancak bu bilginin a priori olarak geçerli olmadığını çünkü
"doğuştan gelen bir beklenti, ne kadar güçlü ve özgür olursa ol­
sun yanlış çıkabilir." Örneğin bebek sokağa bırakılabilir ve aç­
lıktan ölebilir. Ona göre a priori olarak geçerli olmamakla birlik­
te biz bazı beklentilerle doğarız. "Bu beklentilerin en önemlile­
rinden bili de düzenli yapılar bulma beklentisidir." Doğuştan ge­
len bu beklenti bizi düzenlilikler aramaya zorlar. "Bu içgüdüsel
ve psikolojik olarak a priori, düzenlilik bulma beklentisi" 10nin
Kant'ın a priori olarak geçerli saydığı "nedensellik yasası"na

B A.g.e .. s.38.
9 A.g.e .. s.596.
10 Popper. 1 968. s.47.
1 12 Bilgi Kuramı

denk düştüğünü söyler. Düzenlilikler bulma beklentisinin de


yalnız psikolojik olarak a priori olmadığını aynı zamanda man­
tıksal olarak da a priori olduğunu ve her türlü gözlem yaşantı­
sından önce geldiğini belirtir. Bu anlamda tüm gözlemlerinde
benzerliklerin ya da farklılıkların görülüp tanınmasını içermesi­
ni gerektirir. ' ı Bu düşünceden düzenlilikleri çevremize kabul et­
tirme arzumuzu doğuştan getirmekte olduğumuz gibi bir sonuç
çıkmaktadır. Ama bilgi sürecinde düzenliliklere ilişkin bir araş­
tınnanın başarılamayacağı bir çok gerçek dünyalar vardır. Hat­
ta bilimsel faaliyetlerle bilmeye çalıştığımız dünya da bile bilgi
arayışının doğabildiği ve başarılabildiği koşulların oluşması ne­
redeyse sonsuzcasına olanaksız görünmektedir. 12 Aynca daha
öncede ifade ettiğimiz gibi Popper'e göre bilgisizliğimiz ulaştığı­
mız her yeni bilgiyle de büyümekte ve dolayısıyla her zaman ce­
vaplarımızdan çok sorularımız olacaktır.

Popper'e göre nesnel bilgi eleştirilebilir öznel bilgiyse, yalnız­


c.ı nesnel olduğunda eleştirilebilir hale gelir. Öznel bilgi ne dü­
şündüğümüzü söylediğimizde, yazdığımızda ya da ilan ettiğimiz­
de nesnel olur. ı3 Söylenen ya da yazılan söz, ifade veya bilgi var­
lık sferinde yerini alır. Artık o öznenin malı değildir, varlık sferi­
ne aittir. Popper'in öznellik ve nesnellikle ilgili mantığı budur.
Kamuyla paylaşılanı nesnel kabul eder.

Bilgi kuramcılarının hatasının öznel deneylerden yola çıkma­


ları olduğunu çünkü öznel deneylerden yola çıkılınca nesnel ile
öznel bilgi arasında ayının yapamadıklarını belirtir. İnançlar
arasındaki ayrımların kendisinin nesnelci bilgi kuramıyla ilgisi­
nin olmadığını; bunların tümevarıma ilişkin psikolojik sorunu
ilgilendirdiğini iddia eder. 1 4 Bilginin psikolojisi veya subjectifliği
yerine bilginin mantığı veya objektifliğini savunur. Bu konuda
Kuhn'un "Keşfin Mantığı mı Araştırmanın Psikolojisi mi? "soru-

11 A.g.e., s.48.
12 Popper. 1979. s.23.
13 A.g.e . . s.24.
14 A.g.e., s.25-26.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 13

sunun cevabı olarak "keşfin mantığının araştırmanın psikoloji­


sinden öğrenecek çok az şeyi varken, araştırmanın psikolojisinin
keşfin mantığından öğrenecek çok şeyi vardır" 15 der.

Popper, diğer insanlar gibi felsefecilerin de gerçeği ararken


kendilerini başarıya götüreceğini düşündükleri tüm yöntemleri
seçebileceklerini; yalnızca felsefeye özgü ve felsefe için önemli bir
yöntemin olmadığını iddia eder. Herhangi bir yöntem bilimsel ve
akılcı bir araştırmada ne kadar önemliyse felsefe içinde aynı de­
recede önemlidir. Ancak bilgi kuramının asıl sorunu olarak gör­
düğü bilginin nasıl geliştiğiyle ilgili "yapılacak en iyi iş(in) de, bi­
limin gelişimini araştırmak" olduğunu dile getirir ve dil kullanı­
mının veya dil dizgelerinin incelenmesiyle bilimin gelişiminin
açıklanabileceğine inanmadığını belirtir. 1 6 Popper, bu düşünce­
lerinde haklıdır. Bilginin ne olduğunun onun önermelerinin
mantıksal çözümlenmesinin yapılarak anlaşılması mümkün de­
ğildir.

Popper'in gerçeğe ulaşmak mümkün müdür? diye yöneltile­


bilecek bir soruya yanıtı gayet açıktır: "Gerçeğe yaklaşmak ola­
sıdır. İşte bilgi kuramsal karamsarlığa yanıtım buydu. Buna
karşın, bilgi kuramsal iyimserliği verdiğim yanıtta şuydu: Kesin
bilgiye ulaşamayız. Bilgimiz eleştirel bir bulmacadır; varsayım­
lardan oluşmuş bir ağ; sanılardan dokunmuş bir kumaştır" ı 7
der. Bir taraftan gerçeğe ulaşmak olasıdır derken diğer taraftan
da kesin bilgiye ulaşılamayacağını söyler. Görülüyor ki o, gerçe­
ğe ulaşma yanlısı ama bunu pek olası görmüyor.

Bilgi kuramını bilimsel bilginin kuramı olarak kabul eden


Popper, bilgi kuramıyla ilgili üç tez ileri sürer: Birinci tezinde ge­
leneksel bilgi kuramının bilgiyle düşünceyi öznel anlamda "bili­
yorum" ya da "düşünüyorum" sözcüklerinin sıradan kullanışla­
n olarak incelediğini bunun da bilgi kuramı öğrencilerini kesin-

15 Popper. 1 970. s.58.


1 6 Popper, 1 998, s.28.
17 A.g.e., s.40-4 1 .
1 14 Bilgi Kuramı

likle ilgisiz şeylere götürdüğünü savunur. Onlar, bilimsel bilgiyi


öğrenmek yerine bilimsel bilgiyle hiç ilgisi olmayan farklı şeyleri
öğrenirler. Bilimsel bilginin yalnızca "biliyorum" sözcüğünün sı­
radan kullanımı anlamında bilgi olmadığını "biliyorum" anla­
mındaki bilginin ikinci dünyaya ait olduğunu oysa bilimsel bilgi
üçüncü dünyanın nesnel kuramların nesnel sorunların ve nes­
nel akıl yürütmeleıin dünyasında yer alır. Böylece ilk tezinde
Locke'un, Berkeley'nin, Hume'un, hatta Russell'ın geleneksel
bilgi kuramının kelimenin tam anlamıyla yersiz olduğunu ayn­
ca çağdaş bilgi kuramının da önemli bir bölümünün aynı şekil­
de yersiz olduğunu belirtir ve çağdaş bilgi mantığını da bu an­
lamda eleştiıir. Ancak bilgi mantıkçısının bilimsel bilgi kuramı­
na katılmayı amaçlamadığını açıkça belirtmesi durumunda eleş­
tirisinden kurtulabileceğini ifade eder. 1 B Çünkü her ne kadar
"benim ilgi alanım sadece bilimsel bilgi teorisi alanında değil,
daha ziyade genel anlamda bilgi kuramı konusundadır" 19 dese
de ilgisi büyük oranda bilimsel bilgiyedir.

O, bilinci tezinde bir zihin durumunu içeren öznel anlamda


bilgi ya da düşünceyle sorunlar, kuramlar, akıl yürütmelerden
oluşan nesnel anlamda bilgi ya da düşüncenin var olduğunu or�
taya koyar. Nesnel anlamdaki bilginin birinin bilme tarzından
bütünüyle bağımsız olduğunu ve bu bilgiyi "bilen bir özenin ol­
madığı bilgi" olarak betimler.20 Bilinci tezinde geleneksel bilgi
kuramını ikinci dünyasına ait öznel anlamda bir bilgi olarak de­
ğerlendirir ve bu bilginin bilimsel bilginin incelenmesiyle ilgisinin
olmadığını savunur. Bu konuda Popper'in eleştirisine hak verme­
mek mümkün değildir. Ancak geleneksel bilgi kuramı olarak de­
ğerlendirdiği yaklaşım, kendisini bilimsel bilginin kuramı olma­
makla zayıf kılmak yerine bilakis daha güçlü kılmıştır. Çünkü bi­
limsel bilgi bilgi, türleri içinde yalnızca biridir. Geleneksel bilgi ise
diğer bilgi türlerini de içereceği için daha kapsamlıdır.

18 Popper. 1 979. s. 1 08.


19 Popper. 1 968. s.2 16.
20 Popper. 1 979. s. 109.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 15

İkinci tezi ise, nesnel bilgilerden oluşan büyük özerk bir


üçüncü dünyanın bilgi kuramı için önemli olduğudur. Üçüncü
tezi de, üçüncü dünyayı inceleyen nesnelci bilgi kuramının öz­
nel bilince ilişkin ikinci dünyayla ilgili aydınlatıcı etkisinin ola­
bileceği hakkındadır. Bu üç temel tezine destekleyici olarak üç
tez daha ileri sürer. Bunlar: ( 1 ) Üçüncü dünyayı insanın doğal
bir ürünü olduğu, (2) Üçüncü dünyanın etkileşimine rağmen
çok özerk olduğu, (3) Üçüncü dünyayla etkileşimimiz sayesinde
nesnel bilginin geliştiğidir.21 (Üç dünya kuramıyla ilgili daha ge­
niş bilgi dördüncü bölüm üçüncü kısımda verilecektir)

Barnes, Popper'in epistemolojisini bir ahlak kanununa ben­


zetir ve "Popper'ci epistemolojinin yerine getirilmesi imkansız
(ve nahoş) buyruklarını yanlışlamak her zaman çok kolaydır"22
der. Gerçekte Barnes'in dediği gibi Popper'in epistemolojisi bir
ahlak kanunu mudur? Popper'in normatif bir epistemolojiye sa­
hip olduğu doğrudur. Ama yanlışlanmasının çok kolay olduğu­
na katılmak pek olası değildir. O, epistemolojisini bilimsel bilgi­
ye dayandırmıştır. Ve Magee "Popper'in bilim görüşü bilimin ta­
rihine tıpa tıp uymaktadır"23 demektedir. Bilim tarihine çok sık
başvurduğu ve argümanlarını doğrulattığı kolayca gözlemlen­
mektedir.

Popper'in geleneksel bilgi kuramına ilişkin eleştirisinden Pla­


ton da nasibini alır. Popper, Theaitetos için "besbelli amacı olan
bilgi sorununu çözme yolunda bir çaba olarak, bu güzel diyalog
tam bir başarısızlıktır"24 der. Ancak bütün eleştirilerine rağmen
Platon için "bütün filozofların en büyüğü olduğu görüşü"nün de­
ğişmediğini de belirtir25 ama bilgi kuramına ilişkin eleştirisi ol­
du �ça acımasızdır.

2 1 A.g.e .. s. 1 1 1 - 1 1 2 .
22 Barry Bames. Bilimsel Bilginin Sosyolojisi. Çev: Hüsamettin Arslan, Vadi Ya­
yınlan. Ankara l 995, s. 1 49- 1 50.
23 Bryan Magee. Kari Popper'in Bilim Felsefesi ue Siyaset Kuram� Çev: Mete Tun­
çay, Remzi Kitabevi, İ stanbul 1993, s.26.
24 Popper. 1 994, s.329.
25 A.g.e .. s.344.
1 16 Bilgi Kuramı

Geleneksel bilgi kuramını ikinci dünyayla ilişkilendirir. Bu bil­


gi inançla ilgilidir. Bu tür bir inanç felsefesi de bilimsel kuramla­
rı eleştirip onları açıklayamaz. Hatta açıklamaya bile çalışmazlar.
Onun için bilimsel kuramların yanlışlarını eleyecek bir faaliyet
gerekir.26 Bu faaliyet dünya üç'e aittir. Bilgi kuramı özel bir öner­
menin empirtk içerikli olup, olmaması veya sınama yöntemlerinin
nasıl olacağıyla doğrudan ilgilenmez. Bunlar daha çok bilimsel
araştırmanın mantığıyla, bilimin işleyişiyle ilgili sorunlardır.

Bilgi kuramının temel kavramlarından birisi de doğruluk


kavramıdır. Popper'e göre doğruluk "bir önerme, gerçeklerle ör­
tüştüğü ya da uyuştuğu sürece ya da olaylar, önermenin betim­
lediği biçimde geliştiği sürece, 'doğrudur'. İşte sözünü ettiğimiz
ve herkesin kullandığı mutlak ya da nesnel doğruluk kavramı
budur. Zaten modern mantığın en önemli sonuçlarından biri de
bu mutlak doğruluk kavramını büyük bir başarıyla ıslah etmiş
olmasıdır."27 Popper'in Tarski'ye eserlerinde yer vermesinin ne­
deni de onun doğruluk kavramını ıslahı ve modern matematik­
sel mantığın, felsefesinin en önemli sonucu olarak değerlendir­
mesidir. Çünkü Tarski, "önermenin olgularla neden bağdaşma­
sı gerektiğini akla gelebilecek en basit ve en inandırıcı biçimde
açıklamayı başarmıştır"28 der. Popper'in üzerinde Tarski'nin
önemli etkisi vardır. Açık Toplum ve D üşmanlan nda Platon ve
'

Hegel'e atıf yaparak devlet felsefesin de doğru neye denilmelidi­


ri tartışmakta ve bu tartışma kendisi için "'mutlakçı' bir doğru­
luk-yanlışlık teorisine bağlı olduğuma işaret etmektedir; buna
göre, bir önerme betimlediği olgulara uygun ise (ve ancak uygun
ise) doğrudur. Doğruluk-yanlışlığın bu 'mutlakçı' ya da 'uygun­
lukçu teorisi' (Aristoteles'e kadar geri gitmekle birlikte), ilkin A.
Tarski tarafından açıklıkla geliştirilmiştir. . . ve onun semantik
dediği bir mantık teorisinin temelini oluşturur"29 der. Kendi doğ­
ruluk teorisini Bilimsel Keşfin Mantığı'nda ortaya koyduğunu

26 Popper. 1979, s. 1 22.


27 Popper. 200 1 , s.9 1 .
28 A.g.e . . s.92.
29 Popper. 1994, s.275.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 17

ancak Tarski'nin semantiğini tanıdıktan sonra teorisinin ilkel ve


yetersiz olduğunu vurgular. Gerçekten de Popper'in da itiraf et­
tiği gibi onun doğruluk üzerine açıklamaları yeterli değildir. (Biz­
de burada ayn bir konu olduğu için doğruluk kuramlarına de­
ğinmedik) Popper'in üzerinde durduğu ikinci kavramı "açıkla­
ma"ya gelince; bu açıklamanın adını "nedensel açıklama" olarak
koyar. "Her açıklamanın mantıksal temel şeması, öncülleri, ku­
ramdan ve çıkış noktası koşullarından türeyen, vargısı da expli­
kandum olan mantıksal tümdengelimli çıkanmdır."30 Ele aldığı
bu iki kavramı "doğruya yaklaşma" ve "bir kuramın açıklama
gücü ya da açıklama içlemi" olarak tanımlar.

Popper, bilimsel gelişme ölçütünün doğruya yaklaşma ölçü­


tü olarak değerlendirilebileceğini savunur. Çünkü "bilimin hede­
fi doğruya ulaşmaktır: Bilim doğru arayışıdır".3 ı Bilim insanının
amacının nesnel doğruya ulaşmak olduğunu belirtir; "daha doğ­
ruya, daha ilginç doğruya, daha iyi anlaşılır doğruya. Mantıksal
amacımız, kesinliğe varmak olamaz. İnsansal bilginin yanlış ola­
bileceğini kabul edersek, doğru konusunda hiçbir zaman emin
olamayacağımızı da anlamış oluruz . . . Bir şeyi asla kesin olarak
bilemeyeceğimizden, kesinlik arayışından söz etmek olanaksız­
dır; ancak doğru arayışından söz edebiliriz; bunu da her şeyden
önce düzeltmek için girişilen hata arayışı ile gerçekleştiririz" der.
Bilimsel bilginin varsayımsal tahmini bilgi olduğunu ve yöntemi­
nin "eleştirel yöntem" olduğunu kabul eder. Bu yöntem "doğru
arayışıdır"; doğruyu bulmak için de "hataların ayıklanması yön­
temidir" der. Doğru nedir? sorusuna karşılık da "kuramın be­
timlediği durum gerçekle örtüşüyorsa. o kuram ya da önerme.
doğrudur" cevabını verir. Aynı şekilde Kant'ın da "bilginin nes­
nesiyle özleşleğidir" şeklinde cevapladığını söyler. 32

Popper'e göre "doğrunun hiçbir ölçütü yoktur; doğruya ulaş­


mak olsa bile bunun doğruluğundan emin olmayız" ama "doğru

30 Popper. 200 1 . s.92.


31 A.g.e .. s.53.
32 A.g.e . . s. 1 4- 1 5.
1 18 Bilgi Kuramı

arayışında rasyonel gelişmenin bir ölçütü ve bu nedenle de bi­


limsel gelişmenin bir ölçütü"33nün olduğu görülür. Bu durumda
da bilimsel gelişmenin ölçütü nedir? Sorusu akla gelir. Bu da
kuram seçimiyle gelişen bilimin daha iyi sınanabilen ve daha
çok şey açıklayan kuramın tercih edilmesi anlamına gelir ki, bu
da daha önce ifade ettiğimiz gibi Popper'de doğruluk hem ulaşı­
lamayacak bir ölçüt hem varsayılan bir değerdir.

b. B1lglıı1n Gelişimi
Popper, bilginin evrimini kabul eder. Önceki bölümde söylen­
diği gibi o, bilgi denilince bilimsel bilgiyi anlar. Doğal olarak da
bilginin gelişimi bir bakıma bilimsel bilginin gelişimidir. Bilimsel
bilginin gelişimin araştırmak: bilimin işleyişini (bilimsel süreçle­
ri), mantığını, özelliklerini (öznellik, nesnellik gibi) araştırmaktır.
Popper, geleneksel pozitivizmi temel tezlerine karşı çıkar. Gözlem
ve deneyle başlayan tümevarımsal genellemelere ulaşan ve ora­
dan bir hipotez aşamasına gelen ve hipotezin doğrulanmaya ça­
lışılması şeklinde devam eden ve kanıtlamayla bilgiye ulaşan sü­
reci reddeder. Ona göre bilgiye ulaşma bir problemle başlar ve çö­
zümlenmemiş soruna önerilen yeni bir kuramla devam eder. Bu
yeni kuramda tümdengelimsel yolla yeni önermeler elde edilir ve
bu önermeler sınamaya tabi tutulur. Sınamada deney ve gözlem
yoluyla kuram yanlışlanmaya çalışılır ve birbiriyle yarışan ku­
ramlardan birinin tercihiyle süreç geçici olarak tamamlanır.

D'Amico, Popper'in bilgi teorisi için:

Popper'in bütün tartışması bir tarihselcinin onun problem çözme ve


rasyonelite metodunun teleolojik olarak günümüzde olgunlaşan bir
metot olduğu iddiasına dayanır. Dolayısıyla bilimin hikayesi kültür
ve psikolojinin az önem taşıdığı bir rasyonel hikayedir. Ama böyle bir
konu kayıp bir mektup gibi tarihte keşfedilmez. o normatif ve düzen­
li bir şekilde bilgi teorisi ve tarih teorisine dayanarak oluşturulur.
Popper'in teorik varsayımlan bir gelenektir. 34

33 A.g.e., s.52.
34 Robert D'Arnico, Hisloricism and Konwledge. Routledge, New York 1 989, s. 1 1 7 .
Öznellik Nesnellik Sonınuna Eleştire l Yaklaşım 1 19

Popper, bilimsel metodun ödevini "yerleşmiş gerçekleri elde


etmektense (geçici olarak önerilmiş çeşitli teoriler aras ında) yan­
lış teorileri eleyip ayıklama diye formülleştirmek daha yararlı­
dır35 diyerek bilimsel metodun sürekli yeni keşiflere yeni bilgile­
re yönelmesinden yanadır. O, "bilimsel gelişmelerde yeni bilgile­
re ulaşmanın tek yolu, deney değil de kuram, gözlem değil de ta­
sarım olduğunu söylesek de, verimli olmayan yollardan kaçın­
mamız, daha önce izlenmiş yollardan ayrılmamız konusunda bi­
zi uyaran ve bize yeni yollar aramamız gerektiğini gösteren, yine
deneysel çalışmalardır"36 der. Her ne kadar gözlem ve deneyin
yerine kuramın önceliğini vurgulasa da deneysel çalışmalarla el­
de edilen katkının ve verimliliği artırıcı etkisinin de göz ardı edil­
memesi gerekir.

Popper'in bilgi kuramında temel sorun bilgimizin nasıl geliş­


tiğidir ve bu soruna çözümünü: "Biraz fazlaca basitleştirilmiş bir
dörtlü deneme-yanılma metodu şeması" olarak betimler. Bu şe­
manın işleyişi şöyledir:

Pı -t T T -t EE -t P2

Bilimsel faaliyet bir sorunla başlar P 1 • Sonra bir çözüm öne­


rilir T T (tentative theory) ve bu çözüm için eleştirel testler yoluy­
la hataların elenmesine çalışılır E E (error elimination) . Bu sına­
malarla hatanın elenmesiyle yeni bir sorun ortaya çıkar P2. Ya­
ni kısaca problemlerle başlayan bilgiyi oluşturma süreci yine
problemlerle sonlandırılır. 37

Mario Bunge'nin de bilimsel sürecin nasıl işlediği ile ilgili şe­


ması bize Popper'i çağrıştırmaktadır. 38

35 Popptr, 1 994. s.287.


36 Popper, 1 998, s.303.
37 Kari Popper, Knowledge and The Body·Mind Problem: in Defence of Inıeraction,
Edited by M.A. Nottumo. Routledge, New York . 1 996. s. 1 0- 1 1 . Aynca Bkn. Ob­
jective Knowledge, s. 1 1 9- 1 22.
38 Maıio Bunge, Philosophy of Science: From Problem to Theory. Volume üne.
Transaction Publishers. New Jersey 1 998, s. 1 1 .
1 20 Bilgi Kuramı

-
Problem ı
Ulaşılabilir Bilgi
t====:'.J---
� Hipotez

ı Yeni Problem
Test Edilebilir �-- - ----,
Hi po tezin
Sonuçlar Değerlendirilmesi

� �
Feyerabend, çoğu yerde Popper'i eleştirmesine rağmen hata­
ların, sapmaların ve yanlışların bilgimizin ilerlemesinin ön ko­
şullan olduğunu söylemekle Popper'la benzer bir düşünceyi
paylaşır. 39

Popper, "doğa yasalarının hiçbir anlamda olumsal olmadık­


ları öğretisini" oldukça katı bulur ve "bilimin ortaya çıkardığı,
aşikar doğrular değildir. Kendi eleştirel araştırmalarımızla, -da­
ha önceki kuramların çürütülmesiyle imgelem gücümüz uyarıl­
madan önce- dünyanın imgelediğimizden çok daha farklı oldu­
ğunu öğrenmemizi sağlayan şey, bilimin yüceliğinde ve güzelli­
ğinde yatmaktadır. Bu sürecin niçin sona ermesi gerektiği kabul
edilebilir değildir."40 O, tüm doğa yasalarını mantıksal sonuçla­
rıyla zorunlu görür. "Aynca mantıksal açıdan zorunlu önermeler
(her önermeden çıkanlabileceklerinden) . fiziksel olarak gereklide
olabilecektir"41 Bu zorunluluğun pek öneminin olmadığını savu­
nur.

Nesnel bilimin empirik temeliyle ilgili görüşleri onun nesnel­


ci bir bilim kuramcısı mı yoksa nesnelciliği savunan bir öznelci
mi olduğu konusunda şüphe doğuracak niteliktedir:
Nesnel bilimin görgün temeli "mutlak" değildir; bilim kayaların üze­
rine hiçbir şey kurmaz. Aslında üzerinde bilimin kuramlannın cüret­
kar yapısının yükseldiği yer adeta bir bataklıktır. : bilim kazıklar üze­
rine dikilmiş bir yapıya benzer; kazıklar yukandan aşağıya doğru ba-

39 Feyerabend. 1989. s. 1 92.


40 Popper, 1 998, s.5 1 4 .
4 1 A.g.e., s.5 1 7.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 121

taklığa sarkar. - ama "var olan" doğal bir tabana dayanmaz. İşte bu
nedenle de kazıklar sağlam bir katmana dayandığında. onlan daha
fazla derine çarpmakt'an vazgeçemeyiz; ancak kazıklann yapıyı taşı­
yabileceğini düşündüğümüzde sağlam bir yere dayandıklarını, belki
kabul edebiliriz; ama yalnız geçici bir süre için. 42

Popper'in nesnelci bilgi kuramı bilginin gelişiminin kuramı­


dır, "sorun çözmenin ya da başka bir deyişle kurmanın, eleştirel
tartışmanın, değerlendirmenin, eleştirel sınamanın, yanşan tah­
minlere dayalı kuramların kuramı olur"43 der. Popper, bilimsel
etkinliğin rasyonel etkinliğe fazlasıyla benzediğini ve rasyonel bir
etkinliğin de bir amacının olmasından dolayı bilimsel etkinliğin
de bir amacından söz edilebileceğini savunur.

Bilimin amacı olarak da açıklanması gereken her şeye ilişkin


yeterli açıklamalar bulmak olduğunu ve açıklamayla da açıkla­
nın durumunu betimleyen, açıklayıcı önermelerin oluşturduğu
bir önerme kümesini kast eder.44 Bu görüşler bize Viyana Çev­
resi düşünürlerini hatırlatıyor. Yani bilimi organize ve sistemli
önermeler bütünü olarak gören yaklaşımla ne kadar benzer ol­
duğunu gösteriyor ki bir anlam da Popper'in de bir dönem bir­
likte çalıştığı arkadaşlarını bir taraftan eleştirirken bir taraftan
da onlardan etkilendiğini veya daha uygun ifadeyle karşılıklı et­
kileşim içerisinde olduklarını yansıtıyor.

Popper, bilimsel açıklamayı bir buluş olarak niteler ve bilin­


meyenin aracılığı ile bilinenin açıklanabileceğini savunur. Her
açıklamanın, daha yüksek evrensellik ölçüsü olan bir kuram ya
da tahminle daha fazla açıklanabileceğini" belirtir. 45 Çünkü o,
hiçbir açıklama öğretisini yetkin olarak kabul etmez. "Bir tahmi­
ni yasayı ya da kuramı, daha yüksek evrensellik ölçüsü olan ye­
ni bir tahmini kuramla açıklamaya giriştiğimiz her durumda;
dünya hakkında daha çok keşifte bulunmakta, sırlarının daha

42 A.g.e .. s. 135- 1 36.


43 Popper. 1 979. s. 1 42.
44 A.g.e . . s. 1 9 1 .
45 A.g.e., s. 1 95.
1 22 Bilgi Kuramı

derinliklerine dalmaya çalışmaktayızdır. Bu türden bir kuramı


yanlışladığımız her zaman, önemli bir yeni buluşta bulunmak­
tayız. Çünkü bu yanlışlamalar çok önemlidir. Bize umulmadığı
öğretirler. "46

Onun, öznel bilgiyle nesnel bilgiye ilişkin görüşleri kısaca


şöyledir:

l . Öznel bilgi, bir takım doğuştan davranış eğilimleriyle bunların edi­


nilmiş değişikliklerinden oluşur.

2. Nesnel bilgi. örneğin, kestirimsel kuramlar, açık sorunlar, sorun


durumlarıyla akıl yürütmelerden oluşan bilimsel bilgidir.

Bilimdeki tüm yapıtlar nesnel bilginin gelişimine doğru yöneltilmiş


yapıtlardır. Bizler bir kilisede çalışan duvarcılar gibi, nesnel bilginin
gelişimine katkıda bulunan işçileriz.

Yapıtımız, tüm insan yapıtları gibi yanılabilirdir. Durmadan yanlış­


lar yaparız, aynca erişemeyebileceğimiz nesnel ölçütler -doğruluk,
içerik, geçerlilik gibi ölçütler- vardır.47

Popper'in deneysel bilimlerdeki yüksek evrensellik düzeyi


olan yeni bir kuramın eski bir kuramı düzelterek başarıyla açık­
ladığı her durumda, yeni kuramın eski kuramdan daha derinle­
re işlediğini iddia eder ki4B bu düşüncesi pek çok bilim felsefeci­
si tarafından (Kuhn gibi) kabul görür. Aynca bu düşüncesi bili­
min pratiğine de oldukça uygun düşer.

Popper'e göre bilimin görevi yeterli açıklamalar bulmaktır.


Bu açıklamaları "ad hac olmayan açıklama"lardır. Ve bu düşün­
cenin açıklamanın derinleştirilmesi gerektiği düşüncesiyle keş­
fedeceğimiz ve eleştirel olarak tartışacağımız bir şeyler vardır
düşüncesi olmadan anlaşılamayacağını savunur. O, yöntem bil­
gisinin içerisinde metafizik gerçekçiliği kabul etmez. Sezgisel
olanın dışında bundan pek yardımda görülemeyeceğini söyler.
"Çünkü bilimin amacının açıklama olduğu , en yeterli açıklama-

46 A.g.e . . s. 1 96.
47 A.g.e., s. 1 2 1 .
48 A.g.e . . s.202.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 123

nın da en zorlu sınanabilir, en zorlu sınanmış kavram olacağı­


nı"49 belirtir. Ona göre kannakanşık bir evrende bilimin olması
mucizemsi bir başarıdır ve bu durum bundan sonrası için de bi­
ze cesaret verebilir. 50 Ama bilim yazan Horgan, Popper kadar
iyimser değildir. Bilimsel ilerlemenin geleceğine ilişkin çok bü­
yük bilimsel başarılar konusunda olumsuz düşünceleri vardır.
"Bilimin ne kadar ilerlediği ve araştırmaları daha ileriye götürül­
mesini engelleyen fiziksel, sosyal ve algısal sınırlar göz önüne
alındığında, bilimin şu anki bilgilere önemli eklemeler yapması
pek mümkünmüş gibi gözükmüyor. Gelecekte Einstein ya da
Watson ve Crick'ın keşifleriyle karşılaştırılabilecek büyük ve
önemli keşifler olmayacaktır"51 diyerek bilimsel faaliyetin gelişi­
minin yavaşlayacağı kehanetinde bulunmaktadır.

Popper'in bilimin gelişmesiyle ilgili kuantum mekaniğine iliş­


kin açıklamaları konunun açıklanması ve aydınlatılması açısın­
dan bilim tarihinden önemli bir örnektir:
Modern kuantum kuramının geliştirilmesinde farklı iki yol izlenmiş­
tir. Heisenberg, klasik tanecik (elektron) kuramından yola çıkarak
bunu kuantum kuramsal açıdan yorumlamıştır; Schrödinger'de (ay­
nı şekilde "klasik") de Broglie dalga kuramından hareket etmiştir: O,
her bir elektronu bir "dalga paketi" -bir grup kısmi dalga- ile ilişki­
lendirmiştir; bu dalgalar küçük bir bölgede girişim yaparak güçlenir­
ken, bölgenin dışında ise birbirlerini söndürmektedir. Bu biçimde
Schrödinger, kendi dalga mekaniğinin, Heisenberg'in kuantum ku­
ramıyla eş değer olduğunu gösterebilmiştir.

Temelde çok farklı iki imgenin-parçacık ve dalga imgesinin-eşdeğer­


liliğinde yatan paradoksu Bom, her iki kuramın istatistiksel yoru­
muyla ortadan kaldırmış ve dalga kuramının da parçacık kuramı
olarak ele alınabileceğini göstermiştir. Buna göre Schrödinger dalga
denklemi, elektronun belirli bir yerde bulunma olasılığını veren bir
denklem biçiminde yorumlanabilir. 52

49 A.g.e., s.203.
50 A.g.e., s.204.
51 John Horgan. Bilimin Sonu. Çev: Ahmet Ergenç, Gelenek Yayıncılık, İ stanbul
2003, s.37.
52 Popper, 1 998, s.254-255.
1 24 Bilgi Kuramı

Popper, öznel yoruma karşı tercih ettiği nesnel yorumu te­


melde istatistiksel olarak yorumlar. "Getirdiğimiz istatistiksel
yorumda her şeyden önce ölçmeler değil. fiziksel seçimler söz
konusudur" der. Öl-çmeden de fizikte kullanılan hem doğrudan
hem de dolaylı yapılan hesaplamalann her ikisini de kast eder.
"İstatistiksel kuramdan kesin doğru olan ayn ayn kestirimler
değil, yalnızca ayn ayn 'belirsiz' (yani biçimci) kestirimler türet­
mek mümkündür. "53

Popper'e göre bir kuram için yüksek olasılık değil yüksek bil­
gi içeriği amaçtır. Bilgi içeriği en düşük ifade, doğrulanabilirlik
oranı en yüksek ifadedir. Örneğin: "Yağmur yağacaktır" önerme­
sinde olduğu gibi yağmurun ne zaman nereye yağacağı belli de­
ğildir. Dünyanın herhangi bir yerine herhangi bir zamanda yağ­
mur yağınca önerme doğrulanmış olur. Doğal olarak da herhan­
gi bir zaman herhangi bir yere yağmur yağacaktır. Bu önerme­
nin yanlışlanması söz konusu değildir. Ama önermemiz İstan­
bul'a yann yağmur yağacaktır biçiminde olursa yanlışlanması
olanaklı olur. İşte Popper'e göre bir önermenin yanlışlanabilir ol­
masıyla doğrulanabilir olması arasındaki fark budur ve onun
için bir kuramın istatistiksel olarak yüksek oranda gerçekleşebi­
lir olmasından ziyade bilgi içeriğinin (açıklama gücünün) yüksek
olması yeğlenmelidir. Böyle bir önermede onun bilimsel bir ifa­
denin ölçütü olarak öngördüğü yanlışlanabilirlik de olanaklıdır.

Bütün bilimsel yöntemlerde olduğu gibi istatistiksel yöntem­


lerin de "varsayımsal-tümdengelimsel olduğunu ve uygun olma­
yan varsayımlann elenmesiyle işlediğini göstermektedir"54 der.

Bilginin gelişimi "birikimsel bir süreç değil yanlışı dışanda


bırakma sürecidir"55 Popper, "dogmatik bir metodolojik tabiatçı­
lığa· veya Hayek'in kullandığı anlamıyla "bilimcilik"e karşı veri­
len mücadelenin önemini kabul eder. 56 Kendi konumunu da

53 A.g.e . . s.27 ı .
54 A.g.e . . s.493.
55 Popper. 1 979. s. 1 44.
56 Popper. 2000. s. 75.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 125

şöyle belirler: "Bir karşıt-tümevanmcı, karşıt-duyumcu, kuram­


salcılık ve varsayımcılık üstünlüğünü savunan bir öncü, bir ger­
çekçiyim". 57 O, nesnel doğrunun arayışıyla insansal bilgiye
ulaşma sürecinin başladığını ve doğrunun arayışı özellikle de
doğa bilimcilerinin doğru arayışının "yaşamın yarattığı en iyi ve
en yüce şey" olduğunu iddia eder. Bilime karşı olumsuz bir tav­
rın gelişmesi konusunda kendisine yöneltilen eleştirilere cevap
verir şekilde şu açıklamayı yapar: "Öz eleştiriyle doğruyu arayan
ve her yeni buluşla ne kadar az şey bildiğimizi, bilgisizliğimizin
ne denli sonsuz olduğunu bize her seferinde gösteren, günü­
müzde sık sık karalanan bilimin de tümüyle arkasındayım"58
der. O, ileri sürdüğü bilgi kuramının "doğa bilimlerin 'ölçümler­
den' değil, büyük fikirlerden yola çıktığı anlayışına; bilimsel iler­
lemenin de, olgulann yığılmasıyla ya da açıklanmasıyla değil.
katı bir biçimde eleştirilecek ve sınanacak, cesur ve devrimci dü­
şüncelerle sağlandığı görüşüne" dayandınr.59 Bilimsel ifadelerin
geçerliliğinin geçici ve kabule bağlı olduğunu pek çok düşünür
kabul eder. Bunlardan birisi de Ströker'dir. Ströker'e göre hiçbir
şey "bilimsel bilginin gelip geçiciliğini ortadan kaldıramaz. "60
Heisenberg'de "doğa bilimi doğayı ne ise o olduğu gibi betimle­
yip açıklamaz; bilim doğa ve bizim aramızdaki karşılıklı etkileşi­
min bir parçasıdır, bilim doğayı bizim sorgulama yöntemimize
bağlı olarak betimler"6 1 der. Heisenberg'in bu yaklaşımı bilimsel
ifadelerin genel geçerliliğini engelleyen önemli bir hususa dik­
katleri çeker. Aynı konuda Kant da "zihnimiz yasalanmızı doğa­
dan çıkarmaz, doğaya kendi yasalarını kabul ettirir" demektedir.
Biz doğa yasalannı mı keşfediyoruz? Yoksa o yasaları oluşturu­
yor muyuz? Bu sorunun cevabı Kant ve Heisenberg'de olduğu
gibi doğa yasalannı bizim oluşturduğumuz düşüncesi Popper

57 Popper. 200 1 , s. 1 06- 1 07.


58 A.g.e . . s. 1 29.
59 A.g.e . . s. 1 07.
60 Elisabeth Ströker. Billm Kuramına Giri.ş. Çev: Doğan Özlem, Ara Yayıncılık. İ s­
tanbul 1 990, s. 1 0 1 .
6 1 Wemer Heisenberg. Physics and Phılosophy. Pelican Boks, Lortdon, 1 989.
s.69.
1 26 Bilgi Kurarm

tarafından da savunulur. Öyleyse bilimi diğer bilgi türlerine gö­


re daha üstün yapan nedir? Feyerabend bu düşünceyi savunan­
ların bunu iki nedene dayandırdıklarını söyler. Bunlar: "sonuç
elde edebilmek için bilim doğru yöntem kullanır ve kullandığı
yöntemin mükemmel olduğuna delalet eden çok sayıda sonuç
vardır." Fakat Feyarabend bunun böyle olmadığını iddia eder ve
ona göre "bilimsel metot diye bir metot yoktur, araştırmanın her
parçası üzerinde hakimiyetini sürdürmüş ve bu araştırmanın
bilimsel bir araştırma dolayısıyla güvenilir bir araştırma olması­
nı sağlamış tek bir prosedür veya bir kurallar bütünü mevcut
değildir"62 der. Çünkü o da çok eleştirdiği Popper gibi yöntemsel
çoğulculuğu benimser, parolası "ne olsa gider" dir.

Bilimin sürekli ilerlediği fikri Popper tarafından da kabul edi­


lir. Bu konuda Viyana Çevresi düşünürleriyle Popper'in örtüştü­
ğüne tanık olunmaktadır. Kuhn ise Viyana Çevresi düşünürleri­
ne karşı çıkarken Popper'in düşüncelerinden de farklı olarak sü­
rekli ilerleme filuinin yerine kınlma ve sıçramaları kabul eder.
Popper'de bilim bilindiği gibi tümevarım mantığına uygun olarak
ilerlemez. Bilimsel gelişmenin temelinde problemler vardır ve bu
problemlerin çözülmesi çabası bilimin gelişmesini sağlar.

c. Üç Dünya Kuramı
Çalışmamızın bu kısmına Popper'ci yaklaşımla birebir örtü­
şen, yani bir soruyla başlayalım: Popper'i üçüncü dünya kuramı­
na götüren nedir? Popper, üçüncü dünya kuramına tümevarım,
sınır koyma, eleştirel ve dogmatik tutum, deneyin önemi ve bü­
tün dillerin kuramla doldurulduğu gibi düşüncelerden sonra
ulaştığını belirtir. Ve üçüncü dünya kuramına ulaşmasında dilin
önemini vurgular. Dile getirilmiş kuramın nesnel olabileceğini,
nesnelliği ve eleştiriliği olanaklı kılabileceğini söyler. Ve bunun
da kendisini üçüncü dünya kuramına ulaştırdığını bildiıir.63

62 Paul Feyarabend. Billnıin Kilisesi, Çev: Cevdet Cerit, Pınar Yayınlan, İstanbul
1 99 1 . s. 1 49.
63 Popper, 1 979. s.30.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 127

Popper, bir üçüncü dünyayı savunmadaki amacının "inanç


filozofları" olarak adlandırdığı, Descartes, Locke, Berkeley, Hu­
me, Kant ve Russell gibi öznel inançların temelleri ya da kökle­
riyle ilgilenen filozoflarla hesaplaşmak olduğunu söyler. Bu filo­
zoflara karşı daha iyi ve daha cüretkar kuramlar ileri sürmek ve
böylece inancın değil eleştirelliğin daha üstün olduğunu göster­
meğe çalışmaktır. Popper'in üçüncü dünyasının oluşturucuları
arasında kuramsal sistemler, problemler ile problem durumları.
eleştirel akıl yürütmeler, tartışma durumu ya da eleştirel akıl
yürütme durumlarıyla dergilerin, kitapların ve kütüphanelerin
içindekiler vardır. Nesnel bir üçüncü dünya fikrine karşı olanla­
rın çoğunun bile kuramlar, problemler, tahminler, akıl yürüt­
meler, dergiler ve kitapların dünyasını kabul etmelerine rağmen
tüm bu varlıkların öznel zihin durumlarının dilsel anlatımları,
iletişim araçları olduğunu ileri sürerek adete bu varlıkların ikin­
ci dünyaya aitmiş gibi yorumladıklarını iddia eder. Ve bunların
ikinci dünyaya ait olamayacağını ileri sürer. Bunlar için bağım­
sız bir üçüncü dünyanın varlığına gereksinim vardır. 64

Popper, bilimin dünya üç'e ait olduğunu kabul etmeden bi­


lim adamlarının faaliyetini tutarlı bir şekilde ister psikolojik, is­
ter sosyolojik, ister davranışsa! hangi teori olursa olsun açıkla­
manın büyük bir hata olduğunu söyler ve böyle önemli bir nok­
tanın farkında olunmadığını belirtir. 65 Eleştirellik ve nesnellik
için bir üçüncü dünyaya ihtiyaç olup olmadığı sorgulanabilir. Ir­
zık'ın deyimiyle "bilginin nesnelliği tezi üçüncü dünyanın özerk­
liği tezinden bağımsız olarak savunulabilirft.66 Nesnellik ve eleş­
tirellik için bir üçüncü dünya gerekli mi? Her halde felsefe tari­
hine bakacak olursak ilkçağdan beri bir üçüncü dünya tartış­
masının yaşandığının tanığı oluruz. Bu durumu Popper de eser­
lerinde ortaya koyar.

64 A.g.e., s. 107.
65 Kari Popper and John C.Eccles. The Seljand Its Brain. Springer-Verlag, Berlin
1 977. s.4 1 .
66 Gürol lrzık. "Kari Popper'in Ü ç Dünya Kuramı ve Bilimsel Bilginin Nesnelliği".
Felsefe Tartı.şmalan, 9. Kitap, Kent Basımevi, İstanbul 1 990. s.92.
1 28 Bilgi Kuramı

Popper, Platon, Stoacılar, Leibniz. Bolzano ve Frege gibi bazı


düşünürlerin beden ve ruhtan ayn fiziksel nesneler ve bilinç
olaylarının dünyası olarak üçüncü bir dünyayı savunduklarını
belirtir. Platon'un idealar dünyasının bilinç içerikleri dünyası ol­
madığını aksine mantıksal içeriklerin nesnel ve özerk dünyası
olduğunu savunur. Fiziksel ve bilinç dünyasından ayn üçüncü
bir dünyanın nesnel ve özerk bir biçimde var olduğunu söyler.

Popper, "fiziksel dünya ya da fiziksel durumlar dünyası , bi­


linç ya da düşünsel durumlar dünyası" ve "nesnel anlamda, ide­
alar dünyası" biçimindeki ayrımını Sir John Ecceles'ın önerisine
uyarak "dünya 1 , "dünya 2" ve "dünya 3" diye adlandmr.67 Bu
"

üç dünyanın birbirleriyle bir etkileşim içerisinde olduklarını


dünya l ile dünya 2 ve dünya 2 ile dünya 3 arasında karşılıklı
bir bağlılığın olduğunu dünya 1 ile dünya 3'ün ise doğrudan bir
etkileşime giremediklerini ancak dünya 2'nin aracılığı ile etkile­
şimde bulunabildiklerini savunur. 3 dünyalı bir ayınını ilk defa
Stoalılar'ın getirdiğini söyler. Popper, bu konuda filozofları iki
grupta toplar: Birinci grupta "Platon gibi, özerk bir dünya 3'ü
benimseyen ve bunu insan-üstü görüp, bunun tanrısal ve son­
suz olduğunu düşünen filozoflardır.

İkinci grup ise, Locke, Mill ya da Dilthey gibi, dilin ve 'ifadesi­


nin' ya da 'beyanının', insanoğlunun eseri olduğuna işaret eden
filozoflardır. Bu nedenle de onlar dili ve dilsel olan her şeyi ilk iki
dünyaya ait görüp. dünya 3 varsayımını reddederler. Sosyal bi­
limcilerinin çoğunun ve özellikle de kültür tarihçilerinin, dünya
3'ü reddeden grupta yer almaları"6Bnı ilginç bulur ve eleştirir.

Birinci gruptakilerin (Platoncular) sonsuz doğruların olduğu


iddiasında olduklarını ve onlara göre bir önermenin sonsuza ka­
dar ya doğru ya da yanlış olduğunu bu durumda da sonsuz doğ­
ruların insanoğlu yokken de doğru olduklarını ve dolayısıyla in­
sanoğlunun doğruları yaratmış olamayacaklarını kabul ederler.

67 Popper, 200 ı . s. 1 73.


68 A.g.e . . s . 1 74.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 29

İkinci gruptakiler ise sonsuz doğruların bizler tarafından bu­


lunamayacağına ve dolayısıyla sonsuz doğruların olmadığına
ulaşırlar. Kendisi her iki gruptan farklı bir yorum getirerek dün­
ya 3'ün özerk olduğunu ve insanoğlunun yarattığı bir dünya ol­
duğunu aynı zamanda dünya 3'ün insan-üstü bir dünya oldu­
ğunu ve bu dünyanın hayal ürünü değil gerçek olduğunu belir­
tir. Verdiği örnekte de "nasıl ki bal, anrun eseridir, dünya 3'te,
insan dili gibi insanların eseridir. Dil (ve muhtemelen bal) gibi,
dünya 3'te, insan (ya da hayvan) davranışlarının önceden amaç­
lamadığı ve planlamadığı bir yan ürünüdür"69 der.

Popper'in üç dünya kuramındaki "üçüncü dünya"nın temel­


de çok farklı olmakla beraber ondan çok önceleri Platon'un "ide­
alar", Hegel'in "nesnel tin"iyle, Bolzano'nun "kendiliğinden doğ­
rular evreni kuramıyla" ve Frege'nin "düşüncenin nesnel içerik­
leri dediği evrenle" yakın benzerliği olduğunu belirtir. 70

Popper'e göre üçüncü dünyanın kaşifi Platon'dur. Platon


hakkınd a ikisi eleştirel üç noktaya dikkat çeker. Birincisi, Pla­
ton'un yalnızca üçüncü dünyayı değil aynı zamanda üçüncü
dünyanın bizim üzerimizde etki$inin de bulunduğunu; ikinci
olarak da Platon'un üçüncü dünyasının tanrısal ve değişmez ol­
duğunu kendi üçüncü dünyasının ise insan yapısı ve değişebilir
olduğunu söyler. Aynca üçüncü dünyası yalnızca doğru kuram­
lardan değil yanlış kuramlardan ve özellikle de açık sorunlar­
dan, tahminlerden ve çürütmelerden oluşur. Dikkat çektiği
üçüncü nokta ise Platon'un idealarının üçüncü dünyasının bize
açıklamalar sağladığına ilişkin düşüncesidir. Görüngüler ale­
mindeki durumlarla ilgili olarak onların idealarım yansıttıkları­
nı veya onlardan pay aldıklarını ifade ettiği açıklamalarıdır.

Platonun üçüncü dünyasının oluşturucuları ile Popper'in


üçüncü dünyasının oluşturucuları birbirinden farklıdır: Pla­
ton'un üçüncü dünyasının oluşturucuları "şeylerin özleri ya da

69 A.g.e .. s. 1 75.
70 Popper, 1979. s . 1 06.
1 30 Bilgi Kuramı

yapılan" iken Popper'in üçüncü dünyasını oluşturanlar ise ku­


ramlar, sorunlar ve akıl yürütmelerdir.71

Popper, Hegel'i de bir bakıma Platoncu veya daha çok Yeni­


Platoncu ve aynı zamanda Platon gibi Herakleitosçu görür. Pla­
ton'un "fornılan" ya da "ideaları" nın nesnel olduğunu öznel bir
bilincin idealarla ilişkilerinin olmadığını çünkü bunların tanrı­
sal, değişmeyen, göksel (Aristotelesçi anlamda ay-üstü) bir dün­
ya da yer aldıklarını belirtir. Hegel'in idealannın ise Platinoscu­
lar gibi bilinç görüngüleri olduğunu ve kendilerini düşünen bir
tür bilinçlilikte bir tür akılda ya da "tin"de yer alan düşünceler
olarak bu "tin"le birlikte değişip geliştiklerini savunur.72 Hegel'in
tinlerinin (nesnel tin, mutlak tin) değişmeye uğruyor olmasını
Platon'un idealar dünyasından ve Bolzano'nun kendinde öner­
melerin dünyasından daha benzer kılan tek nokta ölduğunu be­
lirtir. Aynı zamanda Hegel'in hem nesnel tini hem de mutlak ti­
ni ile üçüncü dünyası arasındaki ayınını da şöyle ortaya koyar:
Popper, Hegel'in hem "mutlak tin" (sanatsal)i hem "nesnel tin"
(felsefi)in her ikisinin de insan ürünlerini içermelerine rağmen
insanın yaratıcı olmadığını söyler. Çünkü Hegel düşüncesine
göre insan, toplum, devlet vs her şey tinin kendisini gerçekleş­
tirmesi için araçtır. Oysa kendisinin insanın yaratıcılığını sa­
vunduğunu ifade eder. Onun üçüncü dünyası insanın yaratma­
larıdır. İkinci olarak, kendisinin nesnel bilgiyi hedeflerken He­
gel'in göreci olduğunu savunur. Üçüncü olarak da, Platon'un
idealannı tanrısal bir göge yerleştirirken, Hegel'in tinini tanrısal
bir bilinçlilik şeklinde kişileştirir. Üçüncü dünyasının ise, her ne
kadar başta gelen oluşturucuları insan bilincinin ürünleri olsa
da bilinç idealanndan ya da öznel anlamdaki düşüncelerden ta­
mamen farklı olduğunu söyler. 73

Popper, Bolzano'nun "kendiliğinden önermeleriyle, kendili­


ğinden doğrularının" üçüncü dünyasının oluşturucuları olduğu-

7 1 A.g.e .. s. 1 22-123.
72 A.g.e. . s. 125.
73 A.g.e. . s. 125- 1 26.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 131

nun açık olmasına karşın Bolzano'nun bunların dünyanın geri


kalanıyla ilişkisi hakkında aydınlatıcı olmadığını belirtir. 74

Öznelci olarak nitelediği Brouwer'in bilgi kuramıyla sezgici


matematiğe ilişkin felsefi temellendirmesini de yanlış bulur. Çün­
kü Brouwer kurma, eleştiri, sezgi ve hatta gelenek arasındaki
karşılıklı ilişkiyi düşünmemiştir. Ancak Brouwer'in "dil-dışı ma­
tematik nesneler diye şeylerin yani düşüncelerin (ya da bana ka­
lırsa, daha kesin olarak, düşünce içeriklerinin) olmadığı fikrine
karşı şiddetli tepki" göstermesini haklı bulur.75 Aynca öznelci bil­
gi kuramının olasılık hesabı alanında olduğundan daha güçlü bir
destekleyicisinin olmadığını belirtir. Bu hesabı da Boolecu cebi­
rin (böylelikle de önermeler mantığının) genelleştirilmesi olarak
niteler. Böylece o, Boolecu cebirin "kesin bilginin-öznel anlamda
kesin bilginin-hesabı olarak yorumlamak anlamına" geldiğini sa­
vunur ve kendisinin olasılık kuramının bu öznel yorumuyla uzun
süredir savaştığını belirtir.76 Popper, bela diye adlandırdığı öznel­
ci bilgi kuramının 1926 yılından beri geniş bir alanda bilime gir­
diğini ilk giriş yerinin de öznelci olasılık kuramı olduğunu daha
sonra istatistiksel mekaniğe, entropi kuramına, kuantum meka­
niğine ve bilgi kuramına yayıldığını belirtir. 77

Bilimsel bilgiye ürünler, kuramlar, akıl yürütmeler yönün­


den yaklaşıma "nesnel yaklaşım" ya da "üçüncü-dünya" yakla­
şımı derken davranışçı, psikolojik, sosyolojik yaklaşıma da "öz­
nel" yaklaşımın yada "ikinci-dünya" yaklaşımı der. Öznel yakla­
şım nedensel olmasından dolayı büyük bir çekiciliğinin olduğu­
nu belirtir. Ancak öznel yaklaşımın nedenlerden çok etkilerden
yola çıkan nesnel yaklaşımdan daha bilimsel gibi görünebilece­
ğini kabul eder. Ama ona göre bütün bilimler için alışılmış yak­
laşım etkilerden nedenlere doğrudur.78 Bilgide öznelci yaklaşı-

74 A.g.e., s. 1 76.
75 A.g.e., s. 137.
76 A.g.e. . s. 1 4 1 .
77 A.g.e., s. 1 42.
78 A.g.e . . s. l 1 4- 1 1 5.
1 32 Bilgi Kuramı

mm yanlış argümanlarından birisi de bir kitabın ancak birisi ta­


rafından anlaşılması durumunda onun gerçekten bir kitap ola­
cağı eğer okuyucu olmazsa yalnızca üzerinde kara noktalar olan
bir kağıt olacağı şeklindeki fikirdir. Popper'e göre bir kitap hiç
kimse tarafından okunmazsa dahi bir kitap olarak kalır. Çünkü
"bir nesneyi bir kitap yapan, anlaşılır olma olasılığı ya da olana­
ğı, anlaşılır, yorumlanır, yanlış anlaşılır ya da yanlış yorumlanır
olabilme özelliğidir. Bu olanaklılık ya da eğilim hiçbir zaman
gerçekleştirilmeden ya da farkına varılmadan da var olabilir··. 79
Aslında bir nesneyi bir kitap yapan "ne düşünen hayvanlarca
oluşturulması ne de gerçekten okunup anlaşılması"dır; çözüle­
bilir olmasıdır. Popper, bir kitabın nesnel bilgiye ilişkin üçüncü
dünyaya ait olması için yalnızca "kavranabilmesi {ya da çözüle­
bilmesi, anlaşılabilmesi ya da bilinebilmesi) gerektiğini" kabul
eder. Aynca üçüncü dünyanın insan ürünü olsa da "insanlar ta­
rafından hiçbir zaman üretilmemiş ya da anlaşılmamış; aynca,
belki hiç üretilmeyecek ya da anlaşılmayacak bir yığın kendili­
ğinden kuramlar, kendiliğinden akıl yürütmeler, kendiliğinden
problem durumlar olduğunu" savunur. Üçüncü dünyasının bü­
yük bir kısmının kuramların, kitapların, akıl yürütmelerin ta­
sarlanmadan ortaya konmuş yan ürünlerinden oluştuğunu söy­
ler. Aynı şey insan dili için de geçerlidir. "Dilin kendisi, bir ku­
şun yuvası gibi başka amaçlara yöneltilmiş eylemlerin istenme­
den ortaya konmuş bir yan ürünüdür". ao Bununla ilgili verdiği
örnekte: Ormanda bir hayvanın su içme yeri veya patika tasar­
lanmamıştır. Ama ortaya çıkan bu su içme yerini ve patikayı di­
ğer hayvanlarla kullanırlar ve zamanla düzeltilebilir ve geliştiri­
lebilir yani nesnel bilginin evreni olarak kabul ettiği üçüncü
dünya insan yaralısı ve özerktir. Onun özerklik düşüncesi
üçüncü dünya kuramının merkezidir ve insan ürünü olmakla
beraber diğer hayvan ürünlerinde olduğu gibi kendi özerk alanı­
nı yaratır. Bununla ilgili sayılamayacak kadar çok örnek verile-

79 A.g.e . . s. 1 1 6.
80 A.g.e. . s. 1 1 7.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 33

bileceğini ama en çarpıcısının doğal sayılar kuramı olduğunu


belirtir.
Doğal sayılar dizisinin insan yapısı olduğu konusunda Broouwer'le
aynı düşüncedeyim. Ama bu diziyi biz yaratsak ta dizi kendi özel so­
runlarını yaratır. Tekle çift sayılar arasındaki ayınını biz yaratmadık:
Bizim yaratımızın hem istenmedik hem de kaçınılmaz bir sonucu­
dur. Kuşkusuz asal sayılar benzer biçimde, istenmeden özerk nesnel
olgulardır; onlann durumunda, bizim için ortaya çıkanlacak pek çok
olgunun varlığı da açıktır.si

Rakamlar bizim tarafımızdan yapılsa da onlar hakkında bi­


zim tarafımızdan yapılmayan fakat bizim tarafımızdan keşfedile­
bilecek bazı şeylerin olduğunu bildirir. Buna üçüncü dünyanın
"özerkliği" adını verir. Ve bunun kendisiyle etkileşimde buluna­
bileceğimiz gerçekle bağlantılı olan üçüncü dünya "realite"sin­
den ayırt edilmemesi gerektiğini söyler. 82

Popper'e göre bilginin gelişiminde üçüncü dünyanın özerk ol­


masının ve ikinci hatta birinci dünya üzerine geri beslemesinin
üzerine önemli etkisi vardır. "Gerçeğin biçimlenmesi. dünya 1 ,
dünya 2 ve dünya 3 arasındaki karşılıklı etkileşimdir; yani bir
dizi geri beslemeden oluşan, deneme ve yanılmalar sürecidir. "83

İnsan yaratmalarında, insan dilinin üst işlevleri özellikle de


betimleyici işlevleri ile akıl yürütme işlevinin etkisi büyüktür.
İnsan dillerinin hayvan dilleriyle ortak yönü ise dilin daha aşa­
ğı olan iki işlevidir: Kendini anlatım ve işaret etme. Bütün hay­
van dilleri herhangi bir örgenlik durumunu anlatır ya da işaret
eder. Oysa, insan dilinin daha yüksek işlevleri vardır. Bunlar
yukarıda söylediğimiz gibi betimleme işlevi ile tartışma işlevidir.
İnsanın akıl yürütme gücünü de eleştirel düşünme gücü olarak
görür ve akıl yürütme gücünün insansal dille yakın ilişkisi var­
dır. "Dilin akıl yürütme işlevinin evrimi ile, eleştiri sonraki geliş-

8 1 A.g.e . , s. 1 1 8.
82 Kari Popper. Knowledge and The Body·Mfnd Problem: in Defence of lnteractfon,
Edited: M. A. Notturno, Routledge. New Yorkl 1 996. s.xx.
83 Popper. 200 1 . s.39. Bkn. Popper, 1 979, s. 1 19.
1 34 Bilgi Kuramı

menin başlıca aracı olur. "84 Eleştirel düşünce ile nesnel anlam­
da düşünce için zenginleştirilmiş bir dil gereklidir.

Yaşamın ve bilincin şimdiye kadarki en önemli buluşunun


"insansal dil" olduğunun ve bunun hayvanların da sahip oldu­
ğu ifade, iletişim "işaretler sistematiği" gibi özelliklerden farklı
olarak betimsel işlevi olduğuna dikkati çeker. 85 İşte dünya 3'ü
yaratan "insansal dildir". Aklın kullanımın da dilin gücü düşün­
cenin gücü olarak karşımıza çıkar. Bazı hayvan türleri (kannca,
an, hatta çöl yılanları) çok akıllıca görülen avlama eylemlerinde
bulunurken yeteneklerinin sadece bir yönlü olduğu görülür.
Eğer hayvansal dilin (kavramlaştırma, sembolleştirme, betimle­
me) yetenekleri olsa belki de çok karmaşık durumlarda avlanma
olayındaki aynı başarıyla sorunların üstesinden gelebilecek (so­
run çözecek) akıl yürütmelerde bulunabileceklerdir.

Popper'in felsefesinde "dünya 1 , cisimsel varlıklar dünyası


"

"dünya 2", kişisel yaşantılar dünyası "dünya 3" diye kast ettiği
ise, düşünce süreçlerinin sonuçlarının dünyasıdır. Bu üç dün­
ya arasında geçişler olabilir. O yalnızca dünya 1 'i gerçek olarak
kabul eden felsefeciler (materyalistler ya da fizikalistler) ile yal­
nızca dünya 2'yi kabul eden (immateryalistler) felsefecilerin ol­
duğunu ve bunların en ünlüsünün Berkeley gibi yalnızca du­
yumlarımızı gerçek olarak gören Mach olduğunu söyler. Mach'ın
önemli bir fizikçi olmasına rağmen "madde kuramındaki güçlük­
leri, 'madde yoktur, atom ve moleküller yoktur' varsayımıyla
çözmeye" çalıştığını belirterek yalnızca duyumları gerçek sayma­
nın insanı düşüreceği duruma ait çarpıcı bir örnek olarak su­
nar. Aynca hem dünya 1 'i hem dünya 2'yi gerçek olarak kabul
eden duvalist filozofların olduğuna da (Descartes gibi) vurgu ya­
par. Görüldüğü gibi felsefe tarihinde hem dünya 1 hem dünya 2
hem de dünya 3'ü kabul eden filozoflar olduğu gibi dünya 1 ve
dünya 2'nin varlığını birlikte kabul eden filozoflar da vardır.

84 Popper. 1 979. s. 1 20- 1 2 1 .


85 Popper. 200 1 . s.32-33.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 35

Popper, dünya 3'e ait olan maddi olmayan düşünsel üriinle­


ri de gerçek sayar ve bunlara örnek olarak da sorunları verir. O,
her üç dünyayı "var oluş geçmişlerine" göre sıralamakta ve dün­
ya 3'ü antropologların kültür diye nitelendirdikleri dünya olarak
ifade etmektedir. Dünya 1 'in en gerçek dünya olduğunu kabul
eder. Kendisinin materyalist olmadığını ancak materyalist filo­
zoflar Demokritos, Epikuros ve Lukretius'a hayranlığını belirtir.
Felsefe ve bilimlerdeki gelişmelerin özellikle de Descartes, Leib­
niz, Newton ve Maxwell'in çalışmalarının materyalizmin sonunu
getirdiğini ve fızikçiliğin onun yerine geçtiğini ama ondan tama­
men farklılık gösterdiğini savunur. Fizikteki gelişmelerin mater­
yalizme etkilerini şöyle açıklar:

Materyalizm, Newton, Faraday ve Maxwell ile birlikte yavaş yavaş yok


olmuş; Einstein, De Broglie ve Schrödinger'in maddeyi açıklayan
araştırma programlarıyla da kendini aşmıştır. Artık söz konusu olan,
salınımlar, titreşimler ve dalgalardır; maddenin salınımları değil, kuv­
vet alanlarından oluşan madde-olmayan bir eterin titreşimleridir. ­
Fakat bu programda, daha soyut programlara yerini bırakır: Örneğin
maddeyi, olasılık alanlannın titreşimleri olarak açıklayan bir progra­
ma geçilir. Her dönemde ileri sürülen farklı kuramlar kuşkusuz ba­
şarılıydı; fakat bunlar, daha başarılı kuramlarla aşılmıştır.86

Onun materyalizmin kendisini aşmasından söz ederken kast


ettiği fizikteki bu gelişmelerdir. O, fızikçiliği materyalizmden
farklı görur.

Toplum geleceği ile ilgili Malthus'un öngöruleri ve Darwin'in


"doğal ayıklama" göruşünün yorumlarının "özgürlüklerin kısıt­
lanması" veya "özgürlüklerin artırılması" şeklinde kötümser ve­
ya iyimser olabileceğini her ikisinin de doğruya iyice yaklaşma
olarak düşünülebileceğini, ancak bunlardan birinin daha iyi yo­
rum olarak değerlendirilebileceğini "iyimser yorum, daha iyi
olan doğruya daha yakın olan ve daha fazla açıklama getiren yo­
rum"87 olduğunu savunur. Popper'e göre ayn ideolojilere ait bu

86 A.g.e., s.22.
87 A.g.e . . s.24.
1 36 Bilgi Kuramı

iki yorumun aynı nesnel durumun farklı ideolojiler açısından


yorumlanmasıdır.

Popper, yüzyıllar boyunca keşfedilmiş tüm buluşların rast­


lantıların bir sonucu olduğunu yaşamın hiçbir buluş yapmadı­
ğını ileri sürer. "Sorun çözme ya da buluş, hiçbir zaman tama­
mıyla bilinçli değildir; hep denemeler biçiminde gerçekleşir: De­
neyler ve yanılgıların ayıklanması biçiminde"dir. Bilincin sürek­
li sorun çözmediğini ama sorun çözme girişimleri sonucu dün­
ya 2 (bilinç dünyası) ortaya çıkar. Organizma ise sürekli sorun
çözer. "Bilincin asıl işlevi sorunun çözümünde başarı ve başarı­
sızlığı önceden kestirmek ve organizmayı, izlediği doğru ya da
yanlış yol konusunda sevinç ve üzüntülerle uyarmaktır. "88 Pop­
per, dünya l ve dünya 2 gibi dünya 3'ünde onların dışında ger­
çek olduğunu göstermek için doğal sayılar sistemini örnek ola­
rak verir ve doğal sayıların sonsuz dizisinin ne dünya 1 'de ne de
dünya 2'de somutlaştırılamayacağını çünkü "salt düşünsel bir
şey" olduğunu söyler ve dünya3'ün soyut kısmına ait olarak gö-
..
rur.89

Popper, matematikte temelde iki yaklaşım olduğunu birinci


yaklaşıma göre "matematik, insanoğlunun bir eseridir. Çünkü
sezgilerimize dayanır; ya da bizlerin yapılandırdığı bir şeydir ya
da bizim buluşumuzdur (sezgicilik, yapısalcılık, konvansiyona­
lizm). İkinci yaklaşıma göre ise "matematik, kendi başına var
olan nesnel bir alandır; bizlerin yapmayıp yalnızca nesnel olarak
karşı karşıya kaldığımız nesnel doğrulardan oluşan sonsuz bü­
yüklükte bir alandır. Keşfettiklerimiz de bu doğruların yalnızca
azı değildir (matematiğin bu yaklaşımı genellikle 'Platonculuk'
olarak tanımlanır" der9° ve hep birbirine zıt yaklaşımlar olarak
var olan bu iki görüşün dünya 3 kuramında haklılığının ortaya
konduğunu savunur. 3. dünya kuramı işlevsel özelliğini bu ko­
nuda da en verimli biçimde sergilemektedir.

88 A.g.e . . s.29.
89 A.g.e. . s.35.
90 A.g.e . . s.38.
Öznellik Nesnellik Sorununa Eleştirel Yaklaşım 1 37

O, üçüncü dünyanın evrimsel açıklamasını yapar. Hayvan


dili seviyesinden insan diline geçen evrim özellikle insan dilinin
fonksiyonlarının evriminin biyolojik yönden önemli olduğunu
vurgular. Evrim fikirlerin ya da doğru tanım standartlarının ve
geçerli tartışmanın ortaya çıkması yani doğruluk ya da dürüst­
lüğe eşit olan öznel anlamdaki doğruya karşı nesnel anlamdaki
doğrudur. 9 ı

Popper, neden dünya 3'ün cisimlendirilmiş nesnelerinin var­


lığım önemli görmektedir? Ona göre cisimsiz dünya 3 nesneleri­
nin olması bir dünya 3 nesnesini kavrama ya da anlamamızın
her zaman somut bir nesneyle kuracağımız duyusal temele da­
yandığı yaklaşımı açısından yanlış olabilir. Bu yaklaşıma karşın
dünya 3 nesnelerini kavramanın en iyi yolunun en azından du­
yularımızı kullanmamız ya da o nesnelerin cisimlendirilmiş ol­
masıdır. İnsan zihni dünya 3 nesnelerini her zaman doğru olma­
sa da dolaylı bir metotla kavrayabilecek durumdadır. Bu meto­
dun kaynağı cisimlenmeden bağımsız ve aynı zamanda dünya
l 'e ait olan dünya 3 nesneleri (kitaplar gibi) durumunda somut­
laştırmayla gerçekleştirilmesi şeklindedir. 92

Popper'in nesnel bilgi kuramı için üçüncü dünya vazgeçile­


mez niteliktedir. 3 dünya kuramı onun bilgi kuramının bir öze­
ti gibi görülebilir. Onu bilginin gelişim mantığı veya metodoloji­
si olarak kabul etmek mümkündür. Ama bu üç dünyalı aynın
ontolojik değil epistemolojik bir ayırımdır. Üçüncü dünyanın
varlıkları (kitaplar, makinelar. uçaklar, bilgisayarlar, resimler
vs) insan zihninin ürünleridir. Ancak bilen özneden bağımsız
olarak da var olmaya devam ederler. Bilen zihinden bağımsız ol­
maları yani özerk ve nesnel olmaları onların varlık şartıdır. Ay­
nca felsefe tarihine baktığımızda da Popper'in üç dünyalı ayırı­
mına benzer aynmların yapılmış olduğu görülmektedir.

91 Popper. 1 996, s.48-49.


92 Popper, 1 977, s.42-43.
SONUÇ

Popper, XX. yüzyılda büyük ideolojik mücadelelerin, yoğun


fikri, bilimsel ve felsefi tartışmalann yaşandığı bir atmosferde
yetişir. İki dünya savaşının acılanna ve 11. Dünya Savaşı sonra­
sının iki kutuplu dünyasının acımasız mücadelelerine tanık
olur. İşte bu yaşadıklan onu daha iyi bir dünyanın nasıl kuru­
labileceği arayışına götürür. Bu anlamda XX. yüzyılın olaylannı
belirleyen iki önemli konu üzerine çalışır. Bu konulardan birisi
bilgi ve özellikle de bilimsel bilgidir. İkincisi ise siyaset felsefesi­
dir. Tartışmalannı bu iki alanda, onlann problemleri üzerine yo­
ğunlaştınr ve eserlerini de büyük oranda bu iki alanda verir.

Popper'in düşünce dünyası dinamik bir özellik gösterir.


Onun fikirlerinde bir gelişme ve değişme olduğunu gözlemleme­
mek olanaksızdır. Çünkü hayatın her alanında çok önemli geliş­
melerin ve değişmelerin yaşandığı XX. yüzyılın başlanndan son­
lanna kadar yetmiş yıldan fazla bir süre aktif olarak bilim felse­
fesi, siyaset felsefesi başta olmak üzere entelektüel uğraşlar içe­
risinde bulunmuştur.

XX. yüzyılda bilimin diğer bilgi türlerine göre ulaştığı yüksek


statüyü herkes kabul eder. Değişik alanlarda çalışmalar yapan­
lar bu statüden yararlanmak için kendi faaliyetlerini de bilimsel
olarak nitelendirme gayretine girerler. Bu gayretlere tanık olan
Popper, neyin bilim, neyin bilim olmadığını araştırmaya, tartış­
maya girişir ve ortaya bilimle sözde bilimin aynştınlması prob­
lemi çıkar. Bu probleme kısaca sınır koyına sorunu der. Viyana
Çevresi düşünürleri ise sının anlamlı olan ve anlamlı olmayan
önermeler arasına koyarlar. Anlamlı olanlan da bilimin önerme­
leri olarak kabul ederler. Metafizik önermelerin ise anlamsız ol­
duğunu savunurlar. Oysa Popper'in daha iyi bir dünyasında
metafıziğe yer vardır ve metafızik anlamsız değildir. Temel prob-
1 40 Bilgi Kuramı

lem önermelerin anlamlı veya anlamsızlığı değil, bilimle sözde


bilim arasında sınır koymadır. Bu sının koyabilmek için bilim­
sel sürecin nasıl işlediğini, bilimin marıtığını ve yöntemini bilim
tarihine başvurarak açıklamaya çalışır.

Popper, sözde bilim ile harıgi çalışmaları kasteder? Bu konu­


da özellikle astroloji ile Freud'un, Adler'in ve Marx'ın kuramları­
nı örnek olarak verir. Bu kuramların bilimsellik iddiasına rağ­
men bilimsel olmadıklarını savunur. Çünkü yeni pozitivistlerin
bir kuramın bilimselliğinin ölçütü olarak kabul ettikleri doğru­
larıabilirliğin yeterli olmayacağını söyler. Örneğin, astrolojide,
çok sayıda gözleme dayalı sözde deneysel karııtlar getirmek
mümkündür. Aynı şekilde yukarıdaki üç kuramın da tezlerini
doğrulayacak argümarıları kolayca ortaya koyabileceklerini hat­
ta birbirinden zıt durumları bile aynı kolaylıkla açıklayabildikle­
rini bu durumun ise doğrularıabilirliğin gücünü değil, bilakis
zayıflığını gösterdiğini iddia eder. Bu zayıflığın nedeni nedir? Bu
zayıflığın nedeni: Hiçbir bilimsel ifadenin her türlü olay ve olguy­
la doğrulanamayacağıdır. Böyle bir durum bir ifadenin bilimsel­
liğini sorgulatır. Popper de doğrularıabilirliğin yerine bir ifadenin
bilimselliğinin ölçütü olarak sınarıabilirlik, çürütülebilirlik veya
yarılışlarıabilirliği getirir. Yanlışlarıabilirlik, doğrularıabilirlikten
farklı olarak, eğer bir ifade test edilebilir, çürütülebilir özelliğe
sahipse onun bilimselliğini kabul eder. Bu arılamda Einstein'in
kuramını diğer çalışmalarla karşılaştınr ve Einstein'ın kuramın -
darı olgularla örtüşmeyen en ufak bir sınama sonucunun kura­
mı yarılışlarken diğer kuramlar için böyle bir durumun hiçbir
zamarı söz konusu olmadığını görür. Öyleyse bir kuramın bilim­
sel olabilmesi için harıgi durumda veya durumlarda yarılışlarıa­
bileceğinin belli olması gerekir. Onun üzerinde durduğu esas
olarak yanlışlarıabilirliktir. Yarılışlarımış bir kuramın değil, yarı­
lışlarıabilirlik özelliği taşıyan bir kuramın tercihinden yanadır.
Eğer yarışarı kuramların hepsi yarılışlanabilirlik özelliğine s::ı.­
hipse, o zamarı olasılığı en az ama açıklayıcılık gücü en yüksek
olan kuram tercih edilir.
Sonuç 141

Popper, sınır koyma problemini tartışmakla neyi amaçlıyor?


Sınır koyma temelde bir noktaya yönelme, konuyu dağıtmama,
daha verimli, etkin ve ekonomik düşünme açısından önemli ve
gerekli görülebilir. Ama sınırın dışında kalanın iyi belirleneceği
kıiterleri koymak gerekir. Aksi halde sınınn dışında kalanların
olay ve olguları açıklamadaki katkısı göz ardı edilmiş olur. Ayn­
ca bu durum açıklamaların eksik kalmasına yol açabilir. Bu hu­
suslar eleştirel akılcılığın endişeler taşıması gereken önemli bir
unsurdur. Aksi halde Feyerabend'in dediği gibi yanlışlama ilke­
sinin olgulara uymayan bir kuramı ortadan kc..ldırması bütün
bilimin ortadan kaldırılmasına ya da bilimin büyük bir bölümü­
nün çürütülemez olduğunun kabulüne yol açar. Feyerabend'in
bu eleştirisi önemlidir. Çünkü her iki durumda da yanlışlama il­
kesinin işlevi sorgulanır hale gelir ki, bu da yanlışlamacılık için
büyük bir zafiyet anlamı taşır.

Popper'de tüm bilimsel çalışmalar bir sorunla başlar. Pop­


per'in bu görüşü Dewey'in sorun çözücü epistemolojisiyle örtü­
şür. Acaba bilimsel çalışma bir sorunla mı başlar? Bilimsel fa­
aliyeti bir sorun çözme sürecine indirgemek onu pragmatist bir
yaklaşımla kavramak anlamına gelir. Popper'in bilimsel gelişme­
sinde diyalektik bir süreç vardır. Bilimsel faaliyet, (Pı � T T �
EE � P2) sorun-geçici varsayım-yanlışların atılması ve yeni so­
run şeklinde devam eder. Bilimsel araştırma tümevarımla değil,
deneme ve yanılmalarla, varsayım ve yadsımalarla ilerler.

Popper, çok kesin bir şekilde tümevarım mantığını her ne ka­


dar öldürdüğünü iddia etse de bu akıl yürütme biçimi halen
kullanılmaktadır ve faydası da inkar edilemez. Aslında kendisi
de bu durumun biraz farkında gibidir. Çünkü tümevarım man­
tığının çok kabul gördüğünü, bununla işinin zorlaştırdığını iti­
raf eder. Ancak tümevarım mantığının eleştirilecek yanları da
vardır ve bu konuda sağlam argümanlar da getirir. Tümevarım
mantığının temelini oluşturan bir bilimsel araştırmanın gözlem
ve deneyle başlayıp tekil gözlem önermelerinden genellemelere
doğru ilerlediği şeklindeki kabulü, bir gün derste fızik öğrencile-
1 42 Bilgi Kur1J!11ı

rine "gözlemleyin" dediğinde kendisine "neyi gözlemleyelim" diye


sormalarını örnek vererek, bilimsel çalışmada kuramın önemini
vurgulayarak reddeder.

Popper'de dünya 1 fıziksel nesneleri, dünya 2 zihinsel içerik­


leri, dünya 3 ise bilimsel teoriler, bilimsel problemler, sanat ça­
lışmaları, mistik açıklamalar, aletler, hikayeler ve sosyal kurum­
lar gibi insan zihninin ürünlerini içerir. Üç Dünyalı bir yaklaşı­
mı bilginin nesnelliği için gerekli görür. O, nesnellikten bilim
adamının nesnel olmasını değil, eleştirel olmayı sınamaya ve çü­
rütmeye önem vermeyi anlar. İnsanda nesnelliğin egemen olma­
sını istemek onu bunaltır. Çünkü insanın bir arkaplanı vardır.
Ön yargısız insan eylemlerini anlamak mümkün değildir. Ön
yargılar insanın kimliğini oluşturur. Ön yargısız bilim insanı
yoktur. Önemli olan ön yargıların bilimsel çalışmaya yansıması­
nı önlemek için katı sınamalara ve eleştirilere açık olmaktır. Bi­
limsel bilginin yöntemi eleştirel yöntemdir ve bu bilgi tahmini
bilgidir. Hataların ayıklanmasıyla gelişir. Popper'e göre mutlak
değişmez hakikatler yoktur. Ama bu tür bilgiye ulaşmak için yıl­
madan çalışmak gerekir. Bunun için cesurca kuramlar, varsa­
yımlar veya hipotezler ileri sürmeli bunları katı testlere tabi tu­
tup çürütmeye çalışılmalıdır.

Batı medeniyetinin gelişiminin temelinde eleştirel akıl vardır.


Eleştirel akıl her tür zihinsel etkinliğin yönlendiricisi, kontrolörü
ve eleyicisi olmalıdır. Eleştirel akıl Thales'le başlar. Aıistoteles'te
dogmatik akla dönüşür ve bu durum ortaçağı etkiler. Ama Röne­
sans'la yeniden eleştirel akıl önem kazanır. Aydınlanmada ise be­
lirleyici ve yönlendirici olur ve bu Batı medeniyetinin de bir sıçra­
ma devresidir. Bilimle sözde bilim arasındaki ayınını yapacak öl­
çüt doğrulanabilirlik değil yanlışlanabilirliktir. Doğrulama yerine
deneme-yanılmalarla gelişen bir bilgi süreci vardır. Ama deneme­
yanılma amaç değil yanlışlama ve eleştirel akıl için bir araçtır.

Doğa bilimleri ve kültür bilimleri ayn ayn vardır. Çünkü


farklı varlık alanlan söz konusudur. Ancak doğa bilimleriyle
Sonuç 143

kültür bilimlerindeki nesnellik konusunda fark yoktur. Her iki


bilim alanı benzer olduğu gibi farklı yöntemleri de kullanır. Do­
ğa bilimleri yöntem ve tekniklerini ille de kültür bilimleri içinde
geçerli kılma bilimselci bir tutumdur ve yanlıştır. Popper, kültür
bilimleri için "durum çözümlemesi"ni önerir.

Popper'in siyaset kuramı ile bilgi kuramı arasında yakın iliş­


ki vardır. Bilim özgür, liberal bir toplumda gelişir. Totaliter top­
lumda eleştirel düşünce gelişemez. Özgür toplum ve bilimsel ge­
lişme için kurumlara ve geleneğe ihtiyaç vardır. Eleştirel düşün­
ce, bilginin gelişimine sağladığı zemin ile bilim ve teknolojinin
gelişmesi yanında kurumlann da gelişmesini ve sosyal hayat
alanının (ceza hukuku, idare hukuku, kamu hukuku, eğitim ya­
pısı, sosyal güvenlik, sosyal devlet, refah devleti, sağlık güvence­
si vs.) da yaşam kalitesini yükseltmede belirleyici bir etkiye sa­
hiptir.

Popper, acımasızca eleştirir ama kendi eleştirisine de sorgu­


layıcı bir tutum takınır. Aristoteles'le eleştirel akıldan dogmatik
altla geçildiğini savunurken, diğer yandan Aristoteles'e eleştiri­
lerinde çok acımasız davrandığını da kabul eder. Aynı şekilde
felsefeye en çok zarar verdiklerini söylediği Hume ve Kant en çok
etkilendiği ve aynı zamanda hayran olduğu filozoflardır. Popper.
görüşlerini temellendirirken sık sık hem Hume hem de Kant'a
müracaat eder. Onun için bu iki filozof oldukça önemlidir. Bu iki
filozofu Popper'in gündemine taşıyan temel özellikleri nedir? Hu­
me'un empirist, Kant'ın rasyonalist olmasına rağmen her ikisi­
nin bilgi kuramları da pozitivist anlayışı temelden sarsıcı argü­
manlara sahiptir. Hume tarafından pozitivizmin tümevarım ve
nedensellik ilkelerini empirik bir temele dayandığı tezi sarsılır­
ken, Kant da zihinde kategoriler olmaksızın dünyayı algılamanın
imkansızlığına dayanan bilgi kuramıyla salt olguyu ortadan ka).­
dırmaktadır. Popper bu iki filozofun temel tezlerinden büyük
oranda etkilenmiştir. Yine Platon'u eleştirirken en büyük filozof
ünvanını da ona sunar. Hayranı olduğu Sokrates için olumsuz
sayılabilecek değerlendirmeleri yoktur. Sokrates'in yönteminin
1 44 Bilgi Kuramı

yeni versiyonu Popper'de karşımıza çıkmaktadır diyebiliriz. Fel­


sefe taıihinde onu etkileyen pek çok düşünürün olduğunu görü­
yoruz. Sokrates ve Sokrates öncesi filozofları, Hume, Kant, Poin­
care, Duhem, Einstein, Tarski ve felsefelerinin eleştirisiyle dü­
şüncelertni geliştirdiği Russell, Wittgenstein ve Carnap'tır.

Çağdaş bilim felsefecileri ve bilgi kuramcıları Feyerabend,


Kuhn, Lakatos vs. gibi çok sayıda filozof Popper'in kavramlarıy­
la veya karşı kavramlar üreterek tartışmalarını sürdürüp felsefi
literatüre çok önemli özgün katkılar yapmışlardır. Kendisinin
entelektüel alçak gönüllülüğüne rağmen etkisi oldukça kapsam­
lı, yönlendiricidir ve özellikle de bilgi, bilim, siyaset felsefesi gibi
alanlarda plüralist bir bakış sergilemekte ve bu alanlara ilişkin
düşünceleri tetiklemektedir. Bilindiği gibi plüralist tutumun son
dönemlerde temel düşünsel alanların en önde gelen ilkelerinden
birisine dönüşmesine tanık olunmaktadır. Bu anlamda çağımız­
da demokratik düşünce, yaşam ve yönetim tarzını, kültür süreç­
lerini, etik ve estetik değerlerini plüralist bir bakış açısı olmadan
tasavvur etmek olanaksızdır. Aynı şekilde bilgi kuramı ve bilim­
sel araştırmalar alanında da, olaylar ve olguların açıklanmasın­
da plüralist tutumun olumlu katkısının bulunacağına inanıl­
maktadır.
KAYNAKÇA

Ajdukiewtcz, K., Temel Kavramlar ve Kuramlar. Çev: Ahmet Cevizci,


Gündoğan Yayınlan, Ankara 1989.
Althusser, Louis, Felsefe ve Bilim Adamlanrun Kendiliğinden Felsefesi,
Çev: Ömür Sezgin,V Yayınlan, Ankara 1990.
Ayer, A. J., DiL Doğn.ılJJk ve Mantık, Çev: Vehbi Hacı.kadiroğlu, Metis Ya­
yınlan, İstanbul 1 984.
Barnes, Bany, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, Çev: Hüsarnettin Arslan,Va­
_di Yayınlan, Ankara 1995.
Baudouın, Jean, Karl Popper, Çev: Bülent Gözkan, İletişim Yayınlan, İs­
tanbul 1993.
Blackbum, Simon, The Oxford Dictionary of Philosophy, Oxford Uni­
versty Pres, Oxford 1994.
Bunge, Mario, Philosophy of Science:From Problem To Theory , Volume
One, Transaction Publishers, New Jersey 1998.
D'Amico, Robert, Historicism and Knowledge, Routledge, New York 1989.
Denkel, Arda, Bilginin Temelleri, Metis Yayınlan, İstanbul 1998.
Diemer, Alwin, "Bilgi Kuramı", Günümüzde Felsefe Disiplinleri, Çev: Do-
ğan Özlem, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1997.
Feigl, Herbert, "Mantıkçı Emplrizmin Bilim Felsefesi", Çev: Füsun Altı­
ok, Felsefe Araştımıalan Enstitüsü Dergisi, V. Cilt, Ankara Üni­
versitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara 1969.
Feyarabend, Paul, BiUm.in Kilisesi, Çev: Cevdet Cerit, Pınar Yayınlan, İs­
tanbul 199 1 .
Feyerabend, Paul K . Yönteme Hayır, Çev: Ahmet İnam, Ara Yayıncı­
.

lık.Ankara 1989.
Frank, Philipp, Doğa Bilimlerinde Pozüivizm, Çev: Yılmaz Öner, Sparta­
küs Yayınlan, İstanbul 1995.
Heisenberg, Wemer, Physics and Philosophy, Pelican Boks, London
1989.
Hızır. Nusret. "Viyana Çevresi ", Dil ve Tarüı-Coğrafya Fakültesi Felsefe
Araştırmaları Enstüüsü Dergisi, il. Cilt, Ankara Üniversitesi Bası­
mevi, Ankara 1965.
Horgan, John, Bilünin Sonu, Çev: Ahmet Ergenç, Gelenek Yayıncılık, İs­
tanbul 2003.
lrzık, Gürol, "Kari Popper'in Üç Dünya Kuramı ve Bilimsel Bilginin Nes­
nelliği", Felsefe Tartışmalan, Kent Basımevi, İstanbul 1 990.
146 Bilgi Kuramı

lrzık, Gürol, "Yanlışlamacı Bilim Felsefesi", Felsefe Tartışmaları, 28. Ki­


tap, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 200 1 .
Johansson, Ingvar, "Anglosakson Bilim Felsefesi", Çev: Şahin Alpay,
Yazko Felsefe Yazıları, Hazırlayan: Selahattin Hilav, Ağaoğlu Ya­
yınevi, İstanbul 1 982.
Kuhn, Thomas S., "Reflectlons on My Criticsm", Criticsm and the Growth
of Knowledge. Ed: lmre Lakatos-Alan Musgrave, Cambridge Uni­
versity Press, Aberdeen 1970.
Kuhn, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev: Nilüfer Kuyaş, Alan
Yayıncılık, İstanbul 1995.
Kuhn, Thomas S., "Bilimsel Araştırmada Gelenek ve Yenileme", Asal Ge­
rilim, Çev: Yakup Şahan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1 994.
Lakatos, Imre, "Yanlışlama ve Bilimsel Araştırma Programlannın Meto­
dolojisi", Bilginin Gelişimi. Çev: Hüsamettin Arslan, Paradigma
Yayınlan, İstanbul 1992.
Magee, Bryan, Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev: Me­
te Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1 993.
Magee, Byron, "Mantıkçı Pozitivizm ve Kalıtı", Çev: Aytaç Oksal, Yeni Dü­
şün Adamları. Basıma Hazırlayan: Mete Tuncay, Milli Eğitim Ba­
sunevi, İstanbul 1979.
Nusret, Bilimin Işığında Felsefe, Adam Yayınlan. İstanbul, 1 985.
Özlem, Doğan, Doğa Bilimleri ve Felsefe, İzmir Kitaplığı. İzmir 1995.
Ôzlem, Doğan, "Değerler Sorununda Nesnelcilik/Mutlakçılık ve Öznelci-
lik/Rölativzim Tartışması Üzerine".
Piaget, Jean, Epistemoloji ve Psikoloji. Çev: Seçkin Selvi, Sarmal Yayıne­
vi, İstanbul 1 992.
Poincare, Henri, Bilim ve Hipotez, Çev: Fethi Yücel, M.E.B Yay. , İstanbul
1998.
Popper, Kari R. , Açık Toplwn ve Düşmanları, Cilt 1 , Çev: Mete Tuncay,
Remzi Kitabevi, İstanbul 1994.
Popper, Kari R. Açık Toplum ve Düşmanları. Cilt 2, Çev: Harun Rızate­
.

pe, Remzi Kitabevi, İstanbul 1 994.


Popper, Kari R. and Eccles. John C . The Self and Its Brain, Springer­
.

Verlag, Bertin 1977.


Popper, Kari R. , Knowledge and The Body-Mind Problem: In Defence of ln­
teraction, Ed. M.A. Nottumo, Routledge, New York 1996.
Popper, Kari R. , Tarihsiciliğin Sefaleti, Çev: Sabri Orman, İnsan Yayınla­
n, İstanbul 2000.
Popper. Kari R. , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev: İlknur Aka-İbrahim
Turan, Yapı Kredi Yayınlan. İstanbul 1998.
Kaynakça 1 47

Popper, Kari R., Conjectures Wld Rejutations, Harper, Torchbooks, New


York 1968.
Popper, Kari R. , Daha İyi Bir Dünya Arayışı, Çev: İlknur Aka, Yapı Kredi
Yayınlan, İstanbul 200 1 .
Popper, Kari R. , Objective Knowledge, Oxford University, Oxford 1979.
Reichenbach, Hans, Bilimsel Felsefenin Doğuşu., Çev: Cemal Yıldınm,
Remzi Kitabevi, İstanbul 1993.
Runes, Dagobert D . , The Dictionary of Philosophy, Philosophical Library,
New York.
Russell, Bertrand, Bilim ve Din, Çev: Hilmi Yavuz, Cem Yayınevi, İstan­
bul 1 993.
Russell, Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, Çev: Muammer Sencer, Bilgi Ya­
yınevi, Ankara 1973.
Russell, Bertrand, Felsefe Meseleleri, Çev: Hayrullah Örs, Remzi Kitabe­
vi, İstanbul 1970.
Smithurst, Michael, "Popper and the Scepticisms of Evolutionary Epis­
temology, or, What Were Human Beings Made For?", Karl Popper:
Philosophy W1d Problems, Ed: Anthony O'Hear, Cambridge Uni­
versity Press, Cambridge 1995.
Soykan, Ömer Naci, Bilgi ve Betimleme, Küyerel Yayınlan, İstaribul
1998.
Ströker, Elisabeth, Bilim Kuramına Giriş, Çev: Doğan Özlem, Ara Yayın­
cılık, İstanbul 1990.
Sunar, İlkay, Düşün ve Toplum, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara
1979.
Ural. Şafak, Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul 1986.
Watkins, J.W.N., "Against Normal Science", Criticism and the Growth of
Knowledge, Ed: Imre Lakatos and Alan Musgrave, Cambridge
University Pres, Aberdeen 1970.
Yalçın, Şahabettln (ed.), Bilgi ve Değer, Vadi Yayınlan, Ankara 2002.
Weber, Alfred, Felsefe Tarihl Çev: H.Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlan, İstan­
bul 1 993.
Wittgenstein, Ludwig, Tractatus, Çev: Oruç Aruoba,Yapı Kredi Yayınlan,
İstanbul 2002.
DtzlN

Adler 27-29, 43, 83, 140 D'Amico 1 1 8


Adon10 23-24, 98 Darwin 135
Ajdukiewicz 74 De Broglie 135
Akılcılık öğretisi 82 Demokritos 135
Althusser 69, 104 Denkel 74
Anderson 4 1 Descartes 12, 64, 79, 127
Antik Yunan 87-88 Devrimci bilim 44
Aristoteles 42, 48, 55, 108, 1 16, Dewey 94, 1 4 1
142-143 Dilthey 128
Ame Petersen 89 Dogmatik akıl 1 42- 1 43
Atomculuk 99 Doğal ayıklama 1 35
Aydınlanma 142 Doğrulanabilirlik 140, 142
Ayer 14, 16- 1 7 Duhem 13, 1 6, 64, 102, 1 1 0, 1 44

Bacan 1 1 , 64, 8 1 . 99 Eddington 4 1


Bames 1 1 5 Eidos 107
Baurdouın 10 l Einstein 13, 1 5, 27, 33, 4 1 , 43, 46,
Bergman 10 67, 73-74, 77, 83, 87, 9 1 ,
Bergson 73 109, 123, 135, 140, 144
Berkeley l 10, 1 1 4, 127, 134 Eleştirel akılcılık 79, 82-83, 89,
Bilimsel empirizm 1 1 102, 142- 1 43
Bohr 9 1 Eleştirel çoğulculuk 85
Boltzmann 13. 1 7 Eleştirel rasyonalizm 8 1
Bolzano 128- 1 3 1 Empirizm 13, 107
Bom 123 Epikuros 135
Bourdouın l 02 Erkenntnis 49
Brouwer 131
Faraday 135
Carnap 10, 15, 17, 19-20, 22, 39, Feigl 10, 1 9-20, 23
69-70, 1 44 Feyerabend 24, 70, 120, 126, 1 4 1 ,
Cicero 48 144
Comte 1 1 - 12 Fizi.kalizm 19
Crick 123 Frank 10
Frege 13, 128- 1 29
· Çürütülebilirlik 140 Freud 27-30, 43, 83, 140
1 50 Bilgi Kuramı

Gadamer 24 Lukretius 135


Galileo 63, 67 Lummer 4 1
Geiger 4 1
Görelilik kuramı 15, 20, 27 Mach 1 1 - 13, 16- 17, 2 1 -22, 134
Grossner 80 Magee 1 4, 1 1 5
Malthus 135
Habermas 23-24, 98 Mannheim 98
Halın 10 Mantıkçı empirizm 1 1 , 13, 18, 20
Hayek 124 Mantıkçı pozitivizm 1 1 , 14, 2 1 -22,
Hegel 12, 24, 1 16, 129- 130 24, 44
Heisenberg 73, 9 1 , 123, 125 Mantıksal atomculuk 1 1
Helmholtz 13 Mario Bunge 1 19
Hertz 1 6- 1 7 Marksist tarih kuramı 30
Hobbes 1 1 , 107 Marksistler 28
Homeros 30 Marksizm 1 09
Horgan 123 Marsden 4 1
Hume 1 1 - 13, 32, 43, 50-54, 57, M arx 27, 30, 43, 83, 140
Materyalizm 89, 135
7 1 , 83, 107, 1 1 4, 1 27,
Maxwell 17, 76, 135
143- 144
Maxwell teorisi 76
Metafizik önermeler 139
idea öğretisi 48
Meyerson l 10
İngiliz emplristleri 1 1 1
Mili 1 2- 13. 1 10. 128
Mutlak tin 130
Kant 15, 19, 32, 38, 43, 49, 56,
63, 79, 82-83, 100, 104,
Napolyon 60
108, 1 10- 1 1 1 , 1 1 7, 125,
NeopozitiviZm 1 10
127, 143- 144
Neurath 10, 19, 22
Kepler 67
Newton 15, 27, 46, 63, 67, 100,
Kişilik kuramı 27
135
Kuantum kuramı 16, 41
Niels Bohr 87
Kuhn 24, 44, 69-70, 93-94, 105,
1 12, 122, 126, 144 Oidipus kompleksi 28
Kurlbaum 4 1 Olağan bilim 44
Olirnpos tepesi 30
Lakatos 39-40, 144
Leibniz 79, 128, 1 35 Ôn yargı 142
Liberalizm 8 1
Locke 1 1 - 12, 107, 1 1 4, 127- 128 Peirce 1 10
Logos 107 Philipp Frank 16, 74
Dizin 151

Piaget 72-73 Thomson 4 1


Planck 4 1 Tycho Brahe 74
Platon 48, 82, 104, 1 1 5- 1 16, 1 28-
130, 143 Üç dünya kuramı 1 07, 1 1 5. 1 26
Platonculuk 1 36
Poincare 13, 64, 76, 102, 1 10, 144 Viyana Çevresi 1 0- 1 1 , 1 6 - 1 8, 20,
Popper 23-25, 27, 29, 3 1 -32, 35-36, 23. 32, 43, 72, 74, 1 10.
38-44, 4 7. 52, 54 1 2 1 , 126, 139
Pozitivist felsefe 12 Viyana Üniversitesi 1 0
Pozitivizm 13, 143
Pringseim 4 1 Waismann 10
Psikanalizm 27 Watkins 70
Pytheas 55 Watson 123
Weber 83
Rasyonalizm 1 07 Weyl 4 1
Reichenbach 15, 39, 49, 70 Whewell 1 10
Rölativite 1 6 Whitehead 13, l 10
Rönesans 87 Whithead 13
Rubens 4 1 Wilhelm Wien 41
Russell 1 1 , 1 3, 15- 1 7, 50, 56, 74, Wittgenstein 1 1 - 14, 17, 3 1 . 33,
88, l 10. 1 14, 127, 144 38. 104, 1 44

&hlick 10, 22 Xenophanes 85


Schrödinger 123, 1 35
Sınanabilirlilik 44, 46, 140 Yanlışlanabilirlik 3 1 , 39, 140, 1 42
Siman 1 1 Yeni pozitivistler 15, 20-2 1 , 26,
Sir John Ecceles 128 62, 1 40
Sokrates 42, 83, 85, 89, 94, 107, Yeni pozitivizm 2 1
143 Yeni-Platoncu 130
Sokratesçi bilgisizlik tezi 85
Sözde bilim 1 40, 142
Spinoza 12, 79
Stoacılar 1 28
Ströker 125

Tarih kuramı 27
Tarski 104, 1 1 6- 1 1 7, 1 44
Thales 1 42
Theaitetos 1 1 5

You might also like