Professional Documents
Culture Documents
Hakan Günday - Zargana
Hakan Günday - Zargana
Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen
alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Kapak tasarımı: DPN Design Kapak illüstrasyonu: Emre Orhun Yazar fotoğrafı: Serdar
Şamlı Baskı: Şefik Matbaası / Turgut Özal Cad.
19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. I Kat 10. 34360 Şişli - İSTANBUL Tel. (212) 373 77 00 / Faks
(212) 355 83 16
Zargana
Hakan Günday
Gülşen Benli’ye
Jacques Dutronc
Birbirlerine bakmıyorlar. Sadece karşılarındakini taklit
ediyorlar. Yan yana duruyor ve boşluğa yumruk atıyorlar.
Bileklerini havada bir hilal kadar döndürdükten sonra
hayaletlerin göğüslerine vuruyorlar. Birçoğunun elleri daha
birkaç saat öncesine kadar en serin kadın vücutlarında
gezerken, şimdi kemikleri çeliktenmiş gibi oksijeni azottan
ayırıyor. On dört erkek sesi. Yan yana dizilmiş on dört hayat.
Aynı anda adımlarını atıyor ve aynı anda bağırıyorlar. Kısa ve
gür. Karşılarındaki aynayla kaplı duvarda kendilerini
görüyorlar. Yüzlerindeki ter damlalarını sayıyorlar. Onlara
dönük olan bir adam var. Bir sonraki hareketi tek bilen o.
Kızıl bir dev. Çok uzak bir Doğu’nun en acıklı sanatını
öğretmeye çalışıyor. Ama onlar ilgilenmiyorlar. Ne Doğu’yla,
ne de uzaklığıyla. Sokağın dilini anlamak için buradalar.
Sahip olduklarını kendilerinden başka kimsenin
koruyamayacağını bildiklerinden, ayrıntılarla zaman
harcamıyorlar. Kreuzberg’de karşılarına çıkacak sıradan bir
gaspçının kulağından kan akıtacak bir tekniğin felsefesinin
olması ilgilerini çekmiyor. Bin yaşındaki bir tarzı, bir barda
tereddütsüz küfredebilmek için tüketiyorlar. Büyük salonun
içinde çıplak ayaklarının üzerinde tekrarladıkları vuruşların
bir felsefesi olması gerekmiyor. Dünyanın da bir felsefesi
olması gerekmiyor onlar için. Çünkü sırtında yaşıyorlar ve bu
onlara fazlasıyla yetiyor. Kastanienallee’deki Jeet Kune Do
Akademie Berlin. Kısaca JAB. Bodrum katındaki beyaz
salondalar. Asla kendilerini savunmanın değil, öldürmenin
provasını yapmak için buradalar. Kendilerini ya da bir
başkasını. Fark etmez çünkü onlar Batı’dalar...
- Ne istiyorsun? dedi.
- Sana buraya gelme demedim mi? Daha iki gün oldu işe
başlayalı. Buradan da atılırsam babam beni öldürür. Defol!
- Oturabilir miyim ?
- Ben içmem.
Koma sarışın adamın yüzüne baktı, sanki şimdiye kadar
duyduğu en saçma sözle karşılaşmış gibi.
- Öldür kendini.
Zo dayanamayıp sordu.
- Film mi çekiyorsun ?
Gri gözlü adamın ağzı dikişi patlamış bir yara gibi açıldı
yüzünde. Zargana güldü. Uzun zamandır ilk kez. Yakışıklı
değildi. Çirkin değildi. Gülünce biraz da olsa insana
benzemişti. Ama bu uzun sürmedi. Dikti yarasını. Artık bir
sigara içebilirdi. Koma’dan istedi.
- Orospu!
- Birini bekliyorum.
- Ne yemek istersin?
- Dört mark.
- Dur!
- Dört mark.
Zargana gözkapaklarını betona sürte sürte kaldırdı.
Birikmiş gözyaşlarını ve gökdelenden gelen logo biçimindeki
ışığın o gözyaşı gölünün üzerindeki yansımasını gördü. Tekrar
kapattı gözlerini. Görülecek bir şey olmadığını on ikinci
yaşında anladı.
- Bu ne ? diye sordu.
Güldüler.
Taksinin şoförüne:
- Dur.
- Toplantı bitmiştir.
- Çok bekledin mi ?
- Nerede kalıyorsun?
- Hiçbir yerde.
- Tamam, dedi.
- On iki buçuk.
Hayatta buçukların hiçbir değerinin olmadığını daha
bilmediği için yılların yanına ayları da eklemeyi ihmal
etmemişti.
- Peki ya sen ?
Betty kapıyı açtı. Zargana kızı takip etti. İki kişilik bir yatak.
Yerde duran bir telefon. Yatağın üstünde odadan aceleyle
çıkıldığını ya da sahibinin son derece pasaklı olduğunu
gösteren dağınık kıyafetler. Kalın turuncu perdeler. Bir
televizyon, ki bu Richmont gibi bir otel için fazlasıyla lükstü.
Tabiî uzaktan kumanda televizyona zincirlenmişti. Zincirin
uzunluğu ortalama insan kolu uzunluğundan beş santimetre
daha fazlaydı. Çinli, insanları nasıl delirteceğini iyi biliyordu.
Pekin’de de üniversite öğrencisi kızını delirtmişlerdi. Kız bazen
telefonda konuşabiliyor, ama siyasî mahkûmların kaldığı
hapishanenin revirindeki yatağından babasının sesini
tanıyamıyordu. Kimse, yirmi iki gün bir hücrede ıslak deri
parçalarıyla dövüldükten sonra babasını hatırlamazdı. Çinli
bunu biliyor ve acısını kapitalistlerden çıkarıyordu. Betty ve
benzeri kızlarla yatmak bir çeşit terapiydi onun için.
- Geciktin.
- Neden?
- Anlıyorum.
Sekiz adımlık yürüyüşlerini bitirip koltuğuna oturdu.
Kendisini seyreden iki çift göze sırayla baktı. Ne
düşündüğünü anlamak olanaksızdı.
- Git, dedi. Bir daha buraya gelme. Dün gece Victor geldi.
Seni sordu. Doğruyu söyledim. Yani uzun zamandır seni
görmediğimi. Victor çok sinirliydi. Seni sadece özlediği için
aradığını sanmıyorum.
- Seni seviyorum...
Betty çocuğun sözünü bitirmesine izin vermedi. Yüksek
sesle gülmeye başladı. Zargana’yı itirafından ötürü
utandıracak kadar yüksek. Alay edip etmediği belli olmayan
bir tonda gülüyordu. Belki de biraz önceki orgazmını
hatırladığı için gülüyordu. Ama ne olursa olsun, yanında ter
içinde yatan ve hayatının ilk gerçek seksini yaşamış olan
çocuk kendisine âşık olmuştu. Zargana’dan sadece dört yıl
önce doğmuştu, ama kendisini çok yaşlı hissetti. Çıplak
karnını şişiren kahkahaları kesildi.
- İçeri gir.
-Hiç.
- Merhaba Victor.
- Oğlan ne kadar?
- Yüz mark.
- Merhaba. Nasılsın?
Zargana gülümsedi.
- Yalnız konuşmalıyız.
- Seni dinliyorum.
- Yesene. Ne bekliyorsun?
- Evet çocuklar?
- Ne kadar kalacaksınız ?
- Tamam.
Taksi uzun bir yol çiğnedikten sonra bahçe içindeki iki katlı
bir evin önünde durdu. Mercedes’ten inip havuzlu bahçenin
iki alçak duvarını birleştiren ahşap kapının önüne geldiler.
Betty kapıyı açıp taş yoldan yürüdü. Patika evin kapısına
gidiyordu. Kapının önündeki basamaklara. Kız duvardaki zile
dokundu ve içeride çalan melodi duyuldu. Evin
merdivenlerinden hızla inen birinin ayak sesleri büyüdü,
büyüdü ve kapı hızla açıldı. Zargana bir adım geri attı. Çünkü
gördüğü adam uzun boylu, fazlasıyla iri, sakallı ve uzun
saçlıydı. Çocuk korkmuştu garip bir aksanla konuşmaya
başlayan adamdan.
- Hiçbir yere.
- Uyan.
- Ama Bo...